Rapor 1
Transkript
Rapor 1
Rapor 1 Petroldeki fiyat kırılması, küresel ekonomik dengelerde 'yeniden pozisyonlanma' anlamına geliyor. Bu tablonun Türkiye'nin yararına çalışacağı beklentisi güçlendikçe, yatırım araçlarına yansımalarını dikkatle izleyeceğiz. Yılın son ECB toplantısı ve ABD istihdam verisi yine favori başlıklar olacak Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı OPEC'in 27 Kasım perşembe günü Viyana'da 'üretimi kısmama' kararı sonrasında, Batı Teksas Ham Petrolü'nün bir varilinin 66,15 doları, Brent Petrol'ün bir varilinin ise 70,15 doları gördüğü bir haftaya başlıyoruz. Son bir ay içerisinde ons başına 1.200 doları test etmiş olan altın fiyatı ise, petroldeki çözülmeye bağlı olarak 1.167 doların altına gerilemiş durumda. Türkiye'nin dış ticaret dengesi dikkate alındığında, petrol fiyatlarındaki gerileme orta vadede cari açığımızı 4-5 milyar dolar arasında azalma yönünde olumlu etkileyecek bir gelişme. Petrol fiyatındaki çözülme bu tempoyla giderse, 2015 yıl sonunda, Türkiye'nin cari açığına olumlu etki 6 milyar doları dahi geçebilir. Nitekim, Rusya'nın petrol devi Rosneft'in Başkanı İgor Seçin, petrolün varil fiyatının 60 dolar ya da daha altına düşmesini beklediklerini belirtiyor. Bununla birlikte, söz konusu fiyat gerilemesinin 2015 yılının ortasını ya da yıl sonunu bulması bekleniyor. OPEC zirvesi öncesi Viyana'da petrol üreticisi ülkelerin temsilcileri ile görüştüğünü de hatırlatan Seçin, petrol fiyatlarının düşük kalmaya devam etmesi durumunda, Rusya'nın bir kısım projeleri durdurarak günlük üretim kapasitesini 200-300 bin varil düşürebileceğini vurguladı. ABD'nin kaynaklarına bağlı olarak 2025 sonrası üretim kapasitesinde düşüş yaşayanacağı öngörüsünde bulunan Seçin, söz konusu kriz durumunda, bir kısım şirketlerin düşük fiyatlarla operasyonlarına devam edemeyeceğini, fiyat krizinin piyasanın yeniden şekillenmesine neden olacağına işaret ediyor. OPEC ülkeleri günlük 30 milyon varil üretimi devam etme kararı ala dursun, üretimin artmasının fiyatların düşmesinde en önemli etken olduğunu belirten Seçin, uzmanların 2017-2025 döneminde üretimin tavan yapacağını düşündüklerini; 2025 sonrası ise üretimin düşmeye başlayacağını ifade ediyor. Şu an için ABD'nin üretim artışının fiyatları düşürdüğünü vurgulayan İgor Seçin, gelecekte üretim azalmasının da fiyatların yükselmesine neden olacağı değerlendirmesinde de bulundu. Seçin'e göre, petrol piyasalarının kartel tarzı bir organizasyon yerine; üretici, tüketici ve düzenleyicilerin dahil olduğu bir konseye ihtiyacı var. Küresel piyasa profesyonellerinin beklentileri, önümüzdeki dönemde talep zayıf seyretmesine rağmen, arzın özellikle OPEC dışı ülkeler kaynaklı artmaya devam edeceği yönünde. Uluslararası Enerji Ajansı'nın tahminleri, 2015 yılında talebin günlük 1,1 milyon varil artması beklendiğine işaret ediyor. Bununla birlikte talepteki bu artış, OPEC dışı üreticilerin günlük petrol üretimini 1,4 milyon varil artırmaları ile fazlasıyla karşılanacak gibi gözükmekte. O halde, 27 Kasım'da üretimi kısmama kararı almış olan OPEC, bir bakıma küresel petrol piyasasındaki arz fazlasını da teyit etmiş oldu. Uzmanlar, petrol piyasasındaki söz konusu arz görünümüne bağlı olarak, üretim kesintisine gitme kararının hiçbir taraf için optimal olmadığını hatırlatıyorlar. Çünkü, kararı ilk veren taraf gelirdeki düşme maliyetini üstlenmek durumunda kalabilir. Bu noktada, kimi uzmanlar, OPEC'in son kararının ve üretimi günlük olarak 30 milyon varilde sürdürme stratejisinin ABD'nin kaya petrolünün çöküşünü garantileyeceğini de iddia ediyorlar. Küresel petrol fiyatlarında haziran ayından bu yana gözlenen ve 116 dolara yakın bir seviyeden, bugün 70 doların bile altını test ettiğimiz süreç, uluslararası ekonomi çevrelerinde ve medyada 'Rusya'ya gözdağı verme' olarak yorumlanmakta. Kendi mecrasında, bu tür bir yorumun haklı yönleri olabilir. Ancak, petrol piyasası uzmanları ve üretici ülkeler, piyasada sınırlı ölçüde de olsa bir petrol arz fazlası olduğunu da hatırlatıyorlar. Söz konusu fiyatın 65 dolara kadar çekilmesinin dahi Rusya'yı ekonomik açıdan kısa vadede kolay kolay sarsamayacak bir husus olduğunu da hatırlatalım. Rusya'nın bütçe açığının milli gelire oranı 2012'de -0.22, 2013'de ise -0,5. Bu yıl ise, -0,85 bekleniyor. Yani, AB bütçe açığı kriteri olan yüzde -3'ün çok altında. Kamu borç stokunun milli gelire oranı yüzde 14 bile değil. Bu oranın da AB kriterlerine göre yüzde 60'ın altında olması gerekiyor. Rus Merkez Bankası'nın uluslararası rezerv büyüklüğü ekim ayı itibariyle 430 milyar dolar. Bu nedenle, Ukrayna Krizi'ne ve petrol fiyatlarındaki gerilemeye ciddi boyutlarda bir dış borçlanma yükü ve ihtiyacı ile, ağır bir bütçe açığı sorunu ile yakalanmış bir Rusya ile karşı karşıya değiliz. Uluslararası finans kurumlarının analizleri, petrol fiyatları bir miktar daha gerilese bile, Rusya'nın kamu borçlarının milli gelire oranının ancak 2025'lerde yüzde 70'lere çıkabileceğine işaret ediyor. Kaldı ki, büyümesini sürdüren Dünya ekonomisinin enerji ihtiyaçları dikkate alındığında, petrol ne kadar zaman daha 80 dolarların altına kalacak. Sonuç olarak, tüm 'algı operasyonu'na rağmen, Rusya'nın burnunu sürtmek o kadar kolay gözükmüyor. OPEC'in bu derece hızla gerileyen petrol fiyatlarına rağmen, neden üretimi 'kısmama' kararı aldı diye sorgulanır ise, bunun en temel nedeni 'alanı boşaltmamak'. Anlamı şu, siz bir marketin rafından, fiyatlar geriledi diye, malınızı çekerseniz, boşalan rafı rakipler doldurur ve o rafı bir daha size asla vermezler. Bu nedenle, önemli market zincirlerinde, bazen kardan ciddi fedakarlık ederek, bazen de zararı göze alarak, firmalar o raftaki pozisyonlarını kaybetmemek için mücadele ederler. Eğer, fiyatlar geriliyor diye, OPEC üyesi ülkeler üretimi azaltırlar ise, onlar petrol piyasasından çekildikçe, ABD'nin bu alanı dolduracağını ve bir daha küresel petrol piyasasında 'boşalttıkları' alanı elde edemeyeceklerini biliyorlar. Bu nedenle, 'taktik savaşı'nda terse düşmeyip, üretimi azaltma kararı almadılar. Rus yetkililer, petrol fiyatlarındaki gerilemenin geçici olduğunu ve fiyatların orta vadede yeniden 85-90 dolar aralığına oturacağını ifade etmekteler. Türkiye, 1 Aralık'ta (bugün) Rusya Devlet Başkanı Putin'i ağırlamaya hazırlanırken, Rusya'nın Türkiye'den ROSATOM'a stratejik yatırımcı statüsünün verilmesini talep edeceğine dair yorumlar ortalığa döküldü. Buna göre, Rusya'nın ROSATOM'dan alınan vergilerin yüzde 2'ye indirilmesini isteyeceği konuşuluyor. Türkiye ise, Rusya'nın yeni stratejik ortaklıklar teklif edeceği ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Putin arasında imzalanması beklenen anlaşmalar boyutunda, doğalgaz fiyatının azaltılmasına yönelik bir jest de beklemekte. Bu noktada, Rusya bir yandan komşularıyla stratejik ortaklıklarını yoğunlaştırmaya çalışırken, gerileyen petrol fiyatlarına bağlı olarak, kendi ekonomisine yönelik algıyı yönetmeye, bozulan algı nedeniyle değer kaybetmeyi sürdüren rubleyi de dengelemeye çalışıyor. Başta petrol ve ona dayalı olarak gerilen küresel altın fiyatları ve bu iki kritik önemde emtiayı takip eden diğer emtia, yani tarım ve metal gibi hammadde fiyatlarındaki gerileme Türkiye'nin enflasyonunu da olumlu yönde etkileyecek. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın 3-4 yıldır iki hassasiyet konusu var; birincisi fiyat istikrarı riski, yani enflasyon; diğeri ise finansal istikrar riski, yani cari açık. Şimdi, küresel petrol fiyatlarındaki ve onu takip eden emtia fiyatlarındaki gerilemenin, piyasa profesyonelleri ve küresel yatırımcılar açısından hem enflasyon, hem de cari açık risklerinde belirgin bir iyileşmeye sebep olacağı hissedilince, Türk hisse senedi ve Hazine kağıtlarına olan ilgi, hem Borsa İstanbul 100 Endeksi'ni 86 bin-87 bin puan aralığına taşıdı, hem de Hazine kağıtlarının 2. el faizini yüzde 7,6-7,5 düzeyine getirdi. Söz konusu faiz oranı, temmuz 2013'den beri ki en düşük oran. Dolar-TL kuru ise, 2,22-2,18 TL bandına oturmak adına, önemli bir hamle yapmış durumda. Petrol ve onu takip eden emtia fiyatlarındaki çözülme devam eder ve küresel ölçekte enflasyon baskısı azalır ise, dünyanın önde gelen merkez bankaları, 'dezenflasyon' sürecinin sağladığı rahatlamaya bağlı olarak, genişletici para politikalarını 2015 yılının sonuna kadar uzatabilirler. Bu da, Türkiye gibi yabancı kaynağa ihtiyacı olan ekonomilerin bir süre daha hayli makul koşullarda dünyadan kaynak kullanmasını sağlayacaktır. Bu noktada, TL'nin değerlenmesinin hızlanmamasına da dikkat etmek gerekiyor. Çünkü, hızla değer kazanan TL dış ticaret hadlerini de olumsuz yönde etkileyebilir. Bu nedenle, TCMB'nin 28 Kasım cuma akşamı açıkladığı kararla, 1 Aralık'tan (bugün) itibaren günlük dolar satım ihalesi kotasyonunu 40 milyon dolardan 20 milyon dolara çekmesi gözden kaçmamalı. Türkiye olarak, küresel ölçekte süren bu sert rekabeti, bir anlamda 'savaşı' iyi değerlendirmek adına, reformları hızlandırmak adına önemli bir imkan yakaladığımızı söyleyebiliriz. 2015-2017 döneminde büyük ölçüde hayat bulması planlanan 25 temel başlıkta yürütülecek ve bin 200 alt adımdan doluşan makro ekonomik reform sürecinin anlamlı bir bölümünü hayata geçirmek adına, kendi lehimize döndürmemiz gerekiyor. Petrol fiyatları, 2015 yılı içerisinde yeniden normalleşmeye başladığında ve ABD Merkez Bankası FED için faiz artırım süreci yaklaştığında, bizim taze reform adımlarının önemli bir bölümünü hayata geçirmiş olmamız elimizi güçlendirecektir. İlginçtir, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin yaşandığı ağustos ayında ve küresel piyasaların hararetle ABD Merkez Bankası'nın 2015 yılının hayli erken bir tarihinde para politikası faizini arttırabileceğini tartıştıkları eylül ayında, Türkiye'den portföy amaçlı yabancı sermaye çıkışı yaşanmış. Buna göre, 110,3 milyon doları hisse senedinden, 865 milyon doları ise Hazine kağıtlarından kaynaklanan çıkışa karşılık, 249,9 milyon dolarlık repo girişi ile ağustos ayında 725,4 milyon dolar net portföy çıkışı gerçekleşirken, eylül ayında bu rakam hisse senedinde 409,3 milyon dolar, Hazine kağıtlarında 1 milyar 299 milyon dolar ve repoda da 339,3 milyon dolar olmak üzere 2 milyar 48 milyon dolar çıkışa ulaşmış. Buna karşılık, hisse senedine yatırım amaçlı olarak ekim ayında 398,6 milyon dolar, 21 Kasım tarihine kadar ise 175 milyon dolar para girmiş. Hazine kağıtlarında ise, ekim ayında giren portföy yatırım amaçlı yabancı sermaye 880,4 milyon dolar iken, 21 Kasım'a kadar aynı rakam 3 hafta 586 milyon dolar olmuş. Repo kanalından ise ekim ayında 659,7 milyon dolar, 21 Kasım'a kadar da 356 milyon dolar çıkmış. 24 ile 28 Kasım arası giren net sermayeyi gelecek hafta göreceğiz; ama, petrol fiyatlarındaki gevşeme ve Fitch'den sonra, uluslararası derecelendirme kuruluş S&P'nin de Türkiye'nin not ve görünümünü teyit etmesi sonrasında, Borsa İstanbul 100 Endeksi, kasım ayında dünyanın en çok yükselen üçüncü hisse senedi endeksi oldu. BIST 100 Endeksi, en son Gezi Parkı olayları patlak vermezden hemen önce, 31 Mayıs 2013 cuma günü 85 bin 990 puan olan kapanışın üzerine çıkarak, 28 Kasım cuma gününü 86 bin 168,66 puandan tamamladı. BIST 100, özellikle OPEC'in üretim kotasını sabit bırakma kararının ardından petrol fiyatlarında yaşanan sert düşüşün cari açık ve enflasyonda bir rahatlama sağlayacağı beklentisiyle, kasım ayı genelinde yüzde 7.59 yükseldi. Böylece, dünya genelinde önemli 93 borsa arasında en fazla yükseliş kaydeden üçüncü hisse senedi endeksi oldu. Ayı zirvede tamamlayan endeks ise yüzde 14.25 artış sağlayan Şanghay SE Bileşik Endeksi oldu. Yabancı ve yerli finans kurumları tarafından hazırlanan raporlar, ham petrol fiyatlarındaki düşüşün Türkiye'nin yıllıklandırılmış manşet enflasyonu üzerinde 0,8 puan ile 1,1 puan arasında bir iyileşmeye sebep olacağını, cari açıkta da 4,5-5 milyar dolarlık bir iyileşmenin beklendiğine işaret ediyor. Bu noktada, TL'nin değerinin döviz kurları karşısında sabitlenmesi de, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın elini enflasyonla mücadele boyutunda güçlendirecek. Düşen petrol fiyatlarının ulaştırma sektöründe yer alan şirketlerin maliyetlerini azaltacağı ve kar marjlarını olumlu yönde etkileyeceği beklentisi, Borsa İstanbul'da işlem gören ulaştırma hisselerine talebi artırdı. Borsa İstanbul'da işlem gören paylardan hesaplanan sektörler içinde, son bir ayda yatırımcısına en fazla kazandıran ulaştırma sektörü oldu. Ulaştırma sektörü bir aylık dönemde yüzde 24,69 artış kaydederek yatırımcısına en fazla kazandıran sektör oldu. OPEC'in perşembe günü petrol üretim seviyesini koruma kararı almasının ardından, "ulaştırma" sektörü hisseleri, haftanın son işlem günü olan, sadece 28 Kasım cuma günü bile, yüzde 6,36 ile en fazla değerlenen sektör endeksi oldu. Ulaştırma sektörü endeksinin içinde yer alan Türk Hava Yolları ve Pegasus hisseleri de bu dönemde yatırımcısına en fazla kazanç sağlayan hisseler arasında yer aldı. Türk Hava Yolları hisseleri son bir aylık dönemde yüzde 27,39, Pegasus hisseleri de yüzde 17,18 kazanç sağladı. Şanghay SE Bileşik Endeksi'ndeki yükseliş ise Çin'in 2012'den bu yana ilk kez faiz indirimi yapması ve 1990'dan bu yana en düşük büyümeye yaklaşan ekonomiyi desteklemek için daha ileri adımların atılmasının beklenmesi ile açıklanıyor. Endeksteki yükselişin bir diğer nedeninin de, Şanghay ile Hong Kong borsaları arasındaki bağlantının 17 Kasım'da hayata geçmesi olduğu belirtiliyor. Yabancı yatırımcılar bu bağlantı sayesinde Çin’in 4.2 trilyon dolarlık hisse senedi piyasasına erişim sağlamaya başlamıştı. Kasım'da dünyada en çok yükselen ikinci hisse senedi endeksi ise yüzde 7.85'lik kazanç ile Mısır'ın EGX 30 Endeksi oldu. Petrol fiyatlarındaki gerilemeye bağlı olarak da gevşeyen altın fiyatlarını toparlayacak ve yeniden altının ons fiyatının yükselmesine sebep olabilecek referandumdan ise, 'hayır' çıktı. İsviçre Merkez Bankası'nın altın rezervlerini tüm rezervlerinin yüzde 20 seviyesinde tutmasını öneren teklif için, İsviçre'deki referandumda halkın yüzde 76'sı ret oyu kullandı. Referanduma 'evet' oyu çıksaydı İsviçre 5 yıl içinde dünya yıllık üretiminin yarısından fazlası oranında altın almak durumunda olacaktı. Bu da küresel altın fiyatlarını uçuracaktı. İsviçre merkez bankası referandum sonucu olumlu olsaydı 5 yıl içinde 1600 ton altın alacaktı. Yılda altın üretiminin ortalama 2.700 ton olduğu düşünülürse rakamın büyüklüğünün küresel altın fiyatlarını nasıl yukarı çekeceği anlaşılabilir. İsviçre Halk Partisi tarafından sunulan teklife İsviçre hükümeti, İsviçre Merkez Bankası ve birçok siyasi parti karşı çıkıyor. İsviçre Maliye Bakanı Eveline WidmerSchlumpf, Merkez Bankası'nın bin 40 ton altın ile gereğinden fazla altını olduğunu ve teklifi destekleyenlerin istikrarsız ve riskli bir metal olan altını olduğundan daha önemli gösterdiğini söylemişti. İsviçre'nin sahip olduğu altın rezervinin yaklaşık yüzde 70'inin ülke içinde, yüzde 20'sinin ülke dışındaki bankalarda ve yüzde 10'unun İngiltere ve Kanada merkez bankalarında tutulduğu belirtiliyor. Referandumdan "evet" oyu çıksaydı, İsviçre'nin yurt dışındaki altın rezervlerinin de ülkeye getirilmesi gerekecekti. Petrol fiyatlarındaki gerileme sonrası, gözler bir kez daha Rusya'ya dönmüş durumda. Ukrayna Krizi nedeniyle ambargo uygulanan Rusya'nın para birimi Ruble değer kaybederken, bir darbe de petrol fiyatlarındaki gerilemeden geldi. Ruble, 28 Kasım cuma günü hem dolar hem de euroya karşı “tarihi düşüş” yaşadı. Dolar, bankalar arası piyasada ilk kez 50 rubleyi, euro ise 62 rubeyli aştı. Piyasalarda bu hareketlilik yaşanırken, rubleyi serbest dalgalanmaya bırakan Rusya Merkez Bankası’nın önemli bir müdahalesi olmadı. 28 kasım için, Merkez Bankası resmi kuru dolar için 49,32 ruble, Euro için 61,41 ruble olarak açıkmıştı. Ruble böylece yıl içinde dolara karşı 32'den 50 rubleye kadar düşmüş oldu. Ekonomi Bakanı Aleksey Ulyukayev 28 Kasım cuma gecesi yaptığı açıklamada, petrol ve rubledeki düşüşün “panik nedeni olmaması gerektiğini” söyledi. Rusya Merkez Bankası Başkanı Elvira Nabiullina'ya göre ise, banka, gelecek yılın ikinci yarısından başlayarak, para politikasını gevşetebilir. Nabiullina, tüketici fiyatlarının gelecek yılın ikinci çeyreğinden itibaren yavaşlamaya hazırlandığını belirtti. Rus Merkez Bankası yetkilileri, uluslararası finans kurumlarının ekonomistlerini şaşırtarak, gösterge faizi yüzde 8'den yüzde 9.5'e yükseltmişti. Nabiullina, rubledeki satışlar ve yaptırımlara misillemelerin desteği ile üç yılın en yüksek seviyesine çıkan enflasyonu kontrol altına alabilmek için yüksek borçlanma maliyetlerini kullandıklarını belirtiyor. Rusya para birimi bu yıl, petrol fiyatlarının son dört yılın en düşük seviyesine inmesi ve ABD ve müttefiklerinin Ukrayna'daki anlaşmazlıklardan dolayı ilave yaptırımlara gitmesinin etkisi ile yüzde 30'a yakın değer kaybetti. Nabiullina, 26 Kasım çarşamba günü Rusya parlamentosunun üst meclisinde yaptığı konuşmada, "Enflasyon ve enflasyon bekleyişleri, yavaşlamakta olduklarını gösterir göstermez, para politikasını gevşetmeye hazır olacağız" dedi ve "Tahminlerimize göre, bu, gelecek yılın ikinci yarısında mümkün olacak" şeklinde görüş bildirmişti. Bu arada, Türk hane halkı ve reel sektör de, dolar-TL kurundaki yumuşamayı, döviz mevduatı toplamak için bir fırsat olarak değerlendiriyor. Nisan ayında 151,3 milyar dolara çıkan bankalardaki yabancı para mevduatı toplamı, haziran ayında 143 milyar dolara kadar inmişti. Temmuz ayında tekrar döviz satın almaya başlayan halk ve işletmelerin etkisi ile, ağustos ayında döviz mevduatı toplamı tekrar 149,4 milyar dolara çıktı. Eylül ayında kısmi bozdurma ile, rakam 146,2 milyar dolara gerilemiş olsa da, ekim ayı sonunda döviz mevduatı toplamı önce 152,7 milyar dolara, ardından 21 Kasım itibariyle 152,9 milyar dolara gelmiş durumda. 28 Kasım'da da eğer tablo değişmemiş ise, bu durum, ay sonu veya yıl sonu kapanışları karşılaştırıldığında, döviz mevduatı toplamının geldiği en yüksek seviyeye işaret ediyor. Bunun anlamı, Fitch, IMF ve S&P'nin rapor ve değerlendirmelerinde öne çıkan 'reel sektör ve şirketlerin döviz açık pozisyonu Türk ekonomisi için büyük risk' ifadelerine karşı, reel sektörün de önlem aldığına işaret etmekte. Bu arada Dolar Endeksi de, yeni haftaya 88,45 puanı test ederek, son 52 haftanın en yüksek değerini test ettikten sonra, 88,27 puana gevşeyerek başlıyor. Dolar Endeksi, bu seviyeyi kırar ve 90 puana ilerler ise, dolardaki değer kazancı, ABD'li şirketlerin de ihracat çabalarını zorlaştırabilir. Bu arada, Şükran Günü ile başlayıp, yılbaşı alışverişine kadar süren alışveriş çılgınlığı dönemi de 'kara cuma' ile başladı. Şükran Günü'nden bir sonraki gün, yani cuma günü başlayan alışveriş çılgınlığı için, Amerika Ulusal Perakendeciler Federasyonu, Noel öncesi alışverişin bu yıl yüzde 4,1 artışla 617 milyar dolar düzeyinde olmasını beklediklerini açıkladı. Artış 2011’den bu yana kaydedilen en büyük oran. Amerika’nın en büyük internet alışveriş sitesi Amazon.com da Kara Cuma satışlarına Perşembe’den başlattı. Amerikalı tüketiciler, indirimli alışverişlerin tüm ülkeye yayıldığı "Kara Cuma" olarak adlandırılan günde yaklaşık 9,1 milyar dolar harcadı. Merkezi Şikago'da bulunan uluslararası araştırma şirketi ShopperTrak'ın verilerine göre, Amerikalılar yılın en büyük indirimlerinin uygulandığı "Kara Cuma"da mağazalardan 9,1 milyar dolarlık alışveriş yaptı. Geçen yıl yaklaşık 9,8 milyar dolar olarak belirlenen "Kara Cuma" hasılasının bu yıl düzelen ekonomiyle yüzde 3,8 artış göstererek, 10 milyarın üzerine çıkması bekleniyordu. ShopperTrak'ın kurucusu Bill Martin, satış verilerinin sadece mağazalarda yapılan alışverişleri kapsadığının altını çizerken, birçok tüketicinin uzun sıralarda beklemek yerine çevrim içi (on line) sipariş verdiğini hatırlatarak, rakamların tüketici talebinde düşüş olduğu şeklinde yorumlanmaması gerektiğini savundu. Beklentinin altında kalan mağaza satışlarının tüketicilerin alışveriş alışkanlıklarında yaşanan değişimi yansıttığını belirten Martin, mağazaların cuma sabahı yerine perşembe akşamından açılmasının da "Kara Cuma" hasılasını etkilediğini ifade etti. ABD'de birçok perakende zinciri önceki yıllarda yaşanan arbedeler ve meydana gelen can kayıpları nedeniyle açılış saatlerini cuma sabahı yerine perşembe akşamına çekmişti. ShopperTrak'ın verileri, "Şükran Günü"nde yapılan harcamaların geçen seneye kıyasla, yüzde 24 artarak 3,2 milyar dolara çıktığını ortaya koydu. "Şükran Günü" ve "Kara Cuma"da yapılan alışverişlerin toplamı böylece yaklaşık 12 milyar 300 milyon dolara ulaşmış oldu. Ancak bu rakam da geçen senenin aynı döneminde elde edilen 12 milyar 350 milyon dolarlık satış hasılasının gerisinde kaldı. Öte yandan, ABD Ulusal Perakende Federasyonunun (NRF) verilerine göre, yaklaşık 1 ay sürecek alışveriş sezonunun "Kara Cuma" ile başlayan ve "Siber Pazartesi" ile son bulan ilk dört günlük döneminde 134 milyon civarında Amerikalı yaklaşık 51 milyar dolar tutarında alışveriş yaptı. NRF, yapılan alışverişlerin yüzde 26,2'sinin çevrim içi gerçekleştirildiğine işaret ederken, en çok rağbet gören ürün kategorilerini giyim, oyuncak ve elektronik eşya olarak sıraladı. 2004'den itibaren Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) ortak çalışması ile yayınlanmaya başlanmış olan Tüketici Güven Endeksi, 2006 yılı mayıs ayındaki Danıştay saldırısı ve ardından patlak veren orta şiddette bir küresel finans krizinin yurtiçi piyasalarda döviz kurlarını ve faizleri oynatmasından bu yana 100 puanın altında. Tüketici Güven Endeksi'nde 100 puanın altı ekonomiye duyulan güvenin azaldığını gösteriyor. Endeks 100 puandan ne kadar geriler ise, o kadar sıkıntı var, demektir. Tüketici güveni en dip noktayı, 2008 küresel krizinin çıktığı kasım ve aralık aylarında 70 puanın dahi altına kadar gerileyerek gösterdi ve 2011 yılı haziran ayında, AK Parti'nin genel seçimlerden başarıyla çıktığı tarihte, 96,42 puan ile, 2007 yılı eylül ayından bu yana ki en yüksek değerine ulaştı. Ama, sonrasında düşüş başladı ve geçtiğimiz ekim ayında Tüketici güveni tekrar 70,3 puana geri geldi. İlginçtir, makro ekonomik göstergeler daha iyi durumda olmasına rağmen, Türk halkı Türk ekonomisine 2008 küresel krizinin çıktığı günlerdeki kadar güveniyor; veya güvenmiyor. Ekonomi Yönetimi'nin ve biz akademisyenlerin bunun detaylı analizini yapmamız gerekmekte. Küresel krizin etkilerinden en hızlı kurtulan ve söz konusu kriz döneminde ciddi yeni istihdam imkanı oluşturabilmiş bir Türk ekonomisinde, Türk halkı önümüzdeki 12 ay için Türk ekonomisiyle ilgili endişelerinin arttığına, işsizlik ile ilgili endişelerinin arttığına, maddi durum ile ilgili olarak da endişelerinin arttığına işaret ediyorsa, bu durumda, hem iç, hem de dış, bölgesel siyasi gelişmelerin, sıcak çatışma ve gerginliklerin hane halkının ekonomik endişelerini tetiklediği belirtilebilir. Elbette, bu endişeler gerçekleşecek diyen de yok, riskin hissedildiği kadar yüksek olduğunu söyleyen de. Ancak, Türk hane halkının ortaya koyduğu söz konusu endişeler iyi yönetilemez ise, risk algısını azaltacak tedbirler alınamazsa, artan risk algısı, risklerin gerçekleşmesi ihtimalini de güçlendirir. Bir başka tuhaf konu ise, tüketici güveni bu derece kırılgan iken, Türk reel sektörünün nasıl daha moralli olduğu? Ha, bu arada iyi ki reel sektör daha moralli. Çünkü, tüketici güven endeksindeki moralsizlik reel sektörde de olsa, ilk karşı karşıya kalacağımız sosyo-ekonomik sıkıntı işsizliğin çok artması olurdu. TCMB'nin Reel Kesim Güven Endeksi, bunca zorlu iç ve dış gündeme rağmen, hala 102,7 puan düzeyinde. Yani, reel sektör iç ve dış ekonomi-politik gündeme daha iyi göğüs geriyor. Gelen sipariş miktarından memnun değil, ama önümüzdeki üç ay için hem üretim, hem istihdam, hem de ihracatını aynı düzeyde korumak ve arttırmak adına umutlu. Makine ve fabrika yatırım iştahı sürüyor ve genel gidişatı, sınırda da olsa, iyi görüyor. Ama, endeksin ekim ayına göre 4,2 puan gerilemesi, onun da 'dişlerini sıktığını' gösteriyor. Açıkçası, reel sektörün halen yatırım yapma ve istihdamını arttırma iştahı, Türk ekonomisi için bir umut ve avantaj. Ancak, reel sektör de heyecanını kaybeder ise, beklediğimizden daha zor bir 2015 yılı geçirebiliriz. Bu nedenle, Türk Ekonomi Yönetimi, 2012 yılından bu yana, reel sektöre 'ayağını yorganına göre uzat' mesajı veriyor; bankacılık sektörünün reel sektöre açtığı kredi hacmindeki hacmi yüzde 15 ile sınırlamaya çalışıyor. TCMB Başkanı Başçı'nın ifadesi ile, reel sektörün iş planlarıyla uyumlu, riskleri de bir gözeten borçlanma stratejisine gitmesi gerekiyor. Türk hane halkının da geliriyle orantılı borçlanması gerekmekte. Başkan Başçı, 'basiretli borçlanma' konusunda bilinçlendirmenin artması için, finans okuryazarlığın yaygınlaştırılmasını da önermekte. Reel sektör eğer basiretli borçlanır ve Türk bankacılık sektörü de mevduat artışı ölçüsünde kredi kullandırır ise, dünyadan aşırı miktarda yabancı kaynak çekmeden ve hayli tehlikeli bir tasarruf açığı sorunu oluşturmadan, Türkiye bu süreci yönetebilir. Evvelsi günkü Bakanlar Kurulu sunumunda, Başkan Erdem Başçı, bu süreci 'faydalı döngü' ifadesi ile, basiretli borçlanmanın düşük faiz ve risk primi anlamına geleceği noktasında da vurguluyor. Faydalı döngü de, beraberinde güçlü ve sürdürülebilir büyüme, dengeli gelir dağılımı ve istihdam getirmekte. Sözün özü, 2014 yılında yüzde 3 civarında büyüyeceği beklenen Türk ekonomisi, 2015 yılı için de yüzde 3,5-4 civarında bir büyüme ile, 'Faydalı Döngü'yü perçinlemeye çalışacak. Ama, bu arada, Türk halkının tüketici güveni nasıl yükseltilebilir, buna da vakit kaybetmeden zihin yormamız gerekiyor. Rapor 2 300 binin üzerinde artan ABD tarım dışı istihdamı, küresel piyasalardaki denklemi alt üst etti. Türkiye'nin ticaret ve finans kanalı Avrupa coğrafyasından gelen bilgiler sıkıntılı. Türk halkının döviz mevduatına olan ilgisi ise, 'kurların yükseleceği' beklentisinin hayli kuvvetli olduğuna işaret ediyor ABD Çalışma Bakanlığının 5 Aralık cuma günü açıkladığı tarım dışı istihdam ve işsizlik verileriyle birlikte, küresel piyasalarda tüm denklem bozuldu. Piyasa profesyonelleri ve finans kurumlarının ekonomistleri ortalama 230 bin kişilik bir istihdam artışı beklerken, kasım ayında tarım dışı istihdamın 321 bin kişi arttığı açıklandı. İşsizlik oranı ise, beklendiği gibi, yüzde 5,8 açıklanarak, son 6 yılın en düşük seviyesini korudu. Verinin açıklanması ile birlikte, Dolar Endeksi ciddi bir sıçrama gösterdi. Hatırlayalım, kasım ayının son iş günü, halen son 5 yılda gördüğü işlem günü içi en yüksek seviye olan 88,705 puanı, kapanış değeri olarak da 88,405 puanı geçemeyen bir Dolar Endeksi söz konusuydu. Dolar Endeksi, 1-5 Aralık haftasına düşüş ile başlasa da, önce çarşamba 89 puana dayandı, ardından perşembe günü 88,704 puanla kapandı ve 5 Aralık cuma günü tarım dışı istihdam verisi ile birlikte, gün içi en düşük 88,615 puanı görebilmiş iken, 89,334 puanla haftayı kapattı. Dolar Endeksi'nin sıçraması ile birlikte, dolar-TL kuru 2,2365 TL seviyesindeyken, bir ara 2,2654 TL'yi de gördü ve 2,2606 TL'den haftayı kapattı. Euro-dolar paritesi de, haftaya 1,2453 dolardan başlamış ve perşembe günü ile cuma açılıştan itibaren 1,24'ün hemen altında hareket etmesine rağmen, 1,2271 dolara kadar geriledi ve 5 Aralık cuma gününü, yani haftayı 1,2283 dolarla kapattı. Parite, yeni haftaya 1,23 doların üstüne çıkma mücadelesi ile başlamışken, dolar-TL kuru de 2,26 TL'nin altına sarkmaya çalışıyor. Kasım ayının son haftasından itibaren açıklanan ABD verileri, iki çeyrek üst üste yüzde 3,9 düzeyinde gelen büyüme verileri başta olmak üzere, ABD ekonomisindeki hareketlenmenin piyasa beklentilerinin üzerinde seyrettiğine işaret ediyordu. Açıklanan her olumlu veri, ABD Merkez Bankası'nın (FED) 2015 yılı içerisinde gerçekleştirmesi neredeyse kesin gibi gözüken faiz artırım kararını erkene çekeceği beklentisini güçlendiriyor. ABD Başkanı Obama ise, Amerikan ekonomisinin 2014'ün başından bu yana 2,65 milyon kişiye iş imkanı yarattığı belirtirken, bunun 1990'dan bu yana en büyük istihdam artışı olduğunu vurguladı. Amerikan şirketlerinin kasım ayında, 300 binin üzerinde insana iş imkanı yaratması ile birlikte, 1990'lı yıllardan bu yana kaydedilen en hızlı istihdam artışının devamının sağlandığını hatırlatan Başkan Obama, ülke ekonomisinin son 57 ayda ise toplam 10,9 milyon kişiye istihdam yarattığının altını çizdi. Obama, ayrıca işçi ücretlerinin de artmakta olduğuna dikkati çekerek, bunun milyonlarca Amerikalıyı memnun edici bir gelişme olduğunu da belirtti. Piyasa profesyonelleri ve finans kurumlarının ekonomistleri, beklentilerin çok üzerinde gelen istihdam verisinin ardından, FED'in 2015 yılında faiz oranlarının artırılması için piyasaları hazırlama çabalarına hız vereceği değerlendirmesini dillendirmeye başladılar. Societe Generale'in New York ofisinden kıdemli ABD ekonomisti Brian Jones, haziran ayında bir artırım gerçekleşecekse, FED'in şartları buna göre hazırlanması gerektiğini vurguladı. Ekonomistler, FED yetkililerinin para politikasının belirli bir tarih yerine stabil bir enflasyon ve tam istihdam hedeflerine ulaşmadaki sürece bağlı olduğunu vurgulayacağını ifade ediyor. Söz konusu vurgunun yapılmasının arkasında bir sebep yattığı da dile getiriliyor. Eğer, piyasa beklentileri FED'in yönelimi ile paralel olmaz ise, ABD Merkez Bankası'nın tahvil faizlerinde istenmeyen bir yükseliş riskini göze almak zorunda kalabileceğini de hatırlatıyorlar. New York'ta bulunan Renaissance Macro Research ABD Ekonomisi yöneticisi Neil Dutta, "Piyasalar, ekonomik veri nasıl olursa olsun, FED'in 2015 yılı sonuna doğru harekete geçeceği fikrini benimsemiş görünüyor" diye konuştu. Dutta, piyasa beklentilerinin aksine, FED'in ilk faiz yükselişini Mart veya Haziran ayında gerçekleştireceği tahmininde bulunuyor. Cleveland FED Başkanı Loretta Mester ise, "İstihdam verisi güçlü geldi. Ekonominin gelişme göstermeye devam etmesi ile birlikte 2015 yılı içerisinde bir zamanda faiz artırımı yapılacağını düşünüyorum" dedi. İstihdam verisinin açıklanması sonrasında faiz artırımlarının zamanı ve hızına yönelik FED tahminleri ve piyasa beklentileri arasındaki fark hafif bir daralma göstermiş durumda. Türk kökenli olan ABD'nin tanınmış ekonomistlerinden Prof. Nouriel Roubini, uluslararası ekonomi ve finans haber ajansı Bloomberg'e yaptığı değerlendirmede, ABD ekonomisinin diğer gelişmiş ülkelere göre daha iyi performans gösterdiğini ifade ederek, faiz artışına ilişkin beklentisini, FED'in, enflasyona rağmen, gelecek yılın ortasına doğru faiz artışına başlayabileceği yönünde paylaştı. "Kriz Kahini" olarak da adlandırılan Roubini, Avrupa, Japonya ve gelişen ülkelerin ABD'nin büyümesinde etkili olacağını savundu. Roubini, ABD'de büyümenin gelecek yıl yüzde 3'e yakın olabileceğini öngördü. Roubini'nin sözleri, cuma gününden bu yana alevlenen şu tartışmayı da beraberinde getiriyor; ABD'de petrol fiyatlarındaki gerilemenin, ABD hane halkının bütçesindeki akaryakıt masrafından 400 dolarlık bir tasarrufa dahi sebep olabileceği değerlendiriliyor. Bu durumda, ABD ekonomisinde iç talep beklenenden daha hızlı bir canlanma sürecine bile girebilir. Bu arada, enerji fiyatlarındaki gerileme ise, ABD'de enflasyonun yüzde 2 düzeyinin uzağında kalmasına da sebep olabilir. Bu durumda, yıllık enflasyon yüzde 2'yi zorlamadığı müddetçe, FED'in faiz artırımında aceleci davranmayacağını ifade eden ekonomistler olduğu gibi, Roubini'nin yukarıda yer alan ifadeleri doğrultusunda, enflasyon yükselmese de, FED'in hızla ısınan ABD ekonomisinin makro dengeleri açısından, FED'in en geç yıl ortasında faiz artırımı sürecine gireceğini ifade eden ekonomistler de söz konusu. Eğer, Roubini'nin görüşüne benzer görüşler ağır basarsa, FED'den gelen sinyaller de böyle bir gelişmeye işaret ederse, Türkiye gibi, uluslararası kurum ve derecelendirme kuruluşları nezdinde, makro ekonomik kırılganlıkları sürekli gündeme getirilen ekonomiler için, 2015 zorlu bir yıl olacak. Nitekim, geçtiğimiz hafta detayları paylaşılan Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) Türkiye Raporu incelendiğinde, IMF'den Türk ekonomisi için 'resesyon' uyarısı gelmiş olması dikkat çekiyor. IMF, Türkiye'de ekonomi politikalarında bir değişiklik olmaması durumunda, orta vadeli ekonomik performansın yakın geçmişten daha zayıf olacağı tahmininde bulunmuş durumda. Türkiye'nin düşük iç tasarrufları ve rekabetle ilgili sınırlılıklarının yatırım ve ihracatı sınırladığını belirten IMF, mevcut politikalar ve ulusal tasarruf oranlarıyla orta vadeli yıllık büyüme oranını yüzde 3.2'ye revize etti. Türkiye için IMF uzman görüşleri, Türk yetkililerin buna cevapları ile, IV. Madde Konsültasyon Raporu hakkında değerlendirmelerin yer aldığı raporda, Türkiye'de özel tüketim ve yatırım zayıflarken kamu harcamaları ve net ihracatın sürüklediği büyümenin 2014'ün ilk yarısında yıllık yüzde 2.7'ye gerilediği belirtildi. Raporda bu yıl ve gelecek yıl için yüzde 3 büyüme öngörülürken, azalan dış açığın büyük ölçüde dönemsel faktörlere ve net altın ithalatının bir kerelik etkisine bağlı olduğu belirtildi. IMF uzmanları özel yatırımların uzun seçim dönemi sonuna kadar baskılanmış kalacağını belirtirken "Bununla birlikte dengesizlikler önemli olacak. Erken parasal gevşeme, liranın değer kaybı ve gıda fiyatları enflasyonu yıllık enflasyonu, hedefin 5 puan üzerinde yüzde 9'a çıkaracak. Ve değişmeyen politikalarla, enflasyonun gelecek yıl da hedefe çekilmeyeceği bekleniyor. 2015'te GSYH bir kez daha iç talebe dönerken cari işlemler açığının bu yılki yüzde 5.75 düzeyinden yüzde 6'ya çıkması öngörülüyor" denildi. Raporda "Politikalarda bir değişiklik olmazsa orta vadeli ekonomik performansın yakın geçmişten daha zayıf olacağı tahmin ediliyor. Türkiye'nin düşük iç tasarrufları ve rekabetle ilgili sınırlılıkları yatırım ve ihracatı sınırlıyor. Böylece uzmanlar mevcut politikalar ve ulusal tasarruf oranlarıyla yıllık orta vadeli yıllık büyüme oranını yüzde 3.2'ye revize etti. Daha düşük büyüme oranının enflasyonu sınırlaması ve cari işlemler hesabını kötüleştirmesi bekleniyor, ancak her ikisi de yaklaşık yüzde 6'larda kalacak. Kırılganlıkta artış öngörülmese de yatırımcıların büyük dış açığa finanse etme isteklerinin süreceğini varsayıyor" denildi. Türk yetkililerin IMF uzmanlarının görüşünü büyük ölçüde paylaştıkları, 2014 için özgün resmi büyüme tahminleri üzerindeki aşağı yönlü risklerle, enflasyonun hedefin üzerinde gerçekleşeceğini kabul ettikleri belirten raporda "Ancak yetkililer, iç talebin daha büyük bir rol oynayacağını bekledikleri 2015 için büyümede yüzde 4 dolayında bir hızlanma öngörüyor. Reel döviz kurunun bir dengeye yaklaşacağına inanıyor, dış dengedeki iyileşmenin artan net ihracatla süreceği yargısında bulunuyorlar. Yetkililer orta vadede ekonominin yatırım ve ihracata doğru yeniden dengelenmesinin büyümede bir trend düşüşünden sakınmak için gerekli olduğunu kabul ediyor. Ancak reform programlarının bu hedefi başarmak için yeterli olacağına inanıyor" denildi. IMF uzmanlarına göre, Türkiye'nin sermaye akışlarında terse dönüş ana risk olarak kalıyor. Gelişmiş ekonomilerde para politikasının normalleşmesi ya da yükselen ekonomilerdeki büyüme tahminlerine ilişkin beklentilerde değişiklik, sermaye akışlarında bir azalma ya da ekstrem durumlarda ani bir duruşa yol açabilir. Akışlarda ani azalış dış açığı kapatmada büyük sıkışmayla sonuçlanabilir ve bir resesyona yol açabilir. Dengesizlikler büyük kalır ve ekonominin sunduğu tamponlar eksilirken, etki 2009 resesyonundan daha vurgulu olabilir. Bu ortamda büyümeyi korumaya yönelik gevşek makroekonomik politikalar riskleri artırır. Ve hatta sermaye akışlarında çalkantıya ilişkin kırılganlıkların önemli kalacağı bir dönemde, dış dengesizliklerle ilgili son tedrici düzenlemeler sürerse, büyük dış finansman gereksiniminde anlamlı bir azalış birkaç yıl alır. Türk ekonomisi için diğer riskler, Avrupa'da daha yavaş bir büyüme, jeopolitik sorunlar ve politika çerçevesinin gücü merkezinde birleşiyor. Avrupa'da beklenenden düşük büyüme Türkiye'nin ana ihracat piyasasında talebi yaralar. Suriye ve Irak'taki çatışmaların Türkiye'ye ekonomik yayılımı ihracatı negatif etkiledi. Ukrayna ve Rusya arasındaki gerginliğin etkileri şimdiye kadar sınırlı kaldı, fakat finansal piyasalarda riskten kaçınmada bir genelleşmeye neden olursa etkisi önemli hale gelebilir. Petrol fiyatlarında ani artış dış açığı daha da genişleterek, Türkiye'nin ithalat faturasında hemen belirgin bir etkiye sahip olur. IMF, Türkiye'nin cari işlemler açığının ağırlıklı olarak düşük ulusal tasarruflar ve yüksek olmayan yatırım düzeyinin bir sonucu olduğunu bildirdi. Türkiye'nin ulusal tasarruf oranlarının 2013'te yüzde 14'ten az olduğunu, bunun yükselen piyasa ekonomileri arasında en düşüklerden biri noktasında bulunduğunu kaydeden IMF, "Yatırımlar GSYH'nın yüzde 22'si düzeyinde ve yükselen piyasalar ortalamasının biraz altında bulunuyor. Bu nedenle cari işlemler açığını düşürmeye yönelik politikalar yatırımları düşürmeden ulusal tasarrufları artırılmasını hedeflemeli" dedi. Özel tasarrufu artırma arayışındaki politikaların cari açıkta iyileşme sağlayacağı, kamu tasarruflarındaki artışın cari açıklarda direkt iyileşmeye yol açacağı belirtilen raporda şu ifadeler yer aldı: "Kamu ya da özel tasarrufları doğrudan artırmaya yönelik politikaların yokluğunda sıkı para politikasının getirdiği daha yüksek reel faiz oranları tasarrufu canlandırır. Sonuçta dış dengesizlikleri azaltmaya yönelik politikaların olası sonucu artan bir ülke risk primi olur. Hedefleme rejiminin uygulanması, 2006 yılında kurulduğu günden beri kötü bir sicile sahip oldu. Ek olarak 2010'da Merkez Bankası alışılmamış bir para politikası çerçevesi uygulamaya başladı. Hedefin kaçırılması ve karmaşık çerçeve Merkez Bankası için güvenilirlikte bir boşluk üretti. Güvenilirlik boşluğunu yüksek döviz kuru da etkiledi. Karmaşık para politikası parasal aktarım kanalını zayıflattı. İlan edilen yüzde 5 enflasyon hedefi hem kısa hem orta vadeliler için güvenilir değil enflasyonun aynı vadedeki hedef bandında düşüp düşmeyeceği net değil." IMF Türkiye Ülke Raporu'nda Merkez Bankası'nın bankalara tek bir ana politika oranı kullanmak yerine çoklu oran ve çoklu araçlarla likidite temin ettiğini, bunun piyasaların Merkez Bankası işlevinin reaksiyonunu ölçme yetisini engellediğini, enflasyon beklentilerinin çapa olmaktan çıkmasına katkı yaptığını, parasal aktarım mekanizmalarına zarar verdiğini ve Merkez Bankası içi bir güven boşluğu ürettiğini iddia etti. IMF, reel faiz oranı gerektiren para politikası duruşunun, enflasyon hedefi ile tutarlı olması gerektiğini belirtti "Makro ihtiyati araçlar para politikasının bir yedeği değildir ve finansal istikrarı temin etmek için kullanılmalıdır" dedi. Türkiye açısından bir diğer kırılgan nokta da, Avrupa'nın makro ekonomik performansı. Çünkü, 2015'de de Türkiye'nin ticaret ve finans kanalı olarak, Avrupa'ya etkili ihracat yapmaya ve Avrupa bankalarından finansman kaynağı bulmaya ihtiyacı olacak. Ancak, Avrupa Merkez Bankası(ECB), 2014-16 dönemi için büyüme ve enflasyon beklentilerini aşağı çekti. ECB Başkanı Draghi, Euro Bölgesi'nde son büyüme rakamlarının aşağı yönlü revizyonu gerekli kıldığını belirtti. ECB Başkanı Mario Draghi'nin açıkladığı rakamlara göre, 2014 yılı büyüme beklentisi yüzde 0,9'dan yüzde 0,8'e indirildi. ECB, önümüzdeki yıl için büyüme beklentisini yüzde 1,6'dan yüzde 1,0'a, 2016 yılı için yüzde 1,9'dan yüzde 1,5'e çekildi. Banka, enflasyon için beklentilerini bu yıl yüzde 0,6'dan yüzde 0,5'e, gelecek yıl yüzde 1,1'den yüzde 0,7'ye ve 2016 yılı için yüzde 1,4'ten yüzde 1,3'e indirdi. Draghi, varlık alımlarına başladıklarını ve en az 2 yıl devam edeceklerini hatırlatarak, "Planladığımız varlık alımları bilançomuzun büyüklüğü üzerinde kayda değer etki yapacaktır." dedi. Draghi, Euro Bölgesi projeksiyonlarının düşük enflasyon ve zayıf büyümeyi işaret ettiğini kaydetti. Draghi, "Yapacağımız gözden geçirme gelecek yılın başlarında tedbirlerin büyüklüğü ve hızına uygulanacak" diye konuştu. Draghi, açıklanan son verilerin zayıf büyüme ve düşük enflasyon profilini teyit ettiğini kaydetti. Draghi, ''uygulanan tedbirlerin 2015 başlarında gözden geçirileceği ifadesi gelecek toplantı anlamına gelmiyor. ECB, yeni tedbirlere Ocak ayında karar vermeyebilir. Petrol fiyatlarının 2015'e enflasyon üzerine doğrudan ve dolaylı etkisini yüzde 0,4, 2016'da yüzde 1 olarak tahmin ediyoruz. Petrol fiyatlarının etkisinin enflasyon beklentilerinin içine girmemesi önemli'' diye konuştu. ECB Yönetim Konseyi'nin 4 Aralık perşembe günkü toplantısından yeni bir adım çıkmamasına neden olarak ise, petrol fiyatlarında son haftalarda görülen kayda değer düşüşün, enflasyon ve enflasyon beklentilerine orta vadeli etkilerini değerlendirilmesi ihtiyacını işaret eden Draghi, petrol fiyatlarının enflasyona etkisinin dikkatle değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Draghi, ECB Yönetim Konseyi'nin 4 Aralık perşembe toplantısında da parasal genişleme dahil birçok tedbirin ele tartışıldığını belirtti. Parasal genişleme konusunda karar alınması için ECB içinde bir oybirliği olması gerekmediğini ifade eden Draghi, "Geçmişte önemli politika kararlarını oybirliği olmadan aldık. O nedenle parasal genişlemenin gündeme gelmesi halinde ECB içinde ne kadar bir çoğunluğun buna destek vereceği konusunda spekülasyon yapmak anlamsız" diye konuştu. Parasal genişleme konusunda farklı seçenekler üzerinde müzakereleri devam ettirdiklerini ifade eden Draghi, parasal genişleme kapsamında altın hariç her türlü varlığı tartıştıklarını da belirtti. Draghi ayrıca, parasal genişlemede, devlet tahvili alımının ECB'nin yetkileri dahilinde olduğuna emin olduğunu da da vurguladı. Ambargoların kıskacında olan ve petrol fiyatlarındaki gerilemeden de olumsuz yönde etkilenen Rusya'nın Merkez Bankası, rubledeki düşüşü yavaşlatmak ve dolar kıtlığını hafifletmek için, bankaların döviz borçlanmalarına uyguladığı faizi düşürdü. Banka, minimum bir hafta, 28 gün ve 12 ay vadeli repo faizlerini, Libor artı 150 baz puandan Libor artı 50 baz puana indirdi. Rusya Merkez Bankası, rublenin temel değerinden "önemli ölçüde" saptığını ve bu durumun finansal istikrar için riskler yarattığını ve enflasyon ve değer kaybı beklentilerini güçlendirdiğini kaydetti. Banka, "Döviz likidite operasyonları faizlerindeki indirim bunların verimliliğini artıracak ve döviz piyasasında arz-talep dengesinin sağlanmasına yardımcı olacaktır" dedi. Rusya'da hükümet geçtiğimiz hafta ilk kez, dünyanın en büyük enerji ihracatçı ekonomisinin gelecek yıl resesyona gireceği konusunda bilgilendirme yaparken, eski bir merkez bankası yetkilisi, Ukrayna sorunu nedeniyle uygulanan yaptırımların olumsuz etkisi ile birlikte, finans sisteminde "biraz panik" olduğunu dile getirdi. Ruble bu yıl yüzde 38 değer kaybetti ve Bloomberg'in izlediği 24 gelişen ülke para birimi içinde en fazla kaybettiren para oldu. Moskova'da Bank of America'nın Rusya baş ekonomisti Vladimir Osakovskiy, bugün e-posta yoluyla gönderdiği yorumda, "Döviz repo faizlerinin indirilmesine yönelik hareket bariz bir şekilde ruble için destekleyici bir faktör," dedi ve "Genel olarak, piyasa etkisi doğrudan bankaların buyeni imkana gösterecekleri ilgiye bağlı. Bu ilgi şimdiye kadar oldukça zayıftı" şeklinde görüş bildirdi. Rusya para birimi dolar karşısında 54 rubleyi bile gördü. Türk ihracatçısı ise, rubledeki değer kaybı nedeniyle, Rusya'ya yaptığı ihracatı tahsil edememe riskinin telaşını yaşıyor. Bu nedenle, Rusya ile Türkiye arasında ruble ile TL cinsinden işlem yapılabilmesi için, çabalar ve arayışlar hızlanmış durumda. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın dolar-ruble paritesi adına, değeri sabitleyip, ihracat alacakları için destek vermesi talep ediliyor. Konu üzerine çalışmalar başlamış olsa da, henüz bir çözüm bulunamadı. Son bir kaç haftadır, hızla gerileyen petrol fiyatları üzerinden, kimi ekonomi çevrelerince sıkça gündeme getirilen 'iyimser' yorumları dinleyip duruyoruz. Petrol fiyatlarındaki gerilemenin, enflasyon baskısının azalması, Türkiye gibi enerji ağırlıklı cari açık veren ülkelerin açığının kapanmasına yardımcı olması, ülke içerisinde akaryakıt ve enerji fiyatlarının, maliyetlerinin azalmasını sağlayarak, hane halkı ve şirketlerin bütçesine olumlu yönde katkı sağlaması ve buradan elde edilecek tasarrufun, ülke ekonomisine iç talep olarak dönmesi halinde, büyümeye katkı sağlaması gibi yönleri olduğu doğru. Ancak, bu hususlar makrodan mikroya doğru, 'iyimser beklentileri' beslerken, ana resimdeki, çerçevedeki kimi 'kritik' başlıkları atlar isek, söz konusu 'iyimser' başlıklarla oyalanmak, 'öz'de hissedilen riskleri ihmal etmek bir sıkıntıyı da beraberinde getirebilir. İşin 'özü', küresel anlamda, dünya ekonomisiyle ilgili büyüme sorunudur. 'Küresel Vasat Büyüme' başlığı, Türkiye'nin da kayıtsız kalabileceği bir husus değildir. Çünkü, 'vasat büyüme' riski, Türkiye'nin 'net ihracat'a dayalı büyüme çabasına, mücadelesine de ciddi sekte anlamına gelmektedir. Türkiye'nin en öncelikli ihracat pazarı olan Euro Bölgesi ve AB kanadında 'durgunluk' riski demektir; Avrupa'ya ihracat yapan ve bundan beslenen Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki büyümenin de yavaşlaması demektir. Rusya'nın, hem Ukrayna'dan kaynaklanan ambargo etkisi, hem de petrol fiyatlarındaki gerileme ile hayli keyifsiz olması demektir. Çin'in Avrupa'ya yeterince ihracat yapamaması nedeniyle ve kendi içsel sorunları nedeniyle, büyümesini yüzde 7'ler çekmesi demektir. Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nin de, enerji ihracatından elde ettikleri kazancın azalması demektir. Bu keyifsizliğin bütünü, Türkiye'nin öncelikli ihracat pazarlarının keyifsiz olması, ülkemize turist gönderen ülkelerin keyifsiz olması anlamına gelmektedir. Yani, 2015'de Türkiye'nin döviz gelirlerinin akışkanlığı açısından dikkatli olmamız anlamına gelmektedir. Şimdi, Başbakan Yardımcımız Ali Babacan'ın mesajlarını bir kez daha okumaya gayret edelim; 2015 yılı için 'basiretli borçlanma' kavramı çerçevesinde, Türk halkının kritik ölçüde tüketici ve ihtiyaç kredisi kullanması suretiyle, hane halkı borç yükümlülüğünün ölçüsüz artması da, tüketim harcamaları ağırlıklı bir büyüme arzu edilmiyor. Ekonominin sanayileşmede sağlanacak yeni bir hamle ve ivme ile, özel sektör yatırımları ağırlıklı olarak büyümesi arzu ve tercih edilmekte. Nitekim, Bakan Babacan, bankacılıkla ilgili olarak, 2015 yılında uygulanacak bir düzenleme ile, sanayi yatırımları için verilen kredileri bankacılık sektörümüz açısından cazip hale getirecek adımlar atılacağını ifade ediyor. Ali Babacan, özel sektörün yurt dışı borçlanmalarında vadenin ağırlıklı olarak 2 yıldan fazla olduğunu hatırlatarak, bundan endişe duymadıklarını, tersine, bankacılık sektörünün yurt dışı borçlanmalarındaki '1 yıllık' borçlanma ağırlığını da uzatmak istediklerini vurguluyor ve bankaların uzun vadeli borçlanmasını daha cazip kılacak, kısa vadeyi daha az tercih edecekleri tedbirler üzerinde Merkez Bankası, SPK ve BDDK çalıştıklarını hatırlatıyor. Buradaki temel mesaj, bankacılık sektörünün KOBİ, sanayi ve proje kredilerine ağırlık verdiği bir ortamda, özel sektör yatırımlarının büyümedeki ağırlığını artırmak. İşte, burada kritik nokta öne çıkıyor; özel sektörü yatırım yapmaya ne teşvik eder? Ya, hane halkı tüketim harcamalarındaki ve kamu harcamalarındaki hareketlilik, ya da ihracattaki hareketlilik; ya da ikisi birden. Oysa, 2015 yılı için diyoruz ki 'hane halkı tüketim harcamalarında ve kamu harcamalarında hareketlenme istemiyoruz'. Üstüne, ihracat hacmimiz önemli sıçrama gösterebileceği bir 2015 gözükmüyor. Üstelik, TL de değerlenerek, ihracatçımızın işini zorlaştırmakta. Bu durumda, iç taleple canlanmaya kalkarsak da, enflasyon ve cari açık köpürecek. O halde, 2015 yılı için, mevcut küresel ortama rağmen, hatta ona inat, 'net ihracat'ın büyümeye katkı sağlayacağı tedbir almamız gerekiyor. Bu arada, Türk halkının son 11 ayda TL cinsinden mevduatı 867,1 milyar TL'den 937,6 milyar TL'ye gelerek, sadece yüzde 8,1 artarken, yabancı para mevduatın 134,2 milyar dolardan, 152,4 milyar dolara ulaşarak yüzde 13,6 artmış olması, dikkate alınması gereken bir husus. TL cinsinden mevduat reel olarak daralmış anlamına gelebilecek bu veri, TL mevduatının üzerine işleyen faiz, TL mevduatlarının üzerine işleyen faizin de ana para üzerine eklendiği gerçeği dikkate alındığında, daha da önemli bir daralmaya işaret ediyor. 2010 yılında yabancı para mevduatın toplam mevduat içinde payı yüzde 29,7 iken, bu oran şu anda yüzde 40'a dayanmış durumda. Yani, 2004'e geri dönülmüş durumda. Demek ki, Türk halkı ve iş dünyası orta vadede kurların artmasını bekliyor ve bu nedenle, döviz mevduatına eğilim daha yüksek oranda. Rapor 3 Beklenenden iyi gelen ABD verilerinin üstüne, FED'in 'kayda değer bir süre daha' ifadesini kaldıracağı beklentisi gelince, piyasalar ikinci 'çalkantı' haftasını daha ağır geçirdi. 16-17 Aralık'taki FED toplantısının fiyatlandırması dolar-TL'yi 2,30 TL'nin üzerine taşımış durumda. 'TCMB'nin faiz indirmesini bırak; arttırmak zorunda bile kalabilir' cümlesi daha fazla dillendirilebilir. Son 3-4 raporumuzdaki başlıkları hatırladığımızda, piyasaların 'iyimserlik'ten 'kötümserlik'e geçişinin 'ışık hızı'na ulaştığını söyleyebiliriz. Daha iki hafta önce, dolar-TL kurunun 2,22-2,18 TL bandında hareket ettiği ve Hazine kağıtlarının 2. el faizinin yüzde 7,4 seviyesini gördükten sonra, yüzde 7,7-7,5 bandına oturduğu bir tablodan, dolar-TL kurunun 2,31 TL düzeyini test ettiği ve 2. el faizlerin yüzde 8,4'e dayandığı bir tabloya geldik. ABD Merkez Bankası'nın (FED) bundan sonraki adımlarına yönelik beklentiler giderek sertleşirken, petrol fiyatlarındaki gevşemenin durmaması da, belirsizliği ve keyifsizliği iyice arttırmış durumda. Küresel ölçekte hisse senedi piyasalarındaki keyifsizlikten Borsa İstanbul da nasibini almış durumda. Geçtiğimiz hafta 89,55 puanı görerek, son 5 yılın en yüksek değerini yukarı taşımış olan Dolar Endeksi, ABD dolarının önde gelen para birimleri karşısında ciddi değer kazanması sonrasında, ABD'li ihracatçıların canını sıkacak bir seviyeye gelindiğinden midir bilinmez, gevşeyerek, yeni haftaya 88,32 puandan başlıyor. 16 Kasım'da 1,2550 dolar düzeyinin üzerindeyken, 21 Kasım'da 1,24 doların altını test eden, 26 Kasım'da 1,25 doların üstündeyken, 5 Aralık'ta 1,23 doların altını gören ve 12 Aralık'ta tekrar 1,25 dolara yaklaşan bir euro-dolar paritesi salınımı görüyoruz. Parite 1,2247 doları tekrar dener ve burayı kırar ise, 52 haftanın en dip noktasının kırılması, paritede aşağı yönlü hareketi hızlandırabilir. Bununla birlikte, henüz paritede aşağı yönlü hareketi hızlandıracak bir trend netleşmiş değil. İlginçtir, hane halkı ve şirketler, ekim ve kasım ayını döviz cinsinden mevduatı arttırmak adına önemli bir fırsat dönemi olarak değerlendirmişler. Buna göre, eylül ayında 147,3 milyar dolar olan Türk bankalarındaki döviz mevduatı toplamı, ekim ayında 152,7 milyar dolara ulaştıktan sonra, kasım ayı sonunu da 152,4 milyar dolarla kapatmış. Yani, iki ay Türk halkı ve şirketlerimiz 5 milyar dolar daha fazla döviz mevduatı tutmayı tercih etmişler. Bu noktada, dolar-TL kurunun 2,27 TL'ye dayandığı 1-5 Aralık haftası, bankalardaki döviz mevduatından 2,5 milyar dolar azalma olmuş. Dolar-TL kurunun üç hafta önce 2,22-2,18 TL bandındayken, önceki hafta 2,22-2,26 TL bandına, 8-12 Aralık haftası ise 2,26-2,30 TL bandına bu kadar hızlı geçmesi, 1-5 Aralık haftası 2,5 milyar dolara yakın döviz mevduatı bozdurmuş olan tasarruf sahiplerinin keyfini kaçırmıştır. Yeni haftaya dolar-TL kurunun 2,30 TL bandının üzerinde başlaması, üstelik Dolar Endeksi 88,32 puana kadar gerilemişken 2,30 TL bandının üzerinde başlaması, düşündürücü. Ekonomistler, bu tablo çerçevesinde, TCMB'nin en geç şubat ayı sonuna kadar faiz indirimi yapabileceği yönündeki beklenti ve değerlendirmelerin, 'TCMB, döviz kurlarındaki dalgalanmayı sakinleştirmek için, faiz artırabilir' değerlendirmesine dönüştüğünü belirtiyorlar. ABD Merkez Bankası'nın (FED) bu hafta, 16-17 Aralık'taki Açık Piyasa Komite (FOMC) toplantısından çıkacak kararın adeta önceden fiyatlandırıldığı ve kimi önde gelen merkez bankalarının da 2015 yılına, faiz artış kararları ile, önceden hazırlık yapmaya başladıkları bir döneme girmiş durumdayız. Üzerindeki ambargo baskısı yetmezmiş gibi, petrol fiyatlarındaki gerilemeden de etkilenen Rusya, para birimi rublenin değerini korumakta zorlanırken, Meksika Merkez Bankası, uzun zamandan beri ilk defa piyasaya doğrudan müdahale edip, dolar satarak, pezonun değerini koruma hamlesi yaptı. Önde gelen gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin hem para birimlerini, hem 2. el faizlerini, hem de hisse senedi fiyatlarını vuran bir detay, bir türlü düşüşünü durduramayan petrol fiyatları ise, diğer bir detay da uluslararası ekonomi ve finans gazetesi Wall Street Journal'da yayınlanan bir anket oldu. Ankete katılan ekonomistlerin çoğunluğu, FED'den 2015 Haziran ayında faiz artışı beklediklerine işaret ettiler. Ankete katılan 45 ekonomist, faizlerin 2015 sonunda ortalama yüzde 0,96 seviyesine çıkacağını öngörürken, haziran 2015 için FED'den beklenen ilk faiz hamlesi, para politikası faizinin yüzde 0,35 seviyesine çıkaracağı yönünde tammin edilmiş durumda. Ayrıca, bir çok ekonomist, bu hafta 16-17 Aralık'taki FOMC toplantısında, 'faizlerin kayda değer zaman düşük kalacağı' ifadesinin karar metninden çıkarabileceğini düşünüyor. Fransa'nın önde gelen uluslararası bankalarından Societe Generale'in ekonomistlerinden Aneta Markowska, FED'in kaydadeper zaman ifadesini çıkarıp haziran ayındaki faiz artışı için ilk adımı atacağı beklentisinin kuvvetli olduğunu ifade etti. 15-19 Aralık haftasının öne çıkan gündem maddelerini hatırlamak gerekir ise, FED iki gün sürecek olan toplantıya salı günü başlayacak ve alınacak kararlar çarşamba akşamı bizim yerel saat ile 21'de açıklanacak. Tekrar hatırlatmak açısından, FED'in faiz oranlarını "kayda değer bir süre daha" düşük tutacağına yönelik sözlü yönlendirmesini bu toplantıda kaldırabileceği spekülasyonu, haftanın piyasalar ve yatırımcılar açısından en kritik önemdeki başlığını oluşturuyor. 15-19 Aralık haftası, İngiltere Merkez Bankası (BoE) İngiliz bankalara yönelik stres testi sonuçlarını açıklayacak. Japonya'da pazar günü gerçekleşen genel seçimler, Başbakan Shinzo Abe liderliğindeki Liberal Demokrat Parti'nin başarısıyla sonuçlandı. Aşağıdaki satırlarda, bu konuya döneceğiz. Bu hafta aynı zamanda, Japonya merkez Bankası (BoJ) da para politikası kararlarını açıklayacak. 14 Aralık pazar günü, Japonya'da genel seçimlerini gerçekleştirirken, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry de, Roma'da İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile bir araya geldi. Türkiye'de ise, 17-25 Aralık 2013'den beri Türkiye'nin öncelikli gündem maddesi haline gelen iç siyasi çalkantıların bir devam olarak, aralarında Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı'nın da yer aldığı 32 kişi gözaltına alındı ve sonrasında 3 kişi serbest bırakıldı. Bu vesile ile, 15 Aralık pazartesi, yani bugün, dünkü gözaltıların siyasi çalkantısı sürecektir. Bugün, Türkiye'de işsizlik rakamları da açıklanacak, ki, geçen hafta açıklanan ve beklenenden bir hayli düşük gelen yüzde 1,7'lik 3. çeyrek büyümü rakamının istihdam ve işsizlik verileri üzerindeki etkisi açısından, bugün açıklanacak olan veri ipucu teşkil edecek. 15 Aralık pazartesi, ABD cephesinde ise sanayi üretimi verisi açıklanacak. Uluslararası ekonomi ve finans haber ajansı Bloomberg'in anketine katılan ekonomistler, üretiminin kasım ayında yükselmesini beklediklerini belirtmişler ki, ABD'nin sanayi üretiminin ekim ayında beklenmedik şekilde gerilediğini dikkate alındığında, kasım ayında üretiminin arttığının gözlenmesi, ABD'nin son açıklanan verileri ile örtüşecektir. 15 Aralık pazartesi günü Avrupa Birliği (AB) dışişleri bakanları da Brüksel'de bir araya gelerek, Suriye, Irak ve Libya'daki durumu görüşecekler. Bu arada, Başbakan Abe'nin seçim zaferini değerlendirdiği bugün, Japonya'da dördüncü çeyrek Tankan iş dünyası güven endeksi sonuçları da açıklanacak ki, bu veri de Abe'nin yapması gerekenler noktasında gereken ipucunu sağlayacak. 16 Aralık salı günü, İsveç, Fas ve Macaristan merkez bankaları politika faizi kararlarını açıklayacak. ABD'de Kasım ayı konut başlangıçları ve inşaat izinleri verisi açıklanacak. Son bir kaç hatadır iyi ve güçlü gelen ABD verilerinin bir uzantısı olarak, konut başlangıçları verisinde de artış bekleniyor. BoE İngiltere bankalarına yönelik stres testi sonuçlarını açıklanacak ve İngiltere'de Kasım ayı enflasyon rakamları açıklanacak. 17 Aralık çarşamba günü, FED Aralık ayı toplantısı sonrasında para politikası kararlarını açıklayacak. ABD'de ayrıca Kasım ayı tüketici fiyat endeksi (TÜFE) verileri paylaşılacak. Yine, Bloomberg'in anketine katılan ekonomistlere göre ABD'de tüketici enflasyonunda düşüş bekleniyor. Bununla birlikte, kimi FED yetkilerinin 'enflasyon yüzde 2'ye gelmesi bile, FED faiz artırmalı' sözleri nedeniyle, enflasyonun yüzde 2 olan enflasyon hedefinden uzak kalması, FED'in faiz artırım kararını 2015 sonuna ertelemesi gibi bir beklentiyi desteklemiyor. BoE ise, aralık ayı toplantı tutanaklarını yayımlayacak. İngiltere'de para politikası faizinin değiştirilmediği ve yüzde 0,5'da bırakıldığı toplantıda, 9 üyenin görüşlerini tutanaklardan anlamış olacağız. 17 Aralık'ın bir başka gündem maddesi, Yunanistan'da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin yapılacak olması. Başbakan Antonis Samaras'ın adayı olan Stavros Dimas'ın 300 koltuklu parlamentoda 200 oya ihtiyacı var. Seçim, bir ölçüde Samaras için de bir güvenoyu niteliği taşımakta. Yeterli oyun sağlanamaması durumunda ikinci tur 23 Aralık, üçüncü tur ise 29 Aralık tarihinde yapılacak. 18 Aralık perşembe günü ise, bu defa AB liderleri Brüksel'de iki günlük zirve için bir araya gelecek ve Ukrayna'nın Rusya politikasına verilecek olan destek, Euro Bölgesi ekonomisi ve bütçesi, bir süredir tartışılan yatırım programı gibi başlıklar ele alınacak. ABD'de haftalık işsizlik başvuruları, öncü göstergeler ve Filadelfiya FED endeksi açıklanacak.Geçtiğimiz hafta açıklanan haftalık işsizlik verisinin düşük gelmesi de, doların değer kazanmasına sebep olmuştu. Avrupa cephesinde ise, öne çıkan makro veri olarak, İngiltere'de perakende satışlar, Almanya'da ise meşhur IFO iş dünyası güveni endeksi verileri öne çıkıyor. Bu haftayı, 19 Aralık cuma günü, BoJ'un iki günlük toplantısı sonrasında açıklanacak para politikası kararları ile tamamlayacağız. Başbakan Abe'nin seçimden zaferle çıkması sonrasında, BoJ'dan farklı bir karar çıkabilir mi, merak konusu olacak. Hatırlatmak açısından, Japonya Merkez Bankası geçtiğimiz ekim ayında parasal genişlemeyi artırmasının ardından, geçen ay değişiklik yapmamıştı. Haftanın son işlem günü, İngiltere'de bütçe rakamları açıklanırken, Brezilya'da da işsizlik ve enflasyon verisi açıklanacak. Ayrıca, Kolombiya Merkez Bankası faiz kararını duyuracak. Gelişmekte olan ülkelerin belirli bir bölümünün merkez bankası faiz kararlarını açıklayacağı bu hafta, TCMB için de bir ölçüde ipucu teşkil edecek. Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2015 yılı için küresel petrol talebi beklentisini 5 ayda dördüncü kez düşürmesinin ardından, Batı Teksas türü ham petrol (WTI), varil başına 60 doların altını gördü. Batı Teksas türü ham petrol (WTI) vadelileri, geçtiğimiz hafta genelinde yüzde 12'lik kayba yaklaşmış durumdalar. 29 ülkeye danışmanlık yapan Paris merkezli Uluslararası Enerji Ajansı, kasım ayındaki tahminini bir kez daha aşağı revize ederek, küresel petrol tüketimindeki genişleme beklentisini günlük 230 bin varile kadar düşürmüş durumda. Malum, Brent ve WTI petrol fiyatları, OPEC’in petrol üretimini sabit tutma kararının ardından en az yüzde 20 gerilemiş durumda. ABD’de ise, petrol üretimi 30 yıldan uzun bir sürenin en yüksek oranında gerçekleşirken, bu durum küresel arz fazlasını şiddetlendiriyor. OPEC’in üç en büyük üreticisi Suudi Arabistan, Kuveyt ve Irak, aralık ayı için, Asya’ya yapılan ihracatlara yönelik fiyat indirimlerini genişletmiş durumdalar. 3 ülkenin fiyat indirim kararları, pazar paylarını korumak için mücadele ettikleri spekülasyonlarını artırmış durumda. Chicago merkezli Price Futures Group kıdemli piyasa analistlerinden Phil Flynn, “Fiyat savaşı olduğu endişesinin olduğu ortada. Geri çekilme olacağına yönelik bir işaret olmaması ile petrol fiyatları düşmeye devam edecektir” dedi. Ocak vadeli WTI petrol kontratı, Nymex elektronik işlemlerde 2.04 dolar gerileyerek, geçen haftanın son işlem gününde varil başına 57.91 doları dahi gördü. Fiyatlar, haziran ayına göre, petrolün varil fiyatının yüzde 41 ile 44 gevşediğine işaret ediyor. Ocak vadeli Brent petrolü kontratı ise, 1.75 dolar kadar düşerek, Londra merkezli ICE Futures Europe borsasında varil başına 61.93 dolardan alıcı buldu. Petrol fiyatlarındaki bu sert kırılma, ilginçtir, ABD ekonomisindeki güçlü toparlanma sinyallerinden daha fazla ABD hisse senedi piyasalarını etkilemiş gözüküyor. Dow Jones Endeksi, 2011 yılından bu yana en kötü haftalık performansı kaydederken, fon yöneticileri müşterilerle aralarında sıkıntılar olduğunu dile getirmekteler. Geçtiğimiz hafta, ABD hisse piyasalarından 1.2 trilyon doların üzerinde çıkış yaşanırken, petrol fiyatlarının varil başına 58 doların altına dahi gerilemesinin, hisse senedi yatırımcıları nezdinde, küresel ekonominin gücüne yönelik endişeleri artırdığı gözleniyor. Dow Jones Endeksi, geçtiğimiz hafta 677.96 puan, yani yüzde 3.8 gerileyerek 17,280.83 puan düzeyine geldi. Standard & Poor's 500 Endeksi ise yüzde 3.5 düşüşle 2,002.33 puana gelmiş durumda. MSCI Dünya Endeksi ise, geçtiğimiz hafta yüzde 3.8 kayıpla 2012'den bu yana en dik haftalık düşüşü kaydetti. Bun nedenle, Borsa İstanbul 100 Endeksi'nin de 4 Aralık'ta 86 bin 200 puan civarındayken, geçtiğimiz haftayı 83 bin 200 puandan kapattığını atlamamamız gerekiyor. Yunan Borsası'nda ise, hisseler 1987'den beri en sert kayıpları yaşayarak, Avrupa hisselerinin de üç yıldan uzun bir sürenin en kötü haftasını geçirmesine sebep oldu. Geçtiğimiz hafta, Kanada hisseleri de yüzde 5.1 gerilerken, Brezilya'da hisseler eylül ayı zirvesinden bu yana kayıpları yüzde 20'nin üzerine taşıyarak ayı piyasasına girmiş durumda. Japonya Başbakanı Shinzo Abe’nin erken seçime gitme kararı zafer ile sonuçlansa da, Abe üzerindeki ekonomiyi canlandırma baskıları daha da artacak. Japonya halkı ekonomik programın sonuç vermesini bekliyor ve Abe'ye bu beklentisinin gerçekleşmesi adına, önemli bir fırsat vermiş durumda. Abe’nin koalisyonu Meclisteki 475 koltuğun üçte ikisinden fazlasını kazanarak, en az 325 koltuğa sahip oldu. 60 yaşındaki Abe, döneminin eylül ayında sona ermesi öncesinde, bu sayede Liberal Demokrat Parti’de yetkisini güçlendirmiş oldu ve 2018’e kadar görevi sürdürme şansını artırdı. Abe 2018’e kadar görevde kalırsa, Japonya’da kırk yıl içerisinde en uzun başbakanlık görevinde kalmış siyasetçi olacak. Abe’nin reflasyon (anti-deflasyon) programı, gösterge endeks Topix’teki hisse senetlerinin görevde bulunduğu iki yıl süresinde yüzde 70’den fazla yukarı çıkmasını sağladı. Ancak, Abe’nin halen Japon çalışanlar için reel gelirleri artırması gerekiyor. Abe, Japon sanayicileri nezdinde güvenin zayıflaması ile birlikte, ekonominin 2014 yılı ortasındaki resesyondan toparlanmasını hızlandırmaya çalışacak. Nitekim, bu haftanın açıklanan ilk ekonomik verisi olarak, Japonya’nın büyük ölçekli imalatçılarında güven, resesyonun zayıflayan yenin olumlu etkilerini gölgede bırakması ile, 4. çeyrekte düşüş gösterdi. BoJ'un açıkladığı meşhur Tankan Endeksi'ne göre, büyük ölçekli üreticiler endeksi, eylül ayındaki 13 puan düzeyinden, aralık ayında 12 puan seviyesine gerilemiş durumda. Anketler, ekonomistlerin tahmin ortalamasının, Tankan Endeksi'nin 13 puan seviyesinde açıklanacağı tahminine işaret ediyordu. Endeksin, 2015 yılı mart ayında ise 9 puan seviyesine düşmesi bekleniyor. Ülkedeki resesyon riski ve kazanılan seçim zaferi, Abe’nin üzerindeki büyümeyi destekleyici reformların gerçekleştirilmesi baskılarını artırırken, dünyanın üçüncü büyük ekonomisini canlandırma çabalarını daha da önemli hale getiriyor. Citigroup Inc. ekonomistlerinden Kiichi Murashima, “Şirketler halen tedbirli davranıyor. Sermaye yatırımlarının planlandığı gibi uygulanacağından şüphe ediyorum. Şirketler ekonomideki büyümenin güçlü olacağını düşünmüyorlar. Abe Hükümeti için büyümeyi destekleyici politikaların uygulanması önemli bir görev olacak” diyerek, bu konudaki beklentileri özetlemiş. Bu arada, 'küresel vasat büyüme' tartışmalarının ağırlık kazandığı bir dönemde, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch, küresel ekonominin her bölgede eşit şekilde olmasa da, 2015 ve 2016 yıllarında güçlenmesinin beklendiğini belirterek, şaşırttı. Fitch'in açıklamasında, "Küresel ekonomik büyümenin eşit şekilde olmasa da 2015 ve 2016 yıllarında güçlenmesi bekleniyor. Fitch küresel ekonominin 2014 yılı sonunda yüzde 2,4 seviyesinden 2015'te yüzde 2,9'a, 2016'da da yüzde 3'e yükselmesini öngörmektedir" değerlendirmesi yapıldı. Açıklamada görüşlerine yer verilen Fitch Ülke Derecelendirme Direktörlerinden Gergely Kiss ise şunları kaydetti: "Eylül ayındaki son değerlendirmemizden bu yana Euro Bölgesi'ndeki, Japonya'daki ve gelişmekte olan büyük ekonomilerdeki koşullar sebebiyle küresel ekonomik büyüme görünümü bir miktar zayıfladı. ABD'de güçlü büyüme, küresel ekonomideki mevcut büyümenin itici gücü. Bu, özel tüketim ve daha yüksek harcanabilir hane halkı geliri ve güçlenen istihdam piyasası ile destekleniyor." Fitch'in açıklamalarında, petrol fiyatlarındaki yüzde 20'lik düşüşün gelecek iki yıl boyunca küresel ekonomik büyümeyi yüzde 0,3 artırmasının beklendiği de vurgulandı. Rusya Merkez Bankası Başkanı Elvira Nabiullina’nın ekonomiye daha derin zara vermeden rubleyi stabil hale getirmek için kullanabileceği politika opsiyonları daralıyor. Nabiullina bir yandan enflasyonu yavaşlatmak için para birimini desteklemek ve Rusyalıları rubleyi terk etmekten uzak tutmak isterken, diğer yandan bunu gerçekleştirmek için gereken geniş ölçekli faiz artırımları resesyonun eşiğinde olan ekonomiyi daha da sıkıntıya sokabilir ve yaptırımlar dolayısıyla uluslararası piyasalara erişimi kısıtlanan ve borçlarını yeniden finans etmeye çalışan şirketlerin üzerindeki baskıların artmasına neden olabilir. Başkan Nabiullina, 11 Aralık perşembe günü, faiz oranlarını 1 puan artırarak yüzde 10.5’e çekti. Kararın hemen ardından ruble rekor düşük seviyeye geriledi. Kopenhag’daki Danske Bank A/S gelişen piyasalar baş ekonomisti Lars Christensen’e göre, daha büyük bir hareket Rusya ekonomisindeki sıkıntıları şiddetlendirebilir ve petrolün düşüşü sürdürmesi halinde sert bir girişimin para birimindeki gerilemeyi durdurmasına kesin gözüyle bakılamıyor. Petrol fiyatları bu yıl yüzde 42 geriledi. Christensen, “Rublenin düşüşünü engellemeye yönelik her girişim faydadan çok zarar getirir. Para birimini stabilize etmek için sermaye kontrolleri gibi daha çaresiz bir şey yapılabileceğinden endişe edebiliriz” dedi. Ruble, petrol fiyatlarında yaşanan sert düşüşlerin resesyonun kıyısındaki ekonominin görünümünü kötüleştirmesinin ardından, iki gün üst üste rekor düşük seviyelere inerek, Rusya Merkez Bankası’nın değer kaybını durdurmak için kura müdahale ettiği söylentilerini artırdı. Rusya devlet tahvilleri de geriledi. Rublenin yüzde 2.7 değer kaybederek 57.9860 seviyesine gelmesi, OAO Bank Otkritie ve BCS Financial Group’a göre, merkez bankasının ruble almasına neden oldu. Rus para birimi, Ukrayna krizi nedeniyle uygulanan ekonomik yaptırımların şirketleri Batı’daki tahvil piyasalarından alıkoyması ve petrol fiyatlarının ayı piyasasına girmesinin ardından, 1998’deki iflastan bu yana en kötü yılı kaydetmeye hazırlanıyor. Merkez bankasının 5 defa faiz artırması dahi rubledeki değer kayıplarını durduramazken, ülkedeki enflasyon 3 yılın en yüksek seviyesine yaklaşıyor. Moskova’daki Rye, Man & Gor’dan yatırım yöneticisi Anvar Gilyazitdinov “Petrol Rus varlıklarına yatırım yapanlar için bir öncelik, 60 dolara hızla yaklaşıyor ve bu ivme son derece tehlikeli. Petroldeki düşüş ve 2015’te resesyon ihtimali ruble üzerine ciddi baskı yaratıyor” yorumlarını yaptı. Ruble'nin bu durumu, Rusya'ya mal satan Türk ihracatçılarını da üzüyor ve endişelendiriyor. Sona ermekte olan yıl boyunca devam eden küresel tedirginliğe istinaden büyük şirketlerin finans direktörleri (CFO), Çin'deki yavaşlayan büyümenin ve euro bölgesinde baş gösteren deflasyon tehdidinin firmaların karşılaştığı iki büyük sorun olduğunu söylediler. Uluslararası ekonomi ve finans kanalı CNBC’nin küresel CFO toplantısına katılan Avrupa ve Asya'dan gelen ellibir CFO’ya firmalarının şu anda karşı karşıya olduğu önemli risklerin ne olduğu soruldu. Açık farkla öne çıkan risk Çin'deki yavaşlayan büyüme oldu. Bu tehdit Asya CFOları için listenin üst sırasında yer alırken Avrupalı meslektaşları için üçüncü en büyük risk oldu. 2014 yılında işlerine en çok etki eden jeopolitik ve ekonomik risklerin hangisi olduğu sorulduğunda, CFOların yüzde 57’si dünyanın en büyük ikinci ekonomisinden gelen uyarı işaretlerini gösterdi. Sonuçlar, Çin'in küresel güven için ne kadar önemli olduğunu vurguladı. Dünyanın en büyük hammadde tüketicisi olan Asyalı dev, neredeyse son 25 yılın en yavaş büyüme rakamları ile karşı karşıya. Yılın 3. Çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre 7,3 oranında büyüyen Çin, Pekin’in yıllık yüzde 7.5 hedefini tehlikeye attı. Yavaşlama, yıllar süren çift haneli büyümeden sonra ve ülkenin yeni liderlerinin kredi piyasasını frenlemek için düzenleyici çalışmaları hızlandırdığı zamana denk geldi. Pekin’in sert duruşuna karşılık Çin Merkez Bankası'ndan piyasaya daha yumuşak dokunuşlar geldi. Çin Merkez bankası geçen ay faiz oranlarında sürpriz bir azaltmaya giderek büyümedeki düşüşün kontrol altına alınmasına hazır olduğunu vurguladı.Lombard Street Research Makroekonomik Araştırma Başkanı Diana Choyleva, Çin'de büyümenin ve parasal koşulların aslında resmi rakamların gösterdiğinden çok daha zayıf olduğuna inandığını belirtti. Geçen hafta yayımladığı notta Çin’in piyasalardaki düzeltmeler ve sermaye kaçışları ile mücadele ettiğini kaydeden Choyleva; “Çin bankaları Pekin'in geçmiş aşırılıkları kurbanlarından oldu ve finansal piyasaları temizlemek için yapılan reformların bedelini onlar ödemek zorunda kalacak" dedi. Rapor 4 FED, faiz artışı ile ilgili mesajında 'kayda değer bir süre daha' ifadesinden, 'sabırlı olacağı' ifadesine geçti. Bu ifade, 2015 yılının ilk yarısı sonunda faiz artırımı ihtimalini güçlendirmiş durumda. TCMB'nin bu haftaki PPK toplantısından her hangi bir faiz değişikliği beklenmiyor. Dolar kuru 2,32-2,28 TL bandına oturabilir. TCB'nin tercihi ise, 2,28-2,24 TL bandı gibi gözüküyor. Geçtiğimiz hafta birbirinden zor başlıkların gündemi belirlediği, bu nedenle döviz kurlarının çok daha sert dalgalanmalar gösterdiği, yerli ve yabancı yatırımcının alım-satım kararlarının hisse senedi cephesinde daha belirgin, buna karşılık bonotahvil cephesinde daha sınırlı etkilere sebep olduğu bir haftaydı. Bu derece sert dalgalanmaların yaşandığı bir haftadan, Noel tatili nedeniyle, neredeyse yarısı piyasaların tatil olduğu bir haftaya geçiyoruz. Bu nedenle, bu hafta ağırlıklı olarak geçen haftanın bir analizi ile geçecek. Bununla birlikte,bu hafta ABD ekonomisinin makro ekonomik görünümüne yönelik bir dizi veri açıklanmaya devam edecek. Euro Bölgesi'ndeki kimi ülkelerin ve ABD'nin 3. çeyrek revize büyüme verileri de dikkatle takip edilecek. Geçen haftanın öncelikli gündem maddesi ve en kritik önemdeki gelişmesi, ABD Merkez Bankası'nın (FED) 2006’dan bu yana gerçekleştireceği ilk faiz artışı konusunda 'ifade'sini değiştirmesiydi. Söz konusu ifade değişikliği sonrası, her makro ekonomik hareketlilik ve toparlanmaya işaret eden yeni ABD verisi, piyasalarda 'beklenen' faiz indirimine bir adım daha yaklaşıldığı yönünde yorumlara sebep olacak. Çünkü, FED Açık Piyasa Komitesi (FOMC), para politikasına yönelik toplantılarının sonucunda açıkladığı karar metninde, uzun bir zamandır yer verdiği "faizlerin kayda değer bir süre daha düşük kalacağı" ifadesi yerine, karar tutanağına “Komite para politikasındaki duruşunda normalleşmeye başlamak konusunda ‘sabırlı’ olabileceğini kaydetmektedir” ifadesini yerleştirdi. FED, bu adımı ile, takvime dayalı bir ifadeden vazgeçerek, kendisine ekonomik verilere bağlı olma konusunda daha ciddi bir esneklik sağlamış oldu. FED'in ifade değişikliği, piyasa profesyonelleri ve ekonomistler tarafından, daha düşük bir ihtimalle 28-29 Nisan 2015, daha yüksek bir ihtimalle 16-17 Haziran 2015 tarihlerindeki FOMC toplantısında ilk faiz artırımı kararının alınabileceği yorumlarına sebep oldu. 28-29 Temmuz 2015 toplantısını da unutmamak gerekiyor. FED'in ifade değişikliği, bundan 8-9 yıl önce, yine FOMC tutanağına 'sabır' ifadesini yerleştirmiş olan iki önceki FED Başkanı Greenspan'ın vermek istediği mesajdan ise farklı algılandı. FOMC açıklamasında, “Komite bu yönlendirmesini daha önce ifade ettiği ‘faizlerin kayda değer bir süre’ düşük kalacağı taahhüdü ile uyumlu görmektedir” de denildi. Yorumlar, FED'in faiz artırımı kararı konusunda 'sabır' gösterilmesi ifadesini, enflasyonun gidişine bağladığına işaret ediyor. Bu nedenle, petrol fiyatları bu şekilde devam ettikçe ve küresel enerji fiyatlarının seyri enflasyonist baskıyı hafiflettikçe, FED'in faiz artırımı konusunda aceleci olamayacağı vurgulanmakta. Bununla birlikte, FED'in istihdam piyasası ile ilgili değerlendirmesini de iyileştirmiş olması da gözlerden kaçmadı. FOMC karar tutanağında, istihdam piyasasındaki toparlanmanın arttığı belirtilirken, istihdam piyasasındaki atıl kapasitenin azalmayı sürdüğü görüşünü de yinelendi. Eylül ayındaki toplantıdaki tahminlerle karşılaştırıldığında, FOMC üyelerinin federal fonlama oranı için 2015 yıl sonu tahminlerinin ortalaması, yüzde 1.375'den yüzde 1.125 geri gelmiş durumda. Üyeler, 2016 yıl sonu için ise yüzde 2.5 tahminini yapmışlar. FOMC tutanağında, küresel piyasalarda son dönemde görülen istikrarsızlıktan bahsedilmezken, Kocherlakota, Plosser ve Fisher karara muhalefet etmiş gözüküyorlar. Nitekim, Minneapolis FED Başkanı Kocherlakota, karar sonrasındaki değerlendirmesinde, FED'in para politikasında sıklaşma niyetini açıklayarak, düşük enflasyon beklentisi olan bir dönemde güvenilirliğini tehlikeye attığını belirtti. Kocherlakota, politika yapıcıların düşük enflasyona çare bulmak konusundaki başarısızlıklarının, Japonya ve Avrupa’da olduğu gibi enflasyonda ve uzun vadeli enflasyon beklentilerinde tehlikeli bir düşüş ihtimaline yol açabileceğine işaret ediyor. Yani, Kocherlakota, Japonya ve Avrupa gibi, ABD ekonomisi için de deflasyon riskine işaret etmekte. Kocherlakota'nın FOMC üyeliği bu yılın sonunda biterken, 2015'de FOMC kararlarını belirleyecek üyeler arasında yer alacak olan San Francisco FED Başkanı Williams ise, FED'in para politikası için kullandığı ‘sabır’ ifadesinin, faizlerde artış dönemine girilmesinin ilk adımı olduğunu ifade etti. Williams, bu değişimin para politikasında normalleşmeye yaklaşılması nedeniyle doğal bir süreç olduğunu dile getirdi. Williams’a göre politika yapıcılar politikada normalleşmeyi yakında değerlendirmeye başlayacak. San Francisco FED Başkanı, Haziran 2015’in faiz artışına başlamak için uygun bir zaman olacağını belirtti ki, bu açıklama yukarıdaki tespitlerimizle de örtüşüyor. FOMC karar metninin tartışmalara yol açtığını gözlemleyen FED Başkanı Yellen ise, toplantı sonrasındaki basın toplantısında, FED’in hemen olmasa da faiz oranlarını artırmaya yaklaştığını belirterek, FED’in en az ilk çeyrek dönemde faizleri sıfıra yakın seviyede tutma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtti. Yellen ayrıca ekonomik parametrelerin faiz artırımı için uygun olması gerektiğini ve bundan sonra faizlerin kademeli olarak artırılabileceği belirtti. Yellen 2017’ye kadar faizlerin daha normal seviyelere dönemeyeceğini de sözlerine ekledi. New York'taki TD Securities'in ABD ofis yöneticilerinden Eric Green ise “açıklama pek net değildi; ancak Yellen'ın oldukça net olduğunu düşünüyorum. Yılın ikinci yarısı faizler artacak ve piyasa bunu fiyatlamak zorunda” diyerek, haziran veya temmuz FOMC toplantısını işaret etti. Türkiye cephesinde ise, geçen hafta hiç kolay geçmedi. 14 Aralık pazar günü gündeme damgasını vuran ve haftanın ilk iş günü olan 15 Aralık pazartesi günü de ciddi bir tartışma konusu olan 'operasyon' haberleri, Rusya'nın para birimi rubledeki ciddi boyutlardaki değer kayıplarıyla birleşerek, 'kötümser' algıyı daha da derinleştirdi. Aynı gün gelen (15 Aralık) işsizlik verilerinin de yüzde 10,7 gibi hayli yüksek bir işsizlik oranına işaret etmesi, esasen imalat sanayi, inşaat ve hizmetler sektörü istihdamını arttırmayı sürdürürken, işsizlikteki sıçramanın 500 bin civarındaki istihdam kaybı ile tarım sektöründen kaynaklandığının öne çıkmaması, moralleri bir hayli bozdu. Rusya Merkez Bankası'nın geçtiğimiz haftanın ilk gününde, para politikası faiz oranını 650 baz puan artırarak, yüzde 10.50'den yüzde 17'ye taşıması da, rublenin değer kaybındaki hızlanışı durduramadı. Rus Merkez Bankası'nın sert faiz artışı müdahalesi ruble dolar karşısında 64 rubleye geldiğinden dolayı yapılmış olmasına rağmen, sert değe kaybı ile, dolarruble kuru 80 rublenin bile üzerini gördü. Rusya Merkez Bankası'nın para birimini korumak adına, 1998'den bu yana ki en sert faiz artırma kararına rağmen, Ruble dolar karşısında bir günde yüzde 19 değer kaybederek, 80.10 seviyesini görmesinin ardından, tekrar 80 rublenin altına geriledi. 10 yıl vadeli devlet tahvilinin faizi 317 baz puan artarak yüzde 16.4 seviyesine geldi. Rusya MB Başkanı Nabiullina, rubledeki zayıflamanın ekonomi üzerindeki etkilerinin yüksek olduğunu ifade ederken, Rus şirketlerinin şu an için dış borçlarını ödeme kabiliyetine sahip durumda olduklarını ve Rusya'nın kendi finans imkanları çerçevesinde yaşamayı öğrenmesi gerektiğini de vurguladı. 3 hafta içerisinde, küresel ve dolayısı ile yerel piyasaların 'iyimserlik'ten 'kötümserlik'e hızlı bir geçiş yapmalarına birlikte şahit olduk. 'İyimserlik'in geçerli olduğu günlerde, 2,22-2,18 TL bandına oturan dolar kuru nedeniyle, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nı (TCMB), günlük döviz satım ihalelerinin kotasyonunu 20 milyon dolara indirmeye teşvik eden piyasa ortamı, 'kötümserlik'in geçerli olması ile, dolar kuru 2,26-2,30 TL bandına doğru hareket edince, önce TCMB'yi günlük döviz satım ihalesi tutarını (kotasyon) yineden, 40 milyon dolara çıkarmaya yönlendirdi; ardından dolar-TL kuru 16 Aralık günü 2,4147 TL'yi zorlayınca, TCMB kotasyonu bu defa 60 milyon dolara çıkardı. TCMB, bununla da yetinmedi; proaktif davranarak, BOTAŞ ve TPAO gibi enerji KİT'lerin vadesi gelen ithalat ve dış borç ödemelerinin piyasadan değil, TCMB ve Hazine'nin döviz imkanlarından karşılanacağını belirtti ve bu açıklama sonrasında, yurt içi piyasalarda döviz kurlarının ateşinin düştüğüne birlikte şahit olduk. 17 Aralık çarşamba günü Enerji Bakanı Yıldız'ın açıklamaları ile, 17-31 Aralık tarihlerinde enerji KİT'lerinin yapacakları döviz cinsinden ödemenin 1,2 milyar dolara bulacağını öğrendik ki, KİT'lerin bu meblağı, zaten yeterince derin olmayan, döviz piyasasından çekmeyecek olmalarının piyasayı neden rahatlattığı da böylece anlamış olduk. Bu noktada, 15 Aralık günü, haftaya 2,30 TL'nin hemen altından başlamış iken, gün içi 2,40 dolara dayanan ve günü 2,37 TL'nin hemen üstünde kapatan dolarTL kuru, 16 Aralık salı günü, bu defa yeni bir tarihi rekor ile 2,4147 TL'yi görmüş olsa da, günü 2,3650 TL'den kapattı ve 19 Aralık günü hafta kapanışı da 2,3123 TL oldu. Dolar-TL kuru 22 Aralık ile başlayan yeni haftaya 2,3136 TL'den başladı ve 2,3169 TL'ye kadar geldi. Sepet kur ise, 15-16 Aralık tarihlerinde 2,66-2,65 TL düzeyini görmüş olmakla birlikte, yeni haftaya 2,58 TL'den başlıyor. İkinci el faizler ise, 16 Aralık günü yüzde 9'a yaklaşmasına rağmen, 22 Aralık haftasına yüzde 8,4'ün altından başlıyor. Önde gelen gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin para birimlerindeki değer kayıplarının küresel rekabette yeniden konumlandırma açısından sebep olduğu etkileri dikkate alarak, Türkiye'nin dış ticaret hadleri açısından, dolar-TL kurunun 2,32-2,28 TL bandına oturması yararlı gözüküyor. Bununla birlikte, TCMB'nin enflasyonla mücadelesi açısından, dolar-TL kurunun 2,28-2,24 TL bandına dönmesinin daha fazla işine gelebileceği de göz ardı edilmemeli. Bu nedenle, 24 Aralık çarşamba günü gerçekleşecek olan TCMB Para Politikası Kurulu toplantısından bir faiz indirimi kararı çıkmasını beklemek hayal olacağı gibi, olası bir faiz indirim kararının, TCMB'nin saygınlığına zarar verebileceğini de göz ardı etmemek gerekiyor. TCMB Başkanı Başçı, 17 Aralık'ta Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu'na yaptığı sunumda, ihracatın büyümeye katkısının devam ettiğini ifade etti. Dış ticaret hadlerindeki olumlu gelişmeler ve tüketici kredilerindeki ılımlı seyrin cari dengedeki iyileşmeyi destekleyeceğini belirten Başçı, "Yılın başında alınan makroihtiyati önlemlerin ve para politikasındaki sıkı duruşun çekirdek malların enflasyon eğilimi üzerinde olumlu etkileri gözlenmektedir" dedi. TCMB Başkanı sunumda, enflasyon beklentileri, fiyatlama davranışları ve enflasyonu etkileyen diğer unsurların yakından izleneceği ve enflasyon görünümünde belirgin bir iyileşme sağlanana kadar getiri eğrisini yataya yakın tutmak suretiyle para politikasındaki sıkı duruşun sürdürüleceğini de tekrar etti. Başçı ayrıca mevcut para politikası duruşu altında enflasyonun 2015 yılında Enflasyon Raporu'nda belirtilen görünümle uyumlu bir düşüş sergileyeceğinin öngörüldüğünü belirtirken, "Yapısal dönüşüm programının uygulamaya geçmesiyle birlikte Türkiye’nin büyüme potansiyeli kademeli olarak artacaktır" ifadelerini kullandı. Ruble ve Brezilya Reali'nden sonra, en çok kaybeden para biriminin Türk Lirası olmasının bir diğer nedeni de, özellikle küresel yatırımcılar ve yerli yatırımcılar açısından, ekim ayından başlayıp, kasım ayının ortasından itibaren hızlanan uluslararası sermaye girişleri ile, Hazine kağıtlarının 2. el gösterge faizinin yüzde 9'lardan 7,4'lere kadar gerilemesinin ve Borsa İstanbul (BIST) 100 Endeksi'nin de neredeyse 87 bin puana dayanmış olmasının sebep olduğu, kar realizasyonu arayışı. Noel tatili öncesi, bir çok gelişmekte olan piyasadaki zararlarını telafi etmek isteyen küresel yatırımcılar, Türkiye'deki karlarını realize etmek istediler. Bu nedenle, en fazla çıkış yaşanan ülkelerden birisi de Türkiye oldu. Bu arada, iç siyasi gerginlik başlıklarının da, Türkiye'nin uluslararası alandaki algısını etkilediğini unutmayalım. Dolar Endeksi ise, 88 ile 92 puan aralığındaki salınımını sürdürürken, 90 puanı geçmekte zorlanıyor. Bununla birlikte, FED'in FOMC toplantısı öncesinde, faizle ilgili kararın beklenenden yumuşak olacağı öngörüsü ile, Dolar Endeksi'nin 16 Aralık günü 88 puanın dahi altına sarktığına şahit olduk. Ancak, 17 Aralık günü FOMC tutanaklarının 2015 yılının ilk yarısı biterken faiz artırımı ihtimalinin güçlendiğine işaret etmesi sonrasında, endeks önce 89 puanın hemen üzerine çıktı. Ardından, haftayı 89,654 puanı test ederek kapattı. Dolar Endeksi, yeni haftaya 89,55 puanın hemen altından başlamış durumda. Bu tablonun doğal sonucu olarak, euro-dolar paritesi, 26 Kasım'dan sonra ilk kez, 16 Aralık'ta 1,25 doların üzerini görmüş olsa da ve 19 Kasım'daki gibi 1,26 dolara yaklaşmış olsa da, 17 Aralık'ta önce 1,2342 dolara, ardından haftanın son günü 1,2229 dolara geriledi. Parite yeni haftaya 1,2242 dolardan başlıyor ve 1,24-1,22 dolar bandındaki salınımını devam ettirmeye 'şimdilik' kararlı gözüküyor. Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkan Yardımcısı Vitor Constancio, gelecek aylarda Euro Bölgesi'nde enflasyonun negatife dönmesinin beklendiğini fakat eğer sadece geçici bir olguysa deflasyon riski görmediğini söyledi. Constancio, ''Gelecek aylarda negatif enflasyon oranı bekliyoruz, bu her merkez bankasının yakından izlemesi gereken bir olgu'' değerlendirmesinde bulundu. Aylarca sürecek negatif enflasyonun deflasyona dönmeyeceğini bildiren Constancio ''Eğer geçiciyse tehlike görmüyorum'' diye konuştu. Costancio, IMF, Avrupa Komisyonu ve OECD'nin Euro Bölgesi'nde ekonomik zayıflığın 2018'e kadar süreceği öngörüsünün, o zamana kadar enflasyonda aşağı yönlü baskının devam edeceği anlamına geldiğini ifade etti. Euro Bölgesi'nde yıllık enflasyon kasım ayında yüzde 0,3 seviyesine gerilemişti. Kıymetli madende dünyanın en büyük tüketicileri konumunda olan Çin ve Hindistan’da altına olan talebin artışı, hayli durugun geçen 2014 sonrasında, 2015 için umutları hareketlendirmiş durumda. ANZ Emtia Stratejisti Victor Thianpiriya; " Çin ve Hindistan'da Fiziksel altın talebi yüksek stoklar ve ithalat kontrolleri nedeniyle 2014 yılında gerilemişti. Bu iki pranga çözüldü ve 2015’e girerken altın talebi sağlam bir zemine oturdu” dedi. Uluslararası ekonomi ve finans medya kurumu CNBC'de yer alan habere göre Thianpiriya, stokların tükenmeye başlaması nedeniyle Çin'de fiziksel altın talebinin artmaya başlayacağını söyledi. Victor Thianpiriya; "2013 ve 2014 başındaki güçlü talep Çin'de önemli bir kara borsa oluşması ile sonuçlandı. Bu da 2014 yılının ikinci yarısında ithalatın azalmasına ve kara borsa stoklarının erimesine yol açtı” dedi. Hindistan, kaçakçılığı azaltmak ve yasal sevkiyatları artırmak için altın ithalatına getirdiği kısıtlamaları Kasım ayının son günlerinde kaldırdı. Tacirlerin artık ithal edilen altının yüzde 20'sini ihraç etme zorunlulukları bulunmuyor. Söz konusu karar ülkenin cari açığı azaltmak için geçen yıl alınmıştı. Thianpiriya, söz konusu kısıtlamaların kaldırılmasının Hindistan pazarı için manzarayı değiştirdiğini ve tüm ithalat kanallarının açıldığını belirtti. ANZ Emtia Stratejisti, bununla beraber, zamanla piyasada ithalat kotaları gibi başka kısıtlamalar olabileceğini söyledi. Yükselen dolar altının cazibesini azaltmış olsa da Thianpiriya, fiziksel talebin gelecek yıl daha güçlü bir dolar ile gelen dalgalanmalara denge getireceğine inanıyor. Güçlü bir dolar, yabancı para sahipleri için altını daha pahalı hale getireceği için altın talebi için negatif olabilir. Fat Prophets Kaynak Analisti David Lennox, güçlü doların yılın ilk yarısında altının başını ağrtıatacağını ancak ikinci altı ayda FED’in ilk faiz artırımı ile dolarda gevşeme olacağına inandığını söyledi. Lennox, bu durumun 2015 sonlarında altın için avantaj sağlayacağını belirtti. Lennox, Hindistan’daki Dhanteras ve Diwali festivallerinin de altın talebine yardımcı olacağını belirtti. Hindistan’da bu festival dönemleri yaygın olarak altın sezonu olarak adlandırılıyor. Lennox bu faktörlerin yanı sıra altın arzında bir yavaşlamanın yılsonunda fiyatları yaklaşık ons başına bin 350 dolara yükselteceğine inanıyor. David Lennox, altın fiyatlarındaki düşüşün üretim maliyetleri nedeniyle üretimin azaltılmasına yol açtığını kaydetti. Global Commodities Group CEO'su Greg Smith, önümüzdeki yıl yüksek altın fiyatlarının yükselmesinin sağlayacak tek gerçek nedenin jeopolitik risk olacağını söyledi. Smith; "Ortadoğu'da veya Rusya'da daha fazla gerginlik oluşursa altın yükselir, aksi takdirde mevcut seviyelerde seyreder” dedi. Rapor 5 Dolar, 2014 yılında, 31 önde gelen ekonominin para birimlerinin tümüne karşı değer kazanarak, 1989'dan beri ilk kez, ciddi bir ralli yaptı. ABD Dolarının yükselişi 2015'de de sürecek gibi gözüküyor. 2015 yıl sonu dolar-TL kur tahmini ortalaması ize 2,40 TL olarak gözükmekte. Eğer, petrol ve rubledeki kayıplar 2015'de devam eder ise, dolar-TL kurunu 2015 için 2,60-2,70 TL olarak öngörenler de var. ABD Doları, 2014 yılını, Berlin Duvarı'nın yıkıldığı ve ABD'nin tek kutuplu bir dünyada küresel liderliğini ilan ettiği 1989'dan bu yana ki en yüksek performansı ile kapatıyor. 2008 yılı sonbaharında patlak veren krizle birlikte, 1929 Buhranı'ndaki işsizlik ve yoksulluk sıçramasını görmemekle birlikte, ABD ekonomisinin hayli zor bir etaptan geçtiğini, iç talepteki daralmanın etkisiyle, ABD Doları'nın değer kaybetmesine bağlı olarak, ABD'li şirketlerin ilk kez bu ölçüde ihracat yapmaya yüklendiklerine şahit olduk. Bu noktada, 2014 yılı itibariyle, ABD'nin net enerji ithalatçısı bir ülkeden, net ihracatçı bir ülkeye dönüştüğünü de unutmayalım. 2010 yılı sonunda, küresel ölçekte, uluslararası mal ticaretinde 1. sıradaki konumunu Çin'e kaptıran Almanya açısından, 2011 yılında mal ihracatında ABD tarafından da geçilmek kabul edilebilir bir gelişme değildi. Bu nedenle, Almanya ile ABD arasında 2012 yılından bu yana süregelen dış ticaret kavgasından, euro-dolar paritesinin de nasibini aldığına şahit olduk. Buna göre, 2012 yılı başında 1,34 dolar düzeyindeyken, 2012 yılı yaz ortasına geldiğimizde 1,20 dolara kadar neredeyse çekilen, ardından 2013 yılı şubat ayında tekrar 1,37 doları görüp, ardından yine yaz ortasında 1,28 dolara kadar geri çekilen, hayli dalgalı bir pariteden söz ediyoruz. 2014 yılı mayıs ayında, bir kez daha 1,39 doları gören euro-dolar paritesinin, 2014 yılını 1,22 doların altında kapatmaya çalışması, kimi çevrelerde 'kirli kur savaşı' (dirty currency war) olarak da adlandırıldı. Parite 1,24-1,22 dolar aralığında kalabilecek mi, yoksa FED'in para politikasını adım adım sıkılaştırma sürecine bağlı olarak, ABD dolarının önde gelen para birimleri karşısında güçlenme süreci 2015 yılında da devam edecek mi, birlikte göreceğiz ve yaşayacağız. Soğuk Savaş'ın bitimine doğru, Sovyetler Birliği dağılmaya doğru giderken, Dolar Endeksi 170 puana dahi yaklaşmış, 1988'de 88 puan düzeyindeyken, 1989-1990 arası 105 puanı görmüş ve bir ralli yapmış. Ardından, 1992 sonu-1993 başı 80 puanın dahi altını test etmiş ve 1995 yılı başında 80 puan düzeyinden başladığı tırmanışını 2001-2002 döneminde 120 puan ile doruğa taşımış. Bu dönemde, euro-dolar paritesinin 0,82 dolara kadar düştüğünü hatırlıyoruz. 2014 yılı itibariyle, son 5 yılın en yüksek değeri olarak, artık 90 puanı geçmiş bir Dolar Endeksi var. Dolar Endeksi, geçtiğimiz hafta iki kez 90 puanın üzerini gördü. 23 Aralık salı günü 90,064 puan ile kapattı; 26 Aralık günü ise 90,03 puan ile. Yılın son haftasına ise, Dolar Endeksi 90,023 puan düzeyinden başlayıp, 89,905 puana kadar çekilmiş durumda. Sanki, 2015 yılında devam edeceği ralli öncesi, Noel tatili ile yılbaşı tatili arası dinleniyor, gibi. ABD doları 2014'te 31 önemli para birimi karşısında da değer kazanarak, 1989'dan bu yana bir ilke imza atmış durumda. Doların yükselişinde, hem 2014 yılında FED'in para politikasını sıkılaştırma sürecini, tahvil alım programını tamamlamasıyla (tapering) başlatması, hem de ABD ekonomisindeki güçlü toparlanma etkiyi oldu.Yen ve euro, Japonya ve Avrupa merkez bankalarının deflasyonu önlemek adına teşvik politikalarına hız vermeleri ile değer kayıplarını sürdürdü. Merkezi Connecticut'ta bulunan Amherst Pierpoint Securities adlı finans kurumunun stratejisti Robert Sinche ''Bir tane para birimi dahi dolar karşısında yükselmiyor. ABD faiz oranı beklentilerinde ciddi bir değişiklik yaşanıyor'' diye paritelerdeki değişimi yorumladı. Doların 10 önemli para birimi karşısındaki durumunu izleyen Bloomberg Spot Dolar Endeksi, bu yıl yüzde 11 artarak 1,130.61 seviyesine geldi ve 2004'ten bu yana en yüksek yıllık kazanca işaret etti. Dolar yen karşısında yıl genelinde yüzde 14'lük artışla 120.31 düzeyinde ve 3. yıllık kazancı kaydedecek. Dolar euro karşısında ise, yüzde 13 ile 2005'ten bu yana en ciddi artışı sağladı. Bu arada, euro yen karşısında ise yüzde 1.3 değer kazanarak, 146.60 düzeyine geldi. Dolar, Türk lirası karşısında ise yıl genelinde yüzde 7,5 yükseldi. Bununla birlikte, Dolar-TL kurunun 2,40 düzeyini gördüğü ocak ayında, TCMB'nin 5,5 puan politika faizini arttırması ile, döviz kurlarının kademeli olarak sakinleştiğini, bir ara dolar-TL kurunun 2,16 TL'yi dahi gördüğünü, ancak aralık ayı sonuna doğru, dolar-TL kurunun 2,4147 TL ile, yeni bir nominal rekora da imza attığına şahit olduk. Finans sektörü döviz kurları analistlerinin 2015 yılı için dolar-TL tahminleri, 2,20 ile 2,50 TL arasında dalgalanıyor. Uluslararası ekonomi ve finans haber ajansı Bloomberg'in son anketine göre ise, ekonomistlerin 2015 için yıl sonu dolar-TL tahminlerinin ortalaması 2.40 lira düzeyine işaret etmekte. Konu 2015 yılına dönük tahminlere gelmiş ise, ABD'nin önde gelen uluslararası finans kurumlarından Goldman Sachs'in Baş Ekonomisti Jan Hatzius'un 2015 yılında öne çıkacak sekiz önemli sorun ve bu sorunlara yönelik cevaplarını incelemekte yarar var. 1. ABD ekonomisinde büyüme eğilimi devam edecek mi?: Evet. Yurtiçinde güç diğer ekonomik zayıflıkları dengeleyecektir. 2. Doların güçlenmesi büyüme üzerinde baskı yaratacak mı?: Evet ancak düşük petrol fiyatları sebebiyle kısa vadede yönetilebilir olacaktır. 3. Konut piyasasında iyileşme hızlanacak mı?: Evet, özellikle müstakil konut sektöründe. Hanehalkı formasyonu genç yetişkinler ebeveynlerinin evlerinden taşındıkça gelişecektir. 4. Tüketici harcamalarında büyüme hızlanacak mı?: Evet, düşük petrol fiyatları nedeniyle harcanabilir gerçek gelir artacak. 5. Yatırım harcamalarında büyüme artacak mı?: Hayır. Sermaye harcamaları uzun vadeli esaslara göre baskı altında görünmüyor ve petrol fiyatlarındaki düşüşün enerji sektöründe bir engel yaratması olası görünüyor. 6. Ücretlerdeki büyüme yüzde 3-4 aralığı içinde mi olacak?: Hayır. Eksik istihdam oranına istinaden işgücü piyasasında hala gevşeklik var. 7. Çekirdek enflasyon FED’in yüzde 2 hedefine ulaşacak mı?: Hayır. Dolar güçlü, ücret artışı düşük ve depresif petrol fiyatlarının olumsuz etkisi olacaktır. 8. Haziran’daki FOMC toplantısında faizler artırılacak mı?: Hayır çünkü enflasyon muhtemelen yüzde 2 hedefine ulaşamayacak. Ücret ve fiyat enflasyonu için mutabık olunan tahminlere dayanarak ilk faiz artırımının Haziran 2015 tarihinden sonra olacağını düşünüyoruz. En erken Eylül’de olabilir. Goldman Sachs'in Baş Ekonomisti Jan Hatzius özetle der ki, "ABD ekonomisi dolar ile birlikte, diğer büyük ekonomilere göre, daha hızlı büyüyecek. Ama FED'in hedefi altında kalan enflasyonun, faiz artışını en erken Eylül ayına itmesi gündeme gelebilir ve düşük petrol fiyatlarının ekonomideki etkisi hissedilmeye devam edecek." ABD'li ünlü yatırımcı Warren Buffett, 2015 yılı için yatırım tavsiyelerine bakmakta da yarar var: 1- Güvenli, düşük maliyetli, uzun vadeli yatırımlar: Buffett, 2015 yılı için Berkshire Hathaway hissedarlarına yazdığı tavsiyelerde, yatırımcıların paralarını uzun vadeli, düşük maliyetli ve güvenli yatırımlara yöneltmesi gerektiğine işaret etti. Buffett, kendisinin de elindeki tüm nakdi karısı için, verimli olduğunu düşündüğü uzun vadeli ve oldukça eski bir yatırım aracına yatıracağını söylüyor. 2- Bitcoin’den uzak durun: Her zaman teknolojiyle ilgili yatırımlara mesafeli olan Buffett'tan, yatırımcılara son yılların en fazla yükselen yatırım araçlarından Bitcoin’le ilgili şaşırtıcı olmayan bir tavsiye geldi. Buffett, yatırımcıların sanal para olarak bilinen Bitcoin’den uzak durması gerektiğini söyledi. Buffett daha önceki röportajlarından birinde Bitcoin’ler için “Ondan uzak durun, çok belli ki bir yanılgı” diye uyarıyor. 3- Finansal okur yazarlığı geliştirin: Buffett özellikle genç yaştaki çalışanlar ve yatırımcılar için finansal okur yazarlıklarını geliştirmeleri tavsiyesinde bulundu. Ünlü yatırımcı, “Katılabileceğiniz tüm derslere katılın, muhasebe iş dünyasının dilidir. Finansal okur yazarlığı geliştirmek yıllar geçtikçe sizin için finansı daha kolay kılar” diye tavsiyede bulunmakta. 4- Hemen zengin olmaya değil, tasarrufa odaklanın: Ünlü yatırımcı, bir anda zengin olmayı değil, tasarrufa odaklanmayı tavsiye etti. Buffett, “Finans dünyasındaki en büyük hatalardan biri, düzgün tasarruf etme alışkanlığını öğrenememek” diye altını çiziyor. 5- Hisseler düşünce satmayın, alın: Warren Buffett, hisselerle ilgili fiyatlar düştükçe satmayı değil satın almayı tavsiye etti. Ünlü yatırımcı, “Ben fiyatlar düştükçe satın aldığım hisselerden daha fazla almayı tercih ederim. Daha da düşerse daha fazla alırım. Sonrasında ne olacağı belli olmaz” demekte. 6- Uzmanmış gibi davranmayın: Buffett, yatırımcılara bildikleri alanlara yatırım yapmayı, bilmedikleri alanlarda uzmanmış gibi davranmamayı tavsiye etti. Ünlü yatırımcı, “Bilmediğiniz bir alanda yatırım yaparsınız, sadece kumar oynarsınız” demek istiyor. ABD, İngiltere dahil Avrupa cephesinde ve Türkiye cephesinde, gerek imalat sanayinin performansı ve güveni, gerek tüketici güveni, gerekse de gayrimenkul, konut sektörüne yönelik performans ve fiyat endekslerinin yayınlanacağı bir haftanın içerisindeyiz. Kimi ülkelerin satın alma yöneticileri endekslerinin de yayınlanacağı bu hafta, Avrupa Merkez Bankası'nın (ECB) aylık toplantısı, 1 Ocak perşembe yılbaşı sonrası tatil olduğu için bir hafta sonra, 7 Ocak Çarşamba günü gerçekleşecek. Bununla birlikte, piyasalar 7 Ocak'taki toplantıdan çok, 22 Ocak'taki toplantıya kitlenmiş durumdalar. ABD'nin aralık ayı tarım dışı istihdam ve işsizlik verisi de 9 Ocak'ta yayınlanacak. Bu noktada, 9 Ocak'taki kritik önemdeki ABD verisi öncesi, 16-17 Aralık'ta gerçekleşen son FED Açık Piyasa Komitesi (FOMC) toplantısının detaylı tutanakları 7 Ocak günü saat 21'de geliyor ki, bu tutanaklardaki detaylar piyasayı hareketlendirebilir. Üstüne gelecek tarım dışı istihdam ve işsizlik verilerine bağlı olarak, 8 ve 9 Ocak günleri hayli hareketli geçebilir. Her ne dense, bu ay Türkiye'nin tüketici güven endeksi verisi 30 Aralık salı gününe kalmış durumda. Reel Kesim Güven Endeksi ve İktisadi Yönelim Anketi'ne baktığımızda ise, son 2 yılın en düşük performansına ulaşılmış durumda. 2172 firmanın cevapladığı ankete göre, daha eylül ayında 107,6 puan düzeyinde olan Reel Kesim Güven Endeksi 101,2 puana kadar gerilemiş durumda. İmalat sanayi, kendisine gelen yurtiçi satış ve ihracat amaçlı olarak, mevcut toplam sipariş miktarından memnun değil. Bu oran Ocak 2007 ile Aralık 2014 arası en iyi 95,7 puanı görmüş. Küresel kriz döneminde 27,1 puana kadar düştüğü de olmuş. Bu noktada, ekim ayında 91,8 puan düzeyindeki mevcut toplam sipariş miktarından duyulan memnuniyet, aralık ayında 87 puana düşmüş. Bu durum, en yüksek orana ve ekim ayına göre kötü; ama, küresel krizin yaşandığı günlerdeki 27,1 puana göre bir hayli iyi. Bununla birlikte, üretim hacmi ve mevcut istihdama yönelik olarak, önümüzdeki 3 aya yönelik beklentiler,bir miktar gerilemiş olmakla birlikte, halen 100 puanın üzerinde. Bu da olumlu bir gelişme olarak nitelendirilebilir. Bu tür endekslerde, 100 puanın üzeri olumlu tablo olarak kabul edilir. Gelecek 3 aya yönelik ihracat sipariş miktarı beklentisinin artmış olması da, Türkiye'nin 2015 yılı büyümesinde net ihracatın büyümeye katkısına ihtiyacımız olduğu gerçeği ile, yine olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmeli. Bir başka önemli husus olarak, 2014 yılı şubat ayından bu yana, imalat sanayinin yatırım harcaması yapma eğiliminin de 104 ile 108 puan aralığında hareket ediyor olması ve aralık ayında halen 105 puanda olması, yine umut verici. Çünkü, bu durum, imalat sanayinin yatırım yapma iştahını kaybetmediğini gösteriyor. Genel gidişatın ise 100 puanın altında seyretmesi, Türk imalat sanayinin iç ve dış politik-ekonomik gelişmeler nedeniyle bir miktar keyifsiz olduğuna işaret etmekte. 2015 yılı, kendi paralarının değerini ABD dolarına korumak için, önde gelen gelişmekte olan ekonomilerin faiz arttırabileceği bir döneme işaret ediyor. Bu nedenle, hem FED'in, hem de pek çok gelişmekte olan ekonominin 2015 yılı ilkbaharından itibaren faiz artırabilecekleri ihtimali ile, ülke ve şirket tahvilleri açısından, 2015 yılının zor bir yıl olacağı vurgulanmakta. Tahvillerin 2015 yılı performanslarına yönelik yorumlarda bulunan Wall Street uzmanları FED'in faiz oranlarını 2015’te 10 yıla yakın bir süreden bu yana ilk kez artırmaya hazırlanması ile birlikte, ABD Hazine tahvil faizlerinin yükseleceği tahmininde bulunuyorlar. Gelecek yıl tahvil faizlerinde artış olacağı beklentisi, ABD tahvillerinin rekor kayıplar kaydettiği 2009’dan bu yana en yüksek seviyede. FED’in tahvil alım programını sonlandırması (tapering) ile birlikte, bu yıl satış dalgası olacağı öngörüsünde bulunanların neredeyse tümü, ABD ücret artışlarındaki zayıflık ve gelişen piyasalardaki çalkantıların ABD Hazine tahvillerini 2011’den bu yana en büyük getirilere yöneltmesi ile hazırlıksız yakalandı. Tahvil piyasasında enflasyon görünümünün gerilemesine rağmen uzmanlar ekonominin güçlenmesi ile birlikte ABD Hazine tahvillerinin kötü bir yıl geçireceği beklentilerini koruyorlar. Bank of Tokyo-Mitsubishi UFJ Ltd. baş finans ekonomisti Chris Rupkey, “Gelecek yıl nihayet patlama yılı olmalı. Piyasa, Yelen ve FOMC’un sıkılaştırmaya yaklaştığı retoriğini görmezden geliyor” dedi. Uluslararası finans ve ekonomi haber ajansı Bloomberg anketine katılan 74 ekonomistten biri olan Rupkey en yüksek tahminlerden birini sundu. Rupkey, 10 yıl vadeli ABD Hazine tahvil faizlerinin geçtiğimiz haftaki yüzde 2.25’lik seviyeden 2015 yılı sonunda yüzde 3.4’e yükseleceğini öngördü. Rupkey, Ocak ayında faizlerin şu anda yüzde 3.6 seviyesine ulaşacağı tahmininde bulunmuştu. Ekonomistlerin tahmin ortalaması, faizlerin yüzde 3.01’e ulaşacağı yönünde. 0.75 yüzde puanlık artış tahmini uzmanların 2014 yılı için olan beklentilerinin yaklaşık iki katı seviyesinde. Merkez bankalarının asli görevi, fiyat istikrarıdır. Enflasyonu yok etmek veya kabul edilebilir sınıra çekmektir. Merkez bankaları fiyat istikrarında bir risk görmüyorlar ise, enflasyon tehlikesi yoksa, o zaman büyüme ve istihdamı da gözeten para politikası izleyebilirler. Nitekim, ABD Merkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) kendi ekonomilerinde bir enflasyon riski görmediklerinden dolayı, büyüme ve istihdamı destekleyici para politikası uygulayabildiler. Türk ekonomisinde, son 42 yılda enflasyonu getirebildiğimiz en düşük düzey yüzde 6. Oysa, gelişmiş ekonomilerde 2012'de yüzde 2 olan enflasyonun, 2014 sonu yüzde 1.6, 2015 sonu ise 1.8 olması bekleniyor. Gelişmekte olan ekonomilerde ise, 2012'de yüzde 6.1 olan enflasyonun, 2014'de 5.5, 2015'de ise 5.6 olması beklenmekte. Türkiye ise, 2005'de 7.7, 2008'de 10.1 olan enflasyonu, 2009 ve 2010 yıllarında yüzde 6.5 civarında tutabilmişse de, 2011'de yeniden 10.5'e yükselmesini engelleyemedi. Ancak, 2012'de GSYH büyümesi yüzde 2.1'e çekerek, enflasyonu yüzde 6.2 ile son 41 yılın en düşüğüne getirebildik. 2013'de yüzde 7.4'ü gören enflasyon, 2014'ü ise yüzde 9 civarında tamamlayacak. Oysa, Türkiye Ekonomisi'nde yıllık manşet enflasyonun artık gelişmekte olan ülkeler ortalaması olan yüzde 5.5 civarına çoktan gelmesi gerekiyordu. Şimdi, TCMB'nin esas görevi, yıllık enflasyonu yüzde 5.5'e getirmek iken, "sen niye büyümeye destek vermiyorsun" demek, kurumları karıştırmak; yanlış kurumdan talepte bulunmak anlamına gelir. Peki, Merkez Bankamız "ben büyüme ve istihdamla ilgilenmem, gerektiğinde dahi destek olmam" diyor mu; hayır, asla demiyor. Sadece şunu diyor; "bana enflasyon yüzde 7'nin hemen altına gelinceye kadar izin verin, gereğini yapacağım" diyor. Diyelim, ki 5 Ocak pazartesi günü 2014 yılı enflasyonu yüzde 9 açıklandı. Bu durumda, 2015 yılı mart ayına sonuna kadar, 3 aylık yüzde 3,6'lık enflasyon hesaplamadan çıkıp, yerine diyelim ki, 3 aylık 1,6'lık enflasyon girdi; bu durumda 2015 yılı mart ayı sonunda yıllık enflasyon yüzde 6,9'a inmiş olacak. Bu durumda, benim bildiğim TCMB, en geç mart ayındaki Para Politikası Kurulu toplantısında 1 puan, nisan ayındaki toplantısında da 0,5 puan faiz indirmez ise, gelin o zaman benden hesap sorun. TCMB, şubat ayında 0,5 puan, mart ayında ise 1 puanlık indirim olarak ta bu süreci yönetmeyi tercih edebilir. Dünyanın önde gelen Alman finans kurumlarından Deutsche Bank ise, 2015'ın ilk yarısında TCMB’nin faizlerde 75 baz puanlık ılımlı ve geçici bir gevşemeye gideceği yönündeki beklentilerini koruduğunu; ancak buna yönelik risklerin yukarı yönlü olduğunu belirtmekte. Tersine düşünenler de var. ABD'li finans kurumu Citibank ise, rubledeki değer kayıplarının Türk Lirasını etkilemesine bağlı olarak, dolar-TL kurunun 2,60-2,70 TL aralığına gelebileceğini, Merkez Bankası'nın ise döviz kurunu riskini kontrol etmek için, 2015 yılının ilk çeyreğinde en az 1 puan faiz artıracağını öngörüyor. Rusya'nın etkili hamleler ile, kendi para birimindeki kayıpları durdurması, petrolün varil fiyatının ise 60 dolar civarına oturması halinde, oyumu TCMB'nin 1-1,5 puan faiz indirmesi ihtimaline veriyorum.