Türkiye Cumhuriyet`inde mühtedi Ermenilerin sorunları

Transkript

Türkiye Cumhuriyet`inde mühtedi Ermenilerin sorunları
Haykazun Alvırtsyan
Türkiye Cumhuriyet’inde
mühtedi Ermenilerin sorunları
Bu kitap, Ermenistan Cumhuriyeti başkanı işbirliği teşkilatı olan
Ermenistan Gençlik Fonu tarafından tahsis edilen ödenek için
ilan olunan yarışma çerçevesinde yayınlanmıştır
1
Bu çalışma Batı Ermenileri Sorunları Araştırma
Merkezi’nde yapılmıştır.
Türkçeye çeviren: Diran Lokmagözyan
Bu kitapta Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Türkiye
Cumhuriyeti’nde Ermenilerin İslamlaştırılmasının birkaç önemli
bölümünün kısa tarihi anlatılmaktadır. Hemşin ve Dersim
Ermenileri sorununa ayrı bir bölüm tahsis edilmiştir.
Ermeni Soykırımı dönemi ve onu müteakip dönemden
günümüze kadar yaşanmış olaylar, mühtedi Ermenilerin bugünkü
sorunları ve Türkiye yöneticilerinin bu meselelere yaklaşımı daha
detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.
ISBN 978-9939-52-905-9
© Haykazun Alvırtsyan, 2014
© Edit Print, 2014
2
GİRİŞ
Osmanlı
İmparatorluğu’nda
Ermenilerin
cebri
İslamlaştırılması siyaseti, asırlar süren bir tarihe tekabül etse de,
ancak 1915–1923 yılları zarfında Ermenilerin (diğer gayrimüslim
halklar da dâhil) Soykırımı, tehciri, cebri Müslümanlaştırılması,
ülkenin etnik-dini tablosunu temelden değiştirmiştir.
1923 yılında başlayan yeni bir İslamlaştırma ve Türkleştirme
aşaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet politikasına dönüşür. Jön
Türklerin milli siyaseti, Mustafa Kemal tarafından benimsenerek,
sistematik bir şekilde gerçekleştirilir. Bu siyaset, bir devlet
politikası olarak ilk defa resmi ağızdan dönemin başbakanı ve daha
sonra cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü tarafından 22 Nisan 1925
yılında, Türk Ocakları’ndan birinde yapmış olduğu konuşmasında
kamuya açıklanmıştır, “Biz açıkça milliyetçiyiz. Milliyetçilik bizi
birleştiren tek nedendir. Türk çoğunluğunun yanında diğer
unsurların hiçbir etkisi yoktur. Her ne pahasına olursa olsun,
ülkemizde yaşayanları Türkleştirecek, Türklere ve Türkçülüğe
karşı çıkanları yok edeceğiz”1.
Bu hükümetin bünyesinde bulunup, tüm ülkeyi bir
hapishaneye çevirmiş olan adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt ve
içişleri bakanı Recep Peker, ırkçı görüşleriyle özellikle göze
çarpmaktaydı.
1
Oktay Baran, İsmet İnönü, Kemalizm ve Demokrasi,
http://marksist.net/oktay_baran/ismet_inonu_kemalizm_ve_demokrasi.htm
3
Adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un, Ararat (Ağrı)
bölgesindeki Kürt ayaklanmasını kanla boğduktan sonra yapmış
olduğu açıklaması, o dönemde İtalya ve Almanya’da yükseliş
yaşayan faşist-ırkçı ideolojisi öğelerinin ruhunu taşımaktaydı, “Saf
Türk olmayan hiç kimsenin bu ülkede hiçbir hakkı yoktur; onlar
sadece ve sadece hizmetçi ve köle olma hakkına sahiptirler. Bu
gerçeği dost, düşman, herkes dağlar bile bilmek zorundadır”2.
Oktay Baran’ın yazdığına göre, o yıllarda faşizme düzdüğü
övgülerle tanınan “Cumhuriyet” gazetesinden Falih Rıfkı Atay,
Hitler’in “Mustafa Kemal’in ilk öğrencisi Mussolini, ikincisi
benim” dediğini ballandırarak anlatır. M. Kemal’in gözdelerinden
Mahmut Esat Bozkurt da aynı minvalde, faşizmin ilham
kaynağının Kemalizm olduğu iddiasıyla övünür. “Zamanımızın
bir Alman tarihçisi, gerek nasyonal sosyalizmin ve gerek
faşizmin Mustafa Kemal rejiminin az çok değiştirilmiş birer
şeklinden başka bir şey olmadıklarını söyler. Çok doğrudur.
Çok doğru bir görüştür”3.
Şimdi ise, Kemal’in hükümeti tarafından benimsenen
ideoloji ile, Jön Türklerin bir numaralı ideologu Doktor Nazım’ın,
İttihatçıların gizli toplantılarından biri esnasında söylediği
aşağıdaki sözlerini karşılaştıralım, “Ben, Türklüğü canlandırmak
için size arkadaş, kardeş oldum, ben Türk’ün, sadece Türk’ün
yaşamasını, bu topraklar üzerinde bağımsız efendi olmasını
arzuluyorum. Türk olmayan unsurlar yok olsun, hangi millete ve
dine ait olurlarsa olsunlar. Bu ülkeyi Türk olmayan unsurlardan
2
3
A.g.e.
A.g.e.
4
temizlemek gerekir”4
Bu siyaset, Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüze kadar
yürürlükte olan, tüm Türkiye vatandaşlarının Türk olduğu
maddesiyle resmileşmiştir.
Ermenilerin Türkleştirilmesi
ve
İslamlaştırılmasının
beklenen sonucu vermediği tüm hallerde, gayrimüslim halklara ve
özellikle de Ermenilere yönelik olan baskıları arttıran görülmemiş
kanunlar kabul edilmekteydi. Bu kanunlar arasında göze çarpan
“20 kura askerlik” (1941–1942) ve “Varlık vergisi” (1942–1944)
kanunlarına ilgili bölümlerde değineceğiz.
Lakin günümüz Türkiye’sindeki etnik-dini tablo, çok sayıda
Ermeni, Süryani, Rum ve Yahudi’nin ülkeyi terk etmiş olmasına
rağmen, Türk yöneticilerin, gayrimüslimlerden tamamen
kurtulmayı başaramamış olduklarını kanıtlamaktadır.
Halkların,
kimliklerini
koruma
mücadelesi,
Türk
yöneticilerin asimilasyon politikasına doğrudan bir cevap
mahiyetinde olan inatçı iç direnişten, silahlı mücadeleye kadar
varan (20’li yıllardaki Kürt ayaklanmaları, 1937-38 Dersim
ayaklanması ve son kırk yıldaki Kürt silahlı mücadelesi) yeniyeni şekiller alır.
Türkiye’nin yürüttüğü, halkların asimilasyonu, varlıklarının
inkâr edilmesi siyaseti hakkında, günümüz Türk yazarlarından
birinin düşünceleri hayli ilginçtir, “Kürt sorunu 20 yıldan fazladır
ülkemizi kan gölüne çevirdi. Bunun üzerine bir şeyler söylemeyi
bile abes buluyorum. Binlerce insan öldü bu yüzden. İnkâr, inkâr,
nereye kadar? Kürtler içinde Türkmenlerden gelip Kürtleşenler
4
Mevlanzade Rıfat, Osmanyan heğapokhutyan mut dsalkerı, Tonikyan
matbaası, 3. baskı, Beyrut, 1975, s.98-99.
5
olduğu gibi, Türkler içinde de Kürtlerden gelip Türkleşenler
olduğunu biliyoruz. Peki Türkleşen Arnavutlar, Giritliler,
Boşnaklar, Pomaklar, Hemşinliler, Lazlar, Gürcüler yok mu? Yakın
çevrenize bir bakın, anlarsınız”5.
Gayrimüslim halkların Türkleştirilmesi konusundaki ilk
adım İslamlaştırmak iken, Müslüman halkların Türkleştirilmesi
için bazı incelikler gerekmekte olup, bu insanlar doğrudan, Türk
oldukları konusunda ikna edilmekte, örneğin Kürtler, dağ Türkleri
olarak kabul edilmekteydi. Yaklaşık 250–300 yıl önce
İslamlaştırılıp, Hemşinli olarak anılan Hemşinli Ermeniler de Orta
Asya’dan gelen Türkler olarak kabul edilmektedir. Hatta bu
insanların Orta Asyalı olduğu “hikâyesi” yazıya dökülüp,
yayınlanmış ve hemen tüm Hemşinlilere dağıtılmıştır (ilgili
başlıkta bu konuya ayrıntılı bir şekilde değineceğiz).
Devlet tarafından işlenen, planlanan ve çeşitli baskılar
aracılığıyla faaliyete konulan İslamlaştırma-Türkleştirme siyaseti
haliyle sonuçsuz kalmaz. On yıllar içinde birçoğu asimile olur,
ülkeyi terk edenlerin sayısı da az değildir. Lakin nihayetinde, bu
siyasetin, ortak Türk kimliği hayalinin içerden yıkılmasına varmış
olduğu bir gerçektir ve bu duruma bazı iç ve dış faktörler de etki
yapmıştır. Bunlardan önemlileri aşağıda belirtilmektedir,
a. Silahlı Kürt mücadelesi
b. SSCB’nin yıkılışı
c. AB’ne üyelik siyaseti.
Silahlı Kürt kurtuluş mücadelesi, boyunduruk altındaki diğer
halkların milli bilincinin yükselmesine katkıda bulunur, SSCB’nin
yıkılması ise bu süreci hızlandırır.
5
Ersoy Soydan, “Agos”, sayı 595, 24-8-2007.
6
SSCB’nin yıkılması ertesinde, Türkiye’nin NATO ittifakı
bünyesindeki rolünün giderek azalması sonucunda Batı,
Türkiye’nin çok sayıdaki iç sorunlarına yönelik tahammül etme
yaklaşımını değiştirir.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olma siyaseti, belli bir
siyasi ve aydın çevre ile basını, milli-sosyal hayatın birçok
alanlarında bir dizi tabunun (milli-dini de olmak üzere) ortadan
kalkması gerekliliğinin bilincine vardırır.
Özellikle AB’nin, üyelik için şart olan talepleri ile bunların
gerçekleştirilmesine yönelik atılan ve atılacak adımların
gerekliliğinin bilinci, Türkiye’nin totaliter ideolojik rejiminin
sarsılan temellerine ciddi bir şekilde zarar verir.
Tüm bunlar, belli oranda söz ve basın hürriyeti, milli-dini
konuların ve insan haklarının ele alınması, Avrupa yanlısı
demokratlar ile yönetimdeki İslamcıların giderek Kemalizm’den
uzaklaşması vs. ile sonuçlanmıştır.
7
BİRİNCİ BÖLÜM
Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nde,
halkların İslamlaştırılması siyaseti
1. Kısa tarihi giriş
Ermeni devletinin yitirilmesinin ardından yabancı egemenler
için, kendi hükümdarlıklarının etkisini güçlendirmenin önemli
şartlarından biri de Ermenileri din değiştirmeye zorlama
sorunudur. Daha V. yüzyıldan itibaren Persler tarafından
Ermenilere Zerdüştlüğü kabul ettirme siyasetinin, Ermenistan’da
Arap egemenliğinin tesis edildiği VII. yüzyıla kadar, farklı
oranlarda sürmüş olduğu bilinmektedir.
Tarih yazımında, Ermenilerin cebri İslamlaştırılmasıyla ilgili
çok sayıda olay kaydedilmiştir. Araplar, Ermeni esirleri halifeliğin
başkenti ve diğer farklı şehirlerdeki esir pazarlarına götürüp
İslamlaştırmaktaydı.
Hanedanlık
mensuplarının
cebri
İslamlaştırılmasıyla ilgili çok sayıda vaka bilinmektedir.
Vergiler ve daha başka baskılardan kaçınmak, çoğu kez de
komşular hesabına kendi mülklerini genişletmek amacıyla bazı
yöneticilerin gönüllü olarak İslam’ı kabul etmiş olduğu durumlar
da belirtilmektedir.
Lakin imparatorluk dâhilinde yaşayan tüm Hıristiyan ve
gayrimüslim halklara, fakat özellikle Ermenilere uygulanan cebri
8
İslamlaştırmanın en gaddar şekilleri, Osmanlı İmparatorluğu
döneminden bilinmektedir. Fethedilen halkların İslamlaştırılıp
asimile edilmesi siyasetinin dışavurumları, XIV. yüzyıla kadar
henüz sistematik bir şekil almamış, daha çok yerel görevlilerin
keyfi uygulamalarına bağlı olmuştur.
Ancak XIV. yüzyılın ikinci yarısında, daha doğrusu 1361
yılında, padişah I. Murat’ın emriyle, cebri İslamlaştırma
konusundaki ilk çocuk toplama “devşirme” sistemi yaratılır.
Bu sisteme göre her beşinci Hıristiyan (Ermeni, Rum,
Bulgar, Sırp, Süryani vs.) erkek çocuk devlete teslim edilmeliydi.
Çocuk toplamaları, 2–3 yılda bir gerçekleştirilirken, XVI.
yüzyıldan sonra her yıl uygulanmaya başlanır. Özellikle asil
ailelerin ve din adamlarının çocukları götürülmekte, haliyle en
sağlıklı, güçlü, akıllı ve iyi görünüşlü çocuklar seçilmekteydi. Bu
çocuklar Konstantinopel’de ihtida edilip isimleri değiştirilir. 10 yıl
özel okullarda eğitilen bu çocuklar, fanatik Müslüman ve padişaha
sadık hizmetkârlar olarak yetiştirilir.
Eğitimlerinin sonunda, fiziki açıdan güçlü olanlar, XIX.
yüzyılın ilk çeyreğine kadar Osmanlı yönetiminin en sadık gücü ve
güçlü desteği olan, yeni kurulan yeniçeri ocaklarında hizmet
etmeye gönderilir. Yeniçeri birlikleri 1826 yılında sultan Mahmut
tarafından ortadan kaldırılır.
İçlerinden yeteneklileri, devlet görevlerine alınarak, vali ve
hatta vezirliğe erişebilir.
İyi görünümlü ve güzel yüzlü gençler, sıklıkla cinsel
hizmetler verme amacıyla, padişah hareminde görev yapmaya
gönderilir.
Çocuk toplamaları, Osmanlı İmparatorluğu tarafından
uygulanan sistematik ve cebri din değiştirme siyaseti olup,
9
yönetim bu şekilde birkaç stratejik sorunu bir kereden
çözmekteydi.
Öncelikle, önemli bir demografik sorun halledilmekte,
kendilerini Osmanlı olarak ilan etmiş olan Türkî kabileler, ele
geçirmiş oldukları bölgelerde sayısal açıdan yerel halklardan
önemli derecede geri kaldıklarından, bu fark, yeni halkların
egemenlik altına alınması sonucunda giderek büyümekteydi.
İkincisi, sürekli savaşlar sonucunda giderek büyüyen insan
kayıpları telafi edilmekteydi.
Üçüncüsü, akıllı ve sadık görevliler grubu şekillenmekteydi.
Dördüncüsü, tabi halkların, özellikle de erkek nüfusun sayısı
düşürülmekte, bu ise, onların direnme gücünü önemli ölçüde
zayıflatmaktaydı.
Çocuk toplamanın bir diğer şekli ise Hıristiyan kızların
(genelde çocuk yaşta) kaçırılarak haremlere gönderilmesi
olmuştur.
İmparatorluk dâhilinde yaşayan Hıristiyan halklara karşı
belirli aralıklarla gerçekleştirilen katliamlar ve baskılar, milli, dini,
vergisel
ayrımcılık
politikaları
vs.
de
İslamlaşmayı
hızlandırmaktaydı.
Mühtedilik, özellikle de İslamlaştırma, er veya geç
asimilasyona, Türkleşmeye varacaktı, bu ise, görünüşe göre
imparatorluğun başlıca emeli olmuştur. Asırlar boyu, özellikle de
Ortaçağ’da, Ermeni Apostolik Kilisesi’nin imanı Ermeniler için
milli kimliğin korunması konusundaki temel, hatta tek şart
olmuştur. Böylece İslamlaştırmak, Türkleştirmek açısından gerekli
şart olarak kabul edilmekteydi. İslamlaştırma-Türkleştirmekten
bahsederken, imparatorluk yönetim birimleri ve görevlilerinin, bu
ikisinin birlikte uygulanmasını takip etmiş olduklarını ima
10
etmekteyiz. Akademisyen Levon Khaçikyan’ın aşağıda vermiş
olduğumuz, içeriği ve zalimliği açısından gerçekten görülmemiş
bir ceza ile ilgili tanıklığı bu açıdan önemlidir, “Anadolu’nun
birçok bölgesinde, Ermenice konuşan sakinlerin dillerini kesip,
Türkçe konuşmaya zorlamış oldukları konusunda veriler
bulunmaktadır”6.
A. Melkonyan tarafından sunulan, Osmanlı egemenliği
döneminde Batı Ermenistan’da Ermenilerin cebri din ve mezhep
değiştirmesi yoluyla şekillenen etnik gelişmelerin eğilimleri, şu
tabloyu arz etmektedir.
“1. Cebri Müslümanlaştırma ve bunun sonucunda
a) Keskeslerin (kelimenin tam anlamıyla yarım-yarım-çev.
notu) oluşması, ardından bunların bir kısmının
Tacikleşmesi (bu terim altında bazen yarı-Türkleşmiş
unsurlar, yani keskesler de anlaşılmaktadır), ardından da
Türkleşmesi. Bu durum Erzincan, Kemah, kısmen de
Erzurum ve özellikle Pontos Dağları’na yakın bölgelerde
(İspir, Tortum, Kiskim, Hemşin vs.) görülmekteydi.
b) Kürtleştirme (Kıği, Hınıs, Beyazıt, Eleşkirt, Hakkâri,
Diyarbakır vs.).
c) Laz etnik-dini toplumun şekillendirilmesi (genelde Pontus
bölgesinde).
2. Ermenilerin mezhep değiştirmesi, neticesinde ise
a) Ortodokslaşma, kısmen Gürcüleşme (Tayk, Samtskhe,
Cavakheti, kısmen Lori).
6
Hay azgagrutyun yev banahüsutyun, Yerevan, 1981, c. 13, s.20.
11
b) Katolikleşme.
Ermenilerin
bir
kısmı,
Katolik
misyonerlerden can ve mal güvenliği konusunda güvence
vaatleri alıp Katolikleşir. Bu Katoliklerin bir kısmı da,
nihayetinde öz savunma imkânlarından mahrum kalarak,
Türkleşir (Eleşkirt, Artvin, Ardahan vs.)”7.
Dikkat çekici bir husus ise, Osmanlı dönemindeki
İslamlaştırmaya paralel olarak süren Ermenilerin mezhep
değiştirmesinin (Ortodokslaşma, Katolikleşme) yöneticiler
tarafından kabullenildiğidir. Bu yolla çok sayıda Ermeni’nin milli
benliğinden
uzaklaşarak
asimile
olduğu
bilinmektedir.
İmparatorluk açısından önemli olanın, Ermeni unsurun katliamlar
veya asimilasyon sayesinde ortadan kaldırılması olduğunu tahmin
etmek mümkündür.
2. 1915–1923 yıllarındaki İslamlaştırma süreci
İslamlaşmış Ermeniler sorunu uzunca bir süre ele alınmamış
olmasının haricinde, toplum tarafından da bilinmemekteydi. Bu
sorun, kısmi olarak bazı anı yazılarında, makalelerde ve
araştırmalarda ele alınmıştır. Bu konuya 1980 yılında alenen ilk
olarak değinen, Türkiye Ermeni Patriği Şınorhk başepiskopos
Kalustyan, Ermenilerin bu kesimini 4 gruba ayırmaktadır,
“a. Bilinçli ve gönüllü olarak İslamlaşarak, Ermenilikten
kopup, Türkler arasında yaşayanlar. Bunların sayısı
milyona varmaktadır.
7
Aşot Melkonyan, Hamşen, patmaaşkharagrakan aknark (16-20-rd darer),
Hamşen yev hamşenahayutyun, bilimsel konferans sunumları, Yerevan-Beyrut,
2007, s.28-29.
12
b. Üç nesil önce İslamlaşarak, Kürt aşiretleri formunda,
yalıtılmış olarak yaşayıp karışmayanlar. Hınıs bölgesinde
bu kategoriye giren yüz aile olup, kendilerinin Ermeni
olduğunu bilerek, bilinçli olarak kendi aralarında evlenip,
şartlar
elverdiğinde
atalarının
dinine
dönmeyi
arzulamaktadır.
c. Ermeni olma duygusunu korumuş olan, isteyerek veya
istemeyerek İslamlaşmış Ermeniler. Bunlar İstanbul’a
varır varmaz kimliklerindeki “İslam” ibaresini mahkeme
kararıyla “Ermeni”ye çevirmektedir.
d. Asıl taşra Ermenileri. Bu grup, takdire şayan bir şekilde,
tüm hissedilen ve hissedilmeyen baskılara rağmen Ermeni
olarak kalmıştır ve günümüz İstanbul Ermenilerinin
büyük bir kısmı onlardan oluşmaktadır”8.
Asıl taşralı Ermenilerin sayısı günümüzde farklı verilere
istinaden 3–5.000 kişidir. İstanbul Ermeni cemaati de genelde,
40’lı yıllardan itibaren aşamalı olarak İstanbul’a ve yurt dışına
yerleşen bu Ermenilerden oluşmaktadır. Diğer gruplar ya
İslamlaşmış, ya da Alevileşmiştir.
Soykırım dönemindeki cebri din değiştirmeden konuşurken,
araştırmacıların birçoğu, yaklaşık 300 bin Batı Ermeni’nin hayatını
kaybettiği ve bir o kadarının da yurt dışına göçtüğü 1890
katliamlarına hemen-hemen değinmemektedir. Göç edenlerin
yaklaşık 100 bini Rusya’ya, 150–200 bini ise Avrupa, Afrika ve
Amerika kıtasındaki farklı ülkelere göç etmiştir. Halkın bir kısmı
ise İslam’a geçmiştir. Ermeni’lerin ülkedeki nüfusu azalıp, 3
milyonun üzerindeyken, 2,5 milyona kadar düşmüştür.
8
“Alik” gazetesi, Tahran, 18 Aralık 1980.
13
Milli-dini yaklaşımlarla gerçekleştirilmiş olmasından dolayı9
bu katliamlar, din değiştirmeler ve tehcirlerle, fiili olarak Ermeni
Soykırımı başlatılmıştır. Batı Ermenistan ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin diğer kısımlarında hayatta kalan, mühtedi
Ermenilerin önemli bir kısmı, tam da bu dönemde İslamlaşmıştır.
İslamlaşanların bu grubuyla ilgili ilginç veriler aktaran Alman
tarihçi Hillmar Kaiser, 1915 katliamları neticesinde yetim kalmış
olan Ermeni çocukların ağır şartlarını takdim ederek, 1890’lardaki
İslamlaşma sonucunda oluşan ilginç bir durumu sunmaktadır,
“Trabzon valisi Cemal Azmi Bey de Harput’taki meslektaşının
fikirlerini paylaşarak, bu çocukların Müslüman köylerindeki
ailelere gönderilmesi fikrine kesinlikle karşı çıkmakta, bunun
haricinde, 1890’lı yıllardaki katliamlardan sonra din değiştirmiş
olanların daha sonra toplumlarına dönerek devletin başına sorun
olduklarını hatırlatmaktaydı. Dahası, Müslüman olanlar, yeni
dönemde önemli mevkilere gelmişti”10.
1890’larda İslamlaşanlar toplum içinde “yer edinmiş”, hatta
önemli mevkilere gelmişken, yeni İslamlaşanların sorunu hayli
güçtü ve tehcir ve katliamlardan kaçınabildikleri söylenemezdi.
Jön Türk yönetimi tarafından, Ermenilerin %5’ini tehcir
etmeme kararı alınır11, aksi halde ülke zanaatkârdan, doktorlardan
ve hayati öneme haiz meslek sahibi insanlardan yoksun kalacaktı.
Örneğin, nalbantlara her yerde, özellikle de orduda ihtiyaç
duyulmaktaydı. Savaş döneminde atların nallanma ihtiyacı artmıştı
9
Bk., soykırımla ilgili BM tasarıları, konvansiyonları ve diğer belgeler.
http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=cocuklar-musluman-ailelerin-yaninaverilerek-asimile-edildi&haberid=6103
11
Griker, Yozgati hayaspanutyan vaveragrakan patmutyunı, New York, 1980,
s.162.
10
14
ve nalbantların hemen tamamı Ermeni’ydi.
Bu sorunu şu veya bu şekilde çözüme ulaştırmak için,
hükümetin 1915 Mayısında aldığı bir kararla İslam dinini kabul
eden Ermeniler tehcir edilmemekteydi.
Bu kararın altında, belirtilen %5 kontenjanı oluşturacak olan
Ermenileri tehcir etmeme planının yattığı anlaşılmaktadır.
Çocuk toplama siyasetine değinirken, bu yaklaşımın,
Hıristiyan halkları cebri İslamlaştırma konusunda sistematik bir
siyaset olduğunu belirtmiştik. Tek bir halkın, bu durumda
Ermenilerin sistematik ve toplu İslamlaştırılması süreci, Soykırım
siyasetinin işlemesiyle başlamaktadır. Johannes Lepsius,
“Almanya ve Ermenistan 1914–1918” çalışmasında şöyle
yazmaktadır, “Lakin tüm bu etkinlikler (İslamlaştırma-H.A.)
şimdiye kadar yaygın olmayıp, bazı yerel ve taşra görevlilerinin
keyfi uygulamalarıydı. Şimdi ise metodik bir şekilde
uygulanmaktadır”12.
Lakin ülke genelindeki farklı düzeylerdeki bir dizi Jön Türk
yönetici (Kavalalı Raşit Bey, Trabzon valisi Cemal Azmi Bey,
Harput valisi Sabit Bey vs.), bunun tehlikeli bir adım olduğuna
inandıklarından dolayı bu karara karşı direnmekteydi. Bu kişiler,
kökten çözüm taraftarıydı, hiç kimse kurtulmamalıydı. Hillmar
Kaiser’in belirttiğine göre, Harput valisi Sabit Bey, “… Vali,
Ermenilerin din değiştirebileceklerine inanmıyordu ve hükümetin
planına karşı çıkıyordu. Diyarbakır Valisi Reşit Bey de önceki din
değiştirmelerin sonuçlarının tatmin edici olmadığının altını çizdi.
Üstelik çocukların ve kızların belli ailelere verilmesi halkın
dikkatini çekiyordu. Vali bu din değişimlerinin gelecekte yalnızca
12
“Nork” dergisi, Yerevan, Nisan 1990, s.110.
15
zarar getireceğinden de emindi ve üstlerine din değiştirmelere
hiçbir şekilde izin verilmemesini telkin ediyordu”13.
Hükümetin bu kararı, asıl amacından ziyade, birçokları için
kurtuluş oldu, özellikle de tehcir edilip sürgüne gönderilen ilk
kervanlara uygulanan insanlık dışı şiddet ve katliam haberlerinin
her yana yayılmasından sonra. Er veya geç tehcirin sona erip, her
şeyin tekrar eski durumuna döneceğini, İslamlaşmanın ise geçici
bir durum olup, ilerde tekrar Ermeni Apostolik Kilisesi’nin
kucağına döneceğini düşünenler de az değildi. Bu düşünceyle
İslam’ı kabul etmiş olanlardan, gerçekten de ihtida etmek suretiyle
kesin ölümden kurtularak daha sonra tekrar eski dinine dönen,
tanınmış Ermeni aydınlarından Yervant Odyan’ı anmak
mümkündür.
Bu hükümet kararından sonra, toplu İslamlaşma süreci
başlar. İki ay içinde İslam’ı kabul etmiş olanların sayısı hükümeti
dahi rahatsız eder ve 1 Temmuzda yayınlanan özel bir bildirgeyle
Ermenilerin ihtida etmesi yasaklanır. Talat’ın sözleriyle, “Bunların
niyeti gerçekten Müslümanlaşmak değil, sadece tehcirden
kurtulmaktır”.
Konuyla ilgili Taner Akçam şöyle yazmaktadır, “Amerikan
ve Alman konsolosları, yolladıkları raporlarda Ermenilerin devlet
kapılarında büyük kuyruklar oluşturduğunu ve toplu din
değiştirmelerin yaşandığını bildirirler. Din değiştirenler gerçekten
de sürgüne yollanmazlar. Sadece bulundukları vilayetin sınırları
içerisinde diğer Müslüman köy ve kasabalara dağıtılırlar. Fakat
Müslümanlığa geçiş sayısı tahminlerin çok ötesindedir. Hükümet,
belki de bu denli büyük din değiştirme beklemediği için bu kararı
13
http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=cocuklar-musluman-ailelerin-yaninaverilerek-asimile-edildi&haberid=6103
16
durdurmak zorunda kalır”14.
Yukarıda belirtildiği gibi, İslamlaşmak, birçokları için bir
kurtuluş yoluydu, fakat oluşan durum karşısında Talat, tüm arzu
edenlerin İslamlaşma sürecini durduran, fakat Taner Akçam’ın da
belirtmiş olduğu gibi, genel olarak İslamlaşmayı engellemeyen
yeni bir emir yollamaya mecbur olur. 7 Eylül 2007 tarihli
“Radikal” gazetesinde yayınlanan dikkate şayan makalesinde Türk
tarihçi Fuat Dündar, bu konuya aydınlık getirmektedir. Buna göre
sadece öngörülmeyen kişilerin İslamlaşması önlenmekte, devlete
gerekli olan kişilerin ise (yukarıda belirtilen %5) İslamlaşması
engellenmemekle kalmayıp, Talat’ın yeni bir emriyle, “… Sadece,
Anadolu'da kalmasına izin verilen (asker, memur, zanaatkâr
Ermeni) ailelerinin ihtida başvurularının kabul edilmesi gerektiğini
emreder ”15 diye hatırlatılmaktaydı.
İslamlaşacak olanların listesinde bulunmayanlarla ilgili emir
de gayet netti, “Talat Paşa ihtida taleplerinin ciddi bir nüfusa
tekabül etmesiyle, ihtida etseler dahi tehcirden muaf
tutulmamalarını emreder. Bir süre sonra da ihtida başvurularının
kabul edilmemesini, çünkü bu tarz başvuruların “aldatıcı ve
geçici” olduğunu ifade eder. Merkezin kesin emrine rağmen vali
ve kaymakamlar ihtida başvurularını kabul etmeye devam ederler.
Bunun üzerine Talat Paşa bir ihtida talimatnamesi hazırlayarak,
tehcirden muaf tutulanlarla merkezin emri ile yerlerinde
bırakılanlar dışında hiçbir ihtidanın kabul edilmemesini kesin bir
14
Taner Akçam, Devlet Müslüman Ermeni’nin Peşinde,
http://www.taraf.com.tr/haber/devlet-musluman-ermeninin-pesinde.htm
15
Fuat Dündar, “İttihatçıların bile dile getirmediği tez”,
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleI
D=825101&Date=27.04.2011&CategoryID=99
17
biçime kavuşturur. Tek bir yol kalır, o da evlenmeleridir.
İttihatçılar, sadece evlenmek şartıyla ihtida taleplerinin kabul
edileceğini emreder. Yani, aslında bu emirle sadece Müslüman
erkeklerle evlenen Ermeni kadınlarının ihtidalarının kabul
edilebileceğini belirlemiş olur”16.
Buna istinaden, ihtida etmenin kesin olarak tehcirden veya
ölümden kurtuluş olduğu konusundaki yaygın kanı pek de
gerçeklerle bağdaşmamaktadır, “Lakin genel bir sistematik
belirtmek yine de mümkündür, İslamlaşma, varlığını korumanın
şekilsel bir ön şartı olmuştur”17.
İslamlaşmış olanların dahi katliamlardan kurtulamamış
olduğu konusunda çok sayıda belge vardır. İstanbul askeri
mahkemesinin 18 Şubat 1919 tarihindeki 7. oturumu esnasında
dinlenen Rum kökenli şahit Hıristaki Andreadis, ifadesinde
ayrıntılı bir şekilde Yozgat Ermenilerinin tehciri ve katliamları
konusunda, 24 Temmuz 1915 tarihinden itibaren gördüklerini
anlatmaktadır.
Bu
anlatıda,
İslamlaşmış
Ermenilerin
katledilmesiyle ilgili bir kısım vardır, “Ardından halkı çift-çift
Bağlıca ve Bezlihan taraflarına götürüp, etrafı bataklık olan bir
ağıla doldurmuş, oradan da üçer-üçer veya beşer-beşer çıkartıp
öldürmüşler. Kaçıp, gizlenenleri ortaya çıkartmak için, İslam’ı
kabul edenlerin kurtulacağını söylemişler, fakat kaçanlar
gizlendikleri yerlerinden çıktıklarında, onları da katletmişler”18.
Kasım 1915’te, hemen tüm Ermeniler tehcir veya imha
16
A.g.e.
Karen Hranti Khanlaryan, Hay bnakçutyan etnokronakan verakerpumnerı
Turkiayi Hanrapetutyunum (1923-2005), Yerevan, 2009, s.38.
18
Meline Anumyan, Yozğati hayutyan teğahanutyan yev kotoradsnerı
datavarutyuny ıst osmanyan “Memleket” oraterti, “Akunq”, bilimsel makaleler
antolojisi, sayı 2 (8), Yerevan, 2013, s.37-38.
17
18
edilmişken, şu veya bu şekilde kurtulanlar tekrar ihtida etmeye
mecbur edilir, “5 Kasım 1915’te bölgelere yolladığı özel bir yazı
ile, “ister gönderilmiş ister gönderilmemiş olsun, din
değiştirenlerin taleplerinin kabul edileceği” bildirilir. 1916
baharından itibaren ise, din değiştirme artık zorunludur.
Ermenilere, “ya Müslüman olmak ya da Der-Zor’a sürülmek”
seçenekleri sunulur. Ermeniler, Der-Zor çöllerinin katliam ve imha
demek olduğunu çok iyi bilmektedirler. Bu tarihten itibaren sağ
kalmış her Ermeni, Müslüman olmuştur. Ermenilerin yeniden eski
dinlerine dönmelerine 1918 ve 1919 yılında yayınlanan tamimlerle
müsaade edilir”19.
Eski dine dönmekle ilgili karar tabii ki Osmanlı
İmparatorluğu’nun iyi niyeti veya yeni bir ulusal siyasetle ilgili
olmayıp, Birinci Dünya Savaşı’nda elde edilen yenilginin bir
sonucu olmuştur.
Lakin paralel olarak, bölgelere tamamen farklı talimatlar
içeren gizli genelgeler de gönderildiğinden dolayı, bu genelgeler
salt göz boyamadan ibaretti.
K. Khanlaryan, kitabında, içişleri bakanlığı tarafından
gönderilen ve 4 Ocak 1920 tarihinde “The Minneapolis Morning
Tribuna” gazetesinde yayınlanan genelgeye değinerek, “Tahminen
28 Kasım 1919 tarihini taşıyan bu gizli genelgeye istinaden,
tehcirden muaf kalmış veya eski yerleşim yerlerine geri dönmüş
olan tüm Ermenilerin ayrımsız olarak İslamlaştırılması talimatı
verilmekteydi. Sadece İslamlaştıktan sonra el konulmuş mal
varlıklarına sahip olabileceklerdi. (vurgu tarafımızdan yapılmıştırH.A.).
19
Taner Akçam, belirtilen makale.
19
Tehcir edilen Ermenilerin konutları ve diğer mal varlıklarının
da, Müslümanlarla evlenen Ermeni kadın ve kızlarına ait olacağı
vurgulanmaktaydı20.
Savaşın nihayetlenmesi ve bu genelgelerin sonucunda,
katliamlardan kurtulan binlerce Ermeni vatanına döner ve yeniden
yerleşmeye çalışır. Jön Türk liderler ülkeden kaçmış olduğundan,
yeni hükümet, Ermeni katliamlarının tüm sorumluluğunu
İttihatçılara yükler ve hatta İstanbul divan-ı harp mahkemesinde
kendilerine karşı dava açılır. Bu oturumlardan birinde, hayatını
kurtarmak için İslam’ı kabul edip, daha sonra eski dinine dönmüş
olan bir kadın olan Yozgatlı Öjen Ğazaros’un ifade vermiş olması
ilginçtir. “Savcının, katliamdan nasıl kurtulduğu sorusuna Öjen,
İslam’ı kabul ederek kurtulmuş olduğunu belirtir”21.
Mustafa Kemal, oluşan olumlu siyasi şartlardan
yararlanarak, milli mücadele savaşı adı altında hayatta kalmış olan
250–300 bin Ermeni’yi imha eder, kalanların bir kısmı ise tekrar
ülkeden uzaklaşmaya mecbur olur. Kemal, fiili olarak Jön
Türklerin yarıda bıraktığı işi sürdürür.
Azınlıkların Türkleştirilmesi açısından, Türkiye Cumhuriyeti
anayasası eşsizdi, Lozan Antlaşması, Ermenilerin fiziki olarak
imha edilmesinin sonunu haber verirken, bir diğer belgede, 1924
anayasasında, ülkenin tüm nüfusu Türk olarak açıklanır.
Böylelikle, yeni kurulan devlet, eski imparatorluğun Hıristiyan
halklarının hayatta kalan parçalarının İslamlaştırılmasıTürkleştirilmesi konusundaki yeni, günümüze kadar süren
cumhuriyet dönemini başlatmış olur.
20
21
Karen hranti Khanlaryan, belirtilen kitap, s.39-40.
Meline Anumyan, Yeritturkeri 1919-1921 tt. datavarutyunneri vaveragrerı ıst
osmanyan mamuli, Yerevan, 2011, s.162.
20
Yaklaşık bir milyon dünyaya dağılmış ve bir buçuk milyon
katledilmiş kayıplara, Hrant Dink’in “yaşayan kayıp” 22 olarak
gayet yerinde tasvir etmiş olduğu, cebren MüslümanlaştırılmışTürkleştirilmişlerin kitlesini de eklemek gerekir.
3. Kurtulanlar
Kurtulanlar konusu çok ele alınmış olduğundan dolayı
üzerinde biraz durmak gerekir. Haliyle, salt asil insani dürtülerle
tanıdıklarını, komşularını hatta yabancıları kesin ölümden kurtaran
ve genellikle de bunun için pahalı bir bedel ödeyen Türkler veya
Kürtlerin olmamış olduğunu düşünmekten uzağız. Konuyla ilgili
çok sayıda kanıtlar var olup, ilgilenenler bundan haberdardır.
Fuat Dündar’dan yukarıda yapılan alıntıda şöyle bir satır
bulunmaktaydı, “Merkezin kesin emrine rağmen vali ve
kaymakamlar ihtida başvurularını kabul etmeye devam ederler”.
Yüksek düzeydeki bu memurların, mevkilerini ve hatta hayatlarını
tehlikeye atarak, bu derece “kesin emirleri” neden göz ardı etmiş
olduğu enteresandır.
Öncelikle, kurtulanları iki temel gruba ayırmak gerekir.
1. Kurtulduktan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nu terk
edenler.
2. Osmanlı İmparatorluğu’nda kalanlar.
Birinci gruptakiler şu yollarla kurtulanlardır,
a. Farklı yerleşim yerlerinde (Van, Sason, Şebinkarahisar,
Musa Dağı bölgesi, Trabzon Vilayeti’nin farklı bölgeleri
22
Hrant Dink, Yerku mot joğovurd, yerku heru harevan, Yerevan, 2009,s.53.
21
vs.) silahlı direniş sergileyenler.
b. Özellikle sınır bölgelerinde yaşayıp farklı yöntemlerle
(rüşvet, bölgeyi iyi tanıma, iyi yürekli komşular,
arkadaşlar veya tanıdıkların desteğiyle vs.) ülkeyi terk
edebilenler.
c. İnsanlık dışı eziyetler ve işkencelere dayanarak Suriye’ye
ulaşanlar. Bu kişilerin bir kısmı ülkede kalmış, diğer
kısmı ise farklı ülkelere göç etmiştir.
d. Çok farklı şartlar altında tesadüf eseri hayatta kalanlar.
İkinci gruptakiler, bu araştırma bağlamında bizi ilgilendiren
kişilerdir.
a. İslamlaşma suretiyle kurtulan, devletin öngördüğü %5
(yukarıda belirtilmiştir).
b. Özellikle ilk 2–3 ay içinde İslamlaşma imkânından
faydalanan kişiler.
c. Ailelerden kopartılıp zorla İslamlaştırılarak Türkler,
Kürtler veya farklı Müslümanlarla evlendirilen kadın ve
kızlar.
d. Komşular, tanıdıklar veya arkadaşlar sayesinde
kurtulanlar. Anlaşılır nedenlerden dolayı bu kişilerin
sayısı fazla değildir (Bu yoldan kurtulanlar genellikle
ülkeyi terk etmiştir).
e. Bir şekilde dağlara veya benzer ulaşılması zor yerlere
sığınanlar.
f. Osmanlı İmparatorluğu’nun Birinci Dünya Savaşı’ndan
yenik çıkmasından sonra geri dönenlerin küçük bir kısmı
(Bu insanların büyük bir kısmı Mustafa Kemal tarafından
katledilmiş veya bir şekilde ülkeyi nihai olarak terk
22
etmiştir).
g. Rüşvetle İslam’a geçenler.
h. Yetimler.
Valiler ve kaymakamlar, bu iki gruba girenler nedeniyle,
merkezi yönetimin kesin emirlerini sıklıkla göz ardı etmişlerdir.
Rüşvetle İslamlaşmış olanlar konusu açıktır ve bu durumda
gerçekten de hükümet kararlarına veya emirlerine uymama veya
göz ardı etme konusuyla karşı karşıyayız.
Çocukların konusu ise farklıdır. Yöneticiler, bazı olguları
hesaba katarak, çocukları yaş gruplarına ayırmışlardı. On beş
yaşından büyük olanlar, ebeveynlerinin kaderini paylaşarak,
acımasızca katledilir. Daha sonraki dönemlerde yaş sınırlanması
değiştirilir. A. Antonyan’ın bu konuda belirttiği üzere “Hükümetin
önceki kararıyla 15 yaşına kadar olanlar sağ bırakılacaktı. Daha
sonra verilen yeni bir emirle bu düzeltildi ve sadece yedi yaşın
altındakilerin sakınılması talimatı verildi. Ve onlar da, tüm altı
vilayetin erkekleri gibi korkunç şartlar altında boğazlandı”23.
Konu, Talat’ın kontrolü altındaydı. Talat’ın emirlerini
inceleyerek, yerel alt ve üst düzey yöneticilerin ve İslam ahalinin,
emirlere sıklıkla karşı gelmiş olduğundan dolayı, Talat’ın ara-sıra
emirlerini netleştirme, ayrıntılara girme veya bu emirlerde bazı
değişiklikler ve düzenlemeler yapma gereği duyduğunu söylemek
mümkündür.
Benzer önemli değişikliklerden biri, çocukların yaş sınırını
önce yediye, daha sonra ise beşe indirgemek olmuştur. Yeniden A.
Antonyan’a başvuralım, “Daha sonra vermiş olduğu talimatlar,
23
Aram Antonyan, Meds vocirı, Yerevan, 1990, s.177.
23
sadece beş yaşından küçük olanların sakınılacağını içerdiğinden
dolayı, ancak günün birinde ebeveynlerinin çektiği korkuları
hatırlamayacak olan çocukları sakınmaktaydı. Bu çocuklar
Türkleştirilecek ve Türk olarak özel yetimhanelerde büyütülecek,
savaş nedeniyle Türklerin vermiş olduğu kayıpları doldurmak için
bir çare olacak ve Türk ırkına, Ermeni ırkı gibi yüksek özelliklere
sahip bir ırk aşılayacaklardı. Tam, bir zamanların yeniçerileri
gibi”24.
Lakin yukarıda belirtildiği gibi, özellikle çocuklar
konusundaki emirler, sıklıkla noksan yerine getirilmekteydi. İşte,
içişleri bakanı Talat’ın, Halep yöneticilerine yollamış olduğu 603
No.lu şifreli telgrafı,
“Duyduğumuza göre Sivas, Mamüret Ül-Aziz, Diyarbakır ve
Erzurum vilayetlerinden tehcir edilen ve ebeveynleri yolda ölmüş
olduğundan dolayı, belli şahısların (Ermenilerin) ortada kalmış
çocukları, bazı İslam aileler tarafından evlat edinilmekte veya
hizmetçi olarak alınmaktadır. Vilayetiniz dâhilinde bulunan benzer
çocukları toplayarak tehcir yerlerine (çöller) göndermenizi ve
müsait görüldüğü şekilde halka gerekli talimatları vermenizi bildiri
şeklinde takdim etmekteyiz”.
İçişleri bakanı TALAT
5 Kasım 915”25.
Ermeni yetimleri evlat edinme veya hizmetkâr olarak
kullanma olayının hemen her yerde yaygın olduğu ve bu durumun
24
A.g.e., s.178-179.
A.g.e., s.180. dipnot olarak yazarın şu açıklaması vardır, “Bu telgraf tüm
bölgelere yollanan bir genelgedir”.
25
24
Talat’ı son derece endişelendirdiği aşikârdır. Özellikle, telgrafın,
halkı emrin içeriği konusunda bilgilendirme kısmı dikkat çekicidir.
A. Antonyan’ın belirttiğine göre birçok yerde aileler bir veya iki
yetim Ermeni çocuğu ellerinde tutmaktaydı.
“Genellikle kaçırıyor, ender durumlarda satın alıyor ve bazen
de yollarda buluyorlardı. İnsan sevgisinden dolayı değildi. Genel
seferberlik sebebiyle ortada çalışan el kalmamıştı. Bu çocukları
çalıştırmak için alıyorlardı ve birçok yerde bu zavallı çocuklar,
dayaksız ender yedikleri bir lokma ekmeğe karşılık kürek
mahkûmu gibi eziyetlere maruz kalmaktaydı. Bu çocukların yaşı
beşin, yedinin üzerindeydi”26.
Bu konuyu merkezi hükümet ve Talat şahsen ne kadar da
düzenlemek istese, giderek kontrolden çıkmaktaydı. Yukarıda
belirtilen bildiri-telgraftan bir ay sonra, Halep Valiliği’ne yeni bir
telgraf yollar (No 603).
“Sadece, ebeveynlerinin maruz kalmış olduğu zulmü
hatırlayamayacak olan yetimleri toplayıp, besleyin. Kalanları,
kervanlar eşliğinde yollayın.
12 Aralık 1915
İçişleri bakanı TALAT
12 Aralık”27.
15 ve 23 Ocak 1916 tarihlerinde, aynı adrese benzer içerikli,
fakat daha ayrıntılı telgraflar yollar. Bu telgraflarda özellikle şöyle
belirtmekteydi,
“… gelecekte yeniden zararlı olmaktan başka hiçbir işe
yaramayacak olan” yetimlere “gereksiz masraf yapmak uygun
26
27
A.g.e., s.179.
A.g.e., s.187.
25
değildir”28. 5 yaşından büyük yetimler devlet tarafından
yetimhanelere de kabul edilmediğinden dolayı, Ermeni çocukların,
iş gücü olarak satıldıkları bir “çocuk pazarı” oluşmuştu. Türk
tarihçi Taner Akçam, bir röportaj esnasında hayli ayrıntılı veriler
sunmaktadır,
“Ermeni çocuklar “çocuk pazarı”ndan işgücü olmak
üzere alınıyordu, dediniz. Kız çocukları cinsel olarak istismar
ediliyor muydu?
Genç kızlar evlenmek bahanesi ile alınıyordu. Özellikle bazı
devlet görevlilerinin yanlarında üç beş genç kız bulundurduklarını
anılardan anlıyoruz. Birçok durumda da genç Ermeni kızlar, ikinci,
üçüncü hanım olarak hareme alınıyorlar. Burada iyi niyetli aileleri
dışarıda tutmak isterim.
Bu ailelerden, soykırım sonrası, sakladıkları çocukları
götürüp İngiliz makamlarına veya diğer otoritelere teslim edenler
de var. Ama Ermeni çocukların özellikle kızların yaşadıkları büyük
bir dramdır.
Çocuklar malları için kapışıldı. Tehcir sırasında halk
arasında, Ermenilere yardım edenler, çocukları evlerine
alanlar da var, değil mi?
Evet, Anadolu’da birçok bölgede Ermeni çocuklarının
alındığı, hayatlarının kurtarıldığı söylenir. Doğrudur. Hakikaten
bunu insani nedenlerle yapanlar da vardı. Onları bir kenarda
tutmak isterim. Ama 1915’in yaz aylarında merkezden bölgelere
bir karar gidiyor: “Herhangi bir çocuğu yanınıza alırsanız, o
çocuğun ailesinin bütün miras hakları size geçecektir” diye. Ve
Anadolu’nun bazı kasabalarında eşraf arasında, zengin Ermeni
28
A.g.e., s.189.
26
çocuklarını kapma yarışı başlıyor. Ermeni çocukları evlerine alan
ailelerin birçoğunun bunu ekonomik kazanç amacıyla yaptığını
söylemek yanlış olmaz. Hükümet, Ermeni çocuk alan aileye belli
bir miktar para da ödüyor.
O halde Ermeni çocukların Müslüman ailelere verilmesi
bir devlet politikası mı?
Evet, sistematik bir devlet politikası. Ermeni soykırımı bir
tek fiziki imha olarak yaşanmadı. Asimilasyon özellikle Ermeni
çocukların asimilasyonu ve bu arada Müslümanlaştırılması,
soykırımın en önemli ayaklarından biriydi. Sürgünler başlamadan
bölgelere yollanan tamimlerde tehcirle kaç Ermeni çocuğun anababasız kalabileceği bilgisi isteniyor. Tehcirden sonra bu çocuklar
özel yurtlara yerleştirilerek Müslümanlaşmaya tabi tutuluyor.
Burada belli bir yaş grubuna dikkat ediyorlar, bölgelere yollanan
telgraflarda da bu belirtiliyor; 4-12 yaş arası. Çünkü 4 yaşından
küçüklerin bakım problemi var; bakacak Müslüman aile
bulunamıyorsa, öldürülüyor. 13 yaş üzerindekiler de öldürülüyor,
çünkü “Ermeniliklerini unutmazlar” deniyor. Kızlar da özel
emirlerle Müslüman erkeklerle zorla evlendiriliyor, ki 1948
Soykırım tanımındaki bir maddedir bu...29”.
Bu arada belirtmek gerekir ki, çocukların din ve milliyetinin
zorla değiştirilmesi de aynı kanunlara göre soykırım olarak kabul
edilmektedir. Bu açıdan, yeni nesil milliyetçilerin pek hayranlık ve
gurur duyduğu, çocukların dinini değiştiren ve asimile edenler de
kanlı katliamlara katılanlardan pek de fazla farklı değildir.
Sözümüz, tanınmış yazar Halide Edip Adıvar ve benzerleri içindir.
Bu insanlar, imparatorluğun katliamlardan ziyade İslamlaşma29
Çocuklar malları için kapışıldı, http://www.taraf.com.tr/haber/cocuklarmallari-icin-kapisildi.
27
Türkleşme yoluyla Osmanlaşmasına meyilli olmuşlardır. Örneğin,
Cemal Paşa’nın davetiyle 1916–1917 yıllarında Halep’teki Ermeni
çocuklarının yetimhanesinde çalışmış olan Halide Edip’e göre,
“Ermeni sorunu olarak kabul edilen şeyin çözümünü cinayette
değil asimilasyonda görüyordu. Evet, çocukları asimile etti ve
ileriki zamanlarda kabul edeceğinden çok daha milliyetçiydi…”30.
İslam aileler tarafından evlat edinen, daha doğrusu iş gücü
olarak kullanılan 5–7 yaşından büyük çocuklar hayli büyük bir
sayı teşkil etmiştir. Milletler Cemiyeti teftiş kurulunun verilerine
istinaden, 1921 yılında Müslüman ailelerin elinden 90.819 Ermeni
çocuğu ve kadını kurtarılmış ve bir o kadarı da kalmıştır31.
Raporda, İslamlaştırılmış ve cebren evlendirilmiş olanları bulma
konusundaki çalışmaları güçlendiren temel sebebin “bu suça tüm
halkın katılmış olduğu”32 olgusu dikkate şayandır.
Profesör Vahagn Dadıryan’ın, “İttihatçı şeflerden ve savaş
zamanında dışişleri bakanlığı görevini yürütmüş olan Halil
Menteşe’nin”, çalışmasında belirttiği “Bu tehcir işiyle alâkadar
olmayan Türk Anadolu’da pek azdır”33 sözleri, kurulun
düşüncelerini tasdik etmektedir. Türk tarihçi Selim Deringil’in
fikrine göre gerçekte bu sayı çok daha büyüktür, “1915 sırasında
“evlat edinilen” Ermeni kız ve erkek çocuklarıyla ilgili 300 bin
rakamı veriliyor. Bu rakamın araştırılması lazım…34
30
http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=cocuklar-musluman-ailelerin-yaninaverilerek-asimile-edildi&haberid=6103
31
Parsamyan, S., Mirzoyan A., Azgeri ligayi pastatğtern apatsutsum en Hayots
tseğaspanutyan pastı, http://www.genocidemuseum.am/arm/g_brief_09.php
32
A.g.e.
33
Prof. Vahagn Dadıryan, Hayots tseğaspanutyunı khorhırdaranayin yev
patmagitakan knnarkumnerov, Paykar, 1995, s.20-21.
34
http://www.taraf.com.tr/haber/kurt-ermeni-cok-fazla.htm
28
Kanıtlar hayli çoktur, fakat belirtilen Ermeni ve Türk
yazarların, ayrıca Milletler Cemiyeti’nin yukarıda değinilen
kurulunun tanıklıkları, Ermeni yetimlerin kurtuluşunun hiç de
insani amaçlar gütmediği ve bu insanlık dışı sürece hemen tüm
halkın katılmış olduğu konusunda emin olmak için yeterlidir.
Çocuklar genel olarak iş gücü olarak kullanılırken, kız
çocukları konusunda farklı bir ilgi alanı daha mevcuttu. Türkolog
Ruben Melkonyan, konuyla ilgili şöyle yazmaktadır, “İslam-Türk
evlilik adetleriyle ilgili önemli bir detay da, erkek tarafının,
ebeveynlerine belli bir miktar ödeyerek, gelini düpedüz satın
almasıdır. Birçok durumlarda görüldüğü gibi Müslümanlar, Ermeni
kız çocukları ellerine geçirip, bu kızları oğullarıyla evlendirerek,
“başlık” ödeme mecburiyetinden kaçınmaktaydı. Günümüzde de,
Türkiye’de oluşan “etnik kimlik krizi” tartışmaları bağlamında,
Soykırım esnasında kaçırılan Ermeni çocukların, özellikle de,
Müslümanlarla yaptıkları evlilikler sonucunda günümüz
Türkiye’sinde, belli oranda Ermeni kanı taşıyan kalabalık bir
karma doğumlular ordusu oluşturan kızlarla ilgili yeni veriler
ortaya çıkmaktadır”35.
Konuyla ilgili son yıllarda çok sayıda yazılıp, konuşuldu.
Binlerce Türk ve Kürt ailede “gizli” bu Ermeni kızlar, basında
“kılıç artığı” olarak anılmaktadır. Belli bir oranda anneleri veya
anneannelerinin kaderini paylaşmaya mecbur olan bu kızların
nesilleri, Türk basını ve edebiyatında torunlar olarak anılmıştır. Bu
insanların sayısı net olmamakla birlikte az olmadığını söylemek
mümkündür ve sıklıkla bir milyon ve üzerinde torunlardan
bahsedilmektedir.
35
Ruben Melkonyan, İslamatsvads hayeri khındirneri şurc, Yerevan, 2008,
s.20-21.
29
Torunlardan birçoğu, anneannelerinin dram yüklü alın
yazılarıyla ilgili hikâyelerini dinlemekte, fakat bu konuda
konuşmaya cesaret etmemekteydi, çünkü Türkiye’de Ermeni
olmak veya Ermeni kanı taşımak günümüzde de tehlikeli olup,
Ermeni kelimesi küfür olarak kullanılmaktadır. Lakin anneanneleri
hakkında günümüzde kitaplar yazan ve filmler çeviren cesur
torunlar sayesinde, diğer tabularla birlikte, bu tabu da yıkılmıştır.
Fethiye Çetin’in yazdığı “Anneannem” ve Ayşe Gül Altınay ile
birlikte hazırladığı “Torunlar” kitapları bunun parlak örnekleridir.
30
İKİNCİ BÖLÜM
1923 sonrası İslamlaştırma süreci
1923 yılı sonrası azınlıkların İslamlaştırılma-Türkleştirilme
sürecinden bahsederken, öncelikle, bu sürecin, 1923 yılında
imzalanan Lozan Antlaşması dâhilinde Türkiye Cumhuriyeti’nin
almış olduğu sorumluluklar bağlamında gerçekleşmiş olduğunu
belirtmek gerekir. Türkiye yöneticileri, bir taraftan yukarıda
belirtilen ırkçı planları gündeme getirirken, diğer yandan ise
dünyaya, özellikle de Lozan Antlaşması’nı imzalamış olan
devletlere karşı, azınlıkların haklarını koruduğunu göstermeliydi.
Oluşan vaziyet, kısmen, padişahın bir taraftan reformları
gerçekleştirme sözü verirken, diğer yandan Ermenilerin imha
edilmesi planını hazırladığı 1878 sonrasının reform döneminde
oluşan durumu hatırlatmaktadır. Mustafa Kemal hükümetinin
ırkçı-yabancı düşmanı planları açıkça, daha 1870-80’lerde
mayalanan-olgunlaşan ve 1915 yılında İttihatçılar tarafından
mükemmelleştirilerek fiiliyata geçirilen, amacı milli-dini açıdan
tek unsurlu ve bütüncül bir Türkiye’nin yaratılması olan, soykırım
planından kaynaklanmaktadır.
İki durumda da, planların temel unsurlarının ilk
karşılaştırılması dahi, Türkiye’nin (Osmanlı İmparatorluğu ve
Türkiye birlikte alınarak) milli siyaseti hakkında çok şey
söylemektedir. İşte, 1878 Berlin Barış Antlaşması ile Ermeni
31
bölgelerinde reform gerekliliğini ister-istemez kabul etmiş olan
Osmanlı İmparatorluğu’nun vezir-i azamı Kâmil Paşa’nın, 1879
yılında, yani antlaşmanın imzalanmasından bir yıl sonra
yayınlanan, Ermenilerle ilgili planı, “Ermeni milletini yok etmeli,
izsiz ve boyunsuz bırakmalıyız. Bunu yapmak için bir eksiğimiz
yok, gerekli olan her şey var. Kürt, Çerkez, vali, hâkim, vergi
tahsildarı, zaptiye, kısacası her şey. Cihat ilan ederiz, ne silahı, ne
askeriyesi, ne de koruyanı olan bir millete karşı kolay bir savaş
olur. Tersine, bizim silahımız da var, askeriyemiz de, dünyanın en
büyük devletlerinden biri (Büyük Britanya) ve en zengini bizim
müttefikimiz ve bizim Asya bölgemizin garantörüdür. Bu Ermeni
milleti imha edilip, Hıristiyan Avrupa Türkiye Asya’sında bir
dindaş arayıp bulamadığında, bizi rahat bırakır ve biz de kendi iç
işlerimiz ve düzenlemelerimizle ilgileniriz”36.
Daha 1910 yılında İttihat ve Terakki Partisi yerel
komitesinin, Selanik’te gerçekleştirilen gizli oturumunda Talat,
Ermeni (imparatorluk dâhilindeki diğer Hıristiyan milletleri de
dâhil) Soykırımı planını net bir şekilde açıklar. Bu planın, prensip
ve menşe açısından önceliyle olan benzerliği belirgindir,
“Kanunuesasî ile Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında eşitlik
tesis edildiğini biliyorsunuz. Lakin siz hepiniz ve her biriniz ayrıayrı, bunun gerçekleşmeyecek bir fikir olduğunu da biliyor ve
hissediyorsunuz. Şeriat, tüm geçmiş tarihimiz, yüz binlerce
Müslüman’ın hisleri ve hatta kendilerinin, Osmanlaşmalarına
yönelik her denemeye inatla direnen Hıristiyanların hisleri, gerçek
bir eşitlik için aşılması imkânsız engellerdir. Bu nedenle,
İmparatorluğun Osmanlılaştırılmasına yönelik amacımızı başarıyla
36
Hayeri tseğaspanutyunı ıst yeritturkeri datavarutyan pastatğteri, Yerevan,
1989, s.9.
32
gerçekleştirmediğimiz sürece eşitlikten söz dahi edilemez”37.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticileri açısından,
yukarıda belirtilen planları hedefine vardırmak için olumlu şartlar
hâsıl olmuştu.
Öncelikle, vezir-i azamın belirtmiş olduğu gibi, 1870-80’li
yıllarda Türkiye’nin esas müttefiki Büyük Britanya idi ve
Sovyetler Birliği’nin kurulmasından sonra bu müttefiklerin
sayısında ani bir yükseliş oldu veya en azından Batı’daki
düşmanların sayısı azaldı.
İkincisi, Türkiye Cumhuriyeti’nde on yıl kadar süregelen
katliamlar, tehcirler, mübadeleler neticesinde demografik tablo
zaten ani bir değişim gösterip, Türk-İslam unsur kesin çoğunluk
kazanmıştı.
Üçüncüsü, Lozan Antlaşması ile, milli-dini azınlık teriminin
asıl içeriği Türkiye için değişiklik kazandı. Gerçi Türkiye, bu
antlaşma ile Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler olmak üzere, üç
milleti dini azınlık olarak kabul etmeye mecbur olmuş, fakat diğer
Müslüman halklar, Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Tatarlar, Türkmenler,
Gürcüler, Zazalar, Boşnaklar, Araplar, Karapapaklar, Sudanlılar,
Kırgızlar, Abhazlar, Osetler, Poşalar ve ayrıca İslamlaşmış Rumlar
ile Ermeniler (Hemşinliler de dâhil olmak üzere), Aleviler,
Müslüman olmayan Yezidiler ve diğer büyüklü-küçüklü etnik-dini
gruplar azınlık olarak tanınmayıp, Türk olarak kabul edilmişlerdir.
Görünüşe göre, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin
anayasasında bulunan ve tüm Türkiye vatandaşlarının Türk
olduğunu belirten madde, bu fiili (oluşturulan durum) ve özellikle
de uluslar arası tanınan hukuki (Lozan Antlaşması) temeller
37
A.g.e., s.8-9.
33
üzerinde oluşturulmuştur. Burada, Ermeni, Rum ve Yahudilerin
milli değil, dini azınlık olarak kabul edilmiş olduklarını
netleştirmek isteriz.
Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri, bu amacın nihai
gerçekleştirilmesi için büyük zorluklarla karşılaşmaz. Sadece, bu
işi fazla patırtı ve sarsıntı çıkarmadan kotarmak gerekti. K.
Khanlaryan’ın çok doğru fark ettiği gibi “Lozan Antlaşması’nın
bazı yaklaşımları, Kemal Atatürk’ü, dini azınlıklara yönelik
yumuşak ve dikkatli yaklaşım sergilemeye mecbur etmekteydi”38.
Lakin işler pek o kadar da kolay değildi. Lozan
Antlaşması’nın imzalanmasından iki yıl sonra başbakan İsmet
İnönü’nün “Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları
Türkleştirecek, Türklere ve Türkçülüğe karşı çıkanları yok
edeceğiz.” açıklaması, bünyesinde bir endişe saklamaktadır, “her
ne pahasına olursa olsun”. İlerde göreceğimiz üzere bu paha çok
büyük olmuş, hatta Türkiye, devletçiliğini kaybetme tehlikesiyle
karşı karşıya kalmıştır.
Mustafa Kemal’in kendisi ve hükümetinin hemen tüm
üyeleri İttihatçı olduklarından dolayı, Jön Türklerin siyasetini
devam ettireceği şaşılacak değildir. Kemal’in milli, askeri, devlet
ve siyaset faaliyetini anlamak ve değerlendirmek için, “Yunus
Nadi’nin sözleriyle, Mustafa Kemal’in “İttihatçılar içinde en
büyük ve birinci” olduğu ve Mustafa Kemal başta olmak üzere
Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurucularının İttihatçı olduklarını
unutmamak gerekir. Atatürk, “hissinin babasının Namık Kemal,
fikrinin babasının ise Ziya Gökalp” olduğunu hiçbir zaman
gizlememiştir. Hatta cumhuriyetin ilanının 29 Ekim olarak
38
Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s.37.
34
belirlenmesi dahi, 29 Ekim 1907 tarihinde Mustafa Kemal’in
İttihat ve Terakki Partisi’ne kaydedilmesiyle ilgilidir”39.
Görüldüğü gibi, milli siyaset konusunda 1895 yılında 300
bin Ermeni katlederek Ermeni Soykırımı’nın temellerini atan
padişah ve laik-demokrat Mustafa Kemal arasında fazla bir fark
bulunmamaktadır. Bu arada, Kemal de yaklaşık 300 bin Ermeni
katletmiş, fakat onun bu vahşeti, bazı gerçek Türk ilerici ve ciddi
tarihçiler tarafından çekincelerle değerlendirilmekte, milli kurtuluş
savaşı sınırları dışında kabul edilememekte veya edilmek
istenmemektedir.
Bu ikili yaklaşımın temelinde, büyük bir ihtimalle, yukarıda
adı geçen tarihçi Hillmar Kaiser’in sözlerinde de fark edilen,
soykırımın iki şeklinden kansız olanı tercih etme yaklaşımı
yatmaktadır. Kaiser, grup elemanlarını (Falih Rıfkı Atay, Ali Fuat
Erten, Mustafa Kemal ve Halide Edip) caniler olarak kabul
etmekle birlikte, aynı yerde, bu kişilerin, diğerlerinin işlediği
caniliklere karşı olduğunu belirtmektedir, “İttihat ve Terakki'nin
içinde cinayete karşı olan (Ermeni Soykırımı’nı ima etmektedirH.A.) ve bu politikalarını Suriye ve Halep bölgelerinde
uygulayabilenler vardı. Ve bunlar Falih Rıfkı Atay, Ali Fuat Erden,
Mustafa Kemal ve Halide Edip gibi daha sonra cumhuriyet
devrinde de önemli olan insanlardı. İttihat ve Terakki'den
cumhuriyete geçen Jön Türkler bağlantısı, İttihatçıların bir azınlık
fraksiyonuydu. 1. Dünya Savaşı sürecinde katiller baskın çıkıyordu
ama mağlubiyet sonrası Halide Edip, Mustafa Kemal gibi insanlar
öne çıktı”40.
39
Anumyan M. Çanaçum yev datapartum, yeritturkeri datavarutyunnerı (19191921 ve 1926), Yerevan, 2013, s.155-156.
40
http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=cocuklar-musluman-ailelerin-yanina-
35
Gerçi birçokları Mustafa Kemal’i doğrudan Soykırım
suçluları arasında görmemektedir, fakat son zamanlarda, onun
hayatının bu “temiz” ve “pürüzsüz” tarafı da revizyona
uğramaktadır. Selim Deringil, Mustafa Kemal’e karşı hiçbir yerde
hiçbir suçlamanın olmadığını belirterek, “... “iyi” ve “kötü”
İttihatçılar diye komik bir ayırım da yapılamayacağına göre...”41
diye eklemektedir.
Şimdi de, cumhuriyet döneminde milli siyasetin Ermenilere
(ve diğer azınlıklara) yönelik dışavurumlarını görelim.
1. 1923-1938 yılları
Cumhuriyetin ilan edilmesi ve anayasanın kabul edilmesiyle
Mustafa Kemal ve yandaşları, programını tekrar İttihat’tan alan,
laik bir devletin temellerini atar. İttihatçılar daha 1909’da
Selanik’te yaptıkları merkez komitesinin gizli bir oturumunda bu
kararı almışlardı. “Bu kararlar dört maddeye sığdırılmıştı, şu andan
itibaren Türkiye’de dinin etkisini kırmak.
a.
b.
c.
Türkiye’nin zenginlik kaynaklarını arkadaşlar arasında
paylaşmak.
Peygamber vekilliğini yönetimden ayırıp, zayıflatmak.
Fırsat oluştuğunda padişahlığı yıkarak, cumhuriyet ilan
etmek”42.
verilerek-asimile-edildi&haberid=6103
http://www.taraf.com.tr/nese-duzel/makale-selim-deringil-inonu-tehcire-karsicikmadi.htm
42
Mevlanzade Rıfat, Osmanyan heğapokhutyan mut dsalkerı, Donikyan
yayınevi, 3. baskı, Beyrut, 1975, s.170. Türkçesi, Mevlanzade Rıfat, Türkiye
41
36
Din konusunda prensip olarak Osmanlı İmparatorluğu’yla
ters düşüp, milli konularda özellikle imparatorluğun İttihatçı
dönemi siyaseti sürdürülmüştür. Baskın Oran bu konuda şöyle
demektedir, “Cumhuriyetin etnik-dini mühendislik siyaseti sürekli
iki amaca yönelik olmuştur,
a. Farklı dinlere mensup olduklarından dolayı, karışmaya
(asimilasyon-çev. notu) müsait olmayan Müslüman
olmayanlardan kurtulmak.
b. Kürtleri ve Türk olmayan diğer Müslüman grupları
asimile etmek”43.
Bu plan, Osmanlı’yla takas edilen Türk’e yeni bir kimlik
yaratmayı ihtiva etmekte olup, hükümetin temel imkânları ve gücü
bu konuya yönlendirilir. Bu amaca ulaşabilmek için öncelikli
konular şunlardı,
1. Eğitim, bilim ve propaganda.
2. Milli-toplumsal ve sosyoekonomik hayatta Türk
unsurunun üstünlüğünü tespit eden kanunların kabul
edilmesi.
Birinci alanda bazı prensip etkinliklerini belirtelim,
a. Yukarıda belirtilmiş olduğu gibi, birinci adım, ülkenin
tüm nüfusunu anayasa üzerinden Türk olarak ilan etmekti.
İnkılâbının İç Yüzü, Pınar yayınları, İstanbul, 1993, s.198.
43
www.baskinoran.com, bk. Ayrıca “Agos” 29-5-2009.
37
b. Arap alfabesinden Latin harflerine geçiş (bu sayede
önemli bir sorun çözülmekte, yeni neslin kendi ülkesi ve
halkının tarihini kendi kendine öğrenme imkânı
engellenmekteydi).
c. Her gün okullarda tekrarlanan ilgili yemin yoluyla, Türk
halkının istisnaî olduğu bilincinin çocuklara aşılanması44.
d. Okul ve üniversite eğitiminde yeni müfredat, yeni okul
kitapları, özellikle de tarih kitaplarının hazırlanması.
e. Türkiye tarihinin yeniden düzenlenerek tek resmi kaynak
ve herkes için mecburi kılınması. Bu konu özel
ehemmiyete sahip olup, devletin sıkı kontrolü altında
bulunmaktaydı. Tarih yazımında zengin geleneğe sahip ve
geçmişte bilgili olan Ermeni ve Rumların soykırımdan
kurtulan nesilleri dahi, geçmişle ilgili sözlü anılardan
başka alternatif veri kaynaklarına sahip olamamıştır.
Türklerin “resmi tarihi” bu şartlar altında gerçekten de, orta
sınıf Türk milliyetçiliğin güçlü bir faktörüne dönüşerek, diğer
etnik birimlerin varlığı olgusunu, dahası, geçmişle ilgili hafızayı
örter”45.
Halkın Türkleşmesi kadar, ülkenin de Türkleşmesi
önemliydi. Ermeni, Rum ve Süryani yer isimlerinin değiştirilmesi
1928 yılından başlayıp, günümüze kadar sürmektedir. Sadece Batı
Ermenistan’da, Küçük Hayk’ta, Kilikya’da, Pontos’ta ve
Ermenilerle meskûn diğer bölgelerde yaklaşık 10 bin kadim
Ermenice yer ismi değiştirilir. Birkaç yılda bir değişen haritalar,
44
2013 yılında okullardan çıkartılmıştır.
http://www.repairfuture.net/index.php/hy/identity-standpoint-of-armeniaar/the-search-for-identity-in-dersim-part-1-identities-in-dersim-armenian
45
38
tanınmayacak derecede birbirlerinden farklıydı.
Devletin dikkati, İstanbul’da hizmet veren ve sayıları onlarla
ifade edilen Rum ve özellikle de Ermeni okulları üzerinde olup,
gerçekte asıl müdürler olan müdür yardımcıları, muhakkak Türk
olmalıydı.
Haliyle bu işe devletin tüm propaganda gücü katılmaktaydı.
Bilim kuruluşları, üniversiteler, haber kuruluşları, kültür (tiyatro,
sinema, edebiyat), basın vs. Yeni Türk’ün şekillenmesiyle birlikte
Türk toplumuna, Hıristiyan milletlerin, özellikle de Ermenilerin
düşman halk olduğu, Türk halkına ve vatanına, Osmanlı
İmparatorluğu’na ihanet ettiği aşılanır.
Şimdi de, Mustafa Kemal’in yönetim yıllarında
gayrimüslimlerden kurtulma sürecinin nasıl gerçekleştirildiğine
bakalım.
İlk adımlar, tüm Hıristiyanları devlet ve kamu işlerinden
uzaklaştırmaya yönelikti. 1926 yılında kabul edilen 788 No.lu
“Memurin Kanunu”nun 4. maddesine istinaden kamu
görevlerindeki memurlar Türk olmalıydı. Gayrimüslimlerden
sadece İslamlaşmayı-Türkleşmeyi kabul edenler işe alınacaktı. Bu,
alenen ayrımcılık içeren ve çok sayıda kişiyi ya ülkeyi terk etme,
ya da asimile olmaya mecbur eden ilk kanundu henüz.
Diğer kitlesel etkinlik ise, Ermenilerin 1929 yılında bazı
vilayetlerden (Diyarbakır, Harput, Sivas) göçe zorlanmasıdır.
1929–1930 yılları arasında bu vilayetlerden 6.000’in üzerinde
Suriye’ye göçer. Bir diğer zorunlu göç ise 1934 yılında gerçekleşir,
bu sefer ülkenin derinlerinden İstanbul’a doğru.
İskenderun Vilayeti, 1939 yılında Suriye’den kopartılarak
Türkiye’ye bağlanır. Kilikya Ermeni nüfusunun önemli bir kısmını
oluşturan ve katliamlardan kurtularak bu vilayete yerleşmiş olan
39
35.000 kişi yeniden ülkeyi terk etmeye mecbur olur.
Bu kitlesel göçler arasında kalan dönemde, baskılar ve şiddet
olayları sonucunda çok sayıda Ermeni İslam’a geçmeye mecbur
olur, kabul etmeyenler ise İstanbul’a veya yurt dışına gider.
Nasyonal-Sosyalistler ile Hitler’in zaferi, Türk yöneticiler
tarafından özel bir memnunlukla karşılanır. Yahudilerin
Almanya’daki takibatı, Kemalistlerin ellerini serbest bırakır.
Türkiye’de, güçlü bir Yahudi karşıtı dalga başlar ve binlerce
Yahudi ülkeyi terk etmeye mecbur kalır.
2. 1940’lı yıllar
İkinci Dünya Savaşı, milli azınlıklara yönelik baskı ve şiddet
politikasını güçlendirmenin haricinde, ülke ekonomisini de nihai
olarak Türkleştirme ve azınlıkları ekonomik hayattan kesin olarak
atma açısından yeni imkânlar sunar.
Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra (1938) yönetime gelen
İsmet İnönü döneminde, İstanbul Ermenilerinin durumu da aniden
kötüleşir. “Atatürk ile İnönü dönemlerindeki temel fark, Kemal
zamanında İstanbul Ermenilerinin nispeten daha dingin yaşamış
olmasında yatmaktadır”46. Taşra Ermenileri, 1938 yılına kadar
baskı ve şiddetten kaçınarak İstanbul’a sığınırken, İnönü yönetimi
altında bu imkândan da yoksun kalır.
1943 yılında Talat’ın cenazesinin Türkiye’ye getirilmesi,
İnönü yönetiminin siyasi yönünü en iyi şekilde göstermektedir. Bu,
Ermeniler ve diğer azınlıklara yönelik sürdürülen siyasetle ilgili
46
Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s. 71.
40
bir uyarı olup, cumhurbaşkanı İnönü tarafından, yukarıda belirtmiş
olduğumuz gibi, daha 1925 yılında şöyle formüle edilmişti, “Biz
açıkça milliyetçiyiz. Milliyetçilik bizi birleştiren tek nedendir.
Türk çoğunluğunun yanında diğer unsurların hiçbir etkisi yoktur.
Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde yaşayanları
Türkleştirecek, Türklere ve Türkçülüğe karşı çıkanları yok
edeceğiz”47.
Bu dönemle ilgili özellikle askere alınma, vergi ve dil
siyasetiyle ilgili kanunları belirtmek gerekir.
Mayıs 1941’de, hemen tüm Avrupa Almanya’nın
egemenliğine geçtiğinde ve SSCB’ye karşı saldırı hazırlıkları
gözle görülmekteyken, Almanya’nın müttefiki Türkiye özel bir
seferberlik kanunu çıkartır. Bu kanuna istinaden 25–45
yaşlarındaki tüm Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar askere
alınacaktır. Bu kanun, 20 kura askerlik olarak anılır. Bu kanunla
ilgili mecliste ilk konuşan ise, Ermenistan Cumhuriyeti’ne karşı
yürütmüş olduğu savaşlarla ünlü Kâzım Karabekir olmuştur.
Sürdürülecek olan savaşın Türkiye için olumsuz gelişmesi ve
kısmen de İstanbul’un işgal edilebilme olasılığından endişelenerek,
Kasım 1940 tarihindeki CHP grup toplantısında, bir milletvekili
olarak endişelerini zikreder, “İstanbul’un işgal edilmesini göz
önünde bulundurarak, buna göre tedbir almalıyız. Böyle bir
durumda Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler ne yapacaktır? Savaş
durumunu göz önünde tutarak zararlı unsurları Anadolu’ya
nakletmeliyiz. Bu unsurların terk etmiş olduğu evleri ise Türklere
vermeliyiz”48.
47
Oktay Baran, İsmet İnönü, Kemalizm ve Demokrasi
http://marksist.net/oktay_baran/ismet_inonu_kemalizm_ve_demokrasi.htm
48
Ayrıntılı olarak bk. A. Kürkçüyan, Turkerun, Turkiyan turkatsnelu
41
Seferberlik, herhangi bir uyarı yapılmadan, iki gün zarfında
gerçekleştirilir. Bu durum, büyük çaplı gizli ön çalışmalara işaret
etmektedir. İnsanlar evlerinden, işyerlerinden, sokaklardan
toplanır. İçlerinden birçoğu askerliğini yapmıştı, bazıları ise
üçüncü kez askere alınmaktaydı. Bu seferberlik, Birinci Dünya
Savaşı esnasında özellikle Ermenilerin (18–45 yaş) askere alınarak
haince imha edilmesi planını hatırlatmaktadır. Ermeniler bu sefer
de amele taburlarına alınarak, taş ocakları veya yol yapımında
çalışmaya gönderilir (Rumlar ve Yahudiler farklı işlerde
çalışmakla birlikte, amele taburlarında çalıştırılmaz). Bu durum,
Ermenilere yönelik yaklaşımın, diğer azınlıklara gösterilenden
hayli farklı olduğunun bir kanıtını daha oluşturmaktadır.
Bu insanlar, sadece doğu (Alman-Sovyet) cephesinde
durumun değişmesi ve savaşın gidişatında bir değişim meydana
geldiğinin anlaşılması sayesinde kesin bir ölümden kurtulur. Kesin
bir ölümden kurtulmakla birlikte, birçoğu askerlik dönüşü sonunda
yurtdışına göç eder.
Ekonomi alanında, 1942 Kasımında kabul edilerek, son
derece sıkı ve sistematik bir şekilde uygulanan Varlık Vergisi
kanununu özel olarak ele almak gerekir. Bu kanuna istinaden, “…
Türk iş adamları yıllık gelirinin %4,74’ünü, Rumlar %150’sini,
Yahudiler %179’unu, Ermeniler ise %232’sini ödemekle
mükellefti. Bu şekilde Rumlar, Türklerin 31, Yahudiler 36,
Ermeniler ise 47 mislini ödeyecekti”49.
Bu kanunun 11. maddesiyle, mükelleflerin, tespit edilen
Kağakaganutyunı,
http://ermeni.hayem.org/ermenice/trqatsnelu_qaghaqakanutyune.htm
49
S. V. Geğamyan, Turkiayi azgayin burjuaziyan yerkri tntesakan yev sotsyalkağakakan kyankum, 1945-50, Droşak, 1989, Şubat, s.31.
42
vergi oranına itiraz etme hakları bulunmamakta, dahası,
mükellefiyetini yerine getirmeyenler için sert cezalar
öngörülmekteydi. Görünüşe göre, kanunun asıl amacı da buna
ulaşmaktı.
Zamanın
başbakanı
Şükrü
Saraçoğlu’nun
betimlemesine göre, Türkler, yıllık gelirlerinin % 4.74'ünü, Rumlar
% 150'sini, Yahudiler, % 179'unu, Ermeniler ise % 232'ni ödemek
zorundaydı. Demek ki, Türklere göre, Rumlar 31, Yahudiler 36,
Ermeniler de 47 kat daha fazla vergi ödemekle mükellefti50.
Hükümet Ermeni, Rum ve Yahudilerin bu vergi
mükellefiyetini yerine getiremeyeceklerinin kesin bilincindeydi.
Kısa sürede, kanunun asıl amacı olan, “kanunu uygulamayanlara”
karşı cezalar başlar. Mühtediler ve kanunun yürürlüğe girmesi
esnasında İslam’a geçenlerin vergi oranının, yarı yarıya az
olduğunu belirtmek gerekir.
Vergiyi ödeyemeyenlerin mal varlığı, evi, toprağı, dükkânı,
atölyesi, fabrikası vs. haraç mezat satılır. Mal varlığından elde
edilen miktarın vergi borcunu karşılamadığı kişiler, Aşkale’deki
taş ocaklarında çalışmaya veya Erzurum-Sivas yollarını inşa
etmeye sürgün edilir. Sürgün yerine gitme masrafları dahi sürgüne
gönderilen kişiye ödetilir. Birçok kişi sürgün yerinde hayatını
kaybeder.
Tüm bunlara karşı Batı’da arada bir tenkitler duyulmasına
rağmen, savaşın içinde bulunan devletler için Türkiye’nin iç işleri,
Lozan Antlaşması’na tamamen aykırı olmakla birlikte, gündemde
değildi.
İkinci Dünya Savaşı’nın neticesi fiili olarak belli olup,
Türkiye’nin müttefiki Almanya yenilgiye doğru giderken, Varlık
50
Rıdvan Akar, Varlık Vergisi, İstanbul, 1992, s. 61.
43
Vergisi Kanunu, Mart 1944’ta kaldırılır.
Azınlıklara yönelik olup, özel İslamlaştırma-Türkleştirme
planının bir kısmını oluşturan diğer adım, 1942 yılında yöneticilerin
girişimi ve desteğiyle başlayan, “Vatandaş Türkçe konuş”
kampanyasıydı. Milliyetçi gruplar bu tehditkâr sloganla azınlık
mahallelerinden geçerek, korku ve dehşet salmaktaydı. Bu hareketin,
görülmemiş eziyetler yaşamış olan insanlar üzerindeki etkisi
beklendiği gibiydi. Kamusal alanda ana dilde konuşmak Türklüğe
hakaret olarak kabul edilerek, çoğu kez vahim şekillerle
sonuçlandığından dolayı, azınlıkların dili giderek kullanımdan çekilir.
Türk yöneticiler, Ermenilerin (genel olarak da
Hıristiyanların) kimliğinin korunması konusunda kilisenin
yüzyıllar boyu yeri doldurulamaz bir rol oynamış olduğunun
bilincinde olarak, Ermenileri asimile etme veya ülkeden kovma
planlarında Ermeni kiliseleri ve manastırlarının imha edilmesi ile
din adamlarının faaliyetlerini her şekilde engellemek konusuna
özel ihtimam göstermekteydi. Ermeni kaynaklarını bir kenara
bırakıp bir Türk tarihçisinin sözlerini alıntılayalım, “1914
kayıtlarına göre, Osmanlı ülkesinde Ermeni cemaatine ait 2.538
kilise, 451 manastır ve 2 bin okul vardı. Tehcirden sonra Ermeni
köy ve şehirlerine yerleştirilen Müslüman ahalinin ilk işi, merkezi
ve güzel kiliseleri camiye çevirmek oldu. Gerisi ambar, depo ve
tavla olarak kullanıldı.
... 1924 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nın (Lozan
Antlaşması 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmıştır-H.A.) 42.
Maddesi ‘Türk hükümetinin kiliselerin, sinagogların, mezarlıkların
ve diğer dini yapıların tam koruma altına alınmasını garanti eder’
dediği halde, 1974 tarihli UNESCO Raporu’na göre geriye sadece
913 kilise ve manastır kalmıştı. O tarihten sonra bunların 464’ü
44
tamamen yıkıldı. 252’si yıkılmaya terk edildi, 197’si ise ciddi
restorasyon gerektiriyor”51.
Buna göre, daha 1974 yılında ayakta kalmış olan 913 kilise
ve manastırdan günümüzde sadece birkaç on tanesi ayakta kalmış
olup, bunların büyük bir kısmı İstanbul’dadır.
Türkiye, hem birinci hem de ikinci dünya savaşlarını, tek
unsurlu bir ülke yaratmak için kullanmayı becermiştir. Çok sayıda
Ermeni, Rum, Süryani ve Yahudi ülkeyi terk eder, kalanların
büyük bir kısmı ise İslamlaşır. 1923 durumuyla Hıristiyan
Ermenilerin sayısı yaklaşık 400 bindi, bu sayının yarısı, yani
yaklaşık 200 bin kişi taşrada, kalan yarısı ise İstanbul’da
yaşamaktaydı.
Hükümetin sürdürmüş olduğu ve yukarıda son derece kısa
değinmiş olduğumuz politika sonucunda, taşra Ermenilerinin
sayısı 1940’larda son derece azalmıştı. K. Khanlaryan bu konuyla
ilgili şöyle yazmaktadır, “Resmi nüfus sayımı verileri, bu dönemde
(1947-H.A.) Türkiye’de yaşayan “resmi” Ermenilerin sayısını,
31,617’si kadın olmak üzere, 57,559 olarak göstermektedir”52.
Yazar, sadece taşralı Hıristiyan Ermenilerin sayısını ifade
etmektedir. Burada, 31,617 kadın ve 25,942 erkek olmak üzere
kadın ve erkeklerin oranı dikkat çekicidir.
3. 1950’ler
6–7 Eylül 1955 olayları haricinde sürgün, seferberlik, vergi
politikası gibi sarsıntılar yaşanmaz. Bu olaylar da hükümet
51
Ayşe Hür, Ermeni mallarını kimler aldı?, http://www.taraf.com.tr/aysehur/makale-ermeni-mallarini-kimler-aldi.htm
52 Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s. 91.
45
tarafından güruhun plansız faaliyetleri olarak takdim edilmeye
çalışılır, fakat devletin özel teşkilatları tarafından düzenlenip
genelde Rum ve Ermeni cemaatlerine yönelik olduğu belliydi. Her
şey, “İstanbul Ekspres” gazetesinde basılan ve Selanik’teki,
Mustafa Kemal’in doğduğu eve bomba atıldığına yönelik kışkırtıcı
bir haberle başlar. Kitlesel gösteriler tertipleyen güruh, özel
teşkilat mensupları tarafından, ev ve dükkânların önceden
işaretlenmiş olduğu Rum ve Ermeni mahallelerine yönlendirilir.
Güruh tarafından, iki gün zarfında İstanbul ve İzmir’de Rum,
Ermeni ve Yahudilere ait 4.348 dükkân, 110 otel, 27 eczane, 23
okul, 21 fabrika, 70 kilise, 3 mezarlık ve binlerce ev yağmalanır ve
imha edilir. 2’si din adamı olmak üzere 16 Rum ve bir Ermeni
öldürülür. Çok sayıda kadın ve kıza tecavüz edilir.
Türkolog Levon Hovsepyan bir yazısında, bu barbarlıkla
ilgili şöyle yazmaktadır, “Özel Harp Dairesi eski generali Sabri
Yirmibeşoğlu bir keresinde, 6–7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul ve
İzmir’de gerçekleştirilen saldırıların teşvik edilmesinin ve
Hıristiyanlara karşı faaliyetlerin ÖHD tarafından düzenlenmiş
olduğunu ikrar edip, bunu “muhteşem bir operasyon” olarak
tanımlamıştır. Milli Emniyet Hizmeti olarak anılan Türk özel
teşkilatının bu faaliyetlerin düzenlenmesine katılmış olduklarına
dair Türk ve yabancı kaynaklar tarafından kanıtlar ortaya
konmaktadır”53.
Bu operasyonların altında, Türkiye ve Yunanistan arasında
ciddi bir soruna dönüşmüş olan Kıbrıs problemi bulunmaktaydı. A.
Kürkçüyan, taşranın aksine, İstanbul’da yaşayan Ermeni ve
Rumların asimilasyonunun, beklenen neticeyi vermeyip,
53
Levon Hovsepyan, Turkiya, 1955 Septemberi 6-7, İradadzutyunneri
kazmakerpumı, marminnerı yev avanduytı, http://akunq.net/am/?p=33751
46
azınlıkların ekonomide hâlâ ciddi bir faktör olmayı sürdürmekte
olduğunu belirterek, “İkinci Dünya Savaşı’nın, İsmet İnönü
başkanlığındaki cumhuriyet İttihatçılarına vermiş olduğu, ülkeyi
Türkleştirme siyasetini uygulama imkânını, Kıbrıs sorunu da
Menderes Türkiye’sine vermiştir”54 diye yazmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin sayısız
cürümleri gibi, bu da cezasız kalır. Taner Akçam, Ergenekon ve
Balyoz teşkilatlarının yargılamalarıyla ilgili şöyle yazmaktadır,
“Sırada, daha adalet bekleyen başka haksızlıklar var!
1990’lı yılların Kürt savaşı sırasında yaşanmış faili
meçhuller; 1980 askerî darbe idam ve işkenceleri; 1960 darbesi; 6–
7 Eylül 1955 olayları; 1942 Varlık vergisi; 1938 Dersim soykırımı;
1934 Trakya Yahudi pogromu; 1921 Koçgiri ve 1921–2 Pontus
katliamları… Daha geriye gidip Ermeni ve Süryani soykırımını
saymıyorum bile!”55.
Tüm bunlara rağmen 1950’li yıllar, azınlıklar açısından
göreceli olarak dingin bir dönem olarak kabul edilmektedir.
Sonunda yönetime gelen, yeni kurulu Demokrat Parti, ülkenin
yönetim sistemine bir takım demokrasi unsurları eklemeye çalışır.
Kaba kuvvetle sorun çözme metodu, yumuşak güç stratejisiyle yer
değiştirir.
Ermeniler, yedi yıl patrik seçme imkânından yoksun
kaldıktan sonra Bayar’ın cumhurbaşkanı, Menderes’in ise
başbakan olduğu dönemde bu imkâna sahip olurlar. Baş episkopos
Garegin Khaçaturyan, 1951 yılında patrik seçilir. Ermeni
cemaatinin yaşamında bazı olumlu ilerlemeler görülür, “6 ve 7
54
A. Kürkçüyan, A.g.e.
Taner Akçam, Adalet Arayışı, http://www.taraf.com.tr/taner-akcam/makaleadalet-arayisi.htm.
55
47
Eylül 1955 tarihlerinde, radikal sağ güçler tarafından teşvik edilen
Rum ve Ermeni karşıtı şiddet olaylarını bir yana koysak, İstanbul
ve İzmir Ermenilerinin bu dönemde, hasar görmüş cemaat hayatını
yeniden yapılandırma açısından göreceli olarak normal şartlarda
bulunmuş olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönem, Baş episkopos
Şınorhk tarafından “gerçek demokrasi” ve “azınlıkların altın çağı”
olarak dahi anılmıştır”56.
Zamanın basını, cemaat liderleri ve özellikle de patrik
Şınorhk’un görüşlerini hesaba katamazlık edemeyiz. Lakin bu
yaklaşımları o kadar da kesin olarak kabul etmemeliyiz. Bu durum
sadece Eylül olaylarıyla değil, aynı zamanda gerçek istatistiklerle
de kanıtlanmaktadır.Özellikle İstanbul Ermenilerinin hayatında
bazı olumlu ilerlemelerin gerçekleşmiş olduğunu kabul etmekle
birlikte, gerçekleri göz ardı etmek mümkün değildir ve bu, resmi
verilere istinaden şu tabloyu arz etmektedir. 1960 nüfus sayımı
verilerine göre Batı Ermenistan, Küçük Hayk ve Anadolu’nun
diğer kazalarında 53,173 Ermeni yaşamaktaydı57. Yukarıda
görüldüğü üzere, bu sayı 1947 yılında 57,559 kişiden
müteşekkildi. Bu sayıya mühtedi Ermeniler katılmamıştır. Demek
ki bu 13 yıllık demokratik yönetim süresinde bu sayı artış elde
etmekten de öteye, 4426 kişi, yani yaklaşık %7,5 azalmıştır.
Bu sayılar tabii ki kesin olarak kabul edilmemekle birlikte
süreçlerle ilgili genel bir tablo oluşturmak açısından faydalıdır. K.
Khanlaryan, Ermenilerin sayılarıyla ilgili tüm verileri, hataları
veya farklı verilerin varlığını ayrıntılı olarak inceledikten sonra
doğru bir tanımlamada bulunmaktadır, “çelişkilerin bir kısmını
56
Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s. 93.
Kirakosyan C., Yeritturkerı patmutyan datastani arac, II. cilt, Yerevan, 1983,
s.445.
57
48
tabii ki “resmi” ve “gizli” Ermenilerin betimlenmesine bağlamak
gerekmektedir”58.
Rakamlarda haliyle hem yaklaşık veriler, hem de hatalar
mümkündür, lakin bundan dolayı süreçlerin eğilimleri ve amaçları
değişmemektedir. Türkiye nüfus sayımı rakamları bu açıdan
önemli veriler sunmaktadır. Arsen Avagyan ve Ruben Melkonyan,
“İstanbul Ermeni cemaatinin günümüzdeki durumu” kitabında,
1927-1965 yıllarında gerçekleştirilen nüfus sayımları verilerinin,
insanların hangi dili kullandıkları konusunda da veriler sunduğunu
belirtmekte, Ermenice konuşanların nüfus sayımı neticesindeki
resmi sayıları sunmaktadır (veriler, Türk yazar Y. Koçoğlu’nun,
Azınlık Gençleri Anlatıyor, İstanbul, 2004, çalışmasından
alıntılanmıştır59).
Bu rakamlar, öncelikle, yukarıda belirtilenleri kanıtlayarak,
Ermenilerin asimile olma hızını gösterdiği, ikinci olarak da, benzer
verilerin artık Türkiye’de yayınlanmadığı açısından ilginçtir.
İlk tabloda, ana dilini kullananların sayısı üzerinden,
Ermenilerin sayısındaki düşüş gösterilmektedir.
Nüfus sayımı tarihi
1927
1935
1945
1950
1955
1960
1965
58
59
Ana dil
67.754
57.599
47.728
52.776
56.235
52.756
33.094
Tablo 1
Türkiye’nin genel nüfusu
13.629.488
16.157.450
18.790.174
20.947.188
24.064.763
27.754.820
31.391.421
Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s. 93.
Arsen Avagyan, Ruben Melkonyan, Stambuli hay hamaynki ardi viçakı,
Yerevan, 2009, s.6-7.
49
İkinci tablo vilayetlere göre hazırlanmıştır.
Vilayet
Yozgat
Sivas
Diyarbakır
Erzurum
Kayseri
Malatya
İstanbul
Genel
1927
1801
4122
995
14
435
2625
45255
67754
1935
889
2094
582
37
845
1614
39831
57599
Tablo 2
1965
118
117
132
13
9
148
29479
33094
Bu noktada tabii olarak şu soru ortaya çıkmaktadır, çok daha
kötü durumlarda insanlar yaşadıkları yerleri terk etmeyip, neden
göreceli olarak daha iyi zamanlarda uzaklaşmaktaydı? Söz, tüm
devletlerde görülen, nüfusun tabii yer değiştirmesiyle ilgili
değildir. İslam unsurun sayısında artış ve diğer Hıristiyan halkların
sayısında azalma görüldüğünden dolayı, en azından iki durumla
karşı karşıya olduğumuz belli olmaktadır. Bunlardan biri
İslamlaştırma, diğeri ise dış göçtür. Ermenilerin durumunda ikisini
de görmekteyiz. Daha doğrusu, dış göç, farklı baskılar ve özellikle
de zorunlu din değiştirmeyle ilgilidir.
Zamanın Ermeni basını (“Nor Marmara”, “Jamanak”,
“Alik”, “Hayrenik” dergisi vs.), Küçük Hayk ve özellikle de
Güneybatı Ermenistan’ın bazı yerleşim yerlerindeki Ermeni
kiliselerinin faaliyetlerindeki hareketlenmeyle ilgili ilginç haberler
sunmaktaydı, fakat aynı durum, Ermenistan’ın, ABD başkanı W.
Wilson tarafından 1920 yılında yayınlanan hakem kararı ile tespit
edilmiş ve Ermenistan sınırları içinde kalan Batı Ermenistan
50
bölgelerinde gözlemlemek mümkün değildir60. Dahası,
İslamlaştırma süreci bu bölgelerde yeni bir ivme kazanmaktadır61.
Sason Kazası, bu bölgenin güney sınırında bulunmaktadır. Manevi
ve fiziki açıdan güçlü mukavemet potansiyeli, yıkılmaz azmi ve
kahramanlıklar dolu tarihiyle tanınan Sasonlular, 1950’lerin
başında yeni baskı ve şiddet olaylarına maruz kalır. Türkolog
Ruben Melkonyan’ın çok yerinde belirtmiş olduğu gibi, en ağır
darbelere maruz kalmış olmakla birlikte kimliğini korumuş olan,
“… Hıristiyan Sasonlu gruplarına karşı daha 1950’lerde”62,
demokrat olarak kabul edilen hükümet tarafından, bu insanları
nihai olarak
İslamlaştırmak amacıyla
güçlü
baskılar
gerçekleştirilir. Sason’un İslamlaştırılması için en trajik ve
maalesef son dönem başlar, “1950’lerin sonunda, farklı devlet
kuruluşları tarafından Ermenilere yapılan İslam’a geçme çağrıtalebi, Sasonluların bir kısmı tarafından tepkiyle karşılanır ve
zorunlu ihtida talepleri reddedilir. Lakin baskılar şiddetlenir ve
silahlı kuvvetler de buna dâhil olur. Tüm bunların neticesinde
Hıristiyan Ermenilerin bir kısmı dış görünüş itibarıyla boyun eğip,
İslam’a geçer. Türk devleti, baskı metotlarına paralel olarak, farklı
yöntemlere de başvurur ve din adamından yoksun Ermeni
köylerini Müslüman imamlar ve şeyhler sık-sık ziyaret ederek,
düğün ve cenaze gibi dini törenlerinin yerine getirilmesi amacıyla
60
Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s.100.
2 No.lu tabloda görülen Erzurum Ermenilerinin sayısı, Wilson’un tahkim
kararıyla çizilmiş olan sınırlar dahilinde, 1915-1923 yıllarında Ermenilerin
tehciri ve imhası ile daha sonra bu bölgelerde aynı siyasetin sürdürülmüş
olmasının diğer bölgelere nazaran daha mühim olduğu düşüncesini
kanıtlamaktadır.
62
Ruben Melkonyan, İslamatsads Hayeri Khındirneri Şurc, Yerevan, 2009,
s.14.
61
51
gönüllü olarak İslam’a geçmeleri konusunda halka telkinlerde
bulunur. Dini önderden yoksun Ermeniler bu yola başvurmaya
mecbur olduklarından dolayı, bu metot da başarıya ulaşır. Dikkat
çekici bir husus ise, mülakatta bulunduğumuz kişilerin belirttiğine
göre, soydaşlarının ihtidasını hoş karşılamayan çevre Ermenilerin,
mühtedileri alenen tenkit etmiş olmasıdır. Bu durum bazen,
İslamlaşmanın durmasına veya yavaşlamasına vardırır. Farklı
kaynakların belirttiğine göre, bu bölgelerde Ermenilerin
İslamlaşması olayları, daha ileri yıllarda, örneğin 1980’lerde de
görülür. Süregelen baskılar, hayatta kalmış Sason Ermenilerinden
bir kısmını İstanbul’a göçe zorlamış, bir kısmı ise Türk devleti ve
oluşan durum tarafından kendisine empoze edilen dini kabul etmiş,
bir diğer kısmı ise gizli Hıristiyan’a dönüşmüştür”63.
Görüldüğü gibi, demokratların yönetimi döneminde de
Ermenilerin İslamlaştırılması süreci farklı şekiller ve farklı
yöntemlerle devam etmiştir.
4. 1960-1980 yılları
1960-1980’lerdeki olaylar (1960, 1971 ve 1980 askeri
darbeleri), Türkiye’nin böyle bir yarım-yamalak demokrasiye dahi
hazır olmadığını gösterir. 1960 yılında, General Gürsel
yönetiminde gerçekleştirilen askeri darbe, Türkiye’ye yeniden
diktatörlük sistemini getirir. Beklenen reformlar açısından
azınlıklar ile Türk toplumunun bazı çevreleri tarafından beslenen
ümitler boşa çıkar. Burada, taşralı Ermenilerin sayısının, zamanın
Ermeni patriği Şınorhk Kalustyan’ın verilerine göre, on yıl
63
A.g.e., s.14-15.
52
zarfında (1960-1970) yarı yarıya azaldığını vurgulamak isteriz.
“Türkiye’nin iç bölgelerinde yaşayan Ermenilerin genel sayısı
yaklaşık 25 bindir. Gerçi bunlar Ermenice konuşmamakta ve
eğitim kurumlarına dahi sahip değiller, fakat kendilerini Ermeni
olarak hissetmekte ve dinlerine, isimlerine ve ananelerine sadık
kalmışlardır”64. Burada Hıristiyan Ermenilerin kast edildiği
barizdir (1960 nüfus sayımının resmi verilerine göre 53.173 kişi
sayılmış olduğunu vurgulamak isteriz).
5. Günümüzdeki durum
Aynı çalışma stilinin, benzer neticelerle sürekli tekrarlanmış
olduğundan dolayı, diğer (1971 ve 1980) askeri darbeler
sonrasındaki Ermenilerin sayısına değinmeden, azınlıkların sayısal
tablosunu arz eden bir belgeye, ABD dışişleri bakanlığı tarafından,
dünyada dini özgürlükler konusundaki rapora bir başvuralım. 2013
yılıyla ilgili bu yıllık rapor, dışişleri bakanı John Kerry tarafından
dışişleri bakanlığında takdim edilmiştir.
Türkiye’yi ilgilendiren kısımdan bir bölümü burada
aktarmak istiyoruz, “Çoğunlukla İstanbul ve diğer büyük
şehirlerde yoğunlaşan diğer dini gruplar ise nüfusun %1’inden
azını oluşturmaktadır. Kesin rakamlar mevcut olmamakla beraber,
bu gruplar tahmini olarak 500,000 Şii Caferi Müslüman; 90,000
Ermeni Ortodoks Hristiyan (bu grubun 60,000’inin Türkiye
vatandaşı, geri kalan 30,000’inin ise Ermenistan’dan gelen kayıt
dışı göçmenlerden oluştuğu tahmin edilmektedir); 25,000 Katolik
Hristiyan (bunların çoğunu Afrika ve Filipinler’den gelen
64
“Alik” Gazetesi, 10 Kasım 1970.
53
göçmenler oluşturmaktadır); 21,000 Musevi; 20,000 Süryani
Ortodoks Hristiyan; (çoğunluğunu Rusya’dan gelip ikamet izni
alan göçmenlerin oluşturduğu) 15,000 Rus Ortodoks Hristiyan;
10,000 Bahai; 5,000 Yezidi; 5,000 Yehova Şahidi; diğer Protestan
mezheplerin 7,000 mensubu; 3,000 Iraklı Keldani Hristiyan; 2,500
kadar da Rum Ortodoks Hristiyandan oluşmaktadır.
Ayrıca kesin rakam bilinmemekle beraber, bu yüzde
içerisinde Bulgar Ortodoks, Nesturi, Gürcü Ortodoks, Süryani
Katolik, Ermeni Katolik ve Maruni Hristiyanlar da
bulunmaktadır65”.
Bu raporda sunulan veriler, Türkiye Ermeni Patrikliği genel
vekili, baş episkopos Aram Ateşyan tarafından sunulmuş
olanlardan pek farklı değildir. Patrik vekilinin verilerine göre
Türkiye’de 70 bin Ermeni Hıristiyan vardır, “bunlardan 66-67 bini
İstanbul’da yaşamaktadır. Taşralı Ermenilerin sayısı 3.000’i
geçmemektedir. 500’ün üzerinde Ermeni Ankara’da yaşamaktadır.
Sivas’ta 70 kişi var. Harput’ta yaklaşık 20 aile var. Malatya’da
yaklaşık 50 Ermeni yaşıyor. 3 kilisemizin bulunduğu
İskenderun’da yaklaşık 300 kişi yaşamaktadır”66. Bu da günümüz
tablosunu yansıtmaktadır. Kalan Ermeniler ya İslamlaşmış, ya da
göç etmiştir.
65
66
“Birgün”, http://www.kent34.com.tr/turkiyede-1-milyon-ateist-var/12433/
“Akunq” web sayfasının, Türkiye Ermenileri patrik genel vekili, Aram baş
episkopos Ateşyan’la yaptığı mülakat, http://asbarez.com/arm/93261/
54
ÇÜNCÜ BÖLÜM
Mühtedi Ermeni grupları ve yerleşim yerleri
1. İslamlaşmış Ermeni grupları
Türkiye’de yaşayan mühtedi Ermeniler, dini özelliklerine
göre iki gruba ayrılmaktadır, Sünni İslamlar ve Aleviler, bu
sonuncuların sayısı diğerlerine göre daha azdır.
Kendilerini ifade ettikleri milli özellikler açısından ise tablo
daha renklidir: Kürtler, Türkler, Zazalar, kısmen Araplar,
Süryaniler vs.
Yaklaşık üç asır süresinde İslamlaşmış olan Hemşinliler ayrı
ve büyük bir grup teşkil etmektedir. Bunlar kendilerini Hemşinli
veya Hemşil olarak ifade etmekte olup diğer halklar tarafından da
bu şekilde anılmaktadır. Lazlarla aynı bölgede yaşayan
Hemşinliler arasında, Ermeni-Laz olarak anılan ayrı bir grup da
oluşmuştur (Hemşinliler konusu bazı özelliklere sahip olduğundan
dolayı onlara ayrıca değineceğiz).
Ermeni kimliği özelliklerine göre, mühtedi Ermeniler kendi
içlerinde iki temel gruba ayrılmaktadır.
a. İlk gruptaki Ermeniler, Müslüman olarak, Kürtler veya
55
Türkler arasında yaşamaktadır. Bunların büyük bir kısmı,
Müslüman ailelerde yetişmiş üvey evlatların nesilleri
olup, Ermeni kimlikleri hakkında bilgi sahibi olsalar da,
bu kimliğe dönme konusunda pek istekli değildir. Bu
kişiler bulundukları durumu kabullenmiş ve hayatlarını
zorlaştırmak istememektedir.
b. İkinci grup gizli veya kripto Ermenilerden oluşmaktadır.
Bunlar milli aidiyetlerinin bilincinde olup, gizli olarak
nesillerine aktarmakta, bazı milli Ermeni anane, gelenek
ve kültürel unsurları ailede sürdürmekte, genelde de
yabancılarla evliliklerden kaçınmakta, yani kendileri gibi
kriptolarla evlenmektedir. R. Melkonyan’ın belirtmiş
olduğu gibi, iç evlilik kurumu, kripto Ermeniler arasında,
uzaktan da olsa birbirlerini tanıyabildikleri, belli bir ağın
varlığına işaret etmektedir. “…Birbirlerinden hayli uzakta
bulunan köylerin sakinlerinin evliliği, bu düşünceyi
doğrular niteliktedir”67.
Bu kişiler, olumlu şartlar altında vaftiz olup, Ermeni
kimliğine dönmektedir. Bunların sayısı şimdilik büyük değildir ve
bunun başlıca sebebi, asırlar boyu Türk milli siyasetinin
sonuçlarını kendi derilerinde hissedip, tahmin edilemez
eziyetlerden geçip, soykırıma uğramalarıdır. Bunların büyük bir
kısmı, haliyle Türkiye yöneticilerine güvenmeyip, kimliği
hakkında açıkça konuşmamaktadır.
2013 yılında gerçekleşen bir röportaj esnasında Türkiye
Ermenileri patriği genel vekili baş episkopos Aram Ateşyan,
İslamlaşmış olan akrabalarıyla ilgili, Ermeni olduklarını
67
Ruben Melkonyan, İslamatsvads hayeri khındirneri şurc, Yerevan, 2009,
s.36.
56
bildiklerini belirtmiş, “Ama Hıristiyanlığa dönmüyorlar çünkü
dönerlerse devlet dairesinde çalışıyorlarsa işten atılacaklar.
Komşusu rahatsız edebilir. Bunlar yaşanıyor, benim ailem orada
halen Müslüman olarak yaşıyor, Diyarbakır Silvan’da benim
ablamın çocukları var. Bazıları köklerine döndüler. Bunlar 1950'li
yıllarda baskıyla Müslümanlaştırıldılar. Enişteme eğer Müslüman
olmazsan öldüreceğiz seni diyerek Müslüman yaptılar. Ben 1954
doğumluyum ben 4-5 yaşındayken ablam Müslüman olmuştu”68.
Başka zorluklar da vardır, öncelikle ilgili resmi kurumlara
başvurup, arşiv belgeleriyle Ermeni kökenini kanıtlamak,
mahkeme yoluyla onaylatmak gerekir, bu ise 6 ay kadar
sürmektedir, ardından patrikhane tarafından düzenlenen kurslara
katılıp, bundan sonra nüfus dairesine başvurup, söz konusu kişinin
Hıristiyan olduğunu nüfus kâğıdına işletmek gerekir.
Bu insanların taşrada yaşadıkları, hukuk bilgileri kıt, orta
halli insanlar olduğu ve bir yıl boyunca bürokratik çekişmelerle
uğraşacak veya İstanbul’da kurslara katılacak durumda
olmadıklarını hesaba kattığımızda, var olan tablo karşımıza
çıkmaktadır.
Ermeni kadınlardan doğanların nesilleri (torunlar) ayrı bir
grup oluşturmakta olup, ilgili bölümde bunlara değindik.
Türkiye’de bu konu gündeme gelir gelmez geniş bir tartışma
başlar ve bunun öncüsü olmakla birlikte devlet, sanki bir tarafa
çekilip, meydanı Türk Tarih Kurumu eski başkanı (günümüzde
milletvekili), tarih doktoru, Profesör Yusuf Hallaçoğlu’na,
tarihçilere, siyasetçilere, kamusal ve siyasi kuruluşlara ve basına
bırakır.
68
http://haber.stargazete.com/guncel/tuncelinin-yuzde-90-ermeni-iddiasi/haber749164
57
İlk dönemde bu konu hayli sert tartışmalara sahne olur,
özellikle de Hrant Dink’in katledilmesinden sonra. Bu tartışmaları
takip eden Türkolog Meline Anumyan’a göre, “Bu gibi
Ermenilerle ilgili Türk basınında genel olarak menfi ve müspet
olarak iki tür yaklaşımın göze çarptığını şimdilik söyleyebiliriz.
İslamlaşmış ve özellikle de kripto Ermeniler Türkiye’nin
bütünlüğüne karşı bir tehlike olarak algılandığında menfi, bu
insanların ruh halleri Türk basınında yer bulduğunda ise Türk
basını sütunlarında müspet olarak verilmektedir”69.
Anumyan, cebren İslamlaştırılmış Ermenilere yönelik
gerçekten de olumlu yaklaşım sergileyen birkaç makale belirterek,
özellikle “Yeni Aktüel” dergisinin 6 Eylül 2007 sayısında
yayınlanan, “Anneannesi, Babaannesi, Dedesi Ermeni Olanlar
Geçmişiyle Yüzleşiyor. Müslüman Ermeniler Anlatıyor”70 başlıklı
uzun soluklu bir makaleyi belirtmektedir. Bu makalede, özellikle
“Toplumsal Tarih” dergisinin eski redaktörü, “Birzamanlar”
yayınevi müdürü Osman Köker, Halaçoğlu’nun iddiasının aksine
İslamlaşmanın Ermenileri imha edilmekten kurtarmadığını
belirtmektedir, “Ermenilerin "Biz Alevi Kürdüz" diyerek
kurtulması mümkün değil. Kocaları ya da babaları öldüğü ya da
önceden sevk edildiği için sahipsiz kalan kadın ve çocukların
Müslümanlaştırılması da, bir istisna değil, o zamanki devlet
politikası”71.
Bu tartışmalarda, sıklıkla olmasa da hayli serinkanlı,
69
Meline Anumyan, Dsıptyal yev islamatsads hayeri hartsi ardsardsumı
jamanakakits turkakan mamulum, Soykırım Bilimi Dergisi, Ermeni Soykırımı
Müze-Enstitüsü, yıl 2, No 1, Yerevan, 2014, s.151.
70
http://www.yeniaktuel.com.tr/tur103,[email protected]
71
Meline Anumyan, aynı yerde, s.148.
58
duygusallık ve özellikle de ucuz milli propagandadan uzak, gerçek
tarafsız bilimsel yaklaşımlar da yer bulmaktadır. Örneğin,
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi genç rektörü Sedat
Laçiner’in, daha 2005 yılında belirtmiş olduğu görüşü gibi, “Daha
önemlisi gerçek kimliklerini bilsinler ya da bilmesinler Ermeni ve
Rum dönmeler Türkiye’nin ve Türklüğün yeniden inşasında da
önemli bir rol oynadılar. Dönmeleri tanımadan, onların geçirdiği
süreci anlamadan Türkiye tarihini yazmak ve anlamak gerçekten
imkânsızdır. Ayrıca, Türk iç politikasında da dönmelerin rolü özel
bir araştırmayı hak eder”72.
Lakin Ermenilerle ilgili konularda her zaman olduğu gibi, bu
konuda da Türkiye kamuoyunun fikri, düşmanlığa varan Ermeni
karşıtı propaganda üzerinde şekillenir.
Öncelikle, İslamlaşmış Ermeniler iki temel gruba ayrılır.
Konuyla ilgilenenlere göre, ilk gruba ait olanlar, görünüşe
göre, asimile olmuş veya olmakta olan Ermenilerdir. Bunların
içinde köklerine dönmekte olanların da bulunmuş olduğu mümkün
olmakla birlikte, bunların büyük bir sayı oluşturmadıkları tahmin
edilmektedir.
Türkiye için temel sorun olarak kabul edilen ve ikinci grubu
teşkil eden kripto Ermeniler de içlerinde iki gruba ayrılmaktadır.
İlk gruptaki Ermeniler, Ermeni kökenlerinin bilincinde
olmakla birlikte, Türk veya Kürt olarak kendilerini
tanımlamaktadır. Bu kesim, bir taraftan Kürt ulusal bilincini
taşıyan PKK ile bunun siyasi kanadının ön saflarında yer almakta,
diğer yandan ise Türk vatansever, hatta milliyetçi benliğiyle,
Ergenekon gibi en radikal Pantürkist saflarda yer bulmaktadır.
72
Sedat Laçiner, Ermeni Dönmeler,
http://www.usakgundem.com/yazar/110/ermeni-donmeler.html
59
Yusuf Hallaçoğlu, PKK’nın aslında Ermenilerden oluştuğu
konusundaki görüşünü birçok kere yazmış veya farklı bilimsel
konferanslarda dile getirmiştir.
Konya’da
düzenlenen
konferanslardan
birindeki
konuşmasından bir bölüm ilginçtir, “Bütün Anadolu, Doğu ve
Güneydoğu Anadolu Kürt'müş gibi havaya girildi. Acaba
Türkiye'de ne kadar Kürt var, biliniyor mu? İsterseniz Kürt
olmayan PKK'dan başlayayım. PKK yüzde 80 itibariyle Ermeni”73.
Ermenilerin, PKK ile olan işbirliği fikri, anlaşılan
nedenlerden dolayı çok yeni olup, Türkiye’de çok sayıda taraftara
sahiptir. Bu fikir, üst düzey memurlar tarafından dile getirilerek,
daha da inandırıcı kılınmaktadır. Başbakan yardımcısı Cemil
Çiçek, Ağustos 2010’da yaptığı açıklamasında “...Ermeni terörü ile
PKK terörü arasında yakın işbirliği var, bunlar kan kardeşidir. O
devreden çekildi, işi bu tarafa verdiler. Zaten, özür dilerim, bir
kısım teröristlerin sünnetsiz oluşu, size çok şeyi ifade ediyor
demektir. Yani bu, bir rivayet falan değil, biz kimin ne olduğunu
iyi biliyoruz”74, demektedir.
Devletin propaganda mekanizması bu şekilde iki sorunu
çözmüş olmaktadır, öncelikle Kürt kurtuluş mücadelesini bir
Ermeni ihaneti olarak gösterip, gözden düşürmekte, ikinci olarak
ise toplum içinde Ermeni karşıtı yaklaşım ve düşmanlığı
körükleyerek, milli benlik uyanışı içinde bulunan mühtedi
Ermenilere korku salmaktadır.
Lakin kripto Ermenilerin, sivil ve askeri bürokrasi içinde,
özellikle de bürokrasinin kilit noktalarında daha etkili oldukları
tahmin edilmektedir.
73
74
http://www.haber3.com/pkknin-yuzde-80i-ermeni–563161h.htm
http://www. radikal.com.tr, 21.08.2010.
60
Türk araştırmacıların kanısına göre bu grup, kendisini deşifre
etmeye meyilli olmayıp, gücünü, gizli olmaktan almakta, devlet
sisteminde, Kürt işçi partisinde, milliyetçiler arasında mevzilenmiş
kripto Ermeniler Türk devletini ve toplumunu içeriden daha rahat
bir şekilde bölüp, zayıf düşürebilecektir. Bu grup, açık bir siyaset
uygulaması halinde, uzun yıllar boyunca gerçekleştirmiş oldukları
çalışmanın sonucunda elde etmiş oldukları mevzileri
kaybetmekten korkmaktadır.
Türk basınında öne sürülen görüş, bu kişilerin, kripto
durumda kalmanın çok daha etkili ve verimli olup, amaçlarına
ulaşıp, Türklerden intikam alma konusunda çok daha uygun
olduğuna inandıkları yönündedir.
Bu konularla ilgilenen tanınmış tarihçi, Profesör Cöhçe’ye
göre Ermeniler bilinçli olarak kökleri konusunda uyarılacak ve
onlar da Türkiye’ye yönelik toprak talepleriyle ortaya çıkacaktır.
Bu gruba ait kişilerin Türkiye dâhilinde terör amacıyla
kullanılacağına emindir75.
İkinci grup ise, Türk yazarlara göre Ermeni diasporasından
destek görüp, deşifre olma taraftarıdır. Bu grupla ilgili Türk
basınında
şekillenen
görüş,
bu
grubun,
Ermenilerin
asimilasyonunu durdurmak için, Ermeni kökenli Türk
vatandaşlarını köklerine geri döndürmek olduğunu düşündüğü
yönündedir. Bu niyetle de kültürel, antropolojik araştırmalar adı
altında etnik kökenle ilgilenen çok sayıda sivil toplum
kuruluşlarının dolaşımda olduğu, Amerikan ve Avrupalı
araştırmacı, gazeteci, turist veya farklı isimler altında Ermeni
vatandaşların yerleşim yerlerine seyahatler gerçekleştirip, bu
75
http://www.milligazete.com 28.12.2005
61
kişileri Ermeni kimliğine geri döndürmeye çalışılmaktadır. Ermeni
kültürünü canlandırmak açısından, devlet sistemine yerleşmiş olan
kripto Ermeniler ciddi bir şekilde destek vermektedir.
AB üyeliği sürecinin başlamasıyla birlikte, bu iki grup
arasında ciddi bir mücadelenin başlamış olması dikkate şayandır.
İfşa olma arzusunda olan kripto Ermenilerin tersine, diğer grup,
yıllar boyu büyük çabalarla elde etmiş olduğu deneyim ve
mevzilerini tehlikeye atmak istememektedir.
İfşa olma taraftarları, diğer grubun gerçekleştirmiş olduğu
faaliyetlerle karşılaştırıldığında, ülkeye daha az zarar
verebileceğinden dolayı, devlet sisteminde mevzilenmiş olanlara
karşın daha zararsız ve temkinli olarak kabul edilmektedir.
Ergenekon teşkilatının dava süreci, bu propaganda
hazırlıklarının tamamen planlı bir siyaset ürünü olduğunu
kanıtlamıştır.
Dava süreci, kripto Ermenilerle ilgili “ortaya çıkardığı” ve
basına takdim ettiği “kanıtlar” Türk milliyetçiler için dahi bir
sürpriz niteliğinde olup, Ergenekon’un, general Veli Küçük
haricindeki çok sayıda yöneticisinden başlayarak, birçok generalin
onun sözüne göre hareket ettiği Levent Göktaş, Milliyetçi Hareket
Partisi (Bozkurtlar) başkanı Devlet Bahçeli, aynı partinin
meclisteki milletvekillerinden Mehmet Şandır, Mehmet Eymür,
Demokratik Toplum Partisi genel başkanı Ahmet Türk, yaklaşık
20-22 üniversite rektörü, dekanlar vd. de Ermeni olduğu
“anlaşılır”76.
76
www.hyetert.com/haber3.asp?Id=31202&DilId=1
FHA- Fırat Haber Ajansı www.firatnews.com 15.03.2009
http://www.odatv.com/n.php?n=hrant-dinkle-veli-kucuk-akraba-mi-0405121200
http://www.milligazete.com.tr/index.php?action=show&type=writersnews&id=
62
Ergenekon davası sanıklarından Özel Harp Dairesi
başkanının eski yardımcısı İbrahim Şahin’in yazılarında, Orta ve
Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki nüfusun sözde Ermenilerden
teşekkül ettiğinin yer aldığı ortaya çıkartılmıştır. Şahin’e göre,
PKK Kürt asıllı kişilerden oluşan bir örgüt değil, Ermeni
örgütüdür77. Küçük’ün de aynı görüşte olması ilginçtir. Ona göre,
PKK, Kürt örgütü değil ve Ortadoğu Sorunu da bir Kürt sorunu
değil, bir Ermeni sorunudur78.
Doğu Perinçek ve tanınmış Pantürkist Veli Küçük ile
diğerlerinin “Ermeni kökenli olmasının” ifşa edilmesi, Ermeni
komplosuyla suçlanmaları veya PKK ve Ergenekon ile Türk
yöneticiler arasında bağ görmek, Ermeniler arasında bölünme
yaratmanın haricinde birkaç amaca daha hizmet etmektedir,
bunlardan en önemlileri aşağıda sunulmaktadır.
a. Öncelikle Kürt hareketi ile Türk “derin devleti”
arasındaki gizli işbirliği konusundaki tahmini gerçekler
ortaya atılmaktadır.
b. İkincisi, bu yoldan milliyetçi güçler ile Ergenekon’u
himaye eden ordu komutanlığının prestiji zan altına
alınmaktadır.
c. Üçüncüsü, Kürtler arasında PKK’ya yönelik güvensizlik
aşılanmaktadır.
17302, http://www.alternatifforum.org/archives.php/t%C3%9Crkle%C5%9Eenve-k%C3%9Crtle%C5%9Een-ermen%C4%B0ler/6084
Zaman gazetesi, 20.07. 2009:
http://www.aktifhaber.com/author_article_detail.php?id=4596
Ruben Melkonyan
http://www.noravank.am/upload/pdf/1_globus_National.pdf
77
www.hyetert.com/haber3.asp?Id=31202&DilId=1
78
A.g.e.
63
d. Dördüncüsü, Türkiye’de yaşayan Ermeniler (ve diğer
azınlıklar), Kürt hareketini, dış ve iç güçlerin desteğiyle
“Doğu Anadolu’da” (Batı Ermenistan) bir Ermeni devleti
kurmak amacıyla ülkede belirsizlik ortamı yaratan
güvenilmez veya düşman unsurlar olarak ilan
edilmektedir.
2. Yaşam bölgeleri
Mühtedi Ermeniler gibi, Türkiye’de yaşayan diğer etnik-dini
grupların sayısı ve yerleşim bölgeleri hakkında tam bir tablo
oluşturmak, anlaşılır sebeplerden dolayı hayli zordur. Bu karmaşık
konuyu yıllarca incelemiş olan K. Khanlaryan, “Türkiye’nin etnikdini tablosu karmaşık bir mozaiği anımsatmaktadır. Resmi iddialar
ve takdim edilen istatistikî bilgilere karşın, günümüz Türkiye’sinde
yaşayan 50’nin üzerinde etnik-dini grup79, aşağıdaki tablolarda
derlenmiştir”80.
Tablo 3
Alt grubu
Etnik grup
Dini
Mezhebi
1
Abdal
İslam
Sünni
2
Azerbaycanlı
İslam
Şii
3
Ara
İslam
Sünni
4
Arap
İslam
Şii
Alevi
5
Arap
Hıristiyan
Ortodoks
Melçit
6
Süryani
Hıristiyan
Ortodoks
Keldani
79
Oehing O., HumanRights in Turkey, Secularism, Religious Freedom,2002,
missio order no 600 15, p. 2.
80
Karen Hranti Khnlaryan, belirtilen çalışma, s.23-24.
64
7
Süryani
Hıristiyan
Ortodoks
Celo
8
Süryani
Hıristiyan
Ortodoks
Siriak
9
Boşnak
İslam
Sünni
Hanefi
10
Çingene
İslam
-
-
11
Dağıstanlı
İslam
Sünni
Hanefi
12
Dağıstanlı
İslam
Sünni
Şafii
13
Zaza
İslam
Sünni
Şafii
14
Zaza
İslam
Şii
Alevi
15
Tahtacı
İslam
Sünni
-
16
TatarÖzbe
İslam
Sünni
Hanefi
17
Tatar-Kırım
İslam
Sünni
Hanefi
18
Tatar-Noğay
İslam
Sünni
Hanefi
20
Türk
İslam
Sünni
-
21
Türk
İslam
Sünni
-
22
Türk
İslam
Sünni
Yürük
23
Türkmen
İslam
Sünni
-
24
Türkmen
İslam
Şii
Alevi
25
Laz
İslam
Sünni
Hanefi
26
Karapapak
İslam
Sünni
-
27
Karaçay
İslam
Sünni
Hanefi
28
Kırgız
İslam
Sünni
Hanefi
29
Ermeni
Hıristiyan
Ortodoks
-
30
Ermeni
Hıristiyan
Katolik
-
31
Ermeni
Hıristiyan
Protestan
-
32
Hemşinli
İslam
Sünni
-
33
Yahudi
Musevi
-
-
34
Kazak
İslam
Sünni
Hanefi
35
Rum
Hıristiyan
Ortodoks
-
36
Rum
Hıristiyan
Katolik
-
37
Rum
Hıristiyan
Protestan
-
38
Rum Pontoslu
İslam
Sünni
-
65
39
Özbek
İslam
Sünni
Hanefi
40
Çerkez
İslam
Sünni
Hanefi
41
Sırp
Hıristiyan
Ortodoks
-
42
Sudanlı
İslam
Şii
Alevi
43
Gürcü
İslam
Sünni
Hanefi
44
Gürcü
Hıristiyan
Ortodoks
-
45
Ügurs
İslam
Sünni
Hanefi
46
Kürt
İslam
Sünni
Hanefi
47
Kürt
İslam
Sünni
Şafii
48
Kürt
İslam
Şii
Alevi
49
Kürt
Yezidi
-
-
50
Oset
İslam
Sünni
-
Görüldüğü gibi, etnik-dini açıdan Türkiye, hem ülke içinde,
hem de büyük oranda uluslar arası topluma göstermek istediği
şekilde, tek unsurlu olmaktan çok uzaktır. Bu listede, hayli büyük
bir sayı teşkil eden Rum, Yahudi, Süryani ve diğer mühtedi
grupları yer almamıştır. Bazı verilere göre sadece Pontos’taki
İslamlaşmış Rumların sayısı 300 bini geçmektedir (mühtedi
Ermenilerin sayısıyla ilgili, sıradaki başlıkta konuşacağız).
Prestijli uluslar arası kuruluşlar tarafından son yıllarda
gerçekleştirilen kamuoyu yoklamaları verilerine göre Türkiye
nüfusunun %55’i kendisini Türk olarak kabul etmemektedir.
Milyonlara varan bu kitle, haliyle dil açısından da tek unsurlu
değildir. Türkiye’de yaşayan halklar 36 dil konuşmaktadır81.
Bu etnik-dini ve dil hengâmesinde mühtedi Ermeniler Kürt,
Türk, Arap Zaza, Süryani, Laz vb. değişik kimliklerle kendilerini
ifade etmekte, Batı Ermenistan, Küçük Hayk, Pontos ve Kilikya
81
www.ethnologue.com
66
başta olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti’nin farklı bölgelerinde
ikamet etmektedir.
Türk tarihçi Salih Cöhce, yarı resmi “Aksiyon” dergisinde
yayınlanan makalesinde, Türkiye’nin bazı şehirlerinde yaşayan
kripto Ermenilerin sayısı, demografik dağılımı ve “resmi”
statüleriyle ilgili82 bazı bilgiler sunmaktadır. Dergide, Ermenilerle
ilgili olarak İslamlaşmış terimine karşılık, “kripto” terimini tercih
etmiş olduğu ilginçtir.
Şehir
Diyarbakır
Malatya
Kayseri
Elazığ (Harput)
Van
Tunceli (Dersim)
Şanlıurfa
Siirt
Hatay (Aleksandret)
Bitlis
Erzurum
Erzincan
Sivas
Mardin
Kahramanmaraş
Adıyaman
Adana
Kripto
Ermenilerinin sayısı
1000 aile
3655 aile
5000 aile
1000 aile
4000 aile
2000 aile
3500 aile
1200 aile
1100 aile
200 aile
3000 aile
1300 aile
2000 aile
1500 aile
3000 aile
1600 aile
2000 aile
82
Tablo 4
“resmi”
statüleri
Kürt, Süryani, Alevi
Kürt-Alevi
Türk
Türk, Alevi
Kürt
Kürt-Alevi
Kürt, Arap
Arap, Kürt
Arap
Kürt
Kürt, Alevi, Türk
Alevi, Kürt
Kürt, Alevi
Arap
Kürt, Alevi
Kürt
Kürt, Arap, Alevi
Söylemez H., Türkiye'de Araplaşan binlerce Ermeni de var,
http://www.aksiyon.com.tr/detaylar.do?load=detay&link=17376
67
Listede, esas itibarıyla Batı Ermenistan ve kısmen de
Kilikya’nın büyük şehirlerinden 17’si ele alınmaktadır ve haliyle,
kripto Ermenilerin tüm sayısı yansıtılmamaktadır83. İslamlaşmış
Ermenilerin haricinde, bazı verilere göre 3.000 kripto Ermeni’nin
yaşadığı Muş84, Doğu Karadeniz’in kıyı bölgelerindeki 9.200 aile,
Kilikya’nın Mersin ve Tarsus şehirlerindeki 1.200 aile vs. dahi
listede belirtilmemiştir. Lakin bu son derece minimize edilen
sayılar dahi ortalama bir istatistik açısından ilginçtir.
Konunun diğer ve belki de daha önemli yanı ise psikolojik
faktördür. Mühtedi Ermeniler genelde örtük bir şekilde yaşar ve
kripto olmanın asıl unsuru budur. Bu açıdan, bazı tabuların
kırıldığı düşünülen günümüzde dahi onlarla ilgili veriler kolay ele
geçirilememektedir. Türkiye Ermenileri patrik genel vekili baş
episkopos Aram Ateşyan, oluşan durumu şu şekilde ifade
etmektedir, “Türkiye hakkında konuşurken Doğu ve Batı
kısımlarını birbirinden ayrı tutmamız gerekir. Batı kısmının halkı
diğerine nazaran daha gelişmiştir. İstanbul, Ankara, İzmir ve
Antalya gibi şehirleri bir tarafa koyun ve Sason, Kars gibi şehirleri
ele alın, halk burada kimliğini gizlemektedir, çünkü örneğin benzer
bir Ermeni öğretmenin Ermeni olduğu ortaya çıkarsa işinden
uzaklaştırılır. Herhangi bir devlet dairesinde çalışıyorsa, Ermeni
kökleri olduğunu duyduklarında görevinden alırlar. Benzer
durumlar çok olmuştur. Yani İstanbul ile diğer Batı şehirlerinin
hayatı, Doğu şehirlerinin hayatından farklıdır”85.
83
Derginin verilerine göre bu sayılar sürekli değişmektedir.
Bk. Örneğin Vardanyan A., Yerkirn im açkerov, Tahran, 2008, s.32.
85
«Akunq” web sayfasının, Türkiye Ermeni patriği genel vekili Aram baş
episkopos Ateşyan’la yapmış olduğu söyleşi, http://asbarez.com/arm/93261/
84
68
Listenin özelliklerinden biri de, sadece şehirlerin belirtilmiş
olduğudur, hâlbuki mühtedi Ermenilerin (özellikle Kürtleşenler)
esas kitlesi taşrada yaşamaktadır.
K. Khanlaryan, patrik baş episkopos Kalustyan’ın deyimiyle
“Kürtlere has aşiret şeklinde” yaşayan “gizli” veya kripto
Ermenilerin
coğrafi
konumlarını
belirlemek
amacıyla
gerçekleştirmiş
olduğu
araştırmasında,
T.G.Mıkırtiçyan,
A.Alboyacıyan ve V.Hokhikyan’ın kaynaklarında anılan Ermeni
kökenli aşiretlerin isimlerini belirtmekte ve bunları Mehırdat İzadi
(1997)86 ile Pier Oberling (2004)87 tarafından düzenlenen ve
günümüzde Türkiye sınırları dahilinde yaşayan “Kürt aşiretlerinin”
isim listeleri ile karşılaştırmıştır. Günümüz şartlarında, kripto
Ermenilerden oluşan en az on aşiretin, genelde Van Gölü
havzasında, Güneybatı Ermenistan’da ve Kilikya’da yaşamakta
olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu aşiretlerin isimleri şöyledir (paralel
olarak Türkçe veya Kürtçe şekilleri de belirtilmiştir. MuhallemiMilli, Kesan-Hasananlı, Mamikonyan-Mamakanlı, PençarPanicari, Yekeğyats-Ekerli, Rıştunik-Raşkutanlı, MakvinkMoukan, Haverki-Haverka, Modka-Modeki, Alank-Alan,
Khalda-Khalkan, Tayan-Tapian, Balak- Balikar.
S. Cöhce tarafından hazırlanan listedeki 17 şehirde yaşayan
Ermeni aile (37.000) üyelerinin sayısı, ortalama bir hesapla 200
bin kişi oluşturabilir. Mühtedi Ermenilerin Batı Ermenistan,
Pontos, tarihi Kilikya, Küçük Hayk ve çevresindeki şehir ve
köylerde yaşadığını hesaba kattığımızda yerleşim yerleri,
dağılımları ve sayılarıyla ilgili tablo temelden değişikliğe uğrar.
Ermenilerin temel kitlesinin, sürekli olarak tarihi vatanlarında,
86
87
http://www.dersim.biz/html/dersim_neresidir_.html.
http://www.iranica.com/articles/ot_grp5/ot_kurdish_tribes_20040616.html.
69
Büyük ve Küçük Hayk, Kilikya ve Pontos bölgesinde yaşamış
olduğundan ve ihtidanın esas amacının tehcirden kaçınmak
olduğundan dolayı, bu durumda, onların ihtida etmiş nesillerinin
de bu bölgelerde yaşıyor olması gerekmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti alanında yaşayan Ermenileri, yerleşim
yerlerine göre, aşağıda belirtilen gruplara ayırmak mümkündür.
a) Batı Ermenistan: Bitlis, Mutki, Sason, Acar, Muş, Varto,
Erzurum, Erzincan, Şebinkarahisar, Kars, Eğin
(Kemaliye), Bingöl yerleşimlerinde “gizli” Ermeniler
yaşamaktadır.
b) Güneybatı Ermenistan: Diyarbakır, Hakkâri, Urfa,
Saylakkaya (Cibin), Malatya, Gerger, Derik, Harput,
Adıyaman ve Arapkir yerleşimlerinde genelde “gizli” ve
“resmi” Ermeniler yaşamaktadır.
c) Tarihi Kilikya: İskenderun, Hatay, Adana, Kırıkhan,
Mersin ve Vakıf yerleşimlerinde “resmi” cemaatler
bulunmaktadır.
d) Küçük Hayk ve çevre bölgelerde: Ankara, Kayseri,
Amasya, Gümüşhacıköy, Kastamonu, Yozgat, Boğazlıyan,
Sivas, Tokat, Antalya ve diğer yerleşimlerinde hem
İslamlaşmış Hemşinli Ermeniler, hem de “gizli” ve
“resmi” Ermeniler yaşamaktadır88.
e) Pontos’ta: Trabzon, Artvin, Rize, Hopa, Borçka ve diğer
yerleşimlerde İslamlaşmış Hemşinliler yaşamaktadır89”.
88
Karen Hranti Khanlaryan, belirtilen çalışma, s.257-258.
Pontos bölgesi, K. Khanlaryan tarafından “a) Batı Ermenistan” bölümü
altında takdim edilmiş olmasına rağmen, tarihi-coğrafi, idari-bölgesel ve orada
yaşayan Ermeni (İslamlaşmış Hemşin Ermenileri) gruplarının özellikleri
açısından Pontos’u ayrı bir bölge olarak ele almayı uygun bulduk.
89
70
3. İslamlaşmış Ermenilerin sayısı
Görüldüğü gibi, mühtedi Ermeniler (ve genel olarak diğer
gayrimüslim azınlıklar), Türk yöneticilere ciddi bir rahatsızlık
vermektedir. Bu durum, bu insanların sayısının o kadar da az
olmadığını göstermektedir. Uzunca bir süre (günümüzde de) ele
alınmakta olmasaydı, bu konuya değinmemek de mümkündü.
Diğer halkların sorunlarını, bu çalışmanın amaçları dışında
olduğundan dolayı geçerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş
öncesi, daha sonraki İslamlaştırma süreçleri ve sayıları hakkında
az çok bir fikir edinebilmek açısından önem arz ettiğinden dolayı,
soykırımdan kurtulan Ermenilerin sayısına değinelim. Farklı
kaynaklarda farklı rakamlar90 belirtilmesine rağmen, Ermeni
Soykırımı Müze-Enstitüsü’nün verileri daha kabul edilebilir olarak
görülmektedir. Buna göre, 1922 yılında, kurtulanların sayısı
387.800 kişiyi bulmaktaydı91 (tablo 4).
Tablo 5
90
91
Bölge
Nüfus 1914
Katledilmiş veya
tehcir edilmiş
Nüfus 1922
Erzurum
215,000
213,500
1,500
Van
197,000
196,000
500
Diyarbakır
124,000
121,000
3,000
Harput
204,000
169,000
35,000
Bitlis
220,000
164,000
56,000
Sivas
225,000
208,200
16,800
Trabzon
73,390
58,390
5,000
Konuyla ilgili ayrıntılı olarak bk. K. Khanlaryan, belirtilen çalışma.
http://www.armenocide.am/genocide_museum.htm.
71
Batı Türkiye
371,800
344,800
27,000
Kilikya ve
Kuzey Suriye
309,000
239,000
70,000
Trakya
194,000
31,000
163,000
Toplam
2,133,190
1,745,390
387,800
Bu sayılara dayanmakla birlikte, 1914 yılına kadar Osmanlı
İmparatorluğu’nda yaşayan Ermenilerin sayısının, bu verilerle
belirgin bir şekilde asgariye indirgenmiş olduğundan dolayı, bu
rakamların gerçek tabloyu tam olarak yansıttığı fikrinde değiliz.
Belirtilen bölgelerdeki Ermenilerin sorunlarıyla uğraşan
araştırmacılar, farklı sayılar belirtmekte olmakla birlikte, 2-2,5
milyonu daha gerekçelendirilmiş olarak kabul etmek gerekir.
K. Khanlaryan, zamanın hemen tüm kaynaklarını belirterek
hayli büyük bir çalışma gerçekleştirmiştir. Örneğin, Tebriz’de
yayınlanan “Ayg” gazetesi, 16 Aralık 1918 sayısında “Son ve kesin
verilere göre, Batı Ermenistan’da bir milyon Ermeni
yaşamaktadır”92 demektedir. Lakin 1918-1920 yıllarında süregelen
takibatlar, katliamlar ve tehcirler sonucunda bu sayı büyük oranda
azalmıştır. Sevr Antlaşması öncesinde, 1920 yılında patriğin,
İngilizlere takdim etmiş olduğu istatistikî bilgilere nazaran
soykırımdan kurtulanların sayısı 625 bin olarak belirtilmektedir93.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz gibi, bunların yaklaşık 300 bini,
1920-1922 yıllarında Mustafa Kemal liderliğindeki sözde Kurtuluş
Savaşı’nda hayatlarını kaybetmişlerdir.
Türkiye nüfusunun gelişim temposu hesaba katıldığında
(1915 sonrasında Türkiye nüfusu yaklaşık 8 misli artmıştır),
92
93
“Ayg”, Tebriz, 16 Aralık 1918.
“Nor Marmara”, 12 Şubat 2005.
72
İslamlaşmış Ermenilerin sayısının günümüzde 2,5-3 milyon
sınırında olduğunu tahmin etmek mümkündür. Hemşin
Ermenilerinin sorunlarını en iyi araştıranlardan biri, Rize doğumlu
Hemşin Ermeni’si Aliye Alt’ın (vaftizden sonra Alis Kostanyan)
verilerine göre, İslamlaşmış Hemşin Ermenilerinin sayısı bir
milyonun üzerinde olup94, bunların 350 bini dışarıya göçmüştür95.
Ermenilerin diğer grupları için de aynı oranı, yani dışarıya göç
edenlerin oranını %30 olarak kabul etmekteyiz. Bu rakam,
Türkiye’den göç edenlerin resmi sayısından (%6) 5 kere fazla
olmakla birlikte, Ermenilerin (İslamlaşmış olsa dahi) göç etmek
için daha fazla sebepleri olduğu göz önüne alındığında kabul
edilebilirdir.
Böylece, göç edenleri çıkardığımızda, hemen yarısının kripto
veya gizli Ermeni olduğu 2-2,5 milyona yakın bir rakama ulaşmış
oluruz. Türk resmi verileri de buna yakın olup, 25 Eylül 2014
tarihli “Hürriyet” gazetesinde TTK eski başkanı Yusuf Halaçoğlu,
kripto Ermeniler konusuna tekrar değinerek, “BM kayıtlarına
bakarak bugün Türkiye’de 500 bin civarında Kripto yaşadığını
söyleyebiliriz”96, demektedir. Burada söz konusu edilen kripto
Ermeniler olup, tüm İslamlaşmış Ermenilerle ilgili değildir.
Araştırmalarda daha çok bir buçuk milyon rakamı
geçmektedir. Mehmet Şevket Eygi, konuyla ilgili olarak Milli
Gazete’de şöyle yazmaktadır: “Kürt meselesini Ermenilik adına
kurcalamakta mıdırlar? Türkiye`de bir buçuk milyon Kripto
94
“Ditak”, Beyrut, 2002, Mart-Nisan, s.26.
“Ditak”, Beyrut, 2002, Mart-Nisan, s.58.
96
Savaş Özbey, Cevizin kalınlığı boynunu geçerse o boyun gider, Hürriyet, 259-2014, http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/24811724.asp
95
73
Ermeni yaşadığı iddia ediliyor, bu rakam doğru mudur?”97
“Hürriyet” gazetesinin aynı nüshasında, K. Khanlaryan ve bu
satırların yazarının da verileri alıntılanarak, “Çeşitli kaynaklardan
taradığımızda Müslümanlaşmış Ermenilerin 1 milyon 300 bin,
Kripto Ermenilerin de 700 binin üzerinde oldukları sonucuna
varabiliriz”98, denmektedir.
Bir başka yerde ise Y. Gezgin konuyla ilgili olarak şöyle
yazmaktadır, “Bugün Anadolu’da epeyce de tehcir etmeyen
Ermeni vardır. Bunların 50.000 kadarı Lozan çerçevesinde haklar
tanınan Ermeni cemaatidir. Kimliklerinde dinleri ve isimleri açıkça
yazmaktadır. Ancak bunların dışında, 500.000 ila 1.5 milyon
arasında, saklı Ermeni nüfusun olduğu düşünülmektedir. Bu
kesimin bazıları gerçekten Müslüman olmuş ve Türk ve Kürt
toplumu içinde erimişlerdir. Ama önemli miktarda Ermeni, kripto
vaziyette Ermeni kimliğini ve dinini korumaktadır.”99.
İslamlaşmış Ermenilerin sayısıyla ilgili görüşlerden biri,
konuya en iyi şekilde vakıf olan kişilerden biri olan Hrant Dink’in
sözleridir, “Türkiye günün birinde AB’ye üye olursa, Türkiye’deki
Ermenilerin sayısı, var olan İslam Ermenilerin sayısıyla iki milyon
artacağını söylersem yanılmış olmam”100.
Bu konu etrafında kendisiyle 2006 yılında birkaç kere
görüşme fırsatı bulan bir kişi olarak, bu sayıyı minimum olarak
kabul ettiğini tasdik edebilirim.
97
Milli Gazete 2009-10-12,
http://www.milligazete.com.tr/makale/kurtacilimi-mi-ermeni-meselesi-mi-140545.htm
98
A.g.e.
99
Yusuf Gezgin, www.sagduyu.de
100
İstanbul’da yayınlanan “Agos” haftalık gazetesinin redaktörü Hrant Dink’le
yapılan görüşme, “Orakarg”, Glendale, 10-1-2007.
74
Hrant Dink’in vefatından sonra “Agos” gazetesi genel yayın
yönetmenliğine getirilen Etyen Mahçupyan, “Türkiye'de 60 bin
Hristiyan Ermeni'nin yanısıra bir milyona yakın müslüman olmuş
Ermeni kökenli Türk bulunduğunu iddia etti. Ermeni Patriği ve
ulusalcı Türk devleti yetkilileri tarafından bu gerçeğin strateji
gereği kabul edilmediğini savunan Mahçupyan, 'Türkler
Anadolu'ya geldiğinde 100 bin kişiydi, Anadolu 5 milyon nüfusa
sahipti. Bir kaç yüzyılda sadece Ermenileri değil Yunanlıların da
yüzde 50'sini Müslümanlaştırdılar. Bu süreç 1915'de başlamadı.
Bir kısmı bugün koyu Müslüman, bir kısmı ibadette gevşek
Müslüman. 150 sene önce Müslüman ama Ermenice konuşan pek
çok Osmanlı vatandaşı vardı. Ermeni akrabalarını bulmak bugün
Türkiye'de moda oldu. Böylelikle neden ırkçı olmadıklarını
anlayıp
rahatlıyorlar'
diye
konuştu.
Dünya Ermeni Birliği organizesinde Toronto ve Montreal'i
kapsayan, 'Hrant Dink cinayeti ve Türkiye'nin AB üyeliği süreci'
konulu paneller gezisine çıkan Mahçupyan, Holly Trinity Ermeni
Kilisesi'nde 14 Kasım akşamı bir konuşma yaptı ve soruları
cevapladı”101.
Ermenistan Cumhuriyeti Ulusal Bilimler Akademisi
Şarkiyat Enstitüsü Müdürü Ruben Safrastyan da “Türkiye’de bir
milyon kripto ermeni var” demiştir102.
İslamlaşmış Ermenilerin sayısı hakkında konuşurken sadece
bilimsel prensiplerle ilerlemek ve bu konuyu kesinlikle bir çıkar
aletine dönüştürmemek gerekir. Bu konu, halkımızın bir kesiminin
tarihi olduğundan dolayı, kurbanların, kurtulabilenlerin, farklı
101
102
Canadaturk.ca 13.12.2007
http://www.haber5.com/archive_details?id=310341
75
ülkelere sığınmışların, diaspora cemaatlerindeki Ermenilerin sayısı
vs. gibi Ermeni Soykırımı’nın bir sonucu olan diğer konular kadar
bizi ilgilendirmektedir.
4. Ermenilerin kodları
“Türkiye devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes
Türk’tür” (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Madde 66).
Ferdi kendi benliğine sahip olma hakkından alıkoyduğundan
dolayı bu anayasa maddesi kendiliğinden insan haklarıyla
çelişmektedir. Lakin bu gayri tabii ve gayri insani kanun, bir yıl
önce ortaya çıkan olgu karşısında sönük kalmaktadır.
2007 Ağustosunda, Yusuf Halaçoğlu halen TTK
başkanıyken, elinde İslamlaşmış Ermenilerin listesi olduğunu
açıkladı, “Benim elimde Ermeni ismi, onun Türk ismi ve hangi
mahallede oturduğuna dair liste var. Ama bunu hiçbir zaman
açıklamayacağım, bu bir tehdit olarak da algılanmasın”103.
Türk basını, çok sayıda aydın, siyasetçi, devlet adamı bu
açıklamaya hayli güçlü bir tepki göstermekle birlikte, hayrete
şayan bir şekilde, birçokları tarafından asparagas olarak kabul
edildi. Lakin başka bir olay 2013 yılında İstanbul’da bomba gibi
patladı.
Adının karşısında, Ermeni olduğuna dair ilgili dairenin
(içişleri bakanlığı) bir ibaresinin bulunmadığından dolayı bir
Ermeni aile çocuğunu Ermeni okuluna yazdıramıyordu.
Yargı aşamasında, azınlık okullarına sadece o milletin
103
Hürriyet, 22-8-2007; Radikal, 20/21-8-2007; Vatan, 19-8-2007; Evrensel, 208-2007; Milliyet, 21-8-2007; Gündem, 23-8-2007.
76
temsilcilerinin kaydedilebileceği, fakat davacı tarafın sadece kilise
tarafından verilen ve Hıristiyan olduğunu kanıtlayan bir belge
ortaya koyduğu, bunun ise yeterli olmadığı, azınlıkların (Hıristiyan
veya İslamlaşmış) milli aidiyetinin sadece konuyla ilgili gizli
verilere ve resmen azınlık olarak kabul edilen (Lozan Antlaşması
ile) tüm azınlıkların kodlarına sahip olan içişleri bakanlığı
tarafından tasdik edileceği ortaya çıkar. Rumların kodu 1,
Ermenilerin 2, Yahudilerin ise 3 olup, nüfus cüzdanlarında gizli
ibareyle belirtilmekteydi104.
Aniden herkes, Halaçoğlu’nun, bir kodun varlığından
bahsetmeden bu konuya 2007 yılında değindiğini hatırladı.
Basında birçokları, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren
Türkiye Ermenilerinin gizli bir koda sahip olduklarını yazdı, fakat
Taner Akçam, konunun daha derin köklere sahip olup, Türkiye
Cumhuriyeti’nin bu konuda da doğrudan İttihatçıların oluşturduğu
sistemi sürdürüp, mükemmelleştirdiğini kanıtladı.
1915 yılında Ermenilerin İslamlaşması, yöneticileri
beklenmedik bir şekilde hasıl olan sorunlarla karşı karşıya bırakır.
Haliyle bu insanlar yer değiştirecek, seyahat edecekti, fakat
yöneticiler onlara güvenmediğinden dolayı, bu kişileri kayıt ve
kontrol altına alma sorunu ortaya çıkar. Bu insanlarla ilgili
“Yasaklamalar listesinin başında, serbest dolaşım hakkı
gelmektedir”105.
Sadece içişleri bakanlığı seyahat tezkeresi vermekteydi,
fakat mühtedi veya Türk ismi almış bir Ermeni’yi ayırt etmek
104
http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=soy-kodu-rezaletine-mahkeme-durdedi&haberid=7361
105
Taner Akçam, Devlet Müslüman Ermeni’nin Peşinde,
http://www.taraf.com.tr/haber/devlet-musluman-ermeninin-pesinde.htm
77
hemen-hemen mümkün olmadığından, benzer bir tezkeresi
olmadan seyahat eden veya yer değiştirenleri engellemek fiili
olarak imkânsızdı. Mühtedi Ermenilerin nüfus kâğıtlarına, bu
kişilerin Ermeni olduğuna dair bir işaret koyma gerekliliği doğar.
Taner Akçam, makalesinde, yöneticilerin bu sorunu
düzenlemeye çalıştığı genelge-telgrafa yer verir. İlk gizli telgraf 1
Şubat 1916 tarihinde bölgelere yollanır. Bu telgrafta, “Bu kontrolü
sağlamak amacıyla önce tüm bölgelere ilk yazı 1 Şubat 1916
tarihinde yollanır. Ve bölgelerden, “İhtidâ eden [din değiştiren]
Ermenilerin sicil-i nüfûsa ne sûretle kayd olunduklarının ve
yedlerine tebdîlen verilen nüfûs tezâkirinde ihtidâ etmiş
olduklarının ve âile isimlerinin tasrîh edilüb edilmediğinin [açık
belirtilip belirtilmediğinin] iş’ârı [bildirilmesi]” istenir”106.
Tam 20 gün sonra, 21 Şubatta, bu kişilerin kütüklere bu
şekilde kaydedilmeleri talimatı verilir, “21 Şubat 1916 tarihinde
bölgelere “mahrem” kaydıyla yollanan bir başka telgrafta “İhtida
eden Ermeniler kendilerine verilen yeni nüfus tezkereleriyle
serbestçe dolaştıkları (nın) anlaşıldığı” söylenir. Ve bunun önüne
geçilmesi için ilgili şahısların nüfus kâğıtlarına “ihtida etmiştir”,
kaydı düşülmeksizin bulundukları yerin ismi yazılarak mahalli
zabıta memurlarınca “mühürlenmesi” istenir”107.
Böylece bu kişilerin kaydı ve Ermeni olduklarına dair gizli
kodlanması gerçekleştirilip, tüm ülke sathında kontrolleri sağlanır.
Yöneticilerin, talimatları doğru yerine getirmeleri gerektiği,
bölgelere sürekli hatırlatacak kadar da konuya ehemmiyet
vermekteydi. Işte 22 Mayıs 1917 tarihli bir telgraf, “...ihtidâ eden
[din değiştiren] Ermenilerin tezâkir-i Osmaniyeleri [nüfus
106
107
A.g.e.
A.g.e.
78
teskereleri] zahrına [arkasına] ikamet ettikleri kasaba ve
mahallenin isimleri yazılarak zâbıta idârelerince tahtîmi
[mühürlenmesi] 8 Şubat 1331 (1915) târihinde şifre telgrafname
ile yazılmıştı. B’adema [bundan sonra] ihtidâları kabûl olunanların
tezâkire-i Osmaniyelerine yine bu suretle şerh yazılarak nüfûs
idârelerince mühürlenmesi ve polis jandarma dâi’relerince de bu
işâretin, ihtidâ eden Ermenilere mahsûs olduğu bilinerek esna-yı
seyr-ü seferde [seyahatleri sırasında] haklarında ana göre
mu’âmele îfâsı [işlem yapılması]” tebliğ olunur”108.
T. Akçam, bu sistemin oluşturulması konusundaki tüm süreci
ayrıntılı bir şekilde sunarak ve şahsen Talat tarafından gönderilen
telgraflarla gerekçelendirerek şu sonuca varmaktadır, “1916 yılı
itibarıyla din değiştiren Ermenilerin, sadece nüfus kayıtları değil,
nüfus cüzdanları öyle düzenlenecektir ki, bu kişilerin Ermeni
oldukları anlaşılacaktır. İşte Türkiye’de bugün devam eden
uygulama budur. İttihatçı zihniyet tüm bir Cumhuriyet boyunca
iktidarda kalmıştır. Bugün değişen çok şey yoktur. Konunun özeti
şudur ki bu devlet, vatandaşına güvenmemek üzerine
kurulmuştur”109.
Evet, görüldüğü gibi fazla bir şey değişmemiş, sadece
İttihatçı sistem daha mükemmelleştirilip, inceltilmiştir. 1920’li
yıllarda, devletin sağlamlaşması için öncelikli olan sorunların şu
veya bu şekilde çözüme ulaştığında, azınlıkların kaydedilmesi
konusundaki gizli projenin gerçekleştirilmesine başlanır.
Türkiye’deki gayrimüslimlerle ilgili araştırmalarıyla tanınan
Nevzat Onaran, bir yazısında şöyle belirtmektedir, “‘Dil, ekin ve
kan birliği’ ve ‘temdinle temsil’ (asimilasyonla medenileştirme)
108
109
A.g.e.
A.g.e.
79
için 14 Haziran 1934 tarih ve 2510 sayılı İskân Kanunu gereği,
Türkiye haritası üç temelde resmen bölündü: Türkçe konuşan ve
konuşmayan; Türk kültüründen olan ve olmayan; Türk olan ve
olmayan”110.
Haritanın bu şekilde bölünmesi, kesin olarak belirtilen
gruplarla ilgili verilerin netleştirilmesini de beraberinde
getirmekteydi, bu ise nüfus sayımıyla mümkün olabilirdi. 1935
Ekiminde, cumhuriyet tarihinin ikinci nüfus sayımının
gerçekleştirilmesi planlanmaktaydı (ilki 1927’de yapılmıştı). Lakin
açık nüfus sayımı öncesinde devlet tarafından bir başka sayım
gerçekleştirilmekteydi. Ermeni ve Rumların mal varlığına el
konulması ve tehcirine paralel olan bu sayımın amacı, İslamlaşmış
azınlıkların sayısını tespit etmekti (resmi olarak tanınan
cemaatlerin sayısını belirleme konusunda zorluk yoktu), “Emniyet
Umum Müdürlüğü, daha evvel vilayetlere gönderdiği 8 Temmuz
1929 tarih ve 1910 no’lu tamimiyle de, “Vilayet dâhilinde Türk
ırkından gayrı ve Türk konuşmasından başka lisanla konuşan
ekalliyetlerden kadın ve erkek dahil olmak üzere ne kadar nüfus
vardır?” araştırmasının yapılmasını istemiştir”111.
Nüfus sayımının devlet için son derece önem arz etmiş
olduğu, benzer kitlesel bir etkinliğin son derece gizli yapılmasıyla
kanıtlanmaktadır, “İhtida eden, yani Müslümanlaştırılmış
Ermenilerle ve diğer Müslümanlaştırılmış insanlarla ilgili ‘gizli
nüfus sayımı kanunuyla’ bir sayım yapılmış olsa da, aslında buna
yönelik faaliyet, 1920’lerin sonunda başlamıştır.
110
Nevzat Onaran, Cumhuriyetin Ermeni fişlemesi ilk kez gün ışığında,
http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=cumhuriyetin-ermeni-fislemesi-ilk-kezgun-isiginda&haberid=7427
111
A.g.e.
80
Dâhiliye Vekâleti Nüfus İşleri Umum Müdürlüğü’nün 1939
yılıyla ilgili hazırladığı Çalışma Raporu’nda, ihtida edenlerle ilgili
şu bilgiye yer verildi:
“İhtida muamelâtı hakkındaki 20.10.[1]929 günlü ve 1347
sayılı talimatnameyle tevfikan yapılacak tesciller ile bu kabil
kimselere verilecek nüfus cüzdanlarının sureti imlâ ve tahriri
(doldurulması ve yazılması)”112.
Bu kişilerle ilgili 6 verinin toplanması istenmekteydi, “Liste
6 bilgi içeriyor: Sıra No, Fiş No, Adı soyadı, Eski adı, Baba adı,
Doğumu”113.
Yukarıda da görüldüğü gibi bu gruplar, daha İttihatçılar
tarafından kaydedilip, fişlenmişti. Aynı süreç, geliştirilmiş şekilde
cumhuriyet döneminde de sürer.
1929 yılından itibaren fişlenmişlerle ilgili olarak, Ordu
Vilayeti’nde yaşayanlarla ilgili devletin yaklaşımını kanıtlayan bir
belgede, fişlenenlerin, Birinci Dünya Savaşı esnasında tehcire
maruz kalan Ermenilerin nesilleri, yani ebeveynlerinden zorla
kopartılmış çocuklar olup, devletin bu kişilere olan yaklaşımının
kesinlikle menfi olduğu belirtilmektedir, “Bunların ihtida
etmelerinde ekseri samimiyet görülmediği, Ermeni cemaati ile
vaki temas ve münasebetlerinden anlaşılmaktadır. Memleket için
bunlardan menfaat beklemek zait (gereksiz) bir keyfiyettir”114.
Devlet, cebri İslamlaştırılan çocuklardan menfaat
beklemezken, tehcirden kurtulmak için İslamlaşanlarla ilgili
yaklaşımı çok daha netti. Bakanlar kurulunun 22 Eylül 1936 tarihli
ve 2/5350 kararnamesini, bunun karakteristik bir dışavurumu
112
A.g.e.
A.g.e.
114
A.g.e.
113
81
olarak kabul etmek mümkündür. Bu kararnamede, mühtedi bir
Ermeni’yle ilgili şu ifadede bulunulmaktadır, “Aslen Ermeni
milletinden olup, Diyarbekir vilayeti fişine dahil olan
Diyarbekir’de terzilik yapan Nazif’in tehcirden kurtulmak için
ihtida ettiği ve bütün varlığı ile Ermeni amaline hizmet eden azılı
bir Türk düşmanı olduğu ve böyle bir telkinle yetiştirdiği
çocuklarından…”115.
Aynı belge, 1930’lu yıllarda anayurtlarından Ermenilerin
kitlesel tehcir edilmesi sürecine ışık tutmaktadır. Bu süreç devlet
tarafından ayrıntılı bir şekilde hazırlanıp, itinayla işleme sokulan
bir plan olup, görünüşe göre, Ermeni Soykırımı’nın devamıydı. Bu
süreç herhangi bir zaman ve herhangi bir şekilde kesintiye
uğramamış, sadece dışavurum şekillerini değiştirmiştir. Ermeniler
(Rum ve Yahudiler de dâhil olmak üzere) için kullanılan gizli
kodun ortaya çıkması olgusu, sadece günümüz Türk yöneticileri
tarafından İttihatçılar ile Kemalistlerin soykırımcı siyasetini
sürdürdüklerinin bir kanıtıdır.
Türkiye’de milli aidiyet ve etnik köken, genelde son derece
hassas konular olup, insanların bilimsel, askeri, siyasi veya diğer
alanlardaki ilerleme imkânları, hatta hayatı buna bağlıdır. Özellikle
son yıllarda, temelinde bir intikam aleti olarak karşısındakini
Ermeni kökeniyle suçlama yaklaşımıyla sonuçlanan, ses getiren
olayları basın sık-sık yansıtmaktadır. Evet, suçlama kelimesi
burada yerine kullanılmıştır, çünkü bu ülkede Ermeni olmak
kendiliğinden bir suç olarak kabul edilmekte, “Ermeni dölü”
teriminin ise ağır bir hakaret olarak kullanıldığı ise cabası. Örneğin
CHP üyesi, milletvekili Canan Arıtman, Türkiye eski
115
A.g.e.
82
cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü, annesinin Ermeni olmasını öne
sürmek vasıtasıyla, siyasi açıdan suçlamıştır. Gül, Arıtman’a karşı
hakaret davası açar. Mahkeme, Gül’ün annesinin Ermeni
olmadığını kanıtlar. Tüm bunlar, Türkiye’de vuku bulmadığı
sürece bir şaka olarak kabul edilebilirdi. Türkiye’de bu konu bir
faciaya dönüşebilir, en iyi durumda ise kişinin prestijini sarsıp,
kendisini ciddi problemler ve engellerle karşı karşıya bırakabilir.
Başbakan Erdoğan da, özellikle de halefi olmaya karar
vermiş olduğundan dolayı, cumhurbaşkanından geri kalmamaya
karar verip, seçim propagandası döneminde, benzer bir propaganda
sayesinde Türk seçmenin teveccühünü kazanacağından emin
olarak, Ermeni halkına yeni bir hakarette bulundu, “Benim için
bir ara neler dediler. Gürcü dediler, daha çirkinini söylediler,
affedersiniz, Ermeni dediler”116.
Devletin iki üst düzeydeki memurunun bu yaklaşımı ve
sözleri demokrasi, vicdan özgürlüğü, insan hakları ve diğer temel
değerler hakkında Türkiye Cumhuriyeti anayasasında yer bulan
yaklaşımının sadece bir aldatmaca olduğunu gösteren ek bir
kanıttır.
İstanbullu Ermeni gazeteci Alin Ozinyan, Ermenilerin
kodlanmasıyla ilgili basında sürdürülen tartışmalar esnasında
yayınlanan makalesinde şöyle yazmaktadır, “Çok sayıda “safkan
Türk” son yıllarda gülünç sebepler veya sebepsiz olarak devlet
hizmetine kabul edilmiyor. Tesadüfen veya yeterince
araştırılmadan askeri okula kabul edilen bazı öğrenciler kısa süre
sonra, sebepsiz yere kendilerini dışarıda buluyor. En kötüsü ise
askere alınan “Türk” genci için, sevgili Aşye ninesinin gerçek
116
http://sozcu.com.tr/2014/gundem/erdogandan-aciklamalar-571592/
83
isminin Ağavni olduğunu öğrenmektir ve bu yüzden kendisini
birkaç ay manasızca askeri polis tarafından sorgulanmıştır. Bunun
sonucunda, soruşturmaların mı, yoksa büyükannenin Ermeni
olmasının ortaya çıkmasının mı daha ağır olması konusunda karar
vermekte zorluk çekmektedir”117.
Ozinyan’ın endişelerini paylaşmakla birlikte, sayın
gazeteciye hatırlatmak isteriz ki, Ermeniler sadece “son yıllarda
devlet hizmetine alınmamakta” olmayıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşundan beri bu yaklaşım onlara reva olmaktadır. 1926
yılında kabul edilen “Memurin kanununun” 4. maddesine istinaden
toplumsal mesleklerle uğraşanlar Türk olmalıydı. Lakin günümüz
anlayışıyla kim Türk’tür? “Başlıca Pantürkistlerden biri olan Nihal
Atsız, Türk kimdir sorusunu yanıtlarken, daha 1934 yılında
“Orkon” dergisinde yayınlanan “Türk ırkı=Türk milleti” başlıklı
makalesinde şöyle söylemektedir, “Türkler için millet her şeyden
önce kan olayıdır. Yani, Türküm diyenin, Türk ırkından olması
gerekir. Lakin yabancı kan taşıyan adam Türkçeden başka bir dil
bilmese de Türk değildir”118.
Zaman-zaman bazı Ermeniler de, çeşitli nedenlerle devlet
görevlerine getirilmişse de, bu durum, farklı şartlardan dolayı
oluşan bir istisna olmuştur.
Alin Ozinyan, yukarıda değinilen makalesinde, İslamlaşarak
Türk kimliğiyle yaşayan Ermenilerin durumunu yerinde
betimlemektedir, “Onlar, sıkça kendilerini Türk asıllı birisinden
daha İslam aşığı ve milliyetçi olarak göstererek Ermeni
kimliğinden kurtulmaya çalıştı ve omuzlarında taşıdıkları yükü
117
118
Alin Ozinyan, Türk devleti senin Ermeni olduğunu unutmadı, Civilnet.am
Ruben Melkonyan, İslamatsvads hayeri khındirneri şurc, Yerevan, 2009,
s.107-108.
84
yeni nesillere aktarmamak ve torunlarının daha güvenli bir hayat
sürdürebilmeleri için onu mezarlarına götürdüler. Fakat onlar,
İttihatçı ideolojisine dayanan devletin şu en önemli ilkesini hesaba
katmamıştı: “Ermeni tehlikelidir”. Hatta Ermeni, ulusal kimliğini
unutabilir. Ama devlet bunu hatırlamalı ve gerekirse
hatırlatmalıdır. Şimdiye kadar öyle de yapılmıştır”119.
Bu bölümü, yukarıda belirtilen makalenin çok şey ifade eden
başlığıyla bitirelim, “Türk devleti senin Ermeni olduğunu
unutmadı…”.
119
Alin Ozinyan, belirtilen makale.
85
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Özellikle
XVII.-XVIII.
yüzyıllarda
Osmanlı
İmparatorluğu’nda kaydedilen görülmemiş ölçüdeki ihtida
sonucunda şekillenen mühtedi Ermenilerden oluşan en az iki grup
veya toplum hakkındaki tahayyüllerimiz çok bulanıktır. Sözümüz
Hemşin Ermenileri ve Dersim Ermenileri hakkındadır.
Çok sayıda milletler ve halklar asırlar boyu Osmanlı
İmparatorluğu’nda tamamen veya kısmen ihtida edip, asimile
olmuş, bunlardan da günümüz Türk milleti şekillenmiştir. Lakin
Ermeni halkının bu iki kesimi, ihtida ve dil kaybı sonucunda
Ermeni toplumundan önemli derecede uzaklaşmış olsa da,
tamamen ve tümden asimile olmayıp, Türkleşmemiştir. Dahası,
salt tarihi hafızayı korumakla kalmayıp, çok sayıda tören, gelenek,
anane, halk şarkıları ve oyunlarını, anlatıları, müzik aletlerini vs.
korumuştur.
Türkiye’de yaşayan halkların milli uyanışının gelişmesi
şartlarında asırlar boyu baskı altında kalmış ve sıklıkla dejenere
olmuş kimliklerin kendi kendilerini tanıması ve kendini bulması,
ilginç ve karmaşık bir yol izlemektedir.
Hem Hemşin Ermenileri, hem de Dersim Ermenileri
durumunda benzer bir olguyla karşı karşıyayız, bu ise
derinlemesine ve çok yönlü bir araştırma gerektirmektedir.
86
a. Hemşin Ermenileri
1. Kısa tarihi bakış
Ermeniler çok eski devirlerden itibaren Pontus’ta yaşamış,
bölgenin askeri-siyasi ve ekonomik tarihinde ciddi bir role sahip
olmuşlardır.
Hovakim Hovakimyan (Arşakuni), “Ermeni Pontos Tarihi”
adlı değerli eserinde, antik devirle ilgili ilginç veriler sunmaktadır,
“Pontos, yaklaşık 200 yıl süreyle Akemenik İran’ın egemenliğinde
bulunmuş ve Ermenistan ordusu Perslere bağlı olduğundan ve
Ermenilerin, uluslar arası kara ticaretinde tanınmış oldukları,
Karadeniz kıyılarında ise Yunanlıların ticari açıdan gelişmiş
şehirleri bulunduğundan dolayı, Perslerle birlikte Ermeniler de
oraya yerleşmiştir”120.
Ermenileri bu bölgedeki rolü genelde Küçük Hayk
Ermenileri vasıtasıyla gerçekleşmekteydi. Strapon, konuyla ilgili
şöyle yazmaktadır, “Parnakia (günümüz Giresun liman şehri-H.A.)
ve Trabzon bölgelerinden yukarı, Küçük Hayk’a kadar Tibarenler
ve Khaldaylar yaşamaktadır. Küçük Hayk hayli bereketli bir
bölgedir. Burasını yöneten beyler, Sopene’de olduğu gibi, sürekli
olarak, bazen diğer Ermenilerin dostu (Büyük Hayk-H.A.), bazen
de bağımsız olmuşlardır. Khaldaylar ve Tıbarenler onlara tabi
olmuş ve onların egemenliği Trabzon ve Parnakia’ya kadar
yayılmıştır. Mihrdat Yevpator ise güçlenerek, Kolkhis ile Sisid’in
oğlu Antipatros’un kendisine teslim ettiği tüm bunların (ülkelerin)
120
Hovakim Hovakimyan (Arşakuni), Patmutyun haykakan Pontosi, Beyrut,
1967, s.44-45.
87
sahibi oldu”121. Buna göre, Küçük Hayk’ın egemenliği M.Ö. 112
yılına kadar Karadeniz’in devasa bölgeleri üzerinde yayılmaktaydı.
Lakin Ermeni unsurunun bu bereketli ve her açıdan elverişli
bölgelerde (limanlar, ticaret yolları vs.) yerleşmeyi sürdürmesi,
tahtın kaybıyla ilgili değildir.
Ermenilerin, daha sonraki yıllarda da Pontos’ta süren önemli
rolleri bir dizi tarihi kanıtlarla tespit edilmiştir. VI. Mihırdat’ın
ordusunda yer alan 10.000’in üzerinde askere sahip Ermeni
alayının, Ermeni ordu komutanlarının yönetiminde bulunmuş
olması belirleyicidir. Ermenistan kralı Büyük Tigran ile VI.
Mihırdat arasındaki askeri-siyasi ittifak, Romalı komutan
Lukullus’u yenilgiye uğratmıştır.
Devletler, asırlar içinde yıkılır ve onlarına yerine yenileri
oluşur.
Ermeni unsuru, tüm devletler ve imparatorluklar bünyesinde
önemli askeri-siyasi, ekonomik ve kültürel getirileriyle göze
çarpmıştır.
Tanınmış Armenolog H. Taşyan, çalışmalarından birinde
şöyle yazmaktadır, “Ermeni ırkı ezelden beri, gereklilikten dolayı
Ermenistan sınırlarının az ötesindeki Karadeniz kıyılarıyla
ilgilenmekteydi. Ermenistan, tarihte ilk olarak Armenia olarak
anıldığında dahi, günümüzde Ermeni Hemşin bölgesinin
bulunduğu bu kıyılar Ermenistan’a ait olmuştur”122.
Pontus ve özellikle de Pontos Ermenileri tarihinin bu
kısmıyla ilgilenmek amacımız dışındadır. Alıntılanan birkaç
tanıklıklar, VIII. yüzyıl sonrasında, daha da kesin olarak 788
121
122
Strapon, Coğrafya, XII, 3.
H. Hakobos Taşyan, Hay bnakçutyunı Sev dsoven minçev Karin, patmakanazgagrakan harevantsi aknark mı, Viyana, 1921, s.9.
88
yılında Büyük Hayk’taki Kotayk ve Aragatzotn nahiyelerinden
yaklaşık 12.000 kişinin, Arap hâkimlerin baskılarına dayanamayıp
Şapuh Amatuni ve oğlu Hamam Bayazat önderliğinde
Ermenistan’ı terk edip Bizans İmparatorluğu’nun bir parçası olan
Pontus’a yerleşmiş olduğunu açıklayabilir.
Daha sonraki yıllarda siyasi ve ekonomik baskı sonucunda
Ermenistan’ın farklı bölgelerinden göç edenler sayesinde Pontos
Ermenilerinin sayısının artmış olduğunu kabul edebiliriz. Bu
durum, hem Büyük, hem de Küçük Hayk’ın tüm bölgelerinde,
Pontos
Ermenilerinin
yaşam
koşulları
ile
Bizans
İmparatorluğu’nun Ermenilere yönelik lütufkâr yaklaşımından
haberdar olduklarını kanıtlamaktadır. Aksi takdirde Amatuni
hanedanlığı yöneticileri, benzer büyük sayıdaki bir göç tertipleme
cesaretinde bulunmaz, kendi halkını bilinmeyene sürüklemezlerdi.
VIII. yüzyıl Ermeni tarihçisi Ğevond, bu büyük göç
hakkında veriler sunmaktadır. Arap vostikan Süleyman tarafından
yönetici olarak Ermenistan’ın başkenti Dıvin’e yollanan,
Süleyman’ın damadı dönme Ovbedla, görülmemiş derecede ağır
vergiler tayin eder. Kısa sürede tüm ülke sathında bir hoşnutsuzluk
dalgası yayılır. “Sonunda böylece yoksun, çıplak, yalınayak ve
açlık sınırında kaldıklarında ve geçim imkânı bulamadıklarında,
Yunan ülkesine göç ettiler. Söylenenlere göre sayıları, kadın ve
çocuklarla birlikte 12 binin üzerindeydi, önderleri ise, Amatuni
hanedanlığından Şapuh, oğlu Hamam ve daha başkalarıydı”123.
Yönetici Ovbedla tarafından arkalarından yollanan ordu,
Gürcistan sınırında kaçaklara ulaşır, lakin Ermeniler onları
yenilgiye uğratıp, başarılı bir şekilde Pontos’a ulaşır. Bizans
123
Ğevond, Patmutyun, tercümesi, önsözü ve açıklamaları Aram TerĞevondyan, Yerevan, 1982, s.132.
89
imparatoru Konstantin, Ermenileri memnuniyetle kabul eder,
bereketli topraklara yerleştirir, Ermeni beylerine ise Tambur
şehrini bahşeder. Bir diğer Ermeni tarihçi olan Hovhan
Mamikonyan ise, Hamam Amatuni’nin dayısı olan Gürcü beyi
Vaşdyan’ın, Hamam’a karşı komplolar hazırlayıp, Araplarla
işbirliği yaparak, Tambur’a saldırdığı ve ateşe verdiğini
anlatmaktadır, “Lakin Hamam, daha sonra şehri yeniden kurup,
kendi adıyla Hamamaşen olarak adlandırdı”124 (daha sonra
Hemşin’e dönüşür-H.A. ). Bu anlatı, tarihte Hemşin’le ilgili ilk
kayıttır.
Hemşin beyliği ile ilgili tarih yazımında fazla bir şey elimize
ulaşmamıştır, bu yüzden, Hemşin tarihini az çok bütüncül bir
şekilde oluşturmak hayli zordur.
Lakin bu kısır verilerle dahi belli bir tasvir oluşturmak
mümkündür. Amatuni’lerin daha sonraki faaliyetleriyle ilgili
hemen-hemen hiçbir veri bulunmamaktadır. Akademisyen Babken
Harutyunyan’a göre, “Hiçbir veri bulunmadığından dolayı,
Amatuni beylerinin Hemşin’i ne kadar süre yönetmiş olduklarını
tespit etmek imkânsızdır. Arap kaynaklarına istinaden Trabzon,
komşu bölgeleriyle birlikte Ermeni Bagratunilerin topraklarına
dâhil olmuş, böylelikle en azından IX. yüzyıl sonları-X. yüzyıl
başlarında Hemşin beyliği, Ermeni krallığı dâhilinde olmuştur”125.
Bir diğer güvenilir veri, Hemşin beyliğinin XIII. yüzyıl
başlarında, yarı-özerk bir birim olarak yeni oluşturulan Trabzon
İmparatorluğu bünyesinde bulunup, 1223 yılında Konya
124
Hovhan Mamikonyan, Taroni patmutyun, tercümesi, önsözü ve açıklamaları
Vardan Vardanyan, Yerevan, 1989, s.112.
125
Hamşen yev hamşenahayutyun (bilimsel konferans sunumları), YerevanBeyrut, 2007, s.17.
90
Sultanlığı’na karşı yürütülen savaşa katılarak cesaretleriyle göze
çarpmış olduklarıdır126.
Hemşin, Trabzon İmparatorluğu’nun düşüşünden sonra
“Kendisinin de Calairler ve Temurların vasalı olan Bayburt
emirinin egemenliğine girer”127.
Hemşin beyliği tarih içinde farklı devletlerin bünyesinde
bulunarak, Hemşinlilerin askeri-siyasi ve ekonomik organize gücü
ile ülkenin hayli erişilmez olması sayesinde, sürekli olarak yarıözerk durumunu muhafaza eder.
Lakin giderek güçlenen Osmanlı İmparatorluğu, XV. yüzyıl
sonlarında, uzun süren bir mücadele sonucunda, Akkoyunlu
şahının egemenliğinde bulunan İspir’i, ardından da Hemşin
beyliğini ele geçirir128.
Hamam Amatuni tarafından kurulan beylik, tam yedi asır
varlığını sürdürdükten sonra 1489 yılında yıkılır.
Osmanlı İmparatorluğu kurulduktan kısa zaman sonra
Ermeniler ve imparatorluğun diğer Hıristiyan milletlerine karşı
gösterilen dini ve etnik hoşgörüsüzlük, sık-sık savaşlara sebep
olmuştur. Hemşin beyliği yeterince kuvvetli olup, halkı ise cesur
ve hürriyet sever olmasına rağmen Osmanlı gibi güçlü bir
imparatorluğun bir kaç yüzyıllık baskı ve takibine direnemeyeceği
açıktır.
Hemşinli Ermenilerin direniş tarihi sayısız kahramanlık
sayfalarıyla
doludur,
fakat
sonuçta
mağlubiyetleri,
İslamlaştırılmaları ve katliamlara uğramaları kaçınılmaz olmuştur.
126
L. Khaçikyan, Hay azgagrutyun yev banahüsutyun, c. 13, Yerevan, 1981,
s.11.
127
A.g.e.
128
A.g.e., s.14-15.
91
Bu politika XVIII. yüzyıl başlarında kararlı bir safhaya girdiğinde
Hemşinli Ermeniler katliamlardan kaçıp Karadeniz sahilleri
boyunca yayıldılar. İslamlaştırılanlar ise daha sonraki baskı ve
katliam dalgalarından kurtulabildiler.
Asimilasyona karşı direnişin en güçlü araçları dil, din,
kültür, adet ve törenlerin korunması ile karma evliliklerden
kaçınmak olmuştur. Hemşinli Ermeniler bu konularda çok titizdi.
Osmanlı makamları, Ermenice konuşanları büyük cezalara
çarptırmış, Ermenice konuşanların dillerinin kesildiği olmuştur, bu
ise direnişin ne denli güçlü olduğunun bir göstergesidir.
Ermenilerin bazı bölgelerde bir yüzyıl sonra bile ayaklanıp kendi
dinlerine döndükleri konusunda veriler bulunmaktadır. “Pontus
Tarihi” eserinin yazarı M.Bıjışkyan, 19. yy. başlarında bu yöreleri
ziyaret etmiş ve İslamlaşmış Ermeniler hakkında, “Hemşinliler
yarı-yarıya’dır (yarı Hıristiyan, yarı İslam-H.A.), çoğu dinlerini
değiştirmiştir, fakat Hıristiyan adetlerini koruyup kiliselere gitmek
ve zekât vermekten kaçınmazlar; hemen herkes Vardavar ve
Verapokhum bayramında kiliseye gidip, mum yakıp atalarının
ruhu için kurban keser... Hıristiyanlığı bilen ihtiyarlar var, onlar
haçı sayarlar ve kiliselere gizlice zekât verirler”129 diye yazmıştır.
Hemşinli Ermenilerin ihtidasıyla ilgili farklı kaynaklar
arasında özellikle ilk Ermenice kaynak olan ve Mehitarist Birliği
üyesi Peder Poğos Meheryan tarafından kaleme alınan çalışmadır.
Rahip Meheryan bu çalışmasında “daha 1776 yılında Hemşin’in
Khevak Köyü’nde bulunarak, “Gürcü Tarihi …”, anı kitabında son
129
Rahip Minas Bıjışkyan, Patmutyun Pontosi, vor e Syav dsov, Venedik,
1819, s.97.
92
derece önemli veriler sunmaktadır”130. (Tam başlık “Patmutyun
varuts Tyarn H. Poğos vardapeti Meheryan, şaragryal hürme 1811
Venedik, ı vans srboyn Ğazaru”131).
***
XV. yüzyılda egemenliğini kaybedip, asırlar boyu baskı,
zorbalık ve takibata uğramalarına rağmen Hemşinli Ermenilerin
yarı bağımsız durumu daha uzun zaman devam etmiştir. XIX.
yüzyılda Hemşin’de seyahat etmiş K.Koch’un yazdıklarını temel
alan H.Taşyan “Böyle zor erişilir dağlarda beyliğin yarı bağımsız
durumunu korumaları kolaydı. Osmanlı idaresi altında da durum
uzun süre böyle kalmıştır ve Koch daha kendi seyahati esnasında
(XIX. yüzyılın 40’larında) devam eden bu durumu çok güzel
anlatmıştır”132 diye yazmaktadır.
O tarihlerde yaşayan bir tanığın belirttiğine göre bu yarı
bağımsız durumun sebebi bütün Hemşinli Ermenilerin “babadan
oğla askere yazılmasıdır, onları idare eden bir Ermeni beyi vardır,
hiç kimseden korkuları yok, sadece derebeyleriyle savaşa giderler
ve çok güçlü insanlardır”133.
Belki de bu cesur yüreklerinden dolayı Trabzon vilayetinde
1915 yılına kadar Hıristiyan Ermenilerin sayısı 120 binden fazla
130
Sergey Vardanyan, Hamşen yev hamşenahayutyun, bilimsel konferans
sunumları, Yerevan-Beyrut, 2007, s.269.
131
Sergey Vardanyan, Karevor skzbnağbür mahmedakanatsvads hayeri masin,
“Patma-banasirakan handes”, Yerevan, 2004, sayı 3. Makalenin sonunda,
anılardan bölümler alıntılanmıştır.
132
H. Hakobos Taşyan, belirtilen çalışma, s.27.
133
Rahip Minas Bıjışkyan, belirtilen çalışma, s.42.
93
olup İslamlaştırılmışların rakamı daha da fazlaydı. Araştırmacı,
etnograf, Hemşin tarihi ve kültürünün en iyi uzmanlarından biri
olan Barunak Torlakyan, “Hemşin demografyası” eserinde,
“Karadeniz’in güney sahillerinde, Çoruh’un denize döküldüğü
yerden Marmara Denizi’nin kıyılarına kadar (İznik bölgesi)
yayılmış bulunan Hıristiyan Hemşinlilerin sayısı hakkında
konuşurken, bu bölgenin 17 şehir ve kasabası ile yaklaşık 322
köyünde 122.681 Ermeni yaşadığını söylemek mümkündür,
bunların büyük bir çoğunluğu Hemşin Ermeni’sidir. Dahası, bu
rakamlara, XVIII.-XIX. yüzyıldan itibaren kılıç zoruyla İslam’ın
“kutsal” inancını “kabul etmiş” olan ve aynı bölgeye yayılmış,
aynı sayıda Hemşin Ermeni’sinin nesilleri, az veya çok Ermeni
milli geleneklerini ve Hıristiyan dininden bazı öğeleri
yaşatmaktadır”134.
2. Dağılım alanı
XIX. yüzyılın 60–70’li yıllarında Hıristiyan Hemşinli
Ermenilerin, başta Yekaterinodar (Krasnodar) vilayeti ve Abhazya
olmak üzere Rusya İmparatorluğu’nun sahil bölgelerine göçü
başlar. 1890’lı yıllarda gerçekleştirilen katliamlar ve özellikle
1915 soykırımı sonucunda hayatta kalan Hıristiyan Hemşinli
Ermenilerin kalıntıları Rusya, Abhazya ve Avrupa’nın birçok
ülkeleri
ve
Ermenistan’a
sığınmışlardır
(Ermenice
134
Barunak Torlakyan, Hay azgagrutyun yev banahüsutyun, c. 13, Hamşeni
azgagrutyunı, Yerevan, 1981, s.109-111.
94
konuştuklarından dolayı bir kısım Müslüman Hemşinli de
soykırıma uğramıştır).
XIX. yüzyıl sonları ve XX. yüzyıl başında Hemşin
Ermenileri genelde Karadeniz’in Pontus kıyılarında yerleşik
olmalarına rağmen, özellikle 1915 yılından sonra onların yerleşim
alanı genişlemiştir. Soykırımdan kurtulan Hemşin Ermenileri
Karadeniz’in Rusya kıyılarına yerleşip yeni cemaatler kurar.
Belirtmek gerekir ki, bu yeni yerleşim yerleri Abhazya’dan
Anapa’ya kadar uzanan sahil şeridine yayılmıştı. Bu bölgeler,
Pontus sahillerinin tabii uzantısı olarak iklim açısından da Pontus
iklimine çok benzemekteydi.
Böylece, uzun süreli ve sistematik zorunlu İslamlaştırma
politikası, takibatlar ve soykırım neticesinde Hemşin Ermenileri
iki temel gruba bölünmüştür (Bert Wooks):
1. Türkiye’nin Pontus kıyılarında yaşayan İslamlaştırılmış
Hemşin Ermenileri.
2. Karadeniz’in Abhazya ve Rusya kıyılarında yaşayan
Hıristiyan Hemşinli Ermeniler.
Bu dağılımın temelinde üç önemli etken bulunmaktadır.
1. Yerleşim yeri
2. İnanç
3. Dil-kültür etmeni
İslamlaşmış olan kesim, Türkiye’nin Pontus kıyısında
yaşamaktadır, Sünni İslam inanışına sahiptir ve aynı dil-kültür
ortamında bulunmaktadır. Bunlar, kendi içlerinde iki alt gruba
ayrılmıştır.
95
1. Hopa Hemşinliler, Artvin Vilayeti’nin Hopa şehri ile
çevresindeki otuza kadar köyde yaşamakta olup,
kendilerini Türkçe olarak Hemşil, Hemşin şivesiyle ise
Homşetsi olarak anmakta, Homşetsnak (Homşesnak)
olarak adlandırdıkları Hemşin şivesiyle konuşmaktadır.
2. Baş Hemşinler, VIII. yüzyılda Hemşin beyliğinin
şekillenmiş olduğu Rize Vilayeti’nde ve daha batıya
düşen bölgelerde yaşamaktadır. Türkçe konuşurlar,
konuşma dillerinde Hemşin şivesinden çok sayıda kelime
korunmuştur.
Hıristiyan kesim Karadeniz’in Rusya kıyılarında ve tekrar
tek bir ülkenin sınırları dâhilinde yaşamaktadır. Ermeni Apostolik
kilisesi üyesidir ve aynı dil-kültür ortamında bulunmaktadır.
Burada bir açıklama yapmak gereği duymaktayız. Çarlık
Rusya’sı ve Sovyetler Birliği sonuç olarak aynı devletlerdi ve bu
açıdan Abhazya’nın Gürcistan’a bağlı veya bağımsız olması bir
önem arz etmemekteydi. Bugün de Abhazya, fiili olarak Rusya’nın
egemenliğinde bulunmaktadır.
Dil konusunda hüküm süren bir sistematik konusuna da
değinmek gerekir. İslamlaştırılmış kesim için Türkçe anadildir,
herkes için genel olandır. Lâkin Hopa’da yaşayan 35–40 bin
Ermeni, son 25–30 yılda bu konuda belli oranda bir gerileme
yaşamakla birlikte, Hamşen ağzına da vakıftır.
Benzer bir süreç Hıristiyan kesimde de gözlemlenmektedir.
Daha 50–60 yıl önce Hemşin şivesi (edebi Ermenice dâhil) herkes
tarafından bilinen gündelik kullanma diliyken, bugün aynı şeyi
söylemek mümkün değildir. Özellikle şehirli Hemşin Ermenileri
96
arasında Rusça başta olup gündelik konuşma diline dönüşmüştür.
Genç nesil ise tamamıyla Rusçanın etkisinde bulunmaktadır.
Hemşin Ermenileri yerleşim yerleri, inançları ve dillerine
göre günümüzde üç temel gruba ayrılmaktadır (Bert Wooks).
a) Batı Hemşin Ermenileri: Türkiye’nin Samsun, Ordu,
Giresun, Trabzon ve Rize illerinde yaşamaktadır. Genelde
Türkçe konuşurlar. Dinleri Sünni İslam’dır.
b) Doğu Hemşin Ermenileri: Artvin ilinde, özellikle Hopa
şehri ve çevredeki 30 köyde, kısmen de Borçka’da
yaşamaktadır. Ermenice konuşurlar ve Hamşen ağzını
korumuşlardır. Dinleri Sünni İslam’dır.
c) Kuzey Hemşin Ermenileri: Büyük topluluklar halinde
Abhazya’da ve Rusya’nın Krasnodar Bölgesi’nde
yaşamaktadır. Hamşen ağzının Ordu, Canik ve Trabzon
şivesiyle konuşmaktadırlar. Rusçaya vakıftırlar ve büyük
bir kısmı Ermeni yazı diline de hâkimdir. Dinleri
Hıristiyan’dır ve Ermeni Apostolik Kilisesi’ne bağlıdırlar.
Benzer bir sınıflandırma belli bir mantığa dayanmakla
birlikte, daha genel sistematikleri göz ardı etmektedir. Böylece, dil
konusunu ele aldığımızda Hopa Ermenilerini ikinci gruba
yerleştirmekle beraber inanç ve yayılma alanı açısından onlar kesin
olarak birinci grupta yer almaktadır.
Amerika ve Avrupa’nın bazı ülkelerinde de Hemşinli Ermeni
toplumları bulunmaktadır. Son yıllarda Türkiye’den göç etmiş
Müslüman Hemşinli Ermeniler (Hemşil), en büyüğü Almanya’da
olmak üzere Avrupa ülkelerinde yeni toplumlar oluşturmaktadır.
97
Birçok Hemşinli Ermeni, kendi tarihi yerleşim bölgelerinin
haricinde İzmit yöresi, Erzurum, Ankara, İzmir, İstanbul gibi
Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde de ikamet etmektedir.
Müslüman Hemşinli Ermeniler kendilerine Hemşil
(Hemşinli) demekte, bu isim Türkler ve diğer uluslar tarafından da
kullanılmaktadır. İlginç olan, dinlerini, büyük bir kısmı ise dillerini
de kaybetmelerine rağmen Hemşin Ermenileri kimlik bilinçlerini
koruyup Türkleşmediler ve Türkleri de kendilerini, kendi
memleketlerinin ismiyle anmaya mecbur ettiler.
3. Hemşinli Ermenilerin sayısı hakkındaki veriler
Bu konu hakkında araştırmacılar tarafından çeşitli görüşler
öne sürülmüştür. Tabii ki bunların hiç biri somut hesaplara
dayanmamaktadır. Yukarıda görüldüğü gibi Hemşinli Ermenilerin
yerleşim yeri ayrılığı haricinde, mezhep ve dil açısından çeşitli
gruplara bölünmüş olmaları durumu daha da zorlaştırmaktadır. Bu
durum ise, özellikle Türkiye’de ciddi engeller oluşturmaktadır.
Konunun ele alınmasına Türk makamları hoş bakmadıklarından,
araştırmacılar da genelde sadece bazı dil, kültür, folklor, din
değiştirme meselelerini incelemişledir.
Çeşitli araştırmacılar değişik rakamlar sunmaktadır.
Rakamlar on binler ile 1,5–2 milyon arasında değişmekte, hatta
bazıları daha da yüksek rakamlar telaffuz etmektedir. 25–40 bin
rakamını kabul edenler herhalde sadece Hopa yöresindeki
Ermenice konuşan Hemşinli Ermenileri kastetmektedirler. Aliye
Alt’ın, Türkiye’de bir milyondan fazla İslamlaşmış Hemşin
98
Ermeni’si bulunduğuna dair verileri, daha kabul edilebilir gibi
gözükmektedir.
Hemşiller Orta Asya ve Rusya’da da yaşamaktadır. Bunların
toplam sayısı 5 bin kadardır. Hemen tümü ana lehçelerini
kullanmaktadır.
Abhazya’da ikamet eden Hemşinli Ermenilerin sayısı 1992–
93 yıllarındaki Gürcü-Abhaz savaşından sonra 25 bin ile azalıp
65–70 bine düşmüştür. Göç edenler Rusya’ya yerleşmişlerdir.
Rusya’da yaşayan Hemşinli Ermenilerin sayısı hakkında bir
fikir oluşturmak epeyce zordur. Değişik hesaplara göre bu sayı
300–400 bin civarındadır.
Ermenistan’da bazı verilere göre 4.000–5.000 Hemşinli
Ermeni vardır.
Soykırımdan sonra Avrupa’nın çeşitli ülkelerine ve ABD’ye
yerleşen Hemşinli Ermeniler hakkında bazı veriler bulunmakla
birlikte henüz bu konuda araştırmalar yapılmış değildir.
Bu verilere göre Hemşinli Ermenilerin toplam sayısı
yaklaşık bir buçuk milyon kadardır, fakat bu rakam, tabii ki gerçek
durumu yansıtmaktan uzaktır. Her ne kadar bu sayı abartılmış olsa
da karşımızda (Müslüman veya Hıristiyan) yoğun bir Ermeni
kitlesinin bulunuyor olması açıktır. Belki de Hemşin biliminin,
diğer alanlarla birlikte, Hemşinli Ermenilerin sayısı ve coğrafyası
üzerine de ciddi yaklaşması gerekmektedir.
99
4. Günümüzde Hemşiller
Hemşiller büyük ölçüde Türk kültürü etkisi altında
bulunmalarına rağmen esas itibariyle milli törenlerini, adetlerini,
şarkılarını, müziklerini, danslarını, güncel yaşamın birçok
özelliklerini ve ana lehçelerini korumuşlardır. Ayrıca karışık
evlilikler ve yabancı mezarlıklarda defnedilmekten kaçınmaları da
enteresandır. İslam’dan Hıristiyanlığa dönmüş ve atalarının soy
ismini yeniden almış olan yazar Tigran Kostanyan “Memleketimiz
olan Rize şehri sakinlerinin çoğu Ermeni olduğumuzu bilirlerdi.
Bizim, Türklerle birlikte mezarlıklarımız yoktu. Biz cenazelerimizi
bahçelerimizde toprağa verirdik”135, diye ifade etmektedir.
Milli kimlik bilinci ve bunu koruma çabasının enteresan ve
kendine özgü dışavurumları olmaktadır. Bunlardan birkaçı
üzerinde durmaya değer:
a. Anadili (lehçeyi) koruma. Türkçe konuşan (Batı)
Hemşinli Ermenilerin bile bir kısmı Hemşin lehçesini
bilmekte veya Ermenice kelimeler kullanmaktadır. Doğu
(Artvin vilayeti) Hemşinli Ermeniler ise esas itibariyle
ana lehçelerini korumuştur.
b. Adetler, törenler, folklor, türküler ve danslar, çalgılar,
giyim vs. büyük oranda korunmuştur. Çok dikkat çekici
bir durum da Müslüman Hemşinli Ermenilerin her yıl
Temmuz ayının 15-22’de Rize vilayetinin Çamlıhemşin
kasabasında Vardavar (Vartivor) kutlamalarıdır. Anlaşılır
135
“Ditak”, 2002, Mart-Nisan.
100
sebeplerden dolayı dini tören yok olmuş ve milli müziğin,
dans ile geleneklerin tiyatrolaşmış bir bayramına
dönüşmüştür. (Şarkıların bir kısmı Türkçedir, fakat Hopa
Ermenileri, Ermenice şarkları da korumuştur, dahası,
günümüzde de Hemşin şivesiyle yeni şarkılar
bestelenmektedir).
Birçok soru daha araştırmacıları beklemektedir, örneğin, son
2–3 yüzyıl zarfında İslamlaştırılmış Hemşinli Ermenilerin
(Hemşiller) etno-kültürel hangi yabancı etkiler altında kaldığı, ne
kaybettiği, ne koruyabildikleri vs.
Günümüzde, Türkiye’de etnik-dini benliğin uyanışı
gözlenmektedir. Hemşin Ermenilerinin (ve diğer halkların) milli,
dini-kültürel hayatında kaybedilen veya baskı altında bulunan
benliğin tanınması ve yeniden tesis edilmesi konusunda ilginç bir
ivme vardır.
Son 10 yılda Hemşin şivesiyle söylenen şarkılar ve Ermeni
oyunlarının yayılması, Türkiye sınırları dışında Avrupa’da,
Rusya’da, Abhazya’da, Ermenistan’da ve diğer ülkelerde yaşayan
Ermeniler için sürpriz olmuştur. Bu şarkıları söyleyenler genelde
Artvin Hemşinlileridir. Bu konuda özellikle, kendi verdikleri
soruları yine kendilerinin cevapladığı “Vova” (Hemşin şivesiyle
“kimdir?”) adlı müzik grubunun rolü (kurucuları Hikmet Akçiçek
ve arkadaşları) büyüktür. Hemşinliler tarafından kurulan
“HADİG” kültür derneği, Hemşin kültürünün önümüzdeki yıllarda
unutulmaktan, yok olmak olmasa dahi kaybolmaktan kurtulup,
yeni güç ve parlaklıkla dünyaya kendisini takdim edeceği
konusunda ümit vermektedir.
101
Genç ve yetenekli rejisör, Hopa doğumlu Alper Özcan’ın
filmleri benliğini arama konusunda yol açmaktadır. Özcan’ın
filmlerindeki figürler, kendi kendisini arayan Hemşinlilerdir. Bu
filmlerde, Türkiye tarihinde ilk defa olarak Ermenice ve eski,
harikulade Hemşin şivesi tınlamıştır.
5. Hemşin bilimi hakkında kısa veriler
Bu konular (ve genel olarak Pontus Ermenileri) XIX. yüzyılda
ve XX. yüzyılın başında Ermeni biliminde büyük ilgi görüp
Ermeni ve yabancı yazarlarca (S. Haykuni, N. Khştyan, B.
Güleseryan, P. Tumayants, V. Daşyan, M. Bıjışkyan, Ğ. İncicyan,
N. Mar, N. Derjavin, P. Korolenko, S. Mintslov, K. Koch vs)
birçok eser yayınlanmıştır. Sonraki 50–60 yıllarda bu ilgi azalmış
ve belleklerde o dönemden sadece birkaç isim kalmıştır: Hr.
Acaryan, L. Melikset-Bek, C. Dumezil...
70’li yıllardan beri ise Hemşin biliminde bazı olumlu
gelişmeler göze çarpmaktadır. Milli azınlıklara karşı artan ilgi
Hemşinli Ermenileri de kapsar: Ermeni, Rus, Alman, Hollandalı,
Amerikalı, Türk, Gürcü ve diğer milletlerden uzmanlar (L.
Khaçikyan, B. Torlakyan, V. Bıdoyan, S. Vardanyan, A. TerSargisyants, J. Khaçatryan, H. Simonyan, C. Dumezil, J. Russel, J.
Weitenberg, W. Blessing, R. Edwards, B. Wooks, İ. Kuznetsov,
M. Sakaoğlu, Ts. Batzaşi, İ. Şilkadze vs.) son 20–30 yılda Hemşin
ve Hemşinli Ermenilerin tarihi, etnografyası, lehçesi, mezhebi,
kültürü, giyimi vs. hakkında bir dizi araştırma yayınlamışlardır.
102
Son yıllarda bu sorun ile ilgilenenlerin sayısı gitgide
artmaktadır ve onların arasında Hemşil asıllı araştırmacıların var
olması memnunluk vericidir. Onlardan birisini belirtmek isteriz.
Aliye Alt, Rize’de doğup büyümüş, Frankfurt üniversitesinde
tahsil görmüş ve vaftiz olarak, atalarının Kostanyan (Alis
Kostanyan) soy ismini kabul etmiştir. Müslüman Ermeniler
hakkındaki değerli eseri Almanca yayınlanıp Türkçe ve
Yunancaya da tercüme edilmiştir.
Abhazya ve Rusya’da ikamet eden Kuzey Hemşinli
Ermeniler tarih, dil, etno-kültür ve din bilinci açısından Ermeni
kimliği taşımakta ve Ermeni halkının diğer gruplarıyla aynı etnokültürel toplumun parçası olma açısından farklı olmamalarına
rağmen, İslamlaştırılmış Hemşinli Ermenilerin durumu farklıdır.
Aliye Alt bu durumu “Hemşinli Ermeniler, kültürel güçlerin
birbirileriyle olan serbest bağının engellenmiş olduğu ve onun
teşvikinin zamanın gereği olduğu belirgin bir durgun safhada
bulunmaktadır.
En önemli olanın korunduğu kültürümüzü canlandırabilmek
için Hemşinli Ermeniler, gerçeğin ve bu gerçeğin kavranması ile
dünya görüşünün önemli unsurları olan Hemşinlilerin simgeleri ve
törenleriyle genel ruhu sağlamlaştırmaya ve bununla da birlik
hissini kuvvetlendirmeye karar vermişlerdir.
Susanların ve suskunların ağızlarından çıkan söz güçlü enerji
kaynağı sayılır. Bu enerji vasıtasıyla biz hayatımıza, bilime,
doğaya ve tüm kâinata anlam vermekteyiz. Sözün gücü sayesinde
biz kendimizi iç ve dış korkularımızdan ve şiddetten kurtulabilir
veya kendimizi köleleştirmeye bırakabiliriz... Sözler ve kelimeler
103
bilimsel bütün dallardan oluşan insan bilincinin temel taşlarıdır”136
diye epeyce isabetli bir yorum yapmıştır.
b. Dersim ve Ermeniler
1.
Kısa tarihi bakış
Dersim, tarihi Ermenistan’ın Dsopk bölgesidir. Yüksek
dağların konumlandığı, ortalama rakımın 2.000 metre olduğu bir
bölgedir. Toplam alanı 10.000 km²’dir. Tabii sırırları doğuda
Erzurum ve Muş, batıda Batı Fırat (Karasu), kuzeyde Erzincan ve
Kemah, güneyde Harput ve Aradsani’dir (Murat Çay).
Dersim’in başlıca şehirleri Hozat, Çemişgezek, Mezgirt,
Ovacık, Peri’dir.
Gevorg Halaçyan’a göre “XVII. yüzyıla kadar Dersim adına
rastlamak mümkün değildir. Ancak Türk egemenliğinden sonradır
ki Mananağik, Karia ve hatta Zırvan yer isimlerinin yerine Dersim
ismi kullanılmaktadır”137. XVII. yüzyıl Ermeni halkı için belki de
en ağır ve kâbus dolu dönemlerden biri olmuştur. İran ile Osmanlı
devleti arasında başlayan savaş, Ermeniler için felaketle
sonuçlanır. Şah Abbas, Osmanlı İmparatorluğu’na askeriekonomik bir darbe vurmak için, Ermenistan’ın Türkiye’ye bağlı
bölgelerinden 400 bin Ermeni’yi kendi ülkesine göç ettirir.
Celaliler, bu karışık ve ağır durumdan faydalanarak, Ermeni
şehirleri ile köylerini yağmalamaya başlar. Osmanlı İmparatorluğu,
136
Hamşen yev hamşenahayutyun (bilimsel toplantı sunumları), YerevanBeyrut, 2007, s.167.
137
Gevorg Halaçyan, Dersimi hayeri azgagrutyunı, bölüm I, Yerevan, 1973,
s.249.
104
savaş ve büyük göç sonucunda yıkıma uğrayan ülkede, zalimce
İslamlaştırma-Türkleştirme siyaseti uygulamaya başlar.
Bu arada, bu bölgede uygulanan ihtida siyasetinin en ağır
darbeleri Pontos’ta, Hemşin Ermenileri ile Dsopk’ta, geleceğin
Dersim’inde kaydedilmiştir.
Bize ulaşan ananelere istinaden, bu ağır durumdan bir çıkış
yolu bulmak amacıyla “Der-Simon, bölgesindeki dini ve sivil
önderleri toplantıya davet edip, bulundukları ağır şartları
açıklayarak, ihtida etmeyi önerir, fakat Türkleşme veya İslam
dinini kabul etmek yerine, bu dağ silsilesindeki komşuları, Kürt
Alevilerin dinlerini kabul etmeye karar verirler”138 . İhtida
sonrasında Der-Simon, Seyit Ali adını alıp, dini önder olarak
kalmaya devam eder, Alevilerin genel önderinin ölümünden sonra
ise onun yerine seçilerek, Pire Piran olarak anılır.
Ermeniler, canlarını ve mallarını korumak amacıyla ihtida
etmelerine rağmen, Ermeni oldukları konusundaki hafızayı canlı
tutup, nesilden nesle aktarırlar. Dersim tarihi ve geleneklerine
vakıf G. Halaçyan, Dersim dini önderi Seyit Cafer’den duymuş
olduğu ve kutsal kitaplarını nasıl koruyup gelen nesillere
aktardıklarını öğrenir, “Bu anane, daha doğrusu tarihi olay (ihtida)
konusunda, hemen orada yazılan toplantı kaydı, tüm ayrıntılarıyla,
parşömen kâğıt üzerinde yazılmış olarak Pire-Piran’ın varisleri
tarafından korunmaktadır. Buna el sürülemez ve Pire-Piran’ın
büyük erkek varisinin haricinde kimsenin buna el sürmeye hakkı
yoktur. Varis Pir, babasından veya büyükbabasından kendisine
miras olarak intikal eden parşömenle ilgili törenleri ve içeriğini
başkalarından son derece gizli tutmaya yönelik tüm emirleri
138
A.g.e.
105
sadakatle yerine getirmeye yemin etmiştir.
Böylece, dağlık bölgenin Ermenileri, Aleviliği kabul ederek,
güven içinde kalır ve önderlerinin ismini ebedileştirmek amacıyla,
Yüksek Hayk’ın en yüksek dağlık kesimini Dersimon olarak
adlandırırlar. Bu isim zaman içinde deforme olup, kısalarak,
Dersim şeklini alır”139.
2. Din (Alevilik)
Alevilikle ilgili hayli araştırma yapılmış olmasına rağmen,
bazı konularla ilgili günümüze kadar oluşan ortak bir görüş
bulunmamaktadır. Alevilik ayrı bir din mi, yoksa başka bir dinin
kolu veya tarikatı mıdır? Kurucusu veya kurucuları kimdir? Bu
isim nereden gelmektedir vs.
Aleviler, tarih içinde Kızılbaşlar ve Bektaşiler olarak da
anılmıştır. Kızılbaş ismine Ermeni ve Türk kaynaklarında
rastlamaktayız. Bu ismin özünde, daha Safevi İran’dan miras
kalan, kırmızı renkte başlık giyme alışkanlığı vardır. Bektaşi ismi
ise, tarikatın kurucusu Hacı Bektaş-ı Veli’den gelmektedir140.
Etnograf H. Kharatyan, Aleviler ve gruplarına verilen tüm
isimleri toplamıştır, “Gerçekte, Ermeni yazarlar Dersim halkı
hakkında konuşurken sıklıkla, “Dersim Kürtleri” ve “Kızılbaş”
terimlerinin yanında “Alevi” ve hatta “Zaza” terimlerini kullanarak
bir ayrıma gitmişlerdir. Dersim’de yaşamış olup, bölgeyi çok iyi
tanıyan Andranik adlı yazar, “Kürt” ve “Dersimli” terimlerini
sıklıkla kullanarak, tüm Dersimlileri (Ermeniler ve Türkler
139
140
A.g.e.
A.g.e.
106
haricinde) bir yerde “Kürt” olarak adlandırmış, bir başka yerde ise
sadece Sünni Müslüman ve Kurmançi konuşanlar için “Kürt”
demektedir. Sıklıkla da Sünni Müslüman Kürtlerden farklı olan ve
“gayrimüslim Kürtler” veya Kızılbaş Kürtler” olarak adlandırdığı
“Kızılbaşlar” “Kürt’tür”. Diğer taraftan ise, Dersim’de doğup,
1914 yılına dek öğretmen olarak çalışan ve tüm Dersim alanında
malzeme toplamış olan Gevorg Halaçyan da, aynı halk hakkında
konuşurken başlıca olarak “Kürt” kelimesini kullanmış, “Kızılbaş”
terimi yerine ise “Alevi”, “Alevi Kürt” kelimelerini kullanmaya
başlamıştır”141.
Alevlik ve Alevi tarihiyle ilgili karmaşık konulara girmek
amacımız dışındadır142. Bu bölümün sınırları dâhilinde, bu
konuların birbirleriyle sıkı ilişki içinde bulunduklarından dolayı,
Alevilerin dinleri ve Ermenilerle olan tarihi ilişkileri hakkında
kısaca bilgi vermeyi deneyeceğiz.
Aleviliğin, İslam’ın Şii kolunun bir tarikatı olduğunu
düşünenler, bu ismi Ali’nin ismine bağlamaktadır. Bazılarının
fikrine göre ise, bu isim Türkçe alev kelimesinden gelmektedir ve
“…Aleviliğin erken döneminden kalan törenleri esnasında ateş
üzerinde kurban sunmak ve ateş etrafında dans etmek
gelenekleriyle ilintilidir”.
Aleviler arasında ortaya atılan bir diğer yaklaşıma göre ise
141
Hıranuş Kharatyan, İnknutyan voronumı Dersimum, bölüm II, Dersimi
aleviatsads hayerı, http://www.repairfuture.net/index.php/hy/identity-standpointof-armenia-ar/the-search-for- identity-in-dersim-part-1-identities-in-dersimarmenian
142
Alevilerin tarihi ve alevilikle ilgili çok sayıda sorunla ilgili genç ve yetenekli
araştırmacı V. Harutyunyan’ın “Turkiayi alevinerı, patmutyan yev
kağakakanutyan hartser”, Yerevan, 2013, başlıklı değerli çalışmasına
başvurulabilir.
107
“Alevi” isminin temelinde Ermenice “arev” (güneş) kelimesi olup,
zaman içinde şekil değiştirerek “Alevi” olmuştur. Bu yaklaşım,
Alevilikte
var
olan
tabiata
tapınma
unsurlarıyla
ilişkilendirilmektedir. XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başlarında
Alevi yerleşimlerinden geçen bazı yabancı seyyahlar, Aleviler
tarafından güneşe ve aya tapınma ve daha başka tabiata tapınma
törenlerinden bahsetmektedir”143.
Alevilik, şekillenme aşamasında İslam’a yakın olmuşsa da,
en azından Dersim ve çevresindeki Alevilik, bir İslam tarikatı
olmaktan çok uzaktır. Burada bir şeyi netleştirmek gerekir, Dersim
ve çevresinde yaygın olan Alevilik, Suriye’de yaygın olan
Alavilikten farklıdır. Görünüşe göre, Aleviliği bir tarikat olarak
kabul edenler de, bunu Alavilikle eş görüp, sonuncusunu klasik
Alevilik olarak kabul etmektedir. Örneğin Alboyacıyan,
Hıristiyanlıktan Aleviliğe geçmiş olan çok sayıda gelenek, tören,
dini yortu, ayin (ikrar, tövbe, bağlaşma, af vs.) ve daha başka
unsurlara dayanarak, İslam’dan hayli uzak olan bir din olarak
kabul etmektedir144.
N. Adonts da Dersim ve Harput Vilayetleri nüfusunun
inancını Hıristiyanlığa daha yakın olarak kabul ederek, Şiilikle
örtülmüş olup, görünüşe göre Hıristiyanlıkla Manikeliğin özgün
bir karışımı olduğunu belirtmektedir. Dahası, bu dindeki Ermenilik
izlerini Paulikyanlara bağlamaktadır. Bu hareketin (VII.-IX
yüzyıllar) takipçilerinden bir kısım, Bizans Kilisesi’ne temelden
karşı olup, diğer grubun örneğinde resmi kiliseye de bağlanmak
143
Vardan Harutyunyan, Turkiayi alevinerı, patmutyan yev kağakakanutyan
hartser, Yerevan, 2013, s.22.
144
Alboyacıyan A., Krtakan azgutyan nkaragirı yev tseğaktsakan
haraberutyunner hayots het, Hayrenik dergisi, Ağustos 1931.
108
istemediğinden dolayı İslam’ı kabul eder145.
N. Tağavaryan da, Aleviliğin kaynaklarını Manikelik ile
Paulikyan hareketinde aramak gerektiği kanısında olup, temel
şekillenme dönemini IV.-XI. yüzyıllar olarak kabul ettiği
Tondrakyanları da eklemektedir. İslam’la olan dış görünüşüyle
ilgili ise, Paulikyan ve Tondrakyan tarikatlık hareketleri üyelerinin,
resmi kiliseye ters düşüp, dış görünüş itibarıyla İslam’ı kabul
ederek, Araplara yanaşmış olduğunu belirtmektedir146.
Karo Sasuni de, Dersimli Alevilerin, Tondraklılar hareketi
üyelerinin nesilleri olduğunu belirtmektedir147.
A. Alboyacıyan gibi, N. Tağavaryan da Hıristiyanlık
ayinlerinin Alevilikte de var olmasını, benzerliğin önemli
temellerinden kabul etmektedir. Ayinlerin haricinde, Alevilikte de
kabul edilen inançlar ve azizler de önemlidir.
Aleviler, Tanrının oğlu ve peygamber İsa Mesih’i, Aziz
Sargis’i, Aziz Gevorg’u, Musa peygamberi vs. kabul etmektedir.
Kuran’ı kutsal kitap kabul etmekle birlikte, takipçisi değildirler.
Azizler, inançlar ve yortular arasında, paganlıktan geçme
miras da az değildir. Güneşe, aya, ateşe ve farklı tabiat
maddelerine tapmaktadırlar. Reenkarnasyona da inanırlar.
Vardavar (Ermeni Kilisesi’ne özgü bir yortu-çev. notu) ve
“kırmızı yumurta bayramı” (Paskalya) kutlarlar. Özellikle tanrıça
Anahit’e tapmaları ilginçtir. G. Halaçyan, bu konuyla ilgili ilginç
ve daha sonraki araştırmalar için önemli bir anlatı sunmaktadır,
145
Adonts Nikoğayos, Haykakan hartsi ludsman şurc, Yerevan, 1989, s.20.
N. Tağavaryan, Kıristoneakan, boğokakanutyan yev ğızılbaşneru ağandin
dsınundy, K.Polis, 1914, s.5.
147
Karo Sasuni, Kürt azgayin şarjumnerı yev hay-krtakan haraberutyunnerı,
Beyrut, 1969, s.44.
146
109
“Seyit Munzur’un anlattığına göre, kendisinin soy ismi “Torne
Anaye Pili” olmuş ve eski pagan döneminde tapınma vesilesi olan
Anahit’ten gelmektedir. Böylece “Anaye-Pili” yüce ve kutsal bir
şekilde ocağa dönüşmüş olup, kendisi de bu ocağın seyididir.
Kendileri Alevi olup, kendilerini Kürt olarak kabul etmeleri
durumunda paganlıkla ne ilişkileri olabilecekleri konusunda ise
şöyle konuştu,
- Siz Ermeniler de (“Harmen”-i kelimesini vurguladı)
zamanında pagandınız, sonra da Hıristiyanlığı kabul ettiniz, bizim
atalarımız da Ermeniymiş, hatta benim Karapank mezralarında
yaşayan amca çocuklarım, Alevice konuşmalarına rağmen, milli
kökenlerini koruyarak, Miraklar olarak anılmaktadır. Dersim’de
Miraklar çok var, onların büyük bir kısmı Ermenice
konuşmaktadır”148.
Seyit Munzur, kendilerinin her yıl Munzur Nehri
kaynaklarında bulunan Katnağbür’e (Erm. Süt pınarı-çev. notu)
ziyarete gittiklerini belirtti, “ziyarete gideriz ve büyük anamız
(Anahit) anısına kurban keseriz”149.
Büyük ana Anahit inancı o denli yaygındır ki, bu ziyarete ve
yortuya Dersim’in tüm halkları Ermeniler, Kürtler, Zazalar vs.
katılmaktadır. Farklı ülkelere, özellikle de Avrupa’ya yerleşmiş
olanlar büyük sayıda gelmektedir. Temmuz sonunda yapılan bu
şenliklere dört kere (2011-14) katılma imkânım oldu. İlk
keresinde, sonradan anlaşıldığı üzere yalnız gelmiş olan 28-30
yaşlarında bir genç dikkatimi çekti. Yanı başımızda, devasa bir
ağacın altında, çıplak ayakları Munzur Nehri’nin buz gibi suları
içinde, tef çalıyordu. Tefin üzerindeki gösterişli ve güzel kadın
148
149
G. Halaçyan, belirtilen çalışma.
A.g.e.
110
resmi dikkatimi çekti. Kimin resmedilmiş olduğunu anlamama
rağmen, sohbet başlatmak için, resmin kime ait olduğunu sordum.
Ana Anahit, oldu cevabı.
Bir şey çalmasını rica ettik. Tefi çok ustaca çalıyordu,
hepimiz de zevkle dinledik. Munzur Nehri’nin kaynaklarından
fışkıran pınarlarla ilgili anlatıyı bilip bilmediğini sorduk, biliyordu.
Bu anlatıyı, Dersimli yazar N. Dersimi’nin anlatımıyla, G.
Halaçyan’ın kitabından sunuyoruz, “Atalarımızın geleneksel
inançlarına göre, Munzur’un gözeleri, büyük anamız tanrıça
Anahit’in memelerinden fışkırmaktadır. Anahit’in memelerinden
fışkıran bu süt pınarlarının sularının, bizim büyük annemizin
memelerinden gelen süt olduğuna inanırız ve aşiretler arasında var
olan tüm düşmanlıkların, çatışmalar sonucunda oluşan
tartışmaların ve yıllar süren kin ve nefretin süt pınarlarına ziyarete
gitme ve Anahit’in sütünden (suyundan) içme töreniyle son
bulmasının sebebi budur”150.
3. Ermeni-Alevi ilişkileri
Ermeni-Alevi ilişkileri kendine özgün ve çok katmanlı olup,
genelde açıklanması zor veya imkânsızdır. Kökleri itibarıyla
asırların derinliğine giden bu ilişki, etnik-dini ve kültürel ilişkiler
kapsamında şekillenmiş ve bunun neticesinde dini, kültürü,
törenleri ve ananeleriyle özgün bir halk şekillenmiştir. Alevileşmiş
Ermeniler ve Alevi Kürtler ile Zazalar arasındaki ilişkiler, bu
sonuncuların karakteri ve tutumu üzerine damgasını vurmuştur.
Aralarında oluşan benzerlikler, Kızılbaşların deyişine göre
150
A.g.e., s.258.
111
“Kendileri ve Ermeniler arasındaki fark, soğanın kabuğu
kadardır”151.
Ermeni-Alevi ilişkilerini araştırmış olan yazarların (A.
Alboyacıyan, N. Tağavaryan, G. Halaçyan, G. Yerevanyan vd.)
görüşüne göre, günümüzde kendilerini Alevi olarak kabul
edenlerin büyük bir kısmı Ermeni kökenlidir ve bu durum
insanların hafızalarında yaşamanın haricinde, Alevilik içinde
Hıristiyanlık unsurları, din-inanç yaklaşımları, törenler, ananeler
vs. ile de kanıtlanmaktadır.
N. Tağavaryan, Kızılbaşların Ermenilerin kirveliğini152 kabul
ettiği konusuna dikkat çekmektedir, bu ise tabiidir ki, sadece
komşuluk veya iyi ilişkiler içinde olmanın sonucu olamaz.
G. Yerevanyan’ın kanısıyla “Dersim’de yaşayan Alevi veya
Kızılbaş olarak anılan halk, Kürt adı altında gizlenmiş, kanla,
inançla, eski adetleriyle kalmış Ermenilerdir”153, kanıt olarak da
ortak adetlerin belirtildiği büyük bir liste sunmaktadır. Az. Sargis
günü, 12 havariler günü, manastırlar ve ziyaretgâhlara yapılan
ziyaretler vs., bu listede, Aleviler tarafından kutlanan, fakat
Hıristiyanlığa ait olmayan iki yortu belirtmektedir. Bunlardan biri,
peygamberin Kızıldeniz’de yol açtığı, Musa’nın kutsal değneğinin
günü, diğeri ise Ali ile imam Hüseyin’e atfedilmiştir. Aleviler,
“Vartavore ma, Khaçi İsa, Kağınde ma (Noel-H.A.), Hage sur
(kırmızı yumurta günü, Paskalya) yortularını da kendi yortuları
olarak kabul etmektedir”154.
151
N. Tağavaryan, Kıristoneakan, boğokakanutyan yev ğızılbaşneru ağandin
dsınundy, K.Polis, 1914, s.82.
152
A.g.e., s.50.
153
G. Yerevanyan, Patmutyun Çarsancaki hayots, Beyrut, 1956, s.83.
154
A.g.e., s.83-84.
112
Dersim Alevileri arasında etnik Ermenilerin sayısının büyük
olduğu konusunda konuşmalar çoktur. “Dersimlilerin hepsi olmasa
da, büyük bir kısmı, atalarının Ermeni olduğu fikrine sahiptir”155.
Aynı sülalenin bir kısmının Ermeni, diğer kısmının ise Alevi
olduğuna dair tanıklıklar da çoktur. G. Halaçyan’ın kitabından
yukarıda alıntılanan kısımlardan Seyit Munzur’un, “...bizim
atalarımız da Ermeniymiş, hatta benim Karapank mezralarında
yaşayan amca çocuklarım, Alevice konuşmalarına rağmen, milli
kökenlerini koruyarak, Miraklar olarak anılmaktadır. Dersim’de
Miraklar çok var, onların büyük bir kısmı Ermenice
konuşmaktadır” sözleri bu açıdan ilginçtir.
Dersim tarihinde cesaretleri ve nüfuzlarıyla ünlü Mirakyan
sülalesi Mirak olarak anılmaktadır. Bu sülalenin Mamikonyan
soyundan geldiğine dair rivayetler vardır. G. Yerevanyan,
soyadıyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır, “Kürtler, cesur
kişileri seven ve sayan olarak onları MİRO (Kürtçe bey
anlamında) adlandırmışlardır. MALE MİRO, MİROLAR anlamına
gelmektedir”156.
Dersim tarihi ve folkloruna değinen hemen tüm yazarlar, bu
ünlü sülalenin tarihine kısa veya geniş olarak değinmişlerdir.
“Mirakyanların asıl yerleşim yerleri Dujik tarafları olmuştur, Der
Ovan, Çukhur, Ekız (Hakıs), Halvori, Halvori Surb (Aziz-çev.
notu) Garabet manastırı. 1800 yılı nüfus sayımında Mirakyanlar
7.000 kişi olarak sayılmışlardır. Bunlar her zaman dövüş için 3.000
cesur askeri hazır bulundurmuş, korkusuz, atılgan, tüm askeri
alıştırmalara sahip, özellikle de atıcılıkta eşsizdiler.
Mirakyanlar, 1900’lere kadar Dersim’e saldıran Türk
155
156
Andranik, Çanaparhordutyun depi Dersim, Tiflis, 1900, s.161-162.
G. A. Yerevanyan, s.99.
113
ordularını yenilgiye uğratan ve Dersim’in çok sayıda Kürt
aşiretleri arasında birinci sınıf cesaret sergileyen Ermeni aşireti
olmuştur”157.
Mirakyanlar, Ermeni krallarının resimleriyle, Ermenice
yazılı paralar basmış olduklarından dolayı, güçlü de olsa basit bir
aşiret olmaktan fazlası olmalıydı158. Bu dikkat çekici veri, soy
adının G. Yerevanyan tarafından açıklanması, betimlenen askeri
güç ve düzen, bu soyun beylik (Mamikonyan) kökeni hakkındaki
rivayeti tasdik etmektedir.
Bir yandan devlet, diğer yandan ise düşman aşiretleriyle olan
sürekli çatışmalar içinde bulunan güçlü aşiret, 1880’lerden itibaren
zayıflamaya ve farklı bölgelere dağılmaya başlar, birçoğu göç eder.
1915 yılında bu aşiret düzenli bir güç olarak artık varlığını
yitirmişti.
Dersim Ermenilerinin XVII. yüzyılda başlayan toplu ihtidası,
inişli çıkışlı olarak daha sonraki asırlarda da sürmekle birlikte,
Ermenilerin bir kısmı, Mirakyanlar da dâhil olmak üzere, 1915’e
kadar benliğini, dilini, dinini, kiliselerini ve milli yaşantısını
korumaya sürdürür.
4. 1915 yılı ve sonrası
Öncelikle bir-iki cümleyle 1895 olaylarına değinelim.
Dersim’de, imparatorluğun diğer Ermenilerle meskûn bölgelerinde
olduğu gibi kitlesel katliamlar düzenlenmiş olmamasına rağmen,
bu bölgedeki yağma kendine özgündü (direniş fazla olmadığından
dolayı katliam olmadı). Türk-Kürt güruh, merkezi ve yerel
157
158
A.g.e., s.97.
Alboyacıyan Arşak, Patmakan hayastani sahmannerı, s.460.
114
yönetimler tarafından düzenlenen vahşet, yağma ve soygun
konusunda ayrıcalıklı örnekler vermiştir.
G. Yerevanyan, tüm bölgenin yağmalanma ve soyulmasını
ayrıntılı bir şekilde betimlemektedir. İşte Çarsancak yağmasından
bir tablo, “Dersim Kürtlerinin insan seli, Çarsancak bölgesine aktı.
Çakmaklılar, tabancalar, kılıçlar, kamalar, baltalar ve daha çeşitli
silahlarla donatılmışlardı. Bu Dersimli güruh, aç kurtlar gibi,
Medskert ve Dzorak’tan Çarsancak Ovası’na girdi, tüm Ermeni
köylerini, ev ve kişileri soyup yağmalayarak. Ardından da,
çekirgeler gibi arkalarında kuru bir ıssızlık bırakarak
uzaklaştılar”159. Tüm Ermeni yerleşimlerinde aynı yağma
düzenlenir.
***
1915 yılında Ermenilerin tehciri ve katliamları Dersim’de de
genel olarak, imparatorluğun diğer bölgelerindeki gibi gerçekleşir.
İhtida edenler, kendilerine yabancı olmadığı için büyük oranda
Aleviliğe dönüyordu. Yukarıda belirtildiği gibi, birçoğu Alevi
akrabalara veya arkadaş ve dostlara sahipti. Lakin bu durum açıkça
yapılmıyordu, çünkü devletin planına göre ihtida demek,
İslamlaşma demekti.
Cellâtlarının elinden bir şekilde kaçıp kurtulan, yerli veya
daha başka yerlerden gelen binlerce Ermeni’nin, Dersim’e
sığınmış olduğu bilinmektedir. Dersim Alevileri, bu insanların
birçoğuna, Doğu Ermenistan’a geçmeleri için yardım etmiştir.
Bunu, Dersim’de hemen herkes bilir. Çok sayıda Dersimliden,
159
G. Yerevanyan, s.377.
115
siyasetçilerden, memurlardan, aydınlardan, gazetecilerden, basit
insanlardan duydum bunu.
Bu olaylarla ilgili elimin altında bulunan sözlü (sesli veya
resimli olarak kaydedilmiş) ve yazılı birçok malzemeden, “Sabah”
gazetesi avukatlarından Hüseyin Aygün’ün sözlerini seçtim,
“Ermenileri
topladıklarında,
tehcire
ve
katletmeye
götürdüklerinde, Dersimliler son derece saygın bir yaklaşım
gösterdiler. Bölgenin bu “kadim halkına” Hızır gibi zamanında
yardıma koştular, onları sakladılar, Erzincan’a kadar götürüp,
Ruslara teslim ettiler ve güvenliklerini sağladılar”160.
Lakin 1895 yılında Ermenileri yağmalayıp soyan Dersim’in
Sünni Kürtleri ile diğer İslam aşiretler, bu defa da Türklere destek
verip, Ermeni katliamlarına, mal varlıklarının yağmalanması ve
çocukların İslamlaştırılması konusundaki belki de en hayasız işe
katıldılar…
İhtida kurbanlarından biri olan G. Yerevanyan, tellalın
sesinin şehrin bir ucundan diğerine ulaştığını hatırlamaktadır, “Beş
yaşından yukarı olan tüm Ermeni çocukları erkek veya kız,
muhakkak hükümete teslim edilmelidir…”161.
Her bir yerleşim yerinden yüzlerce veya binlerce çocuk
toplayıp, dinlerini değiştiriyorlardı, “Ermeni çocukların isimlerini
değiştirip, bunların yerine Süleyman, İbrahim, Hasan, Sabri ve
daha başka Türkçe isim koydular”162.
Dersim’in yaklaşık 200 bin kişilik163 nüfusunun üçte birini
160
“Sabah” 18-9-2010, gazetenin eklediğine göre “İddialara göre, bölgeye
sığınmış 20 bin Ermeni Erzincan üzerinden kurulan “yer altı demiryolu”
vasıtasıyla Rusya’ya kaçıp, kurtulmuşlardır.
161
G. Yerevanyan, belirtilen çalışma, s.455.
162
A.g.e., s.456.
163
Yerevanyan, bu rakamı vermekle birlikte, eklemektedir, “Lakin bu sayı
116
oluşturan Ermeniler, ihtida edenler ve Alevilerin yanında
gizlenenler haricinde, hemen tamamen tehcir ve imha edilir.
Bazı verilere göre 1937-38 tarihlerinde Dersim halkına karşı
gerçekleştirilen soykırım esnasında, 1915 sonrasında Alevi
kimliğiyle yaşayan yaklaşık 15 bin Ermeni katledilmiştir. Ordunun
binlerce Ermeni ve Zaza’yı sürüp katlettiği Leş Deresi’ni
(olaylardan sonra bu adı almıştır) tüm Dersimliler bilir.
5. Dersim Ermenilerinin kaygıları
Günümüzde Dersim164 Vilayeti’nde yaşayan Zazalar, Kürtler,
Ermeniler ve diğer halklar, milli benliklerin uyanış dönemini
yaşamaktadır. Bu zor dönemde onları bekleyen nelerdir? Türkiye
Cumhuriyeti yöneticilerinin, Osmanlı İmparatorluğu döneminde
başlanıp, Ermeniler ve ülkedeki diğer halklara yönelik günümüze
kadar farklı metotlar ve şekillerle süren165 soykırımı tamamen
inkâr ederek, tekrarlanmasını fiili olarak ihtimal dâhilinde
tuttukları sürece tahminler yapmak hayli zordur.
Lakin uyanış içinde bulunan halkların kararlılığını ezmek
zordur. İşte, Aram Ateşyan’ın, gazeteci Erkam Tufan Aytav’ın
yapmış olduğu röportaj esnasında, Dersim Ermenileriyle ilgili
tahminidir, Dersim’de hiçbir zaman sayım yapmak mümkün olmamıştır”
(A.g.e., s.76); P. Natanyan’ın verilerine göre, o dönemde Dersim’in nüfusu 140
bindi, bunlardan 100 bini Kürt, 30 bini Ermeni, 10 bini Türk’tü. Bk. Artosr
Hayastani veya Teğekagirk Balua yev şrcaka kağakats u güğoreits, K.Polis,
1883, s.100-102.
164
1937-38 soykırımından sonra Dersim’in adı Tunceli olarak değiştirilmesine
rağmen, bu isim halk tarafından benimsenmemiştir.
165
Kültürel mirasın yok edilmesi, manastır ve kiliselerin yıkımı, ayrıca ihtida
sürecinin sürdürülmesi, yabancı düşmanlığı propagandası, halkların kodlanması
vs. ima edilmektedir.
117
sorusuna vermiş olduğu cevap. Bu, görevi icabı konu hakkında iyi
bilgisi bulunan belediye başkanının Dersim’in mühtedi (gizli)
Ermenileri hakkında sunmuş olduğu bilgiler olduğundan dolayı
ilginçtir.
“- Tunceli taraflarında çok sayıda kripto Ermeni’nin
bulunduğu söyleniyor, bu doğru mu?
- Doğrudur, Tuncelinin %90’ı Ermeni’dir. Nasıl diye
soracaksınız. 30 yaşlarında bir genç gelip, “Ben Ermeni
kökenliyim, dinime dönmek istiyorum” dedi. “İspat et”, dedim,
ispat edemedi, ben de kabul etmedim.
Lakin inatla geldi gitti, pes etmedi. Gidip gelip beni rahatsız
etti, daha sonra babası beni aradı ve “Beyefendi, ben belediye
başkanıyım, görevimden uzaklaştığımda ben de İstanbul’a gelip
dinimi değiştireceğim, buradaki halkın %90’ı Ermeni’dir, kabul
edin” dedi.
Ben de kabul ettim. Derslere katıldı, vaftiz oldu, kilisemizin
üyesi oldu”166.
Dersimlilerin benliğinin uyanışının bu kanıtı, tek bir kişinin
almış olduğu kararın çeperini çoktan aşmıştır, bunun kanıtı 2010
yılında Dersim Ermenileri Derneği’nin kuruluşudur. Bu dernek
cesur bir adım atmıştır. Mühtedi Ermeniler o zamana kadar, sadece
Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra kendilerini Ermeni olarak ilan
ederken, Dersim Ermenileri Derneği’nin kuruluşuyla yeni bir
durum oluştu. Alevi veya Müslüman birçok Dersimli Ermeni,
henüz Hıristiyanlığı kabul etmemişken, Hıristiyanlığı kabul etmiş
olanlarla birlikte bu dernekte birleşerek, kendilerini Ermeni olarak
ilan etti. Dernek resmen kaydedildi ve temel amaçları ilan edildi.
166
http://haber.stargazete.com/guncel/tuncelinin-yuzde-90-ermeni-iddiasi/haber749164
118
Atalarının inancına dönüş, Ermeni dilinin öğretimi, Dersim Ermeni
kiliselerinin restorasyonu.
Kendi tarihlerini bilmenin öneminin bilincinde olarak
DERSİYAD dergisini kurmuş olmaları enteresandır.
Hayatı boyunca kendi kimliğini çevresinden ve pek çok kez
de kendi kendisinden gizlemiş, bastırmış, başkasının kimliğiyle
yaşamış ve sayısız arayışlardan yorgun ve kendi kimliğini bulmak
(veya yeniden sahip olmak) yolunu seçen 38 kişinin
haletiruhiyesinin ilginç bir tezahürüdür Dersim Ermenileri Derneği
kurucu başkanı Mihran Pırkiç’in, 2010 yılında vaftiz olmasının
ertesinde ve derneğin kuruluşunun öncesinde basında yayınlanan
mektubu. İşte o mektup.
Olacaksa böyle olsun (parev)
Evet yaşım 50 ömrümün destisi doldu dolacak. Bu güne
kadar gün oldu Türk oldum okula başladım, Türküm, doğruyum,
calışkanım dedim. Gün gecti Kürt oldum Zaza’ca öğrendim,
zamanı geldi Alevi oldum, cem tutup semah döndüm, birde baktım
devrimci olmuşum. Yaşasın halkların kardeşliği dedim. Oysa
benim gerceğim bunlar değildi çünkü ben zulüme uğramış,
kadınları kızları toplu tecavüze uğramış, yol kenarlarında
insanlarımın cesetleriyle dolu soykırıma uğramış kadim bir halk
olan bir Ermeni coçuğuydum. Türk oldukça dilimi unuttum, Kürt
olduğumda halkımı unuttum, Alevi olunca dinimi unuttum. 50
yaşımdan sonra kim olduğumu hatırlayıp öğrenince de milliyetçi
oldum. Neyse benim milliyetçiliğim bana kalsın. Devrimci
kardeşlerim eleştirileriniz kabulümdür. Gecmişimizle ilgili kitaplar
yazılmaya başlayınca bizde okuyunca öğrendik dedelerimizin neler
119
yaşadığını, gözleri yaşlı çıktık yola, Dersimden ne kadar gecmişi
Ermeni olan var, bir öğrenelim dedik. Dernek kurmaya karar
verdik, bunu da başaracağız sayılı gün kaldı. Gördük ki
Avrupa’dan Türkiye’nin değişik yerlerinden bizi bekleyenler
varmış, şimdiden arayıp duruyorlar derneği ne zaman
kuracaksınız diye. Evet az kaldı yardımlarınızla Dersim
Emenilerinin tabusunu yıkıp kendimizi bulacağız. Kavuşmak
dileğiyle GÖRÜŞÜRÜZ( PARİ OR)
Mihran Pırgic Gültekin
120
BEŞİNCİ BÖLÜM
Ortak Türk kimliği yalanının yıkılması
1.
Mühtedi Ermeni kimliğinin uyanışı
Ortak millet-ortak Türk kimliği yaratma konusundaki
İttihatçı-Kemalist plan yıkılmıştır. Zorunlu İslamlaştırma ve
Türkleştirme yoluyla asimilasyon siyaseti, ortak Türk kimliği
hayalinin içerden yıkılmasına varır. Kürtleri asimile etme
siyasetinin neticesi ise, giderek ideolojik ve siyasi bir uyanış
sergileyen Kürt silahlı mücadelesiyle son bulur. Milletler, sınıflar,
toplumsal-siyasi güçler ve kısmen de askeriye temsilcileri,
toplumun iç sarsıntılarından oluşan ayrım çizgisinin iki tarafında
ve farklı düzeylerde kendilerini bulur.
Türk vatandaşının eğitimi konusunda sarsılmaz bir itibara
sahip olup, bir kutsallık olarak kabul edilen ders kitaplarının
içeriği zan altına alınarak, en sert tenkitlere uğrar. “139 ders
kitabını inceleyen Tarih Vakfı ve TİHV'nin hazırladığı rapora göre
ders kitapları militarist, milliyetçi, bilimsellikten uzak, kadına
karşı ayrımcı ve ırkçı”167.
Bu raporda özellikle, kitaplarda propaganda edilen, Türkiye
halkları arasında yabancılaştırma ve düşmanlaştırma tehlikesi
167
http://bianet.org/bianet/siyaset/112236-ders-kitaplari-insan-haklariihlalleriyle-dolu
121
üzerinde durulmuştur, “‘Farklı olanı görmezden gelme, görünmez
kılma’ da, açık ya da örtük ayrımcılık kadar, bir insan hakları
ihlalidir. Ders kitaplarında Anadolu’da yaşayan halklara ya hiç
değinilmiyor ya da düşmanlaştıran/düşmanlık aşılayan ifadelerle
yer veriliyor. Ermeniler, Rumlar ve Süryaniler gibi gayrimüslim
halklara yönelik ayrımcı ifadeler ders kitaplarından tamamen
temizlenmeli; Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Aleviler, Araplar gibi
Anadolu’da yaşayagelen farklı etnik ve dinsel toplulukların
‘yokmuş’ ya da ‘zararlıymış’ gibi sayılmalarına son verilmeli,
onların farklı dil, din, inanış ve kültürleriyle Türkiye toplumunun
ve kimliğinin ana bileşenleri oldukları gerçeğine ders kitaplarında
da yer verilmeli. Ders kitaplarında sadece ‘biz’e ait olduğu ima
edilen ‘milli değerler’, açık ya da üstü örtülü bir biçimde ‘öteki’
toplum ve kültürler aleyhine yüceltilmemeli, ‘öteki’ler çeşitli
biçimlerde aşağılanmamalı ve herhangi bir biçimde düşmanlıklar
özendirilmemelidir. Ders kitaplarında ulusal kimliğin bir sürekli
tehdit algısı üzerinden kurulması, herhangi bir yolla ezelden ebede
değişmeyen ‘dost’ ve ‘düşman’ tanımlarının ya da imalarının
varlığı, barış kültürünün gelişmesine engeldir. Türkiye’nin
etrafının hep düşmanlarla sarılı bulunduğu ve yurttaşlarımızdan bir
bölümünün ‘iç düşman’ olduğu imasından tüm derslerde uzak
durulmalıdır”168.
16 Mart 2009 tarihinde, Azınlık Hakları Uluslar Arası Grubu,
"Unutmak mı Asimilasyon mu? Türkiye’nin Eğitim Sistemi'nde
Azınlıklar" başlıklı raporunu bugün açıklayan grup, Türkiye'deki
eğitim sistemini azınlık haklarını inkar ederek bu grupları asimile
etmek, Türklük kimliğini ve milliyetçiliğini teşvik etmeye
168
Radikal gazetesi, 08. 02. 2009.
122
çalışmakla suçluyor.”
Uluslararası Azınlık Hakları Grubu (MRG), hükümeti,
okullarda azınlık çocuklarına karşı, farklı kültür, dil, tarih ve
dinlerini yok sayarak yapılan ayrımcılığın durdurulması için
harekete geçmeye çağırdı”169.
Bu değerlendirmeler, yabancı veya uluslar arası kuruluş ve
kişiler tarafından yapılmayıp, Türkiye İnsan Hakları Derneği, Tarih
Vakfı ile Azınlık Hakları Uluslar Arası Grubu tarafından
yapılmaktadır ve bu durum, ortaya konanları daha da
vurgulamakta ve önemli kılmaktadır, çünkü raporu hazırlayanlar,
tüm bunları çok iyi bilmenin ötesinde, kendi devletlerini, ülke ve
toplumun gelişmesini engelleyen bu menfi olgulardan arındırılmış
görme konusunda yararı olan kimselerdir.
Benzer tartışmalar, 2002 yılından sonra Türkiye’de mümkün
olmaya başlar. İslamcıların yönetimde olduğu sekiz yıl zarfında
azınlıkların hakları, dilleri, kültürleri ve özellikle de Ermeni
Soykırımı ve Ermeni Sorunu konusunda, önceki yılların
tamamında yapıldığından daha fazla yazılıp, konuşulmuş olduğu,
olağanüstü bir gerçektir. Üstelik bu, bu konunun Türkiye’nin en
büyük tabularından biri olduğu durumundayken.
Milli, insani, dini, eğitimsel ayrımcılıklara bir son verme,
Avrupa Birliği ve farklı devletler ile uluslar arası kuruluşların
talepleri ile çağrıları, ülke yöneticilerini çelişkili durumlarda
bırakmakta, tarihi gerçeklerin ortaya çıkmasının, tarihi sahtekârlık
üzerine kurulmuş olan Türk toplumunun milli kimliğinin
yıkılmasına yol açacağının bilincinde olan milliyetçi çevreleri ise
açık tepkiye itmektedir. Örneğin, eski başbakan Erdoğan’ın
169
http://www.bianet.org 16.3.2009.
123
tutumunu, çelişkilerin en tipik dışavurumu olarak kabul etmek
mümkündür. İşte, Şubat 2008 tarihinde, Almanya’da, bu ülkeye
göç etmiş olan Türk vatandaşlarına yönelik konuşması,
“Farklılıklar bir toplumun zenginliğidir… 'Ben ve ötekiler dersek'
işte orada artık 'barış tehdit altında' demektir. Ötekileştirme
anlayışının olmaması lazım. Önce kendi dilini çok iyi bilmesi
gerekir ki öğreneceği Almancayı da çok iyi öğrenebilme şansı
olsun. Dil biliminin esası da budur ”170.
İlk görünüşe göre, İngiliz ve Almanlar tarafından, ülkesinde
gerçekleştirilen bilimsel araştırmalara istinaden “halkın %37-40’ı
kendisini Türk olarak kabul etmemekte”171 olduğu ve 36 dilin
konuşulduğu172 bir başbakan bundan daha sağduyulu
konuşamazdı. Lakin aynı Erdoğan, “… bu yılın Mart ayında,
Hakkâri’de şöyle konuştu, “Tek dil, tek millet, kimin işine
gelmezse çeker gider”173, Mayıs ayındaki parti toplantısında ise, şu
fikirleriyle herkesi şaşırttı, “Farklı etnik kimliğe ait insanlar yıllar
boyunca ülkemizden kovuldu. Bu, görünüşe göre, faşist bir
yaklaşımın
sonucudur”174.
Bu
düşüncelerden
hangisi
Erdoğan’ındır? Büyük bir ihtimalle ikincisi. Çünkü Erdoğan, bu
sözleriyle Baskın Oran’ı (ve herkesi) hayrete düşürürken, ondan
bir hafta önce Polonya’da yapmış olduğu konuşmasında,
Türkiye’de çalışan 40 bin Ermeni hakkında samimi olup,
170
“Agos” haftalık gazetesi, 5-6-2009.
Hay datn aysor, Tahran, 2005, s.46; ayrıca bk.
http://www.milligazete.com.tr/index.php?action=show&type=writersnews&id=
17302
172
www.ethnologue.com’da yayınlanan ve Türkiye ile dünyada konuşulan tüm
dillerle ilgili ayrıntılı bir araştırma, Türkiye ile ilgili rapora istinaden,
Türkiye’de 36 dil konuşulmaktadır.
173
Milliyet gazetesi, 13-3-2009.
174
Radikal gazetesi, 24-5-2009.
171
124
“Gerekirse, onların hepsini geri yollarız”175 demesi hiç de
şaşırtmamıştır.
Eski başbakanın demokrasi emellerinin farklı niyetler
güttüğü, Türkiye’de siyasi partiler, ordu ve haber kuruluşları başta
olmak üzere herkes tarafından bilinmektedir.
CHP temsilcisi Onur Öymen, Erdoğan’ın sözlerini şöyle
cevaplamıştır, “Başbakanın ne demek istediğini anlamadım.
İnsanların etnik aidiyetleri nedeniyle ülkemizden çıkarıldığını
hiçbir zaman duymadık. Olmamış olayları olmuş gibi göstermek,
hiçbir başbakana yakışmaz”176. Milliyetçi Hareket Partisi üyesi
Oktay Vural ise, “Sevr dönemi özleminde misiniz? Bu millet
tarihinin hiçbir döneminde ırkçı olmamıştır. Başbakan Orhan
Pamuk gibi konuşmuştur”177, diye uyarmıştır.
Benzer çelişkili açıklamalar ve çalışma stilinin açıklaması,
özellikle milliyetçi basın tarafından zaman-zaman ele alınan,
Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu en büyük tehlikede gizlidir.
Bu tehlikenin kaçınılmazlığı, en iyi şekilde hissedenlerden biri,
tanınmış milliyetçi ve yabancı düşmanı Mehmet Şevket Eygi’dir.
“Sovyetler Birliği'ndeki perestroykadan sonra Birlik dağılmış.
Bizde de şu anda çok derin bir perestroyka fırtınası esiyor. Bunun
sonunda ülkemizin parçalanmasını isteyen güçler emellerine
ulaşabilir. "Oh Musul ve Kerkük de bizim olacak!" gibi ham ve
çocuksu hayallere kapılmayalım. Eldeki Türkiye'yi koruyabilsek
bizim için büyük nimet olur. Talabani'nin ve Barzani'nin bizimle
birleşme teklifleri büyük bir tuzaktan ve aldatmacadan ibarettir.
175
Milliyet gazetesi, 15-5-2009.
Taraf gazetesi, 25-5-2009.
177
Radikal gazetesi, 26-5-2009; ayrıca bk.
http://www.milligazete.com.tr/makale/muslumanlarin-birlesmesi-134155.htm
176
125
1923'te Lozan'ın gizli protokolleriyle gerçek hürriyet, bağımsızlık
ve kimliğimizi kaybetmiştik. Her şeye rağmen Anadolu'da ve
küçük Trakya'da sûrî/şeklî de olsa bir bütünlük kalmıştı. Şimdi onu
da yitirmek tehlikesiyle burun burunayız”178.
Milli Savunma bakanı Vecdi Gönül her ne kadar “Eğer
Ermenileri, Rumları sürmeseydik milli devlet olamazdık”179
sözleriyle, bu konuda emin olsa da, dış bütünlüğün kaybı
tehlikesinin sebebi, tabii ki iç bütünlüğün (ortak Türk kimliği)
yokluğundan kaynaklanmaktadır.
Yukarıda belirtilen düşünce şeklinin taşıyıcıları, nesilden
nesle Türk toplumuna bu halkların hain, sadakatsiz milletler
oldukları düşüncesini aşılayarak, modern Türkiye’yi, diğer halkları
on yıllar boyu yok ve tehcir etme sayesinde yaratmışlardır.
Günümüzde, Kemalist Türkiye’nin organizasyon ve ideoloji binası
ilk çatlaklarını verirken, Türkiye yöneticilerinin, karşı karşıya
oldukları bir numaralı sorun olan, Türkiye’de yaşayan halkların
nihai olarak asimile edilip Türkleştirilmesini henüz çözememiş
oldukları belli olmaktadır.
On yıllar boyu ustaca ve özenle gizlenen ortak kimlik
yanılgısının açığa çıkması, yeni-yeni sorular ortaya atmaktadır.
Diğer halklar hakları, dinleri, dilleri ve kültürleriyle nasıl ve
nereden ortaya çıkmıştır, toplum bu konuda neden bilgi sahibi
değildi?
Tanınmış milliyetçi Yusuf Gezgin dehşetle, “...asli unsur
olduğu iddia edilen Türkler (Karatürkler) bu milli devlette söz
sahibi değil! Aksine en çok itilen kakılan, horlanan, dini, milli,
178
179
Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazete, 31-7-2009.
http://www.sagduyu.de/blog/?p=251
126
kültürel değerleri aşağılanan onlar…”180, diye belirtmektedir.
Üstelik tüm bunlar, “Anadolu hiçbir dönemde bu oranda bir
Türk ve Müslüman nüfusa ulaşmamıştı. Ama aynı zamanda
Türkler kurduğu hiçbir devlette bu kadar zayıf ve etkisiz
olmamıştı. Türklerin kurduğu pek çok devlette Türkler çoğunluk
değildiler, ama yöneticiydiler, etkiliydiler”181, şartlarında.
Etkili ve yönetici Türk figürünün (“siyah Türk”, yani etnik
Türk-H.A.) tekil egemenliğinin, milletler ve insanların eşitliği
talebi anlamına gelen, diğer halkların uyanması babında
zayıflaması, Türk milliyetçiliği açısından bir tek anlama
gelmektedir, Türkiye’nin parçalanması ve yok olması. Demokratik
Türkiye’nin yakın perspektifiyle coşku duyan tüm idealistlere,
Türk aydını Ergun Babahan’ın endişe veya şüphesini hatırlatmak
gerekir, “Türkiye ortasından ikiye bölünmüş bir ülke
görünümünde ve bu araştırma ülkemizin çok ciddi bir `Türk
Meselesi` olduğunu gösteriyor. Kendinden farklı olandan iğrenen,
ona katlanamayan bu insanları normalleştirmek mümkün mü,
bilemiyorum. Ancak hoşgörüden bu kadar yoksun insanların, bu
kadar güçlü olduğu bir ülkede demokrasiyi kökleştirmenin kolay
olmadığını biliyorum.”182
2. Ermeni karşıtı propaganda
Ermeni, Rum ve Süryani’lerin soykırımıyla neticelenmiş
olan, İttihatçıların tek unsurlu bir ülke yaratma planı, farklı şekil
180
Yusuf Gezgin, http://www.sagduyu.de/blog/?p=251
A.g.e.
182
Ergun Babahan, Star gazetesi, 6-6-2009.
181
127
ve modellerle Kemal ve halefleri tarafından sürdürülerek, şu veya
bu çapta daha yaklaşık 50 halk üzerine de yayılmıştır. Günümüzde,
bu planın bozulduğu veya yarım kaldığı anlaşıldığında,
milliyetçilerin akıllarında ikinci bir soykırım planı mayalanmıyor
mu acaba?
Milliyetçilerin fikirleri ve açık veya gizli (derin) çalışma
stiline üstünkörü bir bakış dahi, bu sorunun bir abartma olmadığını
gösterecektir. Bir zamanlar İttihatçılar gibi, Türk toplumunu
birleştirip, onlara karşı cihada kaldırmak için, günümüzde de iç ve
dış düşman figürleri yaratmaktadırlar. Milli, resmi, siyasi, askeri
ve ideoloji alanında açık veya gizli lider ve egemen şahıslardan
oluşan bu kişiler maddi, idari, siyasi ve askeri açıdan önemli
imkânlara sahip olup, genç nesilleri arkalarından sürüklemek için
programlı ve sistematik geniş çaplı faaliyet göstermektedir. E.
Babahan bu konuda şöyle yazmaktadır, “En seçkin üniversitelerin
bile ‘Öteki’ne düşmanlıktan başka his beslemeyen, cinayeti
kutsayan, faşizan zihniyetli insanlar yetiştirdiğine tanıklık
ediyoruz. Faşizan, çünkü `Öteki`ne yaşam hakkı ve alanı
tanımıyor. Elinden gelse, başı örtülüyü, Kürt`ü 1915`deki gibi
sürüp atacak bu topraklardan”183.
Görüldüğü gibi, bazı Türk aydınlar da 1915’in tekrarlanması
tehlikesini sezinlemektedir. Peki, kimdir bu insanların düşmanları?
“Gizli (kripto) Ermeniler, onların başlıca destekçisi Rum azınlık ve
üst düzeydekilerin nefret edilesi temsilcileri. Bu sonunculardan
oluşan bizim sınıfımız, tabii ki bizim iç siyasi kuruluşlarımız, gizli
dernekler, devletimiz ve resmi üyeler arasında teşkilatlanmış olan
namertler. Yani Ermenistan, Yunanistan, Fransa, İngiltere,
183
Ergun Babahan, Star gazetesi, 6-6-2009
128
Almanya ve ABD, sarmaş dolaş Türk’ün, Türkiye’nin ve İslam’ın
düşmanlarıdır... tüm bilinmeyen suçluların, anarşinin, terörün,
cinayetin, canilerin ve onların tüm çabalarının altında şüphesiz,
Rum ve Ermeni teşkilatları yatmaktadır.
Çünkü amaç ve
beklentiler sürekli Türk’e ve Türkiye’ye karşı düşmanlık, kan, kin
ve nefret üzerine kurulmuştur184”.
Milliyetçi Türk basını, vaaz ettikleri fikirlerinin, toplum
içinde derin kökler saldığı, benzer yazılarla doludur. Türk
toplumunun yabancı düşmanı ve özellikle de Ermeni karşıtı
yaklaşımları, 500 bin nüfusa sahip Kayseri’de oynanacak olan
Türkiye-Ermenistan futbol maçının düzenlenmesine karşı Nisan
ayında düzenlenen imza kampanyasına 15 gün zarfında 250 bin
kişinin katılacağı derecede had safhadadır. İmza kampanyası
“Şehrimde, Azerbaycanlı kardeşlerimin cellâtlarını görmek
istemiyorum” sloganı altında ve sınırı açmama talebiyle
sürdürülmüştür.
On yıllar boyu İstanbul’un haricinde, Batı Ermenistan’da,
Kilikya’da ve Türkiye’nin diğer bölgelerinde Ermenilerin varlığını
inkâr eden Türkiye yöneticileri, siyasi güçler, basın, aydınlar, farklı
resmi ve gayrı resmi kuruluşlar, son 10-12 yıl zarfında her yerde
gizli Ermeni bulma konusunda çaba esirgememektedir. İstanbul’da
yaşayan 60 bin Ermeni haricinde, “Günümüzde Anadolu’da... 500
bin ile bir buçuk milyon arasında Ermeni nüfus olduğu tahmin
edilmektdir. Bu kesimin bir bölümü gerçekten Müslüman olmuş ve
Türk ve Kürt toplum içinde erimiş gitmiştir. Fakat önemli sayıda
Ermeni gizli olarak Ermeni benliklerini ve dinlerini korumaktadır.
Günümüzde bu kesimin çocukları, açık Ermenilerden daha
184
Yusuf Gezgin, http://www.sagduyu.de/blog/?p=251
129
etkilidir. Doğum yerleri ve isimlerini değiştirip büyük şehirlere
gelmiş olan gizli Ermeniler, bürokrasinin en stratejik noktalarında,
sanat ve basın camiasında çok etkilidir”185.
Burada, Türk milliyetçi basını ile siyasi-aydın kesimi
tarafından, Ermeni karşıtı propagandanın siyasi gereklerine göre
gizli Ermenilerin sayısının peyderpey büyütülmesi dikkatleri
çekmektedir.
Farklı ülkeler tarafından Ermeni Soykırımı olgusu art arda
tanınmaya başlayınca, bazı Türk tarihçiler, kurbanların sayısını
azaltmak için, kurtulanlarla ilgili daha büyük sayılar ortaya atmaya
başlar. Bugün bu duruma bir başka siyasi tablo daha eklenmiştir.
Ermenilerin, Türkiye bütünlüğü ve devletini tehdit eden bir güç
olduğunu tüm imkânlarla kanıtlamak, bu tehlikenin çaplarını da
büyütmek amacıyla daha büyük bir sayı, bir buçuk milyon ortaya
atmak gerekmektedir.
“Ülkemizde bugün güçlü ve etkili bir kesim vardır ve biz
bunu “kripto yabancılar” olarak adlandırmaktayız”186.
Ermenilerden gelen tehlike, Kürt tehlikesini “unutturacak”
ölçüde büyüktür. Dahası, Kürt halkının da tehlike içinde olduğu
ortaya çıkmaktadır, “Kürtler bu milletin evladı olarak devletin
başında bile Kürtçülük yapmamışlardır. Yalnız onlar Ermeni
dönmeleri veya diğer milletlerden olduklarına inanan dönmeler,
Kürtleri istismar etmekte ve kullanmaktadırlar. Bunların
davranışları bir fitne hareketidir. Bir ayrılık ve ayrıştırma
hareketidir (vurgulamalar H.A.)”187. Bazıları ise beklemektedir,
Bazıları da “... birbirlerine karşı düşmanlaştırılmış ve kışkırtılmış
185
A.g.e.
Yusuf Gezgin, http://www.aktifhaber.com
187
Seyfi Şahin, http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?id=4433
186
130
(Ermeniler veya diğer milletlere ait dönmeler tarafından-H.A.)
Kürtler ve Türklerin uyanacakları zaman...”188.
Görüldüğü gibi, daha birkaç yıl önce Öcalan’ı da çok sayıda
silah arkadaşıyla birlikte Ermeni olarak ilan eden faşist beyinlerde,
1915-23 yıllarında Ermenileri Kürtlerin eliyle katletme siyaseti
geçmişe özlem uyandırmıştır. Sayıları milyonlara ulaşan Kürt
halkının mücadelesini gizli Ermeni ihaneti olarak takdim etmenin
o kadar da ikna edici olmadığından dolayı bu yaklaşım meyve
vermeyince, yukarıda belirtilen ihanet planlarıyla birlikte,
Ergenekon’un Ermeni-Yahudi menşeli olması rivayeti ortaya atılır.
Üstelik, “belirlendiği üzere” kripto Ermeniler ile bu
konularda daha tecrübeli ve becerikli olan kripto Yahudiler son
yıllarda birçok alanda birlikte hareket etmektedir “Kripto
Ermeniler Ergenekon’un beyin takımı gibi görünmüyor. Ama
alanda iş yapanlara, ortamı provoke edenlere baktığımızda altından
hep (kripto) Ermeniler çıkıyor. Derin işlerde Ermeniler operatör,
icracı; Ermenilerden daha beyaz olan Yahudiler ve Sebataylar ise
karar verici görünüyor… Bugün stratejik noktalarda pek çok kripto
Ermeni ve Sebatay vardır”189.
Ergenekon’un liderlerinden Veli Küçük Ermeni’dir.
“...Anadili gibi Ermenice konuştuğu -yandaşlarının ifadelerinde
geçtiğinden dolayı- Ergenekon dosyasında yer alan Veli Küçük
Ermeniceyi nasıl ve nereden öğrenmiştir?190”
Son derece karanlık bir geçmişe sahip olan Küçük’ün, resmi
görevde bulunduğu süre içinde emirleri sayesinde binlerce Türk ve
Kürt’ün birbirlerini öldürmüş olduğu ortaya çıkmaktadır, “Veli
188
http://www.aktifhaber.com, 3-8-2009.
Yusuf Gezgin, http://www.aktifhaber.com, 3-8-2009.
190
A.g.e.
189
131
Küçük, sözkonusu bölgenin insanlarını Türke ve Türk devletine,
hem de “devlet” ve “Türkçülük” adına, düşman etmek için tüm
imkânlardan becerikli bir şekilde yararlanmıştır”...
“Ergenekon örgütünün “müdahale” ortamı oluşturmak için
ortamı ısıtmakta kullandığı Rektörler hep Ermenidirler”191.
“İsterseniz Ergenekon örgütünün önemli başka bir aktörüne
daha mercek tutalım. İşçi partisinin liderliğini, DEV-GENÇ’in
başkanlığını yapan, Apo’ya çiçek uzatan, provokatif pek çok
olayın mutlaka bir yanında bulunan, kışkırtıcı yazılar yazan,
Maocu ve Çin taraftarı iken; Rusya’yla, Aleksandr Dugin ile iş
tutan; ama gerçekte İngiliz servisi adına çalıştığı bilinen; son
dönemlerde Türkçü-ulusalcı-askerci kesilen; şu anda Ergenekon
davasından tutuklu olarak cezaevinde bulunan Doğu Perinçek
kimdir?
Doğu Perinçek’in ailesi Erzincan ili, Eğin (Kemaliye) ilçesi
Apçağa köyündendirler”192.
Bu köyde yaşayan tüm Perinçeklerin, yani Doğu Perinçek’in
seleflerinin, arşiv belgelerine istinaden Ermeni olduklarını
yazmakta, fakat neden hiçbir arşiv belgesi yayınlamadığı açıklık
kazanmamaktadır.
Nihayet, söylenenlerin şüphe götürmemesi için, bunun
sarsıcı bir buluş olması gerekmektedir, özellikle de inanmamak
için ortada haletiruhiye açısından hiçbir engel olmadığından
dolayı, “Ülkesine bağlı, diaspora ile problemli, açık bir Ermeni
olan Hrant Dink’in öldürülmesinde azmettirici Elazığ Karakoçan’lı
Erhan Tuncel’in kökeni de Ermeniliğe çıkıyordu. Görüleceği üzere
en millici, en ulusalcı olarak piyasaya sürülen Ergenekoncuların
191
192
A.g.e.
A.g.e.
132
kökeni Türk ve İslam çıkmıyor…”193.
Adalet sisteminde, orduda ve üniversitelerde önemli oranda
kripto Ermeni bulunmaktadır. Üniversitelerde çalışanlar yer-yer
açığa çıkarılmakla birlikte, orduda ve adalet sisteminde
bulunanların isimlerini telaffuz etmeye kimse cüret etmemektedir.
Bu propagandaya karşı gelen bazı Türk aydınlar ve yazarlar
ya mecburen ülkeyi terk etmiş veya hapistedir. Türkiye’de
“Gayrimüslimlerle birlikte yeni bir dünya”194 yaratılmasının
mümkün olduğuna inanan ve hâlen serbest olanları da aynı akıbet
beklemektedir.
Türk toplumunun içinde bulunduğu haletiruhiyeyi, Türk
yöneticilerinin benimsemiş olduğu siyaseti ve Osmanlı
İmparatorluğu’ndan miras kalmış ırkçı-Pantürkist vizyonu hesaba
katarak, oluşan durumun analizi sonucunda aşağıdaki yargıya
varmış olan güçlerin Türkiye’de daha uzun süre hâkim mevkilere
sahip olacağını düşünmek daha isabetli olacaktır, “Ülkemize
siyasetine ve asil halkımıza yönelik düşmanca projenın, planın,
senaryonun ve faaliyetlerin hukuki veya gayri hukuki taraf olan
tüm dernekler, kuruluşlar, devletler ve hükümetlere karşı “açıkça
duruş” sergilememiz ve benzer ve karşı siyaset kurmalıyız”195.
Bu “Ve bu “düşmanca planın, senaryonun ve faaliyetlerin”
sahipleri arasında ise, yaygın kanıya göre Ermenistan ve Ermeniler
ön sırada
yer
almaktadır, “Türkiye'nin bölünmesini,
parçalanmasını, çökmesini kimler istiyor? Ermenistan istiyor,
diyaspora Ermenileri istiyor. Cumhurbaşkanımızın Erivan'a futbol
193
A.g.e.
Ali Bulaç, “Zaman” gazetesi, 20-7-2009.
195
Mustafa Nevruz Sınacı,
http://www.anayurtgazetesi.com.tr/default.asp?page=yazar&id=1350
194
133
maçı seyretmeye gitmesine sakın aldanmayın, kanmayın.
Ermeniler bizden toprak istiyor, tazminat istiyor, tekrar yerleşmek
izni istiyor. Onlar da güçlü bir Türkiye istemez. Türkiye
parçalanmalı ki, emelleri gerçekleşsin”196.
196
Mehmet Şevket Eygi, «Milli Gazete”, www.mehmetsevketeygi.com,
www.mehmetsevketeygi.com/habergoster.asp?id=7516 Şub 2009
134
SONSÖZ
Türkiye’deki mühtedi Ermenilerin sorunları, gördüğümüz
gibi, yeni olmayıp, kökleri asırların derinliklerine inmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan XXI. yüzyılın başına kadar
bu sorunun ülke yönetimi tarafından kapalı tutulmaya çalışılması,
1923 yılından itibaren Müslüman halkları asimile etmek,
Hıristiyanları ve diğer gayrimüslimleri ise İslamlaştırma veya her
ne pahasına olursa olsun onlardan kurtulma siyaseti iflas etmiş
olduğundan dolayı, nihayetinde beklenen sonucu vermemiştir.
Kitapta belirtildiği gibi, Avrupa Birliğine doğru yelken açma
gibi faktörlerin etkisi altında, Türkiye’de bir dizi tabu kırılmış veya
sarsılmıştır. Bunun sonucunda, bir dizi yasak konular arasında,
genelde Ermeni sorunu, bu bağlamda da mühtedi Ermeniler
konusu, medya ve mümkün olan toplumsal-siyasi alanlarda, milli
sorunun bir öğesi olarak gündem konusu olmuştur.
Mühtedi Ermeniler sorununu fiili olarak Ermeni sorunundan
ayrı tutmak mümkün olmamasına rağmen, bunun çözümünü salt
Ermeni sorunu içinde aramak da doğru değildir. Bu sorun, Türkiye
hükümetinin milli siyasetinin sonucu olup, çözümü de milli
siyasetin çözümü bağlamında olacaktır.
Lakin son yıllarda bir dizi tanınmış Türk devlet-siyasettoplum liderleri, parti önderleri, aydınlar, basın temsilcilerinin
milliyetçi açıklamaları ve Türk toplumunun bunlara yönelik
tepkisi, milli azınlıklar arasında, yarına yönelik endişe ve korku
yaratmaktadır.
İttihatçı-Kemalist, bir millet-bir dil sloganıyla ilerleyen yüz
135
yıllık milli siyasetin yapmış olduğu tahribatın, devletin tüm
imkânlarını seferber edilmesi durumunda dahi sonuçlarını ortadan
kaldırmanın büyük çabalar gerektireceği ortaya çıkmaktadır.
Hrant Dink, bir toplantıda şöyle demişti, “Türkiye günün
birinde yıkılırsa, bu silahla değil, kimlik sorunuyla olacaktır”.
Herhalde, “Bir dil, bir millet, işine gelmeyen çeker gider”
diye açıklamada bulunarak bu konudaki dürüstlüğü ve kesinliğiyle
ayrı bir yer tutan Türkiye cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan
gibi Türk liderlerinin benzer açıklamalarını ima etmekteydi.
Bu siyasetin teşvik edilmesi, tehlikeli gelişmelere gebe olup,
bundan kaçınmanın yolu öncelikle ve kanaatimce, sadece ve
sadece ilerici aydınlar ile siyasi güçlerin, çabalarını ve
faaliyetlerini birleştirmeleriyle mümkün olacaktır.
136
İÇİNDEKİLER
Önsöz .................................................................................................. 3
BİRİNCİ BÖLÜM
Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nde,
halkların İslamlaştırılması siyaseti .................................................. 8
1. Kısa tarihi giriş ................................................................................ 8
2. 1915–1923 yıllarındaki İslamlaştırma süreci ................................ 12
3. Kurtulanlar..................................................................................... 21
İKİNCİ BÖLÜM
1923 sonrası İslamlaştırma süreci ................................................... 31
1. 1923-1938 yılları ........................................................................... 36
2. 1940’lı yıllar .................................................................................. 40
3. 1950’li yıllar .................................................................................. 45
4. 1960-1980’li yıllar ......................................................................... 52
5. Günümüzdeki durum ..................................................................... 53
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Mühtedi Ermeni grupları ve yerleşim yerleri ................................ 55
1. İslamlaşmış Ermeni grupları.......................................................... 55
2. Yaşam bölgeleri ............................................................................. 64
3. İslamlaşmış Ermenilerin sayısı ...................................................... 71
4. Ermenilerin kodları ........................................................................ 76
137
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
a. Hemşin Ermenileri ...................................................................... 87
1. Kısa tarihi bakış ............................................................................. 87
2. Dağılım alanı ................................................................................ 94
3. Hemşinli Ermenilerin sayısı hakkındaki veriler. ......................... 98
4. Günümüzde Hemşinliler.............................................................. 100
5. Hemşin bilimi hakkında kısa veriler............................................ 102
b. Dersim ve Ermeniler ................................................................. 104
1. Kısa tarihi bakış ........................................................................... 104
2. Din (Alevilik) .............................................................................. 106
3. Ermeni-Alevi ilişkileri ................................................................. 111
4. 1915 yılı ve sonrası...................................................................... 114
5. Dersim Ermenilerinin kaygıları ................................................... 117
BEŞİNCİ BÖLÜM
Ortak Türk kimliği yalanının yıkılması ....................................... 121
1. Mühtedi Ermeni kimliğinin uyanışı............................................. 121
2. Ermeni karşıtı propaganda........................................................... 127
SONSÖZ .......................................................................................... 135
138
Ermenistan Gençlik
Fonu
Ermenistan Cumhuriyeti
Başkanı tarafından tahsis
edilen ödenek
139
‘Kültür ve Toplum’
toplumsal kuruluş
HAYKAZUN ALVIRTSYAN
Türkiye Cumhuriyet’inde
mühtedi Ermenilerin sorunları
Redaktör: Meline Anumyan
Sayfa düzeni: Heğine Piloyan
Kapak: Arabo Sargısyan
Baskı adedi: 500
Baskı
140

Benzer belgeler