2011 Arap Devrimleri II. Bölümü indirmek için tıklayın

Transkript

2011 Arap Devrimleri II. Bölümü indirmek için tıklayın
DÜBAM
HAZIRLAYAN:
ERTUĞRUL AYDIN
2011 ARAP DEVRİMLERİ – II
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Genel Yayın Yönetmeni
Akif Emre
Yayın Koordinatörü
Ertuğrul Aydın
Temmuz 2011
DÜBAM Yayınları
Küresel ĠletiĢim Merkezi
Barbaros Bulvarı, Balmumcu / BeĢiktaĢ
Tel: (0212) 274 80 21 – 274 80 22
www.dunyabulteni.net
2
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
SunuĢ
Muhammed Buazizi‟nin Tunus‟taki yoz kamu yönetimi yüzünden kendini yaktığı 17 Aralık
2010 tarihinden bu yana Arap dünyasında yaĢanan geliĢmeleri izliyoruz. Özne konumundaki
siyasetçilerin hiç değilse olayların baĢında planlı bir eylem yürütemediklerini iddia edebiliriz.
GeliĢmeleri onlar da seyrettiler ve sırası geldiğinde, çıkarları çerçevesinde ülke-ülke
geliĢmelere müdahil olmaya çalıĢtılar, çalıĢıyorlar.
Buradaki analizcilerin, gözlemcilerin ve yorumcuların yapabilecekleri, asgari, gözlemci
kulesinden bu geliĢmeleri tahlil etmek, tasvir etmek-açıklamak ve yorumlamak, azami, yol
göstermektir ancak gözlemci kulesi de akıntıda yüzdüğünden dolayı geriye dönüp bakan bir
tarihçinin konforuna sahip değiller. Bu dosyadaki metinler, seyir halinde olan gözlemci
kulelerinden yazıldığı için tarihte ileriye veya geriye doğru değerlendirme yaparken bu
ayrıntıyı da dikkate almalıdır.
Arap ülkelerinde yaĢananlar önce “Arap Devrimleri” sonra “Arap UyanıĢı” en son da “Arap
Baharı”, olarak nitelendirildi. YaĢanmakta olanlar devrim mi değil mi? sorusu önemli bir
sorudur ve bu soruyu soranlar arasında geliĢmelerin adını doğru koyma çabasında olanlar var
Ģüphesiz. Ancak bu isimlendirmeler-nitelendirmeler belirli bazı tarafların bulundukları nokta-i
nazardan ne gördüklerini değil neyi, nereden görmek istediklerini de ifĢa etmektedir. Biz,
henüz tartıĢmalı da olsa ilk nitelendirmeye sâdık kaldık ve Dünya Bülteni çevirilerinden,
haber analiz metinlerinden, makalelerinden oluĢan bu dosyanın adını “2011 Arap Devrimleri”
koyduk.
Toplam bel bölümden oluĢan dosya, 117 makalenin yanısıra 2 röportajdan oluĢuyor. Metinler
sırf Arap Devrimlerini değil onun Türkiye dâhil bölgesel ve uluslararası politik etkilerini de
konu edinmektedir. BaĢka kaynaklardan da istifade ederek geriye dönük inceleme yapanların
iĢlerini kolaylaĢtırmak amacıyla metinler tarihi sırasına göre dizilmiĢtir. Böylelikle, okuyucu
olayları gün be gün tarihi sürekliliği içerisinde takip edebilecektir. Ancak ceteris paribus, her
iĢin baĢı iyi niyettir ve bu kaide “doğru bir okuma” için de geçerlidir.
Faydalı olması dileğiyle…
Ertuğrul Aydın
DÜBAM
3
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
İçindekiler
Mısır: Ġsrail niçin bu kadar kör - MJ Rosenberg...................................................................................5
Mısır'daki devrimin acı yüzü - Abdullah Aydoğan Kalabalık ...............................................................8
Mısır ve Amerikan Ġmparatorluğu – Maximilian C. Forte .................................................................. 12
Türkiye‟nin devrimlere katkısı - Ertuğrul Aydın ................................................................................ 14
Mısır‟da ağaran bu yeni gün, ABD-Ortadoğu iliĢkileri için yeni bir çerçeve ister - John L. Esposito .. 16
Bahreyn‟de geri tepme - Graham E. Fuller ........................................................................................ 19
Mısır'ın AKP'si kuruldu, Ġhvan yarıĢtan çekildi - Abdullah Aydoğan Kalabalık ................................ 21
Kaddafi: iktidar yalnızlaĢması – Akif Emre ....................................................................................... 23
Ġsyan dalgası Sahra-altı Afrika'ya yayılır mı? - Serhat Orakçı ............................................................ 25
Devrimler ve Ġslam dünyası - George Friedman ................................................................................ 27
Libya'da son iki zor gün - Abdullah Aydoğan Kalabalık .................................................................... 32
Arap demokrasisi ve Akdeniz dünyasının dönüĢü - Robert D. Kaplan................................................ 34
Ortadoğu‟da dönüĢümün küresel ekonomiye katkısı - YaĢar Süngü .................................................. 36
Ġslamcılar ve devrimciler – Mustafa Özcan........................................................................................ 41
Kaddafi ile neocon‟ların özel iliĢkisi - Jacob Heilbrunn ..................................................................... 43
Ġran ve domino etkisi - Uygar Altan ................................................................................................. 44
Suudi Arabistan'da 11 Mart tedirginliği - Metin Ünlü ....................................................................... 48
ġam , Kahire değil - Michael Bröning ............................................................................................... 50
Kabilecilik gerçeği ve Libya kabileleri – Farac Necm ........................................................................ 53
Livni Arap demokrasisine kılavuz olursa - Robert Grenier ................................................................ 57
4
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Mısır: Ġsrail niçin bu kadar kör - MJ Rosenberg
Ġsrail yandaĢı olan bizler, yani barıĢ kampı, haklı çıkmaktan keyif almıyoruz hatta istisnasız
hep haklı çıkmamıza rağmen.
Ġsrail‟e standart tavsiyemiz, çok geç olmadan Arap devletleriyle ve devletsiz Filistinlilerle bir
an önce anlaĢmalar yapmasıdır.
Ġsrail‟in tepkisi ise - Ġsrail‟in Ģartları hâricinde - barıĢ yapmanın âcil bir mesele olmadığıdır
çünkü Ġsrail güçlü, Araplar ise zayıftır.
Bu olgunun en fena örneği 1971‟de Mısır‟la yaĢanandır; CumhurbaĢkanı Enver Sedat,
Ġsrail‟in 1967 SavaĢı‟nda Sina Yarımadası‟nın geri kanalıyla birlikte el geçirdiği Doğu ġeria
ve SüveyĢ Kanalı‟nda iki mil geniĢliğinde geriye çekilmesi karĢılığında barıĢ müzakerelerine
baĢlamayı teklif etmiĢti.
Tarihten ders almak
Nixon yönetimi, Ġsrail hükümetine bu fikrin üzerinde durmasını söyledi çünkü topraklarını
geri almadığı takdirde Sedat savaĢmak niyetindeydi.
Ġsrail‟deki barıĢ kampı ve buradaki müttefikleri, Nixon‟ın tavsiyesini tutması ve Sedat‟ı
sonuna kadar dinlemesi için Ġsrail‟i zorladı. Lobby ise Nixon‟a kendi iĢine bakmasını söyledi
elbet.
Ġsrail kabinesine gelince, Nixon‟ın özel temsilcisi olan DıĢiĢleri Bakan yardımcısı Joseph
Sisco‟ya Mısır‟ın teklifini görüĢmekte hiçbir çıkarının olmadığını söyledi. Sina
Yarımadası‟nın tümünü elinde tutmayı ve Mısır‟a basit bir mesaj göndermeyi tercih etti:
Hayır. Nihayetinde Mısırlılar Ġsrail Ordusunun dengi olmadıklarını daha dört yıl evvel
gösterdiler.
Ġki yıl sonra, Mısırlılar saldırdı ve Ġsrail‟in kanal boyunca uzanan mevzisi aĢıldı ve askerleri
öldürüldü. SavaĢ sona erene dek Ġsrail 3.000 askerini ve neredeyse bizzat devleti kaybetti.
Birkaç yıl sonra da Mısır‟ın 1971‟de Sina‟da talep ettiği kadarıyla değil, Sina‟dan bütünüyle
vazgeçti.
BarıĢ kampı haklı çıkmıĢtı. Fakat bu yüzden mutlu olan hiç kimseyi hatırlamıyorum. Tam
aksine, yıkılmıĢtık. 3.000 Ġsrailli (ve binlerce Mısırlı) Ġsrail hükümeti sadece görüĢmeye razı
olsaydı önlenebilecek olan o savaĢta hayatını kaybetti.
Oslo’da caymak
Bu davranıĢ modeli defalarca tekrarlandı. Ġsrail‟e tarihinde en güvenli ve en iyimser yılları
bahĢeden Oslo Ġsrail-Filistin barıĢ süreci, Benjamin Netanyahu ve Ehud Barak Ģartları yerine
getirmeyi reddettiler diye çöktü.
Yaser Arafat‟ın Filistin Otoritesi Oslo süreci boyunca yapması gerekenleri yaptı: Terörle
etkili bir Ģekilde savaĢtı (Hamas, barıĢ sürecini baltalamak için bomba yüklü otobüslerle bir
5
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
dizi saldırı baĢlatmıĢtı) ki Netanyahu Arafat‟a teĢekkür etmek için onu bizzat aramıĢtı.
Terörizm 1999‟a kadar yenilgiye uğratıldı. Ġnsanların ve malların Ġsrail‟den Batı ġeria‟ya ve
sonra tekrar Ġsrail‟e serbestçe ve güvenle hareket ettiği hayret verici zamanlardı; Ġsraillileri
Filistinlilerden, bir yandaki Filistinlileri öte yandaki Filistinlilerden ayıran yüksek duvarların
olduğu bugünkü gibi bir durum yoktu.
Terörün geçici olarak sona ermesi, Filistinlilere fiili toprak verilmesini sağlamadı. Netanyahu
ve Barak Filistinlileri ufak ufak yiyip erittiler, bilfiil barıĢ sürecini yiyip bitirdiler; barıĢ süreci
pratik manada bugün gömülmüĢtür. Clinton‟ın 2000 yılında Camp David zirvesini topladığı
zamana kadar iki taraf arasında iyi niyet diye bir Ģey artık kalmamıĢtı.
Bill Clinton‟a göre BaĢbakan Ehud Barak 2000 yılında Suriye ile barıĢ yapabilirdi ama son
dakikada tırstı. YerleĢimcilerden korkuyordu. 2008 Aralık ayında Suriye ile kapsamlı bir barıĢ
fırsatı, ki Lübnan‟la da barıĢ fırsatı demekti bu, yanı sıra Suriye‟nin müttefiki Ġran‟la gerilimi
azaltma fırsatı tekrar geldi.
Kaçırılan fırsat
Türkler, Suriye‟yle barıĢ aracılığı yaptılar ki BaĢbakan Olmert, Türkiye BaĢbakanı Recep
Tayyip Erdoğan‟la beĢ saatlik bir Ankara yemeğiyle bunu kutlamıĢtır. Olmert eve döndü.
Türkler nihâi onayı beklediler. Bundan sonra olanları New York Üniversitesi Profesör Alon
Ben-Meir Ģöyle anlatıyor: Olmert Jerusalem‟e döndükten beĢ gün sonra Ġsrail Gazze‟ye büyük
bir baskın düzenleyerek Türk hükümetini tam bir ĢaĢkınlık ve umutsuzluğa sevk etti.
Olmert‟in BaĢbakan olarak bildiği ve Ankara‟dayken Türk muadiline bildirebileceği halde
Ġsrail‟in eli kulağındaki harekâtı hakkında hiçbir bilgi vermemiĢ olması, Ankara‟da ihanet ve
aldatılma hissine yol açtı. Sayın Erdoğan nazarında problem artmıĢtı çünkü Olmert‟ten
beklediği barıĢ mesajını almadığı gibi bir de bölgesel sonuçları olabilecek bir savaĢ ilan
edilmiĢti.
Sadece karanlıkta bırakıldıkları için değil, tarihi çapta bir Arap-Ġsrail barıĢ süreci kaçırıldığı
için de Türklerin hayal kırıklığının derinliğini tanımlamak zordur.
Mübarek Mısır‟ı ile birlikte Ġsrail‟in güvenlik hissinin köĢe taĢı olan Türkiye-Ġsrail
dostluğunun çöktüğü yolda ilk büyük adım bu olaydır.
Geriye kim kaldı? Ürdün. Ancak Ġsrail, Kral Abdullah‟ın Batı ġeria‟yı iĢgale son verilmesi ve
Gazze ablukasının kaldırılması taleplerini sürekli olarak göz ardı ediyor.
Bir de ABD BaĢkanı Obama‟nın Ġsrail-Filistin çatıĢmasını sona erdirmek için riske attığı
itibarı var; Ġsrail‟in verdiği tek cevap, Ģimdiye değin en büyük Amerikan yardımını alan ülke
olmasına rağmen, baĢkanla dalga geçmek ve baĢkanın yaptığı her öneriyi reddetmek oldu.
Ġsrail‟in çamları defalarca devirmesi – AIPAC ve Kongre‟deki Ģalterler hepsine de destek
vermiĢtir – Ġsrail‟i umursayan herkesi dehĢete düĢmelidir.
Gelecekteki adımlar
Ġsrail‟in sözde dostları ne zaman öğrenecek?
6
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Belki de hiçbir zaman. Etkili bir gazeteci olan Yossi Klein Halevi bugünkü New York
Times‟ta yayınlanan yazısında Mısır devrimiyle ilgili olarak korku, neredeyse dehĢet
duygularını ifade edip tatsız bir tahmin yürütüyor: Mısır‟daki gerçek tek muhalif grup olan
Müslüman KardeĢlerin iktidarı ele geçirmesi sadece an meselesidir. Ġsrailliler, Mısır‟ın Ġran
veya Türkiye‟nin izinden gitmesinden, Ġslamcıların Ģiddet veya tedrici atama yoluyla kontrolü
ele geçirmesinden korkuyorlar.
Halevi‟nin Türkiye‟yi Ġran‟la aynı noktada nasıl buluĢturduğunu (demokratik Türkiye‟nin
Ġsrail‟in Gazze ablukasına karĢı çıktığı gerçeğinden kalkıĢla yapılmıĢ gülünç bir mukayesedir)
ve sonra listeye Mısır‟ı eklediğini not edin.
Bir de en yeni korku kelimesi Müslüman KardeĢler var. Onun ne olduğunu Halevi‟den asla
öğrenemezsiniz; Müslüman KardeĢler Ģiddetten uzak duran, el Kaide‟ye her daim karĢı
çıkmıĢ, 11 Eylül‟ü ve diğer uluslararası terör eylemlerini kınamıĢtır.
Evet, Ġslam hukukuna dayalı bir Mısır görmeyi yeğleyen Ġslami bir örgüttür tıpkı Ġsrail‟deki
ġas Partisi gibi - koalisyon hükümetinde önemli bir yer iĢgal eden ġas partisi, Tevrat‟ın aĢırı
yorumuna dayalı bir Ġsrail‟i Ģiddetle arzulamaktadır.
Halevi (ve diğer lobiler) Müslüman KardeĢlerin terörist olmasını isteyebilirler ama üzülseler
de bu doğru değil. Ayrıca 25 Ocak Devrimi bir Müslüman KardeĢler devrimi değildir. Her
Mısırlı gibi onlar da desteklemiĢtir fakat bu, devrimi onlara mâl etmez. Onlar da bunun aksini
iddia ediyor değiller.
Hülâsa, Mısır halkı adına mutluyum fakat Ġsrail adına üzülüyorum. Devrim, Ġsrail‟i tehdit
ettiği için değil, Ġsrail liderleri bu devrimi kendilerine karĢı çevirmeye azimli göründükleri
için.
Yapılacak tek Ģey, Ġsrail ve lobisinin uyanmasını ümit etmektir. Söz konusu olan Ġsrail
olduğunda haklı çıkmaktan nefret ediyorum. Ġsrail‟i son derece önemsiyorum.
Kaynak: El Cezire, 14 ġubat 2011
Çeviren: Ertuğrul Aydın
7
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Mısır'daki devrimin acı yüzü - Abdullah Aydoğan Kalabalık
30 yıldır Mısır'ı yöneten Mübarek'in, 11 ġubat Cuma günü görevinden istifa etmesinin
ardından baĢlayan sevinç gösterileri, 13 ġubat Pazar günü Tahrir Meydanı'nın trafiğe
açılmasıyla sona erdi.
Yüksek Askeri Konsey, ülkenin farklı Ģehirlerinde baĢlayan grevlerin sona erdirilmesi için,
sendikaların gerekli adımları atmasının gerektiğini beĢinci bildiride ifade etti. Ülkede
istikrarın tekrar sağlanması için ordunun ciddi bir çaba sarfettiği gözleniyor.
Asker, Anayasayı askıya aldığını, parlamentoyu feshettiğini, halkın istekleri doğrultusunda
hareket edeceğini, yönetimi teslim alma gibi bir niyet taĢımadığını ve demokratik seçimler
yapılana kadar maksimum altı ay ülkenin yönetiminden sorumlu olduğunu açıkladı.
Konsey bir anayasa komisyonu oluĢturarak, gerekli değiĢikliğin yapılması için çalıĢmaları
baĢlattı. Komisyona 10 günlük bir süre tanındı. Özellikle de Mısır anayasasının 76, 77, 88, 93,
179 ve 189. maddelerinin değiĢitirilmesi bekleniyor. Komisyonda Müslüman KardeĢler üyesi
bir uzman da yer alıyor. Mısır anayasasının ikinci maddesi olan ''Kanun koyucu Ģslam
ġeriatidir'' cümlesi yeni ayasada da olduğu gibi kalacak.
Mısır basını ve kamuoyu, komisyon ile ilgili olumlu görüĢ belirtiyor. Parlamento ve
cumhurbaĢkanlığı seçimleri ve anayasa değiĢikliği için referandumum önümüzdeki Eylül
ayına kadar yapılması ve askerin görevi sivillere teslim etmesi hedefleniyor.
Devrimi gerçekleĢtiren gruplar, Mübarek yönetimine bağlılını sürdürün güvenlik güçleri,
istihbarat ve diğer birimlerde görev yapan yetkililere bir mesaj vermek ve devrimin ilk
haftasını kutlamak amacıyla, önümüzdeki Cuma günü Tahrir Meydanı'nda bir milyonluk
miting daha düzenlemeyi planlıyor.
Ancak Askeri Yüksek Konsey, ülkede yeni oluĢmaya baĢlayan hayatın tekrar normale dönüĢ
sürecini riske atma tehlikesinden dolayı, Ģu aĢamada mitingin yapılmasına olumlu bakmıyor.
Devrimi gerçekleĢtiren gruplar bir araya gelerek ''Mısır Devrimi Gençlik Koalisyonu'' adında
bir birlik oluĢturdu. Bugün koalisyon yöneticileri, Yüksek Askeri Konsey ile bir araya gelerek
kurulması planlanan geçici hükümetin baĢbakanlığı için bazı isimleri askeri yönetime önerdi.
Koalisyon, olağanüstü halin kaldırılması, Ahmed ġefik hükümetinin lağvedilip geçici
hükümet kurulması ve siyasi suçluların serbest bırakılması da isteniyor.
Mısır hapishanelerinde halen 25 bin civarında siyasi suçlunun olduğu tahmin ediliyor.
Bunların çoğu Ġslami hareketlere bağlı. Bu mahkumlardan bazıları hakkında serbest
bırakılması için mahkeme kararı var. Ancak güvenlik güçlerinin bu mahkumları hala içeride
tuttuğu iddia ediliyor. Bu mahkumların arasında doksanlı yıllardan bu yana kanunsuz bir
Ģekilde hapishanede tutulanların da olduğu belirtiliyor.
Devrimin artçı sarsıntıları devam ediyor. Bu sürecin uzama ihtimalinden de söz ediliyor.
Mısır'da hükümetler tarafından hiç bir Ģekilde kontrol edilmeyen bazı bankalar var. Bu
bankala, kendileri üzerinden ülke dıĢına para çıkarılma ihtimalinden dolayı önümüzdeki Pazar
gününe kadar kapatıldı.
8
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Mübarek'in istifasından sonra ülkedeki sosyal adaletsizlikten beslenen talan sisteminin
boyutları da iyice belirmeye baĢladı. Mesela yeni mezun bir doktorun net maaĢının 75 dolar
olduğu ülkede, Sağlık Bakanlığı resmi sözcüsünün maaĢının ise 35 bin dolar olduğu ortaya
çıktı.
Bir baĢka örnek El Ahram Gazetesi. Normal bir gazetecinin net maaĢı 200 dolar civarında. El
Ahram Genel Yayın Yönetmeni'nin maaĢı ise 241 bin dolar. Diğer bakanlıklar ve bankalarda
da aynı durum söz konusu. Bankalarda çalıĢan memurlarının net maaĢı 200 ile 300 dolar
arasında değiĢiyor. Müdürlerin maaĢı ise ortalama 100 bin dolar civarında.
Devrimde yaĢananların gerçek yüzü yavaĢ yavaĢ belirmeye baĢladı. Dün yapılan bir
açıklamada Zinhum Morgun'da 160 cesedin bulunduğu televizyon kanallarından halka
duyuruldu. Morgtaki cesetlerin 28 Ocak 2011 tarihindeki ''Cuma Öfkesi'' gösterisinde
Kahire'de hayatını kaybedenler olduğu tahmin ediliyor. Cuma günü evinden çıkıp tekrar
dönmeyen hala onlarca kiĢi var ve bunlardan haber alınamıyor. Bu Ģahısların öldüğü ya da
polis tarafından tutuklandığı sanılıyor.
Siyasi partiler kuruluyor
Mısırlı entelektüellerin çoğu, tek adam yönetimine tekrar geri dönülmesini engellemek için
parlamenter sisteme geçilmesini istiyor. Anayasa değiĢikliklerinin gerçekleĢtirilmesinin
ardından Müslüman KardeĢler gibi Ġslami hareketler ve Milli DeğiĢim Hareketi, 6 Nisan,
Kifaye gibi değiĢim hareketlerinin siyasi parti kurmaları bekleniyor.
Müslüman KardeĢler parti kurmak için çalıĢmalara baĢladı. Devrim'den sonra Müslüman
KardeĢler'in dini parti kurma hedefinden vazgeçtiği tahmin ediliyor. Bir tv kanalına konuĢan
cemaatin önde gelen isimlerinden Muhammed Baltacı, sivil ve medeni bir siyasi parti
kuracaklarını söyledi. Müslüman KardeĢler'in seçimlerde kullanmıĢ oldukları El Ġslam huvel
hal ''Çare Ġslamdır'' sloganını kullanıp kullanmayacakları merak ediliyor. Çünkü 28 Kasım
2010 parlamento seçimlerinde dini içerikli propaganda yasaklanmıĢtı.
Müslüman KardeĢler resmi sözcüsü Isam Aryan da bir açıklama yaptı. Aryan
CumhurbaĢkanlığı için aday çıkarmayacaklarını, ancak belli bir adayı destekleyebileceklerini
söyledi.
Devrimde Müslüman-Hıristiyan iĢbirliği
Mısır Devrimi Gençlik Koalisyonu 16 ġubat 2011 tarihinde bir basın toplantısı düzenledi.
Toplantıda söz alan konuĢmacılar sistemin baĢının görevini bıraktığı, ancak henüz yapılması
gereken çok fazla reformun olduğuna iĢaret etti.
Toplantıda söz alan bir konuĢmacı, ĠçiĢleri eski bakanı Habib el Adli döneminde ülkede
çıkarılmak istenen Müslüman – Hıristiyan fitnesi korkusunun devrimden sonra ortadan
kalktığını söyledi.
Bir tv kanalına konuĢan Mısırlı Hıristiyan sinema yıldızlarından meĢhur aktör Heni Remzi,
Tahrir Meydanı'nda Müslüman KardeĢlerle Hıristiyanlar arasında ciddi bir kaynaĢma
yaĢandığını söyledi. Ramzi, Kıbtilerin, Müslüman KardeĢler'in de kendileri gibi Mısırlılar
9
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
olduğunu farkettiklerini, korkulacak bir durum bulunmadığını anladıklarını ifade etti. Heni
Remzi, Tahrir'de oluĢan sıcak ortamdan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Tahrir Meydanı'nda tesadüfen karĢılaĢtığım ve yakın dostumun da arkadaĢı çıkan
Abdulmunim ise meydanda kaldığı 12 gün boyunca yaĢadığı bazı olayları anlattı. Meydanda
yaĢadığı sürede Hırisiyanları daha yakından tanıma fırsatı bulduğunu ifade eden
Abdulmunim, tanıĢtığı ve arkadaĢlık yaptığı bir Hıristiyan Mısırlının kendisine ne kadar yakın
olduğunu farkettiğini, arkadaĢının Hıristiyan olduğunu kendisine söyleyene kadar Müslüman
olmadığını farkedemediğini söyledi.
Devrimin diğer ülkelere etkisi
Bazı uzmanlar katılımcıların sayısı, zamana yayılma Ģekli ve barıĢçıl olması gibi bir çok
özelliğinden dolayı, Mısır Halk Devrimi'nin dünyada örneğine pek fazla rastlanmadığı ifade
ediyor.
Mısır, Arap aleminin abisi konumunda bir ülke. Mısır'da devrim sonunda yaĢanan süreçte
halkın iktidarına doğru emin adımlarla yol alındığı gözleniyor. Demokratik seçimlerin
yapılması ve halkın seçtiği kadroların iĢ baĢına gelmesinin ardından, bu ülkede yaĢanan
değiĢimin diğer ülkeleri daha fazla etkileyeceği tahmin ediliyor. Ancak Mısır ateĢi Ģimdiden
her tarafı sardı bile.
Mısır'da yaĢananlar her halükarda Arap dünyası ve Ortadoğu'yu ciddi bir Ģekilde tetikleyecek
kabiliyet arzetmektedir. Yemen, Cezayir, Bahreyn ve en son Libya'da ciddi halk hareketleri
gözleniyor. Fas'ta 20 ġubat'ta barıĢçı bir gösteri düzenlenecek. Ġran'da bile hareketlenme var.
Bahreyn'de ölü sayısı altıya çıktı. Libya'da Bingazi'de yaĢanan dünki olaylarda en az üç
kiĢinin öldüğü onlarca kiĢinin yaralandığı belirtiliyor.
Bu süreçte Suudi Arabistan ve Suriye gibi ülkelerin ciddi reformlar yapması gerekiyor.
Yönetimler gerekli radikal adımları zamanında atmakta tereddüt ederse eğer, 2011 ve 2012
yıllarında bölgede ciddi değiĢim yaĢanacak ve sömürgecilerin bu ülkeleri terk etmesinin
ardından iĢ baĢına gelen aile ve rejimler, iktidarı halka teslim etmek zorunda kalacaktır.
Ġktidarda kalmayı baĢaran aileler ise Ġngiltere örneğinde olduğu gibi belki sembolik olarak
yönetime devam edebilecektir.
Mısır'ı hala Mübarek yönetiyor
Gazeteci yazar Fehmi Hüveydi bir programda; ''CumhurbaĢkanlığı sarayındaki yetkililer ne
yapıyor?'' diye bir sordu. Spiker de ona 'ne yapıyorlar peki?' deyince Hüveydi 'bu sorunun
cevabını baĢkaları versin. Ben sadece soru sordum. Bazen soru da cevaptır' ifadesini kullandı.
Bir gün sonra baĢka bir tv kanalına konuk olan Mısırlı gazetecilerden oluĢan bir grup, ülkeyi
hala Mübarek'in yönettiği hissine kapılmıĢ olduklarını ifade ettiler. Bunun sebebini ise Ahmed
ġefik hükümetinin iĢbaĢında olmasına bağladılar. Gazeteciler Mübarek'in direk müdahalesi
olmasa bile ülkenin aynı mantıkla yönetildiğine inanıyor.
Müslüman KardeĢler'in devrimden çıkardığı ders
10
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Mübarek'in çekilmesiyle baĢlayan süreçte Müslüman KardeĢler de gerçek güçlerini anladı.
Ġslami söylemlerin Ģu aĢamada bir fayda vermeyeceğini hisseden Ihvan, Mübarek yönetiminin
halka korku sarmak için kendilerini kullandığını farkederek, siyasi bir parti kurmayı
kararlaĢtırdı.
25 Ocakta baĢlayan sürece destek vermeyen Ihvan, 28 Ocak Cuma Öfkesi'nden sonra devrime
katıldı ve ciddi bir katkı sağladı. Devrimin dıĢında kalsaydı büyük bir puan kaybına
uğrayacaktı.
Bir Müslüman KardeĢler yetkilisinin gösteriler esnasında ifade ettiğine göre, Tahrir
Meydanı'nda Müslüman KardeĢler yüzde 10 ila 15 arasındaydı. Zaten ülke genelinde de
yüzde 15 ila 20 arasında oya alacağı tahmin ediliyor.
Ġsrail'in Mısır endiĢesi
Ġsrail Mısır'ın yeni yönetiminin Camp David barıĢ anlaĢmasını askıya almasından ciddi bir
kaygı duyuyor. Netanyahu dün yapmıĢ olduğu bir açıklamada, Mısırlılara Ġsrail ile
aralarındaki barıĢı korumaları çağrısında bulundu.
Mısırlı devrimci gençlere hitap eden Netanyahu, Mısır ve Ġsrail'in 40 yıl önce büyük sıkıntılar
yaĢadığını ifade ederek, barıĢ mesajları verdi.
Devrimci gençler, Camp David anlaĢmasını askıya almayı düĢünmediklerini ancak mahkeme
kararına saygılı davranarak, Ġsrail'e Mısır tarafından verilen doğalgazı engelleyeceklerini
belirtiyor.
Mısır ordusu 6 Ekim 1973 tarihinde Ġsrail'i hezimete uğratarak SüveyĢ Kanalı'nın doğusuna
geçmiĢ, cinlerin bile aĢamaz dedikleri Barlif Hattını aĢmıĢ ve Sina Çölü'nü Ġsrail'den geri
almıĢtı. Ġsrail'i yenen tek Arap ülkesi ordusu olarak bilinen Mısır ordusu dünyanın 10. büyük
ordusu.
Bin Ali ve Mübarek tesadüfleri
Tunus Devlet BaĢkanı bin Ali halka iki defa hitap etti. Mübarek ise üç defa hitap etti. Bin Ali
olayların baĢladığı dördüncü hafta ülkeden ayrıldı. Mübarek ise üçüncü hafta.
Bin Ali '2014 yılında aday olmayacağım' dedi. 14 Ocak Cuma günü ülkeden ayrıldı. Mübarek
ise '2011 yılında aday olmayacağım' dedi. 11 Ocak Cuma günü istifa etti. Ġkisi de Cuma günü
akĢam saatlerinde görevinden ayrıldı. Ġkisinin de mal varlığı tartıĢma konusu.
17 ġubat 2011, Dünya Bülteni
11
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Mısır ve Amerikan Ġmparatorluğu – Maximilian C. Forte
Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da Amerika'nın desteklediği diktatörlükler dağılmaya ve yıkılmaya
baĢladı. Kriz içerisindeki Amerikan Ġmparatorluğu, yaĢanan düzensizlik ve istikrarsızlıkla baĢ
etmenin yollarını arıyor.
Bu gün çok az sayıda Arap, Amerika ve Ġsrail'in güvenliği adına 'terörle mücadele' uğruna
bedel ödemeye devam etmeyi istiyor.
ABD BaĢkanı Barak Obama, 20 Ocak 2009'da yönetime geldiğinde Ģöyle demiĢti:
"Yolsuzluk, hile ve muhalefeti bastırıp susturarak yönetimi elinde tutanlara diyorum ki;
Bilmelisiniz ki siz tarihin yanlıĢ tarafındasınız. Ancak eğer yumruğunuzu hafifletirseniz biz
size elimizi uzatmaya hazırız." Burada Ģunu sormamız gerek, Arap rejimlerinin halkına karĢı
yumruğunu sıkmasını kim sağladı? Hangi anlaĢmalar ya da savunma Ģirketleri bu yumruk
sıkmaya ortak oldu ve ne kadarlık bir Amerikan askeri yardımıyla? Ayrıca ne oranda Ġsrail'i
silahlandırarak yaptı bunu?
Tunus, 31 yıl boyunca Zeynel Abidin'in selefi Burgiba diktatörlüğü altında Amerikan
yardımlarından payına düĢeni (yıllık 750 milyon dolar) alıyordu. Bununla birlikte geliĢmiĢ
askeri yardım da alıyordu.
1987 ile 2009 arası Zeynel Abidin Bin Ali'nin döneminde Amerika, Tunus'la 349 milyon
dolarlık askeri anlaĢma imzaladı. Obama'nın baĢa geldiği 2009'dan sonra Tunus'a 282 milyon
dolarlık askeri helikopter satma kararı aldı. Amerikan dıĢiĢleri ve güvenlik bildirisinde
konuyla ilgili olarak "Önerilen satıĢlar, Kuzey Afrika'da iktisadi ve askeri anlamda ilerleyen
dost ülkenin güvenliğinin pekiĢtirilmesi yoluyla Amerikan dıĢ politikası ve güvenliği
hizmetinde kullanılacaktır" ibaresi yer aldı.
Bin Ali'nin Tunus'u, Amerikan uĢaklığının bir modeliydi. Tunustaki müttefik yönetimin
kurtarılmasının imkânsız hale gelmesinden sonra Hilary Clinton devreye girdi ve bilindik
ifadeler kullanmaya baĢladı; Tunus devrimi baĢarıya ulaĢınca, çabucak onu desteklediğini
açıkladı.
Mısır'a gelince... On yıllardır Amerika yönetiminin Mübarek'e olan büyük desteği meĢhurdur.
Amerika, 1979 yılındaki Camp David anlaĢmasından sonra Mısıra yıllık 1.3 milyar dolarlık
askeri yardım yapmaya baĢladı. Bunun yanında yıllık 813 milyon dolar ekonomik yardım da
yapıyor.
Mübarek'in baĢa gelmesinde bu yana Mısır, ABD'den toplam 50 milyar dolar yardım aldı.
Kongre raporlarına göre ekonomik yardımların tutarı yıllık iki milyar doların üzerinde. Bu
durum Mübarek'e, Amerika kendi rejimine yardımlar yaptıkça her hangi bir reformu
erteleyebileceği yada tamamen gündeminden çıkarabileceği güvencesinin iĢaretini veriyordu.
Bütün mısırlılar demir yumruğu, onun sponsorluğunun ve gücünün nereden geldiğini çok iyi
biliyorlar.
Son Mısır ayaklanmasıyla alakalı olarak BaĢkan Yardımcısı Joshep Biden'in Mübarek'in
diktatör olmadığı yönünde olumsuz bir açıklaması oldu. Bu açıklama, göstericilerin
12
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
taleplerinin meĢruluğu üzerine Ģüphe gölgeleri bıraktı. DıĢiĢleri Bakanı Clinton "Mısır
hükümeti istikrardadır. O Mısır halkının meĢru ihtiyaçları ve menfaatlerine cevap vermek için
yöntemler bulmaya çabalıyor." açıklamasını yaptı.
BaĢlangıçta Amerikan yönetiminin tutumu yavaĢça değiĢmeye baĢladı. Daha sonra
Amerikanın tutumunda daha hızlı bir değiĢim yaĢandı. Mısırda Ģahit olduğumuz Ģey Hilary
Clinton'un düĢünce ve teorisinin kanıtıdır; nisbi olarak yeni yaklaĢım. Bu, bitkin ve gerileyen
imparatorluk için daha tehlikeli ama aynı zamanda onun içinde bulunduğu duruma uygun bir
Ģeydir.
Basitçe söyleyecek olursak; Hilary Clinton'ın yaklaĢımı değiĢik kesimlerin hepsine belli bir
mesafede durmak ve toplumun değiĢik kesimleriyle iletiĢim içerisinde bulunmak suretiyle
Amerikan çıkarlarını korumaktır. Sistemin kurtulma ihtimali varsa istikrara vurgu yaparak ve
değiĢim belirgin hale gelmiĢse 'düzenli geçiĢ'e vurgu yaparak sürece katılmaktır Bu realiteyle
fırsatçılığın karıĢımıdır; hissettirmeden müdahale etmek. Diyalog kanallarını (Mübarek, 6
Nisan hareketi, Baradey, hatta Müslüman kardeĢler) açık tutarak iĢleyen daha az maliyetli bir
dıĢ politikadır.
Böylelikle Amerika BirleĢik Devletleri netice ne olursa olsun önemli ve devamlı bir aktör
olacağını vurguluyor. Clinton "Mısırda sonucu Mısır'lılar belirleyecektir" dediğinde insan
kendi kendine soruyor: Acaba Clinton Mısırlılar derken, içinden kendisini mi kastediyor...
Mübarek'in gittiği 11 ġubat günü Barak Obama Ģu açıklamayı yaptı: "Amerika, Mısırla
müttefik ve dost rolünü devam ettirecektir. Biz gerekli yardımı yapmaya hazırız. Demokrasiye
gerçek bir Ģekilde geçilmesini talep ediyoruz."
Mısırlılar için ne tür bir dosttu Amerika? Mısırda demokrasiyi destekleme anlamında ne
koydu ortaya? Obama Amerikanın hesaba çekilmeyeceğini mi zannediyor? Tarihi yazanlar
sürekli yanlıĢ tarafta duranlardı.
Kaynak: El Cezire, 17 ġubat 2011
Dünya Bülteni için orijinalinden çeviren Metin Ünlü
13
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Türkiye’nin devrimlere katkısı - Ertuğrul Aydın
Soğuk SavaĢ‟ın bitiĢiyle ideolojik kamplaĢma ve jeopolitik yarıĢ da bitti. Tek adamlar ve
militer, yarı-militer rejimlerle halk karĢı karĢıya kaldı. Ya bu laik rejimler gidecek ve bölge
ĠslamileĢecek ya da tek adamlar ve militer, yarı-militer rejimler gidecek ama laik ve liberal,
taban desteği olan hükümetler kurulacaktı. Üçüncü ihtimal ise ideolojik kamplaĢmanın
bitmesine rağmen bölgedeki eski siyasi yapıların halka rağmen ayakta tutulmasıydı.
Birinci ihtimal, halkın hem kendi rejimlerine hem de “dıĢ taraflara” baskın çıkmasını, ikincisi
ise mevcut rejimlerin Batı tarafından gözden çıkarılmasını gerektirirdi.
Ġkincisinin önündeki en büyük sorun Ġsrail‟di ama Ġsrail yalnız değildi elbet. ABD, Avrupa,
küresel iktisâdi güçler, uluslararası sivil toplum örgütleri de Ģüpheler taĢıyordu. Bu yüzden de
Ġsrail‟i gözeten siyasi yapıların ayakta tutulması tercih edilirken ikinci seçenek için arayıĢlar
da sürdü.
Türkiye Ortadoğu’daki devrimlerin önünü nasıl açtı
“DıĢ” tarafların Ģüphelerini gideren ülke Türkiye oldu. Türkiye‟nin izlediği siyaset, hem
Ġsrail‟in hem de ABD ve Avrupa‟nın, küresel iktisâdi güçlerin ve Batı menĢeli uluslararası
sivil toplum örgütlerinin değerlerini ve çıkarlarını gözetti.
Ġslamcı köklere sahip siyasi Ģahsiyetlerin yani muhafazakârların yönetimindeki Türkiye‟nin
Ġsrail ve Araplar arasında barıĢ arabuluculuğu için kolları sıvaması, Ġsrail‟le çatıĢmakta bir
fayda görmediğini ve Ġsrail‟in varlığına kast etme niyeti taĢımadığını gösteriyordu. Bu siyaset,
Tanrı‟dan bile hoĢnut ol/a/mayan Ġsrail‟e yetmezdi; ama diğer aktörler için yeterliydi.
Ġslamcılar, Ġsrail‟i haritadan silmek Ģurda dursun, bölgenin barıĢ içinde yaĢayan saygın bir
unsuru olarak varlığını sürdürmesine önayak oluyorlardı.
Muhafazakârlar laikliğe de medyan okumadılar ve fakat kavgacı Fransız laikliğinin yerine
dinin bireysel düzlemde serbestçe yaĢanabildiği seküler bir yapının tedricen kurulmasından
yana oldular. Böylelikle sekülerlik tepeden inmiyor, tabanın benimsenmesiyle kalıcı olmayı
da garantiliyordu.
Muhafazakâr siyasetçiler kendilerinden önce hiçbir hükümette olmadığı kadar Ģevkle AB
üyeliği için çalıĢtılar. AB üyeliği uyum yasaları sayesinde iktisâdi ve siyasi liberalleĢmenin
eleĢtiri çekmesi beklenen kimi nitelikleri bile kabul görmekte zahmet çekmedi. EleĢtirecek
olanlar bizzat yürütmenin baĢındaydı. Ama ispatlamaları gereken bir Ģeyler de vardı.
Küresel iktisâdi güçler ise buraya kadar saydıklarımızdan zaten hoĢnuttular ama onlar için bir
de ikramiye vardı: Türk hükümeti, Ortadoğu‟da önlerini açıyordu. (Mesela Türkiye‟yle
yakınlaĢan Suriye‟de yabancı bankaların faaliyette bulunması için yasal düzenlemeler yapıldı.
Türk bankalarının yanısıra onların da önü açıldı.)
1 Mart tezkeresi gibi kötü amaçlı talepler “yasama” tarafından reddedilse de Muhafazakâr
“hükümet” Amerikan çıkarlarına meydan okumadı. Ġsrail ve Amerika arasında su sızan
14
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
çatlakları manevra alanı olarak gördü ve fırsatı değerlendirdi Ģüphesiz. Ancak bu Amerikan
çıkarlarını tehdit etmiyor bilakis ABD baĢkanını ve yardımcısını zevkle aĢağılayan Ġsrail‟in ve
Amerika‟daki Ġsrailcilerin hoyratlık ve kabalıklarını dengeliyordu. Bunun Beyaz Saray için
nefes açıcı olduğu bile ileri sürülebilir. Türkiye‟nin siyaseti, Amerika‟daki bazı çevrelerin
“çıkar telakkileriyle” çatıĢma içine düĢse bile diğer bazılarının çıkar telakkileriyle muhakkak
örtüĢmüĢtür.
En önemlisidir, muhafazakâr siyaset Amerikan çıkarlarını temsil eden kurum ve kurallara
meydan okumakta, rakip bir düzen kurmakta da fayda görmemiĢ, bu kurumların saygın bir
mensubu ve hissedarı olmaya bakmıĢtır.
Duygu-durum bozukluğu yaĢayan Ġsrail kabinesinin üyeleri için elden bir Ģey gelmiyorsa da
ilgili tüm “dıĢ tarafların” Ġslamcı hükümetler hakkındaki tereddütleri giderilmiĢtir. Türkiye bir
emsal teĢkil etmeseydi en zayıf halka olan Tunus‟taki gösteriler diğerlerine ibret olsun diye
acımasızca bastırılabilirdi.
19 ġubat 2011, Dünya Bülteni
15
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Mısır’da ağaran bu yeni gün, ABD-Ortadoğu iliĢkileri için yeni bir çerçeve ister - John
L. Esposito
Hüsnü Mübarek‟in 30 yıllık yönetiminin devrilmesi ve Mısır‟da yeni bir günün ağarması
yüzünden bölgedeki belirsiz değiĢim birçok yöneticinin ödünü koparıyor: Cezayir, Fas,
Ürdün, Suriye ve Yemen‟de protesto gösterilerine esin kaynağı oldu; S. Arabistan‟da siyasi
parti kurulmasına ve son cumhurbaĢkanlığı seçimlerinde YeĢil Hareket‟in salladığı Ġran Ġslam
Cumhuriyeti‟nde endiĢelere yol açtı.
Mübarek rejiminin sona ermesi, Araplar demokrasiyi reddeder; Ġslam, halk egemenliğiyle
bağdaĢmaz; güvenlik devletlerinde yöneticilerin kontrolü sarsılmazdır gibi kliĢelerin
yanlıĢlığını ispatlamıĢtır. Demokrasi yanlısı gösterilerin temelinde kökü geçmiĢle giden siyasi
ve iktisâdi dertler yatıyordu: Demokrasi yokluğu, zengin azınlık, orta sınıf ve fakirler
arasındaki uçurumun artması; artan gıda fiyatları; yüksek iĢsizlik oranı; yaygın yolsuzluk;
fırsat yokluğu ve gençler için gelecek umudu olmaması. Mısırlılar yolsuzluğa son verilmesini,
hükümetin hesap vermesini, Ģeffaflığı, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, hükümeti ve
Mısır‟ın kaderini belirleme hakkını talep ederek haysiyetlerini ve hayatlarının kontrolünü geri
istediler.
Tunus ve Mısır‟daki ayaklanmalar geniĢ tabanlı, demokrasi yanlısı hareketin tek bir ideoloji
veya dinci aĢırılar tarafından yürütülmediğini ifĢa etmiĢtir. Olan biten Ġslami bir kontrol
teĢebbüsü değil geniĢ tabanlı bir çağrıydı. TaĢıdıkları döviz ve pankartların, açıklamaların ve
taleplerin gösterdiği üzere protestocular Mısır‟ın birliğini istiyor, tek Mısır‟dan bahsediyor,
Mısır ulusal marĢını söylüyorlar; Ġslamcı döviz ve pankartları değil Mısır bayraklarını
dalgalandırıyorlar. Tüm kesimlerden insanlar, profesyoneller ve iĢçiler, ortak bir dava uğruna
birleĢtiler.
ġaĢırtıcı mı? Hiç de değil. Bir milyar müslümanı temsil eden 35 Ġslam ülkesinde kamuoyu
araĢtırması yapan Gallup, Mısır‟da ve müslüman ülkelerin pek çoğunda, çoğunlukların daha
fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve hukukun hâkimiyetini talep ettiklerini ortaya
koymuĢtur. Maalesef ABD ve birçok Avrupa ülkesi, otoriteryan rejimleri, güvenlik
devletlerini destekleyen politikalar izlediler. Bush yönetiminin dediği gibi Amerika‟nın
demokrasiyi ve insan haklarını teĢvik iddiasına rağmen, Amerika (son baĢkanlar boyunca)
“demokratik istisnâicilik” mirâsına sahiptir, ki pek çokları bunu “çifte standart” olarak
görmüĢ, Amerika‟nın küre çapında demokrasiyi sözde teĢvik ettiği, aslında Ġslam
dünyasındaki otoriteryan rejimleri desteklediği düĢünülmüĢtür. Bu politika otoriteryan
müttefiklere ve onların köklü seçkinlerine sevimli gelse de Amerikan karĢıtlığını, Batı
müdahalesine, iĢgal ve istilasına uğrama ve ona bağımlı olma korkularını beslemiĢtir.
Washington, Mısır, Tunus ve Yemen‟deki durumları yakından izledi. BaĢkan Obama Ulusa
SesleniĢ konuĢmasında Mısır‟ı andı; Bill O‟Reilly‟nin Fox News‟teki Super Bowl adlı
programına katıldı ve yine Mısır hakkında konuĢtu. BaĢkan Obama Mısır halkına desteğini
ifade etti fakat bu sözler eylemle de desteklenmelidir.
DeğiĢmekte olan çok-kutuplu bir dünyada yaĢıyoruz ve bu, BaĢkan Obama‟nın baĢtan beri
sürekli olarak kabul ettiği üzere karĢılıklı saygı ve iĢbirliği talep etmektedir. Amerikalı ve
Avrupalı siyasetçilerin karĢısındaki zorlu iĢ, ulusal çıkarların korunmasını rejimlerin istikrar
ve güvenliğine eĢitlemenin ve bilinmeyene duyulan korkunun ötesine geçmek – sonucunu
16
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
kontrol edemeyeceği bir süreçtir- ve self determinasyon, demokrasi ve insan hakları gibi
Amerikan ilkelerine dayalı bir politika yürütmektir.
Mısır‟da, Tunus‟ta ve bölgedeki diğer ülkelerde demokratik seçimle iktidara gelmiĢ
hükümetlerle çalıĢmaya dayalı yeni bir çerçeve, kendi ulusal çıkar vizyonları olan daha
bağımsız hükümetlerle çalıĢarak daha az öngörülebilir bir gelecek riskini üstlenir.
ĠliĢkilerimiz, müttefiklerle ve diğer ülkelerle olduğu gibi ulusal çıkarlara, ortak stratejik
siyasi, iktisâdi ve askeri çıkarlara dayalı olacaktır. ABD, geçmiĢin aksine, bağımsız sivil
toplum örgütleriyle çalıĢarak askeri yardım yerine Mısır‟da eğitim, ekonomi ve teknolojik
yatırımlara önem vermelidir. Gayretlerimiz bilinçli olarak çok-taraflı olmalı, BaĢkan
Obama‟nın vurguladığı üzere Amerikan tektaraflılığına bir son vermelidir.
Ancak, çoktaraflılık Mısır‟da iktisâdi kalkınmada (risk sermayesi koyan Amerikan
inisiyatifleri yerine) kendi ülkelerinin ekonomisine daha fazla yatırım yapmaları gereken
zengin Mısırlı iĢadamlarıyla; petrol ülkeleriyle, petrol Ģirketleriyle Amerikan ortaklığı
anlamını da taĢır. Ortadoğu‟nun yeni bir hikâyesinin olduğunu kabullenmeliyiz. Mısır
halkının ileriye doğru yaptığı hamlenin ulusal birlik içerisinde yapılması gibi demokratik,
çoğulcu, Mısır toplumunun çeĢitliliğini temsil eden çok partili siyasi sistem inĢasında da yine
ulusal birliğin korunması önemlidir. Ordunun Mısır‟ın geleceğini gaspetmesinin önünü almak
için de mühimdir bu. Ordu, demokrasiye geçiĢe nezaret etmeyi vaat etse de çoğu üst düzey
askeri yetkilinin yerleĢik güç ve imtiyazları, ticari çıkarları ve askeri yönetim kültürleri var:
Modern Mısır‟ın tüm liderleri Nasır, Sedat ve Mübarek, eski askerlerdi. Orduda yetenekleri
kadar sadakatleri sayesinde yükselmiĢlerdi. Öte yandan, demokrasi yanlısı hareket
demokratikleĢme baskısını sürdürmek için birliğini koruyabilir, ABD ve Avrupa da yapıcı
güçlü bir rol oynayabilir; askeri yardım değil de ekonomik, teknolojik ve eğitim desteği
verebilir, büyük fark yaratabilecek bağımsız sivil toplum örgütlerini ve diğer örgütleri
destekleyebilirler. Peki, Müslüman KardeĢlerin yönetimi ele geçirmesi tehlikesinden ne
haber?
Somut delillere bakma vakti geldi. 20. Yüzyılın sonlarından beri, Cezayir, Tunus, Fas, Mısır,
Lübnan, Türkiye, Ürdün, Kuveyt, Bahreyn, Pakistan, Malezya ve Endonezya‟daki Ġslamcı
adaylar ve siyasi partiler gibi Müslüman KardeĢler de kurĢunu değil seçim sandıklarını tercih
etmiĢtir; dinci aĢırı olmaktan çok uzaktır. Müslüman KardeĢlerin en ateĢli eleĢtirmenleri (ve
düĢmanları) arasında El Kaide‟nin Eymen el Zevahiri‟si dâhil Mısırlı militanlar vardır.
Müslüman KardeĢler resmi olarak yasadıĢı olsa da Mısır toplumunda onlarca yıl sosyal ve
siyasi en büyük ve en etkin Ģiddet dıĢı muhalif hareket olduğunu ispatlamıĢtır. Yönetimin
tâcizlerine, suçlama veya mahkeme kararı olmaksızın tutuklamalarına rağmen Müslüman
KardeĢler radikal, aĢırı Mısır örgütlerinin aksine, seçimlerde yarıĢtı ve iyi sonuçlar aldı. Ve
Ģiddet dıĢı kalmayı sürdürdü. Diğer yandan, Mübarek yönetiminin uzun bir sicili vardır:
Baskı, hileli seçimler, tüm laik ve Ġslamcı muhalefete gözdağı vermek ve eziyet etmek için
devletin kiralık adamlarıyla Ģiddet uygulamak. Mübarek yönetimi sivil toplum örgütlerinin ve
medyanın kuruluĢunu ve iĢleyiĢini denetim altında tuttu ve Mısır‟ın bağımsız mahkemelerini
atlatmak için askeri mahkemeleri kullandı.
Siyasi değiĢim döneminde ve Mübarek sonrası Mısır’da Müslüman KardeĢlerin rolü
nedir?
17
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Müslüman KardeĢler hiç Ģüphe yok ki etkili bir rol oynamaya devam edecektir. Bununla
birlikte, yeni, daha açık ve çoğulcu bir siyasi iklimde pek çok siyasi oyuncu ve partiden biri
olacaktır. Müslüman KardeĢler, geçmiĢteki seçimlerde tıpkı Tunus‟un en Nahda hareketi ve
diğer Ġslamcı partiler gibi, diğer siyasi seçeneklerin olmadığı yerde rakipsizdi. Sadece kendi
üyelerinden ve destekçilerinden değil, hükümete karĢı muhalefetini veya ondan
hoĢlanmadığını ifade etmek isteyenlerden de oy aldı. Müslüman KardeĢler Mısır‟daki protesto
hareketini ne baĢlattı ne de ona liderlik etti. Pek çok uzman, çekirdek taban desteğinin en iyi
halde nüfusun yüzde 25‟i olduğuna inanıyor. Çok partili bir sistemde yapılacak serbest ve âdil
seçimlerde kesinlikle önemli olacaklardır ama hâkim unsur olacaklar diye bir Ģey yok. Ve
doğrusu, Müslüman KardeĢler tıpkı diğer tüm Mısırlılar gibi seçimlere katılma ve hükümette
temsil hakkına sahiptirler. Dahası, Müslüman KardeĢler cumhurbaĢkanlığı için aday
göstermeyeceklerini ve gelecek seçimlerde kabinede yer arayıĢında olmayacaklarını
açıklamıĢtır.
Tunuslular gibi Mısır halkının da zaferlerini kutlamak ve güçlenme hissinin tadını çıkarmak
için her nedenleri var; Mısır ve Tunus‟ta iktidar devrinden, Ortadoğu‟da siyasi dönüĢüm
sürecinden esinle cesarete gelmek için de ABD‟nin her nedeni var. Barack Obama baĢkan
olduğunda Kahire‟ye gitti ve “tüm insanların belirli bazı Ģeylere hasret duyduğuna dair
sarsılmaz bir inancı olduğunu” teyid etti: “Fikrini söylemek ve nasıl yönetileceği hususunda
söz sahibi olmak; hukukun üstünlüğüne güven duymak ve hukukun eĢit uygulanması; Ģeffaf
ve halkından çalmayan yönetim; tercih ettiği gibi yaĢama özgürlüğü. Bunlar, Amerikan
fikirleri değil, insan haklarıdır ve bu yüzden de bunları her yerde destekleyeceğiz.” Söz
konusu olan demokrasi yanlısı kuvvetler olduğunda, söylediklerimizle yaptıklarımız bir olsun.
Tunus‟ta ve Mısır‟da ortaya çıkan hükümetlerin ve reformcuların karĢısında ulusal birlik
hükümeti kurmak, demokratikleĢmeyi destekleyen sivil kurumların ve değerlerin geliĢmesine
yardım etmek sûretiyle siyasi liberalleĢmeye, sivil topluma ve insan haklarına bağlılık
göstermek gibi zorlu iĢler olacak. Temel demokratik özgürlüklerin, fikir çeĢitliliğinin, çok
partili siyasi hayatın ve sivil toplum örgütlerinin politikalara ve eylemlere ne derece yansıdığı,
alternatif sesleri ve siyasi vizyonları siyasi sisteme bir tehdit görmek yerine “sadık muhalefet”
kavramının ne derece takdir gördüğü turnosol testi hükmündedir.
Kaynak: Huffington Post, 19 ġubat 2011
Çeviren: M. Alpaslan Balcı
18
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Bahreyn’de geri tepme - Graham E. Fuller
Arap devriminde patlayacak bir sonraki yer neresi?
Çok sayıda aday var ama jeopolitik etkisi o ufak çapını aĢacak bir aday var: Bahreyn.
Baskıcı, yoz küçük bir rejimin hüküm sürdüğü bir yerdir burası; ABD BeĢinci Filosu‟nun
karargâhı olduğu için Washington üzerine titrer. Rejim düĢtüğü takdirde askeri üssün geleceği
de tehlikededir.
Durup düĢünmek için ada hakkında birkaç hakikat:
Birincisi, Bahreyn bir ġii adasıdır. Onun bu Ģekilde tanımlandığına Ģahit olmazsınız ama
nüfusun yüzde 70‟i ġii‟dir yani Irak‟taki ġiilerin oranından daha yüksektir. Bu Arap ġiiler,
Saddam Hüseyin Irak‟ında olduğu gibi ayrımcılığa, baskıya uğramıĢlar ve anlamlı bir rol
oynamaları ülke üzerindeki sıkı denetimini korumaya azimli Sünni kabile yönetimince
engellenmiĢtir. Gerçek demokrasinin ortaya çıkması, ülkeyi ġii cenahına itecek, kıymıkları
diğer Körfez yöneticilerinin özellikle de Riyad‟dakilerin omurgalarına fırlatacaktır.
GörünüĢler aldatıcıdır. Bahreyn‟e giderseniz birçok otoriteryan Arap ülkesindeki o aynı ağır
eli hissetmeyeceksiniz. Bahreyn, sosyal özgürlüklerde liberaldir. YurtdıĢında çalıĢanlar
kendilerini evde gibi hissederler: Ġçki içebilir, gece klüplerine, plaja ve partiye gidebilirsiniz.
Ancak Batılıların ve seçkinlerin doldurduğu yüksek binaların ardına bakarsanız fakir ve ihmal
edilmiĢ ġii gettolarla karĢılaĢırsınız. ĠĢsizlik oranı yüksektir ve duvarlar rejim karĢıtı yazılarla
doludur.
Serbest Pazar? Elbette. Paraya ihtiyacı olan apolitik devletlerden rejimin siyaseten tarafsız
iĢçiler ithal etmesi hâriç. Problem yaratmayan veya bir sonraki uçakla sınır dıĢı edilen
Filipinli, BangladeĢli, Sri Lankalı ve diğer Güney Asyalılar.
Rejim, haydut da ithal ediyor. Emniyet teĢkilatı Arapça bile bilmeyen, ülkeye karĢı bir
bağlılığı olmayan, Bahreynli protestocuları cezadan muaf kalarak darp edecek, hapse tıkacak,
iĢkence edecek ve vuracak emekli polislerle doludur.
Diğer ġii nüfuslarda olduğu gibi dini Ģahsiyetler burada da liderler arasında yer alır. Ancak
pek çoğu adanın açık kültürel karakterini yansıtırlar, liberal ve açıktırlar. Bahreynli ġii‟lerin
pek çoğu dini rehberlik için yönlerini Ġran‟a değil Irak‟taki Ayetullah Sistani‟ye dönmüĢlerdir.
Bölgedeki diğer zorbalar gibi Bahreyn‟deki el Halife rejimi de Batı desteğini kazanmak için ki genelde kazanırlar da - ġia ve Ġran karĢıtlığını kıĢkırtacaklardır.
Mesele çoğunluğun ġii olmasından ibaret değil. Suud bakıĢ açısından, Bahreynli ġiiler Suudi
Arabistan‟daki ġii ailelerle yakın aile bağlarına ve kültürel bağlara sahiptirler. Muhtemelen
daha ağır baskı altındaki Suudi ġii azınlık zaten yerinde duramıyor ve civarındaki siyasi
19
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
huzursuzluğa karĢı duyarlı olacaktır. Riyad‟ın nihâi kabusudur bu - petrol zengini bölgede ġii
siyasi gücünün daha da güçlenmesi.
Bahreyn‟in Sünni azınlığı zor bir durumdadır. Sünniler, baskı altındaki sınıfı teĢkil eden ġii
çoğunluğun ayağa kalkmasından dolayı endiĢe duyuyorlar. Fakat liberal Sünniler de el Halife
rejiminden memnun değiller ve siyasi reform arayıĢındalar. Pek çoğu seküler reformların
gerçekleĢmesi için ġii liderlikle; ama rejim onları da bastırdı ve ġiileri çizgide tutmak için
onların yardımını almak amacıyla ġii korkusunu yayıyor.
Otoriteryan hâkim aileye karĢı onlarca yıldır süren ġii direniĢ hikâyesinde en azından Suudi
Arabistan, Irak, Ġran ve diğer komĢu ülkelere kıyasla Bahreyn‟de daha az kan aktı. Eğer el
Halife haydutları serbest kalırsa bu durum hızla değiĢecektir. Sıcaklık gitgide artıyor.
Washington yine zor bir seçimle karĢı karĢıya, ki yıllardır alınan ufuksuz kararların bir
mirâsıdır: YanlıĢ salık veren bir “Amerikan çıkarları” algısından hareketle baskıcı rejimlerle
yola devam etmek? Halkın sevimsiz bulduğu askeri üsleri her ne pahasına olursa olsun
tutmak, böylelikle halkın öfkesini derinleĢtirmek ve belki de Ġran‟a bu olaylarda en nihayet
daha fazla söz hakkı vermek?
Yahut bu baskıcı rejimi desteklemeye son vermek, olayların kendi seyrini izlemesine izin
vermek ve vadesi geçeli çok olmuĢ bu değiĢimin geliĢini kabul etmek? Bir diğer çirkin
statüskoyu daha ne kadar tutabiliriz? Ne kadar uzun beklersek, değiĢim de o denli
kötüleĢecektir. Mesele de budur.
Kaynak: IHT, 21 ġubat 2011
Çeviren: Ertuğrul Aydın
20
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Mısır'ın AKP'si kuruldu, Ġhvan yarıĢtan çekildi - Abdullah Aydoğan Kalabalık
Mübarek'in baĢkanı bulunduğu Ulusal Demokratik Parti'nin ileri gelen yöneticilerinden
oluĢan, Parti ĠĢleri Komisyonu tarafından, 15 yıldan bu yana farklı gerekçelerle kurulması
engellenen Vasat Partisi, Mübarek rejiminin devrilmesinin ardından kuruldu.
25 Ocak Gençlik Devrimi'nin ilk siyasi meyvelerinden birisi olarak kabul edilen Vasat
Partisi'nin, altı ay içerisinde yapılması planlanan demokratik seçimlerde yüksek bir oy alarak,
Mısır yönetiminde ciddi bir rol üstleneceği tahmin ediliyor.
1996 yılında kuruluĢ için ilk müracaatını yapan Vasat Partisi, 19 ġubat 2011 tarihinde resmen
kurulmuĢ oldu. Müslüman KardeĢler'den ayrılan bir grup tarafından Ebu el Ala Madi
yönetiminde kurulan partiye, Kifaye Hareketi yöneticilerinden George Ġshak gibi Hıristiyanlar
da destek veriyor.
Madi, partinin kuruluĢunun önündeki bütün engellerin kaldırılmasının ardından yapmıĢ
olduğu açıklamada: ''Devrimden önce son derece kaygılıydık. Çünkü üç defa farklı
gerekçelerden dolayı partimizin kuruluĢu engellenmiĢti. Ancak devrim tarafından ülkede
estirilen özgürlük rüzgarları, Parti ĠĢleri Komisyonu kararlarının da iptal edilmesini
kolaylaĢtırdı ve partimiz kuruldu.'' dedi.
Mısır Ġdari Mahkemesi Parti ĠĢleri Dairesi, cumartesi günü Yargıç Muhammed Abdulğani
baĢkanlığında toplarak, Vasat Partisi'nin kurulmasının kanuni bir sakıncasının olmadığına
karar verdi.
Mahkeme kararının açıklanmasının öncesinde salonda ilginç bir olay yaĢandı. Vasat Partisi
yöneticileri, yargıcın parti hakkındaki hükmü açıklamasından önce, mahkeme üyelerinin
arkasındaki duvarda asılı olan Mübarek'in fotografının indirilmesini talep etti. Yargıç bu
talebi kabul etti ve Mübarek posteri mahkeme duvarından indirildi. Ardından karar açıklandı
ve salonda sevinç çığlıkları duyuldu.
Parti baĢkan yardımcısı Isam Sultan, Mübarek yönetiminin kendilerine çok farklı öneriler
sunmuĢ olmalarına rağmen yılmadıkları, ısrarla partiyi kurmak için mücadele ettikleri ve
sonunda muvaffak olduklarını söyledi.
Müslüman KardeĢlerden 1995 yılında kopan bu reformcu grup, 10 Ocak 1996 yılında kurulma
çalıĢmalarına resmen baĢlamıĢtı. Yöneticiler partilerini Gençlik Devrimi'nde hayatını
kaybeden Ģehitler ve yaralılara ithaf ettiklerini belirtti.
Mahkemede hazır bulunan Kifaye Hareketi yöneticilerinden George Ġshak, Ġdari Mahkeme
tarafından verilen bu kararın, Parti ĠĢleri Komisyonu'nun iĢlevinin sona erdiğinin delili
olduğunu dile getirerek, önümüzdeki dönemde ülke siyasi hayatında partiler açısından ciddi
bir özgürlük ve hareketlilik gözleneceğini söyledi.
Vasat Partisi'nin önümüzdeki seçimlere Keramat Partisi ile birleĢerek girmesi bekleniyor.
Vasat Partisi'nin kuruluĢunun Mübarek döneminde kabul edilmeyiĢinin sebeplerinden birisi,
21
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
parti programında 'CumhurbaĢkanına verilmiĢ olan olağan dıĢı yetkilerin azaltıması'nın yer
alıyor olmasıydı. Mübarek yönetimi, Müslüman KardeĢler içinde yaĢanan bu ayrıĢmanın
danıĢıklı dövüĢ olabileceğinden de endiĢe ediyordu.
Aynı gün akĢam Mısır'da bir ilk daha yaĢandı. Mısır resmi televizyonu tarihinde ilk kez,
Müslüman KardeĢler yöneticilerinden birisini canlı yayında konuk etti. Konuk Müslüman
KardeĢler'in önde gelen yöneticilerinden Saad el Ketetni'ydi.
Müslüman KardeĢler'in önümüzdeki dönemdeki programlarını anlatan Ketetni, ilk seçimlerde
iktidar olmak için yarıĢmayacaklarını söyledi.
Spikerin neden iktidar olmak istemiyorsunuz? ġeklindeki sorusuna Ketetni; ''Biz en iyi
organize olmuĢ siyasi hareketiz, diğer siyasi partilerin de ilk beĢ yıl içerisinde organize
olmalarını istiyoruz.'' ġeklinde cevap verdi.
Müslüman KardeĢler'in ilk demokratik seçimlerde iktidar olmak istememelerinin daha baĢka
sebepleri de var mutlaka...
Cezayir örneği; doksanlı yılların baĢında bu ülkede yaĢananlar henüz unutulmuĢ değildir bu
bir.
Ġkincisi, krallık dönemi de dahil, kurulduğu günden bu yana Mısır'da iĢ baĢına gelen bütün
yönetimler Müslüman KardeĢler aleyhinde ciddi bir anti propaganda yaptı. Halk kitleleri bu
Ġslami siyasi cemaatten korkutuldu. Baskılar neticesinde Ġhvan da yer altına indi.
Üçüncü sebep, Ġhvan yöneticileri tarafından cemaatin gerçek oy oranının bilinmiyo rolması.
Mısır'da hiç bir siyasi hareket hakkında istatistiki bilgi en azından Ģimdilik bulunmuyor.
Dönrdüncü sebep ise ihtiyat. Yıllardan beri siyasi manevralara kurban olan KardeĢler, bu yeni
süreçte son derece ihtiyatlı davranmayı, ilk beĢ yıl ülkedeki siyasi hayatın gidiĢatını görmeyi
tehcih ediyor. 1952 Hür subaylar devriminden sonra bir süre Ihvan'ın önü açılmıĢtı. Ancak,
Cemal Abdunnasır'a düzenlenen bir suikast giriĢiminden sonra Müslüman KardeĢler üyeleri,
tekrar iĢkence ve baskılara maruz kalacaktı.
Mısır'da demokratik seçimlerin yapılması durumunda ülkede en fazla oy toplayacak olan
siyasi oluĢumlar, devrimden sonra ortaya çıkan partiler olacaktır. Mısır halkının geneli
nezdinde, ülkeyi 30 yıldır yöneten Ulusal Demokrtatik Parti, Vefd ve Ğad gibi bütün siyasi
partiler ve Müslüman KardeĢler gibi Ġslami siyasi hareketlerin tamamı ciddi bi Ģekilde
yıprandı.
Vasat Partisi'nin kurulduğu gün Müslüman KardeĢler tarafından yapılan 'iktidar olmayı
hedeflemedikleri' Ģeklindeki açıklama, tesadüf olmasa gerek. Ihvan, 508 milletvekilli Mısır
parlamentosu için en fazla 150 aday çıkarmayı planlıyor.
Öyleyse, demokratik sisteme geçilmesinin ardından, Mısır'ı 25 Ocak Gençlik devriminden
sonra ortaya çıkacak olan yeni partiler yönetecek. Belki de AKP örneğini oluĢturan Vasat
Partisi iktidar olacaktır. 21 ġubat 2011, Dünya Bülteni
22
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Kaddafi: iktidar yalnızlaĢması – Akif Emre
Libya'da gittikçe 'Ģiddet'lenen gösterilerin barındırdığı muhtemel sonuçları Tunus'ta baĢlayıp
Bahreyn'e kadar uzanan isyanlardan ayrı tutmak gerekiyor. Bu ayırıcı özellik sadece
göstericilerin talepleriyle sınırlı değil kuĢkusuz; Kaddafi faktörü Libya'da yaĢananları tüm
bölgedeki geliĢmelerden farklı kılıyor.
Kaddafi'nin siyasi portresini çıkarmak zor. 1969'da gerçekleĢtirdiği devrim ve iktidarı kontrol
altına almasından bu yana 40 yıl geçmiĢ. Çölde doğduğu çadırın gölgesini hayatına
taĢımaktan baĢka hiçbir yerde tutarlılık sergilemedi. Doğduğu çöllerin belirsizliğine benzer
Ģekilde hayatı, siyasi çizgisi de yönü tayin edilemez belirsizliklerle dolu olsa da çölün katı,
kavurucu gerçeği gibi Kaddafi iktidarı da Libyalıların üstüne çöküp kaldı.
Bir yanda çölün Ģekillendirdiği yalınlık, doğrudanlık kiĢiliğini belirlerken diğer yanda askeri
eğitim alması, dünya görüĢünü askerliğinin Ģekillendirmesi bugünkü Kaddafi portresinin
ipuçlarını verir.
YetiĢtiği kültürel ortam ideolojik tutumlarını keskinleĢtirirken diğer taraftan çöl metaforuna
benzer Ģekilde esen rüzgarla yer değiĢtiren kum tepeleri gibi yön mefhumunun nerdeyse hiç
olmadığı gözlenecektir. Devrimi gerçekleĢtirdiğinde sömürgeciliğin, uluslararası petrol
tröstlerinin etkisini kırmaya yönelik sert müdahalelerde bulundu. Petrolü millileĢtirdi ve
Ġtalyanlar baĢta olmak üzere yabancıları kovdu.
Dönemin Arap dünyasında esen milliyetçilik rüzgarından fazlasıyla etkilendi. Sosyalizmle
sentezlenen Nasırizm'in farklı bir versiyonuydu aslında onun uyguladığı... Buna yeĢil renk
Ġslam sosu da eklemeyi ihmal etmeyecekti ki, bu 60'lı 70'li yılların Arap dünyasındaki
üçlemeye uygundu. Özellikle ekonomik politikalarda sosyalist model, ideolojik olarak Arap
milliyetçiliği, kültürel anlamda da Ġslam... Bu sentezi Kaddafi yeĢil devrim olarak formüle
ederek yeni bir heyecan dalgası oluĢturmaya çalıĢtı.
Petrol gelirlerinin daha fazla olduğu dönemlerde daha bölgesel politikalar izleyerek, benzer
durumdaki hemen her Arap lideri gibi, Arapların liderliğine oynadı. Arap milliyetçiliği
birleĢtirmekten çok Arapları parçalayan bir iĢlev gördü. Bir yanda Suriye, Mısır'la birleĢme
çabaları; diğer tarafta liderlik rekabeti nedeniyle düĢman kardeĢler haline geldi pek çok
ülkeyle. Yemen'den Sudan'a kadar pek çok ülkenin siyasi dokusuna müdahale ederek yerinde
duramayan aykırı bir lider tipi çizdi ta o zamandan.
Kimi silahlı mücadele veren devrimci örgütlere destek verdi. Amerika ile silahlı mücadele
derecesinde karĢı karĢıya geldi. Amerikan uçaklarının bombardımanında sarayı bile hedef
oldu. Ġskoçya üzerinde düĢen uçağa bomba yerleĢtirmekle suçlanarak ülkesine ambargo
uygulandı. Ardından 2003 yılında Amerika ile anlaĢarak sisteme dahil edildi; Libya'ya
uygulanan ambargo da kalktı.
Tüm bu süreçlerde muhtemel rakiplerini acımasız biçimde ortadan kaldırmaktan hiç
çekinmedi ve tek adam olarak kaldı. AĢiret yapısının belirleyici olduğu Libya toplumunu bir
yanda Ģehirlere yerleĢtirerek modernleĢtirme projeleri uygularken diğer tarafta siyasi iktidarını
tehdit etme potansiyeli olan aĢiretlere de tam sindirme politikaları uyguladı. Libya
toplumunun uydu kentlerde hayat tarzıyla barıĢık olmayan toplu konutlara yerleĢtirilmesi
23
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
projesi, aslında iktidarını tehdit edebilecek sosyal dokuyu, toplumsal iliĢkileri çözme giriĢimi
olarak da okunabilir.
Tek adam diktatoryası, elinde tuttuğu muazzam petrol geliri ile Kaddafi'yi her Ģeyi yapmaya
muktedir bir yarı ilah konumuna getirdi. Bu sarsılmaz iktidar görüntüsü aslında Kaddafi'nin
en zayıf yanını oluĢturuyor. En küçük kuĢkuda acımasızca ortadan kaldırılan rakipler bir yana
kitlesel yok ediĢler onu korku denizine itti. Kendisiyle beraber Libyalıları da korku denizinde
yüzdürdü. Tüm dünyadan izole edilmiĢ halde kendi sesinden ve gücünden baĢka bir Ģey
görmeyen tek adam profili ancak acımasız yöntemlerle ayakta durabildi. Buna uluslararası
ambargonun getirdiği yoksulluk da eklenince Libyalılar tam bir hiçliğe mahkum oldu.
Kaddafi kendi kurduğu terör denklemine mahkum olurken tüm ülkeyi de kendisiyle birlikte
korku duvarıyla kuĢattı. Sergilediği Ģiddet aslında kendi korkusunu açık ediyordu. Gittikçe
çoğalan Ģiddet mağdurlarının intikam alacağı endiĢesi, Kaddafi'nin hem korkusunu hem
Ģiddetini artırırken insanî olan her Ģeye karĢı onu duyarsızlaĢtırdı. Yarım yüzyıla yakın tek
adam kalabilmek için parasal gücünün yanı sıra gerektiği her durumda Ģiddet yöntemini
kullanması insanlığına yabancılaĢmayı getirdi. Çehresine yakından bakanlar yüzüne geçirdiği
hissiz maskenin gerisindeki korkulu çehreyi görür. DüĢünün ki, devrim kutlamasını yaptığı bir
törende bile tören alanına aynı anda üç farklı tribün yerleĢtirerek halkın karĢısına çıkabilen ve
bir tür korsan devlet töreni yapabilen bir diktadan bahsediyoruz. Dünyadan ve kendi
halkından soyutlanmıĢ, yalnızlaĢmıĢ bir korku imparatoru...Çölün yalnızlığında hayata
baĢladı, gücü ele geçirdiğinde iktidar/ın yalnızlığını yaĢadı. Yalnız korkusunu Ģiddetle
bastırmayı denedi siyasi hayatı boyunca.
ġu an yaĢananlar, nüfusun yüzde 50'den fazlasını oluĢturan gençlerin babalarının
yaĢadıklarını, artık daha fazla yaĢamaya niyetlerinin olmadığının gösteriyor. Korku duvarını
aĢan halk, Ģiddetin hangi boyutlara tırmanabileceğinin bilincinde olarak çatıĢmayı göze alıyor.
AĢiretlerin yönetimle kurduğu iliĢki bozulmuĢ görünüyor. Geleneksel yapıların isyan etmesi
isyanın kaderini belirleyici olacak.
YeniĢafak, 22 ġubat 2011
24
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Ġsyan dalgası Sahra-altı Afrika'ya yayılır mı? - Serhat Orakçı
Kuzey Afrika ülkelerinde yaĢanan geliĢmelerin siyasi ve pisikolojik etkileri Afrika kıtasının
her köĢesine sinmeye baĢladı. Ġlham perileri ezilmiĢ halklara cesaret fısıldarken koltuğunu
korumaya çabalayan devlet baĢkanları oldukça tedirgin görünüyor. Afrika uzamanları Mısır
ve Libya benzeri ayaklanmaların Afrika'nın genelinde baĢlayıp baĢlamayacağını anlamaya
çalıĢıyor. Sorulan soru Ģu: Sıra kimde? Zimbabve mi Kamerun mu? Peki geliĢmiĢlik düzeyi,
internet kullanımı, okuma-yazma oranı, etnik ve dini yapı bakımından büyük farklılıklar
arzeden Sahra-altı Afrika'da gerçekten halk protestoları ile iktidarların el değiĢtirmesi
mümkün mü?
Kuzey Afrika'da yaĢanan geliĢmeler Sahra-altı Afrika'da halk bazında yakından takip ediliyor.
Özellikle Mısır'da Hüsnü Mubarek'in devrimesiyle diğer ülkelerde de ufak çaplı gösteri ve
protestolar düzenlendi. Libya lideri Kaddafi'nin devrilmesi halinde ise etkilerinin Afrika'da
daha geniĢ olacağı tahmin edilirken diğer ülkelerdeki halk gösterilerinin artması bekleniyor.
ĠĢsizlik oranının %59'larda seyrettiği Cibuti'de geçen Cuma halk sokağa döküldü. Gösterilerin
ikinci gününde iki kiĢi ölürken muhalif parti liderleri tutuklandı. Amerika'nın ve Fransa'nın
askeri üstü bulunan ülkede internet kullanım oranı sadece %3. Halkın büyük sefalet içinde
yaĢadığı ülke 1999'dan beri Ġsmail Ömer Gülle tarafından yönetiliyor.
Rober Mugabe'nin baskı rejimi altında inleyen Zimbabve halkı bugünlerde cesaretini
toplamaya çalıĢıyor. Muhalif gruplar ülkede isyanın baĢlaması için lobi yaparken hükümette
boĢ durmuyor. Son olarak 53 kiĢi Mısır ayaklanmasının video kayıtlarını izlerken tutuklandı.
Facebook'da açılan "Mugabe Must Go" tarzı grupların ise internet eriĢiminin %13 olduğu
ülkede büyük destek gördüğünü söylemek zor. Uzmanlara göre ise böyle isyan hareketine
polisin tepkisi sert ve kanlı olacak; bunu bilen halk cesaret edecek halde değil.
Geçen hafta Uganda'da yapılan baĢkanlık seçiminde iktidar el değiĢtirmezken seçimde hile
olduğunu iddia eden ana muhalefet partisi halkı ayaklanmaya çağırdı. 25 yıldır ülkeyi yöneten
Yoweri Musaveni %68 oy alırken Amerika seçim sonucunun Uganda halkının iradesini
yansıttığı belirterek tebrik mesajını iletti.
Kamerun'da muhalif gruplar ve iĢçi birliklerinin bugün Devlet BaĢkanı Paul Biya'yı istifaya
çağırmak için toplanması bekleniyor. Organizsyonun yeterince iyi yapılmadığını savunan
görüĢlere göre ise gösterilerin taraftar toplaması zor görünüyor. Ana muhalefet gruplarının
bile açıktan protesto çağrısı yapmadığı ülkede Paul Biya yandaĢları ülkenin istikrar ve
geliĢme yolunda olduğu tezini savunuyor.
Mısır'ın peĢinden Sudan'da da ufak çaplı bazı öğrenci gösterileri oldu. Sayıları yüzü aĢmayan
göstericiler halk genelinden destek göremezken Devlet BaĢkanı Ömer El BeĢir bir sonraki
seçimde aday olmayacağını açıkladı. Ġktidardaki Ulusal Kongre Partisi kararın ülkede yaĢanan
reform süreciyle ilgili olduğunu Mısır ve Libya ile alakası olmadığını duyurdu.
Senegal, Gabon, Etiyopya ve Gana'da halk ayaklanmasının muhtemel göründüğü riskli ülkeler
arasında.
25
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Sahra-altı Afrika ülkelerinin Kuzey Afrika ile kıyaslandığında yapısal farkları olduğu
muhakkak. GeliĢmiĢlik düzeyi, internet kullanımı, okuma-yazma oranı, etnik ve dini yapı
büyük farklılıklar arzediyor. Mısır isyanında büyük rol oynayan twitter ve facebook gibi
sosyal paylaĢım sitelerinin Sahra-altı Afrika'da bu tarz bir rol oynaması mümkün görünmüyor.
Ġnternet kullanım oranın %10'ların altında seyrettiği ülkelerde internet üzerinden
organizasyonlar yapılması ve destek çağrılarının yapılması mümkün görünmüyor. Benzer
Ģekilde kimi ülkelerde ĢehirleĢme oranı da oldukça düĢük.
Kuzey Afrika'da yaĢananlar diğer Afrika halkları için büyük bir ilham kaynağı oldu kesin.
KiĢisel görüĢüm Tunus-Mısır-Libya tarzı halk ayaklanmalarının Sahra-altı Afrika ülkelerine
halk geneline yayılmayacağı yönünde. Buna karĢın muhalif kesimlerin seslerini artık daha gür
duyurabileceğini düĢünüyorum.
Ama Ģurası muhakkak ki son günlerde Kuzey Afrika'da yaĢanan dönüĢüm Afrika kıtasının
geleceği için bir dönüm noktasıdır. Bu dönüĢümün kıta geneline nasıl yayılacağını birlikte
göreceğiz. EzilmiĢ halklar, kiĢisel tavır ve davranıĢların politik areneda ne kadar etkili
olabildiğini dahası birlik ruhunun baskıcı rejimleri nasıl zora soktuğunu bir kez gördüler.
23 ġubat 2011, Dünya Bülteni
26
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Devrimler ve Ġslam dünyası - George Friedman
Kuzey Afrika‟dan Ġran‟a kadar Ġslam dünyası son birkaç haftadır istikrarsızlık dalgası tecrübe
ediyor. Bu yazı kaleme alındığı zaman itibariyle Libya eĢikte yalpalıyorsa da henüz hiçbir
rejim devrilmedi.
Devrimlerin bir bölgede veya dünyada sanki bir yangın gibi hızla yayıldığı anlar vardır
tarihte. Bu tür anlar çok sık avdet etmez. Akla gelen bu tür devrimler arasında Fransa‟daki bir
ayaklanmanın Avrupa‟yı yuttuğu 1848 devrimleri vardır. Yeni Sol‟un dünyayı süpürdüğü
1968 de öyle. Mexico City, Paris, New York ve yüzlerce Ģehir, Marksistlerin ve diğer
radikallerin öncülüğündeki savaĢ karĢıtı devrimlere tanıklık etmiĢti. Prag, Sovyetlerin Yeni
Sol hükümeti ezdiğine Ģahit oldu. Çin‟in Büyük Proleterya Kültür Devrimi bile biraz
zorlamayla bunlara dâhil edilebilir. Batıya ulaĢmak isteyen Doğu Almanların 1989‟da
tetiklediği bir kargaĢa dalgası Doğu Avrupa‟da ayaklanmaya yol açtı ve Sovyet hâkimiyetini
sona erdirdi.
Her bir devrimin ana teması vardı. 1848 ayaklanmaları Napolyon‟a tepki olarak sindirilen
liberal demokrasileri yerleĢtirmeye teĢebbüs etti. 1968, kapitalist toplumda radikal
reformlarla; 1989 ise komünizmin devrilmesiyle ilgiliydi. Durum bundan çok daha karmaĢıktı
ve ülkeden ülkeye değiĢiyordu. Ama sonuçta altta yatan nedenler bir veya iki cümleyle makul
surette özetlenebiliyordu.
Bu devrimlerden bazılarının muazzam etkileri oldu. 1989, küresel güç dengesini değiĢtirdi.
1848 baĢarısızlıkla sonuçlandı – Fransa dört yıl içerisinde monarĢiye geri döndü – ama
sahneyi daha sonraki siyasi değiĢimlere hazırladı. 1968, kalıcı çok az Ģey üretti. Kilit nokta Ģu
ki devrimlerin gerçekleĢtiği her bir ülkede, ayrıntılarda mühim farklılıklar vardı – fakat diğer
ülkeler bir yere kadar da olsa ilkelere karĢı açıklık sergilediklerinde, ana ilkeleri
paylaĢmıĢlardır.
Mevcut ayaklanmanın coğrafi alanı ortada: Kuzey Afrika‟nın ve Arap Yarımadası‟nın
müslüman ülkeleri bu ayaklanmaların merkezindedir; bilhassa da Mısır, Tunus ve Ģimdi de
Libya‟nın derin bir krizde olduğu Kuzey Afrika. Diğer birçok müslüman ülke de devrimci
olaylara ev sahipliği yapıyor ama bu olaylar en azından Ģimdilik rejimleri veya hatta yönetici
kiĢileri tehdit edecek düzeye tırmanmıĢ değil. Bu tür olaylar baĢka yerlerde de kıpırdanma
gösterdi. Çin‟de küçük çaplı gösteriler oldu; Wisconsin ise bütçe kesintileri yüzünden çalkantı
içinde. Fakat bunlarla Ortadoğu‟da yaĢananlar arasında bir bağlantı yok. Ġlki küçüktü; ikincisi
ise ilhamını Kahire‟den almıyordu. O halde Ģu an Ģahit olduğumuz, Ģimdilik Arap dünyasıyla
sınırlı bir ayaklanmadır.
Ayaklanmaların itici gücü, rejimlerin veya rejim içerisindeki bir grup bireyin halkı siyasi ve
daha önemlisi, ekonomik haklardan mahrum ettiği hissiyatıdır – kısacası, sağduyunun izin
verdiğinin de ötesinde zenginleĢmeleridir. Bu hissiyat farklı Ģekilde tezahür etmiĢtir. Örneğin
Bahreyn‟deki ayaklanma evvelemirde ġii nüfusun hâkim Sünni kraliyet ailesine karĢı
çıkıĢıdır. Mısır‟da kiĢiye, Hüsnü Mübarek‟e karĢıydı. Libya‟da rejime, bir kiĢiye – Kaddafi –
ve onun ailesine karĢıdır ve aĢiret husûmetiyle yürümektedir. (…)
Küçük bir grubun hâkim olduğu herhangi bir rejim, bu grubun sahip olduğu yeri kendilerini
zenginleĢtirmek için kullandıklarına zamanla Ģahit olacaktır. 40 yıl direnebilen birkaç rejim
27
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
vardır. Kaddafi bir zamanlar hakiki, Sovyet yanlısı bir devrimciydi. Fakat zamanla devrimci
hararet düĢer ve gücün verdiği küstahlığın yanı sıra tamahkârlık nükseder. Bölgenin I. Dünya
SavaĢı‟ndan beri rejim değiĢikliği yaĢanmamıĢ kesimleri için de doğrudur bu her ne kadar bu
rejimler, ilginçtir, zenginliği bir parça dağıtmayı zamanla öğrenmiĢ görünseler de.
Bu sebepten dolayı, bölgede ortaya çıkan, klasik kleptokrat rejimler ve kiĢilerdir. Her Ģeyden
çok, özellikle de Kuzey Afrika‟daki bu huzursuzluk dalgasını târif etmek istersek, rejimlere
ve çok uzun süredir yerini koruyan kiĢilere karĢı bir ayaklanmadır. Bunların, oğullarını siyasi
vârisler olarak atayıp ailelerinin parasını ve gücünü koruma planı yapan kiĢiler olduklarını da
buna ekleyebiliriz. Aynı süreç, farklı Ģekillerde Arap Yarımadası‟nda da seyir halindedir.
Önceki nesil devrimcilere karĢı bir ayaklanmadır bu.
Devrimler uzun zamandır yolda. Tunus‟taki ayaklanma, bilhassa da baĢarı kaydettikten sonra,
yayılmaya yüz tuttu. 1848, 1968 ve 1989‟da olduğu gibi, benzer sosyal ve kültürel Ģartlar
benzer olaylara yol verir ve bir ülkenin örnek teĢkil etmesiyle tetiklenir; sonra da yayılır.
2011‟de yaĢanan budur ve devam etmektedir.
Benzersiz Ģekilde hassas bir bölge
Devrimler, Ģu an benzersiz Ģekilde hassas bir bölgede yaĢanıyor. ABD-Cihatçı savaĢı, önceki
devrimci dalgalarda olduğu gibi, potansiyel jeopolitik sonuçların/çıkarımların varlığı
anlamına gelir. Örneğin 1989, Sovyet Ġmparatorluğunun sonu demekti. Bu vakada, en önemli
soru bu devrimlerin niçin gerçekleĢtiği değil bu devrimlerden kimlerin avantaj elde
edeceğidir. Bu devrimleri, radikal Ġslamcıların bölge denetimini ele geçirmek için yaptıkları
büyük bir tezgâh olarak görmüyoruz. O çapta bir tezgâh hemen hissedilir ve her bir ülkedeki
güvenlik güçleri tezgâhları çabucak yok ederdi. Önceki devrim dalgalarını hiç kimse
örgütlememiĢti her ne kadar onlar hakkında komplo teorileri üretilmiĢse de. Bir olayı
müteakip, belirli Ģartlardan dolayı ortaya çıkmıĢlardır. Fakat belirli gruplar devrimlerden
avantaj elde etmeyi muhakkak denemiĢler, az ya da çok baĢarılı olmuĢlardır.
Bu vakada, ayaklanmaların nedenleri her ne olursa olsun, radikal Ġslamcıların avantaj elde
etmeye veya onu kontrol altında tutmaya teĢebbüs edeceklerine Ģüphe yok. Niçin olmasın?
Rasyonel ve mantıklı bir seyirdir onlar için. Bunu yapıp yapamayacakları karmaĢık ve önemli
bir sorudur ama isteyecekleri ve yapmayı denedikleri açıktır. Komplocu yöntemlerde yetiĢmiĢ
geniĢ, ulus-aĢırı ve benzeĢmeyen gruplardır bunlar. Büyük bir uluslararası koalisyon
kurmaları için bir fırsattır bu. Dolayısıyla, geleneksel komünistlerin ve Yeni Sol‟un
1960‟larda yaptığı gibi, ayaklanmayı onlar yapmamıĢlardır ama avantaj elde etmeye
kalkmazlarsa aptaldırlar. ABD ve diğer Batılı ülkelerin bu ayaklanmaların seyrini etkilemeye
çalıĢtıklarına Ģüphe yok. Her iki taraf için oynaması zor bir oyun fakat ülkelerini bilen-tanıyan
yerli Ġslamcılara kıyasla dıĢ taraf olarak bu oyunu oynamak hassaten de ABD için zor.
Fakat Ġslamcıların devrimin kontrolünü ele almak isteyeceklerine Ģüphe yoksa da kontrolü ele
alacakları veya bu devrimlerin baĢarılı olacağı anlamına da gelmez bu. 1848‟in ve 1968‟in
baĢarısızlık olduğunu ve bu devrimlerden avantaj elde etmek isteyenlerin hiçbir araçları
olmadığını hatırlayın. Fakat 1917‟de Rusya‟da gördüğümüz üzere, ille de en popüler grup
kazanacak diye bir Ģey yok; en örgütlü olan kazanabilir. Kimin en iyi örgütlenmiĢ olduğunu
ise genelde sonradan bilirsiniz.
28
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Demokratik devrimlerin iki safhası vardır. Birincisi, demokrasinin tesisidir. Ġkincisi, hükümet
seçimidir. Hitler örneği, genç bir demokrasinin ne tür hükümetler ortaya çıkaracağına dair bir
ikaz olarak faydalıdır zira demokratik ve anayasal araçlarla iktidara gelmiĢ, sonra da tezahürat
yapan kalabalıklar önünde demokrasiyi lağvetmiĢti. O halde üç ters akıntı var. Ġlki, yoz
rejimlere karĢı tepkilerdir. Ġkincisi, seçimdir. Peki üçüncüsü? ABD demokrasinin yükseliĢini
alkıĢlarken, seçilmiĢ hükümetlerin umulduğu gibi çıkmayacağını hatırlamalıdır [Hamas
örneği].
Her hâlükarda, gerçek mesele bu devrimlerin mevcut rejimlerin yerini almayı baĢarıp
baĢaramayacağıdır. Ayaklanmayı bir gösteriden tefrik ederek iĢe baĢlamak sûretiyle Ģu anki
devrim süreci üzerinde düĢünelim. Bir gösteri, insanların bir araya toplanmasıdır; konuĢmalar
yaparlar. Gösteri, rejimi rahatsız edebilir ve daha ciddi olaylara zemin hazırlayabilir fakat
bizzat gösteri önemli değildir. Gösteriler bir Ģehri felç edecek denli büyük olmadıkları
takdirde sembolik olaylardır. Ġslam dünyasında hiçbir yere varmamıĢ pek çok gösteriler
vardır; mesela Ġran.
Kaydedelim, 1848‟de, 1968‟de ve 1989‟da devrimleri genelde evvela gençler yürütmüĢlerdir.
Normaldir bu. Ailesi olan reĢit ve olgun kiĢiler silahları ve tankları karĢılamak üzere
sokaklara düĢmezler. Belki de ümitsiz bir dava uğruna hayatı tehlikeye atmak için genç
insanların cesaretine veya muhakeme yokluğuna ihtiyaç vardır. Ancak baĢarı için toplumun
diğer sınıflarından da onlara katılım olması hayatidir. Ġran‟da 1979 devriminin en kilit
anlarından biri, esnafın sokaktaki gençlere katıldığı andır. Sırf gençlerden oluĢma bir devrim
mesela 1968, baĢarılı olmaz. Devrim, daha geniĢ bir taban gerektirir ve de gösterilerin ötesine
geçmelidir. Gösterinin ötesine geçildiği an, asker ve polislerle karĢılaĢılan andır. Göstericiler
dağılırsa, devrim yoktur. Eğer asker ve polislere göğüs gererlerse ve eğer kendilerine ateĢ
açıldıktan sonra bile iĢin peĢini bırakmazlarsa, bu takdirde devrim safhasındasınız demektir. O
halde barıĢçıl göstericilerin resimleri, medyanın inanmanızı istediği kadar denli önemli
değildir; ateĢ açıldıktan sonra mevziyi terk etmeyen göstericilerin resmi çok önemlidir.
Bir devrimin kilit olayı
Bu bizi devrimdeki kilit olaya götürür. Devrimciler silahlı adamları mağlup edemezler. Fakat
silahlı adamlar, kısmen ya da tamamen, devrimci tarafa katılırlarsa, zafer mümkündür. Kilit
olay budur. Bahreyn‟de askerler göstericilere ateĢ açtılar ve bazılarını öldürdüler. Göstericiler
dağıldı ve sonra gösteri yapmalarına izin verildi – hafızalarında silahların ateĢlendiği taze
anılarla. KuĢatılmıĢ bir devrimdir bu. Mısır‟da, ordu ve polis birbirine muhalefet etti ve asker
karmaĢık nedenlerden dolayı göstericilerin tarafını tuttu. Rejim değiĢikliği değilse de personel
değiĢikliği kaçınılmazdı. Libya‟da ordudaki çatlak ise çok büyük.
Bu olduğunda, yol ayrımına geldiniz demektir. Eğer ordudaki çatlak kabaca aynı eĢitlikte
veya derinlikteyse, bu sivil savaĢa yol açar. Doğrusu, devrimin baĢarılı olmasının bir yolu da
sivil savaĢa geçmek, tabiri caizse, göstericileri orduya çevirmektir. Mao‟nun Çin‟de yaptığı
buydu. Eğer çatlak ezici bir rejim karĢıtı güç yaratabilirse, devrimi baĢarıya götürür bu. Bu
noktada polisin göstericilere katılıp katılmadığına bakılır. 1968‟de değil ama 1989‟da oldu bu.
1848‟de bazen; fakat denge her daim devlet lehineydi. Haliyle devrim baĢarısız oldu.
Bir devrimin gerçekleĢmesini ya da akîm kalmasını sağlayan, asker ve polisin göstericiler
tarafına geçmesidir. Önceki konumuza dönecek olursak, bu durumda radikal Ġslamcıların rolü
29
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
hakkındaki en önemli soru, onların kalabalık arasındaki varlıkları değil, ordu ve emniyetteki
nüfuzlarıdır. Eğer bir tezgâh olsaydı, orduya odaklanır, göstericileri bekler ve sonra da
darbeyi indirirdi.
Bu ayaklanmaların radikal Ġslam‟la bir ilgisi olmadığını söyleyenler haklı olabilirler,
sokaktaki göstericilerin demokrasiyle büyülenmiĢ öğrenciler olması bakımından.
Fakat öğrencilerin kendi baĢlarına kazanamayacakları gerçeğini ıskalıyorlar. Mısır‟da olduğu
gibi, ancak ve ancak rejim kazanmalarını isterse yahut da diğer toplumsal sınıflar ve hiç
değilse polis ve ordunun bir kesimi yani silahlı ve o silahları nasıl kullanacaklarını bilen
insanlar da katıldığı takdirde kazanabilirler. Televizyonlardaki öğrencilere bakmaktan pek bir
Ģey anlaĢılmaz. Askerleri izlemek ise çok Ģey anlatır.
Devrimlerle ilgili problem Ģu ki onu nihayete erdirenler nâdiren baĢlatanlardır. Rusya‟da
Alexander Kerensky çevresindeki idealist demokratlar devrimi bitirenler arasında değildi.
Haydutsu BolĢevikler bitirdi. Bu Ġslam ülkelerinde genç göstericilere odaklanılması, tıpkı
Tiananmen Meydanı‟nda olduğu gibi, gerçeği ortaya koymuyor. Mesele göstericiler değil
askerlerdir. Eğer emirleri yerine getirirlerse, devrim olmaz.
Ġslamcıların Libya ordusundaki nüfuzlarının derecesini bilmiyorum ki huzursuzlukla ilgili bir
örnek kotarayım. Ancak aĢiretçiliğin teolojiden daha önemli olduğunu sanıyorum. Mısır‟da,
rejimin zaman kazanarak kendini koruduğundan Ģüpheleniyorum. Bahreyn ise Sünni
cihatçılardan ziyâde ġii nüfus üzerinde Ġran nüfuzu meselesidir. Ancak Ġranlıların süreci rehin
almaya bakması gibi Sünni cihatçılar da süreci rehin almaya bakacaklardır.
Kaos tehlikesi
Bazı rejimlerin ülkeyi kaosa terk ederek düĢeceğini sanıyorum. Tunus‟ta gördüğümüz üzere
problem, devrimcilerin tarafında iktidarı devr almak üzere teçhiz olmuĢ hiç kimsenin
olmayıĢıdır. BolĢeviklerin örgütlü bir partisi vardı. Bu devrimlerde ise partiler devrim
sırasında örgütlenmeye çalıĢıyorlar ki devrimcileri yönetecek konumda olunmadığını
söylemenin bir baĢka yoludur bu. Tehlike, radikal Ġslam değil kaos ve kaosun ardından ya bir
sivil savaĢ çıkması, ordunun sırf durumu istikrara kavuĢturmak için kontrolü ele alması ya da
radikal Ġslamcı bir partinin ortaya çıkmasıdır – zira kalabalık arasında bir planı ve örgütü
olanlar yalnızca onlardır. Azınlıklar devrimlerin kontrolünü böyle ele geçirirler.
Bunların hepsi de spekülasyondur. Bildiğimiz, bunun dünyada ilk dalga devrim olmadığıdır
ve çoğu dalgalar baĢarısız olur ve etkileri onlarca yıl sonra yeni rejimlerde ve siyasi
kültürlerde görülür. Yalnızca Doğu Avrupa vakasında devrimci baĢarıyı görüyoruz fakat o da
çöken bir imparatorluk karĢısında yaĢanmıĢtı; bu yüzden de ondan Ġslam dünyası için çok az
ders çıkarılabilir.
Bu arada, bölgeyi izlerken, göstericileri değil de silahlı adamları izlemek gerektiğini
hatırınızdan çıkarmayın. Eğer onlar devlet adına direnirlerse, göstericiler baĢarısız olur.
Ġçlerinden bazıları taraf değiĢtirirse, zafer için bir Ģans vardır. Eğer zafer gelir ve demokrasi
ilan edilirse, gelenin Batıyı her hâlükarda memnun edeceğini farz etmeyin – demokrasi ve
Batı yanlısı siyasi kültür aynı Ģey değildir.
30
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Durum akıĢkanlığını muhafaza ediyor ve kesinlik yok. ġu an ülke-ülke bakılması gereken bir
meseledir ve çoğu rejim Ģu noktaya kadar iktidarda kalmayı sürdürdü. Üç ihtimal var.
Birincisi, bu 1848‟de olduğu gibi örgütlenme ve insicam yokluğundan dolayı baĢarısız olacak
ama yankısı onlarca yıl sürecek geniĢ bir ayaklanmadır. Ġkincisi, geçici bile olsa hiçbir rejimi
devirememiĢ ve tarihi bakımdan asgari önem-i haiz bazı kültürel bakiyeleri olan bir 1968‟dir.
Üçüncüsü, tüm bir bölgede siyasi düzeni alaĢağı etmiĢ ve yerine yeni bir düzen kurmuĢ bir
1989‟dur.
Eğer bir tahminde bulunacaksam, 1848 benzeri bir devrimle karĢı karĢıya olduğumuzu
söyleyebilirim. Ġslam dünyası 1989‟da olduğu gibi büyük rejim değiĢiklikleri tecrübe
etmeyecek fakat etkileri 1968 gibi kısa ömürlü de olmayacaktır. 1848‟de olduğu gibi bu
devrimde Ġslam dünyasını hatta sırf Arap dünyasını dönüĢtüremeyecektir. Ancak gelecek on
yıllarda filizlenecek tohumları da ekecektir. O tohumların demokratik olacağını düĢünüyorum
ama liberal olacaklar diye bir Ģey de yok. BaĢka bir ifadeyle, en nihayet ortaya çıkan
demokrasiler kendi kültürlerinden yani Ġslam‟dan unsurlar taĢıyacaktır.
Batı, demokrasiyi kutluyor. Neyi umduğuna dikkat etse yeridir: Umduğunu bulabilir.
Kaynak: Stratfor, 24 ġubat 2011
Çeviren: Ertuğrul Aydın
31
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Libya'da son iki zor gün - Abdullah Aydoğan Kalabalık
1911 yılında baĢlayan Ġtalyan iĢgal, sömürge ve zulmünün sonraki dönemlerde yerli
yöneticiler eliyle devam ettiğini söyleyen Libya halkı, bir asır sonra 17 ġubatta baĢlayan halk
devriminin baĢarıyla sonuçlanmasının ardından, ülkenin hem iç ve hem de dıĢ
sömürgecilerden tamamen kurtulacağına inanıyor
Libya topraklarını gözüne kestiran Ġtalyanlar, 29 Eylül 1911 tarihinde Osmanlıya karĢı savaĢ
ilan ederek, 3 Ekim 1911 tarihinde Trablusu iĢgal etmiĢ ve böylece bütün Libya'yı ele
geçirmiĢti. Tam bir asır sonra, batı komĢusu Tunus ve ardından doğu komĢusu Mısır'da
yaĢanan halk devrimlerinin etkisiyle 17 ġubatta ayaklanan Libyalılar, kısa bir süre içinde 42
yıldır ülkeyi yöneten ''Afrika krallar kralı'' Kaddafi'yi baĢkent Trablus'a hapsetmeyi baĢardı.
Kendi halkına güvenini iyice kaybeden Kaddafi, önceden tedbirini alarak, yüzlerce Afrikalı
paralı askeri görevlendirmiĢti. Bingazi, Beyda ve Tobruk gibi ülkenin doğu ve kuzey
doğusundaki bütün Ģehirleri birer birer muhaliflere kaptıran Kaddafi, 25 ġubat 2011 tarihinde
baĢkent Trablus'ta da Cuma namazından sonra baĢlayan protesto gösterilerini kanlı bir Ģekilde
bastırdı.
Aynı gün akĢam Osmanlı Kalesi olan Karamanlı Kalesi'nin surlarından taraftarlarına seslenen
Kaddafi, silah depolarını açıp ülkenin bütün silahlarını kabilelere dağıtarak ülkeyi ateĢ topuna
çevirme tehdidinde bulundu.
Bu güne kadar onlarca askeri birliğin saf değiĢtirdiği ülkede, Tobruk Ģehrindeki Cemal
Abdunnasır Askeri Hava Üssü de göstericilerin eline geçti. Muhalifler tarafına geçtiğini ilan
eden hava üssü komutanı, Trablus'taki ordu birliklerine de Kaddafi aleyhine tavır takınmaları
çağrısında bulundu.
Her geçen gün yeni görüntüler medyaya yansıyor. El Cezire kanalında yayınlanan cep
telefonuyla kaydedilmiĢ görüntüler gerçekten tüyler ürpertici. Kaddafi'nin özel güvenlik
tugayları iki göstericiyi yakaladıktan sonra sokak ortasında öldürerek, cesetlerini bilinmeyen
bir yere götürdüler.
BaĢka bir caddede kaydedilen diğer bir görüntüde ise, sokaklardaki cesetlerin sürüklenerek
ciplere yüklenip kaldırıldığı görülüyor.
Bu ülkede yaĢanan acı olaylar NATO'nun askeri müdahalesini gündeme getirmiĢti. Böyle bir
müdahalenin son derece yanlıĢ olacağı ve hatta Kaddafi'nin elini güçlendireceği tahmin
ediliyor. Muhalifler de zaten kesinlikle böyle bir müdahaleye karĢı olduklarını ifade etti.
Gün geçtikçe Libya yönetiminin söyleminin değiĢtiğini görüyoruz. Babasına destek vermenin
dıĢında hiçbir yetkisi ve resmi görevi bulunmayan Kaddafi'nin oğlu Seyfulislam, önümüzdeki
günlerde sorunu barıĢçıl yollarla çözeceklerini söyledi.
32
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Kaddafi'nin bir önceki konuĢmasında, ''Fareler ve esrarkeĢler'' olarak niteleyerek, ''El Kaide
mensubu'' olmakla suçladığı ve toplu imhanısını istediği göstericilerle acaba nasıl masaya
oturmayı konuĢabiliyorlar? AnlaĢılır gibi değil.
AnlaĢılan o ki, paralı askerler ve özel kuvvetlere halkını hunharca öldürme emri vermekte hiç
tereddüt etmeyen Kaddafi, iyice köĢeye sıkıĢmıĢ durumda.
ġimdi artık Kaddafi'nin sonunun nasıl olacağı tartıĢılmaya baĢlandı. Kimileri Kaddafi'nin
intihar edeceğini söylüyor. Libya eski Adalet Bakanı Mustafa Muhammed Abdulcelil
Kaddafi'nin teslim olmak veya kaçmak yerine intihar edeceğini söyledi. Kimleri ise
Kaddafi'nin intihar etmeye bile cesaret edemeyeceği görüĢünde.
Son iki günün çok zor geçeceği tahmin edilen ülkede, Libya halkı akli dengesini ve
kontrolünü kaybetmiĢ bir yönetim ile karĢı karĢıya. Allah yardımcıları olsun...
26 ġubat 2011, Dünya Bülteni
33
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Arap demokrasisi ve Akdeniz dünyasının dönüĢü - Robert D. Kaplan
Mısır ve Tunus‟ta otokratik rejimlerin devrilmesiyle birlikte – Libya‟nınki gibi diğer Arap
diktatörler ise ipin ucunda – bazıları mutluluktan uçarcasına Ortadoğu‟ya demokrasinin
geldiğini ilan ediyorlar. Ortaya çıkan rejimler kendilerine demokrasi diyebilirler ve dünya bu
yalanı kabullenebilir ama bir sistemin testi, güç iliĢkisinin sahnenin ardında nasıl iĢlediğidir.
Tunus ve Mısır gibi nispeten güçlü kurumsal geleneklere sahip devletlerde bir demokrasi
formu gerçekten geliĢebilir. Fakat “Libya” ve “Yemen” gibi devletten çok coğrafya ifade eden
yerlerde melez rejimlerin üremesi daha muhtemeldir. Böylesi rejimlerde, ki tarih bunlara
âĢinadır, askerler, iç güvenlik birimleri, aĢiretler ve tecrübesiz siyasi partiler nüfuz yarıĢına
girerler. Süreç, tutarsızlık ve istikrarsızlık üretir, üstelik otoriteryanizmin ve demokrasinin
niteliklerini uhdesinde bulundururken. El yordamıyla gerçek moderniteyi aramak olduğu
nispette anarĢi değildir bu.
Ortadoğu‟da tam demokrasilerin ortaya çıkmasının önündeki bir diğer engel de Ģu: Sosyal
medyayı kavramıĢ ve kurĢunlara kafa tutmaya gönüllü gençler bir rejimi devirebilirler ama
ille de hüküm makamında olacaklar diye bir Ģey yok. Yönetmek için hiyerarĢik örgütler
gerekir. Bu örgütler geliĢirken de çeĢitli karma sistemlerin oluĢtuğuna Ģahit olacağız – yani
diktatörlük-demokrasi gibi siyah-beyaz karĢıtlıklar yerine çeĢitli gri alanlar olacaktır.
Hıristiyanlık, Antikçağın sonlarında Akdeniz havzasında yayılırken kadîm dünyayı
birleĢtirmedi veya onu ahlaken daha da saflaĢtırmadı; bilakis Hıristiyanlık hepsi de
birbirleriyle çatıĢan çeĢitli ayinlere, mezheplere ve sapık inançlara bölündü. Güç siyaseti
eskisi gibi devam ediyor. Demokrasinin yayılmasıyla birlikte benzer bir Ģey meydana
gelebilir.
Her bir Arap ülkesinin evrilen sistemi alıĢılmıĢ bir senaryoyu sahneleyecektir: ABD,
Meksika‟da tek parti diktatörlüğü varken onunla nispeten az bir bakım gerektiren bir iliĢkiye
sahipti. Fakat Meksika çok partili demokrasiye doğru evrildiğinde iliĢkiler daha zorlaĢtı ve
daha bir karmaĢıklaĢtı. Bir kriz nüksettiğinde artık aranacak tek adam veya tek bir telefon
numarası yoktu. Washington, Meksikalı bir dizi Ģahsiyeti aynı anda aramak ve lobi yapmak
durumundaydı. Benzer bir karmaĢıklık dönemi bu kez Arap dünyasında ortaya çıkmak üzere –
ki iĢleri hallettirmekten ayrı olarak bir de gerçekte kimin sorumluluk makamında olduğunu
bilme meselesidir bu.
Ortadoğu‟daki ayaklanmaların ABD‟den çok Avrupa üzerinde derin etkileri olacaktır. Avrupa
1989‟da Sovyetler Birliği‟nin eski uydularını yutmak için doğuya doğru ilerlemesi gibi Ģimdi
de güneye doğru ilerleyecektir. Kuzey Afrika‟nın, Akdeniz‟in kuzey kuĢağıyla bağlantısı
ekonomik ve sosyal kalkınmayı boğan ama aĢırılık yanlısı siyasetin üremesini de kolaylaĢtıran
otokratik rejimlerden dolayı onlarca yıldır kesikti. Kuzey Afrika, Avrupa‟ya ekonomik
göçmenlerden fazlasını vermedi. Ancak Ģimdi melez rejimlere doğru evrilirken, bitiĢikteki
Avrupa‟yla siyasi ve iktisâdi etkileĢimlerin derecesi de artacak. Bu Arap göçmenlerinden
bazıları reformcu politikaların yaratacağı fırsatlardan dolayı ülkelerine dönebilirler. Akdeniz,
sömürge sonrası dönemin çoğunda olduğu gibi bölen değil bağlayan olacaktır.
34
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Elbette Tunus ve Mısır Avrupa Birliğine katılmak üzere değiller. Fakat AB‟nin derinleĢen
dahlinin gölge alanları olacaktır. Bizzat Avrupa Birliği daha hırslı ve hantal bir projeye
dönecektir.
Bu ayaklanmaların tarihi ve coğrafi bakımlardan gerçek hâmili Türkiye‟dir. Osmanlı
Türkiyesi modern dönemde Kuzey Afrika‟yı ve Akdeniz‟i yüzlerce yıl yönetti. Bu yönetim
despotikse de bugünün Arapları üzerinde kapanmayan yaralar bırakacak denli baskıcı değildi.
Yakın zamanlara kadar generallerin ve politikacıların iktidarı paylaĢtığı melez bir rejimden
demokrasi ortaya çıkaran Türkiye, bu yeni kurtulmuĢ devletlere Ġslami demokrasinin rol
model olabilecek timsalidir. Türkiye 75 milyonluk nüfusu ve yüzde 10 büyüme hızıyla
Akdeniz‟de yumuĢak güç tasarruf edebilecek demografik ve ekonomik devdir.
Ġroniktir, Ortadoğu‟nun otoriteryanizmden çıkıĢı Amerikan güç projeksiyonunu
engelleyecektir. Melez rejimlerin karmaĢıklığından dolayı her bir baĢkentte Amerikan nüfuzu
da sınırlanacak. Türkiye‟nin ise daha yeni kurtulmuĢ Araplar nazarında avatar olması
muhtemeldir. Amerikan nüfuzunun muhafazası demokrasinin ortaya çıkmasıyla değil de
birçok Arap devletine yapılacak askeri yardımla ve bölgeye musallat olmayı sürdürecek
bölünmelerle, bilhassa da nükleer, ġii Ġran tehdidiyle mümkündür.
Amerikan güç kaybını hafifleten, Arap dünyasının jeopolitik bakımdan zayıflaması olacaktır.
Arap toplumları, uzun zamandır ihmal edilen sosyal ve ekonomik dertleri gidermek üzere içe
dönmüĢ ve melez sistemlerdeki liderleri güçlerini pekiĢtirmek için birbirleriyle mücadeleye
tutuĢmuĢken, dıĢ politika kaygıları için çok az enerjileri olacaktır.
Siyaset bilimcisi Samuel Huntington ABD‟nin siyasi sistemini Ġngiltere‟den mirâs aldığını
dolayısıyla da Amerika‟daki dönemsel ayaklanmaların otoriteyi sıfırdan kurmak için değil de
onu evcilleĢtirmek için olduğunu söylemiĢtir. Arap dünyası Ģu an tam tersi bir sorunla karĢı
karĢıyadır: Zorba yönetimlerin küllerinden meĢru siyasi düzenler kurmaları gerekiyor.
Ortadoğu tarihinin bir sonraki sahfasına hâkim olacak olan demokrasiden çok merkezi otorite
krizidir.
Kaynak: Washington Post, 28 ġubat 2011
Çeviren: Ertuğrul Aydın
35
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Ortadoğu’da dönüĢümün küresel ekonomiye katkısı - YaĢar Süngü
Tunus'ta baĢlayan ve Mısır baĢta olmak üzere tüm Ortadoğu ülkelerini etkisi altına alan
değiĢim rüzgârı bölge ile ilgili siyasi aktörleri ve yazarları ĢaĢkınlığa uğratmıĢ gözüküyor.
Olayların birkaç hafta gibi kısa bir süre içerisinde bütün bölgeyi etkisi altına alması çoğu
yorumcu tarafından sürpriz bir durum olarak değerlendiriliyor ve bölgenin geleceği ile
öngörüde bulunmanın imkânsızlığından söz ediliyor. Oysa asıl ĢaĢırtıcı olan bölgedeki otoriter
yönetimlerin nasıl olup da 21. yüzyıla dek varlıklarını koruyabildikleri idi.
Dr. Muharrem Hilmi Özev tarafından kaleme alınan ve TASAM'ın sitesinde yayınlanan
Ortadoğu'daki DönüĢümün Tarihi Süreçteki Yeri ve Anlamı baĢlıklı yazısında Ortadoğu'da
Tunus'la baĢlayan özgürlük ateĢinin tarihsel seyrini güzel özetlemiĢ.
Bilindiği üzere SSCB'nin ortadan kalkmasının temel nedenlerinden biri Batı ile sürdürdüğü
silahlanma yarıĢını kaybetmesi ise, diğer bir nedeni batılı ülkelerdeki refah düzeyinin Sovyet
ülkelerinin kat be kat üstüne çıkması ve rejimin halklar nezdinde meĢruiyetini kaybetmesi
sonucu toplumsal patlama olasılığının ufukta gözükmesiydi.
Esasen SSCB'nin refah düzeyi Birliğin kuruluĢundan beri oldukça geri durumdaydı ve bu
durumdan kaynaklanan meĢruiyet sorununu Doğu Bloğu ülkeleri özgürlükleri kısıtlayarak
aĢmaya çalıĢmaktaydılar. Ancak 1980'li yıllarda ivme kazanan küreselleĢme dalgası, yani iĢ
gücü, finans ve enformasyon akıĢının gittikçe daha az kontrol edilebilir hale gelmesi sonucu
halklar arası etkileĢim artmaya baĢlamıĢtı.
Bunun sosyal patlamalara gebe bir ortam oluĢturduğunu gören SSCB'li (daha ziyade Rus)
yöneticiler olayları kontrol edilemez bir noktaya gelmeden önce müdahaleye karar vermiĢ ve
küçülerek korunma ve güçlenme stratejisi izleyerek birliği dağıtmıĢtır.
Ortadoğu'ya baktığımızda ise yoksulluk, otoriter yönetimlerin baskısı ve özgürlüklerin
kısıtlanması sorunları bu bölge için de geçerliydi.
Nitekim Mısır'daki ayaklanmanın temel sloganı olan "ekmek, özgürlük ve adalet" talepleri bu
durumu açıkça ortaya koymaktadır.
Ġslamcı ve Arap milliyetçisi ideolojiler ise Ortadoğu'nun yakın tarihi boyunca bu üç talebin
yerine getirilmesi noktasında umut vaat ettikleri için kabul görmüĢ ve güçlenmiĢlerdi. Öte
yandan Ortadoğu'daki mevcut otoriter rejimler iki kutuplu sistemin hâkim olduğu bir ortamda
doğmuĢtu. Doğu Bloğu için geçerli olan sorunlar Ortadoğu ülkeleri için de geçerliydi ama
batılı ülkeler bölgede kendi çıkarlarını koruma amacıyla Ortadoğu'daki rejimlerin Soğuk
SavaĢ'ı izleyen dönemde de yaĢamalarını sağlamıĢlardı. Çünkü görülecek geniĢ çaplı rejim
değiĢiklikleri bölgede yeni güç merkezlerinin, örneğin Arap Ülkeleri arasında bir birlik
oluĢumunun ortaya çıkmasına, Batı'nın bölgedeki etkisini kaybetmesine ve belki de hepsinden
önemlisi Ġsrail'in beka sorunu ile karĢı karĢıya kalmasına neden olabilirdi.
36
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Peki, ne oldu da 2000'li yıllardan itibaren Batı artık bölgede demokrasi istemeye baĢladı.
Büyük Ortadoğu Projesi'nin amacı neydi? Aslında bu soruların son derece kolay tahmin
edilebilir bir cevabı var: Üsame bin Ladin'lerin ve intihar bombacılarının sayısının kontrol
edilemez bir düzeye gelmesini engelleme amacı. Ölümü hiçe sayanların çoğaldığı bir
coğrafyada Batılı ülkelerin çıkarlarını polis devleti ve devlet dehĢeti ile sürdürmek artık
mümkün olamazdı. Yoksul kitleler internet ve uydu yayınları aracılığıyla dünyanın diğer
ülkelerindeki refah düzeyini izleme imkânına kavuĢmuĢlardı. Üstelik 1990'lı yıllarda tek
süper güç olarak yalnız kalan ABD 2000'li yıllara gelindiğinde görece güç kaybına uğramıĢ;
Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Türkiye ve Ġran gibi yeni aktörler Batı'nın uluslararası
alandaki etkinliğini sınırlandırmaya, tek baĢına davranıĢlarını kısmen de olsa engellemeye
baĢlamıĢlardı. Son dönemde varlıklarını hissettirmeye baĢlayan bu yeni güçler kronik
sorunlarla dolu Ortadoğu'ya daha rahat müdahale edebilirler ve batılı ülkelerin çıkarlarını
sadece Ortadoğu'da değil tüm dünyada zora sokabilirlerdi. Özellikle Çin, Hindistan ve
Rusya'nın bir blok halinde Batı karĢıtı bir kamp oluĢturmaları olasılığı Batı dünyasında
Ortadoğu ülkeleri ile iliĢkilerin bir an önce daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir zemin üzerine
yeniden inĢa edilmesi gerektiğini düĢündürmeye baĢladı. Bunun tek yolu ise halklar nezdinde
meĢruiyet sahibi olan yönetimlerin ortaya çıkmasını sağlamak ve bu yeni yönetimler ile yeni
iliĢkiler ağı oluĢturmaktı. Ve bu hedef yükselen yeni güçlerin Ortadoğu'ya daha etkin bir
biçimde müdahil olma gücüne sahip olmalarından önce gerçekleĢtirilmeliydi. ĠĢte bu ve
benzeri nedenlerden dolayı Batı 2000'li yıllardan itibaren Ortadoğu ülkeleri için demokrasi
istemeye baĢladı.
Ne var ki, Batı'dan gelen bu tür mesajlar, uzun yıllardır sırtlarını Batı'ya yaslayarak
varlıklarını sürdürmekte olan rejimler tarafından tam olarak okunamadı. Mesaj doğru okunsa
bile mevcut sosyal ve siyasi yapılar mesajın gereğinin yerine getirilmesinin önünde büyük
engel teĢkil etmekteydi. Sonuçta dıĢ politikada, eğitimde, ekonomide, siyasi yapıda, sosyal,
dini ve kültürel alanlarda ve medyada fosilleĢen politikalar göstericilerin hayat dolu "ekmek,
özgürlük ve adalet" sloganları ile karĢılaĢınca yıllardır biriken toplumsal gerilim 2011 yılı
baĢında, Batılı ülkelerin aktif ya da pasif müdahalelerinin de etkisiyle, patlamıĢ oldu. Bu
noktada en büyük payın Internet ve uydu yayıncılığına ait olduğunu belirtmeliyiz.
TUNUS VE MISIR'DA YAġANANLARA DEVRĠM DENĠLEBĠLĠR MĠ?
Bilindiği üzere devrimler bir süreci iĢaret eder; toplumsal krizler, halk hareketleri ve
ayaklanmalar ise bu sürecin sadece bir parçasıdır. Bu açıdan bakıldığında son dönemde
Ortadoğu'da görülen ayaklanmalar da ancak uzun erimli bir devrimin anlık parçalarıdır.
Tarih boyunca toplumlar ekmek, huzur/özgürlük/güven ve adalet aramıĢlardır. Bir liderin, bir
rejimin meĢruiyet kazanması, yani sürdürülebilir hale gelmesi bu taleplerin karĢılanmasına
matuf olmuĢtur. Din, kabile ya da aĢiret bağları ve diğer kimliklerin hemen hepsi bu talepler
arasında bir denge kurma arayıĢıdır.
Ortadoğu'daki son hareketlilik ile ilgili yorum ve makalelere baktığımızda, Mısır ve Tunus'ta
yaĢananların birer devrim olup olmadıkları tartıĢılıyor ve 1789 Fransız Devrimi baĢta olmak
üzere tarih boyunca yaĢanan rejim değiĢiklikleri ile karĢılaĢtırmalar yapılıyor. Fransız
Devrimi'nin müjdecisi olan Rönesans ve Reform hareketlerinin Ortadoğu ülkeleri için söz
konusu olamayacağı ileri sürülüyor. Bu tür yaklaĢımların ne kadar sığ olduğunu söylemeye
bile gerek yok. Acaba Bastille Hapishanesini basan kalabalıktakilerin kaçta kaçı Rönesans'tan
37
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
haberdardı? Giyotin altında can veren, ya da yeni rejim/ler adına bu kiĢileri doğrayanların ne
kadarı Reform'un anlamını kavrayabilmiĢti?
Bu açıdan bakıldığında, Mısır baĢta olmak üzere, Ortadoğu halkları da bir medeniyet
birikimin temsilcileridirler ve mevcut küresel medeniyet birikiminden az ya da çok elbette ki,
haberdardırlar. Devrimi belirli entelektüel ve ideolojik birikim(ler)in kitleler düzeyinde
yaygınlık kazanması sonucunda gerçekleĢen rejim değiĢiklikleri olarak tanımlayabiliriz. Tüm
ideolojiler insanlık için daha yaĢanılabilir ve daha müreffeh dünyanın sihirli anahtarlarının
kendi ellerinde olduğunu iddia etmektedirler. Ama devrimin sadece, Avrupa'ya özgü
modernist düĢüncenin hayata geçirilmesine dönük büyük ayaklanmaların amacına ulaĢması
olarak tanımlamak, Batı merkezli bir yaklaĢımdır. Bu yaklaĢım içinde bölge halklarına
tepeden bakan, hatta sahip oldukları kimlik ve kültür unsurları nedeniyle "gerçeği" anlama
kapasitesine sahip olmadıklarını ileri sürerek onlara hakaret eden izler taĢımaktadır.
SSCB'nin dağılması bir devrim ya da karĢı devrim ise, Tunus'ta, Mısır'da baĢlayıp tüm
Ortadoğu ülkelerine yayılan ayaklanma hareketi de pek ala bir devrim sayılmalıdır. Her
Ģeyden önce, bölge halkları on yıllardır koltuklarına yapıĢmıĢ liderlerin bir halk hareketiyle
düĢürülebilir olduklarını öğrenmiĢlerdir. Bu durum, adına ister devrim deyin ister ayaklanma
deyin, bölge siyasi zihniyetinin temelden değiĢtiğini göstermektedir.
Bu arada Mısır'da yaĢanan hareketliliklerin özgün yönlerini de vurgulamakta yarar var. Latin
Amerika'da, Orta ve Güney Afrika'da ya da Ġran Devrimi'nde görülen halk hareketleri ile
karĢılaĢtırıldığında Mısır'da milyonların vakur gösterileri, dengeli ve aĢırılıktan uzak tepkileri,
yağma ve talana izin vermemeleri, can kayıplarının büyük ölçüde polisin ya da istihbarat
mensuplarının müdahaleleri sonucunda gerçekleĢmesi, askere karĢı takınılan olumlu tavır not
edilmelidir. Özellikle askere karĢı takınılan olumlu tavrın bir nedeni Mısır'da askerin öteden
beri uyguladığı politikalar ise, diğer bir nedeni polise ek olarak orduya da cephe alınması
sonucu ortaya çıkabilecek kaos ortamının göstericiler nezdinde ve diğer ilgili taraflarca hiç de
istenilen bir durum olmamasıdır.
TÜRKĠYE ÖRNEK MĠ DEĞĠL MĠ?
Türkiye demokrasi ve insan hakları açısından bakıldığında batılı ülkelere göre oldukça geri
durumdadır. Buna rağmen, Ortadoğu ülkeleri ile karĢılaĢtırıldığında ise karĢılaĢtırma bile
yapılamayacak kadar iyi bir durumdadır. Bir ülkenin diğerini örnek alması o ülke halkının ve
yöneticilerinin kendilerinin bileceği bir iĢtir. Ama küreselleĢme çağında tüm ülkeler
birbirlerini etkilemektedir. Bizzat Türkiye, bu anlamda batılı ülkelerden etkilenmiĢtir. Peki,
batılı ülkeler dururken Ortadoğu ülkeleri niçin Türkiye'yi örnek alsın? Çünkü Türkiye bir
Avrupa ülkesi olduğu kadar, bir Ortadoğu ülkesidir de. Ortadoğu ülkelerinin özgün
koĢullarının pek çoğu Türk demokrasinin biçimlenmesinde etkili olmuĢtur. Eğer Türkiye
deneyiminin kısmen de olsa baĢarılı olduğu kabul ediliyorsa, Türkiye'nin bu ülkeler için doğal
bir örnek ve öncü olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Nitekim Türkiye'nin deneyimlerinin
Ortadoğu da geniĢ halk kitleleri üzerinde ilgi uyandırdığını ve derin izler bıraktığını
söylemeye gerek bile yoktur. Bu açıdan bakıldığında, bölgede görülen son geliĢmelerin
Türkiye ile bölge arasındaki etkileĢimin had safhaya çıkarması beklenilmelidir.
Batı medyasında Türkiye'nin Mısır için örnek olduğu yönündeki yoğun vurgunun ise bir yönü
daha bulunmaktadır: 1979 Ġran Devrimi'nin ardından bu ülkede ortaya çıkan çalkantıların ve
38
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
yeni rejim tipinin, ya da Lübnan'da Hizbullah benzeri bir yönetim anlayıĢının Mısır'da tekrar
etmesini engelleme amacı. Sünni kültürün hâkim olduğu ülkelerde din adamlarının yönetimi
ele geçireceği yönündeki endiĢeler ontolojik ve epistemolojik nedenlerden dolayı tamamen
yersizdir. Böyle bir durum ġiilerin çoğunlukta olduğu ülkeler için söz konusu olabilir. Katolik
kilisesi için geçerli olan yargılar teolojik bakımdan siyasi yetkilere donatılmıĢ bir din adamları
sınıfına sahip olmayan Sünni dünya için ancak bir sapma ve geçici bir durum olarak ortaya
çıkabilir. Nitekim tarih boyunca Sünni dünyada din adamlarının iktidar olması sadece istisnai
ve geçici bir durum olmuĢtur.
BEKLENTĠLER
Tunus ve Mısır'da baĢlayan ve tüm Ortadoğu ülkelerine yayılan halk hareketleri bölge için
yeni bir dönemin baĢladığını kesin olarak iĢaretlemektedir. Bu yeni dönemde artık halkların
iradeleri göz ardı edilemeyecektir. Demokratik talepler tüm Arap dünyası boyunca dalgalar
halinde yayılacak ve gittikçe daha da artacaktır. Bölge ülkeleri arasındaki etkileĢim artacaktır.
Sadece ekmek, özgürlük ve adalet taleplerini yerine getirme noktasında halkın taleplerine
kulak veren yönetimler iĢ baĢında kalabilecektir. DıĢ güçlere sırtını dayayarak, içerdeki
demokratik unsurları dıĢarıya karĢı umacı gösterip kendini vazgeçilmez addeden, içerde ise
polis devleti aracılığıyla demokratik güçlerin geliĢmesini engelleyen yönetimlerin bundan
böyle iĢ baĢında kalmaları imkânı artık kalmamıĢtır. Son altmıĢ yıla bakıldığında bu durum,
adına devrim densin ya da denmesin, bölge için çok ciddi bir dönüĢüm anlamına gelmektedir.
Küresel ve bölgesel güçler bölge ile ilgili politikalarını belirlerken sadece yönetimleri değil
bölge halklarının taleplerini de göz önünde bulunduracaklardır. Ġsrail bölgedeki devlet terörü
ve dehĢet dengesine dayalı etkinliğini kaybedecek, bölge ülkeleri ile uyumlu ve bütünleĢik
politikalar üretebildiği ölçüde beka sorununu çözümleyebilecektir. Ama eğer Ġsrail
uluslararası hukuk ve asgari insani kriterler bakımından zalim bir devlet imajı görünümünü
korumaya devam ederse kitleler yönetimleri Ġsrail karĢıtı politikalar izlemeye zorlayacaktır.
Aslında, geleneksel olarak Ortadoğu'da nitelikli bir Yahudi düĢmanlığından söz etmek
mümkün değildir. Son dönemde Ġsrail'e karĢı duyulan öfkenin nedeni dini ve ideolojik değil,
sadece bu ülkenin 1948 yılından itibaren bölgede uyguladığı politikaların ortaya çıkardığı
adaletsizlik imajıdır. Dolayısıyla bölge halkı nezdindeki Ġsrail karĢıtı havanın yumuĢaması
Ġsrail'in 20. yüzyıl boyunca bölgede uyguladığı politikaların meĢru kabul edilebilir bir çizgiye
çekilmesine ve hataların telafi edilmesine bağlıdır. Aksi halde, Ġsrail'e karĢı duyulan öfke
katlanarak devam edecek, bu da Ġsrail'i bölgede Ģimdiye kadar görülmemiĢ biçimde zor
durumda bırakabilecektir.
Bölgedeki Batı düĢmanlığının temel nedeni 19. ve 20. yüzyıllarda uygulanan sömürgeci
politikalardır. Ġsrail'e verilen kayıtsız Ģartsız destek bu düĢmanlığı derinleĢtirmiĢtir. Ancak
mevcut durumda bölge ülkeleri kamuoyları nezdinde görülen Batı karĢıtlığı ne kadar derin
olursa olsun, telafi edilemez değildir. GeçmiĢte yapılan hatalar düzeltilir, hasarlar telafi edilir
ve taraflar arasındaki iliĢkilerin düzeltilmesi için iyi bir kamu diplomasisi faaliyeti yürütülürse
Ortadoğu ülkeleri – Batı arasındaki iliĢkiler meĢru bir zemine oturtulabilir ve yakın tarihte
görülmedik bir biçimde çok daha olumlu boyutlara taĢınabilir.
Mısır, Türkiye ve Ġran ile birlikte, 1970'li yıllara gelinceye dek Ortadoğu'nun en önemli
oyucularından biri durumundaydı. Önümüzdeki dönemde Mısır'ın dıĢ politikada eski
39
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
konumunu yeniden kazanacağı, her alanda donuklaĢan ve durağanlaĢan Mısır'ın yerinde
hareketli ve hayat dolu, Ortadoğu'ya ve tüm Ġslam dünyasına canlılık getiren bir Mısır'ın
doğmakta olduğu ileri sürülebilir.
DemokratikleĢme hareketi halklar arasında geçiĢkenliği artıracak, bu da doğal olarak
yönetimler arası iĢ birliği ve koordinasyon çabalarının yoğunlaĢmasını sağlayacaktır. Bu
durum, son dönemde komĢular arası sıfır sorun ilkesine dayalı ve çok boyutlu bir dıĢ politika
arayıĢında olan Türk dıĢ politikası için ise daha karmaĢık bir iliĢkiler ağını ve yeni ufukları
iĢaret etmektedir.
28 ġubat 2011, Dünya Bülteni
40
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Ġslamcılar ve devrimciler – Mustafa Özcan
Arap dünyasında halk hareketlerinin veya devrimin ve devrimcilerin kimliği tartıĢılıyor. The
Independent gazetesi yazarı Robert Fısk‟e göre, Ġslamcılar devrimlerin önünde değil arkasında
gözüküyor. Ya da Ġslamcılar devrimlerin rehberi ve öncüsü değil. Göstericilerin ağzından
tağutlara karĢı tekbir sözleri (Allahu Ekber) düĢmese de Fısk‟e göre, bu devrimcilerin
Ġslamcılıklarının bir niĢanesi değil. Yeterli bir kanıt değil. Halk Ġslamcı olmasa da zaten
Müslüman ve adaleti talep ettiklerinden dolayı da Allahu Ekber avazıyla sokakları
inletiyorlar.
Robert Fısk‟ın tespitini nasıl değerlendirmeli? Gerçekten de devrimlerin rehberliğini
Ġslamcılar yapmıyor mu? Bu hususta Ġslamcıların hakları mı yeniyor? Ġslam dünyasının
tanınmıĢ liderlerinden ve En Nahda hareketinin kurucularından RaĢid GannuĢi de çeĢitli
beyanlarında Arap dünyasını boydan boya hareketlendiren ve saran ve sarsan devrimlerin halk
devrimleri olduğunu Ġslamcıların da devrimci dokunun bir parçası olduğunu lakin hareketin
bir bütün olarak Ġslamcılara mal edilemeyeceğini söylüyor. Dolayısıyla GannuĢi de Robert
Fısk‟i doğrulamıĢ oluyor. Bu anlamda, halkın Ġslamcıların önüne geçtiği de görülüyor. Halk
sömürgecilik kalıntılarını temizlediği gibi aynı zamanda Ġslamcıların da önüne geçmiĢ ve
Arap dünyasındaki tıkanmayı aĢmıĢ ve her seviyede yaĢlanma halini durdurmuĢtur. Bununla
birlikte, her ülkede bazı Ġslamcılar öncü rolde bulunuyor. Sözgelimi, 25 Ocak (11 ġubat)
Mısır devriminin kalbinde halk olsa da rehberliğinde Yusuf Karadavi vardır. Bundan dolayı
bazı Ġsrailliler veya Batılılar Karadavi hakkında kinaye yollu „Mısır‟ın Humeynisi‟ tabirini
kullanıyorlar. Zafer cumasında hutbe okumuĢ ve Tahrir Meydanından halka ve dünyaya
seslenmiĢ ve devrimin yol haritasını çizmiĢtir.
*
Tunus‟da Bin Ali‟ye karĢı RaĢid GannuĢi gibi isimler öne çıkarken Yemen de Ali Abdullah
Salih‟e karĢı Abdulmecid Zendani ulemayı yönlendirmekte ve Ali Abdullah Salih‟den halkın
taleplerine kulak vermesini istemektedir. Libya‟da da ulemayı ön planda görmekteyiz
sözgelimi bunlardan birisi olan Ali Sallabi Türkiye‟de de tanınan simalardan ve
Ģahsiyetlerden birisidir. Buna mukabil, bazı selefiler devrimlerin önünü kesmeye ve despot ve
zorba rejimlere müzahir olmaya çalıĢmıĢlardır. Bunlardan bazıları gösterilerin Ġslam ruhuyla
bağdaĢmadığı söylemiĢ ve dalgakıran bir rol oynamak istemiĢtir. Lakin yine de bunların
karĢısına ulema çıkmıĢtır. Ġskenderiyeli alimlerden Ahmet Mahallavi bu tarz selefileri
susturmuĢ ve önlerini kesmiĢtir. Klasik ve geleneksel selefi akımı temsil eden ve bazen Ġlmi
Selefilik akımı olarak da anılan gruplar Arap dünyasındaki halk hareketlerini „fitne‟ olarak
nitelendirmiĢ ve yapılanları veliyyi‟l emre ve ulu‟l emre karĢı çıkıĢ olarak görmüĢtür.
Ürdün‟de bu kesimin önemli isimlerinden ġeyh MeĢhur Hasen ve ġeyh Ali Halebi de bu
yaĢanılanları fitne bağlamında değerlendirmiĢ ve kalkıĢmaları kınamıĢtır. Bu grup, Ürdün‟de
Ġhvan adına yayın yapan es- Sebil gazetesiyle karĢı karĢıya gelmiĢ ve es- Sebil gazetesinin
desteklediği devrimleri fitne olarak nitelendirmiĢtir. Arap dünyasının genelinde Ġhvan yanlısı
hareketler devrimlere ya katılmıĢlar ya da desteklemiĢlerdir. Devrimlere mesafeli duran
41
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
selefilere mukabil, Yemenli Abdulmecid Zendani halk hareketlerini emr-i bi‟l maruf
bağlamında ve kapsamında değerlendirmektedir.
*
Klasik selefi gruplar devrimleri taĢkınlık olarak görmüĢ ve nitelendirmiĢlerdir. MeĢhur Hasen,
fitne hadislerini dile getirdikten sonra selefilerin referans isimlerinden Nasirüddin Elbani‟nin
kendisini ziyaret eden Kaddafi‟nin oğlu Sadi‟ye nasihat ettiğini ve onun aracılığıyla babasına
Ģu mesajı ilettiğini söylemiĢtir :” Ġslam ve ehlinin hukukuna riayet etsin ve bu hususta
Allah‟tan korksun.” Batılılar ve Ġsrailliler gibi kimi selefi internet siteleri de Karadavi‟ye
verip veriĢtirmekte ve onun „sapıklıklarına ve küfürlerine‟ temas etmektedir! Ġslami
hareketler uzmanı Hasan Ebu Hüneyye „siyasal Ġslam‟ın dıĢında bir tavır belirleyen selefiler
ile iktidar sahiplerinin uyuĢtuklarını ve onlara vaaz vermek ve ulu‟l emre itaati teĢvik etmek
için uydu kanalları tahsis ve temin ettiklerini ifade etmektedir. Bu bağlamda, Kaddafi‟nin
oğullarından Sadi‟nin önce Nasreddin Elbani ve ardından da onun postuna oturan Ali
Halebi‟yi sık sık ziyaret ettiğini hatırlatmaktadır. Bununla birlikte, Hüneyye Ġskenderiyeli
selefilerin Mübarek‟in indirilmesini talep etmeden de olsa halk gösterilere katıldıklarını
hatırlatmaktadır. Suud Müftüsü Al-i ġeyh ve Mısırlı selefilerden Mahmud el Mısri sokağa
çıkanları ve halk hareketine katılanları „ayak takımı‟ olarak nitelendirmekten maada Hariciler
olarak da vasıflandırmıĢlardır. Lakin farklı selefiler de var. Bunlardan ikisi; Hamid el Ali ve
Hakim el Mutayri (El Matiri) ayaktaki gençliği ve halkı selamlamıĢ ve gayretlerini kutlamıĢ
ve mesailerini tebrik etmiĢtir.
Sonuç olarak, halk pratikte Ġslamcıların önüne geçerken bazıları de Ģer‟i çerçevede kalma
adına yanlıĢ içtihatla saltanat uleması haline gelmiĢtir.
4 Mart 2011, Dünya Bülteni
42
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Kaddafi ile neocon’ların özel iliĢkisi - Jacob Heilbrunn
Bugünkü yeni-muhafazakârlığın merkezi ilkelerinden biri de demokratikleĢme taraftarı olmak
ve zorbalığa karĢı çıkmaktır. Örneğin Richard Perle, An End To Evil baĢlıklı kitabın ortak
yazarlarındandır. Bu kitapta Amerika‟yı savunmak ve terörle savaĢı kazanmak için cesur bir
program serimler.
Fakat baĢka yazarların yanısıra Politico‟dan Laura Rozen‟ın belirttiği gibi son yıllarda Albay
Kaddafi‟ye danıĢman olarak Perle‟den baĢkası görünmüyor. Nereden bakarsanız bakın,
Kaddafi, yeni-muhafazakârların iktidardan devrilmesi esastır dedikleri, Ronald Reagan‟ın
Ortadoğu‟nun kudurmuĢ köpeği diye andığı Saddam kadar berbat bir zorbadır. O zamanlar
böyleydi.
Rozen Ģöyle diyor: “Libya‟nın imajını cilalamak ve ekonomisini büyütmek için çalıĢan ve
Adalet Bakanlığında kaydı olmayan bir firmaya danıĢmanlık yapanlardan biri de hiç
beklenmedik bir isim. Libyalı bir muhalif grubun 2009 yılında ifĢa ettiği bir belgeye göre,
ileri gelen yeni-muhafazakârlardan Richard Perle - Reagan dönemi Savunma Bakanlığında
çalıĢmıĢ ve George W. Bush döneminde Savunma Politikası Kurulu baĢkanlığı yapmıĢtır Kaddafi‟yle görüĢmek üzere 2006 yılında iki kez Libya‟ya gitti ve dönüĢünde BaĢkan
Yardımcısı Dick Cheney‟e ziyareti hakkında bilgi verdi.
Monitor Group adlı firma Boston merkezli. GörünüĢe göre Harvard ĠĢletme Okulu‟ndan bir
dizi profesörle bağlantısı var. Fikir, rejimin imajını cilalamak amacıyla önemli
akademisyenleri Libya‟yı götürmek. Rozen‟e göre Monitor Group belgeleri, Kaddafi‟yle
buluĢturulmak üzere Francis Fukuyama ve Bernard Lewis gibi düĢünürlerin istihdam
edildiğini belirtiyor. Bu olay ilk kez Batı‟nın Kaddafi rejimiyle hangi dolapları çevirdiğini
anlamak isteyen Libyalı muhalif bir grup tarafından ortaya çıkarıldı. Kaddafi‟nin oğlu
Seyfulislam da Monitor Group‟un himayesinde Harvard Üniversitesini ziyaret etti.
Daha önce de yazdığım gibi Bush yönetiminin Kaddafi‟ye ulaĢma çabalarının anlamı vardı.
Bush ulusal güvenlik yardımcılarından yeni-muhafazakar Elliot Abrams, Ģeytanla anlaĢma
yapmanın gerekli olduğuna dair ikna edici bir savunma yapıyor. Realpolitik kaygılarla hareket
eden Bush yönetimi, Kaddafi‟nin nükleer materyallerini emniyete aldı, ki büyük bir baĢarıdır.
Fakat Kaddafi‟nin imajını iyileĢtirmek baĢka bir meseledir. Perle, Libya‟da tam olarak neyi
baĢarmak istediğini açıklamak zorundadır. Perle ve Kaddafi, Libya‟da iki kez buluĢtuklarında
ne konuĢtular? Perle, eski baĢkan yardımcısı Dick Cheney‟le görüĢtüğünde Kaddafi ziyareti
hakkında neler anlattı?
Perle‟un hareketi ziyâdesiyle kuĢkuludur. Lockerbie ve diğer menfur saldırılara nezaret eden
bir adamla Amerika‟nın özel bir iliĢkiye ihtiyacı yoktu.
Bazıları öyle bir ün salar ki telâfisi mümkün değildir; iktidardan devrilmeden evvel aĢırı
gururundan dolayı ülkesini ateĢe atmaya çalıĢan Kaddafi de onlardan biridir.
Kaynak: National Interest, 5 Mart 2011, Çeviren: M. Alpaslan Balcı
43
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Ġran ve domino etkisi - Uygar Altan
Ġran'daki siyasal sistem yapısı gereği Arap rejimlerinden oldukça farklılıklar arz eder.
Öncelikle ülke belli bir hanedanın hakimiyeti altında değildir ve üst düzey kadrolarda sürekli
değiĢiklikler yaĢanır. Somut örnek vermek gerekirse Ģu anda ülkeyi tek adam hakimiyeti
altında yönetmekle eleĢtirilen Ahmedinejad on yıl önce yakın etrafından baĢka kimsenin
tanımadığı bir isimdi ve Tahran belediye baĢkanlığına aday gösterilmesi bile ĢaĢkınlıkla
karĢılanmıĢtı. Muhtemelen beĢ yıl sonra da pek az kimse kendisinin nerede olduğunu
bilecektir. Ülke Meclisi de sürekli yenilenmenin tezahürlerinden birisidir ve bölgedeki
diktatörlüklerde sıklıkla görüldüğü gibi 30 yıllık Meclis BaĢkanlarına ya da milletvekillerine
bu ülkede rastlanmaz. Bu nedenle Arap ülkelerinde zirvedeki kiĢilere karĢı oluĢan tepki
Ġran'da meydana gelmez ve sistem kendi dinamikleri içinde -bazen zıt yönlere doğru olsa dasürekli olarak tazelenir.
Yine ülkede yönetime aktif katılımın tek Ģartı ideolojik bağlılıktır ve etnik ya da sosyal köken
sistem içinde yükselmenin önünde bir engel teĢkil etmez. Diğer yandan her ne kadar
seçimlerde rekabet etmenin Ģartları sert ve bazen keyfi kıstaslara göre belirlense de ülke
nüfusunun önemli bir bölümü seçimlere aktif biçimde katılır ve kimi zaman dıĢ konjonktürün
de etkisiyle oldukça açık bir rekabet ortamı meydana gelebilir. Nitekim geçtiğimiz dönem
cumhurbaĢkanlığı adayları arasındaki televizyondan canlı yayımlanan tartıĢma ortamı
ülkedeki demokratik kültürün yerleĢmesi açısından oldukça faydalı olabilecek iken bazı
adayların seviyeyi düĢürmesi sonucunda tartıĢma bir anda kiĢiselleĢmiĢ ve sonrasındaki
birçok anlaĢmazlığını kaynağını teĢkil etmiĢtir.
Ġran'ı Orta Doğu'daki devletlerden ayıran diğer bir özellik sistemin sürekli olarak
yolsuzluklarla mücadele etmeyi vurgulaması ve sosyal devlet uygulamalarının yaygınlığıdır.
Ahmedinejad'ın Ģehirli orta ve üst sınıflar tarafından benimsenmemesine rağmen geniĢ
kitlelerden aldığı desteğin önemli bir bölümü gözü kara Ģekilde sistem içi rant odaklarına
karĢı verdiği mücadeleden dolayıdır. CumhurbaĢkanı Ģahsi çabalarıyla devrimin baĢından beri
konumunu koruyan ve içinde din adamlarının da bulunduğu birçok nüfuzlu Ģahsiyetin
görevinden alınmasını sağlamıĢtır. Petrol sübvansiyonlarının halka nakit olarak dağıtılması ya
da her doğan çocuğun adına 18 yaĢından itibaren kullanabileceği bir banka hesabı açılması da
Ahmedinejad'ın güçlendirmeye çalıĢtığı sosyal devlet anlayıĢının son adımlarındandır.
Buraya kadar belirtilen hususlar Ġran'ın bölgedeki Arap ülkelerinden temel farklılığını gözler
önüne sermektedir. Ancak günümüzde hiçbir ülkenin diğerinde yaĢanan olaylardan tamamen
bağımsız kalması düĢünülemeyeceğine göre Ġran'ın da bölgesel geliĢmelerden bir Ģekilde
etkileneceği kesindir ama nasıl?
Ġran bölgedeki halk ayaklanmalarını yakından takip etmektedir. Gerek gerçekleĢen bölgesel
değiĢimleri doğru olarak anlama çabası gerekse de bu olayların ülke içine yansıma ihtimali
ülkenin yönetim düzeyinde alarma geçmesine neden oldu. Son bir ayda çeĢitli merkezlerde
konuyla ilgili çok sayıda toplantı düzenlenirken içerideki grupların olayları değerlendirmeleri
de içe yönelik olmaktadır. Mesela Kaddafi'nin Libya'daki olayların ardından ilk konuĢmasını
Fars Haber Ajansı "Kaddafi'den taraftarı yeĢillere çağrı" Ģeklinde duyurur ve yeĢil rengini
seçen reformcuları Kaddafi ile özdeĢleĢtirirken, yönetime daha mesafeli ġark gazetesi aynı
haberi "Kaddafi'den muhaliflere idam tehdidi" Ģeklinde duyurmayı ve Kaddafi'yi reformcu
liderleri idamla tehdit eden ülke yönetime benzetmeyi tercih etmiĢtir. Yine bu bağlamda baĢta
44
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
devrim lideri Hameney olmak üzere yönetim bölgedeki olayları Ġslami bir devrim olarak
nitelerken karĢıt gruplar bu hareketleri demokrasi, insan hakları ve internet özgürlüğü gibi
kavramlarla açıklamayı yeğliyorlar.
Özetle Arap ülkelerindeki ayaklanmaların geçtiğimiz yıl protestoların sert biçimde bastırıldığı
Ġran'ı kısa sürede etkilemesi beklenmemelidir. Ancak reformcu grupların Mısır ve Tunus
halklarıyla dayanıĢma adı altında gösterilere yeniden baĢlaması ve reformcu liderler Musevi
ve Kerrubi'nin eĢleriyle birlikte bilinmeyen bir yere götürülmeleri önemli geliĢmelerdir. Ġran
konusunda önümüzdeki yıllara damgasını vuracak en önemli soru Ģudur: Ġran yönetimi
seçimlerden sonra halkın verdiği tepkiyi ve Orta Doğu'daki değiĢim rüzgarlarının ne anlama
geldiğini doğru okuyabilmiĢ midir? Eğer cevap müspet ise siyasi zekasından kimsenin Ģüphe
duymadığı Ġran yönetimi halk tabanındaki meĢruiyetini geniĢletmek amacıyla ne gibi adımlar
atacaktır? Aksi takdirde yönetimin er veya geç Ģimdiden gençlerin diline düĢen "Tunes tunes,
Ġran netunes" (Tunus baĢardı, Ġran baĢaramadı) sloganının altında kalacağı aĢikardır. Bu
slogan çok kısa sürede Ġran milliyetçiliğinin yaklaĢık yüz elli yıllık kültürel ve bilimsel
çabalarına ve Ġranlılık özgüvenine Purpirar'ın kitaplarından daha fazla zarar vereceğe
benzemektedir ki ilerideki yazılarda bu konuya daha fazla eğilme fırsatı bulabileceğimi
umuyorum.
7 Mart 2011, Dünya Bülteni
45
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Batının Ġsrail’e mesajı - Ertuğrul Aydın
Arap dünyasındaki halk ayaklanmaları karĢısında bir süre kafa karıĢıklığı yaĢayan Avrupa ve
ABD en nihayet karıĢık duygularla da olsa halk lehine tutum sergiledi.
Bunun Ġsrail için anlamı nedir?
Batı'nın Ġsrail'in siyasi ve güvenlik algısına uygun siyasi rejimlerin yıkılıĢını engelleme
çabasına girmeyiĢi, Ġsrail'in stratejik seçeneklerinin azalmasına muvafakat etmesi anlamını
taĢır.
Bu durumda, bir mesaj verilmektedir: "Sen de ılımlı olacaksın; stratejik külfet olmaktan çık."
Çünkü Ġsrail, bir Ģekilde desteğini kazandığı Batı'nın her iki yakasını da sıkıntıya sokan
sorunlu politikalar izliyor.
-
Liberal Batı değerlerine darbe indirmek.
-
Amerikan karĢıtlığını körüklemek.
-
ABD'nin Ortadoğu politikasını rehin almak.
-
Ġki devletli çözüme karĢı çıkmak.
-
YerleĢim inĢaatlarını dondurmamak.
-
ABD'nin Ġran'a saldırması için Beyaz Saray'ı sürekli taciz etmek.
-
Lübnan'a saldırı hesapları yapmak.
Mavi Marmara'daki katliamın da sorumlusu olan sağcı Ġsrail kabinesi, sandığımızdan daha
kalınkafalı değilse anlamı ve mesajı algılayacaktır belki ama gerekli ve yeterli tepkiyi
vereceğini ummak beyhudedir.
Ġsrail'in sorunlu politikalarından Ģimdilik birincisi üzerinde duralım.
Liberal Batı değerlerine darbe indirmek
Dünyada ırkçılığın, Ġslam ve yabancı düĢmanlığının, göçmen karĢıtlığının ve ĢaĢırmayın,
Yahudi karĢıtlığının yayılmasında, çok-kültürcülüğün altının oyulmasında Ġsrail'in ve onun
Batı'daki yandaĢlarının büyük emeği vardır. Ġsrail medyasını takip edenler bilirler, kafatasçı
heyetler Tel Aviv'i ziyaret ederler. Biri gelir öteki gider...
Peki durum niçin böyledir?
Çünkü ırkçı bir Ġsrail'in var kalabilmesi için Batının da değiĢmesi gerekiyor. Geriye doğru.
46
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Zira liberal değerler, Ġsrail'in "saf ırk" ve üstünlük takıntısıyla bağdaĢmaz; hem Yahudi'nin
ırki bekâsını hem de Yahudi devletinin saf Yahudi karakterini, ırkçı damarını tehlikeye atar.
Örneğin çokkültürcülük, çoğulculuk, Siyonistler ve Ġsrailli Ortodoks hahamlar nezdinde
Yahudilerin bekâsına yönelik büyük bir tehdittir.
KarĢılık olarak da Ġsrail, liberal Batı değerlerine karĢı en büyük tehdide dönüĢmekte bir beis
görmüyor. Yani ki dünyada hâkim değerler, Ġsrail'in bekâsını tehdit eden liberal değerler
olduğundan dolayı Ġsrail de Batı'da toparlanmasına yardımcı olduğu sağcı, ırkçı, ulus devletçi
güçlerden oluĢan bir koalisyonu yedeğine alıp Avrupa ve Amerika'da toplumsal ve siyasal fay
hatlarının harekete geçmesini sağlayarak liberal dünya değerlerine dolayısıyla muhayyel
liberal dünya barıĢına kastetmektedir.
Liberaller, terörle savaĢ gerekçesiyle basınç altında kalan Müslümanları değiĢtirmek ve
dönüĢtürmek için hârika bir fırsat yakaladıklarını düĢünüyorlarsa da Ġsrail ve Siyonizm
nazarında kağıt peçete hükmünde olan liberalizm bizzat kendi yurdunda darbe yemektedir.
Liberal Batı, Ġslam karĢıtlığının merkezini çökertmedikçe vurgun yemeye ve nihayet felç
olmaya mahkûmdur zira Batıda aĢırı sağın yükseliĢi, ırkçılığın, yabancı düĢmanlığının
artması, demokrasi, çoğulculuk, çokkültürcülük, çeĢitlilik, hoĢgörü karĢıtlığı ile Ġslam
karĢıtlığı kol kola gidiyor.
O halde Batı, bununla Batının liberal kanadını kastediyorum, ya Ġslam karĢıtlığının merkezi
olan Ġsrail'i sağlıklı normal bir varlık olarak kabul edecek – ki bu kendilerini inkâr etmeleri ve
yok oluĢun kapısına yönelmek demektir - yahut sistemi çökertmesini engellemek için onu hiç
değilse karantinaya alma mücadelesi verecektir. (Hazır sırası gelmiĢken söyleyelim, demek ki
Filistin mücadelesinin liberallere bir borcu yoktur.) Aslında kendince veriyor da. YerleĢim
inĢaatlarının dondurulmaması karĢısında Avrupa Birliği'nin "eski" 26 üst düzey yetkilisinin
AB üyesi ülkelere ve AB kurumlarına mektup gönderip Ġsrail'e "dur" denilmesini ve hatta
Ġsrail yönetimine müeyyide uygulanmasını istediklerini hatırlayın.
Peki, Siyonistler Avrupa'da ve Amerika'da liberal değerlerin çöküĢüne ivme kazandırarak
aĢırı sağı ve ırkçılığı desteklerken anti-semitizm'i de azdırdıklarını görmüyorlar mı?
Görüyorlar elbet ama Yahudiler için sığınacak yer mi yok? O takdirde de nükleer Ġsrail'e göç
kapısı (Türkiye'dekiler dâhil) her Yahudi'ye açık. Aslında bu geliĢmeden beklenen ve özlenen
asgari iki neticeden biri tam da budur: Aliyah. Diğeri ise ulus devletin ayakta kalmasıdır.
7 Mart 2011, Dünya Bülteni
47
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Suudi Arabistan'da 11 Mart tedirginliği - Metin Ünlü
Arap dünyasını saran isyan dalgasının istisnası olmayacak gibi görünüyor. Tunus ve Mısır'da
meydana geldiğinde lokal kalabileceği yönünde yapılan yorumların –belki de temennileryerinde Ģimdi yeller esiyor. Ortadoğu‟yu baĢtan baĢa sarsma kabiliyeti gösteren halk
hareketlerinin varacağı nokta üzerine birçok senaryo ve spekülasyon üretiliyor.
Tunus ve Mısır‟da demokrasi bayramı olarak Batı manĢetlerine yansıyan halk devrimleri,
petrol kuyularına yaklaĢtıkça sistemin lordları için endiĢe kaynağı olmaya baĢladı.
Uluslararası camianın Libya karĢısında sergilediği iki yüzlülük, demokrasi denen kavramın
aslında iĢlevsel olarak nasıl bir anlam taĢıdığının iĢaretlerini veriyor.
Ama asıl sürpriz/trajedi Suudi Arabistan‟da yaĢanacak gibi. Çünkü bu ülke, OPEC‟in en
büyük ülkesi ve burada yaĢanabilecek bir çatıĢma hali, dünya ekonomisini tahmin edilmesi
güç bir Ģekilde etkileyecektir. Petrol fiyatlarının rekor üstüne rekor kıracağını tahmin etmek
zor değil. Buna bağlı olarak zaten bıçak sırtı giden ekonomik dengeler büyük darbeler
alacaktır.
Yani demokrasi talepleri, demokrasi Ģampiyonlarının canını sıkıyor!
Suudi Arabistan artık gizlenemeyecek biçimde içten içe kaynıyor. Özellikle ġii nüfusun
yoğun olduğu doğu bölgesinde geçtiğimiz günlerde yaĢanan gösteriler ve akabinde gelen
tutuklamalar, ülkenin yeni bir dönemin eĢiğinde durduğunu gösteriyor. Olayların nereye
varacağı üzerine net bir Ģeyler söylemek mümkün değil ama hiçbir Ģeyin artık eskisi gibi
olmayacağını açık. Doğu‟daki Katif ve Avvamiye civarında düzenlenen gösterilerde, mutlak
monarĢiyle yönetilen ülkede sosyal ve siyasal reformlar talep edildi. Gelen haberlere göre bu
bölgeye on binden fazla ilave polis gücü gönderildi. Aynı zamanda Damam‟a giden yollar da
kontrol altına alındı.
ġimdilerde daha çok ġii unsurun öne çıktığı gösterilerde halk, eĢit vatandaĢlık ve ekonomik,
siyasal reformların yapılmasını talep ediyor.
Suudi içiĢleri bakanlığı ülkede her ne sebeple olursa olsun gösteri ve yürüyüĢleri Ġslam
Ģeriatına uygun olmadığı gerekçesiyle yasakladı. Aslına bakarsanız böyle bir hak hiçbir
zaman olmadı zaten. Ama bu karar, rejimin yaĢadığı panik halini göstermesi bakımından
manidardır. ĠçiĢleri bakanlığı gerekli bütün tedbirlerin alınacağını açıklayarak gözdağı
vermeyi de ihmal etmedi.
Geçtiğimiz Cuma namazı sonrası baĢkent Riyad‟da bazı mescidlerde cılız da olsa yapılan
gösteriler, sessizlik ve korku duvarının bütün bir ülke sathında çatlamaya baĢladığının
göstergesi.
Bilindiği gibi Kral Abdullah Bin Abdülaziz, yaklaĢık üç aylık bir tedavinin ardından döndüğü
ülkesinde yaĢanabilecek olayların önüne geçebilmek amacıyla bir dizi karar açıkladı.
Ekonomik ve sosyal reformlar içeren bu kararların ekonomik maliyeti 37 milyar doları
buluyor. AnlaĢılan krallık halkın taleplerini anlamak istediği Ģekilde değerlendirmek yoluna
gitmiĢ. Kanaatimizce diğer birçok yönetimde de gördüğümüz bu rüĢvet mantığı, Suudi
48
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Arabistan‟da da ters tepecektir. Çünkü içerisinde Ġslamcılar, liberaller ve ġiileri barındıran
halk dalgası, ülkede seçimler yapılmasını ve siyasi özgürlükler istiyorlar.
Suudi Arabistan rejimi olayların önüne geçmek için her türlü yöntemi kullanıyor. Bu
kapsamda ulema heyeti gösterilerin haramlığına dair bir fetva yayınladı. Facebok gibi sosyal
ağlar yoluyla organize olmaya çalıĢan muhaliflere karĢı rejimi destekleyen sayfalar açılarak
karĢı propaganda yapılıyor.
11 Mart'ı öfke günü ilan eden muhaliflerin gücünü ve takatini hep birlikte göreceğiz. Ama
Ģimdiden Ģunu söylememiz mümkün; Libya‟dan daha ürkütücü bir senaryoyla karĢı
karĢıyayız. Çünkü Suudi rejimi, Kaddafi‟den daha yumuĢak bir tutum takınmayacaktır.
Olayın mezhebi boyutunun geliĢmesinin doğuracağı siyasal reaksiyonun bölgede meydana
getireceği etki, ürkütücü senaryolara zemin hazırlıyor.
Birçok kiĢi Suudi Arabistan‟da yaĢanacak bir devrimin sadece bölgede değil dünya sisteminde
de bir deprem etkisi yapacağını dile getiriyorlar. Bu anlamda 11 Mart, sadece bölgemizde
değil bütün dünya için yeni bir miladın ilk iĢareti olmaya aday bir gün.
Obama‟nın gerçek sınavı baĢlıyor…
8 Mart 2011, Dünya Bülteni
49
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
ġam , Kahire değil - Michael Bröning
Devrimler Tunus‟tan Bahreyn‟e kadar otoriteryan rejimleri sarsarken uzmanlar hemen bir
sonrakinin Suriye rejimi olacağını söylediler. Bölgedeki diğer ülkeler gibi Suriye de çok
fakirleĢtirilmiĢtir. ġam otoriteryanizmi ile Tunus, Mısır ve Libya otoriteryanizmi arasında
görünüĢteki benzerlik çarpıcıdır. Tunus ve Mısır‟da olduğu gibi Suriye‟de de tek parti rejimi
ülkeyi yıllardır demir yumrukla yönetmektedir. Ülke elli yıldır tıpkı Kuzey Afrika‟daki
muadilleri gibi olağanüstü hal kanunlarıyla yönetilmekte, siyasi katılım çağrıları
bastırılmaktadır. Ancak benzerliklere rağmen Suriye‟ye yakından bakıldığında Esad rejiminin
– on yıldır BeĢĢar Esad‟ın nezaretindedir – devrilmesi muhtemel değildir. Paradoksal olarak,
Suriye‟nin vahim ekonomik durumu ve baskıcı mekanizmanın koruması altındaki Alevi
azınlık yönetimi, muhalif güçlerin yakın gelecekte kritik bir kitle olmasını önleyecektir.
Suriye son yıllarda yıllık yüzde dört oranında büyüme kaydediyor ama ülke sarsıcı bir iĢsizlik,
artan hayat pahalılığı ve yaygın bir yoksulluk pençesindedir. ġam‟ın resmi verilerine göre
(ġam aĢırı iyimser hesaplamalarıyla meĢhurdur) 2010‟un ilk çeyreğindeki iĢsizlik oranı yüzde
8; ancak bağımsız kaynaklar bu oranın yüzde 20 civarında olduğunu, iĢsizliğin en çok genç
nesil arasında yaygın olduğunu tahmin ediyor. ĠĢsiz ve hayal kırıklığı yaĢayan gençlik Tunus
ve Mısır‟daki devrimlerin itici gücü olduğundan dolayı gözlemciler Suriye gençliğinin iĢsizlik
oranını potansiyel devrim iĢareti olarak kaydettiler.
Suriye gençliğinin Tunus ve Mısır‟dakiler gibi ekonomik Ģikâyetleri var elbette ama yaygın
yoksulluğun ve iĢsizliğin ani rejim değiĢikliğine katalizör olması Ģu an ihtimal dâhilinde
değildir. Esad‟ın 2000 yılında cumhurbaĢkanı olduktan sonra baĢlattığı ihtiyatlı ekonomik
liberalleĢme politikasına rağmen Suriye toplumu halen yüksek eĢitlikçi niteliği ile malumdur.
Doğru, seçkinler batılı lüks ürünlere gitgide daha fazla eriĢebilmekte ve Esad ailesinin kimi
üyeleri akrabacılık ve vurgunculukla itham edilmektedirler. Bununla birlikte, büyük bir
servetin oligarĢik siyasi seçkinlerin elinde birikmesi kural olmaktan ziyâde istisnâdır. Siyasi
tecrit ve ülke içi otoriteryanizm, ekonomik bakımdan güçlenmiĢ, siyasi bilinci olan bir orta
sınıfın geliĢimini ciddi Ģekilde bastırmıĢtır. Dolayısıyla da ġam‟daki durum, devrim öncesi
Tunus, Mısır ve Libya‟daki durumdan baĢkadır. Üç ülkede de halkın öfkesini alevlendiren,
geniĢ bir seçkinler sınıfı ile marjinal çoğunluk arasında hayli görünür olan ve gitgide artan
uçurumdur. Suriyelilerin aksine, Tunus ve Mısır‟daki – Ģimdi de Libya‟daki – göstericiler
yoksulluklarının mutlak değil izâfi olduğunu – yani rejimin adâletsizliğinden neĢet ettiğini –
anladılar.
Yıllardır ülkeye hâkim olan Esad ailesi, orduyu rejimle bütünleĢtirerek güçlü bir siyasi
emniyet ağı geliĢtirdi. BeĢĢar‟ın babası Hafız Esad, Suriye ordusunda yükseldikten sonra
1970‟te iktidarı ele geçirdi ve kilit görevlere Alevileri yerleĢtirerek sâdık bir alevi Ģebekesi
kurdu. Doğrusu, ordu, yönetici seçkinler ve acımasız gizli polis öylesine iç içedir ki Esad
rejimini güvenlik seçkinlerinden ayırmak artık imkânsızdır. BeĢĢar Esad‟ın göstericilere karĢı
güç kullanma tehdidi Tunus veya Mısır‟a nazaran daha olasıdır. Bu yüzden, ordunun
profesyonel olarak eğitim gördüğü, bağımsız bir rol oynamaya eğilimli olduğu Tunus ve
Mısır‟ın aksine, Suriye rejimi ve ona sâdık güçler en kararlı ve korkusuz muhalif güçleri bile
caydırabilecek durumdadır. Suriye‟deki durum, bu bakımdan Saddam Hüseyin‟in Irak‟taki
Sünni azınlık hâkimiyetiyle kıyas edilmeye daha musaittir. Aynı zamanda, ordunun vahĢi ve
rejime sâdık olduğu ama eğitimli ve disiplinli bir ordudan ziyâde militan çapulculara
benzediği Libya‟dan da çok farklıdır.
50
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Esad‟ın iĢbirlikçi seçkinleri hâricinde çok az destekçisi olduğu da doğrudur ama rejimin
muhalifleri bile daha az halk desteğine sahiptir.
Rejimin muhaliflere karĢı güç kullanması farazi değildir. Hafız Esad 1982‟de Hama‟da
Müslüman KardeĢler ayaklanmasını ezmiĢ, binlerce sivil hayatını kaybetmiĢti. 2004 yılında
BeĢĢar Esad‟ın güvenlik güçleri Kürt protestocuları bastırdı ve onlarca kiĢi öldü. Suriye
rejiminin içinde bulunduğu tecrit, tekrar bu Ģekilde güç kullanma ihtimalini artırmaktadır.
Dostane ikili iliĢkiler tarihinin olduğu ve ABD önderliğindeki diplomatik çabaların ordunun
göstericilere verdiği tepkiyi Ģekillendirdiği Mısır‟ın yahut ordunun Amerikan eğitimi aldığı
Tunus‟un aksine, Batının Suriye üzerinde neredeyse hiç manivela gücü yoktur. Bu nevi siyasi
tecridin neticeleri Libya sokaklarında görülebilir: Aynı Ģekilde dıĢlanmıĢ Muammer Kaddafi,
kendisini durduracak hiç kimse olmadığından dolayı iktidarını korumak için çıplak güce
baĢvurdu. Libya rejiminin Ģiddetli tepkisi, pek çok Suriyeli nazarında azimli bir zalimin
halkına neler çektirebileceğini göstermektedir.
Suriye‟nin bir diğer özelliği, Esad‟ın dini bir azınlıkla olan bağıdır: Aleviler. Siyasi
gözlemciler, Esad‟ın azınlık statüsünün uzun vadeli istikrarı yok ettiğinde neredeyse ittifak
halindedirler. Bu değerlendirme makûldür ama Suriye‟nin kendine has Ģartlarını hesaba
katmıyor.
Esad‟ın dar bir seçkinler grubunun ötesinde Zeynel Abidin bin Ali ve Hüsnü Mübarek‟ten bile
daha az ateĢli destekçisinin olduğu doğruysa da rejimin muhalifleri daha az halk desteğine
sahiptir. Bölgedeki diğer diktatörlerin aksine, pek çokları Esad‟ı hizbi çıkarların savunucusu
olarak değil hizbi bölünmenin önünde bir karĢıt ağırlık olarak görürler. Dahası, Suriyeliler
Irak ve Lübnan‟daki hizbi çatıĢmaların yıkıcı neticelerine sıksık ve doğrudan mâruz
kalmaktadırlar. 2005 ve 2006 yıllarında yüzbinlerce Lübnanlı ve Iraklı mülteci ġam‟a akın etti
ki Suriyelilere hizipçiliğin ateĢlediği kıyımın müthiĢ sonuçlarını hatırlatmıĢtır. Hizipçiliğin
Lübnan ve Irak‟ta nasıl hüner sergilediğini görünce, Suriye‟nin aynı derecede çoğulcu
toplumunun Esad liderliğini kabullenmesi için iyi nedenleri vardır.
Esad‟ın nispeten genç oluĢu (Esad 45, Bin Ali 74, Mübarek 82, Kaddafi 68 yaĢındadır) ve
güvenilir Batı karĢıtlığı sicili, ona diğer liderlerin sahip olmadığı bir koruma katmanı
sunmaktadır. Pek çok Suriyeli, ABD liderliğindeki Irak iĢgaline sergilediği muhalefeti ve
Ġsrail karĢıtı politikalarını arzu edilir ve ulusal çıkarlara uygun buluyor. Esad‟ın Batı‟daki
eğilmeyen parya Ģöhreti kendi ülkesinde rağbet görmesini sağlayan Ģeydir. ABD‟ye karĢı
durma istekliliği bölgede göstericilerin toplanmasını sağlayan Arap haysiyeti temasıyla
bağdaĢır. Benzer bir batı karĢıtı duruĢu Kaddafi de sergiledi ama Suriye‟nin Arap-Ġsrail
çatıĢmasına olan coğrafi yakınlığı (ve Suriye‟nin bu çatıĢmanın doğrudan tarafı olması)
Esad‟ın direniĢ söylemine Kaddafi‟ninkinden – hassaten de Kaddafi‟nin 2000‟lerde ABD‟yle
iliĢkilerinin iyileĢmesinden sonra - daha fazla güven katmıĢtır.
Suriye rejimi, bölgesel geliĢmelere büsbütün kayıtsız kalmıĢtır demek değil bu. Esad, Tunus
ve Mısır‟daki muadillerinin devrilmesinden duyduğu rahatsızlığı belirtircesine “toplumu
açmak” ve “diyaloğa baĢlamak” gibi reform vaatlerinde bulundu. Reformları Ģimdilik maaĢ
artıĢı ve (ĢaĢırtıcıdır) sosyal medya ağları üzerindeki kilidi açmakla sınırlı kaldı. Suriyelilerin
ümitlerini belirsiz ve Ģiddetli bir devrim yerine yavaĢ ama istikrarlı bir reform sürecine
yatırmaları daha muhtemeldir. Facebook‟ta “öfke günü” çağrıları Ģimdiye değin cevapsız
kaldı.
51
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Esad‟ın reform vaatlerinin yeterli gelip gelmeyeceğinin ilk testi bu yılın sonunda yapılması
planlanan yerel seçimlerde ve meclis seçimlerinde görülecektir. Bu seçimler nasıl
sonuçlanırsa sonuçlansın, Suriye, otoriteryanizm karĢıtı bu dalgayı büyük ölçüde atlatacak
gibi duruyor. Ġroniktir, Batılı liderlerin devrildiğini en çok görmek isteyecekleri bir Arap
rejimi bölgedeki diğer çaylak rejimlere kıyasla nispeten güçlenebilecektir. ġam‟da
sarsılmadan duran bir rejimin Mısır‟da yeni seçilmiĢ bir liderlikle yakınlaĢmayı ciddi ciddi
düĢüneceği ihtimaline bakınca hassaten rahatsız edicidir bu. Batı‟nın Esad‟la nasıl
yakınlaĢacağı sorusu, ki Tunus ve Mısır‟daki Batı destekli liderlerin yok oluĢun Esad rejimini
yastıklamıĢtır, kısa bir süre içerisinde daha keskin bir Ģekilde ortaya çıkacaktır.
Kaynak: Foreign Affairs, 9 Mart 2011
Çeviren: Ertuğrul Aydın
52
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Kabilecilik gerçeği ve Libya kabileleri – Farac Necm
Ġnsani özlü ve modern görünümlü toplumlar ancak güçlü bir toplumsal yapı ve uyumlu
tuğlalardan kurulmuĢ onurlu bir birliktelik üzerinde gerçekleĢir. Mükemmel bir cemaat ortaya
çıkar ve mükemmel bir ümmete yükselir. Daha sonra geliĢir yayılır ve bütün dünyaya
yayılarak umumi bir hal alır. Bu bakıĢtan hareketle Libya'nın bu temel üzerine kurulu
olduğunu söyleyebiliriz. Ancak kabileli bir yapı arz etmektedir. Kabileciliğin avantajlı ve
dezavantajlı yanları vardır. Tuzakları olduğu gibi...
KiĢi, insan topluluklarının yapısına ve katmanlarına yakından, dikkatli bir Ģekilde baktığında
onların bir dereceye kadar bir arada yaĢayan homojen inanç grupları tarzında ağlar biçiminde
kompleks bir örgü ve iĢlemeden ibaret olduğunu görür. Bazı küçük azınlıklar dıĢında Libya
halkı baĢtan beri toprak birliğinden daha çok antropolojik bütünlükle bir birlerine bağlıdırlar.
Arap olmayan diğer küçük azınlıklarla daha güçlü bir bağ olan Ġslam inancıyla bir birlerine
bağlıdırlar.
Libya, bütün vatandaĢlarının Maliki mezhebine bağlı olduğu Müslüman bir ülkedir. %5
oranında Berberi, %3 Afrikalı ve %1 Tuarekler vardır. Yahudi azınlık ise 1967'de Libya'dan
ayrıldı. Ġtalyanlar da 1970 yılında Libya'dan çıkarıldı.
Kabile sisteminin, on dört asırdır Libya'da Müslümanlığın ve Arapça dilinin korunmasında
büyük etkisi olmuĢtur. Bunun kaynağı, asırlar boyunca bütün yıkım ve parçalama çabalarına
karĢı kitleleri yapısında birleĢtiren kabilenin kimliğinin korunması üzerine gösterilen büyük
arzudur.
Yani kurumlar üzerine inĢa edilmiĢ Libya devletinin oluĢmasında kabileciliğin büyük bir rolü
olmuĢtur. Aynı zamanda Ġslam'ın korunması ve Ġslam düĢmanlarının püskürtülmesi anlamında
da net bir rolü olmuĢtur. DüĢmana karĢı koyma, can ve malını feda etme konusundaki yetenek
ve hazırlıklı oluĢlarını da unutmamalıyız.
Libya toplumu bütünüyle kabilecilik temeli üzerine oturmaktadır. Her bir kabilenin fertlerini
kabilenin kurucusuna kadar uzanan bir dizi nesep bağı bir birine bağlamaktadır. Arap
dünyasının diğer yerlerinde de olduğu gibi.
Libyalıların zihinlerinde nesep bağı önemli, hatta abartılı bir yere sahiptir. Öyle ki iki kabile
arasında nesep iliĢkisinden baĢka bir iliĢki tasavvur edemiyorlar. Hatta kabileler arasında
ekonomik çıkarlardan dolayı oluĢmuĢ komĢuluk iliĢkilerini bile nesep iliĢkisi olarak
açıklıyorlar. Hatta kendilerini birleĢtiren ortak bir nesep olduğuna dair deliller ortaya koyma
derecesine kadar gidiyorlar.
Her bir kabilenin kendilerini ilk kuran atalarıyla ilgili hikayeleri vardır. Ancak bu 'Ģecereler'
çağdaĢ bilimsel bir gözle incelendiğinde kimi zaman ortada net bir açıklaması olmayan bir
çeliĢkinin olduğu belirginleĢiyor. Ancak Libyalılar kabileler arasında kan, çıkar ve komĢuluk
bağlantısı kurmak için sürekli olarak nesep bağına sığınıyorlar.
Nesep, Libya'da kabile sisteminin ana direği, bir arada yaĢamanın emniyet supabı ve
aralarında kimlik kartıdır. Bundan dolayı Libyalılar nesep iliĢkisine sahip çıkıyor ve onu
nesilden, nesile ulaĢtırıyorlar. Nesebin geçmiĢ nesillerde büyük bir önemi vardı. Bir kiĢi bu
53
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
yada Ģu kabileye bağlı olmadıkça toplumda kabile meclisine üyelik ve korunma gibi hukuka
sahip olması mümkün değildi.
Bu bir seçim değildi kaçınılmaz bir toplumsal zorunluluktu. Köleler, azledilenler ve zayıf
kiĢiler hayatlarını daha kolay yaĢamak ve ayrıcalıklardan yararlanmak için kabilevi yapı
içerisine girerek bu haktan faydalanmıĢlardır. Zayıflara örnek, Libya topraklarında ortaya
çıkıĢlarının baĢlangıcındaki ve bağımsız bir yapı oluĢturmadan önceki dönemdeki
Murabıtları'dır.
Libya toplumunun yelpazesine derinlemesine bakan orada Libya toplumunu oluĢturan birkaç
sınıf olduğunu görür. Bunların en önemlisi Arap kökenlilerdir. Yani Beni Süleym ve Hilal
oğulları, Fezare ve diğer halefleri. Fatımi halifesi Muntasır Billah tarafından, kendisine karĢı
ayaklanan Ġbn-i Badis devletine ve onunla birlikte Tunus ve Trablus'ta bulunan
direniĢçilerden kurtulmak için batı tarafından Mısır'dan kullanarak baskı yapmak üzere bu
kabilelere1050yılında bağımsızlık tanımıĢtı.
Beni Süleymin çoğunluğu Libya'nın doğusundaki Burga'da yerleĢti. Benu Hilal ise batıdaki
Trablus ve Fas'a yerleĢti. Seadi kabileleri –söylencenin dediğine göre- anneleri Sa'de'ye
dayanmakta ve üç kola ayrılmaktadır: 1- Harabi 2- Cebarine 3- Beragis. Harabi kabilesi ise:
Ubeydat, Hasse, Derse, Evlad Fayet ve Evlad Hamd olmak üzere beĢ kola ayrılıyor.
Cebarine kailesi; Cevazi, Avakir, Megaribe, Mecabire, Ureybat ve Celalat kollarına ayrılıyor.
Beragis kabilesi ise Ubeyd ve Arefe olmak üzere iki kola ayrılmaktadır.
Diğer bir grup ise Araplar, ancak Murabıtlar olarak tanınıyorlar. Neseplerini oğlu Hasan –
bazen de Hüseyin- yoluyla Hz. Ali'ye dayandırıyorlar.
Çoğunluğu Ģu anda Cebaliye olarak isimlendirilen Cebel Garbi ve Cebel Nefuse'de yaĢayan
Berberiler ise ibadi mezhebine bağlıdırlar. Kabile yapıları yapısı ve sınıfları anlamında Arap
kabile yapısı gibidir. Bu yüzden bazıları Araplarla aralarındaki büyük benzerlikten dolayı
kökenlerinin Arap olduğunu söylüyorlar. Berberilerin liderliği geçmiĢ iki asırda, bazılarının
kökenlerini Umman'daki Beldetü el-Düreyz'e (Cebel Nefuse'ye Ġbadi olarak geldiler ve
BerberileĢerek onlarla birlikte yaĢadılar deniyor)dayandırarak Arap olduklarını söylediği Al
Baruni'nin elindeydi. Ġlim geleneği olan bir ailede doğan Ġstanbul'daki Osmanlı sultanının
fermanıyla Trablus'a vali olarak atanan mücahit edip Süleyman El- Baruni (Cebel Nefuse'de
Beldetü Cadu'da doğdu) onlardandır.
Aynı zamanda kökenleri Osmanlının Türk, Kürt, Arap, Çerkez, Arnavut, Yunan ve Bulgar
kökenli mücahid askerlerine ve kendilerine bu bölgeden katılan -özellikle de Berberilerunsurlara uzanan Keragule yada Kulukaliye kabilesi. 1551 yılında Osmanlı ordusu Kanuni'nin
komutanlarından Murat paĢa komutasında St. Jhon Ģovalyelerini yenerek Trablus'u ele geçirdi
Daha sonra Murat paĢa Kanunin emriyle buranın valisi olarak atandı. Bu askerler Trabluslu
(Arap, Berberi yada diğer kökenlerden) bayanlarla evlendiler. Bunlardan meydana gelen nesil
Arap Müslüman bir nesil oldu.
Onların siyasi haritada ilk görünüĢleri Kirmanlılar Devleti iledir (1711-1835). Bu, daha sonra
bağımsız Libya devletinin ilk nüvesi olacaktır. Milli anlamda bir vatandaĢlık duygusunun
Libyalılarda yer etmesinde onların büyük bir etkisi vardır. Toplumda, siyasi ve ticari alanda
54
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
etkileri geniĢledi. Çoğunluğu Ģu anda Zaviye, Trablus, Zeltan, Mısrata, Bingazi ve Derne'de
yaĢamaktadır.
Keragule sayı ve etki olarak geliĢtiğinde kabile ortamı baskın geldi ve onlar da bir kabile
yapısı içerisinde toplandılar. Onların kendilerine has alıĢılmıĢ bir kabile yapıları var. Hala
Keragul ile Murabıtlar arasında güçlü bağlar vardır. Kirmanlılar Murabıtlara özel bir muamele
uyguluyorlardı. Cihad çağırısı yapıldığında onların diğer Libyalı kabileler arasında önceliği
vardı. Bazen onları vergiden muaf tutuyorlardı. Kimi zaman Murabıtlar devletle ayaklanan
kabileler arasında arabulucu oluyordu. Evlad Bu Seyf kabilesinin 1842 yılında Kirmanlı
hükümetiyle Evlad Süleyman kabilesi (Arap, Benu Süleym kökenli) arasına girdiği gibi.
Evlad kabilesi hacim olarak Kuzey Afrika'daki en büyük kabile olarak kabul ediliyor. Nüfusu
3 ila 5 milyon arasında hesaplanıyor. Libya kökenli (1670) Arap-Mısır kabilelerinin en
büyüğü ve en yaygın olanı olarak kabul ediliyor. Batı'da, Libya'nın doğusundaki Tobruk
civarındaki El-Batnani'den doğuda Mırsın kalbi Nil'e, kadar uzanıyorlar.
Kolayca anlaĢılıyor ki Merkezi idarenin bu geniĢ mıntıkada varlığını hissettirmesi çok zor.
Bundan dolayı herkesin adaletine baĢ vurduğu geleneksel bir yapı oluĢturdular. Üstad
Hayrullah Atyuve'nin aktardığına göre El-Batnani'deki Evlad Ali kabilesinin Ģeyhleri ve ileri
gelenleri 1653 yılında altı ay boyunca toplandılar ve 'Evlad Ali (Ali Oğulları) yolu' olarak
yada daha doğrusu 'Çöl kanunları' olarak isimlendirilen bir sistem ortaya koydular. Ġsim ve
kısmi olarak Ġslam Ģeriatına dayanan bu 'yol' -yada gelenek- bir ceza kanunu mesabesinde
oldu. Kabile içi ve kabileler arası iliĢkileri belirleyen 67 maddeden oluĢuyordu.
Evlad Ali eksenindeki bütün kabileler bu kanunlara uydu. Bu 'yol' kabile üyeleri arasında,
aralarındaki Ģahsi ve toplumsal sorunlara çözüm getiren bir emniyet supabı haline geldi.
Bu sistemin ana unsurları Ģunlardır:
1- Devletin etkisinden uzak bir Ģekilde isim olarak ve kısmen Ġslam Ģeriatına dayanmaktadır.
2- Ölüm ve diyet içeren konularda ağırlıklı olarak Ġslam Ģeriatına baĢvuruluyor. Kırkla ve ağır
yaralanmalarla sonuçlanan dövmelerde ve aynı Ģekilde nikâh, boĢanma ve diğer konularda da
ağırlıklı olarak Ģeriata baĢvuruluyordu.
3- Cinayet iĢleyenlerin ve yakınlarının –Hatta kimi zaman bütün kabile- sürgün edilmesi
anlamına gelen 'Nezale' yukarıda da zikrettiğimiz gibi günümüzde hala Libya'nın bir çok
bölgesinde geçerlidir. Bingazi gibi büyük Ģehirlerde dahil olmak üzere.
4- 'El-Miad' yada 'El-Mesar' geleneksel bir meclistir. Sorunların tartıĢılması için geniĢ
katılımlı bir kabilevi toplantıdır. Diğer kabilelerin tanıklığıyla suçlu ile mağdur arasındaki
çekiĢmenin bitirilmesin ve kabileler arasındaki anlaĢmadan sonra hüküm açıklanır. Ve bu
karar bağlayıcı olur.
5- 'Elberave': Kabileyi –Ġleride bazı fertleri ya da aileleri tarafından iĢlenebilecek- güvenliği
ve insanların huzurunu bozacak suçlardan ve kötü fiillerden tezkiye etmek. Aynı Ģekilde
kabileden ayrılmak isteyen kiĢiler için de, kabilenin bunların yaptığından sorumlu olmadığını
gösteren bir 'berave' yayınlanır. Suçlunun kabilesi değil kendisi yaptıklarından sorumlu hale
55
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
gelmiĢ oluyor. Ve sonuca kendisi katlanıyor. Ve kabilesi onun intikamını almak için harekete
geçmiyor.
Bu durum genellikle kabile Ģeyhleri ve ileri gelenlerinin düzenlediği ve kabile üyelerinin
çağrıldığı açık bir oturumda serkeĢ kiĢi ve ailesinin Ģahitler huzurunda resmi bir biçimde
yaptığı/yapacağı iĢlerin sonuçları üzerine uyarılmasından sonra gerçekleĢir. Burada kabile bu
kiĢinin fiilleriyle iliĢkisi olmadığı yönünde kararını açıklar.
Kaynak: El Cezire, 10 Mart 2011
Çeviren: Metin Ünlü
56
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Livni Arap demokrasisine kılavuz olursa - Robert Grenier
Ġsmimin önünde dizi dizi ünvan yok ki klinik yargılarda bulunabileyim. Ancak bana öyle
geliyor ki Ġsrail baĢbakanı Ariel ġaron 11 Eylül 2001 saldırılarından hemen sonra bir
süreliğine çıldırmıĢtı.
4 Ekim 2001 tarihinde bir konuĢma yapmıĢ – daha çok atıp tutmaya benziyordu – ve
Washington‟ın resmi kanadını Ģok etmiĢti. Amerika‟nın yaklaĢan terörle savaĢ için Arap
ülkelerinden destek alma çabasına saldırmıĢtı. “Arapları bize rağmen yatıĢtırmaya
çalıĢmayın” demiĢti. “Ġsrail Çekoslovakya olmayacak.”
Ġsrail liderinin bir Amerikan baĢkanını Nazi yatıĢtırıcısı Neville Chamberlain‟le kıyaslayan
ham, duygusal sözleri, Afganistan‟da pek yakın bir zamanda patlak verecek husûmetlerle ve
teröre karĢı uluslararası bir koalisyon kurmakla meĢgul George W. Bush ve kabinesi için hiç
beklenmedik bir hücumdu. Ertesi gün, Ġsrail lideri II. Ġntifada‟nın baĢladığı zamandan beri
Filistin tarafının kontrolündeki topraklara karĢı en ağır askeri saldırıyı baĢlattı ve FKÖ lideri
Yaser Arafat‟ın kısa bir süre önce kabul ettiği ateĢkesi sona erdirdi. O zamanın DıĢiĢleri
Bakanı Colin Powell “ġaron‟un son birkaç gündür sergilediği davranıĢlar akıldıĢı olmanın
eĢiğinde” demiĢti.
Fakat ġaron‟un asabi kafasının nasıl çalıĢtığına ve ABD-Ġsrail iliĢkilerinin tarihine âĢina
olanlar nezdinde bu öfke patlamalarının açık bir izahı vardı. Ġsrail nezdinde onlarca yıl önemli
tek iliĢki, ABD ile olan iliĢkileriydi. Amerika kenarda tutulduğu müddetçe Ġsrail bölgesel
veya uluslararası baskılara dayanabilir diye düĢünülüyordu. O halde Amerikan politikası
üzerindeki hayati nüfuz Ģansa bırakılacak bir Ģey değildi. Ve Pearl Harbor‟dan beri en yıkıcı
sürpriz saldırının ertesinde, Amerikan politikasının hızlı bir geçiĢ sürecine girdiği bir anda,
ABD‟nin ne yapabileceği hakkında hiçbir fikir yoktu.
Bir tehdit olarak Demokrasi
Amerika Ġslam‟dan ilham alan terörizme karĢı etkili bir eyleme girecekse, Ġslam‟a karĢı
savaĢmadığını ispatlamak için Müslüman ülkelerin desteğini almaya ihtiyacı olduğu 11 Eylül
ertesinde belliydi. BM‟de ilan edilmek üzere yeni bir Ġsrail-Filistin barıĢ inisiyatifi
baĢlatmaktan bahsediliyordu; hatta bir Filistin devletine ABD desteğinden bahsediliyordu.
Savunma Bakanı Donald Rumsfeld 11 Eylül‟ün ardından kilit Ortadoğu ülkelerine destek
turuna çıktı; Tel Aviv‟de durma zahmetine girmedi. Böylesi bir atmosferde, Ariel ġaron‟un
düĢünce tarzına sahip olanlar için, paranoya günün nizâmıydı. Çoğu Amerikalı henüz
noktaları birleĢtiriyor değildi ama ġaron‟un cürm-ü kasdı anlaĢılmıĢ, el Kaide‟nin
Müslümanları cezbetmesinin merkezinde yatan Ģeyin ġaron‟un ve Ġsrail‟in Filistin
topraklarında yürüttüğü iĢgal ve baskı olduğu göze çarpmıĢtı. ġaron Ġsrail‟de yayınlanan
Yedioth Ahronoth gazetesine düĢüncelerini Ģöyle açmıĢtı: Arkanızdan iĢ çevrildiğini
keĢfettiğiniz anlar vardır. Karar verdim, bu kadarı yeter, daha fazlasına gerek yok. Kısa bir
süre sonra savaĢ baĢlayacak. Ġsrail‟den Filistinlilere aĢırı taviz vermesi istenecek. Reddettiği
takdirde de savaĢın kuyusunu kazmakla suçlanacak. Hareket etmek için son dakikadır.”
57
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Birkaç gün önce Tzipi Livni‟nin Arap Ortadoğusu‟nda yaĢanan “demokratik devrimler”
hakkında kaleme aldığı, Washington Post‟ta yayınlanan op-ed makaleyi okuduğumda ABDĠsrail iliĢkilerinin uzun zamandır unutulmuĢ bu kısmını hatırladım. Bu Ġsrail liderinin sözlerini
veya sözlerinin ardına saklanmıĢ korkuyu anlayacak Ģekilde mücehhez çok az Amerikalı
olduğuna bahse girerim. ABD‟nin Ortadoğu politikası bir kez daha dönüm noktasında.
Doğrusu, tüm bir bölgenin tarihi bir dönüm noktasındadır. Ve bir kez daha, ABD BaĢkanı,
Arapların arzularıyla tehlikeli bir dayanıĢma sergiliyor. Amerikan yönetimi, demokratik
Mısır‟da Müslüman KardeĢlerin siyasi katılım yeri olduğuna iĢaret etmiĢti; yani baĢka
ülkelerde de Ġslamcıların demokratik katılımına bir yer vardı. Livni‟nin sözleri bize Ġsrail
liderlerinin bir kez daha korku ve telaĢ yaĢadıklarını çıtlatıyor ki yaklaĢık 10 yıl evvel Ariel
ġaron‟u kıskıvrak yakalayan korku ve telaĢa benzemez değil hani.
EndiĢeli olabilirler. Bölgede serbest kalan devrimci güçlerin gelecekteki yönelimini ve nihâi
semereyi bekleyip görmek gerekecek. Fakat Ġsrail‟in en büyük tehdit algısının siyasi kaosa
düĢmek ve bölgesel terörizm olduğunu farzedenlere Livni‟nin yazısını dikkatlice okumalarını
öneririm. Kendine hizmet eden boĢ laflarını çekip çıkardığınızda, dilin Ģifresini
çözdüğünüzde, Kadima Partisi liderinin – ve pekâla diğer Ġsrailli siyasi liderlerin – bölgede en
çok korktukları Ģeyin bizzat demokrasi olduğu âĢikar olur.
GayrimeĢrulaĢtırma
Ġsrail‟in ister Filistin olsun ister baĢka bir yer, Araplar arasında demokrasi görmek
istemediğini hatırlamak önemlidir. Oslo‟dan sonra Filistin demokrasisi lehine baskı uygulama
fırsatı olmasına rağmen Ġsrailliler tam tersini yaptılar: Seçmenlerine karĢı hassasiyet taĢıyan
sahih politikacılar yerine kendileriyle kuĢkulu anlaĢmaların yapılabileceği, halk baskısından
nispeten muaf liderlerle iĢ görmek.
Sözde demokratik bir liderin Amerikalı bir dinleyici kitlesi önünde Arap demokrasisine karĢı
çıkması münasebetsizlik olacaktır. Fakat Ġsrail için risk o kadar çok ki yapacak baĢka bir Ģey
yok. Livni‟nin sözleriyle: “….sırf kaygı/daraltı, her hangi bir lider için bir politika değildir.”
Dahası, Ġsrail 2006‟daki hatasını hani Ģu Filistin seçimlerine müsaade ettiği ve Hamas yani
yanlıĢ parti kazandığında da makabline Ģâmil çabalar sarfetmek zorunda kaldığı o hatayı
tekrarlayacak değildir.
Hayır, bu kez Livni‟nin çok daha zekice bir fikri var: Varlığını uygun bulmadığı partiler daha
bir seçime katılmazdan evvel onları gayrimeĢrulaĢtırmak. Çözüm? Demokratik seçimlere
katılım için evrensel kurallar ihdas etmek ve bu kuralların uluslararası kabulünü sağlamak. Bu
tezgaha göre, seçimlere katılmak isteyen her parti evvela bir dizi demokratik ilkeyi hem
sözleriyle hem de davranıĢlarıyla benimsemelidir: ġiddeti kınamak, devletin güç kullanım
tekelini kabul etmek, amaçlara barıĢçıl araçlarla ulaĢmak, hukukun üstünlüğüne bağlılık,
hukuk önünde eĢitlik ve ülkelerinin imzaladıkları uluslararası anlaĢmalara bağlılık.
Livni‟nin beklentisi o ki bilhassa da Ġslamcı partiler bu kriterleri karĢılayamayacaklar ve sahih
demokrasiye yaklaĢan her hangi bir Arap ülkesi “gayri demokratik bir partinin seçilmesi
58
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
olumsuz uluslararası neticelere gebedir” diye uyarılacak. Hâsılı, Ġsrail ABD ve Avrupa‟nın
gözünü bağlayıp bu “demokratik ilkeleri” kabul ettirse, Ġslamcı partilerin Hamas gibi
muamele görmelerini sağlamak, tüm bir demokratik süreci gayrimeĢrulaĢtırmak ve
Amerika‟nın Arap dünyasıyla arasında zaten devam eden yabancılaĢmayı sağlama almak zor
olmayacaktır.
Sahih bir demokratik parti olarak tasdik edilmek için önerilen uluslararası kriterde küçük bir
uygunsuzluk var elbet: Ġsrail‟deki partilerin büyük bir çoğunluğu ve bizâtihi Livni bu
kriterleri karĢılayamaz. “ġiddetin kınanması…amaçlara barıĢçıl araçlarla ulaĢmak?” GeçmiĢte
Ġsrail‟in güç kullanarak çıkarlarının peĢinden gitmesine bakınca, Livni elbette ki ciddi olamaz.
ġu Ģiddet meselesi üzerinde düĢünmek için burada biraz duralım. Benim ülkem, baskıya ve
devredilemez hakların ihlaline karĢı Ģiddetli bir ayaklanmanın sonucunda kurulmuĢtu.
ġiddet? Amerika Ģiddet kullanmaktan veya meĢru müdafaa yahut zulme direniĢ için kendi
adlarına Ģiddet uygulayanlara destek vermekten asla çekinmemiĢtir. Ancak Amerika, söz
konusu olan Ġsrail olduğunda, Ģiddet kullanımına muhalefeti terörizme muhalefetle bir
tutmaya müsaade etmiĢtir. Tam aksine, terörizme muhalefet, muharip olmayan masumlara
karĢı gayri meĢru güç kullanımına muhalefettir. Terörizme muhalefet zulme karĢı meĢru
direniĢe muhalefet değildir katiyen.
Filistinlilere verilecek en iyi tavsiyenin güce baĢvurmamaları olduğuna zira doğru bir Ģekilde
uygulandığında, Ģiddet dıĢı direniĢin mücadeleleri bağlamında davalarına çok daha iyi hizmet
edeceğine inanıyorum. Terörle mücadele I'll gladly compare counter-terrorism credentials
with anyone – fakat bir zalime karĢı meĢru direniĢte güç kullanımına ilke olarak hiçbir zaman
itirazım yoktur.
ġiddetin kınanması ve güç kullanımı üzerinde devlet tekelinin kabulü, bir devletteki siyasi
aktörlerin meĢru talepleridir ancak Livni‟nin endiĢesi bu değil. Ġsrailliler Ģiddetin kınanmasını
talep ettiklerinde, kastettikleri Ģey, cezadan muaf kalarak Filistinlilere kötü davranma hakkına
sahip olduklarını herkesin kabul etmesi gerektiğidir.
Ya peki “hukukun üstünlüğü ve hukuk önünde eĢitlik” nedir? Livni‟nin Ġsrail‟in Arap
vatandaĢlarının Filistinli olarak görülmesinde defalarca ısrar ettiği, iki devletli çözüm
uygulandığı takdirde ise, Ġsrailli Arapların vatandaĢlıktan çıkarılmalarına ve rızaları
olmaksızın onları Filistin devletine nakledecek Ģekilde Ġsrail sınırlarının ayarlanmasına destek
vereceği Palestine Papers‟da ifĢa edilmiĢti. Hukukun önünde eĢitlik dediği böyle bir Ģey.
Uluslararası anlaĢmalara bağlılık var bir de: Ġsrail‟in, kurulduğu günden itibaren onlarca yıldır
alınan ve uzun bir silsile oluĢturan BM kararlarını arsızca küçümsemesine bakınca, Livni
ciddi olabilir mi? AnlaĢmalara “söz ve davranıĢla” bağlılık sergilemeye gelince, Ġsrail
liderlerinin, mükellefiyetlerini hükmi olarak kabul etmelerine rağmen Oslo sözleĢmelerinin
Ģartlarını yerine getirmeyi sistematik olarak reddettiklerini kim unutabilir?
59
DÜNYA BÜLTENİ ARAŞTIRMA MASASI - DÜBAM
Arap dünyasının önemli bir kesiminde demokrasiye beklenen geçiĢin daha ilk günlerdeyiz.
YanlıĢ gidebilecek çok Ģey var; kötümserlik için pek çok neden var. Fakat süreç ilerledikçe,
ABD çıkarları Amerika‟nın çıkarlarıyla örtüĢmeyen sözde dostların tavsiyelerinden
sakınmalıdır. Ġsrailli bir politikacının bu sinik ve kurnaz makalesi, Arap demokratikleĢmesine
Amerikan desteğini baltalamak için yürütülecek uzun bir Ġsrail kampanyasının ilk salvosudur.
Amerikalı politikacılar bu çabaların ardında yatan amaçları anlamalı ve her ne pahasına olursa
olsun onlara direnmelidir.
Kaynak: El Cezire, 11 Mart 2011
Çeviren: M. Alpaslan Balcı
60

Benzer belgeler