HF # 99 - Hayatım Futbol
Transkript
HF # 99 - Hayatım Futbol
4 Ekim 2013 - Sayı 99 SARAYA iTALYAN SADRAZAM Kupada Haliç derbisi Karagümrük-Kasımpaşa Sonunda geldi FIFA 14 Madrid’in Sambacı boğası Diego Costa M I T A Y A H #99 F L O B T U Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editörler Emre Çelik Rafet Baran Eryılmaz Yazarlar Burak Eken Salih Demirci Uğur Karakullukçu İtalyan işi İtalyan, İstanbul’a ayak bastı ama Boğaziçi’nin havasını soluyamadan Torino’ya gitti. Temelli gelişinde ise eli boş dönmeyerek yaşanan kaos ortamına rağmen Galatasaray taraftarının Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkma umutlarını canlı tutmayı bildi. Biz de Türkiye kariyerine hızlı bir giriş yapan Roberto Mancini’yi atlamadan edemedik. Yönümüzü yurt dışına çevirdiğimiz zaman ise atlayamayacağımız bir santrfor da vardı: Diego Costa. Koskoca Brezilya ile son Dünya ve Avrupa şampiyonu İspanya’yı şimdiden birbirine düşüren Diego Costa’yı doğal olarak es geçmedik.. Ayrıca torpilli(!) Guy Luzon’un yükselişi, oyun dünyasının rakipsizi FIFA 14 ve Karagümrük-Kasımpaşa arasında oynanan derbi de sayfalarımızdaki yerini aldı. Ha, bir de Batuhan Karadeniz var. Gerçi o hiç olmadı, olmayacak... Keyifli okumalar, Emre Çelik [email protected] [email protected] #99 Bu Sayıda MANCiNi ÖZEL Keskin Geçiş Defansçı Mancini, hücumcu Terim’in izinde ne yapacak? Kupa Toptancısı Kariyeri boyunca kazandı. Sıra Cimbom’da İşte FIFA 14 Beklenen oyun huzurlarınızda İkinci Cambaz: UEFA Gençler Ligi UEFA, Devler Ligi’ni altyapıya uyarlarsa ne olur? Brezilya Boğası Geldi, Gördü, Yeniyor... Atletico’yu La Liga’nın zirvesine Diego Costa taşıyor Standard’ın İsrailli hocası Guy Luzon’a bir bakış Rüya Paraya Direnemedi Karagümrük ile Kasımpaşa kupada bir araya geldi Batuhan Karadeniz Trabzon’daki son şansını da çöpe atıyor... İlker Yılmaz RÜYA PARAYA DiRENEMEDi Türkiye Yıllardır karşılaşamamasına rağmen her maçta birbirlerinin kulağını çınlatan ezeli rakipler Karagümrük ve Kasımpaşa, Türkiye Kupası’nda kozlarını paylaştı. Hayatım Futbol tarihi derbiyi yerinde izledi. HF # 99 Fenerbahçe’nin de önünde sonunda ulaştığı Türkiye Kupası, zamanla değersizleşmesinin yükünü üzerinden hala atamazken onlarca maç arasında gözler bir sürpriz aramaya devam ediyor. Bu kez küçüklerin büyükleri elediği bir sürprizden farklı olarak, İstanbul’un kendileriyle gurur duyan iki semti, Karagümrük ile Kasımpaşa, Ziraat Türkiye Kupası ikinci turunda eşleşti. Sekiz yıldır birbirlerine rakip olmayan ve aradaki gelir ve lig farkı da göz alınınca bir sekiz yıl daha aynı ligde karşılaşmaları pek mümkün gözükmeyen iki ekibin mücadelesi büyük bir heyecanla beklenmeye başlandı ve o gün geldi çattı. Emniyet önlem olarak rakip takım, yani Kasımpaşa seyircisinin maça gelmesini yasaklamış olmasına rağmen bununla yetinmemişti. Vefa Stadı’nın çevresinde kuş uçmuyordu. Tek bir sokak dışında stada ulaşan tüm yollar polis bariyerleriyle kapatılmıştı. Sıkı güvenlik önlemlerinin ardından bilet gişesindeki kuyruğa girdik. Hem bilet hem de giriş aynı kuyrukta olunca büyük bir kalabalığın içinde beklemeye koyulduk. Malumunuz alt liglerde içeriye girmenin iki yolu var: 1-Bileti önceden alırsın ve bilet kuyruğuna aldırmadan ‘Beyler biletliyiz biz, yol verin’ diyerek kalabalığı yararak içeri girersin. 2-Maçın başlamasına 15 dakikadan az kalmışsa eğer bilet almaya uğraşacağına bir müddet daha beklersin, ya elinde tomarla bilet olan birileri gelir ve gelişi güzel bilet dağıtır, ya da kapılar açılır içeri girersin. Kalabalıkta beklerken elinde bilet tomarıyla bir abi geldi, kısa sürede stokları dağıtıp diğer kapıyı da açtı. Bilet alıp girmeyi isterdik açıkçası ama stada daha hızlı girme yolunu seçtik. Sonbaharı görmeden kışa giren Karagümrüklüler, hafta içi iş saatine denk gelmesine rağmen derbinin hatırına olsa gerek tribünleri doldurmuştu. Tribünde boş bir yere geçer geçmez Kırmızı-siyahlılar, Süper Lig’de oynayan ezeli rakibine karşı fırtına gibi başlamış ve meyvesini de daha beşinci dakikada almıştı. Tribünler bu golle zaten coşarken futbolcular da gelen gazla birlikte Kasımpaşa’ya nefes aldırmıyordu. Her ne kadar Kasımpaşalı futbolcular topa daha çok sahip olsa da hakimiyet Karagümrük’ün elindeydi. İlk yarı nasıl biter derken bir duran top pozisyonun ardından ikinci gol de geldi. Tribünler adeta mutluluktan havaya uçacaktı ki üç dakika sonra fark önce bire indi, ilk yarının son dakikasında gelen penaltı golü de devreye beraberlikle gidilmesini sağladı. Türkiye Devre arası tribünlerin büyük çoğunluğu maç köftesine hücum etti. Maç köftesi de maç köftesi olsa bari! Birçok statta olduğu gibi burada da stat içerisindeki köfteler hazır, market köftesi. Kaldı ki karın doyurma aktivitesi maç öncesi veya sonrasında olmalı ki devre arasında karşılaşmanın kritiği yapılsın. Hava da sağ olsun, köfteleri yiyenler parmaklarının donduğundan yakınıyordu. HF # 99 Köfteden gelemeyenlerle başlayan ikinci yarının başında Kasımpaşa bir gol daha atarak bayram etmeyi uman midelere ağrılar soktu. Her geçen dakika ilk yarı boyunca yapılan tezahüratların, edilen küfürlerin anlamı biraz daha eridi ve konuk takım 2-0 geriden gelip 3-2 kazanarak turu geçti. Üçüncü lig ekibi Karagümrük, olağanüstü çabasına rağmen bir zamanlar sıkça karşılaştığı, bu günlerde kendisine tepeden bakan ezeli rakibine karşı acı gerçekle yüzleşti. Son yıllarda ‘Yürü ya kulübüm’ü duymaya alışmış Kasımpaşa karşısında kurulan hayaller maçın sonunu göremedi. Haliç’in karşı yakasındaki zengin kulüp, diğer yakasındaki ezeli rakibi için fazlasıyla gerçekti. Uğur Karakullukçu Şampiyonlar Ligi iKiNCi CAMBAZ: UEFA GENÇLER LİGİ! HF # 99 Avrupa’daki en önemli futbol organizasyonu olan UEFA Şampiyonlar Ligi artık bir kardeşe sahip. Fakat bu yeni organizasyon görüldüğü kadar kusursuz değil. Kendisini futbolsever olarak tanımlayıp da Şampiyonlar Ligi’nin o içleri gıcıklayan, adeta futbolun milli marşı olan tema müziğinden hoşlanmayan var mıdır? Bir de bu melodinin 22 genç yıldız adayı için çalındığını düşünün. 32 takımlı Şampiyonlar Ligi formatının bir karbon kopyası olan UEFA Gençler Ligi ilk bakışta göz alıcı duruyor. Muhtemelen seneler ilerledikçe UEFA bu yeni turnuvasını daha da cilalayacaktır ancak turnuvanın başlama süreci ve formatın getirdiği handikaplarla turnuvanın fikir babalarının gitmek istediği yoldan biraz farklı. Bir ipte iki cambaz… İki sezon boyunca Avrupa’nın önde gelen altyapılarını bir araya getirerek U-19 Şampiyonlar Ligi formatını hayata geçiren turnuva olan NextGen Series, gayet başarılı bir iş çıkarmış, hatta bazı maçlarda 20 binin üzerinde seyirciyi stadyuma çekmeyi başararak UEFA Avrupa Ligi’ni kıskandıracak bir sinerji yaratmayı başarmıştı. Buna karşın NextGen Series bu sezon turnuvaya maddi sebeplerle bir yıllığına ara verdiğini duyurdu. İkinci sezonunun başında yayıncı kuruluş olarak Eurosport’la Son şampiyon UEFA Gençler Ligi’nde yok! ? anlaşan ve 16 takımdan 24 takımlı formata geçen bir turnuva için bu kararın arkasında açıklanandan daha farklı sebepler olduğu biliniyor. Bunun en başında UEFA Gençler Ligi’nin U-19 takımları için takvimi büyük ölçüde kapatması gerekiyor. Kısaca ikinci cambaz birinciyi ipinden etmiş gibi ancak tartışma da bu noktada çıkıyor. UEFA Gençler Ligi, NextGen Series fikrinden beslenen bir format, bunu UEFA Başkanı Michel Platini de, “Bu turnuvanın (NextGen) özel bir şirket tarafından düzenlendiğinin farkına vardık ve İcra Kurulu’nda bu formatın UEFA tarafından organize edilmesine karar verdik. Bunu da Avrupa Kulüpler Birliği ile birlikte yapıyoruz.” diyerek zaten itiraf etmişti. Peki aynı havuzdan beslense de ikisi gerçekten aynı turnuva mı? HF # 99 Son şampiyon dışarıda NextGen Series’in fikir babası, aynı zamanda Brentford’un sportif direktörü olan Mark Warburton’a göre UEFA’nın bu topa girmesi normal ancak formatta ciddi sorunlar var. Warburton’a göre turnuvanın katılımcılarının Şampiyonlar Ligi üzerinden belirlenmesi ciddi bir hata. “Gençlere yatırımı ve akademi kalitesini mi ödüllendireceksiniz, yoksa A takımın performansını mı değerlendireceksiniz?” diyor Warburton. Ayrıca Ağustos sonunda Şampiyonlar Ligi’ne katılıp katılmayacağı belli olacak ekiplerin bu turnuvaya nasıl hazırlanacağı ciddi bir soru işareti. Daha da kötüsü, Avrupa’nın en prestijli akademilerine sahip bazı kulüplerin Şampiyonlar Ligi’nden uzak kalma ihtimali. Geçen sezon Portekiz’de Avrupa kupalarına vize alamayan ancak dünya çapında birçok yeteneğin eğitim aldığı Sporting akademisi bu formatta turnuvanın dışında kalıyor. Geçen sene NextGen Series şampiyonu olan Aston Villa’nın yakın gelecekte turnuvada yer alma olasılığı da yok. Bir önceki sezonda Inter U-19 takımıyla yaptığı başarılı işler Andrea Stramaccioni’yi Inter’in başına getirmişti. Inter bu sezonki turnuvada Kupa 1 vizesi alamadığı için yer alamıyor. Hatta altyapının sözlükteki karşılığı Ajax’ın dahi geçmişte Şampiyonlar Ligi dışında kaldığı olmuştu. Bu Platini’nin iki yıl denenecek dediği karbon kopya formatında dikkat çeken en ciddi problemler. Bu sorunları gidermek ve UEFA’nın yeni formatını NextGen Series çizgisine ? yaklaştırabilmek adına Mark Warburton ve Justin Andews, UEFA yetkilileriyle yaptıkları görüşmede 48 takımlı, altyapı kalitesine bakılarak wildcard sistemiyle genişletilmiş bir turnuva önerisi yapmıştı ancak bu en azından ilk iki sene için kabul görmedi. HF # 99 Potansiyeli yüksek Öte yandan ortada şu anda gözükenden çok daha büyük bir potansiyel olduğu da ortada. İşin içine uluslararası rekabet girince, adına da Şampiyonlar Ligi konunca seyircinin gösterdiği ilgi de gayet iyi. Üstelik her şeyden önce 1821 yaş arası atlanması gereken profesyonel eşiği geçmek isteyen genç futbolcular adına da harika bir fırsat ve deneyim. Artık profesyonellik yaşı Avrupa’da epey inmiş durumda ancak özellikle Türkiye gibi yaşlı ligler için ciddi bir yenilenme fırsatı ve Şampiyonlar Ligi hedefi olan kulüpleriimz için altyapıya ilgi göstermeleri adına bir fırsat. Bu turnuva olmasa hemen hemen boş diyebileceğimiz 1995-96 jenerasyonuna Galatasaray’ın yaptığı ekler ortada. Bu bakımdan Türk kulüplerine de kendi aralarındaki kısır rekabetten daha yukarıda bir çıta ve hedef koyması da mühim. Turnuvanın gelişimini yakından takip etmekte fayda var zira sadece geleceğin oyuncularının oynadığı maçlar topluluğundan öte bir şampiyonanın gelişimine tanıklık edebiliriz. Uğur Karakullukçu KESKiN GEÇiŞ Roberto Mancini Radikal bir kararla hücumcu Terim’le yollarını ayıran Galatasaray, daha da radikal bir karar alarak savunmayı futbolun merkezine koyan Mancini’yi göreve getirdi. Bu değişimin nasıl sonuçlanacağıysa büyük merak konusu... HF # 99 Roberto Mancini’nin Galatasaray’ın teknik direktörlüğüne getirilmesi sonrasında takımın nasıl bir yola gireceği sarı-kırmızılılarla ilgili en büyük merak konularından biri. İtalyan hocanın imzasının üzerinden 2 gün geçmeden çıkılan Juventus deplasmanında ortaya konulanlar ise bu konuda fikir yürütmeyi çok daha çabuklaştıracak cinsten. Özellikle de puanla başlayıp Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkmak için küçük de olsa avantajı Galatasaray’ın eline geçirdikten sonra. İtalyan teknik adamın maç öncesinde basın toplantısında kullandığı “Fatih Terim’in takımını devam ettireceğim” cümlesi sonrasında beklentiler daha çok bu sürekliliğin teknik anlamda olacağı şeklindeydi. Keza bambaşka bir futbol mantalitesine sahip bir takıma oldukça farklı fikirlerle gelip oldukça önemli bir rakip karşısında bu fikirleri takıma dikte etmek pek mantıklı görünmüyordu. Fakat rakibin bir İtalyan olması ve Mancini’nin onları çok iyi tanıdığını belirtmesi elbette bazı şeyleri değiştirdi. Juventus’un yaşadığı problemler, içinde bulundukları sıkıntılı dönemle birlikte farklı bir oyun planının öne çıkması için uygun ortamı da beraberinde getiriyordu. Juventus, pres yapmadan geride bekleyen takımlara karşı iki sezondur sıkıntı çekiyordu ve Fatih Terim’in sistemiyle onlara istedikleri fırsatları vermek mümkün olabilirdi. Roberto Mancini o fırsatları vermemeyi tercih etti. Gerek sahaya çıkardığı kadroyla, gerek oyun planıyla Fatih Terim’in son zamanlarda pek de fazla denemediklerini denedi. İkinci yarıdaki bazı problemlere rağmen şansının da yardımıyla istediği sonucu aldı. Peki Juventus maçının ışığında Galatasaray’ı gelecek haftalarda neler bekliyor? Öncelikle 2,5 senedir bir Fatih Terim takımı olan Galatasaray’ın zamanla Roberto Mancini takımına döneceği muhakkaktı fakat Juventus maçı itibarıyla bu geçiş biraz fazla keskin ve sert oldu. Maçın başından itibaren geriye yaslanan ve rakibe boşluk bırakmamaya çabalayan Galatasaray’ı dünkü maçın özel durumuyla değerlendirmek gerekebilir. Fakat Roberto Mancini HF # 99 yeni mantalite karşısında takımın gösterdiği iyi tepki, Mancini’nin bu geçiş dönemini hızlandırmasını mutlaka sağlayacaktır. Galatasaray’ın ligdeki bazı deplasmanlarda ve özellikle de iç saha maçlarında gereken skor alındıktan sonra da bu yapıya bürüneceğini tahmin etmek pek zor değil. Çarşamba akşamı ikinci yarıda takımın 11 kişiyle kendi kalesinin önündeki 35-40 metrelik alana yaslanması ve rakibi çağırması daha zayıf takımlar karşısında taraftar tepkisini elbette çekecektir. Bunun dengesini kurmak ve Terim’in takımının kodlarını zaman zaman kullanmak bu yönden İtalyan hocanın işini geçiş aşamasında kolaylaştırabilir. Fatih Terim döneminde takım sahaya 4-2-3-1 formasyonuyla çıktı fakat Roberto Mancini’nin Juventus karşısında sahaya çıkardığı iki ‘gerçek’ açık oyunculu 4-2-3-1, Terim tarafından hiç kullanılmamıştı. İtalyan hoca Inter ve Manchester City deneyimlerinde klasik açık oyuncusunu kullanmayı pek tercih etmemişti fakat dünkü maçta rakibin Juventus oluşu ve sistem olarak tek kenar oyunculu 3-5-2’yi tercih ediyor olmaları Mancini’nin oyunu genişletme isteğini beraberinde getirmiş olabilir. Ne var ki Çarşamba gecesi ortaya çıkan ve asimetrik olmayan 4-2-3-1, Burak ve Drogba ikilisinden birinin mutlaka yedek kulübesinde oturacağı anlamına geliyor. Avrupa’da sorun omayan yabancı kontenjanıyla birlikte şu anda takımın sorgulanamaz tek yabancısı konumundaki Didier Drogba, Mancini’nin bu düzeni devam ettirmesi halinde ligdeki bazı maçlarda kenara gelecek ilk yabancı oyuncu olabilir. Henüz 6+4 kuralıyla tanışmayan hoca elbette Terim’in yaşadığı problemlerin benzerlerini yaşayacak. Özellikle Juventus karşısında savunmanın en iyi oyuncusu olarak dikkat çeken Aurelien Chedjou’yla birlikte yerden kalkmayan Emmanuel Eboue bu yönden makas yemesi muhtemel ilk oyuncular olmaya devam edecektir. Mancini, İtalya deplasmanı sonrasındaki basın toplantısında zaman içinde daha değişik dizilişlerin de ortaya çıkacağını söyledi. Roberto Mancini HF # 99 Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısıyla birlikte bu dönem de Fatih Terim tarafından fazlasıyla kullanılan 4-3-1-2, Sneijder, Burak ve Drogba üçlüsünü aynı anda oynatmak amacıyla özellikle bazı iç saha maçlarında Mancini tarafından sarılan can simidi olmaya devam edecek gibi görünüyor. Özellikle Inter’deki ilk iki sezonunda takımının ana sistemi haline getirdiği bu dizilişin bir anda takımın sistem portföyünden çıkacağını düşünmek çok mantıklı değil. Fakat Mancini’nin asıl sürprizi, Manchester City’de yedek plan olarak düşündüğü üçlü defansı Galatasaray’a uyarlamak olabilir. Gerek stoper havuzu, gerek kenar oyuncularıyla takım, üçlü defansı oynayabilecek yeteneğe sahip ve 4-3-1-2 dışında yukarıdaki hücum üçlüsünü özellikle de defansif zaafiyet yaratmadan oynatmanın tek yolu muhtemelen İtalya’da son dönemlerin en moda yapısından geçiyor. Galatasaray’da balayı dönemi çok çabuk ve iyi başladı fakat iyi giden şeyi bozup ana mantaliteden tamamen farklı bir plana ilerlemenin yaşanacağı sıkıntılar takımın önüne mutlaka gelecektir. Sarıkırmızılılar Roberto Mancini’nin ustalığına daha çok bu anlarda ihtiyaç duyacak. Bu tarz geçiş aşamalarında kazanmak her zaman hocanın en büyük yardımcısıdır ve Juventus’tan alınan 1 puan Mancini’yi epey rahatlatmış olmalı. Fakat İtalyan hoca daha fazlasına ihtiyacı olduğunu biliyor ve Fenerbahçe’nin ligde 5 puan arkasında olan Galatasaray’ın ülke içinde beraberliğe tahammülü kalmaması yeni yapıya geçiş aşamasında işleri karışık hale getirebilir. Salih Demirci KUPA TOPTANCISI MANCiNi Roberto Mancini Roberto Mancini’nin kupa için en çok beklettiği zaman şimdiye kadar 2 yıl oldu. Kendi liginden şampiyonluğa oynamayan takımları dikkate almazsak bir tam sezon yeterli. HF # 99 Kupa toptancısı olarak başlangıcı Sven-Göran Eriksson’un ikinci adamı olarak çalıştığı Lazio kulübesinde yapmıştı. Kulübün tarihindeki en büyük uluslararası başarı olan 1999 Kupa Galipleri Kupası, sonraları ‘onunla abi kardeş gibiyiz’ dediği Eriksson’lu günlerde gelmişti. Ardından, şimdilerde olduğu gibi Fatih Terim’in bıraktığı yerden devralmış ve Fiorentina’nın kazandığı son kupayı, 2001 İtalya Kupası Şampiyonluğu’nu elde etmişti. Futbolcu ve yardımcı antrenör olarak çalıştığı Lazio’ya baş antrenör olarak döndüğünde ise yine boş geçmedi, yıldızlarını satan takımla birlikte İtalya Kupası kazanarak terfi aldı.Calciopoli’nin patladığı sezonda Inter ile üçüncü olmuştu ama yine boşu yoktu; 23 yıl sonra Inter’e İtalya Kupası’nı getirmişti. Sonrasını nispeten hafifleyen bir ligde oynasa da kazaya mahal bırakmadı, Inter’i üç sezon üst üste Serie A şampiyonu yaparken arkasında 7 kupa bıraktı. Avrupa Kupaları’nda basamakları çıkamaması o günlerde de eleştirilirken Mancini’den iki sene sonra Inter, Jose Mourinho ile Avrupa’nın da zirvesine çıktı. Son durağı Manchester City’de ise ağır bir yükün altına girmişti. Bu seferki ne Lazio’ya, ne de Serie A’ya benziyordu. Kuşkusuz, onu bu göreve İtalya’da yaptıkları getirmişti, liyakati tartışılmazdı ama bu defa yarış bambaşkaydı. Sonradan dünyanın en pahalı takımı olacak kadroyla birlikte kurtlar sofrasına oturmuştu. Burada da çabucak bir şeyler elde etti, sezon ortasında aldığı takımla ilk tam sezonunda Şampiyonlar Ligi’ne taşıdı ve 42 sezon sonra kulübe FA Cup kazandırdı. 2011/12 ise rüya gibi bir finalle bitti, Sergio Agüero’nun son dakika golü ile 44 yıl sonra Manchester City lig şampiyonu oldu. Şimdiye kadar, 13 yıllık antrenörlük kariyerinde 12 kupa kaldıran Roberto Mancini’nin kupa için en çok beklettiği zaman 2 yıl oldu. Kendi liginden şampiyonluğa oynamayan takımları dikkate almaz isek bir tam sezon yeterli. Ancak artık belki de onun için bir ilk, başka bir zorluk var. Galatasaray’ı tekrardan rayına sokmak için elinde birkaç günden fazlası yok ve kupa kazanmak içinse yalnızca altı buçuk ayı var. Rafet B. Eryılmaz GELDi, GÖRDÜ, YENiYOR... Avrupa Futbolu Tanınmayan bir İsrailli olarak taraftarların büyük tepkisiyle karşılaştığı Standard Liege’le Avrupa’nın en heyecan verici sezon başlangıcını yapan Guy Luzon, şimdiden ‘yeni Mourinho’ olarak gösteriliyor. Klopp hayranı, 35 yaşındaki İsrailli hocanın ismini önümüzdeki yıllarda daha çok duyabiliriz. HF # 99 Geçtiğimiz yaz İsrail’in ev sahipliği yaptığı 21 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası’nda pek çok kulübün yetenek avcıları kadrolarına katacakları genç oyuncuları izlemek için bulunuyordu. Belçika ekibi Standard Liege’in yetenek avcıları da muhtemelen turnuvayı izlediler. Fakat ülkelerine gelecek vadeden oyuncular yerine yeni bir teknik adamla döndüler! Amcasının yeğeni 35 yaşındaki Guy Luzon, İsrail’de bile çok parlak bir kariyer sahip değildi. Amcası Amos’un sahibi olduğu Maccabi Petah-Tikva’da dört yıl süren profesyonel kariyerinin ardından yine aynı takımda 25 yaşında teknik adamlığa adım attı. Geçirdiği altı yıllık dönemde takımı bir üst seviyeye taşımayı başardı. Öyle ki 2004- 05 sezonunda takım şampiyonluğu kovaladı ve sezonu ikinci sırada tamamladı. Ne var ki kariyerinin ilk altı yılından sonra Luzon için işler istediği gibi gitmedi. Maccabi Tel-Aviv’in başında çıktığı 22 maçta sadece beş galibiyet alınca kovulması kaçınılmaz oldu. Kısa süreli Petah-Tikva ve Bnei Yehuda maceraları da 2010’daki kupa finali dışında kayda değer bir başarı olmadan geride kaldı. Luzon, İsrail’in Yılmaz Vural’ı olmaya hazırlanırken bir kez daha aile bağlarının yardımına başvurdu. Diğer amcası ve İsrail Futbol Federasyonu Başkanı Avi tarafından İsrail 21 Yaş Altı Milli Takımı’nın başına getirildi. Takımı 2013’teki turnuvaya hazırlarken basınla ilişkileri daima elektrikli oldu. Amcasının nüfuzu yüzünden daima eleştirilen Luzon, turnuva başlamadan önce Standard Liege ile anlaştığını açıklayınca eleştiri oklarını bir kez daha üzerine çekti. İsrail’deki tepkilerin bir benzeri de aynı zamanda Belçika’da yaşandı. Öfkeli Standard taraftarları, topladıkları imzaları başkan Roland Duchatelet’nin yüzüne çarparak onu istifaya davet ediyorlardı. 2011’de kulübü satın aldığından bu yana Witsel, Mangala, Defour ve Tchite gibi yıldız oyuncuları birer birer satan başkana öfkelenmekte de haklı görünüyorlardı. Zira Luzon’u daha önce sahibi olduğu ikinci lig takımı SintTruidense’nin de başına geçirmek istediğini fakat başarısız olduğunu öğrenmişlerdi. Bu tepkiler karşısında geri adım atan Duchatelet, kulübü elinden çıkaracağının sözünü vermişti. Öfkeli taraftarlar ve kulübü satmaya hazırlanan bir başkan, ilk yurtdışı deneyimi öncesinde Luzon’un işini hiç kolaylaştırmıyordu... Avrupa Futbolu Gençlik-deneyim dengesi HF # 99 Luzon, ilk basın toplantısında ortalığı yatıştırmaya kararlı görünüyordu. “Taraftarlar kim olduğumu bilmiyorlar. Onlarla konuşmak ve kendimi tanıtmak istiyorum. Takımın başarısını istiyorlar. Zaten önemli olan da bu.” diyerek kendinden emin bir görüntü çizmişti. Çalışmalara istekle başlayan Luzon’un oyuncuları da kendine inandırması zor olmadı. Takım kaptanı Jelle van Damme’ın “Başkan takımı iyi bir yere taşımak için onu seçti. Ben de ekipçe hareket ederek Luzon ile harika bir sezon geçireceğimize inanıyorum.” demesi bu durumu ortaya koyuyordu. Ancak deneyimli savunmacının böylesine görkemli bir başlangıcı hayal etmediğine kuşku yok! Ligin dinamiklerini ve takımdaki oyuncuların kimliklerini iyi analiz eden Luzon, hızlı çift forvetin ve kanat oyuncularının merkezinde yer aldığı bir 4-4-2’yi takıma benimsetti. Altyapıdan yetişen Michy Batshuayi ile Nijerya’dan keşfedilen Imoh Ezekiel, takımın gol yükünü sırtlayan oyuncular oldular. Üstelik bu iki oyuncunun da henüz 19 yaşında olduklarını düşünürsek Luzon’un taktiğinin önemini anlarız. Elbette takımda Batshhuayi ve Ezekiel dışında da önemli genç yetenekler bulunuyor. Kanatlarda oynayan Mpoku ve Mujangi Bia, forvetleri beslemekle yükümlüler. Orta alan ise Ibrahima Cisse ve Türk asıllı genç yetenek Alparslan Öztürk’ten soruluyor. Bu genç oyuncular sayesinde Luzon’un kendi deyimiyle ‘ateşli’ oyun sistemi kusursuz işliyor. Luzon taktiğini “Top rakipteyken kendi sahasından çıkmalarını önlemek için pres yapıyoruz. Topu aldığımızda da dikine ve hızlı bir şekilde ilerliyoruz.” diyerek özetliyor. Genç teknik adam, Borussia Dortmund’da benzer bir sistemi inşa eden Jürgen Klopp’a hayranlığını da saklamıyor. Luzon’a göre Dortmund, Avrupa’daki en ateşli takım ve başarıları da Klopp’un yaktığı bu ateş sayesinde geliyor. Luzon, bu genç hücum ve orta saha hattını deneyimli savunmacılarla desteklemeyi tercih ediyor. 29 yaşındaki kaptan Jelle van Damme’a stoperde 29 yaşındaki Brezilyalı Kanu ve Laurent Ciman eşlik ediyorlar. Sağ bekte ise üç yıldır Standard’da forma giyen, Real Madrid tecrübesi de bulunan Daniel Opare oynuyor. Takımın dokuz lig maçında sadece 3 gol yemesinde savunmanın olduğu kadar Japon kaleci Eiji Kawashima’nın da payı büyük. Sinan Bolat’tan kaleyi devraldıktan sonra bir daha geri vermeyen 30 yaşındaki Kawashima, tüm tecrübesini sahaya yansıtıyor. Takım organizasyonunda genç ve deneyimli oyuncuları denge içinde kullanmak Luzon’a göre çok önemli. Kadro mühendisliğini ev inşa etmeye benzeten Luzon, “Önce kolonları, ardından duvarları, en son da çatıyı koyarak evi yaparsınız. Takım kurmak da tıpkı böyledir.” ifadeleriyle anlayışını özetliyor. Fikstür avantajı Gösterilen etkileyici performansa rağmen Luzon’un ekibinin ligde henüz ciddi bir rakiple karşılaşmamasının bu seride etkili olduğunu söyleyenler de yok değil. Üstelik bu tezi, UEFA Avrupa Ligi’nde alınan 2-1’lik Esbjerg mağlubiyetiyle de destekleyebiliyorlar. Ezeli rakibi Genk’in de aralarında bulunduğu 9 takımı çok zorlanmadan alt eden kırmızıbeyazlıların, ilerleyen haftalarda Anderlecht, Zulte-Waregem ve Club Brugge gibi rakipler karşısında zorlanması bekleniyor. Tüm bu eleştirilere rağmen 9 haftada alınan galibiyetlerin taraftarların takıma yeniden iştahla destek vermesini ve genç oyuncuların özgüvenlerinin artmasını sağladığına şüphe yok. Dolayısıyla ilerleyen haftalarda karşılarına çıkacak ciddi rakipler, Luzon’un kafasındakilere göre plan yapmaya çalışacaklar. Zaten Luzon da Esbjerg maçında alınan sonucu “Oynadığımız tüm maçları kazanamayacağımızı biliyorduk. Kazandığımız maçlardan sonra nasıl ayaklarımız yere basıyorsa, nasıl çalışmaya devam ediyorsak bu maçtan sonra da öyle yapmalıyız.” diyerek takımını rakibi kim olursa olsun ayakta tutmaya kararlı bir antrenör görünümü çizmişti. Avrupa Futbolu Yeni Mourinho? HF # 99 Luzon’un kariyeri Portekizli teknik adam Jose Mourinho’yla bir anlamda örtüşüyor. İkisinin de faal futbolculuk yaşantılarının çok kısa olması ve antrenörlüğe erken yaşta adım atmaları Luzon’un da benzer yolları takip ederek başarıya ulaşmasını sağlayabilir. 25 yaşından beri antrenörlük yapan Luzon, futbolculuk günlerinden “Vasat bir sağ bektim. Sıradan bir futbolcu olmaktansa antrenör olarak başarılı olmak için futbolu bıraktım.” diyerek bahsediyor. Luzon’un Mourinho’yla örtüştüğü tek yön erken sona eren futbolculuk kariyeri değil elbette. Genç teknik adam da Mourinho kadar hırslı olduğunu “Ben ünlü bir aileden geliyorum. İyi bir eğitim aldım. Bizde herkes işinde en iyi olmak için uğraşır. En iyi değilsen, hiçbir şeysindir.” diyerek gösteriyor. Ailesinin de Luzon’a olan desteğinin oldukça sağlam olduğunu söyleyebiliriz. İsrail futbolunu yöneten amcası Avi Luzon, yeğeninin 5 yıl içinde Avrupa’nın en iyi 10 teknik adamı arasına girebileceğine garanti veriyor. Bu sözler bir hayli iddialı olsa da Luzon’un önünün gayet açık olduğuna şüphe yok. İsrailli teknik adam, Standard’da kendini kanıtlama şansını şimdiye kadar iyi kullandı. Bunun devamını getirmesi halinde büyük ihtimalle ülkesinin son yıllarda yetiştirdiği en büyük futbol adamı olarak anılacak. Burak Eken BiR EA BAŞYAPITI: FIFA 14 Diğer Ligler başladı, transfer sezonu kapandı, ilk milli maç arası oynandı, Avrupa kupalarında grup aşamasına geçildi. Geriye ne kaldı? Tabii ki bir futbol sezonunun olmazsa olmazı, futbol oyunları. Konami’nin son yıllardaki yoğun çabaları sonucu o çoğul ekini atıyor ve piyasadaki açık ara en dişe dokunur futbol serisi FIFA’nın son oyunu, EA Sports’un göz bebeği FIFA 14’ü ele alıyoruz. HF # 99 Beklenen gün sonunda geldi ve FIFA 14 raflardaki yerini aldı. Biz de hiç vakit kaybetmeden, oyunun çıkış sürecine, bu süreçte yaşanan gelişmelere, işin ekonomik yanına bile değinmeden oyuna saldırdık. Oyuna girince bu kez, tabletlerdeki arayüze benzer bir menü sistemiyle karşılaşıyoruz. İlk önce çok karışık gözükmesine rağmen, bir tarafından diğerine koşturmak yerine her seçeneğe anında erişebildiğimiz pratik bir ana menü gelmiş. Alıştıkça daha da seveceğimize eminim. Menüye göz attığımızda alıştığımız FIFA modları hemen bizi selamlıyor. Ultimate Team, Seasons, Career ve Pro Clubs, yeniliklerle birlikte oyundaki yerlerini koruyorlar. Seasons’ta, online bir arkadaşımızı yanımıza alıp, başka ikililere karşı şampiyonluk mücadelesi verebildiğimiz ‘co-op’ seçeneği, oyundaki yenilikler arasında. Career’de ise menajerlik oyunlarına biraz daha yaklaşılarak scouting ön plâna çıkarılmış. Ayrıca yeni kariyere başlarken, daha sezon başında futbol dünyasının ters düz olmasını istemiyorsanız; ilk transfer sezonunu kapatabiliyor ve kariyerinize gerçek futbol dünyasındaki transfer döneminin bitiminde oluşan güncel kadrolarla başlayabiliyorsunuz. “It’s the football, that’s the football” Mayıs ayında Microsoft’un yeni nesil konsolu Xbox One’ın sunumunda EA Sports yetkilileri de sahneye çıkmış ve oyunlarının yeni nesle nasıl hazırlandığından bahsetmişlerdi. Burada en çok altı çizilen nokta, yeni oyun motoru Ignite Engine idi. Bu yeni motorla, artık topun futbolculardan bağımsız bir unsur olacağı, futbolcuların top kontrollerinde ve hareketlerinde yeni animasyonlarla doğallık sağlanacağı ve seyircilerin çok daha canlı olacağı söylenmişti. Yeni nesil motorumuz Ignite’ın sadece yeni konsollar PS4 ve Xbox One sürümlerinde yer alacağı; PS3, Xbox 360 ve PC’de bulunmayacağı açıklanmıştı. Fakat... İnanılmaz ama yapımcıların aylardır yeni nesil sürümler ve Ignite Engine hakkında söyledikleri her şey oyunun bu nesil sürümlerinde var! Topun, futbolcuların manyetik alanlarından çıkıp bağımsızlığını ilân etmesi; onlarca yeni animasyon; pozisyonlara göre anlık tepkilerle yakalanan doğallık; daha gerçekçi ve canlı seyirciler… Hepsi PS3, Xbox 360 ve PC’de de oyunun temelini oluşturuyor. FIFA 14’te yapay zekâ çok gelişmiş. Özellikle artık rakip takımların oyun kimliklerini iyice hissedebiliyoruz. Ana oyun plânları, kilit oyuncularının ‘numaraları’, hücum varyasyonları vb. birçok yönde standartlık kaldırılmış. Eskiden rakipler duruma göre şekil alır ve hangi takım olursa olsun genellikle aynı tarzda oynardı. Ama bu sene hem seviye farkları, hem de oyun anlayışlarındaki farklılıklar direkt hissediliyor. Diğer “Bi’ şey yok hocam!” HF # 99 Estetik hareketler, son nefeste yapılan dokunuşlar, güzel vuruşlar, karambol anında kendini kalenin önünde siper eden savunmacılar, yere düşüşler, hakeme tepkiler… Hepsi o kadar gerçekçi ve o kadar doğal ki… Çizgiye inen arkadaşıyla birlikte hızla içeri hareketlenen forvet, açılan ortanın bir adım arkasına doğru geldiğini görünce vücudunu arkaya doğru çekip, yere sırt üstü düşerek kafayı vurabiliyor mesela. Ya da ikili mücadele sırasında rakip yere düşünce pozisyonun içindeki oyuncu, ellerini ‘bir şey yapmadım’ mânâsında kaldırarak oynamaya devam ediyor. Peki ya çeldiği top rakibin önüne düştüğünde vücudunu çevirene kadar ayaklarıyla müdahale etmeye çabalayan kaleciler… Batı tribünü kapısındaki görevli Görsellikte seviyeyi artırmak için epey uğraşmış yapımcılar. Oyuncu yüzlerinde yine güzel iş çıkarmışlar. Formaların hem kaplama kalitesi artırılmış, hem de artık hareket ediyor, sallanıyorlar. Seyirciler çok daha canlı ve renkli. Statlar da elden geçirilmiş. Hem ışıklandırmalar gelişmiş, hem hava olayları belirginleşmiş. Ama stat konusundaki en önemli düzenleme, saha-tribün arası mesafede. Önceki oyunlarda hatırlarsanız, Allianz Arena, Anfield, Emirates, Santiago Bernabeu gibi birkaç statta sahayla tribün arasında - gerçektekinin aksine - otoyol geçecek kadar mesafe vardı. İşte bu sorunu sonunda ortadan kaldırmışlar. Bütün bu statlar, artık gerçeğindeki gibi. Ve tabii ki atmosfere de büyük katkısı olmuş bu değişimin. Atmosfer demişken... Grafiksel gelişimin yanında işitsel yönden de büyük ilerleme var. Taraftarların oyun anında olanlara verdiği tepkilerin güzelliği bir yana, tezahürat çeşitliliği son derece tatmin edici. Öyle ki, oyuna biraz alıştıktan sonra önceki oyundaki tezahüratlar ‘jenerik uğultu’ gibi geliyor. Üşenmeden çoğu takıma, en çok söylenen tezahüratları ve takımın dilinde anonsları eklemişler. Anfield’da Liverpool’un 1-0 önde götürdüğü maçın sonlarında ‘You’ll Never Walk Alone’a eşlik edeyim derken neredeyse gol yiyebilecekken; Galatasaray’ın ev sahibi olduğu maçta ‘Lütfen sahaya yabancı madde atmayalım.” ya da “Maç sonunda güvenlik için rakip takım taraftarları yerlerinden ayrılmasın, önce diğer tribünler boşaltılacak.” şeklinde anonsları ve tabii TT Arena’daki maçlardan âşinâ olduğumuz tezahüratları duyabiliyoruz. Heh, bir de Batı Tribünü kapısındaki görevli var ki, işini çok ihmâl ediyor. Sürekli onu arayıp duruyorlar... Süper Lig sorunsalı Senelerce PES’te lisans sorunlarıyla uğraştığımız yetmemiş gibi, döndük geldik FIFA’ya; hâlâ lisans sorunları, lisans sorunları… Çekilecek çilemiz varmış. İşin en kötü yanı da ne, biliyor musunuz: FIFA’nın, yapımcılarından başka kimsenin yüzüne bakmadığı o berbat senelerde Süper Lig’i barındırıp da yeniden şahlandığı, fark attığı, herkesi topladığı şu dönemde üç yıldır Süper Lig’in lisansını alamıyor olması. Tabii bu durumun sorumlusu TFF. Federasyon, ligin lisansını almaya gelen Electronic Arts’a “Biz lisans vermiyoruz, gidin kulüplerle anlaşın.” deyince, EA de bütün kulüplerle tek tek anlaşmak istemedi ve lig ortada kaldı. Birkaç ay önce EA’in Kulüpler Birliği’yle anlaştığı haberleri gelse de, maalesef gerçekleşmedi. Diğer Seç, beğen, al… HF # 99 “Football Club kataloğu; yepyeni ürünler, avantajlı paketler ve birbirinden güzel onlarca içerikle sadece FIFA 14’te!” Özellikle formalarla yakından ilgili bir futbolsever olarak geçen yıl çok ilgimi çeken Football Club kısmında bu yıl klasik forma sayısı artırılmış. Ve geçen seneye göre çok daha bilindik, çok daha güzel formalar eklenmiş. 1800’lü yıllardan 10 yıl öncesine kadar çeşit çeşit nostaljik formalar, katalogda meraklılarını bekliyor. Bunun yanında, gol sevinçleri, kramponlar ve toplar (özellikle son dört Dünya Kupası’nın topu ilginizi çekecektir)katalogda alabileceğiniz diğer görsel maddeler. Ama sadece görselliğe değil, işlevselliğe yönelik de içerikler mevcut. Oyundaki modlarda Herkes için FIFA Tüm zamanların en çok satan oyun konsolu PS2, 2000 yılında satışa çıkmış olsa da, bugün Güney Amerika, Güney Asya gibi alım gücünün zayıf olduğu bölgelerde hâlen revaçta. Ve bu bölgelerde futbol çok popüler olduğu için, PES de FIFA da yıllardır her oyunlarını PS2’ye çıkarmaya devam ediyorlar. Bu yıl da aynısı olacak. Ancak bu yıl bir de yeni konsollar geliyor. FIFA 14 bu yeni konsollara da çıkacak ve aynı anda üç nesil konsola birden (yani hem PS2, hem PS3, hem PS4’e) çıkan ilk ve tek oyun olarak oyun tarihine geçecek. Aynı zamanda 13 yıllık koca PS2’nin de ömrünün gördüğü son oyun olacak. işinize yarayabilecek irili ufaklı yardımları da katalogdan açabiliyorsunuz. (Bu ‘iri’lerden biri de kariyerinizde çalıştırdığınız kulübü bir milyarderin satın alıp geniiiş bir transfer bütçesi sunması. Dünya futbolunun geldiği noktayı düşünürsek, ‘Gerçekçiliği bozuyor.’ diyemeyiz.) Ben tabii - önceki oyundan seviye ve puanlar direkt olarak aktarıldığı için FIFA 13’teki emeğimin karşılığını kullanarak - oyuna girer girmez bütün formaları ve topları açtım. Ama seriye sıfırdan başlıyorsanız, bu içeriklere erişebilmek için seviyeler atlamanız ve çok puan toplamanız gerekiyor. Bazen biraz da yalnız yürümek lazım Maç temposuna dalmadan, hafif kafa dinleyerek hoş vakit geçirmek isteyenler için, seriye geçen yıl dâhil olan Skill Games, yani Yetenek Oyunları modu, bu sene değişimlerle birlikte yerini koruyor. Pas, şut, serbest vuruş, penaltı, savunma gibi futbolun temelindeki birçok konudan aşamalı güzel oyunlarla hem eğlendiren, hem de oyunda kendimizi geliştirmemizi sağlayan güzide modumuz; bu yıl hem yeni oyunlar eklemiş, hem de var olan oyunlarında değişiklikler yaparak yeni etkinlikler sunmuş. Eğlendirici ve öğretici vasfının yanında, kazandığımız her başarıya önemli puanlar vererek, FC kataloguna erişimimize de yardımcı oluyor. oynanan maçlarda saha çok karanlık oluyor. Kötü yanı, eskisi gibi oyunun parlaklığını da ayarlayamıyoruz menüden. Bu yüzden öyle maçlar işkenceye dönüşebiliyor. Futbol ateşi Hani tuttuğunuz takım rakip ceza sahasında ortayla gol ararken “Vur!” diye bağırarak istemsizce başınızı öne ittirirsiniz; hani rakip çok tehlikeli geldiğinde bir an nefesinizi tutup buz kesersiniz; hani son dakika golüyle maçı kazanınca çılgınca sevinirsiniz ya… İşte FIFA 14 tam o kıvamda, o hissi yaşatabilen bir oyun. Sadece elinizdeki tuşlara basıp oyuncuları yönettiğiniz değil; o futbol atmosferini, o coşkuyu, o heyecanı yaşayabildiğiniz bir oyun. Bugüne kadarki yaptıklarının üstüne çıkan, futbol oyun deneyimini başka bir noktaya taşıyan; yine günlerimizi, haftalarımızı, aylarımızı yiyecek şahane bir oyun olmuş FIFA. Keyifli oyunlar… Diğer Kadı kızı kontenjanı HF # 99 Sevmesi, övmesi çok güzel; ama eksileri de yok değil. Öncelikle şutlar biraz fazla kolay olmuş sanki. Gerçi demoda daha fenaydı, tam sürümde (bir de ilk gün güncellemesiyle) biraz düzeltmişler. Umarım yeni güncellemelerle biraz daha törpülerler. Özellikle “finesseshot” diye tabir edilen, R2 ya da RT tuşuyla yaptığımız vuruşlar ölümcül dozda olmuş. Dengelenmesi şart. Bir diğer sıkıntı animasyon geçişlerinde. Ani yön ya da pas değişimlerinde garip görüntüler oluşabiliyor. Hayır, o internet fenomeni olmuş Impact Engine bug’larından bahsetmiyorum. O boyutta değil. Ama oyunun doğallığın bozabiliyor. Bunun dışında bir de bazı statlarda akşam üstü, güneş batmaya yakın Efsaneler ölmez Hagi, Pele, Van Basten, Gullit, Maldini, Matthaus,Ljungberg, Bergkamp… Bu efsaneleri FIFA’da görmek, birlikte maceralara atılmak ister miydiniz? Cevabınız evetse size bir iyi, bir kötü haberim var. İyi haber: FIFA 14’te Ultimate Legends adı altında 40 futbol efsanesi, Ultimate Team’lerimizi şenlendirmek üzere oyuna eklenmiş durumda. Kötü haber ise: Ultimate Legends sadece Xbox 360 ve Xbox One’a has bir güzellik. Yani PlayStation ya da PC oyuncusuysanız, bu ustalarla FIFA oynama keyfinden mahrum kalacaksınız. Belki en azından bu senelik… Emre Çelik BREZiLYA BOĞASI İspanya Kimse Radamel Falcao’nun yerinin doldurulabileceğine inanmıyordu ama Diego Costa herkesi yanıltmayı başardı. HF # 99 Türkiye’de 3 Temmuz 2011’de patlak veren şike soruşturmasının ardından çok kısa bir süre geçmişti ve Türk futbolseverler, destekçisi oldukları takımların hazırlık maçlarıyla ve çıkan transfer haberleriyle yavaş yavaş futbola dönmeye çabalıyordu. Bu haberlerden birisi de İspanya’da Granada ve Atletico Madrid ile birlikte üçlü bir turnuvaya çıkacak Beşiktaş’ın, o turnuvada Beşiktaş’a karşı forma giyen Diego Costa’yı satın alacağı yönündeydi. O dönem siyah-beyazlıların Ricardo Quaresma transferinin ardından Jorge Mendes ile ilişkilerini geliştirdiği de düşünülünce mantıklı bir senaryo gibi görünüyordu. Ne de olsa Costa’nın menajeri de Jorge Mendes’ti. Fakat Beşiktaş ve Atletico Madrid arasında oynanan o karşılaşmanın sadece 6 gün ardından Brezilyalı santrfor, antrenmanda çapraz bağlarını yırtıp 6 ay futbola veda edince senaryo Beşiktaş açısından; çoğunlukla da Diego Costa açısından bambaşka oldu... “Futbol mu, o da ne?” Diego Costa, son dönemdeki performansıyla Avrupa’da en fazla konuşulan santrforlardan biri ama Brezilyalı yıldız, futbol dünyasına son derece geç adım atmış. 16 yaşına kadar herhangi bir takımda futbol oynamayan Diego Costa, ilk kez 2004’te Barcelona EP’de sahalara adımını atıyor. Fakat belki de bu yaşına kadar profesyonellikle tanışmaması, Diego Costa’nın gelecekte İspanya’ya damga vuracak yeteneklerini kazandırmasını sağlıyor. O yıllar için “Yaşadığım yerde sokaklarda top oynardım. Özellikle de benden büyüklerle. Sao Paulo’ya gidene kadar da herhangi bir profesyonel takımda oynamadım. Hatta hayatımda o güne kadar çimde bile top oynamadım.” diyen Costa, fiziksel yapısını bununla bütünleştirince doğal olarak da bir Brezilyalı futbolcunun sahip olduğu zariflikten ziyade daha çok güçlü yapısıyla dikkatleri çekiyor. Daha doğrusu Jorge Mendes’in dikkatini... Böylelikle de o dönem Ibiuna ile Paulista Ligi’nde top koşturan Diego Costa için zirveye çıkacağı yolculuk başlıyor. Braga ile imzaladığı kontrata rağmen Costa için Avrupa macerasının pek de beklediği gibi başladığını söylemek güç. İmzaların ardından Braga’nın B takımına gönderilen Costa, hemen ardından da Portekiz’in alt lig ekiplerinden Penafiel’e kiralandı. Burada pek parlak bir performans sergileyemeyen Costa için dışarıdan bir dokunuş gerekiyordu. Mendes de o esnada devreye girerek işini fazlasıyla yaptı ve yıllardır oyuncuları için bir durak noktası olarak kullandığı Atletico Madrid’e deyim yerindeyse Diego Costa’yı iteledi. Ardından da Diego Costa’nın tırnaklarıyla kazıyarak kariyer yapmaya başlayacağı Liga Adelante macerası başladı. İspanya İşte başlıyoruz HF # 99 2007-08 sezonunda Celta’nın yolunu tutan Diego Costa, sezon başında çok fazla şans bulamadı ama ikinci devreden itibaren kadroya girmeye başladı. O dönem için, hırslı biri olmasına rağmen direk formayı alamamasını normal karşılayan Costa, “Brezilya’da neredeyse antrenman nedir bilmezdim. Çok eksiğim vardı. Zamanla antrenman yapmamaktan kaynaklanan kusurlarımı giderdim.” diyerek aslında pek bilinmeyen bir yönü olan olgunluğunu da gösteriyordu. Çalışkanlığını da... Zaten ligin ikinci yarısından itibaren formayı kapacak ve bir daha da kolay kolay bırakmayacaktı. Hatta özellikle ligin ikinci yarısında Numancia karşısında kendi yarı sahasından topu alıp, hem de skor 1-1 iken, yaklaşık 65 metrelik bir dripling sonrası golünü atarak takımına galibiyeti getirecekti. Costa, savaşçılığı, cüssesine rağmen tekniği ve Numancia’ya attığı o meşhur golle sadık Celta taraftarları tarafından hiç bir zaman unutulmayacaktı ama popülaritesi Liga Segunda’da kalacaktı. Dieco Costa, ertesi sezon da Albacete’nin golcüsü oldu ve burada sergilediği oyunla La Liga takımlarından Valladolid’e terfi etmeyi başardı. Takımını küme düşmekten kurtaramadı belki ama kendisini kurtararak Atletico Madrid’e tekrar transfer oldu. Restart Quique Sanchez Flores, Diego Costa’yı Avrupa Ligi şampiyonu takımına istedi ama Brezilyalı golcüyü ilk karşılayanlar Diego Forlan ve Sergio Agüero gibi iki üst düzey santrfor oldu. Doğal olarak ilk başta ‘sonradan oyuna giren eleman’ tanımlamasının ötesine geçemeyen Costa, yırtıcılığı ve attığı gollerle üç sezon öncekinin aksine kalıcı olmayı başardı. Hatta 2011 yazında Agüero ve Forlan’ın gitmesinin neredeyse kesinleşmesiyle takımın geleceği olarak görülmeye başlandı ki o talihsiz sakatlık Gregorio Manzano’nun da Diego Costa’nın da planlarını alt üst etti. Yine de Atletico Madrid, bu sefer eşeği sağlam kazığa bağlayacaktı. 2012’nin ilk günlerinde başkentin ayrı bir yerinde ise Rayo Vallecano, lige tutunabilmek için varını yoğunu sergiliyor ama potansiyeli ölçüsünde son sıralardan bir türlü kurtulamıyordu. Elde Michu vardı belki ama La Liga’da tek bir oyuncuyla kalamazlardı. Nitekim kulüp yönetimi, Atletico Madrid ile iyi olan ikili ilişkilerini de kullanarak yaklaşık 6 aydır futbol oynamayan ve 1 ay daha sahalardan uzak kalacak olan Diego Costa’yı kiraladı. Rayo, Michu’nun yükünü azaltabilmek adına deyim yerindeyse yılana sarılmıştı ama sakat Diego Costa öyle bir dönüş yaptı ki Michu’nun yükünü hafifletmek bir yana neredeyse Michu’yu sahneden aşağı indirdi! Forma giydiği ilk üç karşılaşmada dört gol birden atan Diego Costa, Rayo adına La Liga’da bunu başaran ilk futbolcu oluyordu. Gollerin devamı da geldi. Costa attıkça mütevazı bir stadyum olan Vallekas coşuyor, Rayo’nun ligde kalma umutları da canlı kalıyordu. Costa, Forma giydiği 16 maçta tam 10 gol kaydetti. Nitekim Rayo da ligde kaldı. Diego Costa adına görev tamamlanmış, yapılacak tek şey olarak Diego Simeone’yi etkilemek kalmıştı. Atletico Madrid’e üçüncü gidişi bambaşka olacaktı. Ana sahnede Diego Costa İspanya Diego Costa’nın da dönüşüyle birlikte Falcao’nun partnerinin kim olacağı en büyük merak konularından biriydi. Hatta Atletico Madrid yönetimi de bu sorunun cevabını bilmiyordu. Cerezo, Adrian’ın kulübeye hapsolacağını bilseydi muhtemelen Arsenal’den gelen teklifi geri çevirmezdi ama Diego Simeone’nin savaşçı takımında bencilliğiyle kötü bir ün edinmiş Adrian’ın değil rakibi parçalama pahasına oynayan Diego Costa’nın oynayacağını tahmin etmek için Brezilyalı golcüyü Rayo’da izlemek fazlasıyla yeterliydi. “Benim sistemimde koşmayan, savunma yapmayan oyuncunun yeri yok.” diyen Simeone de doğal olarak “Benim için top kaybı yoktur. Kazanılacak top vardır.” cümlesiyle futbol felsefesini özetleyen Costa’yı tercih etti. Sistem de tıkır tıkır işledi. Diego Costa, savunmayı yıpratıyor ve bozuyor; Falcao ise bitiriyordu. Costa, zaman zaman çıkardığı olaylarla gündeme geldi. Hatta La Liga’nın en çirkef futbolcu unvanını daha ilk haftalarda eline geçirdi. Hatta dört maç üst üste sarı kart gördüğü de oldu ama Simeone’nin de dediği gibi ‘takım için mücadele ettiği’ sürece sorun yoktu. HF # 99 Radamel Falcao, yaz aylarında Monaco’ya giderken birçok kişi Atletico’nun bu boşluğu dolduramayacağını düşünüyordu. Falcao, ne de olsa Pep Guardiola’nın deyimiyle ‘ceza sahası içerisindeki faal en tehlikeli’ futbolcuydu. Ayrıca Diego Costa’nın hem yıpratma işini hem de golcülük vasıflarını bir arada sergileyemeyeceği kanısı hâkimdi. Dahası Costa, Atletico Madrid klasmanındaki bir takımda henüz hücum liderliğini de üstlenmemişti. Fakat atlanan nokta ise Diego Costa’nın potansiyeli ile Simeone’nin futboldaki kişiliği ve sahada istedikleri oldu. Dahası Costa’nın zaman zaman çirkefliğe kadar ulaşan futbolunun - ne de olsa Pepe gibi bir futbolcuyla her konuda baş edebilen tek santrfordu - bitiriciliğinin de önüne geçtiği ortaya çıktı. İşin özü, Costa yine herkesi yanılttı ve 2013-14 sezonuna fırtına gibi giren Atletico Madrid’in en önemli parçası olmayı başardı. Geçtiğimiz hafta Santiago Bernabeu’da oynanan maçın 10’uncu dakikasında ise deyim yerindeyse pastaya mumu koydu. Del Bosque’nin hedefi İspanya Diego Costa, yükselişi ve sergilediği futbolla henüz misyonunu tamamlamış değil. En azından milli takımlar cephesinde. Fakat Costa’nın formasını giyeceği ülke şimdilik tam netleşmedi. İspanya Futbol Federasyonu, yaklaşık 2 hafta önce İspanyol vatandaşlığı da bulunan ve henüz Brezilya Milli Takımı ile resmi maça çıkmayan Diego Costa için FIFA’ya gerekli başvuruları yaptı. Bunun üzerine Brezilya Milli Takımı Teknik Direktörü Luis Felipe Scolari, Güney Kore ve Zambia ile oynanacak hazırlık maçlarının kadrosuna Diego Costa’yı almayarak İspanyolların ekmeğine kısmen de olsa yağ sürdü. Del Bosque’nin de “Karar hakkında henüz bana bir bilgi gelmiş değil.” cümleleriyle dile getirdiği üzere henüz Costa’nın geleceği belli olmasa da boğayı andıran santrforun İspanyol bayrağını taşıması fazlasıyla muhtemel. HF # 99 İspanya’nın bu girişiminde bir başka kayda değer nokta ise Diego Costa’nın Brezilya forması giymesini engellemek değil, tamamen Diego Costa’dan faydalanma isteği. Konfederasyon Kupası’nda kaybedilen final ve turnuvanın Brezilya’da düzenleneceği göz önüne alınırsa Costa’dan çekinmek mantıklı ama Vicente del Bosque’nin “Diego Costa konusuna tamamen sportif açıdan yaklaşıyoruz. Son derece iyi bir performans sergiliyor.” sözleri, İspanyolların bir taşla iki kuş vurabileceğini ortaya koyuyor. Kim bilir, belki Luis Felipe Scolari de Beşiktaş ile aynı kaderi paylaşacak ve şimdilik tereddüt ettiği bu dünya yıldızından kariyeri boyunca faydalanamayacak... Umut katili olmaktan öteye gidemedi. Kalem oynatmaya değmez dedik…