162.200 TL`den

Transkript

162.200 TL`den
SEVGİLİ DOSTLAR
Yoğun bir tempoda çalışmalarımız devam ederken yaz sayımız ile size merhaba demek isterim. Mübarek Ramazan ayının sonuna yaklaşmaktayız. Seha ailesi olarak
bayramınızı şimdiden tebrik ediyoruz.
Bu ay iki yeni projemizi satışa sunuyoruz. Konya’da yaşam standartlarını yukarıya
taşıyan bu projelerle müşterilerimize modern yaşam alanları sunuyoruz. Birbirine çok
yakın iki ayrı parselde gerçekleştireceğimiz projelerimizin her ikisi de 4+1 tipinde.
Küçük parseldeki projemizin adı “Seha Kanyon Park Konutları” ve 81 konuttan oluşuyor. Kanyon Park’ın üst kısmında yer aldığı için park ile özdeşleşen bir isim oldu.
Projede sauna, buhar odası ve fitness salonu gibi sosyal donatılar bulunuyor.
HÜDAVERDİ DURSUN
Seha Yapı Genel Müdürü
Büyük parselde 137 evden oluşan projemizin adı ise “Seha Panorama Evleri”. Ön tarafında şehir ve kanyon park manzarası, arka tarafında dağ manzarası ve Konya’ya has
dağ esintisi gedavet ile havası ve yapısı çok farklı bir proje. Saunası,hamamı, havuzu,
kapalı otoparkı, fitness ve çok amaçlı salonu ile Konya’da yaşamak isteyeceğiniz bir
proje. Her zaman olduğu gibi proje lansman fiyatlarımızı yatırımcıları cezbedecek
şekilde ayarladık. Kazançlı olmasını diliyorum.
Diğer yandan görüşmelerini tamamlayarak anlaşmaya vardığımız ve inşaatına başladığımız diğer proje, Kuzey Irak’ın Zaho şehrinde bulunan “New Zakho Project”. Proje
kapsamında bölgeye 306 adet villa yapımına başladık.
Seha Yasemin Evleri’nde satışlar hızla deva ediyor ve projenin üçte ikilik kısmı satılmış
durumda. Butik projelerimiz Seha Özlem Konutları ile Seha Bahar Evlerinin de yapımları ve satışları devam etmekte. Ankara’daki projemiz Simgeşehir’in 2.etabının satışında sona yaklaşılırken ankastre ve vestiyer ilave ettiğimiz dairelerin satışları 89.500
TL’den başlayan fiyatlarla devam ediyor.
TOKİ projelerimizden K.Maraş’ı teslim etmek üzereyiz. Kırşehir Toki ve Kırşehir Kültür merkezinin yapımları da devam ediyor. Yazır TOKİ’ de bizden kaynaklanmayan
gecikmeler yaşadık ama buna rağmen inşaat süreci hızla ilerlemekte.
Bayramınız kutlu olsun...
MUHTEREM OKUYUCULAR,
Rahmet ve bereketle dolu mübarek Ramazan ayının kulluk bilincimizi artırması niyazıyla
Ramazan bayramı mübarek olsun.
Dergimizin yaz sayısında yeni projelerimizin lansmanını bulacaksınız. Seha Kanyon
Park ve Seha Panorama Evleri Yazır bölgesinin en modern yaşam alanları olmaya aday.
Sizleri yeni projemizi görmeye, bilgi almaya davet ediyoruz.
Seha Şelale Park konutlarımızın satışlarına gösterilen ilgiden dolayı teşekkür ederiz.
Satışlarımızı tamamladık. Sakinlerimize huzurlu bir yaşam diliyoruz.
Bu sayımızın kültürel sayfalarında bir Mevlâna âşığı “Muhammed İkbal”i, yine bir
Mevlâna âşığı olan üstad Prof. Dr. Erkan Türkmen’in sözleriyle ve çok kıymetli hocam
Prof. Dr. Mustafa Demirci’nin makalesi ile farklı bir göz ile yeniden tanıyacaksınız.
İlgi çekici diğer konularımızı dikkatlerinize sunarken sözün güzeli ile bir sonraki sayıda
buluşmak üzere...
Oruç ile başlayan kendi nefsimizle mücadelenin her zaman devam etmesi için Halil
Çakar Dede’den şu düşündürücü beyitleri sizlerle paylaşmak isterim;
Mide boş, ten dürüst,
Mide dolu, ten pürüz.
o0o
Gerçek âşık konuşurken iftar eder,
Sustuğunda oruçlu olur
o0o
İstiyorsan Maddi Manevi Neşe,
İhtiyaçtan fazla önem verme, üçe beşe.
o0o
Varsa bir gönülde gurur
O gönülde şeytan durur
Yoksa bir gönülde gurur
O gönülde Allah durur
o0o
Kavlini fiiline, fiilini kavline,
Uydurmaz ise kişi,
Maddi mânevi bozuktur işi.
Halil Çakar Dede
(d. 1926 - v. 14 Ocak 2013)
BİZİMLE
>>
SEHA YAPI’DAN KANYON PARK MANZARALI YEPYENİ BİR PROJE GELİYOR:
SEHA KANYON PARK KONUTLARI
Seha Yapı, Ağustos 2013’te yapımına başlayacağı yepyeni bir projeye daha imza atıyor. Konum itibari ile Kanyon Park
manzarasını daire sahipleri ile buluşturacak olan projede 4+1 tipinde toplam 81 adet daire bulunuyor. Modern mimari yapısı ve
her detayı müşterilerin ihtiyaçlarına göre düşünerek tasarlanan dairelerin her biri brüt 190 m2 büyüklüğünde. Her daire için 1
adet kapalı otopark ve misafirler için açık otoparkı bulunan projenin 24 ay içerisinde teslim edilmesi hedefleniyor.
Toplam İnşaat Alanı: 9.274 m2 Toplam Konut Sayısı: 81 Konut tipi: 4+1 Lokasyon: Konya / Selçuklu, Yazır
Konut büyüklüğü (Brüt):178 m2
SEHA ŞELALE PARK’IN SATIŞLARI TAMAMLANDI!
Seha Yapı, alıcılarına
konforlu ve keyifli bir
hayatın kapılarını açtığı
Seha Şelale Park’ın
satışlarını tamamladı.
Zengin sosyal donatı
alanları, modern
mimarisiyle göz alıcı
bir güzelliğe sahip
projede konut sahipleri,
bu projede yaşamanın
keyfini çoktan sürmeye
başladılar. Seha Yapı,
müşterilerine sunduğu
bu ayrıcalıklı projeyi
tamamlamanın sevincini
yaşıyor ve Seha Yapı’ya
güvenen tüm müşterilerine
teşekkürlerini sunuyor.
anahtar // yaz 2013 • 10
KONYA MANZARALI YENİ BİR PROJE:
SEHA PANORAMA EVLERİ
Seha Yapı güvencesi ile satışa sunulacak
olan projede 4+1 ve 3+1 olmak üzere 2
tipte toplam 137 adet daire bulunuyor.
Yemyeşil bahçesi, geniş sosyal tesisinin
içerisinde yüzme havuzu, hamamı,
saunası, fitness salonu ve çok amaçlı
salonu ile zenginleştirilen projede ayrıca
her daire için 1 adet kapalı otopark ve
açık misafir otoparkı bulunuyor. Proje,
ferah dairelerinin yanı sıra önünde
bulunan Kanyon Park manzarası
ile alıcılarına ayrıcalıklı bir hayatın
kapılarını açıyor. Ağustosta yapımına
başlanacak ve uygun ödeme koşulları
ile satışa sunulacak olan projenin 24 ay
içerisinde teslim edilmesi hedefleniyor.
Lokasyon: Konya / Selçuklu, Yazır
Toplam İnşaat Alanı: 17.639 m2
Toplam Konut Sayısı: 137
Konut Tipi 1: 4+1 (130 adet)
Konut Tipi 2: 3+1 (7 adet, sadece
zemin katlarda)
4+1 Konut Tipi Büyüklüğü (Brüt):
182 m2
3+1 Konut Tipi Büyüklüğü (Brüt):
150 m2
SEHA YAPI’DAN KUZEY IRAK’TA
YENİ BİR VİLLA PROJESİ:
NEW ZAKHO PROJECT
Seha Yapı, Kuzey Irak’ın Zaho
şehrinde 320 adet villadan oluşan bir
villa projesi inşa edecek. Bölgedeki
partner firma ile yapılan anlaşma gereği
her biri brüt 340 m2’den oluşan 320
adet tip villanın yapımına başlanıyor.
Seha Yapı, “New Zakho Project”
kapsamında yapımına başladığı buproje
ile yurtdışı açılımını gerçekleştirmiş
oldu.
anahtar // yaz 2013 • 11
SAYGIYLA
>>
MUHAMMAD
BİR ŞAİR,
FİLOZOF ve
DAVA ADAMI
Prf. Dr. MUSTAFA DEMİRCİ
İslam dünyasında XX. yüzyılda yetişen alim ve düşünce
adamları arasında hiç kuşkusuz ilk akla gelenlerden
birisi şair, filozof, devlet ve aksiyon adamı gibi çok
yönlü kişiliği ile Muhammed İkbal’dir. Hindistan’ın
Pencap eyaletinde Mutasavvıf bir ailede doğan
İkbal, İngiltere’de Cambridge Üniversitesi Trinity
College’de Felsefe ve Hukuk lisansı, Almanya’da
Heidelberg ve Münih Üniversitelerinde felsefe
doktorası yapmıştır. İkbal’in eserleri okunduğunda
düşüce evreninin Doğu-Batı, klasik-modern
dönem isimlerinden oluşan geniş bir yelpazeye
yayıldığı hemen dikkat çeker. Hegel ile İbn
Arabi, Mevlana ile Nitche, Kant ile İbn
Arabi, Gazali ile Decart yan yana aynı
konuyu tartışırken görülür. Zerdüş, Buda,
Talmut şerhleri, St. Agustinos ve İslam
Peygamberi, onun zihninde bir hakikati
inşa ederken kullanılır. Onun düşünce
dünyasına, İslam düşüncesi içinde
ortaya çıkmış bütün entelektüel
gelenekler ve ince damarlarlarının
aktığı bir okyanus gibidir;
tasavvuf dünyasının bütün ince
damarları ve temsilcileri; Eş’ari,
Mutezile ve Maturidi kelam
mezheplerinin bütün önemli
isimleri, İslam felsefesinin
belli başlı temsilcilerini
aynı anda görebiliyoruz.
Bunun yanında Batı
felsefesi, İran ve Hint
düşüncesi içinde gelişmiş
bütün entelektüel bakış
açılarını ve gelenekleri
kullanmaktadır. Kısacası
İkbal Doğu’da ve Batıda
ortaya çıkmış bütün
pencerelerden bakabilin
bir filozof ve şairdir.
anahtar // yaz 2013 • 12
Bu durum O’nun zihin dünyasında
en iyi şekilde Goethe’nin etkisiyle
yazdığı Peyam-ı Meşrık (1923 Lahor)
adlı esrinde görülür. Kitapta Doğulu
ve Batılı birçok filozof ve şairden söz
eder, bunları hayalen karşılaştırır ve
konuşturur. Schopenhauer, Nietzche,
Tolstoy, Karl Marks, Hegel, Mazdak,
Einsteine, Byron, Mevlana, Petöfi,
Comte, Goethe, Bergson, Lenin,
Kayser Vilhem, Locke, Kant, Browning
Peyam-ı Meşrık’ta hayalen konuşan ve
konuşturulan şair ve filozoflardır. Bu
özellikleri ile doğudan batıya, batıdan
da doğuya bakabilen, iki dünyanın
zaaflarını derinlemesine fark etmiş, hem
doğuyu hem de batıyı tanıyan allame bir
kişiliktir.
İKBAL’E ŞAHSİYETİNİ
KAZANDIRAN MEVLÂNA’DIR
Bu denli zengin ve farklı isim ve
gelenekler içinde Muhammed İkbal’in
üzerinde en fazla etkisi olan; onu
okuyan ve tanıyan birisi tarafından
hemen fark edileceği gibi Mevlana’dır.
İkbal’e asıl şahsiyetini kazandıran ve ona
tesir eden Mevlana Celâleddin-i Rumi
olmuştur. Zira Muhammed İkbal, İslami
düşüncesini ve tasavvufi görüşlerini,
aşk felsefesini, şiir uslübunu, anlatı
tekniklerini Mevlana’nın eserlerinden
ve görüşlerinden yola çıkarak ve onu
yeniden yorumlayarak inşa etmiştir.
“Ben Mevlana’nın sesinin yankısıyım”
diyen ve Mevlana’yı kendisine mürşit
edinen İkbal’in manzum ve mensur
bütün eserlerinde Mevlana’nın etkisi
kendini göstermektedir. Bu etki o kadar
yoğun ve belirgindir ki İkbal’e “Asrın
Mevlana’sı” anlamında “Rûmi-i asr”
denmesine sebep olmuştur.
Mütefekkir, şair, hukukçu, felsefeci,
siyasetçi gibi değişik kimliklere sahip
Muhammed İkbal, üzerinde durduğu
alanlarla ilgili birçok eser yazmış,
konferanslar vermiş ve makaleler
neşretmiştir. Bizzat kaleme aldığı
eserlerin yanında ölümünden sonra
mektup, konferans ve makalelerinin
derlenmesiyle oluşturulan bir külliyatı
mevcuttur. İngilizce, Farsça ve
Urduca yazan İkbal’in düşünce ve ruh
dünyasını bu eserlerde açıkça görmek
mümkündür. Bu zengin etkileşim
dünyasının içinde şekillenen İkbal’in
eserleri, engin bir hikmet ve irfan
denizinin derinliklerinde var olan
birikimin bir yansımasıdır. Bu bakımdan
Mevlana’nın deyimiyle “onu anlamak
için Onun gibi olmalısın…” Çünkü bu
gibi insanların iç alemindeki (enfusi)
engin okyanusa dalabilmek için dış
alemdeki (afaki) ufuklara kanat açmak;
ancak o düzeyde bir aşk, birikim ve
heyecana sahip olmak gerekir.
İkbal’in yaşadığı XIX.yüzyılın son
çeyreği ve XX.yüzyılın ilk yarısı,
İslam dünyasının Batılılar tarafından
sömürge altına alındığı, buhranlarla
dolu bir çağdır. Nitekim bir şiirinde
Mevlâna’ya hitaben; Eski dönemlerdeki
karışıklıklarda o(Mevlâna),
Günümüzdeki karışıklıklarda ben”
diyerek bir bunalım çağı insanı
olduğunu söyler. Aslında İkbal’i
yetiştiren ve ölümsüz kılan da bu
bunalım çağında İslam ümmetinin
dertlerine kafa yorması, onun
kurtuluşunu aramasında yatar. Çünkü
deha kabiliyeti taşıyan insanların
yetişmesi, içinde yaşadıkları çağın
problemleri ve şartlarında gelişir.
Nitekim kendisi de beyitinde “Kıymetli
inciler, denizlerin çalkantılı ve dalgaları
içinde oluşur” diyerek bir anlamda
kendi gibi insanların nasıl yetiştiğini
“BEN MEVLANA’NIN SESİNİN
YANKISIYIM” DİYEN VE
MEVLÂNA’YI KENDİSİNE MÜRŞİT
EDİNEN İKBAL’İN MANZUM VE
MENSUR BÜTÜN ESERLERİNDE
MEVLÂNA’NIN ETKİSİ KENDİNİ
GÖSTERMEKTEDİR. BU ETKİ O
KADAR YOĞUN VE BELİRGİNDİR
Kİ İKBAL’E “ASRIN MEVLÂNA’SI”
ANLAMINDA “RÛMİ-İ ASR”
DENMESİNE SEBEP OLMUŞTUR.
anahtar // yaz 2013 • 13
SAYGIYLA
>>
İKBAL’DE İNSAN-I KAMİL FİKRİ
(...) İkbal sessizliği ve hareketsizliği
hıyanet olarak görür ve yaşamı
tükenmez bir savaş olarak izah eder.
Ona göre kıyıda yaşamak bir özürdür.
Kişi denize atlamalı, dalgalarla
mücadele etmeli, boğuşmalıdır.
Çünkü mücadelede ölümsüz yaşamın
sırrı saklıdır. Hareketsizlik ölümdür,
fakat yürekli olanlar yaşarlar. Kötü
şartlar yüzyıllar boyu Müslümanları
kadercilik adı altında hareketsizliğe
ve pasifliğe itmiştir (…) Rumi’ye
göre kadercilik, inanç, mükâfât ve
cezayı manasız kılar. İkbal de aynı
felsefeyi öğretmektedir. O da kaderi
doğanın bir eylemi olarak görür.
Hem Mevlânâ, hem İkbal hayata bir
hareketlilik olarak bakarlar. Mevlânâ,
yaratıcı evrimcidir ve evrimlenme
teorisini etraflı olarak anlatır. Her
ikisi de aşka, daha doğrusu ilahi
aşka büyük önem verirler. Bu aşk,
hayatın temelidir ve her şey bunun
etrafında dönmektedir (ASRAR,
1988: 36). Asrar’ın İkbal- Mevlânâ
münasebeti hakkında verdiği bilgi
oldukça önemli noktalara temas
etmektedir. Asrar’a göre İkbal’in
Merd-i Mü’min (Kâmil İnsan) fikri
ile Mevlânâ’nın Merd-i Hak (Dürüst
İnsan) kavramları da birbirine
yakındır; ikisi de Allah kuludur. Bu
kâmil insanın Nietzsche’nin Allahsız
toplumunun sonsuz güce sahip olan
Süpermen’inden çok farklı olduğuna
da işaret eder (ASRAR, 1988: 36).
ASRAR N. Ahmet,
“Doğu’dan Esintiler”
anahtar // yaz 2013 • 14
ima eder. İslam ümmetinin benliğinde
ciddi zafiyet belirtileri görüldüğü bir
dönemde, İkbal’in en fazla üzerinde
durduğu konu “benlik”, kendi deyimiyle
“Hodi” meselesidir. Bununla ilgili yazdığı
“Benliğin Sırları” (Esrâr-ı Hodi)’nde,
İslâmi benliğin nasıl oluşturulacağını,
Benliksizliğin İşaretleri (Rumuz-ı
Bi-Hodi)’de, insanın topluma karşı
vazifelerini ve içtimai benliğin gelişimini
ele alır. Çöküş içindeki İslam ümmetini
bu çöküşten kurtaracak ve Müslüman
hak ettiği itibarı kazandıracak gücün,
“benliğin derinliklerine nüfuz etmiş
“İnsanı-Kamil” yetiştirmekle mümkün
olacağına inanır. Bundan dolayı İkbal,
bütün eserlerinde de öncelikle insana
eğilir. Esaret zinciriyle bağlı, sömürülen
Hindistan’ı bu zelil bağdan kurtaracak
olan gücü İslâm ruhunda görür ve
insanları bu ruh kudretine, heyecana
ve dinamik aşka ulaştırma azminde
ilk merhale olarak insanın Cenab-ı
Hakk’ın kendisine bahşettiği meziyetleri,
üstünlükleri, yaratılışında mevcut olan
cevheri keşfetmeye teşvik eder. Ona göre
bu insan, aşk, gerçeklik ve ilim peşinde,
sevgi, duygu ve aklı kendi bünyesinde
benlik haline getirmiş, bütün bu
güzellikleri kendinde toplayan “merd-i
mümindir”. Bu insan cılız bir dere misali
okyanuslara karışarak yok olan değil;
bilakis kendi varlığı içinde ummanı
keşfetmeye çalışan dinamik bir insandır.
Benliğin nasıl terbiye edileceğini ve
güçlü bir benliğin nelere muktedir
olduğunu anlatmaya çalışmıştır. İkbal’e
göre benlik ancak ruhu/manevi bir
eğitimle gelişir ve olgunlaşır. Benliğin
olgunlaşması ise ilahi varlığın derinden
hissedilmesi ve bunu derin bir ilahi aşka
dönüşmesiyle mümkündür. “Benliğin
devamı Aşk’tandır” deyişi ondandır.
İnsan kendini aşmayı başardığı zaman
“merd-i mümin” olur. Bu yüzden İkbal,
hayatın değerini benliğin kudretinde
görmüş, benlik terbiyesiyle, tıpkı
kömürün elmas olması gibi, insanın
da gerçek değerine ve ölümsüzlüğe
ulaşabileceğini savunmuştur. Bunun zıttı
olan benlikten gafil olma ise köleliğin
tâ kendisidir. Benliği nefy etmenin
mağlup kavimlerin icadı olduğunu
söyleyen İkbal; böylelikle aslanların
uykuya ve rahatına düşkün, gayretsiz,
tembel ve yüreksiz koyun sürülerine
dönüştürüldüğünü ifade eder. (İkbal,
Esrar-ı Hodi, s. 37) Zira benliğin
güçlenmesiyle kazanılan bir diğer
meziyet de dinamizmdir. Oysa daimi
mücadele ve hareket insanı tasfiye eder,
güçlendirir. Bu sebeple; “Putun önünde
uyanık gözlü bir kâfir, Harem’de uyuyan
bir mü’minden daha iyidir” (Câvitnâme,
s. 78).diyecek kadar sözleri keskindir.
İkbâl, İslâm dünyasındaki tasavvufi
anlayışın arslan gibi değil de koyun gibi
yaşamayı telkin ettiğini, halbuki bunun
doğru olmadığını söyler. Mistisizmi
Prof.Dr.Mustafa Demirci
yanlış anlayan şark, kendisini uyutucu
bir ananeye kaptırmış, yalnızca
Hakk’ı görebilmek için dünyaya
gözünü kapamıştır. Bu sızlanmalarnı
şu beyitlerinde dile getirir: “Sofi ve
mollanın eserisin. Kur’an’daki hikmetten
hayat almıyorsun.
Kur’an ayetleri ile senin alâkan “Yasin”
okutup rahat ölmekten ibarettir…
Gerçekte ise hayatın sırrı iş ve
faaliyetin altında gizlenmiştir, hayatın
kanunu da yaratma lezzetidir. Hayat
mücadelesinden kaçan sufileri rahibe
benzeten İkbal, onların, afyonkeş
dünyaları içinde sönmüş bir şuleye
gönül bağladıklarını ifade eder. (İkbal,
Esrar-ı Hodi, s. 38-39, 50.)
İkbâl, dinamik bir hayat felsefesi için,
Şarkın aşkı ile Garbın ilminin bir
sentez oluşturmasını arzu etmekteydi.
Doğu, asırlar boyu İslâmiyet’i yanlış
anladığından gelişmesini engelleyecek
mutaassıp zihniyeti terk edecek ve
İslâm’ı gerçekte dinamik olan asıl
hüviyetine kavuşturacaktır. Ayrıca,
Batının ilim ve teknolojisini de alacaktır.
İslâm dünyası böylece iki tarafın müspet
sıfatlarını bir araya getirebilecektir. Ona
göre hem Batı hem de Doğu’nun tarih
boyu unuttuğu şeyler vardır. Doğu,
Allah’ı sayıklayarak dünya sorunlarını
unuttu. Batı, dünyanın hengâmesinde
kendini kaybedip Allah’ı unuttu.
İkbal, çökmüş olan İslami benliği her
yönden ele alarak bunu diriltmenin
ancak dinamik bir Müslüman
yetiştirerek mümkün olacağına
inanmıştır. Kendisinin doğu ve batının
bütün ufuklarına kanaat açan zihinsel
evrenindeki çeşitlilik ve zenginlik,
aslında Müslüman dünyanın bütün
dünya hikmetleri arasında güçlü
bir sentez yaparak yeni bir İslami
düşünceyi, Kuran ekseninde nasıl
kurabileceklerini de göstermiştir. Onun
İslam’da Dini Düşüncenin Yeniden
Doğuşu kitabı, ne kadar zengin bir
düşünce evreninden beslendiğini en iyi
gösteren, XX. Yüzyıl İslam dünyasında
yazılmış belki en önemli klasiklerden
biridir.
İKBAL’E GÖRE BENLİK ANCAK
RUHU/MANEVİ BİR EĞİTİMLE
GELİŞİR VE OLGUNLAŞIR.
BENLİĞİN OLGUNLAŞMASI
İSE İLAHİ VARLIĞIN DERİNDEN
HİSSEDİLMESİ VE BUNU DERİN
BİR İLAHİ AŞKA DÖNÜŞMESİYLE
MÜMKÜNDÜR. “BENLİĞİN DEVAMI
AŞK’TANDIR” DEYİŞİ ONDANDIR.
anahtar // yaz 2013 • 15
RÖPORTAJ
>>
İKBAL, MÜZMİN HİNDE
HEYECAN AŞILAMIŞTIR
FİKRİ CUMHUR / HURŞİT BÜYÜKMATÜR
“ŞÜPHESİZ: “BİZİM RABBİMİZ
ALLAH’TIR” DEYİP SONRA
DOSDOĞRU BİR İSTİKAMET
TUTTURANLAR (YOK MU);
ARTIK ONLAR İÇİN KORKU
YOKTUR VE ONLAR MAHZUN
DA OLMAYACAKLARDIR.” İŞTE
BU RUHU MUHAMMED İKBAL
MEVLANA’DA YAKALADI VE
MÜZMİNLİĞİ DİLE GETİRDİ.
1943 yılında Hindistan Peşavar’da doğan Prof. Dr. Erkan Türkmen 1962 yılında T.C.
Vatandaşı oldu. Türkmen, evli ve üç çocuk babasıdır. İlk ve orta öğrenimini Pakistan’da yapan
Türkmen, lisans eğitimini Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili
ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı.(1971) İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Doğu
Dilleri ve Edebiyatları Bölümü (Fars Dili ve Edebiyatı)’nde yüksek lisans yapan Türkmen
(1979), T.C. Yüksek Öğretim Kurumu, Ankara, Urdu Dili ve Edebiyatı bölümünde doçent
(1987), Konya Selçuk Üniversitesi’nde profesör oldu.(1993) Birçok üniversitede öğretim üyeliği
ve yöneticilik yapan Türkmen; İngilizce, Farsça, Arapça, Urduca, Osmanlıca, Almanca,
Kazakça, Türkmence ve Özbekçe bilmektedir. Uluslararası yayınlar için bir çok makale
kaleme alan, Mevlana ve Mesnevi ile ilgili de ulusal ve uluslar arası bir çok kongre ve seminere
katılmıştır. Türkmen’in 25 adet yayımlanmış kitabı bulunmaktadır.
Hocam, önce sizi tanıyarak başlayalım
isterseniz.
Ben Erkan Türkmen; Selçuk
Üniversitesi, Doğu Dilleri Ve Edebiyatı
Bölümü başkanlığını yürüttüm. Ve o
bölümün kurucuları arasında ilk sırada
yer aldım. Bugün Mevlana Enstitüsü
onun devamı olarak ortaya çıkmıştır.
Mesneviye olan aşkınızın nereden geliyor?
Benim dedem şairdir, Muhammed
İkbal’in de arkadaşıdır. Yani sık sık
anahtar // yaz 2013 • 16
toplanıyorlar. İkbal geliyor orada şiirini
okuyor, dedem de okuyor. O şiirler
bende duruyor. Hatta ‘Gönlümün
Macerası’ diye kitabı var dedemin.
Velhasılı bu deryadan gelen bir özellik.
Bir ayet okuyacağım size beni kalbimden
vurdu. Galiba Kur’an’da 8 kere geçiyor
bu ayet. Birbirine benzer ayetler bunlar:
“Şüphesiz: “Bizim Rabbimiz Allah’tır»
deyip sonra dosdoğru bir istikamet
tutturanlar (yok mu); artık onlar
için korku yoktur ve onlar mahzun
da olmayacaklardır.” İşte bu ruhu
Muhammed İkbal Mevlana’da yakaladı
ve müzminliği dile getirdi. Ayıptır,
müzminlik müslümana yakışmaz, dedi.
Sen bu Dünyaya Allah’a secde etmeye
geldin, İngilizlere veya yabancılara değil,
dedi. Bir gün uçakla bir yere gidiyor.
Uçak Türkiye’nin üzerinden geçerken
yanındaki, Hz. Mevlana’nın mezarının
üzerinden geçiyoruz der demez, İkbal
ayağa kalkar uçakta. Meşhurdur bu.
O zaman Hint havzası büyük insanlar
yetiştirmiş...
Çok doğru. En önemlisi biliyorsun
Ahmet Yesevi’dir. Ahmet Yesevi’nin
Divanı-ı Hikmet’ine bir göz attın mı,
Yunus Emreyi aynen bulursun. “Bana
seni gerek seni” Bu Ahmet Yesevi’nin
Divan-ı Hikmet’inde de var. Bizde bir
atasözü var Türkistanda: “Su aklına
göre akmaz.” diye. Su daima yukarıdan
aşağıya akar. Bütün kültürünüz
yukarıdan aşağıya akmıştır. Medeniyet
Irmağı’nın bir kolu Anadolu’ya, diğer
kolu Hindistan’a aktı Siz o suyu
inkâr edemezsiniz. Neyse biz İkbal’e
dönelim. Sen Thomas Androll adında
İngiliz asıllı bir misyoner var. Bu adam
Muhammed İkbal’i çok beğeniyor, zeki
olduğunu biliyor. Onu ikna ediyor ve
İngiltere’de bunun okumasını sağlıyor.
Muhammed İkbal orada Hukuk
lisansını bitiriyor önce ve daha sonra
İran’da metafiziğinin, felsefesinin
gelişimi üzerine doktorasını yapıyor.
Almanya’da Almanca öğreniyor. Bakın
şimdi sonuç şu: Almanca, İngilizce,
Farsça, Urduca biliyor ve böylece İslam
dünyasının çağdaş felsefecileri arasında
yer alıyor Muhammed İkbal. Böylece
Mevlana’yı çağımıza anlatan, O’nu
bir bakıma çağdaşlaştıran İkbal oldu.
Münih de Almanya’da Kürsüsü vardır;
“Muhammed İkbal Kürsüsü”. Biz hala
Mevlana Kürsüsünü kuramadık.
İslam alemini müzminlikten ve
kölelikten kurtarmak için Muhammed
“ŞÜPHESİZ: “BİZİM RABBİMİZ
ALLAH’TIR! DEYİP SONRA
DOSDOĞRU BİR İSTİKAMET
TUTTURANLAR (YOK MU);
ARTIK ONLAR İÇİN KORKU
YOKTUR VE ONLAR MAHZUN
DA OLMAYACAKLARDIR.” İŞTE
BU RUHU MUHAMMED İKBAL
MEVLANA’DA YAKALADI VE
MÜZMİNLİĞİ DİLE GETİRDİ.
anahtar // yaz 2013 • 17
KEYİFLE
>>
ŞİKAYET
Doğrudur; teslim-i rızada meşhuruz biz,
Şimdi dert dile getiriyoruz, ki mecburuz biz.
Nağmeler kesildi, dertle doluyuz biz,
Ağzımızdan feryat çıkıyorsa, mecburuz biz.
Allah’ım! Sana bağlı olanlardan şikayet dinle,
Sana ham-u sena edenlerden, biraz da sitem dinle.
Sen ezelde vardın, başlangıcın yoktur,
Gül bahçede iken etrafa yayılmış koku yoktu.
Ey Kerim olan Allah! Lütuf et ki insaf olsun,
Nesim perişan olmasa idi, gülün kokusu nasıl yayılsın?
Bizi ümmetin dağılması endişesi bir yerde tuttu,
Yoksa Habibin ümmetini durduran yoktu.
ŞİKAYETE CEVAP
O kadar küstah ki, Allah’tan bile şikayetçiler,
Bu aynı insandır ki, meleklerin mescudu idiler.
Alem-i keyf içinde, İlahi Hikmet bilmezler,
Elbette anlayış ve tevazudan uzaktırlar.
Kendi kuvvet-i natıkalarına güvenirler,
Ama konuşma adabından mahrumdurlar.
Bizim rahmet kapımız açıktır, isteyen yok,
Menzil gösteren var, ama yolcu yok.
Terbiye umumidir yetiştirebilecek adam yok,
Adem yaratmaya layık toprak yok.
İsteyen olursa onlara Kisralar gibi şan veririz
Arayanlara, yeni dünya bile veririz.
Muhammet İkbal’in “Şikayet ve Cevap“ adlı muhteşem
şiirinden birer şikayet ve cevabı ilginize sunuyoruz.
Çeviren: Muhammed Han Kayani
İkbal çok çabaladı. Önce Yunan ve
Roma felsefesini okudu acaba nerden
girebilirim diye. Bilirsiniz demokrasiyle
de işi var. Sonra doğu felsefesini, Hint
felsefesini. Burada da huzur bulamadı.
Bir bakıyor ki Mevlana. Ha, diyor
aradığım adam bu ve sonra bütün
eserlerini inceliyor. Ve ilk olarak “Esrar-ı
Hodi” diye bir eser yazıyor. “Esrar-ı
Hodi”, İslamın müzminleşmesinden
müslümanları şikayet ediyor, onların
aktifleşmesini sağlamaya çalışıyor. Benlik
kelimesinin kullanımı Farsçada hodi.
Yanlış anlamayın bakın onun çevirisi de
yanlış olur. Çünkü bizde benlik egoizm.
Ben idraki deyin yada şahsiyet deyin.
Türkçede şahşiyet de tam uymuyor; her
yönüyle karakter, kamil insan diğer bir
deyişle. Ama kamil de yine tatmin etmez
Nefsini bilme, kendisini bilme, kendinin
farkında olma hali diyebilir miyiz?
Yunus Emre’nin “Sen kendini bilmezsen
bu nice okumaktır.” mısrasındaki
anlam yani. Okumak kendini bilmektir.
Bak işte “hodi” budur. Muhammed
İkbal görüyor ki, Hindistan’da benlik
kaybolmuş. İnsanlar köle olmuş, otur
otur, kalk kalk. Camiye git, gitme;
İngilizler idare ediyor tamamiyle. Bu
zaaflardan korunmak için Mevlana’ya
sığınıyor. “Alimin nizamı benliğe ve
benliğin istihdamına yani istikrarına
anahtar // yaz 2013 • 18
dayanır” diyor Muhammed İkbal.
Sevgi ve aşkla güçlenen benlik, zahirin
güçlerine karşı koyabilir ancak. Doğru
değil mi? Niye şimdi ben kendimi
feda edeyim, zekat vereyim arkadaş.
Niye gidip para vereyim birisine ben
varken, kendime çocuklarıma bakarım.
Ama orada bir fedakarlık mevzu bahis
oluyor hacca gidiyor para harcıyor. Niye
Allah var diye, ona aşkından dolayı.
Aşk fedakarlık olmadan olur mu? Asla
olmaz. Yunan ve Roma felsefesinin
aksine İslamın öğrettiği itaat, Roma’
da Yunan’ da o itaat yok. Sabırla
kontrol altına alınan nefis terbiyesi
var mı? Biz oruç tutuyoruz nefsimizi
kontrol altına almak için, müzmin
olan benliği yüce katlara çıkartmak
için. Nietzsche, Goethe Muhammed
İkbal’in okuduğu bu büyük felsefeciler,
hepsi Mevlana’dan alıyorlar bir bakıma.
Şaşkına dönüyor. Benim Mevlanam
var, bunlarla ne uğraşıyorum, deyip
bırakıyor bir kenara. Ama bunlara karşı
hayretini de saklamıyor. Şimdi kısa bir
resim çekeceğim. Esrar-ı Hodi’den.
Orada İkbal Mevlana’yla konuşuyor:
(İkbal kendisine Hintli mürid diyor,
Mevlana’ya da Piri Rumi.) Hintli mürid
soruyor: “Görebilen göz kan ağlıyor ve
ilimden dolayı din perişan ve çaresiz
haldeler” Hz. Mevlana’ya. Mevlana cevap
veriyor: “İlmi beden için kullanırsan
yılan olur, ilmi ruhuna aktarırsan yâr
olur, dost olur”. Hintli Mürid soruyor
yine “Ben batı ve doğunun ilimlerini
okudum ama hala ruhumda acı ve
hüzün var nasıl yok edeyim onu.”
Mevlana diyor ki: “Ehil olmayana el
verirsen seni hasta eder, bize gel ki senin
tedavini biz yapalım.” Allah’a çağırıyor
biz derken. Kendini kastetmiyor asla
Allah’ı kastediyor. “İlim ve hikmet helal
lokmadan doğar. Aşk ve ruh incisi helal
ekmekten elde edilir. Haram yerse ona
ulaşılmaz.” diyor Mevlana. Mevlana
böyle enteresan hikayeler anlatır.
Bakın biz Türkiye de diyoruz ki parayı
veren düdüğü çalar. Bunu İngilizceye
çevir, hiçbir anlam taşımaz ama bizde
hikayesi var. Mevlana’nın abes sanılan
böyle hikayeleri çoktur niye? Bize
öyle gelir. Afganistan kaynaklı çünkü.
Bunu böyle anlayanlar, nereden çıktı
bu derler. O Mevlana’nın doğduğu
kültürün hikayeleridir. Mevlana buralı
değil ki, benim gibi oda göçmen. Bunu
lütfen yazar mısınız, insanlar yanlış
anlıyorlar Mevlana’yı. Mevlana gibi biri,
bu ayıp hikayeleri buraya niye koymuş
diye. Bunun sebebi budur. bu bizim
kültürümüzün devamıdır.
Eşek hikayesi gibi mi?
Aynen işte bu. Nedir bir ereni
görüyorsun. Ermiş adam ben de öyle
olayım da taklit edeyim diye toplarsan
milleti, olacağı budur. Bunu açık
söylüyor bakın. Ama o kullanılan
kelimeler abes geliyor çağdaş Türkiye
Cumhuriyeti’nin evlatlarına. Benim
öğrencilerim burada itiraz ediyorlar,
hocam ben kitabı attım, dayanamadım,
diyor. Dedim ki oğlum sen bunu pislik
olarak görme hikayenin özünü anla. Bir
zehirli meyvedir ama içinde tat vardır. O
tadı iç, ye öbürünü at çöpe. Sen buradan
dersini al. İşte bunu millete anlatmak
lazım çünkü en büyük itiraz bu.
Türkiye’de, İkbale karşı ve bir de
Pakistanlılara karşı enterasan bir sevgi var.
Yani O’nun döneminde yaşamış bir çok şair,
düşünür var. İkbal’ in bizim içimize bu kadar
sinmesine, işlemesine sebep ne? Halbuki biz
İkbal’in de hiçbir kitabını okumuş değiliz. Biz
İkbal’i niye seviyoruz?
Çok basit bir kere İkbal, Mevlana dostu.
Aynı gönülden. Mevlana bizim değil
midir. O kültürümüzde yok mu.Var. Bu
büyük kültür mirasını O’nda buluyoruz.
Bu birincisi. Bir de Muhammed İkbal
Pakistan’ın kuruluşunda büyük rol
oynamıştır. İslama verdiği değerden
dolayı biz Türk olarak bundan
dolayı değer veriyoruz. İslamı batıya
tanıtan, gerçek İslamı, dirayetli
İslam felsefesini tanıtan Muhammed
İkbal’dir. Hindistan’da da Türk demek
bir ayrıcalıktır. Ben kendi ailemden
biliyorum. Türklere karşı çok büyük bir
sevgi. O da çok severdi. Türkler istiklal
mücadelesi verirken bunu oralarda İkbal
duyurdu. Bunun da etkisi vardır.
Peki hocam, İkbal’in müzminliğe karşı
sert eleştiri getirmesi, İslamın pasif,
pısırık, müzmin halinin, Hindu felsefesine
benzetilmesine karşı olabilir mi?
Tasavvufa maalesef Hint felsefesini
soktular.
Hinduizmden ayrışmasını sağlamaya
çalışıyor olabilir mi?
Aslında Hint felsefesinin özü bozuldu.
Hint felsefesinin özünde de İslam
var. Çünkü Buda büyük bir ihtimalle
peygamberdir. Ama İslam gelince
Budizmi sildi. Muhammed İkbal bunu
görmüş ki; Hinduizm artık demode
olmuş bunlara yeni bir ruh katmak
lazım, o ruhu da Mevlana’da buluyor.
Mevlana’yı tanıdıktan sonra da eserlerini
bu yönde o heyecanla, İslam heyecanıyla
yazıyor. İnanıyorum ki Türklerin İkbal
sevgisi buradan geliyor.
ASLINDA HİNT FELSEFESİNİN ÖZÜ
BOZULDU. HİNT FELSEFESİNİN
ÖZÜNDE DE İSLAM VAR. ÇÜNKÜ
BUDA BÜYÜK BİR İHTİMALLE
PEYGAMBERDİR. AMA İSLAM
GELİNCE BUDİZMİ SİLDİ.
MUHAMMED İKBAL BUNU
GÖRMÜŞ Kİ; HİNDUİZM ARTIK
DEMODE OLMUŞ BUNLARA YENİ
BİR RUH KATMAK LAZIM, O RUHU
DA MEVLANA’DA BULUYOR.
MEVLANA’YI TANIDIKTAN SONRA
DA ESERLERİNİ BU YÖNDE O
HEYECANLA, İSLAM HEYECANIYLA
YAZIYOR. İNANIYORUM Kİ
TÜRKLERİN İKBAL SEVGİSİ
BURADAN GELİYOR.
anahtar // yaz 2013 • 19
BİZİMLE
>>
anahtar // yaz 2013 • 20
MUHTEŞEM KONYA
PANORAMASI
EViNiZiN MANZARASI OLSUN
GENİŞ Mİ GENİŞ, FERAH MI FERAH DAİRELERİ, ÖNÜNDE
KANYON PARK MANZARASI İLE KONYA’YA BİR DE SEHA
PANORAMA EVLERİ’NDEN BAKIN.
Modern ve kaliteli yaşam alanları inşa eden Seha Yapı güvencesiyle
satışa sunulan projede 4+1 ve 3+1 tipinde olmak üzere toplam
137 adet daire bulunuyor. Yeşil alanları ve geniş bir sosyal tesisle
zenginleştirilen proje, huzurlu ve konforlu bir hayatın kapılarını
açıyor. Seha Panorama Evleri ile ister karlı bir yatırım yapın, ister
ayrıcalıklı bir projede yaşamanın tadını çıkarın. Eşsiz manzarasıyla
özenle tasarlanmış modern yapıları ve ortasında geniş ve yemyeşil
bir bahçe, içerisinde sosyal tesisleri, yüzme havuzu, hamamı,
saunası, fitness ve çok amaçlı salonu ile Seha Panorama Evleri’nde,
kendinize ve sevdiklerinize ayırdığınız özel zamanlarınız daha da
değerli zamanlara dönüşecek.
ZARİF TASARIM, SAĞLAM YAPI
Özenle tasarlanan projede estetik ve sağlamlık bir arada bulunuyor.
Radye temel üzeri tünel kalıp yöntemi ile inşa edilen projenin dış
duvarları tuğla, iç duvarları betonarme perde ve tuğla duvar olan
blokların dış cepheleri silikon esaslı boya ile boyanıyor. Güvenli,
huzurla yaşanacak sıcacık bir yuva sizleri bekliyor.
HER DETAYDA GÜVEN VEREN USTALIK
Projede bulunan tüm dairelerin mutfaklarında set üstü ocak, fırın,
aspiratör ve kiler bulunuyor. Duvar ve tavanları saten alçı sıva
üzeri su bazlı plastik boya ile boyanan dairelerin her birinde katlar
arasında ısı yalıtımı bulunuyor. Amerikan panel iç kapıları ve çelik
dış kapıların yer aldığı dairelerin pencerelerinde PVC ve ısıcam
kullanılıyor. Ayrıca projede her daire için 1 adet kapalı otopark ve
misafirler için açık otopark bulunuyor.
anahtar // yaz 2013 • 21
BİZİMLE
>>
Lokasyon: Konya / Selçuklu, Yazır
Toplam İnşaat Alanı: 17.639 m2
Toplam Konut Sayısı: 137
Konut Tipi 1: 4+1 (130 adet)
Konut Tipi 2: 3+1 (7 adet, sadece
zemin katlarda)
4+1 Konut Tipi Büyüklüğü (Brüt)
182 m2
3+1 Konut Tipi Büyüklüğü (Brüt)
150 m2
Panoramaevlerin’den cazip fiyat ve
uygun ödeme koşulları ile siz de ev sahibi
olmak istiyorsanız acele edin.
anahtar // yaz 2013 • 22
anahtar // yaz 2013 • 23
KEYİFLE
>>
Ben
Gül’üm
ZUHAL ÇELİK
KOKUSUYLA, GÜZELLİĞİYLE, RENGİYLE
BİZİ MEST EDER GÜL; ÇİÇEKLERİN
ŞAHIDIR. DİLE GELİP “SEVGİLİNİM”
DER VE DEDİRTİR. SONRA DA ÇİÇEK
OLDUĞUNUN FARKINA VARIP “HAYIR
O BEN DEĞİLİM. BEN YÜREĞİNDEKİ
SEVGİLİYİ SANA HATIRLATAN EN GÜZEL
ÇİÇEĞİM” DER. SONRA YİNE “SEVGİLİNİM”
DER. “BEN GÜL”ÜM DER. “BÜLBÜLÜN
YANIP TUTUŞTUĞU SEVGİLİYİM, BAKİ’NİN
AŞKININ TEMSİLİYİM, PEYGAMBERE
DUYULAN MUHABBETİN SİMGESİYİM,
ALLAH’IN İHTİŞAMININ TEZAHÜRÜYÜM”
DER VE AŞK KUŞLARININ KANATLARINDA
BİZİ ALIR GÖTÜRÜR SEVGİLİNİN DİYARINA.
O MUTLULUKLAR ÜLKESİNE…
anahtar // yaz 2013 • 24
Gül. Çiçeklerin şahı (şâh-ı ezhâr)
olarak kabul ettiğimiz bu çiçek
yüzyıllardan beri sanat, estetik
ve güzellik dünyamızı yansıtan
en önemli sembollerden biridir.
Günlük hayattan mimariye,
musikiden ebruya, tezhibden
çiniye odakta hep o vardır.
Edebiyatta başrol ona verilmiştir.
Bunun tabii bir sonucu olarak da
zamanla sembolleşmiş; kimi zaman
sevgiliyi, kimi zaman Peygamberi
ve kimi zaman da ilahi güzelliği
anlatmak için kullanılmış. Gül,
Peygamberimizin (sav) sembolü
olduğu içindir ki Sultan Fatih O’na
(sav) olan muhabbetini belirtmek
için gül koklamış. Onun içindir
ki edebiyatımızda sevgililer hep
güle benzetilmiş; Necati Bey:
“Yılda bir kerre menâr-i sâhdan
didâr gül, / Gösterir nite ki nûr-i
Ahmed-i Muhtâr gül.”diyerek
peygamberimizi överken Nesimi ise:
“Ak gül ile kırmızı gül /Çift yetişmiş
bir bahçede / Bakışları hare karşı /
Har-ı ezharı güldür gül” mısralarıyla
Hak dostuna muhabbetini dile
getirmiş.
anahtar // yaz 2013 • 25
KEYİFLE
>>
GÜL REÇELİ
Sofralara gül geldi; dillere tat,
gönüllere huzur geldi. Hangisini
seversiniz bilmem amma işte reçel
olmuş gülün tarifi:
500 gr gül yapraklarını ayıkla ve
yıka. Süzdükten sonra tencereye
almayı unutma.7 bardak şekerle 2
çorba kaşığı limon suyunu ekledin
mi karıştırmaya başla. 2,5 bardak
suyu da ilave ettin mi koyulaşıncaya
kadar kaynat. Bu esnada kapağını
açık bırak ki reçeli taşırma.
Kaynayınca ateşi kısıp köpüklerini
almazsan reçelinin kıvamı olmaya.
Eh, nihayetinde kıvama gelince
ateşten alıp soğuttuktan sonra
sizlere afiyet ola!
anahtar // yaz 2013 • 26
PEKİ, GÜL, GÜL OLMASIYLA GÜNLÜK
HAYATIMIZDA NASIL YER ETTİ?
Reçel olup, lokum olup dillere tat verdi;
gül suyu olup ellere döküldü, koku olup
bedenlerde gül koktu.
Yusuf Has Hacib ziyafetlerde
gülsuyundan hazırlanan cüllab ve gülengübin şurupları sunulmasını tavsiye
etti. Mevlitlerde gül suyu ikram edildi.
Gülabdanların her biri eşsiz birer sanat
eseriydi.
Osmanlı tıbbı, gül suyu, gül yağı ve
gül macunu ile gül şerbeti olmak üzere
farklı formlarda gülden yararlandı.
Hem kokladı, hem tattı. Kadınlar gülle
güzelleşmek için hep ondan faydalandı.
Taş oymada üç boyutlu oyuldu ve
natüralist bir görünüm kazandı, tek
düzeyde oyulup geometrik bir şekle
de büründü. Kâğıda tezhiplendiği
zaman, akıtma, noktalama veya tarama
üslûplarına göre farklı görünüşlerde
resmedi. Velhasılıkelam gözle ve gönül
arasında türlü çeşit bağ kurdu.
Bahçeleri, parkları süsledi çoğu zaman.
Önemli yapıların tavan göbeklerinde,
taş oymacılığında, duvar resimleri ve
kumaşlarda, kitap cilt ve tezhiplerinde
ve mezar taşlarında da gördük onu.
İşte gülün hikâyesi buydu: Güzelliğiyle
yüzümüze güldü, kokusuyla bizi
bizden geçirdi, hayaliyle düşlerimize
girdi, sevgiliye benzetildi ve sevgilimiz
olageldi.
Gül terkipli isimler yayıldı memleketin
dört bir yanında: Gül, Gülbahar,
Gülbeden, Gülistan, Gülhan, Gülşan,
Gülcan, Gülten, Gülriz, Gülnur,
Gülenaz, Gülay, Güler, Gülsever, Gülbey,
Gülayşe, Ayşegül...
İSLAM DIŞI İNANÇLARDA GÜL
Biz gülü İslam’da ve Türk kültüründe
sevgiliyi ifade eden bir çiçek olarak
bilsek de, gül tarih boyunca birçok
inançta, din ve din dışı düşüncelerde
de bir sembol olarak kullanılmıştır.
Antik Yunan’dan Antik Roma’ya,
Hıristiyanlıktan, sosyalizme kadar birçok
anlamı ihtiva eden bir sembol olma
özelliğini korumuştur. Gülün, bu din
ve din dışı inançlardaki/örgütlerdeki
anlamına baktığımızda bazı ortak
anlamlarla sembolleştirildiğini
görüyoruz. Gül, Antik Yunan’da Afrodit
ve Antik Roma’da Venüs olarak bilinen
aşkın tanrıçalarının simgesi olarak kabul
edilirmiş. Venüs bir yıldızdır ve yıldız beş
köşeli olarak tasvir edilir. En eski gül
olan rosa rugosa da beş yapraklıdır. Beş
köşeli yıldız aynı zamanda dişiyi temsil
eder. Dolayısıyla gül de dişiyi sembolize
eder. Gülle ilişkilendirilen belli başlı
bu bağlantılı anlamların, daha çok
masonluk, tapınak şövalyeleri, gül
haçlılar gibi örgütlerin inanışlarında yer
aldığına tanık oluyoruz.
Gülün dini bir sembol olarak
Hıristiyanlıktaki anlamına baktığımızda
ise kırmızı gülün Hz. İsa’nın haçın
üzerine döktüğü kanı dolayısıyla da
Tanrı’nın sevgisini sembolize ettiğinin
düşünüldüğünü görüyoruz. Bu
bakımdan kırmızı gül merhametin ve
kendini feda edebilmenin sembolüdür.
Diğer yandan çiçeklerin kraliçesi olan
gülün beyazı ise, gökyüzünün kraliçesi
olan Hz. Meryem’in sembolü kabul
ediliyor. Dolayısıyla masumiyetin,
saflığın, iffetliliğin, bekâretin sembolü
olarak Meryem Ana resimleri çoğu
zaman etrafı güllerle çevrili olarak
tasvir edilmiştir.
anahtar // yaz 2013 • 27
BİZİMLE
>>
“SEHA YAPI EVİ ALIRKEN
ÇOK KOLAYLIK GÖSTERDİ”
“SİZİNLE” BÖLÜMÜMÜZÜN
KONUĞU SEHA MİMOZA
KONUTLARI’NDA İKAMET EDEN
ALİ DOĞAN. TECRÜBELİ BİR
ÖĞRETMEN OLAN ALİ DOĞAN
İLE SİTE YAŞAMINA SEHA YAPI
İLE NASIL TANIŞTIĞINA VE SEHA
MİMOZA KONUTLARI’NA DAİR BİR
SOHBET GERÇEKLEŞTİRDİK.
Ali Bey, bize kendinizden bahsedebilir
misiniz?
1960 Çumra doğumluyum. İlköğretimi
ve orta öğretimi orada bitirdim. Daha
sonra Konya İmam Hatip Lisesi’nden
mezun oldum. 1985 yılında da Konya
İslam Enstütüsü’nden mezun oldum. Şu
anda Selçuklu ilçesinde bir ilköğretim
okulunda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi
öğretmeni olarak görev yapıyorum. Aynı
zamanda bir derneğin Yönetim Kurulu
Başkanlığı görevini yürütüyorum.
Öğrencilik yıllarımızdan itibaren sürekli
sosyal faaliyetler içerisinde bulundum.
Milli Türk Talebe Birliği yönetimi olsun,
Akıncılar yönetimi olsun buralarda
bulundum.
Seha Yapı ile tanışmanız nasıl oldu?
Seha Yapı, Mimoza sitesinin daha
anahtar // yaz 2013 • 28
temelini atarken, yanından her
geçişimizde eşim devamlı şurası çok
güzel bir yer diye gösteriyordu. Şimdi o
sitede oturuyoruz.
Site olmasını özellikle tercih ettiniz yani?
Evet, siteyi özellikle tercih ettim. Daha
önce de sitede yaşıyorduk. İlişkiler,
kültür seviyesi bunlar bizim için
önemliydi. Site tercihimiz vardı. Ayrıca
kalite ve işçilik bakımından da çok iyi
bir site. Evimin konumu da çok güzel.
Rahat bir şekilde pazarlığımızı yaptık,
arkamızı dönmeden satın almış olduk.
Komşularınızdan memnun musunuz?
Komşularımızdan memnunuz. Şu anda
benim oturduğum kısımda komşuluk
ilişkileri çok yüksek seviyede. Benim
oturduğum blokta hanımlar arasında
çok güzel bir muhabbet var. Erkekler
arasında o kadar yok belki hanımlar
arasındaki bu muhabbet erkeklere
de yansıyor. Hanımlar aralarında
kültürel faaliyetler, sohbetler yapıyor.
Güzel bir sosyal ve kültürel ortam var.
Bununla beraber sıkıntıları yok değil.
Ben ayrıca yöneticilik de yaptığım için
sıkıntılar bize de yansıyor; fakat biz
bu sıkıntıları herkese yansıtmıyoruz.
Sitelerde en büyük problem gürültüden
kaynaklanıyor. Mesela üst kattaki
komşunun çocuğunun yürümesi, bir
eşyayı çekmesi aşağı katta gürültü
yapıyor. Tabi bu da komşuluk
ilişkilerinde sıkıntıya yol açıyor. Hemen
yukarıdan yine bir sofra çekilmesi, sigara
izmaritlerinin atılması gibi sorunlar da
var. Tabii ki insanın olduğu her yerde
bu gibi sorunlarla karşılaşabiliyoruz.
Sitemizde bu sıkıntılar çok değil;
bunları, tabi sıkıntılar olarak
görüyorum. Bu durumlarda biz her iki
tarafı dinliyoruz. Baba rolü gibi, hakem
rolü gibi bu sorunlara çözüm arıyoruz.
Her iki aileyle oturup onları bir araya
getiriyor, birbirlerini kucaklamalarını
sağlıyoruz.
Ev alma komşu al demişler sonuçta.
Akrabanla bile sürekli beraber değilsin
ama komşunla her daim berabersin.
Peygamber Efendimiz komşu hakları
noktasında, “Cebrail bana o kadar çok
üzerinde durdu ki ben sanki benim
varisim olacak, mirasçım kılacak diye
düşündüm” diyor. Tabii ki meskenler
önemli; insanlar, belki ömrünün yarısını
evlerinde geçiriyor.
Siz kaç yıldır bu binadasınız?
2 yıldır bu binadayım.
Daha önce yine bir Seha projesinde miydiniz?
Ben kiracı olarak Seha’nın Beyaz
Zambak projesinde oturdum. Sitenin
tadını oradan aldık. Seha’nın, yine siteyi
tercih etmemizde büyük etkisi var.
Beyaz Zambak’ta da komşuluk ilişkileri iyi
miydi?
Evet. Orada da rahat ettik. Orada
akademik personel daha çoktu. Sorunlar
karşılıklı diyalog ve anlayış içerisinde
çözülüyordu. Ben kızımın düğününü
sitede yaptım mesela. Sitenin alt
kısmında sosyal bir mekân vardı, düğün
salonu gibiydi. Nişan kına geceleri orada
oluyordu. Yine Beyaz Zambak’ta sosyal
etkinliklerimizi rahatça yapabildiğimiz
bir kır kahvesi vardı. Mesken
konusunda Peygamber Efendimiz üç
şey kişinin saadetindendir, der: İyi bir
eş, iyi bir binek ve geniş bir mekân.
Dünyadaki insana verilen mutluluk ve
saadet olarak bu üç şeyi peygamberimiz
saymış. Huzurlu ve geniş bir mekân
kişinin saadetindendir demiş. Biz bu
huzur ve genişliği sitemizde buluyoruz.
Sitemizden memnunuz. Bize uygun ve
genişlik itibariyle de bize yetiyor.
Ev alırken ödemeler konusunda zorluk
çektiniz mi?
Ben buraya geldiğim zaman dedim
ki arkadaşlara benim elimde 90 bin
lira param var, bunun üzerinde 30
bin lira kadar olan açığımı banka
kredisiyle ödemek istemiyorum.
Bana bu konuda kolaylık sağlayın.
Benim ödeme gücüm şudur; ben bu
ödemeyi ayda 750 lira sonrasında da
1.000 lira olarak ödeyebilirim dedim.
Arkadaşlar da bunu makul karşıladılar
ve senetlerimizi hazırladık. Yani alım
sürecinde inanılmaz kolaylık oldu. Bir
başka kapıya da gitmeme gerek kalmadı.
Ödemelerim hala devam ediyor. Şu ana
kadar hiçbir sıkıntı oluşmadı.
yapılmadan önce otopark aşağıya
alınsaydı, kapalı otopark olsaydı
çok güzel olurdu. Şimdi bizim 184
tane dairemiz var, yani 184 tane de
otomobilimiz var. Misafir araçları gibi
ikinci araçlara yerimiz yok. Çocuk
oyun alanımız biraz dar. Salıncak yeri
bulamıyoruz.
Dairenin planından kullanımından memnun
musunuz?
Memnunuz, plan olarak kullanışlı.
Mutfağımız güzel, geniş. Aile olarak
bir sıkıntımız yok. Salonumuz gayet
ideal bir salon. Oturma odamız uygun,
yatak odamıza dolaplarımız rahat bir
şekilde sığıyor, olabilecek en uygun
ölçüde yapılmış bence. Seha Yapı’ya bu
kullanışlı, rahat mekanları tasarlayıp
bizlere sunduğu için teşekkür ediyorum.
“HUZURLU VE GENİŞ BİR MEKÂN
KİŞİNİN SAADETİNDENDİR DEMİŞ
PEYGAMBER EFENDİMİZ. BİZ BU
HUZUR VE GENİŞLİĞİ SİTEMİZDE
BULUYORUZ.”
Kaç çocuğunuz var?
2 kızım bir oğlum var. Kızlarımı
evlendirdim. Torunlarımız var. Oğlumuz
da İlahiyat Fakültesi son sınıfta okuyor.
Mimarlarımıza mesaj olması bakımından,
şu da olsaydı çok güzel olacaktı dediğiniz
eksikler var mı?
Sitede benim beklentim şudur: Site
anahtar // yaz 2013 • 29
HAYIRLA
>>
RAMAZAN ÖNCE KADINLARLA
GELİRDİ HAYATIMIZA. BU GELİŞ
USUL VE DERİNDENDİ. GÜNÜN
EN SESSİZ SAATLERİNDE
ÇOĞUNLUKLA PENCERE
ÖNLERİNDE YAHUT BAHÇELERİN
YOLU GÖREN BİR YERİNDE,
ELLERİNDE TESPİH, DUDAKLARI
KIPIR KIPIR YAŞLI TEYZELERİN
SÜKÛNETİ İLE KARŞILANIRDI.
anahtar // yaz 2013 • 30
ÖNCE ANNELERE GELİRDİ
MELİHA ÖZSAĞLAMLAR
Ramazan önce kadınlarla gelirdi
hayatımıza. Bu geliş usul ve derindendi.
Günün en sessiz saatlerinde çoğunlukla
pencere önlerinde yahut bahçelerin
yolu gören bir yerinde, ellerinde tespih,
dudakları kıpır kıpır yaşlı teyzelerin
sükûneti ile karşılanırdı. Recep’le birlikte
başlayan ‘üç aylar tespihi’ Ramazan’ın
asla terk edilmeyen ritüellerindendi.
Çocukluğumda bu tespihi çekmeyen bir
kadın hatırlamıyorum. Dahası birbirleri
ile latifeleşerek en doğru biçimde
çektiklerini düşünürler ve etraflarına
da bunu aktarmaya çalışırlardı. Sonraki
ENGİN KABAN
kuşaklar bu âdeti yaşatmak konusunda
pek heveskâr olmadı. Yaşlıların birer
birer çekilmesiyle çantasındaki tespihi
gittiği her yere taşıyan kadınlar kalmadı
artık. Anneannem buna, Ramazan’ı
karşılama, derdi ve eklerdi:
- Önce bir tespih estağfurullah çekeceksin,
günahlarımıza tövbe için. Sonra bir tespih
estağfurullah ile birlikte elhamdülillah.
Sonra bir tespih peygamberimize salâvat,
lailaheillallah, tekrar salâvat.
Evet, Ramazan kadınlarla gelirdi, onların
bitip tükenmek bilmeyen hazırlıklarıyla.
Önce evler dip bucak kirlerinden
arındırılırdı. Bu dip bucak işi öyle
hafifsenecek türden değildir. Yaşı
kırkların üzerinde olanlar bilir bu
uzayan temizlik fasıllarını. Haksız
da değillerdi. Ramazan içerisinde
misafir ağırlama ve mutfak, öyle ağır
basardı ki ev işleri mutlaka önceden
halledilmeliydi.
Ramazan’a birkaç gün kala bir aylık
iftarlık yiyeceklerin hazırlanması
işi başlardı. Kurutulmuş yufka
hazırlamak en dikkat çekici
olanıydı. Apartmanda dahi otursalar
yakınlardan birinin bahçesinde
yakılan odun ateşinde toplanan
kadınlar neşe içinde yufka açıp
pişirirlerdi. Bu hazırlıkların köyde
yapıldığını düşünmeniz sizi yanıltır.
Ramazan hazırlıklarının köyü kenti
olmazdı. Ramazan biraz da gelenek
demek olduğu için belki de normal
zamanlarda es geçilen adetler
Ramazan’da hatırlanır ve önem
verilirdi. Reçeller, kompostolar,
şuruplar da kan şekeri değerlerinin
ne olduğunun bilinmediği
dönemlerde sıhhatli bir Ramazan
için öncelenirdi. Balkonlar güneşe
bırakılmış reçel tepsileri ile dolar,
evlerin nispeten serin ve kuytu
köşeleri kurutulmaya bırakılmış
yufkalara terk edilirdi. Çocuklara da
bu yufkaları ucundan tırtıklamak
eğlencesi düşerdi.
İLK SAHUR, ÇOCUKLAR İÇİN
BÜYÜMEYE ATILAN İLK ADIMDI
Anneler izin verdiğinde büyümenin
tarifi imkânsız mutluluğunu
yaşardık. Gün boyu açlık ve
susuzlukla mücadele, ruhları kavi
kılardı.
Ramazan önce annelerle gelirdi.
İftara yakın saatlerde mutfaktan
gelen nefis kokular eşliğinde
şıpıdık terlikleriyle bahçeyi akşama
hazırlayan annem, başörtüsünün
kıyısına iliştirdiği fesleğenle elinde
tespihi anneannem, dallı güllü
şalvarlarıyla oradan oraya seğirten
yengem, iftar sofrasına yemeklerden
önce huzuru yerleştirirdi. İftar
öncesi serinlesin diye kuyuya
salınan karpuzlar, kuyudan kova
kova çekilen sularla yıkanan bahçe,
sulanan sardunya ve karanfiller,
dut ağacının altına serilen hasırda
iftarı bekleyen yaşlılar, oradan oraya
kaynaşıp duran çocuklarla Ramazan
anahtar // yaz 2013 • 31
HAYIRLA
>>
ÇOCUKLARLA İLGİLENMEK
BABAM İÇİN BİR İŞ DEĞİL ZEVKTİ.
EVİN BAHÇESİNİ CAMİ AVLUSUNA
ÇEVİRİR, MARANGOZA YAPTIRDIĞI
RAHLELERDE HEPİMİZE KUR’AN
ÖĞRETİR VE NASIL BAŞARIRDI
BİLMEM AMA BİZ DERS
GÖRDÜĞÜMÜZÜ DÜŞÜNMEZ,
ZEVKLE ELİFBA ÇALIŞIRDIK.
anahtar // yaz 2013 • 32
önce evlerimize girerdi. Sonra suda
yayılan halkalar gibi yayılırdı kâinata.
Hükmünü sürerdi bir ay boyunca ve
onun kuralları işlerdi.
Ramazan demek dedem demekti biraz.
Yılın her günü çalışır, geç saatlere kadar
bakkal dükkânından ayrılmazdı. Bize
de senede bir kez gelirdi. Onun misafir
olduğu iftar, bizim için şenlik demekti.
Kendiyle birlikte bütün sülaleyi toplar,
gelirken de elleri kolları yaz meyveleriyle
dolu olurdu. İftar sonrası ‘Birinci
Sigarası’nı tüttürür, kahkahalarıyla
içimize neşe veren eski günlerden
bahsederdi. Saat ilerlediğinde yeleğinin
cebinden çıkardığı köstekli saatine bakıp
herkesi ayaklandırır, geldiği gibi maniler
söyleyerek giderdi.
Hatıralarımda canlanan ilk ramazanlar
yaza rastlar. Ben bu yüzden midir
bilmem Ramazan deyince hep yaz
mevsimini hayal ederim. İlk orucumu
o sıcak yaz günlerinde tuttum. Babam
yıllık izinlerini Ramazan’da kullanırdı.
Onun da evde olması Ramazan’ı
sonsuz bir tatil neşesine dönüştürürdü.
Sıcaktan bunalan çocukları hortumla
ıslatır, neşeli kahkahalarımıza
köpeğimizin havlamaları eşlik ederdi.
O da ıslanmaktan kurtulamaz, sağa
sola zıplayarak neşemize neşe katardı.
Çocuklarla ilgilenmek babam için bir
iş değil zevkti. Evin bahçesini cami
avlusuna çevirir, marangoza yaptırdığı
rahlelerde hepimize Kur’an öğretir ve
nasıl başarırdı bilmem ama biz ders
gördüğümüzü düşünmez, zevkle
elifba çalışırdık. Erik, iğde ağaçlarının
gölgesinde elinde elifba cüzleri,
başlarında uçuşan örtülerle mahallenin
kız çocukları, yaramaz oğlanlar… O yaz
hepimiz Kur’an’a geçtik.
Her mahallede yaygınlıkla okunan
mukabeleler bizim mahallemizde
de vardı. Ben düzgün ve yanlışsız
Kur’an okumayı bu mukabelelerde
öğrendim. Daha İmam Hatip Lisesi’ne
başlamamıştım. Yasin suresini de
bu mukabeleler sırasında nerdeyse
ezberlemiştim. Yıllarca evlerde okunan
bu mukabeleler artık camilere taşındı.
Ama biz sayımız azalsa da annem,
ben ve kızım ısrarla devam ediyoruz.
Kim bilir belki benim kızım da kendi
çocuklarına okuduğu mukabeleleri,
tuttuğu oruçları hatıra olarak anlatır.
Hatıralar zincirimiz kopmasın diye
verdiğimiz mücadele yerini bulur.
Ramazan deyince sokaklara dağılıp
iftar pidesi satan çocukları anmamak
olmaz. Çocuk olup da bu kısa dönem
ticaretini yapmayan yoktu. Kollarında
pide sepetleri, çığlık çığlık sesleriyle,
kazandıkları küçücük paralarla
büyüyüverirlerdi birden.
Akşam saatlerinde komşunun duvarına
dizilip karşı tepeden atılan topu
beklemenin heyecanı da bambaşka
olurdu. Top patlayana kadar nefesler
tutulur, patladığı anda çığlık çığlığa
evlere dağılırdık. Yemeyi hayal ettiğimiz
her şey suya karşı mağlup olur,
annelerin ihtarları neticesi bir iki lokma
atıştırıp kaldığımız yerden hayata dâhil
olurduk.
Ramazan, tüm bu seramonilerle
birlikte ruhumuza siner, bayram
yaklaştıkça Ramazan sevinci yerini
bayram bekleyişine bırakırdı. Ramazan
kadınlarla gelirdi ya, yine onların varlığı
ve çabalarıyla nihayetlenirdi. Bütün
bir Ramazan’ı büyülü bir atmosferde
geçirmemizi sağlayan kadınlar bu
sefer bayram hazırlıklarına girişir ve
hiç şikayet etmeden yorgun bedenleri,
mütebessim çehreleriyle bir yandan
bayram tatlıları hazırlar, bir yandan
çocukların bayram ihtiyaçlarını
gidermek için uğraş verir, yanı sıra
tespihlerini ve teravihlerini de ihmal
etmezlerdi. Son günlerin karmaşasında
gelen Kadir Gecesi uykulu ve yorgun
gözlerle tespih namazı kılarlar ve Allah’a
iyi günler için yakarışlarda bulunurlardı.
Biz bayramı beklerken büyükler
Ramazan’ın bitmesine içerler, tekrar
kavuşmak için dualar ederlerdi.
Bilmiyorum kaç sene oldu, ben de
onlarla aynı duyguyu paylaşmaktayım.
Saat gece yarısını geçti. Sokak buram
buram yasemin kokuyor. Uzakta bir
yerlerden tartışma sesleri duyuluyor,
karşı komşumuz hasta iniltileriyle
eşine sesleniyor. Balkonlarda birkaç
kişi muhabbet etmekte, yan evden
tavla şıkırtıları yayılıyor sokağa.
Biraz ilerde ise bangır bangır açık bir
televizyonda bir tartışma programından
gelen sesler ruhumu üşütüyor. Gel ey
şehr-i Ramazan kırgın gönüllerimizi
onar, ruhlarımıza şifa ol. Gel ey Şehr-i
Ramazan saltanatını kur.
RAMAZAN KADINLARLA GELİRDİ
YA, YİNE ONLARIN VARLIĞI VE
ÇABALARIYLA NİHAYETLENİRDİ.
BÜTÜN BİR RAMAZAN’I BÜYÜLÜ
BİR ATMOSFERDE GEÇİRMEMİZİ
SAĞLAYAN KADINLAR BU SEFER
BAYRAM HAZIRLIKLARINA GİRİŞİR
VE HİÇ ŞİKAYET ETMEZLERDİ
anahtar // yaz 2013 • 33
BİZİMLE
>>
Toplam İnşaat Alanı: 9.274 m²
Toplam Konut Sayısı: 81
Konut tipi: 4+1 ve 3+1
Lokasyon: Konya / Selçuklu, Yazır
Konut büyüklüğü (Brüt): 178 m²
Yapım Tekniği: Betonarme Karkas
Dinlenme Alanları : Çocuk Bahçesi,
Spor Alanı, Dekoratif Havuz
Başlangıç: Ağustos 2013
Seha Kanyon Park Konutları’ndan
cazip fiyat ve uygun ödeme
koşulları ile siz de ev sahibi olmak
istiyorsanız acele edin.
TİTİZLİKLE TASARLANAN,
KULLANILAN HER MALZEMESİ
ÖZENLE SEÇİLER SEHA KANYON
PARK KONUTLARI SAĞLAMLIĞIN
ZARAFETLE BULUŞTUĞU MUTLU
BİR YUVA VAADEDİYOR…
Önce Seha Kanyon Park Konutları’nın
yerleşim alanından Konya’yı seyredin,
kararınızı sonra verin.
Her ihtiyaca uygun, kullanışlı yaşam
alanları inşa eden Seha Yapı’nın
yeni projesi SEHA KANYON PARK
KONUTLARI’ nda Konya’ya yeniden
merhaba deyin.
Seha Yapı bu projesindeki ferah daireleri,
sağlam yapısı ve estetik mimarisi ile
beklentilerinizin bir adım ötesinde
yaşam alanlarını sizlere sunuyor.
4+1 ve 3+1 tipinde toplam 81 daireden
oluşan projede rahatınız için her ayrıntı
düşünüldü. Hayalinizdeki huzurlu ve
rahat yaşama kavuşun diye…
OKSİJEN DOLU HAVASI VE EŞSİZ
ŞEHİR MANZARASI İÇİN KANYON TEMELİNDE SAĞLAMLIK,
PARK’TA YAŞAMAK LAZIM... TASARIMINDA USTALIK VAR
Yapım tekniği; Betonarme karkas
sistemde, dış duvarlar tuğla, iç duvarlar
betonarme perde ve tuğla duvar.
Dış cephelerde silikon esaslı boya.
Karlı bir yatırım ya da güvenle
yaşanılacak bir ev. Seçiminiz hangisi
olursa olsun, tercih sebepleriniz bu
projede fazlasıyla var.
anahtar // yaz 2013 • 34
ŞIK VE KULLANIŞLI BİR BANYONUZ OLSUN
Fayans kaplama duvarları, asma
tavanları, seramik kaplama zemini,
Hilton lavabosu, gömme rezervuarlı
asma klozet ve duşakabini ve
Merkezi “Boiler” sistemi ile banyo ve
mutfakta 24 saat sıcak su sistemi ile
kullanışlı ve şık bir banyonuz olsun
istemez misiniz?
MUTFAĞINIZDA DA İHTİYAÇLARINIZA ÖZEL
DETAYLARI DÜŞÜNDÜK, TASARLADIK
Rahat rahat hareket edebileceğiniz
kadar geniş, elektrikli set üstü ocağı,
Ankastre fırını, , bulaşık makinesi ve
davlumbazdan oluşan beyaz eşyaları,
kullanışlı kileri ile ihtiyacınız olan her
detay mutfağınızda bulunsun istedik.
TEKNOLOJİ: HEM GÜVENLİĞİNİZ HEM
HAYATINIZI KOLAYLAŞTIRMAK İÇİN…
Yangın ihbar butonları ile üst düzey
güvenlik sistemi, çevre aydınlatması
dairelerde görüntülü, sesli intercom
görüşme sistemi, asansörleri, kapalı
otopark aydınlatmaları, jeneratörden
yedeklenerek aydınlatılan kazan dairesi
ve tüm kat holleri.
anahtar // yaz 2013 • 35
ÇELEBİCE
>>
anahtar // yaz 2013 • 36
ENGİN KABAN
SELÇUKLU RÖNESANSININ YAŞANDIĞI TOPRAKLAR
BİR YANINDA SÜPHAN, ÖTE YANINDA NEMRUT DAĞI YÜKSELEN AHLAT, VAN
GÖLÜ KIYISINDA, KÜMBETLERİ, TARİHİ MEZARLARI VE DOĞAL GÜZELLİĞİ İLE
HAYRET UYANDIRAN TARİHİ BİR ŞEHİR.
Tuşba’yı, Van şehrini ardımızda bırakıyoruz. Muradiye Şelalesi’ni, Akdamar Adası’nı… Efsaneleri, söylenceleri, tarihi kalıntıları, onca güzelliği geride bırakıyoruz. Ama bizi yol boyu
bırakmayan Van Gölü, büyüleyen güzelliği ile hep yanı başımızda. Yolumuz bölge insanının
deniz dediği gölün kuzey batısına uzanıyor. Ardından Bitlis’ e bağlı, Ahlat Ovası’na uzanan,
batısında Nemrut, kuzeyinde Süphan Dağı yükselen Ahlat ilçesine varıyoruz.
Van’dan bindiğimiz bir otobüsle iki saat süren yolculuğumuza Tatvan’da ara veriyoruz. Keşfedilmeyi bekleyen başka bir yerde, başka bir dünyada gibiyiz. Van gölünün yanı başına
kurulmuş irili ufaklı bu kasabalar birbirinin aynı değiller. Her birinin bir başkalığı, bir başka
havası var. İçimizde Ahlat’ı görme ateşi derinleşse de Tatvan’da kalma planları yapıyoruz.
Ancak evdeki hesap çarşıya uymuyor. Alıştığımız o masmavi bembeyaz bulutlarla bezenmiş
gökyüzünün griye çalmasını da bahane edip tekrar yola koyuluyoruz.
anahtar // yaz 2013 • 37
ÇELEBİCE
>>
SELÇUKLU SANATININ İZİ:
KÜMBETLER
45 dakika süren Ahlat
yolculuğumuzda günü de
sohbeti de koyulaştırıyoruz.
Çok şey duyup henüz yüzünü
görmediğimiz Ahlat’a, koyu
nefti bir gecede giriyoruz.
Ertesi günün sabahında
hiçbir plan yapmadan yollara
düşüyoruz. İlçenin dört
yanına dağılmış kümbetler
ilk uğrak yerlerimiz. Kimi bir
yol, bir tarla kenarında, kimi
bir evin bahçesinde ya da bir
tepeye kurulmuş bu anıtlar,
yüzyıllardır ilçeyi bekliyor.
Selçuklu mimarisinin en
gözde eserleri olan ve önemli
şahsiyetlere ait bu mezar
yapıları genellikle kare planlı
bir kaide üzerine oturtulmuş.
Çokgen kasnaklarla silindirik
bir gövdeye geçilen, üstü
içerden kubbe, dışardan konik
bir çatıyla örtülü kümbetler
19 adet. Şeyh Necmeddin
türbesinde olduğu gibi
kare planlı olanları da var.
Emir Bayındır kümbeti ise
gövdesindeki kısa sütunlarla
diğerlerinden tamamen
ayrılan bir özellik taşıyor. En
ünlüleri arasında büyüklüğü
ve süslemeleriyle dikkat
çeken, 1273 tarihli Usta Şagirt
(Ulu Kümbet) kümbet. Çifte
Kümbetler, Hüseyin Timur
( 1279) ve Bugatay Aka’nın
(1281) kümbetlerini eklemek
gerekir. Kümbetler etrafında
dolaşırken kendimizi bir başka
zaman diliminde buluyoruz.
Birçoğunda özellikle pek süslü
taş kapılar dikkat çekiyor.
Taş işçiliğinde görülen ejder
kabartmaları, geometrik ve
bitkisel motifler, çeşitli yazılar
mezar anıtlarına görkemli bir
güzellik katıyor.
anahtar // yaz 2013 • 38
Tarihçilerin Selçuklu
Rönesansının yaşandığı
yer dediği Ahlat, adını
daha çok Selçuklu anıt
mezarlarıyla duyurur.
Türklerin yüzyıllar içinde
oluşturdukları mimarinin
de izlerini taşır bağrında.
Tarihi ise çok eskilere MÖ
15. yüzyıla uzanır. Asurlular, Urartular, Medler,
Persler, Makedonyalılar,
Selokidler, Partlar ve
Alatoslar birbiri ardına
hükmetmişler bu
topraklara. Bizans, Abbasi, çeşitli beylikler ve
niceleri arasında elden
ele geçmiş. Nice isyanlar,
nice istilalar görmüş. Eski
adı Hilat olan Ahlat, 1093
ile 1230 yılları arasında
epey zaman Selçukluların
yönetiminde kalmış.
Çaldıran savaşından sonra Osmanlı topraklarına
katılan ilçe, her el
değişikliğinde yeniden
gençleşmiş, yıllara
meydan okumuş ve gelip
dayanmış bugüne.
DİLLERE DESTAN MEZARLIK
Ahlat’ta dillere destan Selçuklu Mezarlığı
ise mutlak görmeye değer. Meydanlık
mevkiinde boyları 2 metreye ulaşan,
halkın ‘akıt’ dediği mezarlar muazzam
bir işçiliğe sahip. Açıkhava müzesinde
sayıları yüzleri bulan, her biri farklı
akıtlar içinde saatlerce dolaşıyoruz. Çok
eskilere tarihlenen ve çeşitli kalıntılar
taşıyan ‘Harapşehir’i, Kanuni tarafından
başlatılıp II. Selim zamanında yapımı
tamamlanan ‘Kale’yi, ‘Ahlat Müzesi’ni
ve diğer tarihi yapıları büyük bir
heyecanla geziyoruz. 5 km.’yi bulan
ve adına yakışmayan Sanayi Caddesi
ilçenin bir ucundan diğerine uzanıyor.
Merkez nüfusu yirmi bini aşan Ahlat’ın
kalbi bu caddede atıyor. Kahve ve
dükkân önlerine taşmış iki sıralı küçük
taburelerde gün boyu süren sohbetlerde
demli çaylar içiliyor. Caddenin
arkalarında ise iki katı geçmeyen,
yöreye özgü Ahlat Taşı ile örülmüş şirin
evler görülüyor. Kayısı, vişne, ceviz ve
erik ağaçlarının çoğunlukta olduğu,
yeşillikler içinde geniş bir alana dikilmiş
evlerin etrafı yine aynı taş duvarlarla
çevrili. Bize bahçelerinden meyve ikram
eden kadınların yaşamları bu duvarların
ardında geçiyor.
Sıcacık dostluklar yaşadığımız günleri
Nazik Gölü’ne yaptığımız geziyle
bitiriyoruz. Bir lav seddi olan gölü
geziyoruz. İçimize sığmayan bir
heyecanla en güzel manzaralara dönüşen
günü batırıp geri dönüyoruz. Bir yanda
yeni yerler görmenin, yeni dostluklar
kurmanın mutluluğu, bir yanda ayrılık
hüznü, diğer yanda ise aklımızda takılı
kalan Ahlat…
anahtar // yaz 2013 • 39
RÖPORTAJ
>>
DOĞRU SEÇİLEN KAZAN,
KAZANDIRIYOR
MODERN BİR ÇAĞDA, MODERN BİNALARDA YAŞIYORUZ. DOLAYISIYLA
BİNALARIN İHTİYAÇLARI DA, BU İHTİYAÇLARI KARŞILAMAK İÇİN KULLANDIĞIMIZ ARAÇ-GEREÇLER DE ARTIK FARKLILAŞTI. ÇOK DEĞİL BUNDAN 20
SENE ÖNCE EVLERİMİZDE KÖMÜR SOBALARI, ÖRDEK SOBALARI, KUZİNELER OLURDU. ŞİMDİ BUNLARI GÖRMEDEN BÜYÜMÜŞ ÇOCUKLAR VAR.
ÇÜNKÜ GÜNÜMÜZDE ŞEHİRLERİMİZİN NEREDEYSE TAMAMINDA KATI
VEYA SIVI YAKITLARIN YERİNE DOĞALGAZ KULLANILIYOR. DOĞALGAZ
DEMEK TEMİZ YAKIT DEMEK. BU BAKIMDAN TERCİH EDİLMESİ DOĞAL.
Doğalgazın ısıya dönüştürülmesinde iki temel
araç kullanılıyor: Kombi ve kazan. Kombiler
bağımsız konut tiplerinde daha yaygın. Ancak
komple binanın ısıtılmasında kazan kullanımı
çok daha ekonomik. Kazan deyip geçmemek
lazım. İyi kazan az yakıt demek. Binanın
büyüklüğüne göre doğru kazanı seçmek de bir
o kadar önemli.
Bu sayımızda toplu konut sitelerinde tercih
edilen doğalgaz kazanları hakkında konunun
uzmanı bir isimle görüştük. Viessmann
markalı ürünlerin Konya Bölge Müdürü
Kağan Aydınbelge’nin görüşlerine başvurduk
ve kazan tercihi, kullanımı konusunda önemli
ipuçları edindik.
Isıtma kazanları ne zaman kullanılmaya
başlandı?
anahtar // yaz 2013 • 40
1990’ lı yılların başında öncelikle
Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerde
doğalgazın kullanılmasıyla gaz yakıtlı
kazanlar yaygınlaşmaya başlamıştır.
Viessmann ise 1994 yılından itibaren
İstanbul’ da faaliyet göstermeye başlamış
olup şu an 10 ayrı bölge müdürlüğü
ile Türkiye’ nin tamamına hizmet
vermektedir. Viessmann 1 dairenin
ısıtılmasından 1 mahallenin ısıtmasına
yetecek kadar geniş yelpazede ürün
gamına sahiptir.
Ülkemizde toplu konut yaygınlaşıyor. Konya
gibi büyük şehirlerde genelde insanlar artık
adına toplu konut diyebileceğimiz 50100 daireli sitelerde oturuyorlar. Bu tarz
konutlarda yüksek ısıtma giderlerinden
tasarruf etmek için ne yapmak gerekiyor? Bu
tip sitelerde oturan tüketicilere ne önerilmesi
lazım?
Konya bildiğiniz üzere -15, -20
dereceleri gören, kış aylarının çok soğuk
geçtiği bir şehirdir. Dolayısıyla bir
sitenin ısıtma gideri, gider kalemlerinin
içerisinde en büyüğünü oluşturmaktadır.
Peki biz bu ısıtma giderini nasıl
düşürebiliriz; yüksek verimli bir
kazanla daha az yakıt tüketerek bunu
sağlamamız mümkün. Bunun yanında
çevreci ürünler kullanarak çevreye saygı
göstermek de oldukça önemli.
Çevreye saygılı ürünlerin nasıl olması gerekli?
Baca gazı emisyon değerlerinin
düşük olması lazım. Yani doğalgazın
yanmasıyla açığa çıkan baca gazlarının
ihtiva ettiği CO2, CO ve NOX gibi
zararlı atık gazların değerlerinin
yasaların öngördüğü seviyelerin altında
olması gerekir. Bunun için de yüksek
verimli yoğuşmalı kazanlar kullanılması
lazım ki baca gazı sıcaklık değerleri
düşük olsun ve buna bağlı olarak zararlı
gaz emisyon değerleri sınır değerlerin
altında olsun. Viessmann yoğuşmalı
kazanlar Almanya’ nın öngördüğü
emisyon değerlerinin bile oldukça
altında değerlere sahiptir.
Peki, biz tüketiciye nasıl bir tavsiyede
bulunmalıyız? Mesela 10 daireli 5 katlı bir
apartmanda nasıl bir kazan kullanmak lazım
ve buna bağlı sistemin nasıl olması lazım ki
ekonomik ve verimli olsun?
Kurulacak kazan sisteminin tercihi ile
işe başlanır. Alınacak kazanın imkanlar
ölçüsünde en yüksek verim değerlerine
sahip, uzun ömürlü, kolay kullanılabilir
kontrol paneline sahip, yaygın servis
ağına sahip olmasına dikkat edilmelidir.
Şu an gelişen teknoloji noktasında en
verimli ürünler paslanmaz çelikten
üretilen yoğuşmalı kazanlardır.
Öncelikle, yapımcı firmalar yer tipi veya
duvar tipi paslanmaz gövdeye sahip
olan bu cihazları tercih etmelidirler. Şu
anki teknolojiyle maksimum verimi
yoğuşmalı kazanlarla elde ediyoruz.
Ayrıca paslanmaz çelik olmasından
dolayı oldukça uzun ömre sahiptir.
Şayet yapımcı firma imkanlar dahilinde
yoğuşmalı cihazı tercih edemiyorsa yine
%92-96 mertebelerinde yüksek verime
sahip ve çevreci olan yer tipi çelik
kazanları tercih etmelidir.
Neden yüksek verimli ve uzun ömürlü
kazanlar tercih etmeliyiz?
Yüksek verimli bir kazanla düşük
verimli kazan arasında fiyat farkı söz
konusu oluyor. Ancak yüksek verimli
bir kazan tercih edilirse maksimum 3-5
yıl içerisinde aradaki fiyat farkını amorti
etmeniz mümkün oluyor. Bu gerçekten
çok önemli. Düşünün 3-5 yılda fiyat
farkını geri alıyorsunuz ve size 15-20
yıl hizmet ediyor; gerçekten ciddi bir
tasarruf. Böylece doğal gazda nerdeyse
%100 dışa bağımlı olan ülkemizde milli
ekonomiye de ciddi anlamda katkı
sağlamış oluyoruz. Şu anda bildiğiniz
üzere enerji verimliliği yasası var; fakat
kazanların verimliliğiyle ilgili net bir
yaptırım söz konusu değil. Standartlar
var. Bununla alakalı Avrupa Birliği’nin
açıkladığı verim direktifleri var. Ancak
piyasada uygulama noktasında çok
daha düşük verimli, % 80 - %85 verimle
çalışan kazanlar var.
Ayrıca yakıt tasarrufuna katkı sağlayan
başka etkenler de var; Türkçe menülü
günlük, haftalık ayarlanabilen dijital
kazan kumanda panelleri olmalı. Bu
dijital kazanlarla, günün belli saatlerinde
binanın sıcaklık değerleri otomatik
olarak ayarlanabiliyor. Böylece tasarruf
ve konfor sağlamış oluyorsunuz.
Dolayısıyla yüksek verimli bir kazanın
yanı sıra bu kazanı otomatik kumanda
YÜKSEK VERİMLİ BİR KAZANLA
DÜŞÜK VERİMLİ KAZAN ARASINDA
FİYAT FARKI SÖZ KONUSU
OLUYOR. ANCAK YÜKSEK VERİMLİ
BİR KAZAN TERCİH EDİLİRSE
MAKSİMUM 3-5 YIL İÇERİSİNDE
ARADAKİ FİYAT FARKINI AMORTİ
ETMENİZ MÜMKÜN OLUYOR.
BU GERÇEKTEN ÇOK ÖNEMLİ.
DÜŞÜNÜN 3-5 YILDA FİYAT
FARKINI GERİ ALIYORSUNUZ
VE SİZE 15-20 YIL HİZMET
EDİYOR; GERÇEKTEN CİDDİ BİR
TASARRUF. BÖYLECE DOĞAL
GAZDA NERDEYSE %100 DIŞA
BAĞIMLI OLAN ÜLKEMİZDE MİLLİ
EKONOMİYE DE CİDDİ ANLAMDA
KATKI SAĞLAMIŞ OLUYORUZ.
anahtar // yaz 2013 • 41
RÖPORTAJ
>>
edebilecek gelişmiş bir kontrol
panelinizin de olması gerekmektedir.
Daire sayısına göre düşündüğümüzde, kombi
veya kazan kullanılmasının maliyet açısından
farklılığı var mı?
Bununla alakalı enerji verimliliği
yasasına göre, 2.000m2 ve üzeri bir
sitede merkezi ısıtma sistemi yani kazan
kullanmak durumundasınız.
Binaların kuzey ve güney cephesi farklı
miktarlarda güneş görüyor. Bu noktada ısı
kaybı hesabı nasıl yapılabilir? Buna göre ne
tür bir kazan kullanılabilir?
Kazan kapasitesini belirleyen ısı kaybı
hesabıdır. Bu hesaplar mühendislik
büroları tarafından yapılmaktadır.
Daha sonra da yapılan bu hesaplar
yetkili kuruluşlar tarafından kontrol
edilerek onaylanmaktadır. Güneydeki
ve kuzeydeki dairelerin ısı kaybı
farklılıkları hesaplanarak gerçek ısı
ihtiyacı belirlenir. Ona göre de bu ısı
kaybını telafi edecek bir kazan seçilebilir.
Demek ki doğru bir ısı kaybı hesabı yapılırsa
doğru bir kazan seçilebilir.
Kesinlikle. Doğru tercih edilen
kazanla birliktede ciddi anlamda yakıt
ekonomisi de yapılır.
Bir binada yoğuşmalı kazan diğerinde ise
normal kazan kullanıldığında aradaki verim
anahtar // yaz 2013 • 42
farkı ne kadar olur?
İki ürün arasında yaklaşık %15-16’lık
bir verim farkı vardır. Yani yoğuşmalı
kazan kullanırsanız %15-16 tasarruf
sağlarsınız.
Yani doğru bir kazan seçimiyle %15 tasarruf
sağlayabiliriz.
Aynen öyle. Düşünün 1 yılda eğer
totalde 1000 liralık bir gaz tüketiminiz
söz konusuysa yoğuşmalı kazanda bu
850 tl ye düşecektir. Tüketicinin bu
konuda bilinçli olması gereklidir. En
azından yoğuşmalı alınamıyorsa bile
yine yüksek verimli bir kazan tercih
edilmelidir. Bugün insanlar yakıt
tüketimi gibi önemli bir kritere bakarak
otomobil alıyor. Bu da tasarruf açısından
benzer bir örnek.
Kazanlar için teknik servisin önem derecesi
nedir?
Güvenilir ve hızlı bir teknik servis
hizmeti alıyor olmanız en az yüksek
verimli ve kaliteli bir ürün almanız
kadar önemlidir.
Odanın ısısını sabitlemek için, radyatörlerde
ısı ayarını yapabildiğimiz termostatik
vanaları öneriyor musunuz?
Kesinlikle öneriyorum. Termostatik
vanayla oda sıcaklığını sınırlandırmış
oluyorsunuz. Bu sayede yakıt ekonomisi
ve konfor sağlamış oluyorsunuz.
anahtar // yaz 2013 • 43
SAYGIYLA
>>
anahtar // yaz 2013 • 44
KÖK BOYANIN KÖKLERİNİ
KEŞFEDEN
FİKRİ CUMHUR / HURŞİT BÜYÜKMATÜR
ADI MEHMET TOSUNYALIN. EVİ BAHÇE İÇİNDE, YEŞİLLİKLER ARASINDA. BİZİM YEŞİL
DEDİĞİMİZ BİTKİLERDE O RENK GÖRÜYOR. BİTKİLERDEN TÜRLÜ RENKLER ÇIKARIYOR. O
KÖK BOYA USTALARININ BELKİ DE SONUNCUSU. KÖK BOYASI KONUSUNDAKİ BAŞARISI,
ÖĞRENME İŞTİYAKINDA, SABRINDA VE AZMİNDE SAKLI. 1990 SENESİNDE İLK KEZ İPEK
ÜZERİNE KÖK BOYA TUTTURMAYI BAŞARMIŞ. PAMUĞA İSE MEMLEKETTE ONDAN BAŞKA
KÖK BOYA VURABİLEN YOK.
BUGÜNE KADAR 7000’İN ÜZERİNDE BİTKİYLE RENK DENEMELERİ YAPMIŞ MEHMET USTA.
DAĞ TEPE DOLAŞIP BİTKİ TOPLAMIŞ, SOĞUKTA SICAKTA DENEMİŞ HANGİ DAĞIN ÇİÇEĞİ,
HANGİ HAVADA, HANGİ RENGİ VERİYOR HEP MERAK ETMİŞ.
Mehmet amca kendinden bahseder misin bize biraz?
İsmin Mehmet Tosunyalın. Dünyada tek olan bir soy
isimim var. 1981 yılında halıcılığa başladım. Eniştem
Antika halı satardı. Nerede antika halı var, hangi
halı kaç senelik, nerenin halısı olduğunu bilirdi,
Türkiye’nin eksperiydi diyebilirim. Müzelerde vs.
çok eksperlik yaptı. Bir gün bana “İmalat kimse
yapmıyor Mehmet, gel beraber yapalım” dedi.
Ben oto galericiliği yapıyordum o dönemde.
Maddi sorunlar yaşadım, Üzüntülüydüm
epeyce maddi zarara uğradım. Öyle olunca
eniştem üzüntümü gördü gel halıcılık yapalım
dedi. Öylece halıcılığa başladık biz. Ben
anlamazdım bilmiyordum işi. Boyanmış
bir şekilde ipler geldi bir yerden, kök boya
değil yalnız. Bir tane usta tuttuk yanımıza.
Bir iki ay sonra anneme “anne sen
eskiden bize çorap boyardın başka şeyler
boyardın, nasıl yapardın bir anlat bize”
dedim. Anlattı o da bana.
Annenizden öğrendiniz yani?
Evet. Bir de eniştemin İstanbul’dan
Süryani bir arkadaşı gelip
gidiyordu yanımıza. Konuşurken
ben kök boyayı bilirim dedi.
İndigoyu vs. yapılışını tarif edeyim
sana istersen dedi. Tarif etti bana.
Burada piknik tüpünün üzerinde
tencerede denedim bir şeyler. 1986
senesinde bir Alman dükkana
geldi, adı Michael Bishopf.
Almanya’da bir üniversitede
hocaymış. Çat pat da olsa Türkçe
biliyordu, Türk öğrencileri varmış
üniversitede. Kimyager olduğunu, bildiklerini
öğretebileceğini söyledi. Fakat boya yapmasını
bilmiyordu yalnızca işin kimyasıyla ilgili bilgi
sahibiydi. Yazın 3 ay burada birlikte çalıştık, bana
kimya bilgileri verdi. Dağlara gittik, ot topladık
kuruttuk boya yaptık. Hangi bitkiden hangi renk
çıkıyor vs. birlikte denedik. Sonra ülkesine gitti,
üç ay sonra tekrar geldi. Birbirimize bulgularımızı
aktardık tekrar. Derken 3 sene içerisinde burada
7000 çeşit ot denedik. Sonra 1990 senesinde ben
ipek üzerinde deneme yaptık ama tutmadı. 2 sene
ipekle uğraştım.
PAMUĞA BENDEN BAŞKA KÖK
BOYA YAPABİLEN YOK
İpek ile yün, pamuk farklılık gösteriyor herhalde
boyanın tutması işleminde.
Yün tuttu değil mi?
Yün tuttu evet ama ipek tutmadı. Pamuğu
hiç bilmiyorduk, dünyanın en sert malzemesi
pamuktur. Şu an Türkiye’de pamuğu kök boya
ile boyayan kimse yok benden başka. Onu da
çalışmayla öğrendik. Derken ben ipek yapıp
piyasaya girince Michael bana küstü. İpeği
Almanya’da kendisi tanıtacakmış. Sonra sana bir
daha bilgi vermeyeceğim, deyip gitti.
Peki ipeğin boyanmasında onun katkısı olmuş muydu?
• Birlikte başladık, denemeleri birlikte yaptık
neden yalan söyleyeyim şimdi. 1995 senesinde
Almanya’da fuar vardı. İki tane ipek kilim
yaptırdım, dünyada tekti onlar.
Abdülhamit zamanında Hereke’de yaptırılan
halıların kökboyalarını ne ile boyadılar?
anahtar // yaz 2013 • 45
SAYGIYLA
>>
Abdülhamit zamanında kök boya
yoktu zaten, Selçuklu zamanında vardı.
Topraktan elde edilen maddelerle, taş
boyalarıyla yapmışlar Osmanlıda. Mesela
Selçuklunun en üstün rengi mavi ve
yeşildir. O zamanlar boya Türkiye’de
de yokmuş. Hindistan’dan İndigo
Ferra diye 1-1,5 metre yüksekliğinde
bir ağaç getirtirlermiş. Boyayı onun
yapraklarından, köklerinden elde
ederlermiş. İndigo renginin aslı da ismi
de oradan geliyor.
İpeğe ve sonrasında pamuğa da kök boyama
yaptınız ve başardınız. Sonra?
Tabi sağdan soldan duyanlar oldu,
yurt dışından televizyon ekipleri geldi.
79-80 kişinin çalıştığı atölyem vardı.
Konya’da ilk defa yapılan bir projeydi
bu. Karatay Belediyesi bana kira ile
yer temin etti. Orada dokumacı kızlar
istihdam ettik. Kimisine öğrettik, kimisi
ustaydı iş verdik. Bir bayan çalışanımız
bir metrekare ipek için bir sene uğraştı.
İpeğin işlemesi zordur, ince işçilik
gerektirir.
Yapım usullerini, kaynama süresini vs. kayıt
altına aldınız sanırım?
Tabii. Mesela kırmızıyı altı saat sonra
çıkaracaksın. Altı saatten fazla durduğu
zaman renk kahverengiye dönüyor.
Bazen gece saat 12’de ip çıkaracağım
diye çıkıp atölyeye gidiyordum.
Türkiye’deki halılarda ortalama kaç renk
kullanılıyor?
En fazla renk ipekte kullanılır. Yün
halıda çok renk kullanılmaz, en fazla 7-8
renk kullanılır ama ipekte 17-18 renge
çıkar. İpek çok sık olduğu için daha çok
renk kullanılabiliyor.
Hangi bitkiden hangi rek çıkıyor, kabaca bir
tarif etseniz?
Biliyorsunuz Dünya üzerinde toprak
çeşitleri çok fazla. Killisi, kumlusu,
demirlisi, humuslusu, kireçlisi...
Hepsinde yetişen bitkilerin kökleri,
yaprakları ayrıdır. Mesela flavan çeşitleri
var, küversetin çeşitleri var. Küversetin
çeşidinde çiçeklerinin içerisinde veya
dalların üzerinde şekerimsi maddeler
var. Bunlar güneşe karşı çok fazla
dayanıklı değildir. Bunun bilincinde
olmaz, güneşte bırakırsan renk bozulur
ve hiç dayanıklı olmaz. Bir de flavan
çeşitleri var. Bunlar da asitimsidir. Çok
dayanıklıdır, en ufak bir krem rengi bile
anahtar // yaz 2013 • 46
yapsan uçmaz. Bunların araştırmasını
yaptık, sağlamlığını, dayanıklılığını hep
test ettik.
Peki bu küversetin dediğiniz bitki Konya’da
yetişiyor mu?
Her yerde yetişir. Konya’daki sarı renk
verir. Topraktan dolayı da değişir
rengi. Bu kökte 3 tane madde var. Dış
kabuğunda porporin maddesi, orta
kabuğunda sodyum porporin maddesi
var. Hangi toprakta yetiştiyse, içeriğinde
o madenin tuzu yer alıyor. İçinde de kök
kırmızısı dediğimiz alizarin maddesi var.
Mesela porporin soğuk suda erir. Hatta
buzlu su olsa daha güzel erir.
Ceviz yaprağından sarı çıkar diye
duymuşluğum var doğru mudur?
Doğrudur ceviz yaprağından sarı çıkar.
Cevizin dış kabuğundan da kahverengi
çıkar. Çok taze iken yaparsan tetra rengi,
yeşilimsi, kahve rengi gibi bir renk çıkar.
Artık yapmıyoruz ama küp boyalar vardı
bir dönem. Çivit otunu duydunuz mu
bilmiyorum, çivit mavisi rengi o ottan
olur. Ispanak gibi büyür, onu kaynatırız.
Bir süre sonra kendi kendine yüzüne
yavaş yavaş renk verirdi. Yoğurdun
suyundan vs. dökerek eskiden böyle
deneye deneye yapılırdı. Biz de böyle
yaptık o maviden.
Burada büyük büyük kazanlar var. Günlük
üretim kapasiteniz ne kadar?
Ben yalnız başıma burada ayda 600-700
kilo ip boyarım.
Enteresan bir hatıranızı dinleyelim,
Konya’daki Janet efsanesini anlatın mesela
okukucumuza?
İngiliz bir bayan Janet. Halıcılıkla bir
alakası yok. Londra’da bir dükkanı
varmış. Antika hediyelik eşyalar
satarmış. Eşi de hani Brezilya dizilerinde
yapımcıymış. Eşi zaten para kazanıyor,
sürekli geziyormuş yurt dışında. Janet,
3-5 arkadaşı ile Türkiye’ye Hindistan’a
geziye gitmişler. Buraya da geldiler.
Buraya geldiğinde tanıştık. Baktı, hoşuna
gitti. Bir dahaki gelişine kameraman ile
geldi. Burada boyama esnasında, dağda
ot toplarken çekim yaptılar. Bizden
gördü öğrendiler tabi. Kapadokya’ya
gitmişler, orada kandırmaya çalışanlar
oluyor turistleri ürünlerle ilgili. Onlar
burada gördükleri için kanmıyorlar hiç.
Bizden çok mal aldı, çok malımızı sattı,
sağolsun.
Şu anda gerçek kök boya halısı satan yok mu
hiç? Nasıl anlaşılır gerçek olduğu? Vatandaşın
anlayabileceği bir yöntemi var mı?
Var tabi ama, bilen bilir bunu. Şimdi
bana 300 kilo ip boyatır, 20 tane
halı yapar. 20 halının içerisine de 40
tane öteki karışık halılardan koyar.
İstanbul’da git, kime sorsan hepsi kök
boya der.
Bu bizde mi böyledir? yoksa hile hurda her
yerde mi var?
Onların yaptıkları halılarda kök boya
hiç yok. Bizde az da olsa var. İran’da,
Çin’de işçilik çok ucuzdur. Şu anda
Çin’de çok halı dokunuyor. Bir dönem
beni oraya götürmeye kalkıştılar, orada
atölyenin başında dur, orada boya yap
vs. sana ayda 5000 Dolar maaş verelim
diye. 1997 yılında bir Amerikalı firma iş
teklif etti, gitmedim. Keşke gitseymişim
diyorum. Ama o dönemde evim var,
çoluk çocuk… Kimi nasıl bırakıp
gideceksin. Buradaki işim yoğundu,
atölyem vardı. O zamanlar işlerin iyi
olduğu zamanlardı.
Sizden beklentileri neydi?
Beklentileri, malımın hepsini onlara
vermem, sakalımı kesmem. Seni çok
seviyoruz, malını senden daha fazla
seviyoruz ama şu kağıda bir imza at,
sakalını da kes, sakal mani oluyor
diyorlar. O zaman almayın dedim. Ben
bunu Allah rızası için uzattım, kesmem.
TUTMAYAN BOYAYI TUTTURDUM
Geçenlerde birileri geldi İstanbul’dan
onu anlatayım size. 10 gün önce iki kişi
geldi, İstanbul’dan geliyoruz dediler.
TUBİTAK birilerine yardımcı olmuş,
boya yapmışlar. Çam kozalaklarından,
içerisine 8-10 bitkinin, sümbülün,
papatyanın vs. çiçeklerinden katıp boya
yapmışlar. Yalnız ne yaptılarsa renk
tutmamış.
Gelenler TUBİTAK’ ta görevli miydi?
Yok, İstanbul’dan iki tane tekstilciydi.
TÜBİTAK desteklemiş. Çam
kozalağından toz vaziyetinde biraz
boya imal etmişler ama dayanıklı
değil, yıkayınca çıkmış. Gelirken yolda
Ladikli Ahmet amcayı ziyaret etmişler,
orada namaz kılmışlar. Akşam üzeri
Ladikli Ahmet amca rüyalarına girmiş
“Konya’ya gidin” demiş. Konya’ya
gelmişler. Orada Mevlana caddesinde
halıcılara sormuşlar. Birkaç kişi onu
boyarsa Mehmet abi boyar, telefonunu
isterseniz verelim demişler. Aradılar
durumu anlattılar, görüşmemiz lazım
dediler. Gelip boyahaneyi de görelim
dediler, geldiler. 1-2 metre pamuk
kumaş verdiler. 200-250 gr kadar
da boya verdiler. Geçen hafta onları
boyadım, çamaşır makinesinde de
2-3 defa yıkattırdım. Bana bu çamaşır
makinesinde 7 defa yıkanacak, renk
gitmediği, içinde kimyasal boya
olmadığı takdirde biz seninle çalışırız
dediler. İnsan vücudu için çok sağlıklı,
3 ay vücudundan fanilayı çıkarma,
hiç ter kokusu olmuyor ve vücuttaki
mikropları da emiyor, dışarı atıyor
dediler. Onları yaptım, birer numune
boyadım hazırladım. Pazar sabahı gelip
alıp gittiler. Hiç boyatamayan insanlar
dokuz rengi görünce şaşırdılar.
da İstanbul’a gidip orada çalışmamı
istediler. Boyayı sabitlemesi zordur,
bunu yapamıyorlardı. Biz bu işi
kurumsallaştırırız dediler. Yaptığım
her şeyi yazıya dökmemi ve bunu
noter huzurunda onaylatabileceklerini
söylediler. Ben pek üzerine düşmedim
bu işin.
Mehmet amca son bir soru. Talebeniz var mı?
Bu işi devam ettirececek kimse var mı?
• Evet talebelerim var. Var ama
yapmıyorlar.
Size verdikleri kozalak tozunu kendi
boyalarınızla karıştırarak mı yaptınız? Hangi
renkler çıktı?
Yok hiç karıştırmadım, kendi
verdiklerine göre yaptım. Sütlü
kahvesinden tut, sarıya kadar renk
çıktı. Çünkü içerisinde papatya
da vardı. Bir iki oynayınca içinden
renkler çıkıyor. Öyle yapıp gönderdim,
şimdi onlardan haber bekliyorum,
inşallah olacak hayırlısıyla. Onlar
anahtar // yaz 2013 • 47
SAYGIYLA
>>
YÜN İLE HAYAT BULAN
GELENEKSEL GİYSİ
ENGİN KABAN
ZEYNEL ABİDİN ÖZTÜRK
DOĞU ANADOLU’DA KISMEN KULLANILSA DA, DAHA ÇOK BAYBURT
YÖRESİNE AİT ‘EHRAM’ YA DA DİĞER İFADE BİÇİMİYLE ‘İHRAM’,
GELENEKSEL EL SANATLARI İÇİNDE ÖNEMLİ BİR YER TUTUYOR.
KADINLARIN ÖRTÜ OLARAK KULLANDIĞI YÜN İŞİ DOKUMA, EV
EŞYASINDAN AKSESUARA, GİYSİDEN SÜS MALZEMESİNE KADAR
BİRÇOK ALANDA KARŞIMIZA ÇIKIYOR.
İLK BAKIŞTA FARKEDİLEN,
KADINLARIN ÜZERİNE ÖRTTÜĞÜ BİR
ŞAL DİYEBİLECEĞİMİZ “EHRAM”,
EL İŞİ, GÖZ NURU YÜN DOKUMANIN
ÖZGÜN BİR ÖRNEĞİ OLAN BU
GELENEKSEL GİYSİ, TİPİK BİR
ANADOLU ŞEHRİ OLAN BAYBURT’U
DİĞER ŞEHİRLERDEN AYIRAN
ÖNEMLİ FİGÜRLERİN BAŞINDA GELİR.
anahtar // yaz 2013 • 48
Derler ki, bir şehre kimliğini kazandıran,
oraya ait geleneksel, kültürel ve tarihsel
değerlerdir. Hani onlar da olmasa bütün
şehirler birbirine benzeyen kimliksiz
yerleşim birimlerine dönüşüverir.
Yolu Bayburt’a düşenleri bu benzeme
duygusundan alıkoyan, kenti iki eşit
yakaya bölen Çoruh Nehri’dir. Sonra,
yüzyıllardır kenti bekleyen Kavi kale.
Ancak kentin içine girenlerin dikkatini
bu kez başka bir şey çeker. İlk bakışta
farkedilen, kadınların üzerine örttüğü
bir şal diyebileceğimiz “Ehram”, el işi,
göz nuru yün dokumanın özgün bir
örneği olan bu geleneksel giysi, tipik
bir Anadolu şehri olan Bayburt’u diğer
şehirlerden ayıran önemli figürlerin
başında gelir.
EHRAMIN GÜZEL İSİMLİ MOTİFLERİ
‘Arı dala ters kondu’, ‘yıldızın oynaşı’,
‘elma şeleği’, ‘uçan kuşlar’, ‘pirinç deni’,
‘ceviz kanadı’, ‘peten haşiye’, ‘elif’ ,
‘Bayburt kordası’ , ‘tetikli zincir’, ‘çark
yıldızı’, ‘kuş gözü’... Bu sözcükler size
elbet yabancı gelecektir. Ancak bunlar,
‘ehram’ ya da diğer ifadeyle
‘ihram’ların üzerine işlenen
motif ve desen isimlerinden
başkası değil. Eski görkemli
günleri geride kalsa da ehram,
son yıllarda yürütülen çeşitli
faaliyetler ile yaşatılmaya
çalışılıyor.
Uzunluğu 2 ile 2.5 metre
arasında değişen bir ehram
için, sağım dönemindeki bir
koyundan kırpılmış yaklaşık
2.5 kilo yün gerekiyor. Sağım
döneminden amaç daha verimli
yün elde etmek ve doğum
sonrası süt veren küçükbaşları
rahatlatmak. Ancak insan,
böylesi tecrübelerin yüzyıllar
içinde oluştuğunu düşününce,
gıpta ettiğimiz geleneksel ve
kültürel değerlerin önemine
bir kez daha vakıf oluyor.
Sonra kırpılan bu yünler
ipe dönüştürülüyor. Ancak
bu süreç öyle söylendiği
kadar kolay olmuyor. Özenle
yıkanıyor yünler. Ardından
parça parça taranıyor. Yörede
‘teşi’ adı verilen iğ ile bükülerek
ham ipliğe dönüşüyor. Daha
sonra bu ipler, çiriş otu ve
kireç taşı karışımından elde
edilen bulamaçtan geçirilerek
sağlamlık kazanıyor. Çoğu
zaman herhangi bir boyama
işlemi görmeden koyunun
doğal renkleriyle, kimi zamansa
kök boya ile boyanan ipler,
dokuma ustası kadınların
ellerinde envai çeşit ürüne ve
ehrama dönüşüyor.
EHRAM YENİDEN FARKEDİLDİ
Menşei hakkında yeterince bilgi
ve belge bulunmayan ehram,
Kars ve Erzurum illerinde tek
tük, Bayburt yöresinde ise gözle
görülür oranda kullanılan bir
giysidir. Aslında giysi demek,
yeterince karşılamıyor ehramı.
Çünkü kadınların üzerine
örttüğü bir örtü olduğu kadar,
bluz, pantolon ve etek; çanta,
anahtar // yaz 2013 • 49
SAYGIYLA
>>
heybe, şal ve kravat; seccade,
karyola, masa ve sehpa örtüsü
olarak da çeşitli biçimlerde
çıkar karşımıza. Evliya Çelebi
Seyahatnamesi’nde Bayburt’ta
bulunan muhtelif dokuma
tezgâhlarından söz edilir.
Bunların içinde elbet ehram
dokuyan tezgâhlar da vardır.
Beyazını genç kızların, morunu
orta yaşlı ve siyahını yaşlı
kadınların giydiği ehram,
evlerdeki el tezgahlarında saf
yünden dokunuyor. Ancak,
giyenler azaldığından bu
tezgâhların sayıları da gitgide
azalan ehram, yörenin kilim
dışında en önemi el sanatları
ürünü ehram. Son yıllarda,
modernize edilmiş kadın giysisi,
heybe ve yatak örtüsü olarak
da kullanılmaya başlanmış.
Amaç, geleneksel sanatların
körelmesini önlemek ve bunları
yeni nesillere aktarabilmek...
Özellikle Bayburt’ta, ehram
dokumacılığına şimdilerde
hayli önem veriliyor. Halk
anahtar // yaz 2013 • 50
Fotoğraf: Bayburt İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Arşivi
Eğitim Merkezi’nin açmış olduğu kursların yanı
sıra son günlerde adından sıkça söz edilen Baksı
Müzesi’nde de tezgâhlar kuruluyor. Bir el sanatı
olarak ehramdan ev ve süs eşyaları üretiliyor. Ehramı
tanıtan çeşitli faaliyetler ve projeler yürütülüyor.
Ünlü modacı Özlem Süer’in tasarladığı ehramdan
yapılmış giysi ve aksesuarlar, ‘Baksı Müzesi’nde
sergileniyor. Tüm bu etkinlikler, geleneksel ve
kültürel bir değer olan ehramın tanıtılmasına ve
yaşatılmasına önemli katkılar sağlıyor.
anahtar // yaz 2013 • 51
BİZİMLE
>>
162.200
başlayan
fiyatlarla
TL’den
‘SEHA YASEMİNEVLERİ,
KUŞ CIVILTILARIYLA
VE ÇOCUK SESLERİ İLE
ŞENLENECEK.
Seha Yapı güvencesi ile ilk etabı satışa
sunulan ‘Seha Yaseminevleri Projesi, her
biri sekiz katlı dört ana bloktan oluşuyor.
Toplam 240 dairenin yer aldığı blokların
her katında ikişer daire bulunuyor. Her
türlü ihtiyaca cevap verecek biçimde
tasarlanmış geniş ve konforlu dairelerin
yer aldığı bu proje, yemyeşil peyzajıyla
da huzurla yaşayacağınız modern
mekânlar sunuyor.
1. SINIF MALZEME, USTA VE TİTİZ İŞÇİLİK
PROJE KÜNYESİ
Bölge: Konya
Kullanım Amacı: Konut
Daire Sayısı: 240 Konut
Daire Tipi: 3+1 ( sadece 12 adedi 2+1)
Daire Büyüklüğü: 1.Tip177 m² (Brüt)
Daire Büyüklüğü: 2.Tip167 m² (Brüt)
Yapım Tekniği: Betonarme Tünel
Kalıp Sistemi
Dinlenme Alanları : Çocuk Bahçesi,
Spor Alanı,
Dekoratif Havuz
Başlangıç: Yaz 2012
Yaseminevlerinden’den cazip fiyat ve
uygun ödeme koşulları ile siz de ev
sahibi olmak istiyorsanız acele edin.
anahtar // yaz 2013 • 52
‘Seha Yaseminevleri’nde her dairenin
elektrik, su ve doğalgaz saatleri
diğerlerinden bağımsız. Sitede mevcut
olan Jeneratör, merdiven aydınlatmasını
besleyecek ve asansörü çalıştıracak
ölçüde. TV, internet ve uydu altyapısı
kurulu daireler, blok girişleri ile
görüntülü görüşme de yapılabilecek.
Sitede her daire için 1 kapalı otopark ve
misafirler için 40 araçlık açık otopark
bulunuyor. Site peyzajında ise yollar,
çocuk oyun alanları, basketbol ve
voleybol sahaları, tenis kortu, egzersiz
aletleri ve açık otopark bulunuyor.
GÜVENLİ , MODERN VE SAĞLAM
‘Seha Yaseminevleri’, betonarme karkas
sistemde ve radye temel üzeri tünel kalıp
yöntemi ile inşa ediliyor. Dış duvarları
tuğla, iç duvarları betonarme perde ve
tuğla duvar olan blokların dış cepheleri
silikon esaslı boya ile boyanıyor ve ısı
yalıtımı, hesaplamada çıkan kalınlık
ölçüsüne göre yapılıyor
STANDARDIN ÜSTÜNDE,
KALİTE VE KONFOR…
Antre ve koridorlar 1. sınıf seramik
kaplama. Odalarda ise laminat parke
yer alıyor. Tüm odalarda kartonpiyer,
perde bandı ve korniş bulunuyor.
Tüm dairelerin duvar ve tavanları
saten alçı sıva üzeri plastik boya ile
boyanıyor. Mutfaklarında ankastre set
üstü ocak, fırın, aspiratör ve
kilerin standart olarak bulunduğu
dairelerin, yatak
odasında ebeveyn banyosu mevcut.
Isıtma sistemi; doğalgaza uyumlu,
merkezi sistem kazanı ve radyatörlü
ısıtma sistemiyle donatılıyor. Her
daire için ısı payı ölçer bulunuyor,
böylece her dairenin ısıtma giderleri
ayrı ayrı hesaplanabiliyor. Ve tüm
katlar arasında ısı yalıtımı yapılıyor.
Yaseminevleri, huzur ve güven dolu
ortamıyla sizi bekliyor.
anahtar // yaz 2013 • 53
DOĞAYLA
>>
ENGİN KABAN
HER DÜZEYE 4 MEVSİM RAFTİNG
BAŞTA ÇORUH, KÖPRÜÇAY, MANAVGAT, DALAMAN
VE MELEN’İN GÜÇLÜ AKINTILARI İLE TÜRKİYE’NİN
TURİZMDE ÖNEMLİ KOZLARINDAN SAYILAN
RAFTİNG, HER GEÇEN GÜN DAHA FAZLA İLGİ
GÖRÜYOR. İSTANBUL VE ANKARA’DAN BİRKAÇ
SAATTE ULAŞMAK MÜMKÜN OLAN MELEN ÇAYI,
RAFTİNG TUTKUNLARININ UĞRAK YERİ. DÜZCE İL
SINIRLARI İÇİNDE KALAN MELEN VE ÇEVRESİ, AYNI
ZAMANDA ZİYARETÇİLERİNE EŞSİZ MANZARALAR,
EŞSİZ LEZZETLER DE SUNUYOR.
anahtar // yaz 2013 • 54
anahtar // yaz 2013 • 55
DOĞAYLA
>>
İstanbul’u, onun kalabalığını ve
gürültüsünü geride bırakalı çok olmadı.
İki saat sonra kendimizi yeşile kesmiş
başka bir coğrafyada buluyoruz.
Düzce’ye bağlı Cumayeri İlçesi’ni geçip
mola verdiğimiz Dokuzdeğirmen
Köyü’nde bizi dev bir çınar karşılıyor.
Bölgeye gelenlerin ilk uğrak yeri olan
bu şirin köy, 600 yıllık ulu çınarı,
doğal güzelliği ve su değirmenleri ile
ünlü. Ama ziyaretçilerin başını, elbette
bölgeye rafting yapmaya gelenler
çekiyor. Kaynaklar, Dokuzdeğirmen’in
eski bir Rum köyü olduğunu yazıyor.
Ancak mübadele sırasında o insanlar
göçünce, bu eski yerleşmeye çoğu
Ordulular olmak üzere Karadeniz’in
diğer yörelerinden gelenler yerleşmiş.
Büyük Melen’in yanı başında uzanan
bu kalabalık köyün adı, tahmin edilir
ki 9 değirmenden geliyor. Sorup
sorgulayınca, çok değil, 50 yıl önce
burada 9 değirmen olduğunu, bugüne
ise yalnızca üçünün ulaşabildiğini
öğreniyoruz.
Koca çınarın altında, kuş cıvıltıları,
su sesi, içimize soluduğumuz
tertemiz havanın eşliğinde kahvaltı
yapıyoruz. Köyün hareketliliği
otobüslerden boşalan konukları ile
artıyor. Bu kalabalık, rafting sporun
azımsanmayacak ölçüde meraklısı
olduğunu gösteriyor. Kadın erkek, her
yaştan insana ve çocuklara rastlamak
mümkün. Ki bölgede rafting hizmeti
verenler, 12-70 yaş arası, kalp rahatsızlığı
ve panik atak gibi herhangi bir sağlık
problemi olmayan herkesin rafting
yapabileceğini söylüyor.
anahtar // yaz 2013 • 56
TEHLİKESİ AZ, EĞLENCESİ ÇOK
Kaskını takıp, can yeleğini giyen rafting
meraklıları, önce bir dersten geçiriliyor.
Uzman rehberler eşliğinde yürütülen
dersin, ilk cümlesi, ‘tehlike az, eğlence
çok’ oluyor. Sonra sırasıyla bot, kürek
çekme, komutlar, parkur, Melen Çayı ve
güvenlik konularında bilgiler veriliyor.
6 ya da 8 kişilik gruplarla bir rehber
eşliğinde ‘raft’ denilen botlarla, akış hızı
yüksek nehirlerde yapılan rafting, ekiple
birlikte, botu devirmeden parkuru
tamamlamayı amaçlıyor. Ancak bu
sporu tercih edenler, daha çok adrenalin
ve heyecanı öne çıkarıyor.
Macera ve doğa düşkünleri, adrenalin
ve heyecan severler için bir tutkuya
dönüşen rafting, uzun ve coşkun
akan nehirleri ile Türkiye için, önemli
bir turizm potansiyeli. Başta Çoruh,
Köprüçay, Manavgat, Dalaman ve Melen
gibi güçlü akan nehirler ve akarsular
üstünde rafting, ona eşlik eden eşsiz
manzaraları ile her geçen gün artan bir
aktivite niteliği kazanıyor.
Yemyeşil bir örtüyle çevrili Melen
Çayı’ndaki rafting, Dokuzdeğirmen
Köyü’nden başlayarak Beyler Köyü’nde
son buluyor. 15 kilometrelik parkur, üç
farklı zorluk derecesinden oluşuyor. Yer
yer keskin dönüşler, irili ufaklı çavlanlar
ve ormanlarla kaplı yamaçların arasında
üç saatte tamamlanıyor.
MELEN ÇAYI
Adını, kıyısında hayat bulmuş Melen
Köyü’nden alan coşkun suyun
havza genişliği, 2317 kilometre kare.
Düzce’nin ilçelerinden Yığılca sınırları
içinde doğan Melen, güneyden gelen
Uğur, Sığırlık, Samandere ve Torkul,
doğudan gelen Asar ve batıdan, Akyazı
anahtar // yaz 2013 • 57
DOĞAYLA
>>
yönünden gelen Aksu Deresi’nin suları
ile buluşuyor. Daha sonra yaklaşık 50
kilometrelik bir yol katederek Akçakoca
Melenağzı Köyü’nden Karadeniz’e
dökülüyor. Özellikle bahar aylarında
debisi yükselen Melen Çayı’nda rafting;
şubat ayında biraz daha zorlu, yaz
aylarında daha kolay olmakla birlikte
genel olarak 3. zorluk derecesindedir.
RAFTİNGDE ZORLUK DERECESİ
Rafting, akarsuyun akış hızı ve
diğer engellere bağlı olarak 6 zorluk
derecesine ayrılıyor. Birinci seviye,
çocuklara, kendini henüz hazır
hissetmeyen kişilere uygun parkurlardır.
İkinci seviye ilkine göre daha zor
parkurlardır. Akarsuyun hızlandığı
yerler birinci seviyeye göre daha fazladır.
Üçüncü seviyede rafting yapabilmek
için yüzme bilmek ve profesyonel bir
rehbere sahip olmak gerekir. Dördüncü
seviye, takım halinde ani manevralar
yapabilecek, girdap ve kayalarla baş
edecek kabiliyet ve bilgiye sahip kişiler
içindir. Beşinci seviyede bazen beş
metrelik dalgayı, ani manevraları, en
anahtar // yaz 2013 • 58
hızlı akıntıları göze almak gerekir. Altıncı seviyede ise Türkiye’de
yalnızca Çoruh Nehri’nde rafting yapılabilir ve şelalelerden uçmak
gibi çok ciddi riskler söz konusudur. Daha çok İstanbul, Ankara
ve Kocaeli illerinden gelen rafting meraklıları, Melen’de yaptıkları
raftingle günlerini keyifle geçiriyor. Nehir kıyısında, ağaçların
gölgesinde ya da bir köy kahvesinde kahvaltı yapanlar, köyü ve
çevreyi geziyor. Öğlen saatlerinde başlayan rafting, yemyeşil, eşsiz
bir manzara eşliğinde yaklaşık 3 saat sürüyor. Hareketli, eğlenceli
ve tertemiz havayı soluyarak geçen gün, adeta ziyafete dönüşen
yemeğin ardından son buluyor. Ama sonra sohbetlere konu olup,
heyecan ve neşeyle anlatılacak anılarla…
anahtar // yaz 2013 • 59
BİZİMLE
>>
200.000
başlayan
fiyatlarla
TL’den
ÖZLEM MAHALLESİ’ NDE SEHA’ DAN İKİNCİ PROJE
SEHA YAPI; MODERN VE
YAŞANILASI PROJELER
SUNMAYA DEVAM
EDİYOR. ÖZEL OLARAK
PLANLANMIŞ 66 KONUT
VE 6 İŞYERİNDEN OLUŞAN
SEHA BAHAR EVLERİ
SAHİPLERİNİ BEKLİYOR.
anahtar // yaz 2013 • 60
Seha Yapı, Özlem Mahallesi’ne ‘Seha
Özlem Konutları’ ndan sonra başladığı
çevre dostu projesi Bahar Evleri ile,
bölgenin çehresini değiştirmeye devam
ediyor. 2014’ün ilk yarısında teslim
edilmesi planlanan ‘Seha Bahar Evleri’,
3+1 tipinde sadece 66 konutla sınırlı.
Projede ayrıca 6 adet de ticari alan
bulunuyor. Bahar Evleri, uygun ödeme
koşulları ve cazip fiyatlarıyla sizleri daha
yaşanılır mekânlarda ev sahibi olmaya
davet ediyor. Proje görsellerini görmek
ve daire planlarını incelemek için www.
sehayapi.com internet sitesini ziyaret
edebilir, ulaşmak istediğiniz tüm bilgilere
web sitemizden ulaşabilirsiniz.
Kule Plaza zemin katında yer alan
satış ofisimizde, güler yüzlü satış
temsilcilerimiz sizleri bekliyor. Ayrıca
444 73 42 veya 0332 221 39 00 numaralı
bilgi hatlarını arayarak da detaylı bilgi
alabilirsiniz.
PROJE KÜNYESİ
Adı: Seha Bahar Evleri
Lokasyon: Özlem Mahallesi (Elmas Kur’an Kursu karşısı), Selçuklu
Kullanım Amacı: Konut + İşyeri
Konut Büyüklükleri: Brüt 154 m² ila 168 m² aralığında
Konut Tipi: 3+1
Konut Sayısı: 66
Satılacak Konut sayısı: 34
Ticari Alan Sayısı: 6
Ticari Alan Büyüklükleri: 1 adet 103 m²,
2 adet 140 m²,
1 adet 141 m²,
2 adet 218 m²
Verilen alan ölçüleri mimari projedeki kaba
ölçüler olup yuvarlanmıştır. İmalata bağlı olarak
farklılıklar oluşabilir
anahtar // yaz 2013 • 61
KEYİFLE
>>
anahtar // yaz 2013 • 62
merak
ÇÖPE GİDENİ YENİYE ÇEVİREN
FİKRİ CUMHUR / HURŞİT BÜYÜKMATÜR
KONYA BEYŞEHİR’DE, YARIM ASRI AŞKIN BİR SÜREDİR, ESKİ EŞYALAR
TOPLAYAN, ALIP SATAN YUSUF ERDOĞAN’IN BABADAN KALMA
DÜKKANINI VE DEYİM YERİNDE İSE KÜÇÜK ÖLÇEKLİ BİR ETNOGRAFYA
MÜZESİ İZLENİMİ VEREN BÜYÜK DEPOSUNU GEZDİK VE SOHBET ETTİK.
İŞİNE SEVDALI KARDEŞLERİYLE BİRLİKTE ESKİ EŞYAYI ADETA HAYATA
DÖNDÜREN YUSUF ERDOĞAN SÖYLEŞİSİNİ İLGİYLE OKUYACAĞINIZI
ÜMİT EDİYORUZ.
Sanki bir etnografya müzesindeyiz Yusuf Bey,
sizi tanıyarak başlayalım isterseniz.
Ben Yusuf Erdoğan, dört kardeşiz ve
bu dört kardeşten 53 nüfuslu bir aileye
sahibiz. Yaptığımız bu iş, bu meslek,
baba mesleğimizdir. Rahmetli babam,
1950 yılında başlamış bu mesleğe. Ve o
günden bugüne mesleği devam ettirdik.
Arz ve talep üzerine da gelişme kat ettik.
Memleket burası mı?
Babam Akseki’den gelme, biz buralıyız.
Ama Aksekili olmaktan da gurur
duyarız.
Geçmişi geri getirmek gibi bu iş. Kopmuş bir
zincirin halkaları bir araya geliyor sanki?
İnsanlar dükkâna gelir, eşyaları görünce,
‘ya dedemde de vardı bunlardan’
der. Bunu söyleyenler, 50 ila 60 yaş
arasındaki insanlar. ‘Peki nerede onlar’
diye sorduğumda, ‘çöpe attık’ derler.
Yani biz, geçmişimizi, aslında kültürel
mirasımızı çöpe atıyoruz. Türkiye’de
bu husus daha yeni yeni fark ediliyor.
Şimdi otelden bir adam geliyor. Babası
geçmişte köşkermiş, ayakkabıcıymış.
Bana ayakkabı takımı, köşker tezgâhı
bul diyor. 50 yıllık 60 yıllık eşyalar,
makineler var, her şeyi buluyoruz. Yine
birisi, ‘e benim de babaannemin gelinlik
sandığı var’ diyor. Ama ne yapmış onu,
çöpe atmış, yok etmiş. E şimdi biz bir
yerde yok olmayı önlüyoruz. Adamın
geçmişini yâd ediyoruz. Yapan ustanın
elleri dert görmesin, Allah rahmet
anahtar // yaz 2013 • 63
KEYİFLE
>>
BİZDEKİ EŞYALARIN HEPSİ EL
SANATI. KÖY İŞÇİLİĞİ. ŞİMDİ
BİZ BİR YERDE YOK OLMAYI
ÖNLÜYORUZ. YOK OLMASINI
ÖNLEDİĞİMİZ GİBİ GEÇMİŞE
AİT KÜLTÜREL VARLIĞIMIZI
MUHAFAZA EDİYORUZ.
SEVENLERİNE ULAŞTIRIYORUZ.
eylesin onun yaptığı emeği de biz
koruyoruz. Geçenlerde Hollanda’ya
gittim. Orada antika pazarı dedikleri
bir yeri ziyaret ettim. Adamların antika
diye sattıkları, 50 ile 80 sene önce
kullandıkları çatal, kaşık, bardak,
sürahi gibi eşyalardan ibaret. Biz onları
burada etnografik eşya, antika diye
satsak kimse yüzüne bakmaz. Neticede
çoğu fabrikasyon malı. Bizdekilerse
hepsi el sanatı. Köy işçiliği. Şimdi biz
bir yerde yok olmayı önlüyoruz. Yok
olmasını önlediğimiz gibi geçmişe ait
kültürel varlığımızı muhafaza ediyoruz.
Sevenlerine ulaştırıyoruz.
Aslında yeri gelmişken şunu soralım. Bir
eşyaya neye göre antika veya etnografik eşya
deriz? Bunların arasındaki fark nedir?
100 ila 200 yıllık kullanılmış eşyaya
etnografik eşya, süs için tasarlanmış ve
kullanılmamış eşyaya ise antika derler.
Mesela bir vazo…
Evet, o antikadır işte. Ama bir fincan
takımı, bir divit takımı antika olmaz.
anahtar // yaz 2013 • 64
Neden, çünkü o etnografik eşyadır, yani
kullanılmıştır.
Peki bir eşya çok eski döneme aitse?
Dönüp dolaşıp oraya geliyoruz. Şimdi
bir heykel, antikadır. Evet el sanatıdır,
işçiliği vardır, ama kullanılmaz. Köşenin
eksiğini tamamlar, görselini sağlar hepsi
o. Ama misal bir maşrapa öyle midir?
Peki Dünyada da bu şekilde mi? Bir eşyanın
değerini olduğundan fazla göstermek için
antika olduğu söyleniyor mu?
Şimdi bakın ben onu bilemem. Bazı
insanların yaptığı ticarete de ket vurmak
benim işim değil.
Peki size Türkiye’nin her tarafından eşyalar
geliyor mu?
Türkiye’nin aşağı yukarı her tarafından
eşya gelir. Türkiye’nin her tarafını
dolaşan ‘çerçi’ dediğimiz arkadaşlar
vardır. Onlar dolaşır, satın alır, biriktirir
ve bize haber ederler. Biz 53 kişiyiz.
Bu 53 kişinin yaklaşık yarısı kadınlar
ve çocuklar evde oturur. 20 ile 40 yaş
arasındaki diğer yarısı ise bu çerçilere
gidip eşyaları alır gelirler. Aynı zamanda
Türkiye’nin birçok yerinde bizi tanıyan
esnaf arkadaşlar vardır. Onlar da bir şey
bulup biriktirdiklerinde bizleri ararlar.
Gidip alırız.
güzeldir? Mesela hangi yörenin bakırı daha
iyi dövülmüştür, hangisinin ustalığı, işçiliği
daha iyidir?
Bakırda Trabzon. Tahta ve ahşapta ise İç
Anadolu, Konya ve her yöreden iyi işler
gelir.
Konya dışından gelip alışveriş yapanlar
oluyor mu?
Bize, çevremizdeki otellerden, tatil
sitelerinden falan gelenler olur genelde.
Az sayıda da olsa dışarıdan gelenler de
yok değil.
Yusuf Bey bize verdiğiniz bilgiler için,
tarihimize verdiğiniz emek için teşekkür
ederiz
Estağfirullah. Ayaklarınıza sağlık. Biz
size teşekkür ederiz
Peki siz, bunu satmayayım, bu çok özel, bunu
kendi evimde saklayayım dediğiniz bir şeyler
oluyor mu?
Bir atasözü var, bilirsiniz; ‘terzi kendi
söküğünü dikemez’ diye. Testici ise kırık
çanaktan içermiş suyu. Dahası biz dört
kardeşiz. Öyle bir şey olsa aynı parçadan
bizim 4 tane almamız lazım. 12 tane de
gelin var. Onlara da almak lazım. Etti 16.
Nerden bulacaksın.
Peki hangi yörenin hangi eşyası daha
anahtar // yaz 2013 • 65
SAYGIYLA
>>
Rezzaz el- Cezeri.. Doğum ve ölüm
tarihi hakkında net bir bilgiye sahip
değiliz, ancak 1174- 1200 yılları
arasında Diyarbakır’da Artuklu
hükümdarlarına hizmet ettiği biliniyor.
İslâm altın çağının en büyük makine
mühendislerinden olan el- Cezeri,
mühendislik ilmine önemli katkılarda
bulundu. Pompa ve motorlarda esas
unsur olan krank ve piston kolu
kullanarak, devir hareketini doğrusal
harekete çevirmeyi ilk o başardı.
Yüzyıllar sonra gerçekleşecek olan
endüstri devrimi için bu buluş çok
önemliydi.
Cezeri’nin geliştirdiği hayvan kuvvetiyle
çalışan su dolabı, İslam dünyasında çok
yaygın hale geldi. Çarkların hareketini
bir dolap beygirinin sağladığı bu
düzenek günümüzde Mısır, İspanya ve
Hindistan’da halen kullanılmaktadır.
İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi
Müzesi’nde modelleri sergilenen şifreli
kilitler ve dört sürgülü kapı kilidi Cezeri
tarafından geliştirildi…
Hacamat yoluyla alınan kanın miktarını
ölçmek için kullanılan alet de yine
Cezeri’nin icadıdır…
Nehir akıntı kuvvetiyle çalışan
iki pistonlu su pompası ilk defa
el- Cezeri’nin kitabında karşımıza
çıkıyor. Çarkla hareket eden karşılıklı
pompalar, suyu 11 metre kadar yukarıya
çıkartabiliyor.
Yaptığı makinelerde hareket eden
insan figürlerine yer vermesi
dolayısıyla robotik ilminin
öncülerinden kabul edilen
Cezeri’nin saatlerle ilgili
çalışmaları da çoktur.
Kupa saati bunlardan
biridir, ancak en
meşhuru filli saatdir.
Hint, Yunan, Arap,
Mısır ve Çin kültürlerini
temsil eden figürlerden
oluşan bu alet, tam
anlamıyla bir Birleşmiş
Milletler Saatidir…
anahtar // yaz 2013 • 66
MUSTAFA CAMBAZ
ROBOTİK
BİLİMİNİN
ÖNCÜSÜ
FİKRİ CUMHUR
BAKARSAN BAĞ OLUR, BAKMAZSAN DAĞ
OLUR’ DİYE BİR ATASÖZÜ VARDIR. SÖYLEŞİMİZE
KONU OLAN OTELİN SERÜVENİ DE İŞTE BÖYLE.
ÇOK DEĞİL, BİRKAÇ YIL ÖNCE VİRANESİNE
KADAR OLAN ESKİ EV, ASLINA SADIK
KALINARAK TEPEDEN TIRNAĞA YENİLENDİ.
YERLİ VE YABANCI ZİYARETÇİLERE, ZİKİR İÇİN
ÜLKESİNDEN KALKIP GELEN KONUKLARA
VE KONYA’NIN İÇERİSİNDE BULUNMAK
İSTEYENLERE BOL YILDIZLI OTEL KALİTESİNDE
HİZMET VERİYOR. BU ÖNEMLİ GİRİŞİMDE İMZASI
OLAN VE FARKLI BİR HİZMET ANLAYIŞI SUNAN
MUAMMER UÇAR İLE GÖZ NURU DÖKTÜKLERİ
‘DERVİŞ OTEL’İ KONUŞTUK…
Öncelikle otelin öyküsünden başlayalım Muammer Bey.
Biz, 1985 yılından beri halıcılık yapıyoruz. Halı ve
kilimlerimiz el işi. Haliyle müşterilerimiz, el işine daha
çok meraklı olan yabancı turistler ve yurt dışından
gelen misafirler. Onlar çoğu zaman bizden otel
talebinde bulunurdu. Biz de şurada kalın, burada kalın
diye önerilerde bulunurduk. Ancak önerdiğimiz yerleri
aslında bizim istediğimiz tarza olmadığından biz de
beğenmiyorduk. Zira misafirlerimiz geleneksel Türk
kültürüne özgü yerler istiyorlardı!
Müşterilerinizi memnun edemiyordunuz bir bakıma.
Memnun ediyorduk, ama öylesine. Mesela bazen
gruplar oluyordu 10-15 kişilik. Onlar 3-5 gün kalmak
istiyorlar ve sadece kendilerine tahsis edilmiş yer
istiyorlardı. Hem Mevlana’yı ziyaret edecekler hem
kendi aralarında zikir yapacaklar. O tür misafirler
çoktu. Ama gittiğimiz otellerde mesela adam ben
salonumu ayıramam diyordu.
Zikir yapmak isteyen bu insanlar, yabancı misafirler miydi?
Evet hepsi yabancı. Ondan dolayı ve her yıl gelen
arkadaşlar da çoğalınca bizim böyle bir amacımız
oluştu. Bunun benim açımdan ikinci bir sebebi daha
anahtar // yaz 2013 • 67
RÖPORTAJ
>>
EVİMİZ KERPİÇTEN. ‘BAĞDADİ’
(AHŞAP ÜZERİNE 1-2 SANTİM
ARALIKLARLA YATAY OLARAK
ÇAKILAN ÇITALARIN ÜSTÜNE SIVA
VURULMASI YÖNTEMİ) TEKNİKLE
YAPILMIŞ VE TUĞLA YERİNE
KERPİÇ KULLANILMIŞ. EVİN
EN BÜYÜK ÖZELLİKLERİNDEN
BİRİ, DUVARLARIN KALINLIĞI
60 SANTİMİ BULMASI. KIŞIN ISI
YALITIMINDA ÇOK İYİ YALITIM
SAĞLIYOR. YANİ ATALARIMIZ
GERÇEKTEN DÜŞÜNEREK
YAPMIŞLAR. BEN HEP, NEDEN
BU KALINLIKTA YAPMIŞLAR
DİYE DÜŞÜNÜRDÜM. AMA HEM
KIŞIN HEM DE YAZIN ISI YALITIMI
SAĞLIYOR.
vardı. Konya’nın merkezinde böyle
evler vardı ve bunlar korunmalıydı.
Cıvıloğlu’nu belki bilirsiniz, şimdi
Karatay Belediyesi’nin olduğu yer.
Karatay Belediyesi maalesef orayı yıktı.
Orada çok güzel Konya evleri vardı.
Bizim de kiralık, küçük bir bahçesi olan
evimiz vardı. Bu tarihi evleri koruma
konusunda Büyük Şehir Belediyesi
son yıllarda biraz projeler geliştiriyor.
Umarım yaşayan kültüre hizmet eden
yerler korunur!
Yani istediğiniz yalnızca bir otel yapmak
değil, misafirlerimizi ağırlayabileceğimiz
bahçeli küçük bir Konya evi olsun, onları ev
ortamında ağırlayabilelim dileğindeydiniz?
Ne zaman başladınız peki?
1,5 yıl oldu. 2011’in Aralık ayında açıldı
burası.
Kaç odanız var?
7 odamız var. 3 kişilik, 4 kişilik.
Misafirlerimiz bazen böyle odalar istiyor.
Geçenlerde bir aile ağırladık. Başka bir
misafirhanede kalmışlar mesela, temiz
değil diye sevmemişler. Mesela onlar 25
kişi. Biz sığarız, yatarız dediler. Komple
oteli kapattılar. Bizim için önemli olan
bir diğer husus da otelin mimari adabına
uyması açısından ayakkabısız giriş
yapılıyor olması.
Misafirler eve girmiş gibi hissediyordur. Hem
bu yabancı misafirler açısından da önemli.
Tertemiz otel diye düşünüyorlardır.
anahtar // yaz 2013 • 68
Yabancı misafirler çok seviyor bu
uygulamayı. İlginç bir şekilde Japon
geleneği zannediyorlar. Bu bizim Türk
geleneği diyoruz. Bazısı biliyor, ama
hepsi bilmiyor tabi. Japonlar da böyle
yapılıyor diye biliyorlar.
5 yıldır faaliyettesiniz. Evin özelliklerinden ve
mimari yapısından söz edebilir misiniz?
Evimiz eski hali kerpiçten. ‘Bağdadi’
(ahşap üzerine 1-2 santim aralıklarla
yatay olarak çakılan çıtaların üstüne sıva
vurulması yöntemi) teknikle yapılmış ve
tuğla yerine kerpiç kullanılmış. Evin en
büyük özelliklerinden biri, duvarların
kalınlığının 60 santimi bulması. Kışın
ısı yalıtımında çok iyi yalıtım sağlıyor.
Yani atalarımız gerçekten düşünerek
yapmışlar.
Aldığınızda ev ne durumdaydı, ne tür
değişiklikler yaptınız, evin orijinaline ne
kadar sadık kaldınız?
Evi aldığımızda ev de çevresi de harabe
durumdaydı ve biz elbet birtakım
değişiklikler yaptık. Ancak aslına
ve orijinaline sadık kalmaya özen
gösterdik. Evi Betonarme olarak yaptık
ve birebir taklit ettik. Oda yapısında
sadece banyoları değiştirdik. Bizim
Konya yöresinde yüklük derler belki
bilirsiniz, yüklüğün altı banyo, üstü
abdesthanedir. Oraları sadece modern
tarzda düzenledik. Diğerlerinin
hepsi aynı, dolaplar, ahşap alanlar,
pencereler. Mesela burada sedir ağacı
kullandık biz. Kurt yapmaz, koku
yapmaz, dayanıklıdır. Eski evin kapıları,
pencereleri ve dolap kapaklarını yine
aynı şekilde, orijinal ölçüsüne göre
yaptırdık.
Kaçıncı derece koruma kapsamında bina?
2. derecede koruma altında alındı ve
tescilli edildi. Konya’nın tarihinde
kayıtlıyız artık.
Başka bir hususa geçmek istiyorum. Burası
bir mahalle içi. Çevreden ve komşularınızdan
bir rahatsızlık, şikâyet geldi mi?
Yok, henüz gelmedi. Aksine bizim
buraya otel yapmamız buraya daha
çok ferahlık getirdi. Çünkü burası
önceden çöplüktü. Bizim burayı
düzeltebileceğimize kimse inanmıyordu.
Bu şekilde olacağına, işleyeceğine kimse
inanmıyordu. Bizden, bu evden sonra
insanlar bizi örnek alarak evleri almaya,
restore etmeye ve korumaya başladı. Ve
bu tür evlerin değeri hayli yükseldi.
Peki Muammer bey, hangi ülkeden
ziyaretçiler geliyor ağırlıklı olarak?
Söz konusu Mevlana olunca, dünyanın
her yerinden ziyaretçilerimiz de oluyor.
Lakin Konya’ya gelen misafirlerin en
önemli özelliği, eğitimi, kültür seviyesi
çok yüksek olması. Ne istediğini bilen,
ne için gezdiğini bilen turist geliyor. Evet
böyle misafirleri ağırlamak da çok kolay
oluyor. O yüzden rahatız yani.
Memnun olmayan yok mu?
Bizim otelimizde şu anda televizyon
yok. Yerli misafirler geliyor odaya, banyo
mutfak her şey yerli yerinde ve pırıl pırıl.
Ama ‘televizyon yok mu’ diyor. ‘Yok’
deyince ‘olur mu hiç öyle şey’ diye tepki
veriyor. Özellikle Türkler, yani yerli
turistler gerçekten televizyon bağımlısı
olmuş. Bu arada odalarımızda sigara da
içirmiyoruz. Hem televizyon yok, hem
de sigara. Bizim buraya daha çok otantik
havayı tercih edenler gelir. Konya’mızın
zengin mutfak kültürünü de gelen
misafirlere ikram ederek tanıtmaya
çalışıyoruz! Mesela beyaz kiraz reçelini
gören misafirler ayva reçeli zannediyor
ya da kavrulmuş afyonu hiç bilmiyorlar!
Her iş yerinde yaşanan enteresan olaylar olur
sizde de var mı?
Evet. Geçen sene adamın biri geldi
oturdu. Bizim buraya normalde kapı
müşterisi almıyoruz ya da çok nadir
alıyoruz. Gelen bu misafirimizden
içeriye girerken ayakkabılarını
çıkarmasını istedik. Müşteri ilginç bir
şekilde “burası otel değil mi nasıl olur
böyle bir otel” diye tepki verdi, biz de
“otelimizdeki uygulama böyle” dedik.
“Olur mu öyle şey ben ayakkabılı
otelde kalmak istiyorum” dedi. Ben
de “abi şuradan sağa dön yığınla otel
var” dedim, ama adam kızmaya devam
ediyordu. Oysa şartlarımız ortada.
Buna rağmen şu şöyle olması lazım,
bu böyle olması lazım demeye başladı.
Ben ayakkabı giyilen otelde kalacağım
diyerek ayrıldı gitti!
Odalarınıza, banyodan tuvalete, yatağından
yastığına baktığımızda 3-4 yıldızlı otellerin
konforundan farkı yok görünüyor.
Evet yok. Üstelik her şey birinci sınıf.
Yaparken bayağı zorlandık ama doğru
karar vermişiz. Mesela biraz pahalıya
gidiyoruz diye tedirgin olmuştuk, ama
gerçekten doğru karar vermişiz.
Son olarak, yerlere serili el dokuması kilimler,
halılar dikkatimizi çekti, orijinal el işi kilimler
galiba.
Tabi ki el işi, orijinal ve hepsi de
Konya yöresine, Karapınar, Taşpınar
ve Karaman yörüklerine ait. Otelimizi,
aynı zamanda bize ait tüm kültürel
değerleri ile yaşatmaya da çalışıyoruz.
Ev Osmanlı tarzı özellikle de Konya’da
olunca el dokuması halı ve kilimsiz
düşünmek büyük bir eksiklik olurdu.
anahtar // yaz 2013 • 69
BİZİMLE
>>
2. ETAP
SATIÞLARI
SÜRÜYOR
SEHA YAPI İMZASINI TAŞIYAN
SİMGEŞEHİR, HEM EV SAHİBİ
OLMAK HEM DE AKILLI YATIRIM
YAPMAK İSTEYENLER İÇİN
BULUNMAZ BİR FIRSAT. ÇÜNKÜ
SİMGEŞEHİR, SİZE HAYAL
ETTİĞİNİZDEN ÇOK DAHA
FAZLASINI SUNUYOR.
ANKARA’NIN HUZUR SİMGESİ
SEHASİMGEŞEHİR
Ankara Etimesgut’ta 50 bin metrekare
alan üzerinde inşa edilen Simgeşehir
Konutları depreme dayanıklı yapısı,
güvenlikli ve kontrollü site içerisinde,
yeşil alanları, çocuk oyun alanları,
kullanışlı daire yapısı, site içi otoparkı ile
yaşanılır bir proje.
21 bloktan oluşan ve geniş bir alana
yayılan projede yaşam 2011’de başladı.
3+1 tipinde ve sınırlı sayıda konut
bulunan ilk etap daireleri tamamlandı
ve tapularıyla birlikte sahiplerine teslim
edildi. Bu yaz sonuna kadar teslim
edilecek olan 2. Etap satışları ise devam
ediyor. Projenin ikinci etap dairelerine
vestiyer ve mutfaklarına ankastreler
eklendi. Simgeşehir’de şehrin
gürültüsünden uzak sakin ve huzurlu
bir yaşam sizleri bekliyor.
PROJE KÜNYESİ
Kullanım Amacı: Konut
Saha Genişliği: 49.079 m²
İnşaat Alanı : 115.696 m²
Daire Sayısı: 980 Konut
Blok Adedi : 21
Yapım Tekniği: Betonarme Tünel
Kalıp Sistemi
Dinlenme Alanları : Çocuk Bahçesi, Spor
Alanı,Dekoratif Havuz
Başlangıç: Haziran 2008
anahtar // yaz 2013 • 70
Simgeşehir’den cazip fiyat ve uygun
ödeme koşulları ile siz de ev sahibi olmak
istiyorsanız acele edin. Hemen teslim
tapu ve dairelere Vakıfbank kredisi ile
sahip olabilirsiniz.
anahtar // yaz 2013 • 71
AFİYETLE
>>
ZUHAL ÇELİK
ENGİN KABAN
FARSÇA SİRKE VE ENCÜBÎN (BAL)
KELİMELERİNDEN MEYDANA GELEN
SİRKENCÜBİN, UZUN YILLAR ÖNCE
ŞERBETLERİMİZ ARASINDAKİ YERİNİ ALIR.
ÜZÜM SİRKESİ VE BALIN EŞİT MİKTARLARDA
KARIŞTIRILIP SU İLAVE EDİLMESİYLE YAPILAN BU
ŞERBET, SELÇUKLU VE OSMANLI DÖNEMLERİNİN
SEVİLEN ŞERBETLERİNDEN BİRİDİR.
SİRKENCÜBİN, O DÖNEMLERDE, SUSUZLUĞU
GİDERMENİN YANINDA HASTALIKLARIN
TEDAVİSİNDE DE KULLANILAN, ÖZELLİKLE
İÇERİĞİNDEKİ SİRKEDEN DOLAYI HAZMI
KOLAYLAŞTIRARAK MİDEYİ RAHATLATAN
SAĞLIKLI BİR İÇECEK OLARAK TÜKETİLİRMİŞ.
Sirkencübin şerbetini dervişler, sabahleyin aç karnına
zihin açıcı, akşam vaktinde ise mide rahatlatıcı olarak
içerlermiş. Zihni etkisi açısından baktığımızda,15. yy
da yazılmış Kitâbü’l Mühimmât adlı eserde, mizacı
dengelemek için önerilen şerbetlerden birinin de
sirkencübin olduğunu görüyoruz.
Günümüzde, tıbbi açıdan, vücutta detoks etkisi yaptığı,
vücudu dengelediği, mikropları kırdığı, sindirim sistemini
düzenleyip hızlandırdığı, cildi güzelleştirdiği ve eklem
ağrılarına çok iyi geldiği belirtilir. Sirkencübinin manevi
olarak ise, ruhu kuvvetlendirdiği, kişinin üstünde
bulunan nazar, sihir ve musallatın kalkmasını sağladığı
düşünülür.
KAHIR VE LÜTUF SİRKENCÜBİNİN TEMELİDİR
“Sirke, sirkeliğini artırdıkça şekerin artması gerek.
Kahır, sirkedir, lütuf da bala benzer. Sirkengübinin temeli,
bu ikisidir. “Bal, sirkeden az oldu mu sirkengübin, iyi
olmaz.” ( Mesnevi cilt6/ beyit15-19)
Bu beyit, bal ve sirkenin (somut) eşit miktarda
karıştırılmasıyla leziz sirkencübin içeceğinin elde
edilmesi gibi; hayatında kahır ve lütfun (soyut) eşit
miktarda olduğu kişinin de iyi bir insan olacağını belirten,
zıtlıkların bir aradaki ahengini ifade eden hoş bir beyittir.
anahtar // yaz 2013 • 72
Bu dizeler, hayatım dediğimiz
kabımızda, kahrın ve acının da,
mutluluk ve huzurun da yaşanması
gerektiğini; ancak biri diğerinden
fazla olursa o noktada iç sıkıntısının,
problemlerin baş göstereceğini ne güzel
anlatıyor! Bunların dengeli bir terkiple
hayatımızda olması gerektiğini…
Bu beyitlerdeki gibi, varlığın, var
olanın, var olmakta olanın hikmetini
benzetmelerle anlatan Mevlânâ,
eserlerinde iletmek istediğini hep
anlaşılır örneklerle, sembollerle
vermiştir. Bu benzetmelerde kullandığı
sembollerden bazılarını da yiyecekler
oluşturuyor. Mesnevinin bu yönü bana,
Mevlânâ’nın yiyecekleri benzetme aracı
olarak kullanmasının yanısıra onların
benzetilen şeyle ilişkisine de dikkat
çekmek istediğini düşündürmektedir.
Hepimizin bildiği gibi yediğimiz her
şey ruhumuzu da etkiler. Zihinsel
bir hastalık dolayısıyla psikiyatriste
gittiğimizde bize verdiği ilaçların
ihtiva ettiği maddeler bizim zihni
durumumuzu iyileştirmeye yarar.
Dolayısıyla bedenimize kattığımız bu
maddeler ruhumuzu da etkilemektedir.
Bu nedenle ruh-beden ilişkisinde
yiyeceklerin önemi büyüktür. Zihin
bedeni etkilediği gibi beden de zihni
etkiler. Bu yönden baktığımızda,
sirkencübinin ruhi etkileri bizim
bilmediğimizden daha da fazla
olabilir. Tüm bunlardan anladığımız,
Mevlânâ’nın yaptığı bu benzetme
sadece benzetilen şeylerin yaptığı
çağrışımlardan ibaret değil; benzetilenler
ve benzeyenler aynı zamanda
birbiriyle ilişki içerisinde ve birbirini
etkilemektedir.
“Nuh’un kavmi de, ona sirke döküp
duruyorlardı, fakat Tanrı’nın lütuf
ve ihsan denizi ona daha fazla şeker
dökmekteydi.
Onun şekerine cömertlik denizinden
yardım edilmekte idi de o yüzden âlem
halkının sirkesinden fazlaydı onun
şekeri.”
Şüphesiz kahrı da, lütfu da veren
Rabbimizdir. O “ Dilediğime dilediğimi
veririm”(hangi ayet?) demiştir. Ancak
aynı zamanda bizler, bunları kendimize
çekeriz. Bu dünya da yaptıklarımız,
söylediklerimiz ve dualarımızla kahrı
da lütfuda üzerimize çeken, yaşayan
bizlerizdir.
Rahmet dediğimiz suyla, Efendimiz
( sav)’in “Sirke ne güzel bir katıktır “
dediği sirke ve Kuran’ı Kerim’de Allah’u
Teâlâ’nın “Onda şifa vardır “ buyurarak
övdüğü balın karışımında elbette ki
maddi manevi rahmet vardır.
Tarifi:
4 tatlı kaşığı bal,
4 tatlı kaşığı üzüm sirkesi,
4 bardak su.
Bütün malzeme karıştırılıp
içiliyor.
Tam kaynağından emin
olamasak da, Mevlânâ’nın
sirkencübinin hazırlanışıyla
ilgili verdiği bir diğer tarif de
şöyledir:
İki yüz dirhem bala iki
yüz dirhem su ilave edilir.
Kaynatıp köpüğü alınır ve
koyulaştırılır. Yirmi beş dirhem
sirke azar azar karıştırarak
ilave edilir. Sonra su gidip bal
kalıncaya kadar kaynatmaya
devam edilir. Kullanılacağı
zaman karışımın bir kaşığı
dört kaşık su içinde ezilerek
kullanılır.
anahtar // yaz 2013 • 73
SAYGIYLA
>>
GÖNÜLLERE AŞKIN YOLUNU
GÖSTEREN ŞÂRİH:
HAZIRLAYAN: ZUHAL ÇELİK
ÖMRÜNÜ, MEVLÂNÂ’NIN ESERLERİNE, ONUN ANLAŞILMASINA VE ONA GÖRE YAŞAMAYA ADAMIŞ, BU YOLDA
MEVLÂNÂ VE MEVLEVÎLİKLE İLGİLİ BİR ÇOK ESER
VERMİŞ BİR MEVLÂNÂ SEVDALISI. KÜÇÜK YAŞLARDA
BABASINDAN ALDIĞI EĞİTİM VE TÂHİR’ÜL MEVLEVÎ
HAZRETLERİ’YLE TANIŞMASININ ARDINDAN, BU YOLDA İYİCE DERİNLEŞMİŞ BİR KİTAP AŞIĞI. 96 YAŞINDA SIRLANANA
KADAR BU YOLDA HİZMET ETMİŞ, MESNEVİ ŞERHLERİYLE
MESNEVİNİN ANLAŞILMASINI KOLAYLAŞTIRMIŞ,
VERDİĞİ SOHBETLERLE GÖNÜLLERE
IŞIK SUNAN BİR ŞÂRİH...
(Nurhayat Artıran Hanımefendi’nin makalelerinden istifade ile hazırlanmıştır.)
1900’LÜ YILLARIN TÜMÜNE,
İLİM VE İRFANIYLA TANIKLIK
ETMİŞ, HZ. MEVLÂNÂ VE
MESNEVİ SEVDASININ
KUVVETLENDİRDİĞİ İLAHİ
AŞKLA EĞİTİM VE ÖĞRETİME
ADANMIŞ, DOKSAN ALTI YILLIK
BİR ÖMÜR.
anahtar // yaz 2013 • 74
Şefik Can, Osmanlı Devleti’nin
çöküş zamanlarının getirdiği sıkıntılı
ortamda, 1909 yılında, Erzurum’un
Tebricik köyünde doğdu. Çok küçük
bir çocukken annesi Gülşen Hanım’ı
kaybetti. Çocukluğu, Birinci Dünya
Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın getirdiği
şiddetli acı, ıstırap, korku ve heyecanla;
müderrislik ve müftülük yapan babası
Tevfik Efendi ile beraber bir şehirden
diğerine kaçmakla geçti.
İlk eğitimini, zamanın tanınmış
manevi büyüklerinden Şeyh Bedrettin
Osman Efendi’ye bağlı olup İbn-i Farid
Hazretlerinin eserlerini şerh edecek
kadar derin ilmi olan muhterem babası
Müftü Tevfik Efendi’den alır. Babası, Hz.
Mevlânâ’dan, Hafız’dan, Şeyh Sadi’den
ona beyitler ezberletir. Dolayısıyla ilk
kitap ve şiir aşkını da babasından alır.
Hatta son günlerinde dahi okuduğu
bazı beyitleri bile çocukken babasından
öğrendiğini belirtir.
Boşalan tüfek fişeklerinin mukavva
kutusundan, kendisine okul çantası
yaparak Sivas’ın Yıldızeli ilçesinde
ilkokula başlar. Babasının arzusu
üzerine, askeri okul imtihanlarına
girip Tokat Askeri Ortaokulu’na girer.
Ardından “96 yıllık ömrümün en
duygulu, en güzel senelerini ihtiva
etmektedir” dediği İstanbul Kuleli
Askeri Lisesi’ni, sonrasında da Harp
Okulunu bitirir. Mezuniyetinin
ardından, Haydarpaşa Askeri Veteriner
Okulu’nda Ayniyat Muhasibi olarak
ilk görevine başlar. Dönemin popüler
dergilerinden Yeni Adam, Türk Sanatı,
Bilgi Yurdu gibi tanınmış kültür ve
edebiyat dergilerine hikaye ve makaleler
yazar. Edebiyat, tarih, öğrenme ve
öğretmeye karşı aşırı ilgisi nedeniyle,
aynı yıllarda, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat ve Tarih bölümüne devam
eder. Kumandanlarından izin almadan
Üniversiteye devam etmesi, İstanbul’dan
alınarak, Kırklareli’nin Vize kazasına
Ambar Müdür Yardımcısı olarak
sürülmesine yol açar. Öğretmenlik
yapma arzusuyla gösterdiği çabalar
sonucu, Milli Savunma Bakanlığı’nın da
izniyle, İstanbul Üniversitesi’nde imtihan
verip, Öğretmenlik belgesi alır. Kuleli
Askeri Lise’sinde Tâhir’ül Mevlevî’nin
(Tahir Olgun) yanında stajını
tamamlayarak öğretmenliğe başlar.
Ardından çeşitli askeri okullarda, emekli
olduktan sonra da sivil kolej ve liselerde
edebiyat ve türkçe öğretmenliği yapar.
2005 yılının Ocak ayında, 96 yaşında,
İstanbul’da Hakk’a yürüyen Şefik Can,
Konya’daki Mevlânâ Dergâhı’nın yanı
başındaki Üçler Mezarlığı’nda toprağa
verilir.
Mevlevîliğin Deryasına Dalış
İlk mürşidi, henüz lise yıllarında tanıştığı
ve daha sonra Kuleli Askeri Lise’sinde
asistanlığını yaptığı, “maddi manevi
öğretmenlik belgemi de mübarek
elinden, onun imzasıyla aldım” dediği
Tâhir’ül Mevlevi Hazretleri olmuştur.
Daha lise yılarında tanıma lütfuna
eriştiği Tâhir’ül Mevlevî Hazretleri’ne
1935 yılında intisab etmiştir. “İlahi bir
lütuf” dediği 16 yıllık bu beraberlik,
hazretin vuslatına kadar sevgi, saygı ve
muhabbetle geçmiştir.
Tâhir’ül Mevlevi’nin ölümü dolayısıyla
tamamlayamadığı mesnevi şerhinin 5. ve
6. ciltlerini hazırlamıştır.
“Ahir Ömrümdeki En Büyük İmtihanım”
Bu söz, doksan altı yıllık ömrünün
son günlerinde okuyup yazacak
kadar gözleri görmeyen bir şârihin,
Şefik Can’ın, çok sevdiği kitaplarını
okuyamamanın verdiği acıyla söylediği
sözdür.
O her şeyden çok sevdiği kitapları artık
göremiyordu ama yine de büyük bir
merakla yeni çıkan eserleri yakından
takip ediyor, eğer okumayı arzu ettiği
bir kitapsa okuyamayacağı için çok
üzülüyor, ilgisini çeken o kitabı Nur
Hanım’a mutlaka almasını söyleyerek en
azından dokunmak, içerisinden birkaç
sayfa da olsa dinlemek istiyordu.
Elli yıldır yazlarını geçirdiği
Kınalı Ada’daki kütüphanesinde;
Şefik Can Dede’nin Hocası Tâhir’ül Mevlevi (Tahir Olgun)
ayrıca Kadıköy Şaşkınbakkal’daki
devlethanesinde oldukça değerli eski
matbu divânlar, mesneviler, antolojiler,
çeşitli Arapça, Farsça, İngilizce,
Fransızca, Rusça eserlerin yanı sıra,
birçok el yazmasıyla beraber on
binden fazla kitap bulunduruyordu.
Kütüphanelerinde her düşünceyi ifade
eden eserler vardı. Şeyh Galibi, Fuzûli’ yi
bildiği kadar, Nazım Hikmeti’de o derece
iyi bilirdi.
“Kitap bir düşüncenin ürünüdür.
Düşünce ise insandır. Kitabı tümüyle
çöpe atmak, insanı çöpe atmaktır. Her
insanda ise mutlaka güzel bir taraf
vardır. İşte herkesin göremediği o
güzelliği sizler görmeye çalışın. İnsanları
da eserleri de bu çerçeveden görüp
değerlendirin.” diyerek öğrencilerine
her düşünceden kitaplar okumalarını
öğütlerdi.
anahtar // yaz 2013 • 75
SAYGIYLA
>>
“Akşamların ardından sabahın sesi var
Kışlarda da bir gizli bahar müjdesi var
Vuslatların ardında ne var, sorma fakat
Hicranda senin vuslatının hissesi var!”
Can, görme gücü azalınca, “Cenab-ı
Hakk kitaplarla arama perde çekti.
Ben artık okuyamıyorum, hiç değilse
çocuklar okuyup faydalansın.” diyerek,
kitapların çok büyük bir bölümünü
Fatih Üniversitesi’ne, diğerlerini de
sevdiği dostlarına bağışlamaya karar
verir. Bazılarını da son zamanlarda
mesnevi dersleri verdiği Kazım
Karabekir Vakfı’ na armağan eder.
Tümüyle tek tek vedalaştığı kitaplar
yeni sahiplerine teslim edildikten kısa
bir zaman sonra, çok ciddi bir şekilde
yutkunma zorluğu çekecek kadar derin
bir üzüntü duyar.
Şefik Can, Hz. Mevlânâ’yı ve onun
şiirlerini okuduktan sonra kendi
yazdıklarımın hiç bir önemi kalmadığını
anahtar // yaz 2013 • 76
düşünüp, “güneşin doğduğu yerde
mum ışığının lafı bile olmazdı” diyerek
şiirlerinin hepsini yakmıştır. Nur
Hayat Hanım, Can’ın şiirleri arasından
sadece şu dörtlüğü söylemek lütfunda
bulunduğunu söyler:
“Akşamların ardından sabahın sesi var
Kışlarda da bir gizli bahar müjdesi var
Vuslatların ardında ne var, sorma fakat
Hicranda senin vuslatının hissesi var!”
DESTARIN KADINA GEÇMESİ
Destarını, “maddi hatta manevi
bir çıkar beklemeksizin Yaratana
duyduğu aşkı, yaratılmışla en güzel
şekilde paylaştığına” inandığını
söylediği Hayat Nur Artıran Hanım’a
vererek, meslevihânlık görevini gönül
rahatlığıyla ona teslim eder.
anahtar // yaz 2013 • 77
BİZİMLE
>>
190.000
başlayan
fiyatlarla
TL’den
SEHA’ NIN ÖZLEM MAHALLESİ’NDEKİ İLK PROJESİ
ÖZLEM KONUTLARI’NDA
HUZURLU BİR YAŞAM SİZLERİ BEKLİYOR
MODERN MİMARİSİYLE
BULUNDUĞU BÖLGEYE AYRICALIK
KATAN ‘ÖZLEM KONUTLARI’,
‘SEHA YAPI’ GÜVENCESİ ALTINDA
66 KONUT VE 9 TİCARİ ALANIN
BULUNDUĞU BİR BUTİK PROJEDE
SİZ DE YERİNİZİ ALIN.
Seha Yapı’nın kentsel dönüşüm projesi
çerçevesinde, kat karşılığı esasıyla, Özlem
Mahallesi’nde yapımına başladığı ‘Seha
Özlem Konutları’nın satışı sürüyor. 2013
yılının Aralık ayında teslim edilmesi
planlanan Seha Özlem Konutları’nda
dairelerin tamamı 3+1 tipinde tasarlandı.
Merkezi ısıtma sisteminin bulunduğu bu
seçkin projede toplam 66 dairenin sadece
34 dairesi satışa sunuldu. Buna ek olarak
9 adet de ticari alan bulunuyor.
son derece kullanışlı, konforlu ve kısıtlı
sayıdaki bu özel konutlar uygun ödeme
seçenekleriyle sahiplerini bekliyor.
Kule Plaza zemin katında yer alan
satış ofisimizde, güler yüzlü satış
temsilcilerimiz her türlü sorularınızın
cevapları için sizleri bekliyor. Bunun
yanı sıra 444 73 42 veya 0332 221 39 00
numaralı danışma hatlarını arayarak da
detaylı bilgi alabilirsiniz
Proje görsellerini görmek ve daire
planlarını incelemek için www.sehayapi.
com internet sitesini ziyaret edebilir,
ulaşmak istediğiniz tüm bilgilere web
sitemizden ulaşabilirsiniz.
PROJE KÜNYESİ
Adı: Seha Özlem Konutları
Lokasyon : Özlem Mahallesi, Selçuklu,Konya
Kullanım Amacı: Konut + İşyeri
Konut Sayısı : 66
Konut Tipi: 3+1
Konut Büyüklükleri: Brüt 157 m² ila 169 m² aralığında
Konut Fiyatları: 165.000 ¨ ila 186.000 ¨
Satıştaki Konut Sayısı: 34
anahtar // yaz 2013 • 78
Ticari Alan Sayısı : 9
Ticari Alan Büyüklükleri: Brüt 35 m² ila
231m² aralığında
Ticari Alan Fiyatları:
Min. 107.000 ¨
Max. 424.000 ¨
*Verilen alan ölçülerinde mimari projedeki
kaba ölçüler esas alınmış olup, yuvarlanmıştır.
İmalata bağlı olarak farklılık gösterebilir.
anahtar // yaz 2013 • 79
HAYIRLA
>>
MANA KAPISINI
ÇALARSAN AÇARLAR
Mana kapısını çalarsan açarlar. Düşünce kanadını çırpar, uçmaya
çalışırsan, seni bir doğan haline getirirler.
Haberin yok, senin düşünce kanadın çamura bulaşmış, ağırlaşmıştır.
Çünkü sen, çamur yiyorsun, çamur sana ekmek olmuş.
Ekmek ile etin aslı, mayası topraktır, çamurdur. Bunları az ye de
çamur gibi yeryüzüne yapışıp kalma.
Acıkınca köpek oluyorsun; kızgın, geçimsiz, kötü huylu, sert, yanına
yaklaşılmaz soysuz bir köpek kesiliyorsun.
Fakat doyunca da pis bir leş halini alıyorsun; duygusuz, her şeyden
habersiz, sanki elsiz ayaksız bir duvar gibi oluyorsun.
Bazen murdar bir leş, bazen kızgın bir köpek oluyorsun. Bu durumda
sen nasıl olur da arslanların yolunda koşabilirsin?
Avlanırken senin işine yarayan ancak köpektir, yani nefsindir. Bu nefis
köpeğini fazla besleme, önüne az kemik at…
anahtar // yaz 2013 • 80
SABIR; GAMDAN KURTULMAK
İÇİN BİR ANAHTARDIR.
Eğer tamamiyle zorluklara daldınsa, daralıp kaldınsa sabret.
Çünkü sabır, rahatlığın, genişliğin anahtarıdır.
Düşüncelerden sakın. İnsanın gönlü ormana benzer; ormanda arslan gibi
de yaban eşeği gibi de düşünceler bulunur.
Perhizler, ilaçların başıdır. Kaşınmak ise uyuzluğu artırır.
Perhiz, gerçekten de ilaçların başıdır. Perhiz et de canındaki gücü seyret.
Bu söylediğim vahdet sırlarını candan dinle de, ben de senin kulağına
altın küpe takmış olayım.
O zaman, kuyumcu gibi, altın işleri ile Ay’ ın kulağına sen küpe olursun
da, Ay’a, Süreyya’ya kadar yükselirsin.
anahtar // yaz 2013 • 81
KULAĞA KÜPE
>>
ODANIZIN HALİNDEN
ANLIYOR MUSUNUZ?
OTURMA ODALARI
DÜZENLENİRKEN YAPILAN
KOLTUK TERCİHİ, ODANIN
GENİŞ VEYA DARACIK
GÖRÜNMESİNDE SON DERECE
ETKİLİDİR. TEK PARÇA BÜYÜK
MOBİLYALAR VE L KOLTUKLAR
MEKANIN OLDUĞUNDAN
KÜÇÜK ALGILANMASINA
NEDEN OLUR. OYSA ALTI
AÇIK OTURMA TAKIMLARI VE
KÜÇÜK PARÇALI MOBİLYALAR
MEKANI OLDUĞUNDAN DAHA
BÜYÜK GÖSTERİR. MESELA
KOL KOYMA YERİ OLMAYAN
KOLTUKLAR, KOLLU OLANLARA
GÖRE BULUNDUKLARI YERİ
OLDUĞUNDAN DAHA BÜYÜK
HİSSETTİRİR.
anahtar // yaz 2013 • 82
Eviniz alçak tavanlı ise, oturma odalarında yüksek arkalıklı koltukları tercih
etmeyin. Çünkü odanızı daha basık hissedersiniz. Kısacası, iyi mobilya düzenlemesi
yapılmasında seçilecek koltukların biçimi, ebatları ve sayısıyla mekanın ölçüleri
arasındaki oransal ilişkisinin doğru kurulması gerekir.
Oturma odaları ve salon tabir edilen
misafir odalarının düzenlenmesinde
koltuklar, kanepeler en önemli tasarım
ögeleridir. Bu mobilyaların bazıları
büyüyüp küçülebilen, birleştirilebilen,
farklı biçimler alabilecek şekilde
parçalara ayrılabilen özelliklere saiptir.
Koltuk takımları mekana yerleştirilirken,
pencerelerden en büyük ve manzaraya
bakıyor olanının her iki yanına koltuklar
yerleştirilebilir. Ancak iç ve dış mekanı
bütünleştiren yere sıfır pencerelerin
önlerine ağır mobilyalar konularak
manzarayla ilişki kesilmemelidir.
Binaların birbirine çok yakın olduğu
durumlarda ise pencerelerin önüne
koltuk yerine çiçekler konularak yeşil
bir köşe oluşturulması hem odanızın
neşesini ve huzurunu artırır hem
de dış mekanla olan ilişkide gerekli
mahremiyeti sağlar.
Koltukların rengi ve dokusu da mekanın büyüklük agısına etki eder. Mesela, küçük
ve az ışık alan bir odada kullanılan koltuklar, açık renkli ve desensiz kumaşlarla
döşenmiş olmalıdır. Bir başka detay; düşey çizgili kumaşlarla kaplanmış koltuklar
da yüksek tavanlı yerlerde tercih edilmelidir. Oturma odanız iyi ışık alıyorsa koyu
mobilyalar tercih edebilirsiniz ancak koyu renkli eşyaların etkisini daha açık
aksesuarlarla dengelemelisiniz.
OTURMA ODANIZ ÇOK KÜÇÜK
VE BÜYÜK GÖRÜNMESİNİ
İSTİYORSARIZ, ZEMİNİ MÜMKÜN
OLDUĞUNCA BOŞ BIRAKIN,
AKSESUARLARLA ODAYI
DOLDURMAYIN. MOBİLYALARINIZI
DA DOĞRUSAL, SİMETRİK
YERLEŞTİRİN. ORTA SEHPAYI
DA OTURMA TAKIMININ TAM
MERKEZİNE YERLEŞTİRİN.
SEHPANIN YERDEN YÜKSEKLİĞİ
İSE 30-45 CM.’DEN YÜKSEK
OLMAMALIDIR.
Odanızın geniş görünmesin sağlayan bir başka detay da oturma gruplarının
yerleştirme biçimidir. Bunun püf noktası da, büyük ya da uzunluğu fazla olan
mobilyaların mümkün olduğunca duvarlara paralel şekilde konulmasıdır. Ancak bu
tür bir yerleştirme odanızı sıkıcı kılabilir. Bunu çaresi de, tekli koltuklardan bir ya da
ikisini diğerlerine göre açılı şekilde yerleştirmektir. Eğer odanız çok uzun boyluysa
mobilyaların hacmi bölecek şekilde duvara dik olarak yerleştirilmesi idealdir.
anahtar // yaz 2013 • 83
ÇELEBİCE
>>
GÖRKEMLİ GEÇMİŞİN IŞIĞINDA:
anahtar // yaz 2013 • 84
ENGİN KABAN
anahtar // yaz 2013 • 85
ÇELEBİCE
>>
anahtar // yaz 2013 • 86
Zalim Nemrutça ateşe atılır Hz İbrahim. Kimi söylenceye
göre aşkı, babasından ağır basan Zilha, dayanamaz o
da ateşe yürür. Rivayet o ki, Balıklı göl ve şimdilerde
kayıkların gezindiği Ayn’ı Zilha işte o sırada oluşur.
Halil-ür Rahman Gölü ve büyük bir aşkın ve bağlılığın
simgesi Ayn’ı Zilha’nın içinde olduğu bu alan Balıklı Göl
olarak anılır. Kentin kalbi sayılan bu bölgenin ziyaretçileri
hiç eksik olmaz. Yerli ve tabancı turistler, çevre ilçe ve
köylerden gelen Urfalılar, döner dolaşır burada buluşur,
burada soluklanır. Renkli ve sıcak kişilikleri ile yöre insanı,
iyiliği ‘Hz. İbrahim’le, kötülüğü ise Nemrut’la özdeşleştirir.
anahtar // yaz 2013 • 87
ÇELEBİCE
>>
İki bin yıl öncesine tarihlenen
dünyanın en kıdemli tapınağı
burada bulundu. Nemrutça ateşe
atılan İbrahim Peygamber’in,
alazlardan doğan Halil-ür
Rahman ve Ayn-ı Zilha Gölü’nün
ve kutsal balıkların hikâyesi
burada dile geldi. Geçmiş
zamanların şaşaalı kültür
merkezi, dinlerin ve dillerin
buluştuğu görmüş geçirmiş bir
kadim kent, bir peygamberler
şehriydi Urfa. İrili ufaklı
olanca uygarlığın, krallıkların,
kavimlerin, beyliklerin ve
toplulukların izleri burada
saklıydı. Dillere destan kübik
evler, pir ustalardan çıkmış taş
hanlar, güzide konaklar, namlı
arastalar, toynakları kıvılcım
saçan koşu atları ve süse
belenmiş taklacı güvercinler
Urfa’ya hastı. Menşei antik
çağlara uzanan bölgenin yegâne
eğlencesi sıra geceleri, şen
nağmeleri, içli türküleri, gazelleri
ve hoyratları ve camileri ile
ünlüydü Urfa.
Alışveriş kültürünün
toplandığı çarşılara ve hanlara
açılan Haşimiye Meydanı’nı
geçip ünlü Gümrük Han’a
geliyoruz. Gelmek dile kolay!
Arastalardan geçtiğimiz bu
yol büyülüyor. Yaşamın kalbi
buralarda atıyor. Önümüzden
simli, işlemeli, satenden,
kimi ipekten rengârenk
giysili; puşili, şalvarlı, eli yüzü
dövmeli, sürme gözlü insanlar
geçiyor. İsottan salçaya,
baharattan zahireye, halıdan
çulcuya, kınacıdan urgancıya
eski dükkânlar sıralanıyor.
Daracık loş sokaklardan, kesif
kokular geliyor. Bu hengâme,
bu kalabalık, Anadolu’nun o
bildik kentlerinden ayrı bir
coğrafyaya, başka bir zamana
götürüyor insanı. Gümrük Han
ile aynı tarihe, 1562 yıllarına
tarihlenen Bedestan, halı ve
kilim dükkanları ile ünlü tarihi
çarşı, yani Bedestan, görülmeye
değer yerlerin başında geliyor.
anahtar // yaz 2013 • 88
Her adımda başka bir hikâye anlatan
Urfa’da; Ulu Camii, Halil-ür Rahman,
Mevlid-i Halil, Rızvaniye, Dergah,
Hasan Padişah ve Fırfırlı Camii görmeye
değer camilerin başında gelir. Bu ibadet
mekânları günün her saatinde ziyaretçi
akınına uğrar. Ancak ziyaretçisi eksik
olmayan yerlerden biri de ‘Gümrük
Han’dır. Urfa’nın kalbi öncelikle olarak
tarihi Gümrük Han’da atar. Arastalar,
çarşılar ve Bedestan, Gümrük Han’a açılır.
İki renk kesme taştan yapılmış olması
ona ‘Alacahan’ adını da vermiş. Bu mistik
ortamda çay içmek, mırra devirmek burayı
ziyaret edenlerde alışkanlığa dönüşüyor.
İkinci katına daha küçük dükkânların ve
terzilerin yerleştiği Gümrük Han, büyük
bir kıraathane işlevi görüyor. Kalabalığı,
renkli insanları, seyyar satıcıları, saat,
yüzük, başını ‘oltu’, ‘kehribar’, ‘firuze’ ve
‘koka’nın çektiği kimi değerli taştan, kimi
ağaçtan envai çeşit tespih satılan tezgahları
ve tarif etmekte zorluk çektiğim kokuları,
atmosferi, burayı görmeye değer kılıyor.
anahtar // yaz 2013 • 89
OKUDUKÇA
>>
ŞEMS-İ TEBRİZİNİN ÖĞRETİLERİ
Mevlananın Türk Tasavvuf Şiiri üzerindeki etkisi tartışılamaz. Bu nedenle, onun
manevi hocası Şemsin öğretileri bir çok konuyu aydınlatmak bakımından önem arz
etmektedir. Şems-i Tebrizinin bize bırakmış olduğu tek eser onun “Makalat”ıdır.
Mevlana’nın Mesnevisi gibi bu eseri de Şems kendisi kaleme almış değildir. Konyada
bulunduğu iki buçuk yıl boyunca medrese ve camilerde verdiği vaazlardan oluşan
bu eser, Mevlana’nın teşviki ile müritleri tarafından kaleme alınmıştır. Bu konuşmalar
mecmuası “Esrar-ı Şems al-Din-i Tebrizi” veya “Hırka-yı Şems-i Tebrizi” unvanlarıyla
da Mevleviler arasında bilinmekte idi. Fakat en yaygın unvanı “Makalat-ı Şems-i
Tebrizi”dir. Onun aşk denizi çok çalkantılı olduğu için her an yeni dalgalar meydana
gelmekte ve fikirlerdeki durgunluk yok olmaktadır. Bunu kendisi de şu sözlerle ifade
etmiştir: “Bende yazı yazma alışkanlığı yok ve yazıya dökmediğim sözler bende kalır
ve her an yeni bir şekil ve biçim alırlar” (Makalat). Bu kitapta yer alan Şems’in konuşmaları (makalatı) karmaşık bir mozaikten kurulu
olduğundan İran’da yayımlanan karşılaştırmalı metinler ile Türkçe ve İngilizce
yapılmış çevirilerden de yararlanılmak suretiyle yeniden düzenlenmiş ve konulara
göre sıralanmıştır.
Prof. Dr. Erkan Türkmen / Nüve Kültür Merkezi
A’MAK-I HAYAL
İkinci Meşrutiyet Döneminin önemli fikir insanlarından Filibeli Ahmed Hilmi Amâk-ı
Hayâl kitabında, roman kahramanı Racinin kişiliğinde insanlığın temel meselelerine
eğiliyor: Yaşamın anlamı nedir? İnsanın varoluş amacı nedir? Kitapta Ahmed Hilmi
Bey, roman kahramanı Racinin yaşadıklarıyla felsefenin insanı gerçek mutluluğa
ulaştıramayacağını göstermek istemiştir. Ona göre gerçek mutluluk, Evrenle Yaratıcı
arasında bağı kurarak bu ilişkiyi bütünlemektir. İslamda bu görüşü dini yönden
benimseyip açıklayan kişilerin başında Hallac-ı Mansur, Nesimi, Zünnun-i Misri,
Şebusteri, Şeyh Attar, Muhiddin-i Arabi gelmektedir. Gerçekte kitaba bu yönüyle
bakıldığında; kitap okura eşsiz bir düşünme sahası bırakmaktadır.
Filibeli Ahmet Hilmi / Sis Yayınları
BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE
Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez
çevrildi. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran
olmuştu. Derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına
dahil edilmesini emretti. Türk askerleri ülkelerindeki “yaşamı yenilemek” için
mutlaka bu kitabı okumalıydılar. O vakitler, kitap o kadar çok ilgi gördü ki, Kuran-ı
Kerim’den sonra en çok okunan kitap haline geldi.
Bu kitap tüm yoksulluğa, imkansızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen,
bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden
öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza
bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için
nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler
önüne sermektedir.
Grigory Petrov / Koridor Yayıncılık
anahtar // yaz 2013 • 90
anahtar // yaz 2013 • 91
OKUDUKÇA
>>
anahtar // yaz 2013 • 92

Benzer belgeler