HF # 99 - Hayatım Futbol

Transkript

HF # 99 - Hayatım Futbol
4 Ekim 2013 -
Sayı 99
SARAYA
iTALYAN
SADRAZAM
Kupada Haliç derbisi
Karagümrük-Kasımpaşa
Sonunda geldi
FIFA 14
Madrid’in Sambacı
boğası Diego Costa
M
I
T
A
Y
A
H
#99 F
L
O
B
T
U
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editörler
Emre Çelik
Rafet Baran Eryılmaz
Yazarlar
Burak Eken
Salih Demirci
Uğur Karakullukçu
İtalyan işi
İtalyan, İstanbul’a ayak bastı ama Boğaziçi’nin havasını
soluyamadan Torino’ya gitti. Temelli gelişinde ise eli boş
dönmeyerek yaşanan kaos ortamına rağmen Galatasaray
taraftarının Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkma umutlarını
canlı tutmayı bildi. Biz de Türkiye kariyerine hızlı bir giriş yapan
Roberto Mancini’yi atlamadan edemedik.
Yönümüzü yurt dışına çevirdiğimiz zaman ise atlayamayacağımız
bir santrfor da vardı: Diego Costa. Koskoca Brezilya ile son
Dünya ve Avrupa şampiyonu İspanya’yı şimdiden birbirine
düşüren Diego Costa’yı doğal olarak es geçmedik.. Ayrıca
torpilli(!) Guy Luzon’un yükselişi, oyun dünyasının rakipsizi
FIFA 14 ve Karagümrük-Kasımpaşa arasında oynanan derbi de
sayfalarımızdaki yerini aldı. Ha, bir de Batuhan Karadeniz var.
Gerçi o hiç olmadı, olmayacak...
Keyifli okumalar,
Emre Çelik
[email protected]
[email protected]
#99
Bu Sayıda
MANCiNi ÖZEL
Keskin Geçiş
Defansçı Mancini, hücumcu
Terim’in izinde ne yapacak?
Kupa Toptancısı
Kariyeri boyunca kazandı.
Sıra Cimbom’da
İşte FIFA 14
Beklenen oyun huzurlarınızda
İkinci Cambaz:
UEFA Gençler Ligi
UEFA, Devler Ligi’ni altyapıya
uyarlarsa ne olur?
Brezilya Boğası
Geldi, Gördü, Yeniyor...
Atletico’yu La Liga’nın
zirvesine Diego Costa taşıyor
Standard’ın İsrailli hocası
Guy Luzon’a bir bakış
Rüya Paraya Direnemedi
Karagümrük ile Kasımpaşa
kupada bir araya geldi
Batuhan Karadeniz
Trabzon’daki son şansını da
çöpe atıyor...
İlker Yılmaz
RÜYA PARAYA DiRENEMEDi
Türkiye
Yıllardır karşılaşamamasına rağmen her maçta birbirlerinin kulağını
çınlatan ezeli rakipler Karagümrük ve Kasımpaşa, Türkiye Kupası’nda
kozlarını paylaştı. Hayatım Futbol tarihi derbiyi yerinde izledi.
HF
#
99
Fenerbahçe’nin de önünde sonunda ulaştığı
Türkiye Kupası, zamanla değersizleşmesinin
yükünü üzerinden hala atamazken onlarca
maç arasında gözler bir sürpriz aramaya
devam ediyor. Bu kez küçüklerin büyükleri
elediği bir sürprizden farklı olarak, İstanbul’un
kendileriyle gurur duyan iki semti, Karagümrük
ile Kasımpaşa, Ziraat Türkiye Kupası ikinci
turunda eşleşti. Sekiz yıldır birbirlerine
rakip olmayan ve aradaki gelir ve lig farkı
da göz alınınca bir sekiz yıl daha aynı ligde
karşılaşmaları pek mümkün gözükmeyen
iki ekibin mücadelesi büyük bir heyecanla
beklenmeye başlandı ve o gün geldi çattı.
Emniyet önlem olarak rakip takım, yani
Kasımpaşa seyircisinin maça gelmesini
yasaklamış olmasına rağmen bununla
yetinmemişti. Vefa Stadı’nın çevresinde kuş
uçmuyordu. Tek bir sokak dışında stada ulaşan
tüm yollar polis bariyerleriyle kapatılmıştı.
Sıkı güvenlik önlemlerinin ardından bilet
gişesindeki kuyruğa girdik. Hem bilet hem de
giriş aynı kuyrukta olunca büyük bir kalabalığın
içinde beklemeye koyulduk.
Malumunuz alt liglerde içeriye girmenin iki yolu
var: 1-Bileti önceden alırsın ve bilet kuyruğuna
aldırmadan ‘Beyler biletliyiz biz, yol verin’
diyerek kalabalığı yararak içeri girersin. 2-Maçın
başlamasına 15 dakikadan az kalmışsa eğer
bilet almaya uğraşacağına bir müddet daha
beklersin, ya elinde tomarla bilet olan birileri
gelir ve gelişi güzel bilet dağıtır, ya da kapılar
açılır içeri girersin. Kalabalıkta beklerken elinde
bilet tomarıyla bir abi geldi, kısa sürede stokları
dağıtıp diğer kapıyı da açtı. Bilet alıp girmeyi
isterdik açıkçası ama stada daha hızlı girme
yolunu seçtik.
Sonbaharı görmeden kışa giren
Karagümrüklüler, hafta içi iş saatine denk
gelmesine rağmen derbinin hatırına olsa
gerek tribünleri doldurmuştu. Tribünde boş
bir yere geçer geçmez Kırmızı-siyahlılar, Süper
Lig’de oynayan ezeli rakibine karşı fırtına
gibi başlamış ve meyvesini de daha beşinci
dakikada almıştı. Tribünler bu golle zaten
coşarken futbolcular da gelen gazla birlikte
Kasımpaşa’ya nefes aldırmıyordu. Her ne kadar
Kasımpaşalı futbolcular topa daha çok sahip
olsa da hakimiyet Karagümrük’ün elindeydi. İlk
yarı nasıl biter derken bir duran top pozisyonun
ardından ikinci gol de geldi. Tribünler adeta
mutluluktan havaya uçacaktı ki üç dakika sonra
fark önce bire indi, ilk yarının son dakikasında
gelen penaltı golü de devreye beraberlikle
gidilmesini sağladı.
Türkiye
Devre arası tribünlerin büyük çoğunluğu
maç köftesine hücum etti. Maç köftesi de
maç köftesi olsa bari! Birçok statta olduğu
gibi burada da stat içerisindeki köfteler
hazır, market köftesi. Kaldı ki karın doyurma
aktivitesi maç öncesi veya sonrasında olmalı
ki devre arasında karşılaşmanın kritiği
yapılsın. Hava da sağ olsun, köfteleri yiyenler
parmaklarının donduğundan yakınıyordu.
HF
#
99
Köfteden gelemeyenlerle başlayan ikinci
yarının başında Kasımpaşa bir gol daha atarak
bayram etmeyi uman midelere ağrılar soktu.
Her geçen dakika ilk yarı boyunca yapılan
tezahüratların, edilen küfürlerin anlamı biraz
daha eridi ve konuk takım 2-0 geriden gelip 3-2
kazanarak turu geçti.
Üçüncü lig ekibi Karagümrük, olağanüstü
çabasına rağmen bir zamanlar sıkça
karşılaştığı, bu günlerde kendisine tepeden
bakan ezeli rakibine karşı acı gerçekle yüzleşti.
Son yıllarda ‘Yürü ya kulübüm’ü duymaya
alışmış Kasımpaşa karşısında kurulan hayaller
maçın sonunu göremedi. Haliç’in karşı
yakasındaki zengin kulüp, diğer yakasındaki
ezeli rakibi için fazlasıyla gerçekti.
Uğur Karakullukçu
Şampiyonlar Ligi
iKiNCi CAMBAZ:
UEFA GENÇLER LİGİ!
HF
#
99
Avrupa’daki en önemli futbol organizasyonu olan UEFA Şampiyonlar
Ligi artık bir kardeşe sahip. Fakat bu yeni organizasyon görüldüğü kadar
kusursuz değil.
Kendisini futbolsever olarak tanımlayıp da
Şampiyonlar Ligi’nin o içleri gıcıklayan, adeta
futbolun milli marşı olan tema müziğinden
hoşlanmayan var mıdır? Bir de bu melodinin
22 genç yıldız adayı için çalındığını düşünün. 32
takımlı Şampiyonlar Ligi formatının bir karbon
kopyası olan UEFA Gençler Ligi ilk bakışta göz
alıcı duruyor. Muhtemelen seneler ilerledikçe
UEFA bu yeni turnuvasını daha da cilalayacaktır
ancak turnuvanın başlama süreci ve formatın
getirdiği handikaplarla turnuvanın fikir
babalarının gitmek istediği yoldan biraz farklı.
Bir ipte iki cambaz…
İki sezon boyunca Avrupa’nın önde gelen
altyapılarını bir araya getirerek U-19
Şampiyonlar Ligi formatını hayata geçiren
turnuva olan NextGen Series, gayet başarılı
bir iş çıkarmış, hatta bazı maçlarda 20 binin
üzerinde seyirciyi stadyuma çekmeyi başararak
UEFA Avrupa Ligi’ni kıskandıracak bir sinerji
yaratmayı başarmıştı. Buna karşın NextGen
Series bu sezon turnuvaya maddi sebeplerle bir
yıllığına ara verdiğini duyurdu. İkinci sezonunun
başında yayıncı kuruluş olarak Eurosport’la
Son şampiyon UEFA Gençler Ligi’nde yok!
?
anlaşan ve 16 takımdan 24 takımlı formata
geçen bir turnuva için bu kararın arkasında
açıklanandan daha farklı sebepler olduğu
biliniyor. Bunun en başında UEFA Gençler
Ligi’nin U-19 takımları için takvimi büyük
ölçüde kapatması gerekiyor. Kısaca ikinci
cambaz birinciyi ipinden etmiş gibi ancak
tartışma da bu noktada çıkıyor. UEFA Gençler
Ligi, NextGen Series fikrinden beslenen bir
format, bunu UEFA Başkanı Michel Platini
de, “Bu turnuvanın (NextGen) özel bir şirket
tarafından düzenlendiğinin farkına vardık ve
İcra Kurulu’nda bu formatın UEFA tarafından
organize edilmesine karar verdik. Bunu da
Avrupa Kulüpler Birliği ile birlikte yapıyoruz.”
diyerek zaten itiraf etmişti. Peki aynı havuzdan
beslense de ikisi gerçekten aynı turnuva mı?
HF
#
99
Son şampiyon dışarıda
NextGen Series’in fikir babası, aynı
zamanda Brentford’un sportif direktörü
olan Mark Warburton’a göre UEFA’nın bu
topa girmesi normal ancak formatta ciddi
sorunlar var. Warburton’a göre turnuvanın
katılımcılarının Şampiyonlar Ligi üzerinden
belirlenmesi ciddi bir hata. “Gençlere yatırımı
ve akademi kalitesini mi ödüllendireceksiniz,
yoksa A takımın performansını mı
değerlendireceksiniz?” diyor Warburton.
Ayrıca Ağustos sonunda Şampiyonlar Ligi’ne
katılıp katılmayacağı belli olacak ekiplerin bu
turnuvaya nasıl hazırlanacağı ciddi bir soru
işareti.
Daha da kötüsü, Avrupa’nın en prestijli
akademilerine sahip bazı kulüplerin
Şampiyonlar Ligi’nden uzak kalma ihtimali.
Geçen sezon Portekiz’de Avrupa kupalarına
vize alamayan ancak dünya çapında birçok
yeteneğin eğitim aldığı Sporting akademisi
bu formatta turnuvanın dışında kalıyor. Geçen
sene NextGen Series şampiyonu olan Aston
Villa’nın yakın gelecekte turnuvada yer alma
olasılığı da yok. Bir önceki sezonda Inter
U-19 takımıyla yaptığı başarılı işler Andrea
Stramaccioni’yi Inter’in başına getirmişti. Inter
bu sezonki turnuvada Kupa 1 vizesi alamadığı
için yer alamıyor. Hatta altyapının sözlükteki
karşılığı Ajax’ın dahi geçmişte Şampiyonlar
Ligi dışında kaldığı olmuştu. Bu Platini’nin iki
yıl denenecek dediği karbon kopya formatında
dikkat çeken en ciddi problemler.
Bu sorunları gidermek ve UEFA’nın yeni
formatını NextGen Series çizgisine
?
yaklaştırabilmek adına Mark Warburton ve
Justin Andews, UEFA yetkilileriyle yaptıkları
görüşmede 48 takımlı, altyapı kalitesine
bakılarak wildcard sistemiyle genişletilmiş bir
turnuva önerisi yapmıştı ancak bu en azından
ilk iki sene için kabul görmedi.
HF
#
99
Potansiyeli yüksek
Öte yandan ortada şu anda gözükenden çok
daha büyük bir potansiyel olduğu da ortada.
İşin içine uluslararası rekabet girince, adına da
Şampiyonlar Ligi konunca seyircinin gösterdiği
ilgi de gayet iyi. Üstelik her şeyden önce 1821 yaş arası atlanması gereken profesyonel
eşiği geçmek isteyen genç futbolcular
adına da harika bir fırsat ve deneyim. Artık
profesyonellik yaşı Avrupa’da epey inmiş
durumda ancak özellikle Türkiye gibi yaşlı ligler
için ciddi bir yenilenme fırsatı ve Şampiyonlar
Ligi hedefi olan kulüpleriimz için altyapıya
ilgi göstermeleri adına bir fırsat. Bu turnuva
olmasa hemen hemen boş diyebileceğimiz
1995-96 jenerasyonuna Galatasaray’ın yaptığı
ekler ortada. Bu bakımdan Türk kulüplerine
de kendi aralarındaki kısır rekabetten daha
yukarıda bir çıta ve hedef koyması da mühim.
Turnuvanın gelişimini yakından takip etmekte
fayda var zira sadece geleceğin oyuncularının
oynadığı maçlar topluluğundan öte bir
şampiyonanın gelişimine tanıklık edebiliriz.
Uğur Karakullukçu
KESKiN
GEÇiŞ
Roberto Mancini
Radikal bir kararla hücumcu Terim’le
yollarını ayıran Galatasaray, daha da
radikal bir karar alarak savunmayı
futbolun merkezine koyan Mancini’yi
göreve getirdi. Bu değişimin nasıl
sonuçlanacağıysa büyük merak
konusu...
HF
#
99
Roberto Mancini’nin Galatasaray’ın teknik
direktörlüğüne getirilmesi sonrasında takımın
nasıl bir yola gireceği sarı-kırmızılılarla ilgili en
büyük merak konularından biri. İtalyan hocanın
imzasının üzerinden 2 gün geçmeden çıkılan
Juventus deplasmanında ortaya konulanlar
ise bu konuda fikir yürütmeyi çok daha
çabuklaştıracak cinsten. Özellikle de puanla
başlayıp Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkmak
için küçük de olsa avantajı Galatasaray’ın eline
geçirdikten sonra.
İtalyan teknik adamın maç öncesinde basın
toplantısında kullandığı “Fatih Terim’in
takımını devam ettireceğim” cümlesi
sonrasında beklentiler daha çok bu sürekliliğin
teknik anlamda olacağı şeklindeydi. Keza
bambaşka bir futbol mantalitesine sahip bir
takıma oldukça farklı fikirlerle gelip oldukça
önemli bir rakip karşısında bu fikirleri takıma
dikte etmek pek mantıklı görünmüyordu. Fakat
rakibin bir İtalyan olması ve Mancini’nin onları
çok iyi tanıdığını belirtmesi elbette bazı şeyleri
değiştirdi.
Juventus’un yaşadığı problemler, içinde
bulundukları sıkıntılı dönemle birlikte farklı bir
oyun planının öne çıkması için uygun ortamı
da beraberinde getiriyordu. Juventus, pres
yapmadan geride bekleyen takımlara karşı iki
sezondur sıkıntı çekiyordu ve Fatih Terim’in
sistemiyle onlara istedikleri fırsatları vermek
mümkün olabilirdi. Roberto Mancini o fırsatları
vermemeyi tercih etti. Gerek sahaya çıkardığı
kadroyla, gerek oyun planıyla Fatih Terim’in
son zamanlarda pek de fazla denemediklerini
denedi. İkinci yarıdaki bazı problemlere rağmen
şansının da yardımıyla istediği sonucu aldı.
Peki Juventus maçının ışığında Galatasaray’ı
gelecek haftalarda neler bekliyor?
Öncelikle 2,5 senedir bir Fatih Terim takımı
olan Galatasaray’ın zamanla Roberto Mancini
takımına döneceği muhakkaktı fakat Juventus
maçı itibarıyla bu geçiş biraz fazla keskin
ve sert oldu. Maçın başından itibaren geriye
yaslanan ve rakibe boşluk bırakmamaya
çabalayan Galatasaray’ı dünkü maçın özel
durumuyla değerlendirmek gerekebilir. Fakat
Roberto Mancini
HF
#
99
yeni mantalite karşısında takımın gösterdiği
iyi tepki, Mancini’nin bu geçiş dönemini
hızlandırmasını mutlaka sağlayacaktır.
Galatasaray’ın ligdeki bazı deplasmanlarda ve
özellikle de iç saha maçlarında gereken skor
alındıktan sonra da bu yapıya bürüneceğini
tahmin etmek pek zor değil. Çarşamba akşamı
ikinci yarıda takımın 11 kişiyle kendi kalesinin
önündeki 35-40 metrelik alana yaslanması ve
rakibi çağırması daha zayıf takımlar karşısında
taraftar tepkisini elbette çekecektir. Bunun
dengesini kurmak ve Terim’in takımının
kodlarını zaman zaman kullanmak bu yönden
İtalyan hocanın işini geçiş aşamasında
kolaylaştırabilir.
Fatih Terim döneminde takım sahaya 4-2-3-1
formasyonuyla çıktı fakat Roberto Mancini’nin
Juventus karşısında sahaya çıkardığı iki ‘gerçek’
açık oyunculu 4-2-3-1, Terim tarafından
hiç kullanılmamıştı. İtalyan hoca Inter ve
Manchester City deneyimlerinde klasik açık
oyuncusunu kullanmayı pek tercih etmemişti
fakat dünkü maçta rakibin Juventus oluşu ve
sistem olarak tek kenar oyunculu 3-5-2’yi tercih
ediyor olmaları Mancini’nin oyunu genişletme
isteğini beraberinde getirmiş olabilir. Ne var
ki Çarşamba gecesi ortaya çıkan ve asimetrik
olmayan 4-2-3-1, Burak ve Drogba ikilisinden
birinin mutlaka yedek kulübesinde oturacağı
anlamına geliyor. Avrupa’da sorun omayan
yabancı kontenjanıyla birlikte şu anda takımın
sorgulanamaz tek yabancısı konumundaki
Didier Drogba, Mancini’nin bu düzeni devam
ettirmesi halinde ligdeki bazı maçlarda kenara
gelecek ilk yabancı oyuncu olabilir. Henüz 6+4
kuralıyla tanışmayan hoca elbette Terim’in
yaşadığı problemlerin benzerlerini yaşayacak.
Özellikle Juventus karşısında savunmanın
en iyi oyuncusu olarak dikkat çeken Aurelien
Chedjou’yla birlikte yerden kalkmayan
Emmanuel Eboue bu yönden makas yemesi
muhtemel ilk oyuncular olmaya devam
edecektir.
Mancini, İtalya deplasmanı sonrasındaki
basın toplantısında zaman içinde daha
değişik dizilişlerin de ortaya çıkacağını söyledi.
Roberto Mancini
HF
#
99
Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısıyla birlikte bu
dönem de Fatih Terim tarafından fazlasıyla
kullanılan 4-3-1-2, Sneijder, Burak ve Drogba
üçlüsünü aynı anda oynatmak amacıyla
özellikle bazı iç saha maçlarında Mancini
tarafından sarılan can simidi olmaya devam
edecek gibi görünüyor. Özellikle Inter’deki
ilk iki sezonunda takımının ana sistemi
haline getirdiği bu dizilişin bir anda takımın
sistem portföyünden çıkacağını düşünmek
çok mantıklı değil. Fakat Mancini’nin asıl
sürprizi, Manchester City’de yedek plan
olarak düşündüğü üçlü defansı Galatasaray’a
uyarlamak olabilir. Gerek stoper havuzu,
gerek kenar oyuncularıyla takım, üçlü defansı
oynayabilecek yeteneğe sahip ve 4-3-1-2
dışında yukarıdaki hücum üçlüsünü özellikle
de defansif zaafiyet yaratmadan oynatmanın
tek yolu muhtemelen İtalya’da son dönemlerin
en moda yapısından geçiyor. Galatasaray’da
balayı dönemi çok çabuk ve iyi başladı fakat iyi
giden şeyi bozup ana mantaliteden tamamen
farklı bir plana ilerlemenin yaşanacağı sıkıntılar
takımın önüne mutlaka gelecektir. Sarıkırmızılılar Roberto Mancini’nin ustalığına daha
çok bu anlarda ihtiyaç duyacak. Bu tarz geçiş
aşamalarında kazanmak her zaman hocanın
en büyük yardımcısıdır ve Juventus’tan alınan
1 puan Mancini’yi epey rahatlatmış olmalı.
Fakat İtalyan hoca daha fazlasına ihtiyacı
olduğunu biliyor ve Fenerbahçe’nin ligde 5
puan arkasında olan Galatasaray’ın ülke içinde
beraberliğe tahammülü kalmaması yeni yapıya
geçiş aşamasında işleri karışık hale getirebilir.
Salih Demirci
KUPA
TOPTANCISI
MANCiNi
Roberto Mancini
Roberto Mancini’nin kupa için
en çok beklettiği zaman şimdiye
kadar 2 yıl oldu. Kendi liginden
şampiyonluğa oynamayan
takımları dikkate almazsak bir
tam sezon yeterli.
HF
#
99
Kupa toptancısı olarak başlangıcı Sven-Göran
Eriksson’un ikinci adamı olarak çalıştığı Lazio
kulübesinde yapmıştı. Kulübün tarihindeki
en büyük uluslararası başarı olan 1999 Kupa
Galipleri Kupası, sonraları ‘onunla abi kardeş
gibiyiz’ dediği Eriksson’lu günlerde gelmişti.
Ardından, şimdilerde olduğu gibi Fatih Terim’in
bıraktığı yerden devralmış ve Fiorentina’nın
kazandığı son kupayı, 2001 İtalya Kupası
Şampiyonluğu’nu elde etmişti. Futbolcu ve
yardımcı antrenör olarak çalıştığı Lazio’ya
baş antrenör olarak döndüğünde ise yine boş
geçmedi, yıldızlarını satan takımla birlikte
İtalya Kupası kazanarak terfi aldı.Calciopoli’nin
patladığı sezonda Inter ile üçüncü olmuştu
ama yine boşu yoktu; 23 yıl sonra Inter’e
İtalya Kupası’nı getirmişti. Sonrasını nispeten
hafifleyen bir ligde oynasa da kazaya mahal
bırakmadı, Inter’i üç sezon üst üste Serie A
şampiyonu yaparken arkasında 7 kupa bıraktı.
Avrupa Kupaları’nda basamakları çıkamaması
o günlerde de eleştirilirken Mancini’den iki sene
sonra Inter, Jose Mourinho ile Avrupa’nın da
zirvesine çıktı.
Son durağı Manchester City’de ise ağır bir
yükün altına girmişti. Bu seferki ne Lazio’ya,
ne de Serie A’ya benziyordu. Kuşkusuz, onu bu
göreve İtalya’da yaptıkları getirmişti, liyakati
tartışılmazdı ama bu defa yarış bambaşkaydı.
Sonradan dünyanın en pahalı takımı olacak
kadroyla birlikte kurtlar sofrasına oturmuştu.
Burada da çabucak bir şeyler elde etti, sezon
ortasında aldığı takımla ilk tam sezonunda
Şampiyonlar Ligi’ne taşıdı ve 42 sezon sonra
kulübe FA Cup kazandırdı. 2011/12 ise rüya
gibi bir finalle bitti, Sergio Agüero’nun son
dakika golü ile 44 yıl sonra Manchester City lig
şampiyonu oldu.
Şimdiye kadar, 13 yıllık antrenörlük kariyerinde
12 kupa kaldıran Roberto Mancini’nin kupa
için en çok beklettiği zaman 2 yıl oldu. Kendi
liginden şampiyonluğa oynamayan takımları
dikkate almaz isek bir tam sezon yeterli. Ancak
artık belki de onun için bir ilk, başka bir zorluk
var. Galatasaray’ı tekrardan rayına sokmak
için elinde birkaç günden fazlası yok ve kupa
kazanmak içinse yalnızca altı buçuk ayı var.
Rafet B. Eryılmaz
GELDi, GÖRDÜ, YENiYOR...
Avrupa Futbolu
Tanınmayan bir İsrailli olarak taraftarların büyük tepkisiyle karşılaştığı
Standard Liege’le Avrupa’nın en heyecan verici sezon başlangıcını yapan
Guy Luzon, şimdiden ‘yeni Mourinho’ olarak gösteriliyor. Klopp hayranı, 35
yaşındaki İsrailli hocanın ismini önümüzdeki yıllarda daha çok duyabiliriz.
HF
#
99
Geçtiğimiz yaz İsrail’in ev sahipliği yaptığı
21 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası’nda pek
çok kulübün yetenek avcıları kadrolarına
katacakları genç oyuncuları izlemek için
bulunuyordu. Belçika ekibi Standard Liege’in
yetenek avcıları da muhtemelen turnuvayı
izlediler. Fakat ülkelerine gelecek vadeden
oyuncular yerine yeni bir teknik adamla
döndüler!
Amcasının yeğeni
35 yaşındaki Guy Luzon, İsrail’de bile çok parlak
bir kariyer sahip değildi. Amcası Amos’un
sahibi olduğu Maccabi Petah-Tikva’da dört yıl
süren profesyonel kariyerinin ardından yine
aynı takımda 25 yaşında teknik adamlığa adım
attı. Geçirdiği altı yıllık dönemde takımı bir
üst seviyeye taşımayı başardı. Öyle ki 2004-
05 sezonunda takım şampiyonluğu kovaladı
ve sezonu ikinci sırada tamamladı. Ne var ki
kariyerinin ilk altı yılından sonra Luzon için
işler istediği gibi gitmedi. Maccabi Tel-Aviv’in
başında çıktığı 22 maçta sadece beş galibiyet
alınca kovulması kaçınılmaz oldu. Kısa süreli
Petah-Tikva ve Bnei Yehuda maceraları da
2010’daki kupa finali dışında kayda değer bir
başarı olmadan geride kaldı. Luzon, İsrail’in
Yılmaz Vural’ı olmaya hazırlanırken bir kez
daha aile bağlarının yardımına başvurdu. Diğer
amcası ve İsrail Futbol Federasyonu Başkanı
Avi tarafından İsrail 21 Yaş Altı Milli Takımı’nın
başına getirildi.
Takımı 2013’teki turnuvaya hazırlarken basınla
ilişkileri daima elektrikli oldu. Amcasının
nüfuzu yüzünden daima eleştirilen Luzon,
turnuva başlamadan önce Standard Liege ile
anlaştığını açıklayınca eleştiri oklarını bir kez
daha üzerine çekti. İsrail’deki tepkilerin bir
benzeri de aynı zamanda Belçika’da yaşandı.
Öfkeli Standard taraftarları, topladıkları
imzaları başkan Roland Duchatelet’nin yüzüne
çarparak onu istifaya davet ediyorlardı. 2011’de
kulübü satın aldığından bu yana Witsel,
Mangala, Defour ve Tchite gibi yıldız oyuncuları
birer birer satan başkana öfkelenmekte
de haklı görünüyorlardı. Zira Luzon’u daha
önce sahibi olduğu ikinci lig takımı SintTruidense’nin de başına geçirmek istediğini
fakat başarısız olduğunu öğrenmişlerdi. Bu
tepkiler karşısında geri adım atan Duchatelet,
kulübü elinden çıkaracağının sözünü vermişti.
Öfkeli taraftarlar ve kulübü satmaya hazırlanan
bir başkan, ilk yurtdışı deneyimi öncesinde
Luzon’un işini hiç kolaylaştırmıyordu...
Avrupa Futbolu
Gençlik-deneyim dengesi
HF
#
99
Luzon, ilk basın toplantısında ortalığı
yatıştırmaya kararlı görünüyordu. “Taraftarlar
kim olduğumu bilmiyorlar. Onlarla konuşmak
ve kendimi tanıtmak istiyorum. Takımın
başarısını istiyorlar. Zaten önemli olan da
bu.” diyerek kendinden emin bir görüntü
çizmişti. Çalışmalara istekle başlayan Luzon’un
oyuncuları da kendine inandırması zor olmadı.
Takım kaptanı Jelle van Damme’ın “Başkan
takımı iyi bir yere taşımak için onu seçti. Ben
de ekipçe hareket ederek Luzon ile harika bir
sezon geçireceğimize inanıyorum.” demesi bu
durumu ortaya koyuyordu. Ancak deneyimli
savunmacının böylesine görkemli bir başlangıcı
hayal etmediğine kuşku yok!
Ligin dinamiklerini ve takımdaki oyuncuların
kimliklerini iyi analiz eden Luzon, hızlı çift
forvetin ve kanat oyuncularının merkezinde
yer aldığı bir 4-4-2’yi takıma benimsetti.
Altyapıdan yetişen Michy Batshuayi ile
Nijerya’dan keşfedilen Imoh Ezekiel, takımın
gol yükünü sırtlayan oyuncular oldular.
Üstelik bu iki oyuncunun da henüz 19 yaşında
olduklarını düşünürsek Luzon’un taktiğinin
önemini anlarız. Elbette takımda Batshhuayi
ve Ezekiel dışında da önemli genç yetenekler
bulunuyor. Kanatlarda oynayan Mpoku ve
Mujangi Bia, forvetleri beslemekle yükümlüler.
Orta alan ise Ibrahima Cisse ve Türk asıllı genç
yetenek Alparslan Öztürk’ten soruluyor.
Bu genç oyuncular sayesinde Luzon’un kendi
deyimiyle ‘ateşli’ oyun sistemi kusursuz
işliyor. Luzon taktiğini “Top rakipteyken kendi
sahasından çıkmalarını önlemek için pres
yapıyoruz. Topu aldığımızda da dikine ve hızlı
bir şekilde ilerliyoruz.” diyerek özetliyor. Genç
teknik adam, Borussia Dortmund’da benzer bir
sistemi inşa eden Jürgen Klopp’a hayranlığını
da saklamıyor. Luzon’a göre Dortmund,
Avrupa’daki en ateşli takım ve başarıları da
Klopp’un yaktığı bu ateş sayesinde geliyor.
Luzon, bu genç hücum ve orta saha hattını
deneyimli savunmacılarla desteklemeyi tercih
ediyor. 29 yaşındaki kaptan Jelle van Damme’a
stoperde 29 yaşındaki Brezilyalı Kanu ve
Laurent Ciman eşlik ediyorlar. Sağ bekte ise
üç yıldır Standard’da forma giyen, Real Madrid
tecrübesi de bulunan Daniel Opare oynuyor.
Takımın dokuz lig maçında sadece 3 gol
yemesinde savunmanın olduğu kadar Japon
kaleci Eiji Kawashima’nın da payı büyük. Sinan
Bolat’tan kaleyi devraldıktan sonra bir daha
geri vermeyen 30 yaşındaki Kawashima, tüm
tecrübesini sahaya yansıtıyor.
Takım organizasyonunda genç ve deneyimli
oyuncuları denge içinde kullanmak Luzon’a
göre çok önemli. Kadro mühendisliğini ev inşa
etmeye benzeten Luzon, “Önce kolonları,
ardından duvarları, en son da çatıyı koyarak evi
yaparsınız. Takım kurmak da tıpkı böyledir.”
ifadeleriyle anlayışını özetliyor.
Fikstür avantajı
Gösterilen etkileyici performansa rağmen
Luzon’un ekibinin ligde henüz ciddi bir rakiple
karşılaşmamasının bu seride etkili olduğunu
söyleyenler de yok değil. Üstelik bu tezi,
UEFA Avrupa Ligi’nde alınan 2-1’lik Esbjerg
mağlubiyetiyle de destekleyebiliyorlar. Ezeli
rakibi Genk’in de aralarında bulunduğu 9
takımı çok zorlanmadan alt eden kırmızıbeyazlıların, ilerleyen haftalarda Anderlecht,
Zulte-Waregem ve Club Brugge gibi rakipler
karşısında zorlanması bekleniyor.
Tüm bu eleştirilere rağmen 9 haftada
alınan galibiyetlerin taraftarların takıma
yeniden iştahla destek vermesini ve genç
oyuncuların özgüvenlerinin artmasını
sağladığına şüphe yok. Dolayısıyla ilerleyen
haftalarda karşılarına çıkacak ciddi rakipler,
Luzon’un kafasındakilere göre plan yapmaya
çalışacaklar. Zaten Luzon da Esbjerg maçında
alınan sonucu “Oynadığımız tüm maçları
kazanamayacağımızı biliyorduk. Kazandığımız
maçlardan sonra nasıl ayaklarımız yere
basıyorsa, nasıl çalışmaya devam ediyorsak
bu maçtan sonra da öyle yapmalıyız.” diyerek
takımını rakibi kim olursa olsun ayakta
tutmaya kararlı bir antrenör görünümü
çizmişti.
Avrupa Futbolu
Yeni Mourinho?
HF
#
99
Luzon’un kariyeri Portekizli teknik adam Jose
Mourinho’yla bir anlamda örtüşüyor. İkisinin de
faal futbolculuk yaşantılarının çok kısa olması
ve antrenörlüğe erken yaşta adım atmaları
Luzon’un da benzer yolları takip ederek
başarıya ulaşmasını sağlayabilir. 25 yaşından
beri antrenörlük yapan Luzon, futbolculuk
günlerinden “Vasat bir sağ bektim. Sıradan
bir futbolcu olmaktansa antrenör olarak
başarılı olmak için futbolu bıraktım.” diyerek
bahsediyor.
Luzon’un Mourinho’yla örtüştüğü tek yön
erken sona eren futbolculuk kariyeri değil
elbette. Genç teknik adam da Mourinho kadar
hırslı olduğunu “Ben ünlü bir aileden geliyorum.
İyi bir eğitim aldım. Bizde herkes işinde en
iyi olmak için uğraşır. En iyi değilsen, hiçbir
şeysindir.” diyerek gösteriyor.
Ailesinin de Luzon’a olan desteğinin oldukça
sağlam olduğunu söyleyebiliriz. İsrail futbolunu
yöneten amcası Avi Luzon, yeğeninin 5 yıl
içinde Avrupa’nın en iyi 10 teknik adamı arasına
girebileceğine garanti veriyor. Bu sözler bir
hayli iddialı olsa da Luzon’un önünün gayet
açık olduğuna şüphe yok. İsrailli teknik adam,
Standard’da kendini kanıtlama şansını şimdiye
kadar iyi kullandı. Bunun devamını getirmesi
halinde büyük ihtimalle ülkesinin son yıllarda
yetiştirdiği en büyük futbol adamı olarak
anılacak.
Burak Eken
BiR EA BAŞYAPITI: FIFA 14
Diğer
Ligler başladı, transfer sezonu kapandı, ilk milli maç arası oynandı, Avrupa
kupalarında grup aşamasına geçildi. Geriye ne kaldı? Tabii ki bir futbol
sezonunun olmazsa olmazı, futbol oyunları. Konami’nin son yıllardaki
yoğun çabaları sonucu o çoğul ekini atıyor ve piyasadaki açık ara en dişe
dokunur futbol serisi FIFA’nın son oyunu, EA Sports’un göz bebeği FIFA
14’ü ele alıyoruz.
HF
#
99
Beklenen gün sonunda geldi ve FIFA
14 raflardaki yerini aldı. Biz de hiç vakit
kaybetmeden, oyunun çıkış sürecine, bu
süreçte yaşanan gelişmelere, işin ekonomik
yanına bile değinmeden oyuna saldırdık.
Oyuna girince bu kez, tabletlerdeki arayüze
benzer bir menü sistemiyle karşılaşıyoruz.
İlk önce çok karışık gözükmesine rağmen,
bir tarafından diğerine koşturmak yerine her
seçeneğe anında erişebildiğimiz pratik bir ana
menü gelmiş. Alıştıkça daha da seveceğimize
eminim.
Menüye göz attığımızda alıştığımız FIFA
modları hemen bizi selamlıyor. Ultimate Team,
Seasons, Career ve Pro Clubs, yeniliklerle
birlikte oyundaki yerlerini koruyorlar.
Seasons’ta, online bir arkadaşımızı yanımıza
alıp, başka ikililere karşı şampiyonluk
mücadelesi verebildiğimiz ‘co-op’ seçeneği,
oyundaki yenilikler arasında. Career’de ise
menajerlik oyunlarına biraz daha yaklaşılarak
scouting ön plâna çıkarılmış. Ayrıca yeni
kariyere başlarken, daha sezon başında futbol
dünyasının ters düz olmasını istemiyorsanız; ilk
transfer sezonunu kapatabiliyor ve kariyerinize
gerçek futbol dünyasındaki transfer
döneminin bitiminde oluşan güncel kadrolarla
başlayabiliyorsunuz.
“It’s the football, that’s the football”
Mayıs ayında Microsoft’un yeni nesil konsolu
Xbox One’ın sunumunda EA Sports yetkilileri
de sahneye çıkmış ve oyunlarının yeni nesle
nasıl hazırlandığından bahsetmişlerdi.
Burada en çok altı çizilen nokta, yeni oyun
motoru Ignite Engine idi. Bu yeni motorla,
artık topun futbolculardan bağımsız bir unsur
olacağı, futbolcuların top kontrollerinde ve
hareketlerinde yeni animasyonlarla doğallık
sağlanacağı ve seyircilerin çok daha canlı
olacağı söylenmişti. Yeni nesil motorumuz
Ignite’ın sadece yeni konsollar PS4 ve Xbox
One sürümlerinde yer alacağı; PS3, Xbox 360 ve
PC’de bulunmayacağı açıklanmıştı. Fakat...
İnanılmaz ama yapımcıların aylardır yeni nesil
sürümler ve Ignite Engine hakkında söyledikleri
her şey oyunun bu nesil sürümlerinde var!
Topun, futbolcuların manyetik alanlarından
çıkıp bağımsızlığını ilân etmesi; onlarca yeni
animasyon; pozisyonlara göre anlık tepkilerle
yakalanan doğallık; daha gerçekçi ve canlı
seyirciler… Hepsi PS3, Xbox 360 ve PC’de de
oyunun temelini oluşturuyor.
FIFA 14’te yapay zekâ çok gelişmiş. Özellikle
artık rakip takımların oyun kimliklerini iyice
hissedebiliyoruz. Ana oyun plânları, kilit
oyuncularının ‘numaraları’, hücum varyasyonları
vb. birçok yönde standartlık kaldırılmış.
Eskiden rakipler duruma göre şekil alır ve
hangi takım olursa olsun genellikle aynı tarzda
oynardı. Ama bu sene hem seviye farkları,
hem de oyun anlayışlarındaki farklılıklar direkt
hissediliyor.
Diğer
“Bi’ şey yok hocam!”
HF
#
99
Estetik hareketler, son nefeste yapılan
dokunuşlar, güzel vuruşlar, karambol
anında kendini kalenin önünde siper eden
savunmacılar, yere düşüşler, hakeme tepkiler…
Hepsi o kadar gerçekçi ve o kadar doğal ki…
Çizgiye inen arkadaşıyla birlikte hızla içeri
hareketlenen forvet, açılan ortanın bir adım
arkasına doğru geldiğini görünce vücudunu
arkaya doğru çekip, yere sırt üstü düşerek
kafayı vurabiliyor mesela. Ya da ikili mücadele
sırasında rakip yere düşünce pozisyonun
içindeki oyuncu, ellerini ‘bir şey yapmadım’
mânâsında kaldırarak oynamaya devam ediyor.
Peki ya çeldiği top rakibin önüne düştüğünde
vücudunu çevirene kadar ayaklarıyla müdahale
etmeye çabalayan kaleciler…
Batı tribünü kapısındaki görevli
Görsellikte seviyeyi artırmak için epey uğraşmış
yapımcılar. Oyuncu yüzlerinde yine güzel iş
çıkarmışlar. Formaların hem kaplama kalitesi
artırılmış, hem de artık hareket ediyor,
sallanıyorlar. Seyirciler çok daha canlı ve renkli.
Statlar da elden geçirilmiş. Hem ışıklandırmalar
gelişmiş, hem hava olayları belirginleşmiş.
Ama stat konusundaki en önemli düzenleme,
saha-tribün arası mesafede. Önceki oyunlarda
hatırlarsanız, Allianz Arena, Anfield, Emirates,
Santiago Bernabeu gibi birkaç statta sahayla
tribün arasında - gerçektekinin aksine - otoyol
geçecek kadar mesafe vardı. İşte bu sorunu
sonunda ortadan kaldırmışlar. Bütün bu statlar,
artık gerçeğindeki gibi. Ve tabii ki atmosfere de
büyük katkısı olmuş bu değişimin.
Atmosfer demişken... Grafiksel gelişimin
yanında işitsel yönden de büyük ilerleme var.
Taraftarların oyun anında olanlara verdiği
tepkilerin güzelliği bir yana, tezahürat çeşitliliği
son derece tatmin edici. Öyle ki, oyuna biraz
alıştıktan sonra önceki oyundaki tezahüratlar
‘jenerik uğultu’ gibi geliyor. Üşenmeden çoğu
takıma, en çok söylenen tezahüratları ve
takımın dilinde anonsları eklemişler. Anfield’da
Liverpool’un 1-0 önde götürdüğü maçın
sonlarında ‘You’ll Never Walk Alone’a eşlik
edeyim derken neredeyse gol yiyebilecekken;
Galatasaray’ın ev sahibi olduğu maçta ‘Lütfen
sahaya yabancı madde atmayalım.” ya da “Maç
sonunda güvenlik için rakip takım taraftarları
yerlerinden ayrılmasın, önce diğer tribünler
boşaltılacak.” şeklinde anonsları ve tabii
TT Arena’daki maçlardan âşinâ olduğumuz
tezahüratları duyabiliyoruz. Heh, bir de Batı
Tribünü kapısındaki görevli var ki, işini çok
ihmâl ediyor. Sürekli onu arayıp duruyorlar...
Süper Lig sorunsalı
Senelerce PES’te lisans sorunlarıyla
uğraştığımız yetmemiş gibi, döndük geldik
FIFA’ya; hâlâ lisans sorunları, lisans sorunları…
Çekilecek çilemiz varmış. İşin en kötü yanı da
ne, biliyor musunuz: FIFA’nın, yapımcılarından
başka kimsenin yüzüne bakmadığı o berbat
senelerde Süper Lig’i barındırıp da yeniden
şahlandığı, fark attığı, herkesi topladığı
şu dönemde üç yıldır Süper Lig’in lisansını
alamıyor olması. Tabii bu durumun sorumlusu
TFF. Federasyon, ligin lisansını almaya gelen
Electronic Arts’a “Biz lisans vermiyoruz, gidin
kulüplerle anlaşın.” deyince, EA de bütün
kulüplerle tek tek anlaşmak istemedi ve lig
ortada kaldı. Birkaç ay önce EA’in Kulüpler
Birliği’yle anlaştığı haberleri gelse de, maalesef
gerçekleşmedi.
Diğer
Seç, beğen, al…
HF
#
99
“Football Club kataloğu; yepyeni ürünler,
avantajlı paketler ve birbirinden güzel onlarca
içerikle sadece FIFA 14’te!”
Özellikle formalarla yakından ilgili bir
futbolsever olarak geçen yıl çok ilgimi çeken
Football Club kısmında bu yıl klasik forma
sayısı artırılmış. Ve geçen seneye göre çok daha
bilindik, çok daha güzel formalar eklenmiş.
1800’lü yıllardan 10 yıl öncesine kadar çeşit
çeşit nostaljik formalar, katalogda meraklılarını
bekliyor. Bunun yanında, gol sevinçleri,
kramponlar ve toplar (özellikle son dört Dünya
Kupası’nın topu ilginizi çekecektir)katalogda
alabileceğiniz diğer görsel maddeler.
Ama sadece görselliğe değil, işlevselliğe
yönelik de içerikler mevcut. Oyundaki modlarda
Herkes için FIFA
Tüm zamanların en çok satan oyun konsolu
PS2, 2000 yılında satışa çıkmış olsa da,
bugün Güney Amerika, Güney Asya gibi
alım gücünün zayıf olduğu bölgelerde
hâlen revaçta. Ve bu bölgelerde futbol çok
popüler olduğu için, PES de FIFA da yıllardır
her oyunlarını PS2’ye çıkarmaya devam
ediyorlar. Bu yıl da aynısı olacak. Ancak bu
yıl bir de yeni konsollar geliyor. FIFA 14 bu
yeni konsollara da çıkacak ve aynı anda üç
nesil konsola birden (yani hem PS2, hem
PS3, hem PS4’e) çıkan ilk ve tek oyun olarak
oyun tarihine geçecek. Aynı zamanda 13
yıllık koca PS2’nin de ömrünün gördüğü son
oyun olacak.
işinize yarayabilecek irili ufaklı yardımları da
katalogdan açabiliyorsunuz. (Bu ‘iri’lerden
biri de kariyerinizde çalıştırdığınız kulübü bir
milyarderin satın alıp geniiiş bir transfer bütçesi
sunması. Dünya futbolunun geldiği noktayı
düşünürsek, ‘Gerçekçiliği bozuyor.’ diyemeyiz.)
Ben tabii - önceki oyundan seviye ve puanlar
direkt olarak aktarıldığı için FIFA 13’teki
emeğimin karşılığını kullanarak - oyuna girer
girmez bütün formaları ve topları açtım. Ama
seriye sıfırdan başlıyorsanız, bu içeriklere
erişebilmek için seviyeler atlamanız ve çok
puan toplamanız gerekiyor.
Bazen biraz da yalnız yürümek lazım
Maç temposuna dalmadan, hafif kafa
dinleyerek hoş vakit geçirmek isteyenler için,
seriye geçen yıl dâhil olan Skill Games, yani
Yetenek Oyunları modu, bu sene değişimlerle
birlikte yerini koruyor. Pas, şut, serbest vuruş,
penaltı, savunma gibi futbolun temelindeki
birçok konudan aşamalı güzel oyunlarla
hem eğlendiren, hem de oyunda kendimizi
geliştirmemizi sağlayan güzide modumuz;
bu yıl hem yeni oyunlar eklemiş, hem de var
olan oyunlarında değişiklikler yaparak yeni
etkinlikler sunmuş. Eğlendirici ve öğretici
vasfının yanında, kazandığımız her başarıya
önemli puanlar vererek, FC kataloguna
erişimimize de yardımcı oluyor.
oynanan maçlarda saha çok karanlık oluyor.
Kötü yanı, eskisi gibi oyunun parlaklığını da
ayarlayamıyoruz menüden. Bu yüzden öyle
maçlar işkenceye dönüşebiliyor.
Futbol ateşi
Hani tuttuğunuz takım rakip ceza sahasında
ortayla gol ararken “Vur!” diye bağırarak
istemsizce başınızı öne ittirirsiniz; hani rakip
çok tehlikeli geldiğinde bir an nefesinizi tutup
buz kesersiniz; hani son dakika golüyle maçı
kazanınca çılgınca sevinirsiniz ya… İşte FIFA
14 tam o kıvamda, o hissi yaşatabilen bir oyun.
Sadece elinizdeki tuşlara basıp oyuncuları
yönettiğiniz değil; o futbol atmosferini, o
coşkuyu, o heyecanı yaşayabildiğiniz bir oyun.
Bugüne kadarki yaptıklarının üstüne çıkan,
futbol oyun deneyimini başka bir noktaya
taşıyan; yine günlerimizi, haftalarımızı,
aylarımızı yiyecek şahane bir oyun olmuş FIFA.
Keyifli oyunlar…
Diğer
Kadı kızı kontenjanı
HF
#
99
Sevmesi, övmesi çok güzel; ama eksileri de
yok değil. Öncelikle şutlar biraz fazla kolay
olmuş sanki. Gerçi demoda daha fenaydı, tam
sürümde (bir de ilk gün güncellemesiyle) biraz
düzeltmişler. Umarım yeni güncellemelerle
biraz daha törpülerler. Özellikle “finesseshot”
diye tabir edilen, R2 ya da RT tuşuyla
yaptığımız vuruşlar ölümcül dozda olmuş.
Dengelenmesi şart.
Bir diğer sıkıntı animasyon geçişlerinde. Ani
yön ya da pas değişimlerinde garip görüntüler
oluşabiliyor. Hayır, o internet fenomeni olmuş
Impact Engine bug’larından bahsetmiyorum.
O boyutta değil. Ama oyunun doğallığın
bozabiliyor. Bunun dışında bir de bazı
statlarda akşam üstü, güneş batmaya yakın
Efsaneler ölmez
Hagi, Pele, Van Basten, Gullit, Maldini,
Matthaus,Ljungberg, Bergkamp… Bu
efsaneleri FIFA’da görmek, birlikte
maceralara atılmak ister miydiniz?
Cevabınız evetse size bir iyi, bir kötü
haberim var. İyi haber: FIFA 14’te Ultimate
Legends adı altında 40 futbol efsanesi,
Ultimate Team’lerimizi şenlendirmek üzere
oyuna eklenmiş durumda. Kötü haber ise:
Ultimate Legends sadece Xbox 360 ve Xbox
One’a has bir güzellik. Yani PlayStation ya
da PC oyuncusuysanız, bu ustalarla FIFA
oynama keyfinden mahrum kalacaksınız.
Belki en azından bu senelik…
Emre Çelik
BREZiLYA BOĞASI
İspanya
Kimse Radamel Falcao’nun yerinin doldurulabileceğine inanmıyordu ama
Diego Costa herkesi yanıltmayı başardı.
HF
#
99
Türkiye’de 3 Temmuz 2011’de patlak veren şike
soruşturmasının ardından çok kısa bir süre
geçmişti ve Türk futbolseverler, destekçisi
oldukları takımların hazırlık maçlarıyla ve
çıkan transfer haberleriyle yavaş yavaş futbola
dönmeye çabalıyordu. Bu haberlerden birisi
de İspanya’da Granada ve Atletico Madrid ile
birlikte üçlü bir turnuvaya çıkacak Beşiktaş’ın,
o turnuvada Beşiktaş’a karşı forma giyen
Diego Costa’yı satın alacağı yönündeydi. O
dönem siyah-beyazlıların Ricardo Quaresma
transferinin ardından Jorge Mendes ile
ilişkilerini geliştirdiği de düşünülünce mantıklı
bir senaryo gibi görünüyordu. Ne de olsa
Costa’nın menajeri de Jorge Mendes’ti. Fakat
Beşiktaş ve Atletico Madrid arasında oynanan o
karşılaşmanın sadece 6 gün ardından Brezilyalı
santrfor, antrenmanda çapraz bağlarını yırtıp
6 ay futbola veda edince senaryo Beşiktaş
açısından; çoğunlukla da Diego Costa açısından
bambaşka oldu...
“Futbol mu, o da ne?”
Diego Costa, son dönemdeki performansıyla
Avrupa’da en fazla konuşulan santrforlardan
biri ama Brezilyalı yıldız, futbol dünyasına
son derece geç adım atmış. 16 yaşına kadar
herhangi bir takımda futbol oynamayan Diego
Costa, ilk kez 2004’te Barcelona EP’de sahalara
adımını atıyor. Fakat belki de bu yaşına
kadar profesyonellikle tanışmaması, Diego
Costa’nın gelecekte İspanya’ya damga vuracak
yeteneklerini kazandırmasını sağlıyor. O yıllar
için “Yaşadığım yerde sokaklarda top oynardım.
Özellikle de benden büyüklerle. Sao Paulo’ya
gidene kadar da herhangi bir profesyonel
takımda oynamadım. Hatta hayatımda o
güne kadar çimde bile top oynamadım.” diyen
Costa, fiziksel yapısını bununla bütünleştirince
doğal olarak da bir Brezilyalı futbolcunun
sahip olduğu zariflikten ziyade daha çok güçlü
yapısıyla dikkatleri çekiyor. Daha doğrusu Jorge
Mendes’in dikkatini... Böylelikle de o dönem
Ibiuna ile Paulista Ligi’nde top koşturan Diego
Costa için zirveye çıkacağı yolculuk başlıyor.
Braga ile imzaladığı kontrata rağmen Costa
için Avrupa macerasının pek de beklediği gibi
başladığını söylemek güç. İmzaların ardından
Braga’nın B takımına gönderilen Costa, hemen
ardından da Portekiz’in alt lig ekiplerinden
Penafiel’e kiralandı. Burada pek parlak
bir performans sergileyemeyen Costa için
dışarıdan bir dokunuş gerekiyordu. Mendes de
o esnada devreye girerek işini fazlasıyla yaptı
ve yıllardır oyuncuları için bir durak noktası
olarak kullandığı Atletico Madrid’e deyim
yerindeyse Diego Costa’yı iteledi. Ardından da
Diego Costa’nın tırnaklarıyla kazıyarak kariyer
yapmaya başlayacağı Liga Adelante macerası
başladı.
İspanya
İşte başlıyoruz
HF
#
99
2007-08 sezonunda Celta’nın yolunu tutan
Diego Costa, sezon başında çok fazla şans
bulamadı ama ikinci devreden itibaren kadroya
girmeye başladı. O dönem için, hırslı biri
olmasına rağmen direk formayı alamamasını
normal karşılayan Costa, “Brezilya’da
neredeyse antrenman nedir bilmezdim.
Çok eksiğim vardı. Zamanla antrenman
yapmamaktan kaynaklanan kusurlarımı
giderdim.” diyerek aslında pek bilinmeyen
bir yönü olan olgunluğunu da gösteriyordu.
Çalışkanlığını da... Zaten ligin ikinci yarısından
itibaren formayı kapacak ve bir daha da kolay
kolay bırakmayacaktı. Hatta özellikle ligin
ikinci yarısında Numancia karşısında kendi
yarı sahasından topu alıp, hem de skor 1-1
iken, yaklaşık 65 metrelik bir dripling sonrası
golünü atarak takımına galibiyeti getirecekti.
Costa, savaşçılığı, cüssesine rağmen tekniği
ve Numancia’ya attığı o meşhur golle sadık
Celta taraftarları tarafından hiç bir zaman
unutulmayacaktı ama popülaritesi Liga
Segunda’da kalacaktı. Dieco Costa, ertesi
sezon da Albacete’nin golcüsü oldu ve burada
sergilediği oyunla La Liga takımlarından
Valladolid’e terfi etmeyi başardı. Takımını
küme düşmekten kurtaramadı belki ama
kendisini kurtararak Atletico Madrid’e tekrar
transfer oldu.
Restart
Quique Sanchez Flores, Diego Costa’yı Avrupa
Ligi şampiyonu takımına istedi ama Brezilyalı
golcüyü ilk karşılayanlar Diego Forlan ve
Sergio Agüero gibi iki üst düzey santrfor oldu.
Doğal olarak ilk başta ‘sonradan oyuna giren
eleman’ tanımlamasının ötesine geçemeyen
Costa, yırtıcılığı ve attığı gollerle üç sezon
öncekinin aksine kalıcı olmayı başardı. Hatta
2011 yazında Agüero ve Forlan’ın gitmesinin
neredeyse kesinleşmesiyle takımın geleceği
olarak görülmeye başlandı ki o talihsiz sakatlık
Gregorio Manzano’nun da Diego Costa’nın da
planlarını alt üst etti. Yine de Atletico Madrid,
bu sefer eşeği sağlam kazığa bağlayacaktı.
2012’nin ilk günlerinde başkentin ayrı bir
yerinde ise Rayo Vallecano, lige tutunabilmek
için varını yoğunu sergiliyor ama potansiyeli
ölçüsünde son sıralardan bir türlü
kurtulamıyordu. Elde Michu vardı belki ama
La Liga’da tek bir oyuncuyla kalamazlardı.
Nitekim kulüp yönetimi, Atletico Madrid ile
iyi olan ikili ilişkilerini de kullanarak yaklaşık
6 aydır futbol oynamayan ve 1 ay daha
sahalardan uzak kalacak olan Diego Costa’yı
kiraladı. Rayo, Michu’nun yükünü azaltabilmek
adına deyim yerindeyse yılana sarılmıştı
ama sakat Diego Costa öyle bir dönüş yaptı
ki Michu’nun yükünü hafifletmek bir yana
neredeyse Michu’yu sahneden aşağı indirdi!
Forma giydiği ilk üç karşılaşmada dört gol
birden atan Diego Costa, Rayo adına La Liga’da
bunu başaran ilk futbolcu oluyordu. Gollerin
devamı da geldi. Costa attıkça mütevazı bir
stadyum olan Vallekas coşuyor, Rayo’nun
ligde kalma umutları da canlı kalıyordu. Costa,
Forma giydiği 16 maçta tam 10 gol kaydetti.
Nitekim Rayo da ligde kaldı. Diego Costa adına
görev tamamlanmış, yapılacak tek şey olarak
Diego Simeone’yi etkilemek kalmıştı. Atletico
Madrid’e üçüncü gidişi bambaşka olacaktı.
Ana sahnede Diego Costa
İspanya
Diego Costa’nın da dönüşüyle birlikte
Falcao’nun partnerinin kim olacağı en
büyük merak konularından biriydi. Hatta
Atletico Madrid yönetimi de bu sorunun
cevabını bilmiyordu. Cerezo, Adrian’ın
kulübeye hapsolacağını bilseydi muhtemelen
Arsenal’den gelen teklifi geri çevirmezdi
ama Diego Simeone’nin savaşçı takımında
bencilliğiyle kötü bir ün edinmiş Adrian’ın değil
rakibi parçalama pahasına oynayan Diego
Costa’nın oynayacağını tahmin etmek için
Brezilyalı golcüyü Rayo’da izlemek fazlasıyla
yeterliydi. “Benim sistemimde koşmayan,
savunma yapmayan oyuncunun yeri yok.” diyen
Simeone de doğal olarak “Benim için top kaybı
yoktur. Kazanılacak top vardır.” cümlesiyle
futbol felsefesini özetleyen Costa’yı tercih
etti. Sistem de tıkır tıkır işledi. Diego Costa,
savunmayı yıpratıyor ve bozuyor; Falcao ise
bitiriyordu. Costa, zaman zaman çıkardığı
olaylarla gündeme geldi. Hatta La Liga’nın en
çirkef futbolcu unvanını daha ilk haftalarda
eline geçirdi. Hatta dört maç üst üste sarı kart
gördüğü de oldu ama Simeone’nin de dediği
gibi ‘takım için mücadele ettiği’ sürece sorun
yoktu.
HF
#
99
Radamel Falcao, yaz aylarında Monaco’ya
giderken birçok kişi Atletico’nun bu boşluğu
dolduramayacağını düşünüyordu. Falcao,
ne de olsa Pep Guardiola’nın deyimiyle
‘ceza sahası içerisindeki faal en tehlikeli’
futbolcuydu. Ayrıca Diego Costa’nın hem
yıpratma işini hem de golcülük vasıflarını
bir arada sergileyemeyeceği kanısı hâkimdi.
Dahası Costa, Atletico Madrid klasmanındaki
bir takımda henüz hücum liderliğini de
üstlenmemişti. Fakat atlanan nokta ise
Diego Costa’nın potansiyeli ile Simeone’nin
futboldaki kişiliği ve sahada istedikleri oldu.
Dahası Costa’nın zaman zaman çirkefliğe
kadar ulaşan futbolunun - ne de olsa Pepe
gibi bir futbolcuyla her konuda baş edebilen
tek santrfordu - bitiriciliğinin de önüne geçtiği
ortaya çıktı. İşin özü, Costa yine herkesi yanılttı
ve 2013-14 sezonuna fırtına gibi giren Atletico
Madrid’in en önemli parçası olmayı başardı.
Geçtiğimiz hafta Santiago Bernabeu’da
oynanan maçın 10’uncu dakikasında ise deyim
yerindeyse pastaya mumu koydu.
Del Bosque’nin hedefi
İspanya
Diego Costa, yükselişi ve sergilediği futbolla
henüz misyonunu tamamlamış değil. En
azından milli takımlar cephesinde. Fakat
Costa’nın formasını giyeceği ülke şimdilik tam
netleşmedi. İspanya Futbol Federasyonu,
yaklaşık 2 hafta önce İspanyol vatandaşlığı da
bulunan ve henüz Brezilya Milli Takımı ile resmi
maça çıkmayan Diego Costa için FIFA’ya gerekli
başvuruları yaptı. Bunun üzerine Brezilya Milli
Takımı Teknik Direktörü Luis Felipe Scolari,
Güney Kore ve Zambia ile oynanacak hazırlık
maçlarının kadrosuna Diego Costa’yı almayarak
İspanyolların ekmeğine kısmen de olsa yağ
sürdü. Del Bosque’nin de “Karar hakkında
henüz bana bir bilgi gelmiş değil.” cümleleriyle
dile getirdiği üzere henüz Costa’nın geleceği
belli olmasa da boğayı andıran santrforun
İspanyol bayrağını taşıması fazlasıyla
muhtemel.
HF
#
99
İspanya’nın bu girişiminde bir başka kayda
değer nokta ise Diego Costa’nın Brezilya
forması giymesini engellemek değil,
tamamen Diego Costa’dan faydalanma isteği.
Konfederasyon Kupası’nda kaybedilen final
ve turnuvanın Brezilya’da düzenleneceği
göz önüne alınırsa Costa’dan çekinmek
mantıklı ama Vicente del Bosque’nin “Diego
Costa konusuna tamamen sportif açıdan
yaklaşıyoruz. Son derece iyi bir performans
sergiliyor.” sözleri, İspanyolların bir taşla
iki kuş vurabileceğini ortaya koyuyor. Kim
bilir, belki Luis Felipe Scolari de Beşiktaş ile
aynı kaderi paylaşacak ve şimdilik tereddüt
ettiği bu dünya yıldızından kariyeri boyunca
faydalanamayacak...
Umut katili olmaktan öteye gidemedi.
Kalem oynatmaya değmez dedik…

Benzer belgeler