BİOSPELEOLOJİ
Transkript
BİOSPELEOLOJİ
BİOSPELEOLOJİ İlk insanlarda bu yana insanoğlu çok deyişmiş ve gelişmiştir; fakat suya olan bağımlılığı değişmemiştir. Bu nedenledir ki, insan popülasyonunun artışı ile suya olan ihtiyaç da artmış ve böylelikle insanlar yer altı sularına yönelmişlerdir. Fakat bu sulara bağımlı olarak yaşayan tek canlı gurubu insanoğlu değildir. Göz önünde olmadıkları için son zamanlara kadar göz ardı edilen bu canlılar mağara canlılarıdır. İşte bu canlıları ve yaşamlarını inceleyen bilim dalına “Biyospeleoloji” adı verilir. Son zamanlarda ilgi gösterilmeye başlanan bu canlılar yeraltının pek çok sırrını saklarlar çünkü onlar yeraltındaki boşlukların hakimleridirler. İşte bu yazıda insan gözünden uzak ortamların sessiz hakimi olan bu canlılardan, bu canlıların evrimlerinden ve ekolojilerinden bahsedilecektir. MAĞARA CANLILARININ SINIFLANDIRILMASI Mağara canlıları faklı kişilerce iki farklı şekilde sınıflandırılmıştırlar. Yaygın olarak kullanılan sınıflandırma şekli aşağıda anlatıldığı gibidir: 1- TROGLOXEN (Trogloxenes): Yaşamları yeryüzüne bağlı olmasına rağmen zaman zaman mağaralara giren karasal canlılardır. Bu yaşam şekillerinden dolayı onlara " mağara ziyaretçileri" de denir. Çoğunlukla mağaraların giriş kısımlarında ya da bu bölgelere yakın yerlerde yaşarlar. Bu tür canlıların suda yaşayanlarına ise STYGOXEN (Stygoxene) adı verilir. Örneğin, kış uykusu için mağaralara giren ayılar, gündüzleri mağaralara sığınan ve geceleri de avlanmak için dışarıya çıkan yarasalar, güveler, kurbağalar, yuvalarını mağara girişlerine yapan kuşlar, fareler bu tür canlılardır. Şekil 1 Trogloxen (Trogloxene) Şekil 2 Stygoxen (Stygoxene) Yarasa (Üfleyen Mağarası 8/10/2005) Kurbağa (Devrekani Mağarası 30/10/2002) 2- TROGLOFiL (Troglophiles): Trogloxenlerin tersine troglofiller tüm yaşam döngülerini mağarada tamamlarlar. Fakat bu demek değildir ki yeryüzünde hiçbir türüne rastlanamaz; troglofiller yeryüzünde mağara koşullarına yakın çevresel özelliklere sahip bölgelerde de yaşayabilen karasal canlılardır. Bunlara “mağara seven” canlılar da denir. Bu tür canlıların suda yaşayanlarına ise STYGOFİL (Stygophile) adı verilir. Birçok renkli böcek türü, renkli kurbağa ve semenderler buna örnek olarak verilebilir. Şekil 3 Troglofil (Troglophiles) Şekil 4 Stygofil (Stygophile) Örümcek (Üfleyen Mağarası 8/10/2005) Uzun-kuyruklu Semender (Eurycea longicauda) http://www.inhs.uiuc.edu/cbd/herpdist/species/eu_l ongica.html 3- TROGLOBiT (Troglobites): Diğerlerinin aksine troglobitler tüm yaşamları boyunca mağaraya bağımlı olan, mağara dışında yaşayamayan gerçek mağara canlılarıdırlar. Yer altı koşullarına tam anlamıyla uyum sağlamıştırlar. Yaşamlarının tümünü mağarada geçiren karasal canlılardır. Bu yapıdaki sucul canlılara STYGOBİT (Stygobite) adı verilmektedir. Örneğin, Beyaz Kerevit, Mağara Semenderi Şekil 5 Stygobit (Stygobite) Mağara Semenderi (Typhlotrition speleaus) http://www.mostateparks.com/onondaga/animals.htm Bunların dışında bir de RASTLANTISAL TÜRLER vardır; ki bunlar mağaralara düşen, yanlışlıkla giren ya da sularla taşınan fakat bu ortamda uzun süre yaşayamayan canlılardır. Bu canlıların ya dışarıya geri dönerler, ya da mağarada ölürler. Eğer ölürlerse mağara canlıları için bulunması çok zor olan besin kaynağı haline gelirler. Yani, üzerlerinde durulmasa da mağara biyotası için çok önemlidirler. Mağara canlılarının daha az yaygın olan sınıflandırılma şekli ise şöyledir: 1EDAFOBİTLER (Edaphobites): Toprağın derinliklerinde yaşayan ve mağaralarda da bulunabilen canlılardır. 2PHİROTOBİTLER (Phreatobites): Bunlar yeraltı sularında yaşayan canlılardır. Genellikle durgun sularda yaşarlar. Mağaralarda yaşayan omurgasızlardan bazıları sümüklüböcekler, örümcekler, yassısolucanlar, sucul kabuklular, yengeç ve ıstakoz gibi eklembacaklılar, sinekler, kırkayaklar gibi birçok canlı türüdür. Mağaralarda yaşayan omurgalı hayvanların çeşitliliği omurgasız hayvanlara göre çok daha azdır. Ayı, rakun, yarasa, fare, balıklar, semender ve kurbağalar mağaralarda yaşayan bazı omurgalılardır. MAĞARA KUŞAKLARI (ZONLARI) Mağara ortamı mağaranın içine doğru ilerledikçe nem, ışık ve sıcaklık gibi fiziksel faktörler bakımından değişiklik gösterir. Bu çevresel değişiklikler ise mağarayı ekolojik kuşaklara ayırmak için kullanılmaktadır. Bu kuşaklar şunlardır: 1- GİRİŞ KUŞAĞI: Mağaraya ilk girilen bölgedir. Dışarıdakine çok benzer koşullara sahiptir. Mağaranın bu kısmında ısı ve nem sabit değildir ve çok değişiklik gösterir. Yeterli derecede güneş ışığı bile alır. Nemli ve soğuk mikrobiyotalara uyum sağlamış yeşil bitkiler (eğreltiotları, yosunlar ve bazı mantar türleri burada bulunabilir) ancak bu ortamlarda yaşar. 2- ALACAKARANLIK KUŞAĞI: Giriş kuşağının biraz daha ilerisinde alacakaranlık kuşağı yer alır. Burada ışık çok azdır, bu nedenle bitkilerin birçoğu bu ortamda yaşayamaz. Çok az sayıdaki fotosentetik canlı burada yaşayabilir. Sıcaklık mağara ortamı tarafından az çok sabitlenmiş olsa da, sıcaklık ve nem oranı dışarıdaki değişimlerden etkilenmektedir. İşte bu loş ortam birçok mağara canlısına (örneğin; troglofil, rastlantısal türler, stygoxen) ev sahipliği yapar. Semenderler, kurbağalar, örümcekler bunlardan bazılarıdır. Şekil 6 Eşik Kuşağı Bu iki kuşağın bulunduğu bölüme EŞİK KUŞAĞI adı da verilir. 3- ORTA KUŞAK: İlk mutlak karanlığın olduğu ortamdır. Fakat buradaki ısı ve nem oranları halen yüzeydeki değişikliklerden etkilenmektedir. 4- KARANLIK KUŞAK: Bu kuşağa görece daha büyük mağaralarda rastlanır. Sabit neme sahip bölgelerdir. Bu bölgede troglobit ve stygobitler yaşar. Bu iki kuşağın bulunduğu bölüme KARANLIK KUŞAĞI adı da verilir. Ve bu kuşak daha sonra Değişken-Sıcaklıklı Ve Sabit-Sıcaklıklı Karanlık Kuşak olmak üzere ikiye ayrılır. MAĞARALARDAKİ YAŞAM ALANLARI Mağaralarda hem sucul hem de karasal yaşam alanları bulunabilir. Karasal yaşam alanları nemli ya da kuru olabilirler. Bu ortamlardaki habitat öğelerini hayvan dışkıları (özellikle yarasa dışkıları (guano) çok büyük tepeler oluşturabilir), yemek artıkları, suyla taşınan şeyler (özellikler dal, odun parçaları, kütükler), kil yüzeyler, taşlık yüzeyler, kaya duvarları ve tavanları oluşturmaktadır. Sucul yaşam alanları ise genellikle mağara akarsuları ile oluşan iki farklı yapıya sahiptir. Bunlardan biri sığ olan ve hızlı akan kayalık bölüm (ızgaralar) ve diğeri de daha yavaş akan ve genellikle silt tabanlı olan havuzlardır. Bu bölümlerden yalnızca biri olabileceği gibi her ikisi de ayni mağarada yer alabilir. Ayrıca, akarsulardan bağımsız olarak oluşabilen havuzlar da vardır. Bu tür havuzlar mağara duvarındaki aktif oluşumların altında, buralardan damlayan suların birikmesiyle meydana gelirler. Bunlar akarsuların oluşturduğu havuzlardan bağımsız ve daha farklı bir yaşam alanını temsil ederler. Buralarda yaşayan türler genellikle havuzların üzerindeki kaya ve kumun içinde yer alan boşluklarda yaşarlar. Bu sistemlerin farklı bölgelerinde farklı canlılar baskın olarak barınır. Bir akarsuyun bile giriş, orta ve dip kısımlarında yaşayan ya da baskın olan türler farklı olabilir. MAĞARA KOŞULLARI ve ADAPTASYON Neden ve nasıl bu kadar faklı bir ekosistem oluşmuştur? Bunun esas sebebi, mağara ortamının dışarıdaki ortamdan farklı jeolojik ve meteorolojik özelliklere sahip olması ve buna bağlı olarak da farklı bir ekolojik yapı göstermesidir. Peki nedir bu temel farklılıklar? Bu temel farklılıklar kuşakların ayrılmasında kullanılan ana faktörler olan ışık, nem ve sıcaklık etkisiyle şekillenmektedir. Mağaraya giren herkes ilk anda bir ürperti yaşar. Sanki etrafta doğal olmayan bir şeyler vardır. Aslında bu hissi veren şey insan tarafından algılanması en kolay faktör olan ışıktır. İlerledikçe çok çabuk bir biçimde ışıktan uzaklaşır, karanlığa gömülürüz. Yeşil bitkiler yaşamak için güneş enerjisine ihtiyaç duyduklarından, bizi bile ürperten bu karanlıkta yaşamlarını sürdüremezler. Yeşil bitkiler besin zincirinin en altında yer alırlar; yani temel besin maddeleridirler. Güneş enerjisini alıp kimyasal enerjiye çevirirler. Böylece tüm canlıların yaşamak için ihtiyaç duyduğu enerji besin döngüsüne girmiş olur. Güneş enerjisi ancak bu haldeyken hayvanlar da bu enerjiden nasiplerini alabilirler. Yani mağaralar besin zincirinin temel taşı olan yeşil bitkilerden yoksundurlar. İşte bundan dolayı mağara yaşamı zorlukların dünyası olarak görülebilir. Diğer yandan mağara ekosistemleri bu açıklarını besini dışarıdan ithal etmekle çözümlemişlerdir. Mağaraya madde giriş çıkışını sağlayan birkaç yoldan biri özellikle birden çok ağzı olan mağaralarda mevcut olan hava akımıdır. Kuvvetli bir hava akımı ile yaprak, dal ve birçok madde mağara içine taşınabilir. Fakat daha önemlisi bakteri ve mantarların, yani görülemeyecek kadar küçük canlıların, mağaranın içlerine kadar taşınabilmesidir. Daha etkili bir besin kaynağı ise aktif mağaradaki su akıntılarıdır. Bu akıntılarla pek çok organik madde, yaprak, dal, ölü hayvan ve plankton mağaraya taşınabilir. Bu tür taşınan maddeleri çoğu zaman kayaların arasına sıkışmış bir biçimde gözleyebiliyoruz. Besin taşımada etkili diğer bir mekanizma ise mağarayı zaman zaman ziyaret eden canlıların taşıdıkları çeşitli maddelerdir. Bu yollarla yarasa dışkısı (guano), ayı gibi hayvanların kürklerine yapışan tohumlar ve yiyecek artıkları gibi besin kaynaklarının mağaraya girişi sağlanır. Bir başka önemli besin kaynağı ise daha önce de bahsettiğimiz gibi yanlışlıkla mağaraya girip geri çıkamadığından burada ölen rastlantısal canlılardır. Şekil 6 Mağaraya su ile taşınan çamurla birlikte giren Gastropoda kabukları ve guano (yarasa dışkısı) (Üfleyen Mağarası 8/10/2005) Mağaralara besin sağlayan mekanizmalar olmasına rağmen, bütün bu besin kaynakları kısıtlı bir besin girişine izin veren taşıma yöntemleridir. Bu nedenledir ki mağaralarda yaşayan canlılar ya dışarıya çıkıp daha fazla besin bulamaya çalışırlar (örneğin, yarasalar çoğu besinini dışarıdan sağlarlar), ya da besin kıtlığına aşırı dayanıklı hale gelirler. Mağara koşullarına tamamen adapte olduklarından troglobitler besin kıtlığına şaşırtıcı derecede dayanıklıdırlar. Besin kıtlığına uyum sağlamak için troglobitlerin vücut faaliyetleri (metabolizma) yüzey akrabalarına göre yavaşlamış, enerji tasarrufu azami düzeye ulaşmıştır. Bu nedenle mecbur kalmadıkça hareket etmezler. Çoğunun duyu organları o kadar gelişmiştir ki etraflarındaki hareketleri, ani kimyasal ve fiziksel değişimleri kolayca fark ederler. Böylece avın yerinden emin olduktan sonra harekete geçer. Besin kıtlığı ortamdaki biyoçeşitliliği baskılar. Zaten az olan besin için rekabete girilmesi ortamdaki rekabeti artırır, böylece ortama en uygun canlılar ayakta kalırken diğerleri ortadan kalkar. Ayrıca, tek bir besin türüne bağımlı olan canlı türleri bu ortamdaki kısıtlı besin koşullarına uzun süre dayanamaz. Özellikle Troglobitler dışarıdaki kaynaklara ulaşamadıkları için bu tür baskılarda en çok etkilenen canlılardır. Bu nedenle değişik besinlerden faydalanabilmelidirler. Işık mağara yaşamını baskılayıcı diğer bir baskın faktör olduğu için mağara içindeki evrimsel gelişimi de kontrol eden etmenlerden biridir. Karanlığa tamamıyla adapte olan troglobitler yeryüzündeki akrabalarından farklı bir görünüme sahiptirler. Darwin’in de savunduğu gibi, kullanılmayan organların körelmesi ve kullanılan organların gelişmesi ile bu canlılar dışarıdaki akrabalarından çok daha farklı özelliklere sahip olamaya başlamışlardır. İlk bakışta troglobitlerin en ilgi çeken özelliği beyaz ya da pembemsi renkte oluşlarıdır. Tamamen ışıksız bir ortamda gereksiz hale gelen renk pigmentleri yok olmuştur (depigmentasyon). Hemen dikkati çeken diğer bir yapı ise neredeyse görülemeyecek kadar ufalmış ya da kaybolmuş gözlerdir (anophtalmy). Gözler ışık sayesinde etrafımızdakileri algılamamızı sağlayan organlardır ve ışıksız bir ortamda hiçbir işe yaramazlar. Tabii bu koşullar altında kullanılmayan beyindeki görme merkezinin de küçülmesi umulur. Mağarada yaşayan böceklerin kanatlarını yitirmeleri de oldukça sık rastlanan bir olaydır. Bu böcekler hem etraflarını göremediklerinden hem de enerji kaybını azaltmak istediklerinden uçmamayı tercih ederler. Daha önce de belirtildiği gibi tüm bu yitirilen organların görevlerini diğer organlar üstlenmiş ve bu nedenle de besin kıtlığı olan bu ekolojik yapı içinde besine ulaşabilmek için gerekli olan koklama, dokunma gibi duyular aşırı gelişmiştir. Örneğin, bir çoğunun dokunaçları dışarıdaki akrabalarınınkine göre daha uzundur. Bazı duyu organlarının yeri uzuvlarının uç bölgelerine doğru kaymış ve buralarda yoğunlaşmıştır. Tabii ki etraflarındaki değişimi kolaylıkla algılayabilmeleri için hareketleri de çok yavaş ve yumuşak olmalıdır. Bu farklı ekosistemi oluşturan bir diğer önemli faktörün de nem olduğunu belirtmiştik. Özellikle aktif mağaralarda nem tüm mağara içinde yüksektir. Aktif mağaralar ıslak olur, bu da etraftaki nem oranının çok yüksek olmasının sağlar. İçlere doğru ilerledikçe bu nem oranı sabit bir değere ulaşır. Ortamdaki yüksek nem oranı vücuttaki suyun korunmasını kolaylaştırır. Vücut yeryüzündeki kadar su kaybı riskine maruz kalmaz. Bu nedenle de troglobitlerin suyu vücutta tutan katmanları azalmıştır. Böylece nem oranındaki farklılıklara çok hassas hale gelmişlerdir. Sonuç olarak özellikle nemin düşük olduğu koşullarında; örneğin açık havada hemen ölürler. Sıcaklık da mağara ekosistemini etkileyen en önemli faktörlerden biridir. Mağarada ısı farkı pek yoktur, en azından yeryüzündeki kadar büyük değişiklikler göstermez. Gece ve gündüzü mağara içindeyken anlamak imkansızdır. Mevsimsel ısı farkları dışında ısıda pek bir değişiklik olmaz. Mevsimsel ısı farkları da 5-10 dereceyi geçmez. Zaten diğer sebeplerden dolayı da incelmiş olan vücudun koruyucu tabakası canlıların ani sıcaklık değişimlerine karşı da hassas hale gelmesini sağlamıştır. Değişik sıcaklıklara adapte olma özelliklerini yitirmiştirler. Karanlık, nem oranı ve ısının sürekli sabit olduğu bir ortamda mağara canlılarının yüzey canlıları gibi yaşamlarını belli devrelere göre düzenleyip düzenleyemedikleri bir çok araştırmanın konusu olmuştur. Son dönemde yapılan bazı çalışmalar bu canlıların üreme organlarında olmasa bile üreme davranışlarında adaptasyonların meydana geldiğini kanıtlamıştır. Örneğin, hayalet balık olarak da bilinen Amblyopsis rosae’un yumurtaları döllendikten sonra onları aylarca ağzında taşıyarak avcılardan korumaya çalıştığı düşünülmektedir. Şekil 7 Ozark Mağara (Amblyopsis rosae) Balığı (Hayalet Balık) http://www.fishbase.org/Summary/SpeciesSummary.php?id=3058 (Troglobit; Gözleri körelmiş, depigmentasyon geçirmiş, duyu organları yüzgeçlerdeki ışınların arasında ve başın üzerinde bulunuyorlar, üreme davranışı da değişime uğramış durumda) MAĞARADAKİ EKOLOJİK DÜZEN Mağarada ilk ayak bastığımız yer giriş kuşağıdır. Buraya bir miktar güneş ışığı vurduğundan yeşil bitkiler (eğrelti otları) ya da yosunlar burada yaşayabilir. Özellikle içeriye hava akımlarıyla ya da su ile taşınan odun parçaları, dallar, çalılar, yapraklar ve organik çöküntüler en çok da burada birikinti tepecikleri oluştururlar. Tepeciklerde şaşırtıcı derecede çeşitlik gösteren küçük omurgasız türleri bir arada yaşar. Bunlar organik birikintileri parçalamak üzere orada bekleyen çürükçül topluluklarıdır. Genellikle o kadar küçüktürler ki insanların ilgisini bile çekmezler. Giriş kuşağı dışında mağaralarda bulunmaya kuşlar bu bölgede kötü hava koşullarından korunaklı yuvalar yapabilir. Örneğin; akbabalar yavrularını genellikle mağara girişlerinde yetiştirirler. Yılanlar da bu bölgeyi çok severler. Sıcak yaz günlerinde buradaki serin hava sayesinde serinlerler, ama daha içerilere girmezler çünkü orada pek yiyecek yoktur. Zaten buradaki kuşlar onu yeterince oyalar. Semenderlerin birçoğu genelde mağara dışında, yaprak ve kütüklerin altındaki nemli bölgelerde yaşayan türler olmalarına rağmen mağaradaki yüksek nem oranından, serinliğinden ya da içeriye giren besinlerden yararlanmak için giriş kuşağındaki bölgelerde dolaşırlar. Bu yaprak yığınlarında küçük kırkayaklar (Sınıf: Diplopoda ve Chilopoda), karasal tespih böcekleri (Takım: Isopoda; Eşayaklılar), toprak solucanları, karasal yumuşakçalar ya da çeşitle böcekler bulunabilir. Hatta mağara duvarlarında çeşitli sinek türleri (tatarcık sineği, sivri sinek, kara sinek) ve kelebekler görülebilir. Bu uçucu böcekler sadece giriş kuşağında değil, özellikle kış aylarında mağaranın derinlerine de gidebilirler. Bu tür semenderler mağaralara bağımlı olmamalarına rağmen hayatlarının bir bölümünü mağaralarda geçirmeyi tercih ederler. Mağaranın derinliklerine doğru ilerledikçe ışık hızla azalır. Mağara kararmaya başlar. Bu bölge alacakaranlık kuşağıdır. Sadece çok çok az bitki bu koşullara katlanabilir, ve buradan daha da ileriye gidemezler. Giriş kuşağındaki pek çok canlıya burada da rastlanabilir. Bu kuşak fazla uzun sürmez çünkü mağaranın ilerleyen kısmındaki dönüşler ışığın içeriye yansımasını engeller. Daha da ilerledikçe ışık ve renkler dünyası son bulur. Burası Karanlık Kuşağın başladığı yerdir. Burasını iki farklı şekilde algılanabilir: İlk kısımda sıcaklık mağara dışındaki hava koşullarından etkilenmeye devam eder. Bu etkileşim çok bariz değildir, ama sıcaklık sabit de değildir. Bunu takip eden kısım ise sabit sıcaklığı ile tanımlanır. Buradaki sıcaklık dışarıdaki hava koşullarından bağımsızdır. Bu bölgelerde yaşayan canlılar genellikle bu bölgelerden sadece birinde yaşamayı tercih ederler. Bunun esas sebebi bu ortamlara tam bir adaptasyon gösteren bir türün diğer bölgede yaşayamamasıdır. Mağaraların iç taraflarında mağaraların derinliklerine uyum sağlayacak şekilde değişime uğramış canlılar barınır. Buralarda bulunan havuzlar ve akıntılar da yaşayan semenderler ve kurbağalar mağara tabanına ve duvarlarına tırmanabilirler. Bunların dışında bu birikintilerden çıkamayan ve bunlara bağlı yaşamlarını sürdüren balıklar, küçük yassı solucanlar (Planaria), bazı sucul sümüklüböcekler, bazı sucul tespihböcekleri, kerevit, yavru kurbağa ve semenderlerde mağaranın bu bölümünde yaşamlarını sürdürürler. Belirli bölgelere özelleşen canlılar çok olmasına rağmen yarasalar mağaraların her bölgesinde yaşayabilen ender canlılardandır. Pek çok mağarada birden fazla yarasa türü yaşar. Çok çeşitli yarasa türleri mağaraları hayatlarının farklı bölümlerinde farklı amaçlarla kullanabilirler. Bazı türler sadece yaz aylarında mağaralara girerler, bazıları sadece kış aylarında kış uykusuna yatmak için mağaraları kullanırlar ve bazıları da yıl boyunca mağaralarda yaşayabilirler. Mağara yarasaları tek olarak ya da metrekaresinde birkaç yüz birey bulunan büyük gruplar halinde görebiliriz. Yarasalar genellikle aynı yerde tünerler. Böylece dışkıları tünedikleri yerin altında tepeler halinde birikir. Bunlara guano tepeleri denir ve bazen bunlar birkaç metreye varan yükseklikte tepeler oluşturabilirler. Bu kadar kısıtlı kaynaklar varken yarasa guanosu çok değerli ve yaşamsal öneme sahip bir besin deposu haline gelir. Büyüklüğüne bağlı olmaksızın bu guano tepeleri birçok bakteri ve mantara besin sağlar. Bu çürükçüller ise onları yiyen küçük hayvanlar için yaşamsal öneme sahiptirler. Böylece yarasa popülasyonlarına sahip mağaralardaki hayvan çeşitliliğinin çok olduğu düşünülmektedir. Mağara girişinde biriken yaprak ve odun parçaları da önemli bir besin kaynağı olmalarına rağmen guano kadar etkin bir biçimde mağara derinliklerine taşınamazlar ve sadece mağaradaki ilk birkaç kuşakta etkin olurlar; yani guano kadar sürekli bir besin kaynağı teşkil etmezler. İşte bu değişik yapı içerisindeki tüm canlılar birbirlerine çok hassas bağlarla bağlıdırlar. Tümü birbirine bağımlı olarak yaşar. Şekil 8’de de görülebileceği gibi tüm canlılar mevcut oldukları ekosistem içerisinde önemli bir yapıtaşı olarak görev yapar. Ancak birinin yok olması hepsinin yok olmasını sağlayabilecek kadar hassas olan bu denge sayesinde mağaradaki yaşam mümkündür. Şekil 8 Mağara Besin Piramidi Besin piramidinin en alt tabakasında yer alan ve mağaraya çeşitli yollarla taşınan organik birikintiler üzerinde yaşayan mikroorganizma ve çürükçüller troglobit otçul ve hepçillerin temel besin kaynağıdırlar. Besin piramidinin en üstünde yer alan semender, kurbağa ve balık gibi avcılar da bu mevcut otçul ve hepçiller ile beslenirler. Bu sistem bir döngü şeklini ölen avcıların çürükçüller tarafından tüketilmesi ile kazanır. Döngü buradan bıraktığı yerden devam eder. Buraya kadar bahsedilen tüm canlılar tüm mağaralarda bulunmadığı halde bu ekosistemin canlı varlığının bulunduğu çoğu mağarada benzerlik gösterdiği düşünülmektedir. Fakat daha önce de belirtildiği gibi biyospeleoloji bilim dalı daha yeni yeni gelişen bir bilim dalıdır. Mağaralar biyolojik açıdan araştırılması çok zor bir ortamdır. Mağara biyolojisi günümüzde gelişme gösterse de bu konuları çalışan kişilerin azlığı ve koşulların zorluğundan dolayı yavaş gelişen bir bilim daldır. Bu nedenle daha pek çok yeni araştırmalara ve bulgulara açık bir konudur. MAĞARALARDAN ELDE EDİLEBİLECEK BİYOLOJİK BİLGİLER Etraftaki kemikler veya kafatası kalıntıları ya da izler mağaranın geçmişte bazı organizmalar tarafından kullanılmış olduğunu işaret eder. Bunu dışında Antalya’daki Tabaklar mağaralarında da görülebileceği gibi uzun süre önce o bölgede yaşamış olan canlılar, o bölgedeki buzul dönemleri ve ekolojik yapı hakkında da bilgi verirler. Rastlantısal olarak mağaralara düşen türlerden kalan iskelet kalıntıları bile çok önemli bilgilerin bize ulaşmasını sağlayabilir. Hatta bunlar insanlık geçmişi hakkında bugüne kadar sahip olduğumuz pek çok bilginin çıkış noktasının oluşturmuşlardır. Özellikle karbonla zaman tayini yöntemleri kullanılarak tüm bu bulguların tarihi veri olarak kullanılması sağlanmaktadır. Bunların dışında gösterdiği adaptasyonlar sayesinde günümüzde bile halen insan bilincini zorlayan evrim konusunda da pek çok bilgi verirler. Mağara canlılarının buzul çağında mağaralara sığınan canlıların buzul çağının sona ermesine rağmen mağaralardan ayrılmaması ve uzun süreler sonucunda bu ortamlara bağımlı ve tamamen uyum sağlamış canlılar haline geldiği düşünülmektedir. DAMLA BETON 2005