Bati-Trakya-Turk-Azinliginin-Sorunlarina-Tarihsel

Transkript

Bati-Trakya-Turk-Azinliginin-Sorunlarina-Tarihsel
Ölümünün 10. Yılında
Dr. SADIK AHMET'in Hatırasına
(1995 - 2005)
AB Üyesi
Yunanistan'ın
Etnik Dokusu İçinde
BATI TRAKYA
TÜRKLERİ
Azınlığın Sorunlarına Tarihsel ve Güncel
Yaklaşımlar
M. Murat HATİPOĞLU
noktasındaki insan hakları ihlallerine göz yummaktadır.
Irak' ı işgal ederken A.B.D vaat ettiği özgürlük ve demokrasiden Telafer' in payına ne düştü?
Kerkük, Musul, Tuzhurmat'unda yaşayan Türkmenlerin payına ne düştü? A.B.D. nin Irak'ta
özgürleştirdiği şehirlere ne gıda kamyonları, ne de ambulanslar girebiliyor.
Rusların tankları ve kimyasal silahları Kafkasya' da özellikle çocukları hedef alıyor.
Kafkaslar yıllardır kan ağlıyor. Doğu Türkistan 'da Uygur ve Kazak Türkleri soykırıma tabi
tutulmakta. Soykırımlar ile Doğu Türkistan 'dayaşayan Türklerin direncini, mücadele ruhunu
kıramayan Çin, nükleer denemelerini bu coğrafyada gerçekleştirerek, Türk neslinin genetik yapısı
üzerinde oynamakta.
Tek suçları Türk olarak doğmak olan ve milli kimliklerine sadakatle bağlı olan Kırım ve
Ahıska Türkleri 1944 'den beri toplu katliam ve sürgünleri yaşamaktalar.
Anadolu Türklüğünün özbeöz evlatları olan Ahıska Türkleri, eski Sovyetler Birliği'nin
neredeyse bütün cumhuriyetlerine darmadağın şekilde sürülmüşlerdi. Onlar da, bugün Kırım
Türkleri gibi vatan topraklarına dönme mücadelesi vermektedirler.
Günümüzde Azerbaycan' in beşte biri Ermeni işgali altındadır. Ermeni iddiaları, politik
biryalandan öteye geçemez iken, Ermenilerin Karabağ'da .Hocalı'da yaptıkları katliamların
fotoğraf ve video görüntüleri, yabancı muhabirler tarafından dünyanın gözü önüne serildi. Ermeni
katliamlarından kaçan birbuçuk milyon Azerbeycan Türkü, sığındıkları şehirlerin kenarlarında,
naylon çadırların altında hayatta kalma mücadelesi veriyorlar.
Dahası, Üsküp, Kosova, Kıbrıs, Suriye, Iran, Afganistan'da milyonlarca Türk acı
çekmektedir.
Bugün, Türk Milleti'nin bir "Batı Trakya" sorunu vardır. 1360'lı yıllardan Balkan
Savaşlarına, 1910'lu yıllara kadar kesin Türk hakimiyeti altında kalan bu vatan toprağı, Lozan
Antlaşması ile Yunanistan'a bırakılmıştır.Aradan geçen 80 yıllık sürede Yunanistan, Batı Trakya
Türklerinin vatandaşlık haklarını, insan haklarını, sürekli olarak inkar etmiş ve etmektedir.
Türkiye 'deki sözde azınlıkların hatta bölücülerin haklarını korumak için her şeyi yapan Avrupa
Birliği, Yunanistan'daki Türk Azınlığın haklarını gönnezden gelmektedir,
Batı Trakya Türklüğü erimektedir.Toprak ve nüfus kaybı önlenememektedir. Batı Trakya 'da
yıllarca Türk Azınlığının haklarını ve kültür varlığım koruma mücadelesi veren, bu uğurda büyük
baskılara uğrayan Dr. Sadık Ahmet, suikast gibi bir cinai trafik kazasına kurban gitmiştir.
Batı Trakya'daki soydaşlarımızın kimliklerine sahip olmalarını, evrensel insan hakları açısından
huzurlu ve mutlu olmalarını istiyoruz.
Yunanistan 'in Karadeniz ve istanbul ile ilgili hayali ve edepsiz çalışmalarında dikkatli
olmasını diliyoruz.
Türk Milleti, bütün varlığıyla ve onuruyla varolacaktır. Kıbrıs'taki.Batı Trakya'daki
soydaşlarımızla, Türk Dünyasındaki kardeşlerimizle Türklük varolacaktır. Türk Milleti olarak
ümitsizliğe kapılma lüksümüz yoktur. Vatan, külfetine katlananlarındır.
Dr. Eyüp Doyuran Türk
Ocakları Aydın Şubesi Başkam
Dr. Sadık AHMETin Aziz Hatırasına ithaftır...
Türk Ocakları Aydın Şubesi AYDIN-2005
TÜRK DÜNYASINDA İNSAN HAKLARI
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, "yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliğinin herkesin hakkı"
olduğunu, 10 Aralık I948'de insan Hakları Beyannamesinde yayınlamıştır. Ancak, aynı Birleşmiş
Milletler Örgütü, kendisine hakim olan Anglosakson ittifakının sebeb olduğu, dünyanın bir çok
Batı Trakya Türkleri'nin insan hakları dâvasını hem Yunanistan'da
hem de uluslararası forumlarda duyurabilmek için atılan adımlar
1980'li yılların ortalarından itibaren hız kazanmış, bunda da, 1975'de
başlayan ve bütün Avrupa'yı -o arada Sovyetler Birliği'ni de- etkileyen
Helsinki Nihaî Senedi süreci önemli rol oynamıştı.
sahip çıkması sonucunda Dr. Ahmet'in durduk yerde ceza alması
engellendi. Böylece, Batı Trakya Türkleri'nin haklı dâvalarını çeşitli
uluslararası ortamlarda dile getiren Sadık Ahmet adlî ve idarî yollarla
sürekli engellenmek istendi. O bir inanç ve mücadele adamıydı;
inandığı dâvayı her zaman yüksek sesle haykıracak cesaretteydi.
Yunanistan Türklerini uluslararası platformlarda, söz gelişi Şubat
1995'te Ankara'da düzenlenen "Balkan Ülkelerinde Toplum Hayatı
Semineri"nde temsil etti. Mayıs 1995'te "1. Uluslararası Batı Trakya
Türkleri Kurultayi'm düzenleyerek Batı Trakya Türkleri'nin sesini
bütün dünyaya duyurdu. Böylece onların millî benlik ve hak arama
mücadelesini ileri bir aşamaya taşıdı.
Dr. Sadık AHMET (7 Ocak 1947 24
Temmuz 1995)
Bu çerçevede, Yunanistan'daki Batı Trakya Türk Azilığı'nin
liderlerinden Dr. Sadık Ahmet 1985'de kendi çabalarıyla etnik
Türkler'in sorunlarını içeren bir imza kampanyası başlattı; bu
kampanyayla ilgili metinler ve belgeler Yunan makamlarının eline
geçtiyse de, herhangi bir "suç" unsuru bulamadılar, ancak Dr. Ahmet'i
yakın izlemeye aldılar.
Selanik Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun olduktan sonra hekimlik
yapmaya başlayan Sadık Ahmet, 1980'li yıllarda Batı Trakya Türk
Toplumunun meseleleri ile ilgilenmeye başladı.Dr.Ahmet 1987'de
Selanik'te düzenlenen Demokrasi ve İnsan Hakları konulu uluslararası
bir toplantıda, katılımcılara 10.000 imzalı kampanya belgesinin
İngilizce metnini dağıtınca, hakkında dâva açıldı. Dr. Ahmet'e isnat
edilen suç "yalan haber yaymak ve sahte evrak düzenlemek" idi; Haziran
1988'deki duruşmada 30 ay hapis ve 100.000 Drahmi para cezasına
çarptırıldı. Kendisinin itirazı üzerine konu, yabancı parlamenterlerin de
dikkatini çekti, nihayet, dâvanın 1990'a uzaması ve Dr. Ahmet'in Nisan
1990'da milletvekili seçilmesiyle, hakkında verilen hüküm,
dokunulmazlığından dolayı düştü.
Batı Trakya Türk Azınlığı'nm haklarını korumanın ancak siyasi bir parti
vasıtasıyla mümkün olacağına inanan ve bu amaçla ölümüne kadar
genel başkanlık görevini yürüttüğü Demokrasi, Eşitlik ve Barış Partisi
(DEB)'ni kuran Dr. Sadık Ahmet seçim kampanyalarında "Türk"
kelimesini kullandığı için de suçlandı ve 'halkı şiddet ve bölünmeye
teşvik etmekle' üç ayrı dâvadan yargı önüne çıkarıldı; fakat Türk ve bazı
yabancı parlamenterler ile uluslararası insan haklan örgütlerinin olaya
Kendisi 24 Temmuz 1995 günü Batı Trakya'da uğradığı şaibeli bir
trafik kazasında hayatını kaybetti, bir anlamda şehit oldu. Aracına bir
traktörün çarpması sonucunda vefat eden Dr. Sadık Ahmet'in başına
gelen bu olayın gerçekten bir kaza mı, yoksa Yunan istihbarat
birimlerince ustalıkla düzenlenen bir suikast mı olduğu konusu henüz
açıklığa kavuşmamıştır. Ancak Sadık Ahmet'e yakınlığıyla bilinen
Batı Trakya Türkleri'nden M. Hafız M.'nım, kendisiyle kazadan üç
hafta sonra Gümülcine'de görüşenlere, kazaya sebep olduğu ileri
sürülen traktör sürücüsü yaşlı bir Yunanlıyı kastederek "...o ihtiyar
öyle bir iş beceremez..." dediği; ayrıca Yunan polisinin kendisine
[M.Hafiz M'ya] gelerek "bunun bir kaza olduğunu söylemesini
istediğine" dair ilginç gelişmeler söz konusu olup, olayın düşündürücü
ve karanlık noktaları aradan geçen 10 yıla rağmen hâlâ aydınlığa
kavuşturulmamıştır; fakat bu ve buna benzer görüşler bölge halkında
yaygın olarak bilinmektedir. Ayrıca, 1995 Haziran ayında, "kazadan"
bir ay önce, Türkiye'de bulunduğu bir sırada, Sadık Ahmet'in Dr.
Muzaffer Arslan'a "... bizi rahat bırakmayacaklar, Muzaffer" dediği
ve öldürülme endişesi taşıdığı da bir gerçektir.
Kendisiyle ilk defa 1990 yılında Ankara'da tanışmıştım; bende hem
ulusal duruş sahibi bir halk adamı, hem de gerçekçi bir diplomat
izlenimi bırakmış olan Sadık Ahmet hiç şüphesiz Balkan Türkleri'nin,
hattâ son elli yılda dünyadaki Türk Azmlıkları'nın yetiştirdiği en seçkin
ve aydın kişilerden biriydi; Batı Trakya Türkleri'nin uluslararası belge
ve andlaşmalardan doğan temel hakları için demokratik yöntemlerle
mücadele veren Dr. Ahmet, Türk azınlığının yaşadığı insanlık dışı ağır
sorunları çeşitli platformlarda cesurca dile getirdi.
O'nun 1985 ile 1995 arasında aldığı yol, Batı Trakya Türkleri için
önemli bir başarıdır, çünkü azınlık ilk defa kendi bünyesinden
kendisini temsil etmek üzere bir parlamenter çıkarmış, o da Sadık
Ahmet olmuştur. Dr. Ahmet, haksız yere çıkarıldığı Yunan
mahkemelerinde 'Türk soyundan, Türk kökenli bir Yunanistan
vatandaşı1 olduğunu her seferinde kararlılıkla ifade ederken,
karşısındaki yargıçların soğukkanlılıklarını kaybederek "O halde
burada işin ne? Çek git Türkiye'ye. Buradan defol!" diye bağırdıkları,
bu mahkemeleri izleyenlerin malûmudur.
Sadık Ahmet'in yoğun çalışmaları ve faaliyetleri sayesinde Batı Trakya
Türkleri'nin etnik bilinçleri daha da pekişirken, onun uyarıları ve
aydınlatıcı açıklamaları sonucunda özellikle Avrupa'daki bir çok İnsan
Hakları kuruluşu harekete geçmiş ve Atina'nın Batı Trakya'daki
baskılarını kınamışlardır.
"Trakya"da etnik azınlık yoktur; Türk azınlığı diye bir varlık söz konusu
değildir..."şeklindeki gerçek dışı Yunan iddiaları, dünya çapında ve
somut olarak ilk defa Sadık Ahmet ve çalışma arkadaşlarınca etkili
olarak çürütülmüştür. Batı Trakya Türkleri'nin dâvası birinci elden, ilk
defa O'nun aracılığıyla Avrupa Konseyine ve Helsinki Watch gibi
kuruluşlara, Vaşington'a, Moskova'ya duyurulmuştur. O'nun bu
çalışmaları Yunan makamlarınca endişeyle karşılanmış, düşmanlık
olarak algılanmış ve kendisi besbelli 'susturulması' gereken, 'tehlikeli
kişiler listesine' alınmıştır.
Batı Trakya Türkleri'nin insanı hak arayış mücadelesine demokratik ve
dinamik bir yön kazandıran, azınlık tarafından çok sevilen ve bir lider
olarak benimsenen Dr. Sadık Ahmet her fırsatta, kendisinin de
mensubu bulunduğu azınlığın Türk kimliğinin, vazgeçilmeyen bir
etnik kimlik sorunu olduğunu vurgulamışür; O'nun 1990 Ocak ayında
Yunanistan'daki duruşmanın çıkışında söylediği şu sözler tarihî önem
taşımaktadır:
"... Ben bir Türk olduğum için hapse götürülüyorum. Eğer Türk
olmak bir suç ise, burada tekrar ediyorum. Ben bir Türk'üm ve öyle
kalacağım. Bu mesajımla Batı Trakya azınlığına sesleniyorum ve
Türk olduklarını unutmamalarını söylüyorum..."
SÖZÜN BAŞI
Bir ülkede yaşayan insanların hangi 'ırktan ya da hangi 'etnik kökenden'
geldiklerinin araştırılması, içinde bulunduğumuz 21. yüzyıl itibariyle
-en azından etik açıdan-siyaseti ve siyasetçileri değil, antropolojiyi
veya onun yan dallarını ilgilendiren bir süreç olsa gerektir. Ancak gene
aynı 21. yüzyılda 'etnik yapı', 'etnik kimlik've 'etnik milliyetçilik' gibi
kavramlar siyasal prim yapmakta ve genel bir destek görmektedir. Bu
sebeptendir ki, adı geçen kavramlar eğer ülkeler üzerinde uygulanmak
istenen "böl ve yönet!" manevralarına malzeme oluşturuyorsa, o zaman
bu kavramlar ve olgular mutlaka hedef seçilen ülkenin antropologları ve
ilgili diğer bilim dallarının akademik uzmanları tarafından ele
alınmalıdır. Çünkü bu 'etnik olguları' pompalayan ve gündeme taşıyıp
siyasallaştıran devletler, ellerindeki verilere "bilim ve onun
yöntemlerini kullanarak" ulaşmakta, bunları şekillendirmekte, orta ve
uzun vadeli siyasal amaçlarının altyapısını da bu 'bilimsel yöntemlere ve
onların sonuçlarına' dayandırmaktadırlar; yani bu devletler
'siyasetlerini bilim çevreleriyle, akademik araştırma kümeleriyle
birlikte' oluşturmaktadırlar. Böylece, bu 'etnik-etnisite sorunsalı' ile
ilgili çalışmalar özü itibariyle bilimsel araştırma merakını ve bilimsellik
endişelerini aşmakta ve devletlerin başka devletler üzerinde yıpratıcı,
sarsıcı, yıkıcı faaliyetleri için temel malzeme üreten istihbarı ve tabii
karşı-istihbârîsüreçlere dönüşmektedir.
İşte bu durumda ilgili ülkelerdeki akademik kurumların,
araştırmacıların, aydınların bu 'hassas' konuları irdelemesi yeni bir
boyut kazanmakta, hattâ kaçınılmaz olmaktadır. Bu da "devlet
sorumluluğu"nun da ötesinde "aydın sorumluluğu" olarak
değerlendirilmeli ve sorunlara o çerçeveden bakılmalıdır. Bu bağlamda
hakkında 1980'lerin ilk yarısından bu yana çeşitli araştırmalar yaptığım
Yunanistan'ın çok Çeşitlilik gösteren etnik dokusu ile bu ülkede
yaşayagelen Batı Trakya Türkleri'nin konumlarını ve sorunlarını aynı
sorumluluk duygusu içinde ele almaktayım.
O'nun, vefatıyla beraber geride kalanlara bıraktığı insan Hakları
Mücadelesi Misyonunu şimdilerde Türk olmanın gururuyla dolu,
çalışkan Batı Trakya Türk gençliği ile Batı Trakyalı aydınlar ve eşi Işık
Sadık Ahmet hâlen devam eden ayrımcılığa ve baskılara rağmen
yılmadan başarıyla sürdürmektedir.Ruhu şâd olsun...
Daha önce, 1990'lı yılların sonlarında bu konularla ilgili olarak
yaptığım saha araştırmalarını bir proje çerçevesinde değerlendirmiş ve
"Yunanistan'da Etnik Gruplar ve Azınlıklar" başlıklı bir kitaba
dönüştürüp yayınlatmıştım*; o yılların verileri ışığında hazırlanan
kitapta Yunanistan'daki Türk, Makedon, Ulah, Arnavut, Yahudi gibi
azınlıkların ve etnik toplulukların karşılaştığı sorunların, sanılandan
daha derin ve çok boyutlu olduğu ortaya konmuştu**.
Şimdilerde, 2000'lerin ilk 5 yılına bakıldığında da Avrupa Birliği (AB)
üyesi Yunanistan'ın, bünyesinde yaşayan bu etnik toplulukların ve
azınlıkların hakları bir yana, varlıklarını dahi inkâr politikasını ısrarla
sürdürdüğü görülmektedir; buna karşılık Atina yönetimleri, 21.
yüzyılın 'vatandaşlık esprisine' aykırı olarak 'Yunanistan'da sadece saf
ve türdeş bir Helenlik'ten'söz edebilmektedir.
Ama aynı Yunanistan başka ülkelerdeki 'insan hakları konularına ve
etnik sorunlara' AB şemsiyesini kullanarak kışkırtıcı bir 'hassasiyet'(!)
göstermekte ve gerektiğinde Türkiye'ye karşı da 'sütre gerisinden
atışlar' yapabilmektedir. Aynca Yunanistan Türk-Yunan sorunlarının
büyük bir bölümünü, üyesi bulunduğu AB'nin gündem dosyalarına
kaydırarak, 'Türkiye'nin AB üyelik sürecinde çözmesi gerekenler'
başlığı altında Brüksel'e havale etmiş, böylece (geçmişte olduğu gibi)
ikili sorunları 'uluslararasılaştırmayı' bir kere daha başarmıştır.
Yunanistan'ın etnik dokusuna gelince : Yunan devlet yöneticilerinin
iddialarının aksine, bu ülkenin etnik dokusu coğrafî, etnografik veya
antropolojik açılardan homojen (türdeş) değildir ve bu ülkenin halkı
'saf Yunanlılardan oluşmamaktadır.
Bu gerçeklik daha 19. yüzyılda, Yunanistan'ın ilk defa bir 'devlet'
olarak tarih sahnesine çıktığı 1830'larda Jakob Philipp Fallmerayer
tarafından bilimsel gözlemler ve araştırmalarla ortaya konmaya
başlamıştır.
' MMurar HATÎPOĞLU - Yunanistan 'da Emik Gruplar ve Azınlıklar, SAEMK Yayınları, Ankara 1999.
" Burada, adı geçen proje çalışmamdan da yararlanarak, 1999'dan bu yana ortaya çıkan gelişmelere de yer
veriyorum.
Ancak daha sonraki dönemlerde 'Yunanistan coğrafyasının beşerî ve
etnik dokusu' gibi çok zengin, ilginç ve son derece geniş olan bu
konuyu gerçekçi veya objektif bir yaklaşımla ele alan çalışmalar
olmamıştır; 'Helen/Yunan' hayranlığına veya dostluğuna kapılmadan,
bu mesele hakkında eser veren batılı veya doğulu yazarlar yok denecek
kadar azdır. Başka bir deyişle, 'yeni Yunanistan'ın tarihiyle ilgili
olarak, batılı yazarların kaleme aldığı eserlerde ya Yunanlının
yüceltildiği, ya da ülkenin etnik yapısına hiç değinilmediği
görülmektedir.
1830'ları izleyen yaklaşık 150 yıllık uzun bir aradan sonra, ancak
1980lerde Martin Bernal tarafından 'Helenizm /Yunanlılık' konusuna
yeni bir açılım getirilmiştir. Bernal'in "Black Athena" adlı geniş
kapsamlı, tarafsız ve oldukça objektif eserine kadar, durum aynı
çizgisini korumuş ve Yunanistan'ın etnik yapısına pek yer
verilmemişken, Bernal konuyu özellikle "kültür-uygarlık" bağlamında
ele almıştır; ona göre 'Batı uygarlığının temellerini, değil şimdiki
Yunanlılar'a, antik Helenler'e dayandırmak bile antropolojik ve
tarihsel bir yanılgı olacaktır" çünkü, "bu türden yakıştırmalar,
Rönesans'ı izleyen dönemlerden itibaren -aslında kendine bir 'kök'
arayan- beyaz-ırkçı, antisemitik ve gözünü Yakındoğu-Doğu Akdeniz
eksenine dikerek, emperyalist çıkarlarını "Helen/Yunan dostluğunda"
yani "Filhelenizm.de" gören Avrupalıların yapay olarak geliştirdikleri
ve şişirdikleri temelsiz bir kurgudan öteye gitmemektedir". Kaldı ki
Avrupa'nın ve genel olarak 'Batı'nm günümüzdeki yaklaşımı hâlâ
değişmemiştir ve yüzelli ikiyüz yıl öncesinden daha farklı değildir.
İşte, ortalama iki asırdan beri bütün dünyada 'genel geçer doğrülarmış'
gibi ve 'kabul-kalıpları' olarak öğretilen, öğrenilen ve öylece
kanıksanan 'Yunanlılık / Helenlik' kavramlarını yeniden tartışmaya
açan Bernal'in eseri batı dünyasında ve tabii Yunanistan'da geniş
yankı uyandırmıştır; fakat ilginçtir, Bernal'in bu eleştirel ve
sorgulayıcı yaklaşımının dışında, batıda 'yeni Yunanistan'ın -eğer var
ise- uygarlığa katkılarının ötesinde, etnik yapısını ve dokusunu tarihsel
ve güncel boyutlarıyla bir bütün olarak irdeleyen çalışmalar gündeme
gelmemiştir. Sadece Hu gh Po u tlo nu' n "The Balkans Minorities and States in Conflict"(1993) isimli araştırmasının belli bir
bölümünde, ayrıca John Shea'nın 1997'de yayınlanan ve Makedonya
ile Yunanistan arasındaki 'Makedon kimliği'nden doğan anlaşmazlık
bağlamındaki "Macedonia and Greece - The Struggle to Define a New
Balkan Nation" adlı eserinde dolaylı olarak bu konulara değinilmiştir.
Halbuki, 1980'lerin sonuyla 1990'lardan itibaren etni, etnisite, etniklik
gibi kavramlar Soğuk Savaş sonrası dünya gündemine oturtulurken,
aynı konjonktürü belirleyen küreselleşme sürecinde etnik-kimlik,
etnik-milliyetçilik, yerellik, yerelcilik, yöresellik, yöreselcilik
kavramlarının içi de bilimsel, sosyolojik vs. amaçlarla değil, öncelikle
kışkırtıcı siyasal beklentilerle doldurulmaya başlanmıştır.
Bu durum her ülkede farklılık gösterse de belli ölçülerde endişelere ve
sorunlara yol açmaktadır. Genellikle 'batının' gündeme getirdiği ve
giderek sosyolojik, folklorik, etnografik veya antropolojik 'araştırma
merakı'nı aşıp hızla siyasallaşan -siyasallaştırman- bu olgular, 2000'li
yıllara geçildiğinde çağdaş 'ulus-devlet gerçeğini' dahi tartışılır hâle
getirmiştir; daha çok Yakmdoğu-Ortadoğu ve Önasya ülkelerini, o
arada bilhassa Türkiye'yi hedef alan bu 'tartışma-tartıştırma' sürecinin
motor gücünü ise esas itibariyle, Yunanistan'ın da üyesi bulunduğu
AB ve 'tek merkezli yeni dünya düzenleyicisi' ABD oluşturmaktadır.
Bunlara ek olarak insan hakları, azınlık hakları, hukukun üstünlüğü ve
demokrasi gibi kavram ve değerler de '21. yüzyılın olmazsa olmaz
önşartları olarak benimsenmektedir; öyle ki bunlara uyulmaması
durumunda uluslararası toplumca yaptırım dayatması ve
uygulatılması yoluna dahi gidileceği şeklinde baskılar söz konusu
olmaktadır. Ama uluslararası platformlarda öncelikle aranan, ısrarla
vurgulanan ve devletlerin uyması beklenen temel kriterler haline
gelmesi bir yana, bu kavramların ve değerlerinnerede, nasıl
algılandığı, ya da nerede ve hangi ölçülerde uygulanması gerektiği
sorularına henüz net bir cevap bulunabilmiş değildir; yani bu konu
hakkında belli bir 'standardizasyon' sağlanmamıştır. Aynı sebepten
d o al yıdır ki,
'd ayatmalar'
ile
'd iren meler'
çatıştığmda, 'direnen' siyasal aktörlerin yerine, 'uyumcu' 'uyum
reformcusu' hattâ 'işbirlikçi-teslimiyetçi' yeni unsurlar (bunlara
aktörler diyemiyorum) getirilebilmiştir ve getirilmektedir. Türkiye'de
de durum 2002'den beri böyledir.
Bu yeni sürecin ve beklentilerin belki de en ilginç ve çelişik boyutu,
Yunanistan'da yaşananlardır. Bu ülke 1981'den beri AB üyesi olup,
AB'nin "insan hakları, azınlık hakları ve demokrasiye dayandığı ileri
sürülen kuruluş ve işleyiş felsefesini kabullenerek bu birliğe girmiştir.
Dolayısıyla teorik olarak beklenen odur ki, Atina yönetimleri başta bu
insan ve azınlık hakları olmak üzere küresel ve evrensel değerlere
saygı göstersin ve gerekli uygulamaları hayata geçirsin, ya da
uluslararası toplum Yunanistan'a gerektiğinde uyarı ve baskıda
bulunsun. Ne var ki, Yunanistan devleti -hiçbir tepkiyle
karşılaşmaksızm- bütün bu yükselen değerleri bir kenara itmekte ve
toprakları üzerinde Yunanistan vatandaşı' olarak yaşayan ama etnik
olarak Yunan/Helen kökenli olmayan çeşitli azınlıkların haklarına
değil saygı göstermek, onların farklı etnik özelliklerinive dahası
varlıklarını bile inkâr yoluna gitmektedir.
Bu durum 2005 yılı itibariyle de böyledir; yani Yunanistan, üyesi
olmasına rağmen AB'nin üzerinde büyük titizlikle durduğu Kopenhag
Kriterlerini hiçe saymakta, topraklarında yaşayan farklı farklı 'azınlık
ve etnik toplulukların haklarını, hukukunu içeren ikili ve çok taraflı
uluslararası anlaşmaları ve belgeleri' dikkate almamakta ve bunlara
kesinlikle uymamaktadır.
Yunanistan'da Yunanlı olmayan etnik unsurlar arasında Türkler,
Makedonlar, Ulahlar, Arnavutlar ve bir dinî cemaat özelliği gösteren
Yahudiler bulunmaktadır. Bu ülkede etnik ya da dinî olarak kendilerini
Yunanlılar'dan ayrı ve tamamen farklı gören başka topluluklar ve
gruplar da mevcuttur; Romanlar (Çingeneler), Katolikler,
Protestanlar, Yahova Şahitleri ve alternatif kilise taraftarları ile
bunların üyeleri ve Sempatizanları Yunanistan'ın zengin etnik
tablosunun diğer parçalarıdır.
Görüleceği üzere etnik, kültürel ve dinî bir mozaikten ibaret olan
Yunanistan daha geniş ve daha derin araştırmalar için her dâim ideal bir
ülkedir. Batı Trakya Türkleri de bu anlamda önemli bir etnik-azmlık
olarak Yunanistan'da yaşayan ama öz kimlikleri 'Türk' olarak
tanınmayan, hattâ 'Türklükleri' yasaklı bir toplum olarak yer
almaktadır.
Batı Trakya Türklüğü'nün cesur ve uygar önderi, rahmetli Dr. Sadık
AHMETin hâtırasına kaleme aldığım bu çalışmada, okuyucular
Yunanistan'ın etnik dokusu ile Batı Trakya'da olup bitenler hakkında
kısmen tarihsel, kısmen güncel bilgiler ve kesitler bulacaklardır.
Doç.Dr. M.Murat Hatipoğlu AYDIN, Temmuz 2005
GİRİŞ:
Yunanistan'da etnik-kökenleri itibariyle Yunanlılar'dan farklı olan ve
anadilleri Yunanca olmayan çeşitli topluluklar yaşamaktadır. Bunların
bir kısmı yerli (autochthon / indigenous) bir kısmı ise yerlileşmiş /
yerleşik (incorpores / etablis) özelliği göstermektedir. Bu seriden
olmak üzere Makedonlar, Ulahlar ve Arnavutlar/Arvanitler yerli;
Roman / Çingeneler ile Yahudiler ve nihayet Batı Trakya Türkleri ise
yerlileşmiş / yerleşik topluluklardır. Dinî bir cemaat olan Yahudiler'in
dışında kalan diğer topluluklar etnik azınlık yapısındadır.
Bu topluluklardan sadece Baü Trakya Türkleri'nin 1923-Lozan Barış
Andlaşması'ndan doğan kendine özgü bir hak ve hukuk statüsü
mevcuttur; diğer etnik azınlıkların haklan ise, farklı farklı uluslararası
belgelerle koruma altına alınmış görünmektedir. Ancak, gerek Lozan
Andlaşması'nm gerekse çeşitli uluslararası belgelerin öngördüğü
haklar Yunanistan tarafından bu azınlıklara tanınmamakta, etnik
kimlikleri ve varlıkları inkâr edilmektedir.
Burada esas konuya geçmeden önce, bazı temel kavramları açmak ve
azınlığın ait olduğu teorik konum (yerli, yerlileşmiş/yerleşik) üzerinde
durmak yararlı olacaktır; böylece hem etnik, etnik azınlık, azınlık, millî
azınlık gibi kavramlar açıklığa kavuşturulacak, hem de kitaba konu
olan Batı Trakya Türk Azınlığının özellikleri ortaya konacaktır.
1- "Etnik" Kavramı ve "Etnik Azınlığın" Özellikleri
A) "Etnik"/"Ethnik" kavramı Yunanca "ethnos" (sOvoç : millet)
kelimesinden türemiş olup, belli bir "kavme" aidiyeti/mensubiyeti
ifade etmektedir.[i] "Ethnisite" olarak da karşımıza çıkan ve
yukarıdaki kavramla örtüşen; bir toplum varlığı olarak "toplumsal ve
kültürel kimlik biçimlerinin tanımlanmasında" da kullanılan etnik
kavramı[2], 1950'de Birleşmiş Milletler alt-komisyonunda "ırk"
kelimesinin yerine kullanılmak üzere benimsenmiş ve konu böylece
karara bağlanmıştır. [3]
b) "Etnik Azınlık" kavramı "kendi kimliğine sahip olan,
mensupları aynı kökten gelen, çeşitli ortak/kollektif kültürel özellikler
gösteren (aynı dili konuşan), ortak bir soy mitosu bulunan ve
mensupları arasında önemli kesimlerin dayanışma/sosyal ilişkiler
organizasyonu içinde bulunduğu" ve ülkedeki başat kitleden
farklılıklar gösteren topluluklar için kullanılmaktadır. [4] Etnik Grup
olarak da nitelenen bu unsurlara "din ve/veya dil azınlıkları" da dahil
edilmekte olup[5], bunlar genellikle ortak bir tarihe de sahip "kader
toplulukları" dır. [6]
2- "Azınlık" Kavramı ve "Millî Azınlığın" Özellikleri
a) "Azınlık kavramı"nın tanımı ilk olarak Uluslararası Daimî
Adalet Divanı tarafından ve Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra belirli
devletlerde kalan, çoğunluğu oluşturan başat kitleden ayrı ırk, dil ve
dine sahip olan toplumsal grupların korunmasını düzenleyen
andlaşmaların yorumu çerçevesinde yapılmıştır. Buna göre "azınlık,
bir devlette yerleşmiş bulunan (incorpores) ve nüfusu ayrı ırk, dil ya
da dinden oluşan toplumsal gruplar" olarak tanımlanmıştır. [7]
Ayrıca, doktrinde kabul görmekle beraber siyasal endişelerle genel
geçer bir uygulama ve benimseme görmeyen; fakat bu çalışmadaki
açılımlar bakımından önemli olan bir tanıma göre 'azınlık' "... sayısal
olarak bir devletin nüfusunun geri kalanına göre az olan, egemen
olmayan konumunda bulunan, o devletin vatandaşları olan, üyeleri
etnik dinsel ve/veya dilsel açıdan nüfusun geri kalanından farklı
özellikler taşıyan ve kültürlerini, geleneklerini dinlerini ve/veya
dillerini korumak amacıyla üstü örtülü bir dayanışma duygusu
gösteren grup... "[8] şeklinde tanımlanmaktadır.
b) "Millî Azınlık" ve karakteristik özellikleri ise şu şekilde
açıklanmaktadır: Millî Azınlık kavramı Birinci Dünya Savaşı'ndan
sonra "azınlık himâyesi" çerçevesinde yapılan düzenlemelerle
Devletler Hukuku terminolojisine girmiştir. Bilindiği gibi, XIX.
Yüzyılda "milletler" prensibinin geçerlilik kazanmadığı yerlerde (her
milletin bir devlete sahip olması ve/veya her devletin sadece bir millet
içermesi gibi), farklı güçlere sahip olan çeşitli milletlerin aynı ülkede
yaşamak
zorunda kalmaları sonucunda "millî azınlıklar" ortaya çıkmıştır.
"Millî Azınlık" kavramında yer alan "millî" sözcüğü, "halkı" aynı
kökten gelen topluluk [cemaat] anlamında kullanılmaktadır. [9]
Bunlardan başka bir azınlık grubunun varlığından söz edebilmek için
gerekli olan bazı temel objektif kriterlerin de bulunması
öngörülmekte, [10] buna göre 7 unsur göz önüne alınmaktadır:
1- Toplumun çoğunluğunu oluşturanlardan farklı olan ve
onlardan ırk, din ve dil gibi noktalarda ayrılan bir grubun
varlığı söz konusu olmalıdır. Burada, "ırk" kavramının
bilimsel olarak ele alınmasının zorluğundan dolayı,
metinlerde pek rastlanmayan "tarihsel azınlık" (tarihsel
azınlıklar) kavramı da kullanılabilmektedir, [i i]
2- Sayısal boyut önemlidir; ırk, din, dil gibi unsurlarla
birbirine bağlı bulunan ve çoğunluktan farklı olan azınlık
gruplarının nüfusunun gelenek görenek meraklısı bir avuç
insanla sınırlı olmaması, azınlık grubunun gelenek ve
özelliklerini başlı başına sürdürüp koruyabilecek bir sayıya
sahip olması gerekmektedir. [ 12]
3- Adı geçen azınlık grubunun o ülkede başat
olmaması gerekir.
4- Söz konusu devletin (ülkenin) vatandaşı olunması şarttır.
5- Adı geçen azınlık mensuplarının yaşadıkları ülkeye sadık
vatandaşlar olmaları ve -söz gelişi- ayrılıkçılık yapmamaları
veya o devleti parçalayacak girişimlerde / eylemlerde
bulunmamaları, bundan kaçınmaları gerekmektedir. [ 13]
6- Bu nesnel kriterlere ek olarak "öznel" bir boyut da rol
oynamakta ve "azınlık bilinci" devreye girerek "ortak farklı
özellikleri olan ve sayıca azınlıkta bulunan bir grup, ancak bu
özelliklerini ve niteliklerini korumak ve sürdürmek isteğine
sahip ise, azınlık olarak anılabilir" görüşü söz konusu
olmaktadır. [14]
7- Nihayet çoğunluğun da bu unsuru azınlık olarak
algılaması, buna göre bu unsura 'negatif davranması, yani
"dışlama/baskı uygulama" gibi eylemlerde bulunması
gerekmektedir,[i5] ki bu topluluk/grup azınlık tanımına
girebilsin.
Bunlara ek olarak, ister "etnik grup-azınlık" isterse "millî azınlık"
yapısında olsun, yukarıda anılan özelliklerin bir çoğuna sahip bulunan
bu unsurlar, yaşadıkları devlete / ülkeye göre, o devletin vatandaşı
olmalarının yanı sıra, yakın veya uzak konumdaki başka bir milletin
soydaşı durumunda olabilirler.[i6] "Etnik grupların" ana kitleyle
eklemleşme (asimilasyon dahil) yüzdeleri yüksek olup bunlar
dışlamaya/ayrımcılığa karşı bir tür savunma mekanizması
geliştirmekte ve böylece öz-bilinç korunmakla beraber, başat kitlenin
kültür/dil yapısına uyum sağlama yoluna da gidebilmektedirler. [17]
Başat kitle karşısında kendisini farklı gören, ezildiği/dışlandığı
görüşünde olan ve egemen kültürden ayrı kimliğe sahip grupların
köken ve soy bilinci bakımından da somut farklılıklar göstermeleri
halinde, başat kitle ve onun iktidar araçları tarafından -Yunanistan
örneğinde olduğu gibi- dışlanmaları ve inkâr edilmeleri söz konusu
olabilmektedir.
Böyle
durumlarda
gruplar
genellikle
sosyal/kültürel/siyasî dezavantajlarla karşı karşıya kalabilmektedirler.
[ 18]
Dikkat edildiğinde "etnik/azınlık-grup" ile "azmlık-millî azınlık"
kavramalarında geçişlilik göze çarpmaktadır, "etnik azınlık ile millî
azınlık" kavramlarının birbirine tekabül etmesi, Capotorti'nin
vurguladığı gibi "etnik azınlık kavramının" tercih edilmesiyle hukuk
ve içerik açısından netleşmektedir. [19] Başka bir ifadeyle "etnik
azınlık" kavramının daha kapsamlı olduğu ve her zaman millî azınlık
oluşturmayan "etnik grupları" da kapsadığı kabul edilmektedir. [20[
Burada dikkate değer bir konu da, Yunanistan'daki "ksenofobia" yani
"yabancı düşmanlığı"dır. Bu olgu, sadece yurt dışından gelen bir
yabancıya karşı duyulan 'bireysel veya toplumsal nefret' olmayıp, ülke
içinde, Yunanistan vatandaşı olsa bile, Yunan-Ortodoks kökenli
olmayan herkese karşı
duyulan nefret ve düşmanlığı' kapsamaktadır. Söz gelişi bu çerçevede,
Yunanistan Yahudileri'nin karşılaştığı sorunlar Avrupa Birliği üyesi
Yunanistan'da -resmî devlet politikası olmasa dahi- bir antisemitizm
olgusunun varlığını göstermektedir. Çünkü devletin öteki etnik
azınlıklara karşı izlediği ve "etnik kimlik inkârı" şeklinde sergilenen
resmî politika bir yerde Yunan kamuoyundaki "ksenofobia/yabancı
düşmanlığı" ile örtüşüp pekişmekte, böylece Yunanistan'da yaşayan ve
köken itibariyle Yunanlı/Helen olmayan bu insanlar ayrımcılık, baskı
veya 'gönülsüz asimilasyona' uğramaktadır. Siyasî bir davranış biçimi
olarak karşımıza çıkan bu tutuma ek olarak Yunanistan'ın hukukî
açıdan da temel insan hakları ve azınlıkların korunmasıyla ilgili
yükümlülüklerini yerine getirmediği, dahası, bu hakları çiğnediği
görülmektedir.
Bu kitapçıkta, Batı Trakya Türk Azınlığının tarihsel ve güncel varlığına
ve sorunlarına temas edilmekte, ayrıca bu ülkede çoğunluğu oluşturan
Yunanlılar hakkında da tarihsel ve güncel boyutlarıyla bilgiler
aktarılırken, "saf Yunanlılık" gibi söylemlerin ve iddiaların üzerinde de
durulmaktadır.
BÖLÜM -1
YUNANLILAR
a) "Yunanistan" neresidir?
Bugünkü Yunanistan Cumhuriyeti (Elliniki Dhimokratia)* batı ve
kuzeybatıdan Arnavutluk ve Makedonya'yla, kuzeyde Bulgaristan'la,
kuzeydoğu ve Ege açılımıyla da doğudan Türkiye ile komşudur.
Batısında İyon Denizi, güneyinde Akdeniz, doğusunda Ege Denizi yer
alır. 131.990 kilometrekarelik yüzölçümüne ve 10.600.000 civarında
bir nüfusa sahip olan Yunanistan kaba çizgilerle güneyden kuzeye
doğru Mora (Pelopones), Epir, Tesalya, Makedonya (Ege
Makedonyası) ve Trakya (Batı Trakya) bölgelerinden oluşmaktadır;
ayrıca batısında İyon Adaları, güneyinde ve doğusunda irili ufaklı
binlerce ada bulunmaktadır; Girit ve Oniki Ada da Yunanistan'ın
bugünkü sınırları içerisindedir.
-Yunanistan ve Türkiye'nin Ege ile Akdeniz'e doğru konumları-
* Yunanistan coğrafî olarak 39 derece kuzey - 22 derece doğu enlem ve boylamları arasında yer
almaktadır.
b) Yunanistan Yunanistan dedikleri:
"Asıl Yunanistan" olarak bilinen topraklar ise güneyde Akdeniz
kıyısıyla Mora Yarımadasından başlayarak kuzeye, en son Tesalya'ya
kadar uzanır, ancak Arta-Volos körfezlerini doğu-batı yönünde
birleştiren bir çizgide sona erer.
"Asıl Yunanistan", sadece koyu gösterilen bölgeden ibarettir -koyu
alanın hemen kuzeyinde dayandığı sınır çizgisi 'Arta-Volos' hattıdır-
Yunanistan ilk kurulduğu 1830 yılında toplam 47.516 kilometrekare
yüzölçümüne sahipken 1947'ye gelindiğinde 131.990 kilometrekarelik
bir alana yayılmış ve bugünkü sınırları oluşmuştur; bu genişleme tarihî
olayların akışı içinde Şöyle gerçekleşmiştir:
Yaklaşık 400 yıl boyunca Osmanlı yönetiminde varlığını sürdüren
Yunanistan XIX. yüzyılda bir taraftan 1789 Fransız Devrimi'nin
kaçınılmaz etkileri, diğer taraftan da zamanın büyük güçleri İngiltere,
Fransa ve Rusya'nın "Şark Meselesi" Çerçevesindeki çabalarıyla 3
Şubat 1830'da ilk defa bir devlet
olarak tarih sahnesine çıkmıştır. [7] Yunanlılar bu devletlerini,
kendilerine şiar edindikleri Megali İdea'nın yani 'Büyük Yunanistan'ın
kurulmasını öngören "Büyük Fikir/Büyük Ideal"in gerçekleşmesi için
bir başlangıç saymışlar ve böylelikle kuruluş sınırlarının dışında olup
da Rumca konuşan toplulukları -üzerinde yaşadıkları topraklarla
birlikte- büyük başkent Konstantinopolis (İstanbul) olacak şekilde
kendi siyasî sınırları içine katarak Büyük Yunanistan'ı kurmayı
hedeflemişlerdir.
XAPTHI THI NEAI
MErAAHI EAAAAGI
tvnor»»*«M "mmı* tanıma*
-Eleftherios Venizelos'un
1912-13 Balkan Savaşları ve 1920
Sevr Andlaşması'ndaki Toprak Kazanımları (Kıbrıs da Programdadır)("Yeni Büyük Yunanistan Haritası")
"Beş denizli - iki kıt'alı" Yunanistan olarak da tasarlanan bu devletin
Karadeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi, Akdeniz, İyon Denizi'yle
çevrili ve Yunanistan kıtası ile Anadolu'yu içermesi öngörülmüştür.
[8] Ancak bu 'Büyük Yunanistan'ın bir hamlede gerçekleşmesi
mümkün olamayacağından Megali İdea için adım adım enosis
aşamaları uygulamaya konmuştur; bu gayretleri çerçevesinde
Yunanlıların izlediği yayılmacı politikalar genellikle Türk
topraklarını hedef almış, böylece 1830'dan itibaren sürekli toprak
kazanımlarıyla genişlemişlerdir. Bu genişleme aşamalarını
özetlemek gerekirse ortaya şöyle bir tablo çıkmaktadır:
•
•
1830'da Arta-Volos hattının güneyinde kalan Mora yarımadası
ve bazı adalarla beraber kurulan ilk Yunanistan Krallığı (asıl
Yunanistan'dır) : 47.516 kilometrekare;
1864'te İngiltere'nin kendi egemenliğindeki İyon Adaları'nı
Yunanistan'a 'hediye etmesi' ile ilk toprak kazanımı: 50.211
•
•
•
•
kilometrekare;
'93 Harbinden sonra Berlin Anlaşması'nm ardından, 1881'de
toprak-smır düzenlemeleri sonucunda Tesalya ve çevresinin
Yunanistan'a verilmesi;
1897 Osmanlı-Yunan Harbi'nde uğradığı kayıp sonucunda
63.211 kilometrekareye düşen yüzölçümü;
1912-1913 Balkan Savaşları'nm sonunda Makedonya (Ege
Makedonyası), Epir, Doğu Ege Adaları ve Girit'le birlikte
birden bire 121.794 kilometrekareye çıkmıştır.
1920 Sevres Andlaşması'yla Batı ve Doğu Trakya'yı, Gökçeada
ve Bozcaada'yı da hanesine yazdıran Yunanistan, böylece
kurulduğu 1830'dan itibaren 90 yıl gibi, devletlerin hayatında
kısa sayılabilecek süre içerisinde topraklarını üç misline
yükseltirken, nüfusunu da ilk 600.000'den 5.000.000'a
çıkarmıştır. 1923 Lozan Barışı ile gerileyen Yunanistan arazisi
129.281 kilometrekareye düşmüş,
1947 Paris Barış Andlaşması ile Oniki Ada'nm kendisine
verilmesi sonucunda bugünkü yüzölçümü olan 131.990
kilometrekareye ulaşmıştır.
Yunanlılar bu politikalarını yürütürken hemen hemen hiç savaşmadan
topraklarını üç misli büyütmüşler ve 1830'da 47.516 kilometrekare
olan yüzölçümlerini 1947 yılında 131.990 kilometrekareye [9]
yükseltmişlerdir.
İşte bu gelişmeler sırasında, özellikle 1912-1913 Balkan Savaşları'nda
[io] Yunanistan -diğer Balkan devletleriyle birlikte hareket etmek
kaydıyla- ilk defa savaşarak toprak ele geçirmiştir. İlginç olan nokta,
1830 ile 1947 arasındaki 117 yıl boyunca Yunanistan'ın bu genişleme
sürecinde elde ettiği topraklar için çarpışıp savaştığı ortalama süre,
çeşitli aralıklarla toplam 15- 16ayolmuştur.[ii]
c) Yunan Siyasî Tarihinde Yaşanan Krizler ve Açmazlar:
Yunanistan bir devlet olarak ilk defa 1830 yılında ortaya çıktığında,
önce mutlakî monarşiyle yönetilmiş, 1843-44'de meşrutî monarşiye
geçmiştir, [il] 1844'de kabul edilen anayasayla kurulan meşrutî
monarşiden itibaren Yunanistan'da yapılan seçimlere daima hile ve
tertip karışmış, bu türden olaylara sadece bazı seçimlerde
rastlanmamıştır. [13] Yunan siyasi hayatında silahlı kuvvetlerin her
zaman ağırlığı hissedilmiş ve darbeci zihniyete sahip askerlerin
iktidarı ele geçirdikleri zaman, ki bu çoğunlukla ülkede meşruti veya
cumhuriyetçi olsun parlamentolu bir yapı işlerken ortaya çıkmıştır,
demokrasiye dönüş gibi bir endişeleri olmamış, tam tersine sultalarını
pekiştirecek tedbirler almaya çalışmışlardır.
Yunanistan 1924'de kısa bir cumhuriyet denemesinden sonra, aynı
sistem içinde 1925'de diktatörlükle tanışmış, 1926'da dikta devrilmiş,
1933'de bir darbe teşebbüsü yaşanmış, 1935'de monarşiye geri
dönülmüş, 1936'da yeniden diktatörlük ilân olunmuştur; 1940-1944
arasında İtalyan, Alman, Bulgar işgaline uğrayan Yunanistan'da
1943'de iç savaş patlak vermiş, 1945'de varılan bir anlaşmaya rağmen
1946'da yeniden alevlenen iç savaş 1949'a kadar sürmüştür. [14] O
arada, büyük savaşın ardından monarşi için oy kullanan halk kralın
geri dönüşünü onaylamış ve Yunanistan
1967 yılma kadar
meşrutî monarşiyle
yönetilmiştir. 1967'de askerlerin gerçekleştirdiği bir darbeyle ülkeyi
terk eden kralın bıraktığı makam nâiblikle doldurulmuş, 1973'de
başkanlık sistemine dayalı cumhuriyete geçilmiş ama ülkede 1967'de
ilân olunan sıkıyönetim hüküm sürmeye devam etmiştir. 1973'de
Deniz Kuvvetleri'nden kralcı bir kanadın darbesi bastırılmış, bütün
Yunanistan'da
öğrenci
hareketleri
patlak
vermiş,
1974
Temmuz'undaki Kıbrıs Türk Barış Harekâtı'mn hemen ardından
cuntacı askerler uzaklaştırılmış böylece ancak 1974 yılından itibaren
çoğulcu, demokratik ve parlamenter cumhuriyet düzenine geçilmiştir.
[15] Görüleceği üzere Yunanistan'da ihtilâller, darbeler, rejim
çeşitlemeleri ve değişiklikleri sık sık gündeme gelmiştir.
ç) Yunanistan'ın Avrupa Topluluğu (Birliği) Üyeliği ve Azınlık
Politikaları:
1974'de çoğulcu parlamenter demokratik cumhuriyete geçildikten kısa
bir süre sonra Yunanistan Avrupa Topluluğu ile temas kurmuş ve 1981
başında da - şimdiki Avrupa Birliği'ne- tam üye olarak katılmıştır. [16]
Yunanistan'ın Avrupa şemsiyesi altına girmesinde Konstantin
Karamanlis'in büyük payı vardır. O yıllarda ülkesinin en tecrübeli
politikacılarından biri olan Karamanlis, 1974 Kıbrıs krizinin peşinden
Yunanistan'a gelmiş ve demokrasinin kurulmasında rol oynamış, fakat
çok daha önemli bir eksiği görerek, Yunanistan'ın uzun yıllardır
NATO'yla sınırlı kalan ve Avrupa Konseyi'ndeki üyeliğinden öteye
gitmeyen batıyla olan bağlarını güçlendirmenin, öncelikli bir konu
olduğunu belirlemiştir. Böylece, Türkiye ile mevcut sorunların büyük
Avrupa ailesine tam üye olunarak daha avantajlı bir pozisyon !Çinde
yönlendirilebileceğini kestirerek, bunu gerçekleştirmiş ve ülkesini
Avrupa Topluluğu/Birliği'ne tam üye yapmıştır. Bundan sonra
Yunanistan'ın malî yardımlar konusunda Türkiye'ye çıkardığı
engellemeler bir yana, zamanın Avrupa Topluluğu İşlerinden Sorumlu
Bakan Yardımcısı Theodoros angalos 1987 Nisan ayında şu ilginç
açıklamayı yapmış ve ardından Yunanistan'ın bildik terör desteği
yoğunluk kazanmıştır:
• Türkiye'de 35 bin siyasî tutuklu var. Sıkıyönetim var ve
bir dizi baskıcı yasalar var. Galiba bir gün bizim Kürt azınlığın
hakları konusu ile de ilgilenmemiz gerekecek... " [ 17]
Bu sözler bir taraftan Türkiye'ye yönelik, Türkiye'yi Topluluk'tan
soyutlayıcı, Türkiye'nin egemenliğine, toprak bütünlüğüne karşı
hasmane yaklaşımın belirgin sinyalleriyle, içişlerine doğrudan
karışmak anlamına gelen tutumun açık göstergesini oluşturan sözlerdi;
diğer taraftansa 'azınlık' söylemi kullanılmaktaydı, halbuki
Yunanistan'ın Türkiye'den önce kendi izlediği azınlık politikalarına
bakması ve çeki düzen vermesi gerekirdi. Çünkü Avrupa
Topluluğu/Birliği'ne girdikten sonra dahi Atina yönetimleri, bu ülkede
yaşayagelen ve o toprakların yerli/yerlileşmiş etnik gruplarına karşı
daha önceki cunta zamanında uygulanandan farklı bir politika
üretmemekteydi. 1985 yılında çıkartılan ve 1940'lardaki İç Savaş
sırasında ve sonrasında ülkeyi terk etmek zorunda kalan eski
komünistlere af getiren yasa, ırkçı bir zihniyetle hazırlanmış ve meselâ
Makedonlar'm ülkelerine dönüş hakkı tanınmamıştı. [18J Batı Trakya
Türkleri'ne karşı uygulanan baskıcı ve ayrımcı politikalarda da
herhangi bir değişiklik olmamış, tam tersine "Türk" adını ve sıfatını
taşıyan kuruluşların kapatılması için, Türk azınlığının seçimiyle
işbaşına gelen Müftüler'e bu hakkı kullandırtmamak için her türlü yola
başvuran Yunan devleti, Vatandaşlık Yasasının 19. maddesini sürekli
işleterek binlerce Batı Trakya Türkü'nün vatandaşlıktan çıkartılmasına
ve "heimatlos" "vatansız" statüsüne girmesine de sebep olmaktaydı.
[19] Yunanistan böylece Avrupa Birliği'nin kuruluş ve işleyiş
felsefesine ters düşmüş ve tarafolduğu bir çok ikili ve uluslararası
anlaşmayı ihlâlden geri durmamıştı.
Oysa Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesinden
başlayarak Avrupa İnsan Haklan ve Temel Hürriyetler
Sözleşmesi'ne, özellikle son Paris Şartı'na ve onu izleyen bu
kapsamdaki belgelere imza atan Yunanistan'ın adı geçen uluslararası
belgelere uygun hareket etmesi gerekmektedir; 19-21 Kasım 1990
günlerinde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı sürecinde 34 üye
ülkenin katılımıyla toplanan Paris Zirvesi bir anlamda 1975 Helsinki
Nihaî Senedinin devamı olan en önemli ve bağlayıcı şu kararları da
almıştı:
"... milli azınlıkların etnik, kültürel, dil ve dini kimliklerinin
korunacağı, milli azınlıklara mensup kişilerin bu kimliklerini ayrıma
tâbi tutulmaksızın ve kanun önünde tam bir eşitlikle, hür olarak ifade
etmeye, korumaya ve geliştirmeye hakları olduğunu teyid ederiz... Bu
ilkelere tam saygı, yeni Avrupa'yı üzerinde inşâ etmeyi amaçladığımız
temeli oluşturmaktadır... milli azınlıkların toplumlarımızın hayatına
zengin katkılarını arttırmak azmiyle, durumlarının daha da
iyileştirilmesine çalışacağız. Barış, adalet, istikrar ve demokrasinin
yanı sıra halklarımız arasındaki dostane ilişkilerin de millî
azınlıkların etnik, kültürel, dil ve dinî kimliklerinin korunmasını ve bu
kimliğin kuvvetlendirilmesi için gerekli şartların yaratılmasının
gerektirdiğine ilişkin derin inancımızı teyid ederiz. Millî azınlıklarla
ilgili sorunların ancak demokratik bir siyasi çerçevede tatminkâr
olarak çözümlenebileceğini beyân ederiz. Milli azınlıklara mensup
fertlerin haklarına, evrensel insan haklarının bir parçası olarak,
bütünüyle saygı gösterilmesini de kabul ediyoruz. Milli azınlıkların
daha iyi korunması ve millî azınlıklar konusundaki işbirliğinin
arttırılması yönündeki âcil ihtiyacı müdrik olarak,... her çeşit ırkçı ve
etnik nefret, antisemitizm (Yahudi düşmanlığı), ksenofobia (yabancı
düşmanlığı), ayrımcılık ile dini ve ideolojik gerekçelere dayanan
zulümle mücadeleye kararlı olduğumuzu ifade ederiz..." [20]
Soğuk Savaşı resmen sona erdiren ve uygar bir gelecek için yeni
Avrupa'nın temellerini atan bu Paris Şartı'nda dile getirilen etnik
kimliklerin tanınması ve azınlıkların korunmasıyla ilgili hükümlerin
hiç birinin Yunanistan tarafından yerine getirilmediği görülmektedir.
Tam tersine, bu ülkede yaşayan Türk, Makedon, Ulah, Arnavut,
Roman azınlıklarının dışlanmasının yanı sıra, Yunan toplumunun
Çeşitli katmanlarında ksenofobia'nm ötesinde antisemitizm'in dahi
varlığı gözlenmektedir. Daha da ilginç bir nokta, Yunanistan'ın bu
ülkede yaşayan nüfusun homojen ve saf "unanlılar'dan oluştuğunu öne
sürmesidir. Oysa, değil ülke nüfusunun homojenliği, bizzat
Yunanlı/Helen diye nitelenen nüfusun bile saflığının tartışma götürür
olduğu açıktır. Ancak unanistan bu iddiasıyla, ülkedeki farklı etnik
azınlıkların arlığını inkâr etmeyi amaçlamakta ve onların kimliklerini
tanımamakta ısrar etmektedir.
d) Yunanlılar Kimdir: Yunanlılar'ın Saf Irk Olduğuna Dair
Hayalî İddialar:
Günümüz Yunanlılarının en büyük iddialarından biri de kendilerinin
antik-Helenlerin doğrudan doğruya saf torunları olduğudur. Bilindiği
gibi, sadece Mora Yarımadası'na değil, fakat Yunanistan'ın XIX. ve
XX. yüzyıllardaki yayılma süreci içinde ele geçirdiği topraklara da
uzun yüzyıllar öncesinden itibaren bir çok farklı kavim gelmiş ve
geçici veya kalıcı istilalarla, bu coğrafyada yaşayan insanların
değişikliğe uğramasına ve bölgenin beşerî yapısının bir 'konglomerat'a
dönüşmesine yol açmışlardır. Yunan tarihçiliğinde çok yaygın olan bir
yaklaşıma göre Yunan tarihi ve milleti aralıksız ve kesintisiz 3000
yıllık bir geçmişe sahiptir. [2i] Oysa, Yunan nüfusunun, halkın etnik
yapısının sürekliliğinin VI. yüzyıldan itibaren kesintiye uğradığı ve bu
insanların Avar, Slav ve daha sonra Arnavut akınlarının sonucunda
karıştığı [22] bilinmektedir. Böylece Yunanistan'ın saf Yunanlılık
iddiaları, hem tarihle hem de günümüz Yunanistan'ının etnik
gerçekleriyle çelişmektedir. Çünkü saf Yunan ırkının sürekliliği
söylemi, bu bölgede binlerce yıldır oluşan ve daha Yunan millî devleti
1830'da kurulmadan önce buralarda yaşayan farklı etniler'in inkârı,
yani bu farklı halkların tarihinin inkârı anlamına gelmektedir. [23]
Martin Bernal ise konunun uygarlık boyutunu ele alırken, Milâd öncesi
beşinci yüzyıl ile Milâd sonrası beşinci yüzyıl arasında Klasik,
Helenistik ve pagan Yunanlıların bile geçmişlerinde eski Mısır ve
Finikeliler tarafından uygarlaştırıldıklanna inandıklarını ve bu
durumun onsekizinci yüzyıla kadar böyle devam ettiğini dile
getirmektedir. [24] Fakat ondokuzuncu yüzyılda batılı "helenofil"
çevrelerin Avrupa-merkezci, ırkçı ve antisemitik gayretleriyle, bu
gerçeğin gözardı edilerek batının uygarlık beşiğinin Yunanlılık olarak
kurgulandığını da ekleyen Bernal, esas antik Yunan kültürünün adı
geçen Yakındoğu uygarlıklarından esinlendiğini ve ancak Milâd öncesi
2100 ile 1100 arasında gelişmeye başladığını belirtmektedir. [25]
Özetlemek gerekirse, antik-Helenlik ile günümüz Yunanlıları arasında
köken itibariyle veya organik süreklilik arz eden bir bağ söz konusu
olmamaktadır. Ayrıca, yaşadıkları
topraklarda statik bir tarihe sahip olan bu insanların, üstlerine akın eden
başka kavimlerle karşılaşıp karıştıkları, onlarla aynı toprakları
paylaştıkları ve ortak din ve mezhep kurumlarının oluştuğu da
düşünülürse, hem karışma hem de karşılıklı asimilasyon ve
akültürasyon sonucunda yüzyılların birikimi olarak bu bölgede saf bir
ırkın kalamayacağı da açıktır. Bu yüzden, günümüz Yunanistan
halkının etnik dokusu son derece heterojen olup, farklı etnik
toplulukların ve azınlıkların kimliğinin reddi, çarpıtılması veya inkârı
gerçekleri ortadan kaldırmamaktadır.
Sonuç olarak, Yunanlıların tarihin içinde yaşadıkları ve ciddi
politik kararlarını dahi nerede ise tarihin ilgili dönemini yeniden
yaşatmak üzere aldıkları söylenebilir. Öyle ki genç Makedonya
Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1991 yılı itibariyle başta tarihî figür Büyük
İskender ve arkeolojik Makedon simgesi olan Vergina Güneşi gibi
daha birçok kavram ve sembole karşı aşırı hassas davranmaları;
bölgenin uzun ve ortak geçmişinin doğal parçaları olan bu değerleri
tekellerine almak istemeleri, bunları paylaşmayı reddetmeleri, devlet
görgüsüne sahip, çağı yaşayan toplumların kavrayamayacağı histerik
ve fanatik tutumların somut birer örneğini oluşturmaktadır.
BOLUM - II
BATI TRAKYA TÜRKLERİ
1) Toprak ve Tarih
Batı Trakya Türkleri veya Batı Trakya Müslüman-Türk Azınlığı
diye de bilinen bu topluluk, Yunanistan devleti tarafından sadece
dinsel kimliği ön plana çıkartılarak "Müslüman azınlık", hattâ
çoğunlukla "Müslüman-Helenler" şeklinde tanımlanmaktadır; böylece
Batı Trakya Türk Azınlığı, etnik kimliği inkâr edilen [i], ancak bu
ülkede azınlık statüsüne de sahip tek topluluk olma özelliğini
taşımaktadır.
verilen(*) bölgede yer alan Batı Trakya üç mülkî birimden
oluşmaktadır; bunlar en doğuda Evros -merkezi Dedeağaç (Yunanlılar
Aleksandrupolis demektedir), ortada Rodop -merkezi Gümülcine
(Yunanlılar Komotini demektedir) ve batıda İskeçe merkezi îskeçe'dir
(Yunanlılar Ksanthi demektedir). [3]
Yunanistan'ın kuzeydoğusunda yer alan Batı Trakya'da halen
150.000 dolayında Türk yaşamakta olup, bu azınlığın statüsü esas
itibariyle 1923 Lozan Barış Andlaşması'yla belirlenmiştir. Batı Trakya
Türkleri özellikle XIV. Yüzyıldan itibaren Osmanlı devletinin Balkan
fetihleri sürecinde Anadolu'dan gelip bölgeye yerleşen ve yerlileşen
Türkler'in günümüze kadar aralıksız süregelen devamıdır. Batı Trakya
Türkleri (Yunanistan vatandaşı olmakla beraber), Atina'nın bildik
iddialarının aksine, sağlam bir etnik Türklük bilincine sahip olan
altıyüz yıllık bölge halkıdır. Ayrıca Batı Trakya bölgesi ancak 1920
yılından beri Yunanistan'ın elinde bulunmaktadır.
Bölgedeki Osmanlı öncesi ilk Türk yerleşimi M.Ö. II. Yüzyılda İskit
Türkleri ile başlamış daha sonra her biri gene Türk kavmi olan, Hunlar
M.S. IV.yüzyılda, Avarlar V. Yüzyılda, Peçenekler IX. Yüzyılda,
Kumanlar (Kıpçaklar) ise XI. Yüzyılda Batı Trakya ve çevresine
yerleşmişler ve/veya köklü genetik izler bırakmışlardır; bunlardan
Kumanlar Trakya, Deli Orman (Bulgaristan) ve Makedonya
bölgelerinin dağlık kesimlerinde varlıklarını uzun yıllar
sürdürmüşlerdir, şaman inancına sahip Kumanlar'm torunları Osmanlı
devi e ti nm Balkan fetihleriyle birlikte Anadolu'dan gelen yeni urk
unsuruyla bütünleşmişler ve bunlardan önemli bir
olaraliUZS' Una™Stan" bölgesinin adı, dağılan Yugoslavya'dan ayrılan ve Makedonya Cumhuriyeti
kurulan yeni devletin ilânının hemen ardından "Makedonya-Trakya"
şeklinde
değiştirilmiştir.
bölümü XIV. Yüzyıldan itibaren Müslümanlaşma sürecine girmiş,
Pomak olarak anılmış ve Osmanlılarla sürekli dayanışma içinde
olmuş, kaynaşmışlardır. [4]
-26-Batı Trakya'nın konumu-
Esasen coğrafi bir bölge adı olan Batı Trakya, şimdiki
Yunanistan'ın kuzeydoğusundadır; bölgenin doğusunda Türkiye
(Doğu Trakya), kuzeyinde Bulgaristan, batı ve güneybatısında
1912-1913'den beri Yunan yönetimi altında bulunan Ege
Makedonyası, güneyinde ise Ege Denizi yer alır. 8.578 kilometrekare
yüzölçümüne sahip olan Batı Trakya, "Doğu Trakya"nm batıya doğru
doğal uzantısıdır.
Trakya adı, M.Ö. 2000 ila 1200 yıllarında bu bölgeye gelip
yerleşen ve daha sonra güneye doğru göçen Trak kabilelerinden
kalmıştır. Trakya Balkan-Rodop Dağları, Meriç Nehri ve Karasu
Nehri arasında bulunmaktadır; Batı Trakya Türkleri bu bölgenin
denize kadar uzanan düzlük kesimlerine Ova, burasıyla
Rodop-Balkanları arasında kalan kısma Yaka ve buranın kuzeyinde
kalan yüksek dağlık bölgeye de Cebel veya Balkan Kolu demektedir
[2].
Yunanistan'ın idarî taksimatına göre, 1988'e kadar 'Kuzey
Yunanistan' denilen, bu tarihten sonra ise 'Makedonya-Trakya' adı
1912-1913 Balkan Savaşları'na kadar aralıksız 550 yıl Osmanlı-Türk
egemenliğinde kalan ve nüfusu her zaman Türk
çoğunluğunun oluşturduğu Batı Trakya bölgesi 1913-1919 arasında
Bulgaristan işgali altında kalmış, 1919-1920 yılları
arasın da İtilaf devletlerince işgal edilmiş ve
1 92 0d' e
Yunanistan'a dahil edilmiştir [5]. Batı Trakya Türkleri,
Osmanlı-Rus Savaşı ('93 Harbi) sonrasında, 1878 Nisan'mda, Aya
Stefanos Andlaşması'n m b ölgeyi Ru sya aracılığıyla
Bulgaristan'a vermesi üzerine ayaklanarak 16 Mayıs 1878'de
Rodop Hükümeti adı altında 'Geçici Hükümet' kurmuşlar [6], ancak
dönemin siyasal konjonktürü ve Aya Stefanos
Andlaşması'nm Berlin Kongresi'nde revize edilmesiyle sekiz yıl sonra
20 Nisan 1886'da [7] bu hükümeti feshetmişlerdir. Daha
sonraki tarihlerde de yabancı saldırılar ve işgaller söz konusu
olduğu n d a ö zerk veya b ağımsız b ir yö n etim oluşturma
çabalarını sürdüren Batı Trakya Türkleri, Balkan Savaşları sırasında
3 1 Ağu stos 1 9 1 3d'e ilk Batı Tra kya Türk
Cumhuriyetini kurmuşlar, ancak bu, 58 gün sonra 28 Ekim 1913'de
yıkılmıştır; 30 Temmuz 1915'de kurulan diğer Batı
Trakya Türk Yönetimi 27 Eylül 1917'de son bulmuştur [8]. İlki Salih
Bey tarafından ikincisi Fuat (Balkan) Bey [9] tarafından
kurulan bu Batı Trakya Yönetimleri, o dönemlerin bölgesel ve
uluslararası
ortamın nı
elverişsizliği
so n uunc d a ayakta
kalamamışlardır.
belgeye daha imza
oymuş ve bunların korunmasını üstlenmiş oluyordu.
ö ylece Atin a, Lo zan 'ın h ü kü mlerini esas yasa olarak
aramayı, b u h ü kü mlere aykırı h erh an gi b ir yasa
Çıkarmamayı; aykırı usûl ve işlemler yapmamayı uluslararası
ir belgeyle taahhüt etmişti. 10 Ağustos 1920 tarihli (Batı Trakya'yla
ilgili) Sevr Andlaşması'ndan önce 1-14 Kasım 1913'de Atina'da
varılan andlaşmanın 3 Numaralı Protokolü de Yunanistan'daki
Müslüman azınlıkları koruma altına alan belgelerdendi [14]. Gerek
Batı Trakya'yla ilgili Sevr Andlaşması gerekse Batı Trakya
Türkleri'yle ilgili Lozan Andlaşması'nm ilgili hükümleri, Türkiye ile
Yunanistan arasında daha sonra 1926'da Atina'da ve 1930 ile 1933'de
Ankara'da varılan andlaşmalarla kapsam bakımından genişletilerek
Yunan Hükümeti'nin Batı Trakya Türkleri'nin mülkiyet haklarına da
saygı göstermesi bağıtlanmıştı [15].
Garbî Trakya Hükümet-i Müstakîlesinin Bayrağı (1913)-
Batı Trakya Türkleri'nin millî bilinçlerinin pekişip Türk etnik
kimliklerinin her zaman canlı kalmasında, Osmanlı sonrası bölgeye
egemen olan yabancı unsurlar ile, yaşadıkları çetin tecrübeler, siyasî
ve askerî birikimler önemli rol oynamıştır.
Azınlık Türkleri'nin bugünkü statüsünü belirleyen gelişmeler ise şu
şekilde özetlenebilir: Türk Kurtuluş Savaşı'nın ardından toplanan
Lozan Barış Konferansı'nm başladığı sıralarda, bölgenin statüsü
Yunanistan ile 10 Ağustos 1920 tarihinde Batı Trakya ile ilgili olarak
imzalanan andlaşmayla belirlenmiş idi [io] (bu, Osmanlı Devleti'ne
dayatılan Sevr Belgesi'nden başka bir andlaşmadır).
Lozan görüşmelerinde Türk tarafı Batı Trakya nüfusunun kendi
geleceğini tayin etmesi amacıyla bir plebisite gidilmesini savunduysa
da, İtilaf devletleri temsilcilerinin karşı çıkması sonucunda [il] bu
gerçekleşmedi. O arada, Konferansın bir aşamasında, Türk ve Yunan
tarafları 30 Ocak 1923'de azınlıkların zorunlu olarak mübadelesini
kabul ettiler; "Rum-Türk Ahâli Mübadelesi Protokolü" diye de bilinen
bu belgeye göre, Anadolu ve Trakya'daki Ortodokslar/Rumlar ile,
Yunanistan'da yaşayagelen Müslümanlar/Türkler karşılıklı olarak
değişime tâbi tutulacak; İstanbul'daki 'yerleşik' Rum nüfusu ile, Batı
Trakya'daki yerleşik Türkler yerlerinde kalacaklardı [12]. Adı geçen
sözleşmenin Lozan Barış Andlaşması'na yansıması sonucunda da,
andlaşma metninin III. Kesim'deki 38. ila 45. maddeleri, bir taraftan
Türkiye'deki gayri Müslim azınlıkların uluslararası korunmasıyla ilgili
yükümlülükleri getirirken, 45. madde de 'Bu kesimdeki hükümlerle,
Türkiye'nin gayri Müslim azınlıklarına tanınmış olan haklar
Yunanistan tarafından da kendi ülkesinde yaşayan Müslüman azınlığa
tanınmıştır' denmekteydi [13]. Bu Çerçevede, Yunanistan Batı
Trakya'da yaşayagelen Müslüman-Türk azmlığıyla ilgili olarak bir
Yunanistan ise, bu son üç belgenin (1926,1930,1933)
imzalanmasına kadar, Lozan'ın öngördüğü hükümleri daha ilk
günlerden çiğnemiş ve Batı Trakya Türkleri'ne baskı yapmaya
başlamış, birçok Türk'ün Türkiye'ye göç etmesine sebep olmuş,
bunların mallarına-mülklerine el koymuştu [16]. Atina yönetimi bir
taraftan da bölgenin demografik yapısını alt üst edip Türk azınlığın
Batı Trakya'daki 'çoğunluk' konumunu bozacak tedbirler almış ve
Anadolu'dan göçen Rumlar'ı buralara yerleştirmeye [17] gayret
göstermişti.[18] Yunan hükümeti bir taraftan Batı Trakya Türkleri'nin
Lozan ile belirlenmiş 'yerleşik' durumlarına rağmen, onları göçe
zorlarken, evlerine el koyup bunları göçüp gelen 'yeni Yunanlılar'a
vermişti; Lozan'ın hemen ertesinde, 1923 ile 1924 arasında Batı
Trakya'da köylük kesimlerde 8254 haneye, şehirlerde de çeşitli
özellikteki evlerin 5990 odasına el konmuştu [19] ; aynca 127 cami ve
birçok Müslüman-Türk okuluna, 667 tahıl ambarı ve ahıra da bu
çerçevede Rum göçmenler yerleştirilmişti [20].
-Gümülcine'deki Evrenos Bey İmareti (2004)-
Yunanlı yetkililerin Batı Trakya'da giriştikleri ve 30 Ocak 1923 tarihli
Ahâli Mübadele Protokolü'nü ihlâl eden davranışlarına Atina gerekçe
olarak şunları ileri sürmekteydi: "Türkiye'den karayoluyla göçen
Rumlar'ın barınabilecekleri ilk bölge Batı Trakya'dır. Ayrıca, kitleler
halinde göçen Rumlar'ın büyük bir kısmı da Makedonya (Ege
Makedonyası) bölgesine yığılmış olup, Makedonya'daki iskân işlemleri
düzenli bir hale g e t i r i l i n c e y e kadar mecburen Batı Trakya'da
barındırılacaklardır" [21 ].Bir taraftan yürütülen mübadele işleri, diğer
taraftan etabli sorunu, yukarıda da belirtildiği üzere, önce 1926 Atina
Andlaşması, daha sonra ise 1930 ve 1933 Ankara Andlaşmaları'yla
nihaî olarak çözüme kavuşacaktı. O arada, 1927 ve 1928'de çeşitli
baskı ve yıldırma çabalarına rağmen Iskeçe ve Gümülcine'de Türk
Birlik dernekleri kurularak, bölge çapında sosyal ve kültürel faaliyetler
düzenlenecekti.
-Gümülcine TÜRK GENÇLERİ YILDIZ SPOR KULÜBÜ-1930'LAR-
1930'lu yıllarda, iki savaş arası bu dönemde, Türkiye ile
Yunanistan'ın hem ikili andlaşmalar hem de 1934 Balkan Paktı
[22] çerçevesinde yakın ilişkiler kurması ve dostluk atmosferinin
doğması Batı Trakya Tûrkleri'nin hayatına da bazı tehditler ve
kısıtlamalar dışında olumlu yönde yansımış ve eğitimden dinsel
kurumlara kadar, şikayete yol açacak önemli bir sorun
yaşanmamıştı. Bu durum İkinci Dünya Savaşı'nm olağandışı
ortamında da devam ettiyse de, bölge bilindiği gibi Alman
denetiminde Bulgar işgaline uğramış, Türkler de en az Yunanlılar
kadar zor günler yaşamıştı [23] ; daha da önemlisi, Türkiye işgal
altında zayıf duruma düşen Yunanistan'ın bu durumunu istismar
etmemiş, bölgede yaşanan kaosu fırsat bilip Batı Trakya'ya
yönelik herhangi bir girişimde bulunmamış ve komşusu
Yunanistan'ın toprak bütünlüğüne saygı göstermiştir [24].
Batı Trakya Türkleri zorlu savaş yıllarında Yunan ordusunda
fedakârca hizmet vermiştir; İtalyan saldırısı aşamasında
(Ekim-Kasım 1940) 16.600 Batı Trakya Türk'ü cephede
savaşmıştı. Bu çarpışmalarda 2.600 ölü ve 1.850 yaralı veren Baü
Trakya Tûrkleri'nin bu katkıları, nüfuslarıyla oranlandığında
ortaya önemli bir sonuç çıkmaktaydı [25]. Savaşa katılan her 4
Türkten biri ya hayatını vermiş, ya da yaralanmıştı. Bulgar işgali
(1941 ilkbaharı) ile beraber çok zor günler geçiren Batı Trakya
Türkleri her zorluğa rağmen varlıklarını korumayı başarmışlardı
[26]. 1945 sonları itibariyle ikinci aşamasına giren Yunan
İç Savaşı sırasında, Batı
Trakya'nm komünist EAM (Ethniko Apeleftherotiko Metopon)
denetimine girmesiyle, yaklaşık olarak 25.000 Türk Türkiye'ye
göçmek zorunda kalmıştı [27]. EAM ise Batı Trakya Türk gençlerine
EPON (Eneia Panelladhiki Organosi Neon) adlı gençlik örgütüne
katılmaları için baskı yapınca, zamanın Türk azınlık cemaati lideri
Hafız Galip Efendi, komünist görüşlü bölge valisine gidip 'onların işi
okullardadır' şeklinde karşı çıkmış, böylece vali sadece öğretmenlerin
gece toplantılarını izlemeleri konusunda diretebilmiş ti [28]. İç Savaş
sırasında Batı Trakya Türkleri genellikle merkezî hükümetin yanında
yer almış ve 1946-1949 arasında 27.400 Türk değişik birliklerde görev
yapmış, birçoğu Mareşal Papagos ile Kral Paulos tarafından
madalyayla ödüllendirilmişlerdi [29]; kısacası, Batı Trakya Türkleri,
Yunanistan'ın içinde bulunduğu zor yıllarda bu ülkeye ihanet etmemiş,
hiçbir zaman devlete karşı işbirlikçi konumuna düşmemişlerdir.
b) 1950lerden 1990lara ve 2000lere: "İyi günler"den Taktik
Demografik ve Kültürel Etnik Temizliğe:
Bilindiği gibi Yunanistan İkinci Dünya Savaşı'nm ertesinde ve İç
Savaş'm devam ettiği ortamda, önce Truman Doktrini (1947) sonra da
Marshall Planı (1948) çerçevesinde önemli ölçüde ABD yardımı
almış; Sovyet tehdidine karşı 1949'da kurulan NATO'ya da
Türkiye'yle beraber 1952 Şubatında üye olmuştur [30]. Bir bakıma
bölgesel kader birliği eden iki ülke arasındaki ilişkiler de bir süre daha
ılımlı bir havada seyretmiş, ancak 1954-1955 sıralarında Kıbrıs
konusunun Atina tarafından istismar edilmesiyle, tam anlamıyla
açmaza girmiş ve bu durum zaman zaman Batı Trakya Türkleri'ne de
yansımışür.
Bu dönemin ilk onüç yılı, yani 1963'e kadarki süreçte Batı Trakya
Tûrkleri'nin nisbeten rahat hayat sürdükleri söylenebilir; Türkiye ile
Yunanistan arasındaki ilişkilerin dostane bir hava içinde geçmesi
1951'de Türk-Yunan Kültür Andlaşması'nın imzalanması, 1952'de
Gümülcine'de ilk defa 3ir fi Tûfk Lisesi'nin "Celal Bayar Lisesi" adıyla
açılması ve ue>5 / 1954 sayıyla çıkartılan bir yasa çerçevesinde
okullara ve çeşitli kuruluşlara "Müslüman" yerine "Türk" adlı ve sıfatlı
tabelaların asılmaya başlanması ve bu uygulamanın Yunanistan devleti
tarafından verilen talimatlarla [3 i] devreye sokulması önemli adımlar
olmuştu [32].
1963'den sonraki yıllar ise, bir daha geri dönüşü olmayan baskılara,
ayrımcılık politikalarına ve 'Türk azmlığı'nm statüsünü ihlâl eden
uygulamalara sahne olacaktır; 1963'de Kıbrıs olaylarının yeniden
alevlenmesi ve Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios'un adadaki anayasal
düzeni Kıbrıs Türkleri aleyhine değiştirme girişimleri, ada Türkleri'nin
BOKA (Ethniki Organosi Kipriakon Apeleftheron) tarafından
katledilmesi gibi olaylar karşısında Türkiye'nin tepki koyması, ayrıca
Ankara'nın 1964'de Yunan uyrukluları (1930 Türk-Yunan îkamet
Ticaret ve Seyrisefain Mukavelenamesi uyarınca Türkiye'de oturup
ticari faaliyette bulunan Yunan uyruklular) smırdışı etmesi ve bunlarla
evlilik ve akrabalık bağı kurmuş olan İstanbul Rumları'mn da böylece
Türkiye'den çıkarılmaları, Batı Trakya Türkleri'ni de olumsuz yönde
etkilemiştir [33]. Bu son karar ve uygulamayla İstanbul Rumları'nm
sayılarında önemli bir düşüş ortaya çıkınca, Yunanistan da Batı Trakya
Türkleri'ne keyfi politikalar uygulama yoluna gitmiş ve 'mütekabiliyet
esası'nm ortadan kalktığını ileri sürmüştür. Ancak, Batı Trakya
Müslüman-Türk azınlığının statüsü, sadece Lozan'ın getirdiği statüyle
değil, aynı zamanda Yunanistan'daki "Müslüman azınlıklar"
bağlamında 1913 Atina ve 1920 Sevr belgeleriyle de koruma altında
bulunduğundan ve bunlar hem ikili hem de çok taraflı uluslar arası
andlaşma özelliği taşıdıklarından, Yunanistan'ın koruma yükümlülüğü
ortadan kalkmamıştır. O bakımdan, son zamanlara kadar süregelen ve
Batı Trakya Türkleri'ni dışlayan veya onları baskı altına alan
uygulamaları, İstanbul Rumları'nm sayılarında görülen azalmayla
gerekçelendirmek ve soruna sadece Lozan bağlamındaki
'mütekabiliyet' açısından bakıp, Türkiye'nin 1964 uygulaması
karşısında (bunun yerinde veya yanlış bir uygulama olduğu tartışması
bir yana) Yunan uygulamalarını haklı bulmak veya en azından
kaçınılmaz misilleme politikaları şeklinde görmek büyük bir hatâdır.
Kaldı ki, 2000'lerm dünyası, bir anlamda 'devletler-üstü insan hakları
korumacılığı'nı, 'hukukun üstünlüğü' derecesinde ön plana almış
durumdadır.
-Gümülcine'deki Eski Cami (2003)-
Kıbrıs Sorunu'nun sıcaklığını koruması, Batı Trakya Türkleri
üzerindeki olumsuz etkisini 1974'e kadar sürdürmüştür. O arada,
1967'de bir darbeyle işbaşına gelen askerî cunta, Türk azınlığa karşı
daha ağır uygulamalara girişmiştir. Azınlığın topraklarına el konmuş,
arazilerin cazip fiyatlarla satılıp Türkler'in elinden çıkması için özel
çabalar harcanmış, Yunan jandarması -dayak dahil- her türlü baskı ve
zulüm uygulamış [34], hatta Müslüman-Türk kadınlarının karakollara
götürülüp tecavüz edildikleri olmuştur; orduda görev yapan Türk
gençlerinin maddi ve manevi baskılarla 'Hristiyanlaştırılmak'
istendiği de bu dönemde yaşanmıştır [35]. 1968'de Türkiye ile
imzalanan bir Kültür Protokolü ise, kısa bir süre sonra fiilen işlemez
hale getirilmiştir [36]. Kıbrıs konusunun devam ettiği ortam 1974'ten
sonra yeni bir karakter kazanmıştır. Türk Barış Harekatı'nm ardından
Batı Trakya Türkleri'ne yapılan baskılar daha da yoğunlaşmış ve "Batı
Trakya'yı Türklerden temizleme" politikası açıktan açığa devreye
konmuştur. Eylül 1974'de arazi uyuşmazlıklarıyla ilgili olarak
İnhanlı Dâvası'nda Yunan Devlet Mülkleri Şûrası daha öncesinin tam
aksine, azınlığın aleyhine kararlar çıkarmaya başlamış; 1977'de
çıkartılan 694 sayılı bir yasayla da Türkler'in eğitim hakları ellerinden
alınmaya başlanmıştır [37].
1974 sonrası giderek artan baskılar ve saldırılar sırasında Türk
azınlığı yıldırmak ve Batı Trakya'yı terke zorlamak için, tehdit
yöntemi dahil, çeşitli yollara başvurulmuştur; "Bölgeyi terk etmeleri,
aksi halde öldürülecekleri" şeklinde imzasız mektuplarla [38]
dışlama ve yıldırma çabalarını yoğunlaştıran Yunanlılar azınlık
mensuplarından bazılarını pusuya düşürüp öldürmüşler [39], bu
olayların sorumluları ise bugüne kadar hala aranıp bulunmamıştır. Bu
seriden olmak üzere, Batı Trakya'da çeşitli bildiriler dağıtılmış,
bunlarda Yunanca Türkler'e ölüm' ve benzeri tehdit sloganları yer
almıştır [40], Ayrıca, provokasyonlara girişilmiş ve Atina'dan
postalandığı damgasından anlaşılan "Yunanistan Türkleri Kurtuluş
Birliği" imzalı [4i] ajite edici sahte bildiriler bölgeye gönderilmiş;
bölge basını da Türk azınlığa karşı bir bakıma savaş açmıştır. Buna
göre, Gümülcine'de çıkan Khronos gazetesi "Eskiden Dost
Görüyorduk, Şimdi Düşman Görüyoruz" başlığı altında şu satırlara yer
vermiştir:
"Burada misafireten bulunan ve mübadele dışı tutulmuş bir
Müslüman azınlığı vardır. Hem sonra misafirlik de Türkiye'de aynı
miktarda Elen azınlığın mevcudiyeti şartına bağlıdır. Mademki
oradaki Elen azınlığı Türkler tarafından zorla yok edilmiştir, buradaki
Müslüman azınlığı da otomatikman mübadil durumuna düşmekte, ve
böylece bu azınlık da buradan yok olacaktır. Meselenin hukuki yönü
budur. Böyle olunca da, ne bir azınlık meselesi vardır, ne de anlaşma
ve görüşmeler yapılabilir. Eğer bugün Elen çoğunluk azınlığa karşı bir
tutum içindeyse, bu kabahat yine azırilığındır"[42\.
Bu gelişmelerden rahatsız olan Türkler'e karşı saldırılar da
başlamıştır; ertesi yılın Eylül ayında Amfıa köyündeki caminin
minaresi yerden ateş açılarak kırılmış, Amfia köyündeki caminin
kilimleri kapısının önünde yakılmış, İskeçe Müslüman-Türk
mezarlığında, şehre bağlı köylerdeki Türk mezarlıklarında taşlar
kırılmıştır [43] O arada gene İskeçe'ye bağlı Orta Kol'daki Karotas
köyünde Türk mezarlığı greyderle yıkıldıktan sonra, Yunanlı bir köylü
tarafından 'artık terk edildi' bahanesiyle ekilip-biçilip-sürülmüş; İskeçe
Emir Baba Tekkesi ve Tekkenin şadırvanlı tarihî havuzu yıkılmışür
[44]. 1975 ve 1976 yıllarında buna benzer bir çok
saldırı
düzenlenmiş, faillerinden yakalananlar olmuşsa da, bunlara verilen çok
hafif hapis cezaları, kilisenin maddi yardımıyla paraya çevrilip,
şahısların tahliyesi sağlanmıştır [45]. Bu türden saldırılara bir de polis
ve jandarmanın baskıları eklenmiştir; Türk köylülerinin meyve ve
sebzelerini pazarlama imkânları polisçe kısıtlanmış, Türk köylerine
akan köy suyu polisler tarafından kesilip, Yunan köyüne doğru
verilmiş, gece kimlik soran polis ekipleri evlerine giden Türk
köylülerini fena halde döverek ağır yaralamışlar; jandarma da buna
benzer sert hareketlere girişmiştir [46]. Şahin (Ekhinos) şehri jandarma
komutanı yarbay Papakonstantinu'nun Türk azınlığına karşı
düşmanca tavırlarını zamanın başbakanı Konstantin Karamanlis'e bir
mektupla
ileten
azınlık
mensupları,
bu
mektupta
Papakonstantinu'nun bir Türk gencini 2 Şubat 1979 gecesi karakola
getirtip öldüresiye dövdüğünü ve sonra da "konuşmamasını, aksi halde
öldüreceğini" söylediğini yazmışlardır [47]. Cami ve okul yakma,
adam dövme, ev taşlama, tehdit bildirileri dağıtma ve daha bir çok
yıldırma eylemi Batı Trakya Türkleri'nin günlük hayatlarının bir
parçası haline gelmiş, bunlara bir de, devlet tarafından uygulanmak
istenen toprak, arazi gaspları eklenmiştir. 1977'de Rodop ilinde
Ambarköy'lü Türkler topraklarının gasp edilmek istenmesi karşısında
direnişe geçmiş, Yunan polisi ise silahsız köylülere ateş açmış ve 50
kadar Türk köylüsü yaralanmıştır [48].
Azınlığın sahip olduğu Vakıflar da, Yunan devleti tarafından ortadan
kaldırılmak istenmiştir. Bu çerçevede 1979 Eylül'ünde çıkartılan 1091
sayılı yasayla Türk azınlığın kültür, eğitim gibi alanlardaki
faaliyetlerine gelir kaynağı sağlayan vakıflar, valiliklere verilip,
Türkler'in denetiminden koparılmak istenmiş, ancak Ankara'nın ve
Batı Trakya Türkleri'nin kararlı tutumu ve direnişi sonucunda
ertelenmiştir [49]. 1978 ile 1980 yılları arasında buna benzer vakıf ve
arazi gaspları yaşanmıştır; 1980'de Batı Trakya
urkleri'ne ait 3000 dönüm arazi sözde üniversite kampusu inşa
edilecek gerekçesiyle, 4.300 dönümlük arazi ise askerî Dolge
kurulacak bahaneleriyle istimlâk edilerek Türkler'in eimden alınmıştır.
Ancak bu arazilerin büyük bir kısmı,
aüece Yunanlılar'a tarım alanı olarak kiraya verilmiştir [50].
Şunu da unutmamak gerekir ki, Yunanlılar'm istimlâk ve istilâ
politikaları sonucunda Yunanistan'daki bütün tarihî kabristanlar dahi
yerle bir edilmiştir; bugün Selanik'teki Aristoteleus Üniversitesi'nin
kampusu ve ek binaları 500 yıllık Müslüman Türk mezarlığının ve
Yahudi maşatlığının üzerine inşâ edilmiştir. Ama aynı semtteki
yamaçta yer alan Ermeni mezarlığı aynen korunmaktadır.
1982 yılı, Batı Trakya Türkleri'nin varlıklarını, haklarını ve
kimliklerini büyük bir kararlılıkla ortaya koydukları olaylara sahne
olmuştur; 'İnhanlı Olayları' diye de anılan ve 1982 Mart ayında
meydana gelen eylemler, azınlığın kendine güveniyle de doğrudan
ilintili önemli bir yer tutmuştur. İskeçe'nin İnhanlı köyündeki 200
civarında Türk'ün arazisinin tapularını geçersiz kılan ve ellerinden alan
karar karşısında Türk köylüleri 17 Mart'ta direnişe geçerek 2 Nisan'a
kadar üç oturma eylemi yapmışlar ve protesto gösterileri
düzenlemişlerdir. İskeçe şehir merkezinde gerçekleşen bu eylemlerle
Türkler 1920'den sonraki dönemde ilk defa baskılara karşı kitlesel tavır
koymuş ve meşru haklarını arama yoluna gitmişlerdir. Ellerinden
alınmak istenen arazilerini bir yıl boyunca, 1983 yazının sonlarına
kadar terk etmeyen Türkler, Kasım 1983'de Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti'nin ilan edilmesine paralel olarak adlî takibata uğramış,
topraklan gasp edilerek Yunanlı köylülere verilmiş ve İnhanlı
Direnişi'ne katılanlardan bir grup Türk köylüsü Aralık ayında hapis
cezasına mahkûm edilmiştir [5 i].
1982 ve sonrası dönemde Batı Trakyalı Türkler'in daha bilinçli ve
örgütlü olarak haklarını aramaya çalıştıkları görülmektedir; Helsinki
Nihai Senedi'nin 1975'de gündeme gelmesiyle beraber, bütün
dünyada ön plana çıkmaya başlayan İnsan Hakları ve bunun
çevresindeki kavramlara paralel olarak, Batı Trakya Türk aydınları da
gerek Yunanistan şartlarında gerekse ülke dışında, karşılaştıkları
sorunları çeşitli yollarla dile getirmeye başlamışlardır. O arada,
1920'lerin ortalarından beri faaliyet göstermekte olan ve Batı Trakya
Türkleri'ni kültürel, sosyal ve sportif alanlarda bir çatı altında toplayan
"Türk Birliği" tipi derneklerin kapatılma girişimleri karşısında, Türkler
haklarını aramaya
calışmışlar ve bu derneklerin adındaki 'Türk' ibaresinin kaldırılmaması
için çaba harcamışlardır. 1980'lerde sürüp giden bu türden dâvaların
sonunda, Yunan yargıtayı kesin kapatma kararını 1987'de vermiş fakat
azınlık mensupları hem aynı yıl, hem de 1988 ve 1989'da imza
kampanyaları düzenleyerek karara karşı tepki göstermiştir [52]. Yunan
yetkilileri bu kampanyalara katılanları mahkemeye vererek çeşitli
cezalara çarptırılmalarını sağlamış, ancak süren dâvalara dinleyici
olarak çok sayıda azınlık Türk'ünün yanı sıra, ülke dışından
gözlemcilerin ve televizyon ekiplerinin katılması, Atina yönetimi
üzerinde belli bir baskı unsuru oluşturmuştur. Haziran 1988'deki
duruşmaya 100 Batı Trakya Türk'ü katılırken, 1988 Aralık ayındaki
duruşmaya 800, 1989 duruşmasına ise 3000 kişi katılmıştır.
Kendilerini ilgilendiren hemen hemen bütün dâvalara sahip çıkan Batı
Trakya Türkleri, Dr. Sadık Ahmet ile İbrahim Şerif gibi azınlığın
insan hakları savunucuları ve milletvekillerinin dâvalarında da gövde
gösterisi yapmış, Ocak 1990'daki duruşmaya 5000 kişi katılmıştır [53].
Katılanlar arasında uluslararası insan hakları örgütlerinin temsilcileri
ile Türkiye'den İstanbul Barosu başkam Turgut Kazan da bulunmuştur
[54]. Kazan'm verdiği bilgilere ve gözlemlerine göre, mahkeme 25
Ocak günü toplandığında Yunanlı kalabalık sanki zafer
beklermişçesine bağrışmış, hâkimlere ve savcıya 'savaşa
gidiliyormuşçasma' tezahüratta bulunmuştur [55]. Kendisine sorulan
sorulara karşılık 'Türk asıllı' olduğunu belirten Dr. Sadık Ahmet'e
yargıçlar 'Ozaman niçin Türkiye'ye gitmiyorsun?' şeklinde
çıkışmışlardır [56], Dr. Sadık Ahmet ile tartışan savcı ise 'Senin
sonun da Çauşesku gibi olacak' diye yüzüne bağırmıştır.
Bu duruşmanın hukuki bir süreçten çok, siyasal bir gösteriye
dönüştüğünü, ve yaşanan aşırılıkları Hollanda televizyonu çekimlerle
belgelemiştir [57]. Helsinki Watch temsilcileri ile, Dr. Sadık
Ahmet'in eşi Işık Ahmet ve televizyoncular, duruşma sonrasında
kalabalığın saldırısına uğramış ve taşkınlıklar uzun süre Gümülcine
sokaklarında devam etmiştir [58]. Sonuçta Dr. Sadık Ahmet ile
İbrahim Şerif 18'er ay hapse ve kamu haklarından mahrumiyete
mahkûm edilmişlerdir; ancak mücadelesini bırakmayan Sadık Ahmet
Nisan 1990'daki seçimlerde Rodop ilinden milletvekili seçilmiş ve
hakkındaki dâva düşmüştür [59].
Batı Trakya Türkleri'nin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri de,
Yunanistan vatandaşlık yasasının 19. maddesi ve bundan doğan
uygulamalar olmuştur.
Lozan Barış Andlaşması'na, Yunanistan'ın imzaladığı birçok başka
uluslararası belgelere ve Yunan anayasasına rağmen Batı Trakya Türk
azınlığı çeşitli alanlarda baskı ve ayrımcılığa mâruz kalmaktadır.
Bunlardan biri de Yunan Vatandaşlık Yasası'nın 19. Maddesi ile ilgili
uygulamalar olmuştur; yasanın bu maddesi 1998 yılında kaldırılmış
olmakla beraber, o yıla kadarki uygulamalar sonucunda yaklaşık
60.000 Batı Trakya Türk azınlık mensubu Yunanistan vatandaşlığından
çıkartılmıştır [60]. 1955 yılında yürürlüğe giren 3370 sayılı yasanın
B-VI'ya 19. maddesinde şu hükümler yer almakdaydı:
"... Helen kökenli olmayan bir Yunanistan vatandaşı, geri dönme niyeti
olmaksızın ülke dışına çıktığında, Yunanistan vatandaşlığını
kaybettiğine hükmedilebilir... Ana babasından her ikisi birden veya
hayatta olanı da vatandaşlığını kaybetmişse, bunların reşid olmayan
çocuklardan ülke dışında yaşayanları da vatandaşlıklarını kaybetmiş
ilân edilebilirler..."
Yani, Yunan makamları yurtdışına giden bir azınlık mensubu hakkında
vardıkları kanaate(?!) göre, kendisini re'sen vatandaşlıktan
atabilmişlerdir; burada amaç, özellikle Batı Trakya Türkleri'nin
sayısını olabildiğince azaltmak olmuştur [6 i] Bu yasanın ve taktik
uygulamaların ırkçı bir zihniyetle yapıldığı açıktır. Ama öte yandan
1975 tarihli Yunan Anayasası'nın 4/1. Maddesi "bütün Yunanlılar'm
yasa önünde eşit" olduğunu söylemekte, 413. maddesi ise,
"Yunan vatandaşlığı sıfatının geri alınması, [kişinin vatandaşlıktan
çıkartılması}, ancak, başka bir vatandaşlığa isteyerek kabul edilmesi
veya yabancı bir ülkede milli çıkarlara aykırı faaliyette bulunulması
durumlarında mümkün olabilir"hükmünü getirmektedir [62].
Yunan devletinin 1998'e kadarki uygulamaları ve vatandaşlıktan
çıkarmalar ABD yıllık insan hakları raporlarında (1990, 1994, 1996,
1997) "sürgün cezası" olarak nitelenmiştir; bunun sadece Batı Trakya
Türkleri'ne karşı uygulandığı görüşü konuyla ilgilenen hemen hemen
bütün çevrelerce paylaşılmaktadır. Bu seriden olmak üzere çok ilginç
olaylar da meydana gelmiştir; S. Haliloğlu (Haliloglou) adlı Türk
azınlık mensubu Yunan ordusunda askerlik yaparken 21 Temmuz
1989'da vatandaşlıktan çıkartılmış; A. Haliloğlu (Haliloglou) da
benzer bir işleme muhatap olunca İçişleri Bakanlığı'na başvurmuş,
Bakanlık durumun inceleneceğini bildirmiş, fakat hiçbir işlem
yapılmamıştır [63].
Yunan makamları Türk azınlık mensuplarını Batı Trakya'dan
uzaklaştırabilmek ve bölgedeki Türk sayısını azaltabilmek için başka
uygulamalar da devreye sokmuşlardır. İş arayan etnik Türkler'i
Yunanistan'da başka bölgelere gitmeye teşvik eden Yunanlılar oralarda
kayda alman bu kişilerin bir daha Batı Trakya'ya dönmelerine engel
olmuş, çalıştıkları yerden ilişkilerinin kesileceği tehdidiyle Türkçe
isimlerini bırakıp Yunanca isim almalarını dayatmışlardır [64].
Yunan devletinin bu ayrımcı ve dışlayıcı uygulamaları sonucunda,
doğum oranı yüksek olan Batı Trakya Türkleri'nin sayısı 2000'li
yılların başında aynı 1920'lerdeki sayı civarında, yani 150.000
kadardır. Yukarıda anılan vatandaşlıktan çıkarma ve / veya yıldırma
politikaları uygulanmasaydı, bu nüfusun bugün 800.000 civarında
olması gerekecekti [65]. Ayrıca, 19. maddenin 1998' de kaldırılmasına
rağmen haklar 'geriye işletilmediğinden', binlerce Batı Trakya Türkü
'heimatlos' yani 'vatansız' konumunu sürdürmektedir [66]
Bati Trakya Türkleri haklarını dile getirecek kendi parlamenterlerini
1985 yılından itibaren seçme yoluna gitmişlerdir;
Yunanistan vatandaşı olan bu azınlık ensuplarının öngördükleri
böylesine demokratik girişimler
Yunan makamları tarafından akla gelmedik yollarla engellenmek
istenmiş ve söz gelişi, 1989 Haziran'ında yapılan seçimlerde, bölgeye
bu iş için sevk edilen çok sayıda askere oy kullandırılmış, fakat gene de
Rodop ilinden bağımsız aday olan Dr. Sadık Ahmet seçilebilmiştir.
Bu seçimleri bir hükümet kuracak oranda tek başına hiçbir parti
kazanamayınca, seçimler aynı yılın Kasım ayında tekrarlanmış ve bu
sefer, Dr. Sadık Ahmet'in 'eksik belge doldurduğu' ileri sürülerek,
aday olması engellenmiştir [67], Kasım 1989 seçimleri Batı Trakya'da
olaylı geçmiştir; sandık başlarında Türk azınlık seçmenlerine engel
olunmak istenmiş, dayak atılmış ama gene de Rodop ilinden bağımsız
aday İsmail Rodoplu'nun seçilmesinin önüne geçilememiştir. Fakat,
bu ikinci seçimlerin de yenilenmesine karar verilmiş, böylece
Yunanistan ortalama 12 ay içinde üçüncü defa genel seçime gitmiştir;
Nisan 1990'daki bu seçimlere hem uluslararası örgütlerden hem başka
ülkelerden hem de Türkiye'den çok sayıda gözlemci katılmış ve
seçimlere hile karıştırılması büyük ölçüde engellenmiştir.
Nisan 1990 seçimlerinde Dr. Sadık Ahmet ve Ahmet
Faikoğlu, Rodop ve İskeçe bağımsız milletvekilleri olarak Vuli'ye
(Yunanistan Meclisi) seçilmişler, böylece Türk azınlık ilk defa
parlamentoda
temsil
edilebilmiştir
[68].
Yeni
iktidar
(PASOK-Panellinion Sosialistikon Kinima) bağımsız adaylar ve
bağımsız listeler için hemen yüzde 3'lük bir baraj koymuş ve gelecekte
etnik Türkler'in seçilmesini engellemek için bu tedbiri [69] almıştır.
Türkler'in kültür etkinliklerine karşı uygulanan baskıların hedefleri
arasında ise "Birlik ve Dernek" statüsünde olan sosyal-kültürel amaçlı
kuruluşlar bulunmaktadır. Lozan'ın hemen ardından oluşmaya
başlayan kültürel, sosyal ve sportif örgütlenmeler, daha o yıllarda yani
1920'lerin ikinci yarısında Batı Trakya Türkleri'nin de genç Türkiye
Cumhuriyeti gibi "ümmet" yapısından çağdaş millet bilincine aynı
paralellikte bir geçiş süreci yaşadıklarını göstermiştir; o sıralarda gene
"ümmet" bilincinin sürmesi amacıyla da bazı demekler kurulmuş, fakat
Türk topluluğu tarafından benimsenmemiştir. Bu seriden olmak üzere
1927'de İskeçe
Türk Birliği kurulmuş ardından 1928'deki Gümülcine Türk
Gençler Birliği gelmiş ve 1936 da da Batı Trakya Türk
Öğretmenler Birliği hayata geçirilmiştir.
-Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği (Gümülcine 19501er)-
Bunlar Batı Trakya Türkleri'nin etnik kimlik bilincinin düzeyini
gösteren önemli gelişmeler olmuştur. Bu kuruluşlar gerek toplumsal
gerekse kültürel alanlarda önemli etkinlikler gerçekleştirerek, Türk
azınlığın dayanışma duygularını da pekiştirmişlerdir. Önemli bir
nokta da, bu dernek ve birliklerin, adlarında Türk ibaresinin
bulunması olmuş ve bu o yıllarda serbestçe kullanılmıştır. 1984
yılında ise Yunan makamları bu dernek ve birlikler aleyhine dâvalar
açıp, 1988'de faaliyetlerini tamamen yasaklamışlardır. Adlarında Türk
ibaresi bulunduğu, bu kapatma işleminin de "Batı Trakya'da Türk
vatandaşları olduğu izlenimi bıraktığı"
şeklinde, hiç de inandırıcı olmayan gerekçelerle yürürlüğe konduğu
bilinmektedir [70j
Atina'nın Batı Trakya Türk azmlığı'na karşı hukuk bağlamında
yürüttüğü olumsuz politikaları da şu birkaç başlık altında toplamak
mümkündür:
12-
Atina ikili
ve
çok taraflı
uluslararası hukukî
belgeleri/andlaşmaları başta Lozan olmak üzere alenen ihlâl
etmekte;
Bu ikili ve çok taraflı uluslararası hukuk belgelerinin
hükümlerine ve özüne uyacak şekilde daha önceleri devreye
soktuğu yasa, kararname, tüzük gibi iç hukuk düzenlemelerini
iptal etmekte ve yerine göre amacına uygun madde
değişiklikleri yaparak, söz konusu uluslararası hukuk
belgelerinin öngördüğü hükümlere ve özlerine aykırı hale
34-
dönüştürmekte;
Bu tür belgelerde boşluk bulduğu yerlerde, derhal ihlâl ve
gaspa yönelik yeni hukuk düzenlemeleri getirmekte;
Daha önce, özellikle 1943-44 ve 1945-49 arasındaki iç savaş
yıllarında Ege Makedonyası'nda bağımsız bir Makedonya
kurma mücadelesi veren Makedonlar ile, İtalyanların
desteğinde Tesalya-Pindus hattında bir Ulah devleti kurmak
için savaşmış olan Ulahlar'a karşı, bu toplulukların mal
varlıklarını gasp edebilmek üzere çıkardığı ve hâla yürürlükte
olan faşizan / totaliter iç hukuk düzenlemelerini, özellikle Batı
Trakya Türk azınlığına uygulamaya çalışmaktadır.
Bunlar, temelde Türk azınlığının erimesi, dağılması ve/veya
bölgeyi terk etmesi için devreye sokulan sözde hukuk uygulamaları
olmaktadır.[71]
-İskeçe Hamidiye Köprüsü (2000)-
Gümülcine'deki Poşpoş Tekkesi, Dedeağaç Camii ve Selanik, Kavala,
İskeçe, Atina, Rodos, Girit gibi bölgelerdeki birçok Türk mimari eseri
aynı akıbete uğramıştır. [72]
c) Yunanistan Devletinin Dışlama ve Ayrımcılık Politikaları
Sonucunda Batı Trakya Türk Azınlığı'nın Karşılaştığı Bazı Temel
Sorunlar:
Etnik Kimliğin İnkârı
Batı Trakya Türk azınlığının karşılaştığı en önemli sorunların başında,
Yunan idaresinin, Lozan Andlaşması'nm 45. maddesinde azınlığın
"Müslüman azınlık" olarak tanımlanmış olması çerçevesinde azınlığın
"Türk" kimliğini reddetmesi gelmektedir.
-İskeçe Camii (2000)-
Yunan yönetiminin ülke topraklarındaki Osmanlı-Türk eserlerini
ortadan kaldırmak için de sistemli bir politika izlediği gözlenmektedir;
başta Batı Trakya olmak üzere Yunanistan'ın bir çok bölgesinde Türk
eserlerinin doğa şartlarına ve zamanın yıpratıcılığma terk edilerek
onarımlarının sürüncemeye bırakıldığı ve kasıtlı ılgısızlıK yüzünden
yıkıldıkları da bir gerçektir.
Lozan Andlaşması'nm neden "Türk" yerine "Müslüman" deyimini
kullandığını anlamak ise hiç de zor değildir. Öncelikle, Batı Trakya
azınlığı Yunan uyruğunda, Türkiye'deki azınlıklar da Türk uyruğunda
bulunmaktadır ve bunların ayırt edilmesi için din öğesinin kullanılması
zorunluluktur. Diğer taraftan, Osmanlı İmparatorluğunda "ulus" değil,
"ümmet" gerçeği ve bilinci kesin olarak egemendir. Bu durum ise
Müslümanlar için özellikle geçerlidir.Yunanlılar için ise "Yunan
ulusu" ile "Rum Ortodoks" birbiri ile örtüşen unsurlardır. Aynca, 30
Ocak 1923 tarihinde imzalanmış olan "Türk-Rum Ahalinin
Mübadelesi Ahitnamesi" kapsamında, "Türk" ve "Rum" deyimleri
açıkça kullanılmıştır. Bu sözleşme, değişimi yapılacak azınlıkların
birinin "Türk" diğerinin de "Rum/Yunan" ulusuna mensup olduğunun
tescili niteliğindedir. Üstelik, Türk-Yunan Karma Komisyonu
tarafından Batı Trakya'da azınlık üyelerinin ellerine verilen ve onların
gayri mübadil (etablis) olduğunu kanıtlamaya yarayan Etabli Belgeleri
de Müslümanlardan ve Müslüman olmayanlardan değil, "Türk" ve
"Rum'lardan söz etmektedir.
Ancak, Yunan Hükümeti'nin Türk azınlığa karşı yaklaşımının Türkiye
ile Yunanistan arasındaki inişli çıkışlı ilişkilerle paralellik arz ettiği de
bir gerçektir. Türkiye ile kriz
vaşadığı dönemlerde Türk azınlığı sadece dinsel azınlığa indirgeyen
Yunanistan, yakınlaşma dönemlerinde tam aksi uygulamalarda
bulunabilmiştir. Bunun en güzel örneği, 1930'lar ve 1950'ler arasında,
Atatürk ile Venizelos'un başlattığı, inönü ve Menderes'in devam
ettirdiği iyi niyet ortamında, Yunan hükümetlerinin etnik "Türk"
ifadesini kullanmaları ve kullanımına izin vermeleridir. Bu dönemde
(1955'e kadar) Yunanistan yönetimi, azınlığı tanımlamak için "Türk"
ifadesini kullanmıştır. Örneğin, 3065 sayılı 1954 tarihli kanun
(Mareşal PAPAGOS kanunu), ilk okulların adında "Türk" kelimesinin
geçmesini onaylamıştır.
Yunan vatandaşlığından çıkarılmışlardır. Bu aym şekilde etnik olarak
Yunan olmayıp yurt dışında doğan ve orada yetişen kişilere de
uygulanmıştır. Bu yasaya göre 18 yaşın altındaki bir çocuk da, eğer
ebeveynleri tabiyetlerini kaybettiyse, vatandaşlıktan çıkarılabilecektir.
Bu durumlarda karar mercii, Ulusal Konseye danıştıktan sonra, içişleri
Bakanlığı'dır. Yunan mercilerinin bir insanın ülkeyi terk etmeyi
amaçladığını hangi kriterlere göre belirledikleri de ayrı bir tartışma
konusudur. Amaç, son derece açık olarak "Batı Trakya Türk azınlığının
sayısını mümkün olduğu kadar azaltmaktır".
1955 yılından günümüze süregelen politika gereği azınlığın etnik
kimliğinin tanınmaması ise Türkçe'nin kamusal alanda kullanımına
bazı kısıtlamalar getirilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu kısıtlamalar
"Türk" kelimesi geçen sivil toplum kuruluşlarının kapatılmasından,
kendilerini Türk olarak tanımlayan kişilerin yargılanmasına kadar bir
dizi ihlalleri içermektedir. Örneğin 1987 Kasım ayında, Yunan Yüksek
Mahkemesi, Trakya Yerel Mahkemesi'nin aldığı bir karan onamış ve
Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği ve Gümülcine Türk Gençler
Birliği Derneği'nin kapatılmasına karar verilmiştir. Bu kararın
gerekçesi, Türk sıfatının Yunan vatandaşları ve Müslüman Yunanlılar
için kullanılamayacağı ve aksi yöndeki bir tutumun kamu düzenini
bozabileceğidir.
* Emekli Yunan generali Konstantinos Voloutiadisin Gümülcine'de yayınlanan Patrida adlı
gazetenin 9 Temmuz 1998 Perşembe günkü sayısında çıkan makalesinde '[Batı] Trakya
azınlığının aslında Pomak, Çingene ve Türk diye üç ayrı etnik gruptan oluştuğunu ve zaten Türk
diye anılanların da sonradan Müslümanlaştırılmış Helenler olduklarını" ileri sürmüştür. Buna ek
olarak etnik bir örnek veren emekli general "Pomaklar'ın başlı başına bir etnik grup olduğunu,
Ankara'nın bu Pomaklar'ı Türkleştirmeye çalıştığını" da iddia etmiştir. Ankara'nın izlediği
politikayla Pomaklar'a soykırım uyguladığını da ekleyen Voloutiadis, etnik Pomaklar'ın dillerini
ve kültürlerini korumaları gerektiğini; yakın zamanlarda Pomaklar'ın bir "Pomakca -Yunanca"
sözlük yayınladıklarını belirterek, bu iş için Yunan 4. Kolordusu'nun ve Mikhaniki A.Ş. başkanı
Prodhromos Emfiecioglou'nun yardımcı olduğunu açıklamıştır. Emflecioglou Batı Trakya'da
yapay bir "Pomak ayrılıkçılığı" yaratmaya çalışan ve bölgedeki Türk azınlığını bölme misyonunu
yürüten bir şahıs olarak tanınmaktadır.
Yunan yönetimi diğer taraftan, Türk azınlığının etnik kimliğini
zedelemek amacıyla yeni kampanyalar başlatarak, Pomak unsurunun
farklı etnik kökenden geldiği tezini güçlendirmek üzere yoğun
propaganda çalışmalarına yönelmiştir. 1990'h yıllara kadar Pomak
diline ait herhangi bir yazılı-basılı eser mevcut değilken, birdenbire
Pomakça-Yunanca Sözlük, gramer kitapları ve gazeteler basılarak,
kasetler çıkartılarak anılan kesime bedava dağıtılmaya başlanmış,
böylelikle yeni etnik kimlikler yaratılmaya çalışılmıştır.
Pomak olarak adlandırılan topluluk aslen Kuman/Kıpçak Türklernın
uzantısıdır; Orta Asya'dan kuzey göç yolunu
Hazar Denizi ve Karaadeniz'in kuzeyini takip ederek, XI. Asırda
banlara inen ve Avrupalıların Kuman olarak
adlandırdıkları Kıpçaklar'm torunları olan ve daha Osmanlı
İmparatorluğu Batı Trakya ve Balkanlar'ı ele geçirmeden evvel
bölgede yerleşik düzene geçmiş olan Pomak Türkleri, Atina'nın bu iki
yüzlü siyasî oyunlarına hiçbir zaman itibar etmemekte ve kendilerini
Türk olarak tanımlamaktadırlar. (*)
Vatandaşlıktan Düşürme/Iskat
3370 sayılı, 1955 tarihli Yunan Vatandaşlık Kanunu'nun 19. maddesi,
Yunan hükümetlerinin bölgedeki etnik kompozisyonu Yunanlılar
lehine değiştirmek için kullandığı en önemli silahlardan birisi
olmuştur. Aslında bu madde, Yunan Anayasası'nm 1. ve 2. maddeleri
ile Lozan Anlaşması'nm Yunanlılar ve Yunanlı olmayanlar arasındaki
ayrımı yasaklayan 40. maddesine aykırıdır.
19. madde çerçevesinde, Yunanistan'ı geri dönme amacı olmadan terk
ettiği Yunanlı makamlarca takdir edilen Yunan asıllı olmayan kişiler
Polisin, bir kişinin veya ailenin uzun bir süreliğine ülkeyi terk ettiği
"kanaatine vararak"(!) Yunan Vatandaşlık Müdürlüğü'nü bu konuda
bilgilendirmesi, vatandaşlıktan çıkarılma sürecinde ilk aşamayı teşkil
etmiştir. Bireyi bu süreçten ve yapılan işlemlerden haberdar etmek ve
vatandaşlığını kaybedebileceğini bildirmek zorunlu olmadığı için,
azınlık mensupları sonucu iş işten geçtikten sonra öğrenmişler ve
Yunan idaresine başvurma süresi olan iki ayı kaçırmışlardır. Ülke
dışına çıkması hâlinde vatandaşlık hakkını kaybetme rizikosu
nedeniyle azınlık mensuplarının dolaşım özgürlükleri de doğal olarak
kısıtlanmıştır.
1985 yılından sonra ise çoğunluğu okuma-yazma bilmeyen azınlık
mensuplarının pasaportlarında bulunan "dönüş dahil, birden fazla
seyahat (çıkış) için geçerlidir" ibaresinin "dönüş dahil" sözcükleri
karalanarak, azınlığın dönüşlerinde Yunanistan'a sokulmalarının
engellenmesi, sonra da 19. maddeden vatandaşlıktan atılması
vakalarına da rastlanmıştır.
Bu pasaport uygulamaları, "Kimse, yurttaşı olduğu devletin ülkesine
girme hakkından yoksun bırakılamaz" diyen Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi 4 numaralı protokolünün 3. maddesinin 2. fıkrasına açıkça
aykırıdır. Yunanistan'da askerlik görevini ifa etmekte iken ya da
bebekken vatandaşlıklarını kaybetmelerine neden olan bu tartışmalı
kanun Haziran 1998'de kaldırılmış, ancak bu zamana kadar yapılan
uygulamalar ve alman kararların geriye işlemeyeceği hükmü
kapsamında 60.000 Yunan tâbiyetindeki Türk azınlık mensubunun
mağduriyetlerine çözüm bulunmamıştır. Ocak 1998'de Helsinki İzleme
Komitesi, diğer insan hakları kuruluşları ve azınlık liderlerinin
baskıları sonucunda Hükümet, 150 'haymatlos'a bazı kişisel haklardan
yararlanma ve yurt dışına seyahat edebilme olanağı veren kimlik
belgelerini vermiştir. Ancak, daha sonra hükümet, birleşmiş
Milletler'in Vatansız Kişilerin Statüleri ile ilgili sözleşmeyi açıkça ihlâl
ederek diğer 'vatansızlara' bu belgeleri vermeyi reddetmiştir.
Kimlikle İlgili İfade Özgürlüğü Sorunları
Yunan yetkililerin Türklerin ifade özgürlüğünü resmî ya da
gayrî resmi yollardan engellemeye çalıştığına dair pek çok olay
rapor edilmiştir. Bu yollardan birincisi, ajitasyon ortamı
yaratarak ve sürekli istihbarat servisi tarafından takip edildiği
izlenimi verilerek azınlığın dışarıyla bağlantı kurmasını
engellemeye çalışmaktır.
,
Meclisteki Türk vekiller ve Mehmet Emin AGA gibi dinî liderler Türk
devletinin işbirlikçileri olarak görülmekte ve sürekli polis denetimi
altında bulundurulmaktadır.
îkinci yol ise özellikle Türk azınlığa-i ait medya kuruluşlarının
kovuşturulması ve keyfî yargılamalar yoluyla bu hürriyetin
kullanılmasının mümkün olduğunca sınırlandırılmasıdır.
Işık FM adlı radyo kanalının sahibi Abdülhalim DEDE radyo kurma
ve yayını yapma ehliyeti olmadığı gerekçesiyle çeşitli defalar
yargılanmış, radyosu kapatılmıştır. Ancak, insan haklan örgütlerinin
bu konudaki baskılarının etkisini göstermesi sonucu, Haziran 1999'da
Yunan yargısı temyiz yolu açık olmak üzere DEDE'nin cezasını iki
aya indirmiştir.
Diğer taraftan, îskeçe'de bir okulda öğretmenlik yapmakta olan Rasim
HİNT, 1996'da görev yaptığı okulu azınlık yerine "Türk okulu" olarak
nitelendirdiği gerekçesiyle bir yıl boyunca görevden uzaklaştırılmış ve
aynı sebepten dolayı 1996-98 yılları arasında îskeçe'nin dağ
köylerindeki okullardan birine sürülmüştür.
Demografik/Nüfus Dağılım ve Yoğunluk Baskıları
Batı Trakya bölgesindeki demografik yapıyı Yunan unsurlar lehine
değiştirmek isteyen Yunanistan, bölgedeki Türk azınlığı baskı
politikası ile göçe zorlarken, diğer bölgelerden buraya göçü teşvik
etmektedir. Özellikle eski SSCB'de yaşayan Yunan kökenliler çeşitli
vaadlerle getirilerek, bu bölgeye yerleştirilmektedir.
Batı
Trakya
nlığına art ^j r kısım arazilerin kamulaştırılarak bu göçmenlere dağıtımı
yoluna da gidilmiştir; bunun sonucunda Batı Trakya'da Rodop ilinde
"ROMANIA", îskeçe'de "EKETENEPOL" adlı göçmen yerleşim
birimleri kurulmuştur.
Bati Trakya bölgesine uygulanan bu politika sonucu, Yunan
yönetiminin sağladığı ekonomik ve sosyal avantajlarla konumunu
güçlendiren Rum göçmenlerin, azınlığa yönelik saldırı eylemlerinde
de kullanılmaya başlanmasıyla bölgede yeni bir gerginlik kaynağı
oluşmaktadır. Bunun son örneği, 2002 Ağustos'unda Doğu Rumeli'nin
Türkler tarafından fethinin kutlanması amacıyla geleneksel olarak
düzenlenen Seçek Şenlikleri esnasında Şapçı Belediye Başkanı'nm
daveti ile Şenliklere konuk olarak katılan TC Kültür Bakanlığı halk
oyunları grubuna bu göçmenlerin saldırması ve tacizi sonucu
yaşanmıştır.
Bölgedeki demografik yapıyı değiştirmeye yönelik bir diğer
uygulama da, Yunanistan Başpiskoposu HRÎSTODULOS'un Batı
Trakya'da, 1 Ocak 1999 tarihinden itibaren 3 çocuğa sahip
"Elen-Ortodoks" ailelere yerel metropolitliklerce ayda 40.000 Drahmi
maddî yardım yapma kararı alması gösterilebilir. Tamamen ırkçı bir
karakterde olan bu uygulama sadece Elen-Ortodoksları kapsamakta ve
Batı Trakya'daki nüfus artış oranını Hristiyanlar lehine değiştirme
amacını taşımaktadır.
Eğitim Sorunları
Yunanistan'da okur-yazarlık oranının en düşük olduğu bölgeyi Batı
Trakya oluşturmaktadır. Türk azınlığa karşı izlenen maksatlı eğitim
politikası, azınlığın kültür düzeyini düşürme, toprakla uğraşan kişiler
haline getirerek azınlık sorunlara duyarlı ve bilinçli kitleler oluşmasını
engelleme Çabasının bir ürünüdür.
Bati Trakyada azinligin resmî olarak 230 azınlık ilkokulu,2
ortaokul-lisesi (Gümülcine Celal Bayar Lisesi ve Iskeçe Muzaffer
Salih Liesi) ile 2 medresesi bulunmaktadir.
Bu okullarda eğitim dili ikilidir.Yunanca,Tarih,Coğrafya
Vatandaşlık ve Çevre Eğitimi Yunanca verilirken, Matematik, Türkçe,
Fizik, Kimya, Din, Sanat ve Beden Eğitimi Türkçe işlenmektedir.
Ancak, 1995 yılında getirilen yeni bir düzenleme ile İskeçe'deki bazı
Türk okullarında daha önce Türkçe okutulan Beden Eğitimi, Resim,
Müzik gibi dersler Yunan öğretmenler tarafından Yunanca verilmeye
başlanarak, Türkçe okutulan ders sayıları iyice azaltılmıştır.
Yunanistan, eğitim konusunda da Lozan Andlaşması'nm yanı sıra
1951, 1952 ve 1968 yıllarında imzalanan ikili kültür anlaşmalarındaki
yükümlülüklerini yerine getirmemektedir.
Lozan Andlaşması'na göre, azınlıkların eğitim kurumlarını işletme
hakkı varken, Yunan hükümetleri bu kurumlan Din İşleri ve Eğitim
Bakanlığı'na bağlayarak, kontrolü kendi eline almıştır.
20 Nisan 1951 tarihinde Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan
kültür anlaşmasında, iki ülkenin karşılıklı öğretmen değişimi yapması
ve birbirlerinin diplomalarını tanıması kabul edilmiştir.
Gümülcine'deki Celal Bayar Lisesi bu anlaşmadan sonra kurulmuş ve
öğretim kadrosu Türkiye'de eğitim almış öğretmenlerden teşkil
edilmiştir. Ancak, anlaşmanın uygulanmasına 1970'lerde son
verilmiştir. Bu tarihe kadar 500 öğretmen Türkiye'de eğitilmiş, sonra
da Yunanistan'a dönerek görev almıştır; 1970'lerden sonra bu da
engellenmiştir.
"Kontenjan öğretmenleri" olarak adlandırılan bir kısım öğretmenler de
belli bir kontenjan dahilinde Türkiye'den gönderilen Türk uyruklu
öğretmenlerdir. Maaşları Türkiye tarafından ödenen, çalışma ve ikamet
izinleri ise her ders yılının başında yenilenen bu öğretmenlerin her yıl
bir bölümü, Yunan yetkililerce çeşitli nedenler gösterilerek
reddedilmekte ve sayılarının, İstanbul'da iyice azalmış olan Rum
öğrencilere yetecek Yunanlı öğretmen sayısını aşmamasına özen
gösterilmektedir.
Bir diğer öğretmen grubu olan "formasyonlu öğretmenler",
Türkiye'deki öğretmen okullarında eğitim görmüş olan Batı
Trakyalüardır. Günümüzde resmen kapatılmış olan Batı Trakya Türk
Öğretmenler Birliğinin çatısı altında toplanmış bulunan formasyonlu
öğretmenlerin maaşları, sözleşmeli olarak çalıştıkları okul encümeni
tarafından ödenmektedir. Bu öğretmenlerin bir bölümü dikta
döneminde görevden alınmış, bir kısmı da okul değiştirmek isterken
açıkta kalmıştır. Bu politikanın sonucunda 1973 yılından beri,
Türkiye'de okumuş hiçbir Batı Trakyalı öğretmene Batı Trakya'da
Türkçe eğitim yapan okullarda çalışma izni verilmemiştir.
Anadilleri olduğu için Türkçe, resmî dilleri olduğu için Yunanca
öğrenmek zorunda olan azınlık öğrencilerinin, yeterli öğretmen
bulunamayan bu okullarda, sonunda ikisini de yeterince
öğrenememeleri ve azınlık eğitiminin kalitesinin düşük oluşu
sonucu, azınlık gençlerinin Yunanistan'da yüksek öğrenim şansları
da kalmamaktadır.
Avrupa Konseyinin uyarıları sonucu Yunanistan, 1999 yılında
finansmanı Avrupa Birliği tarafından karşılanacak bir program
dahilinde, Türk öğrencilerin üniversiteye giriş ve diğer kamu ve özel
sektör sınavlarında başarısız olmalarında çok büyük bir rol oynayan
dil sorununu gidermeye yönelmiştir. Bu program dahilinde
Yunanca'nın ikinci dil olarak Türk öğrencilere öğretilmesi
amaçlanmıştır, fakat uygulamadaki savsaklamalar yüzünden istenen
düzeye gelinmemiştir.
Azınlık arasında "akademililer" olarak adlandırılan Selanik Özel
Pedagoji Akademisi (SOPA)- İdhiki Pedhagogiki Akadimia
Thessalonikis (EPATH) mezunları ise azınlık eğitiminde ayrı bir yer
tutmaktadır. Bu grup, formasyonlu öğretmenlere alternatif yaratmak
amacıyla medrese çıkışlı öğrenciler arasından alınarak Yunanca
dilinde eğitilen, Türkçeleri yetersiz, Yunan devlet memuru statüsünde
şahıslardan oluşmaktadır. Azınlık okullarında rahatlıkla öğretmen
olmak isteyenlerin SÖPA'nm mezuniyet standartlarını taşıyor olmaları
gerekmektedir. Ancak SOPA mezunu öğretmenler hem yetersiz bilgi
birikimine sahiptir, hem de Türk çocuklarına yönelik asimilasyon
amaçlı propaganda yapmaktadır.
Avrupa Birliği'nin azınlıklara verilen eğitim konusundaki
baskılarının diğer bir sonucu olarak da 2341/1995 sayıl1 Yüksek
Öğrenim Yasası'nda değişiklik yapılarak, 1996-97 öğretim
döneminde üniversite seçme sınavına katılacak Türk azınlığa Yunan
üniversitelerine girişte % 0.5 oranında kontenjan ayrılmıştır. Ancak,
bu uygulamanın da YunaO radikal çevrelerince tepki gördüğü
bilinmektedir.
Yunanistan'ın Türklerin eğitimini engellemek için kullandığı
yollardan birisi de öğretmenlerin ihtiyaç duydukları göreve
atanmalarını geciktirmektir. Yunan yetkililer ayrıca, okullarda eğitim
başlamadan az önce tadilat gibi gerekçelerle okulu kapatmakta ve
müfredatta sapmalara neden olmaktadır.
Yunan Yönetimi, toprağa bağımlı Türk azınlığın ekonomik açıdan
güçlü bir duruma gelmesini engellemek amacıyla, zamana ve koşullara
göre değişiklik gösteren baskılar uygulamaktadır.
1983 yılında çıkarılan bir yasa ile sınır bölgelerindeki inşaatlar ve
onarımlar için ruhsat alınmasının şart koşulmasından istifade eden
Yunan yönetimi, azınlığın diğer yapılarının yanı sıra okulların
onarılması ve büyütülmesini de engellemektedir.Batı Trakya' daki
azınlık ilkokullarının çoğunda birkaç sınıf bir a aynı derslikte eğitim
görürken, bazı yerlerde iki, hatta
bir derslikli okullar bulunmaktadır. Bu durum da eğitim^ kalitesini
ister istemez düşürmektedir.
Bu olumsuz durumdan da istifade etmesini bilen Yunan
makamları,işsiz bıraktıkları formasyonlu öğretmelerin sorununa
gerekçe olarak bu derslik sıkıntısını gösterebilmektedir.
694/1977 sayılı yasanın 7. maddesi, öğretmen kadroları, sözleşmeleri,
dersliklerin sayısı ve Türkçe okutulan derslerin haftada kaç saat
yapılacağı gibi hususları Eğitim ve Dinişleri Bakanının yetkisine
bıraktığından, dersliklerin sayıca azalması Türkçe ders saatlerinin
azaltılmasına, bu azaltma da öğretmen kadrolarının iptaline gerekçe
oluşturmaktadır.
Ekonomik Baskılar
Batı Trakya'da Türk nüfusun büyük bölümü köylerde yaşamakta,
dolayısıyla tarımla uğraşmaktadır.
Türk azınlığın kamu kurumlarında görev almaları engellenmekte,
kamulaştırma, arazi birleştirmeleri, tapu ve zilyetliği tanımama gibi
yollarla azınlığın sahip olduğu topraklar ellerinden alınmakta ve yeni
gayrimenkul edinmelerine çeşitli kısıtlamalar getirilmektedir.
Bu hususta, "Trakya Müslümanlarma ait arazileri, zirai yapıları, Yunan
vatandaşı ve Hristiyan dinine mensup Elenlerin satın almaları için"
Yunanistan Merkez Bankası ile Ziraat Bankası arasında kolay kredi
temini amacıyla 22 Kasım 1966 tarihinde imzalanan anlaşma en göze
çarpan örnek olarak verilebilir. Sözkonusu anlaşma sonraki yıllarda da
yenilenmiş olup, halen yürürlüktedir.
Türk azınlığın tarım ve bazı küçük işletmeler gibi ekonomik hayatın
sınırlı bir bölümünde faaliyet göstermesine imkân tanınmaktadır.
Ancak, Yunan Yönetimi'ne yakın olanlar dışındaki azınlığın, özellikle
Türkiye'den almış oldukları diplomaların denkliği tanınmadığı için
serbest meslek erbabı olarak faaliyet gösterecek olan azınlık
mensuplarına çeşitli idari zorluklar çıkarılmakta ve mesleklerini icra
etmeleri engellenmektedir.
Kamu Görevlerinde Kısıtlamalar
Türk azınlık Batı Trakya bölgesindeki nüfusun önemli bir bölümünü
teskül etmekedir. Ancak, yerel ve devlet seviyesinde kamu
hizmetlerindeki istihdam paylarına bakildiginda ayni seyi söylemek
mümkün değildir.
Bunun nedenlerinden birisi, Türklerin okullarda yetersiz eğitim
almalarıdır. Bu faktör azınlığın iş bulma şansını oldukça azaltmaktadır.
Ancak, işe girerken kasti olarak ayrımcılık yapıldığı yönünde raporlar
da göze çarpmaktadır. İskeçe ve Gümülcine'de yerel yönetimlerde
hiçbir Türk çalışmamakta, çalışanlar da temizlik işçiliği gibi marjinal
işlerde istihdam edilmektedir. Trakya Genel Sekreteri KAMBELLİS
dahi işe girmede bir ayrımcılık olduğunu kabul etmiş olmakla birlikte,
bu konuda bazı olumlu adımlar atıldığını iddia etmiştir. Fakat bazı
hükümetler-üstü organizasyonların raporları tersini göstermektedir.
İskeçe Valisi, valilikte sadece bir Türk'ün çalıştığını söylemiştir, o da
veteriner hizmetleri bölümündedir. Belediyeler Türkleri sadece
mevsimlik işler için işe almaktadır.
Yunan ordusunda askerlik hizmetlerini yapan Türkler de genellikle
geri hizmetlere atılmaktadırlar. Yunan kökenli askerler ailelerinin
bulunduğu bölgelerde askerliklerini yapabilmekte iken, Türk soylu
askerler ailelerinden uzakta sınır bölgelerine gönderilmektedir.
Müftülük Sorunu
-İskeçe Seçilmiş Müftüsü Mehmet Emin AGA-
Yunan Yönetimi ve Türk azınlık arasındaki en önemli çatışma
konularından birisi de dinî işlerden sorumlu resmî görevlilerin
seçimidir. Lozan Andlaşması, Türk azınlığa kendi din işlerini Yunan
Yönetimi'nden bağımsız olarak organize etme ve yönetme hakkını
açıkça tanımıştır. Ancak 1985 yılından bu yana Yunan Hükümeti,
Lozan'ın ilgili maddelerini ihlâl ederek ve Türk azınlığın sesini
duymazdan gelerek müftüleri doğrudan kendisi atamaya başlamıştır.
Gerekçesi ise müftülerin sadece dinî değil toplumsal fonksiyonları da
olduğu, bu yüzden müftülerin atamasının da hükümet tarafından
yapılması gerektiği şeklindedir
iskeçe Seçilmiş Müftüsü MEHMET EMİN AGA Bir Duruşmada
Türk cemaat bu tarihe kadar, 1913 Atina Anlaşması ve 1920 tarihli
2345 sayılı kanun gereği kendi müftülerini hür iradeleriyle
seçebilmekteydiler. 2345/1920 sayılı kanuna göre müftülerin Din
İşleri Bakanlığı ve Bölge Valisi tarafından onaylanan bir adaylar
listesinden, Müslüman azınlık tarafından seçilmesi, geniş
yönetsel-yargısal yetkilerle donatılan müftülerin görev bölgelerinde
şeriat hükümlerini uygulayabilmesi, öğretim ve din görevlilerini
denetleyebilmesi, Cemaat İdare Heyetlerinin evkaf gelirlerini kontrol
edebilmesi, Müslümanlar arasında şahsın hukuku ve aile hukuku
konusunda çıkan sorunları çözmekle yükümlü olup, evlenme,
boşanma, nafaka, vesayet, velayet, miras gibi konularda karar
verebilmesi, kararlarının ilgili Yunan makamları tarafından tanınması
ve yürürlüğe konabilmesi,Yunanistan'daki diğer din görevlileri gibi
askerlikten muaf tutulmaları, camilere ait vakıfları yöneten komisyona
da başkanlık yapabilmeleri öngörülmüştür.
Aynı yasa, müftüleri denetleyecek bir başmüftüden de söz etmektedir.
Buna göre, Başmüftü Yunanistan'da yaşayan Müslümanların mezhep
bakımından en büyük makamı olup karma usûlle seçilmektedir.
Yunanistan'daki bütün müftüler biraraya gelecekler ve çoğunlukla
seçtikleri 3 adayı Dinişleri Bakanlığı'na sunacaklardır. Bakan
tarafından seçilen kişi, Kral iradesi ile atanacaktır. Fakat bu sözü
edilen başmüftü hiçbir zaman atanamamış, hatta sözkonusu yasanın
12.madde dışında hiçbir hükmü yürürlüğe sokulmamıştır. Müftülerin
seçimle gelme hükmü de yürürlüğe konmadığı için 1920'den sonra
müftüler özel birer Kral İradesi ile atanmışlardır.
1984 yılında Gümülcine Müftüsü Hüseyin Mustafa Efendi'nin ölümü
ile Yunan hükümeti bu pozisyona Müslüman azınlığa danışma
gereksinimi duymadan Rüştü Ethem'i atamıştır. Bunun üzerine azınlık
Ağustos 1990'da yeni ve resmi olmayan bir seçim yapmış ve Mehmet
Emin AGA'yı İskeçe, İbrahim Şerifi de Gümülcine Müftüsü olarak
seçmişlerdir. Yunan Hükümeti'nin buna yanıtı 2345 sayılı kanunu
kaldırıp, yerine 1920 sayılı kanunu getirmek olmuştur. Bu yeni kanun,
müftülerin cemaat tarafından seçilmesini engellemekte ve
müftü tayinini tümüyle Yunan idaresine bırakmaktadır.
2345/1920 sayılı kanunun 1.5. maddesine göre, devlet tarafından
atanan bir genel sekreter başkanlığında, vali, Müslüman dini memurlar
ve yörenin ileri gelen azınlık mensuplarının da katılacağı bir komisyon
müftüyü seçecektir. Sözkonusu komisyon, bir aday listesi
hazırlayacak, bu liste devlet tarafından atanmış bir memur olan Trakya
Genel Sekreteri tarafından Eğitim ve Din İşleri Bakanlığı'na
gönderilecektir. Bakanlık, Cumhurbaşkanlık onayı ile nihai kararı
verecektir. Türk azınlıktan gelebilecek herhangi bir tepkiye karşı
önlem olarak da sözkonusu komisyonun sadece başkanın varlığı ile
dahi karar alabileceği, diğer üyelerin toplantıda bulunmasının şart
olmadığı öngörülmüştür.
Yeni kanunun önceki kanundan bir diğer önemli farkı da müftülerin
elinden vakıfların mal varlığını yönetme yetkisini almış olmasıdır.(5.
madde). Bunlara ek olarak, 7. maddeye göre resmi yazışmalar da
Yunanca yapılacaktır. Halbuki 2345 sayılı kanunda diğer Müslüman
cemaatlerle ve Türklerle yapılacak yazışmaların Türkçe olmasına izin
verilmiştir.
Şu anda Batı Trakya'da her cemaatin ikişer müftüsü vardır: ilk ikisi
Yunan Hükümeti tarafından atanmış olan Gümülcine Müftüsü Cemali
Meço ile İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Sinikoğlu'dur. Diğer ikisi ise
cemaat tarafından seçilmiş olan iskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga ile
Gümülcine Müftüsü ibrahim Şeriftir. Yunan Hükümeti, cemaatin
seçtiği müftüleri müftü" unvanını kanunsuz bir şekilde kullanmaktan
ve otoriteye karşı çıkmaktan çeşitli defalar yargılamışlar ve hapse
atmışlardır. 14 Aralık 1999'da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
İbrahim Şerif davasında, "Şerife karşı yürütülen idari işlemler Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin düşünce, din ve kanaat özgürlüğüne dair
9. maddesinin ihlali" olduğu gerekçesiyle Yunanistan'ı mahkum
etmiştir.
Vakıf Sorunları
Lozan Andlaşması'nm "Yunanistan'daki Müslüman azınlığın,
masrafları kendisine ait olmak üzere, her türlü hayır kurumlarıyla
dinsel ve toplumsal kurumları, okulları kurmak, yönetmek ve
denetlemek" hakkını tanıyan 40. maddesi de Yunanistan tarafından
ihlâl etmektedir.
Yunanistan, 2345/1920 sayılı yasa ile vakıfların hukuksal yapılarına
ilişkin bazı düzenlemeler getirmiştir. Bu çerçevede eğitim amaçlı
vakıfların Cemaat İdare Heyetleri, dini amaçlı vakıfların ise Mütevelli
Heyetleri tarafından yönetilmesi öngörülmüştür. Ancak, 1945 yılında
yapılan düzenleme sonucu, tüm vakıfların Cemaat İdare Heyetlerince
yönetilmesi karalaştırılmıştır. 1967 yılında Cunta yönetimi, seçimle
işbaşına gelen yönetim kurullarını azlederek, yerine kendi amacına
hizmet eden şahısları getirmiştir.
1091/1980 sayılı yasa ile vakıflar konusu yeniden düzenlenmiş ve Türk
azınlığın vakıflardaki etkinlikleri en aza indirgenmiştir. Söz konusu
yasa Lozan Anlaşması'na tamamen aykırı olarak, cemaatlerin kısmen
korunan hükmi ve manevi kişilikleri ile işlevleri resmen ortadan
kaldırılmış, vakıfların kontrolü bağlı bulundukları illerin valiliklerine
bırakılmıştır. Bu kanundaki madde 20.1., sözkonusu kanun yürürlüğe
girene kadar vakıf mütevelli heyetinin vakıf mallarının dökümünü
yapması ve bunu vergi dairesine bildirmesi zorunluluğunu getirmiştir.
Aksi halde devlet bu malları geri alabilecektir. Azınlığa ait malların
çoğunun Osmanlı zamanından kaldığı ve pek çok resmi belgenin
yüzyıllar boyu savaşlar ve yer değiştirmeler sonucu kaybolduğu
düşünülürse, bu maddenin konmasının ardındaki gerçek nedenin
mümkün olduğunca Türk vakıf malına el koymak olduğu
görülmektedir. Ancak, sözkonusu yasa azınlığın ve Lozan
Anlaşması'nm tarafı olan Türkiye Cumhuriyeti'nin tepkileri sonucu
uygulamaya geçirilememiştir.
3 Ocak 1991'de yayınlanan yeni bir kararname, 1091 sayıl1 kanunu
biraz yumuşatmakla birlikte içerdiği bazı hükümler
ile söz gelişi, valinin vakıf yönetim kurullarının seçimine müdahale
hakkı gibi, devletin bu kurumlar üzerindeki müdahalesini tam olarak
ortadan kaldırmamıştır. 1996 yılında yeni bir hükümet kararnamesi ile
vakıfların yönetimi üç yıllığına seçilen bir komiteye verilmiştir. Bu
komitenin görev süresi Nisan 1999'da sona ermiş olmakla birlikte,
yerine yeni bir düzenleme yapılmadığından faaliyetlerini
sürdürmektedir.
Yunanistan Hükümeti tarafından zaman zaman Türk azınlığın
vakıflarına ait menkul ve gayrimenkullere vergi tahakkuk ettirilip,
sonra da ödenmediği gerekçesiyle ipotek konulmaktadır. Ancak
vakıflar, vergiden muaf olmaları nedeniyle sözkonusu vergileri
ödememektedirler.
Siyasal Katılımın Engellenmesi-"Kapodistrias Planı"
Batı Trakya bölgesinde nüfus olarak büyük öneme sahip olan Türk
azınlık, siyasi alanda çok aktif bir çizgi izleyememektedir. Azınlığın
yönetime katılmasını engellemek isteyen Yunanistan, bağımsız azınlık
adayların seçimini çeşitli düzenlemelerle engellemektedir. Bu
kapsamda, 1993 yılında getirilen düzenleme ile milletvekili
seçilebilmek için bağımsız adaylar dahil olmak üzere tüm adayların,
ülke genelinde geçerli oyların %3'ünü alması öngörülmüştür. Yaklaşık
200.000 rakamına tekabül eden bu %3'lük baraj uygulaması, nüfusu
120.000 civarında ve oy kullanacak kişi sayısı ise 50.000 civarında
olan Türk azınlığın siyasi iradesini engellemeye yönelik bir
uygulamadır.
1993'teki genel seçimlerde ilk kez uygulanan baraj sistemi beklendiği
gibi bağımsız azınlık adaylarının milletvekili seçilmelerini
engellemiştir. Bu gelişme, azınlık mensuplarının Parlamento'ya ancak
bir siyasi partinin adayı olarak girmelerini zorunlu kılmıştır.
Diğer taraftan, Batı Trakya Türk azınlığının siyasi hayata Katıhrm
yolunda önemli bir adım olan Dostluk Eşitlik ve Barış Partisi(DEB)
girişimi, parti önderi Dr. Sadık Ahmet
Siliğinde kısa dönemde ses getirmiştir. Sadık AHMET,
bağımsız listeden milletvekili seçildiği 18 Haziran 1989 seçimleri
ardından azınlık içindeki etkinliğini artırmıştır. 13 Eylül 1991 tarihinde
kurmuş olduğu DEB Partisi aracılığıyla azınlık sorunlarını gündeme
getiren Sadık AHMET, bilindiği gibi 24 Temmuz 1995 tarihinde
geçirdiği şüpheli bir trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir.
Azınlığın siyasî etkinliğinin azaltılması amacıyla uygulamaya konulan
bir diğer yöntem ise il, belediye ve nahiyelerin birleştirilmesi
uygulamasıdır.
Kamu Yönetimi, Adem-i Merkeziyet ve İçişleri Bakanlığı tarafından
Mart 1997'de belediye ve nahiyelerin birleştirilmesi (Kapodistrias
Planı) yasa tasarısıyla, köy ve nahiyeler birleştirilerek yeni nahiyeler
oluşturulmuş, özellikle azınlığın yaşadığı bazı köy ve beldelerin idarî
açıdan, Yunan nüfusun ağırlıklı olduğu köy ve beldelerle
birleştirilmesi sağlanarak, azınlığın seçilme şansı bir kez daha
kısıtlanmıştır.
Sosyal ve Kültürel Örgütlenme Yasakları
Batı Trakya Türk azınlığı dayanışma ve ortak hareket amacıyla dini,
mesleki, kültürel nitelikte çeşitli dernekler ve birlikler kurmuştur.
Azınlığın bilinçlenmesinde büyük önem taşıyan bu sosyal
örgütlenmeler Yunanistan tarafından sürekli bir tehdit olarak
algılanmış ve kapatılmaları için her türlü yola başvurulmuştur.
1927 yılında kurulan ve azınlık organizasyonlarının en eskilerinden
biri olan İskeçe Türk Birliği, 1988 yılında tüzüğünün yasaya aykırı
olduğu gerekçesiyle kapatılmıştır. Asıl kapatma nedeni ise Birlik
unvanında yer alan "Türk" kelimesi olmuştur.
1936 yılında kurulan Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği de uzun
yıllar faaliyet gösterdikten sonra, 1972 yılında Dernekler Yasası'nda
yapılan değişikliğin ardından, isminde yer alan "Türk" sözcüğünün
çıkarılması için Valilik tarafından mahkemeye verilmiştir. Uzun süren
mahkeme aşamalarının ardından 1988 yılında kapatılmıştır.
Her iki derneğin de gayri resmi olarak varlığını sürdürmesi
kapsamında, dernek yöneticileri hakkında da "yasadışı örgüt üyeliği"
iddiasıyla dâvalar açılmaktadır. 1997 yılında görülen bir dâva
sonucunda illegal derneğe üye olmaktan suçlu bulunan dernek
yöneticileri 3 yıl tecilli 8'er ay hapis cezasına mahkûm edilmişlerdir.
Toprak ve Diğer Taşınmaz Mallarla İlgili Sorunlar
Lozan Andlaşması'nm resmi verilerine göre, Batı Trakya Türk azınlığı
1920'lerde toprağın %84'üne sahipti, ancak bu oran günümüzde % 25'e
düşmüştür. Bunun nedeni, Yunan hükümetlerinin, Yunan kökenli
vatandaşlarının bölgeden toprak alması için gösterdiği kolaylıklar ve
ayrılan kotalar, Türk topraklarının kamulaştırılması, arazilerin
birleştirilmesi (anasdasmos) uygulaması, Osmanlı toprak dağılımının
ve mülkiyetlerinin tanınmaması ve Sovyetler Birliği'nden getirilen
Yunan göçmenlerin yöreye yerleştirümesidir. Kamulaştırmanın nasıl
adaletsiz bir şekilde yapıldığı oranlara bakılarak anlaşılabilir.
Kamulaştırılan arazilerin %80-90'ı Türklere, sadece % 10-20'si
Yunanlılara aittir.
Diğer taraftan, anasdasmos uygulaması Türkler için ayrı bir problemli
konuyu teşkil etmektedir. Anasdasmos, "verimli toprakların değerini
artırmak ve kullanılmayan arazinin de ekilmesini sağlamak amacıyla
zaman içinde miras ya da başka nedenlerle bölünerek küçülmüş ve
ekonomik verimliliğini kaybetmiş toprakların kendi aralarında ya da
başka toprak parçalarıyla birleştirilerek, yeniden dağıtımı"
uygulamasına verilen addır. Türkler genelde topraklarının en verimli
parçasını anasdasmos'a. katmaya zorlanmakta fakat karşılığında daha
büyük ancak çok daha verimsiz toprak parçaları kendilerine
verilmektedir.
Osmanlı'dan gelen topraklar meselesinde de Yunan otoritelerinin
ayrımcı politikaları göze çarpmaktadır. Devlet Osmanlı tapusunu, eğer
sözkonusu arazi bir Yunanlı çiftçiye aitse tanımakta iken, aynı haktan
Türk çiftçiler yararlanamamaktadır. Bu şekilde, 1974 yılında
İskeçe'nin Inhanlı nahiyesindeki 1.800 hektar arazi, Yunan
Devlet
Malları Konseyi tarafından kamulaştırılmıştır. Gerekçe ise toprak
üzerindeki iyeliğin 1872 tarihli Osmanlı tapusu dışında başka bir
belgeye dayanmamış olmasıdır. 1990 yılma kadar Türklerin bölgedeki
toprakları üzerindeki hakları önemli ölçüde kısıtlanmıştır. 1938 yılına
ait 1366 sayılı kanun Batı Trakya'yı sınır bölgesi olarak nitelendirmiş
ve bu bölgedeki toprakların Yunan asıllı olmayanlara satılmasını
yasaklamıştır.
Bu konudaki haksız uygulamalar Avrupa Konseyi'nin ilgisi buraya
çekilene kadar sürmüştür. Konsey, bu uygulamaların Avrupa
Birliği'nin insanların, hizmetlerin ve sermayenin hareket özgürlüğü ve
aynı zamanda mülkiyet hakkı ile ilgili normlarına aykırı olduğu
yönünde karar almış ve Lüksemburg Mahkemesi'nde dâva açmıştır.
Mahkeme de bu uygulamayı Roma Anlaşması'nm 52. maddesine
aykırı bulmuştur. Bunun üzerine Yunanistan 31 Ağustos 1990'da 1892
sayılı yeni bir kanunu yürürlüğe koymuştur. Ancak hâlâ eski kanunda
olduğu gibi bölgede toprak alımı için devlet izni gerekmektedir.
Yasak Bölge Uygulamaları
Yunanistan'ın azınlık üzerindeki asimilasyon politikasının bir diğer
örneğini teşkil eden "Yasak Bölge" uygulaması 1995 yılında
kaldırılmış olmakla birlikte, Yunan politikalarının sınırlarını
göstermesi bakımından önemli bir örnek oluşturmaktadır.
Yasak Bölge, Batı Trakya'da güneyden kuzeye giderken Bulgaristan
sınırına 8 km. kala başlamakta, sınır boyunca Türkiye'ye doğru
uzanmaktadır. Bölge, 1953'te "Kuzey'den komünist sızmasını önlemek
"gerekçesiyle kurulmuştur. Oysa, uygulandığı dönemdeki asıl işlevi,
dağlık Balkan kolunda yaşayan Pomak Türklerini, Yaka ve Ova'da
yaşayan Türk azınlıktan ayırmak, daha doğrusu Pomakları göç
ettirilmek istenen Türklerden soyutlayarak asimile etmektir.
199S Yılma ait ve ŞAHİN (Ekhinos) Yasaklı Bölgeye Giriş-Çıkış için Yunan
makamlarınca Türk azınlık mensubu bir İmam adına düzenlenmiş olan 'özel
paso'
Yasak bölgeye girişler özel pasaportla yapılmaktaydı. Yalnız
yabancılar değil, Yunan vatandaşlarının (yani Batı Trakya Türk
azınlığının) da girmesi yasak olan bu bölgede, ABD'nin insan hakları
Yunanistan Raporları'na göre yabancı diplomatların da seyahat etmesi
özel izne tâbiydi ve bu Bölge, saat 24.00 ile 08.00 arasında tamamen
kapanmakta idi. Yasak Bölge'ye dışarıdan girişler özel pasoyla olduğu
gibi içeride yaşayanların çıkması da özel geçiş belgesine(pasoya) tâbi
idi.
İş imkânları çok sınırlı, işlenecek toprağın verimsiz olduğu bölgedeki
Türk okulları, Türkiye'den gelen kontenjan öğretmenleriyle Batı
Trakyalı formasyon öğretmenlere izin verilmediğinden ve Türkiye'den
gelen kitaplar da sokulmadığından eğitim de son derece yetersizdi.
Buna karşılık, 1980lerde burada Yunanca eğitim veren 3 ortaokul
açılmış, ancak azınlık mensupları çocuklarını bu okullara göndermeyi
reddetmiştir. Diğer taraftan, 1995 yılında "Yasak Bölge"
uygulamasının kaldırıldığı belirtilmekle birlikte, Yunan bakamları bu
bölgeye girişleri kontrol altında bulundurarak, yerli yabancı şahısların
girişlerini smırlandırabilmektedir.
2) BATI TRAKYA TÜRKLERİnin YAKIN DÖNEM SİYASÎ
TARİHİNDEN KESİTLER ve DR. SADIK AHMET'İN SİYASÎ
KARİYERİNE GENEL BİR BAKIŞ :
Batı Trakya Türkleri'nin Lozan'dan bugüne kadar, her nasılsa,
ellerinden alınmamış nadir haklardan biri "seçmek" ve "seçilmek"
hakkı olmuştur. Fakat Yunanistan'da siyasi partilerin yaptıkları ince
hesaplar neticesi, yıllar boyu Türk toplumunun oyları toplanmış,
Türkler şöyle veya böyle Yunan Meclisi'nde temsil edilmiş, ama
partilerin ve onların oluşturdukları hükümetlerin Türkler'e sağladıkları
menfaatler ve haklar "hak edilenin" çok altında olmuştur. Yani
Türkler'in oyları ile orantılı olmamıştır.
Buna göre, öyle dönemler olmuştur ki, Batı Trakya Türkleri yok
sayıldı. Yunan Meclisi'nde temsil edilmelerine rağmen her şeyleri
inkâr edilmiş, talepleri ve feryatları hiç dinlenmemiştir. Bunun içindir
ki, gelinen son noktada azınlık kendi siyasî tarihi boyunca, parti
listelerinden seçilen azınlık temsilcisi milletvekilleri, parti tüzüklerinin
getirdikleri disiplin kuralları kıskacında kalarak, Yunan
Parlamentosu'nda seslerini yükseltemediler. Batı Trakya Türklerinin
duygu ve düşüncelerine tercüman olamadılar. Parti listelerinden
seçildikleri için partiye minnet borçları nedeniyle suskun
kaldılar...Nihayet partiler Türkleri o kadar takmaz oldular ki, liste
usulü yapılan Haziran '1985 seçimlerinde her iki büyük parti de (Yeni
Demokrasi/YDP, PASOK) azınlık politikacılarına listenin ancak
üçüncü sırasında yer verdiler. Bu, onların seçilmemesi demekti.
Çünkü; zaten üç milletvekili çıkaran Rodop ve İskeçe illerinde
sandalyelerin üçünü de aynı partinin alması mümkün değildi. Bunun
için Batı Trakya Türkleri ilk kez Haziran '85 seçimlerinde baş
kaldırarak bağımsız liste denemesinde bulundular.
İLK BAĞIMSIZ LİSTELER
Artan baskılar neticesinde, Batı Trakya'da Türkler arasında bağımsız
listeler ilk kez Haziran 1985 milletvekili genel seçimlerinde gündeme
geldi. Gümülcine'de mukim Sabahattin Galip'in "GÜVEN",
İskeçe'de ise M. Emin Aga
önderliğinde "BARIŞ" listeleri bağımsız olarak seçime girdiler.
Bunlar bağımsız adaylıklarını ilan edince PASOK ve YDP listelerinde
üçüncü sırada yer verdikleri azınlık adaylarını ikinci sıraya
yükselttiler.
1985 seçimlerinde böylece ilk denemesi yapılan bağımsız listeler
Gümülcine'de 10.390 İskeçe'de ise 10.318 oy almalarına rağmen,
yeterli oy sayısını yakalayamadıkları için seçimi kaybetmişlerdi ama
mücadeleyi kazanmışlardı. Bundan sonra bağımsız milletvekili
seçmek düşüncesi toplum içinde gelişmeye başladı. Zamanla Batı
Trakya Türk toplumu bünyesinde en uygun siyasi görüş haline gelerek
seçmenler tarafından benimsendi.
1989 SEÇİMLERİNDE BAĞIMSIZ LİSTELER (*)
Böylece ilk denemesi yapılan bağımsız listeler hareketiyle
toplumda bağımsız adaylık bilinci gelişmeye başladı. Yıllardır
partilerden ve parti listelerinden seçilenlerden fayda görmeyen toplum,
Haziran '89 seçimlerine doğru giderken yeni umutlar yeni arayışlar
içindeydi. Bu arayışlar Gümülcine'de yine "GÜVEN", İskeçe'de ise
"İKBAL" listesinde hayat buldu. Batı Trakya Türkleri bu sefer bu
listelere oy verebileceğinin tam bilincindeydi. Hemen belirtelim ki,
İskeçe'deki bağımsız "İKBAL" listesi M.Emin Aga başkanlığında,
Kadir Yunusoğlu, Mustafa Hasanoğlu ve Rasim Muroğlu'ndan
oluştu. Bu liste Haziran '89 seçimlerinde 9000 kadar oy aldı, ancak
barajı aşamadığından milletvekili çıkaramadı.
"GÜVEN" LİSTESİ:
Batı Trakya Türkleri'nin Rodop ili için oluşturdukları bağımsız
"GÜVEN" listesinde şu isimler yer aldı:
1- Dr. Sadık Ahmet (Operatör Doktor)
2- İsmail Rodoplu (Gazeteci, Tarihçi)
3- Sabahattin Emin (Avukat)
( ) Bu veriler « http://www.batitrakyalilar.com/dev/sadik_liste.asp» ortamından aynen «inmiştir.
(Erişim tarihi 15 Temmuz 2005)
Dr. Sadık Ahmet, kendilerini bağımsız liste oluşturmaya iten
nedenleri şöyle sıralıyordu:
-"Doğup büyüdüğümüz ülkede iktidar ve muhalefet tarafından
ırkımız inkâr edilir ve bütün insanlık dışı baskılar bizlere
uygulanırsa pek tabii ki bizler, toplum olarak, demokrasinin
getirdiği bazı hakları kullanmak zorunda kalırız. Bunlardan biri
de bağımsız bir liste halinde seçimlere girmek ve bu şekilde bizlere
yapılan baskıları, hiçbir partiden fayda olmadığını, Türk
olduğumuzu oylarımızla yönetime ve dünya kamuoyuna
duyurmaktır. Aynı zamanda seçilecek milletvekili partiye değil,
kendi toplumuna bağlı olacaktır."
Bir bildiri ile kendilerini deklare eden GÜVEN listesi işi sıkı tuttu ve
yoğun bir çalışma başlattı. Seçim öncesi propaganda günlerinin her
dakikasını değerlendirerek köy, kent, dağ, ova kendini her yerde
herkese anlattı.
Dr. Sadık Ahmet, liste arkadaşları ve daha nice gönüldaşları Batı
Trakya'nın en ücra köşelerine kadar ulaşarak insanlara dâvayı,
amaçlarını ve bağımsız listenin önemini anlattılar. Meydanlarda,
sokaklarda bir çok mitingler düzenlediler. Kahvehanelerde, cami
odalarında hatta evlerde yüzlerce toplantı yaptılar. Masalar,
sandalyaler bazen meyva sandıkları kürsü yerine kullanılarak, bazen de
bir tümseğe çıkılarak binlerce konuşma yaptılar. Mikrofon ve hoparlör
bulundu ise kullanıldı. Bulunmadıysa avaz avaz bağınlarak hak, hukuk
ve Lozan anlaüldı. Batı Trakya Türkleri'nin haklarına kavuşma
yolunun GÜVEN listesinden geçtiği vurgulandı. O yıllarda Yunan
resmi makamlarınca inkâr edilen Türklük unsuru işlendi. Batı
Trakya'da Türklüğün ebediyen yaşayacağı noktasında güvence verildi.
"GÜVEN" LİSTESİNE DESTEKLER
"GÜVEN" listesine, azınlığın küçük bir kısmı dışında tam destek
vardı. Hemen hemen bütün aydınlar ve azınlık basını da destek
veriyordu.
En ateşli taraftar ise Halil Salih (Haki)'in sahibi olduğu, yayın
hayatına halen devam eden İLERİ gazetesi idi. Özellikle
kampanyamn son günlerinde İLERİ gazetesi sahibi Halil Haki işini
gücünü bırakarak, hatta gazetesini de çıkarmaktan vazgeçerek
GÜVEN listesinin propaganda çalışmalarına katılmıştır.
Ve İLERİ gazetesi seçim sonuçlarına daha on gün varken kesin
kanaatini belirtiyordu:
"Artık rahat ve huzur içinde söylüyoruz ki; Azınlığın gerçek sesi,
kendi sesi olan GÜVEN listesi mutlak surette bir milletvekili
çıkaracaktır...Binaenaleyh
daha
şimdiden
hay
kırıyoruz:
MİLLETVEKİLİMİZ MÜBAREK OLSUN."
Bunun yanında diğer azınlık basını, Yüksek Tahsilliler Derneği,
Vaaz ve İrşat Heyeti, Almanya'daki Batı Trakya Türk dernekleri ve
Federasyon GÜVEN listesine tam destek veriyordu.
Partilerden aday olanlar hariç, eski ve yeni azınlık politikacılarının
hemen tamamı GÜVEN listesinin yanında yer aldı.
Ancak Yunanistan'da 18 Haziran 1989 seçimlerine gidilirken Batı
Trakya Türkleri'nin oluşturdukları bağımsız listelere muhalif olanlar ve
bu hareketi kösteklemek isteyenlerde vardı.
MUHALİFLER VE KÖSTEKLER
Seçim öncesinde her şey süt liman değildi. GÜVEN listesi aleyhinde
çalışanlar da vardı, bu kişiler ellerinden geleni ardlarma
koymuyorlardı. Sadık Ahmet'in milletvekili olabilmesi için onlarla da
mücadele etmesi gerekiyordu.
Öncelikle partilerden aday olan Azınlık politikacıları GÜVEN
listesine karşıydılar ki bunların başlıcaları:
1- PASOK'dan Ahmet Mehmet ile Sabri Hüseyin
2- Yeni Demorasi'den Hasan İmamoğlu ile
Onsunoğlu
3- Sol Cephe'den Mustafa Mustafa idi.
İbrahim
kişiler Rodop ilinde Haziran '89 seçimlerinde
partilerden aday olan eski ve yeni Azınlık politikacılarıydı.
GÜVEN listesi ve onun başındaki Dr. Sadık Ahmet bunlar
için siyasi rakipti. Bu politikacıların konuşmalarında,
demeçlerinde ve seçim için yayınladıkları gazetelerinde
GÜVEN listesi aleyhine konuşmaları ve yazmaları bir bakıma
normal karşılanabilirdi. Politikacı intisap ettiği partiyi müdafaa
etmek ve karşı tarafı mağlup etme stratejileri geliştirmek
durumundadır. Ama yine de gönül, Haziran'89 seçimlerinde
diğer partilerde Batı Trakya Türklerinden aday bile
bulunmamasını isterdi.
5- 18 Haziran 1989 seçimlerine giderken GÜVEN listesinin
katı muhaliflerinden, biri de Abdülhalim Dede idi. A. Dede
zeki, çalışkan, atik ve başarılı bir gazeteciydi. Vatan, millet ve
diyanetin selametinden ve de azınlığın menfaatinden yana
olduğuna inanıyoruz. Ama bu seçimlerde nasıl bu kadar
aklandığına da hayret ediyoruz??!!! Sahibi olduğu Trakya'nın
Sesi Gazetesi'nde GÜVEN listesi ve Dr. Sadık Ahmet ile
arkadaşları aleyhinde, kendi imzasıyla, öyle yazılar neşretti ki,
bunları hangi mantıkla nasıl yazdığını anlamakta güçlük
çekiyoruz. Herşeyi silip süpürerek gelen büyük seli görmemek
ve kabullenmemek saflığını niye gösterdiğini anlamış
4- Bu
değiliz!....
6- YEREL HIRİSTİYAN KÖSTEĞİ
18 Haziran 1989 Yunanistan milletvekili genel seçimlerinde, Batı
Trakya Türkleri'nin çıkardıkları bağımsız GÜVEN listesine bir
muhalif cephe de yerel Hristiyan basındı. Batı Trakya'da günlük olarak
yayınlanan Hronos, Patrida, Foni Tis Ksanthis gibi yerel Hristiyan
gazeteler bağımsız azınlık listesi ve mensupları hakkında ağır itham ve
karalama kampanyaları yürüttüler. Türkiye yararına çalışmak,
casusluk, azınlık mensuplarının huzurunu bozmak gibi... Ancak bu
onların görevi idi. Onların görevlerini yaptıklarını (!) bilen azınlık
insanı onlara hiç mi hiç itibar etmedi...
DEVLET KÖSTEĞİ
Son köstek ise devletten geldi. Bölgenin seçmen dengesini bozmak
için Batı Trakya'ya yoğun asker sevk edildiği görüldü. Çünkü Yunan
Seçim Kanunu'na göre, askerler, seçim günü bulundukları yerde oy
kullanırlar. Ama bu taktik de GÜVEN'in yükselişini ve Sadık'm
gelişini engelleyemedi.
Türkiye'de bulunan Yunan uyruklu Batı Trakya Türkleri'nin seçim için
Yunanistan'a gitmeleri, yani kendi öz vatanlarına giriş yapmaları
Yunan gümrükçüleri tarafından engellendi. Bu da devlet eliyle
yapılmış başka bir köstekti. Ancak, Dr. Sadık Ahmet öyle bir esmişti
ki,
Batı
Trakya'yı
baştan
başa
kaplamış,
herkesi
heyecanlandırmıştı...Yaşlısıyla genciyle kadınıyla erkeğiyle Batı
Trakya Türkleri onunla yatıyor onunla kalkıyordu...
Bu rüzgârın etkisiyle GÜVEN bayrağı dalga dalga yükseliyordu.
VE ZAFER...
Kösteklere rağmen işin olacağına varacağını herkes görmüş muhalifler
bile kabullenmişti. PASOK adayı Ahmet Mehmet'in bir köyde
söylediği şu sözler o günlerde seçim gazetelerinde yer almıştı:
"......Bağımsızı seçeceğinizi biliyorum ama, bana da yardım
edin ....... "
Dr. Sadık Ahmet ve ekibi gerçekten çok iyi çalışmışlardı. Bunun
mükafatını ise 18 Haziran akşamı sandıklar açıldığında gördüler.
Gecenin ilerleyen saatlerinde neticeler geldikçe "GÜVEN" listesinin
önde olduğu açıkça görülüyordu. Gece yarısına doğru "GÜVEN"
listesinin -1- milletvekilini garantilediği belli olmuştu. Ancak Yunan
haber merkezleri punu ilan etmeye bir türlü yanaşmıyorlardı. Oysa
diğer ilerdeki kazananları duyurmada adeta yanşıyorlardı...
O gece gerçekten de heyecan dolu ve yorucu bir geceydi.
Yüzlerce fedakâr insan sandık gözlemciliği yaparak, oyların doğru
sayılması ve sandıkların çalınmaması için sabahlara kadar çetin bir
mücadele verdiler. Dr. Sadık Ahmet ve arkadaşları merak içinde
sabahladılar. Binlerce Batı Trakya Türk'ü uyumayarak TV ve
radyolardan neticeleri izlediler.
Nihayet 19 Haziran sabahı, sıcak yaz güneşinin doğusuyla birlikte
GÜVEN listesi amacına ulaşmıştı. Zafer 24.858 oyla gelmişti. Bu
oyların 22.472 adedi Dr. Sadık Ahmet'in şahsına verilmişti. Yani
Rodop ilinde milletvekili çıkarabilmek için gereken 17.500 oy
fazlasıyla aşılmıştı.
Haber merkezleri gerçeği daha fazla gizleyemeyip neticeyi
kabulleniyor ve ilan ediyorlardı. Ertesi günlerde ilan resmiyet kazandı
ve Sadık Ahmet'e mazbatası Yunan Devleti tarafından resmen verildi.
O artık milletin vekiliydi.
Batı Trakya Türkleri böylece, başlangıçta "olmaz" gibi görüneni
başarmış, büyük bir zafer kazanmıştı. Azınlık, azınlıkta kaldığından 66
yıl sonra, öz benliğinden çıkmış bir köylü çocuğunu, bağımsız
milletvekili yapmıştı.. Bu demokrasi mücadelesinin öncülüğünü Dr.
Sadık Ahmet ve arkadaşları yaptı, ama bütün toplum gayret gösterdi,
çalıştı, destekledi. Onun için bu zaferde her Batı Trakya Türkü'nün ayrı
ayrı payı vardır. Bu tarihe geçecek şanlı bir demokratik mücadeledir.
Batı Trakya'nın yakın tarih süreci içinde, 31 Ağustos 1913,24 Temmuz
1923, 29 Ocak 1988 gibi tarihler nasıl birer durak noktaları ise, 18
Haziran 1989 tarihi de öylesine önemli bir duraktır.
18 Haziran 1989 tarihi Baü Trakya Müslüman Türk Toplumu'nun
ilk bağımsız milletvekilini Yunan Parlamentosuna gönderdiği gündür.
YEMİN TÖRENİ
Yunan Meclisi milletvekillerinin yemin* töreni için Temmuz '89
başlarında toplandı. 300 üyeden oluşan Meclis'in yeni üyeleri Hristiyan
oldukları için, İncil üzerine el koyarak yemin ettiler. Ancak bir istisna
vardı. O da Dr. Sadık Ahmet idi.
Bağımsız Azınlık Milletvekili Dr. Sadık Ahmet Kuran-ı Kerim'e el
basarak milletvekili yemini etti. Batı Trakya Türk toplumunun Yunan
Parlamentosu'ndaki tek temsilcisi Bağımsız Milletvekili Dr. Sadık
Ahmet, Ayina Meclisi'nde yapılan toplantıda îslam dini kurallarına
göre milletvekili yemini etti. Dr. Sadık Ahmet'in yemin töreninde
ayrıca 298 milletvekili de Başpiskopos Serafim'in huzurunda hazır
bulundu. Özel olarak üzerinde Kuran-ı Kerim bulunan masaya doğru
yemin etmek için Meclis Başkanı tarafından davet edilen Dr. Sadık
Ahmet'in yemin süresi bitinceye kadar Meclis'teki tüm milletvekilleri
ayağa kalkarak saygı duruşunda bulundular. Yemin töreninden sonra
Meclis'teki özel odasında tebrikleri kabul eden Dr. Sadık Ahmet, kabul
sırasında Batı Trakya Türk toplumuna şu mesajigonderdi:
"Az önce ülkenin yasalarını ve anayasasını koruyacağıma dair
söz vererek milletvekili yemini ettim. Toplumumuza da bu yasaların
eşit uygulanmasından başka isteğim yoktur. Bu bakımdan yeminimi
harfiyen yerine getirebilmek ve yasalarla anayasanın azınlık
insanına da tam ve eşit olarak uygulanmasını sağlayabilmek için
elimden geleni yapacağım. Dilerim ki, diğer milletvekili
meslektaşlarım da yeminlerine sadık kalırlar."
"SEMER"
Seçim sonrası günlerde Dr Sadık Ahmet, Gümülcine ve çevresinde
teşekkür ziyaretlerinde bulundu. Bu arada -Gümülcine'nin o zaman
mevcut iki semercisinden biri olan-Semerci Ahmet Avi'ye uğrar.
Selam ve hal hatırdan sonra, Semerci Ahmet Dr. Sadık'a der ki:
-"Sana şimdi bir semer lazım!"
Dr. Sadık Ahmet, "Sen toplumun dertlerini ve problemlerini
yüklendin. Millet seni vekil seçti. Azınlığın dert yükünü
taşıyabilmen için bir semere ihtiyacın var" anlamına gelen bu espriyi
kavrar ve şu cevabı verir:
"Doğrudur.. .Hemen yap!" Sonraki aylarda Dr. Sadık
Ahmet bu semerci dükkanının önünden geçerken takılırmış.
-"Ne oldu bizim semer?" diye...
AZINLIK MESELELERİNİN ÇÖZÜMÜ İÇİN İLK GİRİŞİMLER
Böylece Dr. Sadık Ahmet azınlık dertlerini ve yılların birikimi
meselelerini gerçekten yüklenmişti. Esasen bunların çözümü için
çalışacağını, hattâ çözeceğini, seçim konuşmalarında taahhüt etmişti.
İşte şimdi çalışma zamanıydı. Meselelerin çözümü ise Atina'ya
bağlıydı. Öyleyse Batı Trakya Türk toplumunun meselelerini Atina'ya
(hükümete) götürmek lâzımdı. Bunun için "semere" ihtiyaç yoktu, ama
medenî cesaret, bilgi ve akıllıca politikalara ihtiyaç vardı.
Bilgi ve cesaretin Dr. sadık Ahmet'te yeterince mevcut olduğunu
herkes kabulleniyordu. Politik strateji de iyi başladı.
Dr. Sadık Ahmet önce, Yeni Demokrasi (ND) Partisi Lideri Canis
Cenetakis başkanlığında kurulan yeni hükümete, tek bağımsız
milletvekili olarak, güven oyu verdi.
Bununla demek istiyordu ki:
Ey Hükümet!
-Ben Dr. Sadık Ahmet, Batı Trakya Türk toplumunun temsilcisi
olarak bağımsız ve hür irademle sana güvenimi arz ediyorum.
-Ben bu Meclis 'e kuru kuruya muhalefet için gelmedim.
-Beni buraya gönderen insanların fert olarak da, azınlık
olarak da yığınla problemleri var. Bunların çözümünü senden
isteyeceğim. Çünkü benim birinci derece vazifem, temsil ettiğim
toplumun haklarını savunmaktır.
-Sen Batı Trakya Müslüman Türk azınlığına hakkaniyet ve
adaletle yaklaşır da problemlerinin çözümü için uğraşırsan, ben de
bağımsız ve hür olarak senin yanındayım, arkandayvn, oyumla
destekliyorum.
Dr. Sadık Ahmet bu olumlu yaklaşımıyla iktidar partisi
milletvekilleriyle çabuk diyaloga girdi. Onun sevecen tavırları
muhalefetin de dikkatini çekti. Mecliste kısa sürede bakanlarla temasa
geçerek, Batı Trakya'daki problemlerle ilgili dosyaları bir bir sunmaya
başladı.
İMAR İSKÂN BAKANIYLA GÖRÜŞME:
Dr. Sadık 17.07.1989 tarihinde İmar ve İskan Bakanlığı'm ziyaret
ederek, resmi temaslarına başladı. Bakan B.Kavelas ile görüşen Dr.
Sadık, Batı Trakya'da uzun yıllardır inşaat izni verilmemesi nedeniyle
izinsiz inşa edilen evlerin ve diğer yapıların kaçak inşaat statüsünden
çıkarılıp resmileştirilmesini istedi. Ayrıca kaçak inşaat sebebiyle
haklarında dava açılan ve ceza kesilen azınlık mensubu insanların af
edilmelerini, davaların geri alınmasını, bundan böyle de Batı Trakya'da
ayırım yapılmamasını ve şartlarını yerine getiren Batı Trakya
Türkleri'ne inşaat izni verilmesini talep etti.
söylemiştir.
İÇİŞLERİ BAKANI İLE GÖRÜŞME:
İçişleri Bakanı ile yapılan görüşmede Dr. Sadık Ahmet, Batı
Trakya'daki ayrımlardan ve haksızlıklardan söz etmiştir.
Milletvekilimiz Batı Trakya Türkleri'ne uygulanan vatandaşlıktan
çıkarma olaylarını detaylarıyla ve çarpıcı örneklerle anlatmıştır. İçişleri
Bakanı Dr. Sadıkla işbirliği içinde bulunmaları ve Batı Trakya'daki
bakanlığı ile ilgili gelişmelerden kendisini haberdar etmesini rica
etmiştir.
BAŞBAKAN YARDIMCISI İLE GÖRÜŞME:
Milletvekili Dr. Sadık Ahmet, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet
sözcüsü Kefeloyannis ile yaptığı görüşmede de, Batı Trakya'daki
azınlık sorunlarını bir bütün olarak anlatmıştır. Başbakan Yardımcısı
anlatılanları ilgiyle dinledikten sonra bunların kendisine bir liste
halinde yazılı olarak verilmesini talep etmiş ve çözüm yolları
arayacağına söz vermiştir.
Dr. Sadık Ahmet Bağımsız Milletvekili sıfatıyla ayrıca yerel yönetim
makamlarıyla ve gereken diğer bütün Yunan resmi daireleri ile Batı
Trakya Türkleri'nin sorunları hakkında görüşmüş ve haksızlıkların
giderilmesini talep etmiştir. Ancak Yunan idaresi bildiğini okumaya ve
ADALET BAKANI İLE GÖRÜŞME:
Dr. Sadık ikinci görüşmesini Adalet Bakanı ile yaptı. Batı Trakya'daki
adalet mekanizmasının tarafsız olmadığını, yönetimin tesiri altında
kaldığını anlatan Milletvekilimiz, Adalet Bakanı'na seçim
propagandası günlerinde kesilen trafik cezalarından 60 kadar makbuzu
gösterince, Bakan hayret etmiş ve konuyu Asayiş Bakanı ile
görüşeceğini söylemiştir.
ASAYİŞ BAKANI İLE GÖRÜŞME:
Üçüncü görüşme Asayiş Bakanı Kefaloyannis ile yapılmıştır. Dr.
Sadık Ahmet, seçimden sonra ilgili memurların Batı Trakya
Müslüman Türk halkına baskı yaptıklarını, esnafa ve sürücülere ağır
cezalar yazdıklarını, bundan şikayet eden soydaşlarımızı da "Şimdi
gidin, sizi Dr. Sadık kurtarsın" dediklerini bakana anlattı. Bakan
"Bu kadar da haksızlık yapılamaz!" şeklinde hayret etmiş ve konuyu
inceleyeceğini
kendi programlarmı(!) uygulamaya devam etmiştir...
YUNANİSTAN'DA YENİDEN ERKEN SEÇİM
İşte Dr. Sadık Ahmet Batı Trakya'daki yılların birikimi bu ve benzeri
problemleri yurt içinde yetkili makamlara taşımaya ve çözümler
aramaya başlamışken Yunanistan'da yeniden erken seçim dedikoduları
yayılmaya başlandı. YDP(Yeni Demokrasi Partisi) idarecileri, 18
Haziran 1989 seçim neticelerinden tatmin olmamış görünüyorlardı.
Güven oyunu 1-2 farkla almışlardı ama, daha güçlü bir hükümet
arzuluyorlardi-Nitekim dedikodular gerçek oldu, 5 Kasım 1989 yeni
seçim tarihi olarak ilân edildi. Ülke sadece 4,5 ay sonra yeniden genel
seçime gidiyo rd u . Ve yaz sıcakların ın geçmesiyle
Yunanistan'da yeni seçim dönemi başlamıştı bile. Bu nedenle partiler
politikacılar yeniden yollara düştü Tabii ki, Batı Trakya Türkleri'nin
henüz partileşmemiş bağımsız GÜVEN Listesi de gereken çalışmayı
yapacaktı...
"EŞİT MUAMELE İSTİYORUM"
Dr. Sadık Ahmet'le 18 Haziran seçimlerinden sonra yapılmış, burada
değinilmesinde fayda görülen bir röportajdan alıntılar yer almaktadır.
"NİÇİN "EVET" OYU VERDİM"
"Yunanistan Vatammdır" ana başlığı altında yayınlanan söz konusu
röportajda çeşitli konulara temas edildikten sonra gazeteci Dr. Sadık
Ahmet'e soruyor:
" .....Hükümete güvenoyu vermeyeceğinizi beyan etmenize
rağmen EVET oyu verdiniz. Bu neye bağlı? İlaveten Bay Miçotakis'in
"Yunan hükümetinin Batı Trakya Müslümanlarının oylarına
dayanmaması gerekir" sözünü yorumlamanızı isteyeceğim.
-YDP (Yeni Demokrasi) ya da Miçotakis'e güvenoyu
vermeyeceğimi beyan etmişsem de şu anda iktidarda Bay Miçotakis
hükümeti yoktur. Hükümet, Sağ ile Birleşik Solun işbirliği ile
kurulmuştur. Dahası Meclis'te ve rejim içinde hemen hemen herkes
hatta PASOK bile durumu kabullenirken, ben niye karşı durayım.
Yunanistan için güzel şeyler yapmak gayretindeler; ümit ederim ki
bu, Rodop (iline)de uzanır. Binaenaleyh o beyanat sadece
Miçotakis'le ilgili idi.
-Miçotakis'in beyanı ile ilgili?
-Miçotakis benim oyumu istemiyorsa, ben de oyumu ona vermem.
-Fakat EVET oyu verdiniz?
-EVET oyu vermiş olayım. Bakınız insan politikada her beş
dakikada bir fikir değiştirir. Fakat bu değişiklik...mevcut durumda,
mantıklı bir insan bu hükümete ve bu programa hayır diyemezdi. Ve
ben, Problemlerimizin çözümü için bu hükümete gireceğime göre,
ben ona güven oyu vermemezlik yapamazdım.
-Yani Siz, Miçotakis'e HAYIR, fakat Birleşik Sol-Yeni Demokrasi
işbirliğine EVET dediniz.
-.......Evet,
Cenatakis hükümetine ve hükümetin
programına oy verdim, Yeni Demokrasi'ye ve Miçoktakis'e
değil:...............
"EŞİTMUAMELE İSTİYORUM":
"........Haklarımı almaz ve yeniden elde etmezsem.
Hepsinin beş günde çözüleceğini söylemiyorum. Fakat problemin
çözülmesi için iyi niyetin olması gerekir. Ben yurt dışına gittiğimde
ne diyeceğim? Ben, Bay Kanellopulos'un da dediği gibi, eşit
muamele istiyorum. Ben Yunan vatandaşıyım, bunun için Yunan
Meclisi'ndeyim.
-Sanıyorum, problemlerin çözümü için bir aylık mühlet verdiniz?
-Evet bir ay, ondan sonra Strasburg'a gideceğim. Yunan hükümeti
"bütün haklarımı aldığımızı" iddia ettiğine göre, eğer onları
vermezse, ben Yunan hükümetini yalancı çıkaracağım. Yapılan
bütün haksızlıkların belgeleri ve listeleri mevcut, 3000-5000
gecekondu ev, bir o kadar kamu malı sayılan. Devlet desteği (kredi)
yok. İlgisizce yüzümüze söylüyorlar: "Size, azınlığa kredi yok".
-Yunan aleyhtarı propaganda ile itham edileceğinizden korkmuyor
musunuz?
-Elimde belgeler olduktan sonra Yunan aleyhtarı propaganda
değildir. Yunanistan'ı kötülemek istemem. Evimi kötülemek
istemem. Fakat hükümetin problemlerimi çözmediğini gördükten
sonra niçin gitmeyeyim? Bugün bile bir sağlık memuru, Sosti
(Susurköy) Köyünde bir Müslümanın açacağı kuaför dükkânına
ruhsat vermek için gidip kontrol edeceğine, kendisine dönüp " Git
Sadık kontrol etsin" diyebilmektedir.
-Yani bütün yerel daireler Müslümanlara "Sadık'a git, problemini O
çözsün" mü diyorlar?
-Evet, bakanlara soracağım, neticede hükümet kimdir? Ben mi,
onlar mı? Bu daireler niçin böyle
yapıyorlar? Bu laf oyunu uygulamasını sürdüren trafiği, sağlık
memurluğunu, hayvancılığı destekleme dairelerini, ulaştırma
dairesini kınıyorum.
-Seçim öncesi ile seçim sonrası konuşma tarzında büyük fark var.
Bu, milletvekili olarak halka karşı yüklendiğiniz sorumluluklara mı
bağlı? Halbuki seçim öncesi olanlar oy toplamak içindi......?
-Bakınız, seçim öncesi daha sorumsuzdum, normal bir vatandaş gibi.
Şu anda Yunan Meclisinin üyesiyim. Yunanistan vatanımdır. Bu
şüphesiz bir hakikattir. Ülke olarak Yunanistan'ı da düşünmem
gerekir. Başkaları bana ne dese beni hiç ilgilendirmez. Çünkü ben
Yunan vatandaşıyım, nüfus kimliğim vardır, Yunan Meclisinin
verdiği kimliğe sahibim. Fakat bazen, 3 günde- günde meseleleri
halledeceğiz diyerek azınlık haklarını da savunmamak gerekir.
Problemler 3 günde çözülmez. Konumum kesinlikle değişmemiştir,
zaman olarak değişiklik arz edebilir. Ama bu güne kadar olduğu
şekilde, uzun zaman sürecinde değil. Şu anda mühletler var. Ben
sadece kanunların uygulanmasını istiyorum.
-Tabii, seçim öncesi söylemler daha ateşliydi...
-Evet, fakat seçildikten sonra artık sorumlusun. Her istediğini
söyleyemezsin. Çünkü, halk ve Meclis tarafından bir şekilde kontrol
ediliyorsun. Yaşadığın ülke aleyhine konuşamazsın..."
Dr. Sadık Ahmet'in milletvekilli seçilmesinden sonra da Batı Trakya
Türk Azınlığı'nm durumunda olumlu bir gelişme olmadı. İstenen eşit
muamele yapılmadı...Ve bu röportajda dediği gibi, Dr. Sadık Ahmet
hakikaten sonraki aylarda Strasburg yollarına düştü.
çalışmaya başlamıştı. Ancak hükümetin baş ortağı, Yeni Demokrasi
Partisi, güvenoyunun sadece birkaç oy farkla alınmış olmasından
rahatsızdı. Genel Başkan K. Miçotakis'in "Yunan hükümetilerinin Batı
Trakya Müslümanlarının oylarına dayanmaması gerekir" şeklindeki
açıklamaları bunun göstergesiydi. Nitekim bu rahatsızlıkla hükümet
yeniden erken genel seçim kararı aldı. Seçim tarihi 5 Kasım 1989
olarak belirlendi. Yani Haziran genel seçimlerinden sadece 4,5 ay
sonra Yunanistan bir kez daha genel seçime gidiyordu.
Batı Trakya Türkleri bu seçime de bağımsız listelerle girmeyi
kararlaştirdi.
Dr. Sadık Ahmet'in Batı Trakya Türkleri'nin hakları ile ilgili, daha
önceki Atina temaslarından sonra, bu problemlerin Çözümü için
Yunan hükümetine tanıdığı bir aylık sürede hiçbir gelişme olmadı.
Olamazdı da zaten. Doktor, Avrupa programını yapmıştı bile. Bir heyet
oluşturularak, 21-29 Eylül 1989 tarihlerinde Strasburg'ta yapılacak
Avrupa Konseyi Sonbahar toplantısına gidilmesi ve Batı Trakya
Türkleri'ne reva
görülen
haksızlıkların
buraya
rapor
edilmesi
kararlaştırıldı. Bu amaçla, Batı Trakya Türkleri'nin çiçeği burnunda
milletvekili Dr. Sadık Ahmet başkanlığında, İskeçe Müftü Vekili
sıfatıyla M. Emin Aga, eski parlamenter ve Akın Gazetesi sorumlusu
sıfatıyla Hasan Hatipoğlu ve AYTD (Azınlık Yüksek Tahsililer
Derneği) sekreteri sıfatıyla Ahmet Hacıosman Almanya'ya gittiler.
Aslında bu organizasyonu yapan Almanya'daki Batı Trakya Türkleri
Federasyonu idi. Nitekim Almanya'dan Federasyon Başkanı Cafer
Alioğlu, ikinci Başkan Özkan Hüseyin ve Veznedar Hasan
Düdükçü'de heyete dahil oldu.
Yedi kişiden oluşan heyet ellerinde kabarık dosyalarla 25 Eylül 1989
günü Avrupa Konseyi Toplantısına girdi. Giriş biraz zor oldu ama
neticede başarıldı. Bu, Batı Trakya Türk Azmlığı'nm milletvekili
düzeyindeki temsilcileriyle, uluslar arası platformlarda ilk hak
arayışıydı. Burada 25-26 Eylül günlerinde çeşitli ülkelerden 20'den
fazla parlamenterle ve konseyde görevli diplomatlarla çok faydalı
görüşmeler yapıldı. Dosyalar sunuldu. Eylül '89 sonu Avrupa'dan
dönüşünde Dr. Sadık Ahmet'in Yunanistan'da yapacağı en önemli şey,
sadece 35 gün sonra tekrarlanacak olan erken genel seçimlere
hazırlanmaktı.
5 KASIM SEÇİMLERİNE DOĞRU:
18 Haziran 1989 seçimlerinden sonra Yeni Demokrasi + Birleşik Sol
işbirliğiyle Cenatakis başkanlığında kurulan hükümete Dr. Sadık
Ahmet, bağımsız milletvekili sıfatıyla güvenoyu vermiş ve hükümet
BAĞIMSIZ LİSTELER:
İskeçe ilinde bağımsız "İKBAL" listesi M. Emin Aga , Kadir
Yunusoğlu, Mustafa Çakır ve Rasim Murcaoğlu adında dört adayla
oluştu. PASOK'tan aday olmayan Ahmet Faikoğlu'nun da desteğini
alan bağımsız İKBAL listesi birçok engele rağmen-seçimlere umutla
giriyordu...
Gümülcine merkezli Rodop iline gelince; buradaki bağımsız
"GÜVEN" listesinde üç bağımsız aday yer aldı. Bunlar Dr. Sadık
Ahmet, İsmail Rodoplu ve İbrahim Şerif idi. Bu adaylar Rodop ili
Müslüman Türk seçmenine hitaben yayınladıkları bildiri ile bağımsız
"GÜVEN" listesi halinde seçimlere gireceklerini duyurdular.
Adaylar gereken evrakı hazırlayıp yasal müracaatlarını yaptılar.
Prosedür tamam, seçim takvimi belliydi..Ancak Dr. Sadık Ahmet ile
İbrahim Şerifi bir son dakika süprizi bekliyordu...
ADAYLIKLAR İPTAL OLDU:
Dr. Sadık Ahmet ile İbrahim Şerifin adaylıkları mahkemece iptal
edilmişti. Ancak iptal kararı ilgililere yasal adaylık süresinin sona
erdiği günün son dakikalarında tebliğ edilmişti. İptal gerekçesi
müracaat evrakının eksik doldurulmuş olması olarak gösteriliyordu.
Halbuki bir hata olmasın diye müracaat evrakı konunun uzmanı olan
bir mübaşire doldurtulmuştu. Hem adaylar daha 4,5 ay önce de aynı
işlemi yapmışlardı, az çok tecrübeliydiler. Dolayısıyla ister istemez
olayda bir kasıt olduğu akla geliyordu...
Karar Batı Trakya Türk toplumu arasında önce şaşkınlık, ardından
infial uyandırdı. Ama, nâzik durum gereği, toplum sağduyulu
davranmak zorundaydı, öyle de yaptı.
Yasal başvuru süreci dolmuş olduğundan adayların eksik evrakını
tamamlamaları mümkün olmadığı gibi, yeni aday göstermekte olası
değildi. Bu durumda "GÜVEN" listesinin tek adayı kalıyordu: İsmail
Rodoplu.
DR. SADIK AHMET'İN DEĞERLENDİRMESİ
Adaylıkların iptal edilmesiyle ilgili Dr. Sadık
Ahmet şu değerlendirmeyi yapıyordu:
"Yapıla n,
ö nced en hesa p al nmış ve b ağ ımsız
mahkemeleri de içine alıp alet eden bir oyun görüntüsü
vermektedir. Batı Trakya Türk toplumu tarihinde ilk defa
bağımsız bir milletvekili ile Yunan Meclisinde temsil
edilmişti. Bu, parti kontrolünde olmadan hakkını aramak,
sesimizi diğer parti grupları gibi duyurup, gerekirse Avrupa
Parlamentosu ve Avrupa Konseyinde konuşabilmek demek
olduğundan bazı çevrelerde ve özellikle
de bölgeden
en
az bir milletvekili çıkarabileceğini zanneden Yeni
Demokrasi Partisinde hazımsızlık yaratmıştır. Batı Trakya
Türk toplumu, bağımsız milletvekili sayesinde
Yunan
Meclisinde anahtar durumuna geçmiş ve önemli bir denge
unsuru o m
l uştur. Bu d a 1 8 Ha zira n seçimlerind e
yeter çoğunluğu sağlayamayarak, birinci parti olarak
çıkamayan Yeni Demokrasi Partisini endişelendirmiştir.
Bunun sonucudur ki, küçük hesaplar peşinde koşulmuş ve
mübaşir bir cümleciği unutkanlıkla eksik bırakmıştır.
Sonuç ortadadır ki, iki milletvekili çıkartabilecek oy
potansiyelini yakalayan bağımsız GÜVEN listesi dağıtılmak
istenmiştir. Fakat unuttukları, Batı Trakya Türklerinin artık
eskisi gibi kandırdamayacağıdır. Önemli olan Ahmet veya
Mehmet değil, Batı Trakya Müslüman Türk Cemaatinin haklı
mücadelesi ve başarısıdır.
Batı Trakya'da artık bağımsız liste kavramı ve hareketi bir
vakıadır. Bunu inkar etmek ya gafletten ya da dalalettendir.
Ötesini söylemeye dilim varmıyor. Rahatsız olanlar varsa, bu
ancak kendi kusurlarından kaynaklanmaktadır. Eğer 70 yıldır
sağlıklı ve adil bir uygulama olsaydı, bugün bu aşamaya
gelinmezdi.
Bugün Batı Trakya Türk'ü GÜVEN listesi ile Gümülcine'den
bir bağımsız milletvekili çıkarabilecek güç ve kapasitededir.
Gümülcine'de İsmail Rodoplu var güçle desteklenirken,
İskeçe'de Mehmet Emin Aga ve listesinin başarılı olabilmesi
için elden gelen gayret gösterilecektir. Mücadelemiz
demokratik ve haklıdır. Başarı da Batı Trakya Müslüman Türk
toplumunun olacaktır. "
OYUN TUTMAMIŞTIR:
İster baştan planlanan olsun, isterse sonradan düşünülen oyunla
olsun, Yunanlı yöneticiler GÜVEN listesinin iki adayını
engellemekle liste mensuplarını, onun da ötesinde Batı Trakya
Türk toplumunun potansiyel oylarını parçalamayı hedeflediler.
Ama oyun tutmadı. Liste mensupları sımsıkı kenetlenmişlerdi.
Listenin 1. ismi olan ve adaylığı engellenen Dr. Sadık Ahmet,
"Rodoplu'yu destekleyin" derken, listenin tek adayı kalan İsmail
Rodoplu da "Sadık kalleşçe harcandı" diyordu.
Seçim propagandası sürecinde bu ikili hiç ayrılmadı. Dr. Sadık
Ahmet Rodoplu'yu asla yalnız bırakmadı, hiç bir şey olmamış ve
sanki kendisi adaymış gibi canla başla çalıştı.
SEÇİM ÇALIŞMALARI:
Yunan yönetimi belli ki, adaylıkları iptal etmekle, Dr. Sadık'ın
milletvekilliği ile güçlenen bağımsız GÜVEN listesini dağıtmak
istiyordu. Ama listede yer almasalar da bu durum , Dr. Sadık
Ahmet'le İbrahim Şerifin çalışma azminden hiç bir şey
eksiltmedi.
Ekim '89 sonlarına doğru seçim bürolarını açtılar. Üçlü ekip ve
diğer fedakar gönüldaşlan öyle bir seçim kampanyası yürüttüler
ki. Batı Trakya Türklüğü adeta şahlandı. İş adeta inada bindi.
İsmail Rodoplu ya milletvekili yapılacaktı ya da milletvekili
yapılacaktı!....
Güven Gazetesi:
Propaganda döneminde listenin yayın organı Güven gazetesine yine
hız verildi. Bu dönemde gazetenin sahip ve sorumluluğunu üç kişinin
oluşturduğunu görüyoruz. Bunlar, İsmail Rodoplu, Dr. Sadık Ahmet ve
İbrahim Şerif idi.
Gazete ile hem dava anlatılıyor, hem de yapılan sataşmalara cevaplar
veriliyordu. Konuşmacıların gidemediği yerlere gazete gidiyordu.
Yazılan ateşli ve dokunaklı yazılarla Batı Trakya Türkleri'nin morali
yükseltiliyor, umut aşılanıyordu. Hedef kitlesi arasında gençler ve
kadınlar da vardı. Örneğin; 19 Ekim 1989 tarihli 12 sayılı Güven
gazetesinde manşet "GENÇLER GÖREV BAŞINA" idi. Bu manşet
altında yer alan yazıda şu duygusal satırlara da yer veriliyordu:
"Ey Batı Trakya Türk Genci!
(......) Daha dünyaya gözünü açtığın dakikada,
kundaklar içinde sarılı iken, haksızlık ve ayırımlar teneffüs ettin!
Masum çocukluk yılların haksızlık içinde geçti. Doya doya, bağıra
bağıra ben Türk çocuğuyum diyemedin.
Dünyanın eğitim öğretim üzerine kanat gerdiği çağımızda, senin
okul yılların felçli insandan daha da kötü
geçti.(......) Basit bir ders kitabından bile mahrum kaldın.
Bugün bir doktor, avukat, mühendis...olabilecek zekaya sahip
olmana rağmen, sana "vatanım" dediğin bu diyarda tahsil kapıları
kapatıldı.
Bütün bu haksızlıklar içinde bir doğa kanunu olarak sen de
büyüdün, yetişkin bir insan oldun (....) belki de evlenerek çoluk
çocuk sahibi oldun; ama çok sevdiğin eşin ve üzerine titrediğin
çocuğunu barındıracağın bir evin yok...Sana o traktörü kullanma
iznini bile çok görüyorlar....."
"Ey Batı Trakya Türk Genci!(....Önümüzdeki 5 Kasına
seçimlerinde sana bütün bu haksızlıkları reva görenlere
unutamayacakları bir ders ver.!"
Dört gün sonra çıkan 23 Ekim 1989 tarih ve 13 sayılı Güven
gazetesinde ise manşet şöyleydi:
"Çilekeş Türk Anası! Beş Kasım Senin Günün!" Bu başlık altında
yazılan yazıda Türk kadınlarının kanları kabartılıyordu....
BASKILARLA MÜCADELE:
GÜVEN listesi mensupları bir yandan propaganda çalışmalarını
yürütürken, diğer yandan da baskılarla mücadele etmek zorunda idiler.
Çünkü halkı güya korkutarak, GÜVEN hareketinden soğutmak için
idari makamlar baskılarını arttırıyordu. GÜVEN listesi mensupları
tarafından Hükümet Başkanına ve İçişleri Bakanlığı'na bir telgraf
gönderilmiş ve baskılar dile getirilmiştir.
ADAYLIK İPTALLERİNE İTİRAZ DAVASI GÖRÜŞÜLÜYOR:
Seçim havasının iyice ısındığı bir ortamda, 26 Ekim 1989 günü, adaylık
iptallerine itiraz davası görüşüldü. Mahkeme, davayı açan Dr. Sadık
Ahmet'le İbrahim Şerifin itirazlarını kabul etmeyerek, adaylıkların
reddine karar verdi. Ertesi günü Güven gazetesi "Her Türlü Adlî
Çelmelere Rağmen GÜVEN DİMDİK AYAKTA" manşetiyle
çıkıyordu.
Alt başlıklar şöyle idi:
"Mahkeme Kararı île Bağımsız GÜVEN Listesinin İki Adayının
Seçilme Hakkı Engellendi, Ama Bağımsız Hareket 5 Kasım
Seçimlerinde Yine Dünyaya Sesini Duyuracak!"
"İstinaf Mahkemesinin Dr. Sadık Ahmet ile İlahiyatçı İbrahim Şerifin
adaylıklarını reddetmesinden sonra konuşan Dr. Sadık Ahmet 'Bu Yeni
Demokrasi Partisi'nin oyunudur, ama kapı kapı dolaşıp, tüm azınlık
oylarını İsmail Rodoplu'ya taşıyacağım, bu kez GÜVEN35.000 oy
alacak," dedi.
Yine Dr. Sadık Ahmet aynı demecinde, "Şimdi hakkımızı Yargıtay'da
arayacağız diyordu" (tabii ki Yargıtay'da da reddedildi)
Gümülcine'deki dâva sonrasında İsmail Rodoplu "GÜVEN bayrağını
ölene kadar taşıyacağız", İbrahim Şerif ise "Ne Adli Oyunlar Ne de
Başka Güçler GÜVENİ durduramaz "diyordu.
GÜVEN listesi resmî ve gayri resmî mensupları bu kararlılıkla gece
gündüz çalışıyor, zaman ise seçim gününe doğru hızla akıyordu.
3) HAKSIZLIKLARA ve UYGULANAN BASKILARA KARŞI
BATI TRAKYA TÜRKLERİ AZINLIK KURULUŞLARININ ve
AYDINLARININ DEMOKRATİK TEPKİLERİNDEN
ÖRNEKLER:
Batı Trakya Türkleri Dayanışma Derneği'nden (*)
BASIN AÇIKLAMASI - 12 Temmuz 2004 DURDURUN BU
TALANI
"Son yapılan ayak oyunuyla Batı Trakya Türk Azmlığı'nın Vakıf
malları üzerinde büyük bir talana başlandı. İlk hedef Celal Bayar
Lisesine hizmet vermekte olan erkek yurdu binası seçildi. Tarihi
misarısı, topluma ait varlıkları ortadan kaldırılmaya çalışılarak BATI
TRAKYA TÜRK AZINLIĞI yok edilmeye çalışılıyor.
Gümülcine şehir planında öngörülen sokak ve cadde açılmasına ilişkin
imar projelerinin uygulanmaya konularak başta Celal Bayar Lisesi
Erkek Yurdunun bulunduğu bina olmak üzere bir takım Batı Trakya
Türk Azınlığı Vakıflarına ait gayrimenkullerinin yıkılacağına dair
planların su yüzüne çıkması ile Batı Trakya Türk Aznmlığı infiale
kapılmış durumdadır.
Yunanistan'ın taraf olduğu ve halen geçerli uluslararası antlaşmalarla
güvence altına alınmış bulunan Batı Trakya Türk Azınlığı Vakıflarına
ait mülklerin yönetim, denetim ve üzerlerindeki her türlü tasarruf hakkı
gasp edilerek Yunanistan Hükümetlerinin atamış olduğu kişilere terk
edilmiştir. Bu mülklerin gerçek sahibi olan Batı Trakya Müslüman
Türk Azınlığı yıkım, haciz, istimlak yoluyla yok edilmelerini, bu
mülklerden elde edilen gelirlerin ne olduğunu ve nerelere harcandığını
izah edebilecek birilerini karşılarında bulamadıkları gibi, talan edilen
vakıflarımız konusunda bu atanmış kişilerin de bu vahim durumu izah
etmesi mümkün değildir.
\ ) Bu açıklama metni <http://www.bttdd.com> sitesinden alınmıştır.
1967 Cuntasıyla başlayan talan bugün itibarıyla son haddine ulaşmıştır.
Yapılan ayak oyunlarıyla Celal Bayar Lisesi Erkek Yurdu olarak
kullanılan ecdad yadigarı vakıf mülkümüz yıkılarak yeni bir safhaya
sokulmak istenmekte ve bu süreç hızlandırılmaya çalışmaktadır. Tarihi
misarısı, topluma ait varlıkları ortadan kaldırılmaya calışılarakta asıl
hedef, kültür, eğitim, müftülük, 19.Maddedeki ırkçılık ve etnik
kimliğin inkarı konularında olduğu gibi BATI TRAKYA TÜRK
AZINLIGI'nı yok etmektir. Uluslararası Kuruluşları, Avrupa Birliği ve
mevcut Yunan Hükümetini ecdad yadigarı vakıf mallarımız için
süregelen ve bugün had safhaya ulamış olan talanı acilen durdurmaya
davet ediyoruz.
Kamuyonunun bilgisine sunarız.
Saygılarımızla."
Yunanistan'da TÜRK Olmak (*)
"2005 Şubat'mda İskeçe Türk Birliği'nin kapatılması sonucu milli
kimlik konusu tekrar gündeme geldi. Aslında gündemden hiç eksik
olmaması gereken bu konu her nedense bazıları tarafından sadece bir
derneğimizin yargılanması veya kapatılması söz konusu olduğunda
gündeme getiriliyor. Diğer zamanlarda sanki hiç de böyle bir
sorunumuz yokmuş gibi her yer güllük gülistanlık. Evet bugünlerde
Türklük modası var. Önüne gelen Türkçü kesiliyor. Ve yıllardan beri
Batı Trakya'da ve dünyada Türklüğün en büyük mücadele adamlarına
verip veriştiriyorlar. Böyleleri de fırsat bu fırsat deyip düzenlenen
toplantılarda söz alarak ucuz kahramanlık peşinde koşuyorlar. Bu
tavırları, sadece acziyetlerinin ve yıllardır ulaşamadıkları mevkilere
erişme sevdalarının bir tezahürüdür. Ancak nafile...
Gelelim işim özüne... Avrupa Birliğinde isminde TÜRK kelimesi olan
ve üyeleri TÜRK olan bir dernek kapatılıyor. Ardından bir takım
açıklamalar yapılıyor ve değişik toplantılar düzenleniyor, salonlar
dolduruluyor. Devamını dileriz.
(*)Buyazı <http://www.westtrakien.com> sitesinden alınmıştır.
Çünkü, Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu olarak "milli kimlik"
meselesinin önemini yedek kulübesine göndermiştik. Ama şimdi kesin
ilk onbirde. Acaba neden? Elcevap; Derneğimiz kapatıldı.
Peki İTB'nin Yunan Adaleti tarafından kapatılmasını nasıl
değerlendirmek gerekir?
Bir taraftan vatanımız Yunanistan'ın böyle bir insanlık ayıbı işlemesine
üzülürken, diğer taraftan bizleri uyandırdıkları için de teşekkür etmeyi
bir borç biliyoruz. Üzülüyoruz, çünkü biz bu ülkeyi seviyoruz. Bu
ülkenin sadık vatandaşlarıyız. Ve ülkemizde cereyan eden her çeşit
antidemokratik uygulamalar bizleri derinden üzmektedir. Biz Avrupa
Birliği içinde ülkemiz Yunanistan'ın bir DEMOKRASİ numunesi
olmasını arzuluyoruz. İsyanımız bundandır.Ne de olsa bu ülke bizim
ülkemiz. Ülkemizin uluslararası arenada insan hakları açısından sicili
bozuk bir ülke olarak anılmasını istemiyoruz.
Diğer taraftan teşekkür ediyoruz, çünkü milli kimliği, manevi değerleri
ve kültürü kendilerine unutturulmak istenen bir toplumu, yani biz Batı
Trakya Müslüman Türklerini uyandırdıkları için. Arasıra böyle
uyarılara da ihtiyacımız yok değil.
Bir araya gelmemiz için illâki bir kuruluşumuzun kapatılması mı
gerekiyor. Değişik zamanlarda ve sık aralıklarla toplumumuza milli
kimliğini, kültürel değerlerini anlatmak gerekmiyor mu? Tabi bu
toplantılardan kastım yemekli toplantılar değil. Çünkü işin içine boğaz
girince iş biraz ciddiyetinden uzaklaşıyor. Hele bir de yemekte içki
varsa ortalık iyice lâçkalaşıyor.
İskeçe Türk Birliği'nin resmen kapatılması bize bir şey kaybettirmez.
Aksine kazandırır. Bu karar, Yunanistan'da halen TÜRK
düşmanlığının tüm canlılığıyla var olduğunun bir göstergesidir.
Aslında bu bizi üzmemelidir. Bu bizim Türklüğümüzün tescil edilmesi
anlamına geliyor. Daha net bir Şekilde belirmesine neden oluyor.
Yunanistan'da var olan bu tip akımlar sadece kayanın üzerine esen bir
rüzgarı temsil ederler. Meşhur bir söz vardır. "Rüzgar ne kadar sert
esse de kayadan alıp götüreceği sadece tozdur."
Tarihte, tâ ilk çağdan beri kuvvetin daha zorlu bir kuvvet tarafından
yenildiği görülmüştür. Fakat bir defa olsun fikirle imanın yenildiği
olmamıştır. Fikir yer altlarında galebe çaldı, fikir ummanlara karşı
galebe çaldı ve yirminbirinci yüzyılın o kadar tapındığı "kör irade"
daima, her yerde mağlup oldu. O çağdan bugüne kadar geçen tarihi
hadiselerin derin bir tahlili yapılsa ve bir sonuç çıkarmak lâzım gelse
denilebilir ki, "tarih, yeryüzünde kuvvetle fikrin amansız
mücadelelerini anlatır." Yeryüzü, ne vakit ki kuvvet galip geldi,
kapkaranlık oldu. Ne vakit ki fikir galip geldi aydınlandı, şenlendi,
nura ve huzura kavuştu.
Batı Trakya Müslüman Türk toplumu bir kaya gibidir. Sapasağlam
ayaktadır. Esen bu rüzgârlar, sadece kayanın üzerinde birikmiş ve
kayanın belirginliğini ortadan kaldıran tozu temizler. Böylelikle kaya
net bir şekilde belirir. Kaya'nm kaya olduğu belli olur. Muhalefet her
zaman iktidarı canlı tutar. Bizleri asimile etmek isteyen güruhlar
olmasa biz bu denli milli ve manevi değerlerimize sahip çıkamazdık.
Bu sebeple kendilerine tekrar teşekkür ediyoruz. Bizleri uyanık
tuttukları için. Tozlanan kayanın tozunu aldıkları için..."
Kaybedilen Vatandaşlık Hakları Hakkında
BASIN AÇIKLAMASI 24 HAZİRAN 2004 (*)
"AB Konseyi Irkçılığı ve Ayrımcılığı Önleme Komitesi (ECRI)'nin
Yunanistan'ı dini ve etnik azınlıklara karşı ırkçı tavırlarla daha fazla
mücadeleye davet eden raporununa göre Batı Trakya'da yaşayan
azınlık dinine mensup Türk asıllı yaklaşık 60 bin kişinin Yunanistan
Vatandaşlık Yasası'nın iptal edilmiş 19 üncü maddesine göre
vatandaşlık hakkını (*) Bn açıklama metni <http://www.bttdd.com> sitesinden alınmıştır.
kaybettiği, bu kişilerin haklarını geriye alamadığı kaydedilmekte ve
vatandaşlığı geri kazanma sürecinin çok uzun sürdüğü
vurgulanmaktadır. AB Konseyi Irkçılığı ve Ayrımcılığı Önleme
Komitesi (ECRİ), Yunanistan'ın vatandaşlık hakkının kaybından dolayı
oluşan sorunları hızlı bir şekilde çözecek adımları atması gerektiğini
bildirdirmektedir.
BİZ DİYORUZ Kİ...
Yunan Vatandaşlık Yasası'nm 19'uncu maddesi 2000 yılma kadar
Yunan etnik kökenine sahip olmayan Yunan vatandaşları yurtdışına
çıktıklarında hiçbir gerekçe göstermeksizin vatandaşlıktan ıskat edilir
hükmünü taşımakta idi. 1998 yılında Yunanistan bu maddeyi AB'nin
baskıları sonucu yürürlükten kaldırdı. Ancak bu maddenin mağduru
olan 60 bin 4 kişinin mağduriyetini giderecek düzenlemeyi
yapmamakta ısrar etmektedir. Yunanistan 1981 yılında Avrupa
Birliği'ne girdikten sonra 8 bin kişiyi vatandaşlıktan attığı da gözönüne
alınırsa bu 'ırkçılık' suçuna AB'de ortak olmuş demektir. Bu insanların
son 30 yıldan beri sosyal, siyasal ve ekonomik çıkarları sırf Türk
olmaları nedeniyle gasp edilmiştir. Şu anda 60 bine yakın kişi
dünyanın değişik yerlerinde 19'uncu madde mağduru olarak yaşamaya
devam etmektedirler ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne de dava
açmaya hazırlanmaktadırlar. Derneğimiz uluslararası hukukçulardan
görüş alınma safhasında olup, mağdur olan insanlarımızın
mağduriyetinin giderilmesi için her türlü desteği en kısa zamanda
verecektir. Yunanlı devlet adamı ve politikacıları uluslararası bir baskı
veya zorlama ile değil, aklıselimin galip geleceği şekilde 19üncu
madde mağdurlarının hiç bir işleme gerek kalmaksızın
vatandaşlıklarının iadesini, Batı Trakya Türk Azınlığının etnik
kimliğin inkarından vazgeçmelerini, seçilmiş müftülerin görevlerine
getirilmesini, cemaat seçimlerinin derhal yapılmasını, çağdaş eğitim
yapabilecek formasyonlu öğretmenlerin zaman kaybetmeksizin
göreve başlamasını ve Batı Trakya Türk Azınlığının örgütlenme
özgürlüğünü sağlayacak yasal düzenlemeleri en kısa sürede
uygulamaya koymalarını beklediğimizi Türk ve dünya kamuoyuna
saygıyla duyururuz."
29 Ocak 1988 "Batı Trakya Millî Direnişi"nin Yıldönümü
Münasebetiyle:
Türklüğümüz Yok Edilemez -İTB (İskeçe Türk Birliği) (*)
"Batı Trakya Türk'ünün "Milli Direniş" günü olan 29 Ocak 1988'in
17. Yılı (2005)nedeniyle 29 Ocak milli bayramı geçtiğimiz günlerde
kutlandı. Bu bayram Batı Trakya Türklüğünün milli bayramıdır.
Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği ile Gümülcine Türk Gençler
Birliği'nin levhalarında "TÜRK" kelimesi içerdiği için, Gümülcine
Bidayet Mahkemesinden kapatma kararı çıkmış, yapılan itiraz
üzerinde, dava Gümülcine İstinaf mahkemesinde görüşülmüş ve itiraz
reddedilmiştir.
Bunun üzerine dava en yüksek yargı organı olan Yargıtay'a götürülüp
1987 sonlarında çıkan karar da, Batı Trakya Türk Toplumunun
aleyhinde olmuş ve Türklüğümüz inkâr edilmiştir. Ardından zamanın
Yürütme Komitesi, 29 Ocak 1988 Cuma günü tüm Batı Trakya
Türk'ünün Gümülcine'de toplanmasını ve Cuma namazından sonra,
Batı Trakya Türk'ünün aleyhinde olan bu kararı, medeni bir şekilde
kimseye zarar vermeden protesto etmek maksadı ile Eski Camiinden
Vilâyete kadar yürümek ve Türklüğümüzü bütün dünyaya haykırma
karan vermiştir.
İşte bundan tam onyedi sene önce Batı Trakya'nın dört bir yanından
yürüyen Batı Trakya Türk'ünün önünü kesmek için, olağanüstü durum
ilân edilmiş ve 28 Ocak akşamı gece yarısına doğru tüm Gümülcine
polis ve jandarma tarafından kontrol alüna alınmıştır. Şehrin
etrafındaki yollar, polis barikatları ile kapatılmış, akan insan seline
setler oluşturulmuştu. Ancak Batı Trakya Türk'ü barikatları aşarak yol
güzergâhları dışında, derelerden tepelerden bütün zorluğa (*)Buyazı
<http://www.wcsttrakien.com> sitesinden alınmıştır. rağmen Gümülcine'ye akın
etmişti. Eski Cami etrafında toplanan kadın- erkek, genç-yaşlı kırkbini
aşkın Batı Trakya Türk'ü, milli kimliği olan Türklüğünü, hiç bir yargı,
hiç bir makam ve hiç bir güç tarafından inkâr edilemeyeceğini
göstermiş, böylelikle bu konudaki kararlılığını tüm dünyaya
haykırmıştır. Bundan sonra da haykırmaya devam edecektir.
Malûmunuz, İskeçe Türk Birliği kapatılmış bulunmaktadır. Ancak
hiçbir güç Batı Trakya Müslüman Türk Toplumu'nun Türklüğünü
haykırmasına engel olamayacaktır. Ve yine hiçbir güç milli ve manevi
değerlerimize sahip çıkmamıza da engel olamayacaktır. Batı Trakya
Türkleri seksen yıllık tarihi süreçte bunu kanıtlamıştır. Bütün uğraşlara
rağmen dimdik ayaktadır. Hem içeriden hem de dışarıdan türlü
müdahalelere maruz kaldık. Ancak hiçbir zaman boyun eğmedik.
Bundan sonra da eğmeyeceğiz.
Bu aşamadan sonra neler yapılacaktır? Tabi bu meselenin takibatını
başta İskeçe Türk Birliği Yönetim Kurulu olmak üzere tüm azınlık
tarafından yapılacağından şüphemiz yoktur. Ancak benim değinmek
istediğim bir nokta var. O da birlik ve beraberliğimizin daha da güçlü
bir şekilde devam ettirilmesidir. Yapılacak olan toplantılara ve
kurultaylara iştirak etmek ve milli kimlik hususunda çevremizi
bilgilendirmektir. Suları bulandırmak isteyenlere de meydanın boş
olmadığını göstermek boynumuzun borcudur.
Madem ki İskeçe Türk Birliği'ne sahip çıkarak Türklüğümüzü
kanıtlamamız gerekiyor, öyleyse yediden yetmişe herkesi İskeçe Türk
Birliği'ne üye olmaya davet ediyoruz. Şimdi sadece söz değil, eylem
zamanıdır."
İskeçe Türk Derneğinin Ocak 2005te Kapatılması Üzerine
Tepkiler:
Yunanistan Yüksek Mahkemesi 13 Ocak 2005 tarihinde, "varolmayan
bir azınlık sorunu doğurmaya çalıştığı" gerekçesiyle İskeçe Türk
Derneği'nin kapatılmasını kararlaştırdı.
Yunanistan Yüksek Mahkemesi, îskeçe Türk Derneği'nin, "var
olmayan bir azınlık sorununu doğurmaya çalıştığı" gerekçesi ile
kapatılması kararma vardı. Yüksek Mahkeme, savcı Dimitris Linos'un
tüm iddianamelerini kabul etti. Savcı, bu derneğin kapatılmasını talep
etmiş ve gerekçe olarak da "derneğin yabancı ülkelerin çıkarı için var
olduğunu" ve özellikle de kuruluş tüzüğündeki ifadeler ile
"Yunanistan'da Türk azınlığın var olduğunu göstermeye çalıştığını",
oysa Lozan Anlaşması'nda ülkede sadece Müslüman azınlığın var
olduğunun kabul edildiğini iddia etti. Savcı Linos, İskeçe Türk
Derneği'nin "var olmayan bir azınlık sorununu doğurmaya çalıştığını
ve kullandığı 'Türk' kelimesi ile kamu düzenini ve Trakya'daki halkın
huzur ve düzenini bozmaya çalıştığını" iddia etti.
Avrupa'da TÜRK olmak YASAK (*)
Yargıtay Genel Kurulu 13 Ocak 2005 tarihinde yaptığı gizli oturumda
oy birliğiyle İskeçe Türk Birliği'nin kapatılmasına karar verdi.
İskeçe Türk Birliği (İ.T.B.) buna karşı bir değerlendirme yapmak
amacıyla, bin kişinin katıldığı bir açık oturum düzenledi.
İTB'nin hukuki sürecinin tartışıldığı açık oturum 6 Şubat 2005 günü
İskeçe'deki Politia eğlence merkezinde yapıldı. Oturuma konuşmacı
olarak B.T.Türk Azınlığı Danışma Kurulu Başkanı İbrahim Şerif, İTB
Başkanı Çetin Mandacı ve Av. Orhan Hacıibram katıldılar. Açık
oturumu gazeteci Ozan Ahmetoğlu yö-netti. Yapılan konuşmalarda
birliğin hukuki süreci ile bundan sonra yapılması gerekenler
izleyicilere anlatıldı. Daha sonra da sorulara ve kısa konuşmalara
geçildi. Konuşmaların birçoğunda artık aktif eylem yapma zamanının
geldiğini ve davanın Avrupa'ya anlatılması konulan ağır bastı. Binden
fazla soydaşın izlediği açık oturumda özetle aşağıdaki konuşmalar
yapıldı:
(*) Bu metin ve içindeki konuşmalar <www.westtrakien.com>
sitelerinden alınmıştır.
ve
<www.bttdd.com>
Çetin Mandacı - İskeçe Türk Birliği - İTB Başkanı:
"14 Nisan 1927 yılında İskeçe'de İskeçe'nin ileri gelenleri tarafından
Batı Trakya Türklerine sportif sosyal ve kültürel alanlarda hizmet
etmek amacıyla, Atatürk ilke ve inkilaplarmı müteakiben kurulan
İ.T.B.,bugün için, 2500 üyeli, diğer bir değişle Cemiyetimiz, İskeçe'nin
bütün bölge ve katmanlarından oluşan 10.000 ile 15.000 kişilik toplum
kesimini temsil eden, yaklaşık 80 yıllık tarihi boyunca daima
ülkemizin ve devletimizin değerlerine saygılı ve azılığımızm çağdaş
batı toplumların ortak hedef standartlarına yönlendirilmesini
amaçlayan saygın bir sivil toplum kuruluşudur. Batı Trakya Türk
Azınlığı atalarından devraldığı, doğup büyüdüğü topraklarda uzun
yıllar ağır baskı ve ayrımcı muamelelere maruz kalmışür. İnanılması
güç olmakla beraber, bu uygulamalar, Yunanistan'ın Avrupa Birliğine
katıldığı 80'li yıllarda düzeleceğine daha da artmıştır.
Bugün Yunan tebası olmamızın yanısıra Avrupa Birliği vatandaşı
kimliğini de kazanmış bulunmamıza ve kağıt üzerinde AB yasalarının
da güvencesi altında görünmemize karşın, Yunanistan, Batı Trakya
Türklerinin "Türk kimliği"nin ve "Azınlık hakları"nm tanınması
konusundaki uzlaşmaz tutumunu maalesef en ufak bir yumuşama
olmaksızın devam ettirmektedir. Azınlığın Genel Durumu:
Ülkemizde azınlığımızın temel insan haklarıyla ilgili bazı
kısıtlamaların kaldırılmış ve bir kısım uygulamaların değişmiş
olduğunu ifade etmemiz, kesinlikle her şeyin düzeldiği ve
sorunlarımızın çözümlendiği şeklinde algılanmamalıdır.
Problemlerimiz hala devam ediyor. Bugün elde edilenler, Batı Trakya
Türklerine sağlanan özel hak ve imtiyazlar değil, halkımızdan yıllarca
esirgenen Yunanistan Anayasasının öngördüğü temel vatandaşlık
haklarının bir bölümünden ibarettir. Batı Trakya'da Türk Azınlığının,
uluslararası antlaşmalarla belirlenen ve yıllardan beri gaspetilmiş
bulunan münhasır "azınlık hakları" yani,
- TÜRK KİMLİĞİ,
- EĞİTİM,
- DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ,
- VAKIFLAR/CEMAAT YÖNETİMLERİ,
- EKONOMİK DURUM,
KAMU HİZMETLERİNDE
GÖREV ALMA VE DEMOKRATİK TEMSİL HAKKI ve
- VATANDAŞLIKTAN İSKAT EDİLEN BATI TRAKYA
TÜRKLERİ
konusundaki fiili durum ve çözümsüzlük bugün de devam etmektedir.
Dernek Kurma Özgürlüğü ve Batı Trakya Müslüman Türk
Azınlığı İskeçe Türk Birliği Davası...
Sevgili soydaşlar,
Batı Trakya Türk Azmlığı'nın ilk Derneği olan "İskeçe Türk Gençler
Yurdu" kentin ekonomik, sosyal ve toplumsal ihtiyacını karşılamak
üzere 1927 yılında kurulmuştur.
Derneğin kurucu üyelerinin ilk toplantısı 14 Nisan 1927 tarihinde
gerçekleşmiştir. Bu ilk toplantıda Tüzük, kurucu üyeler tarafından
onaylanmış ve yapılan seçimler sonucunda ilk Yönetim Kurulu göreve
başlamıştır. "İskeçe Türk Gençler Yurdu"nun Tüzüğü 1927 yılının
Temmuz ayında İskeçe Bidayet(Asliye) Mahkemesi tarafından
onaylanmıştır.
11 Mayıs 1930'da "İskeçe Türk Gençler Yurdu"nun kurucu üyelerinden
bir kısmı Derneğin bazı faaliyetlerini tasvip etmediklerinden dolayı
"Türk Ocağı" adı altında başka bir Dernek kurmuşlardır. Kısa bir süre
için aynı Tüzük ile fakat ayrı olarak faaliyetle-rine devam eden bu iki
Dernek, 17 Kasım 1936'da bir çatı altında toplanmış ve "İskeçe Türk
Birliği"/"Turkiki Enosis Ksantis" adını almış ve tüzüğü, İskeçe
Bidayet(Asliye) Mahkemesi'nin 122 numaralı kararıyla 17 Kasım
1936'da onaylanmıştır.
İskeçe Türk Birliği, tarihi boyunca ülkemiz Yunanistan'ın milli
değerlerine saygılı bir sivil toplum örgütü olarak sosyal, kültürel ve
sportif faaliyetlerde bulunmuştur. Derneğin futbol takımı bölgemizin
amatör liglerinde dereceler elde etmiş> müzik kolumuz cemaatimizin
gençlerini eğiterek konserler
düzenlemiş, tiyatro kolumuz başarılı oyunlar sergilemiş,
öğretmenlerimiz, köylerde yaşayan genç kızlarımıza dikiş, nakış ve
elişleri kursları düzenleyerek onları hayata hazırlamış, üretken olmaya
teşvik etmişlerdir. Etkinliklerimizi sadece azınlık mensuplan değil,
Yunanlı hemşerilerimiz de izleyegelmişlerdir. Hatta geçmişte Yunanlı
hemşehrilerimizden Derneğimize üye olanlar da çıkmıştır. Dernek
Başkanlarımızdan bazıları İskeçe seçmenlerinin oylarıyla
Parlamentoya seçilerek ulusal meclisimizde şerefle hizmet etmişlerdir.
İskeçe Türk Birliği, daima çağdaş uygarlık ilke ve değerlerini ön
planda tutmuş ve Yunanistan'da devlete, hukuka ve komşularına
saygılı, uyumlu vatandaşlar olarak yaşayan Müslüman-Türk
Azınlığına bu değerleri bemimsetmeyi çalışmıştır. Yunan-Türk
barışının mimarları olarak tarihe geçmiş iki büyük devlet adamı
Venizelos ve Atatürk'ün temellerini atmış oldukları dostluğun
yaşatılması ve geliştirilmesi, İskeçe Türk Birliği'nin tüm
etkinliklerinde hareket noktası olmuştur. Bu ilkenin günümüzde de
aynı kararlılık ve samimiyetle savunulduğunu önemle vurgulamak
istiyoruz. İkinci Dünya Savaşında vatan için hayatlarını feda eden
üyelerimizin şeref köşemizde yer alan isim listesi bugün de İskeçe
Türk Birliği için bir gurur vesilesidir.
Derneğimizin onurlu geçmişi ve kuruluşundan bu yana bölgenin sosyal
ve kültürel yaşamına yapmış olduğu katkılar, bugün dahi anlamakta
güçlük çektiğimiz nedenlerle göz ardı edilmekte, İskeçe Türk Birliği,
Anayasada ve kanunlarımızda ifadesini bulan özgürlük, demokrasi ve
adalet ilkeriyle bağdaştırılması mümkün olmayacak itham ve iddialarla
kapatılmak istenmektedir.
Anayasal vatandaşlık haklarımızın yanısıra, cemaatimizi Yunanistan'a
emanet eden Lozan Antlaşmasının lafzına ve ruhuna da aykırı
olduğunu, aynı zamanda, Yunanistan'ın taraf olduğu pek çok diğer
uluslararası sözleşmenin ve Avrupa Birliği müktesebatmm ihlal
edilmiş olması sonucunu doğuracağını düşündüğümüz bu işlemin
hak-sızlığını yargı önünde savunduk. Yunan mahkemeleri bu kararları
alırken,
Derneklerin isimlerinin sadece Batı Trakya'da
yaşayan "Türk soylu" Yunan vatandaşlarını
tanımladığını, derneklerin Yunan yasalarına uygun
olarak kurulduklarını, mahkemeler ve diğer merciler
tarafından tanındıklarını ve uzun süredir yasalara
bağlı, barışçıl kuruluşlar olarak herhangi bir
kısıtlamayla karşılaşmadan faaliyet gösterdiklerini
gözardı etmişlerdir.
Basında yer alan haberlere göre, Yargıtay genel
kurulu 13 Ocak 2005 tarihli gizli oturumunda, diğer
davaların yanısıra, İ.T.B.'nin davasını da karara
bağladığı yönündedir.
Resmi bir açıklamanın olmamasına rağmen, yine
basma sızdırılan haberlere göre, Yargıtay Genel
Kurulu oy birliğiyle İTB'nin temyiz dilekçesini
redde-derek Trakya İstinaf mahkemesinin kararını
onayladığı doğrultusundadır. Basındaki haberler bu
yöndedir.
Önümüzdeki günlerde Yargıtay kararının
açıklanması beklenmektedir. Karar yukarıda
belirtildiği gibi İskeçe Türk Birliği aleyhinde olması
durumunda 1983 yılında başlayan hukuk süreci,
Yunanistan iç hukuku açısından sona ermiş olacaktır.
Bu durum İskeçe Türk Birliği üyelerini ve Batı
Trakya Müslüman Türk Azmlığı'nı aşırı derecede
üzmüş ve tepki uyandırmıştır. Bu üzüntüyü çok
kültürlülükten yana olan herkes bizimle
paylaşmaktadır.
İskeçe Türk Birliği'nin 20 yıl önce sebepsiz bir
kapatma kararıyla kendisine ve üyelerine yapılan
haksızlığı kabul etmediğini ve o zaman başlatmış
olduğu meşru hukuk mücadelesini bugün de aynı
azim ve kararlılıkla devlete saygılı olarak ve meşru
yollardan sürdürmekte olduğunu hatırlatmak
istiyorum.
İçinde bulunduğumuz yeni yüzyılda artık bu gibi
önyargı ve dar görüşlere en azından Avrupa
topraklarında yer olmamasını temenni ediyoruz.
Bunlardan arınabildiği zaman bugün de sadık
tebaları olduğumuz, ordusunda askerlik hizmeti
yaptığımız, ödediğimiz vergilerle ve emeğimizle
kalkınmasına hizmet ettiğimiz vatanımız
Yunanistan'ın tüm Balkan ülkeleri için başarılı bir
çoğulcu demokrasi modeline dönüşeceğine olan
inancımızı vurguluyoruz. Bunu söylerken, Batı
Trakya'da yaşayan, Yunan ve Avrupa Birliği
Vatandaşı Türk olmaktan gurur duyduğumuzu ve
Türk olmanın kıvancının diğer Avrupa değerleriyle
çatışmadığını da önemle belirtmek istiyorum.
İskeçe Türk Birliği davası, hukukun üstünlüğü ve
adaletin sağlanmasının olduğu kadar, demokratik
değerler, insan hakları, temel özgürlükler ile Avrupa
Müktesebatı ve uluslararası sözleşmelere saygının
sınanacağı önemli bir dava niteliği taşımaktadır.
Bu duygu ve düşüncelerle İskeçe Türk Birliği
yönetim kurulu ve camiası adına tüm Batı Trakya
Türkleri'ni sevgi ve saygı ile selamlıyorum."
İbrahim Şerif - Batı Trakya Türk Azınlığı
Danışma Kurulu Başkanı ve Gümülcine Seçilmiş
Müftüsü:
"Değerli dostlar. Ben biraz işleri daha geriden alarak,
işi biraz geniş tutacağım ama, sonunda da söylemek
istediklerimi iki kelimeyle bitereceğim. Yani,
söyleyeceğim bir sürü söz, iki kelimede
düğümlenecek. Onun için de beni dinleyeceğiniz için
de şimdiden sizlere sabrınızdan dolayı teşekkür
ediyorum.
Değerli hazirun. Azınlık sözcüğü, azınlık Türkçe bir
kelimedir. Bunun karşılığı eskilerin kullandığı
'ekalliyet' kelimesidir. Bugünkü Türkçe'ye göre
'haksızlık' tabir ettiğimiz kelimenin; bir sosyolojik,
yani insanlar arasındaki ilişkilerde sosyal boyutta bir
tanımı, bir de hukuki tanımı bulunması lazım.
Sosyolojik açıdan azınlığın ne olduğunu çeşitli
şekillerde tabir etmişler ve üzerinde aşağı yukarı
'kalabalığın içinde, kendi hakkını korumak için
çalışan uğraşan ve yok olmamaya çalışan' bir grup
şeklinde tarif edilmiş, ama hukuki olarak azınlığın ne
olduğu hususunda günümüze kadar hiçbir yerde,
hiçbir zaman ortak bir noktada buluşulmamıştır.
Hu kuken azınlık n ed ir d iye insanlar
çeşitli tariflerde bulunmuşlar zaman zaman ve
gerçekten de hukuki olarak böyle tarif edilir
deyememişlerdir.
Yalnız Uluslararası Adalet Divanı 31 Temmuz 1930
tarihinde dikkatinizi çekerim, Yunan ve Bulgar
cemaatleri konusunda verdiği bir danışma görüşünü,
azınlığın ne olduğu konusunda bir taahhütte
bulunmuştur. 1930 yılında, o da İstanbul'daki
Rumlar ve Bulgarlar için olmuştur.
Yine Uluslararası Adalet Divanı 1935 yılında da,
yine dikkatinizi çekerim, Arnavutluk'taki Yunan
azınlık okulları hakkında verdiği danışma görüşünde
de, yine azınlık kelimesine rastlanmaktadır.
Dikkatinizi çekiyorum; hep Yunanlılar için, azınlık
oldukları yerlerde, onlar hakkında, geçmişte de
Adalet Divanı azınlık tarif etmeye çalışmış, fakat
bunun dışında ortak noktada da buluşulmamış, ama
Yunan azınlıkları için tarihte de bu takım toplantılar
olmuş.
Yunanistan hukukunda, Yunan milleti şöyle tarif
edilmiştir; Millet ve halk. Halk Yunanistan'da
yaşayan bütün herkese 'Yunan halkı', Yunan milleti
ise, bu da Yunan anayasasının birinci maddesinin
üçüncü fıkrasında da, Yunan ırkından olan kişiler
millet, Yunanistan'da yaşayan, fakat Yunanlı
olmayan kişilere de 'halk' denmiştir.
Bizim konumumuza geldiğimiz zaman Yunanistan
1988 yılında, dikkat ederseniz biraz da politiktir,
başlangıcı KKTC'nin 1984 yılında ilanından sonra,
İskeçe, Gümülcine Öğretmenler Birliği'ni Türk
Birliği'ni kapatılması konusu ve 1988 yılında da
kararın istinaf mahkemesinde çıkmasıyla
neticelenmiştir. O dönemin Yunan Hükümet
Sözcüsü Roumbatis 'Trakya'da Türk yoktur' demiştir.
Bunun üzerine, fazla girmemek şartıyla, önceden de
konuya girer gibi olduk. Azınlık, Ocak ayları içinde,
1988'de bunu protesto etme toplantıları, yürüyüşleri
yapmaya başlamış ve ilk defa azınlık Türklüğünü
kimsenin alamayacağını ve Türk olduğunu
haykırmak için her vesileyle toplanma arzusu
hissetmiş ve o günlerde azınlık ileri gelenlerinin
verdiği karar üzerine tahminen 30-40 bin kişi
Gümülcine'ye doğru akın etmiş, ama belirli engeller
neticesinde 10 bin kişi kadar Gümülcine'ye
kadar gelebilmiştir. Batı Trakya Türkleri o günü milli
gün kabul etmiş, her yıl kutlama kararı almış ve
ertesi yıl sessiz sedasız kutlamalar yaparken, burada
kendisini rahmetle anacağım Dr. Sadık Ahmet'le
benim mahkeme olup hapiste bulunduğum 1990
yılında tekrar Eski Cami'de mevlit okutup bugünü
anmak istemiş ve yerel Yunanlılar, îskeçe ve
Gümülcine'de aynı mevkide toplantı yapmak
istedikleri gerekçesiyle, o toplantının o mevlidin
yapılmasına engel olmuşlar ve Türkiye'de 6-7 Eylül
1955 yılında oradaki Rum Azınlığa yapılan
hareketler ne yazık ki 1990 yılında, AB üyesi olan
Yunanistan'da, Batı Trakya Türklerine 400 civarında
dükkanın yağmalanması, kırılması ve onlarca
soydaşımızın dövülmesiyle neticelenmiş bir hareket
olmuştur.
Değerli soydaşlar. Birliklerimize geldiğimiz zaman,
Batı Trakya'da Batı Trakya Türklerinde Lozan
Antlaşması'nı hem biz hem Yunanistan neden olarak
almaktadır. Fakat, Lozan Antlaşması'nı herkes
kendine göre yorumlamaktadır. Yunanistan
B.Trakya'daki Müslüman Türkleri kastederek Lozan
Antlaşması'nm 45'ci maddesine göre, Yunanistan
nüfusunun %2'ni teşkil eden B.Trakya'daki azınlık
müslümandır. Lozan bunlara Müslüman diye hitap
eder diye, bu şekilde hareket etmekte ve böyle
yorumlamaktadır. Fakat, gerçekten de Lozan
Antlaşması'nm 45'ci maddesine baktığımız zaman;
İstanbul Rumları için 'mi mousloumani-gayri
müslim' ve onun karşılığı Batı Trakya'ya da
'Müslüman' kelimesini kullanmaktadır. Ama, bu iki
kelime ne İstanbul Rumlarının gayri müslim
olmalarını, diniyle isimlendirilmelerini, ne de Batı
Trakya Türklerinin diniyle isimlendirilmelerine
sebep olmamaktadır. Çünkü, sebebine geldiğimiz
zaman, Lozan Antlaşması'yla beraber imzalanan,
çünkü Lozan Antlaşması sadece Batı Trakya
Türklerini kapsamıyordu. Lozan Antlaşması'nm
imzalandığı 1923 yılında, biliyorsunuz o günün
şartları çok çok değişikti.
Bir de Yunanistan ile Türkiye arasında Türk ahalinin
mübadelesini içeren bir sözleşme vardı ki,
protokoller vardı ki; bu protokollerin ikinci
maddesinde şöyle diyor: Batı Trakya'daki
Müslümanlar. Üçüncü maddesinde şöyle diyor: Rum
ve Türk ahali.
Beşin ci mad d esind e
Türkiye'deki
Rumların ve Yunanistan'daki Türklerin tasarruf
haklarına halel gelmeyecektir. Yani Lozan'ı yalnız
başına aldığınız zaman, Lozan'ın 45'nci maddesine
baktığın zaman, evet sadece Müslüman yazıyor.
Ama, biz hoca olduğumuz için, hocalar bazen iyi de
fıkraları vardır şöyle biraz da sizleri güldüreyim.
Bektaşiye sormuşlar neden namaz kılmıyorsun diye.
Kur'an-ı Kerim'de namaza yaklaşmayın diye yazıyor
da ondan kılmıyorum demiş. Devamını da oku
demişler, ondan sonrası hesabıma gelmiyor demiş.
Şimdi sadece Lozan'ın 45'nci maddesine bakarak,
alttaki protokollere bakmazsak, Bektaşi hesabı gibi
hesabıma geldiği yere bakarım, hesabıma gelmediği
yere bakmam şeklinde bir tabir olur ki; bu ne
hukuken ne de ahlaken ne de insanlık açısından çok
ayıp, çok da yanlış bir şeydir değerli soydaşlarım.
Yunan hükümeti 1954 yılında aldığı 3065 sayılı
kararla B.Trakya'daki Türk okullarının işleyişi ve
denetimi hakkındaki kararla Fesopoulos bütün
'Mousloumakion' kelimesini 'Tourkikon' şeklinde
değiştirilmesini kanunen istemiştir ve gerçekten de
bu şekilde olmuştur.
Ama, ne yazık ki Yunanistan'a 1967 Cuntası geldiği
zaman bu görüşleri artık kabul etmediğini ilan etmiş
ve 1967'ye kadar olan bölümü birinci bölüm olarak
niteleyebilir. İkinci bölüme ise 1967'den sonraki
bölüm diyebiliriz ki; o güne kadar B.Trakya'daki
Müslümanlara 'Türktürler', 'Türk kültürüne '
mensuptur diyen insanlar, bu tarihten itibaren, Batı
Trakya'daki Müslüman Türkleri %15 çingeneler,
%35 Pomaklar ve %50'ni de Türklerin meydana
getirdiğini ileri sürmüşlerdir. Hatta daha da ileri
gitmişlerdir. Bakınız; Yunanlı yazar Kitoniadis
Yörükleri, Rodop Dağları'nda yaşarlarken zorla
İslam dinini kabul etmek zorunda olduklarını,
Pomakların 1627 yılında zorla İslamlaştınldığmı ileri
sürmüşlerdir. Hatta Sendiris isimli yazar da daha
ileriye giderek Türk boylan arasında Bektaşilerin,
Alevilerin, Kızılbaşlarm ve onların da ayrı birer ırka
mensup olduklarını ve bunların da Hristiyanlıkla
ilgileri olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişlerdir.
Günümüze geldiğimizde de bakıyoruz ki, yüksek
yargının kesin kararı 'Batı Trakya'da Türk yoktur'.
Bize Avrupa'da da tanıtmak istedikleri bir şey vardır.
Bundan birkaç yıl önce birkaç arkadaşla birlikte
Alman Meclisi'ni ziyaret etmiştik. Almanya'daki
dernekler, oradaki milletvekilleri ile görüşmemiz
için bize böyle bir imkânı sağlamışlardı. Alman
Parlamentosu'nu ziyarete gittiğimizde şöyle bir şeyle
karşılaştık; (O gün Mehmet Emin Aga epey espriler
yaptı). Yanılmıyorsam SPD partisinin genel
sekreterini ziyarete gittik. Bir hanım çıktı karşımıza.
O hanım bize dedi ki; benim kocam Yunanlı dedi,
Yunanistanlı dedi. Aga da dedi ki o zaman sen bizim
gelin oluyorsun dedi ve orada gülüştük. Ve, bizim
önümüze şunu çıkardılar; dediler ki Yunanistan'da
Türk yoktur, Müslüman vardır. Bu Müslümanlar da
üç gruptan oluşurlar. Bize o anda Alman
Parlamentosu öyle bir döndü.
Değerli dostlar vaziyet budur. Yunanistan üç gruptan
olduğumuzu söylüyor, kabul de ettirmiş durumunda.
AİHM var. Biz beş altı avukat arkadaşla ve birkaç da
gazeteciyle birlikte geçen hafta Ankara'daydık .
AİHM nasıl yargılar ve insan haklarıyla ilgili bir
toplantı veya seminer gibi bir şey yaptık. Fakat orada
gördük ki, AİHM'de aynı kararı aynı, devlete göre
kararını vermektedir. Kararlar orada da sabit
değildir. Bugün ak dediğine, yarın kara diyorlar.
Yani bugün mahkeme karar vermiştir B.Trakya'da
Türk yoktur diye. Bu tarih boyunca böyle gelmiş,
böyle gidiyor ve böyle de devam edecektir. Böyle
durumlarla karşılaşan ne ilk insanlarız ne de son
insanlarız. Peki bütün bunlar moralinizi kırmak için
mi? Hayır . Dini tabirle bir söz söyleyeceğim ve
sözlerimi bitireceğim. 'Bir millet kendini
değiştirmedikçe, Allah o milleti değiştirmeyecektir'.
Bugün mahkemeler istediği kadar, eğer AİHM'ne de
gidersek eğer, karar aleyhimize çıkarsa, onlar da
'evet, Batı Trakya'da Müslüman vardır' derlerse,
vallahi de hiçbir şey değişmez, biz Türküz ve Türk
kalacağız."
Orhan Hacıibram - İskeçe Türk Birliği (İ.T.B)
Avukatı:
"Sayın misafirler. İ.T.B. ve yürüttüğü Yunan
adaletine ilişkin mücadelesi, yalnız İ.T.B.'nin ve
onun üyelerini içermediği, aslında B.Trakya'da
yaşayan ve B.Trakya sınırlan dışında olan
tüm
B.Trakya
Müslüman Türklerini
ilgilendirdiğini, aşağıdaki görüşlerimle açıklamaya
çalışacağım. Yunanistan azınlığı manen ve maddeten
yıkmak için Cunta döneminde başlattığı etnik baskı
ve ayırım politikasını üç yönde yürütmeye çalışıyor.
Bunlardan ilki vatandaşlık haklannm tamamını
Cunta döneminden sonra azınlığın elinden almıştır.
İkincisi de azınlığın onuru olan kimliğini inkara
gitmiştir. Üçüncüsü de vatandaşlıktan kendilerini
iskat etmekle, Yunan vatandaşlığını azınlık
fertlerinden alıkoyrak el koymaya çalışmıştır. Ve
azınlık bu üç odaklı baskıdan büyük zararlar
görmüştür. Azınlık bu üç odaklı baskıyı pahalıya
ödemiştir. İ.T.B. davası, işte bu baskıların
neticesinde ortaya koyulmuş bir davadır. Yoksa
şimdiye kadar sürdürülmüş adli süreç içinde,
kesinlikle, yine de söylüyorum, alınmış olan kararlar
hepsi siyasidir, hepsi kasıtlıdır. Ve, bana kimse
kalkıp bağımsız Yunan adaletinden, özellikle İ.T.B.
konusunda, kimse kalkıp bana söz söylemesin, ben
bunlara inanmıyorum.
Sevgili soydaşlarım. Bir insanın onurlu ve mutlu
olabilmesi için, kimliklerinin tamamını koymasıyla
mümkündür. B.Trakya Türkleri şu üç kimliği aynı
anda yürütmek mecburiyetindeler:
1Yunan vatandaşı olma kimliği.
2Müslüman olma kimliği.
3Milli kimlik olan Türk kimliğidir.
Eğer bunlardan biri eksik olursa, B .Trakya Türkü ne
mutlu olur ne de onurlu olur. Onun için İ.T.B.
davasının bütün B.Trakya'nın davası olarak
algılamak ve ona gereken değeri vermek
mecburiyetindeyiz. Evet, biz Yunan vatandaşı
olduğumuzdan, mutlu ve gururluyuz. Müslüman
olduğumuzdan da mutlu ve gururluyuz. Ama, biz,
herşeyden önce ve en önemlisi Batı Trakya Türk
kimliğine sahip olduğumuz için Türk kimliğimizden
gururluyuz.
Yunan adaleti İ.T.B.'nin faaliyetlerini ve amaçlarını
ileri sürerek yasaklamak, kapatma girişimlerinden
vazgeçti-Ondan sonra geldi dayanağını Lozan
Antlaşması'na dayandırdı. Lozan'da azınlığa yapılan
tanımlama, Müslüman
kelimesi olan bir tanımlamadır.
Bundan
dolayı,
eğer Yunanistan'da milli kimliğe dayalı
bir derneğin faaliyetlerine müsaade edersek, bu
Lozan Antlaşması'na aykırı olacak ve dolayısıyla
Yunanistan'ın başka ülkelerle olan dostluk
ilişkilerini zedeleyebilecek, bu zedelenmiş
olan dostluk ilişkileri de Yunanistan'ın kamu
düzeni ve milli güvenliği sarsılabilecek. Biz
kendilerine bunun doğru olmadığını, Lozan
Antlaşması'nm azınlığa milli kimliğiyle
tanımlamasını yasaklamadığını, hatta buna yadım
ettiğini; çünkü, Lozan Antlaşması'nda öngörülen
ve azın lıklara atıfta b ulunan haklar, en çok
haklar değil, onlar asgari haklardır. Yani Lozan
Antlaşması azınlıklara yapılan pozitif uygulamaların
hepsini kabul etmektedir; bunlara karşı
çıkmamaktadır. Ama dediler ki Türkiye'de öyle
bir uygulama yok. Türkiye kendi
azınlıklarına Lozan Antlaşmasından koruma altına
alınmış azınlıklara, milli kimlikleriyle kendilerini
tanımlama hakkını vermiştir.Türk devleti kendilerini
tanımlama yönünde hiçbir kısıtlama
getirmemiştir. Ve, ö rnek verd im;
İstanbul'da Ortodoks Fener Rum Patriği. Patrik hem
dini kimliğiyle hem de Rum kimliğiyle tanımlanıyor.
Lozan Antlaşması'na göre, kelimesi kelimesine bir
tanımlama yapmak gerekirse, Patriğin gayri müslim
patrik olarak tanımlanması gerekiyor. Siz bunu kabul
edermisiniz? İstanbul'daki azınlıklarının
Rum kimlikleriyle tanımlandığını,
Rum
kimliklerinin milli tanımlama yerine
kullandıklarını söyledik. Zografyon lisesini de bu
duruma koyabliriz. Burada Rum demek
'Romios' demektir. İstanbul Rumları Bizans
İmparatorluğundan gelen geleneği sürdürmek için
kendilerini Rum olarak tanımlıyorlar. İşte Türk
milleti onların bu şeyine saygı duyuyor, siz bize
neden bu hakkı vermiyorsunuz dediğimde hakim
döndü dedi ki; sayın Hacıibram dedi,
İstan b u'dl a kaç Ru m kaldı? Kendisine dedim
ki, sayın başkan insan hakları sayısal değil
bireyseldir. Tabii ki hakim bozuldu. Ama biz
yeniden bu savunmayı yapıyoruz. Hakimler
Lozan'ın 45. maddesini söylüyor. Bir de
Lozan'ın 39 maddesi var; çoğunluk hangi haklara
sahipse, azınlıklar da aynı haklara sahip olacaklar.
Ve ken disin e d edim ki; İskeçe'd e Ru m
Kadınları Derneği kurulmuştur. Peki siz bize
Rodop İli Türk Kadınları Derneği'ni neden
kurdurmuyorsunuz? Burada anayasa çok açıktır ve
diyor ki; çoğunluğun sahip olduğu azınlık da sahip
olacaktır.
Tabii ki bunlar da cevapsız kaldı.
Bugüne kadar azınlıkla sorunlarının çözümü
konusunda herhangi bir adım atmamış olması
Yunanistan'ın ayıbıdır. Bu konularda acil ve olumlu
çözümler istemekteyiz.
1- En azından 1981'den bugüne kadar iskat edilmiş
B.Trakya Müslüman Türklerinin vatandaşlıklarının
iade edilmesi için kanuni bir düzenleme çıkmasını
bekliyoruz. Bu soydaşlarımız yalnız Yunan
vatandaşı değil, ayrıca AB vatandaşlığını da
taşıyorlar. Bunların en kısa zamanda
vatandaşlıklarının iadesi gerekmektedir.
2- Yunan devleti azınlığın istekleri doğrultusunda
kendi dini liderlerini seçme olanağını tanıması ve bu
sorunu çözmesi gerekir.
3Yunan devletinin cemaat konularında, vakıf
konularında acilen azınlığın isteği doğrultusunda
çözümler getirmesi gerekmektedir.
4- Yunan devleti azınlığın eğitimini, azınlığın
istediği doğrultuda çözmek mecburiyetindedir.
Hiçbir zaman Yunan Devleti aleyhinde bir harekette
bulunmadık. Î.T.B.'nin 80 yıllık faaliyetleri özellikle
incelendiğinde görülecektir ki, İTB onurlu bir
dernektir ve onurlu üyeleri olan bir dernektir.
Yasalara uygun ve onurlu şekilde faaliyet gösteren
bir dernektir. Beni dinlediğiniz için teşekkür
ederim..."
Türkiye'de 17 Aralık 2004 "AB-Kutlamalan"
gündüz gözüyle ve görgüsüzce havaî fişeklerle ve
tabii yapay-satılmış bir ruhla kutlandırılırken',
Yunanistan'da olup bitenlere isyan eden Batı
Trakyalı aydınlardan Feyzullah
HASANKÂHYA'nın makalesidir; ders alınacak
çok nokta var:
BATI TRAKYA FİİLEN SIKI
YÖNETİMLE (Mİ) İDARE EDİLİYOR?
(*)
Bilindiği gibi Avrupa Birliğine üyelik sürecinde
Türkiye'ye dayatılan kriterlerin başında Türk
Ordusu'nun siyasi ve gündelik hayattan çekilmesi
olmuştu.
Peki AB üyesi Yunanistan'ın Batı Trakya bölgesinde
ordunun her alana müdahale etmesi bizleri
Türklük'ten arındırmak için her şeyi ile seferber
olmasına ne demeli? Avrupa Birliği bunları bilmiyor
mu? İmkânı yok. Her şeyin farkındalar. Fakat söz
konusu Türkler olunca doğrular yanlış, yanlışlar da
doğru oluveriyor. Avrupa Birliği biz Türkler'e hayırlı
olsun...
Askerî erkânın her fırsatta değişik vesilelerle çok
sevdiği (!) Batı Trakya Türk evlâtlarının her türlü
ihtiyacını görmeye kendini adamış gibi görünüyor.
Bir yandan üniformalı rütbeli tabiplerine sağlık
taramaları devamlı yaptırıyor. Öbür yandan
bayramlarda seyranlarda, her fırsatta kalabalık
heyetlerle Türk köylerini dolaşarak hediyelerle
gönüllerini çalmaya çalışıyorlar.
Bir de ordu patentli dil ve edebiyat. Bu da galiba
Yunan tarihinin en büyük icadı olsa gerek(!).
Guinnes rekorlar kitabına girecek ve Nobel edebiyat
ödülüne lâyık bir bilimsel çalışma(!). 2000'li yıllarda
Yunan ordusu ve bilim(!) adamları milenyum
buluşunu gerçekleştirdiler.
İllâ ki vatandaşlarınıza konuştukları lehçelere göre
gramer ve dil üretecekseniz, Yunanistan'ın her
köşesinde yaşayan onbinlerce Rum Çingeneler'ine,
Makedonlar'a, Ulahlar'a ve Arnavutlar'dan başlayın.
Bu dillerde eğitim veren okullar açın. İnsan haklarına
ve azınlıklara bu kadar hassas ve saygılı iseniz önce
kendi dininizden olan insanlara bu imkânları
sağlamalısınız. Kendi dinimizden olan insanlara da
karışmayın.
(*) http://www.mihenk.gr/arsiv/26/kapak-feyzullah.htm
Aslında biz, askerlerin gösterdiği bu ilgi ve alâkadan
rahatsız olmuyoruz. Ordu düşmanlığı da
yapmıyoruz. Bizi rahatsız eden her fırsatta "Siz
nesiniz? Siz Türk değilsiniz. Büyük İskender'in
torunlarısınız. Siz Türkler tarafından zorla
müslümanlaştırılmış Yunan Hristiyanlarısınız" gibi
insanlık şerefine yakışmayan, çocukların bile
güldüğü ve rahatsız olduğu bu kimlik dayatma
pervasızlığıdır.
Bu pervasızlıkları yapanlara şunları söyleyebilirim:
Bu tür yanlışlıklarla elde etmeyi umduğunuz başarıyı
elde edemezsiniz. Karşınızdakinin insan olduğunu
unutmayın. Sizin kadar bakımlı, sizin kadar tahsilli,
sizin kadar varlıklı olmasa da en az sizin kadar
akıllıdır. Bunun için, kandırmaya çalıştığınız
insanları kandıramazsınız, kandırsanız bile ancak
kendinizi kandırırsınız.
Bunun en güzel örneği de gittiğiniz yerlerde
sorduğunuz insanların verdiği cevaplardır. Çocuklar
bile kendilerine uzatılan mikrofona veya rütbeli bir
subaya veya "daskaloslar"ma [öğretmenlerine] çoğu
zaman onların duymak istedikleri ve hoşlarına
gidecek cevapları veriyorlar. Sizinle tartışmaktansa
def-i belâ etmek için sizi kandırıyorlar. Sizler de
kanıyorsunuz. Aslında siz de kanmıyorsunuz da
işinize öyle geldiği için kendi kamuoyunuzu
kandırıyorsunuz.
Bu insanların Türk olduğunun en büyük ispatı,
bugüne kadar her türlü baskıya rağmen asimile
olmamasıdır. Makedonlarm, Ulahların, Arnavutların,
Bulgarların büyük bir kısmını Yunanlaştırdmız,
Hristiyanlaştırdınız. İştahınız kabarınca Türkleri de
asimile edebileceğinizi ve bu şekilde Türkler'den
intikamınızı almış olacağınızı düşünenleriniz vardır.
Ama yanılıyorlar. Bu insanlar canlarının son
nefesine kadar dinlerini, dillerini ve kültürlerini
yaşatmak için önlerine konan tüm engelleri bugüne
kadar nasıl aştıysa bundan sonra da aşacaktır.
Türk düşmanlığı ile, kin ve nefret ile kararmış
kalplerinizi bu hastalıktan kurtarmadan ne kendiniz
rahat edersiniz ne de başkalarına rahat verirsiniz.
Halbuki Türk ve Yunan halkı yan yana beraber aynı
caddede, aynı mahallede huzur içinde
yaşayabildiğini tarih kaydetmiştir.
Bu huzuru bozmak kime ne fayda verir ve ne
kazandırır.
Devleti, askeri, bilimi, diplomasiyi bu tür çağdışı
zihniyetlere bulaştırmayın. Milli politika;
vatandaşları sınıflara ayırıp, AB normları ve evrensel
değerlerle çatıştırarak oluşturulamaz."
Batı Trakya'da yayımlanan Mihenk dergisinin
Mehmet Emin Aga ile LOZAN üzerine röportajı: (*)
FAZİLETLİ İSKEÇE (KSANTHİ) MÜFTÜSÜ
Mehmet Emin AĞA: "Yunanistan Batı Trakya
Türk Toplumunun varlığından rahatsız
olduğundan her fırsatta keyfi uygulamalara
gitmiş ve Lozan'dan kaynaklanan haklarımızı
ihlâl etmiştir."
-Faziletli Müftüm, Lozan Barış Andlaşması
Yunanistan'da ne derece uygulanıyor veya
uygulanıyor mu ?
Batı Trakya Türk Toplumu 1923 Lozan
Antlaşmasıyla şartlara bağlı olarak Yunanistan'ın
hükümranlığına bırakılmıştır. Buna göre Batı
Trakya'da yaşayan Müslüman Türk Cemaatına
sosyal, kültürel ve her türlü milli ve dini haklar
tanınmıştır. Ancak Yunanistan Batı Trakya Türk
Toplumunun varlığından rahatsız olduğundan her
fırsatta keyfi uygulamalara gitmiş ve Lozan'dan
kaynaklanan haklarımızı ihlâl etmiştir. Tabi 1923'ten
sonra birçok istihaleler geçirmiştir.^ Krallık
cumhuriyet çalkantıları, Il'nci Dünya Savaşında
Almanların işgali sırasında Bulgarların bölgemize
yerleştirilmesi ve ondan sonra da iç savaş nedeniyle
hiç kimse Yunanistan'a; "sen Lozan'da koymuş
olduğun imzaya sahip misin değil misin" soran ve
karşı koyan olmadığı için Batı Trakya Türk'ünü yok
etmek için istediği şekilde keyfi uygulamalar yapmış
ve halen de yapmaya devam etmektedir.
(*) bu metin <www.mihenk.gr> adresinden aktarılmaktadır.
-Batı Trakya Türk Azınlığı ile Yunanistan arasındaki
sorunların Lozan'ın ihlâlinden kaynaklandığını
söyleyebilir miyiz?
Tabi söyleyebiliriz. Yukarıda söylediklerim bu
soruya da cevap teşkil ediyor. Batı Trakya Türk
Toplumun'da yaşanan sorunlar kesinlikle Lozan'ın
ihlâlinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
-Türk-Yunan Yakınlaşmasını Lozan Barış
Antlaşması açısından nasıl değerlendirebilirsiniz ?
Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan Lozan
Antlaşmasından sonra Türkiye Cumhuriyetinin
kurucusu Atatürk ile Yunanistan Başbakanı
Venizelos arasında iki devletin yakınlaşmasından
ziyade, bir federasyon veya konfederasyon bile hayal
ediliyordu. Ancak Atatürk'ün ölümünden sonra ve
Yunanistan'da yukarıda anlattığım karışıklıklar da
araya girince Yunan yönetimi Atatürk ile
Venizelos'un temellerini attıkları dostluğa sürgü
çekildi.
-Son dönemlerde Yunanistan'da hak-hukuk önünde
eşitlik (İsonomia-isopolitia) terimleri sık sık
kullanılmaktadır. Bunların yansımaları hakkında
düşünceleriniz nelerdir ?
Öteden beri Yunan idarecileri tarafından kanun
önünde eşitlik yaftaları hep söylendi. Fakat bunların
lâftan öte geçmediğini ve pratik hayata ters
yansıdığını burada ifade etmek isterim. Ancak Batı
Trakya Türkü, bütün bu menfi düşünceler ve
uygulamalar olduğu halde manen
çökertilemediğinden rahatsızlıklar devam ediyor ve
edeceğe benziyor.
-İçişleri Bakanı Vaso Papandreou'nun Batı Trakya'yı
ziyareti sırasında Vakıflar konusunda ifadelerini
nasıl değerlendiriyorsunuz?
İçişleri Bakanı Vaso Papandreou'nun Batı Trakya'yı
ziyareti sırasında vakıflar konusundaki
açıklamalarını gazetelerden okuduk. Yunanistan'da
cunta zamanında vakıflar üzerinde tayinle işbaşına
gelmiş idarecilerin bugün dahi idarede kalmalarını
Sayın Vaso Papandreo'ya ve muhalefet partisi (Yeni
Demokrasinin idarecilerine sormak lazım.
Yunanistan parlamenter idareye geçtikten sonra
hükümetin almış olduğu bir kararla tüm tayinliler
kanunen azledildi, seçimlerle yeni
idareler kuruldu. Fakat İskeçe, Gümülcine,
Dedeağaç, Dimetoka cemaatlerinin cunta
zamanında tayin edilen idarecilerin hayatta olanları
hâlâ idarede bulunuyor. Gümülcine Cemaat
Üyelerinin hepsinin vefatı üzerine devletin 1980'de
vakıflar üzerinde çıkardığı bir kararname ile Batı
Trakya Türk Toplumu üzerinde Demokles'in kılıcı
gibi duruyor. Batı Trakya Türk Toplumunun milli ve
dini, kültürel, eğitim ve sosyal faaliyetlerine yardım
etmek için ecdadımız tarafından kurulmuş olan
vakıflar dejenere edildi. Bizans oyunu ile 3 senedir
Bölge Genel Sekreteri'nin faaliyetleri dahilinde
cemaatler için bir nevi seçim önerisi, köylerdeki olan
vakıfların valiliğin seçimleriyle idareler kurulması
öngörülen ve seçimlerin yapılmasından sonra da
bugünkü okul encümenliği seçimleri gibi %99 keyfi
hareketiyle valinin istediğini tayin etme ve red etme
şeklinde keyfi hareketleri yasal gösteren bu tür
çalışmalar Batı Trakya Türk Toplumuna yutturulmak
amacını taşıyor. Ancak burada açık söylemek icap
ederse, vakıflar nza-i ilâhiyeyi hedef aldığından ve
vakfiyelerinin şartlarını yerine getirilmesi
yükümlülüğünü din liderleri, müftülüklere
verdiğinden müftülüklerin dışında bunların
düşünülmesi çok çok zararlı ve manevi değerlerimizi
ayak altına alacağından hiçbir zaman kabul edilmesi
mümkün değildir.
-Lozan Barış Antlaşması'nda Batı Trakya Müslüman
Türk Toplumumuza tanınan hakların geri iade
edilmesi için sizce neler yapılmalıdır ?
Lozan barış Antlaşması'nda Batı Trakya Türk
Toplumu'na yukarıda söylediğim haklar tanınmıştır.
Barış antlaşması esnasında batı Trakya Türklerinin
fikri, düşüncesi alınmamış bir antlaşmadır. Türkiye
ile Yunanistan garantörlüğü altında uluslararası
antlaşmada Batı Trakya Türk Toplumu'na tanınan
hakların iadesi için neler yapılmalıdır sorusuna
cevaben; ben 70 yaşındayım. 50 senedir rahmetli
babamın müftü olmasından insan kıtlığında
medresede hocalık yaptığımdan 1963'ten 1989'a
kadar 7 defa milletvekilliliğine soyunduğumdan
girmediğimiz hiçbir yer bırakmadık. Bu yetmiş
seksen yıllık Batı Trakya tarihinde hiçbir lider gelip
neye ihtiyacınız var sormamıştır.
Ben sorunların halledilmesi, anlaşma ve
antlaşmalardan doğan haklarımızın iadesi için
ancak iki devlet arasında yapılması lazım gelenlerin
uygulamaya konulmasıyla mümkün
olacağına inanıyorum. Kaldı ki Yunanistan Avrupa
Birliği'nin bir üyesidir. İnşallah yakında
Anavatanımız da bu birliğe girecektir. Avrupa'nın
Paris Süreci, Birleşmiş Mületler'in fikir ve vicdan
hürriyeti her bir topluma kendi varlığını tanıması
için bütün imkânların tanındığı ve 21'nci y.y.'a ayak
attığımız bu devirde eski şövenist, ırkçı insanları
kendi fikirlerini özgürce söylemelerini yasaklama
uygulamalarının kabul görmeyeceğini vurgularken,
Batı Trakya Türk Toplumu yukarıda söylediğimiz iyi
temennilerin dışında varlıklarını, milli ve dini
hasletlerini, Türk kültürünü ve sosyal faaliyetlerini
bütün imkânsızlıklara rağmen sürdüreceğine
inanıyor hiç kimsenin de bu hususta kuşkusu
olmamasını bir daha vurgulamak isterim.
Bir atasözümüz var: "Hak verilmez, alınır."
"Ağlamayan çocuğa meme vermezler" Biz Batı
Trakya Türk'leri birlik ve beraberlik içinde olursak
hiçbir engel bizi yok edemez. Ebed müebbedBatı
Trakya'da varlığımızı sürdüreceğiz.
İskeçe Seçilmiş Müftüsü Mehmet Emin AGA'nın,
Batı Trakya Türkleri arasına öteden beri atılmak
istenen nifak tohumlarını değerlendiren, ibret
dolu makalesi:
"Türklük Davası" (*)
"5 Şubat 2005 Pazar günü Politia salonunda bini
aşkın soydaşın katılımıyla ÎTB'nin kapatılması ile
ilgili bir toplantı düzenlendi.
Burada çeşitli fikirler dile getirilmiştir. Öğrendiğimiz
kadarı ile haklı bir davanın mücadelesi kendini
bilmez kişilerce şova dönüştürülmüş ve dava istismar
edilmiştir.
Hakikat acıdır, fakat hakikati söylemek daha da
acıdır. Çünkü şovmenler meydana çıkıyor.
Abdülhalim DEDE'nin, ONSUNOĞLU'nun kimler
olduğunu bilmeyen yok. Salonu çoğunlukla
İskeçe'lilerin doldurmasına rağmen,
Gümülcine'lilerin daha çok olduğu söylenmiş ve
kasıtlı olarak bir husumet yaratılmak istenmiştir.
Devlet de bunlardan istifade etmektedir.
(*) http://www.mihenk.gr/arsiv/27/aga-mesaj.htm
Toplantıda Gümülcine Türk Gençler Birliği'nin ve
Batı Trakya Türk Öğretmenler Birliği'nin Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi'ne neden götürülmediği
sorulmuştur. Bunun nedenini o zaman ki idarecilere
sormak gerekir. Ben de soruyorum, niye böyle oldu?
Toplumumuzun bazı ileri gelenleri, geçmişte
Anavatan temsilcisinin dâvaların Avrupa'ya
gönderilip olumsuz yanıt alınması halinde Türklük
davasının biteceğini söylemişti. Şimdi ise
"Türklüğümüzü Avrupa mı tayin edecek?" diye
sormaktadır. Bizler kaç yıldır mücadele ettik, bundan
sonra da edeceğiz. Dâva AB'ye giderse bizim için
yine de iyi olacaktır.
Bizleri Yunanistan'a bırakan ve onlara ezdiren,
Lozan'da verilen haklarımızın yenildiğini gördüğü
halde ses çıkarmayan, bizimle ilgili kararlarda bize
danışmayan Anavatanın temsilcileri, kıyamette bile
bunun- hesabını veremez. Bu ayıp, Lozan'da bize
danışmadan azınlık olarak kalmamızı imzalayan
Türk delegasyonunun boynunda asılı kalmıştır.
Kadircan Kaflı bir kitabında: "Lozan'da İnönü
sağırdı. Keçi sakallı Venizelos onu çuvala soktu.
Yunanlılar da ne istediyse aldı. Venizelos Selanik'e
geldiğinde Yunanlılar kendisine "Yunanistan'ı çok
genişlettin fakat Batı Trakya'nın senetlerini
alamadın" dediler. Venizelos, "Yunanlılar akıllı
insanlardır. Batı Trakya Türklerini kaçırtmasını
bilirler" demiştir.
Şu iyi bilinsin ki, bütün asimilasyon faaliyetlerine
rağmen, Türklüğümüzü nasıl bitiremedilerse, bundan
sonra da bitiremeyecekler. Bunu dost da düşman da
böyle bilsin.
İşin özüne gelelim. Özellikle Dedeağaç'ta 1912'de
2500 soydaşımızın camilerde yakılması,
camilerimizin kilise'ye çevrilip, insanlarımızın zorla
vaftiz edilmesi hala dip diri bir şekilde
hafızalarımızda mevcuttur. Balkan kolu
soydaşlarımız için "Balkanda domuzdan başkası
yaşamaz" denerek Bulgarlar'a karşı savunma hattı
olarak kullanılıp harcanmak istenmesine rağmen
devlet başarılı olamamıştır. Milletimizi çeşitli
vaatlerle kandırıp oyalamak istediler. Fakat
milletimiz bunları kabul etmeyerek mücadelesine
devam etti ve ediyor.
Gümülcine'lilere hep söylerim "Siz Sultan Hamit
devrini yaşıyorsunuz. Gümülcine Başkonsolosluğu
da yanı başınızda, devlet bizlerle uğraşırken sizin
rahatınıza dokunmuyor. Ta ki sıra size gelene kadar.
İnşallah sıra size gelmeyecektir. Çünkü Iskeçe
Balkan Türklüğü, şartlar gereği daha çok ön plâna
çıkmış ve bütün Batı Trakya'ya ve hattâ Türk
dünyasına örnek olmuştur. Türklük bizim
kimliklerimizde değil yüreklerimizdedir. Anlayan
anlamıştır."
1950'de İskeçe'de İbrahim Serdarzâde cemaat
başkanı iken, camileri bile kapatma sevdasına girişti
ve üç camii dışında diğer camileri az daha
kapatıyordu. Cemaattaki heyet "hiç olmazsa
İskeçe'deki medreseyi kapatmayalım, buraya
insanlar akın ediyor" dediklerinde Serdarzâde "Onlar
Pomaktır" cevabını vermiştir. Hattâ Pomaklarm Türk
olmadığına dair ilâna kalkışmıştir. İbrahim bey
Başkonsolos Ahmet Umar döneminde Başkonsolos'a
"sen yolcu, biz hancıyız. Bu işler bizden sorulur. Sen
karışma" diyerek, TC temsilcisine kafa tutacak kadar
ileri giderek meydan okumuştur.
Ne hikmetse bu kişi daha sonra imana gelince
yeğenleri Demir ve Hüsnü'nün birer Türkle
evlenmelerini bekledi fakat olamadı. Böylelikle
hayatı sona erdi. Yeğeni meşhur topçu Müfit
Serdarzâde ise bir Ermeni ile evlenerek Türkiye'ye
yerleşti. Daha sonra bir kazaya kurban gitti.
Cemaat idaresinin başına daha sonra Muzaffer bey
geldi. Onun şeceresini merak edenler Rıza
Kırlıdökme'den öğrenebilirler. Gerektiğinde biz de
ilaveleri yaparız. Bugün Rıza efendi İskeçe Muzaffer
Salihoğlu Lisesi'nin üzerine oturmuştur. Eşini
Lisenin sahibesi ilân etmiştir. Gerektiğinde ilaveleri
yapacağım.
Benim bu beylerin marifetlerini zikretmemin sebebi,
halkımızın mücadelesinde daha dikkatli olması
içindir. Zamanında Talat paşaya bir ecnebi gazeteci
"Günümüzde dünyanın en güçlü en kuvvetli ülkesi
hangisidir?" diye sorduğunda Paşa: "Türkiye"
demiştir. Gerekçesini de şöyle anlatmış: "Siz
yabancılar dışarıdan, biz (satılmışlar) içeriden
uğraşmamıza rağmen bir türlü bu memleketi
batıramadık. Halâ ayaktadır" demiştir. Aynısını ben
de Batı Trakya için söylüyorum.
Eskiden azınlık hakkında Batı Trakya Türk Toplumu
denirdi. Fakat şimdilerde toplumumuzu Azınlık
statüsüne indirgediler. Sürekli azınlıktan bahseder
oldular. Acaba Azınlıkça dergisinden mi etkilendiler?
Azınlıkça çizgisinde olanlara bazı akıllıların
vaatlerde bulunduğundan bahsedildi. Bizler
azınlıktan bahsedenleri çok gördük. Azmlıkçılıktan
medet umuyorlar. Halbuki Batı Trakya Türk
Toplumu Cemaat statüsündedir. Bu gerçeği hiç
kimse değiştiremez. Türklüğümüzü
değiştiremeyecekleri gibi.
Son sözüm şudur: Bizler Türk doğduk, Türk yaşarız
ve Türk olarak ölürüz. Mücadeleye devam. Allah
Batı Trakya Müslüman Türk Milleti'nin yardımcısı
olsun..."
Batı Trakyalı Türk aydınlardan Cengiz
ÖMER'in Yunanistan'da yaşanan traji-komik'
azınlık politikaları hakkında önemli bir makalesi:
"Bu Memlekette Demokrasi Var mı?"(*)
"Bu memlekette demokrasi var. Var ama sadece
Ortodoks olup Yunan ırkına mensup olanlara var.
Veya böyle bir kimliği dayatma yoluyla kabul
edenlere demokrasi var.
Bu memlekette Arnavut, Makedon ve özellikle de
Türk iseniz işiniz çok zor. Kimse sizi adam yerine
koymaz. Rahatlıkla "Ben Türküm" diyebilmek
mümkün değildir. Hele bir deneyin. Sonucun ne
olacağını görürsünüz.
Ben bunları Yunanistan'ın ırkçı yüzünü bilmeyenlere
söylüyorum. , AB üyesi ve her fırsatta demokrasinin
beşiği olarak reklâm yapan Yunanistan'da,
demokrasinin .adı var ama kendisi yok. Yabancı
düşmanlığı had safhada. Yunanistan'da yaşayan
azınlıklar milli kimliklerini ifade
Etmekte sıkıntılar yaşamaktadırlar. Bu sebeple
Avrupa Birliği derhal bu konuda Yunanistan'a çağrı
yapmalı ve gerekirse yaptırım uygulamalıdır.
Yunanistan, Türkiye'de yapılan demokratik
açılımlardan derhal ders almalı ve benzeri
uygulamalara geçmelidir. Yunanistan, içinde
yaşadığı azınlıklara kültürel özgürlük ve özerklik
tanımalıdır. Bu asırda herhangi bir ülkede herhangi
bir azınlığa ayrımcılık yapılamaz. Hele hele AB
üyesi bir ülke iseniz bu size hiç yakışmaz.
Yunanistan derhal Batı Trakya Müslüman Türk
Toplumuna gaspetmiş olduğu temel hak ve
özgürlüklerini iade etmelidir. Vakıflarımıza
kanunsuzca el konmuştur. Eğitimde özerklik
hakkımız tanınmıyor. Türkçe eğitim yok
edilmektedir. Bunu gerçekleştirmek için de uydurma
bir Pomak dili propagandası almış başını gidiyor.
Pomakça dil dersleri yapılıyor. Kitaplar basılıyor.
Uydurma alfabeler üretiliyor. Kısacası Türkçeyi yok
etmek için seferberlik ilan edilmiştir.
Dini ve kültürel özerkliğimiz peyderpey elimizden
alınmaktadır. Eğitim kurumlarımız gün be gün
kontrolümüzden çıkıyor. Kısacası devlet, özellikle
Avrupa Birliği destek fonlarını bölgenin kalkınması
için harcayacağı yerde, bölgemizde Müslüman-Türk
unsurlarını ortadan kaldırmak ve Yunanlaştırmak
için olağan gücüyle faaliyet göstermektedir.
Yapay uluslar ihdas ederek bizleri üç gruba bölmeye
çalışıyorlar. Batı Trakya'da yaşayan Müslüman Türk
Toplumu, Lozan Antlaşmasıyla garanti altına
alınmıştır. Bu Toplumun "Etabli" belgeleriyle Türk
oldukları kayıt altına alınmıştır.
Eğer Yunanistan, toplumumuzun halâ "Türk" değil
de sadece "Müslüman" bir azınlık olduğunda ısrar
etmeye devam edecekse, biz de kendilerine şunu
söylemek isteriz.:
Toplumlar dinî bir kimliğin yanında milli bir kimlik
de taşırlar. Hattâ kimlik deyince önce millî kimlik
akla gelir.
Özellikle de çağımızda insan toplulukları bu iki
kimlik göz önüne alınarak tanımlanırlar.
Yunanistan'da olduğu gibi sadece dini kimlikleri ile
tanımlanırlarsa, o zaman şöyle bir argüman öne
sürebiliriz. "Yunanistan, Yunan milletinin değil,
Hristiyan bir çoğunluk ile Müslüman bir azınlığın
yaşadığı bir ülkedir." Sandığım kadarıyla ne ülkemiz
Yunanistan, ne de herhangi bir AB ülkesi böyle bir
ülke tanımından hoşnut olmaz.
Peki öyleyse doğrusu ne olmalı? Yunanistan,
çoğunluk olarak Yunan milletinin yanında farklı
etnik kimliklere mensup azınlıkların ve toplumların
yaşadığı bir ülkedir. Batı Trakya'da ise farklı bir
statüye sahip olan bir Toplum yaşamaktadır. Bu,
kültürel ve dini hakları açısından kendilerine Lozan
Antlaşmasıyla özerklik verilmiş ve uluslararası
alanda dünyanın tek resmi Türk azınlığıdır. Batı
Trakya'da yaşayan bu azınlık toplumu "Batı Trakya
Müslüman Türk Toplumu" adı ile varlık
göstermektedir.
Türk-Yunan dostluğu devam ederken, ülkemiz
Yunanistan da bir taraftan dünyaya dostluk yanlısı ve
barışsever bir görüntü vermeye çalışırken, diğer
yandan kendi içerisinde demokrasiden uzak bir tavır
sergilemesi ülke içindeki bütün azınlıkları ve
özellikle de biz Batı Trakya Müslüman Türklerini
üzmekte ve düşündürmektedir. Her geçen gün
ülkemiz ve yönetimine karşı olan güvenimiz
azalmaktadır. Türk kimliğimiz halâ inkar ediliyor.
Bu da yetmezmiş gibi yeni uluslar ihdas edilerek
toplumumuz bölünmeye ve asimile edilmeye
çalışılıyor.
Batı Trakya'da yaşayan Türk toplumu farklı Türk
zümrelerinden oluşmaktadır. İşte bu özelliği farklı
yansıtarak özellikle Balkan kolunda yaşayan Türk
soydaşlarımız toplumumuzdan koparılmak isteniyor.
Pomak Türkleri'nin yüzyıllarca maruz kaldıkları
baskılar sonucu değişikliğe uğramış dillerinin
özelliklerini bahane ederek ve sadece "Pomak"
sıfatını kullanarak yapay bir azınlık ihdas etme
Çalışmaları sürdürülmektedir. Pomaklarm aslen
Helen ve Büyük İskender'in torunları olduklarını,
daha da ileriye giderek öz be öz Türk olan ve İslâm
dinine mensup olan, aynı
zamanda Batı Trakya'da Türk-İslâm kültürünün en
belirgin izlerini bulabileceğiniz "Pomak Türkleri"nin
Hristiyan olduklarını ve kılıç zoruyla Türkler
tarafından Müslümanlaştırıldıklannı dillendiren
propaganda amaçlı bölücü yayınlar yapılmaktadır.
Sözde Pomakça ders kitapları ve Pomakça dil
dersleri düzenlenmektedir. Hem de millete
danışmadan, dayatma usulü bir yöntemle.
Batı Trakya'daki Türk toplumu Anadolu'dan, yani
bugünkü Anavatan Türkiye Cumhuriyeti'nin farklı
bölgelerinden yüzyıllar öncesinde göç etmiş Türk
boylanyla birlikte, Orta asya'dan göç etmiş öz be öz
Türk Oğuz boyuna mensup bir başka Türk
topluluğudur. Bunlar Kuman/Kıpçak/Peçenek
karışımı bir Türk halitasıdır. Kardeşleri Anadolu
Türkleri'ne yardım ettikleri için Slavca'da "Pomaga"
denen lakapla nitelendirilmiş "Pomak Türklerinden
oluşmaktadır. Yani bunlara Türk oldukları için
"Pomak" denmiştir. İddia edildiği gibi "Helen"
oldukları için değil..."
Acı bir yaşanmışlık üzerine feryâd eden Batı
Trakya İskeçeli aydınlardan Bilal BUDUR,
Türkiye'de katıldığı bir toplantıda görüp
işittiklerini dile getiriyor; bu tepki Yunan'a değil,
'Türkiyeli' bir akademisyene ve bildik gayrı millî,
teslimiyetçi, kozmopolit "AB-kafası"nadır.
İbretle okuyup değerlendirmek gerekiyor:
"Kahpe Rüzgârlar" (*)
"Dünyanın neresinde olursanız olun, azınlık olmak
kolay değil. Hele bir de Türk azınlık iseniz hiç kolay
değil. Bunun da ötesinde "anavatanım Türkiye'dir"
derseniz, artık şansınızı iyice zora soktunuz
demektir.
Anavatanımız Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği
yolunda bir çok entrika ile karşılaşmaktadır. Son
günlerde tekrar gündeme getirilmeye çalışılan
"Sözde Ermeni Soykırımı" meselesi de bunun bir
parçasını oluşturuyor. Gerçi
( ) http://www.mihenk.gr/arsiv/28/analiz.htm
gündemden hiç eksik olmayan bu konu, ara sıra
canlandırılarak "suyu bulandırma" ve "ne koparırsak
kârdır" mantığının işlemeye devam ettiğini
gösteriyor. Türkiye'yi yıpratma politikaları veya bir
başka deyişle "Batı'dan esen KAHPE
RÜZGÂRLAR" Türkiye'nin AB üyeliği sürecinde
şiddetini oldukça artırmış gözüküyor.
"Türkiye bizim anavatanımızdır, varlık
sebebimizdir" diyen biz Batı Trakya Türkleri de esen
bu kahpe rüzgârlardan nasibimizi alıyoruz.
Nasıl mı? Basit bir örnek:
Yer, İstanbul Nippon hoteli. Tarih, 26 Şubat 2005.
KEMO (Azınlık Grupları Araştırma Merkezi) ve
LMV (Lozan Mübadilleri Vakfı)'nin ortaklaşa
düzenledikleri toplantılar dizisinin ikincisi.
Konu, "Medya ve Sivil Toplum."
Konuşmacılar tereyağından kıl çeker gibi seçilmiş.
Neredeyse tamamı Avrupa'ya kara sevdalı. Gerek
yapılan konuşmalarda ve gerekse verilen kahve
molaları esnasında konuşulan ve tartışılan bazı
konuları değerlendirmeye çalışalım.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, YURTTAŞLIK
YOLUNDA isimli bu toplantılar dizisi âdeta
Türkiye'yi yargüma operasyonuna benziyordu. Tek
hedef Türkiye idi. Batı Trakya Müslüman Türk
Azınlığı özgür değilmiş. Neden? Çünkü Türkiye
baskı uyguluyormuş. Yani Türkiye ve dolayısıyla
T.C. Gümülcine Başkonsolosluğu olmasa Batı
Trakya Türkleri özgürlüğüne kavuşacakmış. Öyleyse
Yunanistan'ı ve İstanbul'daki başkonsolosluğunu da
ortadan kaldırın da İstanbul'daki Rumlar rahat
etsinler, özgürlüklerine kavuşsunlar. Aynı zihniyet,
her iki azınlık üzerinde büyük etkisi olan
Müftülükleri ve Patrikhaneyi de bertaraf edip
özgürlüğümüze özgürlük katabilirler belki.
Kusura bakmayın
b eyler.
İstan bu l'd aki
Rumlar patrikhanelerinden vazgeçemeyecekleri gibi
biz Batı Trakya Türkleri de müftülüklerimizden
vazgeçmeyiz. Aynı şekilde İstanbul Rumları
Yunanistan'dan, Batı Trakya Türkleri de Türkiye'den
vazgeçmez.
Bu toplantıda Türkiye yerden yere vurulmuştur.
Patrikhane kusursuz, İstanbul Rum Azınlığı gariban
olarak tanıtılmıştır. Biz Batı Trakya Türkleri'ne sıra
gelince yine akademisyenler sağolsunlar bizi üç etnik
gruba böldüler. Pomaklar, Çingeneler ve Türkler.
Başka yerlerde "kaşıntı" yapan bu ibareler her
nedense burada kaşıntı yapmadı.
Kahve molası esnasında birkaç arkadaşla beraber ilk
toplantıdaki konuşmacılardan biri olan akademisyen
Elçin Macar'la bir iki lafladık. Kendisine ilk
toplantıda Batı Trakya Türkleri hakkında yapmış
olduğu Pomak-Çingene-Türk tasnifi hakkında bir
açıklama yapmasını istedik. Bize ilk etapta yanlış
anlaşıldığını söyledi. Daha sonra konuyu bir müddet
tartıştık. Ve nihayetinde dayanamayan Elçin Macar,
Pomaklann Türk değil Slav kökenli etnik bir grup
olduğuna inandığını söyledi. Kendisine şunu
sormadan edemeyeceğim. Bir taraftan bizim
kimliğimize saygılı olduğunuzu söylüyorsun, "sizin
kendinizi Türk olarak kabul etmenize diyecek bir
şeyim yok" diyorsun, diğer taraftan da, "siz Türk
değil Slav kökenlisiniz" diyorsun. Hem, T.C.
vatandaşı bir akademisyen olarak bizim
Türklüğümüz sizi niye bu kadar rahatsız ediyor
merak ediyorum doğrusu. "Milli kimlik" konusunu
çözdünüz, şimdi bir de Müftülüklerimize el attınız
bakıyorum. Yakında bunların da icabına bakarsınız
herhalde. Görevinizi çok iyi yapıyor, size verilen
rolü çok iyi oynuyorsunuz. Ama bir tek noktada
yanılıyorsunuz. Batı Trakya Türkleri enayi değildir.
Bu millete enayi muamelesi yapmaya hakkınız yok.
Ve şunu çok iyi biliniz ki biz buna müsaade
etmeyeceğiz.
Kahve molası esnasında Yunanlı konuşmacılardan
birisi, Yunanistan'ın İstanbul Başkonsolosluğunda
sekreter olduğunu öğrendiğimiz bir bayanla yanı
başımızda laflıyorlardı. Bu hanımefendi az önceki
oturumda konuşma yapan Av. Halil Mustafa'yı
kastederek "ne kadar güzel konuştu, fikirleri tam
bizim istediğimiz gibi. Bu delikanlı tam bir Rum gibi
düşünüyor." deyince Yunanlı konuşmacı "Biz de
zaten böylelerini istiyoruz. Biz ancak bunun gibilerle
işimizi yaparız." dedi. Yanı başımızda cereyan eden
bu hadise bu organizasyonun da yazımın başında
zikrettiğim Kahpe Rüzgârlar'm bir parçasını teşkil
ettiğini gösteriyordu. Toplantının genelinde Türkiye
ile Yunanistan'ın arasında yaşanan problemlerin baş
suçlusu Türkiye olduğu imajı verilmeye çalışıldı..
Batı Trakya'da suçlu Türkiye. İstanbul Rum
Azınlığının problemlerinde suçlu yine Türkiye.
"Türkiye artık Lozan'dan vazgeçmelidir. Zaten
uygulanmıyor. Artık tamamen ortadan kaldırılsın."
Hastalıktan kurtulmak için hastayı ortadan kaldırma
yöntemi. Lozan uygulanmıyor ve Lozan'daki
haklarımız verilmiyor diye Lozan'ı ortadan
kaldırmak. Yani var olan haklarımızı tamamen
ortadan kaldırmak. Artık böyle haklara gerek yok.
Avrupa Birliği var. Ne isteyecekseniz oradan isteyin.
Akıllı ve birikimli zannettiğimiz bazı insanların bu
mantığın savunuculuğunu yapmalarını anlamak
mümkün değil. Hiçbir Batı Trakya Türk'ü böyle bir
gafletin içerisine düşmemelidir diye düşünüyorum.
Şunu da zikretmeden edemeyeceğim. Merkezi
İstanbul'da bulunan Batı Trakya Türkleri Dayanışma
Derneği, Nippon Hoteli'ne yaklaşık 40-50 kişilik bir
grupla gelmese, ve biz Batı Trakya'dan arkadaşlarla
beraber toplantıya katılmasaydık, bu organizasyonu
gerçekleştiren kişiler ve konuşmacılar birbirlerine
terane okumaktan öteye gidemeyeceklerdi. Ama
gittiğimize pişman olmadık. Türkiye'yi, en güzel
şehri İstanbul'da yerden yere vuran ve özgür
olmadığını söyleyen bu zihniyeti daha yakından
tanıma fırsatı bulduk.
Bir taraftan Türkiye'nin göbeğinde Türkiye için
ağzına geleni söyleyeceksin, diğer taraftan
Türkiye'de özgürlük olmadığını ve Türkiye'nin Batı
Trakya'da özgürlüğü kısıtladığını iddia edeceksin.
Siz bunları Tüıkrye'de konuşabildiğinize göre
Türkiye dünyanın en özgür ülkesidir.
En büyük temennimiz ülkemiz Yunanistan'ın da bir
an
önce uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş
haklarımızı iade ederek Türkiye gibi dünyanın en
demokratik ve özgür ülkeleri arasında yerini
almasıdır. Bunu da yakın gelecekte başaracağına
inanıyoruz. Artık devletimizin de bu problemlerle
uğraşmaktan sıkıldığını ve Batı Trakya'da mâkul bir
çözüm için arayış içinde olduğu kanaatindeyiz.
Ben bir İskeçeli olarak Iskeçe'yi seviyorum.
Gümülcineli ve Dedeağaçlı kardeşlerimiz de kendi
şehirlerini seviyorlar. Ve biz Batı Trakya Türkleri
hep beraber üzerinde yaşadığımız, ekmeğini
yediğimiz bu toprakları, yani ülkemiz Yunanistan'ı
seviyoruz. Avrupa Birliği vatandaşı olduğumuzun da
bilincinde ve farkındayız.
Ancak, aynı dili konuştuğumuz, aynı kültürü
paylaştığımız ve aynı inanca sahip olduğumuz
Türkiye'den vazgeçmemizi de kimse beklemesin.
Aynı İstanbul Rumları'nın Yunanistan'dan
vazgeçmelerini bekleyemeyeceğimiz gibi.
Batı Trakya Türkleri için Türkiye'den vazgeçmek
demek, dilinden, dininden, kültüründen ve yaşam
biçiminden vazgeçmek demektir. Bu, bazılarının
hayallerini süslese bile gerçekleşmesi imkânsız bir
durumdur.Batı Trakya Türkleri hem Yunanistan hem
Türkiye'den vazgeçmez.
Ey kahpe rüzgar! Sen hangi yönden esersen es!"
SONUÇ Yerine:
Batı Trakya Türkleri başta Lozan Barış Andlaşması
olmak üzere, Yunanistan'ın taraf olduğu eski ve yeni
bir çok uluslararası belgeye göre etnik kimliği Yunan
devleti tarafından korunması gereken ve 'cemaat'
statüsünde bir topluluktur. Gerek etnik kimliği
gerekse Lozan'dan doğan dinsel, kültürel ve eğitsel
hakları halen Yunan devletince tanınmamakta veya
baskı altında tutulmaktadır.
Dinî lider statüsündeki müftülerin seçimle işbaşına
gelmelerinin engellenmesi, ve Yunan makamlarınca
tayini, ilkokulu bitiren Türk azınlık çocuklarının
ancak 'kur'a çekerek' bir üst okula devam hakkını
kazanabilmeleri, bütün bunlar, çağdışı ve Avrupa
Birliği ilkelerine aykırı birer örnek oluşturmaktadır.
Batı Trakya'daki az sayıda Türk okullarında, ki
bunlara 'Müslüman Azınlık Okulları' denmektedir,
okutulan kitapların eski yıllardan kalma eski
bilgilerle dolu olması, Türk azınlığın dinî
ihtiyaçlarının Ramazan aylarında dahi Türkiye'den
gelebilecek din görevlileri yerine, çoğu zaman Arap
ülkelerinden getirilen "din âlimi"(!) kişilerce
giderilmeye ve böylece, azınlığın millî kimliğinin
örselenmeye çalışıldığı göz önüne alınırsa, Batı
Trakya Türkleri'nin içinde bulunduğu ağır şartlar bir
ölçüde anlaşılacaktır.
Daha önce Ege Makedonları'nda olduğu gibi, Batı
Trakya'da da 1977'de yer adları Yunancalaştırılmış
ve bunların yanına parantez içinde dahi
Türkçeleri'nin yazılması yasaklanmıştır. Türkçe
adların kullanılması para hattâ hapis cezalarına sebep
olabilmiştir. Bölgedeki Türk varlığı ve bu kimliğin
bütün etnik ve dinî sembolleri ortadan kaldırılma
sürecindedir; bu, Yunan devletinin diğer etnik
azınlıklara olduğu gibi Türklere de ethnosid ve
kültürosid uyguladığının bir başka kanıtıdır.
Türk etnik kimliğinin reddi, Batı Trakya'da sadece
"Müslümanların varolduğu ve bunların aslında
Yunanlı iken, sonradan Müslümanlaştırılmış
oldukları" şeklinde iddialar, Avrupa Birliği
üyesi Yunanistan devletinin temelsiz
görüşlerinden ve 'fobia/mania' niteliğinde tepkilerinden
sadece bir kaçını oluşturmaktadır. Bu yersiz iddiaların hiç
biri kabul edilemez; bu iddialar tarih, hukuk, demokrasi ve
insan hakları bağlamında asılsız safsatalardan öteye
geçmemektedir.
NOTLAR ve KAYNAKLAR:
GİRİŞ:
1-Mandeson - Sinkhrono Ellino - Germaniko Leksiko,
Diagoras Athine (tarih yok), s. 418; ayrıca, Europâische
Grundsâtze - Zeitschrift, 1982. s. 352'den nakleden:
Ayşe Füsun Arsava - Azınlık Kavramı ve Azınlık
Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle Medeni
ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında
İncelenmesi, Ankara 1993, s. 54.
2- Lawrence M. Hinman - Race, Racism and Ethics,
Ethics Update, March 23, 1999,http //www.ethicsacusd.
edu / socialetbics/ Race/ Powerpoint/ Race/ index. htm,
April 4, 1999
3- Francesco Capotorti - Preliminary Report: Study on
the Rights of Persons belonging to Ethnic, Religious
and Linguistic Minorities, 27.6.1972, Nr. 197'den
nakleden: Arsava- aynı yer.
4- Arsava - aynı yer; Anthony D. Smith Millî Kimlik,
İstanbul 1994. s. 71.
5- Smith - a.g.e., s. 21; Ernest Gellner - Milliyetçiliğe
Bakmak, İstanbul 1998, s. 61-62.
6- Arsava - a.g.e., s. 55.
7- Hüseyin Pazarcı - Uluslararası Hukuk Dersleri, II.
Kitap. Ankara 1996 (4. Baskı), s. 163.
8- Pazarcı - aynı yer.
9- Arsava - aynı yer; ayrıca, J.A. Andrews and W.D. Hines
-International Protection of Human Rights, London
1987, s. 10.
10- Baskın Oran - Türk - Yunan İlişkilerinde Batı
Trakya Sorunu, Ankara 1991 (güncelleştirilmiş ikinci
basım), s. 40. 11-Oran-a.g.e., s.41.
12- Oran - aynı yer..
13- BM İnsan Hakları Komisyonunca kurulan
"Ayrımların Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması
Alt-Komitesi", azınlıkların uluslararası korunması
amacıyla yapılacak azınlık tanımına, 5. Oturumunda bu
noktayı da eklemişti: Oran-aynı yer.
14- Oran - aynı yer.
15- Oran - aynı ver. Oran burada "... azınlık kavramı,
ancak kendisine uygulanan bir baskı varsa ortaya
çıkabilecektir. Baskı öğesinin nesnel olarak bulunmadığı
yerde azınlık kavramından değil "farklıgrup"
kavramından söz etmek daha
doğru olacaktır' demektedir, aynı yer, dn. 3'de ise güçlü
azınlık bilinci ile "baskı" arasında etki - tepki ve karşılıklı
tahrik boyutları da tartışılmaktadır.
16- Batı Trakya Türkleri'nin Türkiye Türkleri'yle, Ege
Makedonlan'nm Makedonya Cumhuriyeti'yle
Arnavutlar'm Arnavutluk Cumhuriyeti'yle veya Ulahlar'm
nisbeten Romanya Cumhuriyeti'yle olduğu gibi.
17- Yunanistan'daki Ulahlar veya Hıristiyan Arnavutlar
/Arvanitler gibi.
18- Mustafa E. Erkal - Sosyoloji (Toplumbilimi),
İstanbul 1995, s. 32-34.
19-Arsava-a.g.e., s. 56. 20- Arsava - aynı yer.
BÖLÜM - I: Yunanistan ve Yunanlılar
1-William M. Sloane
-Bir Tarih Laboratuarı
Balkanlar,
çeviren Sibel Özbudun, istanbul 1987, s. 10-11,37-38 .
2Yeni Yunanistan devletinin kurulduğu sıralarda
yayınlanan bu eser için bkz.: Jakob Philipp Fallmerayer
-Geschichte der Halbinsel Morea, 1., Stuttgart 1830 .
3- Herkül Milas- Yunan Ulusunun Doğuşu, İstanbul
1994, s. 53.
4- Richard Clogg -A Concise History of Greece,
Cambridge University Press 1997 (reprint of 1992), s. 2;
Milas, Fallmerayer'den örnek vermenin ve Yunanlılar'ı
"kan, ırk" kavramlarıyla açıklamaya kalkışmanın "ırkçı bir
söylem" olduğunu belirtmektedir: Milas a.g.e., s.209-210
5- John Shea -Macedonia and Greece- The Struggle to
Define a New Balkan Nation, London 1997, s. 78, 88 .
6- Shea- a.g.e., s. 77-96'da "The Great Ethnic Mbc of
Greece" alt başlığında bu melezleşme/karışma sürecini
irdelemektedir.
7- Kari Strupp -Ausgewâhlte diplomatische
Aktenstücke zur orientalischen Frage, Gotha 1916,
s.58-60 .
8- Buna yakın bir tasvir için bkz.: Dimitri Kitsikis
-Yunan Propagandası, çeviren; Hakkı Devrim, İstanbul
1974, s. 21-22; M. Murat Hatipoğlu -Yakın Tarihte
Türkiye ve Yunanistan (1923-1954) Ankara 1997, s. 1-2
.
9- Griechenland, Südosteuropa - Handbuch, (Hrgb)
Klaus-DetlevGrothusen, Göttingen 1980, s-. 376-377.
10- Balkan Savaşları ve Yunanistan'ın saldırıları ve işgal
hareketleri için bkz.: Egon Heymann - Balkan-Kriege,
Bündnisse, Revolutionen (150 Jahre Politik und
Schicksal), Berlin 1938, s. 57-63; ayrıca: Fahir Armaoğlu
19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara 1997, s. 667-669, 680-688;
ayrıca: Balkan Harbi (1912-1913), Türk Silahlı
Kuvvetleri Tarihi, II. cilt 1. Kısım Gnkur. Bşkl. (İkinci
Baskı) Ankara 1993, s. 150, 152-154; aynı adlı eser, III.
Cilt 2. Kısım. Gnkur Bşkl. (İkinci Baskı) Ankara 1993, s.
157-687 .
11- 1912-13 arasında fasılalarla savaşan Yunanlılar Epir
ve Makedonya'yı ve bazı adaları işgal etmiş, 1919-1922
arasında Türkiye'ye saldırmış ancak Türk Kurtuluş Savaşı
sonucunda toprak elde edemeden püskürtülmüşlerdir.
İkinci Dünya Savaşı'nda ise müttefiklerin yardımıyla
mevcudu korumuş ve Oniki Ada'yı 1947 Paris Barış
Konferansı'nda masa başında ele geçirmişlerdir. Böylece
sadece Balkan Savaşları'nda ele geçirdikleri topraklan kan
dökerek elde etmişlerdir.
12- Yunanistan'da 1830 ile 1922 arasında yaşanan çeşitli
siyasal gelişmeler için bkz.: M.Murat Hatipoğlu
-Yunanistan'daki Gelişmelerin Işığında Türk-Yunan
İlişkilerinin 101 Yılı (1821-1922), Ankara 1988, s.
25-141; ayrıca, Clogg- a.g.e., s.47-99 .
13- Özellikle 1844 ile 1910 yılları arasındaki seçimler ve
değerlendirmeleri için bkz.: Hatipoğlu-'Türk-Yunan
İlişkilerinin 101 yılı...' s. 159; ayrıca bu çalışmanın
Türkler Bölümü 1974'de Demokrasiye dönüş ve ilk
sonuçları hk. bkz.: Erik Goldstein -Greece: The
imperatives of geopolitics, Byzantine and Modern Greek
Studies, Volume: 22 (1998), Centre for Byzantine,
Ottoman and Modern Greek Studies, University of
Birmingham, s. 161-163; ayrıca, John O.Iatrides -Greece
at the Crossroads, 1944-1950, Greece at the
Crossroads- The Civil War and Its Legacy, The
Pennsylvania State University 1995, s. 1-30 .
14- 1924'ten bu tarihe kadarki siyasal gelişmeler için
bkz.: Hatipoğlu- Yakın Tarihte...', s. 35-43, 187-194,
222-229, 255-263.
15- Greece, Political Handbook of the World: 1998,
Edited by Arthur Banks- Thomas C. Muller,
Binghamton/New York (t.y.), s. 361 ayrıca, Clogg-a.g.e.,
145-172; Christopher T. Lazakis -The Steering of Greece
in the last fifty years, cieltrappebooks, 1996, s. 57-69 .
16- Goldstein- a.g.m. s. 163; ayrıca, Heinz-Jürgen
Axt-Griechenlands Aufienpolitik and Europa:
Verpafite Chancen und neue
HerausforderungenJ3aden Baden 1992, s.156-159.
17Kiryakatiki [?] Eleftherotipia,
6 Nisan
1987'den
nakleden: N.Nisa Bayramoğlu- Avrupa Topluluğu,
Ülkeleri ve Türkiye'nin Tanıtımı, TBMM Kültür, Sanat
ve Yayın Kurulu yay. No: 34, Ankara, 1987, s. 72
18- Shea-a.g.e..s.ll6-117.
19Turkish Minority of Western Thrace,
Federation of WesternThraceTurksinEurope, 1998. s.9.;
20- Yeni Bir Avrupa İçin Paris Yasası, Basın Yayın ve
Enformasyon Genel Müdürlüğü, Ankara Aralık-1990, s.
2-6.
21- Milas - a.g.e., s. 55 .
22- Anthony D. Smith -National Identity, London 1991,
s. 29.
23- Simon Mcllwaine - The Strange Case of the
Invisible Minorities- lnstitutional Racism in the Greek
State, International Society for Human Rights, British
Section, Report-December 1993
24- Martin Bernal - Black Athena: The Afroasiatic
Roots of Classical Civilization, Volume: 1, London
1987, s. 10-14. 25-Bernal a.g.e., s. 10-11.
BÖLÜM - II: Batı Trakya Türkleri
1- Batı Trakya Türkleri zaman zaman, bizzat Yunanistan
hükümetlerinin talimatlarıyla, sadece "Müslüman" olarak
değil "Türk" olarak da anılmışlar, yayın, kurum ve
kuruluşlarında "Türk" ve "Türkçe" sıfatlarını açıkça
kullanabilmişlerdir: Destroying Ethnic Identity-The
Turks of Greece, A Helsinki Watch Report,New
York-Washington 1990, s. 15-17..
2- Baskın Oran- Türk-Yunan İlişkilerinde Batı
Trakya Sorunu, (güncelleştirilmiş ikinci basım), Ankara
1991, s.24-25.
3- Oran- a.g.e., s. 24.
4- Tevfık Bıyıklıoğlu- Trakya'da Milli Mücadele,
cilt:l, Ankara 1955, s. 23; Ahmet Aydınh-Batı Trakya
Faciasının İç Yüzü, İstanbul 1971. s.25-27; Kâmuran
Gürün - Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, 1. cilt,
Ankara 1981, s. 246-277. Pomak Türkleri hakkında
ayrıntılı bir çalışma için bkz.: Halim Çavuşoğlu
-Balkanlar'da Pomak Türkleri-Tarih ve
Sosyo-Kültürel Yapı, Ankara 1993.
5Baskın Oran -Batı Trakya'daki Müslüman Türk
Azınlığı, Türk-Yunan Anlaşmazlığı (deri. Semih Vaner)
İstanbul 1990. s. 153.
7- Oran- a.g.e_ s 27-28
7-Oran a.g.e. s.28
8- Tahsin Ünal - Batı Trakya Türkleri, Türk Kültürü, sayı:
76, yıh.VTl. Ankara 1979 s 279-280. Tahsin Ünal 25
Mayıs 1920 ile 30 Ağustos 1923 arasında ve bir de 25
Ağustos 1949'da olmak üzere iki 'devlet' denemesinden
daha söz etmektedir; ancak hakkında sağlıklı ve
destekleyici verilere rastlanmadığından, bunlar metne
alınmamıştır.
9- Onal-aynıyer
10- Oran- a.g.m., s. 153. 11 - Oran- aynı yer
12Mübadele ve yerleşikler (etabli) konusunda bkz.:
Stephen P. Ladas- The Exchange of MinoritiesBulgaria, Greece and Turkey, New York 1932, s. 333
vd.; Nihat Erim -Milletlerarası Adalet Divanı ve Türkiye
- Rum ve Türk Ahali Mübadelesi, A.Ü.H.F. Dergisi, cilt:
2. sayı:l. Ankara 1944, s. 62-63; ayrıca. Dimitri
Pentzopoulos- The Balkan Exchange of Minorities and
Its Impact Upon Greece, The Hague 1962, muhtelif
yerlerde; Harry J. Psomiades- The Eastern Question:
The Last Phase- A Study in Greek-Turkish
Diplomacy, Thessaloniki 1968, s. 64-65; İsmail SoysalTürkiye'nin Siyasal Andlaşmaları, 1920-1945
(Tarihçeleri ve Açıklamaları ile), cilt:I, Ankara 1983, s.
177-183; Alexis Alexandris- The Greek Minority of
istanbul and Greek-Turkish Relations (1918-1974),
Center for Asia Minör Studies. Athens 1983. s. 83 vd. ;
M.Murat Hatipoğlu-Yakın Tarihte Türkiye ve
Yunanistan (1923-1954), Ankara 1997, s. 45-58.
13- Soysal - a.g.e., s. 98; Oran- a.g.m.., s. 154
14-Oran-a.g.m.,s. 155.
15- Biraz daha geriye gitmek gerekirse, Yunanistan'ın
Müslüman azınlıklarını koruma altına alan iki uluslararası
belge daha söz konusuydu: 1- Yunanistan'ın bağımsız bir
kraliyet olarak kurulduğuna ilişkin 3 Şubat 1830 tarihli
Londra Protokolü (İngiltere, Fransa ve Rusya'nın
düzenleyip imzaladıkları belge); 2- Tesalya'nm
Yunanistan'a verilmesini öngören 2 Temmuz 1881
İstanbul Andlaşması: 1- Kari Strupp- Ausgewaehlte
diplomatische Aktenstücke zur orientalischen Frage,
Gotha 1916, s.58-60 ve 2- Charles Strupp [Kari Strupp]La situation internationale de la Grece (1821-1917),
Zürich 1917, s. 202-206.
1- 16- Oran a.g.e. s., 156; Atina Andlaşması için
bkz: Düstur III. Tertip, cilt:8 (2. Baskı), s.
129-136; 1930 ve 1933 andlaşmaları ile bunlara
ilişkin gelişmeler için bkz:Hatipoğlu-a.g.e.,s.
115-118,167-168
2- 17- İsmet İnönü- Hatıralar, 2. Kitap, Ankara
1987, s. 236. 18-Alexandris-a.g.e., s.120-121.
19-Hatipoğlu-a.g.e.,s. 56-58. 20- Ladas-a.g.e.,
s.478. 21 - Ladas-aynı yer.
3- 22- Ladas-a.g.e., s.478-479
4- 23- Türk-Yunan yakınlaşması ve Balkan
Paktı için bkz.: İsmail Soysal- Balkan Paka
(1934-1941), Ord. Prof Yusuf Hikmet Bayur'a
Armağan. Ankara 1985. S.
125-226;Hatipoğlua.g.e.,s.l 15-172.
5- 24- Hatipoğlu a.g.e., s. 250-263.
6- 25- İkinci Dünya Savaşı yıllarında
Türkiye'nin Yunanistan'a yaptığı insani yardım
için bkz..Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü.
Cumhuriyet Arşivi, Bakanlar Kurulu Fonu:
19503/2/14836-93; 9 Aralık 1940 tarihli karar;
9533/2/15461-94.24.16; 26 Mart 1941 tarihli
karar; 19821/3/1994- 107. 90.8: 7 Aralık 1944
tarihli karar. Bu yardımlar için ayrıca bkz,:
Hatipoğlu-Yakm Tarihte..., s. 252-255.
7- 26- Bülent Demirbaş-BatıTrakya Sorunu,
Ankara 1996,s. 123.
8- 27- Demirbaş - aynı yer.
9- 28- Demirbaş-a.g.e.. s. 127.
29-Demirbaş-a.g.e., s. 126.
10-30- Bu gelişmeleri hem Yunanistan hem
de Türkiye açısından bir arada değerlendiren bir
çalışma için bkz.: Hatipoğlu-a.g.e., s.
269-277.287-289.
11-31- 3065 / 1954 sayı ve tarihle çıkartılan bir
yasa.
12-32- Bu dönemin genel bir
değerlendirmesini Baskın Oran önemli verilerle
ortaya koymaktadır: Oran-a.g.e., s.280 ve
dn.171.
13-33-Oran-a.g.e., .s. 281. 34-Oran-a.g.e., s.
282.
14-35- Batı Trakya Azınlığı İnsan Hakları
ve Belgeler. Batı Trakyalılar Derneği Yayını.
Ankara 1987, s. 110-111.
15-36- Oran- aynı yer. 3 7-aynı yer.
16-38- Batı Trakya Azınlığı İnsan Hakları ve
Belgeler, s. 115
17-39-aynı yer.
18-40-Oran-a.g.e., s. 184.
19-41 - Oran-aynı yer
20-42- Batı Trakya'da yayınlanan Akın
gazetesinin 27 Ekim 1974 tarihli sayısından
nakleden: Oran a.g.e., s. 185
21-43- Oran-aynı yer.
22-44- Oran- aynı yer.
23-45-aynıyer
24-46- Oran- a.g.e., s. 186
25-47-Oran-a.g.e., s. 186-187
26-48-Batı Trakya Azınlığı İnsan Hakları ve
Belgeler, s. 115.
27-49-aynı yer.
28-50- Işık Sadık Ahmet-Bir tnsan Haklan
Dramı.- Batı Trakya, Yeni Türkiye-Türk
Dünyası (Özel sayı), II. sayı: 16, Ankara
29-1997,s. 1796.
30-51- Batı Trakya Azınlığı İnsan Hakları ve
Belgeler, s. 116.
31-52-Oran-a.g.e., s. 283.
32-53- Oran-aynı yer.
33-54- Destroying Ethnic Identity-The Turks of
Greece, s. 18. 55-aynı eser,s.18-19,
34-56-aynıyer
35-57-aynı eser s.20.
36-58-aynıyer
37-59- aynı eser, s.21.
38-60- Greek Helsinki Monitör
Report-1997; Khronos gazetesinin 7 Kasım
1997 tarihli sayısında Yunan vatandaşlığından
çıkarılanların sayısının yıllar içinde 450.000'i
bulduğu belirtilmiştir. Ayrıca, bu sayının bir
kısmını Ege Makedonları oluşturmaktadır; 19.
Maddenin 11 Haziran 1998'de kaldırılmasının
ardından 20 Haziran Cumartesi günü
TRT-Türkiye'nin Sesi Radyosu da "Görünüm"
adlı yorum programında ilgili maddenin yol
açtığı kayıplara temas ederek, vatandaşlığı
elinden alınanların uğradığı zararların
giderilmesi gerektiğini vurgulamıştır: Görünüm.
Haftalık Yorum Programı, TRT-Türkiye'nin Sesi
Radyosu20 Haziran 1998 Cumartesi.
39-61-Oran-a.g.e., s.213.
40-62- Oran- aynı yer.
41-63- Helsinki Watch Report, 1989 ve 1990;
Oran-a.g.e., s.
42-215.
43-64- Oran- aynı yer.
44-65- Turkish Minority of Western
Thrace.Federation of
WesternThraceTurksinEurope,1998s.9.;
45-66- aynı yer: bu durumda olan Batı Trakya
Türkleri hk. bir rapor için bkz.: Greek Helsinki
Monitör -Press Release, 21.1.1998, Topic:
Inadmissable Turkish Position on the Stateless of
Thrace. Burada Türkiye'nin, Batı Trakyalı olup
da 'heimatlos' konumuna düşen azınlık
mensuplarıyla ilgili tutumu da eleştirilmektedir.
46-67- Oran- a.g.e., s. 204 .
47-68- Oran- aynı yer. 69-aynı yer.
48-70- Işık Sadık Ahmet- a.g.m., s. 1794: ayrıca
M.C. Özörıder-H.Çavuşoğlu-Balkanlar ve Batı
Trakya Türklüğü, Yeni Türkiye-Türk Dünyası
(Özel Sayı), II. sayı: 16. Ankara 1997. s. 1803.
49-71- Bu konudaki bir değerlendirme için
bkz.: Özönder-Çavuşoğlu- a.g.m... s. 1801;
Türkler'in bölgeyi terke zorlandığı hk. aynca bkz:
Iawao Komasawa -The Case of Turks in
Western Thrace, Tokio 1983. s.6-7; aynı konu
için; Protection of Minorities Human Riglıts,
Fifty-Fourth Session(Geneva, 16March-24April
1998) (ItemNolö), s. 8-9
50-72- Türk Dışişleri Bakanlığının
Selanik'teki Hamzabey Camii'nin ortadan
kaldırılma tehlikesi üzerine yaptığı 19 Ocak 1999
tarihli açıklamadan: Dışişleri Güncesi, Ocak
1999 s.43.
"„, Ben bir Türk olduğum, için hapse
Götürülüyorum.
Eğer Türk olmak bir suç ise, burada
tekrar ediyorum.
Ben bir Türküm ve öyle kalacağım.
Bu
mesajımla
Batı
Trakya
azınlığına
sesleniyorum ve Türk olduklarını
unutmamalarinı söylüyorum...”
Dr. Sadık AHMET, Ocak 1990
ISBN: 997-7739-16-2

Benzer belgeler