2004-2011 Sürec Yazıları

Transkript

2004-2011 Sürec Yazıları
Kimsenin Cephesinde Yeni Birşey Yok!
Hasan H. YILDIRIM
Türk egemenlik sistemi, Kürd milletine karşı etnik temizlik hareketini aralıksız sürdürüyor.
Hatta islam ülkeleri içinde „örnek demokratik ülke“ ünvanını alarak hem Doğudan, hem
Batıdan her türlü yardımı almaya devam ediyorlar. Đnsan hakları ve demokrasi havarisi
geçinen Batılı güçlerden aldıkları yardımları Kürd milletinin katledilmesinden tepe tepe
kullanıyorlar. Dünya buna karşı üç maymunu oynamaya devam ediyor.
Türk egemenlik sistemi, istediği an önüne gelen sivil Kürd öldürüyor. Gözaltına alıyor.
Đşkenceden geçiriyor, tutukluyor. Köy başaltıyor. Evler bombalanıyor. Yakıp yıkıyor.
Đnsanlar yerlerinden yurtlarından zorla alınıp bilmedikleri el ülkelerine sürgün ediliyor.
Mecburi iskana tabi tutuluyor. Her türlü işkence ve hakarete uğratılıyor. Suçu sadece Kürd
olan bu sivil insanlar istendiği zaman ya linç ettiliyor, ya da öldürülüyor.
Bu ve benzere olaylar günlük olağan olaylarmış gibi tekrarlanıp sürdürülüyor. Demokrasi ve
insan haklarını ağızlarında sakız etmiş Batılı güç merkezleri, hamiliğine suyundukları bu
barbar sisteme karşı caydırıcı gücü olan hiçbir cezai yaptırıma başvurmuyor. Dil ucuyla bir
kınama mesajı verilsede dostlar pazarda görsünlüğün ötesine geçmiyor.
Türk egemenlik sistemin Kürdlere karşı uygulamaları uluslararası yasaları ve BM kararlarını
ihlal eder nitelikte olmasına karşın hiç bir güç buna karşı siyasi, ekonomik ve askeri yaptırıma
gitmesi ve sağduyulu bir tepki göstermesi bir yana tam da bunun tersi yapıldı, yapılıyor. Bu
cinayet mekanizması siyasi, ekonomik, askeri vs. her alanda batılı ve doğulu güç odakların
yardımını aldı ve almaya devam ediyor.
Türk egemenlik sistemin Kürd milletine karşı sürdürdüğü her türlü kötü muamele, işkence ve
etnik temizliği için uluslararası yasalar işlememekte, dahası işletilmemektedir. Bunu işleme
koyacak başta BM olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşlardır. Buralarda da Kürdler
temsil edilmemektedir. Yaygın bir tanımlama ile Kürd milleti avukatsız bırakılmış
bulunmaktadır. Bu kurum ve kuruluşlarda Kürd düşmanları politıkalarını kabul ettirdikleri
gibi, istediği yardımıda almaktadırlar.
Demokrasi ve insan hakları havarisi güçlerin bu tavrı utanç verici bir durumdur.
Türk egemenlik sistemi, ırkçı bir felsefenin ürünüdür. Irkçılık sistemin resmi görüşüdür. Ve
bu görüş topluma kabul ettirilmiştir. Türk denilen toplum bunu kanıksamış ve neferi olmuştur.
“Türk’ün Türkten başka dostu yoktur“ söylemi “ötekini“ düşman görmesine yetmiştir. Bu
toplumsal bir ahlak yaratmıştır. Bu gün bu düşünce Türk denilen toplum tarafından rahatlıkla
savunulmakta ve gereği yapılmaktadır.
Soykırım yapmakla sicili kirli Türk egemenlik sistemi, hiçbir cezaya maruz kalmamıştır.
Dahası desteklenmiştir. Geçmişte Ermeni, Rum, Asuri-Suryani ve Kürd soykırımı yapmakla
sicili kirli Türk egemenlık sistemi herhangi bir cezaya çarptırılmayınca bunu meslek haline
getirmiştir. Şimdi de Kürd milletime karşı etnik temizlik hareketini sürdürmektedir.
Bu ahlak bu toplumu barbarlaştırmış ve etnik temizlikçi edinivermiştir.
Bir Kürd çocuğunun bir taş atması Türk güvenlik kuvvetlerinin kurşunlanmasına yeterde artar
bile. Taş atmayanların kurşunlanmasıda kuraldışı değildi. Kurşunlanmak için Kürd olması
yeterli nedendir. Bunun adı etnik temizliktir. Türk egemenlik sistemin Kürd milletine karşı
resmi yaklaşımı “inkar ve yoket,” politıkasıdır.
Evlerinden zorla çıkarılan ve bilinmiyen el ülkesine sürülen milyon Kürd her türlü kötü
muameleye maruz kaldı. Sefalete terkedildi. Kent varoşlarında susuz, elektriksiz naylon
çatırlardan yaşamaya terk edildi. Her türlü korunaktan yoksundurlar. Günlük yaşamaktadırlar.
Đçinde bulundukları içler açıcı durum bu insanları binbir psıkolojik sorunla başbaşa
bırakmıştır. Ahlaki çöküntü had safhaya varmıştır. Büyükler bir yana, çocuklar bile fuhüşa,
hırsızlığa, kapkapçılığa ve tinerciliğe itilmiştir.
Geşmiş bir yana onyıllardır Kürd milletine karşı sürdürülen kirli savaştan nasibini almayan
hiçbir Kürd bireyi kalmamıştır. Geçen yüzyılın son çeyreğinde doğanlar ya babasıınıannesini, ya abısını-ablasını, ya yakını ve bir tanıdığının öldürülmesine, işkenceden
geçirilmesine ve zindana atılmasına şahit olmuştur. Dahası kendisi bu tezgagtan geçmiştir.
Türk egemenlik sistemin katliamcı yüzüyle karşılamamış tek Kürd bireyi yok gibidir.
Bu koşullarda büyüyen bir nesilin suçu sadece ve sadece bir karış özgür vatan olan, canı.kanı,
geleceği Gerillaların “Apocu” kontra çetesi tarafından tepside Türk savaş kurmayına sunup
katledilmesi karşısında sessiz, tepkisiz kalır mı? Kalmadıkları son olaylarla ortaya çıktı. Bu
tepki herkes tarafından değerlendirildi.
Türk egemenlik sistemi, onun gölgesi olmuş Türk aydın ve sol çevreleri ve kendisiyle birlikte
Kürd milletini Türk egemenlik sistemin kapısına bağlama mücadelesi veren malum Kürd
aydın ve siyasi çevreleri yabancısı olmadığımız ezberlerini seslendirdiler.
Kürdistan halkının kendi evlatlarına sahiplenişini „provakasyon“, „terörizm“ vs. olarak
damgaladılar. Bu yaklaşımın Türk egemenlik sistemin düşüncesi olduğunu söylediğimizde
suçüstü yakalanan bu malum Kürd çevreleri hep bir ağızdan „iç düşman yaratığımız ve onunla
kavga ettiğimiz“ ezberini konuşturuyorlar.
Hayır efendim! Zoraki iç düşman yarattığımız yok. Đç düşman içimizde ve yanıbaşımızda.
Bunu ifade etmiyelim mi? 14 Gerilla hunharca katlediliyor. Kürdistan halkı sessiz mi kalsın?
Đstenen budur. Fakat Kürdistan halkı sessiz kalmayı, Gerillasına, çocuklarına sahiplenmemeyi
unursuzluk sayarak Türk egemenlik sistemine karşı isyan bayrağini kaldırdı. Bu tutumundan
dolayı bu halkın eli öpülmesi gerekirken, malum Kürd çevreleri bağlanmak istedikleri kapı
sahibinin sessi oldular. Halkımızın şanlı direnişini „provakasyon“, „terörizm“vs. ilan edip
kimin safında olduklarını deklere ettiler.
Görüldü ki bu malum çevreler, Türk egemenlik sistemi önünde diz çökmek üzere birbirleriyle
yarışır hale geldiler. Sistemin onlarca çocuk katlettiği bu son kalkışmada suçu Kürdistan
halkının omuzlarına yıkmak için birbirleriyle yarıştılar. Bunlar inkara gelir mi?
Bundanda güç alan Türk egemenlik sistemi, vahşetini giderek artırdı. Operasyon ve katliamlar
aralıksız devam ediyor. Dahası tarihinin en büyük askeri hareketini başlattı. Mücadele
tarihlerinde Türk ordusuna Kürdistan’da defol diyemeyenler, sorunu jitem, tit, it ile
sınırlayanlar son askeri hareketliliği yine o bilinen ezberiyle, yani „karanlık güçlerin işi“
deyip işin içinde çıkmaya çalışmakla Türk egemenlik sistemine hizmet etmekten kusur
bırakmadılar.
Peki sahibinin gölgesi olmuş Türk aydın ve sol güçlerine ne demeli?
Günlük olarak Türk egemenlik sisteminin Kürdistan halkına yaptığının milyondan biri bir
başka halka yapılmış olsaydı ilgili ilgisiz çevrelerce yaygara koparılırdı. Yaygaranın başınıda
hiç şüphesiz Türk sol hareketi çekerdi. Ama mesele Kürdler olunca dut yemiş bülbül
oluverirler. Binlerce kilometre uzaklıktaki sıradan bir olay için fırtına koparan Türk sol
hareketleri, kendi devletleri tarafından hergün etnik temizliğe tabi tutulan Kürdler için kılını
bile kıpırdatmazlar.
Bunlar bir yana Kürdistanlı bağımsızlıkçı güçler dünyasında da değişen birşey yok. Örgütsüz,
iradesiz ve kaçakları oynuyorlar.
Olan eli öpülesi Kürdistan halkına oluyor.
18 Mayıs 2004
Siyasi etlik ve Đradi Müdahale Zafere Götürür!
Hasan H. YILDIRIM
Kürd milleti, kani, cani, mali ve mahrem bildigi degerleri pahasina Türk egemenlik sistemine
karsi direniyor. Onurlu ve saygi duyulacak bir mücadele sürdürüyor. O, yasam mücadelesinde
düsman bildigi güclerle ortak bir yasam kurulamiyacagini cok iyi biliyor.
Kurtulusu yaratacagi yeni dünyasinda ariyor. Bu dünyanin Bagimsiz Kürdistan olduguna
inaniyor. Bunun da demokrasicilik oyununu oynayarak gerceklesemiyecegine, ancak
düsmanin anladigi dil de konusarak gerceklesecegine inaniyor.
Bu nedenle mücadele tarihi boyunca destegini ve tüm imkanlarini bu alana yatirdigi biliniyor.
Ama ne yazik ki, bu onurlu halk gercek kurtulus önderligi ile bulusamadi.
Gerci ortalikta onu kurtarmaya calisan sayisiz “kurtaricisi” var. Kimi ihanet batagina batmis
ve batikca batiyor. Kimi demokrasi, kardeslik, dostluk adina kendisiyle birlikte onu da Türk
egemenlik sistem kapisina baglamaya calisiyor. Bagimsizlikci gücler ise tabir yerindeyse üc
maymunu oynuyor. Bekle gör´ü siyaset edinmis bulunuyor. Bu, KUKM´nin tasviyesinin bir
baska adi oluyor.
Kürdistan halki, gözükara kararlar alacak, onlari iradilestirecek, onu zafere tasiyacak
önderligini ariyor.
Zafere yürümede rehavete yer olmadigi bilinir. Zafer mücadale edenlerindir.
Gözükara kararlar almak ve bunlari iradilesmenin ismi zaferdir.
Zafer altin tepside sunulmuyor. Karsiligi emektir, fedakarliktir, kandin, candir. Bunlari
kendinizde verdigimiz oranda is yaparsiniz. Is yaptikca ürün alirsiniz. Ürünün siyasal
literatördeki ismi zaferdir.
Zafere ulasmanin bir cok etmeni var. Bunlarin basinda siyasi netlik gelir. Hedef, acik ve net
olmalidir. Sinirlari belirlenmis, cercevelenmis bir resim olmalidir. Bu da ülke ve millet
esasina dayanan siyasettir. Ikincisi, günlük siyasete etkinliktir. Iradi müdahalede ikircilige yer
vermeyen kararliliktir.
Günlük siyasete temel kural bagimsiz siyasal bir gündeme sahip olmaktir. Bagimsizlikci
güclerin yapacagi ilk is kendini düsmanin yaratigi suni gündem zemininde kurtarmaktir.
Bagimsizlikci gücler, birlesmeli, örgütlenmeli, Kürd milletinin temel haklarini programlamali,
gündemlestirip düsmana karsi iradilesmelidir.
Bagimsizlikci güclerden bahsediyorum. “Godo kurtariciligi”ndan bahsetmiyorum. “Godo
kurtariciligi”, dönemin yaygin söylemiyle sürü psikolojisinin sonucudur. Kürd milletinin
“Kurtarici Godo”lara ihtiyaci yoktur. Seni yeniden “yaratim” diyen “Godo”lara hic ihtiyaci
yoktur.
Kürdistan sorunu “Godo”lara havale edilemez. Toplumsal bir sorundur. Kürd millet
dinamiklerinin elbirligi ile cözülecek bir sorundur. Sorun hepimizindir. Felankes niye
yürümüyor, yürürse ben de arkasinda yürürüm meslesi degildir. Felankes yürüse ne olur,
yürümese ne olur? Eger Kürdistan sorununu felankes/lerin yürümesine havale etmissek vax
bu halkin haline.
Falankes yürü, bende arkanda yürürüm demekle olmaz. Yürünecekse birlikte yürünülecek.
Yanyana, sirt sirta. Kuskusuz herkes kabiliyeti ölcüsünde bir adim geri, bir adim ilerde
olacak. Bu ayri bir seydir. Ama cözümüne soyunulan sorun hepimizindir ve kolektif bir
anlayisla cözmeye calisalim. Bunun disinda baska bir yol yok.
Kafamizda sabitlestirdigimiz falankesler yürürse bu is olur mantigi dogru degildir. Bir kere
herkes bu tikini öldürsün. Yürü dediklerimiz bu isi yapabilselerdi coktan bu isi yapmis
olurlardi. Ama yapamadilar. Yapmaya calistilar basaramadilar. Ve sorun hepimizin önünde
cözümünü bekliyor.
Yürü dediklerimiz (bagimsizlikci gücleri kastediyorum) az is yapmadilar. Cok iyi isler
yaptilar. Fakat yapilanlar Kürdistan devrimini gerceklesmesine yetmedi. Daha fazlasini
yapmak gerekiyordu. Bu da onlarin kapasitesini asiyordu. Ötesi yoktu.
Bu durumu daha iyi kavrayabilmek icin biraz geriye gitmek gerekir. ´70´lere kadar uzanmak
gerekir. O dönem Kürdistan devrimine soyunan güclerin eksi ve artilarini bilince cikarmak
gerekir. Bu yapilmadan siz bu isi niye becermediniz bos bogazlik etmek kimseye bir sey
kazandirmaz. Genel dava´yada bir faydasi olmaz.
Bagimsizlikci gücler, ortaya cikisiyla birlikte tespitleriyle bir anlamda kurtulus adresi oldu.
Halkimizin kurtulus umudu oldu. Fakat genc, tecrübesiz ve birikimsizdiler. Gecmiste devr
aldiklari bir miras yoktu. Yazili bir belge yoktu. Daha sonra bir kontra olan A. Öcalan
huzurunda hazirola gecen aksakali büyüklerimizde ortalikta yoktu.
O dönemin gencligi kendi göbegini kendisi kesti. El yordamiyla yol almaya calisti. Ülke
gercekligini, dünya gercekligini kavramadan karanliga kilic cekti. Yigittiler, fedakardilar, ama
Kürdistam devrimi bunlarida icinde barindiran baska özeliklere sahip olmayida
gerektiriyordu. Bu da birikim ve tecrübe ile olurdu. O dönem olmayan da buydu. Bu
nedenlerden ötürü oynamasi gereken tarihsel rol oynanamadi. Sürecle birlikte tasviye olma
noktasina gelindi.
Bagimsizlikci güclerin öncüleri, genc ve tecrübesiz olus nedeniyle mücadelenin hic bir
alaninda KUKM´ni zafere tasiyacak düzeyde bir yetkinlik saglayamadi. Stratejik olarak
Kürdistan devrim hedefi dogru tespit edilmesine karsin günün dayatigi görevleri yerine
getiremedi.
Herseyden önce Kürdistan devrimi ülke ve millet temelinde ele alinip programi yapilmadi.
Kürdistan devriminin örgütü yaratilamadi. Ortada devrimin örgütü olmayinca dogaldir ki,
mücadelenin öngördügü diger görevler yerine getirilemezdi.
Bagimsizlikci gücler, yapmasi gerekeni yapmayinca/yapamayinca dogan boslugu Türk
egemenlik sistemi ihanet odagiyla doldurdu. Ihanetin yükselisi engelenemedi. Bu, ayni zaman
da bagimsizlikci hareketinde tasviyesini beraberinde getirdi. Kuskusuz bu birdenbire olmadi.
Bir sürece yayili olarak gerceklesti.
Bagimsizlikci gücler, su an bir ikilemle karsi karsiyadir.
Ya mevcut durumu kabullenip dogal ölümünü bekleyecek ve sürec icinde tasviye olacaktir.
Ya da icinde bulundugu gercekligi görecek, yeni bastan bir strateji cizip günlük görevlere dört
ele sarilirp yeniden halkin kurtulus adresi olmaya calisacaktir.
Unutmayalim ki, bugün dünden fakli bir eksi, bir artimiz var. Artimiz muazam bir tecrübe
birikimi var. Eksimiz yasanan sürec insanlarimizi atil duruma itmis. Ben diyorum ki, ´/0´lerin
ruhunu diriltelim ve günümüzün tecrübe birikimiyle yola koyulalim.
Tüm bagimsizlikci gücler, bir cikistan bahsediyor. Mevcut gidisat kabullenilecek gibi
degildir, diyorlar.
Ama nasil?
Aklin yolu birdir. Mevcut durumu kabullenelim diyen yok. O halde bu tikanmisligi nasil
asariz konusunda bir fikir birligine ulasmak ve düsmanla hesaplasmanin sicak alaninda
konumlanmayi planlamayi tez elden yasama gecirmek gerekmektedir.
Bagimsizlikci gücler, eger sürece müdahale etmeyi düsünüyorlarsa yasamini buna göre
simdiden yeniden düzenlemeyle karsi karsiyadir. Daha dogrusu düzenle varolan tüm küprüleri
yikmak zorundadirlar. Cokca ifade edilen gemileri yakmalidirlar.
Bilindigi üzere bugüne kadar bagimsizligi savunan örgüt ve partiler, belli sürelerde toplantilar
yaparlardi ve toplanti sonrasi yine her sey dogal akisina birakilirdi. Bunun kurtulus caresi
olmadigi sanirim yeteri derecede aciga cikmistir.
Bunun bir cok nedeninin yanisira, dönemin sorumluluklarina göre kendilerini donatmadiklari
ve iradi olarak düsmanla karsi karsiya gelmede kacindiklaridir.
Bagimsizlikci gücler, bu ruh hali ve atil durumu asmak zorundadir. Herkes sorumluluk altina
girmek zorundadir
Bir cikistan bahsediliyorsa, önce gecmisin ve mevcut durumun kapsamli bir degerlendirilmesi
yapilir. Dersler cikarilir. Yeniden ise baslanilir.
Önce bir sey istemek lazim. Bunu programlamak lazim. Ve en önemlisi ugrunda mücadele
etmek lazim. Basarinin yolu budur.
Basari kendiliginde gelmez. Fedakarlik ve caba gerektirir. Emek sarfetmeden ürün elde
etmenin imkansiz oldugu birakin siyasal mücadele tarihimizde bunu herkes günlük yasaminda
da görebilir, görüyor.
O halde Bagimsizlik ruhu yeniden canlandirilmalidir. Bu isteniliyorsa sahaya inilmeli ve
emek sarfedilmeli, fedakarlik edinilmeli. Bu yapilmadan hic bir seyin kendiliginden
olmayacagi herkes kabullenmelidir.
Bugün Bagimsizlikcilar acisindan her zamankinden daha fazla olumlu bir ortam vardir.
Yeterki örgütlenelim. Yeterki sürece müdahale edelim. Gelismenin, kitlelesmenin zemini
vardir. Artik yakinmayi bir yana birakalim. Mücadeleye dört elle sarilma hamlesini
baslatalim.
Bagimsizligi savunuyorum diyenlerin örgütünü olusturalim. Teorisiyle pratigiyle sürece
cevap verecek kolektif bir önderlik yaratalim.
Bu is sadece önderlerin sorunu degildir. Su an atil bir konumda olsada nicel ve nitel olarak
sayisiz kadro ve kadro adayi var. Herkes üstüne düsen sorumlulugu yerine getirirse, güclü ve
hizli bir tempo tuturulursa kisa bir zaman diliminde halkin umudu ve cözüm gücü olmamak
icin bir neden yoktur.
Bir cok olumluluklarin yasandigi ve bir o kadarda zorlu bir sürecten geciyoruz. Eger istenen
düzeyde bir örgütlülük yaratir, kendimizi iradilestirir, kararlilik ve fedakarlik gösterirsek
kesinlikle kazaniriz.
Kendimize güvenmeyi esas almaliyiz. Sizlanmayi, teredütü, ya basaramazsak gibi ruh halini
terk etmeliyiz.
Yüksek moral degerlerimizle bir mücadele temposunu tuturmayi yasam bicimi secmeliyiz.
Bunu tuturdugumuz oranda zafer bizim olacaktir. Hic kimsenin buna kuskusu olmasin.
Örgütlenecegiz! Sürece Müdahale Edecegiz! Ve kazanacagiz!
04 Eylül 2004
”Pincelilik”!
Hasan H. YILDIRIM
Evet, bu sefer evdeki hesap carsidakine uymadi. Plan bozuldu. Kahraman Kürdistan halki,
terörist Türk ordusunu sucüstü yapti. Harikalar yaratti. Bu durum karsisinda Türk egemenlik
sistemi panik icine girdi. Tüm it kopuklarini görev basi etti. Bu it kopuklarin icinde birileri
var ki, Türkten daha Türkcü satilmis hainlesmis “Pincelili”lerdir.
„Pincelilik“ deyip gecmeyin. Gecim kaynagina dönüsmüstür. Iradi bol bir meslektir. Devlet
hizmet madalyasina mazhar olunacak kadar Türk egemenlik sistemine hizmetir.
“Pincelilik“, “Bölücülerin kim olduğunu bulup önüne geçemezsek, Türkiye bölünür“
demektir.
Bölünsün! Hayiflayan namussuzdur. “Pincelili”ler zaten namusuzdurlar.
Bir Kürd´ün ben “Türk´üm”, „Kemalistim“ demek namusuzluk degil de nedir?
Bir namusuza namusuz demekle kaybedecegi bir seyi olmasada demek adetendir. O halde biz
de namusuza namusuz diyelim.
“Pincelilik”, namuzsuzluk demektir.
“Pincelilik”, Kürd millet egemenliginin gasbedilmesi demek olan, „Türkiye´yi bölmekten
kurtarmak“, „ortak vatana sahiplenmek“tir.
“Pincelilik”, Kürd milletini bogan “Türkiye toprak bütünlügü”nün bekci köpekligini kendine
dert edinmektir.
“Pincelilik”, “Türkiye bölünecek” diye hayiflanmaktir.
“Pincelilik”, basta Kürd milleti olmak üzere ulusal azinliklarin hapishanesi “Türkiye´ye ortak
vatan” demektir.
“Pincelilik”, Türk egemenlik sistemin Kürd milletine karsi inkar ve imha savasinin birinci
derecedeki savunucusu olmaktir.
“Pincelilik”, Kürd katili M. Kemal´e tapinmaktir.
“Pincelilik”, Ermeni, Rum, Cerkez, Pondos, Asuri-Suryani, Kürd katletmenin adi olan
“Kuvayi Milliye” ile övünmektir.
“Pincelilik”, Türk egemenlik sisteminin sembollerini Kürd milletininde sembolleridir
demektir.
“Pincelilik”, kan ve irin kokan Türk´ün bez parcasini öpüp secde etmektir.
“Pincelilik”, Kürd-Kürdistan´i bölen sömürgeci devletlerin sinirlarina “saygiliyiz” demektir.
“Pincelilik”, ülkesine, milletine, halkina, dahasi kendilerine yabancilasmak, baskalasmaktir.
“Pincelilik”, Türk sömürgeciliginin kapisinda kemik kovalayacak kadar sürünmektir.
“Pincelilik”, „Şemdinli’deki provokasyon“, „derin devletin isi“, „ikinci susurluk“ vs. süren
yaklasimlarla Türk egemenlik sistemin Kürdistan´da yüzyillardir sürdürdügü inkar ve imha
politikasini görmemizi istememektir.
Bunu Türkler yapsa amena diyecegiz. Ama ne gezer! Bunu yapan sikistiginda kendilerine
„Kürd´üm“ diyen asagilik „Pincelili“lerdir. Bu asagilik zevat, hizini alamiyor, Türk
egemenlik sistemin sahibi katil terörist generaller sürüsünü bile sollamis vaziyetteler.
Bunlar, „Pincelili“dirler.
„Pincelilik“, „Kürd´üm“ demenin altinda Türkten daha fazla Türkcülük yapmaktir. „Türkiye
bütünlügü“nü korumayi kendilerine vazife bilmektir.
“Pincelilik”, Türk´e karsi asagilik komleksi icinde olmaktir. Kürd milletine karsi sürdürülen
inkar ve imha savasin mimari katil Türk ordusunun avukatligini yapabilecek kadar asagilik bir
siyaset sahibi olmaktir.
“Pincelilik”, Semdinli´de sucüstü yakalanmis terörist Türk ordusunu temize cikarmak icin
canhiras bir cabanin sahibi olmaktir.
“Pincelilik”, genis bir yelpazeyi olusturmaktadir. Degisik renk ve tonda karsimiza cikarlar.
Canhiras calismalari kemirecegi kemigin uzunluk ve kalinligina göre cesit cesittirler. Hangi
cesidin ne zaman devlet tarafindan öne sürülecegi kotlanmistir. Ne zaman ki, bu namusuzlarin
cilki aciga cikar, bunlar merkeze alinarak yerlerine yenileri ileri sürülür.
Bunlar, „Pincelili“dir.
„Pincelilik”, Kürd milletine karsi düsmanligini icsellestirmektir.
“Pincelilik”, kendine insanim diyenlerin karsisinda sapka cikardigi Kürdistan halkinin
serhildanini “güvenlik güçlerini hedef alan şiddet boyutuna vardı”gina hükmetmek ve buna
hayiflanmaktir...
Bu listeyi istediginiz kadar uzatabilirsiniz. Unutuklarimi da siz ekleyin.
21 Kasim 2004
Ahmaklık Parayla Değil!
Hasan H. YILDIRIM
Her milletin ahmagi var. Kürtlerin ahmagi mi herkese fark atar. Ahmak mi ahmak Yeter ki,
birileri sirtini sivazlasin. Dört köse olur. Niye olur, sebeb ne? Bunun bir önemi yok. Önemli
olan kiymeti harbiyesi olmayan bir aferin almak. Aferini alan ahmak Kürt´ün veremeyecegi
taviz, satmayacagi hic bir degeryargisi olmaz. Acar sofrasini sokaga. Ite köpege yol gecen
hani olur. Yerler, icerler, iserler, sicarlar. Ahmak Kürdün gönlü ferahtir, felsefesi kaldirir.
TC Devlet kapisinda hainlik kazancli bir meslektir. Müsterisi boldur. Ahmak Kürt´ün gecim
kapisidir. Kürt´ün ahmagi sayisiz, saymakla bitmez. Herbiri TC Devleti elinde Kürt ulusuna
karsi kullanilan kiralik bir unsur. Silahlisi var, silahsizi var, eli kalem tutani var. Karsiliksiz
degildir
KUKM, artik TC Devleti tarafindan bile yadsinamayacak kadar maddi bir güc haline geldi.
Bu gelisme karsisinda TC Devletinin inkar üzeri kurulu ezberi bile bozuldu. Dil ucuylada olsa
Kürt „var“ dedi. „Yok“ saydigi Kürt, birdenbire var oluverdi. Varoluverdi, ama her halükarda
yok saymak icin kollar yeniden sivandi. Yeni bir politik konsept olusturuldu. Bu yeni politik
konsepte kendi Kürt´ünede is düstü. Kiralik kalemlerine hemen isbasi yaptirdi. Türk´ün
acelesi vardi. Yangindan mal kaciracak. Mali tasiyacak hamala ihtiyac var. Ahmak Kürt
hemen semer sirtinda yök tasimada.
Son dönemlerde TC Devletinin Kürdistan devrimci ve yurtseverlerine karsi kendi Kürt´ünü
yine sahneye sürdügü gözden kacmamaktadir. Bunlardan birisi satilik kalem Mehmet Metiner
olup, Kürt kimlik yaftasi altinda derin devletin tezlerini Kürtlere kabul etmeye calismakta.
Daha evel bu konuya dikkat ceken BAWER CIYAZAN arkadasimiz bu satilik kalemin
hismina ugramaktan kurtulamadi. Hem de bir Kürt sitesini kullanarak. Bu daha da vahim.
Kürt siteleri, Mehmet Metiner ve onun gibi satilik kalemlerin Kürdistan devrimcilerine,
yurtseverlerine, dahasi örgütlü yapilarina saldirmanin zemini olmamali. Temenimiz bu
konuda daha duyarli olunmali.
BAWER CIYAZAN arkadasimiz, bu satilik kalem icin ne demisti ki, bu „zat-i muhterem“i bu
kadar cileden cikarmasasina yol acmisti? Arkadasimizin ne samimiyetsizligi, ne art niyetligi,
ne ahlaki zaafiyeti ve ne kafasinda zoru var gibi hakaretlere muhatap olmustu? Konuya vakif
olmak icin okuyucunun BAWER CIYAZAN arkadasin NEWROZ COM sitesinde cikan
„Düsünüyorum Ama Yokum““ makalesine basvurmalarinda fayda var.
Resi asireti agalarinin tirsigi ile büyüyenlerin, su anda kendini derin devletin kapisina
baglayanlarin baskalarina ahlak dersi vermeye kalkmasi kurala aykiridir. Bu unsur kendini ne
saniyor, anlamis olan varsa beriye gelsin. Anlasilan o ki, kendisini pazarlamak istiyor.
Sigindigi derin devlete „bakiniz, nasilda Kürtleri sizin hesabiniza meskul ediyorum“ gibi ucuz
manevralarla efendilerinden prim almaya calisiyor. Sahibine yaranmanin ve de bagliligini
Kürt politik yapilarina karsi düsmanligini kusarak ispatlamaya calisiyor. Bunu yaparken
icinde oldugu ihanetin bedelini anlamis olacak ki, „devlete siginirim“ demektende kendini
alikoyamiyor.
Zaten kendini devletin, hem de derin devletin kapisina baglamis.Peki o güvendigi derin devlet
kendisini koruyabilir mi? Osman Turanli agasini, Abdullah Cetinkaya agasini koruyabildi mi?
Koruyamadigini kendiside bilir.
Bu satilmis kalem, “etnik milliyetçi yaklaşımın sorunun çözümsüzlüğüne katkı sunan bir
yaklaşım olduğunu ileri süren Kürt aydıni“ mi, yoksa hiyar agasi mi? Kürt aydini bu kadar
ayaga düsmedi. Derin devletin kapisinda kemik kovalayanlarin kendilerini „Kürt aydini“
olarak tanimlamalari sistemin devreye koydugu politikanin bir argüman olsa gerek. Bu zirha
bürünmekte bu satilmisi kurtarmiyor. Cünkü dile getirdigi her cümlede derin devletin dile
getirdikleri ortaya dökülüyor.
Haydi bakalim. Bu sailmis unsuru, Hz. Ali´den aktardigi, “Kimin dediğine değil, ne dediğine
bakarak!”, bu „ölçüyü“ esas alarak degerledirelim. Aslinda kimsenin bu „zat-i muhterem“ icin
bir sey demesine de gerek yok. Cünkü kendi yerini kendisi tüm ciplaklikla aciklamis
bulunuyor. Peki ne diyor?
„Benim etnik milliyetçiliği ve siyasal bölücülüğü dıştalayan, tek devlet-ortak vatan üzerinde
özgür ve eşit bir yurttaşlık anlayışını öne çıkartan “demokratik cumhuriyet” anlayışına arka
çıktığım sır değildir.“
Ama bu düsüncenin derin devletin düsüncesi olduguda bir sir degildir. Bu düsüncenin derin
devletle özdesmis Süleyman Demirel tarafindan yillardir dile getirildigide bir sir degildir.
Türk Genelkurmayin emireri A.Öcalan tarafindan dilendirildigide bir sir degildir.
„Öcalan’ın Türkiye Kürtleri için önerdiği “demokratik cumhuriyet” tezinin sorunun
çözümüne katkı sunacak önemli bir yaklaşımı içerdiğine inanıyorum. Bunu söylemek ne
Öcalancı olmak anlamına gelir, ne de her konuda Öcalan gibi düşünmek anlamına gelir.“
Peki ne anlama gelir? Diyelim Öcalan gibi düsünmek anlamina gelmiyor. Bu fikrin Öcalan´a
empoze ettirenin Türk Genelkurmayi oldugu tartismaya yer birakmayacak kadar herkes
hemfikir. O zaman diyelim ki, hiyar agasi , Öcalan´i kücük gördü, ama „demokratik
cumhuriyet“ fikrini dogru buldu. O zamanda Türk Genelkurmayi gibi düsündügü anlamina
gelmiyor mu? Peki bu durum bu satilmis kalemi daha mi yüceltir? Yüceltmeyecegi acik, ama
kapacagu kemik büyür.
“ ´Kürtlüğü siyasallaştırmak´ çözümsüzlüktür diye düşünüyorum. “Politik Kürtçülük”, etnik
milliyetçi talepler üzerinden siyaset yapan örgütlü yapıların varlık nedeni olabilir, ama bu
“varlık nedeni”nin tüm Kürtlerin lehine olduğunu iddia etmek ne kadar doğrudur?“
Satilik kalem nihayet sadede geliyor. Politik Kürtcülük kuskusuz tüm Kürtlerin lehine
degildir. Mesela kalemiyle birlikte kalbini ve beynini düsmana satmis bu unsur gibi Kürtlerin
lehine olmadigi acik. Zaten tüm meselede burda dögümlemektedir. Bu satilik unsurun sagasola laf yetistirmeye calismasi da bu sikintisindan ileri geliyor. Rahati bozuluyor. Efendileri
tarafindan kendilerine sunulmus imkanlari kaybetme korkusu tüm bedenini sarmis.
“Örgütlü yapılar…etnik ayrımcılığı “ötekini düşman” gibi sunarak savunurlarsa ve en kötüsü
de şiddet yöntemine yönelirlerse durum farklılaşır.“
Mesela ne olur? Bu hiyar agasi elindeki satilik kalemini bir tarafa firlatip Türk´ün silahini alip
Kürtlere karsi savasir mi? Söylenenlere bakilirsa yapar bunu. Ama tanidigimiz bu unsurda
bunu yapacak ne cesaret, ne yürek var. Dedesini, babasini ve de cocuklugunuda biliriz. Daima
ortada yediklerini, kenarda yatiklarinida biliriz. Muhacir olmanin korku ve komplekslerini
sigindiklari kapilarda el-pence duruslarla gidermeye calistiklarinida biliriz. Dahasi Resi
asiretinden olmadiklarini, ama Resi asiret agalarinin kapisinda tirsik kuyruguna giren ne
idügü belirsiz Kafkas muhaciri olduklarinida biliriz. Bulunduklari alanlarda olduklari gibi su
an ikamet ettikleri Kahta´da da KUKM´ne karsi gericiligin unsurlari olduklarinida biliriz.
Görünüse bakilirsa bu satilik hiyar agasi sinif atlamis. Resi asireti agalarinin tirsikciligindan
TC Devletinin kapiciligina terfi etmis. Kim olursan ol, ne yaparsan yap, insanlarin degismez
bazi karekteristik özelikleri var. Irsidir! Aliskanliktir, yalakalik, usaklik, el pence durmalarin
yaratigi ahlak kolay kolay degismiyor. Bu satilmis unsurda yasanan tam da budur. Dededen,
babadan kendisine sirayet etmis. Görünüsa bakilirsa ehli olduguda acik. Cirakliktan yetisme.
Can cikar huy cikmaz tam da bu yalakaya yakismis. Baksaniza bir kemik ugruna kendini
bagladigi derin devlet kapisinda Kürtleride nasil baglamaya calistigina.
„Türkiye’de Türkler ile Kürtlerin tarihsel düşmanlıkları yok...Türkiye’nin bazı bölgelerini
“Kürt bölgesi”, bazı şehirlerini “Kürt şehri” diye tanımlayan etnik milliyetçi yaklaşımları asla
doğru bulmuyorum…Kürt bölgesi” tanımlamasını da toplumsal barış ve uzlaşma adına
tehlikeli ve zararlı buluyorum.“
Zaten bulmasaydin sasardik. Hiyar agasi kime nutuk cekiyor? Anlasilan alicisi var. „Dostlari“
da var. Eh ne diyelim. Birbirlerine hayirli olsunlar.
01 Ocak 2005
Kerkük Kurtarıldı! Sıra Bağımsız Kürd Devleti Đlanında!
Hasan H. YILDIRIM
Kerkük bir Kürt sehridir. Bir cok etnik ve dini azinligi barindirsada Kerkük´ün kimliksel,
tarihsel ve cografik olarak bir Kürdistan sehri oldugu tartisilmaya bile gerek olmayacak kadar
acik ve nettir. Kürtler bunu tartisma geregini bile duymuyor ve duymasida gerekmiyor.
Kerkük´te siyasal yasamin nasil örgütlenecegi meselesi ise basta Kürt ulusu olmak üzere
Güney Kürdistan´da yasayan etnik ve dini azinliklarin verecegi bir karardir. Disaridan
kimsenin buna mudahale etme hak ve yetkisi yoktur. Hele TC Devletin böylesi bir hak ve
yetkisi düsünülemez.
Ama her ne hikmetse kendini Türk olarak tanimliyan bu göcmen muhacirler sürüsü, Kürt
ulusunun bir yasam damarlari olan Kerkük´ü Kürt ve Kürdistan´dan koparmak icin bas
vurmadiklari hic bir yol ve yöntem birakmiyorlar.
Aslinda mesele Kerkük degildir. Korku Kerkük´ün „Türkiye´ye girmesidir.“ Bu baglamda
Kerkük'ün „Türkiye´ye girmesi“ni engelemek icin Türkler, Kerkük´te barikat kurmaya
calisiyorlar.
Sag ve solu´yla, resmi ve sivil kurumlariyla bir seferberlik halindedirler. Kürt-Türk savasini
Kerkük'te bogmaya calisiyorlar. Kürtler, ise savasi Kerkük´le sinirli tutmayip yasamin her
alanina yaymalidir. Bugünden sonra Büyük Kürdistan´in program ve hesabini yapmalidir.
Kürt-Türk savasi, Ortaasyadan kopup gelen barbar Türkmen sürülerinin yasadigimiz
cagrafyaya gelisinden bugüne dinmeksizin sürmektedir. Bu savasin daha uzun bir zaman
sürecegide ortadadir.
Hic bir Kürt yurtseveri, Türkiye´nin AB üyelik süreciyle bu savasin bittecegi hayalini
görmesin. Türklerin degisecegi yok. Bunun tersini iddia eden Kürt, eger Türklerin hesabina
bilincli olarak calisan biri degilse büyük bir hayalperersttir. Birincisi ihanettir; ikincisi
lüksttür. Sonuc itibariyle her ikiside ayni kapiya cikar.Kürd´ün bagimsizlik mücadelesine
sonsuz zarar verirler.
Kürt yurtseverleri, Türk´e karsi daima savas düzeninde olmalidir. Savas cok yönlüdür.
Politiktir, siyasaldir, ekonomiktir, askerseldir, psikolojiktir, diplomatiktir. Su an tüm bu
alanlarda kiyasiya bir mücadele var. Hele 30 Ocak 2005 tarihli secimlerle daha da üst bir
boyut kazandi. Dünden bugüne zaten varolan gerginlik daha da gerildi.
Secim sonuclari bile aciklanmadan Türk devlet erkani sokak kabadaylarini solayan her zaman
ki racununu konusturdu. Kasimpasa serserilerinin ruhuna rahmet okutuldu.
TC Devlet sikintisi gecici degil, kronik bir durumdir. Secimlerle birlikte bu sikinti biraz daha
derinlesti. Ne yapacaklarini, kime catacaklarini sasirir hale geldiler. Nezaketende olsa
diplomatik dili bile unutuverdiler. TBMM Baskaninin Güney Kürdistan liderleri icin sarfettigi
sözler sokak serserilerine sapka cikaracak cinstendi.
TC Basbakani, partisinin TBMM Grup toplantısında yaptıgı konusmada, yine Kürdlere
tehditler savurdu, ABD’ye meydan okudu!
Türk Genelkurmay ikinci Baskani Ilker Basbug, yaptigi basin toplantisiyla Irak ve
Kürdistan´daki terör eylemlerinin arkasindaki devlet olduklarinida ittiraf etti. Bunu
sürdüreceklerini eklemeyide ihmal etmedi.
Irak ve Güney Kürdistan´daki terör eylemlerinin arkasinda TC Devletinin oldugunu ve
olacagini Ilker Basbug´un söylediklerinden daha acik bir ikrar olamaz. Terörist devlet
olduklarinin ittirafidir bu.
Irak´taki kaotik ortam, Türkiye, Iran, Suriye ve ötekileri tarafindan her türlü destegi arkasina
alan Arap milliyetci ve dinci teröristleri tarafindan daha da derinlestirilmeye calisilacaktir.
Türkiye´nin ister görsel yayinini, ister yazili basinini izleyenlerin ilk gözüne carpan sey su
kliselesmis cümle olur: „K.Irak'taki Kürt grupları bir kez daha uyarildı.“
Bununla bir tarafta Kürtler tehdit edilirken, diger yandan özel harekatci Türk toplumu sürekli
gerilimde tutma hedeflenir.
TC Devleti ayni gerilimi Kürdistan´i egemenliginde bulunduran diger ülkelerede yaydirir.
„Irak'ın toprak ve siyasi bütünlüğünü tehdit eden“ diye basladigi ezberiyle „tehdit ortak,
cikarlar ortak“ yaklasimiyla bu kanli yönetimleri bir cati altinda Kürt ulusuna karsi harekete
gecirmenin öncülügünü yapmaktadir.
Fakat bugünden sonra yapacaklari bir seyleride yoktur. Kuduz sürüleri, disleri ve tirnaklari
cekildigini, ABD ve AB kapisina baglandiklarini bilmektedirler. Kapiya baglananlarin
havlanmaktan baska bir sey yapacaklari olmadigini kendileride bilirler. Havlar havlar yerine
otururlar.
Kerkük Kurtarildi! Sira Güney Kürdistan´da Bagimsiz Kürt Devleti Ve Kerkük´ü Baskent
Ilaninda!
Dahasi var! Haydi aslanim Amerika. Hazir baslamisken yagdir Iran molalarinin, Saddam´in
ikiz kardesi Suriye Baas diktatörünün basina bombalari. Kürtler, tetikte bunu beklemekte.
Türk ceberut yönetimi korku nöbetinde. Yakinda sira onda.
Peki bundan sonra ne olur? Ne olacagi var mi?
Bagimsiz Birlesik Demokratik Kürdistan Dogmakta!
02 Ocak 2005
Condelezza Rice Türklerin Önüne Ev Ödevlerini Koydu
Hasan H. YILDIRIM
30 Ocak 2005 tarihli secimlerle birlikte Türk yetkililerinin sokak kabadaylarina sapka cikaran
naralari henüz kulaklari tinlamaya devam ettigi bir sürecte ABD Dis Isleri Bakani Condelezza
Rice'nin resmi Türkiye ziyaretiyle bu sokak kabadaylarinin ne kadar ciddiyeten uzak
olduklarida bu vesileyle aciga cikmis oldu.
Rice´nin resmi Türkiye ziyaretiyle “Türkiye´nin kirmizi cizgileri”nin bir kez daha palavradan
ibaret oldugu anlasildi. Bir kac gün önce sanki ABD´yi tehdit eden Türk yetkilileri degildi.
Rice karsisinda süt dükmüs kediyi oynadilar. Bu vesileyle Türk yetkililerinin “ABD´ye rest
cektik” söylemleri ve akibinde tükürdüklerini yalamalari ciddiyetlerinide ortaya koydu.
Daha evel dedik. Türkler yagdirmasada görlüyorlar. Bunun kendilerinden baska kimseye bir
zarari yok. Istedikleri kadar zirlayabilirler. Ama artik kimseye tekme atamayacaklarini
kendileride biliyorlar. Yok Irak´a gireriz, yakip yikariz havlamalari elde kalan son kozlari
olmaktadir. Onu da hovardaca kullandilar. Ama kimse yanilmasin. Can cikar, huy cikmaz
misali Türkler komsularini isirmaya calismaktan vazgecmezler. Buna gücleri yeter mi yetmez
mi, bu ayri bir mesele.
ABD'nin „Yeni Savunma Konsepti“ geregi ilk etapta Afganistan ve Irak isgaliyle basladi.
Sürec tüm hiziyla sürüyor. Sirada Iran ve Suriye var. ABD Dis Isleri Bakani Condelezza Rice,
bu konuda destek arayislarini sürdürüyor. Daha dogrusu gittigi ülke iktidarlarinin önüne ev
ödevlerini koyuyor. Bu vesileyle Türkiye´yede resmi ziyarete bulundu. Türkiye´ye gereken
ültimatom verildi.
Türklerin büyük bir cigirtkanlikla ifade ettigi “ABD Dis Isleri Bakani Condelezza Rice´nin
önüne cok ciddi dosya koyulacagi”da bu ultimatumlarla göme gitti. Denilen su oldu:
“Gücünüz kadar konusun.” Bu birinci ültimatomdu.
Türkiye´de devlet destekli gelisen anti-ABD dalga ABD yetkililerini cok ciddi rahatsiz
etmektedir. BBC anketine göre „Türklerin yüzde 82'si Bush'u dünya icin tehlike görüyor.“
ABD yetkilileri bundan Türk devletini sorumlu tutmaktadir. Bu sorunun bir an önce
cözümünü istemektedir. ABD Dis Isleri Bakani Condelezza Rice´nin Türkiye ziyaretinde
verdigi bir ultimatomda bu oldu.
Rice, Türk yetkililerinin önüne Irak ve Güney Kürdistan dosyasinida koydu. Bu alani unutun,
bu is bitti. Rusya, Cin, Iran ile Suriye ile gelistirdiginiz ABD karsiti iliskilerenizi gözden
gecirin. Nasil 1.Körfez savasinda bize yardimda bulunduysaniz, Iran ve Suriye
operasyonlarinda da ayni yardimi sizden bekliyoruz. Bunlarda sizin diger ev ödevleriniz dedi.
Bizde bu yardimlariniz altinda kalmayiz. Diplomatik kurallari bile alt-üst edebilir, ansizin
gecenin 12´nde kapimizi bile calabilir, para ve silah diliyebilirsiniz. Ama velakin bu para ve
silahlari bizim oldugumuz alanlarda bize ve dostlarimiza karsi sakin ha sakin
kullanmayasiniz. Böyle bir cahilik ederseniz basiniza cuval gecirme dahil her türlü yaptirima
ugrarsiniz. Bildiginiz gibi bizde geri vitese takla addeti yoktur. Yani “sitratejik dostlarimiz”
anlayacaginiz sizin cikarlariniz bizim cikarlarimiz, bizim cikarimiz zaten bizim cikarimiz.
Bunu kulaginiza küpe yapin. Sakin ha sakin bunu unutmayin vs.
Rice´nin Türklerin önüne koydugu ev ödevleri bunlar ve benzerleri. Ama yinede Türk´e
güven olmaz diyerekten tedbiride elden birakmiyorlar.
ABD, Türkiye´yi kendisi icin bir tehdit olarak görüryor. Bunu her firsatada ifade ediyor.
Amerikan Savunma Bakanı Rumsfeld ve Yardımcısı Wolfowitz'in son aciklamalari bunu
gösteriyor. Amerikan Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Irak'taki teröristlerin Türkiye
sayesinde bu kadar direnc gösterdiğini söylemesi, savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz
de Zerkavi'nin savastan önce Türkiye'de oldugunu ileri sürmesi TC Devletini ciddi ciddi
düsünmeye sevketmistir. ABD yetkililerinin söylediklerinin ne anlama geldigini herkesten
cok Türk yetkililer bilmektedir.
“Biz Kerkük´e girmesek, Kerkük bize girecek” diyenler, yakinda kapisinda ABD´yi
bulurlarsa sasirmasinlar. Bu uzak bir ihtimal degildir. TC Devleti bunu görmektedir. Iran ve
Suriye sonrasi siranin kendilerine gelecegini cok iyi bilmektedirler. Bu baglamda bir yanda
yürütügü cok yönlü dis politika ve öbür yanda savurdugu tehditlerle sorunu cözecegi hesabini
yapiiyor. Özelikle Irak ve Güney Kürdistan´daki gelismelere paralel olarak tirmandirmaya
calistigi plöfü kimse ciddiye almadi. TC Devletinin sivil ve resmi erkaninin aciklamalari,
siyasal cevrelerde "yaptırımdan uzak ve ayaküstü acıklamalar" olarak nitelendiriyor.
Türk yetkililerin bu kabadayica aciklamalarina ABD´den cevap gecikmedi. ABD Savunma
Bakanı Donald Rumsfeld, Irak´ta bas gösteren terörist eylemlerin sorumlusunun Türkiye
oldugunu bir kez daha kendilerine hatirlatildi.1 Mart 2003 Tezkeresi'nin Meclis'te
reddedilmesinden dolayı, ''4. Piyade Tümeni'nin Türkiye üzerinden Irak'a girememesinden
dolayı kuzey Irak'taki Sünnilerin savaştan etkilenmediğini ve direnişi örgütlediklerini''
söyledi.
Rumsfeld, konusmasini su sözlerle sürdürdü: ''Savaşta yolunda gitmeyen işlerden biri, bizim
4. Piyade Tümeni'nin, Türkiye üzerinden kuzeyden Irak'a girememesi oldu. Bu yüzden de
Bağdat'ın kuzeyindeki Sünniler, gerçek anlamda hiç savaşa girmedi. Ülkenin o bölgesinde bu
kişilerin yetersiz bir kısmı yakalanabildi ve öldürülebildi. Yani bunlar, Amerikan ordusunun
gerçek gücünü görmedi. Bu gün Irak'ta mevcut direnişi birçok durumda ortaya çıkaranlar, işte
bu kişiler. Dolayısıyla bana göre 4. Piyade Tümeni'nin kuzeyden Irak'a girememesi talihsizlik
oldu."
ABD yetkilileri bunu not etmistir. Her platformda Türklere hatirlatilmakta, suclariniz
artmakta, ayaginizi yorganiniza göre uzatmayi hatirlatilmaktadir. Rumsfeld ve ve yardımcısı
Wolfowitz'in bu aciklamalari, ABD Dis Isleri Bakani Condelezza Rice´nin Türkiye ziyaretine
denk getirilmesi ayrica anlamlidir.
Amerikan Savunma Bakanı Rumsfeld ve Yardımcısı Wolfowitz'in son aciklamalari ABDTürkiye arasindaki rekabet ve catismanin ne kadar derin oldugununda isaretleridir. Irak isgali
sonrasi gelismeler ABD-Türkiye arasindaki celiskinin giderek derinlestigi ve eski dostluk ve
isbirligin artik geri gelmeyecek kadar yara aldigini görmek gerekir.
ABD-Türkiye arasindaki celiski giderek derinlesiyor. ABD Savunma Bakanı Rumsfeld ve
Yardımcısı Wolfowitz'in son aciklamalari ve ABD Dis Isleri Bakani Condelezza Rice´nin
resmi Türkiye ziyaretinde Türk yetkililere verdigi ultimatom buna isaret ediyor.Türk Disisleri
Bakani Abdullah Gül´ün „Kerkük ve Irak Kürtlerine destek konusunda ABD yönetimi ile
aramizda bazi görüs ayriliklari vardir“ demesi bunu dogruluyor.
Kürt politik önderligi bunu cok iyi okumasi gerekiyor.
06 Ocak 2005
“Etle Tırnakcı” Politikacılarımız Oldukça...!
Hasan H. YILDIRIM
Goran Kockiri arkadasimizin „KERKÜK`TE 90 BIN KÜRD OYU IPTAL EDILME RISKI
VAR“ haberini okuyunca yine su bizim cok bilmis akili politikacilarimiz aklima geldi. Hani
„kardes halklarla ortak yasam“i bize dayatanlar var ya, iste onlar. Biz, ezeli Kürt düsmani
Türk, Arap ve Fars sürüleriyle birlikte yasanmaz dedikce, ismimiz „karamsarcilar“a terfilendi.
Biz buna realiteyi dogru okuma, öngörü desek daha iyi olmaz mi? Ne mümkün. Cok bilmis
akili politikacilarimiz habire katilerimizi sevmemizi istiyorlar.
Sömürgeciden cok „birlik ve beraberlik“ cabasini veriyorlar. „Etle-tirnak“, „tavuklarimiz
karismis“ edebiyatini yapiyorlar.
Birileri, "Türkiye’ye Demokrasi Kürdistan’a Özgürlük!", birileri "Demokratik Cumhuriyet“
diyorlar. Hata birileri bunda „Bizi reformculukla ve Kürt ulusal mücadelesini Türk solunun
kuyruğuna takmakla suçlayanlar, aradan onlarca yıl geçtikten sonra bizim görüşlerimize
geldiler.“ deyip kendilerine pay cikariyorlar. Ama her halükarda ayni kulvarda aynilastilar.
1993 PKK-PSK „Ortak Protokol“ünden PWD-PSK „Ortak Aciklamas“na varan bir balayi
yasiyorlar. Bazen catisirlar, bazen sevisirler, ama her halükarda Kürdistan Bagimsizligi
karsisinda yer alip sömürgeci sistem kulvarinda uzlasirlar.
Ama her ne hikmetse Kürt ulus cikarina olmayan bu pespaye politika sahipleri „30 yilik
mücadele tarihi bizi hakli cikardi“ deyip ortalikta gezinirler.
Halkimiz yüzde doksandokuzu bagimsizlik desede, onlar yinede, Kürdistan halkina
düsmanlarinizi sevin, onlarla ortak yasami örgütleyin, yoksa mazallah katliamdan
gecirilirsiniz felaket telaligini yapmayi sürdürürler.
Böylesi „birlikci, özgürlükcü, etle-tirnakci“ Kürtler oldukca Kürdün köküne incir agaci
dikmeyi siyasetlestirmis Türk, Arap ve Fars sürülerine gerek bile yok. Kale zaten icten
fethedilmis.
Kürdistan´da gelisen bagimsizlikci dalgaya karsi sömürgeciden öte „Buna Kürt halkinin zaten
ihtiyaci yoktur. Kürtlerin esas tercihi her dört parcada demokratik-siyasal cözümden yanadır.“
deyip sömürgeciyi rahatlamayi kendine görev bilirler.
Güney Kürdistan halkimizin yüzde doksandokuzun Bagimsizlik dediklerini duymamazliktan,
görmemezlikten gelirler. Ama sömürgeci hicte duymamazliktan, görmemezlikten gelmiyor.
Kerkük´te Kürt halkinin sandiga yansiyan iradesini bosa cikarmak icin basvurmadigi adilik
birakmiyor. Ama olsun. „Etle-tirnak“ci siyasilerimiz sagolsunlar(!) bizleri düsmanlarimiza
monte etmekten vazgecmiyorlar.
Kim ne yaparsa yapsin, ok yaydan cikmistir. Artik hicbir sey eskisi gibi olmayacaktir.
Kürdistan halki bagimsizligin tadini 12 senedir tatmaktadir. Bu günden sonra kan, irin kokan
„ortak yasam“a karni toktur.
Bu günden sonra bunu halkimiza dayatanlar daha bu gün Kerkük´te Türk-Arap-Fars katilleri
tarafindan katledilen Kürt evlatlarinin katillerinin suc ortaklaridirlar.
12 Ocak 2005
Remzi Kartal'a Sahiplenmek Gerekir mi?
Hasan H. YILDIRIM
Büyük bir tepkiyle karsilanabilecegimi biliyorum. Bir cok yurtseverin beyninde gecen, ama
söylemede kendine otosansür uyguladiginida tahmin ediyorum. Ama Kürt ulusal hareketi
davasi yararina oldugundan hareketle dogru bildigim bir tavri sizlerle paylasmak istiyorum.
DEP eski milletvekili, su an PKK/Kongra-Gel Baskan yardimcisi ve basin alaninda Öcalan´in
temsilcisi Remzi Kartal, Türkiye´nin istemi üzerine Almanya´nin Nürnberg sehrinde Alman
makamlari tarafindan tutuklandi. Kürt yurtseverleri hemen tepkilerini belirterek bu
tutuklamayi kinayarak Remzi Kartal´in derhal serbest birakilmasini istedi. Bu tepki ve
istemler olayin sicaklik atmosferi altinda degerlendirildiginde dogru algilansada, aslinda olay
daha serikanli degerlendirilirse bu tepki ve istemin hicte tutarli olmadigi ortaya cikar.
Nasil mi? Izah etmeye calisayim. Bu tepki ve istemde bulunan arkadaslar hic birimizin
yabancisi degiller. Düsüncelerini biliyoruz. Cogunun düsüncesini bir cümle ile özce ifade
etmek gerekirse “Kürtkiran PKK tasviye edilmeden Kürt ulusal hareketin önü acilamaz”
seklindedir.
Yaniliyor muyum? Sanmiyorum.
O halde meseleye gelebiliriz. Öcalan´in TC derin devletinin derin emir eri olduguna kimsenin
süphesi yok. KUKM´ni tasviye etmesinin ötesinde Kürt ulusunu Türklestirmek icin memur
edildiginede süphe yok. Bu da tüm yurtseverlerin ittifakla üstünde anlastiklari bir gercek.
Öcalan´a üslendirilen bu rol sadece Öcalan tarafindan yerine getirilmiyor. Suc ortaklari var.
Kimdir bunlar? Bunlari herkes biliyor. Peki soruyorum siz yurtseverlere bu suc ortaklarindan
biriside Remzi Kartal degilmidir?
KUKM bir plan cercevesinde tasviye edilme ve Kürtleri Türklestirme tüm hiziyla devam
ediyor. Merkez Türk Genelkurmayi ve Öcalan alindiginda bu merkezin uc beyleride Kandil,
Zanagiller ve bir yurtseverin degimiyle „Lorel-Hardi ikilisi“ olduklari biliniyor. Buna süphesi
olan yurtseverler var midir?
Her yurtseverin gelismeleri dikkatlice takip ettigine inaniyorum. Sitelere yansiyan onurlu
yaklasimlarida bunu gösteriyor. O halde bu yaklasimlarin arkasinda olmak gerekmiyor mu?
Ne demistik? Türk Genelkurmay güdümlü „Apdoist mihrak tasviye edilmeden KUKM´nin
önü acilamaz“ tespitinde bulunmustuk. Peki bu söylediklerimizin arkasinda miyiz? Remzi
Kartal olayinda da görüldügü gibi hicte söylediklerimizin arkasinda olmadigimiz aciga
cikiyor.
Yaniliyor muyum?
Remzi Kartal, eskiden yurtsever olmanin geregini yapmis biri olabilir. Tartisilan bu degildir.
Tartisilmasi gereken Remzi Kartal´in bugün oynadigi roldur. Nedir bu rol? Türk
Genelkurmayin emireri Öcalan´nin temsilcilik rolu degil midir. Buna kimsenin itirazi var
midir? Herkes su sorunun cevabini aramalidir. Öcalan, „Remzi bavulunu hazirla hemen
Türkiye´ye gel. Kendini tokatlayarak tutuklat. Türkiye´ye bagliligini yüksek sesle haykir“
dediginde Remzi Kartal bunu yapacak biri mi, degil mi? Bu sorunun cevabini verin ondan
sonra Remzi Kartal´a sahiplenelim mi, yoksa …Ayni hata Leyla Zana olayinda da yapildi.
Sonuc ortadadir. Kürt yurtseverleri, TC-Öcalan usaklarina sahiplenemez. Böyle bir hatayi
yapamaz. Leyla konusunda ders cikarmamiz gerekirken, bakiyorum ayni hatayi Remzi
konusunda da yapiliyor. Bu tavir onaylanamaz.
Degerli yurtseverler!
Kuskusuz siyasetin malzemesi kin ve kan davasi degildir. Bu dogru. Ama en asagi bu kadar
dogru bir baska dogru daha var ki, siyasete duygularada yer yoktur. Kürt yurtseverlerinin
olaylar karsisinda duygusaligi Kürt cikari önüne gecirme lüksü olamaz. Birisi Kürt oldugu
icin sahiplenilemez. Hepimiz biliyoruz ki, Kürt ulus köküne incir agaci diken ve dikmeye
calisan binlerce Kürt var. Gelde bunlara sahip cik!
Bu, olacak sey midir?
Benim kendi acimda Remzi Kartal´a sahiplenme lüksüm yok. Dahasi Remzi'nin sahipleri cok.
Türk Genelkurmayi, Apocu mihrak vs. Remzi bu carkin bir dislisi. Bu carkin dislerine
sahiplenmek Kürt yurtseverlerinin görevi degildir. Kürt yurtseverlerinin görevi bu
mekanizmanin Kürtlere karsi saldirilarini bosa cikarmaktir, yoketmektir.
Bir seyi artik icsellestirme zamani gelmis ve geciyor bile. Kürt yurtseverleri sunu cok iyi
kavramak zorundadirlar. TC devleti ve PKK danisikli dögüslü bir oyun oynamaktadir. TC
devletinin PKK karsiti söylemlerini baz alip politika belirleyemeyiz. Artik bu kavranilmalidir.
Ayni söylem A. Öcalan hakkinda da tekrarlanmaktadir. O halde A. Öcalan´ada sahiplenelim.
Bu yapilacak bir sey midir? Peki ayni seyi niye bir baskasi icin yapiyoruz ki? Siyasete
kopukluluk olmamali. Oldugu zaman sonuc uzlasmadir. Kürt yurtsever hareketi bu oyuna
gelmemeli.
Bazi seylere, gelismelere gücümüz yetmeyebilir. Bu gelismeler davamiz acisinda olumlu veya
olumsuz olabilir. Yapmamiz gerekeni baskalari tarafindanda yapilabilinir. Yapanlari
begenmesekte yapilanin önümüzü acici rolünüde görmemezlikten gelinmemesi gerektigide
bilinir.
Iste size iki önemli gelisme.
Kürt yurtsever hareketi yillarca mücadelesine karsi Saddami alasagi edemedi. ABD geldi kisa
bir sürede Saddamin sistemini tarumar etti. Buna karsi cikmak mi gerekiyor? Kuskusuz hayir.
Ayni sey ABD, A. Öcalan´i paketlemesi ve sahiplerine alin bu herifi ayak altinda dolasmasin
tavrindada görüldü. Kürt yurtsever hareketin yapamadigini bir baskasi yapti. Iyide oldu. Ayni
sey Kandil icinde gecerlidir. TC´nin bu uc beyi Kürt kiran merkezin ABD veya bir baskasi
tarafindan tasviyesi hicte KUKM acisinda fena olmaz.
Remzi Kartal olayida bu baglamda degerlendirilmelidir. Sorun Remzi kartalin kisisel
sorununda cikarilmalidir. Ya Apdoist Kürt kiran politika ve icraatlara karsisiniz, yada
degilsiniz. Eger karsiysaniz ve bu konuda samimiyseniz Apdoculara sahiplenemesiniz. Eger
sahiplenirseniz yanlis yapmis olursunuz. Bilerek veya bilmeyerek TC-Öcalan´in karsilikli
danisikli dögüslü oyununa gelmis olursunuz.
Saflar acik ve net olmalidir.
26 Ocak 2005
Şu Devşirilmiş Göçmen Muhacirler eyine Güveni?
Hasan H. YILDIRIM
Siverekliler bilir. Siverek´te Mala Hesene Hese diye bir aile var. Bu aile, herhangi bir yerde
bir bela belirtileri dogdugunda iki elini havaya kaldirarak „Allahim, bu bela bizden uzak
gitmesin“ derler.
Su göcmen muhacir toplumun agzi salyali „erkan“inin yakalandigi Kürt sendromu nedeniyle
rüyalarinda bile sayikladigi ezberini dinledikce Mala Hesene Hese´ye ne kadarda benzedikleri
bende hep cagrisim yapar.
„Kerkük hızla Kürtlestirilirken“, „Bizim Kerkük’ü yağmacılara mı bırakacağız?“„Kürt
isteklerini geri cevirecek herhangi bir otorite bulunmadığı için Türk ordusu Kerkük´e girsin,
yoksa Kerkük bize girer.“
„ABD ile temasa gectik, görüstük, söyledik, sadece sözde de kalmayiz, gerekirse üzerimize
düseni yapmaktan hicbir zaman cekinmeyiz...” vs.
Göcmen muhacirler toplulugu yagdirmasada yine görlüyorlar. Yoksa rahat etmiyorlar.
Aliskanlik mi nedir? Adamlar havlamasa desarj olamiyorlar. Eh öyle olsun. Kimseyi
isirmasinlarda istedikleri kadar havlasinlar. Kime ne zarari var?
Bunu diplomatik bir dille en iyi ifade edenler, ABD yetkilileri olmaktadir. „Aciklamalar ic
politika tüketimine yönelik!“ Bu haklarinida kisitlamayalim seklindedir. „Our boys“larini iyi
taniyorlar!
Birakin havlasinlar. Adamlarin elinde bir bu kalmis. Bunu da elerinde almayalim. Havlar
havlar yorulur inlerine cekilirler.
Ama velakin tedbiri elden birakmamak gerekir. Disleri ve tirnaklari cekilmis olsa da
bugünden sonra kimseye bir zararlari olmaz dememek gerekir. Neyimize lazim. Kürtler her
seye hazir olmalidirlar.
Derler ya aliskanlik kudurmusluktan betterdir diye. Bu adamlarda komsularini isirmaya
alisiktirlar. Bir bakmissizniz kuduzluk krizleri tuttu. Kürtler, siz siz olun yaninizda kuduz
asisi bulundurmayi ihmal etmeyin.
Olur ya! Bir bakmissiniz Kibris misali bir emrivaki yaratmislar. Ben sahsen buna pek ihtimal
vermesemde, su ihtimalide unutmamak lazim.
Bunu iki kosulda yapabilirler. ABD ile Kürtler her hangi bir sorunda anlasmamazliga
düstügünde ABD, bu kuduz sürüsünü Kürtlerin üzerine salabilir. Buna cok dikkat etmek
gerekir.
Ikincisi ABD´ye ragmen yapabilirler. Iste buna amin demek gerekir.
Bizde Mala Hesene Hese gibi, bela duasina cikip kendilerine hanyayi konyayi göstermek icin,
“Allah vere bu hatayi yapsinlar“ diyelim. Ve sopamizi yanimizda eksik etmeyelim.
Haydi Kürtler“ Kurban bayramindan kalan kemikleri salayin. Kocu kocu diye seslenin. Bu
kuduz sürüsünü bataga cekelim. Bir güzel pataklayalim.
Ha ne dersiniz?
Pardon! Cok önemli bir noktayi unutum. Onuda arzedeyim. Ha hakladiginiz mahluklardan
birisini mumlayip Kerkük müzesinin fiyakali bir kösesine koymayi ve altina „Zamanin
behrinde bizim cografyamizda dinazorlarin bu türüde yasiyordu“ yazmayida sakin unutmayin.
28 Ocak 2005
Güney Kürdistan Halkımız Bağımsızlık Dedi!
Hasan H. YILDIRIM
Irak ve Guney Kurdistan'da nihayet beklenen secimler oldu. Kazananlar ve kaybedenler oldu.
Kazanan ve kaybedenler sadece secime katilanlarla sinirli olmayip yillardir Kürdistan´da
siyaset yapan politik güclerin politikasinin yenilgisi ve zaferinide ortaya cikardi.
Simdiye kadar izlenen politika ve hedeflerin halkimiz tarafindan kendi özgür iradesiyle
verdigi cevabin bazi politik güclerin ezberinide bozacak kadar net oldu. „30 seneden beri
izledigimiz politika bizi dogruladi“ diyen güclere karsi halkimiz özgür iradesiyle „haydi ordan
be“ oldu.
Temenin bu güclerin halkimzin bu onurlu sessine kullaklarini tikamamalaridir. Kendilerini
esasli bir gözden gecirmeleridir.
Kurtulus arayisi, sömürgeci baskentlerin karanlik dehlizlerinde degil, naylon catirlarda yasam
mücadelesi veren halkimizin ortaya koydugu irade de aranmalidir.
Hic kimse halka ragmen siyaset yapamaz. Hic kimse subjektif niyetlerini hakin ortaya
koydugu iradeden üstün tutamaz.
30 Ocak 2005 secimlerinde halkimizin ortaya koydugu özgür iradesi kurtulusu ezen ulusla
birlikte yasamayi politika edinenlerin sevgili Idris-i Birlisi´nin bir baska vesileyle dedigi gibi,
„boyunun ölcüsünü“ aldirdi. Bugünden sonra bu politik gücler, her halde „boyunun ölcüsü“
kadar konusurlar.
Güney Kürdistan halkimiz kendi özgür iradesini demokratik kosullarda secim sandigina
yansitti. Herkese bugüne kadar politika edindigi yaklasimlarini bir kez daha masaya koyma
zorunlulugunu dayatti.
Ya halkin özgür iradesine ragmen bildiklerinde ayak diretecekler, ya da halkin iradesine
boyun eyip sadede gelecekler. Artik bugünden sonra hic kimse „mücadele tarihimiz bizi
dogruladi“ gibi komik ve gülünc durumu ikidebir tekrarlamayacaktir.
„Kürt toplumunun büyük çoğunluğunun federal bir çözümü destekleyecekleri kanısındayım.“
diyenler, bir ömür vallahi. Bu kanaata nasil vardilar bilemeyiz. Ama bildigimiz bunu
diyenlerin 30 Ocak 2005 secimleriyle halkimiziun ortaya koydugu özgür iradesiyle obsayida
düstükleridir.
Bazi cevreler, hangi dünyada yasiyorlar, saniyorum bunun farkinda degiller. „Gelismeler“,
„tarihsel gidis“, „uzak görüslülük“ vs. üzeri kurulu bir ezber olusturmuslar. Allah askina bu
cevreler hangi gelismelerden bahsediyorlar? Hangi „tarihsel gidis“ bu cevrenin „siyasal
belrlemede, ne denli uzak görüslü oldugunu“ gösterdi? Anlasilan bu cevrenin gelismelerden
haberi yok. Dahasi gelismeleri tersinden okumayi siyaset edinmisler.
Kuskusuz federasyon ulusal sorunun bir cözüm bicimidir. Bugüne kadar bunu reddeden
Kürdistan parti ve örgütlere rastlanmadi. Fakat bagimsizlikci gücler, bunun kosullarinin
olmadigini söylediler ve bugünde bu iddialarinin arkasindadirlar.
Güney Kürdistan ve Irak arasinda yasanan gelismelerde bunun böyle oldugunu
göstermektedir. Federasyon dahil birlikte yasama taraflarin istemiyle olur. Tek tarafli istemle
olacak bir sey degildir. Irak ve Güney Kürdistan´daki gelismelere bakildiginda ne Kürtlerin,
ne de Araplarin birlikte yasama istem ve arzulari yoktur. Su an dünya süper güclerin
dayatmalari disinda baskada hic bir neden yoktur. Bunun tersini iddia edenler gercekleri ya
göremiyorlar, ya da görmek istemiyorlar.
Kimse hayal görmesin. „Tarihsel gidis, bizi hakli cikardi“ gibi ucuz bir saplantiya kapilmasin.
Bu kendi kendini kandirma olur ki, bazi cevreler zaten hep kendi kendilerini kandirmanin
politikasini yaptilar. Ama yanildilar.
Güney Kürdistan geri döndürülemez bir sekilde bagimsizlik yoluna girmistir. Güney Kürt
liderlerin verdikleri mesajlar bunu ete kemige büründürecekleridir. YNK Sekreteri Celal
Talabani, bu gelismeleri daha Mayis 2003 tarihinde acikca dile getiriyordu. Son noktayi PDK
Baskani Mesut Barzani koydu.
Kürt liderler, ne diyorlar? Bu söylenenlere bakildiginda Kürt ulusunun hedefi bagimsizlik
seklinde förmüle edildigi ve mücadelenin buna odaklandigi görülecektir. Bunun ne zaman
ilani ise dünya dengeleri belirleyecektir. Simdi Kürt liderlerinin söylediklerine bakalim.
Hasan Cemal, Celal Talabani ile 2003 yılı mayıs ayında yapmis oldugu görüsmedeki
izlenimlerini söyle dile getirmektedir.
„Irak'ta işlerliği olan yeni bir devlet kurmanın güçlüklerini anlatmıştı. Şiileri, Sünnileri ve
Kürtleri aynı devletin çatısı altında yaşatmanın kolay olmadığına ilişkin örnekler vermişti.
Ancak çok gevşek bir federasyonla işlerin belki yürüyebileceğini söylemiş, eklemişti:“
"Geçmişte kurulan zoraki bir devletti. Bu tecrübe, bu toprakların insanlarına çok pahalıya mal
oldu. Aynı şeyi bir daha tekrarlamaya kalkışmak ne kadar doğru olur ki?"
Mesut Barzani, 30 Ocak 2005 secimlerinde Selahaddin'de oyunu kullandiktan sonra, yaptigi
basin aciklamasinda söyle dedi:
"Kerkük bir Irak kentidir. Kerkük kimligi Kürt olan bir Kürt kentidir. Türkiye'nin veya baska
bir ülkenin Kerkük ya da Irak'in bir sehriyle ilgili bir sey söyleme hakki yok. Tehditle bu isler
olmaz. Bagimsiz Kürt devleti kurulacaktir, ancak ne zaman kurulacagini bilmiyorum.“
Bu söylenenlerden anlasilmayacak bir sey var midir? Eger birileri bunu anlamiyorsa kimsenin
yapabilecegi bir sey yoktur.
Tüm yollarin Kerkük´e ciktigi, Bagimsiz Kürdistan´in Baskenti ilan edilme hazirliklarin
yapildigi bu sürecte tersine gitme politikasini terketmek gerekir.
Bir de bölge sömürgeci devletlerin, Saddam artiklarinin, El Kaide ve Zerkavi gibi cagdisi
islami-Arap irkci fanatiklrtin tüm engelemelerine ragmen Irak ve Kürdistan´daki etnik ve dini
topluluklarin ölümüne secim sandiklarina gidip iradelerini serbestce belirlemelerini taktir
etmek gerekir.
31 Ocak 2005
Xale Osman (Osman TAPTI)'nın Ardında!
Hasan H. YILDIRIM
Holanda dönüsümden sonra bir hemserim gecmis olsun demek icin telefon etti. Sohbet
arasinda bilyormusun Xale Osman´i kaybettik demez mi? Ne diyecegimi sasirdim. Gerci Xale
Osman, amansiz bir hastaligina yakalanmisti, gidiciydi, bunu her an bekliyorduk. Ama Xale
Osman´in ölümü o ilet hastaliktan degil, görünmez bir kaza sonucu olmustu. Hemde 38
yasaindaki oglu Kubilay´la birlikte. Bu haber daha da aciydi. Acili ailesine ve Xale Osman´i
taniyan tüm dostlarinin basi sag olsun demekten baska elimde bir sey gelmiyor.
Ayni günlerde bir amcamda vefat etmisti. Bunuda Holanda dönüsümde ögrenmistim. Ikisini
bir terazinin ayri kefelerine koydum. Xale Osman´in acisi daha agir basti. Bazi insanlar sessiz
dünyaya geldikleri gibi, sessizde göcerler. Bazilarida arkalarinda silinmez izler birakirlar.
Xale Osman´da cevresinde silinmeyecek izler birakan güzel bir insandi. Bende kalan bir kac
anisi var. Onlari anlatayim.
Xala Osman´i 1977 tarihinde tanidim. O dönem Kahta´da KAWA Hareketi adina faaaliyet
yürütüyordum. Bir iki yilik bir faaliyet sonucu Kahta halkini bir bütün olarak örgütlemistik.
Cumhuriyeten beri bir senatör, bir miletvekili ve Kahta Belediye baskanligini kimseye
kaptirmayan ihanetci Turanlilarin iktidarini yikmistik. Evlerinde cikamaz hale getirmistik.
Deyim yerindeyse Kahta´da ikili bir iktidar vardi. Bir yanda sömürgeciler, diger yanda bizler.
Sömürgeci devleti issiz birakmistik. Polisi, jandarmasi, mahkemesi issiz kalmisti. Halkin bas
vurdugu adres olmustuk. O dönemlerde bizim disimizda Kahta´da baska hareketlere sempati
duyan tek tük Kürt yurtseverlerde vardi. Hic kimseyle bir sorunumuz olmadi. Hepsiyle
dengeli bir iliskimiz vardi.
Xale Osman, o dönem KUK taraftariydi. Birgün kendisine haber gönderip ziyaretine
gelecegimizi bildirdik. Ziyaret ettik, Cayini ictik. Güzel bir sohbet ettik. Yalniz dikkatimi bir
sey cekmisti. Orda kaldigimiz sürece iki yegeni ayakta bekler vaziyete kaldi. Tüm
israrlarimiza ragmen oturmadilar. Kürt misafir perverligine yorumlamistim. Meger mesele
daha baskaymis. Bunuda 20 sene sonra ancak ögrenebildim.
Agustos 2000´de hemrerimiz ve ortak bir dostumuzla birlikte beni ziyarete gelmislerdi.
Sohbet esnasinda kendisini ziyaret edisimizde gündeme geldi. Kendisine ziyarete
gelecegimizi bildirmemizde panige kapilmis. KAWA´cilar beni kesin öldürecek hissine
kapilmis. Bu ruh haliyle yegenlerini silahlandirmis. Basimizda tetikte bekletmis. Kazara bir
yerimizi kasimaya elimiz uzansa yagli mermiyi yiyecekmisiz. Biz, bundan habersiz saf saf bir
büyügümüz olan Xale Osman´dan nasil yararlaniriz hesabini yaparken, Xale Osman, bizi
gömbürtüye götürüyordu.
Kahta´da herhangi bir yurtsevere bir zararimiz olmamisti. Ki o kosullarda yapamayacagimiz
bir seyde yoktu. Her seye gücümüz yeterdi. Bunu Xale Osman´da biliyordu.Dedim ki, peki
Xale Osman, seni bu ruh haline sokan neydi?
Basladi „Apocu“larin yaptiklarini anlatmaya. Bizi „Apocular“la karistirmisti. Gerci ilk
ziyaretimizle bizi tanimis ve sevmisti. Ölünceye kadar da dostane iliskilerimiz sürmüstü.
Gercektende bizim o yörede “Apocular” yurtseverleri öldürüyor, tehdit ediyordu. Büyük
Haciusuv´un siretligi yüzünde yurtsever gencecik oglu öldürülüyordu. Osman-e Sebri´nin
akrabasi 70 yasindaki yurtsever Xale Eziz (Aziz Eroglu) hakkinda ölüm karari aliniyordu.
Xale Eziz KDP´liydi. Bir deryaydi. Ayakli bir kütüphaneydi. Osman´i Sebri, Cigerxwin´in
tüm siirlerini ezbere biliyordu. Kendisinden de cok yararlandik.
“Apocular” kendisi hakkinda ölüm karari alinca, bizi cagirmisti. Iki arkadasla birlikte
kendisini ziyaret etmistim. Bakin diyordu, “Bu yastan sonra ölümden kurkulmaz. Gencecik
yegenimi vurdular. Benim kanim ondan daha mi kirmizi. Ama bu yastan sonra hain damgasi
yemek cok agirima gidiyor.” diyordu. Araci olmamizi istiyordu. Gerekeni yaptik. Ama isin
tuhafina bakin ki, daha sonra Xale Eziz Xale Osman´la birlikte PKK tarafindan “milletvekili”
ilan edilecek ve Zele´ye götürülücekti. Ama baslarina gelmeyen kalmayacakti. Dohuk´taki
KAWA hareketi makarina siginmakla canlarini kurtaracaklardi.
Zele´deki manzara hicte yurtsever duygularina hitap etmez. Diyarbakir zindanini aratmaz.
Xale Eziz, her zaman ki, ihtiyatligini elden birakmaz. Fakat Xale Osman, her zaman ki,
müzipliginden vazgecmez. Yere cömelmis sigarasini icerken birden önünden gecen bir
gerilaya “Heval, cabul git. Heval Ferhat´a söyle. Acele tarafindan bir sise raki ve biraz meze
göndersin” der. Gerilla söylenenler karsisinda saskin. Ne yapacagini bilmez halde sendeler
durur. Xale Osman´in buyurgan sessi bir daha yangilanir. “Heval ne duruyorsun?” Gerilla
caresiz olarak söylenenleri Osman Öcalan´a bildirir. Xale Osman, solugu uygulamada alir.
Durum vahim. Telsizler hemen calistirilir. Beka´daki unsura durum rapor edilir. Hakkinda
genis bir sorusturma baslatilir. Devreye Xale Osman´in dostlari girer. Xale Osman, binkevir
olmaktan kil payi kurtulur. Ama ölüm korkusunuda tüm iliklerine kadar yasar. Isin icinde
hain ilan edilmekte var. Xale Osman´in hazmedigide budur.
Xale Osman, “bos bogazligin” ceremesini az kalsin caniyla ödemeye ramak kalmisken, bu
sefer dostlari tarafindan kurtulmustu. Fakat Xale Osman´in agzi durmaz. Sonu nereye varir
düsünmeden agzina geleni pat diye söylemekten kendini alikoymaz.
Güney Kürdistan´da döndükten sonra Köln´de „Kürdistan Gazeteciler“ toplantisina katilir.
Kafasi toplantida degil, kim bilir neyi düsünürken birdenbire söz almak icin elli havaya
kalkar. Elli niye havaya kalkmis kendiside bir anlam vermez. Toplantiyi Masallah Öztürk
yönetmektedir. Masallah, “Xale Osman söz sirasi sende” deyince, Xale Osman, daldigi
düsüncelerinden siyrilir ve nerede oldugunu anlamaya calisir. Bir toplantida oldugunu,
toplantiyi Masallah Öztürk´ün yönetigini görünce afalanir. Hemen kendini toparlar.
“Konusmak istemiyorum” der. Herkes niye söz aldi, niye konusmuyor diye merak ederken,
Masallah, “Niye konusmak istemiyorsun Xale Osman?” deyince. Xale Osman, “Bak hele!
Utanmadan birde niye konusmuyorsun diye soruyor. Senin yönetigin toplantida birak
konusmayi bu salonda seninle ayni havayi tenefüz etmeyi kendime hakaret sayarim.
Toplantiyi protesto ediyorum” deyip salonu terk eder.
***
Xale Osman, bir ara Isvec´e gider. Koyu “Apoculuk” yaptigi dönemdir. Agzi “Apocu”
agizdir. Beka´daki unsur disinda herkes “objektif-subjektif ajan” kimliklidir. Birkac dostuyla
sohbet ederken laf Kemal Burkay´a gelir. Xale Osman, gözünü yumar acar agzini verir
veristirir Kemal Burkay´a. “Objektif-subjektif ajandir” der. “Gerilla koru ekmek yerken
Kemal Burkay kedi besliyormus. Gerilla don bulamazken, Kemal Burkay Kravat takiyormus”
gibi sacmaliklari saymis durmus.
Dostlari rahatsiz olmus. Xale Osman, kafasini kaldirmis dostlarinin gerilen yüz hatlarini
görünce, yine bir put kirdigini anlamis. Özür dilemis, bir daha da Kemal Burkay hakkinda
olumsuz bir söz söylemeyecegini söylemis. Sözünü tutmus mudur? Cogu zaman sözünü
unutuverir. Kötü niyetinde degil. Xale Osmandir, iste.
Bu olayi bana anlatiginda dedim ki, Xale Osman sende kravat takiyorsun. “Hic sorma “ dedi.
“Zaten o zamanda kravatliydim. Ben bosbogazlik ederken dostlarimda kravatima
bakiyorlardi.” Peki dedim, Xale Osman, “Kedi beslemek cok mu acayip?” Ülkedeyken firsat
buldugumda arasira köye ugrardim. Babamin hem kedisi, hem köpegi, üstüne üstlük bir de
tazisi vardi. Peki buna ne demeli? “Lo” dedi, “Ma benim ki, sanki yok muydu? Aslinda benim
yaptigim bosbogazlik:”
***
Xale Osman, esprili bir insandi. Hos sohbetliydi. Benim gibi bogazinda girtlagi yoktu. Lafini
esirgemezdi. Aklina geleni söylerdi. Bu huyundan dolayi cok dost edindigi kadar bir o
kadarda düsman edinmisti.
Ilk Almanya´ya gelisi 1973 yiliymis. Calisip para kazanip geri dönüs yapmisti. Bir bicer
döver almisti. Urfa´ya bir Haci´nin tarlasini bicmeye gitmisti. Tarla basina gitmis, ekine
bakmis, ekin demek icin bin sahit lazim. Ya Haci “Nedir bu ekinin hali?” demis. Haci´da
“Valla ogul ne bileyim. Bu sene rahmet yagmadi. Görgügün gibi emegimiz bosa gitti” demis.
Xale Osman, pat diye “Ya Haci bana niye söylemediniz ki, rahmet yagdirayim” demesin mi?
Haci´nin tasi atmis, “Be seni kafir, o ne bicim söz. Sen kim rahmet yagdirmak kim? Yagdir o
zaman.” Yagdiririm, yagdiramasin derken olacak o ya bir firtina kopmasin mi? Bes dakikanin
icinde Haci´nin ekini artik bicmeye gerek kalmaksizin dolu bir güzel halletmis.
Haci tarlanin etrafinda mozik gibi bir o yana, bir bu yana kosup durmus. Bu sefer “Durdur
olan durdur” desede, Xale Osman, “Valla durdurtmam” diyor. “Durdurt”, “durdurtmam” ve
karsilikli küfürlesmeler sürüp gider.
Haci bakiyor, olacak gibi degil. Tek basina gücü yetecek degil. “Bekle ulan” deyip köye
dogru kasmaya baslar. Xale Osman, biraz sonra olacaklari tahmin ettiginde, ”Haydi cocuklar
arabaya. Kacmak erkekligin sanindadir” deyip solugu Kahta´da almis. Xale Osman´in bicerdöver serüveni buraya kadar sürmüs. Ama uzun süre de Urfa topragina ayak basamamis.
***
Bogazina düskündü. Güzel yemek yemeyi cok seviyordu. Bunu biliyordum. Telefon edip sana
geliyoruz deyince Xale Osman´ima güzel bir sofra kurdum. Yemege oturduk. Hastaydi, pek
istahi yoktu. Ama onun yerine ben yedim. Bana bakti, “Ama da yedin Dergo” dedi. Bende,
“Xale Osman, ne yapayim, sen yemeyince ben senin yerinede yedim” deyince, “Lo yiyin.
Kimse acliktan öldü demesinler. Desinler ki, lo yeddiler yeddiler öldüler” demesin mi. Agiz
dolusu güldük.
Söz döndü dolasti, KUKM´nin cikmazina geldi. Xale Osman, yine gözünü yumdu agzini acti,
hepimizi bir güzel kalayladi. Ben de güldüm ne yapalim Xale Osman basaramadik. Bu onu
daha da cesaretlendirmis olacak ki, sessini daha da yüksetti. Dedim ki, Xale Osman
haklisinda, peki sen bu isin neresindesin?
“Lo, beni birak. Bir kac sene sonra torunum bile benden bunun hesabini soracak. Sakalimi
cekistirecek. Diyecek ki, `Pamuk sakali dedem, sakalina isedigim dedem, Kürt civanlari
binkevir edilirken sen ne yapiyordun` diye benden hesap soracak. Ben bunu biliyorum.
Vicdan azabi cekiyorum.” demez mi. Iste bizim gercekligimiz.
Xale Osman´i anlatmakla bittiremem. Kendi anlatiminda bir kac kesit sunarak ruhuna yad
eyledim. Topragi bol olsun.
24 Mart 2005
“Kırmızı Hatlar” mı Dediniz?
Hasan H. YILDIRIM
Mafia terör örgütünün yetkili ve yetkisiz unsurlari her agzini actiklarinda akla gelen ve
gelmeyen her konuda ilgili ilgisiz „kirmizi hatlar“ cekerler. Bu herifci ogullari sagcisi ve
solcusuyla „kirmizi hatlar“la kafayi bozmuslar.
Mafia terör örgütünün elebasisi Recep Talip Erdogan, 11 Nisan 2005 Norvec Oslo Askeri
Müzesinde yandaslarıyla yaptigi bir toplantida özel harekatci toplumun „kirmizi hatlar“ini bir
kez daha cizmis.
“Bizim üç tane kırmızı hattımız var. Biz etnik milliyetçilik, bölgesel milliyetçilik ve dine
dayalı milliyetçilik yapmayacağız. Ülkenin her yerinde birbirimizle et ve tırnak gibi
kaynaşacağız. Ama ülkemizi bölmeye, parçalamaya çalışan unsurlar var. Kusura bakmayın
Batı, bazı unsurlarıyla bunu yapma gayreti içerisinde. Eğer AB'yi buna kurban etmeye
kalkarsanız bizim böyle bir derdimiz yok. Benim ülkemi kimsenin bölme gayreti içine
girmesine müsaade etmeyiz.”
Mafia terör örgütünün elebasisi bunlari söylerken, acaba „etnik milliyetcilik“ yaptiginin
farkinda mi? Degilse peki „etnik milliyetcilik“ nedir? Insanlarin gözünün icine baka baka
yalan söylemeyi bu insanlar nasil beceriyor? Insan hayret ediyor. Bunlar ne bicim insanlar?
Yüzleri hic mi kizar miyor? Insan bu kadar mi yüzsüz olur? Demek ki olunuyormus.
„Kirmizi hatlar“la kendi cikarlarini merkeze koyarlar. Baskalarinin cikarlarinida yok sayarlar.
Herkesi kendi cikarlarina hizmet etmek zorunda olduklarini kendilerine bir hak bilirler.
Uyulmamayi savas nedeni sayarlar.
Savasla yatar savasla uyanirlar. Komsularini isirirlar. Tedavisi imkansiz parayonak kuduzlar.
Irsidir, asena enikleridirler.
Anladiklari tek dil sopa dilidir. Hirlarlar, havlarlar, ama dis geciremedikleri karsisinda kuyruk
salarlar.
Kendinden olmayani düsman ilan ederler. Tehdit ederler. Karsilik görüncede takla atarlar.
Söylediklerine sahiplenmezler. Yanlis anlasildiklarini söylerler. Insanlarin gözüne baka baka
yalan söylerler. Gün olur devran olur bunu dünya alem karsisinda itiraf ederler. Propaganda
amacli oldugunu söylerler. Tiyatrolar ve daha ne numaralar. Yüzleride kizarmaz.
Türklükle grur duyarlar. Ne mutluyum Türk´üm, bir Türk dünyaya bedeldir derler. Alevere
dalevereyle, kan ve zorla cizdikleri mafia terör örgütünün sinirlari icindeki herkesi Türk ilan
ederler. Kabullenleri asimile ederek devsirirler. Kabullenmeyenleri asip keserler.
Birde üstüne üstlük sunu demezler mi? „Biz etnik milliyetçilik, bölgesel milliyetçilik ve dine
dayalı milliyetçilik yapmayacağız.“ Peki yaptiginiz nedir? Dogru ya yaptiklariniz milliyetcilik
sinirlarinida asmistir. Irkcilikta demir atmissiniz.
Irkcilik toplumsal harciniz olmus. Onsuz yapamiyorsunuz. Sagda solda calip cirpip
baskalastirdiklarinizi ancak bu irkcilik ileti ile „harmanlanma“yi basariyorsunuz. Derin
solcularinizda öyle demiyorlar mi? Hatta buna „sevgi, saygi, hosgörü ve kardeslik“
atfetmiyorlar mu?
Tipki sizin gibi „Kimse ülkemizi bölemez, bölmek isteyenler, sadece emperyalistlerdir“ deyip
Kürt milletini emperyalist ilan etmiyorlar mu?
Ne kadar da birbirinize benziyorsunuz. „Etle tirnak“ hikayenizden tutun „ülkemizi
böldürtmeyiz, müsaade etmeyiz“, „emperyalist kiskirtma sonucu dogan Kürt etnik
milliyetciligi“ne varan nakaratiniza kadar bu kadar aynilasma niyin nesi acaba?
Maocusundan, Castrocusundan, sosyal-demokratindan ümetci ve fasistine kadar hepinizin
ayni kulvarda bulusmaniz bir tesadüf mü acaba? Bu da sakin irsi olmasin?
11 Nisan 2005
Görevden Kaçmanın Sığınağı Đmza Kampanyaları
Hasan H. YILDIRIM
Gündeme iliskin bir yazi yazayim dedim. Biz Kuzeylilerin gündemi nedir diye Kürt sitelerine
bir göz gezdirdim. Hangi siteye baktimsa bir imza kampanyasiyla karsilastim. Gündemsiz
oldugumuzu bir kez daha ifade etmek zorundayim. Bu, biz Kuzylileri üzsede realitemiz
oldugu bir gercek.
Gercekten biz Kuzeyliler neyi tartisiyoruz? Stratejimiz ne, günün taktigi ne? Bir bilenimiz var
mi? Ben bilmiyorum. Bilen var mi, onu da bilmiyorum.
Bildigim bir sey varsa, bir akintiya kapilip gittigimizdir. Kapildigimiz akinti bizi hangi
okyanusa götürüyor veya hangi kayaya carpacak diye düsündügümde iliklerime kadar
kasildigimi hissediyorum. Ya siz ne hissediyorsunuz? Benim hissetiklerimi hissetiklerinizi
söylesem yaniliyor muyum?
Niye gündemi yakalayamiyoruz? Niye bunu sorgulamiyoruz? Günün görevi bu iken, peki biz
ne yapiyoruz? Isi boguntuya getirip görevlerimizden kaciyoruz. Bir derdimize care olmayan
imza kampanyalari ile kendimizi kandirmaya calisiyoruz.
Sorma geregi duyuyorum. Aklimda kaldigi kadariyla 7-8 imza kampanyasi acildi. Neye cevap
oldu? Hangi sorunumuzu cözmek icin önümüzü acici bir islev gördü?
Kürt millet düsmanlari Hewler´de bir katliam gerceklestirdi. Kimi Kürt aydin ve cevreleri,
yine careyi imza kampanyasi acmakta buldu.
„Hewler’deki Gerici-Faşist Kitlesel Katliama Karşı Đmza Kampanyası“ baslattilar. Kimi de
gözü kapali desteklerini sunduklarini bildirdiler.
Bu, bana daha evel bu tür imza kampanyalarini hatirlatti. Niye yapilir, hedefi, yaptirimi nedir
düsünülmeden önüne gelen isi imza kampanyasina boguyor.
Bu, Kuzey Kürt örgüt ve aydinlarin caresizligini ortaya koyuyor. Birazda bu imzaci cevrelerin
daha evel ki imza kampanyalarinda oldugu gibi bazi cevrelere, son imza kampanyasindan da
Güney Kürt önderligine yaranma amacina yönelik olduguna isaret ediyor. Bu sevdadan
vazgecmek gerekir.
Bu isler imza kampanyalariyla gecistirilecek seyler degildir. Kürt milletine karsi uygulanan
kabullenilemez katliamlara karsi olmanin yol ve yöntemi bilinir. Bunu birilerine hatirlatmanin
anlami yok. Varsa böyle bir düsünce ve yaptirim gücün kursun ortaya dosta, düsmanda görür.
Bu degilde birbirimizden imza alip vermek bizi sorumluluklarimizdan kurtarmaz.
Son Hewler katliami hem Güney Kürt önerliginin, hemde diger parcalar önderliginin kendini
yeniden gözden gecirmesi icin bir uyari olarak görmek gerekir. Verilen bu mesaji dogru
okumak gerekir. Verilen mesajin dogru okunmasi demek, Kürt önderligin görev bilinciyle
hareket etmesi, millet olmanin politikasini yapmasi demektir.
Fakat görülen odur ki, Güney Kürt önderligi henüz bundan cok uzaktir. Güney´de yasananlar
trajedidir. Kendi evini düzene koymayan KDP ve YNK sömürgecinin evini düzene koymakla
meskuller. Dahasi millet olmanin politikasini yapmamak icin birbirlerine karsi ayak oyunlari
yapmaktan vazgecmiyorlar.
Kuzey Kürt önderligi ve aydinlari ise caresizleri oynuyor. Örgüt ve aydin olmanin ötesinde
kendine is alanlari buluyor. Cok sey yaptigina baskalarini inandirmaya calisiyor. Baskalarini
bilemem, ama kendilerini bile buna inandirdiklarini sanmiyorum.
Yasanan derin bir uyku halidir. Artik uykudan uyanmanin zamanidir. Üstümüzdeki ölü
topragi atmanin zamanidir.
Bunun careside örgütlenmek ve düsmana karsi iradilesmektir. Düsmanin anladigi dilden
konusmaktir. Bu isin baska yol ve yöntemi yoktur.
07 Mayis 2005
Diyarbakır Kürt Derneğinin Açıklaması Üzerine Kısa Bir ot
Hasan H. YILDIRIM
Diyarbakir Kürt Dernegi´nin kamuoyuna yaptiklari aciklamada olumlu yaklasimin yanisira
olumsuz bir yaklasimda sergilemis.
Bu yaklasimin Kürt millet cikari ile bagdasir bir tarafi yok. Nedir bu yaklasim diye sorulursa
asagidaki paragrafa bakilsin.
„Bu açıklamaların, son dönemlerde düzenlenmek istenen toplumsal çatışmaları yaratma
senaryosu ve planıyla bir bağının olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda, halkımızın ve Onun
yurtsever güçlerinin bu oyuna gelmemsini istiyoruz.“
Dikkat edilirse „toplumsal çatışmaları yaratma“ya karsi cikma anlayisi egemenlerin dünden
bugüne dile getirdigi, cokta korktugu ve olmamasi icin elinde geldigini esirgemedigidir.
Kim toplumsal catismada korkar? Kürtlerin toplumsal catismadan korkmasi icin ne sebeb
olabilir? Kaybedecegi ne olabilir? Bu yaklasim sorgulanmalidir.
TC devlet yetkilileri dahil her düzeydeki resmi ve sivil kesimlerin son dönemlerdeki
aciklamalarina bakilirsa Kürtlere karsi bir kiyim yapmaya calistiklari dogrudur. Kürt milletini
buna karsi uyarmakta cok yerinde bir reflekstir. Fakat bu Kürt yurtsever hareketin „toplumsal
barisi koruma“ görevini üstlenmeyi gerektirmez.
Kürt yurtsever hareketi hangi „toplumsal barisi“ korusun? Kürt millet cikarlarini öngören
toplumsal bir baris mi var ortada?
Mevcut statüko Kürt milletine inkar ve imha dayatigi bir “toplumsal baris” ortami olduguna
göre bu ortami savunmak ve korumak biz Kürtlere mi düsmüs?
Umarim Diyabakir Kürt Dernegi basta olmak üzere ilgili tüm yurtsever cevreler bu konuyu
yeniden bir gözden gecirirler.
14 Mayis 2005
”Disa Got Gerger”
Hasan H. YILDIRIM
Gerger Adiyaman´in bir kazasi. Kürdistan´in en mahrum beldelerinden biri. Kapali bir kutu.
Dünya ile iliskisi 1960´lardan sonra yol´un yapilmasi ve arabanin gelip gitmesiyle basladi. Bu
vesileyle Gerger´in disinda da bir dünyanin varoldugu kesfedildi.
Insanlar yoksul olduklari icin gecimlerini saglamak amaciyla yeni kesfettikleri dünyaya acildi.
Adana, Mersin derken Istanbul´a kadar uzandi.
Günün birinde Gerger´in disina ilk cikan biri ilk defa otobüs´ede binmis oluyordu.
Sehirlerarasi otobüsle seyahat edenler bilirler. Belli konaklama yerlerinde otobüs sofürü ve
muavini yol güzergahini izah ettikten sonra molla verildigini ve caylarin sirketten oldugunu
anons ederler.
Ilk anons yapildiginda Gerger ismide gecince bizim acemi yolcunun gayri ihtiyari avazi
ciktigi kadar “Got Gerger” diye bagirir. Anonstan Gerger deyisi cok acayibina gelir. Olmaz
bir sey gibi gelir kendisine. Ve her anonstan sonra bizim acemi yolcumuz yanindakine “Te
bist! Disa Got Gerger.”
Simdi bunlari niye anlattiyorum? Ona gelecegim.
Bir Türk, pozitif veya negatif Kürd kelimesini ne zaman agzina aldiginda bazi Kürd aydin ve
örgütleri bizim Gergerli acemi yolcumuz gibi gayri ihtiyari avazi ciktiklari kadar “isitiniz mi
yine Kürd dedi” diye cocukca sevinirler. “Kürd sorununun bugünden yarina halledilecegi”
pembe hayalini canlandirirlar.
Kendileri buna inanirlar mi, inanmazlar mi bilemem, ama bizleri buna inandirmanin büyük
cabasini verirler. Gözlerimizin icine bakar kafa salamamizi, kendilerini onaylamamizi isterler.
Kafa salayip kendilerini onayladigimizda öngörülü, yoksa oyun bozan oluruz.
Türk “kardesleri ve dostlari” bu zevati cok iyi tanidiginda onlari mutlu etmek icin ilgili, ilgisiz
zaman zaman Kürd kelimesini telefuz ederler. Bu zevat´a efendilerini hos tutmak icin
bagliliklarini bildirmekten zaman gecirmezler.
“Türkiye cikari bunu gerektirir. Canimizla kanimizla destegimiz sizinle” deyip ne kadar akili
politikaci olduklarini ispatlamaya calisirlar.
Erdogan´nin Diyarbakir konusmasindan sonra da yasanan yine bunlar oldu.
Erdogan ne demisti ki, birileri “Kürdlük” adina canlariyla, kanlariyla kendisine destek
sonuyordu?
“Kürd sorunu var” demisti ya!
Peki bunda ne cikar?
„Kürd sorunu“, dahasi Kürdistan sorunu yok muydu? Erdogan, dedi diye mi var oldu?
Bu zevati anlamak zor.
Peki Erdogan, baska ne söyledi?
“Alt kimlik”, “Ana dilde egitim kabullenilemez”. “Tek millet, tek devlet, tek bayrak.”
Peki bu ne anlama gelir?
Bu, Lozan demek degil midir? 82 yildir söylenen degil midir? Degildir diyen var mi?
Eger yoksa, o zaman caninizla, kaninizla desteklediginiz Lozan olmuyor mu?
Lozan´i desteklemek ihanet degil mi?
22 Agustos 2005
Orhan Pamuk Şahşında Türk-Yazar Çizerlerin Çıkmazı
Hasan H. YILDIRIM
Svenska Dagbladet gazetesinde yazar Ricki Neuman´nin Türk romancisi Orhan Pamuk ile
yaptigi röportaji Rizgari Online icin yorumlayip Kürd kamuoyuna tasiyan Resit Aslan
arkadasimiz iyi bir is yapmistir.
Iyi bir is yapmis diyorum, cünkü bu yazi Türk yazar-cizer, edebiyatci ve genel bir tanimlama
ile “aydin”larin icinde bulunduklari reziligi bir kez daha gözönüne sermistir.
Sistemin cizdigi sinirlar icinde kendilerini üretenlerin aydin ve demokrat olmayacagini aciga
cikarmistir.
Orhan Pamuk, "Yaşar Kemal 1997 yılında yazdığı `Türkiye´de Kürdlere Baskı Yapılıyor`
makalesinden dolayı yargılandı; 20 Ay hapis cezasına çarptırıldı. Kürd sorununu bir daha
gündeme getirmeme sözü verdikten sonra serbest bırakıldı," diyor.
Kendisi de daha evel “Türkiye´nin 1915 yılında bir milyon Ermeni ve 30 bin Kürdü
katlettiğini” söylemisti. Bunun üzerine hakkinda dava acilmisti. Davanin amacini söyle izah
etmektedir.
"Davayi açmalarındaki amacın cezaya çarptırılmam değil, bana sınırlarını belirtmeleridir."
Orhan Pamuk, “sinirlarini belirlemis.” Sistemin tabu bildigi konularda konusmamayi
icsellestirmis. Svenska Dagbladet gazetesinde yazar Ricki Neuman´in Türk egemenlik sistemi
acisinda birer tabu olan konular hakinda sorulan sorulara `hayır, hayır, hayır, hiç konuşmak
istemediğim konuyla ilgili fikrimi soruyorsunuz` seklinde cevaplar veriyor.
Bu durum iki konuyu net olarak ortaya koyuyor. Birincisi, Türk egemenlik sisteminin fasist
bir yönetim oldugu, “hasassiyetleri”, “kirmizi cizgileri” oldugu, bunlar hakkinda sistemin
cizdigi cevceveyi asanin basina ne gelecegini ortaya koyuyor. Ikincisi, sistemin yaklasim ve
icraatlarini bilen yazar cizerler, konusma yerine susmayi tercih ettigi ortaya cikiyor.
Türkiye´de iyi bir yazar cizer olabilirsiniz. Iyi bir edebiyatci olabilirsiniz. Fakat bu aydin
olmak anlamina gelmiyor. Demokrat olmak anlamina gelmiyor. Türk yazar-cizer ve
edabiyatcilari, genel bir tanimlama ile “aydin”lari bu cikmazi yasiyor.
Bunun en tipik örnegini son dönemlerde Kürd ve Türk kamuoyunun gündemine oturan “Türk
Aydin Girisimi” sözcüsü Gencay Görsoy ortaya koydu.
Allah askina Türk Basbakan „risk alarak“ nasil “bir adim atti”? “Tek devlet, tek millet, tek
bayrak” Türk egemenlik sisteminin 82 yildir Kürd milletine dayatidigi “cözüm” degil midir?
Türk Aydin Girisim sözcüsü Gencay Görsoy´un Kürdlere yuturmaya calistigi “cözüm” budur.
Baksaniza adamin zoruna.
”Başbakan risk alarak bir adım attı. Kürtler bunun karşılığını tam vermediler.“
Peki Kürdler ne yapmaliydi? Hemen „tek devlet, tek millet, tek bayrak“ altinda siraya mi
girmeliydi? Gencay Görsoy´un beklentisi buymus. Kürd milleti bunu elinin tersiyle ret edince
„aydinimiz“ hayiflaniyor. Türk Genelkurmayin zemininde hemen yerini aliyor.
„Geçtiğimiz birkaç hafta içindeki tepkileri ve onların doğurduğu karşı tepkileri, linç
girişimlerini düşünün. Bu etnik çatışmayı körükleyen davranışlar konusunda belki de
Genelkurmay Başkanı’nın soğukkanlılığa davet eden tavrı kadar bile hükümet net bir tavır
almadı.“ (Gencay Görsoy).
Genelkurmay yagciligi Türk „aydin“inin amentüsü olmus. Be adam son dönemlerde Kürd
milletine karsi ortaya konulan „linc operasyonu“ Türk Genelkurmay plani. Bunu bilmeyen
yok. Peki bu „aydin“imiz kimi korumak ve kimi kandirmaya calisiyor?
Kendilerini cok güzel ele veriyorlar. Irkciligin, sovenligin, militarizmin savunuculugu bundan
daha acik yapilabilinir mi? Yapilanlar ayni zaman da üslendikleri rolü de cok güzel aciga
vuruyor.
Bir aydin aydinligindan feragat etmedigi müddetce Kürd milletine “tek devlet, tek millet, tek
bayrak” cagrisinda bulunamaz. Eger bulunursa Türk toplumunu rehin alan MGK´nun
saksakcisi olur. Ama asla aydin ve demokrat olamaz. Olsa olsa sarlatan olur. Bugün ortalikta
ayak altinda gezinen kendilerine “aydin” diyen zevata MGK saksakcisi ve sarlatan oldugunu
söyledikleri ve icraatlariyla ispatlamistir.
Aydin olmak, demokrat olmak sistemin anti-demokratik yaklasim ve icraatlarina cepheden
savas acmak demektir. Türkiye´de bunu yapan kac kisi var? Bir kac kisi disinda bu namuslu
isi yapan yoktur.
Türk yazar-cizerleri hep kacak dögüsmeyi kendine is edindi. Dahasi sistemin yazar-cizeri,
edebiyatcisi oldu. Hep Türk militarizminin saksakciligini yapmayi kendine vazife bildi. Ama
buna karsin Kürd militarizmine karsi mücadele etmeyide unutmadi. Bununla “anti-militarist”
oldugunu ispatlamaya calisti.
Iste Türk yazar-cizerlerin, edebiyatcilarin cikmazi, reziligide burada üretildi.
Peki kendilerine Kürd diyen Yasar Kemal, Mehmet Uzun gibi cok meshurlarimiza ne demeli?
Büyük bir ihanet girdabinda debelendikleri ortadadir. Kimse bu zevatin yurtseverligini bana
izah edemez. Kürd-Kürdistan yurtseverligi, Türkiye cikarini savunmayi distalar. Bu zevatin
yaptigi ise Türkiye cikar bekciligidir. Eger bu zevat Kürd millet bireyi olarak KürdKürdistan´a karsi görevlerini yapmis olsalardi, bu mazlum millet bu kadar tahribata
ugramazdi.
Su bilinsin ki, güclü Türkiye gücsüz Kürdistandir. Bunun terside bir o kadar dogrudur.
Gücsüz Türkiye güclü Kürdistan anlamina gelir.
Her kim ki, Türkiye cikari icin calisiyorsa o, Kürd milletine karsi savas acmis demektir. Bunu
yapan her kim olursa olsun ihanetci olarak degerlendirmek Kürd-Kürdistan yurtseverligi
geregidir.
02 Eylül 2005
Koyun Can Derdinde Kasap Et Derdinde!
Hasan H. YILDIRIM
Kürdistan´da mücadele etmek ve savasmak zor bir istir. Mücadele ve savas sonucu aldiginiz
mevzileri korumak, halkin günlük temel ihtiyaclarini karsilamak, dahasi onurlu bir yasam
sürdürmek daha da zordur.
Etrafimizi tiranlar sarmistir. Dünyaya acilan kapilara zebaniler dikilmistir. Kürdistan, düsman
tarafinda kusatilmistir. Bu statüko Lozan´da Kürd milletine dayatilmistir.
Lozan´da Kürdistan´a dayatilan bu statüko Kürd milletini nefes alamaz duruma sokmustur.
Bugün de ayni sikinti yasanmaktadir.
Yazin kavurucu sicak, kisin dondurucu sogukla karsi karsiyasiniz. Insanlarin günlük temel
ihtiyaclari gökten zenbile yagmiyor. Hastaya ilac, bebeye mama, herkese yiyecek, icecek,
giyecek gibi yasamsal ihtiyaclarin giderilmesi gerekiyor.
Devrimci, yurtsever örgüt ve partisiniz. Savasarak mevzi kazanmissiniz. Düsmani ülkenin bir
kisminda söküp atmissiniz. Iktidar ve hükümetsiniz. Halkin temel ihtiyaclarinizi karsilamak
zorundasiniz. Allaha yalvarmakla bunlar gökten zenbile yagmiyor. Peki ne yapmalisiniz?
Düsman devletler etrafinizi sarmis. Herbiri birer cehenem zebanisi. Zebanileri muhatap almak
zorunda kaliyorsunuz. Kapilarini calmaktan baska careniz yok. Cünkü dünyaya acilan kapilar
bu kapilardir.
Bunu bir zaaf, dahasi „ihanet“ olarak degerlendirenler, bu durumda olsalar ne yaparlar?
Onlarin ne yapacagini bilemeyiz, ama Kürdistanli politik gücler, yapilmasi gerekeni
yapiyorlar.
Hoslarina gitmesede, onur kiricida olsa bazi kapilari zorunlu ve mecburiyeten caliyorlar.
Caldiginiz bu kapilar her zaman yüzünüze acilmaz. Acildiginda bile size vereceklerinin
karsiliginda sizden cok sey istiyor olsada calmak zorundasiniz.
Bu cok seyin icinde onur kirici seylerde vardir. Ya bu onur kirici seyleri kabullenecek ve
halkinizin ihtiyaclarini karsilayacaksiniz; ya da toplu intihar etmek zorundasiniz.
Kürtlere bu yol mu gösteriliyor?
Kürtlerin toplu intihari kuskusuz sömürgeci ve sosyal-sömürgeci sol´un cok hoslarina gider.
Böylelikle Kürdlerden ve „ülkeleri bölünmekten kurtulmus olur“du.
Kürt politik gücleri, Kürt ulus düsmanlarinin beklentilerine göre degil, kendi cikarlari geregi
reel bir politika yürütüler/yürütüyorlar. Bu yaklasim Kürtlere kazandirdi/kazandiracak.
Düsman bunun karsisinda deliye dönüyor. Kürd önderligini karalamak icin sag ve sol´u elele
vermis korkunc bir dezinformasyona bas vuruyor. Kürdistanli yurtsever ve devrimcileri
karalamak, töhmet altinda birakmak vacgecmedikleri bir hastaliklaridir.
Devleti anladik. Irkci, soven mikraklarida anlamak mümkün. Peki kendilerine „sol“ diyenlere
ne demeli? Ortaya cikan bir gercek var ki, ezen ulus sol´ununda derdi, efendilerinin derdidir.
Dertleri Kürdistanli yurtsever ve devrimcilerin karsilastiklari sorunlar degildir. Bunlari asmak
icin verilen mücadeleye saygi duymak degildir. Bu zevati iyi taniriz. Kürt politik güclerin bir
hatasini nasil bulabilmenin politikasini yaklasim edinmis pusuda bekleyen düzen
beslemelidir.
Sömürgeci sistem, bosuna hainlik kurumunu isletmiyor. Yapamadigini kendi beslemelerine
yaptiriyor. Onlarda bunun politikasini yapiyor. Bunun icin vardirlar. Bunun icin varedildiler.
Onlara inat Kürdistanli politik gücler, Kürt ulus cikari neyi gerektiriyorsa onu yapacaklar.
Sömürgeci Ordu taburlarina siyasi komiser olmus Türk sol hareketlerin akil hocaligina
karinlari tok.
Sömürgeci gücler ve icazetci sol, ikidebir Talabani ve Barzani´nin bir dönem TC pasaportunu
tasimasini diline sarmis Kürd önderligini kücük düsürmek icin akla karayi seciyor.
Genelkurmay güdümlü yazar cizerler, Kürd önderlerini feodal, asiret reisi ilan edip
kücümsüyor.
Ama ayaklarina gitmemezlikte etmiyorlar. Gidecekler, gitmek zorundadirlar.
Kürd liderlerin sömürgeci devletlerin pasaportunu tasimasi elbete onur kiricidir. Onur kiricilik
bununla sinirli degildir. Bunlar zorunluluktan kaynaklanmaktadir.
Dünyaya acilmak zorundasiniz. Cebinizde uluslararasi hukuken kabul görülen bir pasaport
tasimak zorundasiniz. Kürdlerin devletlesmedigi bir kosul da baska ülkelerin pasaportunu
kullanmak zorundasiniz. Dogaldir ki, bu ülkeler Kürdleri egemenliginde bulunduran ülkeler
olmaktadir.
Bunu Kürt yurtsever ve devrimci önderleri icin bir zaaf olarak degerlendirenlerin cebinde
emperyalist dedikleri ülkelerin ya iltica pasaportu, ya da vatandaslik pasaportu vardir.
Bunlarin baskalarina söyleyecekleri bir seyleri olmamasi gerekir. Fakat bunlarin ar perdeleri
yoktur. Agiz tartilari bozuktur. Dahasi Kürt ulusuna karsi duyduklari düsmanligin verdigi
saldirganliktir.
Iran Mollalari, Arap irkci, gerici ve fasist iktidarlarin tetikcileri olmus Filistin örgütlerinin
avukatligina soyunan Türk sol hareketleri bir kez olsa KUKM veren politik örgütlerin kapisini
calmis degiller.
„Hain“, „isbirlikci“ degerlendirdikleri Kürdistan politik gücleri Kürdistan halkinin büyük
destegini alan gücler olmasina ragmen birgün de olsa kapilarini calmamislardir. Derdiniz
nedir diye sormamislar.
Bunu yapmazlar. Fakat KUKM´ni verenleri karalar ve töhmet altinda birakirlar.
Sömürgeci sistemin kendilerine üslendirdikleri roldur. Kürt ulus düsmanligi vazgecmedikleri
nitelikleridir. Sömürgeci sisteme hizmet etmek varolus nedenleridir.
Eger bu degilse, bu insanlarin kapilarini bir gün calar, derdiniz nedir diye sorarlardi.
Bunu yapsalardi, hem Kak Mesud Barzani, hemde Mam Celal Talabani´nin kendilerine
dostca, ama uyarici bir kac nasihatlari olurdu.
„Siz bizim yerimizde Kürdistanli bir örgüt olsaydiniz, ne yapardiniz?“ sorusunun muhatabi
olurlardi. „Alternatifiniz nedir?“ sorusuna kafa yorarlardi.
Kuru ajite yüklü suclamalar yerine halkin temel ihtiyaclarini karsilayan politika ne olmalidir
konusunda bir arayis icinde olurlardi. Eger samimi iseler...
Bunu yapmadilar. Bunlarin böyle bir derdide olmadi ve olmazda. Dahasi Kürt ulus
düsmanligini siyaset edinmisler. Bu konuda elerinde geleni yaptilar/yapiyorlar. Sömürgecilere
sonsuz hizmete bulundular/bulunuyorlar.
Güneyli yurtsever politik güclerin sikintilarini biliyoruz. Zorluklardan, mecburiyeten
kaynaklanan bilerek, kabullenerek izledikleri politikalaini da biliyoruz. Bilmediklerimiz varsa
sorup ögreniyoruz.
Sömürgecilerle girilen iliskilerin kendi tercihleri olmadigi, herkesten cok bundan kendileri
rahatsiz olduklarini, ama buna mecbur olduklarini söylüyorlar. Buna kusku duymuyoruz.
Güney´deki devletlesme süreci cok zorlu gececektir. Ezeli düsmanlarimizin her engeliyle
karsilasilacaktir. Kürdistan halki ve önderligi umutsuzluga düsmeyecektir. Kazanacaklari
ilkesinde hareketle her türlü zorluga gögüs gerecekler. Zafere olan inanclarini daima yüksek
tutacak ve kazanacaklar.
Buna kusku duyanlar, ister bilincli, ister bilncsiz daima karsi-devrime hizmet ettiler. Bunlarin
basini sömürgeci sistemin icazetli „solcu“ ve „Kürtcü“ örgütlenmeleri cekti.
Isledigi insanlik sucu ile kimligi kirli Saddam Hüseyin´e „canli kalkan“ olanlar,
„devrimcilik“, „M-L“ ve „Maoist“lik adi altinda yurtsever ve devrimci Kürt önderlerini
„hain“, „isbirlikci“ vs. ilan ediyorlar.
Kendi sahipleri Türk tekelci burjuvazisine yakisan bir politikanin vereni oluyorlar. Kürt ulus
düsmanligi yüklü bir politikanin sahipleri oluyorlar.
Bunun icin vardirlar. Bunun icin varedildiler.
Katlanilacaktir!
Köprüden gecinceye kadar ayi´ya dayi demek gerekiyorsa o da yapilacaktir. Bunun hesabi
mutlaka, ama mutlaka bir gün sorulacaktir.
Türk egemenlik sisteminde hainlik kurumu deyip gecmeyin. Sistem hainini iyi calistiriyor.
Onlarda iyi calisiyor.
Yaptiklari insanlik sucudur. Hic bir suc cezasiz kalmaz. Akibetleri Saddam´in akibeti
olacaklarindan süphe etmiyoruz.
Kürdistan yurtseverlerine, miliyetcilerine ve her kesim Kürd insanina düsende bu sonu biraz
daha hizlandirmaktir.
03 Eylül 2005
“Kürt” Memet Yine öbete!
Hasan H. YILDIRIM
Türk ordusu, Türk toplumunu rehin almis. Düsürmüs. Kisiliksizlestirmis. Sürülestirmis. Rezili
rüsva etmis.
Türk toplumu, kep ile postal arasine sikistirilmis. Kisla disiplini kisilik asilanmis. Dalkavuk
memetlesen bir toplum yaratilmistir.
Bu bir resimdir. Türk toplum resmidir. Bu resim dogru okunmadan yapilacak yorumlar,
projeler ve atilacak pratik adimlar döner sahibini vurur.
Kolay degil. Yüzyillarin yönetim aliskanligidir. Osmanli gelenegidir.
Kolay kolay degismiyor. Degisecegide yok. Gerekir mi gerekmez mi oda belli degil. Cünkü
Türk toplumun degisim derdi yok.
Türk toplumun ic dinamikleri yok edilmis. Toplum degisecekse, bunu bir bilen bilir. Bilenler,
bilinir. Degisim kayisi ellerinde sikar, gevsetir. Verirler, alirlar. Verirler alirlar. Kimsenin
itirazida olmaz.
Toplumun bilmezleri, bu ahlakin sür-gitmesinde kendisine vazife cikardigi gibi, o meshur
bilene de “görevi” daima hatirlatilir.
“Kıbrıs elden gidiyor. Kürt devleti kuruldu. Şeriat düzeni geliyor. Ses çıkmıyor Paşam!”
Bu düsünce sadece kalemini satmis bir kac memet ile sinirli degildir. Bazi istisnalar olsa da
bir bütün olarak Türk toplumun yaklasimidir. Bu, bize Türk toplumun resminide verir.
Bu resim uniter devletcidir. Misak –i millicidir. Lozan´cidir.
Cirkin bir resim. Mide bulandiran bir resim. Dahasi ukala bir resim. Iste örnegi.
“PKK karşıtlığından Kürt düşmanlığına dönüşmekte olan kin ve nefret, başta Silahlı
Kuvvetler ve hükümet tarafından engellenemezse, vahim sonuçlar doğurur.“ (Ragip Duran)
Öyle ya! Türk toplum düzeninde Kürd düsmanligi yok. Öyle kardesiyiz ki, masallah etletirnak olmusuz. Hadini bilmez birileri aramiza fitne-fesat sokup bizi birbirimize düsman
ettirmeye calisiyormus.
Hic önemli degil.
Bilen o meshur kurtaricimiz hangi güne durur. Dursa bile bir memet ona görevini hatirlatmaz
mi? Hatirlatmaz olur mu? Yoksa gelismeler, ”vahim sonuclar dogurur”.
Mesela ne gibi „vahim sonuclar dogurur“? Bu zoraki birlik kaygisindan ileri gelmesin? Kürd
millet egemenliginin tesisi önlemeye yönelik olmasin?
Buna ne süphe! Peki damokratlik bunun neresinde?
Peki bu memet kimi kandirmaya calisiyor?
„Hukuki açıdan ve ilke olarak bakıldığında her yurttaşın, her sosyal grubun, başta ırkçılık
olmak üzere ayrımcılık ve şiddet çağrısı yapmamak kaydıyla, gösteri yapma hakkı yasa ile
güvence altına alınmış bir ülkede yaşıyoruz.“ (Ragip Duran)
Iste Türk aydini! Iste kalemini satmis memetlerden biri.
Be adam ne hakki, ne güvencesi? Insan bu zevati dinleyince tam demokratik bir ülke de
yasiyor hissine kapiliyor. Yav be adam, devletin kendisi irkci, halki irkci, toplumu irkci.
Peki sen hangi irkciliktan bahsediyorsun?
Aradigin „Kürt irkciligi“ mi?
Onu bulamasin.
Suc Türk memetlerde degil. Bizimde memetlerimiz var.
Kim mi?
Onlar kendilerini bilir! Ama biz yinede söyleyelim.
Hani ”Kürt sorunu”nu ”ayni zaman da Kürt ve Türk Basbakani olan Erdogan”dan cözümünü
isteyen zevat yok mu, iste onlar.
Bu zevat ”Kürtlük” adina caka satikca Türk memede denilecek bir seyde kalmiyor.
Cünkü ”Kürt” memet, Türk memet adine nöbete!
10 Eylül 2005
Tüh Onların Yüzüne!
Hasan H. YILDIRIM
Su Türkler acayip bir mahluk. Herkesi kendileri gibi ahmak ve enayi bilir. Dogru ya! Bosuna
kendilerine „Etrak-i Be Idrak“ denilmemistir. Kep ile postal arasina sikistirilmis bir kisiligin
ufku bu kadar olur. Ufuksuzluklarini yüzsüzlükleri ile örtmeye calisiyorlar. Bu da yetmeyince
kudurup saldirganlasirlar.
Gözümüzün icine baka baka siz yoksunuz diyorlar. Ama biz variz. Onlar, cografyamizda
olmadigi zaman da vardik. Ortadogu´nun en kadim halkiyiz. Dünya alem bunu böyle bilir.
Bilmek istemeyen birisi varsa o da, “etrak-i be idrak” olan Türk´tür. Adamlar, akilsizsa,
enayiyse, ahmaksa, yüzsüzse, yalanciysa kimsenin yapabilecegi bir sey yok.
Onlar, kendi karanlik dünyasinda utanclariyla yasaya dursun, dünya Kürdleri tartisiyor.
Kürdler, bedeli agir bir mücadelesi neticesinde dünya karar merkezlerinin davetli misafirleri.
Bunu can bedeli, kan bedeli kazandilar.
Bu güne kadar Kürdlere dayatilan statüko biliniyor. Kürd milleti, bu statükoyu degistirmek
icin bedeli agir bir mücadele verdi.
Bunlari kim inkar edebilir?
Hic kimse, ne Kürd milletinin tabi tutuldugu statükoyu, ne de buna karsi mücadele etmesini
görmemezlikten gelemez. Gelse ne olur? Gerceklere karsi kendini kandirmis olur. Bu da
onlarin ayibi olur.
„Etrak-i be idrak“ Türk´ün yaptigi budur. Zaman zaman „Kürt sorunu vardir“ demeleride bu
ayiplarindan siyrilmaya yetmiyor.
Dogru ya! Bizim tanimlamamizla Kürdistan sorunu, onlarin tanimlanmasiyla „Kürt sorunu“
vardir.
Peki bu sorunu kim/kimler yaratmistir? Bu sorunu kim/kimler cözecektir? Nasil cözülecektir?
Tüm bu sorularin cevabi aciga cikarilirsa her sey alanilesir.
Bir sorunun oldugu taraflarca kabul görüyor. O halde sorunun kaynagi, yani Kürdistan´a
dayatilan statükonun tanimlanmasi gerekir.
Eger sorunun cözümünde taraflar samimi iseler, her seyden önce bunun taraflarca ortak bir
görüsle teyit edilmesi gerekir.
Ondan sonra da ne yapilmasi gerekir bir plan ve program cercevesinde uygulamaya sokulur.
Peki bunun uygulanabilir kosullari var midir?
Taraflar bu konu da hazirlar mi? Bunu söylemek güc.
Kuskusuz Kürd tarafi bu konuda samimi ve sorunun cözümünü demokratik bir zeminde
cözmeye hazirdir.
Ama ayni seyi „etrak-i be idrak“ Türk tarafi icin söyleyemiyoruz.
„Etrak-i be idrak“ Türk tarafi 82 yildir sürdürdügü inkar ve imha politikasinda diretiyor. Bu
konu da bir esnemeden bahsetmek mümkün degildir.
Peki bu kosullar da Kürd yurtsever hareketi ne yapmalidir?
Bu soruya amasiz, fakatsiz, böylede olur söylede olur kimliksiz bir politikasizliktan uzak
cevap verilmelidir.
Kürd-Kürdistan´in su an tabi kilindigi kosullar biliniyor. Bu kosullarda yasayan bir milletin
yapmasi gerekeni Kürd milletininde yapmasi gerekmez mi?
Tarihte buna benzer yasanmis örnekler sayisizdir. Buna itirazi olan var mi? Var!
Kim bunlar?
Kürd milletini TC kapisina baglamaya calisan malum cevreler. Efendisiz yasamayi
kendilerine lüks sayanlar.
Tüh onlarin yüzüne.
19 Eylül 2005
Türk'ün Trenine Binmek
Hasan H. YILDIRIM
Ankara toplantisi magluplarinin degerlendirmelerine baktigimda bu ne bicim aydin ve
politikaci demekten kendimi alamiyorum.
Bir yer de düsünüyorum.
Yüzyillarin sömürgeci baski ve uygulamanin yarattigi ucube aydin ve politikaci bu tip olsa
gerek diyorum.
Adamlar bir yerlere söz vermisler. Bir toplanti yapacagiz diye.
Bu kadar etiket sahibi insan katacagiz.
Sana/size destek mealinde bir aciklamada bulunacagiz demisler.
Ama evdeki hesap oteldeki hesaba uymamis.
Oteldekiler masallah cin gibi. Hani cin cin cigner cinsinde. Cignediklerini agizda parlayinca
amanim teröristler toplantiyi basti korkusu basmis kendilerini. Dilleri tutulmus.
Niye böylesi bir toplanti yapilmis aciklamasindan bile korkmuslar.
Meydani cin cin cigner teröristlere birakmislar.
Onlarda Kürd ulusunun bilmem kader mi nedir bir seyler söylemisler.
Al sana kac yapayim derken toplanti cagricilarini bir ates basmasin mi?
Simdi efendiye destek cikmadi cikmamasinada bir de al basina bella.
Bölücülük damgasi yemede arkasinda gelmez mi?
Bela geliyorum demez.
Ama bu cok “iyi” niyetli adamlar durduk yerde cagrilariyla basina is aldilar.
Simde gelde bu beladan kurtul.
Kurtulmak öyle zor mu? Ne sandiniz? Herkesi cantada keklik mi sandiniz.
Eh biz bu isin simsariyiz. Eyvallah Kayserili gibi anamizi sösler babamiza satana tas
cikartiriz.
Cagiririz adamlari. Cekeriz bir nutuk. Gelenlere gereken misafirperverligide gösterdik mi bir
de sonuc metnine imzalarini attirdik mi dogru Basbanimizin karsisina cikip nasilda hayirli
vatan evladi oldugumuzu gösterdik mi, ondan sonrasi gel keyfim gel.
Secimlerde liste basi mi dersin, devlet ihalelerini kapma mi dersin, dayali düseli büro teslimi
mi dersin, akla gelmeyecek firsatlar icinde firsat begen.
Kurgu hayal kalp atislari esliginde tüm bu nimetler elden gittigi gibi üstüne üstlük cin cin
cigneyen agzi bombali teröristlerle ayni salon havasini tenefüsten TC ceza yasasini bilmem
hangi maddesinin hangi bendine göre yargilama yoluda acilmis olmasin mi?
Aman canim bu kadarda umutsuz olmayin.
Musa hazretleri “tren kacirmis degil” diyor.
Daha hala devleti aliye karsisinda kendilerini ispat sanslari var diyor.
Tez elden “durumsal davranaktan” “bir konsensus yarataraktan” “sayin basbana ileterekten”
“bu firsat degerlendirilmedir” diyor.
Uyan olur mu?
Olmayacagina benziyor.
Anlasilan musa hazretleri ve onun gibileri treni kacirdilar gibime geliyor.
Ha siz ne dersiniz?
“Apo Severler” Kürdistan Yurtseverleri Olamazlar!
Hasan H. YILDIRIM
Birileri daima A.Öcalan´i düzeltmeyi kendine is edindi. Sebebsiz degildi. Gerekceleri
farklidir. Kimi inancindan, kimi bilincsizliginden. Kimi de ekmek kapisi yaptigindan.
Karsiligi maddi ve manevi kazanctir. Zayif kisilkli bireylerin gecim kapisiydi, hala da öyledir.
A.Öcalan, aslinda degisik yer ve zamanda kendini acmaya calisti. “Kapali hic bir seyimiz yok.
Her sey aleni ve ben bunun bilinmesini istiyorum.” dedi.
Kimse bununla ne demek istedigi üzerinde kafa yormadi. Aslinda verilen mesaj ile ne
anlatmak istedigi beliydi. Mesajin iletildigi adres herkesti. Ankara mesaji dogru okudu.
Okumuyanlar yurtsever, devrimci cevreydi.
Bir de “Apo severlerdi”.
Bu cevreler, A.Öcalan ve örgütünü desteklerlerken verilen silahli mücadelenin arkasina
gizlendiler. A.Öcalan´in yönlendirdigi savasin Kürdistan´i yikima götürdügünü
görmemezlikten geldiler. Kürdü Kürde kirdirdigini görmek istemediler.
“Heval kursuna adres sorulmaz” dediler.
Bir seyi yeniden gözden gecirmek gerekir. PKK, savasi niye Kürdistanla sinirli tuttu?
Savasi niye Türkiye sathina yaymadi? Buna gücü mü yetmezdi?
Sorular cogaltilabilir. Bunlarin cevabi PKK´nin varolus nedeninden gizlidir. Bu gizi
cözemiyenlerin yaptigi ve yapacagi her tahlil gercekleri ifade etmez.
A.Öcalan´nin su söyledikleri ilginc degilmidir. “Su ana kadar savasi sinirladim. Kisi olarak
sizlere, Türkiye´ye yönelmedim. Daha gerillaya, Kürtlere ´kamikaze olun´ demedim.”
Bunun ne anlama geldigini Kürtler, cözmek zorundadir. Bu cözülmeden A.Öcalan ve dogal
olarak örgütünün gercekligi anlasilamaz.
TC devleti tarafindan “Apocu hareket” sokaga salinmasiyla birlikte “Bende Kürtlük aski
yoktur.” “Kürt ulus kökünü en iyi ben kazarim:” Gecmis Kürd isyan ve ayaklanmalari gerici
ve günümüzdeki Kürd yurtsever hareketini “ajanlasmis yapi” ilan etti.
“Ajanlaşmış yapı, kurum ve kişilere karşı devrimci şiddet taktiği” olarak adlandırılacak bir
mücadele süreci başlatıldı. „
Bu politikanin sonuclari bugün ortadadir. Tahrip edilmis bir Kürdistan ve tasviye ile yüzyüze
olan Kürd potansiyeli.
Kürd-Kürdistan yikima götürülürken birileride bir kontra olan A. Öcalan´i düzeltmeyi
kendine vasife edindi. Söylediklerine “derin anlamlar” yükledi. “Taktik yapiyor” dedi. “Bir
bildigi var” dedi. Gazetelere boy boy ilan verip “Basimizsiniz” dedi. “Biji Serok Apo” dedi.
A.Öcalan agzinda “övülmesinin yasak sövülmesinin serbest oldugu”nu kamuoya tasiyip alet
olundu. Bu kisilik mercek altina alinmayi gerektirir.
Peki A. Öcalan, ne yapti? Bu zevatin icine düstükleri sefaleti görünce “Siz beni öyle kolay
kolay anlayamasiniz” deyip onlari her zaman kücümsedi. Ama bu ayak takiminin desteginide
alarak “Kürt ulus kökünü kazimaya” devam etti.
Kürd yurtsever hareketin bir türlü desifre edemedigi veya elindeki imkanlarla bunu Kürdistan
kitlelerine anlatamadigi meselede budur. Bu basarilmadigi müddetce TC devleti, PKK´´yi
”Kürtlük” adina daha cok Kürd ulusuna karsi bir piyon olarak kullanacaktir.
Günümüz de Kürdistan´in merkezinde yer aldigi Ortadogu´da büyük emperyalist devletlerin
ve bölge aktörlerin kendi aralarindaki hegemonya mücadelesi tüm hiziyla devam etmektedir.
Türkiye´de bu rekabet icinde bölgesel emperyalist bir güctür. „Dünya devleti“, „bölgesel güc“
oldugu söylemi bunun sonucudur. Son Irak isgali ile ABD-Türkiye dalasmasi bölge üstünde
egemen olma mücadelesidir.
Türkiye, yayilmaci ve sömürgeci bir ülkedir. Kendi egemenlik alaninin daralmasi olarak
gördügü Irak isgal olayina karsi cephede yer alisida bunun sonucudur. Iran ve Suriye
devletleri, Saddam artiklari ve kökten dinci terörist örgütler ile birlikte ittifak kurmasinin
nedenide budur.
Türk egemenlik sisteminin tarihsel olarak Kerkük ve Musul üzerindeki hesaplari son Irak
isgali ile tarihe gümüldü. Sorun bununla bitmedi. Bu sefer Güney Kürdistan´daki devletlesme
büyük sorun olarak karsilarina cikti.
Güney Kürdistan´nin diger parcalar icin bir cazibe merkezi haline gelme korkusu Türk
egemenlik sistemini sarmistir. Zaten tarihten gelen Kürd düsmanlgi son gelismelerle birlikte
tam bir paranoyaya dönüsmüstür. Hincinide Kuzey parcasindaki halkimizdan almaktadir.
Askeriyesiyle, polisiyle, Jitemiyle, Köy korucusuyla, itirafcisiyla ve bütün sivil militer
gücleriyle yaptigi katliamlari yetersiz görecek ki, son dönemlerde sivil halkide mobilize
ederek, sokaga dökerek Kürd avina yönlendirmistir. Kürdleri linc etme operasyonlari
baslamistir.
Operasyon devletin plan ve programi sonucu devreye konuldu. Her zaman ve olay da oldugu
gibi „Apocu“ hareket, bu son linc operasyonda da bir provakasyon aleti olarak kullanildi.
Bununla beraber sanki Kürd tarafi imiscesine bir de hava yaratilmak istendi. Esas tehlike
budur. Desifre edilmesi gereken karanlik nokta da budur. Bu önemli bir meseledir. Cünkü TC
devleti, bu politikasiyla Kuzey Kürdistan´da yurtsever hareketin önünü kesmek icin PKK´nin
varliginin devami icin caba sarfediyor.
Ki Kürdistan´in her dört parcasinda da PKK, sömürgeciler tarafindan Kürd ulusuna karsi
savastirilmaktadir. Bu, sadece bugüne özgü bir olay degildir. A. Öcalan ve cetesinin sokaga
salinmasindan bugüne kadar bu böyledir.
Bunun en bariz örnegi, PKK´nin TC´nin onayi ile Güney Kürdistan´da üslenmis olmasi ve
arkasinda bunu savas nedeni sayiyor olmasidir. Iki de bir Güney Kürdistan´a girecegim diyor.
Bir taraftan tehdit savururken diger tarafta Güneyli gücler ile PKK´yi savastirmak istiyor.
PKK´nin su an Güney Kürdistan´da üstlenmesinin nedenide budur.
PKK, Güney Kürdistan´daki kazanimlara karsi daima kullanilan bir güc oldu. Bu dün de
böyleydi, bugünde böyledir. Kürd ulusuna karsi kullanilacak bir arac oldugu ortadadir.
Varolus nedeni budur.
PKK´nin Güney Kürdistan´daki varligi her zaman Türk devletinin Güney Kürdistani isgal
gerekcesi olmustur. PKK, bu kozu bilerek TC devletine vermistir. Belki bu dün görülmedi,
ama bugün tüm ciplakligiyla ortadadir.
PKK´nin sürdürdügü anti- Kürd politika sadece Güney Kürdistanla sinirli degildir.
Kürdistan´in tümünde KUKM´ni zaafa ugratmak, tasviye etme görevini üslenmistir.
Diger yandan da bu durumu örtbas etmek icin ABD´yi PKK´ye saldirtmak politikasi izliyor.
TC devleti, cok yönlü bir siyaset yürütüyor olsa da bu konu da samimi olmadigi biliniyor.
Her ne kadar PKK´yi bittirmek istedigini söylesede bu gercegi ifade etmiyor. Cünkü PKK
kendi mamülleri ve istedikleri güce karsi istedikleri gibi kullaniyorlar.
PKK, Qandil´de pusuda bekliyor. Su an Güney Kürdistan politik güclere direk saldirma
ortami bulamiyor. Fakat kendini KDP-YNK arasinda bir catisma beklentisine endekslemis
bulunuyor. Bunu bosa cikarmakta Güneyli güclerin birlikte hareket etmesine baglidir.
Efendileri olan TC devleti gibi, PKK´de Güney Kürdistan´daki gelismelerden cok rahatsizdir.
Hele kendi kadro ve taraftar kitlesinde Güneydeki devletlesmeye duyulan sempatinin bertaraf
edilmesi icin akla hayala gelmeyecek yollara bas vuruyorlar.
“Koma Komalên Kürdistan”, genel de Kürdistan özel de Güney Kürdistandaki devletlesmeyi
engelemek icin devreye konulan bir plandir.
“Apocu” ihanet grubu Kürd ulusu icin devletlesmenin ne kadar kötü olacaginin cabasini
veriyorlar. Devlet´e karsi “demokrasi”yi cikariyorlar. Sanki demokrasi devletin bir bicimi
degilmis gibi puslu bir hava yaratilarak Kürd ulusunun devletlesmemesi icin her yola bas
vuruyorlar.
Fakat buna karsin Türk egemenlik sisteminin uniter yapisinada saygi duyduklarini,
bagliliklarini ilan etmeyide unutmuyorlar. Sabah, öglen ve aksam istisnasiz üc defa TC
devletinin uniterligini kutsuyorlar.
Senbollerini kendi sembolleri oldugunu söylüyorlar. Seroklari, “En büyük Atatürkcü benim”
diyor. “Ne mutlu Türk´üm” diyor. Kürd milliytciligini engelediklerini söylüyor. “Türkiye
ulusu” gibi bir ucube ile Kürdistan ülkesi ve Kürd ulusunu yok sayiyor.
Tüm bunlar, A. Öcalan´in ihanetini belgeliyor. Kimi beyinsizler de bunlari görmemezlikten
gelerek bu ihanetciyi “Kürt ulusal önderi”, “Kürt halk önderi” vs. ilan ederek ihaneti
kutsuyorlar. Ihanetin suc ortaklari oluyorlar.
Bu ihaneti yapanlar, genis bir yelpazeyi olusturuyor. Söz ve eylemleri birebir örtüsmesede
sonuc olarak sömürgecinin degirmenine su tasiyan oluyorlar. Bu özelikleri ile ihanetciliklerini
aciga vuruyorlar.
Bunlar, “Apo severler” oluyor.
“Apo severler”, Kürdistan yurtseverleri degildirler!
Kürdistan sorununa iliskin cözüm bicimi sömürgeci sistemin cözüm biciminin kendisidir.
Görevi Kürd ulusal potansiyelini aciga cikarip tasviye etmektir. Halkin enerjisini ortaya
cikarip bir hic ugruna tüketmektir.
Kürdistan sorununu cözümünü saglayacak alternatif örgütlenmeleri engelemektir.
Eylemleriyle Kürdistan sorununu terörize etmektir. Uluslararasi alan da Kürdistan sorununu
terörizm ile es anlamli kilmaktir. Bu konuda da basari sagladigida bilinmektedir. Ortaya
salindigindan bugüne izledigi teori ve pratigi ile Kürdistan sorununu cözülmez bir hale
getirmistir.
PKK asilmadan Kuzey Kürdistan siyasal önderligi yaratilamaz. Kuzey Kürdistan siyasal
önderligi yaratilmadan da Kürdistan sorununun cözümü mümkün degildir. Bu baglamda
PKK´nin asilmasi sarttir.
Bir cok örgüt veya parti, bu konu da bir cabanin icinde oldugu biliniyor. Fakat varolanlarin
alternatif olmasi mevcut teori ve pratiklerine bakildiginda bundan cok uzak bir yerde
seyrettigi görülüyor. Samimi olarak bunu ifade etmezlersede isin gercegi budur.
Bu nedenle Kürdistan siyasal önderliginin ortaya cikarilmasi mevcut olan örgüt ve partileride
asan bir örgütlenmenin sart oldugu gercegi önümüzde duruyor. Haydi isiniz rast gelsin!
22 Eylül 2005
Đntikam!
Hasan H. YILDIRIM
Abu ne kadar da çok “kurtarıcımız” varmış(!) Ağzını açan “kurtarıcımız” kesiliyor. Hepsi de
birbirleriyle yarışıyor. Ne kadar da bizim çok “sevenimiz” varmışta haberimiz yokmuş.
Çok kurtarıcımızın olması hoş, ama bana öyle geliyor ki, hepsinin ortak noktası bizi şu veya
bu şekil de ya katliamdan geçirmek, ya da asimilasyondan geçirip buharlastırıp kurtulmak
istiyorlar.
Yanılıyor muyum? Yanılmayı o kadar çok isterdim ki! Ama ismim kadar eminim ki, bu
herifci oğulları bizden kurtulmak için elele vermiş, binbir alicengiz oyunuyla kökümüze incir
ağacı dikmeye çalışıyorlar. Hem de profesyonelce çalışıyorlar.
Karşımıza değişik tenk ve ton da çıkıyorlar. Kimi katı inkar ve imhayı dayatıyor. Kimi
binyılların “tarihsel kardeşliğini” seslendiyor. Kimi “din”, kimi “sınıf” kardeşliğiyle
üstümüze geliyor. Kimi yüzüne Kürd ve Kürdistan yaptasını takıp bizi boğan, nefes
aldırtmayan sınırlara saygılı olmamızı istiyor. Kimi ulusal egemenliğimizi gasbeden ceberut
devletin sembollerine saygı duymamızı buyuruyor…
Velhasıl bu odakları saymakla bittiremiyeceğimiz kadar çoktur. Hepside bizim “iyiliğimiz”
için çırpındıklarını söylüyorlar. Anlayacağınız hepsi “kurtarıcı” kahramanlarımız”(!)
Bize yuturmaya çalıştıkları bu nanelere alıcı olalım mı? Tövbe! Bizde uzak kalsın. Đyisi mi
kendilerinde kalsın.
Dışarıda gelecek kurtarıcıya ihtiyacımız yok. Kurtarıcımız kendimiziz. Kurtuluş yolumuz açık
ve net. Bunun mücadelesini veriyoz. Düşmanı bu gün yenememiş olsakta mutlaka bir gün
yeneceğimize inaniyoruz.
Kürdistan sorunu, Kürd millet dinamiklerinin kendi mecrasında örgütlenmesi ve mücadele
etmesiyle çözülecektir. Vatan ve millet eksenli politikayi temel alarak zafere ulaşacaktır.
Zafer, bir avuç milli hain dışında bir bütün olarak Kürd millet dinemiklerinin ortak bir
cephede düşmana karşı mücadele etmesiyle kazanılacaktır.
Mücadelemiz ulusal mücadeledir. Bu mücadele de tüm sınıf ve katmanlar yerini alacaktır. Bu
aşama da sınıf kimliği dahil tüm diğer kimlikler tali, ulusal kimlik esas olacaktır. Ülke
bağımsızlığa kavuşuncaya kadar diğer kimlikler ulusal kimliğe tabi olacaktır.
Bunun tersi yaklaşımlar Kemalizmi asamayan ırkçı, şoven Türk sol hareketin yaklaşımı olup,
KUKM´ni parçalamak, güçten düşürmek ve tasviye etmek için önümüze kunulan tuzaklardır.
Gözümüzün içine baka baka yalan söylerler. Her zaman ki meslekleridir. Kendilerince bizleri
kandıracaklarını sanırlar. Bunu başaramayıncada ne milliyetçiliğimiz, ne emperyalist
uşakliğımız kalır.
Öyle ya bu zevat cok „sinifsal“ takilir. Biz ise meseleye „milliyet esasina göre“
bakiyormusuz. Peki sormazlar mi bundan ne kötülük var?
Peki ne diyor musuz?
Ülkemiz parçalanmış, paylaşılmış, sömürgeleştirilmiştir. Ulusumuza inkar ve imha
dayatılmıştır. Bir eksik bir fazla bu kadar basit ve yalın.
Peki bu koşullar altında olan bir ulus ne yapar/yapmalı?
Gasbedilen egemenliini geri alma, bağımsızlığı elde etme, parçalı ulus ve ülkeyi birleştirme
mücadelesi verir. Yanlışlık bunun neresinde?
Yanlışlık KUKM'ni veren Kürdistan yurtsever hareketin yaklşım ve girişimlerinde değildir.
Yanlışlık henüz ırkçı, şoven, ilhakçı Kemalist düşüceyi rehber alan iflah olmaz “sol“ maskeli
milliyetçi Türk sol hareketin sosyal-şoven yaklaşımındadır.
Türkiye, sömürgeci-altemperyalist bir ülke. Kendileri Türkiye devriminin hedefini belirlerken
istisnalar dışında bütününe yaıin “Bağımsız Türkiye“ hedefini devrimin stratejik hedefi
olarak savunmada bir sakınca görmezler. Bu yaklaşım onlara göre “sınıfsaldır”.
Ama sömürge ötesi Kürdistan için “Bağımsız Kürdistan“ dediğimiz zaman her ne hikmetse
soruna “sınıfsal” değil de “milliyet esasına“ göre bakiyormuşuz. Bu ve benzer zırvaları sayip
döküyorlar.
Eh peki onlar ne öneriyorlar? Onların doğmaları hazır. Kimine göre “Türkiye´ye demokrasi
gelirse Kürd sorunu çözülecek“miş(!) Kimine göre de “Türkiye'de devrim olursa Kürdlerede
özgürlüklerini verecekler“miş(!) Bir fazla bir eksik söyledikleri bunlar.
Fakat biz, bu “demokratları“, “sosyalistleri“ başka yerde de gördük. Hiçte öyle kimseye hakmak verdikleri olmamış. SSCB ve Yoguslavya'da pandora kutusunun açılmasiyla bu görüldü.
Ulusal düşmanlıklar öyle kolay kolay yok olacak bir şey değildir. Hemen kalksın demekle
kalkmiyor. Hele “ulu“ sekreterlerin emirleriyle yayinlanan kararnamelerle hiç olmuyor.
Başka ülkeler bir yana SSCB ve Yoguslavya'daki uygulamalar ve günümüze taşıdıkları
sorunlar biliniyor. Bu gerçeğe gözünü kapayanlar, “usta“ kabul ettikleri insanların
kitaplarında aşındırdıkları alıntılarla sorunu çözdüklerini sananlar, eğer artniyetli değillerse
çocukca davraniyorlar.
Bir an onlar gibi düşünelim. Farz edelim ki, Türkiye “bağımsız ve demokratik“ bir ülke oldu.
Peki bu koşullarda Kürdistan sorunu çözeceği garantisi nedir? Bunun için ellerinin altında
hazır bir reçeteleri mı var? Hazır reçetelerin ne anlama geldiğini başkaları bir yana Kürdler,
ne anlama geldiğini yaşayarak bilirler. Bu konuda ki, deneyler henüz tarih olmamış kadar
yenidir.
Çokça övündükleri M. Kemallerinin Kürdler hakkında 1919-1922 arası ile 1923 sonrası
söylediklerine ve de uygulamalarına bakabilirler.
Birileri diyebilir ki, “O burjuva idi. Biz sosyalistiz”. O zaman yakın tarihimizde yaşanan şu
olaya baksınlar.
Mahabat Kürd Cumhuriyetinin yıkılmasından sonra ölümsüz Mustafa Barzani ve arkadaları,
üç sömürgeci devlet ile çatışa çatışa SSCB toprağına ulaşırlar. KUKM'nin evsanevi önderi ve
arkadaşlarına karşı “sosyalistler” hiçte dostça davranmadığı bilinmeyen bir sır değildir.
Kendilerine karşı uygulanılan tecrit, gözhapsi, güçleri dağıtma vs. uygulamalar bilinen
şeylerdir.
Hele tarihsel olarak Kürd-Azeri düşmanlığı orta yerdeyken Azeri Sosyalist Cumhuriyeti
Devlet Başkanı Nazeryev'in efsanevi Kürd lider M.Barzani ve yanındaki Kürdistan
yurtseverlerine dostça davranmadığı “sosyalist“ olmasıda engel değildi. Yüzyilların ulusal
düşmanlığının yaratığı kin ve nefretin bir günde yok olup gideceğini sanmak safdilik olur.
Nazeryev, aynı zamanda Azerbeycan Komünist Parti Sekreteri ve bu parti Bolşevik partinin
bir koluydu. Bu parti ve sekreterinin efsanevi Kürd lider M. Barzani ve arkadaşlarına
yaklaşımı teoride iddia edildiği gibi hiçte “dostane“ olmadı.
Ne dostluk, ne yardımlaşma, ne destekleme ortada yoktu. Bu, bir yana kendilerine karşı tecrit,
hakaret, alçaltma ve düşmanca davranıldı.
Peki bu, neyle izah edilecek?
Yasanmış tarihten ders alarak diyoruz ki, yakamızda düşün. Bize gölge etmeyin. Bizi
kurtarmaya hiç kalkmayin. Sizin bize yapacağınız en büyük iyilik yanlışlıktan mı,
slışkanlıktan mı bahçemize girmiş efendinizi ülkemizde çekin.
Bizi kendi halimize birakın. Bu halimizle daha mutlu oluruz.
Ama biz, biliriz ki, bize bu iyiliği yapmasınız. Çünkü siz “Kürd diyarında uluyan sırtlanların
ve çakalların“ torunlarısınız.
Siz tek bir dil de anlarsınız. O halde sizinle anladığınız dil ile konuşacağız.
Eşsiz güzel insan Nuri DERSĐMĐ'nin dediği gibi:
“Đntikam!
Đntikam! … Kürt namusuna sürülen lekeyi temizlemek icin.
Đntikam! … Sürgülenen yüzbinlerce Kürt yavrusunun feryadını dindirmek için.
Đntikam! … Girdaplara atılan, ateşlerde yakılan gelin ve kızlarımızın Kürdistan ufuklarında
uğulduyan iniltilerini dindirmek için.
Đntikam! … Darağaçlarının altında ölümü kahramanca selamlayan; “Yaşasın özgür ve
bağımsız Kürdistan!,” diye haykırarak şehitlik tacını giyen, binlerce vatan kurbanının
amaçlarını gerçekleştirmek için.
Đntikam! … Kürdistan denilen, harap edilen Anayurd’un kurtuluşu için.
Đntikam! … Kürt diyarında uluyan sırtlanların ve çakalların ırkının pis vücutlarından Kürt
vatanını temizlemek için.
Đntikam! … Medeniyet denilen kahpenin peşine sığınarak bize uluyan köpekleri susuturmak
için.
Đntikam! … Đntikam! … Đntikam! …
Yaşasın özgür ve bağımsız Kürdistan!“
24 Eylül 2005
Lozan-Brüksel Ekseninde Boğulmak Đstenen Kürd-Kürdistan
Hasan H. YILDIRIM
Kürd ulusunun kaderinin belirlendigi Lozan ve Brüksel´i iyi okumak Kürdler icin hayati bir
meseledir. Kürdler, Lozan´da tüm ulusal haklarini yittirdiler. Emperyalistler ve Kemalistler
karsilikli cikarlarini öngörerek Kürdistan´i cetvelle ölcerek bölüp paylastilar. Kürd ulusunun
egemenligini gaspettiler.
Daha sonra inkar ve imhayi dayatilar. Halkimiza akla gelebilecek tüm yaptirimlari dayayip
uyguladilar. 82 yildir halkimiza reva görmedikleri hicbir insanlik disi uygulama birakmadilar.
Uygulayicilari Türk, Arap ve Fars tiranlari olurken, destekleyicileri Batili ve Dogulu
emperyalist ve sömürgeci güc merkezleriydi.
Bu Avrupa degil miydi, ulusumuza karsi imha savasi acan devletleri siyasi, diplomatik,
ekonomik, askeri vs. her alan da destekleyen? Bu Avrupa degil miydi, Saddam´a tonlarca
zehirli gaz satan? Binlerce insanimizin hunharca ölümüne yol acan?
Kürd ulusu Batili ve Dogulu tiranlarin tesvik ve destegiyle soykirimdan gecirildi. Bu,
insanliga karsi suc degil midir?
Avrupa, ülkemizi ve ulusumuzu egemenligine alan bölge devletlerine yillarca „ölüm satti“.
Ezeli Kürd ulus düsmanlarina ölüm satanlar bile bugün bunu kabul ediyor. Peki huylu
huyundan vazgecmis midir? Kimse bu iddia da bulunamaz. Avrupa, bugün de Iran, Suriye ve
Türkiye´ye „ölüm satiyor“. Saddam artiklariyla ittifak kuruyor.
Bugün de Avrupa baskentlerinde izlenen politika, dünden bugüne Kürd ulusuna karsi izlenen
politikanin devamidir. Avrupa´nin Kürd ve Kürdistan politikasindan dünden bugüne degisen
bir sey yok. Kürdistan´i bir ülke, Kürdleri bir ulus olarak görmüyorlar. Kürdler, bir azinlik
olarak bile kabul görülmüyor. AB belgeleri ortadadir.
Bu ciplak gercek bile bir cok Kürd aydin ve politik cevresi tarafindan görülmek istenmiyor.
Onlar, gercekleri baz alip politika üretmeleri gerkirken subjektif niyetlerini teorilestirip
Lozan´in Brüksellestirilmesi politikalarina Kürd cephesinde destek sunuyorlar. Kürd ulusuna
bir asir daha esaret dayatiyorlar.
Bunlari söylemekle malum Kürd cevrelerine haksizlik mi etmis oluyorum? Hic sanmiyorum.
Politik yaklasim ve pratikleri söylediklerimin dogrulugunu ispatliyor. Bu malum cevreler,
Kürd-Kürdistan politikasi yapacaklarina TC devlet politikasinin Kürd ayagini olusturuyorlar.
Bu nedenle Lozan antlasmasina karsi degildirler. Bu nedenle Brüksel´in anti-Kürd politikasini
destekliyorlar. Kürdlerin “devlete ihtiyaci yoktur” diyorlar,
“TC devlet sinirlarina bagliyiz” diyerek Brüksel´e yürüyorlar. Fakat Lozan´a yürüyemediler.
Yürüyemezlerdi! Cünkü onlar Lozan´i Brükselestirmekle meskuldurlar.
Isin tuhaf tarafi yüzsüzlük yapiyorlar. Insanin gözünün icine bakip yalan söylüyorlar. Bunu
onlarin kisilik sorunu deyip geciyorsunuz. Fakat mesele bununla bitmiyor. Yalanlarina kafa
salamani istiyorlar.
Temmuz´2005 tarihinde kamuoyunun gözü önünde Lozan Antlasmasina iliskin bir tartismamücadele yasandi. Tartisma ve mücadele Türk devleti ile Kürd yurtseverleri arasinda gecti.
Kürd yurtseverleri, bu tartisma ve mücadelede alinlarinin akiyla ciktilar. Türk devletinin irkci,
soven, katliamci yüzlerini bir kez daha ortaya koydular. Isvicre devletini uyardilar. Türk irkci
ve katliamcilarin isledikleri suclara dikkatlerini cektiler. Mahkemelerinde irkcilik ve soykirim
savunuculugunda yargilanmasinda etkili oldular.
Bazi cevreler, isin politik yönünü unutup Kürd tarafin yaptigi mitinge kac kisi katildi
meselesine kafayi takip eylemin özünü bosa cikarmaya calistilar.
Kimi de bu corba da tuzu olmamasina karsin eylemi basindan beri savunan, gerceklesmesinde
büyük caba ve emegi gecenleri eylem sonrasi yok sayip piskince eyleme sahip ciktilar.
Simdi burada kim ne yapti, yapmadi tartismasina girmeyecegim. Kamuoyu bu konu da yeteri
derecede bilgi sahibidir. Bu ciplak gerceklige karsin o malum cevrenin Osmanli da oldugu
gibi, “ekende yok, bicende yok, ama harman da ortak” tavri mide bulandiricidir.
Yapilan tam da bir hirsizliktir. Hirsizligin binbir türü var. Fakat en cirkini siyasi olanidir.
24 Temmuz 2005 Lozan miting´inde KAWA´cilarin büyük emegi olmakla beraber, antiLozanci Kürd yurtsever cevrelerin ortak eylemiydi. Eylem daha görkemli olabilirdi. Bu da
ancak Kürdistanli tüm parti, örgüt, demokratik kurulus ve aydinlarin ortaklasa müddahalesiyle
olabilirdi.
KAWA´cilar, bunun cok cabasini verdiler. Türk devletinin „lozan 2005“ eylem hazirliginda
oldugunu ögrenir ögrenmez, bunu Kürd kamuoyuna tasidilar. Düsman Lozan´a Kürdleri
düeloya cagiriyor dediler. Kürdlerin bu düeloya gitmesi gerektigini söylediler. Bunun
öncülügünü PNK´nin yapmasini önerdiler.
Ama malum cevreler, bu yurtsever sessi isitmemezlikten geldi. Isi agirdan alip unuturmaya
calistilar. Ama Kürd yurtseverleri seslerini yükseltince – Đsviçre Kürdistan Halk Đnsiyatifi,
NEWROZ ve RIZGARI siteleri basta olmak üzere bazi Kürd siteleri, Welatrodi, Sedat
Güncekti, Solaxi, bervarto, Metin Esen, Cüneyt Dagdelen, Hasan Dere, Veli Abbas ve aklima
gelmeyen Kürd aydin ve politikacilarin tavri taktire sayandir -PKE´nin bir aciklama
yapmasina evet demek zorunda kaldilar.
Oysa bu tür eylemlilikler, PNK veya PKE´nin önderliginde olmasi gerekirdi. KAWA´cilarin
tüm cagrilarida bu yöndeydi. Parti, örgüt, kurum ve aydinlarimiz gereken hassasiyeti
göstermeyince “Allience Des Kurdes ” insiyatifi ele almak zorunda kaldi. Simdi Allah icin
herkes sapkasini önüne koysun. KAWA´cilarin bunda ne sucu var?
24 Temmuz 2005 tarihi herkes icin bir sinavdi. Cok seyi ortaya cikardi. Bir ayristirma islevi
gördü.
Birilerinin maskesini düsürdü.
Kendilerini TC kapisina baglamak isteyenlerle Bagimsiz Birlesik Kürdistan diyenleri
ayristiran bir turnusul görevi gördü. Iyi de oldu.
Malum cevrelerin irkci, fasist, sömürgeci TC devlet sinirlarina ne kadar bagli olduklarini bir
kez daha ortaya koydu.
Türk „kardes“ ve „dostlari“na yanik mektup yazanlar, Avrupa baskentlerinde „Türkiye´yi
AB´ne alin“ lobi calismasi yapanlarin Lozanci oldugu ortaya cikti.
Kürd yurtsever cevreleriyle Türk devleti arasinda Temmuz´2005 süren mücadelede sessizlige
gümülenlerin dilleri her ne hikmetse 3 Ekim öncesinde cözülmeye basladi. Kürd tarafin
miting iznini alan ve organize eden „ Allience Des Kurdes “nin cagrilari kendi sitelerine
gönderilmesine ragmen asmayip, kapi arkalarinda „bu eylem KAWA´cilarindir“ deyip bosa
cikarmaya calisanlar, simdi kalkip ulusal birlik cagrisinda bulunuyorlar.
Peki ulusal birlikte anladiklari nedir? Malum cevrenin 3 Ekim´de yapacagi mitinge destek
verirsen birlikci olunuyormus, vermesen anti-ulusal birlikci olunuyormus. Aman Allahim!
Kimlerle dans ediyor musuz da haberimiz yokmus.
Hani bir söz vardir. Kim de ne yoksa en cok onu dillendirir. Bu malum cevrede de olmayan
ulusal birliktir. Eger böylesi bir dertleri olsaydi tek basina miting karari almadan önce kendi
disindaki Kürd parti ve demokratik kuruluslarina cagri yapip böylesi hassas bir dönemde
Kürdlerin birlikte hareket etmelerini saglamaya calisirdi. Ama ne gezer!
KAWA´cilarin her olay da oldugu gibi Lozan 2005 eyleminde de tutumu ulusal ve birlikciydi.
Ama ayni durusu malum cevrede görmek mümkün degildir. Onlar, daima KUKM´nin bir
böleni oldular. Iste bunun somut örnegi, 3 Ekim miting karari.
Deniliyor ki, demokratik bir kurum herhangi bir konu da tek basina eylem yapamaz mi?
Kuskusuz yapabilir. Bu konu da hic bir engel yok. Ama tek basina eylem koydugun zaman
„Gün ulusal birlik günüdür“ ninisini söylersen cok gülünc olursunuz. Bu durum da birileri sizi
desteklerse onlar da gülünc duruma düser.
Siz niye bu kadar „uyanik“siniz? Bari bu „uyanikliginiz“ bes para ediyor mu? Kürd yurtsever
cevrelerinde bes para etmiyor, ama galiba AB fonlarinda epey bir deger biciliyor.
Ne diyelim, Allah size akil fikir, bize de sabir ihsan eylesin…
Bu, malum cevrenin yüzü Diyarbakir´a degil, Ankara´ya dönüktür. Ulusal birlik diye bir
problemi yoktur. Kürdistan sorunu diye bir sorunlarida yoktur. Tüm hesaplarini Türkiye´de
gelisecek demokrasiye göre yapiyorlar. Bunun tilsiminida Türkiye´nin AB´ne girmede
buluyorlar.
Kürd ulusunun egemenliginin gaspi pahasina Türkiye´nin AB´ne üye olmasini destekliyorlar.
Bu nedenle Bagimsizlikci güclerden uzak duruyorlar. PNK ve PKE´yi islevsiz kilmasinin bir
nedenide budur.
Bana kalirsa Bagimsizlikci gücler, bu cevreyle iliskilerini yeniden gözden gecirmelidir.
25 Eylül 2005
Avrupa Lozan Antlaşmasını Gündemleştirip Yeniden Onayladı
Hasan H. YILDIRIM
AB, 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye icin tam üyelik müzakere sürecini baslatma karari aldi ve
Türkiye´nin önüne „Cerceve Belgesi“ konuldu. Müzakere sürecinin ucu acik oldugu, üyelik
garantisi olmadigi ortaya cikan tüm belgelerde vurgu yapilmaktadir.
AB´nin Türkiye´ye tam üyelik müzakere sürecini baslatmasi Türkiye´nin kesinlikle üye
olacagi anlamina gelmiyor. Bu uzun bir sürec alacaktir. Otoritelerin iddiasina göre bu sürec
10-15 sene gibi bir zaman alacaktir. Bu süre icinde AB´nin kaderinin bile tartisma konusu
iken Türkiye´nin tam üye olmasina kesin gözüyle bakmak gercegi ifade etmedigi
söylenmektedir.
Fakat AB ile Türkiye arasindaki iliski su veya bu düzey de devam edecektir. Mesele bu iliski
baglaminda üretilecek politikalarin Kürd millet cikarlari acisinda ne ifade edecegi konusunda
Kürd politik önderligin tavri önemlidir.
Bagimsizlikci güclerin disinda kalan malum cevrelerin kirintintilar karsiliginda Kürd millet
egemenligini satisa cikardigi son gelismelerle bir kez daha ortaya cikarmistir. Bagimsizlikci
gücler, eger örgütlenmez, Kürd millet cikarini programlamaz ve düsmana karsi kendini
iradilestirmese düsman ve ihanet elele verip Kürd milletine her türlü yaptirimi
uygulayacaklardir. AB´de bu politikaya destek vermeye devam edecektir. Ihanete Brüksel´de
„Kürt Konferansi“ tertiplemek bu politikanin sonucudur.
Bildigimiz bir gercek var ki, Avrupa-Türkiye ittifaki dünden bugüne Kürd egemenlik gaspi
temelinde sürüyor olmasidir. Sorun, Kürd önderligin buna uygun bir politika olusturmasidir.
Yoksa AB-Türkiye arasindaki iliski bizim irademiz disinda sürecek ve kendi cikarlari geregi
bu iliskiyi sürdüreceklerdir.
Sürec AB ile Türkiye arasinda danisikli-dögüslü bir mücadeleye tanik olacaktir. Türkiye´nin
yerine getirecegi kosullar var. Bunu yerine getirip getiremeyecegi tartisma konusudur. Bu
konu da disardaki zorlamadan ziyade Türkiye´deki AB´ci gücler ile AB karsiti gücler
arasindaki odaklarin iktidar mücadelesi belirleyici olacaktir.
Bu mücadelede son karari Türk toplumunu rehin almis Ordu agirlikli MGK verecektir. MGK,
AB girme yanlisidir. Ama bir sartla. Türk egemenlik sisteminin hasassiyet ve kirmizi
cizgilerine helal getirilmeme sartiyla. 3 Ekim 2005 tarihindeki kararin bu hasassiyet ve
kirmizi cizgilere helal getirilmedigi bize göstermektedir.
Türk yönetim sisteminde Anayasa dahil tüm temel belgelerde öngörülen cogulculuk degil
tekcidir. Bu tekcilik kendini “tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil, tek...” vs. “hasassiyet”,
“kirmizi cizgiler” listesi ile sürer. Bu tekcilik, irkci, soven, miliyetci ve ilhakcidir.
AB ile uyum yasa paketlerinde de bu tekcilik özenle korunmustur. Bu durum AB tarafindan
da onay görmüstür. En son 3 Ekim 2005 karariyla bu durum bir kez daha onaylanmistir.
Onaylanan TC devletinin irkci, soven, milliyetciligi ve ilhakciligidir. Lozan Antlasmasinin
gündemlestirilip yeniden onaylanmasidir.
AB, 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye´ye tam üyelik müzakere sürecinin baslatilmasi karari ile
“Türkiye devleti, ülkesi ve milliyetiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkcedir.” “Türkceden
baska hic bir dil, egitim ve ögretim kurumlarinda Türk vatandaslarina anadilleri olarak
okutulamaz ve ögretilemez.” “Türk devletine vatandaslik bagi ile bagli olan herkes Türktür.”
tekciliginin onaylanmasidir.
Türk yönetim sisteminin temel bir yaklasimi, kendi tezlerini biktirircasina tekrarlamasi ve
karsisindakilerin bilinc altina kazimasidir. Bunu cogu cevre psikolojik savasin vazgecilmezi
olarak degerlendirmektedir.
Bu politikasi sonucu Türkler kendilerini bugüne kadar yasatabildiler. Bu politikalarini su an
AB´nede kabullendirdikleri 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye´ye müzakere sürecinin
baslatilmasiylada ortaya cikti. Daha evel AB yetkililerinin Türkiye´deki anti-demokratik
uygulamalari konusunda söyledikleri unutuldu. Avrupanin güvenligi ve cikari adina Türk
yönetimine teslim olundu.
Bir asirdir hep ayni minval üzeri herkesin gözüne baka baka „misak-i milli“ dedikleri devlet
sinirlari icinde zorla hapsetikleri ulus ve ulusal azinliklari yok saydilar. Yok saydiklarini
katliam ve asimilasyondan gecirdiler. Bunu kendilerine bir hak bildilar.
Dünyanin yani sira Avrupa bunlari görmemezlikten geldi. Dahasi Türk yönetiminin her türlü
insanlikdisi yaklasim ve uygulamalari her alanda desteklendi. Cikarlari bunu öngördü. Bugün
de bundan farkli bir tutum ortalikta gözükmemektedir. Sözde demokrasi ve insan haklari
söylemi ise ikiyüzlülüklerinin ifadesi olsa gerek.
Göcmen muhacir topluluklardan bir „ulus yaratmak“la övünenler, herkesi kendileri gibi
sandiklari icin Türkiye´de „azinliklar yaratilmak isteniliyor“, „Türkiye Yoguslavyalastirilmak
isteniliyor“ yaygarasini temek politika edinmislerdir. Bu politikalari sonucu „tek devlet, tek
millet, tek bayrak“ teranesini AB´ni kabul ettirdiler.
Avrupa´nin güvenligi ve cikari geregi bu karar alindi. Bu nedenle bu karar, AB icin bir önemi
olabilir. Peki bu karar Kürdler acisinda ne ifade eder? 3 Ekim 2005 kararinin Lozan
Antlasmasinin gündemlestirip onaylanmasi demektir. Türk devleti tarafindan Kürd millet
iradesinin gaspinin AB tarafindan yeniden onaylanmasi demektir.
Isin tuhaf tarafi bilinen malum Kürd cevreleride bunu olumlu bir gelisme olarak
degerlendirmektedir.
Ne demek. “AB, Kürdleri taraf olarak kabul etmesede, Kürdlerin temel ulusal haklarini
görmemezlikten gelsede, Türkiye´nin üyelik müzakere sürecini olumlu bir gelisme olarak
görüyoruz” tavri.
Kendini düsmanin kapisina baglamanin, düsman cikarini savunmanin binbir yolu var. Insan
kendine ve milletine yabancilasmaya durmasin. Nerde durulacagi kestirilemez. Sonuc
sömürgeci esikte kemik kovalamaya kadar varir.
“Bizi af edin, destegimizi alin, eliniz daha güclenir” tavri Kürd yurtseverligiyle bir alakasi
yoktur. Bu olsa olsa Türk devletine yalvarmanin vardigi cukurlasmanin seviyesini ele verir.
„Türkiye’nin elini güçlendireceği“ yaklsimi ne demek? Türk´ün elinin güclenmesi, Kürtlerin
elinin zayiflamasi demektir. Türklerin elini güclendiren politikalarin savunuculugunu kendine
is edinmis Kürd cevreleri sömürgeci esikte kemik kovalayanlar ve aday adaylaridir.
Kendilerine AKP hükümetine destek gücü ilan edenlerin Kürd-Kürdistan yurtseverligiyle
uzaktan yakindan bir alakasi yoktur/olamaz.
Türkiye´nin AB üyelik sürecinin 3 Ekim 2005 tarihinde baslamasiyla cok önemli olanaklara
kevusacagi kesindir. Bu anlamiylada elinin güclenecegide kesindir. Bunu Kürd milletine karsi
kullanacagi da bir o kadar kesindir. Bu durumda Türkiye´nin elinin güclenmesini
destekliyoruz diyen Kürd malum cevrelerin büyük bir ihanet icinde oldugununda belgesidir.
AB´nin Türkiye´ye tam üyelik müzakere sürecini baslatmasini „önemli bir gelisme“ olarak
degerlendiren malum cevreler, Kürd millet cikari acisinda hangi kriterlere göre böyle bir
sonuc cikarmistir? Dahasi Kürd cikari diye bir dertleri var midir? Eger var diyorlarsa bu
„önemli gelisme“ kime ne kazandiracaktir? Kimin elini güclendirecektir?
Elinin güclenecegi Türk tarafi olacagina göre bu güclü el Kürd milletine ne yapacaktir?
Bugüne dek yaptiklarinin disinda olumlu seyler yapacak diyen aklievel poltikacilarimiz neyin
pesindedir? Niye Türk elinin güclenmesi icin caba sarfetmekteler? Karsiliginda ne
beklemekteler?
Dogru ya bu malum cevre cok „akili“ takilir. Kürd yurtseverlerinin mesru silahli mücadelesini
„terörizm“ olarak Türk tarafa deklere edip, „biz silaha bas vurmadik, bizi muhatap alin“
diyenlerin neyin pesinde kostugunuda aciga vurmaktadir. Legal zeminde politika yapmayi
dileyip TBMM´de vekil olmak hesaplari vardir.
Türk egemenlik sistem kapisinda kendilerini siki siki baglanmayi „akili“ politika olarak ifade
edenler bilsin ki, bu yapilan ihanetir. Onlar, bunu yapabilirler, ama halkimizi bu ihanete
sürükleyemezler. Onlarin yaptigini baskalari da denedi, ama hic kimse bu ugursuz isi
beceremedi. Onlar da bunu beceremezler. Ama ihanetiyle yüzyüze kalacaginida biz
söyleyelim.
Bulanik su da balik avlamayi politika eden bu malum cevre, kafayi „Kopenhag Kriterleri“ ile
bozmustur. Kürdistan sorununu bu kriterlerin yerine getirilmesine baglamistir. Peki
cözülebilindi mi? 3 Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakere sürecinin baslamasi ayni zaman
da Türkiye´nin „Kopenhagen Kriterleri“ni yerine getirildigi inancinin sonucudur.
Dahasi AB´nin Kürdistan sorunu diye bir sorunu kendine dert ettigide yok. Onlar icin önemli
olan Avrupa´nin güvenligi ve cikaridir. Bununda Türkiye ile iliskilerin siki bir sekilde
sürdürülmesinde bulmaktadir.
3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye´ye tam üyelik sürecinin baslatilmasi, Kürd milleti nezdinde
mesru olmayan Türk egemenlik sisteminin AB tarafindan mesrulugunun teyit edilmesidir.
Lozan Antlasmasinin yeniden onaylanmasidir. Malum cevrenin „önemli bir gelisme“ olarak
degerlemdirdigi olay bu olsa gerek.
Kürd yurtsever hareketi, bu oyunu bozacaktir. AB-Türkiye arasinda alinan kararlar Kürd
milletini baglamamaktadir. Kürd milleti, taraf olmadigi hic bir anlasmayi tanimiyacaktir.
Herkes hesabini buna göre yapmalidir.
08 Ekim 2005
Kürd Milletine Karşı Oynanan Oyun Rizikosuz Sürüyor
Hasan H. YILDIRIM
Kürd milletine karsi oynanan oyun Kürd bagimsizlikci hareketin örgütsüzlügü ve iradesizligi
neticesinde kazasiz belasiz basariyla sürmektedir. Bu oyunun aktörleri ve figuranlari elele
vermis büyük bir ugras icindeler. Basini Türk Genelkurmayin cektigi bu ser gücleri,
kendilerine bicilen rolü canla basla yerine getirmeye calisiyorlar.
Fazla uzaga gitmeye gerek yok. Bir iki aylik süre icindeki gelismeleri söyle bir hatarlamakta
fayda var.
PKK´nin 1 Haziran 2005´teki silahli mücadeleyi yeniden baslatma karari Genelkurmay
patentli oldugu acik. Peki durup durupken Türk Genelkurmayi buna niye gerek duymustu?
Bunun tek bir nedeni yok. Bir cok nedeni var.
Güney Kürdistan´da fiili bagimsiz Kürd devleti kurulmustur. Bu durum Kürd milletini bir
bütün olarak sevince bogmustur. Kendisine olan güvenini artirmistir. Tüm parcalarda heyacan
duruga ulasmistir. Kuzey parcasinda ihanetin yaratigi kaos bir nebzede olsa asilmaya yüz
tutmustur. Bu durum Türk egemen sistemin gözünde kacmamis ve son dönemlerde yeniden
tirmandirilan topyekün savasa bas vurmasina yol acmistir. Bir taraftan Güney Kürd önderligi
tehdit edilirken, diger yanda Kuzey Kürdleri linc operasyonlari ile sindirilmeye calisilmistir.
Bu oyunda PKK, yine provakasyon gücü olarak kullanilmistir. Bu bir.
Ikincisi, ABD ve AB´nin zorlamasi sonucu Türk hükümeti, Ordunun yetkilerini kisitlama
cabalarinin tartisildigi bir dönemde PKK´nin yeniden silaha bas vurmasi bosuna degildi.
Bunun pesi sira Ordu kendisini dayatti. “Terörizme karsi mücadelede daha fazla yetki” istemi
ile kendi yetkilerini kisitlama cabalarina bir set cekti.
PKK´nin son silahli eylemlerinin en önemli sonucu bu oldu. Bu vesileyle Genelkurmay
insiyatifinde Türk it kopuklari sokaga salarak Kürdlere karsi linc olaylarina yayginlik
kazandirildi.
Suni bir Kürd-Türk catismasi yaratilarak her iki toplumun nabzi ölcüldü. Kürd ve Türkler
siperlestirilerek vurusturuldu. Her iki tarafa yön verenler, Genelkurmay güdümlü odaklardi.
Yollari Genelkurmayin elindeydi. Saldir dediginde saldiriyorlar, kes dediginde kesiyorlar.
Ayarini da ayni odak belirliyordu.
Her ne kadar devletin akil hocalarinin “etnik ayrisma derinlesiyor”, “toplum baglari
gevsiyor”, “Türkiye bölünüyor” uyarisi yapsada bilinen odak her sey kontrolde ikazini
yapiyordu. Biz isimize bakiyoruz, sizde izinize bakin deniliyordu.
Mesele anlasilinca Kürdlere yönelik saldiri esliginde tehditler üst boyuta vardirildi. Kürdler
sindirilmeye calisildi. Bilinen malum cok “akili” ve “uyanik” Kürd aydin ve politikacilarida
felaket telaligina soyundu.
Ücüncüsü, 3 Ekim öncesi AB ülke devletlere “Biz özgün bir ülkeyiz. Bu durumumuzu
kabullenerek bizi kabul edin” anlayisinin iletilmesidir. “Yani haklisiniz, Ordunun yetkileri
azaltalim, ama bizde bildiginiz gibi terör daha ezilmis degil. Bunu yapacak olan da Ordudur.
Bu hasassiyetimizi göz önünde bulundurun” politikasini AB´ye kabul etmeye calisilmasina
yönelikti. Bu politika, AB nezdinde 3 Ekim 2005´te onay aldi.
Türkiye´nin AB üyeligi aslinda kapanmis bir konudur. AB, bunu kendi icinde bittirmistir.
Türkiye, AB üyesi olamaz fikri bugün kabul görmüstür. Ama AB, Türkiye´yi kaybetmemek
icin habire umut pompalamaktadir. Aslinda bunu Türkiye´de bilmektedir. Bir görmeyen Kürd
milletini Türk egemenlik kapisina baglamayi kendine is yapmis sözde Kürd aydini ve malum
politik cevrelerdir.
Her agizlarini actiklarinda, her kalem oynatiklarinda “Tüm destegimizi AB yolunda olan
Türkiye´ye verecegiz” cümlesiyle baslayan bu malum cevreler, derin bir ihanet icinde
olduklarinida aciga vuruyorlar.
AB´nin gündeminde Kürdler yoktur. Bu konu da Türkiye ile bir problem yasanmiyor. Cünkü
ortalikta Kürdler yoktur. Varolanlar ve muhatap alinanlarda Türk politikasinin tasaronlaridir.
Bu konuda da AB, rahat bir nefes almaktadir. Aslinda olup bitteni bilselerde bu islerine
gelmektedir.
3 Ekim 2005 öncesi AB ile Türkiye arasinda asilmasi gereken en önemli sorun Kibris
meselesi gündeme damgasini vursada aslinda sorun bununla sinirli degildir. Türk hükümeti
Kibris konusunda AB´nin istedigi cizgiye gelsede AB-Türkiye iliskileri istenilen düzeye
varmayacaktir.
Kibris meselesi, Türkiye´de sadece AB karsitlarinin eline güclü kozlar verdi. Milliyetcilik
biraz daha tirmandirildi. AKP hükümetinin “Kibrisi satan” hükümet olarak lanse edildi. AB
karsitlarinin elini daha da güclendirdi.
AB´nin Kibris politikasini kabullenecek olan bir Türkiye´ye yine AB´ye tam üyelik
verilmeyecektir. Bunu Türk devleti ve hükümetide bilmektedir. Bu nedenle AKP hükümeti
Kibris konusunda daha ileri adim atmadi. Bunu defalarca AB´ye deklere etti. Buna ragmen
Türkiye icin alinan 3 Ekim 2005 karari düsündürücüdür.
AB´nin Kibris konusunda istedigi cizgiye cekemedigi Türkiye, diger konularda da bildigini
okumaktadir. Serbest piyasa ekonomisi, demokrasi, hukukun üstünlügü, insan haklari ve
azinliklarin korunmasi ve saygi görmesini teminat altina alinmasi vs. kosullarida bugüne
kadar yerine getirmedigi gibi, gidisata bakildiginda yerine getirmeyecegide aciktir.
TC devletinin yaptigi reformlar yeterli degildir. Dahasi göz boyamaya yöneliktir.
Inandiriciliktan uzaktir. Buna ragmen 3 Ekim 2005´de müzakerelerin devaminda karar
kilinmasi AB´nin ne kadar demokrasi ve insan haklari savunucusu oldugununda kistasidir.
Türk Disisleri Bakani A. Gül, tam üyelik sürecinin baslatilmamasi halinde cekilecekleri
tehdidinde bulundu. Bu, bir blöf müydü, degil miydi bilinmez, ama para ettigi görülmüstür.
AB yetkililerin buna cevabi ayni ton da sert oldu. “Biz Türkiye´ye girmiyoruz. Türkiye,
AB´ne girmek istiyor. AB´ne girmek isteyen bir Türkiye, AB normlarini yerine getirmek
zorundadir” dedi. Dediler, ama sonuc ne oldu? Dedikleri yerde kaldi.
Gerci bunun ip uclari hazirlanan raporlarda her zaman veriliyordu. AB, 6 Ekim 2004 Tasviye
Raporun´da Türkiye´ye su payeler biciliyordu.
“Tarih boyunca Türkiye Avrupa siyasetinde önemli bir faktör olagelmiştir. Türkiye bütün
diğer önemli Avrupa örgütlerinin üyesidir ve Đkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana Avrupa
politikasının şekillenmesine katkı konusunda önemli bir rol oynamıştır.“
„Türkiye'nin nüfus dinamikleri, yaşlanan AB toplumlarının dengelenmesine katkıda
bulunabilir. Bu bağlamda AB'nin, gelecek 10 yıl içinde Türkiye'de eğitim ve öğrenime
yönelik reformlar ve yatırımlar yapmakta büyük çıkarı var.“
“AB'nin yeni uzun sınırlarının idaresi de bir başka önemli siyasi zorluk teşkil edecek ve hatırı
sayılır yatırım gerektirecek. Göçün ve ilticanın denetlenmesi, yanı sıra örgütlü suç, terörizm,
yasadışı göç ticareti, uyuşturucu ve silah kaçakçılığıyla mücadele, hem katılım öncesinde hem
de sonrasında yakın işbirliği vasıtasıyla yürütülecek.“
Bunlarin ne anlama geldigi kavranilirsa AB-Türkiye iliskileri ve bu iliskiler baglaminda
Kürdistan sorunu karsisindaki tavri da anlasilir. Bu tavrin hicte Kürd millet cikarina uygun
olmadigi orta yerdedir. Buna ragmen AB´den beklentiler icine giren Kürd cevreleri kendileri
bir tarafa Kürd milletini kandirmaya calisiyorlar. Bu politikalariyla Türk devletinin elini
güclendiriyorlar. Bunu acikca ifade etmektende kacinmiyorlar. Kürd milletinin bogazini
sikacak güclü bir Türk elinin olmasini politika ediniyorlar.
Ihanetin ve Kürd reformist hareketin cirkefligi tüm boyutlariyla ortaya cikmistir.
Daha ileri gidilerek Kürd milletinin ezeli düsmani Türk devletinin sembollerine
sahipleniyorlar. Kürd milletininde sembolleri oldugunu ispatlamaya calisiyorlar. Kürd millet
kaniyla yogrulmus Türk´ün irin ve kan kokan bayragini öpüyorlar.
Kimi cevrelerde Kürd milletini bogan devletin sinirlarina “saygiliyiz” bedbahtligini yapiyor.
Bu da yetmemis gibi “bizi afederlerse bizim destegimizi alirlar, elleri güclenir”
dalkavukculuk yapmada yarisiyorlar.
Lozan Antlasmasini onaylayan AB´nin 3 Ekim 2005 tarihli Türkiye´yi AB´ne tam üyelik
müzakere sürecini baslatma kararini “olumlu bir adim” olarak destekliyorlar.
Tüm bu ser odaklari, Kürd milletine karsi ayni cephede yer aliyorlar. Eger bu oyun bozulmasa
millet olarak cok büyük zorluklarla karsi karsiya gelecegimiz aciktir.
Bu oyunu bozacak yegane güc, Kürd bagimsizlikcilaridir. Fakat Kürd bagimsizlikcilar da
örgütsüz ve iradesizdir. Aslinda büyük bir potansiyeldir. Eger örgütlenir, düsmana ve her
türlü uzlasmaci ser odaklarina karsi mücadeleyi yükseltirlerse bu oyunu bozacak sansa
sahiptirler. Bunu görmek gerekir.
09 Ekim 2005
Kürdistan Başkanı Mesud Barzani'nin Beyaz Saray Zaferi...!
Hasan H. YILDIRIM
Kürdistan Baskani sevgili Mesud Barzani, Beyaz Saray´da Kürd milleti´nin zaferini ilan etti.
Bunu cok iyi okumak ve millet olarak büyük oynamak gerekir. Kürd milletini uyalayan, geri
cözümlere mahkum eden „cözüm“ bicimlerinden uzak kalmak gerekiyor. Güney Kürdistan
siyasal önderligi bilinen mecrada ilerliyor. Bu, Kürd milletine büyük güven veriyor. Ama bu
tek basina yetmez. Nihayi zafer icin diger parcalarinda üstlerine düseni yapmasini gerektirir.
Kuzey Kürd siyasal önderligi inatla örgütsüzlügünü ve iradesizligini sürdürüyor. Bu durum
Kürd millet düsmanlarinin isini kolaylastiriyor. Kuzey Kürdleri cok yönlü ablukaya alinarak
Türk üst kimlik denilen cenderede bogulmak isteniliyor. Bu konu da devlet ve bilinen
bilumum malum cevreler elbirligi ediyor. Türk Kürd´ü bu oyun da cok tehlikeli bir rol
oynuyor.
Türk aydinlarinin girisimi ve yetkisiz, iradesiz Türk Basbakanin söylemlerine hicte hak
etmedigi bir paye bicildi. Sorma geregi duyuyorum. Gercekten bu gerekli miydi? Bu sözde
aydinlarin ve hükümetin bir cözüm bicimi var midir? Varsa nedir? Önce bunu aciga cikarma
zaruriyeti yok mudur?.
Bu sözde aydinlarin ve hükümetin önerdikleri cözüm bicimi uniter devlet sisteminde kendi
deyimleriyle Kürdleri „altan almak“ ve sürec icinde üst kimlik dedikleri Türklük icinde
eritmek degil midir? Türk tipi aydin ve hükümetin yaklasimin özü budur. Dahasi 82 yildir
devletin yaptigida budur.
Kürdlerin bu politikaya paye bicmesi kabullenebilecek bir sey midir? Bu yaklasimin Kürd
milletini Türlük üst kimligi altinda eritmek oldugu görülmüyor mu? Genelkurmay ve ihanetin
elbirligiyle Kürd milletine dayattigi proje bu degil midir?
Türk tipi aydin sovenizmi kiramiyor, demokratlasamiyor. Türk denilen toplumu rehin alan
ordu agirlikli MGK politikalarina karsi tavir alamiyor.
Kürdistan´da kirli sömürge savasi sürdüren Türk ordu güclerinin telef olan zevati sehit ilan
eden ve saygida kusur etmeyen bir Orhan Pamuk hakkinda bile Türk „Hukukcular Birligi“nin
yaptiklari suc duyurusu düsündürücü degil midir? Türkiye´de her pisligin sorumlusu katiller
cetesi ordu´ya yaranmak icin „hukuk“ adamlarinin bile isi jurnalige dökmesi Türk toplum
resmini ortaya koymuyor mu?
MGK´nun tayinle atadigi süngü ile gönderdigi yetkisiz, iradesiz hükümetlere cok rol biciliyor.
Sorunun cözüm adresi gösteriliyor. Kacak göresiliyor. Bununla görevini yaptiklarini
saniyorlar. Halk arasinda bir söz vardir. Hani bu is esege göcü yetmeyince palani dövmeye
benziyor.
Dikkat edilsin!
Türkiye´de genis bir yelpaze ki, bunun icinde kendilerine aydinim diyen kesimde mevcut, bir
bütün olarak Kürdistan sorununu dile getirmezler/getiremezler. Güneydogu sorunu olarak
seslendirirler. Bunuda kimi cevreler, bölgelerarasi azgelismislik, kimi terör, en kralida insan
haklari sorunu olarak dile getirirler.
Bununla ne yapilmak istenir? Kürd-Kürdistan yok sayilir. Simdi mesele bu olunca Türk aydin
samimiyeti nerde kalir? Bu zeminde gezinen aydin demokrat olabilir mi? Olamayacagini
söylemek cok mu zor? Peki bunu tamamlayan „bir af cikarsa Kürt sorunu bitter“ diyen
devletin koltuk deynegi Türk Kürd´üne ne demeli?
Malum Kürd cevreleri, bu gercekleri görmemezlikten gelerek, kimseninde görmesini
istememeyerek sahte kardeslik ve dostluk komedisini oynamalarina ne demeli?
Bizden de alkis beklemektedirler. Gercekten bu zevati alkislayalim mi?
Ortalikta alkisnacak bir sey mi var ki, alkislamiyoruz? Hayir! Biz bu zevati alkislamayacagiz,
ama bilinsin ki, yüzlerine tükürecegiz, avazimiz ciktigi kadar yuhaliyacagiz. Sessimizi nereye
kadar ulastirabilirsek oraya kadar.
Biz ne kendimizi, ne de bu mazlum Kürdistan halkini kandirmak istemiyoruz. Sahte cenetler
vadetmiyoruz. Onu oyalamiyoruz. Biz, gercek kurtulus yolunu gösteriyoruz. Zor bir yoldur.
O bunu ne kadar kavrar, ne kadar destek verir ayri bir meseledir. Ama onun kurtulusu kendi
kendini idare edecegi bagimsiz dünyasidir.
Bunu saglayacak güc Kürd millet iradesidir. Bunu aciga cikarmanin yöntemi bellidir. Ama bu,
bir baska yol kadetmeyi gerektirir. Kürd milletinin irade beyanini aciga cikarabilmek ve o
asamaya gelmek icin Kürd siyasal önderligin daha cok yol kadetmesi gerekir. Bu, kendini
Kürd millet stratejisi ile tanimlar. Dahasi Kürdlerin millet olmasindan dogan haklarinin
tanimlanmasidir. Bagimsizlikci güclerin stratejisi bu oldugu gibi, Kürd milletinin sürecteki
stratejisi de budur.
Buna itiraz edilir. Itiraz edenler genis bir yelpazeyi kapsar. Bunlarin basinda Türk egemenlik
sistemi gelir. Onlari Türk aydini ve sol´u izler. Malum Kürd cevreleride onlari tamamlar. Bu
kesimlerin herbirinin gerekceleri farkli olsa da hepsinin üstünde ortaklasa anlastiklari mesele
Bagimsiz Kürdistan´in „gereksiz ve imkansiz“ligidir(!)
Peki bunu nasil anlamak lazim? Her seyden önce Türk egemenlik sisteminin uniter devlet
yapisindan taviz vermeyecegi, inkar ve imhada diretecegini biliyoruz. Yanisira adam gibi
adam bir aydin ve sol hareketin Türkiye´de yesermedigini de biliyoruz. Var olan aydin ve
sol´un devlet icazetli veya devletin resmi ideolojisi olan Kemalizmi asamadigi konusunda bir
fikir birligine ulasilmis durumdadir.
Türk aydini bir yana birakalim. En kral sol hareketlere bakalim. Sunu görmek zor degildir.
Ortak noktalari cokta keskin konusur, ama bos konusur. Reel politika yapmak yerine
kitabidirler. Yüzyil öncesi yazilan kitaplardan alinma alinti devrimcisidirler dogmatikdirler.
Her seyi kendi basma kalip “dogrulari” ile izah edilmeye calisirlar. Ama calinmis minare
kilifa sigmiyor. Olsun, onlar, bundan yinede diretirler.
Türk aydin ve sol´unun tipki efendileri olan sömürgeci gücler gibi “kirmizi cizgileri” ve
“hasassiyetleri” vardir. Bunlarin basinda Ermeni Soykirimi ve Kürdistan sorunu gelmektedir.
Bu iki sorun dile getirildiginde kirmizi görmüs bogaya dönüyorlar. Tüm milliyetci
reflekslerini harekete gecirip Kürd milleti basta olmak üzere misak-i milli dedikleri TC devlet
sinirlari icinde hapsettikleri ulusal azinliklara karsi sömürgeci sistemin safinda yerlerini
aliyorlar.
Kürd millet egemenligi gasbi olan Lozan Kölelik Antlasmasina “anti-emperyalist” paye
bicilerek Kürd milletine karsi kendi sömürgeci efendilerinin yaninda saf tutuyorlar.
Bu sömürgeci politikalarini Kürd milletine dayatiyorlar. Kürd milletine katilleriyle birlik olup
kurtaricilarina kilic cekmesini istiyorlar.
Saddam celadinin Kürd soykirimi karsisinda üc maymunu oynayanlar, bu celadi korumak icin
“enternasyonal tugaylar” kurup Türk Özel Timlerinin olanaklariyla Bagdat´a “canli kalkan”
olmaya gittiler. Bugün de cikari catisan Türkiye ve ABD arasindaki mücadelede Kürd
milletine celadi olan terörist Türk devletini savunmasini dayatiyorlar.
Malum Kürd cevreleride onlardan geri kalmiyor. “Türk cikar” bekciligini kendilerine vazife
biliyorlar. “Türk´ün elini güclendirmek” icin her türlü saklabanligi yapmaktan kendilerini
alikoymuyorlar. Ikinci bir Lozan´i Kürd milletine kabullendirmenin cabasini veriyorlar.
Kürd yurtsever hareketi, bu politikayi ellerinin tersiyle iterken ihanet ve malum Kürd
cevreleri bu politikanin vereni oluyorlar. Kürd milletine devletlesme yolunu acan
müttefiklerimizi düsman, egemenligimizi gasbedenleri ve onlari her alanda destekleyen
AB´ne üye ülkeleri dost ve müttefik güc oldugu politikasini yapiyorlar.
Kürd milletinin yükselisini engelemek icin canla basla calisiyorlar. Ama nafile! Kürd milleti
kendisine giydirilen esaret gömlegini yirtmistir. Dünya siyasetinde yerini almistir.
Kürd milleti, bagimsizlik yoluna girmistir. Bugünden sonra hic kimsenin gücü bunu tersine
cevirmeye yetmeyecektir.
Kürdistan Baskani sevgili Mesut Barzani´nin Beyaz Saray zaferi bunun garantisidir!
26 Ekim 2005
Đhanet Çok Sesli Çok Renkli
Hasan H. YILDIRIM
Şu tanımlama çokça yapılır. Kürdler, haini bol bir millettir. Doğrudur, haini bol bir milletiz.
Hainlik Türk egemenlik sisteminde bir kuruma dönüşmüştür. Kimi çevre açısında bir zorlama
olmasa da hain olma istemi daima ağır basar. Özel de bu durum Kürd okur-yazar çevrelerinde
çok yaygındır. Psikologların incelenmesi gereken bir toplumsal olay.
Ezen ulus karşısında ezilme büzülme, yaltaklanma, benzeşme, kendinden uzaklaşma bir
yaşam biçimi olmuş. Sömürge insan kisiliği olsa gerek. Bu öyle derinlere nüfus etmiş ki, bir
bakiyorsun adam yıllarca sömürgeciliğe karşı mücadele etmiş, işkence görmüş, yıllarca
cezaevinde kalmış, sürgün yasamış, velhasıl başına gelmedik şey kalmamış, ama bir
bakiyorsunuz aynı adam boynunda kravat, elinde bavul ver elini Türkiye yolcusu.
Đlk işi Türk devletine bir mesaj vermek olur. Devletin çıkarlarının ne olduğunu uzun uzun
anlatır durur. Zanedersin hazret, devlet ve hükümetin sorumlu bir yetkilisi. Kendisiyle sınırlı
tutsa her neyse. Herkesin geçmişine saldırır.
Bağımsız Kürdistan'ın “gereksizliği” ve “imkansız”lığını dili döndüğü kadar izaha kalkışır.
Bu işin teorisyeni olduğunu iddiasında bulunur. Ardıllarına Kürd-Kürdistan davasından
vazgeçmelerini önerir. Kendince “iflah olmazları” “aklıevel” ilan eder.
Kimi beyaz adama rapor verme ile ömür tüketir. Belge iletir. Türk'ün elinin güçlenmesini
kendisini sorumlu tutar. Bu tipleri saymakla bitmez. Dahası bu yazının boyutunuda asar.
Bu tipin ortak kabesi Ankaradır. Gitmeden önce ilk iş olarak herhangi bir Türk
konsolosluğunda soluğu alırlar. Bundan böyle “devletime ve milletime ihanet etmeyeceğime”
dair yazılı teminat verirler. Askerlik görevini yapmak için gereken harcı yatırırlar. Makbuzu
üzene bezene katlayarak cüzdanına itinayla yerleğtirirler. Bodrum, Marmaris veya başka
türistik bir belde de bir yazlık almayida ihmal etmezler.
Đhanetin sinir tanımazlığı sürüyor. Bu olup bittenlere bakıldığında gerçekten insan
insanlığından utanır duruma düşüyor. Đnsanlik bu kadar ayak altına düşecek bir nesnemidir,
diye düşünmekten insan kendini alamiyor. Ne oluyoruz diye insan kendi kendisine sorası
geliyor. Gerçekten ne oluyoruz?
Insan kendine, kendi milletine, kendi vatanina bu kadar yabanci olabilir mi? Her seyine, ama
herseyine el koyan insanlik disi canavarlasmis bir sistem sahiplerine bu kadar dalkavuklukta
prim yapabilir mi? Olmaz dememek gerekir. Karsimizdakiler tam da bunun alasini yapiyorlar.
Hem de yaptiklarina „ahlaki“ diyecek kadar ahlaksizliklarini ortaya seriyorlar.
Bari yamanmak istedikleri, havlamaya kendilerini kurguladıkları kapıda sahipler, bu zevatı
kabulleniyor mu? Nerde? Kabul görülmemiş olacaklar ki, dalkavuklukta bu kadar prim
yapılmakta ve işi çukurlaşmaya vardırmaktadırlar.
Bunu duygu ve düşüncelerinde nasıl büyütüler dememek gerekir. Kemik kovalama insanlara
köpekten öte süründürdüğü tarihin şahitliği ile sabittir.
Resmi ideoloji deyip geçmemek gerekir. Hele bu ideolojinin sağ ve sol'un ortak sahiplendiği
ve savunusu olduğu bir zeminde elini nereye uzatırsan sana uzanan elin resmi ideoloji elinin
bir varyantının olduğu biliniyorken sistem zemininden kurtulmak daha da zorlaşiyor.
Bir düşünün !
Kürd ve Kürdistanlıdırlar. Bu kimliklere ihanet etmeyi yaşam seçmişler. Kürd ve Kürdistan'a
düşman olmuşlar. Türk egemenlik sistemine hizmete bir yarış başlatmışlar. Yapmadıkları
yalakalık bırakmamışlar. Alçaldıkca alçaliyorlar, dibe vurup çukurlaşiyorlar.
Türk ulusal onuruna övünç duyuyorlar. Sembolleri “benimde sembollerim” diyorlar. Kan ve
irin kokan bayraklarını öpüyorlar. Bir Türkten daha Türkçü kesiliyorlar. Tencere yuvarlanmış
kapağını bulmuş.
Türk toplum kaderidir. Türk ulus milliyetçiliğini oluşturanlar, bağnazca savunanlar Türkten
başkasıdır. Dahası devşirmelerdir. Devşirmenin kendini ispat sorunu vardır. Daha fazla
Türkçülük, daha fazla Atatürkçülük yapma zorunluluğu vardır. Bu alanda bir yarış var.
Sistemin nimetlerinde pay kapma, devlet yönetiminde yer alma yarışı vardır.
Sol'da yaşananlar bundan pek farklı değildir. Devlet kademelerinde olduğu gibi solda da
yükselmenin yolu Kürdistan'a dayatılan statükoyu savunma, daha çok birlik bütünlük
savunucusu olma kıstas olmuştur.
Eğer Kürd ve Kürdistanliysan kendini inkar etmek, ülkene ve milletine yabancılaşmak,
başkalaşmak ve bununla grurlanmak Türk sol örgüt safında yükselmenin yoludur.
Bu zevat Kürd milliyetçiliğine küfür ederek ise başlar. Ülkesine, milletine ve halkına ait ne
kadar değer varsa ona saldırmak, gözden çıkarmayi politika edinirler. Üyesi olduğu toplumu
çağrıştıran herşeye yabancılaşırlar. Ülkelerini, milletini ve halkını kendi isimleriyle telefuz
edemezler. Bunların yerini “ülkemiz”, “vatanımız”, “halkımız” vs. kavramlar alır.
Gerçeklik değil soyutluk yasamlarına egemen olur. Arabeskleşirler. Ucubeli teorilerin
savunucusu kesilmeyi enternasyonalizm addederler.
Dünyada bunun bir başka berzeri yoktur. Ezen ulus sosyal-sovenlerin rolünü ezilen ulus
bireylerinin üslenmesi örneği belkide Kürdlerde bir istisnadir. Bu ihanetin gerekçesi her
zaman vardır. “Tarihsel birliktenlik” adına yapılır. Din , sınıf kardeşliği adına yapılır.
Kız alıp-verme adına yapılır. Tavuklarımızın birbirine karışmışlığı adına yapılır. Vs.
Fakat ne adına yapılırsa yapılsın, yapılanlar ülkelerine, milletine ve halkına ihanettir.
Asolunan ezen ulus dalkavukçuluğu, ezen ulus ulusal gruru ile övünç duyma ve “devletin
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü“nün sasmaz bekçiliğidir.
TC devleti, bu duruma yabancı değildir. Hazırlıklı ve sırt sıvazlayıcıdır. Đhanetcilere,
yalakalara ve içbirlikçilere karşı eli açık ve çömerttir. Đhtiyaç duyduğu müddetçe
işbirlikçilerini orta yerde bırakmaz. “Bölücü terör örgüt başı”nı ve “bebek katili”ni bile en
güvenlikli yerlerde beş yıldızlı otelleri aratmayan mekanlarda krallar gibi yaşatır.
Kimini tv programlarının baş müddaimi yaptırır. Kimine kitaplarını imzalama firsatını tanır.
Kimini kontenjandan devlet partilerinden belediye azası, başkanı, muhtar ve hatta vekil adayı
bile gösterir. Buna aldanmamak lazım. Çünkü bu devletin mayasıda bozuktur. Sagı-solu belli
olmaz. Nerde ve ne zaman nasıl davranacağını kimse kestiremez.
Kardeş katleden, gözlerine mim çektiren kirli bir geçmişi vardır. Saraylarda birdenbire
ortadan kaybolan Sadrazam, Ulema, Kadı vs. geleneği vardır. Dün bir yana bu gün bile her
gün Cumhurbaşkanı, Başbakan, General, Đşadamı, Profesör, Aydın, Gazeteci vs. katletmeyi
devlet geleneği haline getiren, arkasında cümle cemaat “milli mutabakat“ içinde devlet
töreni ile cenaze namazı kılan bir gelenek sahibidir.
Devletin yalakaları ve işbirlikçilerin ilgi alanı içindedir. Oturdukları zeminin hiçte emin
olmadığını en iyisi kendileri bilirler.
Devletin “Kürtçü“sünüde aynı korku sarmıştı. Devlet Suriye'den çık dedi, çıktı. Hele bir
Avrupa turuna çık, şu Avrupa'yı devredışı bırakalım dedi, öyle yaptı. Seni Kenya'da alıp
getirmek daha kolay dedi, oraya gitti. Sonuç Ankara'dan başlayan yürüyüş Ankara'ya
dönüş“le bitti.
Bitti bitmesine, ama devletin „Kürtçü“sünün korkusu büyüktü. Gerçi güvenilir bir yerlerde
cangüvenliği sözü almıştı. Fakat bu sözü verenler, bilinen zevat olunca verdikleri sözün ne
önemi vardı. Bunu devletin “Kürtçü“süde bilirdi.
Zaten bunu bildiği içindir ki, uçakta gözleri açılır açılmaz “Anam Türk, devletime hizmete
hazırım“ dedikten sonra “komutanım bana bir şey olur mu?“ sorusunu sormaktan da kendini
alamiyordu.
”Komutani“, “Korkmana gerek yok sayın Öcalan. Bu devletin daha hala sana çok ihtiyaci
var“ diyerek kendisini rahatlatacaktı. Fakat ”ihtiyat“ izafi bir kavramdır. Ne kadar sürer
bilinmez. Bunu da devlet bilir ve tayin eder.
Bunları devletin her renkten yalaka ve işbirlikçileri de bilir. TC devlet geleneğinde devlete ve
millete ihanet etmenin afı yoktur. Bu konu da tecrübe sahibidir. Aniden gelen bir kalp
krizinden tutun , kendisini astıya kadar bir çok senaryo bulunur.
Topal Osman, Rayber, Heci Bedir Ağaların, Özalların, Velidedeoğulların başına gelenler şu
anki hainlerin başınada her an gelebilir. Eh ne diyelim. Eden belasını bulur. Arkalarında
“Allah rahmet eylesin“ sözümüz bile olmaz.
Tercihimiz hainin efendisi tarafından cezalandırılması değildir.
En doğrusu halkımızın adelet geleneğine uygun cezalandırılmalarıdır. Halkımız adaletlidir ve
her suça uygun bir cezai müeyidesi vardır. Halkımız ihanete karşı bu hakkının kullanacaktır.
Tarih Kürdistan halkına bu fırsatı verecektir. Bundan kuşku duyulmamalıdır.
Doğu da doğan güneş gibi Bağımsız Kürdistan doğuyor. Belki yarın, belki yarından da yakın.
05 Kasım 2005
Ben ne „katli vacip“ Ezidiyim, ne de “Hz. Muhammed´in
Kürdüyüm.”
Hasan H. YILDIRIM
Gündem yüklü, karmasik, engebeli, agir ve zorlu. Ortam kimin ne dedigi anlasilmayacak
kadar sisli. Sinirler gergin. En ufak bir elestiri sert bir karsi koyusla karsilanmakta. Hatta is
hakaret ve tehdite vardirilmakta. Sagduyu degil, niyetler ragbet görmekte. Bu, zayifliginda
isareti olmakta.
Kürt yurtseverleri, bireysel ve örgüt kaygilarini bir yana birakip saglikli bir muhakeme
yapabilmeyi becerememekte. Karsidakini dinleyip anlama yerine saldirida bulunmayi bir türlü
terk etmeyi basaramamakta. Tabii ki, kaybeden her iki taraf olmakta.
Son dönemlerde üc önemli tartisma yasandi. Yasadigimiz cografyada gerceklesen Jenosit,
ulusal birlik ve Ezidiler sorunu. Bu üc hayati sorunda bir mutabakat saglanmasi gerekirken
tartismalarda seyreden manzara Kürt yurtseverleri arasinda varolan kismi köprüleride ucurdu.
Her samimi yurtsever bunu yeniden gözden gecirmek zorunda. Bizi birbirimize saldirtan bu
akresif ruh halimizi gözden gecirme mecburiyetimiz var.
Jenosit ve ulusal birlik konusunda cok seyler yazildi. Tartisma devam etmekte. Bu konulara
girmeden gündemlesen Ezidi tartismalari konusunda bir kac sözde ben söylemek istiyorum.
Ömer Tuku´nun yazisini okuyunca ve Kürt yurtseverlerin comburlup destekliyoruz girisimini
görünce kendi kendime eyvah biz Kürtler birbirimizi anlamadan nasil provakasyona geliyoruz
diye kahroldum.
Ömer Tuku´nun makalesini okuyunca ne yapmak istedigini anlamaya calistim. Gercekten
Ömer Tuku neyi ispatlamaya calisiyor? Simdi „kendisine aydınım diyen bu cahil, Hz.
Muhamed Kürtleri“ deyip hepimize hakaret etmeye calisarak kime mesaj vermeye calisiyor?
Ayrica bize hakaret etme cesaretini kimden aliyor? Her satir arasinda bilmem kac kitap
yazdiginida bize duyurarak hakaret etme hakkim var demek mi istiyor? Her kitap yazanin
baskalarina hakaret etme hakki mi var?
Peyama Kurd bilerek veya bilmeyerek bir hata yapmis olabilir. Varsa bir hata bunu hep
birlikte protesto edelim. Ama bunun yolu Ömer Tuku´nun sergiledigi yol olmasa gerek.
Dahasi sözkonusu haber Peyama Kurd´a ait degil. Alman ZDF TV kanalina ait. Bu haberi
Kürtcelestirip Kürt kamuoyuna tasimasinda ne gibi bir yanlislik var. Eger isin icinde baska
hesap yoksa -umarim Peyama Kurd sorumlulari kisa sürede buna bir aciklik getirirler- bence
bu duyarliligi yaptiklarindan dolayi tebrik etmek gerekir.
Peyama Kurd´e yönelik bu kampynyayi anlamis degilim. Eger bir kampanya acilacaksa bu
Alman ZDF TV kanalina olmasi gerekmiyor mu? Dahasi yabancilar tarafindan Kürtler
hakkinda olumlu veya olumsuz yapilan yorumlarin tercüme edildigi Kürt yayin geleneginde
vardir. Bu yayinlarin icerigine katilir veya katilmayiz, ama bunun sorumlusu tercüme ederek
kamuoyuna sunan degildir.
Ömer Tuku, önce Alman ZDF TV kanalini protesto etmesi ve Kürtlere bu protestoya destek
cagrisi yapmasi gerekirken, protestoyu Peyama Kurd´e yapmasi düsündürücü degil midir?
Dahasi bizleride bu protestoya cagirip „Protestomu gazeteye değil, kamu oyuna acık
yapıyorum. Kürt dünyasının duyması gerek. Başkasının duymadım dememesi için. Tepkileri
merakla izleyeceğim.“ deyip herkesin eline bir karne vermeyi kendini yetkili saymasi neyin
nesi? Peki elindeki ölcü nedir? Eger kullandigi ölcü aletinin üstünde „Madein Turkey“,
„Madde in Germany“ yaziliyorsa yanmisiz demektir.
„Yezidiler Türklerin baskısında değil, Kürtlerin baskısı yüzünden ülkelerini terk ettiler. Bu
yazının yazarı buna defalarca şahit olmuş. Bu gün de Türkiye’de durum değişmiş değildir.
Kılıçtan dönme Hz. Muhamed Kürtlerine gerçekleri izah etmek çok zordur.“
Bunlar yurtsever bir Kürdün söyleyecegi seyler degildir. Dahasi bu anlayisi onaylayan Kürt
yurtseverlerini anlayabilmis degilim. Peyama Kurd bir hatami yapmis. Buna karsi durmanin
yolu var. Ama bir hataya karsi cikarken Kürt yurtsever hareketin varolus nedenlerine karsi
durus sergilenmesi gerekmiyor. Bende bu anlayisi kiniyorum. Sunu da herkesin bilmesini
istiyorum. Peyama Kurd´u cikaran cevreylede hic bir iliskimin olmadigini bilinmesini isterim.
Beklentim Peyama Kurd´un bu yaziyi tercüme eden kisinin daha evel Ezidilere karsi
düsmanlik ettigi iddisiyla bu sorunu irdelemesi ve Kürt kamuoyunu bilgilendirmesidir.
Tanidigimiz kadariyla Peyama Kurd cevresinin bu sorumlulugun bilincinde olan bir cevre
olusudur. Bir kisinin hatasini bu yurtsever cevreye fature edilmesi kabullenilecek bir durum
degildir. Bunu bosa cikaracak olan da Peyama Kurd cevresidir.
Peyama Kurd cevresinin Ezidilige karsi Islami düsünceyi savundugunu inanmak istemiyorum.
Eger varsa bunun kaniti bu iddia sahiplerinin bunu belgelemesi gerekir. Ve o günden sonrada
hep birlikte tavir alalim. Yok bu degilde bu iddia sahiplerinin Kürtler arasinda düsmanin
yapmaya calistigi böl ve yönet politikasinin bir baska bicimiyle karsi karsiya oldugumuzuda
görmek gerekiyor.
Düsmanin habire Kürt milletini icten bölmenin en üst düzeyde politikasi yaptigi asikarken, bu
oyuna bilerek veya bilmeyerek kendimizin alet olmasi afedilecek bir sey degildir. Yapilmasi
gereken her Kürdün üzerinde anlastigi ortak bir Kürt kimligini ortaya cikarmaktir.
Müslamaniyla, Alevisiyle, Hiristiyaniyle, Musevisiyle, Ezidisiyle vs. dini kimlikli Kürt
bireyinin ortaklasa sahiplenecegi milli bir kimlik olmalidir.
Dini kimlikler inanca tekabül eder. Biri digerinden üstündür söylemi biz Kürt yurtseverlerin
politikasi olamaz, dahasi olmamali. Hem Müslümaniz, hem Museviyiz, hem Hiristiyaniz, hem
Aleviyiz, hem Ezidiyiz. Ama sonucta hepimiz Kürdüz. Eger bunda anlasiyorsak önümüz
aydinlik, yok bu degilde her inancta olanlarimiz inancini bir ötekine dayatirsa düsmanin
oyununa gelmis oluruz. Bu güne kadar geldigimiz gibi. Eger birileri bunda ders almamis bu
oyunu sürdürürse, dahasi masumiyet zirhina bürünüp digerlerini suclarsa bilinsin ki, sonucta
hepimiz zarar görürüz.
Ben ne „katli vacip“ Ezidiyim, ne de “Hz. Muhammed´in Kürdüyüm.”
Şemdinli Olaylarından Çıkarılacak Çok Ders Var!
Hasan H. YILDIRIM
Kürd yurtsever hareketin Semdinli olaylarindan cikarmasi gereken cok ders olmalidir. Türk
egemenlik sistemi ve ihanetin ortaklasa Kürd milletine karsi devreye koydugu tezgahi cok iyi
okumasi gerekir. Ve tez elden bu tezgaha karsi mekanizmalarini olusturup harekete gecmesi
gerekir. Bu ertelenmez görev yerine getirilmese Kürd milleti cok agir bedeller ödeyeceginden
kimsenin süphesi olmamalidir.
TC ve PKK´nin ortaklasa devreye koydugu danisikli dögüslü kirli savasin kiskacinda Kürd
milleti sindirilmek ve yokedilmek istenilmektedir. Bir taraftan Türk egemenlik sistemi, diger
taraftan ihanet Kürdistan halkina adi konulmamis kirli bir savasla terörize etmeye devam
etmektedir. Gün gecmiyor ki, bir kac yurtsever ya devletin resmi “güvenlik gücleri” -siz
bunlari terörist cete olarak algilayin-, ya da lejyoner “Apocu” cete tarafindan katledilmesin.
Hakkari´nin Sendinli ilcesinde Seferi Yilmaz´a ait Umut kitabevine iki astsubay ve bir uzman
cavus tarafindan bombalanmasi, Mehmet Zahir Korkmaz ve daha sonra Ali Yilmaz adli
kisilerin katledilmesi Türk egemenlik sistemin kimligini ele vermeye yeterli bir kanittir.
Bu kimlikle “ortak yasam kurma” pesinde olanlarin kimligininde kirli oldugunu bize bir kez
daha göstermistir.
Semdinli olayi ne ilk, ne de son olacaktir. Türk egemenlik sistemin Kürd milletine karsi
dünden bugüne uyguladigi programin sadece bir karesidir. Türk egemenlik sistemi, Kürd
milletini yoketme ve sindirme politikasi devam etmektedir/edecektir.
Kürd milletine karsi sürdürülen kirli savasin aktör ve figüranlari, “devlet icin kursun atan
kahramanlar” olarak sahiplenildikce, Semdinli özelinde oldugu gibi katiller korundukca ve
“hukuk devleti” cercevesinde aklanma-paklanma politika edinildikce daha cok Semdinli olayi
yasanacaktir.
Dahasi Kürdleri katletmek icin görevli kilinan figüranlar "devlet övünc madalyasi”na mazhar
olacaktir. Bu terör elemanlari desifre edilmeyeceklerdir. Zorunlu olarak desifre olanlarda
korunacaktir. “Bagimsiz mahkemeler”de “temiz”e cikarilacaklar. Bir müddet sonrada devletin
etkili-yetkili erkaninin elinde “devlet övünc madalyasi”na mazhar kilinacaklar. Kimse buna
sasirmasin.
Bu politikanin degismesi beklenilmemelidir. Hele AB´den hic umut beklenilmemelidir. Son
cikan ilerleme raporlarinda da görüldügü gibi Türk devleti arkalanmaya devam edilecektir.
Semdinli´de devlet sucüstü yakalanmistir. 1. Ordu Komutaninin son aciklamasi, Terörle
Mücadele Daire Baskani Selim Akyildiz´in Semdinli olaylari öncesi ve olay günü bölgede
olmasi, olay sonrasi sikisan teröristlerin ilk etapta patronlari olan Mehmet Agar´i telefonla
arayip yardim istenmesi olaylarin icinde hangi parmaklarin oldugunada isaret etmektedir.
Semdinli olaylarinin faillerinin katil sürüsü Türk Ordusunun personeli olmasi herseyi anlasilir
kilmaktadir. Türk egemenlik sistemi ve bu sistemi “kuran ve kollayan Türk Ordusu”nun Kürd
milletine karsi politikasini bir kez daha anlasilir kilmistir. Türk Ordusu katil bir cetedir. Kirli
kimlik sahibidir. Kürdistan´da islenen her faili belli ve belirsiz cinayetlerin altinda imzasi olan
adrestir.
Semdinli halki, sanina yakisir bir kahramanlik örnegi göstererek katil Türk teröristlerini
yakalamistir. Bu saygiya deger bir cabadir. Bu caba bosa gitmeyecektir.
Yakaladigi katilleri yine katillere teslim etmekle teröristlerin kimlikleri örtbas edilsede sorun
bir kac capulcunun kimliginin aciklanmasi ve yargilanmasi meselesi degildir. Asil sorun ve
bizce önemli olan Sendinli halkinin Türk egemenlik sistemini Kürdistan´da suc üstü
yakalamasi ve bunu dünya kamuoyuna sunmasidir.
Semdinli olayi bile tek basina Türk egemenlik sistemin niteligini ortaya koymaya yeter ve
artar bile. Olay, bir kac capulcunun isi degildir. Bir bütün olarak Türk egemenlik sistemi ve
onu “kuran, koruyan ve kollayan” terörist Türk Ordusunun isidir.
Semdinli olayi, Türk egemenlik sistemi ve onu “kuran. koruyan ve kollayan” katil sürüsü
Türk Ordusunun Kürd milletine karsi sürdürdügü kirli savasin bir parcasidir. Bu nedenle bu
olayi „cete“lere havale edip Türk egemenlik sistemi ve onu „koruma ve kollama“ kurumu
olan Türk ordusunu temize cikarmaya yönelik yaklasimlara dikkat etmek gerekiyor.
Halkimiz düsmana karsi can siperane mevzilenmistir. Düsmanla her alanda iliskisini koparmis
ve ulusal reflekslerini harekete gecirerek düsman karsisinda safini belirlemistir. Fakat ne
yazik ki, halkimiz kendi gercek önderliginden yoksundur. Türk egemenlik sistemi ile ihanet
arasinda samar oglani durumuna düsmüstür. Eline nereye uzatiyorsa kendisine uzanan el
düsman ve düsmanin olmus ihanetin eli olmaktadir. Halkimiz kurulan bu tezgagta
sindirilmekte ve yok edilmektedir.
Kürd milleti, Türk egemenlik sistemi ve ihanetin kurdugu ortak tezgahda sindirilmek ve
yokedilmeye calisilmaktadir. Düsman örgütlü ve her türlü imkana sahip olarak Kürdistan
halkina karsi kuralsiz savasini sürdürmektedir. Ama ne yazik ki, Kürd yurtsever hareketi, bu
kirli ve kuralsiz savasa karsi koyacak mekanizma ve imkandan yoksundur. Isin aci olan tarafi
budur. Asilmasi gereken sorun da budur.
Semdinli olaylarinda cikarilmasi gereken daha sayisiz ders sayilabilinir. Fakat cikarilmasi
gereken en önemli dersin bu oldugu inancindayim. Kürd yurtsever hareketi, bu öngörü ve
sorumlulukla harekete gecer ve üstüne düseni eger tez elden yapmasa Kürd milleti agir bir
bedel ödeyeceginden kimsenin süphesi olmasin. Ogünden sonrada eyvah demenin kimseye
bir faydasinin olmayacagini bilmek gerekir.
11 Kasim 2005
Türkler Kudurmuş!
Hasan H. YILDIRIM
Türkler, toplum olarak kudurmus. Sokaga düsmüs. Önüne gelen Kürd´ü isirmaya bir hiz
vermisler. Bu söylediklerim, kimine göre Türk´e hakeret ettigim olarak algilanacak. Hayir
efendim! Hicte öyle degil. Türk´e hakeret etme diye bir derdim yok. Bu, böyle biline.
Ben sadece bir gercege dikkat cekmek istiyorum. Ne olur olmaz, millet olarak tedbirimizi
alalim, diyorum. Tedbir iyidir. Kimseye zarari olmaz.
Uyarim bu kudurmus Asena soyundan gelenlerle komsu olan millet ve halklaradir. Adamlar
sinir tanimiyor. Yanlisliktan mi, aliskanliktan mi ikidebir elalemin bahcesine giriyorlar. Bunu
kendilerine bir hak biliyorlar. Önüne geleni isiriyorlar. Kuduz mu kuduzlar.
Kürdistan sorunu atesten gömlek. Kimse giymek istemiyor. Ama bir „cözüm“dür basini almis
gidiyor- Ortaliga cokca „cözücüler“ tünemis.
Hele iclerinden biri var ki, haddini bilmeden ikidebir Kürd milletine „bayrak göstermek“tedir.
Kim diye merak etmenize gerek yok. Tanidik biri. Asena familyasinin son enigi.
„Çözücülerin ellerinde Türk bayrakları ve Atatürk posterleri... Türk ve Kürdü birleştiren,
Bismil ile Ankara ve Đstanbul'u birleştiren büyük çözümdür bu!“
82 yildir Kürd milletine dayatilan „inkar ve imha“ cözümüdür. Anlasilan basarisizliklarinin
parayonak bunalimini yasiyor. Saga sola saldirmaktan kendini alamiyor. Kapisinda havladigi
subay ve polislere bile veryansin ediyor. Kürdlere niye „bayrak göstermedikleri“nin hesabini
soruyor. Bu adam kacik. Melekeleri eksik. Kudurmus ne söyleyecegini sasirmis. Ve
hayiflaniyor.
„Cumhuriyet bayramında Diyarbakır'a subay ve polis lojmanları dışında bayrak
astıramayanlar, köyün bütün kerpiç damlarını millî bayrağımızla donatanların üzerine
yürümektedirler.“
Kafayi kan ve irin kokan bayrak dedigi bez parcasina takmis. Yapabilse herbir Kürd´e o kan
ve irin kokan bez parcasindan birer elbise giydirecek. Arkasinda da „yok Türk bayragina
osurdunuz“ diye kursuna dizecek. Böylelikle cagdas nüfus planlamasi devreye koymus
olacak. Hergün cogalan Kürd karsisinda nesli tükenen Türk´ün alehine bozulan dengeyi
saglamis olacak. Böylelikle „Türkiye´i bölmekten kurtarmis“ olacak.
„Türkiye´yi bölmekten kurtarma“ya calisan sadece bu aklini yitirmis „kurtarici“ olsa amena
diyecegiz. Ama ne gezer. Ayakaltinda sürüce „kurtarici“ var. Hangilerini sayayim. Saymakla
bitmez ki. It sürüsü.
Önüne gelen Kürd milletine „bayrak gösteriyor“. Yahudilerin yakildigi Hitlerin gaz odalarinni
hatirlatiyor. Bize yol gösteriyor. Kadim ülkemizde cekip girmemizi istiyor.
Devlet dedikleri cetenin capulcularin eline tutusturduklari bombalar üstümüzde patliyor.
Kimi de „devlet icin kursun atanda yiyende kahraman“ ilan ediyor.
„Türk“ halki mi?
O, hic bos durmuyor. Binbir emekle yetistirdigi genclerini davulu zurmali halaylarla „en
büyük asker bizim asker“ deyip üstümüze saliyor.
Ya sol gücleri ne alemde?
Onlari hic sormayin. Düsman basina.
“Ülememizi bölmek isteyenler, sadece emperyalislerdir“ deyip Kürd milletinin kendi ulusal
devletini kurmasina karsi bayrak kaldiriyor.
Bunlar tanidik. Düsman. Düsmanin minneti yok. Söyler ve yapar. Fazla bir sey demek
gerekmiyor.
Peki ya bunlarla “ortak yasam kurmaya calisan” su bizim aklievellerimize ne diyelim?
Kürd milletini parcalayan ve bölen sömürgeci devletlerin sinirlarina “saygilisiz” diyenler.
Düsmanin sembollerini “bizimdirde” deyip Kürd milletinin “sembolleri” olarak ilan edenler.
Kan ve irin kokan bayrak dedikleri bez parcasini öpüp secde edenler.
“Kardeslik”, “dostluk”, “tarihsel birliktenlik” edabiyati esliginde “Türk´ün elinin
güclenmesi“ni kendine is edinenler.
Ikinci bir Lozan olan Brüksel´in kapisina Kürd milletini baglamak isteyenler.
Birileri, „bizim özümüz Kürt ulusunun kökünü kazimaktir“ dedikce buna “hasa” diyen
„ehliyetli“ ve „ehliyetsiz“ avukatlar.
Ha bunlara ne diyelim?
Dedigimiz acik ve net. Unutmuslara, anlamamazliktan gelenlere, icine sindiremiyenlere inat
bir kez daha söyleyelim.
Türkle ortak yasam olmaz. Diyenler, kendilerini oldugu gibi, Kürd milletinide kandiriyorlar.
Fakat bizim kendi kendimizi kandirma lüksümüz yok.
Bir hakkimiz var. Bugün gasbedilmis olsa da hak. Onu geri istiyoruz. Her Kürd istemelidir.
Ulusal bir devletimiz olsun diyoruz. Onu istiyoruz. Cok sey mi istiyoruz? Hayir!
13 Kasim 2005
Bilim Adamları e Güne Dururlar?
Hasan H. YILDIRIM
Kafatasçılar, ırkçılar, faşistler, ümetçiler, solcular, demokratlar, aydınlar vs. Türk denilen
göçebe, muhacir devşirme topluluğu hep bir ağızdan “Kürtlere ölüm” diye bağııyorlar.
Katliamcılar, jenositciler, asimilasyoncular, mafiacılar, çeteciler, namuzsuzlar, pezevenkler,
insanlığın yüzkaraları alçaklar, “Türkiye'yi bölmekten kurtarmak“, “ortak vatana
sahiplenmek“ için Kürd milletine ölüm diye bağıriyorlar.
Halklar hapishanesi “misak-i milli”nin koruma bekçileri “Türkiye bölünmesin” diye Kürd
milletine ölümü reva görüyorlar. Kürd milletini yeryüzünde silmek için topyekün ayağa
kalkiyorlar.
Hitlerin ruhunu yaşatiyorlar. Dogru ya. Hitlerde “en büyük ögretmenim” dediği M. Kemal'in
ruhunu yaşatmak için başta Yahudiler olmak üzere milyonlarca masun insani gaz odalarında
buharlaştırmamış miydı? Vefa burcu olsa gerek. Bu kez M. Kemal'in evlatları öğretmenleri
Hitlere karşı vefa burcunu yerine getirmeye çalışıyorlar.
Şimdi bu insanlıktan çıkmış mahluklara ne diyelim? Namusuz ve alçak desek kaybedecekleri
birşeyleri olmazsada adettendir demek gerekir. Şünkü zaten öyledirler. Temeleri öyle atılmış.
Hamurları öyle yoğrulmuş.
“Tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek dil“den müteşekil bir Türk toplumu yaratmayi siyaset
edindiler. Bir emirle nasıl fesi yasaklatıp, insanların başına şapka geçirildiyse, yine bir emirle
Kürd milleti başta olmak üzere zora dayalı çizilen devlet sınırları içinde yaşayan ulusal
topluluklar yok sayılarak Türk ilan edildiler. “Ne Mutlu Türk'üm Diyene” herkese empoze
etmeye başladılar.
82 yıldır bu ırkçı, şoven düşünce ve yaptırım Kürd milleti ve diğer ulusal azınlıklara kabul
etirilmeye çalışıldı. Bundan başarılıda oldular. Kürdler dışında bir çok ulusal azınlık bu ırkçı
ve şoven yaklaşım ve yaptırım sonucu buharlaştırıldı. Kendilerine yabancılaştırılarak
Türkleştirildi. Fakat Kürdler buna direndi.
Demirel, haklı olarak “Kürtler, diğerlerine benzemedi. Kürtler sertti. Herkesi Türkleştirdik.
Ama Kürtleri Türkleştiremedik” demek zorunda kaldı.
Türk egemenlik sistemi, Kürd milletinin üzerine aynı sertlikle yürüdü ve bu yürüyüş devam
etmektedir. Bu yöndeki eleştirilmez, tartışılmaz politikalari devam etmektedir. 13 yaşındaki
bir çocugun görpecik vücuduna 13 kursun sıkan bir devletin Kürd milletine karşı yaklaşımının
resmidir.
Đt kopukları, “güvenlik güçleri“inin eline bomba veriyorlar. “Sözde vatandaş“ dedikleri
Kürdler üstünde patlatiyorlar. Bu, bir resim. Türk egemenlik sistemin resmidir.
Fakat ne yazık ki, bu resim bir bütün olarak Kürd politik çevrelerince doğru okunmamaktadır.
Kürd millet bireyine bok yediren, üstüne kurşun ve bomba yağdıran bu ceberut toplumu
anlamakta zorluk çekiyorlar. Bu icraatin sorumlularına “insanlik, kardeşlik, dostluk“
atfediyorlar. Bu insanlik düşmanı canavarlarlarla “ortak yaşam” öngörüyorlar. Kürd milletine
“celatlarınızı sevin” diyorlar. Buna da “akılı” politika diyorlar.
Peki bize “kardeş” tayin edilen insanlıktan nasibini almamış bu ceberut toplum insani bizi
kardeş olarak kabul ediyor mu? Ne gezer!
Onlar, bizden köle olmamızı istiyorlar. Kölelik sınırını aşan Kürd´e yok edilmesi gerekenler
olarak bakiyorlar. Hem de gözümüzüm içine baka baka bunu dile getiriyorlar. Bunu dile
getirenler sokaktaki insan olsa her neyse deyip geçilebilinir. Fakat bunu diyen Türk denilen
toplumun elit tabakası. Yöneticisi, aydını, yazar çizeri.
“TC bizim yani kendisini Turk hissedenlerin devletidir.” diyorlar. Bunu her gün bize
hatırlatiyorlar. Ama bilinen malum Kürd çevreleri, bunu anlamamazlıktan geliyor.
Fadıl Ozçelik ile Oktay Ekşi arasında gerçeklesen E. Mail üzeri yazışmalarda ilginç bir tablo
ortaya çıkmış diyecegiz, ama söyleyemiyoruz. Sebebine gelince Oktay Ekşi'nin bu
söylediklerini söylememiş olsaydı şaşardıkta ondan.
Olsun! Yinede Sevgili Fadıl Özçelik'in bu gerceği bir kez daha kamuoyununa sunması değer
biçilecek bie başarıdır. Kendisini kutluyorum.
Fadıl Özçelik'in sahibinin kaleminden bir kez daha kamuoyuna sunduğu gerçek nedir?
Beyaz adamın Kürd´e nasıl baktığı gerçeğidir. Beyaz adam yüzündeki maskeyi atmış ve
gerçek kimliğiyle Kürd milletine karşı düşmanlığını alenen sergilemiştir.
Bu coğrafyanın kadim halkı olan Kürd milletine yol veriyor. Çekin gidin diyor. Ve son
noktayı koyuyor. Eğer gitmezseniz gaz odalarında cayır cayır yakılan Yahudilerin akibetine
uğramakla tehdit ediyor.
Paşa paşa tehdit ettikten sonra bir de “iyi dilekler” demez mi? Gel de burdan yakma!
Bu herif kendini ne zanediyor? Hiç mi etrafina bakmiyor? Đnsanlığın geldiği seviyeyi, ortak
olarak yarattığı insaklik değerlerinden haberi yok mu?
Đkinci dünya savaşında Yahudilerin başına getirilen o korkunç katliamın insanlık suçu olarak
dünya insanlığı tarafindan kabul gördüğünden haberi yok mu?
Hitler tarafından Yahudilere uygulanan insanlık dışı uygulamayi Kürd milleti için tehdit
olarak kullanan bir kişinin insanlıkla bir alakası olabilir mi?
Gerçekten bu mahluk insan mıdır? Başı gövdesi, elleri ayakları, gözü kulağı, konuşan her
mahlukata insan demek gerekir mi?
Bu kafatascı, ırkçı, faşist zihniyetli unsurların karantinaya alınmaya ve hemde okalısından bir
tedaviye ihtiyaçları var. Đnsanlık için bu mahlukatlar mercek altına alınmalıdır.
Bu konu da elimiz de yaşayan çokça örnek var. Saddam, Evren, Ekşi, Öcalan vs. zevat tam da
nümüne örnekler.
Bunlar üzerinde yapiıacak bir incelemeden çıkan sonuca uyan mahlukları insanlık aleminin
dışında başka bir tanımlama ile tanımlanmanın bence zamanı gelmiş geçiyor bile.
Bana kalırsa insanlığın yeniden bir tanımlanması yapılmalıdır.
Bilim adamları ne güne dururlar?
15 Kasım 2005
Ferit Uzun'dan Hikmet Fidan'a Uzanan Cinayet Zinciri!
Hasan H. YILDIRIM
Türk egemenlik sistemi Kürd milletini tarihte silmek icin 82 yildir her yol ve yönteme bas
vurmus ve vuruyor. Devreye koymadigi plan ve program, kullanmadigi kirli arac ve gerec
birakmadi ve birakmiyor. Kullandigi bu kirli araclarin biri de A. Öcalan ve örgütüdür.
Kürd yurtsever hareketi, bu konuyu bir bütün olarak bir türlü aciga cikarabilmis degildir. Bu
sorun cözülmeyince dogal olarak gündeme damgasini vuran olaylar dogru kavranilmamakta
ve dogru sonuclara ulasilamamaktadir.
A.Öcalan ve örgüt gercekligi kavranilmaksizin Semdinli´de oynanan olay kavranilamaz.
Hikmet Fidan olayi aciklanamaz. Yüzbinlik köy korucu sistemi, onbinlerle ifade edilen itirafci
ordusu, bosalan binlerce köy, yerinden yurdundan edilen milyonlar vs. saymama bile gerek
yok.
Tüm bu olaylari yorumlamak icin biraz geriye gitmek gerekiyor. 1970´lerde dünya´da ve
ülkemizde gelisen devrimci dalgaya bakmak gerekiyor. Derinden uguldayan Kürd milli
uyanisinin yükselisine bakmak gerekiyor. Bu yükselisi durdurmak icin Türk egemenlik
sistemin Kürd milletine karsi „Kürtcü“sünü nasil palazlandirip yol verdigine ve Kürd
yurtsever dinamiklere nasil saldirtigina bakmak gerekiyor. Kuskusuz bu uzun bir inceleme
konusu.
Ben yaziyi kisa tutmak icin isi biraz ileriye tasimak istiyorum. 22 Kasim 1978 gününe gitmek
istiyorum. Ne olmustu 22 Kasim 1978 tarihinde? Eger ne oldugunu bilmiyor ve buna bir
anlam verememissek bugünüde anlamli kilamiyacagimiz düsüncesindeyim. Bu baglamda 22
Kasim 1978 tarihinde olup bitteni iyi okumak ve oradan bugünü yorumlamak daha isabetli
olacagini düsünüyorum.
Bugün 22 Kasim 2005. Bundan tam 27 sene evel, yani 22 Kasim 1978 tarihinde Siverek´te
siyasal bir cinayet islendi. Islenen cinayet siradan bir olay degildi. Kürd millet „kökünü
kazima“ misyonunu üslenen, dahasi kendilerine bu misyon üslendirilen „Apocu“ ihanet cetesi
tarafindan bilincli secilmis hedeflerden sadece bir tanesiydi. Ama isabetli bir hedefti. Kürd
milletini terörize etmek, yüzyillardan beri süzüle gelen Kürd millet dinamiklerini ortaya
cikarmak, su veya bu sekilde tasviye etme misyonun sadece bir duragiydi.
Ben burada yoldasim Ferit uzun´u anlatacak degilim. Onu ne methedip, ne de yererek
utandiracak degilim. Ferit´in sagliginda en cok sevmedigi bir seyin kendisini methedilmesi
oldugunu bilenlerdenim. Dahasi Ferit´in methedilmesine ihtiyacida yok. Sadece sunu demekle
yetinmek istiyorum. O, bir neferdi. O, bir önderdi.
Ferit Uzun´un katledilmesi siradan bir cinayet degildir. Bir konseptin uygulanisinin önemli bir
halkasidir. Ferit Uzun´un katledilmesi, Türk egemenlik sistemin olusturdugu, destekledigi,
sokaga salarak Kürd millet dinamiklerine karsi savastirdigi kontra “Apocu” ceteye
üslendirilen misyonu bir kez daha mercek altina almanin mihenk tasidir.
„PKK'nin her zaman övgüyle bahsettiği Siverek olaylarının çok ilginç bir başlangıcı ve
gelişmesi vardır. 1970'li yıllarında gelişen Kürt siyasi hareketliliği halkın içinde büyük bir
sempatiyle izleniyordu.Değişik bölgelerde farklı siyasi yapılar halkla bağlarını geliştirdikçe
devletin kaygısı da artıyordu.Böyle bir dönemde Apo:”önce örgütlenmemizin önündeki siyasi
gurupları ve kişileri ortadan kaldırmak gerekir” lafını tüm kadrolarına empoze etmeye
başlar.Çok geçmeden Apo aldığı bir kararla infaz ekibini Siverek'e gönderir.Bölgede çok
sevilen, etkin olan KAWA siyasi hareketinin lideri FERIT UZUN 22 Kasım 1978 günü saat
16.00 ya doğru kucağında 1.5 yaşında kızı Yekbun olduğu halde vurulur.Arkasından Ferit'i
Bölgenin en etkin feodallerden Bucak ailesinin vurduğu propagandası yapılarak kitleyi
Bucaklara karşı gelişecek kavgaya hazırlamanın senaryosu uygulanır.PKK itirafçısı Hasan
Hüseyin Karakuş mahkemedeki açıklamasında Ferit Uzun dışında başka siyasi liderlerinin de
öldürülme kararının olduğunu ama Siverek'te bunu başaramadıklarını belirtmiştir.Ferit
Uzun'un hesabının sorulamamış olması sonraki katliamlara davetiye çıkarmıştır. Siverek'te
başlayan çatışmanın daha uzun devam etmesi ve yıkımın daha kalıcı olması için bilinmeyen
(aslında bilinen) bir gücün sürekli taraf değiştirdiği,çatışan güçleri dengelediği, olayları
izleyenler ve Bucak ailesinin o dönemde reisi olan Hakkı Bucak tarafından ve ayrıca orada
görev yapan subaylar tarafından birkaç yerde itiraf edilmiştir. Siverek çatışması senaryo
gereği PKK'yi geliştirmiş ama Siverek ve çevresini her bakımdan on yıllarca geriye çekmiştir.
PKK dışındaki diğer siyasi yapılar birbirlerine rakip olmalarına rağmen günlük
anlaşmazlıkların dışında birbirlerini fiziki imha planları olmamıştır.Ancak PKK'nin diğer tüm
siyasi yapıları ortadan kaldırmak için planları olmuştur.Bu da PKK'nin tüm diğer siyasi
yapılardan farklı olduğunun göstergesidir.“ (Ibrahim Küreken)
Yurtsever Kürd hareketi, bir bütün olarak bu „farkli“ gizi bugün bile cözmüs degildir. Bu
„fark“ cözülemeyince, tedbiri alinmayinca, dahasi „Ferit Uzun'un hesabının sorulamamış
olması sonraki katliamlara davetiye çıkarmıştır“.
Ferit Uzun´un katledilmesinden bu yana „Apocu“ kontra cetesi, planli-programli olarak Kürd
siyasal önderlerine karsi fiziki yoketme politikasini izlemistir. PWD olusumuyla süren
cinayetlerde bu politikanin devamidir.
PWD olusumuna öncülük eden Osman Öcalan, abisi tarafindan „mayinli sahaya sürülen esek“
olarak tanimladi. Cogu cevre bunu A. Öcalan´in kücük kardesini kücümsedigine yorumladi.
Oysa mesele hicte öyle degildi. A. Öcalan, o sözü bosuna etmemisti. Ne söyledigini biliyordu.
Sonuctada ne demek istedigi aciga cikti.
„Özellikle Cuma ve Abbas’a söyleyin benim gündemime Ferhat’ı getirip koydular. 93’te de
Ferhat’ı o yola soktular. Sahip çıkmasan, ya davulcuya ya zurnacıya kaçar. Zavallının teki
üstüne fazla gitmek istemiyorum. Mayınlı sahaya sürülen eşekler gibi, bazıları da yol açmak
için onu öne sürdüler. Bunu bilinçli yaptılar demiyorum ama objektif olarak böyledir. Aslında
arkadaşlar bazı yanlarıyla benden çok daha güçlüler. Yıllardır o dağlarda savaşıyorlar. Ama
bu ne perhiz bu ne lahana turşusu. Sözde evli, senin avradına on tane koca çıkar yarın.“
(Avukat Görüsmelerinde)
Söylenen gayet acik ve net. „Mayinli saha“ya birileri sürülmeli, ama „bizim esek degil“
demek istiyordu. „Mayinli sahaya sürülen esek“in numarasi ergec aciga cikacagini biliyordu.
Bu da Öcalan kardesleri zora düsürürdü. A. Öcalan´in kizginligi bunun icindi. Sonucta da
korktugu basina geldi. Cinayetleri isleyen edres Öcalan kardesleri gösterdi. Özelikle Hikmet
Fidan olayinda Öcalan kardeslerin ipligi pazara tasindi.
Kürd yurtsever hareketi, „mayınlı sahaya sürülen eşek“ meselesini dogru okuyamadi.
Gercektende, „esek“ „mayinli saha“ya sürüldü. Sahpur Bahtiyar, Kemal Sahin, Hikmet Fidan,
Hüseyin Morsünbül, Hasan Özen vede bilmedigimiz sayisiz yurtsever, A. Öcalan icin
potansiyel tehlike arzeden insanlardi. Patlatilmasi gereken mayinlardi. Ve birer birer
patlatildilar. Bu insanlarin katledilmesinde PWD yönetiminin özel bir rolü oldugu da süpheye
yer birakmaksizin asikardir.
Tekrarliyorum! PKK, basindan beri Türk egemenlik sistemi tarafindan olusturulan, Kürd
milletine karsi savastirilan bir kontra örgütür. Bu gercek inkara gelmez. Ellerindeki ölcü
aletinin Made In´ini bilmedigim „bilimsel“ takilan „yetkili“ ve „yetkisiz“ PKK avukatlarinin
kontra artigi A. Öcalan ve örgütünü temize cikarma gayretleride bunu yok saymaya yetmez.
Bu zevatin niyetleri sonucta aciga ciksada, dün ve bugün yaptiklariyla Kürd milletine büyük
zararlar verdikleri bilinmelidir.
Karsi karsiya oldugunuz gerceklik „bilimselikle uyusmuyor“ demekle isin icinde siyrilacak
bir mesele degildir. Bu cevreler, eger samimi iseler A. Öcalan´nin ortaliga salinmasiyla Kürd
millet dinamiklerini planli programli yoketme teori ve pratigini sorgulamak zorundadirlar.
Ama birileri bunu yapamazlar. Bu ugursuz teori ve pratigin bir dislisi olanlar veya yasamlari
boyunca bunun propagandasini yapanlar bunu yapamazlar. Onlar, „bilimsel“ takilip orta da
yemlenip, ama isin kenarinda dolasip kendilerini yasatmaya calisacaklar. Kimdir bunlar
demek bile acayip. Kimdir diyeyim? Sürüce!
„Yetkili“ ve „yetkisiz“ avukatlara sunu söylüyoruz. „Ajanlasmis yapi“ dedikleri Kürd birey
ve politik güclerine karsi ortaya cikisindan bu yana PKK tarafindan sürdürülen kirli savas ne
ifade ediyor? Apocular-Besparcacilar, Apocular-KUK´cular, Apocular-Tekosinciler ve
Apocular-Diger Kürd örgütleri, dahasi Apocular-Kürd milleti arasindaki savasa bir isim
koymalari gerekir. Fakat bu isi yaparlarken A. Öcalan´in „diktatörlügü“ ile aciklamaktan
kendilerini alikoymalidirlar. Niye öyle derlerse, kendi deyimleriyle „bilimsel“ olmazda
ondan.
Kimse saga sola kivirmasin. Taslar yerli yerine oturmustur. PKK´nin varedilis nedeni tüm
boyutlariyla inkara yer birakmayacak sekilde aciga cikmistir. Mesele bunu sindirebilmektir.
Bunun icinde tas gibi bir mideye sahip olmayi gerektirir. Birilerinde olmayanda budur.
Iddiam sudur. Her kim ki, Apocu ceteye bulasmis, niyeti ne olursa olsun yaptigi isler A.
Öclan hanesine ve oradanda TC devleti hanesine yazilmistir. Bu nedenle hic kimse ben bu
kurumun basindaydim, su veya bu isleri yaptim vs. kendine pay cikarmasin. Cünkü cok
komik oluyorlar. Sebebine gelince basinda olduklari kurumlarin patronu kimdi, oraya nasil
geldiler ve nasil gönderildiler, herkesten öte bu kurum calisanlari daha iyi bilirler. Bu
kurumlarin patronu A. Öcalan oldugu, kurumlarda calisanlar, onun tarafindan atandigi ve
tekme ile sutlandigi bilinmeyenler degildir. Ve o kurumlarin basinda kaldiklari müddetce A.
Öcalan´in birer hizmet memurlari olduklari bir baska gercekleri. Bu nedenle birileri, bize A.
Öcalan´a hizmet memurlugunu Kürd halkina hizmet olarak satmasin. Hem ayip, hem de
komik oluyorlar.
A. Öcalan´nin TC devleti tarafindan sokaga salindigindan bugüne kadar olan bittenler bu
meyanda seyr etmistir. Bu konu da istisna yoktur. Bugün birilerinin DTH icinde calismasinin
gerekcesi neyse dünde HEP, DEP, HADEP, Özgür Gündem vs. kurumlarda calisanlarin
gerekceside oydu. Kimileri bugün neye ve kime hizmet ediyorsa, dünde o dönemin
kurumlarinda calisanlarda ayni kisi ve mekanizmaya hizmet ettiler. Bu kisi ve mekanizmada
bilinmeyen degildir. A. Öcalan ve TC devletidir. Bu ister bilincli, ister bilincsiz, ister
isteyerek, ister intenmeyerek yapilsin, sonucta hizmet edilen adres Türk egemenlik sistemidir.
Türk egemenlik sistemin Kürd potansiyelini bittirme misyonu ile görevlendirdigi A. Öcalan
ve ekibinin olusturdugu kurum ve yapilanmalarin ismini bile unuttuk. Hergün biri olusturulur,
tasviye edilir. Ama hepsinin misyonu aynidir. Bu da Kürd millet dinamiklerini yoketmektir.
Güncel olmasi hesabiyla PWD´yide bu baglamda degerlendirmek gerekir. PWD, A. Öcalan
ve ekibine üslendirilen misyonu yerine getirmenin disinda degildir. Bu isin tam da
ortasindadir. Biz daha isin basinda A. Öcalan´in PWD´ye üslendirdigi role dikkat cekmis,
Kürd yurtseverlerini uyarmistik. PWD´nin bir höle odak oldugunun altini kalin cizgilerle
cizmistik. Ama ne yazik ki, bugün dogrulanan bu yaklasimimiz o dönem kimi cevrelerce
„komplo teorileri“ ile degerlendirilmisti. Heyhat yasam acimasizdir. Gercekler kendini
herkese kabul edecek kadar inatcidir.
Fakat bu realiteye ragmen kimi cevreler, yasanan, dahasi Kürd milletine dayatilan bu kirli
teori ve paratigin ortaya koydugu ihaneti görmemezlikten gelmeyi inatla sürdürmektedir.
Dahasi „Apocu“ kontra cetesini temize cikarmak icin „ehliyetli“ ve „ehliyetsiz“ avukatligina
soyunmuslardir.
Kürd millet katilleri, „özür delemek“le kendi suclarindan arinmayi gecer yol sectiler. Kimi de
buna paye bictiler. Fakat „özürcüler“ cok gec kalmadan hani alismis kudurmustan beterdir
hesabiyla mesleklerini icra etmeyi ihmal etmede kusur birakmadilar. Sahpur Bahtiyar, Kemal
Sahin ve Hikmet Fidan gibi insanlari katletmekle bagli olduklari merkeze karsi görevlerini
yerine getirdiler.
Bilindigi gibi bir dönem özür dileme seanslari sürece damgasini vurdu. Fakat özürcülerin
ellerinde sopalarida eksik olmadi. Bir taraftan niye özür diliyorlar aciklanmazken, diger yanda
da Kürt yurtseverlerine karsi eski de oldugu gibi karalama ve tehditlerinden de geri
kalmadilar.
Bu adamlar kendilerini ne saniyorlar. Bir dönemler PKK disinda baska bir kurtulus adresi yok
derlerdi. Hele yavas olun baska adresler var diyenleri bildik sifatlarla nitelerlerdi. Bu
yetmezdi „ajanlasmis yapi“ adi altinda kendilerine fiziki olarak yönelinirdi. „Ajanlasmis
Yapi“ mantigi hem PKK ici, hem de dis infazlarin iddianamesi oldu. Bu mantik sonucu
binlerle ifade edilecek bir kiyim yasandi.
A.Öcalan, yasanan sürecte birinci elden sorumlu olsada tek basina sorumlu degildir. Suc
ortaklari vardir. Kimdir bunlar? PKK yönetiminde yer alan unsurlardir. „Apocu“ kirli teori ve
pratigin uygulayicilaridir. Ve bir kontra artigi olan A. Öcalan´i halkimiza „önder“ olarak
dayatan ve bu meslegi icra ederken A. Öcalan kapisinda kemik kovalayan sözde aydinlardi.
Bu kirli teori ve pratik sonucu Kürdistan ve halki bir yangin yerine dönüstürüldü. Bunlari
burada tek tek sayip dökmenin geregi yok. Simdi bu unsurlar bu olup bittenden sonra kalkip
“Kürdistan halkindan özür diliyoruz” deyip sil bastan eski oynanmis Kürt ulus kökünü kazima
oyununu yeniden oynamak istiyorlar. Kurtulus adresini A.Öcalan´in höle partisi PWD´yi
gösteriyorlar. Kendilerini Kürdistan halkinin kurtaricilari ilan ediyorlar.
Kürdistan yurtseverleri, hakli olarak buna itiraz ediyorlar. PKK´nin kirli teori ve pratigi
kendilerine hatirlatiliyor. Yasanan sürecte olup bittenlerin sorumlusu sizsiniz deniliyor.
Bunun bir hesabi kitabi olmali deniliyor.
“Apocu” unsurlarin buna tepkisi sert oldu. Eski mantik yeniden seslendirildi. Osman Öcalan,
“ehliyetli yargic isterim” deyip Kürdistan halkina restini cekti. Osman ERDAL(Sadun) ,
„Kötülük tellalları bilmelidir ki, büyük kazanımlar yaratan geçmişimize dil uzatanların
karşısında sessiz kalamayız.“ dedi.
Yabancisi olmadigimiz eskinin bu bildik tehditlerin sözde „degisimciler“in agzinda yeniden
dökülmesi neyin nesidir? En makul bir elestiri karsisinda “TC´ye karsi silah kullanmamak
üzere gömen”ler, Kürd yurtseverlerine karsi silahlarini yeniden bilemesi iyiye alamet
oldugunu kim iddia edebilir? Bu insanlarin degistigini kim iddia edebilir?
Halk arasinda bir deyim vardir. “Dinime küfreden bari dinimden olsa”. Yukaridaki
söyleyenlere bakin. Yüzlerce insanin katledilmesinin mimarlari. Kirli bir teori ve pratigin
icraatcilari. TC devletinin “Kürtcü” maskeli lejyoner askerleri birdenbire yurtsever, demokrat
olabilirler mi? Hangi aklievel bunu iddia edebilir?
Bu adamlar hangi “büyük kazanim”dan bahsediyorlar. Elle tutulur bir kazanim mi var?
Kürdistan yurtseverligini suc sayan, yurtseverleri katledenlerin kazanimlari ne olabilir?
Kuskusuz ortalikta bir kazanim var. Fakat bu kazanim sömürgeci TC devletinin hanesine
yazilmistir. Kürdistan halki bu savasin kaybedeni olmustur. Daha dogrusu PKK eliyle bu
savas bilincli olarak kaybetirilmistir. Bunun sorumlulugu «Baskan Apo»nuz ve sizlersiniz.
Simdi kime ne satiyorsunuz? «Büyük kazanim» dedikleriniz nedir?
Gercekten degismisseniz ve samimi iseniz ne siz «Apocu» kirli teori ve pratikle övünün, ne de
biz ikide bir olup bittenleri sayalim. Anlasilan «Apoculuk»tan kendinizi kurtarmis degilsiniz.
Bundan öte “kendisi istese de istemese de, onun isbirligi stratejik olmustur.“ (Osman Öcalan)
dediginiz «Baskan Apo»nuzu kurtarmaya kendinizi görevli kilmissiniz.
“PWD; Abdullah ÖCALAN'IN yaşadığı esaret koşullarının aşılması ve özgürlüğüne
kavuşmasını insani ve ahlaki bir görev olarak kabul eder ve bu temelde caba içinde olur.
Đdeolojik düşüncelerine değer verir ancak politikalarını ve kararlarını bağımsız iradesiyle
oluşturur ve uygular.”
Bugünden sonra yurtsever oldugunuza kim inanir? TC devletinin emir eri A.Öcalan´i «Baskan
Apo» deyip baslarina tac yapanlarin yurtseverligi tartismaya yer birakmayacak kadar kirlidir.
Zaten dünde yurtsever degildiniz. Biz, dünden bugüne bu iddianin sahibiyiz. Bugün sizlerde
bunu kabulleniyorsunuz. PWD olusumu sonrasi aciklamalarinizla kamuoyuyla paylastiginiz
düsüncelerinizle PKK´nin yurtsever bir hareket olmadigini eninde sununda sizde
kabullendiniz. Bunlari burada aktarip yaziyi uzatmak istemiyorum. Isteyen gecmis
yazilariniza bakabilir.
Burada soru sudur : Yurtsever olmayan bir hareket, neyin “özgürlük hareketi” oluyor? Hic
bunu düsündünüz mü? “Baskan Apo”nuz yurtsever degilmis. Örgüt icinde gelisen yurtsever
egilimler suc sayilmis, yaptirimlara tabi tutulmus, onbinlerce insan katledilmis ve siz hala
kalkip “özgürlük hareketi”nden ve “büyük kazaminlar yaratan gecmisimizden”
bahsediyorsunuz. Allah askina ne anlatmak istiyorsunuz ? Yine kimi kandirmaya
calisiyorsunuz? Bu halka yaptiginiz kötülük yetmedi mi?
Ortaya ciktiginizdan bu yana iki seyi cok iyi yaptiniz. Birincisi, potansiyel tehlike arzeden
kadrolari elele verip katlettiniz. Ikincisi, bunalim teorisini yapip bu halkin kendisine olan
güveni dinamitlediniz.
„Kürt halkının ortak gücü egemen güçlere galebe çalmaya yetmez. Đster parçalar özgülünde
isterse Kürdistan genelinde olsun halkımızın çabaları, çözümü getirememiştir. Direnişlerin
başarısızlıkla sonuçlanmasında bu etkenin belirleyici rolü vardır.“(Osman Öcalan)
„Türkiye AB’ne girmeden Kürt sorununun çözüme kavuşturulması mümkün değildir. Ne
Türk halkı buna izin verir ve ne de devletin böyle bir kabiliyet ve niyeti vardır.“ (N.TAS)
O halde neyin mücadelesini veriyorsunuz? Inanmadiginiz bir davayi niye sürdürüyorsunuz?
Bu söylenenlerden sonra “cözüm gücü”, “cözüm adresi” iddianiz kötü bir saka midir?
Dahasi Kürdistan sorunu diye bir sorununuz var midir? Cözümünüz nedir? Ikide bir “PWD
cözüm adresidir” sakasini niye tekrarlayip duruyorsunuz? Peki cözümünüz nedir? Bu konuda
agziniza doladiginiz “özgürlük” ne ifade ediyor? Örnegin bagimsiz bir Kürt devleti istiyor
musunuz? Federasyonu savunuyor musunuz? Bunlari savunmuyorsaniz peki ne
savunuyorsunuz? Buna cevaplari var. “Ideolojik önderimiz” dedikleri “serok Apo”larinin
Imrali´da savunduklaridir.
"Ulusal sorunun çözümü konusunda Kuzey Kürdistan daha özgü bir konuma sahiptir.
Türkiye’nin parçalanma ihtimali, þoven kesimlerin paranoyakça saplantýlarýna raðmen,
mümkün görünmemektedir. Buna Kürt halkýnýn zaten ihtiyacý yoktur. Kürtlerin esas tercihi
her dört parçada demokratik-siyasal çözümden yanadýr. Federasyon veya daha deðiþik çözüm
imkanlarýný ortaya çýkaran Kürtlerin kendisi deðil, dýþtan yapýlan müdahaledir. Türkiye’nin
dýþardan herhangi bir müdahaleye maruz kalmasý mevcut þartlarda mümkün deðildir.
Türkiye Avrupa Birliðine girmek için hýzla demokratik açýlýmlar yapmaktadýr. Bundan
dolayý Kürt probleminin çözümü diðer parçalarda olduðu gibi federasyon veya baðýmsýz
devlet kurma tarzýnda deðil, demokratik sistem içerisinde olacaktýr."
Bunlar Imralida söylenenlerdir. Bunlari Imrali´dakine söyletende TC devletidir. PWD
kucucularinin söyledikleri A. Öcalan'ın Đmralı Savunmalarında dile getirdiği görüslerdir.
Öcalan'ı “Đdeolojik Önder” olarak izlemeye devam edeceklerini acikca deklere ediyorlar. Bir
itirazlari varsa o da PKK/Kongra-Gel´i ele geciren “muhafazakar” dedikleleri kanatla olan
“iktidar kavgalari”dir. Bunun da pek inandiriciligi yoktur. Son ölüm olaylari ve Osman
Öcalan´in ortaya koydugu tavir ve PWD yöneticileriyle daha hala icli-disli olmasi bu
savlarininda bir yanilsama oldugunun ispatidir. Iste bunun belgesi.
„Abdullah Öcalan neden Kemaliz mi savunuyor. Bildiðimiz gibi, Abdullah Öcalan, partisini
tamamýyla kendi etrafýnda topluyordu. Ancak kendisi bugün zindandadýr ve hiçbir þeyin
onun kontrolünün dýþýnda geliþmesini istemiyor. PKK üzerindeki kontrolünü sürdürmek için
Türkiye oligarþisiyle iliþkilerini iyi tutmak istiyor ve Kemalizmi savunuyor. Onun yüzde yüz
Türkiye Cumhuriyetinin istediði doðrultusunda hareket ettiðini söylmek doðru deðil.
Türkiye’nin isteklerinden daha çok, o, Kürdistan özgürlük hareketinin üzerindeki kontrolünü
kaybetmek istemiyor. O nedenle devleti yumuþatmak için öyle bir fikir ileriye sürüyor ki,
devlet kendisine inisiyatif versin.“
„Söylediðim gibi, inisiyatifi elinden býrakmamak için Abdullah Öcalan Kemalizme sahip
çýkýyor. Sayýn Abdullah Öcalan, daha önce tamamýyla Kemalizme karþýydý; bu konudaki
düþünceleri yazýlý da var. Zindanda, Ýmralý’da onun görüþleri deðiþti. Bazýlarý, onun
korkudan böyle yaptýðýný söylüyor; ancak benim söylediðim gibi, korkudan ziyade o,
PKK’nin üzerindeki kontrolünü düþünüyor. O, Kürt siyasetinin tamamýyla onun
inisiyatifinde olmasýný istiyor ve baþka hiç kimsenin eline geçmesini istemiyor.“ (Osman
Öcalan)
Birileri diyebilir ki, bunlari Osman Öcalan söylüyor. PWD ile ne alakasi var? Cok alakasi var.
Cünkü Osman Öcalan, bunlari PWD sorumluyken söylüyordu. Ve hic bir PWD sorumlusuda
buna ses cikarmiyordu. Mesele bu kadar acik. PWD yöneticilerinin oynamak istedigi, dahasi
kendilerini oynatilmak istenen misyon böylelikle ortaya cikmis bulunuyor. A. Öcalan
ihanetini sirin gösterme cabasinin sahipleridirler. Imrali ihanetine bir tavirlari yok. Yanliz
Imrali yaklasimlarinin hayat bulmasi icin bazi manevralara ihtiyac var. Bunlarida söyle izah
ediyorlar. Basta Güney Kürdistan politik gücleri olmak üzere tüm Kürdistanli politik güclerle
diyalog, ABD´nin Ortadogu politikasina destek, örgüt yapilanmasinda bazi reformlarin
yapilmasi, bireysel yasam ortaminin yaratilmasi olarak tanimliyorlar. Bu yaklasimlariyla
kendilerini Kürd yurtsever güclerine kabul ettirmek ve yasatmak istiyorlar.
PWD, kuru bir yurtseverlik ve demokratlik havasi estirerek, esas olarak yasanan tüm
olumsuzluklarin sorumlulugunu PKK/Kongra-Gel yönetimine yükleyerek, A.Öcalan ihanetini
ve kendilerinin bundan suc paylarini hasiralti etmenin yolunu secmis bulunuyorlar. Bu, bile
bu grubun samimiyetsizligini ortaya koymaya yetmektedir. Direk olarak Imrali ihaneti desifre
edilmeden ve bundan kendi suc paylarini ortaya koymadan yüzlerine taktiklari yurtseverlik ve
demokratlik ikiyüzlülükten öte bir anlam ifade etmeyecektir.
Su acikca biliniyor ki, bu grup Imrali ihanetinin suc ortaklaridirlar. Ihaneti kitlelere kabul
ettirebilmenin birinci derecedeki pratik uygulayicilaridirlar. Bu baglamda Kürdistan halkina
karsi islenen sucun sahipleridirler. Sanki hic bir sey olmamis gibi ortaliga cikip bulunmaz hint
kumasi olduklari cigirtkanligi yapmalari ikiyüzlülüklerindendir. Birazda ihanetlerini örtbas
etme gayretidir. Bunun bir baska izah tarzi yoktur. Bu adamlar tanidik ve hicte degismis
degiller.
Bugün bile Imrali ihanetine karsi bir elestirileri olmamasi bir yana savunduklari Imrali´da
savunulanlarin bir tekraridir. Peki bu yaklasimlariyla bu grup hangi kistaslara göre yurtsever
ve demokrat olabilir? Olmadiklari ortadadir.
A. Öcalan icin Kemalist olmus, Türk Genelkurmayi ile birlikte calisiyor demek bir ayrilik
degildir. Dahasi bir sey de ifade etmiyor. Cünkü bu iddianin sahibi A. Öcalan´in kendisidir.
PWD girisiminin konumu böyledir. Imrali ihanetini kabul ettirmenin höle girisimidir.
Dolayisiyla yüzlerindeki yurtseverlik ve demokratlik maskesi ihaneti örtme görevi görmekten
öte bir islevi yoktur. Eger gercekten yurtsever ve demokrat olmak istiyorlarsa Imrali ihanetine
karsi net olarak tavir alirlar. Bugün böyle bir tavrin olmadigi biliniyor. Bu da bu grubun
varedilis nedenini sorgular.
„Bireylerin özgürce siyasal tercih yapmaları onların haklarıdır. Bu hak kullanıldı diye
düşmanca yaklaşılmamalı, küfür ve hakaret dili kullanılmamalıdır. Asıl saygısızlık, inanarak
katıldığın bir harekette inancın bittiği halde kalmaktır.“ (Faysal Dumlayici)
Bunlar güzel hosta, daha evel bu tavri takinanlarlara karsi hicte bu tolerans sahibi olunmadi.
Onlara karsi literatörünüzün bel kemigini olusturan „hain“, „ajan“, „düskün“, „alcak“ vs. ile
karsi koyusunuz ve bunun ektekletüel cercevesi tarafinizca cizildigini ne cabuk unutunuz.
PKK/Kongra-Gel´den eger danisikli dögüslü degilse, -fakat tüm emareler bunun böyle
olduguna isaret ediyor- ayrilisiniz üstünde Musa´nin asasi gibi salanacak olan kuskuyu nasil
dagitacaksiniz? Sizden evel ayrilanlarin sergiledigi olumluluk gibi bir tavir takinabilecek
misiniz gibi sorularla karsilastiniz. Bunlari isitmemezlikten geldiniz. Dahasi kimseyi ciddiye
almadiniz. Ama herkesin sizi ciddiye almasini buyurdunuz. Peki bu is nasil olacak?
Ama sizden evel ayrilanlar, sizlerin hismina ugradi. Kimi bunu caniyla ödedi. Kimi sakat
kaldi. Kimi korkunuzdan düsmana teslim oldu. Kimi yillarca ilegal yasamaya mahkum oldu.
Tüm bunlarin sorumlusu bir yönetici olarak sizler degil miydiniz?
Su an kendiniz icin istediklerinizi –bu sadece bir yanilsamadir- o insanlarin idam fermani
yapmanizi nasil izah edeceksiniz? Dahasi bunu izah edecek misiniz? Bunlari sordugumuzda
yine o bildik eski tahditlerinizle karsilasacak miyiz?
“Her demokratik örgütte ayrılmak diye bir hak vardır. Hatta dinci mezhepçi bazı yapılarda
bile. Bireyler ya da gruplar içinde yar aldıkları örgütsel yapıdan değişik nedenlerden ötürü
ayrılabilir, kendi siyasi eğilim ve düşüncelerine uygun örgütlenebilirler. Böyle bir gelişme
gündeme geldiğinde uygar demokratik yaklaşımın bir gereği olarak söylenecek olan “görüş
ayrılıklarımız çıktı, aynı kulvarda ve birlikte yol almanın koşulları kalmadı, ayrıldık”. Ne
gezer böyle uygar siyasi bir yaklaşım Kongra Gel de. Kolayı var. Ayrıldı deyip normal bir
olaymış gibi kabul etmek olurmu. Kaçtılar, hain, işbirlikçiler deyip işin içinden çıkmak lazım.
Peki sormak gerekmiyormu ? Çok ciddi ideolojik, politik nedenlere dayanan ayrılıkların PKK
literatüründeki karşılığı neden kaçmaktır! ? Çünkü, PKK özgür iradenle katılabildiğin ama
özgür iradenle ayrılamayacağın bir örgütsel sistemdir. Yani girişi mümkün çıkışı imkansız
olan bir yapılanmadır. Dolayısıyla ya ölü olarak çıkarsın ya da hain işbirlikçi olarak ilan
edilmeyi göze alarak. Ya örgüt içinde nasıl kalabilirsin? Biat ederek, yani herşeyini teslim
ederek. Şunu söylemek istiyorum: Kongra Gel kendisinden ayrılanlara kaçtı, hain derken, bir
gerçeği itiraf ediyor. Tıpkı kahramanlığını anlatırken hırsızlığını ele veren çingene misali
kaçtılar derken, PKK yi nasıl bir hapishaneye çevirdiklerini itiraf ediyorlar. Hani nerde
demokrasi nerde özgürlük... „(Hidir Yalcin)
Bu söylenenler hos güzeyde peki bu söyledikleriniz sadece Kongra-Gel icin mi, yoksa bir
bütün olarak PKK tarihi icinde gecerli midir? Merakimi bagislayin, hani sizden önce
PKK´den ayrilanlar icin sizinde icinde oldugunuz PKK yapilanmasinin söyledikleri ve
yaptiklari var. Söylenenlerin ve yapilanlarin neresindeydiniz? Siz ne zaman böyle birden bire
demokrasi havarisi kesildiniz? Elinizde kac Kürt gencinin kani var? Sakin ben emirleri
uyguladim demeyin. Bu sizi dahada cirkinlestirir. Bu baglamda herkese demokrasi nutku
cekeceginize A. Öcalan sistemine karsi demokrasi mücadelesi veren birey ve gruplara karsi ne
gibi suclar islediniz? Eger bunu aciklama cesaretiniz varsa birey olarak samimiyetinize
inanacagim. Yok bu degilde bizden önce bilinen sifatlara ve uygulamalara layikti, ama biz
degiliz diyorsan bu halki enayi mi saniyorsunuz? Siz kendinizi ne saniyorsunuz?
Bakin beyler, hic bir sey daha tarih olmayacak kadar yenidir. Her sey hafizalarda tazeligini
koruyor. Kolay kolay unutulacak gibide degildir. Iyisimi biraz cesaret, biraz samimiyet. O
zaman belki ihanetinize ugramis bu mazlum halkin afedici büyüklügüne mazhar olabilirsiniz.
Baska kurtulusunuz da yoktur.
Kimi cevrelerde, bir dönem bir kontra olan A. Öcalan´nin koruyucu kollari arasinda Kürd
yurtsever harekete kan kustururlarken, simdide ayni mekanizmanin bir baska odagini, yani
PWD´yi bize satmaya soyunmuslardir. Birden bire “basimizsin” dedikleri kontra A. Öcalan
icin “yanlis önderlik” deyip isin icinde cikmayi politika sectiler.
Ama yillarca bir kontra olan A. Öcalan karsisinda el-pence duranlar, ona hicte hak etmedigi
paye bicenler, “ulusal önder”, “serok” “basimizsin” diyenler, birgün daldiklari derin
uykularinda uyanip „yanlış bir liderlik“ demelerine sükür diyecegiz, ama ne mümkün.
Bu cevrelerin cizdigi resme bir bakiyoruz ki, ne görelim, bunlar, dünde „dogru söylemisler,
dogru yapmislar, bugünde dogru söyleyip yapmaya calisiyorlar“mis(!) Iste biz bu dögümü
cözemiyoruz. Bu nasil oluyor diyecek olsak binbir dereden su getirip zeytin yagi gibi üste
cikmayi siyaset ediniyorlar. Hem de elindeki ölcü aletinin markasina bakmadan „bilimsel“
takiliyorlar.
Eyvah! Iste baltayi Kürd milletinin beynine vurmanin kilit kavrami.
Bu cevrelerin Türk özel odak elemanlari Dogu Perincek, Mihri Belli, Yalcin Kücük vs.
unsurlarin Beka´yi yol gecen hana cevirmeleri karsisindaki elestirileri bile mide
bulandiricidir. Onlar, gitmeyipte peki kim gidecekti? Gidis nedenleri niye kavranilmak
istenilmiyor? Özel bir sebebi mi var? Dogru ya ayni cevreler de ayni yolu yol gecen hana
cevirmislerdi. Dahasi her dönüslerinde koltuklarinin altina verilen A. Öcalan´in
„cözümleme“lerini yorumlayip tefrika tefrika Kürd milletine dayatiyorlardi.
Kontra A. Öcalan´i Kürd milletine sevdirmenin binbir cabasini veriyorlardi. Eger su an A.
Öcalan´in arkasinda büyük bir kitle destegi varsa bu cevrelerin hatiri sayilir büyük bir payi
vardir.
Bu cevreler, bunu ifade edip kendi günahlarinda temizlenmesi gerekirken, sucu yine baska
yerde aramalari hicte samimi bir yaklasim olmasa gerek. Dahasi A. Öcalan´nin ortaya
sürdügü bir höle partisi olan PWD´yi Kürd milletine „cözüm“ ve „kurtulus“ adresi olarak
göstermekle niteliklerini bir kez daha ortaya koydular. Bu zevat bunu „Kürtlük“ adina bize
satmaya kalkismasin.
Birileri yasamlarinda birilerinin koltuk deynegi olmayi kendilerine daima is edindiler. Koltuk
deynekligi bazen kötü bir sey degildir. Dosta koltuk cikilir. Düsmüse omuz verilir. Fakat
koltuk deynegine soyundugunuz güc eger düsman bir güc ise oynadiginiz rol kötü bir roldür.
Bu da ihanettir…
Yazi epey uzun oldu. Bu nedenle okuyucunun sagduyusuna siginmaktan baska bir carem de
yok. Ama bu is burada bitmemeli. Ihanet tüm varyantlariyla ortaya cikarilmali. Bu, bir görev.
Ihanet tarafindan katledilen binlerin anisi icin yapilmalidir.
Yoldasim Ferit Uzun´un sahsinda Kürdistan sehitlerin anisi önünde saygiyla egiliyorum.
Ruhlari sad olsun!
22 Kasim 2005
“TC Kimliklerini Đstemiyoruz”
Hasan H. YILDIRIM
Yüksekova´da halkimiz, Türk egemenlik sistemine Kürd millet kararini bir kez daha iletti.
„TC kimliklerini istemiyoruz“ dedi. Ne „alt kimlik“, ne „asli unsur“ olmak istemediklerini
dile getirdi. Kendi kimlikleri oldugunu bildirdi. Bu cografyanin kadim halki ve sahibi Kürd
milleti olduklarini haykirdi. Bu onurlu bir durustur.
Zaten Kürd milletinin basina ne geldiyse bu onurlu duruşundan geldi. Türk egemenlik
sistemini cileden cikarak Kürd´ün bu bas egmezligi ve inadi degil midir? Kürd´ün inadi sertir.
Sömürgecinin tüm yol ve yöntemleri, arac ve gerecleri bunu kiramadi. Ama sömürgeci kendi
varligini Kürd milleti basta olmak üzere diger ulusal topluluklari yok etmeye indirgedigi icin
Kürd milletini tarihte yok etmek icin dünden bugüne sürüp gelen politikasini sürdürmektedir.
Bu günü kurmak, gelecegi planlamak icin tarihi iyi okumak gerekir. Son olarak Hakkari,
Semdinli, Yüksekova´da sahnelenen oyun yeni bir oyun olmayip, Türk egemenlik sistemin
dünden bu güne Kürd-Kürdistan´a yönelik sürdürdügü politikanin sadece bir sahnesidir.
Sömürgeciler, temel politikalarini Kürdistan´i Kürdsüzlestirme eksenine oturtmustur.
Katliam, asimilasyon, göcertirme bu isin aksesuarlari olmustur. Bu politika sonucu
milyonlarca insanimiz katliamdan gecirilmis, asimilasyona ugratilarak öz benliginden
kopatilmistir. Kürdistan´nin demokrafik yapisi bozmak istenmistir. Bu konu da önemli
basarilar elde etselerde esas amacina ulasamamislardir. Bu politikalarindan vazgecmiste
degildirler. Fakat bu günden sonra basarmalari hicte mümkün degildir.
Türk egemenlik sisteminin planli ve yaygin olarak Kürdistan halkini anayurdundan söküp
insanlarinizin bilmedikleri el yurduna sürmeleri trajik olaylara yol acmistir. Binlerce
insanimizin aclik, kitlik ve hastaliktan kirilmasina yol acmistir. Ahlaki cöküntülere zemin
hazirlamistir. Resmi ideolojinin girdabina alinarak kendilerine yabancilasma dayatilmis,
asimilasyondan gecirilerek Türklestirilmislerdir.
Zorla ülkelerinden sökülüp yabanci oldugu alanlara sürülen ve mecburi iskanlara tabi kilinan
halkimiz vahset, katliam, asagilama dayatilmistir.
Kürdistan´da topragindan koparilan halkimizdan bosalan yerleri Türk egemenlik sistemi, ya
“yasak bölge” ilan ederek askeri bölgeler haline getirmis, ya da baska cografyalarda
getirdikleri topluluklari yerlestirmistir. Bunun amaci Kürdistan´nin siyasi, sosyal, kültürel,
ekonomik vs. olarak demokrafik yapisini degismeye yöneliktir. Son olarak Hakkari, Semdinli
ve Yüksekova´da sahnelenen oyunlar bu politikanin sonucudur.
Kürd yurtsever gücleri, bunu böyle bilmekte ve bu temelde politikasini belirlerken, karsi taraf
dezinformasyon politikalariyla olup bittenleri siradan bir “vakia” olarak gösterip Türk
egemenlik sistemini temize cikarmanin cabasini vermektedirler.
Semdinli´de halkmizin sucüstü yakaladigi Türk egemenlik sistemini temize cikarmak icin,
sistemde cikarini gören tüm cevrelerin humali bir caba icinde olduklari görülüyor. Devlete
zeval gelmemesi icin binbir senaryo devreye konuluyor.
Kara Kuvvetlet Komutani Org. Yasar Büyükanit denilen bas katil, olayin hemen akibinde
kendi tetikcisine „iyi askerdir“ deyip sahiplenilmesi ve serbest birakilmasini saglamasi olayin
kimler tarafindan organize edildiginin kanitidir. Olay devletin(ordunun) isidir. Kimse saga
sola kivirip devleti(ordu) temize cikaramaz. Ama bunun icin büyük bir caba sarfedilmektedir.
Hakkari jandarma komutanligi tarafindan Semdinli olaylarina iliskin hazirlanan raporun
kamuoyuna sizan kismina bile bakildidiginda olayin hasiralti edildigi görülmektedir. Devletin
„güvenlik gücleri, her zaman oldugu gibi asayisi korumak icin isbasindayken kendilerini
engeleyen ve saldiran halktan kendilerini korumak icin silah kullanmak zorunda
kalmislar“mis(!) seklinde özetlenebilir. Bu nedenle raporun neyi amacladigi ortaya cikmistir.
Devlet „güvenlik gücleri“, her halti isleyebilir. „Kimsenin bunu ne engeleme, ne de elestirme
hakki vardir. Buna yeltenenler, bunun ceramesini cekmeyide kabullenmeledirler“ görüsü
yeniden seslendirilmistir. Bu da yetmemis. Tüm olaylarin suclusu „bölge halki“ dedikleri
Kürd milleti ilan edilmistir. Devletin resmi görüsünün özeti budur.
Aklievelerimiz yaptiklari aciklamalarla sömürgecilerin bu yönlü tutumlarina haklilik
kazandirmaya calistilar. Her zaman ki rollerini oynadilar. Katillerden „adalet“ dilediler.
„Hukuka bagli kalinmasi“ cagrisinda bulundular. Bununla nerde durduklarinida aciga
vurdular.
Türk egemenlik sistemi, hukuka nasil bagli oldugunu herkese gösterdi. Katilleri halkin elinde
zorla aldi. Serbest birakti. Ikinci gün tetikcilerin ifadeleri ezberletilmis olarak zapta gecirildi.
Herseyi kilifina uydurdular. Her seyi „tesadüf“lerle izah ettiler. „Ordan geciyorlarmis“,
„halkin saldirilarindan kendilerini korumak icin silah kullanilmis“ vs. aciklamalarla herkesi
enayi yerine koydular. Enayiligi kabullenenlerde cikmadi degil. Bilinen malum Kürd cevreleri
enayiligi pesinen kabullendiler.
Devletin sahibi katil-terörist basi Büyükanit, „bu is bizim isimiz“ demesine karsin, devletin
yipranmasini istemeyen kimi gelin-güveyciler „hasa“ diyerek devleti temize cikarmanin
büyük cabasini verdiler/veriyorlar.
Ortaya atilan ve üstünde firtinalar koparilan .“, „Devletin içindeki bazı birimlerin hâlâ hukuk
dışı eylemlere bulaştığı“, “derin devletin isi“, „yasayan Susurluk“, „provakasyon“, „failerin
aciga cikarilmasi ve cezalandirilmasi”, “Karanlık Cinayetler- yasa dışı eylemler aydınlatılsın“,
„özel harb dairesi“, “terör örgütü lağvedilsin“ vs. argümanlara bakildiginda neyin kotarilmak
istendigide ortaya cikiyor.
Sözkonusu argümanlarla süren maniplasyon girisimlerine bakildiginda Türk egemenlik
sisteminin yipranmamasi icin büyük bir cabanin varoldugu gözleniyor..
Bu isi cani gönülden sürdüren genis bir cevre vardir. Türk hükümetinden tutun, malum Kürd
politik cevrelerine varan genis bir cevre olarak karsimiza cikiyorlar.
Hele bu ugursuz cephede öylesine „Pincelili“ler var ki, Türk egemenlik sistemin bel kemigi
terörist Türk ordusunu kuruma altina almak icin Semdinli olaylarinin arkasinda ABD
parmagini kesfetmesine kadar isi vardirdilar. Mesele üzüm yemek degil de bagci dövmekse
tam da bu zevatin yaptigi is olsa gerek. Bu rolleriyle sömürgeci egemen siniflarin cikar
bekcileri olduklarini bir kez daha gösterdiler.
Bu gün ortadoguda demokrasinin önündeki engeller mevcut statükoyu savunan güclerdir.
Kimdir bu gücler diye bakildiginda mevcut iktidarlarin yanisira muhalefet ve sol güclerinde
icinde oldugu genis bir yelpaze oldugu gercegi karsimiza cikmaktadir. Deyim yerindeyse
Türk toplumun bütünüdür.
Düsünebiliyormusunuz? Kendilerine “M-L”, “Sosyalist”, “Enternasyonalist” diyorlar. Ama
her ne hikmestse yüzlerine bu maskeyi takan Türk, Arap ve Acem “sol“culari kendi devlet
cikarlari konusunda cok tutucudurlar. Sistem sahiplerinden daha sorumluluk duyuyorlar.
“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlügü”nü cani gönülden savunuyorlar.
Emperyalistler tarafindan cizilen zora dayali devlet sinirlarinin bekciligini yapiyorlar. Tam da
birer bekci Murtaza olup cikmislar. Bunun sebebi ne ola ki?
Sebebi acik ve nettir. Kürd milletine karsi tahamülleri yoktur. Politikalarini Kürd milletini
inkar ve imha üzerine oturtmuslardir. Bunu da basaramayinca daha da saldirganlasmakta ve
insanliktan cikmaktadirlar. Kürd politik cevreleri bir bütün olarak bunu üzümsedikleri
söylenemez. Bu malum cevreler, Kürd millet düsmanlarini sirin göstermek icin girmedikleri
kilif birakmamislardir. Tam birer bukelemum olmus cikmislardir.
Kürdlerin Türk, Arap ve Acem´e verecegi toleransi yoktur. Bunun tersi bir politika Kürdlere
kaybetirir. Türk, Arap ve Acem Kürdler nezdinde tüm kredilerini tüketmislerdir. Fakat
sömürge kisilikli kimi cevreler, Kürd´ün ezeli düsmani Türk, Arap ve Acem sürülerine sirin
görünmek icin acmadiklari kredi ve vermedikleri taviz birakmamislar. Deyim yerindeyse
sömürgecinin kapisinda paspas olmus cikmislardir.
Malum Kürd cevreleri, yüzyillarin birlikte yasanmisligi, dostluk ve kardeslik edebiyatina
yatmis, sömürgeci esikte kendini baglamis ve Kürd milletinide baglamaya calismakla büyük
bir ihanet icindedirler.
Semdinli, Yüksekova, Hakkari ve oradan Kürdistan´nin diger alanlarina sicrayan ayaga kalkis
Kürd milletinin Türk egemenlik sisteminden kopusun ifadesidir. Halkin tavri budur. Her ne
kadar aklievel politikacilarimiz halkimizin bu onurlu kalkisini yumusatmaya calismasi, geriye
cekmesi, kardeslik, dostluk, birlikte yasanmislik degirmeninde ögütmeye calisip bosa
cikarmaya calissada bunun bir seye fayda saglamadigi gercegi ortadadir.
Türk egemenlik sistemin Kürd milletine karsi tavri acik ve nettir. Kürdistan halkininda Türk
egemenlik sistemine karsi tavri düsmanin tavrina alternatif bir mecrada boy veriyor. Düsman
milletimize inkar ve imha dayatirken, halkimiz gasbedilmis egemenligini tekrar ele gecirme
mücadelesi veriyor. Düsmanla kopusu dayatiyor. Son olaylarin ortaya cikardigi en önemli
dersin bu oldugunu gercegi karsimizda duruyor.
Mesele bu kadar acik ve net. Buna ragmen aklievel politikacilarimizin ortayi bulma caba ve
girisimleri Kürd millet cikariyla catisir halde oldugu ortaya cikiyor.
Herkesin dilinde bir “provakasyon” nakarati almis gidiyor. Ne “provakasyon”u be kardesim?
Ortalik gülük gülistanlik miki, birileri provakasyon yapmis olsun.
Ortada var olan bir gercek var. Türk egemenlik sistemi ile Kürd milleti arasinda acik ve gizli
kiran kirana bir savas var. Bu savas yüzyillarca sürüyor. Türk denilen barbar sürüsü Kürd
milletini teslim almak, imha, göcertirme ve asimilasyonla tarihte yok etmek istiyor. Kürd
milletide buna karsi direniyor. Bedeli agir bir idealin vereni oluyor. Kürd milletinin
gasbedilmis haklarini geri almaya calisiyor.
Bu savas yüzyillardir sürüyor. Kimi cevreler, bunu görmek istemiyor. Bunlar özelikle
sistemle uyumlu olan gücler oluyor. Türk egemenlik sistemin yüzyillardir Kürd milletine
dayatigi inkar ve imha politikasini “devletin icindeki demokrasiyi istemeyen asiri uclarin isi”
vs. seklinde tanimlayip Türk egemenlik sistemini temize cikarmaya calisan aklievel Kürd
politik cevreleri ister bilincli, ister bilincsiz bir sekilde bu politikayi yapmis olsunlar sonuc
olarak Kürd milletine ihanet ediyorlar.
Kim ne yaparsa yapsin Kürd milletinin onurlu yürüyüsünü durduramaz. Kürd milletinin
tutumu acik ve nettir. Bu, Yüksekova´da bir kez daha ortaya cikti.
Kürd milleti :
“TC kimliklerini istemiyoruz,” dedi!
23 Kasım 2005
Yolculuk Zamanı!
Hasan H. YILDIRIM
Kendilerine „Türk“ diyen göcebe, muhacir sürüsü, koltuguna aldigi „Türkiyeci“ malum Kürd
cevreleriyle topyekün olarak Kürd milletine karsi seferberlik halindedir.
„Inkar“ ve „imha“ esliginde „ya sev ya terk et“ politikasini tüm resmi ve sivil kurumlariyla
her yol mübah mantigiyla tüm araclara bas vurarak Kürd milletini teslim almak
istemektedirler.
82 yildir ara verilmeyen bu politika iflaz etmis olsada Türk egemenlik sistemi bundan
vazgecmis degildir.
Semdinli, Hakkari ve Yüksekova´da yasanan son olaylara bakildiginda bu paranoyak
toplumun biz Kürdleri hicbir zaman hazmedemiyecegini bir kez daha önümüze koymaktadir.
Dikkat edilsin. Devlet degil, toplum diyorum. Kürd milletini yok etmeye calisan sadece irkci,
soven, sömürgeci TC devleti degildir. Bir bütün olarak ucube Türk toplumun kendisidir.
Bu nereden kaynaklaniyor meselesi sadece Kürdlerin degil, tüm insanligin bir sorunudur.
Dünya insanligi bu ucube toplumu cözmesi gerekiyor.
Karsimizda tarihsel gelisim süreclerinden gecmis istikrarli bir toplum yoktur. Sagda solda
devsirilip getirilen göcebe muhacirlerden derme catma yaratilan ucube bir toplum vardir.
Normal kosullarda bu ucube toplumun yasama kosullari yoktur. Bu toplum ancak ve ancak
savas ortaminda kendisini yasatabilir. Diger toplumlara karsi düsmanlik ederek, savas acarak
ölüp ve öldürerek kendine bugüne kadar yasatabilmistir. Bu bir yasam bicimini olusturmustur.
Bunu kolay kolay degistiremesiniz. Insanliktan nasibini almamis bu saldirgan kudurmus
toplumu demokrasiyle islah edemesiniz.
Türk toplumu, herkesi düsman gören, düsmansiz yasayaman parayonak bir toplumdur. Bu
toplumu ancak ve ancak onun anladigi dilden konusarak islah edebilirsiniz. Bu isin baska bir
yoluda yoktur. Var diyenler büyük bir yanilgi icindedirler.
Diyelim bu paranoyak toplumun Kürdlere karsi bir düsmanligi var. Ama sorun sadece Kürdler
degil ki. Istanbul´daki macta Isvicrelilere yapilan bir yasam biciminin eylemsel ifadesidir.
Yani anlayacaginiz Türk usulü yasam bicimidir.
Kürd milleti, bu yasam bicimini hicbir zaman sevmedi, kabullenmedi. Bundan sonra da
kabullenecegi yok. Bunu Türk paranoyaklarida biliyor. Zaten bizi kendilerine
benzetemedikleri icin kudurmuslari oynuyor.
Uykularinda bile Kürd Kürd diye sayikliyor. Kürd milletini tarihte yok etmek icin
düsünmedikleri ve uygulamaya koymadiklari hicbir alicengiz oyunu
birakmadilar/birakmiyorlar.
Varligimiz kabullenmedigi gibi, dogacak bebelerimize bile düsmanligi yüksek sesle ifade
edebilecek kadar asagilik bir tutum sergiliyorlar. Gündüz Aktan denilen köksüz, cibiliyetsiz
mahluklarin son dönemlerde Kürd nüfuzunun artisi karsisinda korkuya kapilmasi bu yasam
biciminin nemenem birsey oldugunu ortaya koyuyor.
Kafayi asil Kürd kadininin dogurganligina takmis bulunuyorlar. Kürd kadininin dogurmamasi
icin akla hayale gelmeyen plan ve program devreye koydular/koyuyorlar. Ama onlara inat
Kürd kadini doguruyor/doguracak.
Bu da köksüzlerin, milliyetsizlerin, cibiliyetsizlerin uykularini kacirmasina yetiyor.
Soysuzlara yol görünüyor. Geldikleri yerlere kuyruklarini bacaklari arasina kisarak
cografyamizdan defolacaklari günlerinin sayili ondaklarini kendileri itiraf ediyor. Tarih bile
veriyor. Verdikleri tarih 2035.
Bu cibiliyetsizler, korkuyorlar. Korkularini Kürdlere saldirarak asmaya calisiyorlar.
Asabilirler mi? Asamiyacaklarini kendileride biliyorlar. Bu nedenle kuduruyorlar. Gündüz
Aktan denilen cibiliyetsiz bu kudurganligini söyle ifade ediyor.
„Türkiye'de ilk kez 'Ceviz Kabuğu' programında bir Kürt amaçlarının ne olduğunu pervasızca
açıklıyor.“
Agzi salyali bu devsirme kendini ne saniyor? Kimin ne konusacagi vede özelikle Kürd
siyasetcilerinin ne konusacagini bu soytariya mi sorulmasi gerekiyor? Bu ne edebsizlik?
Edebsizde desek kaybedecegi bir sey olmuyor. Yüzüne tükürsen yagmur yagdigina
yorumlayacak kadar soysuz takimi.
Cibiliyetsizdirler. Köksüzdürler. Milliyetsizdirler. Dahasi pictirler. Bu kadar “pervansiz”
olmalarida bundan ileri geliyor.
Asagilik kompleksi paranoyak bir hastalik isaretidir. Tedavisi yoktur. Ilaci bulunmamistir.
Türk denilen göcebe muhacirler toplum bireyi Kürd millet bireyi karsisinda komplekslidir.
Köksüzlerin, milliyetsizlerin, cibiliyetsizlerin cografyamizin kadim halki ve sahibi Kürd
milleti karsisinda duyduklari bu asagilik komleksi onlari Kürd millet düsmani etmesine
yetiyor. Kürd milletinin hanci, kendilerinin yolcu oldugunu biliyorlar. Korkulari bundan ileri
geliyor. Korkulari sebebsiz degildir. Korkulari önlenemeyen Kürd millet yükselisidir.
Cibiliyetsiz Gündüz Aktan´in “Bu şartlar altında, felaket niteliğinde bir 'çözüm' ihtimali
giderek gerçeklik kazanıyor.“ cümlesi “Türk” denilen sonradan yapay olarak olusturulan
ucube toplumun korkularinin ifadesidir. Korksunlar. Fakat korkunun felaketlerine bir faydasi
yoktur.
Aha iste böyle. Korkunuzu böyle seslendirin. Gercekten felaketiniz yakin.
Demistik, 21.yüzyil Kürd yüzyili olacak diye.
Kürd milletinin zaferi, ucube „Türk“ denilen toplumun felaketidir.
Yolculuk zamani.Istediginiz yere gitme zamaniniz gelmistir. Nereye gitmeniz icin simdiden
Güney Kürdistan hükümetine müracaatinizi edebilirsiniz. Gideceginiz yere kadar pesmergeler
refekatinda güvence icinde emniyetiniz saglanacaktir. Son bir iyilik daha Biletiniz kesilmistir.
Yol boyunca caylar sirketen.
Haydi bakalim. Denklerinizi hazirlayin. Katir sirtinda geldiniz, iznimizle arabayla kesin dönüs
yapabilirsiniz. Yanliz bir sartla. Giderken yaniniza bu kutsal topraklara ait hicbir sey
götürmemek kaydiyla.
26 Kasim 2005
Kendimizi Kandıralım mı?
Hasan H. YILDIRIM
Türk egemenlik sistemin yedek lastiği olmuş ezen ulus solu ve kendini sömürgecinin kapısına
bağlamış malum Kürd çevreleri Kürd milletine ‘Sizi yok sayan ve katliamdan geçiren
katillerinizı sevin, kardeş deyin’ diyorlar. ‘Kürd ulusu, Kürdistan ülkesi gibi boş sevdalardan
vazgeçin’ buyuruyorlar.
‘Kendinizi kandırın’ diyorlar. Ve mazlum Kürd ulusuna ihanet ediyorlar.
Sistemin „sol“ ve „Kürtçü“leri kendi ihanetlerini haklı çıkarmanın zeminini bulmuşlar.
Sistem kaynaklı „ortak“ literatür bu zemini oluşturmaktadır. Bununla Kürdistan bir ülke,
Kürdleri bir ulus olmaktan çıkarmaktadırlar.
Kürdistan, zora dayalı „Türkiye bütünlüğü“, Kürd ulusu da „Türkiye halkları“, „Anadolu
halkları“,“Mezepotamya halkları“ vs. içinde ifade edilerek yok sayılmaktadır.
Bu yaklaşımın sergilenmesi boşuna değildır. Bir amacı vardır. Bunun doğal sonucu
KUKM´nın “gereksizliğı ve imkansızlığı” seslendirilir. Sömürgeci sistemin “ortak”
literatürünü kullanan Türk sol hareketin tamamına yakını ve ülkesine, ulusuna, halkına
yabancılasmış birlikçi Kürd, bu uğursuz rolü oynamış ve oynamaya devam etmektedır.
Bu yaklaşım, Kürd milletine sonsuz zararlar vermiştir. Buna karşın sömürgeci sisteme sonsuz
yararlılıklar sağlamıştır. Peki bu yaklaşımda neler var ? Buna bakmakta yarar var.
Her şeyden önce Kürtlerin gözünün içine baka baka ben seni yok sayiyorum demek var. Her
ne kadar kardeşlikten bahsediyorsamda, oysa ben seni kandıriyorum demek var. Bunu bilsen
bile buna karşı çıkma demek var. Iste karşımızdakinin kendince “akıllı” politıkası böyledır.
Fakat bu politıkada yeni bir şey yok. TC devletinin resmi yaklaşımın iz döşümü var.
Sormak gerekir. Hangı “ülkemiz”den basediliyor. Sömürgeci-sömürge ilişkilerinin olduğu
koşullarda ezen ulus halkı ile ezilen ulus halkının „ortak ülkesi“ olur mu? Olmayacağını her
sagduyulu insanın bildiği bir gercektır. Fakat bu iddianın sahibi ezen ulus egemen sınıflar ile
ezilen ulus milli hainleri olduğuda herkesin bildiği bir başka gerçektır. Bu da biliniyor. Eger
kendilerini sosyalist, devrimci ve yurtsever olarak tanımlayanlar sömürgeci egemen sınıfların
ve Kğrd milli hainlerin yaklaşımını savunuyorlarsa onlardan farkı nedir? Birileri bunun
izahatını yapabilir mi ?
Bu yaklaşım sahipleri sadece sömürgeci sistemin yedek lastiği olmuş Türk sol hareketi ile
sınırlı değildır. Ezen-ezilen ulus statükosunun olduğu her yerde bu yaklaşımı savunan sosyalşovenler oldu.
Bir zamanlar Fransız emperyalizmine karşı Cezayir halkı, ulusal kurtuluş mücadelesi
verdiğinde sosyal-emperyalist Fransız Komünist Partisi´de tıpkı Kemalist Türk sol hareketleri
gibi Cezayir´i Fransa´nın bir parçası, bir bölgesi olarak gördü. Cezayir´ıde kapsayan „Fransa
bütünlügü“nü „ülkemiz“ olarak tanımladı ve savundu.
FKP, Cezayir ulusal kurtuluş hareketine karşı, efendileri olan Fransız emperyalistlerin safinda
savaştı. Bu karşı-devrimci yaklaşımlarına birde gerekçe bulmuşlardı. „Tek yol devrim“. Tıpkı
Türk sol hareketi gibi.
FKP derdı ki, „Devrim olursa Cezayirlilerin hakkı da verilecek.“ Fakat tarih FKP´nin sosyalemperyalist politıkasını mahkum etti. Fransa´da devrim olmadı, ama Cezayir Fransiz
emperyalistlerini kendi ülkelerinde kovdu ve bağımsızlıklarına kavuştu.
Bu sadece bir örnek. Dünyada bunun sayısız örnegi vardır. Bu nedenle ezilen ulusların ulusal
kurtuluş mücadelesini, „Tek Yol Devrim“ ile mutlaklaştırıp sömürgeci ülke devrimine
havale edenlerin siyasal kimliği kirlidır.
Hele bu mihrakların içinde kendi ülkesine, ulusuna, halkına yabancılaşıp, sömürgeci ülkeyi
„ülkemiz“ deyip, kendi ulusunun ulusal kurtuluş mücadelesini vermeyip, buna karşı „birleşik
devrim“ diyerek sömürgeci ülke devrimine soyunursa bunların kimliği daha da kirlidır.
Peki bunlara ne demek lazım? En doğru bir tanımlama ile bunlara kaybedilmiş Kürd demek
lazım. Bu tipin kendisine faydası olmadığı gibi başkalarınada yaranmaz.
Kürdistan´a, Kürt ulusuna, Kürdistan halkına ihanet eden Kürd, sömürgeci sisteme ne kadar
hizmet ederse etsin sonuçta Kürd´tür ve sömürgecinin gazabında kurtulmazlar. Könverdiye
götürülürler. Kullanılır ve suyu sıkılmış limon gibi bir yerlere atılırlar.
Tarihimizde bunun sayısız örnegi vardır. Sahip çıkanı da olmaz. Çünkü onlar, ne ezene, ne de
ezilene yar olmuşlardır. Nihayetinde düşürülmüş, kisiliksizlestirilmiş ve
onursuzlastırılmışlardır. Sahipleneni olmaz.
Bu düşürülmüş, kişiliksizleştirilmiş ve onursuzlastırılmışların ikinci argümanlari „kardeşlik“
kavramı olur. „Bin yıldır süren kardeşlik“ edebiyatı seslendirilir. Kraldan daha kralci kesilir.
Türk´ün boğazlayan, Kürd´ün boğazlanan bir zeminde „Türk-Kürt kardeğligi“ni keşfeder.
„Ortak sevinçleri, acıları paylaşmışlardır“ kehanetinde bulunurlar. Bu hilkat garibet
yaklaşımlar, „devrimcilik“, „enternasyonalizm“ ve dahası ‘Kürtlük’ adına savunulur.
Oysa savunulan TC devletinin resmi yaklaşımıdır. Bunun sol ve ‘Kürtçü’ renge boyanarak
savunulması sistem adına bir şeyler kotarma amaçlıdır. Seslendirilen „kardeşlık“ sadece bu
yaklaşımın örtü kavramı olur.
Kürdistan halkı bunu redettiği içindir ki, Kemailst güçlerın gazabına uğramış ve
uğramaktadır. Çok acılar çekti ve çekmektedir.
Olsun! Kendini kandırmaktan iyidır.
03 Aralık 2005
Şerefsiz Perinçek Terbiyesiz Gül Şamar Oğlanı Güçlü
Hasan H. YILDIRIM
Uzun süreden beri Türk tv kanalarında Kürdlerle Türklerin tartışmaları sürüyordu. Tarışmalar
internet sayfalarınada taşınıyordu. Tartışmaları merak etmeye başladım. En son Fatih
Altaylı’nın sunduğu ‘Teke Tek’ programında Đbrahim Güçlü, Doğu Perinçek ve Mehmet
Gül’ün katılacağı ‘kimlik’ konusu tartışılacağı söylendi.
Evimde Türk tv kanaları çıkmıyor. Nasıl dinleyebilirim derken arkadaşın biri telefon etti.
Đnternet üzeri dinleyebilirsin dedi. Neyse zaman gelip çattı. Đnternete atv kanalını ayarladım
ve seyre koyuldum.
En çok merak ettiğim şey katılımcıların söyleceklerinden öte -ki katılımcıların ne söylecekleri
bence bir sır değildi- tartışma edepleri, tavırları ve minikleriydi.
Tahminiminden yanılmadım. Gördüğüm herkesin gördükleriydi ve kendilerine Türk diyen
unsurların şerefsiz ve terbiyesizliklerini bu tartışmaylada bir kez daha ortaya koyduklarıydı.
Evet düşmanlarımız tahamülsüz, hoşgörüsüz ve saldırgan. Elli sopalı şerefsiz ve terbiyesiz.
Bildik tehdietleri es geçilebilinir. Tehditlerinden korkan onlar gibi terbiyesiz ve şerefsiz olsun.
Ama hakaretlerine karşı çaresiz kalmak kabullenilecek birşey değildir.
Đbrahim Güçlü’nün genel duruşu saygıya değer bir duruştur. Kürd yurtseverlerin sempati ve
desteğini kazanmaya hak kazanan bir duruştur. Bu böyle, ama bu tür tarışmalarda hem
kendisine, hem kendi şahsında Kürd milletine yapılan hakeretleri gördüğümde bu tür
programlara niye katıldığı meselesini kendi kendime sordum. Bu konu da kendimi ikna
edecek bir cevap bulmaktan zorlandım.
Đbrahim Güçlü’nün söyledikleri yanlış değil, Kürd yurtseverlerinin söyledikleri. Mesele bu
değil. Mesele bir Kürd olarak Đbrahim Güçlü’nün kendilerine Türk diyen terbiyesiz ve
şerefsizlerin hakaretlerine karşı çaresizliğiydi. Kendini şamar oğlanı konumuna getirilişiydi.
Hem kendisine, hem Güney Kürdlerin iradesi olmuş Celal Talabani’ye ve de onların şahşında
Kürd milletine yapılan bu hakaretlerin yutulması söylediği bir kaç şeye değer miydi diye
kendi kendime sordum. Ama makul tatmin edici bir cevap bulamadım.
Daha evel ki, tartışmalarda da buna benzer şeylerin yaşandığı gözönüne alındığında bu tür
tartışmalara katılacak olan Kürd yurtseverlerin bu durum karşısında çaresiz kalmaktansa
katılmamaları bence en doğru olanıdır.
Tartışmayı izleyen milyonların karşısında Doğu Perincek’in Güney Kürdistan halkının iradesi
olmuş Celal Talabani’ye “şerefsiz”, Mehmet Gül’ün Đbrahim Güçlü’ye defalarca “terbiyesiz”,
“sessini kesecek misin yoksa ben mi keseyim” terbiyesiz ve şerefsizliklerine karşı sessiz
kalması kabullenilecek bir tavır değildir.
Kimi Đbrahim Güçlü’nün bu hakaretler karşısındaki sessizliğini efendiliğine yorumlayabilir,
söylediği şeylere karşı kabul edilebilir diyebilir, ama bu doğru bir tavır değildir.
Sorun Đbrahim Güçlü’nün kişisel sorunu değildir. Terbiyesiz ve şerefsizlerin yaptıkları
hakaretlerin Đbrahim Güçlü şahsında Kürd milletine yapılıyor olmasiydi. Bunun yutulacak bir
tarafı olamaz.
Đbrahim Güçlü, ne yapabilirdi diye sorulabilinir. Đbrahim, Mehmet Gül’ün kendisine ilk olarak
“terbiyesiz” dediğinde tavır koyup sözlerini geri almasında diretebilirdi. Bunda kararlı bir
tutum almış olsaydı daha sonra ne Mehmet Gül aynı terbiyesizliği takrarlayabilirdi, ne de
Doğu Perinçek şerefsizlik yapabilirdi.
Ha Đbrahim Güçlü, alınması gerektiği bu doğru tutumu almasından sonra terbiyesiz ve şerefsiz
Türklerin tutumlarını devamı halinde tartışmayı protesto edip terketmesi en doğru tavır olması
gerekirdi. Bu tutum daha sonraki tartışmaların çerçevesini çizmede de zemin oluştururdu.
Đbrahim, bu olanağı yaratamadı. Oysa Đbahim gibi tecrübeli bir kişi bu fırsatı kaçırmamalıydı.
Katılımcıların ne dediği konusuna girmeden bu tartışmadan çıkardığım dersler bunlar.
Bir de hep bereber şuna bir kez daha şahit olduk. Tartışma edabında yoksun Asena enikleriyle
ortak bir yaşam kurulamayacağını.
Yanılıyor muyum acaba?
Bu terbiyesiz ve şerefşizlerle Kürd milletine ortak yaşam öngören Kürd siyasal birey ve
politik güçlere ithaf olunur.
16 Aralık 2005
Kek Dergo O Kadını Öldürdüler!
Hasan H. YILDIRIM
Müsadenizle bugün Güney Kürdistan’da şahit olduğum DR. Qadir vakasına benzer bir olay
anlatayım. Anıma geçmeden evel, bu vesileyle Dr. Qadir vakası hakkında düşüncelerimide
anlatayım.
Dr. Qadir vakasıyla Kürd siyaset ve aydınları Kürd milleti için nasıl bir sistemin tercih
edilmesi gerektiğini tartıştılar. Đyi de yaptılar. Tercihler açık ve net. Demokrasi mi, yoksa
diktatörlük mü tercih edilmesi gerekir noktasında kimse diktatörlüğü savunmasada Dr. Qadir
vakasında bu çağrışımlara kapı aralanmadı değil. Demokrasi diyenlerde demokrasinin
sınırının nerde başlayıp nerede bitmesi gerektiği konusunda kanımca ipin ucunu biraz
kaçırdılar.
Sözkonusu şahsın niyetinden şüphe etmemek saflık olur. Adam planlı programlı kuşanmış,
kılıçını çekerek meydana çıkmış. KUKM tarihiyle özdeşleşmiş, bu uğurda büyük bedeller
ödemiş ve şu an Güney Kürdistan’da iktidarda olan Barzanilere karşı savaş açmış. Kimden bu
gücü alıyor bilemem, ama birilerinin bu adamı kullandığı açık.
Kullandığı dilin fikir özgürlüğü ile bir alakası yok. Serseri ve lümpence. Dahası düşmanca.
Düşünmek lazım. Şimdi bu adama ne yapılması gerekir? Haddini bilmeyene haddi bildirilir.
Fakat olan bu değildir. Orta da bir hukuksuzluk var. Karşı çıkılması gereken bu olmalıdır.
Kuşkusuz bu terbiyesiz herifin yaptığı yanına kalmamalı. Kimse Güney Kürd hükümetinden
şunu isteme hakkı yoktur. Bu adam niye tutuklandı ve niye cezalandırıldı deme hakkına sahip
değildir.
Yoksa şu mu yapılmalıydı? Bunca terbiyesizliğe göz mü yumulmalıydı? Yok bir de adam
devlet töreni ile karşılanmalıydı, ayaklarının altına kırmızı halı serilmeliydi. Bu da
yetmemeliydi. Adam bir de Kürdistan parlementosunda ölümsüz Barzani’nin nişanı ile
ödüllendirilmeliydi. Adam Dr. ya. Hemde öğretim üyesi. Hele birde kahramanlık yapması
yok mu tam da ödüllük(!)
Bu zatla ilgili tatışmaları okuyunca 1992-1993 yıllarında Ömer Sindi ile ilgili sürdürülen
kampanyayı hatırladım. Ömer Sindi’de bu adam gibi haddini bilmeyen bir zattı. Saddam’ın
muhabaratından Türk Mit’ine kadar herkesle heşir neşir olan biriydi. Adamın işi gücü
Barzanilere küfür ve hakaret etmekti. Tabii o, cezasını yaşamıyla ödedi.
O, gereken cezayı buldu bulmasınada bu sefer PKK adamı diline dolayıp Kürdistan’da gelmiş
geçmiş en büyük yurtsever olarak tanıttı. Bunu yıllarca sürdürdü. Hatta şu sahibinin gölgesi
olmuş Türk solu bunu fırsat bilerek Barzanilere karşı yıllarca küfür ede ede işledi. Aynı
senaryo şu Dr. Qadir denilen mahluk şahsında oynanmak istenmektedir. Kürd yurtseverleri
bunu görmek zorundadırlar.
Yok adam hukuk dokturuymuş, yok öğretim üyesiymiş vs. sıfatlı bu zat ne hakla başkalarına
küfür, hakaret ve iftira edebiliyor? Dr. olmak, öğretim üyesi olmak insanlara küfür etme,
hakaret etme, iftira atmak hakkını mı veriyor? El insaf yani!
Dahası var. Bu adamın yanlız olduğu sanılmamalı. Birileri bu herifi sokağa saldı. Yakında
bununda kokusu çıkar. Bu nedenle bu zata sahip çıkılmalı gibi kampanyalar açmak bu
mihrakların oyununa gelmek olur. Kürd yurtseverleri bu tuzağa düşmemelidirler.
Bu bir yana, ama şu çok önemli. Bu zattın vakasıyla şu mesele göndeme geldi. Kürdistan’da
hukuk var mı? Varsa kimin hukuku? Ve Kürd milletinin geleceği için nasıl bir hukuk
meselesinin tartışılması ve bu konuda bir hak hukuk yaratılması hayati bir meseledir. Kürd
aydın ve siyasetçisi bu meseleyi es geçemez.
Bu kuracak sistemimizin ne olması gerektiği sorunuyla ilğilidir. Kürd milleti, diktatörlerden
çok çekti. Kürd’e olsa diktatörlere ihtiyacımız yok. Diktatörün Türk’ü, Arap’ı, Farsı ve
Kürd’ü arasında tercihi olmaz. Diktatör diktatördür.
Kürdlerde diktatör çıkmaz dememek gerekir. Şekilde görüldüğü gibi birisi zaman zaman
Đmralı’da görüldüğü söylenilir.
Kürdler, işkence yapmaz dememek gerekir. Hepimiz biliriz ki, Türk, Arap ve Fars
işkencehanelerinde sopacıların ezici çoğunluğu Kürd’ür. Hani denilebilir ya bunlar, Türk,
Arap ve Fars adına işkence ediyorlar. Hoşta, Kürdler adına yaparlarsa daha mı hoş?
Kabullenilecek bir olay değildir.
Bunun tedbiri şu andan itibaren alınmalıdır. Eğer denilenler doğruysa Kürdistan Đnsan Hakları
Bakanının söylediği şeyler kabullenilir gibi değidir. Hele uygulanılan ceza yasası ve
mahkemenin işleyiş biçimi hiçte kabullenilemez. Bu mantığın ve sistemin değişmesi gerekir.
Değiştirmek zor olsada bunun mücadelesi şimdiden ciddiye alınmalıdır.
Bir kere her şeyden önce Kürdlerin kendi Anayasasını, ceza ve medeni yasalarını çıkarmak
zaruriyeti vardır. Saddam döneminde kalma yasalarla Kürdleri yönetmek doğru değildir. Ne
yapalım elimizde bu yasalar var demek kimseyi haklamiyor. Kürdler, Saddam’dan kalma tüm
kamburlarında kurtulmalıdır.
Kürd milletinin hakkı olan insanca bir sistemin kurulması için bu kaçınılmazdır. Bu
yapılmasa ne olur? Dr. Qadir vakasında olduğu gibi Kürdler, uluslararası arenada gülünç
duruma düşerler. Bu da hoş bir resim olmasa gerek. Adamın esas niyetini bilmememle
beraber Hewler Hükümeti, adamın provakasyonuna geldiği ve uluslararası arenada yıprandığı
ortada.
Şimdi de size bu vakaya benzer Güney Kürdistan’da şahit olduğum yaşanmış bir olayı
anlatayım.
1992-1993 yıllarında Güney Kürdistan’da iddim. Dohuk’ta bir makarımız vardı. Adliyeye
yakındı. Birgün bir ziyareten makara dönmüştüm. Hava çok sıcak ve bunalmıştım. Biraz
kestireyim dedim ve bir odaya yöneldim. Bir de ne göreyim. Tanımadığım bir adam horul
horul yatmasın mı. Horultusunda yatamadım, ama uzandım. Bir ara uyandı ve beni görünce
doğruldu. Merhaba dedi ve merhaba dedim. Adam Dohuk savcısıymış.
Tanıştık tabi. Dünya güzeli Ezidi bir Kürd. Đsmi Hayri Şengali. Dost olduk ve dostluğumuz
bugünde devam etmektedir.
Evi adliyeden uzaktı. Daire öğlen tatiline girince bizim savcı soluğu bizim makarda alıyordu.
Biraz kestiriyor, yemeğini yiyor ve arkadaşlarla sohbet ediyordu.
Birgün yine dışarıdan gelmiştim. Bizim savcı bir kadına ilişkin hararetli hareretli
konuşuyordu. Đşin içinde kadın olunca dinlemek istemedim ve başka odaya geçtim. Bu
tartışmalar bir hafta sürdü. Ama ben ne dinledim, ne de merak ettim. Hayri gençlerle kadın
meselesi konuşuyor deyip es geçtim. Ama mesele hiçte benim düşündüğüm gibi değilmiş.
Birgün bizim savcı kek Dergo biliyor musun, o kadını öldürdüler demesin mi. Bu sefer beni
merak sardı. Đşin aslını öğrenmeye karar verdim. Dedim ki, kek Hayri ne kadını, ne öldürmesi,
kadın kim, kim öldürdü vs. tüm sorularımı sordum. Hayri kardeşim olayı baştan alıp bir güzel
anlattı.
Hadise şu.
O dönem Güney Kürdistan’daki yaşam koşullarını her Kürd bilir. Ya kendisi şahit olmuş, ya
da bir tanıdığından dinlemiştir. Dahası bu konuya ilişkin çokta yazıldı çizildi.
Korkunç bir yokluk yaşanılıyordu. Đnsanlar BM veya patilerin ayda verdikleri bir kaç kilo
prinç, şeker vs. ile geçinmek zorundaydılar. Đnsanlar evlerinde ne var, ne yok çarşı pazara
döküyor, satıyor ve günlük yaşıyorlardı.
Adı geçen kadın evli ve çocuk sahibi. Dohuk-Musul arasında “sınır ticareti” dedikleri ticaretle
geçimini sağlamaya çalışıyormuş. Bunu aylarca sürdürmüş. Kadın genç ve güzelmüş. Birgün
sınırdan geçerken Saddam’ın askerlerinin dikkatini çekmiş. Casus diye ongün alıkoymuşlar.
Kadının ırzına geçme dahil, her türlü pisliği yapmışlar. Ve nihayetinde kadını serbest
bırakmışlar.
Bu sefer Dohuk enmüyeti, kadını sorguya almış. O dönem Dohuk dahil, Kürdistan’ın her
alanında sabotajlar yapılıyordu. Dohuk emniyetide kadını Saddam hükümeti ile sabotajcılar
arasında kuryelik yapabilir hesabıyla sorgulamışlar. Sonuç kadının bu işle alakası olmadığı
anlaşılınca kocası çağrılarak kadın serbest bırakılmış. Koca da kadın oruspo olmuş hesabıyla
kurşuna dizmiş. Olay bu.
Ben hemen sordum. Peki kocayı tutukladınız mı? Savcı yok dedi. Nasıl yani? Adam cinayet
işliyor. Nasıl olur da adamı tutuklamasınız? Savcı kek Dergo yasa böyle demez mi. Ne
demek? Burda insanlar eşlerini öldürme hakkına mı sahip? Evet dedi. Yasa hükmünü tam
olarak bilmiyorum, ama Dohuk’ta bir adam eşini öldürdü ve bu normal karşılandı. Hem de ne
gerekçeyle? Adam eşini öldürmeseydi nasıl bu toplumda yaşayabilirdi? Benim aklım almadı,
ama mesele bu.
Ogünden sonra olayın peşini bırakmadık. Alixan arkadaşımız kadın dernekleri sorumları dahil
bu konuya ilişkin bir dizi roportaj yaptı. Roportajları Avrupa’ya çıktığımda beraberimde
getirdim. Kadın arkadaşların çıkardığı adını hatırlayamadığım bir dergide yayınlandı.
Roportajların ortaya çıkardığı sonuç korkunçtu. Güney Kürdistan’da kadının yaşamı eşinin,
babasının, kardeşlerinin veya erkek bir akrabasının keyfiyetine bağlı gerçekliğine ulaşmıştık.
Daha sonra bu konu da iyi gelişmelerin olduğu söylensede Ortadoğu mentalitesinin
girdabında daha çok kadın ve kız katledilir ve Dr. Qadir vakası yaşanır.
26 Aralık 2005
TC Devleti, Kürd Liderleri Ankara’ya Resmi Davet Hazırlığında!
Hasan H. YILDIRIM
Büyüklerin söylediği bir vecize bir kez daha gerçekliğe kavuşuyor. Bükülmeyen bilek öpülür.
TC devleti, Güney Kürdistan önderliğinin bükemediği bileğini öpmeye hazırlanıyor. Federal
Irak devlet Başkanı Celal Talabani ve Federal Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’yi
Türkiye’ye resmi daveti tartışıyor. Bunun kısa bir süre zarfında gerçekleşeceği sanılıyor.
TC devletinin Irak politıkası tutmadı. 1 Mart 2003 tarihinde adı geçen tezkereyi reddederken
ABD’nin kendisi olmaksızın Irak’ta herhangi bir savaşı göze alamayacagığı hesaplamıştı. Bu
yaklaşım onların Irak politıkasının kırılma noktalarından biri oldu. Tezkerenin TBMM’inden
red edilmesiyle ABD ile yıldızı bir türlü barışmadı. Olaylar öylesine tırmandı ki, ABD, Türk
Özel Kuvvetlerin başına çuval geçirerek hadlerini bildirdi.
TC devleti, Irak’ta izlediği hiç bir politıkası tutmadı.
Saddam’ın iktıdarda kalmasına çalıştı. Bunu başaramadı.
ABD’ın işgaline karşı çıktı. Bunu engeleyemedi.
Türkmen kartına oynadı. Bunun üzerine kurulu hesapları tutmadı.
Irak’ta Kürdler ve Şiilerin yükselmesini istemedi. Fakat Kürdler ve Şiiler yükselmeye devam
etti.
Kürdleri birbirleriyle savaştırmak istedi, bunu da başaramadı.
Papağan gibi, „kırmızı çizgilerimiz“’ „hassasiyetlerimiz“ deyip durdu. Reel gelişmeleri
görmek istemedi. Gördüğünü itiraf ettiğinde de herkesle köprüleri uçurur hale geldi.
Şimdi ezberi bozulduğunun işaretleri var. Bunun stardını Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök
verdi. Arkası geldi. Kırmızı çizgiler birer birer aşıldı. Öylesine aşıldı ki kendileri bile buna
şaşırdı.
Daha evel Mesud Barzani için kullanılan Başkanılık ünvanına takan TC devleti, bundan geri
adım attı. Kürd liderleri Ankara’ya resmen davet etme hazırlığında oldukları noktasına geldi.
Tüm bu gelişmeler, başta Mesud Barzani olmak üzere Güney Kürd önderliğin kararlı tutumu
neticesinde oldu.
Geçmişte kim ne söylediğine bakmakta fayda var.
“Türk Dışişleri Sözcüsü'nün (Namık Tan) bir açıklaması oldu; "Biz Kürdistan eyaletini kabul
etmiyoruz" şeklinde. Ne zaman kabul ederlerse hay hay, hemen gelirim. Ama kabul
etmezlerse de onların bileceği iş.“ (M. Barzani)
Bu kararlı bir Kürd duruşuydu. Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, aynı kararlı duruşu
daha evelde Türk ordu yetkililerinin Güney Kürdistan’a gireceklerini ve Peşmergeleri
silahsızlaştıracakları tehditlerine karşıda göstermişti.
Mesud Barzani, sözünün eri olurken, Türk ordu yetkilileri tükürdiğinü yalamışlardı.
“Türk Ordusu adına bir sözcü açıklama yapmıştı.
"Biz Kuzey Irak'a gireceğiz, oradaki durumu kontrol altına alacağız, herkesi
silahsızlandıracağız" demişti. O sözlerim (”Kürdistan Türk ordusuna mezar olacaktir“)
bu açıklamaya bir cevaptı. Ben şimdi de bu sözümü kullanıyorum; dünyada peşmergeleri
silahsızlandıracak hiçbir güç yok. Öyle kışkırtıcı bir açıklama neden yapılsın? Bu soruyu asıl
onlara sormak gerekiyor; bizim duygularımızı neden yaralıyorlar?“ (M. Barzani)
Türk’ün anladığı dilden bir cevap. Türk’ün buna cevabı olmamıştır. Olamazda!
Olan cevaplarıda “Eskiden aşiret başkanı diyorduk, şimdi durum değişti; Celal Talabani,
Federal Irak Devlet Başkanı, Mesud Barzani Federal Kürdistan Bölge Başkanı. Bu durumu
kabullenmemiz gerekir,” şeklinde oldu.
Đşte bu kadar!
Haydi bakalım. Arkasını getirin. Hazırlığınızı yapın. Kürd Celal Talabani ve Mesud
Barzani’yi Ankara’da ağırlamaya soyunun. Ha kırmızı halı sermeyi unutmayın.
O gün yakın. O gün geldiğinde tv karşısına geçip Türk yetkililerin suratlarında düşen bin
parça olan hassasiyetleri ve kırmızı çizgilerini her Kürd gibi zevkle seyredeceğim.
02 Ocak 2006
Mam Celal Irak Cumhurbaşkanlığı Yeminini Ettiğinde
Sol Ayağını Birazcıkta Olsa Yerden Kesti mi?
Hasan H. YILDIRIM
“Irak“ ve diğer sömürgeci “ülke“lerin parçalanması kaçınılmazdır! Ne “Irak“ diye bir ülke, ne
de “Irak ulusu“ diye bir ulus vardır. Var olduğu sayılanın ise 1. Dünya saşaşında Đngiliz
emperyalizmin Kürdlerin başına ördüğü beladan başka bir şey değildir.
Kürd milleti, o zaman’da bu belayı başından savmak için dünya da ilk anti-emperyalist ulusal
kurtuluş savaşı verdi. Siz sömürgeci Türk egemenlik sistemin yedek lastiği olmuş ırkçı Türk
solcularının iddialarına bakmayın. Dünya da ilk anti-emperyalist ulusal kurtuluş hareketi
Kemalist hareket değil, Mahmut Berzenci hareketidir.
Berzenci hareketi, emperyalist güçlerin bombardımanları ile tasviye edilirken, Lenin’in
başında bulunduğu SSCB’de ezilen Kürd milletinin destekleyicisi değildi.
Dahası Kürd milleti, SSCB’nin varoluş süresince hışmına uğramaktan kurtulmadı. Dikkat
edilsin Kürd milletinin tüm ayaklanmaları Lenin ve Stalin başta olmak üzere tüm SSCB
yönetimleri tarafından sömürgecilerimize verdiği siyasi, diplomatik, ekonomik ve askeri
destek vasıtasıyla yenilmişlerdir.
SSCB ve bağlaşık devletlerin –ki bunların başında Kemalist Türkiye gelmekteydi- çıkarı
gereği sömürgecilerimizin toprak bütünlüğünün savunucularıydılar.
Lenin’in SSCB tarafından devr alınarak sürdürülen ve bugünde Putin’in Rusyası tarafından
devam ettirilen bu politıka Çarlık Rusyası politıkasıydı..
Bugüne kadar Batılı emperyalist devletlerinde Kürd-Kürdistan politıkası tıpkı Çarlık, SSCB
ve bugünün Rus devlet politıkasının aynısıydı.
Bu politıkayı Kürd millet egemenlik gaspı temelinde Ortadoğu’ya verilen statükoyu kurumak
olarak tanımlamak mümkündür.
Bugün bu statüko ABD’in BOP ile değiştirilmek istenmektedir. ABD yetkililerinin
açıklamaları ve pratikleri bu yöndedir. Kürd milletinin çıkarı da bu politıkadadır.
Kürd politik önderliği, Kürd milleti lehine doğan bu yeni koşulların gereğini gözetleyerek
kendini örgütlemek, pratikleştirmek ve doğan bu fırsatı çok iyi değerlendirmek zorundadır.
Bu bağlam da ülke ve millet politıkası yapmak, hedef olarak önüne bagımsızlık, bölünmüş
ülke ve millet birliğini koymak zorundadır.
Güney Kürdistan’da bu fırsat yakalanılmıştır. Fakat Kürd önderliği, “Irak’ın toprak
bütünlüğü”, ”Irak ulusal birliği”, ve “Irak’ı yeniden inşa etme“yi önüne görev olarak
koymuştur. Bunun kabullenilecek bir tarafı yoktur. Bunun altında nasıl çıkacaklarını
bilemiyorum. Ama şunu görebiliyorum. Kürdistan adım adım bağımsızlığa gidiyor.
Kimse seçimlere bakıp aldanmasın. Irak’ta seçimlerin yapılıyor olması demokrasiyle uzaktan
yakından bir alakası yoktur. Şu an Irak’ta yapılan seçimler mevcut siyasal güçlerin birbirine
karşı güç gösterisinden öte bir anlam taşımıyor. Dahası suni olarak oluşturulan Irak’ı adım
adım bölmeye sürüklediği herkesin ortak kanısıdır.
Kürd tarafını saymasak Irak’ta yapılan seçimlerim Arap siyasal kesimin gönülü olarak
kabullendiği bir durum değildir.
Arap Sunni kesimin seçimleri hazmetikleri söylenemez.
Şii kesime gelince bu fırsatan istifade tarihlerinde iktidar olamamanın rövanşını alma aracı
gözüyle baktıkları söylenebilir. Yoksa savundukları dini esaslara göre seçim tercihleri
değildir. Şeriatçıların demokrasinin birleşeni olarak görmek akıl karı değildir.
Bu mevcut güçler, birbirlerinin boğazını sıkmak için zaman kollamaktadırlar. Bu bağlam da
Kürd önderliğin “Irak’ın toprak bütünlüğü”, ”Irak ulusal birliği”, ve “Irak’ı yeniden inşa
etme“ görevi olamaz.
Güney Kürd önderliğin “Bir elimiz Bağdat hükümetinde olması gerekir“ düşüncesinin perde
arkasını bir yana bırakırsak, bir yanıyla Irak’a karşı altına girdikleri taahütler yabana attılacak
gibi değildir.
Irak Cumhurbaşkanlığının hak ve görevlerini düzenleyen Irak Anayasasının ilgili maddelerine
bakıldığında başta Celal Talabani olmak üzere Güney Kürd önderliğin büyük bir sorumluluk
ve risk altına girdiği görülmektedir.
Madde 65 : „Cumhurbaşkanı, Devletin Başkanıdır. Vatanın birliğinin sembolüdür. Ülkenin
egemenliğini temsil eder. Anayasaya bağlılığın temeinat altına alır. Irak’ın bağımsızlığının,
egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün yasalara uygun olarak korunması için faaliyet gösterir“
Madde 59/6 a) : “Millet Meclisi“nin mutlak çoğunluğunun öne sürdüğü bir gerekçeyle
Cumhurbaşkanını yargılamak“,
b) : ”Milletvekilerinin mutlak çoğunluğunun talebi üzerine Federal Yüksek
Mahkeme tarafindan suçu sabit bulunduğu takdirde, aşağıdaki suçlardan herhangi birini
işlemesi nedeniyle Cumhurbaşkanını görevden alarak,“
1. Anayasal yemini ihlal
2. Anayasa hükümlerini ihlal
3. Vatana ihanet.”
Celal Talabani, Cumhurbaşkanlığı yemini edip bu taahüt altına girerken sol ayağını birazcık
yerden kestiğini sanıyorum.
“Bir elimiz Bağdat hükümetinde olması gerekir“ yaklaşımın ruhuna uygun kendince bir
yolunu bulduğuna inaniyorum. Yoksa yükümlendiği sorumluluğun gereği ortadadır.
Celal Talabani, bunun gereğini ne kadar yapıyor bilemiyorum. Riskli bir taahütün altına
girdiği açıktır. Bu bir yana, fakat Kürd önderliğin bu Anayasa hükmüne göre davranılması
doğru mudur meselesi tartışılır.
Pratikte işlerin farklı bir kulvarda yürüdüğünü biliyorum. Fakat bu değilde işler Anayasa’da
öngörülen mantığa göre başarıyla sürerse Kürd milleti kaybetmiştir demektir. Yok bu değilde
“Bir elimiz Bağdat hükümetinde olmalıdır“ gereğine uygun davranılıyor ve “fırsatları
kollama” mantığıyla hareket ediliyorsa yarın Arapların Mam Celal’ı “vatana ihanet”le
suçlayacağı kesindir.
Gelişmelere uygun olarak Mam Celal, bağımsız bir Kürdistan’dan yana tavır koyacağından
eminim. Bu da yükümlendiği Anayasa hükümlerine göre ters düşmektir. O zaman Mam Celal,
Araplar tarafından “vatana ihanet” suçunu işlemiş biri olarak ilan edilecektir. Đnaniyorum ki,
Mam Celal, bunun farkındadır.
Yıllarını Kürdistan davasına adamış bir Mam Celal, güçlü bir Irak için çalışamaz. Güçlü bir
Irak, Kürd milletinin çıkarına değildir.
Irak’ın inşasına düşenen her taş sonunda Kürd’ün kafasında kırılmaya hazır Arap’ın elinde bir
silah olacaktır. Kürd siyasal önderliği, Kürd milletinin kafasında kırılacak taşı Arap’ın eline
veremez. Bundan eminim.
12 Ocak 2006
Đyi Tatiller!
Hasan H. YILDIRIM
Sömürgecilerimizin birbirine benzediği gibi, sosyal-sömürgecilerimiz ve sol-milli
hainlerimizde birbirine benzemektedir. Aynı kumaştan dokundukaları bir sır değildir.
Mustafa Kemal, Şah Rıza Pehlevi, Saddam Hüseyin, Hafız Esat gibi sömürgeci diktatörler ne
ise, Hikmet Mansur, Hamid Taqhvai, Doğu Perinçek, Dursun Karataş vs. sosyal-sömürgeciler
ile Abdullah Öcalan, H. Fırat, Rahman Hüseyinzade ve Saleh Gedo vs. sol-milli hainlerimizde
aynı rolü oynamış ve oynamaktadırlar.
Kürdistan’ı egemenliğinde bulunduran sömürgeci devletler, solyal-sömürgeci hareketler ve
sol-milli hainlerimizin ortak görüşü “Irak, Đran, Suriye ve Türkiye Ortadoğu’nun
Yoguslavya’sına dönüşme eşiğindedirler. Görev Türkiye, Đran, Irak ve Suriye toprak
bütünlüğünü korumaktır“ gereğini yapmaktadırlar.
Bunu da ancak Kürdleri kandırmakla yapabileceklerine hükmetmektedirler. Kendi
müttefiklerine kılıç salamayı dayatmaktadırlar. Bunda başarılı olmak için de bol keseden
“kardeşlik, enternasyonalizm, işçi komünizmi“ satmaktadırlar.
„Ortak vatan, ortak düşman“ vs. torbalarında alıcısı olmadığımız müslüman mahelesinde
salyangoz satar misali bizleri alıcı olmaya zorlamaktadırlar. Ama alıcı bulamıyorlar.
Bu da onları daha da Kürd düşmanı siyaset yapmaya sevk ediyor. Sol, bu konu da ayrıca özel
bir çaba veriyor. Kendi egemen sınıfların siyasetini sol adına ifade ederken baş vurmadıkları
şaklabanlık bırakmıyorlar.
Kürdistan’ı egemenliğinde bulunduran ülkelerin “Yoguslavya’ya dönüşmesi” bu sol kesimleri
niye bu kadar korkutmaktadır? Bu korkunun sebebi nedir?
Bunun bilinmesinden ve karşı tedbir almakta millet olarak büyük çıkarımız var. Çünkü bu
ırkçı ve gerici mihraklar, halkımızın genç dinamiklerinin beynini çalmakta, kandırmakta,
ülkesine ve milletine karşı yabancılaştırmakta, savaştırmakta ve imha etmektedirler.
Đzledikleri bu siyaset, sömürgeci devletler politıkasının sol adına icra edilmesidir. Bu
mikrakların herbiri halkımızın katilleri konumundadır.
Herkesin adam olmaya çalıştığı bir ortamda kendilerine sosyalist diyen Türk, Arap ve Acem
patentli mihrakların adam olmaya niyetleri olmadığı anlaşılıyor. Dahası halkımızı katletmek
için canla başla uşraş veriyorlar.
Đran “işçi komünizmi“ patronu Hamid Taghvai, Irak’ta olup bitten gelişmeleri “Bosna’da
sahnelenen karanlık senaryonun tekrarı” diyerek “siyasal felaket” olarak değerlendirmekte ve
Irak´ta olup bitten tüm olumsuzluklari “ABD’nin ve müttefiklerinin politikalarının ve Irak’a
askeri saldırının doğrudan sonucudur” hükmüne varmaktadır.
Doğru ya(!) Saddam döneminde her şey gülük gülistanlıktı(!) Enfal, Halebçe, Feyli Kürdlerin
katledilmesi iddiası Kürd milliyetçilerin bir uydurmasıydı(!)
Ne olduysa şu “şeytan ABD”nin bölgeye gelmesiyle başladı. Ama “işçi komünizmi” patronu
buna karşı nasıl davranılacağı konusunda pusulasız.
Bildik tüm kitapları sayfa sayfa karıştırmış, ama buna benzer bir olay yaşanmamış. Sıkıntıları
da burda ya. Çünkü “karanlık senaryo“ dedikleri gelişmelere ilişkin elde hazir bir recete yok.
Olmayınca kitabi ‘işçi komünizmi’ patronu iresizliğini ilan edıvermiş.
“Irak’ta ...Devrilecek bir devlet yoktur. Örgütlenecek ve önderlik edilecek bir devrim yoktur.”
O zaman geriye ne kalır? Fırsatan istifade iyi bir tatil yapmak. Đyi tatiller.
Onlar, bunu da yapmiyorlar. Kim bilir belki tatil yapmayıda bilmiyorlar. Oysa bunu yapsalar
belki dünya’da olup bittenleri kavramada zorluk çekmezler.
“Devrimci olmayan toplum” dedikleri Irak toplumu ve tek bir fakrikanın olmadığı Kürdistan
için “işçi komünizmi” öngörmenin ne kadar komik olduğunu görürler.
„Hedefimiz Irak’ta sosyalizmi kurmaktır ve karanlık senaryoya karşı doğru yanıtımız bizi
sosyalist Irak’a yöneltecektir.” (Hamid Taghvai, Đran Komünist-Đşçi Partisi lideri)
Bunu nasıl yapacağını bilemiyoruz ama, “devrimci olmayan toplum” olarak değerlendirdiği
Irak toplumunda “işçi komünizmi” öngörenlerin nerelerde gezindiğini görmek zor değildir.
Kürdistan ve Kürdistan’ı egemenliğinde bulunduran ülkelerde varolanı veya olup bittenleri
değil, subjektif niyetlerini konuşturmakla çok iş yaptıklarını sanıyorlar. Sömürgeci güçler
adına bir çok şey kotardıkları ortadayken çok iş yaptıklarıda doğru ya.
Her ne demekse bol keseden ‘işçi komünizmi’ hayaletini dayatıp yüzyıldır coğrafyamıza
dayatılan statükoyu korumak için her yola başvuruyorlar.
Düşünebiliyor musunuz? Irak Arap halkının yüzde yüzüne yakınının Saddam artıkları ve Şii
fanatikleri olduğu bir toplumsal yapıda önerilen “sosyalist cumhuriyet” olmaktadır.
Bu adamlar nerede yaşıyor diyeceğiz, ama nerede yaşadıkları bir yana hangi ruh haliyle
yaşadıklarını sormak daha doğru olur kanısındayım.
Đçine girdikleri bu psikolojik ruh hali bu misyon sahiplerinin nerede gezindiklerini
açıklamiyor mu?
Yakın bir takibe alındıklarında ezen ulus ‘sol’larının günümüzün ırkçı ve gericileri olduğunu
görmek zor olmasa gerek. Bunun sebebini anlamak gerek. Hepsinin ortak yanları tadavisi
olmayan korkunç bir hastalığa yakalandıklarıdır. Bu hastalığın adı ise Kürd ve Yahudi
düşmanlığıdir.
Siz onların yüksek perdeden enternasyonalizm, kardeşlik, eşitlik gibi argümanları bol bol
kullanmasına bakmayın. Onların kara-yüzlerinin örtüsü olmanın dışında bu kavramların bir
anlamı olmamaktadır.
Dikkat edilsin. Türk, Arap ve Acem “sol”unun Filistin sorununa yaklaşımlarıyla Kürdistan
sorununa yaklaşımlarını alın karşılaştırın. Çifte standart yaklaşımın sırıtığını görmekten
zorlanmayacaksınız.
Bu ulus “sol”larının yazılarını alın inceleyin. „Filistinlilerin derhal işgal altındaki topraklara
geri dönülmesi ve Filistin devletinin kurulması” ezberini göreceksiniz.
Ama aynı ezen ulus “sol”ları her ne hikmetse Kürd mülteciler ve Kürdistan sorunu karşısında
kendi sömürgeci egemenlerinin yaklaşımlarını dilendirdiklerini ibretle göreceksiniz.
Siz şimdiye kadar bu ezen ulus “sol”larının Kerkük Averelerine ilişkin kalem oynatıklarını
işitiniz mi? Oynatılan kalemlerde de kendi sömürgeci egemenlerinin yaklaşımlarının
döküldüğünü neyle izah etmek gerekir?
Sabah akşam bir avuç Filistinliye devlet kurduranlar, mesele Kürdler olunca hep bir ağızdan
avazları çıktığı kadar “olmaz” dediklerini nasıl değerlendirmek gerekir?
Dahası bu ezen ulus “sol”ları, bu çifte standartı savundukları sosyalizmin hangi ilkesiyle
bağdaşlaştırdıklarıda ayrıca bir muama.
Bunun tipik örneğini Đran “işçi komünizmi” patronu Hamid Taqhvai sunmaktadır.
“Filistin ve Ortadoğu sorunu yalnızca Đsrail’in bütün işgal altındaki topraklardan geri
çekilmesi, bütün mültecilerin yurtlarına geri dönmeleri haklarının tanınması, Đsrail ve
bölgedeki öteki devletlerle eşit haklara sahip bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulmasıyla
çözülebilir.”
Bu mantık sadece Đran ‘işçi komünizmi’ patronu Hamid Taqhvai ile sınırlı değildir. Arap ve
Türk sol hareketin tüm liderlerinin kalemlerinde düküldüğü bir gerçek.
Buna karşın Kürdistan sorunu sözkonusu olunca “aman etnik çatışma çıkmasın, mazallah bu
Đran, Irak, Suriye ve Türkiye’yi böler” diyenlerde yine bu zevattır.
Kürd önderliğini feodal gerici ilan edenler, çağdışı Filistin önderliğini baştacı ederler.
Aynı partinin bir başka sorumlusu Kürdistan sorunu konusunda şu incileri döker.
“Genelde nasyonalist hareketler özeldeyse bu hareketin iki partisi olan Irak Kürdistan
Demokrat Partisi ve Yurtsever Birlik etnisist güçlerdirler. Tam da bu nedenden dolayı Irak’ı
etnik çatışmalar sahnesine dönüştürmek için büyük bir potansiyele sahipler.” (Mohsen
Ebrahimi, Đran Komünist-Đşçi Partisi Merkez Komitesi üyesi.)
Bu, bir korkunun ifadesidir. Dahası kendi efendilerinin korkusunun sol yorumudur. Yükselen
Kürd milliyetçiliği karşısında duyulan korkudur. Onlar için potansiyel tehlikedir. Sömürgeci
ülke birliğini zora sokmaktadır. Ne pahasına olursa olsun bunun tasviyesine çalışılır. Aslında
tasviye edilmek istenen KUKM’dir. Anlayacağınız ezen ulus “sol”ların adam olmaya hiç
niyetleri yoktur.
Bunu yapabilmeleri için önce samimi olmaları gerekir. Bu da şovenizmi aşmayı gerektirir. Bu
zevatın yapamayacağı bir şey varsa o da budur. Peki o zaman ne olur? Herkes Mersin yolunu
tutarken bunlar tersine yol almaya mahkumdurlar.
Türkiye’de olduğu gibi Irak, Suriye ve Đran solu’da sosyal şoven bir karekter taşımaktadır.
Hamit Taqvai’yi Doğu Perinçek, Mohsen Ebrahimi’yi H. Fırat olarak görebilirsiniz.
KUKM’ni engelemek için bu ırkçı ve şoven ezen ulus “sol”ları ile kendi ülke ve milletine
yabancılaşmış sol-milli hainlerimiz daima “Türkiye, Suriye, Irak ve Đran toprak
bütünlüğü”nün bekçileri rolünü oynamayı görev edinmişlerdir.
Buna enternasyonalızm olarak tanımlamışlardır.
Oysa bu mantığın sosyal-sömürgeci ve ihanetçi bir mantık olduğu gerçeği ortadadır.
13 Ocak 2006
Kürdistan Sorununu Dünyadan Soyutlama Çabaları Sürüyor!
Hasan H. YILDIRIM
Türk egemenlik sistemi, icazetli sol ve „Kürtçü“lerden oluşan şer cephesi boş durmuyor.
Kürdistan sorununu dünya’dan soyutlama çabaları tüm hızıyla sürüyor. „Kürt meselesine Batı
müdahalesini önlemek için“ baş vurmadıklari hiç bir yöntem bırakmadılar, bırakmıyorlar.
“Ülkeme geliyor, Diyarbakır'a gidiyor, Hakkari'ye gidiyor. Görüşeceksen yeri Ankara'dır.
niye orası? Gerekçen ne? Bunlar terörü azdırıyor" (Recep Tayyip Erdogan)
„Kürt meselesine Batı müdahalesini önlemek için..Sayın Perinçek’in amacı, Batı devletlerinin
Kürt sorununa müdahale zeminlerini daraltmaktı.“ (M. Bedri Gültekin)
„Dışarıdan bazılarının burnunu sokarak Türkiye'de tüm sorunların anası olan Kürt sorununa el
atmaları Türklerden daha fazla Kürtleri rahatsız eder.“ (Ali Haydar Kaytan)
Bu denilenlerin altında imzası olan unsurlar, Türk devlet yetkilileri, her rekten ırkcı, şoven
Türk sol mihrakları ve ihanetci çetelerdir.
Bu mantık ve girişim sahipleri Kürt millet düşmanları olduklarını bu söyledikleriyle
belgeliyorlar.
Bu mantık, şunu öngörür: „Kol kırılır yen içinde kalır.“ „Kimse iç işlerimize karışmasın, şu
Kürtlerin işini haledelim.“
Sistem, sağ ve soluyla, „Kürtçü“süyle elele vermiş canhıraş çalışıyor. Kürdlerin defterini
dürmeyi önlerine koymuş bulunuyorlar.
Son dönemlerde hem Türk aydın ve sol çevrelerince, hem de ihanet odağınça çok yoğunca
işletilmeye başlatılan „Türkiyelilik“, „Türkiye ulusu“ söylemleri bu planın temel argümanları
oluyor.
Ama her halükarda inkar edilen ve unutulmaya bırakılan Kürd-Kürdistandır.
Bunu yapabilmeleri için de uluslararası güçleri devre dışı bırakmaları gerekiyor. Tüm çabaları
Kürdistan sorununu uluslararası bir sorun olmaktan çıkarmak, Türkiye’nin bir iç sorununa
indirgemek ve anayasal vatandaşlık bağlamında sorunu boğmaktır.
Bir dönemler Đngiltere’nin Đrlanda sorununda başvurduğu yönteme başvuruyorlar. Fakat artık
Đngiltere bu yönteme başvurmuyor.
Sinn Fein lideri Gerry Adams, "Đngilizler sürekli bu sorunu iç sorun olarak ele aldılar. Ne
zamanki kapıları açtılar, o zaman diyalog gündeme geldi," dediği bilinir.
Türk egemenlik sistemin mevcut politıkasına bakılırsa dialoğun ufukta görünmediğidir.
Dünden bu güne süre gelen inkar ve imha politıkalarından vazgeçmiyorlar. Dahası buna engel
olanı ısırmayı siyaset ediniyorlar.
MGK’nin emriyle sokağa salınmış Kürd millet katilleri, şu an Kürdleri kendilerine „stratejik
müttefik“ seçmiş Đsrail ve ABD’yi ısırmanın zeminini arıyorlar.
Başlarına geçirilen çuval bile bu kudurmuşları islah etmeye yetmedi.
4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de 11 Türk askerinin başına çuval geçirildi. Đyi de oldu hani.
Bu olay biz Kürdleri ziyadesiyle sevinçe boğarken, kendilerini Türk sanan devşirmelerin
“kanına dokunmuş.”
Hani laf aramızda bu cibiliyetsizlerden biride „Anan babam Kürd halkına benzer bir halktan“
olduğunu söyleyen, fakat kendisini Türk ilan eden şu meşhur „pinçeli“lidir.
„Türk halkının incinmiş gururu“ diye diye sayıklıyor.
„Kahraman Irak halkı, ABD’li saldırganları dize getirmektedir,” deyip “incinmiş gurur”larina
su serpmeye çalışıyor.
Türk olmayan birinin Türklükle grurlanmasi neyin nesi?
Bir kere “kendisini enayi yerine koyan” bu “pinçelili”de grur ne arasin.
Đkincisi, “kendisini enayi yerine koyan” bu zibidi efendilerine yaranmak için başta Kürd halkı
olmak üzere tüm Irak halklarının katilleri olan Saddam artıklarını direnişçi ilan ediyor.
Dahası bu “pinçelili“ Saddam artıklarını Irak halkı ilan etmekle Irak halkına saygısızlık
ediyor.
Türk olmayıpta Türk olmakta yarış halindeki bu “pinçelili”ler, sabah akşam Irak’ta ABD
yenilgisini keşfediyorlar.
”Amerika’nın yanlış hesabı Bağdat’tan dönmüştür.” keşfinden bulunarak MGK’nun yaralı
yüreğine melhem olmaya çalışıyorlar.
Aç tavukta rüyasında kendini tahıl ambarında sanır ya.
Kimseye bir zararı yok. Aldırdığımız yok.
Onlar, kendilerini hayallerle uyalıya dursun Kürd milleti, yeni ilklere imza atmaya devam
ediyor.
16 Ocak 2006
Sırada Kim Var?
Hasan H. YILDIRIM
ABD’nin Irak işgali sadece bu ülkeyle sınırlı olmadığı ve olmayacağı ABD yetkililerinin
açıklamalarında bilinmektedir. Bilinmeyenin ilk saldırının Đran’da mı, yoksa Suriye’de mi
olacağı meselesidır. Bu konu da zaman zaman kurbanlar yer değişmektedir.
Irak’ta Saddam iktidarına son verilmesinden sonra gözler bu sefer Đran ve Suriye’ya çevrildi.
ABD’nin saldırı hedefinde öncelik sırasinın Đran’da mı, yoksa Suriye’de mi tartışmaları
başladı.
Evet "sırada kim var?" Đran mı, Suriye mi? Bunlardan hangisinin suyu ısınıyor? Yakında
musallah taşına kim yatırılacak?
Đlk dönemlerde ilk adres olarak Suriye tahmin edilirken, son dönemlerde Đran Cumhurbaşkanı
Ahmedinecat’in ABD ve özeliklede Đsrail karşıtı açıklamaları ve verilen cevaplara
bakıldığında ilk sıranın Đran olabileceği düşüncesini öne çıkardı.
Đran devlet Başkanı Ahmedinecad iki günlük rasmi ziyarete bulunmak üzere 19 Ocak 2006
tarihinde Suriye’ye gitti. Olasılı ABD saldırılarılarında Suriye’den yardım talebinde bulundu.
Suriye devlet Başkanı Beşşar Esed, Ahmedinecat’a destek sözü verdi.
ABD, “Her iki ülke teröristtir ve terörizmi destekliyor” bilinen iddiasının tekrarını yaptıktan
sonra Đran ve Suriye devlet Başkanlarının görüşmesini “Đki liderin uluslararası anlamda yalnız
kaldıklarının işareti" olarak değerlendirdi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Sean Mc Cormack, "Đran yakın bir gelecekte kendisini BM
Güvenlik Konseyi önünde bulabilir," dedi.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice ile görüşen AB'nin Dış Politika Yüksek Komiseri
Javier Solana, "Đran'ı BM Güvenlik Konseyi'ne sevketmenin zamanı geldi," dedi. Solana,
"Đran ile görüşmeyeceğiz. Mantıklı değil," dedi.
ABD Dışişleri Bakanı Rice de, "Artık konuşulacak birşey yok. Masadan kalkanlar
Đranlılardı," dedi.
Kürd milletinin çıkarı açısında bakıldığında ilk sıranın kimde olması pek önemli değildir.
Temenimiz her iki ülke rejimininde tasviye edilmesidir. Tasviye eden güç kim olursa olsun
Kürd milletinin desteğini alacağından kuşku yoktur.
Kürdler, bir an evel saldırılar olsun beklentisi içindeyken, Kürd millet dişmanları ise olasılı
bir saldırı hareketini istememekte ve bunu engelemek için her yola başvurdukları biliniyor.
Dikkat edin. Đster sömürgeci devletlerin resmi ağızların, ister sivil sağ kesimlerin, istersede
sol’un açıklamalarını ele alın. Hepsinin şu ortak söylemde birleştiklerini görürsünüz.
“Saddam da bir zâlimdir. Ama Amerika'nın öncülüğünde gerçekleştirilen Körfez Savaşı'na
hiçbir zaman sevinmedik ve savaşa katılan güçlere: "Ne iyi ettiniz de şu Saddam'ın belini
kırdınız!" demedik.“
Diyemezler. Deselerdi, zaten şaşardık. Aynı çevreler, Irak’taki teröristlere yaklaşımıda
örtüşmektedir. ABD’ye karşı Saddam artıklarını, Zerkavi ve Sadr gibi islami teröristleri
direnişçi göstererek, „Irak'ta işgalci ve saldırgan Amerikan emperyalizmine karşı meşru ve
haklı bir direniş verilmektedir,“ şeklinde değerlendirerek desteklemektedirler.
„Amerika'yı geri adım atmaya zorlayacak tek şey Irak'taki direniştir. Dolayısıyla tüm bölge ve
Đslam coğrafyası açısından büyük bir tehdit ve tehlike arz eden Irak'ı parçalama planının
önüne geçilebilmesi için Irak'taki meşru direnişe destek verilmesi ve Amerikan saldırganlığa
verilen tüm desteklerin sona erdirilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde tehlike kapıya kadar
dayandığında alınacak tedbirlerin, yapılacak tartışmaların ve çıkışların hiçbir yararı
olmayacaktır.“
Bu yaklaşım sömürgecilerimizin, sağ ve sol’unun ortak yaklaşımları olması açısında ilginçtir.
Bu çevrelerin esas amacı ABD’yi hezimete uğratmak ve sonra Kürd milletinin defterini
dürmektir. Bunu başarabilmek için Arap, Fars ve Türk şer ittifakı hem ABD, hem Kürd
milletine karşı bir seferberlik halindedir.
Her ne kadar bu şer güçleri kendi aralarında daima bir çekişme ve çatışma içinde olsa da
sorun Kürd-Kürdistan sorunu olunca aralarındaki tüm sorunları rafa kaldırmakta, güçlerini
birleştirmekte ve Kürd milletine karşı birlikte mücadele etmektedirler.
Hatırlanırsa ABD öncülüğündeki müttefik güçlerin Irak’a saldırısına en çok karşı duranlar
Saddam’la daima problemli olan Đran, Suriye ve Türkiye’nin olması tesadüf değildir. Bu karşı
çıkışın nedeni Saddam’ı çok sevdikleri de değildi. Saddam sonrası sıranın kendilerine
geleceği sömürgecilerimizin esas korkusuydu.
Gelişmelerde sömürgecilerimizin bu korkularında haklı olduklarını gösterdi. Saddam’ın
devrilmesiyle birlikte Đran ve Suriye’de korku çanları çalmaya başladı. Bu durum bu ülkeleri
birbirine daha da yakınlaştırdı. Bu yakınlaşmada Türkiye yerini almakta gecikmedi. Ve hatta
Türkiye bu konu da öncü rol oynadı.
TC devletinin esas sorunu KUKM’ni nasıl tasviye edebilirim sorunudur. Bu konu da her türlü
yola baş vurmasına karşın KUKM’ni durduramadı. Dahası bu politikası kendisini çıkmaza
soktu. Korkunç ekonomik sıkıntıya yol açtı. Dışa bağımlı hale gelmesine neden oldu. Buna
rağmen Kürdistan’daki meşru olmayan işgalini sürdürmeye kararlı bir politıka sürdürüyor.
Dahası Kürd milletinin meşru mücadelesi karşısında şiddet ve zulmü daima politika edinmiş
ve ediniyor.
Elindeki devlet erkinin avantajlarını kullanarak uluslararası alanda sürdürdüğü diplomatik
ataklarla Kürd milletini tecrit etmeye çalıştı ve çalışıyor. Kürd milletinin gasp edilmiş
haklarını geri almak için sürdürdüğü meşru mücadelesini „terörizm“ olarak kabul görülmesi
çabasını verdi ve veriyor.
TC devletinin Kürd milletinin meşru mücadelesini „terörizm“ olarak nitelemesi kuşkusuz
nedensiz değildir. Kürdistan’daki gayrımeşru bulunuşuna, Kürd milletine karşı sürdürdüğü
kirli savaşına haklılık kazandırmaya yöneliktir. Ve de uluslararsı güçlerin desteğini
sağlamaktır.
Kürd millet direnişi terörizm değildir. Bilakis TC devletinin Kürdistan’daki meşru olmayan
işgal ve kirli savaşına karşı haklı ve meşru bir direniştir.
TC devleti, işgal ettiği Kürdistan’ı elinde tutmak için tüm uluslararası siyasi ve askeri
kurumlara üye oldu. Burada kendine dış destek buldu. Eğer bu güne kadar KUKM’ni
engeleyebildiyse bu dış destek sayesinde olduğu bir gerçektir.
Fakat sovyet blokonun tasviye olmasıyla değişen dünya dengesi vesilesiyle giderek bu destek
güçlerden eskisi gibi yararlanamamaktadır. Dahası eski destekleyicileri bu kez köstekleri
haline geldiği bir süreç yaşanmaktadır. Bu da TC devletini zora sokmaktadır. Ve onu düşman
bildiği Đran ve Suriye devletleriyle kucaklaşmaya itmektedir. Bu da TC devletinin suyunun
ısınmasının zeminini hazırlıyor. TC devletini musallah taşında görmek biz Kürdler için uzak
değildir.
30 Ocak 2006
Osmanlı Umudunu Dert Eden Sol Olunca...!
Hasan H. YILDIRIM
„Başta Kürt ve Türk halkı olmak üzere bütün Anadolu halkının öncüsü M-L hareketi“
olduklarını söylüyorlar. Sömürgeci sistemin „ortak“ literatürünü kullaniyorlar. „Ortak
vatan“, „ortak kültür“ keşfini yapıyorlar. Bunlar olurda „ortak tarih“ olmaz mı? Türk sol
paşası olur diyor. Sömürgeci Osmanlı devlet tarihini bir kalem darbesiyle Kürd tarihi yapılı
verilir. Bu nasıl olur diye sormayın. Burası Türkiye. Varlar yok, yokların varedildiği bir ülke.
Sahibi Türk sağ ve sol paşası olur. Türk sol paşa şöyle buyurur.
„Yüzyıllar boyunca savaşlardan savaşlara koşturulan; kıyımlara, açlıklara uğratılan;
Balkanlar´da, Kafkasya´da, Yemen´de, Kırım´da evlatlariyla birlikte umutlarınıda bıraktırılan
Anadolu halkları.“
Bunları TC devletinin resmi tarih kitaplarında almadık. Kendini “M-L” olarak tanımlayan,
Türk halkı ve TC devletinin ezdiği ulus ve ulusal azınlık halklarının öncüsü ilan eden sistemin
sol kemalist güçlerinin yayın organlarında aldık. (Vatan. Sayi. 80. Sf. 40. 5 Mart 2001.) Bu
söylenenleri TC devletinin resmi tarih kitaplarında da bulabilirsiniz. TC devlet erkanının
resmi törenlerde attıkları nutuklarda işitebilirsiniz.
Bunları söyleyenler kendilerine “biz Türk milliyetcisiyiz” deseler uygundur, der geçeriz.
Fakat bunları söyleyenler kendini “Başta Kürt ve Türk halkı olmak üzere Laz, Cerkez, Arap
vs. tüm Anadolu halklarının öncüsü M-L hareketi” ilan ederse bunda bir uyumsuzluk var
deriz. Sistem adına bir şeyler kotarılmak istenildiğini ve karşı-devrimci bir rol oynadıklarını
söyleriz.
Söylediklerimizde haksız mıyız? Kuşkusuz hayır! Çünkü söylenenlerde Osmanlı devletinin
Balkanlar´da, Kafkasya´da, Yemen´de, Kırım´da yenilmesinde duyulan üzüntü ve hayiflama
vardır. Đçlerine sindirememe vardır.
Osmanlı devleti yayılmacı, işgalcı ve sömürgeci bir devlettir. Balkanları, Kafkasya´yı,
Yemen´i, Kırım´ı ve başka ülkeleri işgal etmiş, ilhaklaştırmış ve sömürgeleştirmiştir. Bu ülke
halklarını katliamdan geçirmiş, asimile etmiş ve devşirmiştir. Bu ülkelerin değerlerine el
koymuştur.
Daha sonra bu ülke halkları, Osmanlı işgal güçlerine karşı savaşarak ülkelerinden
kovmuşlardır. Osmanlı bu ülkelerde umutlarını bırakarak yüzgeri kaçmışlardır.
TC devletinin icazetli solu, „devrimcilik“ adına kalkmış Osmanlı devletınin „umutları“nı
„Anadolu halklarının umudu“ diye lanse etmektedir. Osmanlı devletini Anadolu halklariyla
eşitlemektedir. Sahiplerine yakışan sefil bir yaklaşım sergilemektedirler.
Osmanlı devleti, başka ülkeleri istila ve işgal ederken buralardan halkın evlatlarını kırdırtmış
ve umduklarını değil, orada umutlarınıda bırakarak kaçmışlardır. Fakat oralarda bıraktırılan
„Anadolu halklarının umutları“ değil, evlatlarıdır. Oraları işgal eden Anadolu halkları
mıydıki, umutlarını bıraksın? Sistemin sol’una göre Osmanlı devleti, Anadolu halklarını
temsilen oralardaymış(!) Yaklaşım budur.
Bu yaklaşım buram buram ırkçı, sömürgeci Türk milliyetçiliği kokuyor. Peki sormazlar mı
Osmanlı devleti oralarda ne arıyordu? Hangi hakla oaralarda bulunuyordu? Sakın oralara
medeniyet, barış ve demokrasi götürmüş olmasın? Kemalist resmi tarihin iddiasi budur.
Anlaşılan sistemin sol’ununda söyledikleri budur.
Baksanıza „evlatlariyla birlikte umutları bıraktırılan Anadolu halkları“ oralarda „ihanete
uğramış.“ Türk kardeşleri ayaklarına kadar „barış, demokrasi, adalet, sevgi,saygi, özveri“
götürmüş. Peki oradaki halklar ne yapmış? „Hem evlatlarını, hem de umutlarını kırmışlar.“
Bu kadar da nankörlük olur mu?(!!!) Olur olur hem de alası olur! Ava giden avlanır.
Sistemin icazetli sol’unun bunu hazmedememesi var. “Evlatlarımızı aldınız, bari umutlarımızı
kırmasaydınız” demesi var. O zaman icazetli „sol“, oturur inkar ve imhaya dayalı „ortak bir
vatan, kültür, resmi bir tarih„ oluştururdu.
Halklara dayatılan imha ve devşirme politıkasında „sevgi, saygı, hoşgörü“ yükler, şu meşhur
„Anadolu değirmeninde halklarin harmanlanması“nın güzel bir teorisini seslendirirdi.
Dahası buraları sıçrama tahtası yapıp Asya, Afrika ve Avrupa’yı bir baştan bir başa bir güzel
fethederlerdi. Oradan da Amerika’ya bir çıkartma yaparlardı. „Dünya devleti“ kurarlardı.
Fakat evdeki hesap çarşıya oymamış. Osmanlı gittikleri yerlerde hiç sevilmemiş. Đstenmeyen
zoraki misafir muamelesi görmüş. Yerli halklar evlatlariyla birlikte umutlarınıda kırmış. Đyide
etmişler.
Fakat bunun çeremesini Ermeni, Rum, Asuri-Suryani, Çerkez ve Kürdler çekmiş.
Kafkaslarda, Balkanlarda, Yemen’de, Kırım’da askerleri ve umutları kırılan Osmanlı ve
Kemalist barbarlar, bunun intikamını Ermeni, Asuri-Suryani, Çerkez, Rum ve Kürdlerden
çıkarır.
TC devletinin icazetli sol’u bunuda tersyüz eder. Bu konuda da efendilerini yanlız bırakmaz.
Kemalist iktadarların katliamlarına muşruiyet kazanmanın vereni olur. Kemalist resmi tarih
yazıcıların sol varyantı olur.
Kemalizmin sol Asena tosuncuklarıdır. Türk komrador ve feodal toprak ağaların Ermeni,
Asuri-Suryani, Rum, Çerkez, Kürd vs. halkları ile Türk devrimci ve demokratlarının
katledilerek tasviyesine „kurtuluş savaşı“ diyen sistemin sol mehmetcikleridir.
TC devletnin icazetli sol’unun savunduğu tarih işte bu kanlı tarihtir. Bunun bizce bir
sakıncası yok. Yakışır kendilerine. Đtirazımız buna değildir. Dikkat çekmek istediğimiz bu
kanlı tarihin savunucuları kendilerini „başta Kürt ve Türk ulusu olmak üzere tüm Anadolu
halklarının öncüsü M-L hareketi „ ilan etmesidir. Burada bir sakatlık var. Dahası bunu
Kürdlere dayatması ve savunma zorunluluğu getirmesi var. Bunu yapanların boynuna
„enternasyonalizm“ yaptası asması var.
Peki bu niye yapılır? Bundan anlaşılmayacak bir şey yok. Sistem adına birşeyler kotarmak
amaçlanır. Peki bunu kabulenen Kürd yok mudur? Olmaz olur mu. Ayak altında gezinen
sürüsü var. Ortalıkta Kürdistan´a, Kürd milletine, Kürdistan halkına yabancılaşmış,
devşirilmiş sayısız Kürd var. Sömürgecinin uşaği Kürd olurda sosyal-sömürgecinin uşağı
Kürd olmaz mı? Olur!
Đhanet karşılıksız kalmaz. Türk sol paşanın eli açıktır. “Enternasyonalizm” yaptasını takar
enayi Kürdün boynuna. Bedavadır.
Fakat bunu boynuna asanın verdiği ağır bir bedeldir. Verdiği kişiliğidir, ulusal onurudur. Bu,
onlar için bir şey ifade eder mi? Etmedigi ortadadır. Bu da yetmez. Osmanlı da oyun çoktur.
Bakar enayi Kürd’ün icabına. Ya kendisi, ya devlette katlettirir.
01 Şubat 2006
Piç Milliyetçiliğinden Pornu Milliyetçiliğine
Hasan H. YILDIRIM
Kürd yurtseverleri hatırlarlar. 29 Ekim 2005 tarihinde katil Türk ordu Generallerinin çizme
yalayıcısı, piç milliyetçisi olarak bildiğimiz Doğu Perinçek, Diyarbakır Bismil ilçesi
Aslanoğlu köyünde “cumhuriyet bayramını kutlama” adı altında tüm it kopuklarıyla bir shov
gösterisi yapmıştı.
Bu shovu organize eden heyete emekli Albay Haluk Gerçel’de vardı. Halkımızın eline zorla
kan ve irin kokan Türk bezini veren piç milliyetçisi ile kolkola idi. Bu, emekli Albay’ın kim
olduğu ortaya çıktı. Sanal alemde tanıştığı kadınları düşürerek çıplak resimlerini ve yaptıkları
alemleri video’ya çekip daha sonra santaj olarak kullanan “kahraman Türk ordusu”nun
“kahraman Albay”ın kimliği ortaya çıktı. Pornu milliyetçiliği.
Piç milliyetçiliğinin yanına pornu milliyetçiliğinin eklenmesiyle puzl tamamlandı.
Kuskusuz bu olup bitenler tesadüfi şeyler değildir. Kökü tarihe kadar uzanır. Mayasını bireyi
olduğu toplumun mentalitesinde alır.
Hani derler ya. “Beni nasıl tanırsın” diye. Karşıdakide, “söyle arkadaşını söyleyeyim seni”
der.
Bu terbiyesiz, düşkün kişilikleri tanımak için secde ettikleri “ata”larını tanımak gerek.
Bir toplum düşünün! Bir adamı putlaştırsın. Adına atfen devlet tarafından bir “izm”
oluşturulsun. Bu “izm”e eleştirilemez, tartışılamaz kaydı konulsun. Tüm bireyleri bunu
savunmaya mecbur kılsın. Tek tipleşmeyi dayatsın. Buna uymayanı kendilerinden uzak olan
değerlere ihanet etmekle suçlasın.
Sakın böyle bir toplum yoktur denilmesin. Etrafımızı saran ve bizi boğan toplumların hepsi
böyle. Hele içlerinde biri varki sormayın. Mayası bozuk bir toplum.
Şimdi bu mayası bozuk toplumun hikayasine dikkatinizi çekmek istiyorum.
Hani bir kapı komşumuz var. Tam da kendilerine uygun bir “ata”ları var. Her cadde de
betondan heykeleri var. Adına atfen bir “izm” oluşturuldu.
“Đzm”e takmadan komşumuzun “ata”sını bir tanıyalım. Adına atfen “izm” üretilen bu unsur
kimdir, ona bakalım.
Anesi kerxane sermayasi. Babası belli değil. Yani halkın değişiyle piç.
Teşbiste hata olmaz. Hele bunu söyleyen halk olunca itiraz olunmaz.
Genelevde dünyaya gelmiş gayrımeşru bir velet.
Oturak alemlerinde kucaktan kucağa oturtulup iğdiş edilmiş..
Ordu’ya oğlan olarak alınıp paşaların masasında meze edilmiş..
Kendini dizdirmeyi yaşam biçimi seçmiş.
Devlet tarafında kendisine eş seçilen bir kadını memnun edemeyen bir eşcinsel.
Alkolik, sarhoş, ahlak düşkünü bir hayasız.
Sapık bir kişilik.
Đşte yakın komşumuz ucube “millet”in “ata”sının kimliği.
Bunlar oluorta bilinen gerçekler. Đnkara gelmez.
Artık mızrak çuvala sığmıyor.
Öyle olsada komşumuzun egemenleri, halkın bu gerçekleri dile getirmesini istemiyor.
“Ata”ları için “Koruma Kanunu” çıkarmışlar.
Fakat herkese söz geçiremiyorlar
Maddi ve manevi kaybı göze alanlar, Kral çıplak diye bağırıyorlar.
Bu çıplak kral’ı meclis denilen ağırda kendilerine “ata”ilan ettiler.
Hani çokta yakıştı kendilerine.
Sağda solda getirtirilen göçmen ve muhacirlerden kendi değişleriyle “millet yaratık” dedikleri
bu köksüz ucube “millet”e ancak böylesi bir piç “ata” bulunabilinir.
“Ata”larının ismine atfen bir “izm” oluşturuldu. Bu “izm” sağdan soldan getirilen göçmen ve
muhacirlerden oluşturulan ucube “millet”in sığınağı oldu.
Bu sığınak altında yer alan değişik renk ve tonlardaki siyasi odakların hepsinin ideolojik
gıdası saldırgan gerici, faşist, ırkçı piç milliyetçiliğdir.
Toplumunu rehin alan ordu dahil, kendilerini “marksizm-leninizm” olarak tanımlayan
çevrelere kadar sonradan yapılma bu suni “millet”in bütününe yakını kendilerini bu “izm” ile
ifade etmektedir.
Đç ve dış politıka alanında bu çevreler ortak hareket etmektedirler.
MGK çalar, herkes oynar.
Onları, her alanda tekleştiren ırkçı, şoven bu piç milliyetçiliğidir. Buna bir de pornu
milliyetçiliği eklendi.
Savundukları bu milliyetçilik gerici, faşist,. yayılmacı, işgalci, sömürgeci, devşirmeci,
asimilasyoncu ve katliamcıdır.
Bu bir realite.
Fakat komşumuzun sağ ve solu, bu “izm’in ilerici, ilericilerin bu izmci olduğu.”nu savunur.
Bunu herkese kabul ettirmeye çalışır.
Oysa ne bu “izm” ilericidir, ne de ilericiler bu “izm”cidir. Sözkonusu “izm”ciler, ırkçı, şoven
piç ve pornu milliyetçisidir.
Her konuda olduğu gibi, piç milliyetçiliği konusunda da devletin resmi söylemi ile sol’un
söylemi birbirine karışmış. Zatan komşu sol’un devletin gölgesi olma misyonundan
kurtulamadığının esas nedenı de budur.
Komşumuzun sol’u, siyasi mücadele tarihi boyınca bunu ülkemize ithal etmenin çabasını
verdi. Fakat alıcı çıkmadı. Pardon anne-baba problemi olanların dışında.
Onlar, bizden değildir. “Pinçcelili”dir.
Onlar, kim diye sormaya gerek yok. Onlar, kendilerini iyi bilir, bizde onları tanırız.
Onlarda bizi tanır. Aşiret ağasıyız. Beyiz. Şeyhiz. Seyidiz. Miriz.
Hangi aşret ağamıza, beyimize, şeyhimize, seyidimize mirimize sorarsanız sorun. Size herbiri
kendinden sonra 20-30 atasının ismini sayar.
Đşte farkımız burda...
07 Şubat 2006
Hayalimde Yaşattığım Devrimci : Bedri Yolcu
Hasan H. YILDIRIM
Bundan tam 16 yıl önce, yani 11 Şubat 1990 tarihinde Kawa Hareketi’nin
önderlerinden Bedri Yolcu, sömürgeci Türk devletinin adim adim örgütledigi bir iç
ihanet sonucu katledildi.
Bedri, yoldaşımdan öte kardeşimdi. Bedri’nin ölümü bana çok ağır geldi. Hiç bir
zaman kabullenemedim. Her an çıkıp geleceği hayalini yaşadım. Olsun gelmesin,
ama Bedo’mu hayalimde yaşatacağım.
Kürdistan tarihi kanla yazılıyor. Parçalanmış, bölüşülmüş, sömürgeleştirilmiş Kürdistanı, tek,
bölünmez, bağımsız ve demokratik Kürdistan’a dönüştürmek bedel istiyor. Đstenen bedel ağır.
Kürdistan halkının en yiğit, en fedakar, en tecrübeli evlatları bu uğurda can veriyor. Bunun
başka bir yolu da yok. Çünkü devrim şehitlerimizin dökülen kanları üzerinde yükseliyor. Ve
de bu ölümsüz kahramanlarımız doğmakta olan yeni Kürdistan’da şeref yerlerini alıyorlar.
Bu şeref kürsüsüne yürünmedikçe Kürdistan’da sömürgeci ve yerli ihaneti altletmenin imkanı
yoktur. Türk, Arap ve Fars cellatlarını Kürdistan’da kovmak, Kürd milletini kendi kaderi
üstünde söz sahibi etmek için her namuslu Kürd bu şeref kürsüsüne yürümede üstüne düşeni
yapmaktan kaçınmamış ve kaçınmayacaktır.
Eğer bugün Kürdistan halkı topyekün olarak sömürgeciye karşı dimdik ayaktaysa, direniyor
ve savaşıyorsa bu, elbette bu yüce dava uğrunda kanlarını dökmekten bir an teredüt etmeyen
ölümsüz şehitlerimizin yol göstericiliği sayesindedir. Bu yol aydınlık bir yoldur. Kürd
milletini geleceğe taşıyacak yoldur. Bağımsız ve özgür Kürdistan’a götüren yoldur. Bu yolda
yürüyenleri tarih mahcup etmeyecektir. Çünkü bu kutsal yolda yürümek demek, Kürdistan
devrimini yapmak ve yazmak demektir.
Kürd milletinin önünde tek bir alternatif vardır. Vuruşmak! Kendi kendisinin efendisi olmak
istiyorsa Kürd milleti vuruşmak zorundadır. Kürd milleti, tarihte dünya güç odakların inkar ve
imhasıyla, sözde dostlarınında duymadık, görmedik tavırlarıyla karşı karşıya kaldı. Fakat
Kürd milleti, buna rağmen direnerek kendini yaşattı ve bu günlere taşıdı. En yiğit, en fedakar
evlatlarını bu uğurda şehit verdi. Her türlü yöntemle tarihte silinmek istenen Kürd milletinin
en fedakar ve yiğit evlatları bunu boşa çıkarmak için canlarını vermekten kaçınmadı.
Tarihin yargılananları değil de, yapıcısı ve yazmanı olmak isteyen her birey, sınıf ve millet
vuruşmak zorundadır. Vuruşmak düşmanın kanını akıtmak olduğu kadar kendi kanınıda
akıtmaktan çekinmemektir. Bunu göze alanlar tarihin yapıcısı ve yazanı olurlar. Kural budur.
Bu amaçla vuruşanlar, vuruşarak şehit mertebesine erişenler zafere giden yolda devrimin
teminatı olurlar. Eskiyi yeniye dönüştürmede düşenler saygı ve sevgiye layık olurlar.
Bedri Yolcu, işte böylesine sevgi ve saygıyla anılan şehitlerimizden biridir. O, halkımızın
mücadele tarihinde ölümsüzleşecek olan insanlardan biridir. Çünkü o, KUKM’ne kanıyla
bağlılığını ispatladı.
Emin Adımlarla Yükselen Bir Önder : Bedri Yolcu
Bedri Yolcu, Malatya’nın merkeze bağlı Harmancı Köyünde doğdu. Yoksul bir ailenin
çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluk ve gençliği yoksulluk içinde geçti. Bu yaşam tarzı
onu KUKM’nin tutarlı ve kararlı neferi ve önderi olmasına yol açtı. Aile ve çevresinde aldığı
tertemiz terbiyeyi Kawa Hareketinde aldığı yurtseverlikle birleştirirerek mücadele
maratonunda ilerleyen, yükselen eğilmez bir iradeye dönüştürdü.
Bedri Yolcu, yoksulluğun, horlanmanın, baskı ve sömürünün sarmaladığı ailesi, çevresi ve
dahası halkının bu çekilmez yaşam koşullarının kader olmadığı, bunun bir nedeninin
olduğunu ve bunu aşmanın yol ve yöntemlerinin olması gerektiğini daha ergenlik yaşlarında o
tertemiz görpe zekasıyla sorgulamaya başladı. Kendi kendine, çevresine sorular sordu, cevap
aradı. Bu, ona çevresinde olup bittenlere karşı duyarlılığı aşıladı.
Đlk okulu kendi köyünde bittirdi. Orta ve liseyi Malatya’da başarıyla bittirerek Malatya Ticari
ve Bilimler Fakültesine girdi. Bir yanda okuluna devam ederken, yanısıra toplumsal olaylarla
ilgilendi. Bu yıllarda kafasındaki bir dizi soruya cevap aradı ve buldu da.
O, artık devrim ve karşı-devrim arasında kıyasıya süren mücadelede olması gereken yerde
yerini bilinçli olarak tayin edebilen bir Kürdistan devrimciydi. O, artık Kürdistan devriminin
bir sempatizanı ve emin adımlarla yükselen geleceğin önder adayıydı.
Güçlü bir karekter, işleyen pırıl pırıl bir zeka, halkına karşı duyduğu sorumluluk, bu uğurda
ortaya koyduğu bir ömür olunca onun yükselişini kim önleyebilirdi?
Bedri Yolcu’nun kısa, ama onurlu yaşamı kesintisiz süren bir mücadelenin doruğa ulaşan bir
başarının örneğidir. O, ne istediğini, kime nasıl yaklaşacağını ve sorunlara nasıl çözüm
bulacağını bilen bir insandı. Herşeyden evel o, ailesinin, çevresinin, yoldaşlarının güvenini
kazanmış hayırlı bir evlat ve yoldaştı.
Kendi yaşıtlarının düzenin nimetlerinde alabildiğine yararlanmaya çalıştığı ve gönülerince
eğlendiği bir ortamda o, bir yanda okuluna başarıyla devam ederken, diger yandanda devrimci
mücadelenin orta yerinde düşmana karşı kıran kırana bir savaş veriyordu. Bu, onun yaşam
tarzı oldu.
12 Mart 1971 askeri faşist darbenin yarattığı gericilik yıllarının kısmende olsa aşılmasından
sonra Kürdistan’da siyasi örgütlenmelerin yanısıra, kendiliğinden bölgesel yurtsever
kümelenmeler oluşmaya başlamıştı.
Kawa Hareketi, bu dönem Kürdistan’ın bir çok alanında faaliyet yürütüğü gibi Malatya’da da
faaliyet sürdürüyordu. Örgütsel çalışma alanlarımdan biri Malatya idi. O dönem bizim
dışımızda Malatya’da faaliyet yürüten Kürdistanlı bir siyasi hareket yoktu. Birgün sabah
kalktığımızda Malatya’nın dört bir tarafının yurtsever sloganlarla donaltılğını gördük. Birgün
evel Malatya-Diyarbakır maçı vardı. Biz yazılamayı Diyarbakır’dan gelen yurtseverlerin
yazdığına yorumladık. Ama bizim dışımızdaki devrimci hareketler ise bizim yaptığımıza
yorumladı. Tabii ki biz de yok demedik. Ama sonradan bu yazılamaları Malatya’da olan
yurtsever bir çevrenin yazdığını öğrendik ve kimler olduğunu araştırmaya koyulduk.
Kendilerini bulduk ve konuştuk. Bedri Yolcu’yu 1977’de bir çevreyle ilişkiye geçtiğimde
tanıdım.
O dönem Malatya’da hele şehir merkezinde yazılama yapmak akılkarı bir iş değildi.
Sömürgeci hakimiyetin yanısıra MHP’li faşistlerin terörü sürüyordu. Bırak yazılama yapmak
çarşıda gezmek bile mümkün değildi.
O dönem Malatya’da sömürgeci hakimiyetin ve MHP’li faşistlerin terörünün yanısıra sosyalsömürgecilerinde tartışmasız bir gücü vardı. Ve biz yeni yeni örgütlemeye başladığımız
böylesi bir ortamda Bedrilerle tanıştık. Bedrileri kazandık. Bedrileri kazandıktan kısa bir süre
sonra Kawa Hareketi, Malatya’da güçlü politik bir güç haline geldi. Bu politik gücü
yaratmada Bedrilerin rolu tartışılmaz.
Daha evel yurtsever bir çevre içinde yer alan Bedri Yolcu, görüşmelerimiz sonucu tüm
çevresiyle Kawa Hareketine katıldılar. Kürdistan devrimine yabancı olmayan Bedri Yolcu,
Kawa Hareketine geçtikten sonra daha da yetkinleşti. Kısa bir sürede hem Kawa Hareketinin
kitlesine, hem dost çevrelere kandini kabul ettirerek sevdirdi.
Kısa bir süre sonra Kawa Hareketi içinde dıştan empoze edilen ‘üç dünya teorisi’ tartismalari
baş gösterdi ve bir bölünme yaşandı. Bedri Yolcu, buna karşı tavır koyanlarla birlikte hareket
etti. Kawa Hareketinin Kawa-Denge Kawa bölünmesiyle yeniden bir örgütsel inşaya gidildi.
Bu dönemde Bedri Yolcu, Malatya Kawa Đl Örgütü Sorumluluğuna getirildi.
Malatya bölgesi, ‘üç dünya teorisi’nde etkilenmeyen Kawa Hareketinin çalışma alanlarından
birisiydi. Bu durum Malatya özelinde hareket içi mücadeleden öte düşmana karşı mücadeleyi
ön plana çıkarma olanağını vermişti. Bedri Yolcu önderliğindeki Malatya Kawa birimi kısa
bir sürede kaza, köy, mahale, semt, okul ve fabrika komitelerini hemen oluşturmuştu.
Başkanlığını yaptığı Malatya Doğu Tütün Ekicileri Derneği’ni kurarak kitle bağlarının
genişlemesinin zeminini yaratmıştı. Sayısız bildiriler yazmıştı. Kawa Hareketini Malatya’da
kitleleşen bir güç haline getirmişti.
Kürdistan’ın bir çok bölgesinde olduğu gibi Malatya’da da MHP’li faşistlerin terörü
sürüyordu. Gün geçmiyordu ki, bir yurtsever, bir devrimci, bir demokrat insanımız
katledilmesin. Yurtseverler, demokratlar ve Aleviler Malatya çarşısında gezemez duruma
gelmişlerdi. Kitlelerde korku ve panik hat safhaya varmıştı. Bu durum kabullenilecek bir
durum değildi. Bunu aşmak gerekiyordu.
Bedri Yolcu önderliğindeki Malatya Kawa birimi bu durumu ele aldı ve karşı-devrim
güçlerine karşı saldırı kararını aldı. Hazırlıklar yapıldı ve faşist güçlere karşı yönelindi.
Sayısız baskınlar düzenlendi ve sayısız faşist cezalandırıldı. Bu yöneliş faşist güçlerde korku
ve panik yaratırken, yurtsever çevrelerde sevinç ve kendine güven ruhu yarattı.
Bedri Yolcu, aynı zaman da iyi bir savaşçıydı. Savaşçı yönü Malatya olaylarında duruk
noktasına ulaştı. 18 Nisan 1978 tarihinde Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu
(Hamido) kontr-gerila tarafından kendisine gönderilen bombalı paketi açarken iki torunu ve
gelini ile birlikte paramparça oldu. Kontr-gerila bu eylemle bir taşla çok kuş vurmayı
hedefledi.
Hamit Fendoğlu, Bedri Yolcu gibi Đzol aşiretine mensuptur. Malatya merkeze bağlı Bulgurlu
köyündendir. Ve Bedri Yolcu’nun köyü olan Harmancı köyüne komşudur.
Senesini tam hatırlamamakla birlikte sanıyorum 1970’de Demirel’in Irak resmi ziyaretindeki
heyete yer almıştı. O gezide bir Kürd düğününde halayın başına geçerek Türk basınında
manşetlere geçmişti.
Bu olayı kendisine sorduğumda bilinen kahkası eşliğinde „Demirel’in hoşuna hiç gitmedi”
dedi. Kendisiyle ilişkilerim iyiydi. Sık sık oturduğumuz Çöşnük mahalesine uğrar gençlerle
sohbet ederdi. Mahalenin gençleri Erbakancı dinci gençlerdi. Mahalede benim dışımda solcu
ve Kürdçü yoktu. Đsmim komünist ve Kürdçüye çıkmıştı. Birgün sohbet esnasında benimle
gözgöze gelince „Sen niye konuşmuyorsun?” deyince gençlerin hepsi bir ağızdan “O, bizim
dilden anlamaz. O komünist ve Kürdçü” deyince benimle daha da ilgilenmeye başladı ve
başladık tartışmaya. Rahmetli babamı zaten tanıyordu ve dosttular. Bu bana görüşlerimi daha
da serbestçe dile getirme imkanını sağlıyordu.
Her karşılaştığımızda özelikle tartıştığımız Kürd-Kürdistan sorunuydu. Kendisini Kürd olarak
tanımlıyordu. Mahalede Türkçe konuştuğuna şahit olmadım. Bizimle hep Kürtçe konuşurdu.
Kürdlerin birlik olmadığından yakınırdı. Bu konu da ne kadar samimiydi bilemem, ama
bundan daima yakınırdı. Dediğine göre Irak gezisi dönüşünde „Doğunun kalkındırılması” için
Mecliste bulunan Kürd milletvekileri arasında bir imza kampanyası açtığını ve kimsenin
imzaya yanaşmadığını ve bu olaydan sonra Demirel ile yıldızı bir türlü barışmadığı söylerdi.
Burada Hamido’yu övdüğüm sonucu çıkmasın. Ben sadece Hamido’nun sonunu hazırlayan
kendi gözlemlerimi yazdım. Yanılgı payı yok mu? Niye olmasın. Fakat şu bir gerçektir ki,
Hamido, yaşamı boyunca sömürgeci TC devletine hizmet etmede kusur etmeyen biridir.
Burada çıkarılması gereken önemli bir ders, Kürd olupta TC devletine ne kadar hizmet
edersen et sonuç olarak nihayet Kürdsün ve TC devletinin kazabından kurtulamasın.
Hamido, sadece tek örnek değildir. Bunun sayısız örneği var.
Hamido, DP’lilerle beraber Yasıada’da yargılanır. 1965 Milletvekili Genel seçimlerinde AP
Malatya milletvekili seçilir. Daha sonra Demirel’e ters düşen Hamido, AP ihraç edilir. Ferruh
Bozbeyli’nin Başkanı olduğu DP’den politıkayı sürdürür. 1973 Milletvekili Genel
Seçimlerinde bu partinin adayı olarak seçime kattılır, ama kazanamaz.
Malatya cumhuriyet tarihi boyunca CHP’in egemen olduğu bir ildi. Malatya Belediye
Başkanlığını, 1920-1977 arasındaki yıllarda CHP adayları kazanıyordu. 11 Aralık 1977
tarihinde yapılan Belediye Başkanlığı seçimlerine Hamit Fendoğlu CHP dışındaki partilerin
ortak adayı olarak bağımsız katıldı. Ve ezici bir çoğunlukla seçimi kazandı. Fakat bu seçim
aynı zamanda Hamido’nun ölümünüde hazırladı. Çünkü Hamido, eski Hamido değildi ve
özelikle AP ve MHP’ya karşı bir tutum geliştirmeye çalışıyordu. Belediye Başkanı seçildikten
sonra kendi kadrosunu özelikle MHP dışındaki unsurlardan oluşturmuştu. Bu da AP ve
MHP’yi, dahası devletin çekirdeğini çok kızdırmıştı. Ve Hamido’nun kalemi kırılmıştı.
Sonuç olarak Hamido’nun ortadan kaldırılması kararlaştırıldı ve kendisine gönderilen bombalı
bir paketle öldürüldü. Bu olayın Demirel’in bilgisi dahilinde olduğu kanısı bir çok çevre
açısında egemen düşünce olduğu gibi, Hamido’nun çevresindende kabul gördü.
Demirel’in bilgisi dahilinde gerçekleştiğine inanılan bu kontr-gerilla eylemiyle ortadan
kaldırılmak istenen sadece Hamido değildi. Demirel, pardon devlet, bir yanda bir rakibini
ortadan kaldırırken diğer yandan da bu olayı fırsat bilerek Malatya’da bir katliam yapmayıda
planladı.
Hamido, Malatya’da sevilen sayılan bir insandı. Deli-dolu bir insandı. Sağ görüşlü olmakla
birlikte Malatya’da halk tarafından sevilen bir insandı. Sebebine gelince halkın sorunlarıyla
uğraşan bir insandı. Đyi hatırlıyorum. Yıl 1974 Tütün taban fiatları belirlenmiş ve çok düşüktü.
Halkın beklentisinden uzak bir seviyedeydi. Tütün alımının ilk gününde tüm tütün ekicileri
ordaydı. Bizde tütün ekicileri arasındaydık. Babamla birlikte ordaydık. Eksperler tütünü en
aşağı seviyede fiat biçiyordu. Halkın bir senelik emeği bir hiç pahasına gidiyordu. Tansiyon
yüksekti. Ama kimsenin yapabileceği birşey yoktu.
Tam o sırada Hamido ortaya çıktı. Doğru eksperlere yöneldi. Kendilerine tekme tokat girişti.
“Ne ulan bu. Bu halk bu parayla nasıl bir sene geçinecek. Siz gangastermisiniz. Bu adalet mi?
Bu sene tütünler bu bu fiatlarla alınacak gibi bir konuşma yaptı.” Ve gerçekten öyle oldu.
Tütün ekicileri Hamido’yu umuzlara aldılar ve büyük bir tezahürata bulundular.
Hamidonun öldürülmesinin seçimi tesadüfü değildi. Halkın sevdiği bir insan olduğu
biliniyordu. Buna dayanılarak halkı galayana getirmek kolaydı. Devlet bunu biliyordu.
Ölümünün hemen arkasında ordu ve polis önderliğinde camilerde ve sokaklarda Hamido’nun
komünistler ve Aleviler tarafından katledildiği yoğun propagandası yapıldı ve gözü dönmüş
kitle sözde “emniyet güçleri” önderliğinde Alevilerin oturduğu mahalelere saldırtıldı. Maraş
benzeri bir katliam yapılmak istendi. Ama başaramadılar. Çünkü mahale girişinde sert bir
direnişle karşılandılar. Kürd ve Alevileri katletmeye gidenler katledildiler.
TC devletinin önderliğinde Malatya’da düşünülen bir katliamın başarılımamasının nedeni
Bedri Yolcu önderliğindeki Kawa Hareketinin silahli birimlerinin karşı koyuşuydu. Bu direniş
Malatya’da daha hala konuşulur.
O dönem Malatya’nın Başharık, Cemal Gürsel, Paşa Köşkü mahaleleri Kawa Hareketinin
örgütlü olduğu mahalelerdi. Bunu devlete biliyordu. Zaten devlet öderliğinde gözü dönmüş
gerici kitlenin bu mahalelere saldırması tesadüfü değildi. Fakat bu bekleniliyordu ve mahale
halkıyla bütünleşmiş Kawa Hareketi, olasılı bir saldırı karşısında hazırlıklıydı.
TC devletinin sesi olmuş “Alevi Yol Dergisi“ devletin Malatya’da uygulamaya çalıştığı
katliam planını örtbas etmek ve Kawa Hareketinin bu katliam girişimini engeleyen şanlı
direnişini boşa çıkarmak için olayı şu şekilde çarpıtmıştır.
“Saldırganların geliş haberini alan üç mahallenin sakinleri sokak ve yollarda
barikat kurarak güvenliklerini sağlamaya çalışırlar. Aralarında silahlı kimseler de
bulunmaktadır. Yaşlılar, silahlı bir çatışma olasılığını ortadan kaldırmaya çalışıyor,
“Komşular, gençler sizden ricamız, aman kimseye silahla karşılık vermeyesiniz,
öldürmeye çalışmayasınız. Varsın evlerimizi, işyerlerimizi yağmalasınlar,
yaksınlar. Evler yapılır, işyerleri yeniden açılır. Ama ölüm unutulmaz; kin ve kan
davasına dönüşür. Malatya’da hepimiz (Alevi-Sünni, Türk-Kürt) komşuyuz. Her
gün yüz yüze bakıyoruz. Şu kötü niyetlilere uymayınız, oyuna gelmeyiniz” diye
gerginliği yatıştırmaya çalışıyorlardı...Tam bu sırada askeri birlikler cemselerle
olay yerine yetişerek, olası kanlı bir çatışmayı önlediler.”
Olay ancak bu kadar çarptırılabilinir. Bu tez devletin tezidir. “Alevi Yol Dergisi”de
sahibi TC devletinin tezinin seslendirenidir. Malatya’da gerçekleştirilmek istenen
katliamın Türk güvenlik güçlerinin işi olduğunu inkar etmek ancak, TC devletinin
karanlık bir merkezinin işi olabilir. „Alevi Yol Dergisi“de bu ugursuz işi yapan
karanlık bir odak olduğunu bu olay bazında göstermiştir ve suçüstü yakalanmıştır.
Devletin bu özel merkezleri bir de utanmadan Alevilik adı altında katledilen Alevilerin
anısının arkasına saklanarak devletin katliamcı yüzünü gizlemeye çalışıyorlar. Halkımızı
devlete bağlamanın kayışları oluyorlar. Devletin ve güdümündeki sivil faşist güçlerin halka
karşı giriştiği katliama karşi halkımızın karşı koyuşunu provakasyon olarak değerlendirip
halkın kendi kendisini koruması refleksini domura uğratma çabasını veririyorlar. Halkın
katledilmesi ortamının hazırlayıcıları görevini yerine getiriyorlar.
Biz bu ugursuz rolü oynayanları Maraş katliamında gördük. Şehit ilan ettikleri iki öğretmen
arkadaşlarının cesetlerini bir avuç çapulcunun saldırısıyla ortalıkta bırakıp sırakadem kaçan
bu kaçkınlar değil miydi? Provakasyona gelmiyelim adına arkalarına bakmadan şehri terk
edip Maraş halkını faşistlerin karledilmesine terk edenler bu grüh değil miydi? Maraş
katliamında en aşağı devlet ve güdümündeki sivil faşist çapulcular kadar suçlu olanlar bu kan
pazarlayıcıları değil midir?
Dahası kendilerini gençlere siper eden, habire elden yapılma bombaları taşıyan, bugün
yaşamda olmayan başta 65 yaşındaki Gulé anamız olmak üzere isimsiz yaşlı barıkatcılara
saygısızlıktır. Gulé anamız başlı başına ele alınması gereken Kürdistan devriminin isimsiz
kahramanlarından biridir. Devrim bir anlamıyla Gulé ana gibi isimsiz kahramanların eseri
değil midir? Onun yaşamı Gorki’nin Ana romanındaki kahraman kadar kahramancadır. Gulé
anamızın yaşamı, mücadelesi mutlaka yazılmalıdır.
Olay, “Alevi Yol Dergisi“nin anlattığının tam tersidir. Gözü dönmüş saldırganlar Türk
güvenlik güçlerin yönlendirmesiyle Başharık, Cemal Gürsel ve Paşa Köşkü mahalelerine
saldırtılmıştır. Mahale halkı genci, ihtiyarı, kadını ve erkeği ile beraber “silahlı kişiler“
dedikleri Kawa Hareketinin silahlı birimleriyle birlikte şanlı bir direnişe imza atmışlardır.
Kendilerini katletmeye gelenlere gereken cevap verilmiştir.
“Tam bu sırada askeri birlikler cemselerle olay yerine yetişerek, olası kanlı bir
çatışmayı önlediler.” iddiası ise tam kuyruklu bir yalan. Doğrudur, askeri birlikler
cemselerle birlikte olay yerine geldiler, ama bir katliamı önlemek için değil.
Geldiklerinde olay zaten bitmişti. Saldırgan gruplar arkalarında onlarca ölü ve
yaralı bırakarak zaten kaçmışlardı. Askeri birliklerin yaptığı tek şey ölü ve
yaralıları burmaları ramuk’a atar gibi cemselere atıp ordan kaybulmak oldu. Olay
budur.
Olayı bir kez daha özetlersek Başharık, Cemal Gürsel ve Paşa köşkü mahalelerine saldıran
gerici grüh Kawa Hareketinin silahlı birimlerinin ateşiyle karşılaştılar. Neye uğradıklarını
anlamadan onlarca ölü ve yaralı vererek geldikleri gibi çil yavrusu gibi dağılarak gerisin
geriye kaçtılar. Böylelikle Alevi Kürdlerin katledilmesi önlenmiş oldu. Fakat işin acı tarafı
saldıran ve ölenlede Kürd’ü. Ne acı bir durum. Kürd’ün Kürd’ü kırdırması. Sömürgecinin
istediğide zaten bu değil midir?
Gerçek bu olsa da saldırganlar sömürgecinin yedek gücü olan Kürdlerdi. Katledilmek istenen
ise devrimci ve yurtsever Kürdlerdi. Sömürgecinin bu planı bozulmuş, yurtseverlerin
katledilmesi engelenmişti. Bedri Yolcu’nun bu olayda rolü büyüktür. O, bu olaydan sonra
halkın kurtarıcı kahramanı oldu. O, artık halkın “Bedo“suydu. Canları, ciğerleri, kurtarıcı
kahramanlariydi. Aynı zaman da devletin ve sivil faşist güçlerinde boy hedefiydi.
Biz kendi aramızda Bedri Yolcu’ya “köylü“ derdik. Köylü dememizin nedeni bizde biri
sempatizan, iki yönetici arkadaşımızın isminin Bedo olmasıydı. Bunları birbirinden ayırmak
için Bedri Yolcu’ya köylü derdik. Bedri Yolcu’yu tam anlayabilmek için şehirli Bedo’yuda
anlatmak gerekir. Birini anlatıp diğerini anlatmamak o süreci tam olarak anlatmamak olur.
Çünkü bu ikili bir elmanın tıpkı yarısıydılar. Hiç kuşkum yok ki, birileri onuda yazacak ve
süreç tam anlamıyla anlaşılmış olacaktır. O, şimdi yaşıyor. Ahdım odur ki, onu yazmak bana
nasib olmasın. O, benden genç. Benden çok yaşasın.
Geçerken burada bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum. Kürdistan’nın şu veya bu alanında
sosyal-sömürgeci Türk sol hareketide örgütlüdür. Özelikle Malatya’da Alevi Kürdler içinde
böyleydi. 1976 yılında Malatya’da örgütlemeye başladığımızda sömürgecilerden çok sosyalsömürgecilerin sert barikatı ile karşılaştık. Gördüğümüz şuydu. Türk sol hareketlerinde tek bir
Sünni Kürd yoktu. Buna karşılık Kawa Hareketinin Malatya birimini oluşturanların esas
ağırlıkta olanları Sünni Kürd’üler. Bu hem bir avantaj, hem de bir dezavantajdı. Çünkü onlar,
biz Sünni Kürdleri devrimci olarak kabullenmek istemiyorlardı. Bunu hazmedemiyorlardı.
Hakkımızda çok korkunç bir kanpanya sürdürürlerdi. Onlara göre Kürd milliyetçisiydik ve
MHP’den bir farkımız yoktu. Bu uzun bir hikaye. Burda kesiyorum. Başka bir yazı konusu.
Savaş Cephesinin Eylemcisi : Bedri Yolcu
1974 sonrası Kürdistan’da yükselen devrimci dalga yeni önderler yarattı. Bedri Yolcu,
bunlardan biriydi. Hiç şüphesiz Bedri Yolcu, bunu bileğinin hakkıyla kazandı. O, Kürdistan
devriminin kızgın pratiğinde edindiği ideolojik, örgütsel ve askeri tecrübe ile kendini
yetkinleştirdi. Ve profesyonel bir yaşam tarzını benimsedi.
Malatya onun için artık dar bir alandı. Kürdistan’ın her bölgesinde mücadelenin her alanında
artık, onu görmek mümkündü. Onun için görevin küçüğü büyüğü yoktu. Görev görevdi ve
kutsaldı. Kendisine verilen her görevi eksiksiz yerine getirme onun yaşam felsefesi olmuştu.
Tükenmez devrimci bir enerjiye sahipti. Yorulmak, tembelik onun kitabında yoktu. Onun için
tek bir ideal vardı. O da Bağımsız Birleşik Kürdistandı. Bunun için yapamayacağı bir şey
yoktu.
1979 yıllı sömürgeciliğe ve yerli ihanete karşı vuruşulan bir yıldı. Savaşı daha üst bir düzeye
sıçratmak için silaha ihtiyaç vardı. Edinilen bir istihbarat değerlendirildi. Muş Devlet Üretme
Çiftliğindeki silahları kamulaştırmak için örgütlenen eylemde yer aldı. Silahlar depodan
alındı. Muş’ta bir taksiye el konuldu ve taksi şöfürü bağlanarak bir yere bırakıldı. Tesadüfen
birisi bunu görmüş ve Türk güvenlik güçlerine bildirmişti. Bunun üzerine arkadaşlarımız hem
takibe uğramış ve hem de kendilerine Bingöl yol ayırımında pusu korulmuştu. Bedri ve
arkadaşları pusu menziline girmesiyle yaylım ateşiyle karşılamışlardı. Çıkan çatışmada bir
arkadaşımız yaralı olarak kaçmayı başarmış, Bedri Yolcu ve Hüseyin Şen arkadaşlarımız
birlikte yakalanmışlardı. Hüseyin Şen, birkaç gün Elazığ hastahanesinde kaldıktan sonra ani
bir kararla o ağır yaralı haliyle hemen Đstanbul’a götürüldü. Đstanbul Selimiye kışlasında Savcı
Binbaşı Yaşar Değerli komutasında işkenceyle katledildi. Hüseyin Şen, o dönem aynı zaman
da KAVA dergisi yazı işleri müdürüydü.
Bedri Yolcu, artık düşmanın elindeydi. Đşkence altında zekiydi, yürekliydi ve kararlıydı.
Dikbaşlı ve soğuk kanlıydı. Kendisiyle birlikte yakalanan komutanı Hüseyin Şen’in koyduğu
tavrın izleyicisiydi. Hüseyin Şen, sergilediği direnişten dolayı Türk celatlar tarafından 21
Mart 1979 Newroz günü şehit edildi. Celatlar tarafından hemen kara haber can yoldaşı Bedri
Yolcu’ya ulaştırıldı. „Hüseyin öldürüldü, sıra sende. Bize yardımcı olursan bizde sana
yardımcı oluruz“ denildi. Bedri Yolcu, soğuk kanlılığını elden bırakmadı. Hüseyin’in
ölümünü kabullenmek istemedi. Bir yandan “bana zarf atiyorlar” dedi, diğer yandan da
„madem yoldaşım direnerek şehit düştü, onun bıraktığı bayrağı alıp sürdürmekte bana düştü”
diyerek Hüseyin Şen’in tavrını sürdürdi. Bedri Yolcu’yada zaten bu yakışırdı.
Bedri Yolcu, arkadaş canlısıydı. Onun için arkadaşları bir yana dünya bir yanaydı.
Arkadaşları onun her şeyiydi. Bunun en güzel örneğini Bingöl çatışmasında yaralanan yoldaşı
Hüseyin Şen’i çatışma alanında kurtarmaya çalışmasında biliyoruz. Hüseyin yaralanınca onu
sırtlayıp çatışarak düşman çemberini yarmaya çalışması örnek bir tavırdır. Hüseyin Şen,
Bedri’ye kendisini bırakmasını ve kaçmasını söylersede o bunu yapmaz. Fakat Hüseyin’i
kurtaramadığı gibi kendiside yakalandı. Ama o bu tavrından dolayı vicdanen rahattı. O, bu
tavrını soranlara kendine has gülümsemesiyle geçiştirirdi. O, Hüseyin Şen’in öğrencisiydi ve
komutanı için yapamayacağı birşey olamazdı. Kendisine on yıl zindan yaşamına mal olan bu
tavrından dolayı hiç bir zaman şüpheye kapılmadı. Özüldüğü tek şey Hüseyin Şen gibi yiğit,
cesur, kararlı ve tecrübeli bir yoldaşını kaybetmesiydi.
Bedri Yolcu, 24 yılla mahkum edildi. Türk sömürgecilerin zindanlarında on seneye yakın
kaldı. Sömürgecilerin zindanlarında direniş cephesinin yaratıcılarından biri oldu. Düşmanın
yaptırımları karşısında yılmadı. Direnişçi tavrından dolayı zindanlar arasında mekik dokudu.
Elazığ, Malatya, Niğde ve yine Malatya cezaevlerinde yattı.
Elazığ cezaevinde Malatya’ya getirildiğinde ziyaretine gitmiştim. Üzerimde Adıyaman’da
diktirdiğim Şile bezinde çeket ve Siverekte diktirdiğim kabardin şalvar vardı. Beni görünce
gözü doldu ve ilk sözü „Elbise sana çok yakışmıştır” oldu. Bende “kardeşime vereyim”
deyince “Hayır sana çok yakışmış” dedi. Bende “Kardeşimede yakışır. Ben dışardayım.
Adıyaman’a dönersem yenisini diktiririm” dedim. Yok dese de görüş bittikten sonra doğru bir
elbiseciye gittim. Kendime bir pantolun aldım ve elbiseleri paketleyip abısıyla kendisine
yolladım.
Cezaevinde bu ilk ve son görüşmemizde kendisine dışardaki gelişmeler hakkında bilgi
verdim. Kendisi görüşüne gittiğime hem sevindi ve hem de çok kızdı. Buranın denetim
altında olduğunu ve bir daha görüşe gelmememi özelikle altını çizdi. Bu, kendisiyle son
görüşmem oldu.
Yetenekli Bir Örgütleyici : Bedri Yolcu
Bedri Yolcu, zindan yaşamını çok iyi değerlendiren tutsaklardan biri oldu. Alçak gönülüydü,
neşe ve moral kaynağıydı. Hoş görülüydü, çoşkuluydu. Zekiydi, yetenekli ve iyi bir
araştırmacıydı. Onun için boş zaman olmazdı. Boş durmak keseden yemek demekti. Zindanın
tüm olumsuz koşullarına rağmen o, bulduğu en ufak bir fırsatı çok iyi değerlendirdi ve
kendisini yetiştirdi. Teorik olarak yetkinleşti, otoriteleşti. Sovyet Sosyal Emperyalizmi
konusunda bir araştırması vardı. Bunu bittiremeden şehit düştü. Notları kendisi gibi katilleri
tarafından katledildi.
1989 tarihinde tahliye oldu. Dışarıya çıkar çıkmaz hareketle ilişki kurdu. Tecrübelerini
hareketin emrine verdi. Harekete coşku ve dinamizm kazandırdı. Kısa bir zaman da hareketi
ileriye taşıdı. Önemli mesafeler kaydettirdi. Hareketi derledi toparladı. Bu gelişme
sömürgecilerin gözünde kaçmadı. Bu gelişmeleri Bedri’den kaynaklandığını tespit eden
düşman Bedri’nin peşine düştü. Bedri, bunu her seferinde atlatmasını başardı. Bu sefer
hareket saflarında olan ajanlarını harekete geçirdi. Ve Bedri’yi bunlar eliyle alçakça ve
kaleşçe katletti.
Bedri Yolcu, zindandan dışarı çıkar çıkmaz bazıları gibi soluğu Türk ordusunda askerlik
yapmada almadı. Annesinin dizi dibinde ayrılmayan „uslanmış çocuk“lardan da olmadı.
Düşmana „Aha ben burdayım. Bu mücadelede yokum“ dercesine kahvehane ve birahane
gediklilerden de olmadı. Bu yerler devrim kaçkınlarının mekanıydı. Bedri, bu yerlere ittibar
etmediği gibi, bu yerlerin gediklilerinden de nefret ederdi.
Düşmanı yakinen tanımış Bedri Yolcu’nun gideceği adres belliydi. Zindandan dışarıya
adımını atar atmaz gideceği adresi hiç kimseye sormaya gerek yoktu. Çünkü o, bu adrese
ikametliydi. Doğru oraya taşındı. Görev onu bekliyordu. Hemen sorumluluk altına girdi.
Kawa Hareketinin ülkedeki kaptanlığını üstlendi. O, artık hareketimizin ülkedeki tartışmasız
önderiydi.
Kawa Hareketinin ülke örgütlülüğünün başına geçen Bedri Yolcu, 12 Eylül darbesiyle büyük
bir darbe alan hareketimizi yeniden toparlamak için işe koyuldu. Örgütün yaralarını sardı.
Kısa bir sürede hareketimize canlıklık kazandırdı ve disipline etti.
Bedri Yolcu, zorlu koşullarda görevi devr aldığının farkındaydı. Güney Kürdistan’da dünya
egemen güçlerin onay ve desteğiyle Saddam Hüseyin Baas iktidarı, insanlığın büyük utancı
Halepçe katliamını gerçekleştirdiği ve kitlelerde moral çöküntünün doruğunu yaşadığı bir
ortamda örgütün başına geçmişti. Kuzey Kürdistan’da Türk sömürgeciliğinin yaratığı ve
palazlandırarak Kürd milletine karşı savaştırdığı kontra Apocu hareketinin kitleler üstünde
hegemonyasını kurduğu bir ortam da hareketin başına geçmişti. Dahası Kawa Hareketinin
darmadağın bulunduğu bir süreçte bu sorumluluk altına girmişti. Ama tüm bu olumsuz
koşullara karşın bunu değiştirmek için mücadelenin şart olduğu bilinciyle işe soyunmuştu.
Düşman da boş durmuyordu. Bedri Yolcu’yu çok iyi tanıyordu. Tuzaklar kurdular. Bir çok
tuzağı aşmasını başardı. Düşman taktik değiştirdi. Bedri’den iç ihanet sonucu kurtulmayı
planladı. Hareketimizin saflarında bir kaç kişiliksiz unsuru satın aldılar. Onlar vasıtasıyla
Bedrimizi alçakça, kaleşçe katlettiler.
Kürdistan devrimi kanla yazılıyor. Sömürgeci gericilik koşullarında devrimin önder gücünü
yaratmak bedel istiyordu. Bedeli Bedri Yolcu gibi otoritelerdi. Bedri Yolcu gibi otoritelerin
erken düşmesi büyük bir kayıp oldu. Çünkü o, böylesi bir görevin başarılması için eşsiz bir
mimardı.
Bedri Yolcu’ya göre devrimin öncü partisi olmadan devrimi sürdürmenin ve zafere taşımak
olanaklı değildi. Bu perspektifle yola çıkan Bedri Yolcu, zindana elveda dediği günden
ittibaren üstlendiği görevin sorumluluğu gereği tüm enerjisini böylesi bir parti inşasına
harcadı. Bu konu da epeyce bir mesafede kadetti. Fakat bunu sonuçlandırmaya ömrü yetmedi.
Đhanet Đş Başında
KUKM sürüyor. Mücadele sürdükçe ve yükseldikce doğal olarak sömürgecilerin sıkıntısıda o
oranda artıyor. Düşman mücadeleyi zaafa uğratmak, kısadan başarıya ulaşmak için her yol ve
yönteme baş vuruyor. Her şeyden öte KUKM’ni yöneten kurmayı ortadan kaldırmak için baş
vurmadık yol ve yöntem bırakmıyor. Dahası düşman bu konu da epeyce deneyimlidir. Đç
ihaneti devreye koymak bu yöntemlerden biridir.
Düşman Bedri Yolcu’yu bu yolla ordadan kaldırdı. Bedri Yolcu’nun katledilmesinin mimarı
Türk sömürgeci devleti, uygulayıcıları, tetikcileri satılmış Kürd ihanetçileri oldu.
Kürdistan’da ihanetin kökleri derindir, tarihseldir. Yazılı tarihle birlikte kurumlaşarak süren
bize ulaşan bilgiler değerlendirildiğinde ihanet Kürd toplumunda toplumsal bir hastalık
düzeyine ulaştığını görürüz.
Her toplumda halkına ihanet edenler olmuştur. Fakat sanmiyorum ki, Kürd toplumunda boy
veren ihanet kadar toplumsal gelişme üstünde o kadar tahripkar olsun. Kürd-Kürdistan tarihi
hakkında şu veya bu derecede bilgisi olan herkes şunu çok iyi bilir ki, Kürdistan’da baş
gösteren ayaklanmaların bastırılmasında ve ezilmesinde dış düşmanlar kadar iç ihanetin
belirleyici bir rol oynadığıdır. Kürd toplumunun tarihinde ihanetin tahripkarlığı en az yabancı
güçlerin yarattığı tahribat kadar derin olmuştur. Đhanetin tahripkarlığı bugünde “Apocu”
hareket vasıtasıyla sürdürülmesi tesadüf değildir.
Bireysel, çevresel çıkar adına sömürgeci güçlerle girilen ilişkiler halkımıza çok pahalıya mal
olmuştur. Bedri Yolcu’yu katledenler bu zayıf kişilikli unsurların çıkar elde etme olayıyla
doğrudan bağlantılıdır.
Bedri, başarılı bir devrimci olarak kendisini kanıtlayan bir insandı. Hareketimiz saflarında
düşman tarafından satın alınan zayıf kişilikli insanların karşısında ezildiği bir devrimciydi.
Zayıf kişilikli insanlar, çevresindeki başarılı insanların başarıları karşısında ezilirler. Başarının
nedenlerini irdelemeden, bundan yararlanmayı bilmeden –ki bunda kendi alçaklılklarını,
ikiyüzlülüklerini, zayıflıklarını görürler- bundan intikam almaya koyulurlar. Başarılı
insanlardan –bunların yüzlerine gülselerde- nefret ederler. Onlara karşı kin ve nefretle
doludurlar. Bu insanlara karşı tuzaklar kurarlar ve ilk yakaladığı fırsattada egolarını tatminine
çalışırlar. Ruhlarında besledikleri kin ve nefretle en yakınlarını bile katletmekten kaçınmazlar.
Bedri Yolcu’yu katledenler, işte bu ruh halini yaşayan bir kaç soysuzdu.
Daha evel “Devrimci Halkın Birliği” saflarında yer alan Cevdet Taştan adlı kişi cezaevinde
Kawa Hareketi saflarına geçer. Teorik olarak yetkin birisi olduğu söylenir, ama zayıf kişilikli
olduğuda. Bu unsur bugünde bilmediğimiz bir tarihte MĐT tarafından satın alınır. Kendisine
Bedri Yolcu’yu tasviye etme görevi verilir. Bunun için tuzaklar kurulur. Bu iş için kendi
çevresinde bulunan Filiz ismindeki bayani, baska kisileri düsürmek icin arac olarak kullanir.
Bu bayaninda da MĐT ajanı olduğu daha sonra açığa çıkar.
Bu safha bittikten sonra Filiz denilen soysuz Bedri’ye karsi bir komplo kurar ve kendisine
sarkıntılık ettiğini yayar. Bu kadina alet olmus kesimler harekete gecirilir. Bu kesimler Cevdet
denilen ajan tarafından kışkırtılarak Bedri üzerine saldırtır. Bedri’nin kaldığı ev basılarak
alınır. Kendisinden Filiz’e sarkıntılık ettiğine dair bir belge imzalatılmaya çalışılır. Bunun için
korkunç işkencelere tabi kılınır ve örgütün alandaki örgütsel faaliyetleri hakkinda bilgi
alinmaya calisirlar. Soysuzların tehdit ve işkencelerine boyun eğmeyen Bedri Yolcu,
kendilerini tanımadığını ve hesap vereceklerini söylemesi ardından alçakça katledilir. Aynı
Çevre, aynı gece bir çok Kawa kadrosunun evlerini basıyor, ama kimseyi bulamiyorlar. Daha
sonra bu olaya bulaşan kesimler gereken cezalara çarptırıldılar ve örgüt çevresinden
uzaklaştırıldılar.
Cevdet Taştan ve Filiz şu an yaşıyorlar. Bedri’yi katlettikten sonra evlendiler, bir çocukları
olduğu ve daha sonra bu çiftin boşandığı ve Filiz’in bir Türk subayı ile evlendiği bilgimiz
dahilindedir.
11 Şubat 1990 günü büyük bir kedere boğulduğumuz gündür. Kaybımız büyük, acımız
sonsuzdu. Bir kaz daha arkadan hançerlenmiştik. Đğrenç bir ihanete uğramıştık. Korkunç bir
komplo ile karşı karşıyaydık. Komplonun boyutu genişti. MĐT merkezine kadar uzanıyordu.
Buna bir diyeceğimiz olamazdı. Düşmandır, yapar. Kıran kırana süren mücadelede düşmanın
her zaman yaptığı bir olaydı. Bizi kedere boğan bu değildi. Đçimize sinmiş, bizden görünüp
bizi arkadan hançerleyen kanı peş para etmez bir kaç şerefsizin ihanetiydi.
Bedri Yolcu olayında çıkarılacak çok ders vardır. Ben sadece önemli bulduğum iki boyutuna
dikkat çekmek istiyorum.
Birincisi, 12 Eylül askeri darbe genel de devrimci harekete olduğu gibi hareketimizede önemli
darbeler vurdu. Büyük bir yenilgi alındı. Alınan yenilgi örgütsel alanda enine boyuna
derinlemesine yaşandı. Uzun bir süre örgütlülük yaratılamadı. Ülke zeminindeki kadro ve
kitle ile ilişkiler kurulamadı. Bu uzun süre zarfında yaşanan yenilginin yaratığı ruh hali bir
çok kişide niteliksel dönüşümlere yol açtı. Kimisi açığa çıkarıldı, kimisi kendisini
gizleyebildi. Yeniden bir inşa süreci başlatılırken bana göre buna dikkat edilmedi. Buna
uyulmadı. Buna uyulmayınca büyük darbelerin kapıda olacağı kimse için bir sır olmaması
gerekirdi. Fakat her ne hikmetse bunun önlemi alınmadı ve düşman küçümsendi. Bu da Bedri
Yolcu gibi denenmiş, sınanmış bir devrimcinin yaşamına mal oldu. Daha sonraki operasyon
ve tutuklanmaların nedenide buydu.
Karşı karşıya olduğumuz tehlike Bedri Yolcu’nun katledilmesinden ve sonraki operasyonlar
ve tutuklanmalarda da kavranılamadı. Ne zaman ki, 1999 yılında yapılan kongre’de ülke de
gelen arkadaşlar ağırlığını koyunca bu tehlike kabul edilmek zorunda kalındı ve gereken
tedbirler alindi. Bunu yapmakla olasılı büyük kayıplar önlenmiş oldu. Durumun vehametini
kavramamış daha alt düzeydeki bazı arkadaşlar, bunu hareketin tasviye edilmesi olarak
algıladıysada sorun bu arkadaşların bildiğinden daha vahim olduğu gerçeği bilinmektedir. TC
Devleti tek taraflı çalışmıyor. Bir yandan, dıştan saldırıken, diğer yandan „tohumluklar“
aracılığıyla hareket etmektedir. Ülke örgütlülüğüne yönelik alınan tedbirler ve eski ilişkileri
dondurma, bir çoklarının işsiz kalmalarının ötesinde büyük bir korku içinde yaşadıkları
bilgimiz dahilindedir..
Đkincisi, diğer hareketlerden geçiş konusunda tedbirin elden bırakılmasıdır. „Kim olursan ol
gel” mantığının rağbet gördüğü bir siyasal atmosferde telafisi mümkün olmayan büyük
zararlar verdiği Bedri Yolcu olayında olduğu gibi, daha evel de bir çok devrimci harekete
büyük zararlar verdiği sayısız örneği bulunmaktadır.
Hele geçişler örgütsel inşanın tamamlanmadığı kargaşa ortamında oluyorsa düşman
sızmalarının kaçınılmazlığı bir o kadar kolaylaşır. Adama ihtiyaç var mantığı ile gelen
süzgeçten geçirilmeden baştacı edildiği biliniyorken düşman sızmalarını engelemek zordur.
Çünkü sızmalara kapıyı kendi elinizle açmış bulunmuşsunuz. Hele gelenler birazda teorik
olarak yetkin, ağzı laf ediyorsa, silahlı mücadeleyi savunan bir örgüt ortamında biraz da
keskin konuşuyorsa o unsurun hareket içinde yükselişini kim önleyebilir? Peki ya sonrası?
Bunu düşünmek bile korkunç,
Bedri Yolcu olayında bunun örneği yaşandı. Gelen adam araştırılmadan, geldiği hareketen
sorulmadan adam baştacı edildi. Dahası o dönemde hareket içinde var olan ekipler arasından
paylaşılmayan bulunmaz hint kumaşı olup çıktı. Sonuç ortada. Bedri Yolcu gibi bir
arkadaşımızın katledilmesidir.
Bedri Yolcu’nun Đntikamı Alınacaktır. Bedri Yolcuların Đntikamı Demek...
Bedri Yolcu’yu katledenler, ülkemizi parçalayan, bölüşen, sömürgeleştiren ve çağdışı üretim
ilişkileri içinde tutmaya çalışan ve Kürd milletinin uyanışını engelemek için halkımızın
denenmiş, sınanmış, tecrübeli evlatlarını katletmeyi siyaset etmiş sömürgecilerdir.
Bedri Yolcu’yu katledenler, kişisel, çevresel çıkarlarını Kürd milletinin çıkarlarından üstün
tutan soysuzlardir. Halkımızın gözbebeği evlatlarını düşmana peşkeş çeken hainlerdir.
Bedri Yolcu’nun katledilmesi barbar bir oyunun son sahnesi değil, ihanetin sömürgeciye
bilinçlice sunduğu cömert bir bağışıdır.
Bedri Yolcu, ihanet tarafından fiziki olarak aramızdan alınsada o, mücadelemizde yaşıyor,
yaşayacak. Çünkü o, Kürd ve Kawa Hareket tarihinin onurlu sayfalarında temiz izler
bırakarak gitti. Ruhu Şad olsun!
Bedri Yolcu, sömürgeciye ve milli haine karşı daima KUKM bayrağını taşıdı. Bu onurlu
bayrağı daima yükseklerde tuttu.
Bedri Yolcu, Kürd-Kürdistan’ın bağımsızlığı, birliği mücadelesinde büyük fedakarlık ve
cesaret örneği verdi. O, ne baskı, zulüm ve işkencelerden, ne zindandan, ne darağacından, ne
de bir duvar dibinde sorgusuz sualsız kurşuna dizilmekten korktu. O, şuna inandı. Millet
olarak kölece, onursuzca yaşamaktansa direnerek, savaşarak onurluca ölmeyi yeğledi. O,
bunu yaşam biçimi ve kurtuluş yolu olarak bilince çıkardı. Ve bu uğurda ölümsüz Kürdistan
şehitler kervanına katıldı.
O, bu onurlu mücadelede düşman ve hainlerin pusularında alçakca katledildi.
O, ölmedi, ölmeyecek! Tek Bölünmez Bağımsız Demokratik Kürdistan mücadelesinde
yaşıyor, yaşayacak.
O, sömürgeciye ve milli haine karşı mücadelede meşalemiz olmaya devam edecek!
Bedri Yolcu, insanlık onuru kavgasını veren olarak tarihe geçti. Onu hile ve tertiplerle kaleşçe
katledenlerse insanlıkdışı icraatlariyla tarihe geçtiler. Bedri Yolcu, tarihin onuru, onu
katledenler ise tarihin utancı olarak geçtiler.
Bedri Yolcu, Kürdistan şehitleri kervanına katıldı. Onu fiziki olarak aramızda aldılar. Fakat o,
bizim için hiç bir zaman ölmedi, ölmeyecek.
O, KUKM’nde ilelebet yaşatılacak.
Tek Bölünmez Bağımsız Demokratik Kürdistan’ın gerçekleşmesiyle intikamı alınmış
olunacak.
11 Şubat 2006
Siyasallaşmış Đslam Kürd Millet Fermanıdır!
Hasan H. YILDIRIM
Araplar, 19.yüzyılın başından beri ve özeliklede 1940’lardan sonra radikal milliyetçilik
temelinde yol almaya başladılar. Bu politikalarla diktatörlüklere yol açarak toplumsal
gelişmelerin önüne baraj oldular. Halk kitleleri nefes alamaz duruma geldiler. Büyük acılar
çektiler, katliamlardan geçtiler. Herkesten çok bu politıkanın kurbanı Kürd milleti oldu.
Đslam ve Arap toplumu şu an dahada tehlikeli bir yola girmiştir. Radikal Arap milliyetçiliği
yerini siyasal islama terk etmiştir. Bugün Arap ve islam aleminde direniş dini motif ile
çilalanmiş koyu bir milliyetçilikle şekillenmiştir. Đnsanlık alemi için olduğu kadar Kürd
milleti içinde büyük bir tehlike arzetmektedir.
Đslam ve Arap gericiliğin disiplin altına alınması her halükarda Kürdlerin lehinedir. Bu çaba
kimden gelirse gelsin Kürdler bu çabayı verenleri desteklemelidir. Bu durum Kürdler için bir
güvencedir. Bunun önemini başkalarının kavrayacağını sanmak safdilik olur. Bunu ancak
tarihleri boyunca namlunun ucunda olan Kürdler bilebilir. Kısada olsa 15 seneden beri
yaşadıkları özgürlük ortamını kiymetini ancak Kürdler bilebilir.
Kürdler, bu özgürlük ortamının kıymetini iyi bilmelidirler. Bunu korumak ve daha ileri
mevzilere ulaşmak istiyorlarsa islam bayraktarlığı yapma sevdasına öykünmemelidirler.
Đslam bayrağı dünden bugüne Kürdlere hiç bir fayda sağlamadığı gibi, kefeni olmuştur.
Bugünde sömürgecilerimiz tarafından biz Kürdlere giydirilmek istenen bu kefendir. Sorun
Kürdler bu kefeni bir daha giyecek mi, giymeyecek mi ikileminde noktalanmıştır.
Bu kefeni Kürdlere giydirmek isteyen siyasallaşmış Kürd kesimleride vardır. Bunların siciline
bakıldığında kirli bir sicile sahip olduğunu görürüz. Hizbullah ve El-Ansar vs. bunun somut
örnekleridir. Kürd toplumunda Hüseyin Velioğluların, Mele Karkerlerin yeri olmamalıdır.
Bunlar Kürd milletinin yüzkarası olmasının ötesinde Kürd millet katilidirler.
Tarihin karaklık dehlizlerine inmeye gerek yok. Sadece son beş yıl içinde “Allahu Ekber”
eşliğinde kafası kesilen Kürdlerin sayısı binleri bulmaktadır. Bunların çoğuda müslüman
Kürdtür. Öldürülme sebebleri sadece Kürd olmalarıdır. Kürdler, burada dost ve düşmanını
bilince çıkarmak zorundadırlar.
Đslamiyet Kürd milletine katliamlar temelinde kabul ettirilmiştir. Kürdler, islamiyeti kabul
ettikleri günden beri diğer müslümanların katliamlarından kurtulamamışlardır. Bugünde “din
kardeşleri”nin katliamından kurtuldukları söylenemez.
Türk, Arap ve Fars müslüman “kardeşlerimiz”e göre “Kürdler katli vacip bir millettir”. Bunun
gizlisi saklısıda yoktur. Din adamları vasıtasıyla camilerinden açıkta “Kürd öldürmek
sevaptır” fetvasını çıkariyorlar. Kılıcı kapan Kürd avlamaya çıkıyor. Binlerce insanımızın
şehit edildiğide biliniyor.
Her gün müslüman ve diğer dini inançtaki insanları katleden El-Kaide, Zerkavi vs.gibi
siyasalaşmiş çağdışı dini fanatik grupların baş kesen insanlıkdışı eylemlerini destekleyen ve
bu iğrençliği yapanları eleştirmekten kaçınmalarının ötesinde direnişçi ilan edenlerin
sözkonusu karikatörler konusunda herkesi ötekinin inançlarına karşı saygılı olmaya çağırması
iküyüzsüzlük değilse iğrenç bir yanılsamanın iz düşümüdür.
TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, karikatür olayına ilişkin BM, NATO, ĐKÖ üyesi
ülkeler ile Türkiye'nin büyükelçiliklerinin bulunduğu ülke liderlerine gönderdiği mektubunda:
”Hiçbir kültürün diğer kültürlerin hassasiyetlerine hakaret etme hakkı yoktur. Uyum içinde
birlikte varolmanın asgari ön şartı, farklı medeniyetler ve geleneklerin karşılıklı olarak
birbirlerinin kültürel farklılıklarına saygı duymasıdır,” dedi.
Türk Başbakanının bu söylediklerine bir diyeceğimiz olmaz, ama bu konuda samimiyetsiz ve
ikiyüzlü olduğunu söyleyebiliriz.
Sorumuz açık ve basit. Başbakan ve temsil ettiği devletin felsefesinde diğer kiltürlere,
medeniyetlere, faklılıklara saygı var mıdır? Olmadığı her günkü demeç ve icraatlarında
görmek mümkün.
Örneğin temsil ettiği devletin okullarında islam din dersini diğer tüm inançlardaki çocukları
mecburi tutmaları dedikleriyle nasıl bağdaşlaştırabilmektedir, anlamak zor. Peki denilen şu
mudur? “Sen benim dinime, kültürüme, hassasiyetlerime saygılı ol, ama bunu benden
bekleme.” Başbakan ve temsil ettiği devletin felsefi aynen budur. Peki bu yüzsüzlük değilde
nedir?
Türk Başbakanı ve temsil ettiği devlet, diğer dini inançlara saygılı olmadığı gibi “misak-ı
milli” dedikleri TC devlet sınırları içinde hapsettikleri millet ve milli azınlıklara karşıda
saygılı değildirler. Dahası bunlara karşı inkar ve imha polıtıkasına sahip oldukları
bilinmeyenler değildir. Đşte size Türk Başbakanı Recep Tayyıp Erdoğan’ın ağzında bunun
bariz ikrarı.
Herald Tribune ve Le Monde gazetelerinde, "Türkiye'deki Kürtler ne istiyor?” çıkan haber
üzerine TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan:
"Türkiye'de et ve tırnak gibi birbiriyle kaynaşmış, kaderde bir, tasada bir, kıvançta bir bu aziz
milleti, hangi tarihi, hangi sosyolojik, hangi coğrafya, hangi iktisat, hangi siyaset kriteriyle
birbirinden ayırmaya gayret ediyorlar, bunu anlamak mümkün değil," dedi.
Bu düşünce Kürd milletine saygısızlığın alası değil midir?
“Türk“ denilen ucube toplumda devletin resmi anlayışından aydınına, solcusundan sözde
bilim adamlarına kadar tüm çevrelerin aynı yüzsüzlüğün temsilcileri oldukları orta da. Hepsi
ırkçı ve katliamcı. Ötekine karşı tahamülsüz ve tekçi.
Şimdi gelde bu Kürd düşmanları ile bilmem ne kardeşi ol. Bu olacak bir şey midir? Bunu
yapan ve yapacak Kürd yurtsever olamaz. Olsa olsa ihanetci olur.
Başta Đran ve Suriye olmak üzere islam aleminde bir Danimarka Gazetesinde çıkan Hz.
Muhammed karikatürleri bahane edilerek istihbarat örgütleri ve siyasalaşmış çağdışı islami
örgütlerce güdülerek sokağa dökülen kalabalıklara çağdaş olan ne varsa küfür ettirmesi
kabullenilecek bir tavır olmasa gerek.
Kürdler’in yeri bu cephe olamaz. Dahası Kürdler’in çıkarı bu cepheye karşı cepheden yer
almayı gerektirir. Kürd aydınları ve politıkacıları bu konuda dahada cesaretli
davranabilirlerdi. Sözkonusu karikatürleri kendi yayın organlarında yayınlayabilirlerdi.
Düşünce özgürlüğü, insan hakları, çaşdaş, laik vs. değerlerden yana açıkça tavrını
koyabilirlerdi. Sağduyu ve hoşgörü gibi ne şiş yansın ne kepap misali kimin işine yaradığı
belli olmayan tavırlardan uzak durmalıydılar.
Sömürgecilerimiz islamı siyasallaştırmış ve Kürd milletine karşı bir silah olarak
kullanmaktadırlar. Siyasi islam sömürgecilerimizin elinde tehlikeli bir silaha dönüşmüştür. Bu
olup bitenden sonra bile bazı aklıevel Kürdler, meydana çıkıp “Hz. Muhammed Kürdüyüz”
diye bağırıyorlar. “Đslam barış dinidir” deyip nefes tüketiyorlar. Bizide buna inandırmaya
çalışıyorlar.
“Đslam barış dinidir” diyenler Kürd düşmanıdır. Kürd olupta “Đslam barış dinidir” diyenler ise
ister bilerek, ister bilinçsizliklerinden olsun Kürd milletine en büyük kötülüğü yapıyorlar.
Humeynilerden, Bin Ladinlerden, Erdoğanlardan, Zerkavilerden “kardeşlik” keşfedenler
bizden değildirler. Onlar, hainleşmiş “Muhammed Kürdü”dürler. Hüseyin Velioğluları, Mele
Karkerler bu türün örnekleridirler. Kürd milleti, bu tür hainlere yaşam hakkı tanımamalıdır.
12 Şubat 2006
Düşmana Benzeşen Kişilikler
Hasan H. YILDIRIM
Süreç ağır, sancılı, kanlı, ikiyüzlü ve puşt. Düşman cephesinde “topyekün savaş” stardı
verilmiş. Devlet ve lejyoner “Kürtçü’sü elele verek çıplak terörle, dezinformasyonla Kürd
milletine karşı seferberlik başlatmış. Bir yanda Kürd milletinin en değerli evlatları
katledilirken diğer yanda bunu Kürd milletine kanıksama çabası verilmektedir.
Devlet ve lejyoner “Kürtçü”sü bir yanda katliamlarla Kürd milletini korkutup sindirmeye
çalışırken, diğer yandan da korkunç bir dezinformasyon bombardımanı altına alınmaktadır.
Devlet daha fazla yıpranmaması için Kürd milletine karşı yapacağını kendi lejyoner “Kürtçü”
çetesine havale etmiş bulunmaktadır. Onlarda patronu Türk Genelkurmayın önlerine
koydukları programı canıgönülden yapmaktadırlar.
Bir yanda kendi muhaliflerini yok ederken, “kara kutu”ları sustururken bir yandan da topluma
korku salmaktadırlar. Görmedik, duymadık, söylemedik ruhsuz bir ruh hali yaratmak
istemektedirler. Diğer yandan da korkunç bir yalan çarkı çalıştırılmaktadır.
Son dönemlerde sanal alemde kendi deyimleriyle “sanal” kişilikler türedi. Kürd
yurtseverlerine verip veriştirmeyi misyonları gereğini yerine getiriyorlar. Görevleri ihaneti
artık sağır sultan tarafınfan bile bilinen “siyasi iradem” dedikleri lejyoner çete şeflerini
halkımıza dayatmak için baş vurmadıkları yalan bırakmıyorlar.
“Siyasi iradem” dedikleri lejyoner çete şeflerinin tüm pisliklerini Kürd yurtseverlere mal
etmeye çalışıyorlar. Kürd yurtseverlerini “hain”, Türk devletin lejyoner askerlerini
“yurtsever” ilan etme gibi ipe sapa gelmez iddialar eşliğinde “çözümleme”lerde bulunuyorlar.
Türk devletinin lejyoner “Kürtçü”süne ”siyasi irademdir” diyen iradesizlerin, kişiliksizlerin
başkalarına kişilik “çözümleme” nutku atması pişkinlerin son numarası olsa gerek. Đnsanın ar
perdesi çatlamaya dursun. Renkten renge bukelemun misali uçlar arasında kıvır kıvır yanar
dönerler.
Sömürgeci sistemlerin lejyoner askeri olmuş Türk’ün yeğeni, silahşörleri ve yalakaları
topyekün Kürd milletine karşı savaşıyorlar. Hem de Kürdleri Kürdlere karşı savaştırıyorlar.
Bunu da “halkin birlikteligini baltalamak isteyen hainlere karşı savaş” adı altında yapıyorlar.
“Hain”ler dedikleri kimlerdir? Alınan kıstas nedir? Bunu sormaya gerek var mıdır? Biz
söyleyelim. “Hain” dedikleri Kürdistan yurtsever güçleridir. Bu yüzsüzlüğü kim yapabilir?
Bunu ancak devletin lejyoner askeri olmuş bir çete şefine “siyasi irademdir” diyen kişiliksiz
unsurlar yapabilir.
Đnsan bu kadar yüzsüz olabilir mi dememek gerekir. Olunuyor. Örnek mi? Saymakla bitmez
ki. Türk devletinin lejyoner askeri çete şefine ”siyasi irademdir” diyenlerin hepsi.
Bu kişilikler hiçbirimizin yabancı değildir. “Siyasi iradem” dedikleri lejyoner çete şefine
sayfalarca “özeleştiri” adı altında kendisini aşağılayan, hiçleştiren kişiliklerdir. Hani “Doğum
tarihim şefi gördüğüm gündür” diyen kişiliksizler. Anasına, babasına, aşiretine, tüm
geşmişine sövüp sayıp, “her altıayda bir şefi görmesem kişiliğimde faşizmi yaşıyorum” diyen
faşist ruhlu kişilikler.
Đşte bu kişilikler herkesi kendileri gibi sandığı için “siyasi iradem” dedikleri lejyoner şeflerini
niye eleştiriyorlar diye Kürd yurtseverlerine verip veriştiriyorlar. Hiç bir zaman kendileri
olamayan bu kişiliksiz kişilikler, adına konuştuğu lejyoner çete ve şefinin ne kadar pisliği
varsa hepsini Kürd yurtseverlerine fature ediyorlar. Şeflerinin söylediklerini Kürd
yurtseverlerine mal ediyorlar. Đnsan, ancak bu kadar yalancı ve yüzsüz olabilir.
Kürd yurtseverlerine “TC ile, Đran rejimi ayni kulvarda buluşanlar bunlardır.” diyecek kadar
yüzsüzleşen bu kişiliksiz kişilikler bununla kimi kandırmaya çalışıyorlar?
Lejyoner çete şefleri, piyonları ve yalakaları Đran ve TC dahil tüm Kürd düşmanı güçlerin
lejyoner askerleri olduklarını bilmezler mi? Bilirler! Bunu bildikleri halde kendi niteliklerini
niye Kürd yurtseverlerine atfediyorlar?
Bunu bilmeyecek ne var. Kendince Kürd yurtseverlerine karşı psikolojik savaş veriyorlar.
Anlaşılan patronlarından çok şey öğrenmişe benziyorlar. Fakat bunu Kürd yurtseverlerine
yuturacağını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Bunu ancak siyasi iradesi olmayan birisi için “siyasi
irademdir” diyen iradesizleri inandırabilirler.
Bu kişiliksiz unsurlar, “siyasi irademdir” dedikleri patronları “ülkene hoş geldin” dediklerinde
“devletime hizmete hazırım”, Türk Genelkurmayın bir “emir eri” olduğunu söylediğini
bilmezler mi?
Bu unsurlara “siyasi irademdir” dediğiniz şefinizin söyledikleriyle Türk Genelkurmayın
söylediklerini altalta yazarsaniz kimlerin benzeşip tekleştiğini görmekten zorlanmayacaksınız
diyeceğim, ama demiyorum. Demiyorum, çünkü bu kişiliksiz kişiliklerin üstlendiği bir
misyon var. Onu yerine getiriyorlar. Yerine getirdiği misyon artık ihaneti caddelere taşan
“siyasi iradem” dedikleri lejyoner şeflerine “sayın” deme kişisizliğini eşliğinde temize
çıkarmaya çalışıyorlar.
Buna güçleri yeter mi? Yetmeyeceğini bu kişiliksiz unsurda bilir.
19 Şubat 2006
Silahı Olmayanın Söz Hakkı Olmadığı Gibi Đktidarıda Olmaz!-1
Hasan H. YILDIRIM
Bazı Kürd aydın ve politikacıların mücadele biçimlerine ilişkin yazılarını okuyunca dehşete
kapılırım.
Niye böyle düşünür-yazarlar diye bu sefer ben düşünmeye başlarım.
Onları anlamaya çalışırım, fakat anlamakta zorlanırım.
Gerekçeleri farklı olsa da ortak bir noktada buluştuklarını görürüm.
“Hümanist” takılmalarını çözmeye çalışırım.
Sömürge kişiliklerini gizleyen örtü kavramı olduğunu görürüm.
Đki yüzlü davrandıklarınıda bilirim.
Güney Kürdistan konu olduğunda peşmerge övgüsüni kimseye kaptırmazlar. Hatta bunun
kendi tekellerinde olduğunu savunacak kadar kendilerinde geçtiklerini görürüm.
Kuzey Kürdistan sözkonusu olunca silahı, zoru ve şiddeti yermek için tüm entel birikimlerini
harekete geçirirler. Bunu görünce hangi dünyada yaşadıklarına şaşarım.
Sömürge kişiliğin teslimiyetine yorarım.
Aydın ve politıkacılarımız şunu bilmezler mi? Kürd milletinin yüzyıllardır çektiği acıları
görmezler mi?
Bunun sebebi Kürdlerin silaha başvurması mı, yoksa düşmanı silahla yenememesi mi?
Kürd milletine silah zoruyla boyun eğdirildi. Yabancıya kaptırdığı egemenliğini ancak silah
gücüyle elde edebilir.
Silahı olmayanın iktidarıda olmaz.
Kürdlerin silahı çok sevdiğinde değil, işin kuralıdır.
Dünyada böyledir. Kürdistan’da da böyledir.
Şiddet, şiddet içeren tepki yaratır.
Silahın namlusunda olanlar, doğaldır ki, kendilerini silahla korur.
Silahın birilerine hak, birileri için suç sayılması doğru değildir.
Statükocu güçlerin herkese kabul ettirmenin çabasıdır.
Devlet terörüne haklılık kazandırmanın yaklaşımlarıdır.
Kabullenilemeyecek bir dayatma. Nedir bu dayatma?
Eğer devletseniz her türlü teröre baş vuru hakkınız var, yok değilseniz kendinizi koruma
meşru hakkınız bile yok denilmek istenmektedir.
Köle sahipleri bunu dayatsada, kölelerin bunu kabullenelecek diye bir mecburiyeti olamaz.
Olmadığı içindir ki, devlet yapılanmasına sahip olmayıpta canı yanan birey, sınıf ve millet
canını yakanın canını yakmayı kendine bir hak bilir.
Canı yanan can yakar. Doğrusuda budur.
Kuzey Kürdlerin canı yanıyor, silahlanmalıdır.
Silahlanmak kötü değildir.
PKK’ye bakıp silaha bedua okumamak gerekir.
Her kötülüğün günah keçisi saydıkları silah sayesinde Kuzeyli aydın ve politıkacılar
Güney’de yemlenmek için birbirleriyle yarışıyorlar.
Silah hem vezir, hem de rezil eder. Güney’e özgürlük, Kuzey’e felaket getirdi.
Silahı kullanan PKK vezir oldu, kullanmayı bilmeyenler tasviye oldu.
Kötü olan silah değil, siyasettir.
Silaha yanlış siyaset komanda ederse kötü işlev görür. Doğru siyaset komanda ederse kurtuluş
getirir.
Doğru siyaset iyidir, ama silahsız hiçbir şeydir.
Kürdistan örgütüyseniz, siyasetiniz doğru olsa bile düşmanın anladığı dilde konuşmuyorsanız
kaybeden olursunuz. Bu güne kadar kaybettiğiniz gibi.
PKK’nin anti-Kürd, ama devlet yanlısı söylem ve uygulamalarına rağmen hala Kuzey’de tek
başına söz sahibi olmaları silaha sahip oluşlarıdır.
Kazanmak istiyorsanız örgütlenin, silahlanın ve savaşın.
Bu işin başka yolu yok. Var diyenler, istesede istemesede düşmana hizmet eder.
Kim ne derse desin silah utandırmaz. Đktidar silahın ucundadır.
Silahı olmayanın sözü de, iktidarıda olmaz.
01 Mart 2006
Dün ve Bugün
Hasan H. YILDIRIM
1993 yılında Güney Kürdistan’da bir Kürd önderini ziyaret etmiştik. Sohbet esnasında „Bizi
filan Türk örgütü ile görüşmemizi sağlayın. Onlarla birlikte iş yapacağımıza inaniyorum„
demişti. Biz, sadece tebesüm etmekle yetinmiştik. Yılların tecrübeli önderi, düşüncemizi
okurcasına konuyu kapatmıştı.
Sözkonusu örgütü devrimci bir hareket olarak biliyordu. Birlikte iş yapmak istiyordu. Fakat
yanılıyordu
Nereden bilebilirdi ki, sözkonusu ettiği Türk sol hareketi, TC´nin icazetli bir örgütü olduğunu,
kendileri hakkında „işbirlikçi“, „hain“ vs. dediklerini.
Samimiyete bakın. Tezata bakın. Đyi ve kötü niyete bakın. Devrimci ve karşı-devrimci
yaklaşıma bakın. Bizim cografyamızda çarpık, ama yaşanan bir gerçekliktir.
Sözü geçen örgütün tek bir bildirisini okumadığı açıktı. Tanımadığı beliydi. Fakat devlet
icazetli sansansiyonel eylemlerinden haberdardı. Zaten ilgilerini çekende buydu..
Kürdistanlı yurtserverler, daima ezen ulus soluna dost elini uzatmışlardır. Fakat ezen ulus
solu, tıpkı egemenleri gibi, bu eli kırmayı kendine politıka edinmiştir.
Bu, kimim devrimci, kimin işbirlikçi, kimin hain ve karşı-devrimci olduğununda kıstasıdır.
KUKM verenler, ezen ulus halkı ve öncü güçlerine karşı görevlerini yerine getirmişlerdir.
Fakat ezen ulus halkı ve öncü güçleri KUKM´ne karşı görevlerini yerine getirmekten öte,
KUKM´ne karşı kendi egemenleri safında yer alarak savaşmışlardır.
Bunlar yaşanılarak öğrenildi. Mücadele içinde tecrübe ile kavranıldı.
Yine bir görüşmemizde bir başka Güneyli Kürd önder, Ankara´dan daha yeni dönmüştü.
„Ankara´da ne var, ne yok“ sorumuza karşın :
„Tasvip edilmeyecek, fakat zorunlu olduğumuz ilşkiler, başkada çaremiz yok“ diye
cevaplamıştı.
Biz, daha „nasıl“ diye soracak olduk, o, sözünü şöyle sürdürmüştü :
„Sizde biliyorsunuz, bir sıgara fabrıkamız var. Teknik eleman, tütün vs var, ama kağıdımız
yok. Sadece sıgara kağıdını alabilmak için TC´nin ayağına üç kez gitmişimdir. Kağıdı
alıncaya kadar akla karayı seçmişimdir. Hakaretlerine, küçümseyici, azarlayıcı tavırlarına
boyun eğmişimdir. Kabullenilecek gibi değildir. Fakat başkada çaremiz yok.” demişti.
Yıllarca savaşmışsınız. Özgür bir vatan edinmişsiniz, ama bir harabeyi devr almışsınız. Elde
avuçta birşey yok. Dişarıya bağımlısınız. Dışarıya açılan kapı düşman kapısı. Bu kapıyı
çalmak zorundasınız. Çünkü ne pahasına olursa olsun toplumun ihtiyaçlarını karşılamak
zorundasınız.
En basiti. Toplum sıgara içiyor. Sıgara içemesiniz yasağını getiremesiniz. Đktidarsınız,
toplumun bu ihtiyacını karşılamak zorundasınız. Paranız var bastırır alırsınız, ama nerde ve
hangi yolla getireceksiniz?
Bu kapılar düşman kapısı. Bu kapıda hakaretler, tehditler yağar. Kücümseyen, azarlayan
tavırlar sergilenir. Onur kırıcı şeylerdir. Görmemezlikten, duymamazlıktan gelir, yutarsınız.
Kürd önderliğin hergün karşı karşıya olduğu en büyük zorluk.
Siz olsanız ne yaparsınız?
Bu ilişkilerden dolayı Kürd önderliğini eleştirenler, “işbirlikçi”, “ hain “ , “uşak” vs. ilan
edenler, ne öneriyorlar?
Sağduyulu olsunlar. Đnsaflı olsunlar. Ne söylediklerini ne anlama geldiğini tartarak
söylesinler.
Kabul edilebilir makul eleştiriye evet, ama hastalara ilaç, bebelere mama, halkın günlük zaruri
ihtiyaçlarının nasıl karşılayacağınıda izah etsinler.
Kürd coğrafyası başlı başına bir zorluk.
Sorunların, ihtiyaçların temini yüklü zorunluluğun dayatığı ilişkiler karşısında söylenecek bir
şey olamaz. Olur diyenler, ortaya çıkar, ihtiyaçları karşılarlar. Güney Kürd önderliği, bunu
yapanların ayakları altına kırmızı halı sererek resmi törenle karşılarlar.
Bu değilde uzakta gazel okuyarak, şu “hain”, bu “uşak” diyenler bilmelidir ki, Kürd milletine
düşmanlık yapıyorlar.
Güney Kürdistan politik güçlerin sıkıntılarını, halkının ihtiyaçlarını, sormaları gerekenler
değil, belkide en son sormaları gerekenler sormuştur.
“Devrimci”liliklerinden, “M-L”liliklerinden geçilmeyen ezen ulus sol örgüt ve partileri hep
dışardan gazel okumuştur. Kürd millet düşmanlığı yapmışlardır. Böylesi “dostlar” düşman
başına.
Nasıl mı? Đşte size somut örneği.
TC destekli PKK’nin 1992’de Güney Kürdistan’a uyguladıkları “ambargo” ve “ikinci 15
Ağustos atılımı” dedikleri kirli savaşı desteklediler. Halkımızın açlığa mahkum edilmesini
“devrimci eylem” deyip kendilerinden geçtiler. “Gerilla şu kadar peşmerge öldürdü” deyip
yapılan katliamları alkışladılar.
Bu uğursuzluğu şu an politik areneda “Kürt büyüğü” olarak sahne alanlarda yaptı.
Unutulmadı, unutulmayacak.
02 Mart 2006
Sömürgecilerimiz Kurtuluşu Birbirlerine Sarılmakta Buluyor!
Hasan H. YILDIRIM
Sömürgecilerimiz arasında yoğun bir trafik yaşanıyor. Biri geliyor, biri gidiyor. Birbirini
uyarıyor. Mesaj alıp veriyorlar. Düşman bildikleri Kürd milletine karşı ortak bir politıka
oluşturuyorlar.
Hamas lideri Halid Meşal, Irak Arap Şii liderlerden Đbrahim Caferi ve Mukteda El-Sadr
Ankara’da resmi olarak konuk ediliyorlar. Bayram değil, seyran değil bu yoğun trafiğin amacı
ne ola ki?
Ortak korkuları var. Gümdük, üstünü betonladık dedikleri Kürdistan sorununun çözüm yoluna
girmesi karşısında paniğe kapılmış bulunuyorlar. Kürd-Kürdistan sorunu sömürgecilerimizin
dünden bugüne hep korkuları olageldi. Biraz geriye dönüp geçmişten bugüne olup bitene
bakmakta fayda vardır.
Sömürgecilerimiz dünden bugüne hem iç, hem dış siyasetini esas olarak Kürd-Kürdistan
sorununa göre belirlemeyi vazgeçmezi olarak algılaya geldiler. Değişen dünya koşullarına
göre Ortadoğu’ya verilen mevcut statükoyu koruyan güçlerle ilişkilerini sıcak tutmayı siyaset
edindiler.
Sömürgecilerimizin bir kısmı Ortadoğu’daki mevcut statükonun korunmasını Batı yanlısı
siyasette gördü. Kimi de Sovyet bloku yanlısı bir siyaset izledi.
Sovyet blokunun dağılmasıyla dünyanın yeniden saflaşması ve yeni ittifak güçlerinin ortaya
çıkmasıyla sömürgecilerimizde bu değişikliklere uygun olarak ulusal çıkarları gereği yeni
arayışlara girdi. Daha evel düşman olan sömürgecilerimiz varolan kötü ilişkilerini iyileştirme
yoluna girdi.
Bugün sömürgecilerimiz arasında yaşanan yoğun trafiğin amacını anlayabilmek için biraz
geriye gitmek gerekir. TC devleti tarafında düşman bilinen Hafız Esed’in cenaze törenine
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile katılmasını iyi irdelemek gerekir. Daha sonra bu her
iki sömürgecimiz arasında yaşanan üst düzeydeki resmi ziyaretleri bu bağlamda ele almak
gerekir.
Hafız Esed’in cenaze törenine Türkiye’nin Cumhurbaşkanı düzeyinde katılması her iki ülke
açısında büyük önem taşıyan bir gelişme olarak taraflarca deklere edildi. Türkiye tarafından
daima düşman olarak kabul görülen Hafız Esed’in cenazesine Cumhurbaşkanlığı seviyesinde
katılım sağlanması Türkiye dış politıkasındaki değişimide ortaya koyuyordu.
Zaten A. Öcalan’ın danışıklı döğüşlü olarak Suriye’den çıkarılması ile Türkiye-Suriye
arasında siyasi, kültürel, ekonomik ve askeri alanda işbirliği sürecini başlattı. Hafız Esed’in
ölümünden dört gün önce ilk defa iki ülke ordu milli takımları arasında oynanan folbul
karşılaşması ve her iki ülke Generallerinin birlikte seyretmesi vs. Türkiye-Suriye arasındaki
iyi gelişmelerin göstergesiydi.
Türkiye ve Suriye’yi buna iten esas neden ABD’nin Ortadoğu’da izlediği politıka gereği
mevcut statükonun parçalanmaya başlaması sonucu Kürd milletinin bundan yararlanmaya ve
önemli mevziler elde etmesinden doğan korkunun sonucuydu.
Bu korku onları birbirine yakınlaştırdı ve ABD’ye karşı bir set oluşturmaya itti. Sezer’in
Suriye ziyaretinin amacı bunun sonucuydu. Aynı zaman da ABD’nin Suriye’ye yönelik
tehditlerine karşı Türkiye’nin Suriye’ye verdiği destek anlamınada gelmekteydi. Sezer’in
Suriye ziyaretini oğul Beşşar Esed’in Türkiye resmi ziyareti izledi.
Suriye ile Türkiye arasında daima sorunlar varola geldi. Daima düşman kardeşleri oynadılar.
Đlişkileri daima inişli çıkışlı oldu. Zaman zaman savaşın eşiğine geldiler.
Suriye, 1946 yılından bu yana Cumhurbaşkanlığı düzeyinde Türkiye’ye resmi ziyaretlerde
bulunmamıştı. Bu anlamiyla Beşşar Esed’in Türkiye ziyareti „tarihi“ bir ziyaret olarak
değerlendirildi. Ve her iki ülke bu ziyarete büyük bir değer biçti.
Her iki ülkenin ulusal çıkarlarına hizmet eden Türkiye-Suriye arasındaki üst düzeydeki resmi
ziyaretler, anti-Kürd politıkalarının sonucu olmakla beraber, aynı zamanda ABD karşısında
Suriye’nin konumuna güçlendirmeye yönelikti. Zaten bu üst düzeydeki resmi ziyaretlerin esas
amacı da bu değil miydi?
Bu ziyaretlerin en önemli özeliği ABD ve Đsrail’in Suriye üzerine yoğunlaşan baskılar
sürecinde yapılıyor olmasıydı. Bu aynı zaman da Türkiye-Suriye ilişkilerinin düzeyinide
ortaya koymaktaydı. Dahası Türkiye’nin ABD’nin BOP’ni desteklemediği ve karşısında
olduğunu bir kez daha deklere etmesiydi. ABD, bunu not etti. Türkiye bunun bedelini
fazlasıyla ödedi.
Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, 29 Nisan 2003 tarihinde Suriye’ye bir günlük resmi
ziyarete bulundu. Gül’ün ziyareti Suriye için çok önemliydi ve yüksek düzeyde kabul gördü.
Önce Suriye devlet Başkanı Beşşar Esed tarafından kabul edildi.
Daha sonra Suriye Başbakanı Naci el-Itri ve Dışişleri bakanı Faruk Şara ile görüştü. Suriye
devlet Başkanı Beşşar Esed ve Başbakanı Naci el-Itri, Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül
tarafından Türkiye’ye davet edildi. Her iki davet kabul edildi.
Görüşmelerin ardında her iki Dışişleri Bakanı basın karşısına geçerek bir basın toplantısı
yaptı. Özelikle ABD’nin Suriye’yi tehdit etmesinin altı çizildi ve “kabul edilemez” denildi.
Türkiye, böylelikle ABD-Suriye gerginliğinde tavrını Suriye’den yana ortaya koydu.
Irak’taki gelişmelere dikkat çekildi. Đki taraf da “Bir an önce Irak’ta bulunan yabancı güçlerin
derhal ülkeyi terketmesini, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasını, bir an önce seçimlerin
yapılmasını ve Irak’taki tüm unsurların yönetimde yer alması” vs. gibi konular da birlik
gösterisinde bulunuldu.
Ocak’2004’te Suriye cumhurbaşkanı Beşşar Esed, Türkiye'ye resmi ziyarete bulundu.
Sözkonusu ziyaretin en önemli yanı ABD tarafından Suriye’in köşeye skıştırdığı bir döneme
denk gelmesi düşündürücüydü. Çünkü yarım yüzyıldır stratejik müttefik konumunda olan
ABD ve Türkiye arasındaki görüş ayrılıkların Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin yaklaşımlarıyla
bir kez daha su yüzüne çıkması anlamınada geliyordu.
Her ne kadar bazı çevreler, Türkiye-Suriye arasında üst düzeyde gelip gitmelerin “Türkiye,
ABD istemlerini Suriye’ye iletiyor” şeklinde yorumlasada bu pek inandırıcı değildi. TC
devletinin bir dezimformasyonu iddi. Çünkü ABD ve Suriye hergün zaten görüşüyorlardı. Bu
konu da üçüncü bir aktörün, hele Türkiye’nin aracılığına gerek olmadığı gerçeği zaten
sırıtıyordu.
TC devleti, kendisine yönelen eleştirileri yumuşatmak için bu yönlü dezinformasyonlara baş
vurmayı kurtuluş saydı. Kimse inanmasada buna baş vuramadan edemediği bilinmektedir.
Dikkat edilirse aynı dezinformasyona Hamas lideri Halid Merşal’in Türkiye’ye yaptığı
tartışmalı ziyaretinde de baş vurdu.
Sorun dezinformasyonla kapatılacak gibi değildir. ABD ve Türkiye’nin yollarının çoktan
ayrıldığı, Türkiye-Suriye yollarının kesiştiği bir süreç başliyordu. Türkiye-Suriye arasındaki
bu geliş gidişler tarafların ulusal çıkarları gereği sürdürdüğü politıkada aramak en doğru
olanıdır. Türkiye ve Suriye’nin yaptıklarıda buydu.
ABD yetkilileri her platformda dile getirdikleri şu gerçek var. „Ortadoğu’daki statükoyu
değiştirme konusunda ciddiyiz ve kararlıyız.”
Bu sözler, sömürgecilerimizi birbirine dahada yakınlaştırmaktadır. Kürd düşmanları arasında
seyreden dünkü ve bugünkü resmi düzeydeki ziyaretler bunun sonucudur.
ABD’nin Ortadoğu’da izlediği politıka ne Türkiye, ne Suriye’nin ulusal çıkarlarına uygundur.
Dahası her iki ülke bunun “kendi ulusal çıkarlarına yönelik bir politıka olduğunu” defalarca
deklere ettiler. Bu politikaya karşı ortak duruş almayı ulusal çıkarları gereği bildiler. Gidiş
gelişlerin amacıda bunu ete kemiğe büründürmeye yönelikti.
Recep Tayyip Erdoğan döneminde Türkiye-Suriye ilişkileri en üst seviyeye çıkarıldı. ABD,
bu ilişkilerden rahatsız oldu ve bunu her platformda dile getirdi. ABD, Türkiye’den Suriye’ye
yönelik politikalarını desteklemesini istedi. Türkiye bunu kabullenmedi. Fakat her halükarda
Suriye ile dayanışmalarını en yüksek düzeyde sürdürdü. Bunun en somut örnekleri karşılıklı
üst düzeydeki resmi ziyaretlerdir. Bu da ABD’yi çok kızdırıyordu.
Sezer, Suriye resmi ziyaretini şu cümlelerle ifade ediyordu.
"Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkileri bölgesel gelişmeleri gözden geçirme imkânı tanıyan
bu ziyaretin, ilişkilerimizde sağlanan ivmenin sürdürülmesine, bölgemizin barış ve istikrarına
katkıda bulunacağına inanıyorum."
Sözü edilen „bölgesel gelişmeler’in odağında Kürdistan sorunu yatıyordu. Kürdistan sorunu
sömürgecilerimizin ortak sorunuydu ve sorun karşısında ortak bir yaklaşım sahibiydiler. Her
ne pahasına olursa olsun sömürgecilerimizin „toprak bütünlüğünü koruma“ları esas
amaçlarıydı. Yüksek düzeydeki resmi ziyaretlerin esas amacıda buydu.
Bu, aynı zaman da ABD’nin Ortadoğu politikasına karşı olma anlamınada geliyordu. Her iki
ülkenin ulusal çıkarı ABD’nin BOP’ne karşı ortak tavır geliştirmeyi gerektiriyordu ve sözü
geçen yüksek düzeydeki resmi ziyaretlerle bu ete kemiğe büründürülüyordu.
ABD, Suriye’yi denetim altına alabilmek için siyasi ve ekonomik baskılarına hız verdiği bir
dönemde Türkiye-Suriye arasında gerçekleşen bu yüksek düzeydeki resmi ziyaretlerde çok
rahatsız oluyordu. Ve bunu her platformda dile getirdiği gibi, Türkiye’ye karşı tutumunu daha
da sertleştiriyordu.
Şimdi de ABD önderliğinde dünyanın Đran üzerinde baskı kurmaya çalışıldığı bu süreçte ABD
karşıtı Arap terörstlerini birer birer Türkiye’de ağırlamaları yine bu politıkanın sonucudur.
Türkiye, bu tutumuyla ABD ve Đsrail arasında varolan görüş ayrılıklarını bir kez daha ortaya
koydu. Her ne kadar bu politıka kaynağını anti-Kürd tutumlarından ileri gelsede aynı zamanda
ABD ve Đsrail ile görüş ayrılıklarınıda ortaya koymaktadır.
ABD ve Đsrail, bu ziyaret ve görüşmelere sert tepki gösterdiler. Türk devletinin „yanlış
adamlarla, yanlış zamanda görüştüklerini“ belirterek tepkilerini yüksek sesle ifade ettiler.
Fakat Türk devleti, farklı düşündüklerini, ziyaret ve görüşmelerin kendi “ulusal çıkarlarına
uygun doğruluğu”nu savundular.
Kürd millet çıkarları açısında bu ziyaretler değerlendirildiğinde çıkarlarına olduğu sonuçuna
varmak yanlış değildir. Düşmanlarımızın niyetinin bir kez daha açığa çıkması, dostlarımızla
düşmanlıklarının derinleşmesi Kürd millet çıkarınadır. Temenimiz düşmanlarımızın bu tür
yanlışlıkları daima yapmasıdır.
03 Mart 2006
Vedat Türkali Denilen Bir Türk
Hasan H. YILDIRIM
Kürd milletine karşı Türk denilen ucube toplumun “derin” ve çukur herifleri iş başında. Mihri
Belli, Doğu Perinçek, Yalçın Küçük, Metin Ayçiçek derken bu kezde TC devleti ve ihanet
Vedat Türkali denilen unsura sahne aldırmakta.
Ortak paydaları Kürd millet egemenliği gaspı yüklü “misak-ı milli” dedikleri TC devlet
sınırlarını korumak. Kürd millet mücadelesini boğmak.
Bunun için bir yanda Kürd’ü kandırmaya çalışmak, bir yandan da “iflah olmaz” Kürd’ü tehdit
etmek uğraşını vermektedirler.
Vedat Türkali adlı bir Türk yazar, Roj Tv’de Kürdistan sorununu, pardon Türk sorununu
tartışmış. Adam 90’a merdiven dayamış. Bir ayağı bu dünya’da, biri diğer dünya’da. Daha
hala Kürdleri asıp kesme tehditinde.
Sözde ilerici, demokrat. Đlerici demokratlığını sevsinler senin. Bu ne biçim demokrat ki, her
cümlesinde “sakın ha” deyip Kürdleri tehdit etmekte.
Hazret, Kürdler için “Amerika’nın oyununa düşmemeleri ve Amerika ile birlikte hareket
etmemeleri. Bu Kürtler için de Türkler için de “felâket olur” diye buyuruyor.
Kürdlerin çıkarının nerde olduğunu bırak Kürdler karar versin. Kürdler, ABD ile birlikte
hareket etmekte ve etmeye devam edeceklerdir. Bu zatıalilerin hoşuna gitsede gitmesede
böyle olacaktır. Çünkü Kürdler, çıkarlarının burda olduğunu kavranmış bulunmaktadırlar.
Kurtuluşlarını burda görmektedirler. Bunu anlayın artık. Bu, Kürd’ün “felaketi” değil,
kurtuluşunu getirecektir.
Ha tabirinizce bu, Türk için “felaket olur”. Yanılmadınız bayım.Tam da üstüne bastınız.
Hazret devam ediyor. Adam san ki, Genelkurmay sözcüsü. O bayatlanmış bildik “birlik ve
beraberlik” nutkunu papağan gibi nakaratlamakta.
Birde “demokrat” takılmaz mi insanı çileden çıkarmakta.
Aha! Gelde burdan yakma. Yine Kürd Memed’e o bilindik nöbet yazma hikayesi.
Yaşına başına bakmadan Kürdleri kandırma peşinde. Đnsanın “Sende mi Brütüs” diyesi
geliyor. Adamlarda utanma yok ki, ar damarları çatlamış.
Neymiş efendim. “Türk Kürt’e muhtaçtır, Kürt Türk’e. Türkiye’de yaşayan Türk’ü Kürt’ü
Laz’ı Çerkez’i kenetlenmelidir birbiriyle.”
Anlaşıldı, ne idüğü belirsiz Türk yine sıkışmış. Kürd’e muhtaç. Türk’ü korumak için Kürd’e
nöbet yazma zamanı.
Kürd’e nöbet yazanlar sözde aydın. Đlerici, demokrat geçinenler. Đşin aslı hepsi “derin”
herifler. Đkiyüzlü birer ırkçı ve şoven.
Bu ikiyüzlü ırkçı ve şovenlere bir çift sözde bizden.
Kürd Türk’e muhtaç değil. Kürd’ün Türkle “kenetlenmesi” değil, olan tüm ilişkilerini
dinamitlemesi kurtuluşu gereği. Kürd, kurtuluşunu burda görmekte.
Bunun Türk için “felaket” olduğunuda bilmekte. Daha da beter olsunlar.
Hazret bunu görmüş. Bunu önlemenin “tek yolu”, Kürdleri kandırmak ve tehdit etmek. Bunun
için yumuş gözünü açmış ağzını.
“Sakın ha! Şovenist duygulara kapılmayalım. Bu felâket olur. Sinirler bozulmak isteniyor.
Sabırlar zorlanıyor. Sakin olalım. Ne Devlet yıkması?! Bu devlet bizim ortak devletimiz. Hep
beraber yeniden yapılandıralım.“
Af buyurun, ama biz bunu almayalım. Đyisimi sizde kalsın.
Ne o?
“Sabırlar zorlanıyor”.
Peki ne yaparsınız?
Kürdleri mi katledersiniz?
Dünden bugüne zaten yaptığınız bu değil midir? Bunun daha ötesi mi var?
Genelkurmay kalemşörü Oktay Ekşi’nin Yahudilere reva görülen gaz odalarını mı Kürdlere
hatırlatıyorsunuz? Tam da söylemek istediğin bu değil midir?
Anlaşılan Hitlervarilik genlerinize işlemiş. Zaten kanlı tarihiz bunun belgesi.
Siz Hitler’ede taş çıkarırsınız. “Ata” bildiğiniz piç zaten Hitlerin hocası değil miydi?
Ha bundan sonra mı? Elinizden geleni esirgemeyin. Ama şunu unutmayın. Sizden korkan
sizin gibi olsun.
05 Mart 2006
Van Başsavcısı Ferhat Sarıkaya’ya Benden Bir Uyarı!
Hasan H. YILDIRIM
TC çete devleti, yakın zaman da Hakkari, Yüksekova ve Şemdinli üçgeninde yoğun terör
eylemleriyle halkımzı terörize etmeye çalışmıştı. Đhanete bu eylemleri üstlenmişti. TC ve
ihanet danışıklı döğüşlü kirli savaşla Kürd milletini teslim almayı hedeflemişti. Fakat bu kez
evdeki hesap çarşıya uymadı ve halkımız Türk Genelkurmay çetesinin tetikçilerini suçüstü
yakalanmıştı. Türk silahlı çete elebaşlarından Büyükanıt, Kürdleri katleden tetikçileri için
“tanırım iyi çoçuklardır” deyip arkalarında olduğunu belirtmişti.
Bu durum medya ve başka alanlarda yoğun tartışmalara yol açmış ve nihayetinde Van
Başsavcının hazırladığı iddianameyede yansıdı. Çete başına yargı yolu gösterildi. Ama burası
çete ülkesi. Đşler savcının bildiği gibi hukuk içinde haledilmiyor. Türk hukuku da çete
başlarının tasarufu altındadır.
Silahlı Türk çete başları, Van Başsavcısının hazırladığı iddianameye karşı kılıçını çekmekte
gecikmediler.
TSK denilen çetenin elebaşları yanyana gelerek Van savcısının hazırladığı iddianameyi
değerlendirdi. Bir iltimatom niteliğinde olan istemlerini çete devletin Başbakanına iletildi.
Bir yanda savcının iddiasına karşılık “Kara Kuvvetleri Komutanı’nın yargıyı baskı altına
almak istemesi söz konusu değildir.” derlerken, öbür yanda “Van Savcısı’nın iddianamesi
maksadını aşmıştır.” deyip “bağımsız yargı”ya müdahale edildi.
Van Başsavcısı Ferhat Sarıkaya, Şemdinli olaylarına ilişkin hazırladığı iddianamade çete
elebaşlarından Yaşar Büyükanıt hakkında "örgüt kurmak, sahte belge düzenlemek ve görevi
kötüye kullanmak" iddiasında bulunmuş.
Yani çete elebaşının suçları sadece bunlar mı? Eğer suçu sadece buysa öpüp başına koysun.
Bu da iş mi? TC devletinde "örgüt kurmak, sahte belge düzenlemek ve görevi kötüye
kullanmak" suç değil ki.
Devletin kendisi çete.
Şu “haddini bilmez” savcının yaptığı da iş mi yani?
Sakın bu savcı “komunist bölücü” olmasın?
Emekli devlet Demirel’in, "Yüksek rütbeli bir komutanın savcılık takibine maruz kalması
yadırganır" diyeceğini tahmin etmez mi?
Halihazırdaki devlet Sezer’in, “Türk Ulusu’nun birliğini ve huzurunu bozmaya yönelik
uğraşlar, tekil devleti hedef alan girişimlerdir. Bu girişimlerin sonuçsuz kalmaya mahkum
olduğu bilinmelidir." dediğini işitmez mi?
Bu “haddini bilmez” Savcı Türk “racunu”da mı bilmez?
Savcı oyuna mı geldi bilinmez, ama kimden bu gücü alırsa alsın cesaretle atılmış bir adım.
Katil sürüsü nasırlarına basılmış gibi hepbir ağızdan cıyak cıyak bağırmaya başladılar.
Alarma geçtiler. Kılıçlarını çektiler, herkesi bilindik tehditlerle susturmaya çalıştılar.
Devlet solcusu Baykal, "Bu Türk Silahlı Kuvvetleri'ne darbe girişimidir ve bu girişime yargı
da alet ediliyor" diye bağırdı.
Đşine geldiler mi “yargı bağımsızdır” diye bağırırlar. Kendilerine yöneldi mi bu sefer “yargı
alet ediliyor” diye bağırırlar.
Şu Türkler acayip mahlukattırlar. Çete başı, güpegündüz elinde sağa sola bomba atan tetikçisi
için „tanırım, iyi çoçuktur“ der.
Okur yazarı bu çete başı için „tanırım iyi bir generaldir… Paşalar suçlanamaz mı? Suçlanır
elbet. Ama böyle sudan gerekçelerle suçlanmaz" ki, der.
Halk arasında bir söz vardır. „Köpek köpeğin kuyruğuna basmaz“.
Paşalar, savaş suçu işler yargılanmaz. Demokrasiyi rafa kaldırır yargılanmaz. Peki bunlar
„sudan gerekçeler“se paşalar hangi suçtan yargılanırlar?
Bir bilen var mı?
Đhale yolsuzluğu, arsa kapmacılığı, uyuşturucu, siláh kaçakçılığı, kara para aklama, fitye, çeksenet tahsil etme, fuhuş ticareti vs. gibi işlerin arkasında Türk ordusu olduğu tüm bulgu, kanıt
ve belgeleriyle ortada olmasına karşın yargılanmaz.
Bu herifçioğulların yapmadığı, etmediği halt mı kaldı?
Anlaşılması gereken şu ki, çete başlarının her türlü pisliği yapma „hakları“ var. Ama hiç
kimsenin bunları dile getirme hakkı yok.
Kazara Van savcısı gibi „haddini“ aşan birileri bir iddiada bulunursa karşısında askerleşmiş
özel harekatçi Türk toplumunu bulur. Başına gelmedik kalmaz. Can ve mal güvenliği kalmaz.
Bu iş paravan örgütlerine götürü olarak verilir.
Van savcısı sen sen ol, kendine ve sevenlerine dikkat et. Tüm sevenlerin dahil, can ve mal
güvenliğiniz tehlikede. Đyisi mi bir gece yarısı bin bir katırın sırtına soluğu Güney
Kürdistan’da al. Hemen iltica talebinde bulun.
Bu da bizim sana kıyağımız olsun.
07 Mart 2006
Silahı Olmayanın Söz Hakkı Olmadığı Gibi Đktidarıda Olmaz!-2
Hasan H. YILDIRIM
Daha dün Batman, Şemdinli, Hakkari, Yüksekova derken bugünde Diyarbakır, Siirt ve Van
halkı düşmana meydan okudu. Şehitlerine ve onların şahsında milli değerlerine sahiplendi.
Newroz bayramında da Kürd milleti düşmana inat yine meydanlardaydı. Düşmanı çileden
çıkaranda buydu.
Eskiyi saymasak bile Şemdinli olaylarından bugüne gelişen olaylara ilişkin çok şey söylendi
ve daha da söylenebilinir.
Bu süreçte kimin nerde durduğuda bir kez daha ortaya çıkmış oldu.
TC devletinin inkar ve imha politıkasında ısrar ettiği; ihanetin bu politikaya hayat sunduğu;
Kürd reformist hareketin düşmanın işitmek istediği şeyler dışında başka birşey dile getirmek
istemediği; Kürd bağımsızlıkçı hareketin firarları oynadığı; ama herşeye rağmen Kürdistan
halkının herkesin planını bozan başeğmezliği sürece damgasını vurdu.
Kürd yurtseverlerinin geleceğe umutla bakmasını sağlayanda budur.
Devrim kitlelerin eseridir. Klasik, ama tarihin ortaya koyduğu deneyim. Ama bir şartla. Eğer
halk örgütlüyse. Yani klasik bir başka cümle ile devrimin temel aracı örgüttür.
Devrim yapmaya soyunan örgütünde kitleleri kazanma sorunu vardır. Bu sadece sözle olmaz.
Sözden ötedir. Düşmanın anladığı dilde savaş alanında konuşmaktır, bu.
Kürd-Kürdistan, bağımsızlık-özgürlük diyorsan bunun ispat sahası savaş alanıdır.
Kürdistan halkını kazanmanın, ihaneti tasviye etmenin, sömürgeci sistemi Kürdistan´da söküp
atmanın, dahası iktidar olmanın yegane sahası işte bu alandır.
Đşte meydan. Düşmanın adresi açık. Destek sunacak halk dünden hazır. Diyarbakır başta
olmak üzere ülke çapında halk ayakta. Ama kendiliğindenci. Önderliksiz.
Önderlik edenler ihanetçi. Türk Genelkurmayın Kürd kimlikli alayları. Acı da olsa bu bir
gerçek. Ama herkes tarafından kavranılmayan bir gerçek.
Kürd milletine dayattılan ihanet sürüyor. PKK’nin ihahetini ortaya çıkarıp halka
gösterilemedi. Daha hala halkımızı kandırmaya devam ediyor. Kürd gençlerini danışıklı
döğişlü kirli savaşta katlettiriyor. Arkasında bunların kanı üstünde politıka yapıyor. Geri
bilinç seviyeli halk kitlelerine ulaşmayi bu yöntemde buluyor. Onlara ulaşıyor ve
yönlendiriyor. Bir taraftan Kürd gençlerini katlettirirken diğer yanda halkın devlete karşı
yükselen tepkisini dibe çekiyor.
Sömürgeci sistem çıkarı için „büyük ve muazzam“ çalışan “Apocu” hareket Kürdistanlı tüm
yurtsever ve devrimci politik güçlere karşı karalama, iftira, entrika, tehdit kampanyasınıda
sürdürüyor. Kendi içinde ve dışındaki yurtsever ve devrimcileri katletmeye devam ediyor
TC`nin A. Öcalan`a biçtiği rol henüz bitmiş değildir. Devletin „Kürt Kriz Merkezi“nin bir
elemanı olarak iş başındadır. PKK`ye biçilen misyon bu merkez de üretilir ve kendisine
savundurulur. PKK`de bir piyon olarak iş görür. Sorun Kürd milletini teslim almak ve
Türkleştirmektir.
TC devleti, A. Öcalan ve örgütüne ihtiyaç duymaktadır. TC devleti isteseydi, A. Öcalan ve
örgütünü çoktan tasviye ederdi. Bu, defalarca A. Öcalan tarafindan da ifade edildi. Fakat TC
devleti bunu henüz erken bulmaktadır. Çünkü tüm entrika ve yaptırımlarına rağmen
KUKM`nın dinamiklerini tasviye edemediler. Ama bu dinamikleri “Apocu” hareket ile
denetim altında tutmaya çalışıyorlar.
Burada şu gerçek ortaya çıkıyor. Đhanet büyük tehlike olarak karşımızda duruyor. Tasviye
edilmesi gerekiyor. Ama kim tasviye edecek. Dahası hangi yol ve güçle?
Devlet PKK’yi kolluyor. Tasviye olmasını istemiyor. Tasviye olması halinde Kürd ulusal
potansiyelin denetimde çıkacağı, kendine yöneleceğini biliyor.
Devlet, bu tehlikeyi bir taraftan kendi yaklaşım ve uygulamalariyla bertaraf etmeye çalışırken,
diğer yanda PKK ile barajlamaya çalışıyor.
TC devleti, A. Öcalan ve örgütüne her türlü kolaylığı sunuyor. KUKM`nin tüm dinamiklerini
tasviyesi misyonu biçilen A. Öcalan`a daha hala duyulan ihtiyaçtandır. Türk Genelkurmayı-A.
Öcalan ikilisi ortaklaşa PKK yönlendiriliyor. Onlar da üstüne düşeni „büyük ve muazzam“
yapıyor.
Kürd milleti büyük bir tehlike ile karşı karşıya bulunuyor. Zorlu bir süreçten geçiyor. Karşı
karşıya olduğu zorluk sadece TC devletinin çıplak inkar ve imhası değildir. Bundan öte
kendine „Kürt özgürlük hareketi“ diyen ve kurtuluşu adına yola çıktığını iddia eden bir
hareketin ihanetine uğramasıdır.
Bu oyun bozulmalı, ama nasıl?
Kürd milleti, yurtseveri, milliyetçisi, devrimcisi, ilericisi, dincisi ve tüm ulusalcı güçleri ile
bir bütün olarak kendisine yaşatılmak istenen ihanete karşı çaresiz olamaz. Herkesin yapması
gereken çok şeyi vardır ve olmalıdır.
Kürd milleti çaresiz değildir. Kendisine dayatılan ihaneti defetmek için her bireyinin
yapabileceği birşeyi vardır.
En büyük sorumluluk siyasal örgütlerin omuzundadır. Ulusal varlığımıza yönelen dış ve iç
topyekün savaşa karşı tavır “bekle-gör” olamaz. Sızlanma, ihaneten merhamet, düşmandan
hak dileme hiç olamaz. Bu onursuzluk olur. Sonucu çürüme ve tasviyedir.
Kürd milleti, geçmiş ihanetlere karşı nasıl ulusal bir duruş almışsa, bugünde „Apocu“ ihanet
çetesine karşıda ulusal bir duruş alacaktır. Buna şüphe edilemez.
KUKM`ne yönelen tasviye planına karşı Kürd millet dinamiklerinin ortaya koyacağı yegane
kurtuluş yöntemi Kürd milletinin silahli ulusal kurtuluş savaşı olmalıdır. Bu yöntem dışında
başvurulacak her yöntem yarardan çok zarar verecektir.
Kürdistan bağımsızlık hedefine uygun olarak bir program ortaya konulmalı, halkı bu temel
amaç ve ilkelerde politikleştirmeli, örgütlemeli, dış ve iç düşmana karşı savaşılmalıdır.
Bağımsızlıkçı güçlere ayrıca büyük sorumluluklar düşmektedir. Peki bağımsızlıkçı hareketin
sorumluluğu nedir? Tek kelimeyle örgütlenmek ve savaşmaktır. Sorumluluklarının gereğini
yerine getirdikçe, varoluş nedenine uygun örgütlendikçe ve düşmana karşı savaştıkça,
sömürgeci sisteme darbe vurduğu oranda ihanetede gereken cevabi vermiş olacaktır.
Dış düşman ve ihanet belasından kurtulmak isteniliyorsa örgütleyip savaşmak zorunludur.
Bunun başka bir yolu yoktur.Var diyenler Kürd milletini olduğu gibi kendilerinide kandırmış
olurlar.
Bağımsızlıkçı güçler, “bekle-gör”ü siyaset edinemez. Koşullar ne kadar zor olursa olsun,
eldeki olanak ve imkanlarla mutlaka sürece müdahale etmesi şarttır.
Barbarlık düzeyine varan sömürgeci sistemin uygulama ve girişimlerinin etkisizleştirilmesi,
ihanetin önünün kesilmesi, dahasi tasviye edilmesi yürütülecek silahlı ulusal kurtuluş
mücadelesine bağlıdır.
Süreç, ulusal varlığımıza yönelen sömürgeci sistem ve ihanete karşı topyekün savaş sürecidir.
Kürd milletini zafere taşıyacak yegane yol budur. Bunun dışında tutulacak her yol Kürdlere
kaybetirecektir.
29 Mart 2006
Kürd Katleden Türklere Aşık Kürdler Oldukça...!
Hasan H. YILDIRIM
Türk katil sürüsü Kürd öldürdükçe malum Kürd çevreleri ellerinize sağlık demeyi kendine
vazife biliyor. TC devletinin Kürd milleti üstünde denemediği hiç bir silah bırakmazken, bu
katil sürüsüne Kürdistan’dan defolun diyemezken yaşları 6-18 oarsındaki Kürd çocuklarının
elindeki taştan şiddet keşfediyorlar. Provakasyon aleti ilan ediyorlar. Bedua okuyorlar.
Halkımızın şehitlerine sahiplenişini kınıyorlar. Yayınladıkları bildirilerle, ziyaret ettikleri
devlet erkanına olan biteni „onaylamıyoruz, tasvip etmiyoruz, yapılanları şidddetle kınıyoruz“
deyip sömürgeciye bağlılıklarını deklere ediyorlar.
Ama bu malum çevreler, polis kurşunu ile katledilen üç yaşındaki Fatih, 6 yaşınaki Enes ve
diğer Kürd çocuklarının katledilmesini kınamayı akıllarına bile getirmiyorlar.
TC devleti, tek tek ve toplu olarak Kürd öldürmeye devam ediyor. Devletin üst düzey
sorumluların açıklamalarına bakılırsa bu öldürmelerin devam edeceği görülüyor.
Peki ne olacak? Bunun sonu nereye varacak? TC devleti Kürd öldürmekle sorunu çözebilecek
mi? Bu mümkün mü? Çözemediği ve çözemeyeceği açıktır.
Peki sorun nasıl çözülecek?
Kürd öldürmekle sorun çözülmüyor. Demokratik bir zeminde sorunun muhatablarının
karşılıklı oturup çözmesinin koşullarıda yok. Buna Türk tarafı hazır değil. Fakat habire Kürd
öldürüyor.
Peki bu koşullarda Kürdler ne yapmalı?
Türkler, Kürdleri birer birer veya toplu halde öldürmelerine sessiz mi kalsınlar? Tepkilerini
ortaya koymasınlar mı? Tepkilerini ortaya koyan Kürd provakasyon mu yaratıyor? Bu iddia
sahibi Kürd’ün yurtseverliği tartışma masasına gelmez mi? Gelmez diyenler yanılır.
Bu dönemeçlerde ortaya konulan tavır nitelikle ilgilidir. Bu tavırda orta yol olmaz. Saflar
keskin ve net. Ya Kürd milletinin, ya da TC devletinin yanındasınız.
Muş kırsalında TC devleti tarafında kimyasal silahlarla katledilen 14 gerillaya halkımız
sahiplenmiş, kendi örf ve adetlerine uygun olarak defin edilmek istenmiştir. Ne olduysa ondan
sonra oldu. Bunu hazmedemeyen düşman halka saldırmış kadın ve çocuk demeden herkese
silah sığmıştır. Çoğu çocuk olmak üzere 10’un üzerinde Kürd katledilmiştir. Bunlar
görmemezlikten gelinerek kırılan bir kaç cam gündemin merkezine konulmuştur. Bu konuda
sömürgeci ile malum Kürd çevreleri elele vermiş, şehitlerine sahiplenen halkımız terörist ilan
edilmiştir.
Son olaylara kim zemin hazırlamış, kim kışkırtmış yaşanan olaylarla birlikte ele alındığında
önemini yitirmiştir. Velev ki, birileri karanlık amaçları için planlanmış olsa da halkın ortaya
koyduğu tavır hiçte sözkonusu odakların plan ve hesaplarıyla birebir örtüşmediği görüldü.
Mesele bu kadar açık ve netken malum Kürd çevrelerinin tekrarlamakta bıkmadıkları
“provakasyon” iddialerı neyi çözecek? Halkımızın haklı tepkisi karşısında yer almayı
“provakasyona gelmeme” olarak izah etmeyi “akılı politıka” olarak lanse etmek Kürd
yurtseverliğiyle bağdaşmaz..
Kürd katleden düşmandan ikide bir etmeyin eylemeyin türküsünü söylemeyi yaşam tarzı
edinenlerin Kürd yurdseverliğiyle bir alakası zaten yoktur.
Dahası var. Bu “akılı polikacılar”ımız(!) hizmete kusur etmedikleri Türk egemenlik sistemini
hoş tutmak için işin sorumlusunu Kürdistan halkını ilan etmeleri, halkımıza saygısızlıktır.
Bu saygısızlığı edenler çok. Halkın sömürgeciliğe karşı isyanını “provakasyon” olarak
söyleyen bu çevreler, sistemin kapısında kemik avına çıkmayı siyasetleştirenlerdir.
Halk katledilen evlatlarının cesetlerine sahiplenmesin mi? Bu onursuzluk olmaz mı? Bu
onursuzluğu yapan halk kendisine saygısını yitirmiş olmaz mı? Halktan bu mu isteniyor?
Evet bu malum çevreler, halktan aynen bunu istedi ve istiyor. Yok makale yazmışlarmışta,
halka provakasyona gelmeyin demişlerde, bunu engeleyememişlerde vs. inciler.
Be adam düşman bu halkın köküne kibrit suyu dökmeyi siyaset edinmiş. Bunun uygulamasını
yapıyor. Hergün Kürd insanı katlediliyor. Peki bu durumda Kürd insanı demokratik
tepkisinide mi göstermesin?
Bu malum çevrelere bakılırsa bunuda yapmamalılarmış.
Niye efendim? Çünkü provakasyon olurmuş. TC devlet yetkililerinin sabırlarını taşırmasına
sebeb olurmuş. Onlarda katliam yapsalar yeriymiş. Buna sebebiyet verenler “değişim ve
demokrasi düşmanları”, “AB karşıtları” imişlermiş(!) Bu malum çevrelerin söyledikleri aynen
bunlar.
Birde utanmadan “ulusal demokratik taleplerini demokratik yol ve yöntemlerle dile getirmeye
çağırıyoruz.” demezler mi. Ve arkasında “sivil itaatsizlik”, “sivil direniş”i “macera” olarak
ilan etmezler mi. Mesele bu olduğuna göre “demokratik yol ve yöntemler”den kastettikleri
nedir?
Onu da söylüyorlar. Bakın ne söylüyorlar. TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan sorunun
çözümünü istiyorlar.
“Diyarbakır’da verdiği sözü tutmalı, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne
yardımcı olacak adımları bir an önce atmalıdır.” diyorlar.
Bunu her zaman söylüyorlarda, peki Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır olayları sonrası şu
söylediklerine ne diyorlar? Bunları duymamazlıktan geliyorlar.
TC devleti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Diyarbakır'da „Kürt sorunu benimde
sorunumdur“, "tarihle yüzleşmek" gerektiğini söyledi, ama sadece söylemekle kaldı. Daha
ötesine bir adım atmadı, atamadı. Atamazdı, çünkü Başbakan olduğu sistemin resmi görüşü
ortada.
Bunun ne anlama geldiğini daima dile getirdik. Fakat bizim gibi düşünmeyen Kürdlerde oldu.
Bunlar düşman tarafından “akılı Kürt” olarak lanse edilir. “Akılı Kürt”te bu payenin altında
kalmaz. Düşmanın ağzında ilgili ilgisiz Kürd kelimesi çıkmasın. Hemen ucu yakılmış
mektuplar düşemeyi vazife bilir.
Kürd dostlarından yanık mektup alma onuruna ulaşan Türk Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan, dostlarını yanıtlarken bizi yanıltmadı.. Umarım dostları bunu doğru okurlar.
"Çocuklarını sokaklara dökenler veya çocuklarının terör örgütleri tarafından kullanılmasına
fırsat verenler, yarın ağlamanız boş yere olacaktır. Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın
da olsa kim olursa olsun terörün maşası haline gelmişse gerekli müdahale ne ise bunu
yapacaktır… Ellerindeki o taşların hedefi de amacı da bellidir, bunu da biliyoruz. Hedeflerini
gayet iyi tespit ettiğimiz için müdahale şartlarımız da bellidir. Ama hepsinin zamanlaması
vardır…" narasını attı.
O atar atmasına. Buna yanmayız. Düşmandır der geçeriz. Peki bu kadar açık ve çıplak
düşmanla „Türkiye’de ortak geleceği özgür ve barış içinde birlikte öreceğimize olan inanç ile
sözlerimi noktalamak istiyorum.“ diyen düşmanlarımızın dostu Kürdlere ne demeli?
TC devlettinin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, kadın, çocuk demeyiz katlederiz dediği bir
ortamda bu malum çevreler, katilden katili yakalanmasını ve yargılanmasını isteyecek kadar
yüzsüzleştiler.
“Saldırıyı gerçekleştirenlerin ve ölüme sebebiyet verenlerin açığa çıkartılıp cezalandırılmasını
talep ediyoruz.” diyen mantık en aşağı katliamları gerçekleştiren mantık kadar tehlikelidir.
Đşte devleti temize çıkarmanın uğraşı. Her ne demekse “Türk devletinin bir kanadı” ile kafayı
bozmak ve bunu siyasal bir ilke edinmek aslında bilerek veya bilmeyerek TC devletine hizmet
etmek demektir.
Kürd reformist hareketi, TC devletinin bekasını sahiplerinden daha fazla kendine iş
edinmiştir. TC devletini halkımıza kabullendirmeyi sahiplerinden götürü almıştır. Olup biten
tüm olumsuzlukları “derin” dedikleri her neyse onlara fature etmekte, buna karşın devleti
temize çıkarmanın politikasını vermektedir.
Her şeyden önce “derin” ile ne ifade edilmek istenmektedir? Derin olan nedir? Derin olan
kimdir? Meseleye yakında bakıldığında “sanal” bir güç olduğu ve yel değirmenine karşı
„şövalyelik“ edildiği görülmektedir. Ama bunun hemen yanıbaşında devletin meşru birimleri
iş başında iş bittirmektedir.
Đş bittiriciler kimdir? Bunların TC devletinin meşru birimleri olduğunu kim inkar edebilir?
Hergün Cumhurbaşkanları, Başbakanları, Genelkurmay Başkanları ve diğer ilgililer Kürd
öldürmek serbest dedikleri bir siyasal ortamda ordu ve polis başta olmak üzere paramiliter
örgütler ne yapar? Tabii ki, Kürd öldürür.
Türk ordusu, polis vs. silahlı güçler TC devletinin meşru birimleri midir? MĐT; JĐTEM ve JĐT
vs. birimler emir komuta içinde kurulan birimler midir? Evet tam da öyledir. Peki bunda
derinlik nerde?
Herşeyin TC devletinin meşru birimleri tarafından yapıldığı kesinken bunu “derin” odaklara
fature etmek devleti temize çıkarmak olmuyor mu?
Diyelim sorunu bu mecrada ele almak Türk tarafı için anlaşılır bir yanı olabilir. Kendi
devletlerinin daha fazla yıpranmaması için yaptıkları pisliklere sahiplenmeyip “derin”
dedikleri “sanal” güçlere fature edebilir. Bu anlaşılır bir durum.
Peki soruna Türk tarafı gibi bakan Kürd tarafa ne demeli? Kürd tarafın bunda ne çıkarı
olabilir? Meseleye yakında bakıldığında Kürd milletinin bunda çıkarı olmadığı, bu politikayı
yapanında Kürd yurtseverleri olmadığı ve Türk Kürtleri oldukları görülür.
Halkımızın topyekün ayağa kalktığı ve „Sömürgeciler Kürdistandan defolun“ dediğinde buna
provakasyon deyip sisteme bağlılıklarını deklere edenler işte bu Türk Kürdleridir.
05 Nisan 2006
Aptal Olan Kim?
Hasan H. YILDIRIM
AB’nin dönem sömürge valisi Joost Lagendijk Diyarbakır’da esti geçti. Verdiği mesajlarla
tamda beyaz adamlığını ortaya koydu. Kürdlere bol bol tehdit savurdu. Kürdlerden silahlardan
uzak kalmasını isterken Türk ordusunun Kürdistan`daki varlığı ve icraatlarına bir şey demedi.
Lagendijk; ''cesur Kürtler arıyorum''' diyordu. Bu “cesur Kürtler”den “her türlü şiddetin kesin
bir şekilde kınanması”nı istiyordu. Ama TC devletinin yüzyillardır Kürd milletine karşı
sürdürdügü şiddeti görmek istemiyordu.
TC devletinin Kürd milletine karşı soykırım düzeyinde seyreden uygulamalarını görmeyip
Kürdlere şiddetten uzak durmayı salık vermeleri dünden bugüne Avrupalının politikasıdır.
TC’ye göre Kürdistan diye bir ülke ve Kürd diye bir millet yoktur. Đstisnalar hariç Avrupalıda
bu görüş sahibidir.
Avrupalıya göre işgal edilmiş bir Kürdistan yoktur. Bu vesileyle Kürd-Kürdistan sorunuda
yoktur. Var dediği sorun TC devletinin var dediği sorunun varlığı kadardır.
Peki var dedikleri sorun nedir?
“Güneydodu sorunu.” “Bölgelerarası dengesizlik sorunu.”
Soruna çözümde bulmuşlar. “Güneydoğuyu kalkındırmak.”
Peki bunu nasıl yapacaklar?
Sömürge valisi bu konuda da tam beyaz adam rölünde.
Kürdistan sorununun çözümünü alevere dalevereyle yatırımların yapılmasına bağladı.
Yatırımların olması içinde Kürdlerin silahlardan uzak durmasına bağladı.
“Eğer burada devam eden bir şiddet olursa AB’nin bu konudaki tecrübeleri bir işe
yaramayacaktır ve kimse buraya gelip yatırım yapmayacaktır” dedi.
Anlaşılan Avrupalı beyaz adamın sıkıntısı Avrupa sermayesine güvenli bölge sağlamak. Bu
da Kürdleri ikna etmeden olmayacağını biliyorlar. Kürdleri susturmak içinde ağızlarına bir
kaşık bal sürmeyi ihmal etmiyorlar. Radyo ve tv’lerde biriki Kürdçe türkü fazla söyletmekle
sorunu haledeceklerini sanıyorlar.
Avrupalı beyaz adam Kürdleri aptal yerine koyuyor. Aptal Kürd bulmaktada zorlanmiyor.
Kürd politıkacısının, aydınının yaniden düşünme zamanıdır.
Ya Avrupalı beyaz adamın bize uygun gördüğü “aptalığı“ kabullenilecektir, ya da asil bir
millettin ortaya koyduğu tavrı koyacaktır.
Bu da Kürdlerin millet olmaktan doğan haklarının savunucusu ve mücadelesini vermekle ve
beyaz adamın Lozan’da Kürd milletine dayattıkları köleliği ve bunun sonucu olarak bugüne
dek izledikleri barbarlıklarını hatırlatmakla olacaktır.
Türk egemenlik sistemi Avrupalı beyaz adamın eseridir. Avrupalı bu sistemin destekleyicisi
ve koruyucu meleğidir. Onunla bir problemi yoktur. Problem yarattığı bu canavarın Kürdleri
eskisi gibi zapt-ı rapt altına alamayışıdır. Sıkıntısı budur. Aranan çare bu sıkıntıyı
gidermektir.
Herkesten çok Kürdler şunu bilsin ki, Avrupalının aradığı çare Kürd-Kürdistan sorununu
çözmek için değildir. Kendi çıkarlarını korumak için Kürdleri Türk egemenlik sistemi içinde
islah etmektir. Aprupalının planı ve çabası budur.
Kürdler, bu zokayı yutacak mı? Kimse bunu bugünden sonra Kürdlerden beklemesin. Sadece
Diyarbakır serhıldanında Kürd çocukların attıkları sloganlara baksın.
Ne demişlerdi bizim çocuklar :
“Sömürgeciler Kürdistan’da Defolun!“
15 Mayıs 2006
Danıştay Kaliamı ve Yaşa Yaşa Sen Çok Yaşa Paşa!
Hasan H. YILDIRIM
Türk savaş kurmayı, çoktandı siyasi cinayet işleyip cümle cemaat cenaze namazı
kıldırtmamıştı. “Vatan millet sakarya, yaşa yaşa sen çok yaşa paşa” dedirtmemişti. Danıştaya
yapılan saldirı, bir üyesinin öldürülmesi, bir kaçının yaralanmasıyla bu fırsattı yarattı.
Genelkurmay devir-teslim dönemidir. Arkasında Cumhurbaşkanı seçimi var. Ordunun
kanatları ve ordu ile sivil kanatın iktidar kavgası var.
En güçlü olan Büyükanıt ekibi işi olura bırakmıyor. Hergün bir oyun tezgahliyor. Ama evdeki
hesap her zaman çarşıya oymuyor. Şemdinli’de yakayı halka kaptırdı.
Olay bununla bitse ne ala. Fakat olay tırmandı. “Çaylak” bir savcı çizmeyi aşıp hakkında
dava açılsın iddiasında bulundu. “Bağımsız yargı”ya müdahale edilip, Savcıya görevden el
çektirilip haddi bildirilsede alabildiğine teşhir oldu.
Bu kez PKK’yi sahneye sürdü. Fakat Diyarbakır’da başlayan ve Kürdistan’ın tümüne yayılan
serhıldanlarla bu oyunda bozuldu.
Bu kez Kürd milletine karşı tarihlerinin en büyük askeri hareketini başlattı. Fakat bunun da
şişirme bir balon olduğu anlaşıldı.
Gündemi değiştirme ihtiyacı doğdu. Ve hemen tetikçilere iş başı yaptırdı.
Türk savaş kurmayı, bir tetikcisini daha sahneye sürdü. Vatan millet sakarya nakaratını hep
birlikte bir kez daha seslendirmek ve miili birlik mesajını bir kez daha herkese dayatmak için
bir veya bir kaç “önemli” kişinin katledilmesi emri veriliyor. Emir yerine getiliyor. Arkasında
aktörler ve figüranlar sahne aliyor.
Oh ne hoş! Hem katlet, hem cümle cemaatla cenazesini kaldır. Bu vesileyle sağıyla soluyla
kolkola, omuz omuza “yaşa yaşa sen çok yaşa paşa” dedirtmek için haydi cenaze namazına.
Türk savaş kurmayın bir tetikcisi göz göre göre elini kolunu salayarak Danıştay’a giriyor.
Silahını Danıştay üyeleri üzerine boşaltıyor. Ölen oluyor ve yaralı var. Katil zanlısı
yakalanıyor. Olay gündeme bomba gibi düşüyor.
Türk savaş kurmayı, sahaya iniyor. MKG’ci sağ ve sol arkasında sıra sıra diziliyor. Önünde
engel gördüğü güçlere saldırı serbest emri veriyor. Hep bir ağızdan “yaşa yaşa sen çok yaşa
paşa” diye bağırıyor.
Türk savaş kurmayına gün doğuyor. Sistemin gevşeyen vidalarını yeniden bir güzel sıkmak
için, balans ayarına yeniden bir çeki düzen vermek için gün doğuyor. Bunun için ilgili
çevrelere mesaj vereiliyor. Yakında TMY jet hızıyla mesliste çıkacağı kesinleştiriliyor.
Bu yeni bir oyun değil. Türk savaş kurmayı sıkıştığında ve sistemin balans ayarını yeniden bir
çeki düzen verme ihtiyacı duyduğunda baş vurduğu yöntemlerden biri.
Đşin tuhaf tarafı bu oyunun figuranları kendine aydın ve sol diyen çevreler olmasıdır. Daha
evel Türk savaş kurmayı tarafından katledilip ve üstüne üstlük bir de cenaze sahipliğinide
üslendiği tüm siyasal cinayetlerin figuranları hep kendine aydın ve sol diyen zevat oldu.
Son olarak katledilen Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin’in cenaze töreninde de aynı
manzara sahnelendi.
Katliam emrini veren Türk savaş kurmayı. Cenazeye sahiplik yapan yine bu kurum.
Genelkurmay tüm kuvvet komutanlarıyla cenaze töreninde en ön sırada yerini aldı.
Arkalarında sağı ve soluyla cümle cemaat MKG’ci odaklar.
Hep bir ağızdan “vatan millet sakarya ve yaşa yaşa çok yaşa sen paşa” diye bağırdılar.
Bunun ismi Türk usulü milli mutabakattır. Türk usulü yönetim biçimidir. Türk egemenlik
sistemidir. Bu dünyada “öteki”ne yaşam hakkı yoktur.
Kürdler, bu halkayı kavradığında, bundan uzaklaşma ve bağımsızlaşma mücadelesi verdiği
oranda özgürleşirler. Bunun dışında başka kurtuluş yolu yoktur. Bu sistemin değişeceği
hayalini kuranlar, başkalarından öte kendilerini kandırırlar.
18 Mayıs 2006
Hancı Kim Yolcu Kim?
Hasan H. YILDIRIM
Türkler, coğrafyamıza gelen son unsurlardır. Coğrafyamızı kılıç zoruyla „yurt“ edinmişlerdir.
Dünyada istisnai örnek olmasada ilk olduğu tartışılmazdır. Zoraki misafirdir. Daima bu
korkuyu hissederek kendini yaşatılar. Bu nedenle Türk olmayan herkesi katliam ve devşirme
yoluyla ortadan kaldırmayı devletin resmi politıkası haline getirdiler.
Bunu kendileride kabul ediyorlar. “Anayurdumuz ortaasyadır” demeleri bunun itırafıdır.
Fakat bu gerçeğe karşın herşeyi tersyüz ettikleri gibi bunu da tersyüz etmeyi politıka haline
getirmişlerdir. Coğrafyamıza ayak basmaları tarih olmayacak kadar yeni olmasına karşın
anesi sermaye, babası belli olmayan zatın “Anadolu’nun tapusunu istiyorum” emri üzerine
devlet proflarının masa başında üretikleri hurafelerle coğrafyamızın yerli halklarının tarihine
sahiplenilmiş, ırkçı, şoven resmi “Kemalist tarih” yazılmıştır. Bu mantık üzerine kendi
deyişleriyle “olmayan bir ulus yaratmışlar”dır. Bu da çok kanlı olmuştur.
Barbar Türk sürüleri coğrafyamıza ayak bastıklarından bugüne yerli halkları katletmiş,
devşirmiş ve ülkelerinde sürmüştür. Çapulcu, devşirmeci ve katliamcı uygulamalarıyla yerli
halkların nefretini kazanmışlardır. Bu politıkayı bugünde sürdürmektedirler. Bunu varlık
nedenleri biliyorlar.
Türk egemenlik sistemin yüzyıllardır tasarladığı ve uygulamaya koyduğu politıka, “öteki”
dediği millet ve azınlıkları katletme ve devşirme, yani etnik temizliğe uğratmaktır. Fakat ne
yazık ki, bu politıka başarılı olmuştur. Onlarca millet ve azınlık yok edilmiştir.
Đttıhat-ı Terakkicilerin 1900’lerin başında tasarladığı ve uygulamaya koyduğu sözkonusu bu
politıka Kemalistler tarafından devralındı ve bir yerde kendi varlık nedenleri sayıldı.
Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, geçenlerde durduk yerde mi, nasırına
basıldığında mı Türk’ün yüzünü bir kez daha gösterdi.
"Çok mu istiyorlar. Eğer Kürdüz diyorlarsa, babaları Barzani orada bekliyor. Gitsinler. Ona
iltihak etsinler." dedi.
Bunu diyen ilk kişi bu devşirilmiş soysuz unsur değildir. Sağıyla-soluyla ırkçı odakların ortak
düşünüdür. Bunun en bariz örneği kafatasçı Atsızlardır.
Hüseyin Nihal Atsız, "Türk milletinin başını belaya sokmadan, kendileri de yok olmadan
çekip gitsinler. Nereye mi? Gözleri nereyi görür, gönülleri nereyi çekerse oraya gitsinler.
Đran'a, Pakistan'a, Hindistan'a, Barzani'ye gitsinler. Birleşmiş Milletlere başvurup Afrika'da
yurtluk istesinler. Türk ırkının aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman Kağan
Arslan gibi önüne durulmadığını, ırkdaşları Ermenilere sorarak öğrensinler de akılları
başlarına gelsin."
Dağdaki gelmiş bağdakini kovuyor. Peki bu barbar Türk sürülerine ne demeli? Birgün koyun,
katır ve insan sürüleriyle çıkıp geldiler. Elerinde kılıç-kalkanlariyla coğrafyamıza felaket
getirdiler. Ogünden bugüne coğrafyamızda felaketin temsilcileri oldular. Yerli halkları asıp
kestiler. Ne var, ne yok çalıp çırptılar. Şimdide bu toprakların kadim sahipleri olan Kürd
milletine yol gösteriyorlar.
Sağı sol tamamlar. Birini al ötekine vur.Sağı biz Kürdlere yol verirken solu sanki biz Küdrlere
bir şey bağışliyorlar gibi başka telden çalar. “Ülkemizde Kürt halkı her zaman olmuştur.” der.
Buyur burdan yak. Bu ne aymazlık, bu ne yüzsüzlük!
Kim kimin ülkesinde vardır? Kürdler, bu coğrafyanın en kadim halkı. Bilinen tarihten beri bu
coğrafyada vardırlar. Varoldular ve varolacaklar. Türk denilen barbarlar ise coğrafyamıza
sonradan gelen istenmeyen zoraki misafir.
Şimdi bu barbarların torunları olduklarını iddia edenler kalkıp diyorlar ki, “Ülkemizde Kürt
halkı her zaman olmuştur”.
Sanki biz Kürtdere bir şey bağışliyorlarmış gibi. Çok iyilik ediyorlarmış gibi.
Hayır baylar! Biz kimsenin ülkesinde sığıntı değiliz. Bu ülke bizim.
Tüm katliamlarınıza, insanlıkdışı uygulamalarınıza ve tüm ihanetlerinize ragmen ülkemizi
terketmedik. Etmeyede hiç niyetimiz yok. Terketmesi gerekenler, ülkemizde istemediğimiz
sağıyla-soluyla yüzsüz ve utanmaz zoraki misafirlerdir.
Ülkemizden defolun diyoruz, anlamamazlıktan geliyor. Pislik herifin teki. Yalancı, demegok,
hırsız ve utanmaz. Laftan anlamaz.
Bu soysuz herıfler her şeyimizi gasp, talan ve hırsızladıkları gibi şimdide mücadelemizi
çalıyorlar. Yok ülkelerinde Kürd halkı her zaman olmuşmuşta, bunun kıstasıda “halkların
mücadelesi” imişmişte. Gerçekten bunlar ne utanmaz herifler.
Ortada “halkların mücadelesi” mi var?
Kürd milleti yüzyıllardır yabancı işgale karşı mücadele ediyor. Bu uğurda ağır bir bedel
ödediği gibi mücadelede yanlız kaldığıda biliniyor.
Eğer “halklar” dedikleri içinde Türk halkıda var deniliyorsa, bunun ayrıca koca bir yalan
olduğu gerçeği biliniyor. Türk halkı, tarih boyunca kendi egemen sınıfların yanıbaşında
coğrafyamızın yerli halklarına karşı savaştı. Dün savaştı, bugün savaşıyor.
Türk halkı, aydını ve solu, daima KUKM karşısında Türk egemenlik sisteminin bir eklentisi,
yedek gücü, maddi ve manevi destekleyicisi olmuştur. Sistemin yanıbaşından halkımıza karşı
savasmıştır. Yetistirdiği evlatlarını dün oldugu gibi bugünde savaş cephelerine davulu-zurnalı
halaylarla “en büyük asker bizim asker” şoven çıgırtkanlığiyla gönderen yine bu Türk
halkıdır.
Şimdi bu düşürülmüş, sistem tarafından kazanılmış bu halkın “öncüleriyiz” diyen zevat,
“halkların mücadelesi” adı altında Kürdistan halkının mücadelesine sahipleniyor. Her
şeyimizi gasp ve talan ettikleri gibi şimdide mücadelemizi çaliyorlar. Üstüne üstlük bir de
kendi ülkemizde bizi sığıntı olarak tanımliyorlar.
Bu ne demektir?
Halkın tabiri ile hırsızın ev sahibini bastırır rolünü oynamaktır. Burada hırsız kim, ev sahibi
kim bellidir. Biz ev sahibiyiz. Sistemin icazetli “solu” ve adına konuştuğu her kimse
ülkemizde hırsızdır.
Ülkemizde bu hırsızlara yer yoktur. Onlar, geldikleri gibi gidecekler. Hemde kuyruklarını
bacakları arasına kısarak, arkalarına bakmadan defolup gidecekler.
Bu, Kürdistan halkına ağır bir bedel ödeme pahasınada olsa başarılacaktır. Kürd milletinin
bağımsızlığı, Kürdistan halkının kurtuluşu ve gelecek nesillerin hür ve onurluca yaşaması için
ne gerekiyorsa o yapılacaktır.
4 Haziran 2006
Manzara Bu mudur Budur!
Hasan H. YILDIRIM
Bu gün size zamanın behrinde olmuş bir hikaya anlatayım. Köyün birinde zat-ı muhteremin
biri amansız bir hastalığa yakalanmış. Kendini köyün dirlik ve düzenini “koruma ve kollama”
sorumlu merci ilan etmiş. “Bir bilen” ya!
Köylünün her işine müdahale edermış. Terör estirirmiş. Dövmediği adam bırakmazmış.
Köylü elinde ilallah eder hale gelmiş.
Köylü oturmuş tartışmış. Zat-ı muhteremin hasta olduğuna karar vermişler. Bu beladan
kurtulmak için zat-ı muhteremi tedavi etmeye karar vermişler. Baş vurmadıkları kapı
bırakmamışlar. Hacı-hocadan nuska yaptırılmış, şeyh’e üfürtülmüş, götürmedikleri doktor
bırakmamışlar.
Zat-ı muhteremin iyileşeceği yok. Köylü çaresiz, nereye baş vuracağı, ne yapacaklarını
bilemez hale gelmişler.
Bir gün bu çaresizliklerine çare ararlarken köyün delisi akıllarına gelmiş. Birde ona baş
vuralım demişler. Toplu halde ona gitmişler. Sorunlarını anlatmışlar. Kendisinden yardım
istemişler.
Bizim deli uzun uzun düşünmüş ve “Bu zat-ı muhterem daha evel ne iş yapardı?” diye
sormuş.
Köylü hep bir ağızdan “Türk ordusunda uzatmalı çavuştu efendim” demişler.
Deli, “Hımmmm...O zaman bu iş kolay,” demiş.
Köylünün yüzü gülmüş. Gayrı ihtiyari hep bir ağızdan “Nasıl olacak bu iş efendi?” diye
bağırmışlar.
Deli kendinden emin olarak, “O itoğlunu köy muhtarı yapın. O iyileşir, sizde kurtulursunuz,”
demiş.
Köylü aynısını yapmış. Ama yapmaz olsunlarmış. Zat-ı muhterem giderek daha da azmış.
Hemde muhtarlık zırhına bürünerek.
Bu günkü Türkiye’deki siyasi manzaraya baktığımda hep bu hikaye aklıma gelir.
Her köşe başında bir çetenin mantar gibi bitmesi tesadüfü müdür? Hele çete başları ve
elemanlarının emekli General ve polis amirleri olması tesadüf olur mu?
Alışkanlık o ya!
Türk egemenlik sisteminde ordu, imtiyazlı tek kurumdur. Çünkü iktidardır. TC devletinin
kuruluşundan bugüne bu böyledir.
Eleştilemez, dokunulamaz, hesap sorulamaz, yargılanamaz konumdadır. Böylesi bir sistemin
“demokratik hukuk devleti olduğu” ve “yargı bağımsızdır” aldatmacasına kargalar bile güler.
Türkiye’de “demokrasi var”, “yargı bağımsızdır” demek demokrasi ve adaletle alay etmek
demektir.
Türkiye’de ne demokrasi var ne de yargı bağımsızdir. Çünkü TC devleti “demokratik hukuk”
devleti değildir. Bu nedenle yargı ordunun güdümündedir. Eğer böyle olmasaydı
Genelkurmayın emriyle devletin bir savcısı bir kuvvet komutanı hakkında yargılanmalıdır
dedi diye görevinden el çektirilmezdi.
Bu kanıksanmış bir uygulama.
Muhalefeti, aydını ve solun topyekün olarak hükümete karşı ikidebir orduyu göreve çağırdığı
bir ülkede yargının bağımsızlığı dahil, demokrasinin esamesi okunur mu?
Hükümet, “kimse ordumu eleştiremez, yıpratamaz” deyip ordu dalkavukçuluğu yaptığı bir
ülkede işler niye böyle yürüyor deme hakkı var mıdır?
Sen, hükümet-muhalefet, sağ-sol, resmi-sivil kesiminle, yani toplum olarak sistemin “koruma
ve kollama” görevini orduya verirsen, imtiyazlı tek kurum mertebesine oturtursan, iktidar
erkini ona kaptırırsan sonuçta olacağı budur.
Adam ister emekli veya olmasın. Sistemin kendisine biçtiği bir rol var. O da bunu tepe tepe
kullanıyor. Ogünden sonra şikayet etmenin kiymeti harbiyesi olmaz. Şikayet etsen bile bunu
takan kim olur.
Olacak olan ortadadır. Her köşe başında “sistemi koruma ve kollama” çeteleri oluşur. Hepside
imtiyazlı “iyi aile çocukları” olur.
Onlar tepinir, ahalide ayak altında ezilir. Ol manzara budur.
Đtirazı olan var mı? Yok canım! Olur mu öyle birşey!
Hiç bilmez miyiz, Türk toplumunun ezberini?
“En büyük asker bizim asker”(!)
Karşımızda hasta ve paranoyak bir toplum var. Sistem toplumun resmine uygun. Tencere
yuvarlanmış kapağını bulmuş.
Türk denilen ucube toplum hasta ve parayonak. Đnsanlığın geleceği için kesin karantinaya
alınma mecburiyeti var.
Bu işi kim yapacak diye sorulursa, iç ve dış dinamikler sayılır. Peki iç dinamiklerden ne
haber? Geç onları. Hepsi Kürd’e karşı seferberlik halinde. Linç operasyonlarında. Kendi
kurtuluşunu da sağlayacak olan KUKM karşısında yer almakta.
Peki dış dinamikler bu iş için yeterli mi? Gelin güvey AB, bununla baş edebilir mi?
Sanmıyorum. Neden mi? Çünkü onlar, “Türk imajı”nı kurtarma peşinde.
Çıkar dünyası.
O halde mesele açık ve net. Kendimizi kandırmanın bir alemi yok. Bu ceberut toplumun
değişeceği yok. Böyle bir derdi de yok.
Kürdlere yol göründü. Nereye mi? Kendi bağımsız dünyalarını kurmaya.
Kürd dünyasında buna itirazı olan var mı? Olabilir! Ama onlar, bizden değildir.
08 Haziran 2006
Önemli Birkaç Bilgi
Hasan H. YILDIRIM
Bir arkadaşım E. Mail’ime M. Kemal’a ait mektup ve konuşmalarından kısa bir kaç alıntı ve
yorumunu göndermiş. Uzun yoruma gerek duymadan döneme denk olması açısında
arkadaşımında onayını alarak bu önemli bilgiyi sizlerle paylaşma gereğini duydum. Bir çok
insanımızın bildiği bilgiler olsada bir çok okuyucunun yararlanacağını umuyorum.
Belgelerin özü bügünün TC devlet siyasetinin özü ile bir olması açışında ilginç. Đlginçliği
sadece bugünün TC yetkililerinin Kürdlerin devlet kurma girişimine, ABD ve Đsrail ile
ilişkilerini bozmak için baş vurduğu yöntemlerin sınırlı değil, lafzının bile M. Kemal’inki ile
aynı olmasıdır. Türk egemenlik sistem cephesinde dünden bugüne değişen bir şey yok.
***
Mustafa Kemal 27 Haziran 1920'de Elcezire Kumandanlığına yolladığı bir mektupta Kürdleri
kendi amaçlarına nasıl kullanmaları gerektiği yönünde talimatı vermekteydi. Kürdlerin
yaşadığı bölgelerde mahalli idarelerin kurulmasının gerektiğini, Kürd ileri gelenlerinin kendi
politikaları yönünde kazanılmış olması durumunda milletlerin kendi kaderinin kendilerinin
tesbit edilmesi hakkının pratiğe geçmiş olacağını "Kürdistan daki bütün çalışmanın bu amaca
dayanan siyasete yönelmesi Elcezire Cephesi Kumandanlığına aittir". Yanısıra talimatta
Kürtlerle Đngilizler ve Fransızların bir silahlı çatışma içerisinde olmaları doğrultusunda çaba
sarfedilmesini ayrıca Kürdlerin onlarla birleşmesini engellenmesini ve "Kürt reislerinin idari
ve askeri görevlere getirerek bize bağlanmalarını sağlamlaştırmak yine Kürdistanın iç siyaseti
Elcezire Komutanlığına ait olduğunu ve uygun görülecek değişikliklerin Hükümete
bildirilmesi istenir.
***
Özerkliğe ilişkin: Tam bir açıklama yoktur. Belirsiz açıklamalarla oyalatma taktiğiyle hareket
edilmektedir. Lozan görüşmeleri sırasında bu açıklama yapılmaktadır.
“Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarı için kesinlikle sözkonusu olamaz. Çünkü, bizim
ulusal sınırlarımız içinde Kürt öğeleri öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun
olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını da kaybede ede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır
oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye’yi mahvetmek gerekir. (...)
“Bu nedenle başlıbaşına bir Kürtlük düşünmekten çok Anayasamız gereğince zaten bir çeşit
özerklik oluşacaktır. O halde hangi bölgenin halkı Kürt ise kendi kendilerini özerk olarak
idare edeceklerdir...”
***
M.Kemal Güney Kürdistan konusunda konuşmasına şöyle devam eder.
“Đngilizler orada bir Kürt hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim
sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Bune engel olmak için sınır güneyden geçirmek
gerekir.”
M.Kemal Kürt bağımsızlığının önüne geçmek içinde Güney Kürdistan’ın Türkiye sınırları
içerisinde kalmasını istemektedir.
Dünden bugüne sürdürülen Türk egemenlik politikası işte bu.
15 Haziran 2006
Özgür Der Yöneticileri TC Devleti Tarafından Meçhule Götürülmüş Olmasın!
Hasan H. YILDIRIM
Bir aya yakın bir zamandır Türk islam çevrelerince Güney Kürdistan Hükümeti ve özelikle
KDP karşıtı bir kampanya yürütülmektedir. Kampanya Özgür-Der Diyarbakır şubesi
Yönetim Kurulu Üyesi Metin Demir’in Güney Kürdistan’da kayıplara karışmış olması üzeri
yürütülmektedir.
Metin Demir, 1 Haziran 2006 tarihinde Güney Kürdistan’a giriş yaptıktan sonra kendisinden
haber alınamıyor iddia ediliyor. Buna KDP’ye bağlı güçlerce gözetim altına alındığı iddiası
ekleniyor. Daha henüz kimler ve niçin Metin Demir’i gözetim altına aldığı bilinmezken aynı
merkez tarafından güdümlü olarak harekete geçirilen değişik Türk islami çevrelerin elbirliği
ile Güney Kürdistan hükümeti ve özeliklede KDP’yi suçlamaları tesadüfi değildir.
Olay tırmandırılıyor. 12 Haziran 2006 tarihinde Metin Demir’in akibeti hakkında sözde bilgi
almak üzere Güney Kürdistan’a Özgür-Der Genel Merkez yönetim kurulu üyesi ve Kudüs
Dergisi editörü Mustafa Eğilli ile Diyarbakır Şubesi üyesi M. Hasip Yokuş Güney
Kürdistan’a gönderiliyor. Şimdide bu unsurların gözetim altına alındığı iddia ediliyor.
Amaç açık ve nettir. Kürdistan Bölge Hükümetini ve özeliklede KDP’yi töhmet altında
bırakmaktır. Olayın alabildiğine medyatize edilmeye çalışılmasının nedenide budur.
Özgür-Der yöneticilerinin meçhul akibetleri bahane edilerek çok yönlü olarak Kürdistan
Bölge Hükümeti yıpratılmak istenmektedir. Metin Demir’e sahiplenen çevrelerin niteliğine
bakıldığında bu daha bariz olarak görülmektedir. Sadece „Đlmi Ve Kültürel Araştırmalar
Vakfı (ĐLKAV)“ Başkanı Mehmet PAMAK’ın açıklamalarına bakıldığında bunu görmek
mümkündür.
„Özgür-Der Diyarbakır Şubesi yöneticilerinden Metin Demir kardeşimizin başına gelenden
sonra, KDP eyalet yönetiminin hukuksuz uygulamaları yeni boyutlar kazanarak devam
ediyor.“
KDP’nin adı geçen unsuru gözetim aldına aldığı kanıtı nedir? KDP „Böyle bir kişi bizde
yoktur“ demesine rağmen ĐLKAV Başkanının bu yönlü açıklamasının niyetinide ortaya
koymaktadır.
Güney Kürdistan’da kimin eli kimin çebinde olduğunu en çok Türkler bilir. Irak ve Güney
Kürdistan’daki terör eylemlerinin arkasındaki gücün Türk devleti olduğu herkesin ortak
kanısı. Özeliklede Güney Kürdistan’da kargaşa ve istikrarsızlığı yaratmayı özel politıka haline
getirdiği bilinmektedir. Bunun için başvurmadığı hiç bir yol ve yöntem bırakmadığıda.
Düşünüyorumda bu unsurları Türk istihbaratı kaçırıp meçhule götürmüş olmasın? Ve
arkasında tüm it kopukları ile cümle cemaat Güneyli kardeşlerimize karşı seferberlik haline
geçmesin? Gelişmelere bakıldığında aynen öyle olduğu görülmektedir.
Özgür-Der Genel Başkanı Hülya Şekerci’nin konuyla ilgili açıklamasına bakıldığında bu
öngörümüzün haklılığı dahada kesinlik kazanmaktadır.
”Özgür-Der Genel Merkez yönetim kurulu üyemiz ve Kudüs Dergisi editörü Mustafa Eğilli
ile Diyarbakır Şubesi üyemiz M. Hasip Yokuş, Metin Demir’in uğradığı mağduriyetin
giderilmesi için hukuki girişimlerde bulunmak üzere 12 Haziran’da Kuzey Irak’a geçmişlerdi.
Yaklaşık bir hafta Kürdistan eyalet yönetiminin başkenti Erbil’de yetkililerden bilgi almaya
çalışan arkadaşlarımız girişimlerinin sonuçsuz kalması üzerine 18 Haziran Pazar günü akşam
Türkiye’ye dönmek üzere yola çıktılar. En son Pazar gecesi saat 23.30 sularında Irak sınır
kapısında kendileriyle görüştüğümüz arkadaşlarımızla o saatten itibaren irtibatımız kesildi.“
Burada dikkat edilmesi gereken şudur. Bu iki unsurun Güney Kürdistan’a girişinde,
Hewler’de Kürdistan Hükümet sorumlularıyla görüşmelerinde ve Đbrahim Halil kapısına
kadar gelişlerinde bir problemle karşılamamaları ve bu andan itibaren meçhul olmaları bu
unsurların Türk güvenlik güçleri tarafından derdest edildiği ihtimalini güçlendirmektedir.
Hülya Şekerci’nin ve daha evel ki açıklamalara bakıldığında ortada bir oyunun döndüğü
ortadadır. Adı geçen açıklamalar dikkatlice okunursa sözü geçen Mustafa Eğilli ile M. Hasip
Yokuş’un Türk güvenlik güçleri tarafından meçhule götürüldüğü izlemini güçlenmektedir.
Bu işi Kürdistan Bölge Hükümeti ve KDP yükleyecekleri kesindir. Kürd yurtsever çevreleri
buna dikkat etmeleri gerekir.
Bana öyle geliyor ki, Güney Kürdistan Hükümeti ve KDP büyük bir oyunla karşı karşıyadır.
Bu oyunun sahnelenişi Kürdistan Bölgesi Başkanı sayın Mesud Barzani’nin “Kürtlerin
kazanımlarını koruyacak Kürdistan Ordusuna Đhtiyaç var,” açıklamasına özelikle denk
getirilmesi tesadüfi değildir.
Bu olaylar bahane edilerek Güney Kürdistan Hükümeti ve KDP’ye karşı Türk islami çevreler
bir bütün olarak harekete geçmişlerdir. Özet olarak „Kuzey Irak'ta tam anlamıyla bir eşkıya
usûlüyle gözetim altına alınan Metin Demir.“ „Türkiye'nin vatandaşını sorgusuz sualsiz, bu
şekilde derdest etme cüreti birilerinde oluşmuşsa, hiçbirimiz hiçbir yerde güvende değiliz
demektir.“ „Bu da Türkiye'nin imajına zarar vermektedir.“ eşliğinde Güney Kürdistan
Hükümeti ve KDP’ye savaş açıldığı görülmektedir.
Đnsanlık onurundan, insan haklarından, hak ve hukuktan nasibini almayan Özgür-Der,
Haksöz, Vakit, Milli Gazete, Yeni Şafak, „Đlmi Ve Kültürel Araştırmalar Vakfı (ĐLKAV)“ ve
de burda ismini sayamayacağımız siyasalaşan Türk islami mihrakların elbirliği ederek Güney
Kürdistan hükümeti ve KDP’ye saldırmaları tesadüfi değildir.
Kuzey Kürd yurtsever çevreleri olaya Türk islam çevrelerinin baktığı gibi yaklaşamaz. Sorun
biriki insanın uğradığı haksızlık olayı olarak değerlendiremez. Dahası ortalıkta bir oyun
olduğu gerçeği kuvvetle ihtimaldır. Özgür-Der yöneticilerinin bir oyunun figuranları ve
kurbanları olduğu büyük olasılığı var.
Bu değilse bile Kürd düşmanı faaliyetleri ile ünlü Özgür-Der çevrelerini savunmak Kürd
yurtseverlerinin işi değildir. Özgür-Der denilen kurumu iyi tanımak gerekir. Misyonu nedir?
Niçin kurulmuş, ne yapar, kime hizmet sunar, genel bir tanımlama ile siyasal duruşu nedir
sorularına cevap vermeden TC devleti tarafından yöneticilerinin oynatıldığı bu olaylar
zincirinde bir figür olmak Kürd yurtseverlerinin işi olmamalıdır.
Özgür-Der islamın siyasalaşmasını savunan ve Kürdistan’a dayatılan statükonun korunması
savunuculuğunu yapan bir kurumdur. Ortadoğu’da şekilenen itifak ve cephelerde Kürd millet
karşıtı cephede yerini almıştır.
Bu vesileyle bir kez daha siyasalaşan islamın Kürd karşıtı bir zeminde yer aldığını
hatırlatmakta fayda vardır. Bunu anlamayanlara ithaf olunur.
24 Haziran 2006
Türk Savaş Kurmayı Havlar mı Havlar!
Hasan H. YILDIRIM
Son günlerde Türk savaş kurmayı yine havlamaya başladı. Havlar mı havlar. Bırakın havlasın.
Kimseye zararı yok. Dişleri çekilmiştir. Paniğe mahal yok.
Niye mi? Sebebi çok basit. Türk savaş kurmayı Güney’e girmekle sadece Kürdlerle değil,
başta ABD olmak üzere dünya ile savaşmayı göze alması gerekir. Bunu göze alır mı? Zor.
Alır diyen yanılır.
TC’nin böyle bir planı yok mudur? Olmaz olur mu? Çekmecelerinde ellerinin altında daima
bulunur. Fakat bunu uygulama ortamını bulamaz. Peki son günlerde bu işgal planını durup
durupken yine niye gündemleştirdi? Bunca tantananın nedeni nedir?
Sorun gerçekten iddia ettikleri gibi “PKK terörü” mü? Bu olmadığı açık. TC’nin kullandığı
bir terör örgütü olduğunu en iyi TC bilir. Bilmeyen varsa beynini PKK’ye rehin bırakmış
zavalı Kürdlerdir.
Kendince bu ortamı yakaladığını hesapladı. Hazır Đsrail, Filistin ve Lübnan savaşı tırmanırken
fırsat bu fırsat deyip bu kargaşada düşündüğümü uygulayamaz mıyım hesabını yaptı. Irak ve
ABD Ankara Büyükelçileri çağırılıp konuşuldu. Zemin yoklanıldı.
Genelkurmayın icraat memuruna dönüşen Başbakan eline verilen savaş kurmayın bildirisini
okudu. Tehditini savurmayıda ihmal etmedi. Siz bunu havlatıldı olarak okuyun. Resmi, sivil
kuruluşlar ve özelikle basın bu işin borazanlığını yaptı.
Zaten aylar önce sınıra yüzbinlerce it sürüsü sevkedildi, konumlandırıldı ve yeni takviyelerle
güçlendirildi. Savaş toplumu olan barbar Türk toplumu seferberlik haline getirildi. Đç
dinamikleriyle savaşa hazır vaziyet halini aldı. Bu konuda bir çıkmazları yok.
Fakat sorun bununla bitmiyor. Bunun yanısıra uluslararası güçlerin ve özeliklede ABD’nin
onayınında alınması gerekli. Zemin yoklanıldı ve vize alınmadı.
Peki buna rağmen TC Güney Kürdistan’ı işgal edebilir mi? Edemeyeceğini en iyisıni onlar
bilir. Fakat bunu düşünmüyorlarda değil. Uygularlarsa ne olur? Valla Kürdler biraz daha
ezacefa çeksede sonuçta Saddam’ın konumuna düşerler.
TC’nin bu koşullarda Güney Kürdistan’ı işgal etmesi demek sadece Kürdlerle değil, ABD
ilede savaşı göze alması demektir. O zaman ne olur? Süleymaniye’de birkaç itin kafasına
çuval geçirildi, bu sefer TC’nin kafasına çuval geçirilir. Türk it kopukları bunu çok iyi bilir.
Havlamalarına gerek yok. Denemek mi istiyorlar? Đşte Güney Kürdistan yanıbaşlarında. Hazır
yüzbinlerce it sınıra yığılmışken bir deneyin bakalım. Bey mi yaman el mi yaman görürsünüz.
Bu konuda Kürdler ihtiyatı elde bırakmaksızın rahat olsunlar. Türkler, köpek gibi havlar
havlar, kuyruklarını iki bacağı arasına kısarak kıçüstü oturmaya mahkumdurlar. Türklerin
Kürd milletinin Güney Kürdistan’daki kazanımları karşısında ilk havlaması değildir. Son
havlamalarıda olmayacaktır.
Çok mu iyimserim? Evet bu konuda iyimserim. Çünkü Türklerin Güney Kürdista’a saldırması
demek ABD ile savaşmayı göze alması demektir. Bunuda yapamayacağına göre yapacağı tek
birşey kalıyor, o da havlamaktır. Bununda kimseye bir zararı olmaz. Bırak havlasınlar.
ABD, dünya enerji sahalarını kontrol altına almayı dünden bu güne vazgeçmediği temel bir
politıka haline getirmiştır. GOP’nın özüde budur. Eğer bu anlaşılırsa ABD’nin Afganistan ve
Irak işgalleri anlaşılır. Dahası Đran ve Suriye’ye saldıracağının kaçınılmazlığı kendiliğinden
anlaşılır. Ve bu planı bozacak her hareketin karşısında ABD’yi bulacağı anlaşılmalıdır. Eğer
bunda hem fikirsek TC’nin ikidebir Güney Kürdistan’a girdi ve girecek meselesinide doğru
kavramış oluruz.
Kimileri heveslenmesin, kimileride paniklemesin. Herşey kontrol altındadır.
19 Temmuz 2006
Müslüman Kürdler Üzerinde Tehlikeli Bir Oyun Oynanılıyor!
Hasan H. YILDIRIM
Özgür-Der denilen Kürd millet düşmanı odak önderliğinde Kürdistan’ının bir çok alanında
“Filistin ve Lübnan halkıyla dayanışmak, Đsrail saldırılarını protesto etmek için“ miting,
yürüyüş ve basın açıklamaları eylemleriyle Kürd milletini düşmanlarının koltuk deyneği
yapmaya çalışıyor. Bu eylemliliklerde yoğun islami propaganda yapılarak, müslüman
halkımızın duygularına hitap edilerek düşmanlarımızın politıkasına alet edilmek isteniliyor.
Bu eylemliliklerde kitlelere attırılan sloganlara bile bakıldığında Kürd müslümanların Kürd
millet düşmanı mihrakların çıkarına nasıl da hizmet edilmeye seferber edildiği görülüyor.
Müslüman Kürdlerin milli duygularını „ümet“ paronası adı altında yok etmek, Kürd milli
davasından uzaklaştırmak için yoğun bir faaliyet yürüten Özgür-Der denilen karanlık odak
mercek altına alınmalıdır.
Hatırlanırsa Haziran ayında bazı yöneticilerinin Güney Kürdistan’a gittiği, Kürdistan
hükümeti tarafından gözaltına alındığı ve bugüne kadar kendilerinden haber alınmadığı
teması işlenerek Güney Kürdistan hükümeti ve özeliklede KDP’ye karşı yoğun bir
yıpratılma kampanyası yürütülmesine vesile yapılmıştı. Bu karalama kampanyası
bugünde sürdürülmektedir.
Kendilerine Kürd yurtseveri diyen bazı çevreler, bu kampanyaya ses katmış ve Özgür-Der
denilen karanlık odağın emellerine alet olmuştu. Özgür-Der denilen bu karanlık odağı Kürd
halk kitlerine empoze edilmesinde rol oynamışlardı.
Bu karanlık odak, bugün müslümanlık adı altında Kürdistan’da yoğun bir anti-Kürd faaliyetin
başını çekmektedir. “Em Hemi Filistini Ne” „Em Hemi Lübnani Ne“ adı altında Kürd milleti
düşmanlarının çıkarına koşuşturulmaya çalışılmaktadır. Fakat ne hikmetse aynı Kürd çevreleri
bu hainane girişim karşısında sessiz kalmaktadırlar. Dahası yurtsever milliyetçi Kürd
müslümanların bu tehlikeli gidişata karşı ne gibi bir tavırlarının olduğu bilinmiyor.
Ne Filistin, ne Lübnan bizim davamız değidir. Kürd milletinin destekleyeceği bir dava
değildir. Dahası bu davanın siyasal aktörlerinin herbirinin azılı birer Kürd düşmanı oldukları
biliniyor. Özgür-Der denilen karanlık odak Kürdistan’da yaptığı eylemlerle bu Kürd düşmanı
teröristleri Kürd milletine sevdirmeye çalışıyor.
Bugün süren Đsrail-Filistin, Đsrail-Hizbullah savaşını „din savaşı” şeklinde müslüman Kürd
halk kitlelerine kabul ettirilmeye çalışılmaktadır. Kürd halkının desteği alınmaya, daha
doğrusu Kürd halkı düşmanlarına hizmet etmeye koşuşturulmaya çalışılmaktadır. Burada
yurtsever milliyetçi müslüman Kürdlere büyük görevler düşmektedir. Yurtsever milliyetçi
müslüman Kürdler, bu oyuna gelmemelidir. Düşmanın bu oyununu bozmak onların görevidir.
Kendilerinden beklenende budur.
Kürd milletinin Đsrail ile bir alıp vereceği yoktur. Đsrail, Kürd milletinin düşmanı değildir.
Dahası Đsrail, Kürdistan davasını desteklemektedir. Bu da Kürdistan halkı içinde büyük
sempatiye yol açmaktadır. Kürd millet düşmanlarının korktuğu budur. Bu desteği ve gelişen
sempatiyi boşa çıkarmak için çok tehlikeli bir oyun sahneye konulmuştur. Özgür-Der ve onun
gibi karanlık odaklarca müslüman Kürd halk kitleleri içinde yoğun bir faaliyet sürdürülerek
bu destek ve sempati yok edilmeye çalışılmaktadır.
Bu politıka Türk egemenlik sistemin politıkasıdır. Özgür-Der ve onun gibi karanlık odaklarda
bu politıkanın Kürdistan’a taşıyıcılarıdır. Bu işi müslümanlık kisvesi altında yapmaları kendi
karanlık emelerini örtmek içindir. Hizmet etmeye çalıştıkları Türk egemenlik sistemidir.
Yoksa bu karanlık çevrelerin insanlık, din-iman, kardeşlik vs. gibi kavramlardan uzak olduğu
bir sır değildir. Kürd müslümanları buna dikkat etmelidir. Kürd müslümanların Türk, Fars ve
Arap müslümanları ile ortak bir çıkarları yoktur. Dahası çıkarları çatışır haldedir. Kürd
milletini jenositlerden geçiren, yaygın tanımlama ile inkar ve imha edenler bu müslüman
“kardeşlerimiz”dir. Kürd müslümanları bunu görmek zorundadır.
Türk egemenlik sistemi, son günlerde yine Güney Kürdistan’ı işgal ederim naraları attıyor. Bu
konu da büyük bir hazırlık yaptıkları ve Türk toplumunu savaş psikolojisine soktukları
biliniyor. Sağcısı, solcusu, dincisi, deyim yerindeyse toplum olarak işgali destekleyeceklerini
dile getiriyorlar. Filistin ve Lübnan işgali karşısında cinnet getiren dünya müslümanlarının
Türklerin Güney Kürdistan’ı işgal etme planına karşı çıktıklarını siz hiç işitiniz mi?
Đşitemesiniz. Çünkü bu çevreler bir bütün olarak Kürd millet düşmanlığını yapıyorlar. Đşte
size bunun örneği. Bugün islam dünyasının kahraman ilan ettikleri Hizbullah önderi Hasan
Nasrullah’ın söylediklerini Kürd müslümanları iyi okumalıdır.
“Türkiye'nin durumunu takdir ediyoruz. ABD'nin, Türkiye üzerinden cephe açma baskısına
karşı ciddi bir siyasi duruş sergiledi. Bunun da Arap dünyasında ciddi etkisi oldu. Irak
konusunda bölge ülkeleriyle birlikte hareket etmelisiniz. Çünkü ortak çıkarlarınız var: Mesela
Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması... Irak bölünürse bu, Türkiye, Irak, Suriye, Suudi
Arabistan'ın da bölünmesinin yolunu açar. Irak'ta federal yapı da çok tehlikeli olur.”
”Maalesef Irak'taki bazı Kürt gruplar ABD-Đsrail yönünde siyasi tercih kullandı. Bu onların
tarihi ve geleceği açısından kötü bir tercih. Kürtlerin çoğu Müslümandır ve bölgede büyük bir
Müslüman çoğunluk arasında yaşıyorlar. Onların çıkarı okyanus ötesi güçlerle değil,
bölgedeki Đslam ümmetiyle ittifaktadır. Yakın gelecekte ABD'nin çıkarı gerektirirse ilk
kurban yine Kürtler olur.”
Đşte Kürd millet düşmanı teröristin söyledikleri bunlar. Kürd millet egemenliğinin gaspını ve
Kürdistan’nın bölünmüşlüğü savunuyor. Devamında Arap ve Türklerin ortak çıkarına
olduğunu söylüyor. Güney Kürdistan siyasal önderliğin Kürd milletinin çıkarı gereği izlediği
politıkaya karşı bayrak açmış bu terörist “ümmet” ucubesiyle Kürdleri kandıracağını sanıyor.
Dahası tehdit ediyor.
Bu katil elebaşısına diyeceğimiz şudur. Kürdleri boş verin. Kürdlere tehdit savuracaklarına,
kendileri kurban olmamaya baksınlar. Biz kaderimize razıyız. Hele bizi kurtarmaya hiç
kalkışmasınlar. Çünkü onların “bizi kurtarmaya kalkışları”nın altındaki hinliği çok iyi
biliyoruz. Bu hinlik altında bizi kendi cehenemlerine çekip kendilerine siper olmamızı
istiyorlar. Dün bazı Kürdler bu hatayı yaptı, ama artık Kürdlerin kendi azılı düşmanlarına
siper etme lüksleri yoktur. Nasrullah ve onun gibi Kürd millet düşmanlarının bu gerçeği
gördüklerini biliyoruz. Kürd milletine karşı bu kadar derin düşmanlık beslemelerine neden
olan da budur.
Kürd milletinin ne Nasrullahların, ne Ahmedinnecadların, ne de Erdoğanların din kardeşliğine
ihtiyacı yoktur. Kürdler, dün bu tuzağa düştüler ama bugün bu oyuna gelmiyeceklerdir. Kürd
milletinin kimseye karşı din kavgası yoktur. Kürd milletinin savaşı Kürd milli hakları
uğrunadır. Kürd müslümanları bu gereçeği görmeli, ezeli düşmanlarımız olan Türk, Fars ve
Arapların oyununa gelmemelidir. Bu düşman güçlere karşı milli davalarına sarılmalıdırlar.
24 Temmuz 2006
Biz Bu Savaşı Kazandık!
Hasan H. YILDIRIM
Bu gün keyfime diyecek yok. Ne boğucu sıcaklar, ne içemediğim can yoldaşım sigara özlemi,
ne afacan küçüğümün yaramazlıkları bu gün canımı sıkamaz. Gıdamı almışım. Şu mahluk
Türklerin düştüğü haleri görünce şu baş belası hiper triot olmasa kilo bile alacağım. Bunun
keyfini çıkarmak için bahçelere gidiyorum.
Beni keyfe boğan meselenin hepinizi keyfe boğduğuna inaniyorum.
Bu gün iki yazı okudum. Đkisindende haddinden fazla haz aldım.
Birincisi sömürgeci sistemin sürekli havlayan birine ait bir makale, ikincisi kahraman
Peşmergemizin Türk’ün kafasına çuval geçirmiş haberi.
Oh be dünya varmış.
Şaka maka bir tarafa biz bu savaşı kazandık.
Daha evel denilmiştir.
21.yüzyıl Kürd yüzyılı olacak diye.
Burda bir abartı yok.
Kürd rüzgarı esmeye başlıyor.
Her gün düşmana bir tokat ata ata ilerliyoruz.
Irak devlet Başkanı Celal Talabani, "Türkiye, Kuzey Irak’a giremez. Girmesine izin
vermeyiz."
Kürdistan Başkanı Mesud Barzani: „Her hangi bir ülke Kürdistan’a saldırırsa kendimizi
savunacağız“
“Bir o eksikti, o da konuştu. Giremeyeceğimizi biz de biliyoruz.“
Adamın zoruna bak! Elbette giremesiniz. Girin ki, başınıza çuval geçirelim. Laf aramızda size
çokta yakışıyor hani.
„Ancaaak, Talabani ve Barzani gibilerin bu laflarını biz hep yiyip yutacağız.”
Başka çareniz mi kaldı be zibidi. Hele yutmayın. Bakın daha başınıza ne çuvallar geririlir.
“Bizim hükümetten tık yok. Sinmişiz, ezilip büzülmüşüz, Kuzey Irak Kürt devleti bile bize
posta koyuyor.”
Sadece posta koymak olsa alın başınız koyun. Beterin beterine ne dersiniz? Kahraman
Peşmergemizden tokat yemediğiniz gün mü kaldı?
”Tarih 2006, Mayıs ayı. Biri itirafçı, 3 MĐT elemanı, 'Türkiye'ye Irak sınırından geçerek
Mehmetçiklerimizi şehit eden PKK teröristlerinin giriş noktaları, kullandıkları bağlantıları
belirleyecek istihbarat çalışması' yapmak üzere gizlice K. Irak'a geçiş yaparak, Zaho'ya
ulaşıyorlar. Ancak burada, Mesut Bazani'ye bağlı peşmergelere kıskıvrak yakalanıyorlar.
Kafalarında çuval, elleri arkalarından bağlanmış MĐT'çileri feci şekilde dövüyorlar, daha
sonra Kürdistan Đstihbarat Merkezi denilen bir binaya götürüyorlar. Kamyonetle sınıra attılar.
Elemanlarından haber alamayan MĐT, bölgeye 2 görevli daha gönderiyor. Ne hikmetse bu
görevliler de 15 kişilik bir peşmerge timi tarafından yakalanıyor. Onlara da çuval geçiriliyor,
fena halde dövülüyorlar. Art arda yakalanıp dövülen 5 MĐT elemanı bir kamyonetle Türk
sınırı yakınına atılıyor. MĐT görevlileri, saatler sonra Türk kamyoncular tarafından
farkediliyor. MĐT'çiler, askerler tarafından önce Diyarbakır Askeri Hastanesi'ne, oradan da
Ankara GATA'ya sevk ediliyor.“
Peşmergeler, yakalayıp, kemiklerini kırıncaya kadar dövdükleri, çuvalayıp sınıra bıraktıkları
itçilere "Burası artık Kürdistan. Sizi bir daha buralarda görürsek dayakla kalmaz, öldürürüz.
Bu size ders olsun" demişler.
Doğru demişler.
”Bu olay kanımıza dokundu.
Üstelik bu çuval olayı, ilkinden daha ağır, insanın daha bir kanına dokunuyor.
Küstahlık bu.“
Yok canım? Sahiden öyle mi? Yav siz ne ahmak, haddini bilmez mahluklarsınız.
El alemin özgür ve egemen ülkesine gizli gir. Ajanlık faaliyeti yap. Suçüstü yakalan. Bir de
utanmadan “küstahlık” de.
Küstahlık kanınıza işlemiş. Siz kendinizi ne sanıyorsunuz? Orası ringonun ağırı mı? Öyle
elinizi kolunuzu salayıp başkalarının ülkesinde istihbarat toplamak, terör eylemlerini
gerçekleştirmek olacak iş mi yani?
Suçüstü yakalanıyorsun. Peki size aferim mi desinler? Kürdistan’nın o güzelim nar suyunu
mu içirsinler? Đçirmezler oğlum içirmezler.
Gerçekten siz haddini bilmez pezevenksiniz.
Adamlara bakın. Ülkemize girmişler. Đstihbarat topluyorlar. Terör eylemleri örgütlüyorlar.
Suçüstü yakalanıyorlar. Üstüne üstlük birde insani muamale bekliyorlar. Adamların
pişkinliğine bak hele.
Geçti Kürdistan pazarı. Sür eşeğini ortaasya’ya. Bu coğrafyada artık size yer yok.
Hani dilinizde düşürmediğiniz “anayurdumuz” dediğiniz ortaaasya var ya. Sizi eşeğe ters
bindirilmiş olarak törenle uğurlayacağız. Artık orası sizi paklar.
Gitmesen ne olur?
Her gün birileri kafanıza geçirir torbaları. Kemiklerinizi kırıncaya kadar atar tokatı. Paketler
atar bir dere kenarına.
Size bir de nasihatım olsun. Siz siz olun bir daha alışkanlıktanda olsa, yanlışlıktanda olsa
başkalarının bahçesine girmeyin.
Bu sıcaklarda da çekilmez ama eloğludur bakmaz insanın gözünüzün yaşına.
Alimallah geçirirler başınıza çuvalı.
Anlaşıldı mı?
24 Temmuz 2006
Artık Dünyanın Üvey Evladı Olmaya Son!
Hasan H. YILDIRIM
Her milletin üstünde yaşadığı toprak, kendi etnik kimliği ile ifade edilerek ülkesi olarak kabul
edilir. Bu, Kürd milleti içinde geçerlidir. Kürd milletinin ülkesi üstünde yaşadiği
Kürdistandır.
Her millet gibi Kürd milletide kendi ülkesinde devlet kurma hakkına sahiptir. Bunun için ağır
bir bedelde ödemiş ve ödemektedir.
Bugün dünyada 204 devlet var. Bunların yanına Kürd devletide eklense dünyanın sonu mu
olur? Valla dünyanın sonu olmaz, ama birilerinin çıkarına ters olur. Çıkarlarına ters olanların
başında bölgemizdeki sömürgecilerimiz ve dünyanın tüm çakallarıdır.
Tüm bu çakalların ortak anlayışı “Đran, Türkiye, Irak, Suriye toprak birliğinin korunması”dır.
Bu, yeni bir olay değildir. 1 ve 2. Dünya savaşı sonrası galip devletlerin bölgemize dayatıkları
statükonun sonucudur. Bu statüko anlaşmalarla güvence altına alınmıştır. Ogün bugündür bu
çakallar, bu statükonun bekçileri olmuşlardır.
KUKM, bir anlamıyla tüm bu çakallar koalisyonuna karşı savaşımıdır. Kürd milletinin tüm
zorlamalarına karşın bu çakallar koalisyonunu yenememiştir.
Fakat bugün durum değişmiştir. Kürd millet egemenliği gaspını öngören sömürgeci devlet
sınırlarını koruyan çakallar koalisyonu dağılmış kendi içinde çatışır hale gelmişlerdir.
ABD’nin başını çektiği kesim mevcut statükonun değişimini istemektedir. Bunun için Irak
işgal edildi. Saddam diktatörünü tasviye edildi. Iran molla rejimi ve Esat diktatörlüğünü
tasviye etmeyi dayatmaktadır. Buna karşı çıkan Türk Generaller çetesini zapt-ı rapt altına
almaya çalışmaktadır. Başarır mı başarır.
Đşte bu noktada eski statükonun devamında çıkarını gören çakalların uykusu kaçmaktadır.
ABD’nin uygulamaya koyduğu GOP’nın başarısızlığı için her yol ve yönteme baş
vurmaktadırlar.
Bu konu da Türk çakalları özel bir rol üslenmiş bulunmaktadır. Fakat içinde oldukları
handikap onları cami ile kilise arasında bé namaz kılmaktadır.
Ne direk ABD’yi karşısına alıp savaşabilmekte, ne de ABD’nin politıkasını onaylamaktadır.
Dahası boşa çıkarmak için tüm it kopuklarını seferber etmiş bulunmaktadır.
Aydını, solcusu, dincisi, iti miti hepsi özel görevlerle donatılmış ve aynı merkez tarafından
yönlendirilmektedir.
Đlginçtir. Sol ve siyasi islamcıların yayınlarını inceleyin. Tüm meselelerde olduğu gibi
özelikle Kürdistan sorunu konusunda kullandıkları cümleler bile tıpa tıp olduğunu
göreceksiniz.
Sol mu islamlaştı, yoksa islam mı solculaştı bir ikilemle karşı karşıyayız. Đslamın
solculaşmadığı kesin, ama sol’un gericileştiğide bir o kadar kesin.
Saddam için “enternasyonal tuğaylar” kuran solcular, bugün Đran molla rejimin elebaşısı at
hırsızı Ahmeddinecad’ı “dünya halklarının kurtarıcısı” ilan ediyorlar.
Kürdistanı sömürge statükosunda bulunduran ülkelerde sol ve siyasi islamcı kesimleri
birbirlerinden ayırmak olanıksızlaşmıştır. Kendi aralarında siyasi ittifak kurmuşçasına aynı
argümanları kullanmakta, aynı güçlere karşı çıkmakta ve aynı talepleri dile getirmektedirler.
Hepsinin ortaklaşa birleştiği ana sorun Kürd milletinin tarih sahnesine devlet olarak çıkmasına
karşı oluşlarıdır.
Kürdler, sadece TC devlet sınırları içinde 25 milyon nüfusa sahip bir millet olmasına karşın
bırakın herhangi bir haklarının tanınması daha varlıkları kabul görülmüyor. En kabadayı
aydını bile tamam Kürdler var, ama kendi dilleriyle eğitim yapamazlar diyor.
Peki niçin efendim? Devletin resmi dili var diyor. O zaman onu değistir efendim.
Đtirazı hazır. “Ama toplumun bu konuda hasassiyeti var” diyor.
Gelde başlarına çuval geçirme.
Peki 25 milyonluk Kürd milletinin hasassiyetleri ne olacak?
Kimse bunun cevabını vermek istemiyor.
O halde Kürd milletine yol göründü.
Artık üvey evlat olmaya son.
Haydi Kürdler, bağımsız devletini kurmak için iş başına!
27 Temmuz 2006
Savaşa Yaklaşım!
Hasan H. YILDIRIM
Son dönemlerde yine Türk, Arap, Fars ve islam camiasında bildik nutuklar atılıyor. Savaş
nutukları eşliğinde ama Đsrail’in yürütüğü savaş kötüdür ikiyüzlülüğü yapılıyor. Çocuklar
ölüyor, kadınların ırzına geçiliyor, sivil insanlar katledilir çığırtkanlığı başını almış gidiyor.
Đnsanların duygularına seslenerek pis emellerine alet ediliyor. Bunu yapanların savaş suçluları
olduğu ayrıca mide bulandırıyor.
Kuşkusuz savaş kötüdür. Savaşın yarattığı dehşeti savunacak halimiz yok. Çünkü savaş
demek can kayıpları, tecavüzler, insan onuruyla bağdaşmayan uygulamalar, kültür, doğa ve
bir bütün olarak ülkenin tahribi demektir. Fakat savaş çoğu zaman kaçınılmaz olur. Gelir
kapına dayanır. O günden sonrada istenmeyen olumsuzluklar olacak diye savaştan
kaçınılmaz. Eğer kaçınılsaydı bunca savaşlar olmazdı.
Savaş istesekte istemesekte insanlık tarihiyle eş zamanlı süren ve yaşamımızın bir parçası
olagelmiştir. Bundan kaçınmak mümkün değildir. Hele milli egemenliği gasbedilmiş, inkar ve
imhaya tabi kılınmış Kürd milleti için savaştan kaçınmak doğal sonuna dua etmek olur ki, bu
onursuzluk olur. Kürd milleti bu onursuzluğu kabullenmediği içindir ki, savaşmayı bir yaşam
biçimi olarak kabullenmiştir. Kendimiz için meşru saydığımızı peki Yahudilere niye suç
sayıyoruz? Bu ahlaki olmadığı gibi, Yahudilerin buna aldırdığıda yoktur. Peki sorun ne?
Sorun gerçekten Đsrail’in sivillere karşı yönelik saldırıları mıdır? Eğer sorun buysa hepimiz
Đsrail’in bu politıkasına karşı çıkalım, çıkıyoruzda. Buna en çokta Yahudiler karşı çıkıyor.
Peki karşı taraf ne söylüyor, ne yapıyor, hiç kimse işin bu tarafını görmek istemiyor.
Karşı taraf Yahudilerin kanını içmekten bahsediyor. Yahudileri Arap ve islam denizinde
boğacaklarını basbas bağırıyorlar. Đsrail devletini başlarına yıkacaklarını söylüyorlar. Bunun
için her yol ve yönteme baş vurmaktanda kaçınmıyorlar. Peki Đsrail devleti, elini kolunu
bağlasın sonunu mu beklesin?
Kimse bunu Đsrail’den bekleme hakkına sahip değildir. Ma Đsrail’inde bunu dinleyecek hali
yok ya. Onlar, yüzyılların çileli sürgün yaşamlarından sonra anayurtlarına dönüp milli
devletlerini kurdular. Bu güne kadar yaşattılar. Bu günden sonrada yaşatmaya çalışacaklar.
Ama bunu yıkmaya çalışanlara karşıda kendilerini koruyacaklar. Korurken zaman zaman
aşırılıklarında yaşaması mühtemeldir. Bunları hep birlikte kınalım.
Ama bu Hüzbullah, Hamas, El-Kaide, Đran molla rejimi gibi insanlıktan nasibini almamış
canavarların desteklemesini haklı kılmaz. Bomba bağlayıp Yahudi olmanın dışında hiçbir
suçu olmayanların mekanında kendilerini patlatanları özgürlük savaşçıları ilan etmek hiçte
insanca değildir.
Allah-u Ekber eşliğinde koyun boğazlar gibi insanları din adına boğazlayan barbarları
„direnişçi“ olarak ilan etmek, desteklemek ne kadar insancadır diyede sormayacağız. Çünkü
bu çevrelerin Kürd ve Yahudi düşmanı ırkçı, ümetçi, faşist ve sosyal-faşist olduğunu
biliyoruz.
Bu gün El-Kaide, Hizbullah, Hamas, Haksöz, Özgür-Der, Selamet Partisi, DHKP-C, EMET,
TKP, ĐP ve sayabildiğin kadar islamcı ve sol mihrakı birbirinden ayırmak mümkün değildir.
Bunların ortak amaçı Kürd ve Yahudileri ortadan kaldırmaktır. Bu politıkanın TC, Đran molla
rejimi ve tüm Arap devletlerinde resmi politıkası olduğuna göre bu karanlık güçlerin yeride
belirlenmiş
Bu resimde yer alan Kürdler yok mu? Var! Bu Kürdler, düşmanın olmuş Kürdlerdir. Hain ve
Caştırlar.
Bunca kötülükleri besleyen bu zemin yok edilemez mi? Bizce mümkündür ve mücadelemiz
bunun içindir. Dediğimiz açık ve anlaşılırdır. Ortadoğu’da kalıcı bir barışın şartı çok basittir.
Dediğimiz ortadoğu’ya yeniden bir düzen vermektir. Millete dayalı sınırların yeniden
belirlenmesi, her milletin kendi ülkesinde egemen kılınmasıdır. Her milletin bir diğerinin
egemenlik hakkına saygı göstermesidır. Đyi komşuluk ilşkilerin sürdürmesinin
hazmedilmesidir.
Peki buna kim rivayet etmiyor? Eğer bu sorunun cevabını milli kaygılardan uzak verebilirsek
ortadoğu’da yaşanan savaşların suçlusunuda belirleyebiliriz. Ondan sonrada hep birlikte bu
müsesibe karşı ortak tavır alabiliriz.
Bu o kadar kolay mı? Kolay olduğunu kim söyledi. Kolay olmaktan öte imkansız. Çünkü
insanlar her ne kadar yüzlerine bir çok ideolojik kılıf geçirsede sonuç olarak sorunlara kendi
milli çıkarları açısında bakmakta ve savaşta kendi milletinin ve milletiyle çıkarları çakışan
milletin çıkar politıkasını yapmaktadır.
Mesele bu olunca bölgemizdeki siyasal güç odakları haklı ve haksız olan şeklinde ayrışma
yaşamıyor. Çıkarları çatışan ve çakışanlar şeklinde ayrışıyor. Bölgemizde olup bitende bir
yerde budur.
Bu gün Kürd ve Yahudilere karşı Türk, Arap ve Fars solcuların, faşistlerin ve siyasi
islamcıların aynı cephede yer alışı bu nedenledir. Çünkü bu odaklara göre ortadoğu’da
savaşların asıl nedeni Kürd ve Yahudilerdir. O halde vurun abalıya dercesine faşisti, ümetçisi,
solcusu arka arkaya dizilerek aynı kader aynı tasada birleşerek Kürd ve Yahudilere karşı
yerini almaktadır.
Niye? Çünkü milli çıkarları bunu gerektiriyor. Bunu anlamak kolay, ama kimi Kürdistanlı
sosyalist çevreleri ve siyasallaşmış islamcıları anlamak zor. Zor, çünkü bunlar sorunlara Kürd
milli çıkarları açısında değil, düşmanlarımızın çıkarlarına hizmet eden politıkalara sahiptirler.
Bölgemizde olup bittenler din savaşı değildir. Her ne kadar bazı çevreler bu kılıf altında
kendini ifade etsede süren savaşlar milletlerin kendi aralarındaki savaşlardır. Saflaşma,
savaşma ve ittifaklarda bu zeminde boy vermektedir.
Đsrail-Arap, Đsrail-Đran, Iran-Irak, Kürd milletinin ise Türk, Arap ve Farsalara karşı savaşları
gibi. Bu savaşların din uğruna olduğunu kim iddia edebilir? Mesele bu olunca düşmanlar ve
ittifak edecek güçlerde kendiliğinde ortaya çıkmaktadır. Bu manzarada Kürdler ve Yahudiler
doğal müttefik olarak istensede istenmesede kendini dayatmaktadır. Gereğinin yapılması her
iki millete kazandırır, yapılmaması kaybettirir.
29 Temmuz 2006
Türk-Kürd “kardeşliğini” Pekiştirelim mi, Yoksa Ayrıştıralım mı?
Hasan H. YILDIRIM
Şahin Alpay’ın “Türk-Kürt kardeşliğini pekiştirelim” yazısını okudum. Beyaz adam rölünde.
Her satırında Kürd milletine beyaz ölümü dayatıyor. Ne demesin. Derin devletin derin unsuru
Doğu Perinçek’in öğrencisinden de bu beklenir. Bu kaşarlanmış Türk ırkçısı “Türk-Kürt
kardeşliği’nin köle-efendi ilişkisi olduğını bilmez mi? Bal gibi bilir. Kompitunun başına
geçmiş sala babam sala. Saladıklarında yeni birşey olmasada propagandanın etkisi
tekrarlamakla orantılı mantığından hareketle bir tekrar da o yapmış.
Söyledikleri devletin resmi söylemi. „Dünyada Türkler ve Kürtler kadar birbirine yakın,
kardeş iki halk yoktur.“ “Türkiye’nin her karış toprağı kendini Türk sayanlar kadar Kürt
sayanların da vatanıdır.“
Koca bir yalan. Bunu söyleyenin kendiside inanmıyor, ama adam ne yapsın Kürdleri buna
inandırma görevi var.
Hayır bayım! Ne Kürd, Türk’ün kardeşidir, ne de Kürdlerin Türkiye diye bir vatanları vardır.
Kürdler ayrı bir millettir ve vatanları bugün Türk, Arap ve Pers barbarların işgali altında
kirletilmeye çalışılsa da güzelim Kürdistandır. Bunu o ırkçı beyninize kazıyacağız.
Ortalıkta aydın diye geçiniyor. Ama adam tam bir yalan makinası. Herkese kendisinde
olmayan „akıl, izan ve vicdan sahibi“ olma dersi veriyor.
Şunu bilin ki, bir adam en çok ne üstünde ahkam kesiyorsa ondan mahrumdur.
Adamın akıl, izan ve vicdanına bakın. “Osmanlı döneminde Türkler ve Kürtler “Đslam
milleti”nin birer unsuru olarak birbirlerinden farklı muamele görmediler.“ dedikten sonra
hangi akıl, izan ve vicdandan bahsediyorsun?
Anlaşıldı olmayan Türk’ün akıl, izan ve vicdanından.
Osmanlı atan milyonlarca Kürd’ü katlettiğini bilmez misin? Tarih okumaz mısın? Okurda
yalan söylemeyi „akıl, izan ve vicdan sahibi“ olmak mı sanırsın?
Merak ediyorum gerçekten bu mantık sahibi olan sizler ne zaman adam gibi adam
olacaksınız? Böyle bir niyetiniz var mı? Olduğuna pek inanmıyorum, ama eğer bir gün olursa
size seve seve insanlık dersi veririz.
Ama sizin insan olma niyetiniz olmadığı şu satırlarınızdan belli. „Cumhuriyet’in kuruluş
yıllarında geçerli olan modernlik anlayışı uyarınca, Osmanlı’nın “Đslam milleti”nden bir Türk
milleti yaratma politikaları vardır. Ama Türkiye’nin Kürt kökenli yurttaşlarına karşı
“doğruları ve sevapları” da çoktur.“
Merakıma yorun. Devletinizin Kürd milletine karşı „çoktur“ dediğin “doğruları ve sevapları”
nedir? Bunları bir açıklasanda bizde bilelim. „Kürt kökenlilerin Türkiye’nin siyasi, iktisadi
ve kültürel elitleri içindeki payı, nüfustaki paylarının çok üzerindedir.“ iddiasında isen bu
konuda da bir yanıltma peşinde olduğun açık. Söylediğin doğru, ama bunun bir karşılığı var.
Nedir bu karşılık? Para-pul ile alınıp satılmayan milli onurdur. Ha bu ticareti yapanlar yok
mu? Var! Kim bunlar? “Türkiye’nin siyasi, iktisadi ve kültürel elitleri içinde” yer alan
ihanetçi Kürdler.
Kürdlüğünden feragat ettin mi, milli onurunu satın mı, kendine yabancılaştın mı, başkalaştın
mı, devşirildin mi, Türklüğü kabullendin mi Türk egemenlik sisteminde yer almak mümkün.
Ama bu zat-ı muhteremin iddia ettiği gibi bunlar devletlerinin Kürdler için “doğruları ve
sevapları” değil, aksine Kürdlerin beyazlaştırılmasıdır. Pekiştirmek istediğiniz “Türk-Kürt
Kardeşliği” bu mudur? Evet tam da dediğiniz bu. Ama Kürdler bunu farklı değerlendiriyor.
Sizin çıkardığınız sonuçlardan farklı sonuçlar çıkarıyor.
Bunu bu kısa makalede uzun uzun izah etmenin mümkünü yok, dahası gereğide yok. Bunu
sahiplerinin sesi ve kalemlerinde öğrenmek istiyorsan bu mümkün. Kürd siyasal hareketlerin
yazımını incele.
Beyaz ölümü Kürdlere dayatmanın „akıl, izan ve vicdan sahibi“ olmakla bağdaşlaştırmak
Türk’e mahsus bir beceri olsa gerek. Bu konu da üstünüze yoktur. Đnsanın yüzüne baka baka
yalan söylersiniz ve karşıdakinin kafa salayıp onaylamasını beklersiniz.
Siz bu kadar izansız, yüzsüz ve vicdansızsınız.
Sizleri çok iyi tanıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki, sizler her kılık altında Kürdleri nasıl
Türkleştiririz çabası içindesiniz. Pekiştirmek istediğiniz “Türk-Kürt kardeşliği” budur. Bu
ırkçılık değilde nedir? Bunun kardeşlikle ne alakası var.
Kürdler bir millettir. Türkler için hak olan Kürdler için niye hak olmasın? Bunu
istemeyenlerin kendi deyiminizle „akıl, izan ve vicdan sahibi“ olabilir mi?
Kürdistan sorunu “bölgenin geri kakmışlığı” ve “reformlar” sorunu değildir. Ülke ve iktidar
sorunudur. Devlet olma sorunudur. Sorunu bu temelde uzaklaştırıp „bölgenin geri kalmışlığı“
ile izah etmenin „akıl, izan ve vicdan sahibi“ olmakla ne alakası var. Bu düpedüz Türk
ırkçılığ, şovenliği olmuyor mu?
Adamlar yalan makinası. Ben birisinden dünyanın en yalan söyleyenlerin Mısırlılar olduğunu
işitmiştim. Beni bu konu da ikna etmeyede çok çabalamıştı. Ama ikna olmamıştım. Çünkü
Mısırlı tanıdıklarım üç kişiyi geçmiyordu. Üçünüde çok sevmiştim. Ama Türk denilen
devşirilmiş ucube toplumu çok iyi tanırım. Yalancı, ikiyüzlü, arsız ve utanmaz bir toplum. Bu
ucube toplum yalan üzerine yaşam kurmuş. Yalanı siyasetleştirmiş.
Mesel şu yalana bakın:
“Irak Kürtleri, bugün sahip oldukları özerkliği, Türkiye’nin verdiği destekle elde ettiler.“
Atma Recep. Ya siz Türkler ne utanmaz mahluklarsınız. Güney Kürdistan’ın bugünkü
kazanımlarını eglelemek için Türkiye’nin girmediği kılık mı kaldı. Bugün bile işgal eder
dağıtırım naraları atan bu Türkiye değil mi? Eğer yapmiyorsa bunun esas nedeni ABD
engelidir. Şahin Alpay denilen Türk ırkçısı türdaşlarının başvurduğu söylemide eklemeyi
unutmamış. Yine o bildik tehdit numaraları.
“ABD sırt çevirirse, ya çeker giderse“ falan.
Sırt çevirebilir, çekip gidebilir, terside olabilir. Ama her halükarda da Türkiye’nin Kürd
düşmanlığı sürer. Dün ve bügün sürdüğü gibi. Yarında süreceği konusunda eminiz. Onun için
hiç kimse bize „Türklerin iyilik perverliği’nde bahsetmesin. Çünkü çok gülünç oluyorlar.
Adamnın yalancı ve ukalalığına bakın.
”Gerek Türkiye’nin gerekse Irak Kürtlerinin ortak çıkarı, Türkiye-Irak sınırının bir kardeşlik,
dostluk, işbirliği ve birlikte zenginleşme bağı haline gelmesidir.“
Ukala olmaktan öte yüzsüz, utanmaz ve hırsız. Tamda beyaz bir adam. Be adam hangi
sınırdan bahsediyorsun. O, “kardeşlik, dostluk, işbirliği ve birlikte zenginleşme bağı haline
gelsin” dediğin sınır Kürd-Kürdistanı beyninden ve kalbinden bölen sınırlar. Bunu bilmiyor
olamasınız. Eğer biliyorsan buna rağmen bu iddiada bulunuyorsan „akıl, izan ve vicdan
sahibi“ olmadığın ortada.
“Türk-Kürt kardeşliğini pekiştirelim” diyorsunuz. Bizleride kendinize benzetmeye
çalışıyorsunuz. Akılsız, izansız ve vicdansız olmamızı istiyorsunuz. Dahası milletleri millet
yapan milli onurdan olmamızı istiyorsunuz. Bu duaya amin demeyiz. Fakat bu tavrınızla
ırkçılığınızı ifşa ediyorsunuz. Yakışıyorda size. Laf aramızda her Türk’ün boynunda asılı
durur hani.
Zırvalıyorlar, hırlıyorlar, havliyorlar. Zırvaladıklarına inanmamızı istiyorlar. Türk egemenlik
sistemin bekası için ABD’ye kılıç salamamızı istiyorlar. Yine o bildik „ortak vatan, ortak
düşman, ortak çıkar“ yalanına başvuruyorlar. Đnanmamakta inat edersek „saflık olur„
kehanetinde bulunuyorlar.
Bırakın be yakamızı. Kardeşliğiniz yere batsın. Bu ırkçı tayfası şunu bilsin ki, zırvalarına
inanmamızı beklemesinler. Biz yinede saflıkta karar kılalım. Bu saflıkta zarar görmeyiz.
Çünkü bu saflıkta doğruluk var, kurtuluş var. Türk ırkçıları zırvalasın, hırlasın, havlasın
dursun. Biz bildiğimizi okuyalım. Đzansız ve vicdansız Türk barbarlarından kurtulmaya
çalışalım. Onları olmayan izan ve vicdanları ile başbaşa bırakalım.
07 Ağustos 2006
Kekliklik Đhanettir!
Hasan H. YILDIRIM
Kürd çevrelerinde kekliklik olayı çok tartışılan bir meseledir. Kötü bir meslek olduğu ortak
görüştür. Ama ilginçtir ki bazı Kürd aydın ve siyasal çevreleri bunu meslek haline
getirmişlerdir. Kürdleri tuzağa düşürmek için şakır şakır ötmeyi meslek edinmişlerdir.
Keklikliği meslek edinmiş Kürdler, Türk kafesinde Kürdleri tuzağa düşürmek, Türk’e yem
edinmek için girmedikleri kılıf kalmadı. Türklere yalakalıkta üstlerine yoktur. Bunları niye
söylüyorum? Şimdi ona geliyorum.
Fırat EDĐP imzalı “PSK’nin Apo ve PKK Analizi” makelesini her sağduyulu Kürd insanının
okumasınıda öneririm. Yanlış anlaşılmasın. Bundan kastım yazının doğruları dile getirdiği
değildir. Tam aksine. Yazının ana fikri silahlı mücadeleyi terörizm olarak değerlendirmekte,
bedua etmekte ve Kürdlerin silahtan uzak durmalarını, barışcı gösterilerle “Turkiye’nin
yuruttugu cagdaslasma projesini desteklemeleri” önerilmektedir.
PSK’nin geçmişten beri bu düşünceleri savunduğunu, haklı çıktığını dili döndüğü kadar izah
etmeye çalışıyor. Bu zatın bu zırvalıkları PSK’yi ne kadar bağlayıp bağlamadığını
bilmemekle beraber PSK’ninde benzer düşünceleri savunduğunu biliyorum.
Bu malum çevreler, siyasi mücadele tarihi boyunca silahlı mücadelenin ne kadar kötü
olduğunu yazdı çizdi. KUKM’ni “terörize ettiği” kehanetinde bulundu. Bedua okudu.
Ama etrafına bakıp Kitlelerin silaha karşı duyduğu ilgiyi, silahı kullananları desteklediği,
kurtuluşu burda gördüğünü ve bugünde aynı görüşte olduğunu görmek istemedi.
Kürdistan’da “kosullarin bir silahli mucadeleye elverisli olmadigini” tekrarlayıp durdu. Fakat
silahlı mücadeleye elverişli koşulların ne olduğu konusunu daima es geçti. Aslında onların
derdi koşulların silahlı mücadeleye elverişli olup olmadığı meselesi değildir. Onlar, topyekün
silahlı mücadeleye karşı idiler ve bugünde karşıdırlar.
Aslında karşı oldukları Kürdistan’ın bağımsızlığıdır. Kürdistan sorununu “Kürt sorunu”, bunu
da “Turkiye’nin yuruttugu cagdaslasma projesini desteklemeleri” seviyesine indirgemeleri
bunun kanıtıdır.
Bu görüş, Türk sömürgeci sistemin güzergahında Kürd milletine karşı savaş halindedir. Kürd
milletinin Türk sömürgeciliği egemenliğinde kalmasını savunulmaktadır. Kürdlerin önüne
“Turkiye’nin yuruttugu cagdaslasma projesini desteklemeleri” görevini koyan anlayış, Kürd
yurtseverliği ve milliletçiliği ile bağdaşlaşmaz.
Türk sömürgeci devletin yüzyıldır dile getirdiği “çağdaşlaşma projesi”nin Kürd cephesinde
savunulması, dahası bunun görev bilinmesi ihanetin daniskasıdır. Türk sömürgeciliğin bu
“çaşdaşlaşma projesi” ile Kürd milletine inkar ve imhayı dayattığı bu güvercin kılığına
bürünmüş keklik Kürd ne zaman anlayacak?
Anlarlar mı dersiniz? Hiçte öyle bir niyetleri yok. Onlar, keklik olmayı içine sindirmişler.
Bunu yaparlarken güvercin rolüne soyunuyorlar. Đnsancıl, barışcıl bir resim önümüze
koyuyorlar. Türk sömürgeciliğin Kürd milletine karşı yürütüğü siyaseti ve yaptırımı
görmememizi istiyorlar.
Bu görüş, Türkiye-Kürdistan, Türk-Kürd sorunu zemininde mercek altına alındığında hiçte
masum olmadığı görülür. Çünkü bu görüş Kürd milletini Türk sömürgeci sistem kapısında
bağlamanın siyasetidir.
Türk sömürgeci sistemin “yuruttugu cagdaslasma projesini desteklemeleri” görevini
Kürdlerin önüne koyan görüş, tek kelime ile sömürgeci sistemin beşinci kol görevini severek
üslenmiş görüştür. Bu görüşün Kürdlük adına savunulması ibretlik bir olaydır. Dahası
ihanettir.
Sömürgeci sisteminin “yuruttugu cagdaslasma projesini desteklemek” demek sistemin Kürd
milletine karşı sürdürdüğü inkar ve imha siyasetini Kürd cephesinde desteklemek demektir.
Bu ihanet değilde nedir?
Bu keklik Kürdler, dein bir ihanet çukurunda debeleniyorlar. Tüm Kürdleride bu ihanet
çukuruna davet ediyorlar. Suçlarına ortak ariyorlar.
Türk sömürgeciliği hergün açık ve gizli olarak Kürd olmak dışında hiçbir suçu olmayan
sayısız insanımızı linç ederken, katlederken keklik Kürd papaz rölünü oynuyor.
“Tepkilerimizi pekala barisci gosterilerle yapabiliriz ve yapilmasi gereken budur. Đsin siddete
dokulmesi, atilan tas ve molotof kokteyli ise bumerang gibi geri doner ve Kurt halkini vurur.
Kurtlerin gelismeleri izleyerek, terorle aralarina acik ve net bir cizgi cizip, Turkiye’nin
yuruttugu cagdaslasma projesini desteklemeleri”
Bu siyaset ihanetir. Her kim ki, Kürd milletini inkar ve imhaya çalışan Türk sömürgeci
sistemi hakkında bu düşünceleri besliyorsa bilinsinki bu çevreler, Türk sömürgeci sistemin
içimizdeki beşinci kol kuvvetleridirler. Bunlar ne Kürdistan yurtseveridirler, ne de Kürd
milliyetcisidir. Onlar, Kürd milletine karşı savaşan sömürgecinin Kürd kılılklı keklikleridir.
Bu keklikler ne yaparsa yapsın Kürdistan halkı kurtuluşunun hangi siyasete olduğunu biliyor
ve desteğini o siyasete veriyor. Kürd milletinin Türk sömürgeci sistemine karşı savaşı haklı,
meşru ve kaçınılmazdır. Kürd milletine silah zoruyla boyun eğdirilmiştir. Kürd milletinin
gasp edilmiş egemenlik hakkını eline almasıda silah gücüyla olacaktır. Bunun tersi görüş ve
yaklaşımlar gerçeği ifade etmemektedir. Sorun PKK’nin yürütüğü savaşsa burdan savaşı
kötülemek doğru değildir. Kötü olan savaş değil, PKK’nin varediliş meselesidir. Yürütüğü
siyasetidir. Eğer bu anlaşılır ve ayrıştırılırsa savaşın Kürdler için kaçınılmazlığı kendiliğinden
anlaşılır.
Savaş, Kürd milletinin kapısının önüne konulan alternatifsiz tek tercihtir. Bundan kaçınmak
mümkün değildir. Bundan kaçınmak demek mevcut durumu kabullenmek demektir.
Kuşkusuz hiç bir savaş amaç değildir. Savaş amaca ulaşmak için kullanılan en son araçtır.
Ama en etkili araçtır. Çıkarları çatılan güclerin çıkar çatışması siyasal alanda çözüm
bulunamaması halinde silahlar devreye girer. Silahların devreye girmesi sorunun siyasal
çözümünün önemini azaltmaz. Sorun her halükarda barış masasında şu veya bu şekilde
çözülmeye mahkumdur.
Burada Keklikleşmiş Kürd çevrelerin, Türk aydın ve solunun ittirazı başlar. Cevapları,
“bekleyin olmaktadir.” Sorun yine o bildik kafayla geleceğe havale edilir. “Turkiye’nin
yuruttugu cagdaslasma projesini desteklemeleri” görevini Kürdlerin önüne koyarlar. Bekleyin
derler. “Türkiye halki siyasal iktidara gelsin, o zaman Kürt sorununu cözeriz derler.”
Türk halkının ne zaman devrim yapacağı ve iktidara geleceği konusundaki görüşleri
subjeltivizm yüklüdür. Çünkü bu çevreler, Türkiye´de bugünden yarına devrim beklentisi
içindedirler.
Türk halkının resmine bakmazlar. Düzen tarafindan kazanılmış ve yayılma cephelerinde
savaştırılan bir halk konumuna getirildiği görülmek istenmemektedir. Ama olsun onlar
yinede Kürdlere bekleyin demeyi siyaset edinirler.
Bu siyaset çocukça olmanın ötesinde sömürgeci sistem adına bir şeyler kotarma amaçını taşır.
Bunu görmemek için çok saf olmak gerek. Kürdlerin saf takılma lüksleri yoktur. Bir eksikle.
Kekliği meslek edinmiş Kürdleri kastermiyorum. Çünkü onlar, Türk kafesinde esir kalmayı
yaşam seçmişler.
08 Ağustos 2006
Axmax Kürd
Hasan H. YILDIRIM
Heydo, Melikahmet’e kendi kendine söylene söylene gididi.
Remo, karşıdan seyredidi. Heydo’nın bu hali hiç hoşuna gitmedidi.
Remo, Haydo’ya yanaştı.
“Ne o abe?,” dedi.
Kürd axmax olunca bir acayip oli be abı.
“Ne oldı ki?,”
Ne olmadı ki be abi. Đçim kan axlı. Bizim axmax put üstüne put kıri. Kendi için axlami “Kürt
dağlarında Kürt avlıyan Arap ve Filistin lejyonları” için kan axli.
“Kim ola ki?”
Şu bizim péxas yok mu be abi?
“He var. Mahalenin şu eski Qırıxı Mıro”
Đşte o be abi.
Sanisen DGM savcısı. Say ha sayı.
“Neyi sayı?”
“Arap lejyonları”nın, pardon “din kardeşlerimiz”in qeyıplerini.
Dostumuz, pardon “din düşmanımız” Đsrail’in “cürüm”lerini.
“Anlamamıışım.”
Bende anlamıyem. Axmax bunu da yazı.
“Ne deyı?”
“Sizde beyin yok ki,” deyı.
“Vax axmağım vax! Vax péxas Qırıx vax. Başka ne deyı?”
“Đsrail’i kınamak insan olmanın gereğidir,” deyı.
“O dedeği nerde satılı be abe?”
Onu söylemi.
“Đnanlıx yeni mi aklına geli? Peki şıxın bın kevir ettiklerini söyli mi?”
O biraz sıxi.
“Hizbullah’ı kını mı?”
Oda sıxi.
“Ne deyı?”
“Mazlum” deyi. “Çolux çocux öldürmedi,” deyı.
“Öldürmek mi istememiş?”
Onu söylemi, ama kırın mırım edi.
“Anlamadım?”
“Sende beyin yok ki anlayasın,” deyi.
“O dediğin nerde satıli be abe?”
Dedim ya onu söylemi.
“Merak ediyem be abe. Bu axmax, bu aklı nerde ali? Bu taxtix olmasın?”
Yox be abe. Mıhekek şıxten vahiy geldi. Onun aklıne uyi.
“Öyle deme be abe. Ben o axmaxı çocuxken taniyem. Hepimizi kandiridi. Saxın şıxı
kandırmaya çalışmasın?”
Yox be oğlum. Ne onda o yürek var, ne şıxte kandırılıcak göz var. O, şıxı, şıxte onu iyi tani.
Senin deduxların mazi oldu. Ne zaman ki, şıxın yanına gitti, şıx onun beynini aldı yedi. Yani
anlayacağın o arazi oli.
Düşürülmüş aydının racunu bu. Gerçi o hortumu daha evel yedidi. Şıxe özeleştiri verdidi.
Kendini paspas ettirdidi.
“Sen nerde bilisin be abe?”
Oxlim tepemi atırma. Biz kaçın kuraxiyıx. Baxsana ne deyi?
“Kızma be abe. Ne deyı?”
“Biz Evdılacılar, Güneyli kardeşlerine yardım eden Đbrahim Oğullarına düşman, kardeşlerini
yok etmek için Güney Kürdistan’a giden Filistinlilerle dosttux,” deyi.
“Vay axmax vay. Bunun için mi, ‘Đsrail’i kınamak insan olmanın gerexidir’ deyi.
Şıxın bın kevir ettiklerini kınamax insan olmanın gerexi değil mi?
Tüh tüh tüh senin insanlıxına.”
Bu kadarda değil oğlum.
“Peki başka ne deyi be abe?”
Hesubhanallah! Oğlum o işine geleni yazı. Onun bildiği çox şey var. O, bunları söylemi. Şıxla
beraber çox xalt işledi. O, bir günaxkar. Saniki Đsrail’i kınasa günahlarında arıni.
“Sen ne diyesen be abe?”
Bax anlatem.
Şıx Lübnan’da hewalleri parayla Filistinlilere sattı ve Đsraillilere karşı savaştırdı.
Ölünce “şehit” ilan etti.
Aldığı paraylada geri kalanlara hava attı.
“Beceriksizler ben bu zor koşullarda bile para kazanıyorum. Sizi besliyorum” dedixinde bu
axmaxlara “bıjı bıjı sen çok yaşa şıx”, ‘canla kanla seninleyiz ya şıx” diye baxırttidi.
Kendi “hewaller”in kan bedeli ile beslenmiş bu axmaxların kimseye insanlık dersi verme
yüzü var mı deyecem, ne gezer onlardan.
Arkadaşlarını “kardeşlerini yok etmek için Güney Kürdistan’a giden Filistinlilere” para
karşılığı satan ve onların kanı ile beslenenlerin insanlıktan bahsetmesi ikiyüzlülükten mi,
arsızlıktan mı, axmaxlıktan mı, beyinsizlikten mi, aptalıktan mı, yoksa çirkinliklerinden mi
bunu halk oylamasına sunuyem. En iyisi bir anket ısmarleyem.
Hatırli misen abe?
Hewler’de KDP ve YNK bürolarına bombalı intihar saldırısı yapıldığında Hamas’ın dini
lideri şıx Yasin, “hak ettiler” dedidi.
Hizbullah lidesi şıx Nasrullah, “Hele ABD bir gitsin, Kürdler görür gününü,” dedidi.
Aptal mı aptal, axmax mı axmax Dıyarbekir Qırıxı bunları bilmi mi? Bilise bu aptalığı yapise
kime göz kırpi dersin? Kuran hakkı için kötü kötü düşüniyen. Saxın bu xain olmiye.
Baxsana kimin için gözyaşı düki. Her Kürd’e de bunu öneri. “Đnsan olmanın gereği” deyi.
Bu dediği her neyse kendisine iade ediyem
Ve diyem ki :
Kürd insanının düşman için dökecexi tek bir gözyaşı yoxtır. Düşman için gözyaşı döken Kürd
düşmana aşık Kürd’ür. Düşmana aşık Kürd, düşmanın olmuş Kürd’ür.
Bu iş burda bitmedi, bitmemeli. Bu kavga sürecek, sürmeli.
Bu kavga Kürd millet çıkarını savunanlar ile düşmana lejyonluk yapanlar arasındaki kavgadır.
Kürd yurtseverliği-milliyetçiliği ile ihanet arasındaki kavgadır.
Yaşasın Kürd milleti.
Yaşasın Kürd millet dostları.
Kahrolsun Türk, Arap, Fars sömürgeciliği ve ihanet.
18 Ağustos 2006
"Ermeni Köle": Hrant Dink
Hasan H. YILDIRIM
Diaspora Ermenileri, Türkiye’de yaşayan Ermeniler için “Rehin alınmış Ermeni”, “Köle
Ermeni” sözlerini yaygın olarak kullanılır. Boşuna söylenmiş sözler değildir. Çünkü
Türkiye’de yaşayan Ermeniler, sistemle çelişkiye düşmemek için atmadıkları takla yoktur.
Türk sistemini bir nevi yağlama temizleme görevini üslenmişlerdir. Bunun son örneğini
gazeteci Hrant Dink vermiştir.
Akşam Gazetesi'nden Nagehan Alçı Ayan, gazeteci Hrant Dink ile bir Röportaj yapmış.
Nagehan Alçı Ayan’ın aktardığına göre “Gazeteci yazar Hrant Dink, Reuters'e verdiği demeç
yüzünden hakkında açılan davanın ardından hapse girmekten korktuğunu belirterek 'Bir
torunum var. Ondan ayrılmayı istemiyorum'' dediğini aktardıktan sonra şöyle sürdürmiş.
“Ama bakın ben bu bir soykırımdır dedim ama bunu Türkler yapmıştır demedim. . Asıl
Kürtler çok sayıda Ermeni öldürdü.”
Ve eklemiş, “Zaten o tarihte Türk kavramı yoktu. Osmalı vardı.”
Hayda! Gelde burda yakma. Bunun esas iki deneni var. Türk sisteminden kokma ve Kürd
milletine karşı duyduğu güçlü düşmanlık.
Be adam söylediğin sözün arkasında durmayacaksan, tükürdüğünü yalayacaksan, boynundan
büyük laf etmek senin neyine. Dahası var. Kürd milletine düşmanlık Ermeni milletinin
hanesine puan kazandırmaz. Bu böyle biline.
Türk sistemi tarafından işlenmiş insanlık suçunu “Hapse girmek istemiyorum. Torunumdan
ayrılmak istemiyorum” adına en aşağı Ermeniler kadar mağdur olan Kürdlere fature etmek
reva mı?
Bu mu aydın olmak? Bu tutumunla aydın olmayı bir yana kişilikli bir insan bile olamasın.
Diaspora Ermenilerin dediği gibi sen ancak “Rehin alınmış Ermeni”, “Köle Ermeni” sıfatına
layıksın.
Türk sisteminde kölelerin tek bir hakkı olduğunu, bununda “Türk’e hizmet etmek” olduğunu
sistem sahipleri söylemektedir. “Rehin alınmış Ermeni”, “Köle Ermeni” hapse girmemek için
tamda efendilerinin dediklerini yaptın. Efendilerinin hayrını gör. Ama pis ellerini yakamızdan
çek. Kirli yaşamına Kürd milletini alet etmeye kalkma. Ayıptır, günahtır.
Birileri bir cadı kazanı kaynatıyor. Bu birileri, bilinçli olarak Kürd milletini Osmanlı ve
devamı Kemalistlerin gerçekleştirdiği Ermeni soykırım suçuna ortak etmek istiyor. Bu
çevrelere göre gerek Osmanlının, gerek Kemamist iktidarların yaptığı tüm soykırımlarda
Kürdler, suç ortağıdır.
Hatta bu mantığa göre Kıbrıs’ı işgal eden ve Rumlari soykırımdan geçirenlerde Küdlerdir.
Çünkü Kıbrıs´a çıkarılan eratın büyük kesimi „Kürd asılı“lardı. O dönemi hatırlayanlar bilir.
Türk savaş Kurmayı „Her iki taraftada kim ölürse ölsün, bizim çıkarımızadır” dedikleri
basınada yansımıştı.
TC devletini idare edenler bile devşirme olduğu bilinirken, bunların icraatları bu
devşirmelerin „millet kökü“ne fature edilebilinir mi?
Sözünü ettiğimiz çevreler, bunu unutmuşa benziyorlar. Ama ne yazik ki, bazı Kürdler,
niyetleri ne olursa olsun bu oyuna geliyorlar. Kürd milletinin boynuna insanlık suçu olan
soykırım yaftasını asıyorlar. Bunuda son dönemin yaygın söylemiyle „tarihimizle yüzleşmek“
adına yapiyorlar. Bu işin vebali büyüktür.
Đsmet Đnönü için Kürd veya Ermeni olduğu iddialari var. Keza aynı iddialar Mehmet Ağar için
de var. Devlet Bahçeli için Siverikli Zaza bir aileden geldiği söylenir. Ecevit malum. Ve daha
binlercesi.
Peki sormak lazım bu Türk ırkçı ve faşistlerinin işlediği insanlık suçları hangi millete fature
edelim? Bunların kökeni Türk olmadığına göre, işledikleri suçlardan dolayı hangi millet “özür
dilesin“?
Bizim aklıevellere bakılırsa bu Türk ırkçıların işlediği suçlardan dolayı bunların millet
kökenine bakarak suçlu tayin etmek gerekiyor. Şaşarım akıllarına.
Coğrafyamizda yaşanan insanlık dramının tek bir suçlusu var, o da Osmanlı devleti ve onun
devamı Kemalist iktidarlardır. Karar mecileri, emir verenler ve uygulayıçılar bunlardır.
Bunların mirascılarıda şu an ki, TC devlet yetkilileridir.
Kürd millet temsilcileri, Kürd milletine ait siyasal bir kurum adına karar alıp Ermenilere karşı
soykırım ve katliam gerçekleştirmis değildir.
“Hamidiye Alayları“ Kürd milletinin bir kurumu değildir. Osmanlı devletinin kurduğu ve
kullandığı lejyoner bir kurumdur. Günümüzün “Köy Korucu“ sisteminin kendisidir. Osmanlı
devleti tarafindan kurulan ve Osmanlı çıkarı uğruna savaştırıllan paralı askerlerdir. Bu paralı
askerlerin işlediği suçlar Kürd milletine fatura edilemez.
Hrant Dink gibi beynini, kalbini, kalemini Türk sistemine rehin bırakmış “Esir alınmış köle
Ermeni” bunu hiç mi hiç başaramaz.
Ama ne yaparsın sinek küçükte olsa mide bulandırır. Bu yalakalarda Türk’ün elini
güçlendirir.
6 Ekim 2006
Katırı Doğurtmak!
Hasan H. YILDIRIM
Kimi Kürd siyasi çevreleri ve aydınları, öküz altında buzağı aramanın ötesinde katır’ı
doğurtular. Katiline aşık olacak kadar düşkünleştiler. Kürd siyasal çevrelerinde güçlü ve
uğursuz bir eğilim. Türk egemenlik sistem sahipleri leb demeden “Gördünüz mü dediklerimiz
çıkıyor. Kürt sorunu çözüm yoluna giriyor. Dönem uzlaşı, kardeşleşme barış, dönemidir”
nakaratı eşliğinde tozu dumana katmayı siyaset edinirler. Dahası kendi kendilerine gelin
güvey olurlar.
Daha evelde bu filmi seyrertmiştik. Savaş kurmayın adamı Ahmet Necdet Sezer,
Cumhurbaşkanı seçildiğine hukukçudur diye zil takıp oynadılar. Sistemin yetkisiz Başbakanı
Recep Tayyip Erdoğan, “Kürt sorunu benimde sorunumdur. Tek millet, tek devlet, tek
bayrak” dediğinde de ucu yakılmış mektuplar düşediler.
Bizimkiler, “uzlaşı, kardeşlik, barış” diye tutura dursun elinoğlu “sözde vatandaşlar”,
“Kürt’ün silahlısınada silahsızınada karşıyız.” “Dünyanın öbür ucunda da olsa Kürt lehine
gelişecek her şeye karşıyız” diye ağızlarının payını verdiler.
Ama anlayan kim. Anlayacaklarıda yok. Baksanıza Türk özel savaşın elebaşısı Mehmet
Ağar’ın sarfettiği, ama sahip çıkmadığı bir çift söz için fırtına koparan koparana.
Türk özel savaşın katil elebaşısı Mehmet Ağar’ı “Kürd sorunu”nun çözümünü
gerçekleştirecek “sağduyulu yaklaşım sahibi” ilan ettiler.
Söylediklerinin üzerinde birgün bile geçmeden, dahası söyleyen zat tarafından aynı gün inkar
edilen bir kaç söze bakılarak “Kürt sorununa bakış açısında bir dönemeç” "Süreci en iyi
kavrayan kişi" "Devletteki geçmiş tecrübesinden kaynaklanarak, farklı bir yaklaşımın zorunlu
olduğunu görmeye başladı" şeklinde değerlendirdiler.
Bununlada kalmadılar. Hızını alamayanlar oldu.
“Sayın Mehmet. Ağar’ın geçmişteki tutumunu referans gösterip samimiyetini sorgulamak
doğru değildir.”
Emrin olur. Ne demek? Doğru ya, katil elebaşının kirli geçmişini irdelemek zat-ı alilere karşı
“ayıp olur.”
Rehin alınmış köle Kürdler, Kürd milletiyle alay edercesine binlerce Kürd insanının katili
Mehmet Ağar’ı temize çıkarmanın uğraşı için birbirleriyle yarıştılar. Sakın zat-ı alileri
tarafından bu unsurlar avukat tutulmasın? Kimbilir? Neden olmasın!
Türk savaş kurmayın geleceğin Başbakan adayı olarak hazırladıkları, Kürd millet düşmanı
Mehmet Ağar’ı aklama paklama Kürd siyasi çevrelerin ve aydınların işi değildir.
Yav bu adam Türk özel savaşın komuta merkezi, tetikçisi değil miydi? Kürd milletine karşı
yürütülen bin operasyonun icraatcısı değil miydi?
Halef ve seleflerinin hakkını yemeyelim, ama bu adam gelmiş geçmiş en korkunç işkenceci
değil miydi?
30 senedir Kürd milletine karşı yürütülen kirli savaşın birinci elden yürütücüsü değil miydi?
Binlerce Kürd insanının katledilmesi onun komuta ve emri ile gerçekleşmedi mi?
Hafıza kaybına mı uğradık? Yoksa birileri daha işin başından beri sisteme beynini mi rehin
bırakmış?
“Yok efendim değişmiş?”
Ne oluyoruz?
Ne değişiyor? Kim değişiyor?
Birileri değişiyor, ama değişenler Türk özel savaşın katil elebaşları değil, değişen rehin
alınmış köle Kürdlerdir.
Doğru ya. Hoca osurursa cemaat altına sıçar.
Serok bildikleri “devlete hizmete hazırım”, “Aslında M. Kemal, Kürt sorununu çözüyordu.
Fakat Đngiltere’nin oyununa gelen Kürt ağa ve şeyhleri ortamı provake edince süreç boşa
çıktı” derse müritleride işkenceci, katliamcı, uyuşturucu, kadın ve silah taciri katil elebaşısı su
katılmamış “Atatürkçü” Mehmet Ağar’ı başlarına taç etmekten sakınmazlar.
Rehin alınmış köle Kürdler, Türk egemenlik sistemi tarafından kendilerinin oynatıldığı rolün
hakkını veriyorlar.
Üslenilen misyon bu çevrelere kişisel ve çevresel bazda bazı çıkarlar sağlayabilir, sağlıyorda,
Fakat buna karşın Kürd milletine ihanet işlevini gördüğüde kesin.
Gün ola devran ola. Kürd milletinin bu zevata söyleyecek bir sözü olur..
17 Ekim 2006
Türk-Đngiliz Đşbirliği!
Hasan H. YILDIRIM
Türk-Đngiliz işbirliği, tarihidir.
Đngilizler doğu’ya yöneldiğinden bu güne Türklerle karşılıklı çıkara dayalı bir işbirlikleri var.
Kürdlere karşı hep birlikte oldular.
Kökü yüzyıllar öncesine dayanır.
1923’te Lozan’da duruk noktasına ulaşır.
Zaman zaman istenmeyen tatsızlıklar olsada Đngilizler, daima Türklerin koruyucu meleği
oldular.
Kürdleri tahaküm altında tutmak için her zaman birlikte çalıştılar.
Đngiliz politıkası daima anti-Kürd bir mecrada boy gösterdi.
Türklerin Kürd milli hareketinin arkasında “Đngiliz parmağı” olduğu iddiası kendileri
tarafından propaganda amaçlı olduğu itirafı yapıldı.
Aslında Türk’ün Kürdlere karşı sürdürdüğü inkar ve imha etmesinin arkasında daima Đngiliz
parmağı vardı.
Kürdler, bunu bilince çıkarmalı.
Ortak hafıza oluşturulmalı.
Milli reflesklerini harekete geçirmeli.
Çünkü bu günde aynı uğursuz itifakla karşı karşıyalar.
Đşte bunun en son örneği.
Irak’ın üçe bölünmesi meselesi son dönemin en çok konuşulan konusu.
Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Komşu ülkeleri bunu kabul etmez. Bu fikir unutulmalı,
bir seçenek olmamalı. Bunlar Irak'ı veya bölgeyi bilmiyorlar” dedi.
Ama yanıldı.
Onlardan daha hassas davrananlar var.
Kim ki, bunlar?
Kim olacak?
Bölgeye çeki düzen veren Đngilizler.
Türkiye, Đran, Suriye ve Irak, suni olarak yaratılan ve zoraki olarak korunan Đngiliz menşeyli
zindanlar.
Bu zindanlar milyon insan yuttu.
Sakat bıraktı.
Her türlü aşağılık muamaleye tabi tuttu.
Bugün yaşananlar, dün olup bittenin sonuçları.
Bu sonuçun sorumlusu Đngiliz politıkası.
Vaz geçmiş değiller.
Geçmeleri mı gerekiyor?
Niye gereksin ki!
Ölen, sakat kalan ve her türlü hakarete uğrayanlar kendileri değil ki!
Devamında ısrar çıkarları gereği.
Baksanıza!
“Türkiye’nin AB’ye alınması ve Türkiye’deki Kürdlerin terörizmin yatağı haline gelmemek
için durumlarına razı olmaları” isteniliyor.
Ekselansların emri olur(!)
Hem katil, hemde kendilerini sevmemiz isteniliyor.
Bu ne utanmazlık, ne kabalık.
Birde utanmadan demokrasi nutukları çekiyorlar.
Kendi yaratığı zindanların devamını bize demokrasiyi geliştirme olarak yuturmaya
çalışıyorlar.
Yuturabilirler mi?
Biraz zor.
Cin şişede çıktı.
Bir daha şişeye sokmak mı?
Bu biraz zor.
Đkiyüzlü Đngiliz diplomasisini aşar.
Hele hele at suratlı Blair’in boyunu haydi haydi aşar.
Eserleri Irak zindanı çatır çatır parçalanıyor.
Sırada diğerleri bekliyor.
Blair’in bu zindanları bir arada tutmaya çalışması nafile.
Churchıl mezarda kalksa o da başaramaz.
2 Kasım 2006
Biri “Bizden” Biri Onlardan
Hasan H. YILDIRIM
Konumuz yine Ermeni soykırımı meselesi.
Ermeniler ve Türkler arasında geçmişin hesabı henüz bitmiş değil.
Kıyasıya bir mücadele sürüyor.
Taraflar suçu karşı tarafa yıkmak için habire çaba sarfediyorlar.
Her iki tarafın politıkası suçu Kürdlere yıkmakta örtüşüyor.
Tezlerine haklılık kazandırmak içinde Kürdler içinde gönülü avukat buluyorlar.
Buldukları içinde Şeyh Said’in torunu Abdulilah Fırat’ta var.
Rezil mi rezil.
Uşak mı uşak.
Tam bir yalaka.
Đsminin Şeyh Said’le birlikte anılması mide bulandırıcı.
Bir bu rezil herife bakıyorum, birde Türk yazar Ayşe Kulin’e bakıyorum.
El kızına gıpta etmek elden değil.
***
Ayşe Kulin, kendi değimiyle paşa ailesinden.
Üstüne üstlük birde Ermeni enişte sahibi.
Pardon müslüman olmuş sünetli bir dönme.
Ayşe Kulin’nin yalan üzeri kurulu iddiaların konuşamayacak şahidi.
Çünkü adam yıllar önce öbür dünyayı boylamış.
Konuşma imkanı yok.
Ayşe hanımda bunu bildiği için fırsat bu fırsat deyip adamı kötü emeline alet etmiş.
***
Dönme eniştenin hikayesi hazin.
Bir şafak vaktinde baba dahil ailenin tüm erkekleri Türk askeri tarafından alınıp götürülmüş,
bir daha akibetlerinde haber alınamamış, kendisi tesadüf eseri kurtulmuş, daha sonra annesi
bir yolunu bulmuş Đstanbula götürmüş, okutmuş.
Kader bu ya. Baba dahil milletini katledenlerin kızına aşık olmuş. Eh bu aşktır ferman
dinlemez dedik. Adam bir de din değiştiriyor, sünet oluyor. Buna da onun tercihi dedik.
***
Ama mesele bununla bitmiyor.
Ayşe Kulin, bu ölmüş insanı şahit göstererek Türklerin Ermenileri katletmediğini ispatlamaya
çalışıyor. Tam bir tücar. Kayserili mi ne? Eşeği boyayıp babasına satan cinsten. Yaptığı iş
mide bulandırıcı.
Benim ki birazda merak.
Baba ve ailenin diğer erkeklerinin Türk zabitleri tarafından karga tulumba alıp götürüldüğüne,
bir daha geri dönmediğinin şahidi bu adam Ayşe Kulin’e ne anlatabilir ki, bu hatun böylesi bir
sonuç çıkarabilmiş.
Hiç utanmadan ölmüş dönme eniştesini kendi yalanlarına alet etmiş.
Türktür bunlar.
Kitaplarında yaşayanın yaşam hakkına saygısı olmadıkları gibi, ölülerede saygıları yok.
***
Ayşe hanım, yalan üzeri kurulu iddialarının doğruluğunu yuturabilmek için birde çok tarih
kitabı okuduğuna dayandırmaya çalışıyor.
Çok tarih kitabı okuduğuna eminim, ama okuduğu o tarih kitapları masa başında hazırlanan
devletin resmi görüş tezleri. O kitapları yanlız Ayşe hanım okumamış, herkes okumuş, bu
nedenle o hurafeleri kendisine dayanak yapmasına hiç gerek yoktu. Çünkü inandırıcılığı
yoktur.
***
Nerden bakarsan bak, Ayşe hanım her Türk ırkçısının yaptığı aptalığı yapmış.
Alıcısı olur mu?
Olmuş bile.
Türk ırkçısı Ertuğrul Özkök paşa, almış Hürriyeteki köşesinde yayınlayivermiş.
Kendisi inanmış mı bu hurafelere?
Hiç sanmıyorum.
Kendisi inanmasada Kürdleri töhmet altında bırakma masa şefi.
Esas mesele Ayşe Kulin’nin aşağıdaki alıntısında.
Yazının Ertuğrul paşa tarafından reklam edilmesinin nedenide bu olsa gerek.
***
“Biz Türkler ve (madem kimliklerinin vurgulanmasında ısrarcılar) Kürtler, Ermenilerin
çoğuna hak etmedikleri bir ezayı reva görmüştük. ..Ermeniler de bugün, nedense Kürtleri
bağışlayarak, yalnızca bize, hak etmediğimiz bir cezayı reva görmekteler.” demiş.
Mensup olduğu Türk milletini bir güzel paklamaya çalışmış.
Ve Kürdleri sanık sandalyesine oturtmuş.
Düşmandır, yapar, minet duyulmaz.
***
Burda bir parantez açayım.
Bu hanıma Türk ırkçısı dedik.
Haksızlık mı ettik?
Yok canım az bile dedik.
Baksanıza Kürdlerin kendilerini kendi kimlikleriyle ifade etmesine bile tahamülü yok.
Biz de ırkçı deyip taşı gediğine koyduk.
***
Düşman yaparda, -bizimki demek içimde gelmesede- Abdulilah Fırat’a ne demeli?
Adam gözünü yumuş, ağzını açmış.
Efendilerini temize çıkarmak, hoş tutmak, bireyi olduğu Kürd milletini töhmet altında tutmak
için yalakalıkta herkese fark atmış.
***
Türkler, hem başkalarına uşak olmada, hemde uşak bulmada maharetlidirler.
Kürdler arasında da da buna cevap olma zemini güçlüdür.
Sömürge kişiliğidir.
Kimi Kürd kesimlerinde efendiye yararnma güdüsü bir yaşam tarzı olduğu sır değildir.
Kürd milletini can evinde vuran bu tehlike bir realite.
Tehlikeyi savmanın yolu realitenin görülmesine bağlı..
Ondan sonra bunu bertaraf etmenin yol ve yöntemini bulunmalı.
Bu işin ilk etabı deşifre, teşhir ve tecrittir.
Devamı malum.
Yoksa Kürd’e yaşam haram.
***
Türk’ün kapı eşiğinde kendileriyle birlikte Kürd milletini bağlama siyaseti sürdüren bu siyasi
fahişelere kendilerine göz kırpan sömürgecilerin ikiyüzlülüğüne güveniyorlarsa aldandıklarını
hatırlatmak lazım.
Yol yakınken bu ihanetten kendilerini kurtarmaları hem Kürd milleti için, hem de kendileri
için hayırlı olur, demek lazım.
Gerisi onlara kalmış bir olay.
Yoksa bu millet bunun hesabını çok sert sorar.
05 Kasım 2006
Kim Kimin Dostluğuna Muhtaç?
Hasan H. YILDIRIM
Türk ahlakıdır.
Komşusunu ısırmak vazgeçmediği huyudur.
Buna gücü yetmeyincede işi havlamaya döker.
Son dönemlerde Türk cenahta Kürdlere hakaret ve tehdit savurmada bir patlama yaşandı.
Son demlerini yaşadıklarının alametleridir.
Kendilerinin dostluğuna mıhtaç olduğumuz söylendi.
Koca bir yalan.
Kendileri inanmasada buna kendin pişir, kendin ye politıkası derler.
Başka bir anlamda at yalanı, kendin inan.
Türkler, bunu siyasetede bulaştırdılar.
Aslında siyasetlerini bunun üstüne inşa etmişler.
Adamların işi gücü Kürdlere hakaret ve tehdit etmek.
Buna birde gerekçe lazım.
Gerekçe üretmek Türkler için zor değil.
Bunun için resmi kurumları bile var.
Kurumlarda kelefeli insanlar görevli.
Hepsi prof. ünvanlı, devlet övünç madalyalı.
Önce bir güzel senaryo yazıyorlar,
Đddialar üretiyorlar.
Bunu Kürd önderlerine mal ediyorlar.
Arkasında saldırıya geçiyorlar.
Küfür ve tehdit savuruyorlar.
Kürdlere hakaret ve tehdit etmek moda oldu.
Bunu solda, sağda ağız dolusu yapıyorlar.
***
Celal Talabani’nin ABD resmi ziyaretinde yaptığı bir mulakat sonrası bu konu da bir patlama
yaşandı.
Önce yalan makineleri çalıştırıldı.
Celal Talabani’nin sarfetmediği bazı sözler piyasaya sürüldü.
Bunlar baz alarak resmi ve sivil kuruluşlarıyla, iktidar ve muhalefetiyle bir bütünlük içinde
saldırıya geçildi.
***
Türk ahlakıdır. Yalana dayalı politıkasız yapamiyorlar.
Aslında bu bir yerde olan biteni olmayan Türk kamuoyunda gizleme telaşıydı.
Son dönemlerde her ne kadar Türkler, savaş narası atıysada mevcut dünya dengesinden dolayı
tükürdüklerini yalamak zorunda kaldılar.
Güney Kürd önderliğiyle bazı uzlaşmalara gitmek zorunda kaldılar.
Celal Talabani’nin Yunan gazetesine verdiği mülakata “Türkiye ile ilişkilerin düzeltileceği
döneme girdiğimize inanıyorum.” sözü aslında bu gizli mutabakatı dilendiriyor.
Bu mutabakat Türkleri tatmin etmiş olmayacak ki, havlamaları bundan ileri geliyor.
Celal Talabani’ye karşı başladıkları karalama, hakaret ve tehditin nedeni de bundan
kaynaklanıyor.
***
TC Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, olup bitenlerin ilk elden tanığı olduğu için Kürd liderlere
hakaret ve tehdit edilmesinin başını çekiyor.
Daha evel Radikal gazetesine verdiği bir mulakata Güney Kürd siyasal önderliğini şu sözlerle
tehdit ediyordu.
„ABD'nin Irak'tan çekildiğinde Talabani'nin komşuları ile yaşamak zorunda kalacağı..Ölçüsüz
davranırlarsa, ellerindekini kaybedeceklerdir. Dimyata pirince giderken, eldeki bulgurdan
olurlar,“ demişti.
Celal Talabani’nin Fransa ziyaret döneminde de Abdullah Gül gittiği Kayseri’de gazetecilerin
bir sorusu üzerine aynı tehdidi bir kez daha tekrarladı.
"Talabani ve Barzani eğer ABD’nin oradaki varlığına güvenip ihtirasa kapılırlarsa,
unutmasınlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu bölgede ilelebet kalıcıdır. ABD ise bir süre
sona gider. Talabani ve Barzani ihtirasa kapılmasınlar. Đhtiraslı liderlerin sonu bellidir.
Ellerindekileri de kaybederler. Miloseviç’in hali ortada. Karadağ gitti, koskoca Yugoslavya
dağıldı.”
***
Bu tehdidi yapan sadece Abdullah Gül değildi. Bir bütün olarak Türk devlet yetkilileri ve
muhalefet çevreleriydi.
Aslında bu saldırı psikolojik savaşın ta kendisiydi.
Anlaşılan yine eski hikaye. Mesele üzüm yemek değil, bağcı dövmekse bunun çok yolu var.
Bu konu da Türklerin torbasında yeteri kadar deney var.
Fakat modası geçmiş.
Eskisi gibi alıcı bulmuyor
Alıcı bulmayıncada Türk’ün payına havlamak düşüyor.
Hani bir söz var.
Isıran köpek diş göstermez.
Bu herifçioğuları dişlerinin çekildiğini biliyorlar,
Kürdleri ısırmak isteseler bile, artık ısıramayacaklarını biliyorlar.
Çünkü ABD’nin bölgede geçici değil, kalıcı olduğunu herkesten çok onlar biliyorlar.
Bu nedenle Kürdleri tehdit etmekten vaz geçsinler.
Zaten bize karşı suçludurlar.
Birikmiş suçlarına yenilerini eklemesinler.
Kürdlerle dost olmaya baksınlar.
Bu günden sonrada bize muhtaçtırlar.
21. Yüzyılın yükselen milletiyiz.
Petrol ve su zengini bir milletiz
Kendilerinede vereceğimiz kemiğimiz olur,
Yeterki kapımızda havlasınlar.
05 Kasım 2006
Kozları Yerinde Kulanmak!
Hasan H. YILDIRIM
“Đkinci süpergüç” olarak kabul görülen dünya kamuoyunun önemi büyüktür.
Her siyasal güç dünya kamuoyunun desteğini almak ister.
Bu süper güçün desteğine mazhar olmak için haklı olmak ölçü değildir.
Haklılığınızı anlatacak sahipleriniz veya dostlarınızın olması gerekir.
Bu da tek başına pek para etmez.
Bunun yanısıra çıkarınız birilerinin çıkarıyla çakışır olması gerekir.
***
Kürdler, yüzyıllardır haklı ve meşru bir dava için mücadele ettiler.
Bu uğurda büyük bedel ödediler.
Buna rağmen dünyada emsali olmayan bir yanlızlığa itildiler.
Kürd-Kürdistan özgünlüğüdür.
Başlı başına görev sahasına girdiği meslek erbabı otorilerce incelenmesi gereken bir durum.
***
Kürdistan coğrafyasında yüzyıllardır özlem duyulan Kürd devletlini kurma mücadelesi var.
Eğer bugün bu onurlu ve savaşkan millet, bağımsızlığını kazanamamışsa onun
ruhsuzluğundan, omursamazlığından değildir.
Sayısız neden sayılabilir.
Ama belirleyici olan esas neden dünya konjoktörünün alehlerinde oluşudur.
***
Hele bir düşünelim.
Hata yapan biz miyiz?
Eğer bizsek bunu cesaretle itiraf etmek, aşmaya çalışmak zor değildir.
Ama olan bitenler bundan kaynaklanmiyor.
Sorun başka yerde.
Bu güne kadar çıkarlarımız birilerinin çıkarlarıyla örtüşmedi.
Ne emperyalistlerle, ne de sosyalistlerle.
Onların çıkarlarına cevap veren Kürd düşmanları oldu.
Onlarda bu nedenle her alanda Kürd düşmanlarını destekledi.
Bunu emperyalistlerde, sosyalistlerde yaptı.
Her ikisinede yaranamadık.
***
Bu nedenle önceki Kürd önderliklerine haksızlık etmemize gerek yok.
Birilerinin desteğini alabilmek için çalmadık kapı bırakmamışlar.
Çoğu kapı yüzlerine açılmamış bile.
Açılanlarda şu an Kürdlerin kendi gündemlerinde olmadıklarını söylemişler.
***
Savunduklarınız doğru olabilir.
Haklı ve meşru bir davanın vereni olabilirsiniz.
Fakat bunlar yeterli değildir.
Bunları dünya egemen güçlerine kabul ettirecek kozlarınızın olması gerekir.
Bunları dayatmanız gerekir.
Dünya egemenlerini kendinize muhtaç etmeniz gerekir.
Onlarla ortak çıkara dayalı bir nokta da buluşmanız gerekir.
Ancak o zaman onların desteğine mazhar olabilirsiniz.
***
Dünya egemenlerin desteğini alan dünya kamuoyun desteğinide alır.
Çünkü dünya kamuoyu bu güne kadar hep bu güçler tarafından yönlendirildi ve güdüldü.
Dünya kamuoyu haklı ve meşru bir davanın verenlerin değil, egemen güçlerün sessini dinledi.
Bu çelişik bir durum olsa da bu güne kadar hep böyle oldu.
***
Bu nedenle Kürd milletinin sessi işitilmedi, dahası işitilmek istenilmedi.
O halde sessini duyuracak, dahası kaale alınacak yöntemlere baş vurmak gerekir.
Ama bu, kimilerinin ezberi olmuş demokrasi savunuculuğu değildir.
Çıkarların çatıştığı bir oatam da demokrasinin kaldırıldıği yer raflardır.
***
Kürdlerin bundan ötesi kendi sessini duyuracak sayısız kozları var.
Elindeki kozlarının bir etüdünü yapmalı, ağırlığını ölçmelidir.
Düşmanlarına karşı nasıl kullanması gerektiğini bilince çıkarmalıdır.
Dahası bunları iradileştirmelidir.
Bunu yaptığı an başaracaktır.
9 Kasım 2006
Ana Dostuna Baba Demek
Hasan H. YILDIRIM
Kör ölür badem gözlü, kel ölür sırma saçlı olur deyimleri tam da Türk toplum resmini çizer.
Bunun sebebi var. Türk ahlakıdır. Aşağılık kompleksidir. Kendilerinden olmayan vasıfları
kendilerine mal etmeyi kurtuluş sayarlar. Katilken masum, namusuzken namuslu görünürler.
Bunun en son örneği Ecevit’in ölümü ve ata dedikleri düşkünün ölüm yıl dönüminde yaşandı.
Türkler ölümünün 68.yılında düşkün atalarını andı. Söylenenler hakkında düşünmek gerekir.
Eskiden beri tekrarlana durulan kuru sıkı övmeye masa başında habire yeni vasıflar eklendi.
Yalanları kendileri ortaya atıyor, kendileri inaniyorlar.
Düşkün velet atalarına yeni payeler biçiyorlar. “Devrimin kimsesiz önderi...Kimsesizleri
anlayan önder.. Güçlü kişilik sahibi” deniliyor. Bunuda bu veledin “küçük yaşta babasını
yitirmiş olması”na bağlıyorlar. Sahi Türklerin bu velet atasının babası var mıydı? Varsa kim?
Sakın Ali Rıza Efendi demeyin. Yok öyle bir şey! Bunun Selanik mahkemesinin verdiği karar
ile Türklerin bir yalanı olduğu açığa çıktı.
Türklerin velet atasının babası belli değil, ama annesi ismiyle sanıyla mesleğiyle belli. Balkan
kerxanelerinde sermaye! Türklerin atası bu sermayenin kimden peydahladığı belli olmayan
bir velet. Daha sonrası malum. Parasız yatılı okullarda, oturak alemlerinde kucaktan kucağa
büyüyen bir oğlan. Fırsat buldukça kendini dizdirmiş. Onun yaşam tarzı haline gelmiş. Latife
hanımın kendisinden boşanma sebebide bu değil midir? Değilse Latife hanımın hatıralarının
kamuoyuna sunulmasına niye izin verilmez?
Bunlar bilinmiyor mu? Kuşkusuz bilinir. Türkler bunu görmemezlikten gelir. Fakat Ata
dedikleri kendini dizdiren bu düşkün adamdan olmayan vasıflar kendisine habire mal
edilmeye çalışılır. Adamların işi gücü annesi sermaya, babası belli olmayan, fırsat buldukça
kendini dizdiren ata dedikleri bu düşkünü aklamak paklamak, anbalajlayarak satmaktır.
Türk ahlakıdır, dahası ahlaksızlığıdır. Đşin tuhaf tarafı bu ahlaksızlığı en çok yapanların
kendilerine sol yaftası takan ordunun çizmesini yalayanlar oluşudur. Baksanıza adamların
dediklerine.
Yok “efendim köylülere, işçilere, yoksullara çok yakınmış.“ Nerde çıktı bu yalan? „Onlarla
çekilmiş resimlerinde anlaşılmış“ mış mış.
“Orman Çiftliği'nde bir köylü çocuğuyla konuşurken gösteren bir resim vardır; yamalı elbiseli
o çocukla sonuna kadar eşittir ve bakışlarıyla onu okşamakta, kucaklamaktadır.”
Mesele bu mu? O halde sorun anlaşılmış. Adam sapık. Çocuğa sulanmış. Buna şüphe edenin
aklına şaşarım.
Ha bu düşkünün „kimsesizleri anladığı ve koruduğu“ koca bir yalan. Bu adam osmanlıda paşa
değilmiydi? Türk komprador burjuva ve ağaların temsilcisi değil miydi? Bu nedenle TKP
sekreteri Mustafa Suphi ve 14 arkadaşını karadenizde boğdurtan değil miydi? Komunistleri,
sosyalistleri, demokratları, hatta halkçı karektere sahip olduğu gerekçesiyle Çerkez Ethem ve
kardeşlerinin canına okuyan bu adam değil miydi? Ermeni, Yunan, Pontos, Asuri-Süryani ve
Kürdleri katliamlardan geçiren bu katil değil miydi?
Şimdi bu katil ölmüş diye paklanmış mı oldu? Kendini dizdiren bu düşkün velet ölünce
„güçlü kişilik sahibi“ mi oldu? Kör ölünce badem gözlü mü olur? Bu mümkün mü? Mümkün
olmadığını bu düşkünlerde bilir. Boşuna çaba. Çünkü güneş balçıkla sıvanmiyor.
Aynı yalan makinesi Kürd millet düşmanı Bülent Ecevit içinde çalıştırıldı. “Solun efsane
lideri, halkçı, demokrat karaoğlan” vs. payelerle vasıflandırıldı. Devlet yetkilileriyle, sivil
kesimleriyle, sağ ve sol cenahlarıyla bu katil aklanıp paklanıp beyinlere “iyi adamdı” şeklinde
kazınmaya çalışıldı.
Her zaman yaptıkları bir iş. Ne kadar ırkçı, katil it kopuğu varsa hepsine sahiplenilir. Buna
niçin ihtiyaç duyuyorlar diye sormaya gerek var mı? Bu katil sürülerine sahiplenmek demek
ırkçı, faşist, katliamcı, yayılmacı politıkalarında ısrar etmek demektir.
Türk cenahı anladık. Peki kendilerine Kürd “özgürlük hareketi” diyenlere ne oluyor? Kürd
millet katili Bülent Ecevit için “sağduyuyu elden bırakmayan...Türkiye’nin yetiştirdiği en
önemli bir siyaset adamı...önemli bir kayıp” demek ne oluyor? Bunu diyenlere ne demeli? Bu
aşkın sebebi hikmeti ne ola ki? Sakın “Kürd millet kökünü kazıma” ortak misyonlarından
kaynaklanmasın?
Fazla söze gerek var mı? Halkın deyimiyle bu, “ana dostuna baba demek” olmuyor mu?
Bunuda halkımızın sağduyusuna bırakıyoruz.
10 Kasım 2006
Devletin Rutin Cenaze Törenleri!
Hasan H. YILDIRIM
Devletin çocuğu Bülent Ecevit öldü. Ölümlere sevinilmez, ama kendisi için dökeceğimiz bir
damla gözyaşımızda olmaz.
Adet üzeri sorulan “Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?” sorusuna cevabımız dirisinide, ölüsünüde
sevmedik olur.
Diriyken işlediğ haltları tek tek saymaya gerek yok. Bunlar herkesçe malum.
Ne menem biri olduğu cenaze törenindeki resme bakıpta kalıbınızı basabilirsiniz.
Katiler sürüsünden oluşan çirkin bir resimdi.
Yine havladılar, dişlerini gösterdiler, korku saldılar.
TC korku devletidir. Kurulalı beri ordu iktidarı hakim. Ordunun iktidar sürekliği üretiği
korkular üzeri kuruludur.
***
Korkuları topluma pompalamanın sayısız aracı var.
Yılda en aşağı bir iki defa rutin hale getirilen resmi cenaze törenleri bunlardan biri.
Eğer devletin sahipleneceği normal bir ölüm gerçekleşmişse sorun yok, değilse devlet –siz
ordu diye anlayın- harekete geçer. Çeteler devreye sokulur, devletin sahipleneceği birileri
infaz edilir.
Milli mutabakat çerçevesinde cümle cemaat cenaze töreninde hizaya dizilir.
Başlarında ordu bulunur.
Korkular tek tek seslendirilir.
Bölücülük ve irtica daima en büyük tehlike olarak algılandırılır.
Ordu ve sivil varyantları “ülke bölünüyor, vatan elden gidiyor”, „laiklik ve düzen tehlike
altında” tanıdık olduğumuz cadı kazanı daima kaynatılır.
Sürü koru halinde bağırtılır.
“Şehitler ölmez, vatan bölünmez.”
“Türkiye laiktir, laik kalacak.”
Oynanan oynun yazanları Türkiye’de olmayan “demokratik laik düzen”i sarsacak bir irtica
tehdidinin varlığına kendileri inanmaz, ama başkalarını buna inandırmaya çalışır.
Sebebi var.
Türk toplumu korkusuz yaşayamiyor.
Sistem bunu bildiğinde habire korku yaratıyor.
Topluma pompaliyor, yediriyor, içselleştiriyor.
Đç düşmam, dış düşman derken bunu dalandırıp toplumu sarıyor.
Dahası toplumu korkulardan kendine sarılmasını sağlıyor.
”Devlet babanın koruyucu kucağı”na oturtmasını sağlıyor.
Toplum her halükarda teslim alınıyor.
Bir taşla çok cepheyi yıkıyor. Đktidarını sağlamlaştırıyor.
Gelişebilecek demokratik sürece gem vuruyor.
Gerektiğinde gevşetiyor, gerekmediğinde sıkıyor.
***
Hesap büyük.
Mücadale iktidar mücadelesidir. Herkes bu hedefe odaklıdır.
Türkiye’deki kronik gerginliğin nedeni budur.
Gerginlik her zaman orduya kazandırır. Son dönemlerde yaşanan iktidar mücadelesinde de bu
kaide bozulmadı. Ordunun adayı Büyükanıt temayüleri aşan bir işleyişle Genelkurmay
Başkanlığı koltuğuna oturdu.
Mücadele bitmedi. Şu an ki, mücadele gelecek yıl Cumhurbaşkanlığı koltuğuna kim oturacak
ve kim hükümeti kuracak kavgasıdır.
***
Ordu sürece bir kez daha damgasını vurdu.
„Laiklik ve sistem karşıtı“ olarak lanse ettikleri Erdoğan ekibini ekarde etmek için yoğun bir
çaba sarfetti.
Çetelerini birer birer sahaya sürdü. Katliam yaptı. Korku saldı.
Siyasi gölgeleri Ağar, Baykal ve Perinçek gibi ırkçılara sahne aldırdı. Onları konuşturdu.
Deniz Baykal’a „Sakın ha, 30 Ağustos’a yönelik bir kriz planlaması içinde olmayın!”
dedirtiler. Onun ağzıyla Erdoğanı tehdit ettiler. Bir yanlışlık yapma halinde başına
geleceklerini kendisine hatırlatılar.
Çünkü Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanı olup
olamayacağı yetkisi hukuki olarak Başbakan Erdoğan’ın elindeydi. Kararnameyi sadece bir
gün bekletmesi bile Büyükanıt’ın emekli olmasına yetiyordu. Erdoğan, bu yetkiyi kullanmadı,
dahası kullanma cesaretini gösteremedi. Hatta ne olur, ne olmaz denilerek mevcut temayüle
ters olarak bir gün önce atama gerçekleştirildi.
Çünkü burası Türkiye ve herşey olasılık dahilinde. Erdoğan’ı sara nöbeti tutabilirdi.
Bu, Yaşar Büyükanıt’ın emekliye sevk olunmasına, kendisine büyük siyasi avantaj
sağlayacaktı.
Aslında bu konu da elinde bir çok kozu vardı.
Büyükanıt’ın çetebaşı olduğu açığa çıkmıştı.
Cesaretli bir savcı bunu iddianameleştirmişti.
Hani bu ortamda Erdoğan, “olayın ucu nereye giderse gitsin gereği yapılacaktır” demişti.
Eğer gereğini yapma cesaretini gösterseydi, Çankaya’ya çıkma olanağını bile yakalayacaktı.
Ama bunun ucunda keleyi kaptırmakta vardı.
Adnan Menderes, Turgut Özal ve Necmettin Erbakan’ın başına gelenleri biliniyordu.
Sistemin esas sahiplerini iyi tanıyordu.
Bu nedenle Erdoğan iktidarı değil, şimdilik keleyi kurtardı.
***
Ordu bu konu da kimin ne kadar direnç gösterebileceğini çok iyi biliyor.
Önümüzdeki yıl yapılacak Cumhurbaşkanı ve genel seçimlere kendi uzantılarını hazırlıyor.
Bülent Ecevit’in cenaze töreni bu nedenle ordunun kendi iktidarlarına muhalif güçlere karşı
bir mücadele aracına dönüştürüldü.
Hükümetin şahsında herkese mesaj verdi.
Hükümet yuhalandı, ordu bol bol alkışlandı.
TC Başbakanı ve bakanları süt dökmüş kediye dönderildi.
Bülent Ecevit cenaze töreni vesilesiyle bir kez daha “balans ayarı” yapıldı.
Ordu iktidarı sürecek.
Kimse hayal görmesin, en ufak bir demokratik gelişme olmayacak.
12 Kasım 2006
Đyisi mi Birbirimizden Kurtulmaktır!
Hasan H. YILDIRIM
Kürdistan’ın kuzey parçası yüzyıllardır barbar Türk’ün işgali altında.
Đlhak edilmiş. Sömürge ötesi bir statüko dayatılmış.
Ülkesi ve insanıyla inkar edilmiş.
Đnkar edilen imhaya tabi tutulmuş.
Korkunç insanlıkdışı uygulamalar dayatılmış.
Asimilasyona tabi kılınmış.
Beceremediklerini katliamlarla yok etmişler ve etmeye çalışıyorlar.
***
Kürdistan’da olup bitteni bir yana bıraksak bile çeşitli nedenlerle Kürdistan’da koparılan veya
kopan Türkiye’nin şu veya bu yerleşim alanına yerleşen Kürd kitleside daima tehlikelerle
karşı karşıya kalmış ve kalacaktır.
Bir taraftan başkalaştırılmaya çalışılmakta, diğer yanda toplumsal eşitsizlik sürekli ve sistemli
bir biçimde yeniden üretilerek kendilerine dayatılmaktadır.
Her alanda bireysel ve toplu olarak linç ve katliamlarla karşı karşıya kalmış ve kalmaktadır.
Mevcut sistem içinde etnik kökeninden dolayı horlanılmakta, itilip kalkılmakta, kendilerine
hiç bir zaman fırsat eşitliği koşulları tanınmamaktadır.
Çoğunun sosyal güvencesi yok.
En şanslı olanlar kendini yok pahasına angarya bir işe koşturmakta buluyor.
Yoksulluk peşlerini bırakmıyor.
Açlık, hastalık yol arkadaşı oluyor.
Bu psikolojik atmosfer altındaki insanlarımız geleceklerine ilişkin bir bilinmezlikle karşı
karşıya kalıyorlar.
Bu koşullar altında yaşayan, büyüyen ve gelecekten bir beklentisi olmayan genç nesiller
kendilerini şiddet ortamında buluyor.
Şiddete başvurmaktan başka çıkar bir yol bulamiyorlar.
Bu nedenle bu insanları eleştirmek, suçlu ilan etmek bunu yaratan sistemi aklamak olur.
Bu, çokçada yapılır.
Bunu yapanlar, Kürd düşmanı ırkçı Türkçü çevrelerdir.
***
“Sözde vatandaş”ız.
Şahitliğimiz bile kabul görülmüyor.
O halde derdiniz ne?
Bu insanlardan istediğiniz ne?
Çiz sınırı kurtul.
Bu işin başka çaresi mi var?
Olmadığını siz de biliyorsunuz.
Yüzyıllardır asimile edip bittiremediniz.
Katliamlarla tüketemediniz.
“Mezara gümdük, üstünü betonladık” dediniz, küllerinde daha gür olarak doğdu.
Peki başka ne yapacaksınız?
Bizim bilmediğimiz, henüz uygulamadığınız başka yöntemleriniz mi var?
Bir de onları deneyin.
Eğer bu da tutmasa, artık yol verin.
Yani ver kurtul.
Başka şansınız yok.
Ha bunada yok derseniz elinizden olandan da olursunuz.
Sonunuz Miloseviçlerin, Saddamların akibeti olur.
Bizimki komşuluk uyarısı.
Đyisimi birbirimizden kurtulalım.
14 Kasım 2006
Sorunların Çözüm Dili Kem Küm Değildir!
Hasan H. YILDIRIM
Geçtiğimiz Çarşamba akşamı Kanal 7’de Nazlı Ilıcak’ın sunduğu “Sözün özü” programını
izledim. Tüylerim ürperdi.
Konu Ermeni soykırımı ve “Kürt sorunu” idi.
Konuşmacılar Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu, eski büyükelçi Gündüz Aktan,
Dr. Eser Karakaş, gazeteci yazar Ethem Mahçupyan, Đnsan Hakları Derneği Başkanı Yusuf
Alataş idi.
***
Eser Karakaş, adabı çerçevesinde sorunlara yaklaşmaya çalıştı.
Halaçoğlu ve Aktan her zaman yaptıklarını yapmaya, yani Kürd ve Ermenileri küçük
düşürmeye, tehdit savurmaya ve konuşmacı Kürd ve Ermeniyi mevcut yasalar karşısında
suçlu duruma düşürmeye çalıştılar.
Kürd ve Ermeniyi yasalar karşısında suçlu duruma düşüremediler.
Tüm zorlamalarına karşın “Kürtler ne istiyor?” sorusunun cevabını kendilerinden alamadılar.
Çünkü Kürd ve Ermeni kem küm...kem küm etmekten öteye gitmediler.
Halaçoğlu ve Aktan, bu sefer “Yoksa siz Kürdler toprak mı istiyorsunuz, hele bir isteyin
görürsünüz gününüzü” deyip tehditlerini savurdular.
Bunlar yabancısı, ama alıcısı olmadığımız her zaman ki söylemler.
Bunları geçtik diyelim.
Fakat Kürd Yusuf Alataş’ın söylediği son söz geçilecek gibi değildi.
Değildi, çünkü Kürdleri rendice edici sözlerdi.
Kem küm edilişlerinin kuşkusuz anlaşılır bir çok sebebi olabilir.
Mevcut yasal mevzuat bu konuda çok gerekçe sunabilir.
Fakat Kürd Yusuf Alataş’ın “Hepimiz devletimizi birlikte sevelim.” deyişinin Kürdler
nezdinde hiçbir haklı gerekçesi olmaz.
Bilinmelidir ki, bu sözlerle Kürdler rencide olur, ama düşman islah olmaz.
Gündüz Aktan’nın cevabı bunun kanıtı.
“Devletimiz sizi sevdi, ama siz bunun kiymetine layık olamadınız.”
Kürd Yusuf bu zılgıtı yemek zorunda mıydı?
Niye Yusuf kardeşim?
Bu sözleri sana ettiren zor ne?
***
Ekmeğini yediğim, suyunu içtiğim, hizmetini gördüğüm dünya güzeli teyzem dediğim
annenin hatırı içinde olsa seni seveyim diyeyim, ama ondan önce bana Kürdlerin Türk
devletini sevmesini gerektirecek tek bir neden söyle.
Var mı bana söyleyeceğin tek bir neden?
Olmadığını bilmez misin?
Bilirsinde peki kendini niye böyle rezil u rusva edersin.
Yapma Yusuf kardeşim.
Türk’ün işitmek istediği sözleri ikidebir tekrarlamak ne insan haklarıyla, ne demokratlıkla, ne
de yurtseverlikle bir alakası var.
Karşımızdakilerin insan haklarından, demokrasiden bihaber olduklarını bilmez misin?.
Onların hamuru “asarız keseriz.” ile yoğrulmuş.
Gözleri kan bürümüş.
Đşleri güçleri kendi dışındakileri ısırmak, diş göstermek, bunu yapamadığında da havlamak.
Karşında oturan iki unsurun tutumuna ve birde geriye dön bak.
Türk sistemi ve toplumunun çirkin resmini görmekten zorlanmayacaksın.
Kendine ihanet etmedikçe bu resmi sevemesin.
O resmi olduğu gibi görmek çok mu zor?
Yoksa bunu ifade etmek mi daha zor?
Biz Yusuf kardeşimizi yinede sevelim, ama lütfen Yusuf kardeşimde bu katil devleti
sevmemizi bizden istemesin.
Oldu mu Yusuf kardeşim!
20 Kasım 2006
Türk Çete Devletbaşı Hakkında Suç Duyurusu
Hasan H. YILDIRIM
Türk çete devletin elebaşları hergün suç üstüne suç işliyor.
En son Türk çete devletbaşı uluslararası suç işledi.
Đslam Konferansı Örgütü (ĐKÖ) üyesi ülkelere çağrıda bulundu.
Kerkük’ün statükosu konusunda „uyarı“da bulundu.
Sanki kendilerine soran oldu.
Dahası takan oldu.
Bu konunun kendilerini acayip derecede „endişendirdiğini’ dile getirdi.
Endişelendirmeseydi zaten şaşardık.
Endişe onları suç işlemeye sevkediyor.
Eskiden batının ve doğunun desteğini alarak keyiflerince suç işleyebiyorlardı.
Bu imkan ve avantajları vardı.
Onlarda bunu tepe tepe kullanıyordu.
Şimdi sıkışıklar.
Eski dost ve müttefiklerinin onay ve desteğini alamiyorlar.
Đstedikleri suçu işleyemiyorlar.
Bu kez kıbleleri islam ülkeleri.
Kendilerinden işleyecekleri suça onay ve destek istiyorlar.
Đslam ülkeleri, onay ve destek verecekleri kesin.
Ama bir sorun var.
Onların onay ve desteği suç işlemelerine yeterli gelmiyor.
Dünya konjuktörü buna meydan vermiyor.
Bu da onların kudurmasına yetiyor.
Kudurganlık onlarda irsi bir vaka.
Asena soyudur.
Adamın zoruna bak.
Kerkük statükosu senin neyine.
Irak ve Kürdistan halkının bu konuda ezici çoğunlukla kabul ettikleri bir Anayasaları var.
Anayasanın 140.Maddesinde sorunun nasıl çözüleceği belli.
Süreç işliyor.
Önümüzdeki yıl referandum var.
Halk serbest iradesini ortaya koyup Kerkük’ün geleceğini belirleyecek.
Peki sen ne hakla dışardan buna müdahale edersin?
"Kerkük'ün statüsünün, zorlama bir referandum yerine, tüm Iraklı grupların üzerinde uzlaşı
sağlayacağı ve tarih baskısı altında olmayan bir formülle belirlenmesi gerektiğine
inanıyoruz."
Buna „Yabancı bir ülkenin Anayasasının ihlalı“ derler.
Türk Anayasasının ihlalinin cezası eskiden idam, şu an ağırlaştırılmış müebet.
Buna birde yabancı bir ülkenin içişlerine karışma cezasınıda eklerseniz Türk ceza yasasına
göre eder iki adet ağırlaştırılmış müebet.
Eski Türk ceza yasasına göre iki müebet eder bir idam.
Irak’ta bunada gerek yok.
Kişi olarak idama karşı olsamda Irak'ta bu suçun cezası kafadan idam.
Eski Anayasa Mahkemesi Başkanlığını yapmış bu unsur bunları bilmiyor olamaz.
Güney Kürdistan ve Irak mahkemelerinin harekete geçme zamanıdır.
Kendisi hakkında acil olarak tutuklama kararı çıkarmaları yeridir.
Olur mu?
Olur.
24 Kasım 2006
Rus’un Kürdistan Politıkasına Dikkat
Hasan H. YILDIRIM
Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Alexander Grushko bir grup Türk gazeteciye şu açıklamada
bulunmuş:
"Irak'ın olası bölünmesi ufukta görünen bir tehlike" diyen Rus, "Türk ortaklarımızın Irak'ın
bütünlüğü ve Kürt konusu ile ilgili kaygılarını paylaşıyoruz" demiş.
Yanlış duymadınız. Rus ayısı, bağımsız Kürd devletinin kurulmasını „tehlike“ olarak görüyor.
Bu konudaki Türk’ün „kaygısını paylaşıyor“muş.
Bununla yabancısı olmadığımız Rusya’nın tarihten gelen yaklaşımını seslendirmiş oluyor.
Bu politıka, sadece bu dönemle sınırlı değildir.
Uzun bir tarihi geçmişi var.
Çarlık Rusya’sından, SSCB’ne, oradan bu günkü Rus devletine aktarılan Kürdistan sorununa
ilişkin resmi Rus devlet politıkası.
***
Bu politıka görülmeden, kavranılmadan Rus devletinin niteliği ne olursa olsun, ister Çarlık,
ister sosyalist, ister başka bir şey olsun Kürdistan sorunu karşısındaki tavrı Kürd egemenlik
gasbı üzeri kurulan statükoyu koruma politıkası olduğu kavranılamaz.
Çarlık Rusya’sının 1900 öncesi Kürd isyanlarına karşı tutumu, yine Leninli, Stalinlı ve
sonraki Rus yönetimlerin 1917 sonrasından bugüne kadar süren KUKM’ne karşı tutumları
anlaşılamaz.
Bu karşı duruşun kısa özeti şudur:
Çarlık Rusya’nın Kürdistan sorununa ilişkin politıkası Kasr-ı Şirin Anlaşmasını temel alan
yaklaşım üzeri kurulmuştur.
Bu politıkayı SSCB, devr almıştır.
„Rusya’nın şu an izlediği doğu politıkası Rusya ve bağlaşığı devletlerin çıkarına uygundur“
diyen Lenin’in bu ifadesinde gizlidir.
Bu politıkanın üzerinde şekilendiği zemin Lozan Antlaşmasıdır.
Bu günde dünden faklı değildir.
Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Alexander Grushko’nun sözkonusu açıklaması bunun
somut ifadesidir.
***
Burada şu ortaya çıkar. Kürdlerin hangi dünyada yer alması gerektiği meselesi.
Bu dünya Atlantik ötesi dünyadır. Bu dünya Kürd milletine devlet olarak dünya sahnesine
çıkma yolunu açmıştır.
Bağımsız ve birleşik Kürdistan, artık bir rüya olmaktan çıkmış bir gerçekliğe dönüşmeye
doğru yol almıştır.
Birinci Körfez savaşı bu yolu açmıştır. 2003 Mart Irak işgali ile önemli bir mesafe aldırmıştır.
Güney Kürdistan’da „de fakto“ olarak Kürd devleti doğmuştur.
***
Kürdler, bu gelişmelerle birlikte dünya ve bölge politıkalarında önemli bir aktör olarak siyaset
sahnesinde yerini almaya başlamıştır.
Bu süreç bilinen mecrasında akacaktır.
Kürdlerin önünde alınması gereken uzun bir yol vardır.
Sırada diğer Kürdistan parçalarının örgürleşmesi vardır.
Đlk sırada doğu Kürdistan yer almaktadır.
Her ne kadar ABD’nin hem iç, hem dış problemleri Đran’a yönelik operasyonu ertelesede
bunun kaçınılmaz olduğu bir vakıadır.
Doğu Kürdistan’ın yakın bir süreçte özgürleşeceği kesindir.
Arkasında küçük Güneyin kurtuluşu gelecektir.
En son olarak kuzey Kürdistan kurtuluşu kendini dayatacaktır.
Bu, bir rüya, bir hayal değildir. Kaçınılmaz bir gerçekliktir.
Düşman bunu görüyor. Düşman cephesinin sıkıntısıda buradan geliyor.
Fakat her ne hikmetse bazı malum Kürd çevreleri bunu görmemekte ayak diretiyor.
Onlar mevcut gidişata uygun siyaset belirleyeceğine, kendileriyle birlikte Kürd milletini
düşmanın kapısına bağlama siyasetini yürütüyorlar.
„Iralılık“, „Đranlılık“, „Suriyelilik“, „Türkiyelilik“ uğraşıları oluyor.
Bunun Kürdistan davasını boğan handikaplar olduğunu görmek istemiyorlar.
Oysa bunun düşman minderinde bilerek kendi kendini mağlup etme politıkası olduğu aşikar.
Onlar, buna “akılı siyaset” diyorlar.
Yesinler “akılı siyaset”inizi.
27 Kasım 2006
Surat Manzaraları
Hasan H. YILDIRIM
30 Kasım 2006 tarihli MGK toplantısı başlamadan önce Türk hükümeti ve katilbaşı salonda
başbaşa geyik muhabeti ediyorlar.
Aralarında samimi bir hava var.
Hükümet başının özel fotoğrafcısı bunu resimliyor.
Sonra basın mensupları içeri alınıyor.
Bu kez hava bambaşka.
Suratlar asık, bakışlar donuk, kaşlar çatık, benizler soluk, birbirlerinin üzerine atlamaya hazır
canavarları andırıyorlar.
Düşünebiliyor musunuz?
Gözlerden ırak tek başlarına kaldıklarında sarmaş dolaş iki aşık görünümündeler.
Đnsanlar karşısına geçtiklerinde iki düşman oluveriyorlar.
Bunun sebebi harbiyesi var.
Danışıklı döğüşüyorlar.
Halkla dalga geçiyorlar.
***
Bu bir yönetim tarzı.
Türk usülü tarz.
Bukelemun gibi.
Tezat kişilikli, çok surat manzaralı.
***
Bunun bir başka örneği.
Kürd Mustafa’nın dönme torunu Türk ırkçısı Bülent Ecevit’in koruma amiri Recai Birgün için
yazılan şu cümlelere bakın.
“Birgün; güler yüzlü, dünya beyefendisi, diplomat görünümlü, şık bir salon beyefendisi.
Görünüşüne aldanmayın, o terörist avcısı yaman bir Özel Harekátçı.”
Nasıl olur, aynı insan hem “dünya beyefendisi”, hem katil olur?
Akıl erdirmek zor.
Türk’e has olsa gerek.
Kişilik bozukluğu dibe vurmuş.
Fazla söze ne gerek.
Karar verecek olan okuyucu.
***
TC kurulalı beri dönmeler topluluğuna bu ahlak egemen kılındı.
Bunu elinde silahı olanlar belirledi.
Silahı olmayanlar buna boyun eğdi.
Şiddetin dili konuşuldu.
Yalana dayalı politik oyunlar buna eşlik etti.
Topum rehin alındı.
Sürüleştirilip güdüldü.
Toplum bunu kabullendi, kanıksayıp içselleştirdi
Bu durum Türk denilen dönmeler topluluğunun yaşam biçimi halini aldı.
Onun dili hiç bir zaman olmadı.
Beyni olmadı ki, dili olsun.
Onun yerine silahı olanlar düşünür, konuşur oldu,
Ona tek bir görev yüklenildi.
Görevide “En büyük asker bizim asker” deyip silahı olanları övmek ve alkışlamak oldu.
Silahı olanlarda bu resme bakıp bunda bir keramet var deyip kaşları daha çatık, yumruğu daha
sert vurmayı bu resme uygun ayarladı.
Türk toplumu bu onursuzluğu kabullenip hazmetti.
Peki bu onursuzluk daha ne zamana kadar devam edecek?
Halkın lokması küçültülerek milyar dolarlık silah ihaleleri ne zaman son bulacak?
Kapalı kapılar arkasınadaki ve halk karşısındaki suratlar tazat teşkil ettiği müdetçe bu durum
değişmeyecektir.
Bu oyunu oynayanlar kendiliğinden değişmeyeceğine ve ortada onlara boyun erdirecek
aktör/ler de görünmediğine göre bu oyun devam edecektir.
06 Aralık 2006
Askeri Darbe Mimarları
Hasan H. YILDIRIM
Askeri darbe mimarları. Beker-Hamilton Paşalar, ama rütbesiz paşalar, dahası emekli paşalar.
Etkisiz ve yetkisiz.
Boyunlarını aşan bir işe soyundular.
Hadlerini aştılar, ama boyunlarının ölçüsünü aldılar.
Rezili rüsva oldular.
Aslında işin racunu gereği darbeler görevli personel tarafından yapılır.
Emekliler uygun görürlerse destek verirler.
Beker-Hamilton bu kuralı buzdular.
Darbe girişiminde bulundular.
Ama darbe ters tepti.
Bünyeye uymadı.
Darbeler pazarının kapandığı kendilerine hatırlatıldı.
***
Bu meselenin bir yanı.
Birde öbür yanı var.
Yani adamların niyeti.
Askeri darbeler hayranı.
Alışkanlıktan olsa gerek.
Bu kafa yapısı askeri darbeler dışında sorunların çözümünü bilmiyor olmaları.
Mesele bu olunca Irak’tada önerdikleri askeri bir darbe.
Demokrasi mi?
Bu kafaya göre oda ne?
Otoriter, totalıter, üniter kafa.
Asan, kesen, katleden kafa.
Darbe başarılmadan bile adamlar asıp kesmeye başladılar.
Katil ve eşkiyayı iktidara yürü yolu açtılar.
Haklı ve meşru olanlara yargılama dayatılar.
Gıyaplarında idamına deyip işin içinde çıktılar.
***
Kendilerini soğuk savaş döneminde sandılar.
Đstediklerini asıp kesip, istediiklerini iktidar koltuğuna oturtabileceklerini sandılar.
Herkesinde uslu uslu olur efendim diyeceklerini beklediler.
Kolları sıvayıp iddianame soğukluğunda darbe anayasasını yazdılar.
Kim haklı, kim haksız demeden kendilerince “istikrar” istediler.
Eşkiya, terörist ve katillere iktidar, haklı ve meşru olanlara yargılama yolu gösterdiler.
Bu hakkı kendilerinde buldular.
Ama yanıldılar.
***
Artık pustu deldirtmek o kadar ucuz değil.
Öyle de olsa Beker-Hamilton paşalar, değer deyip darbe girişiminde bulundular.
Mazlum, haklı ve meşruları cezalandırmak istediler.
Siyasi meselelerde haklı olanların yargılandığı eski kuralı hatırlattılar.
Yargılanan her zaman suçlu olan değidir.
Hele siyasi meselelerde yargılananlar bugüne dek hep haklı olanlar oldu.
Bu kural milletler içinde geçerli oldu.
Güçlü olanlar güçsüzleri daima yargıladı ve cezalandırdı.
Peki suçları neydi?
Ne olacak?
Her millet için hak olanı istemenin dışında.
Bu istem güçlü devletler nezdinde en büyük suç.
Kendi özelimize dönersek, Kürdlerin suçu ne diye sorduğumuzda, cevap bölge ülkelerin iç
istikrarını bozmak olur.
Bunları niye yazdım?
Đnanın bende bilmiyorum.
Galiba Beker-Hamilton paşaların ileri sürdükleri darbe anayasası olsa gerek.
Kendileri Türk hükümetbaşı kadar yetkisiz, anayasalarıda Türk anayasası kadar gereksiz.
Antepli garsonun müşterisinin istemi üzerine, usta bemye bir içinde eti gereksiz misali.
Ama ve lakin sinek küçükte olsa mide bulandırır misali.
Her neyse, daha doğmadın öldü bu paçavra anayasa.
Öylede olsa adamların niyeti önemli.
Bize biçtikleri kefene bakın.
Hem kısa, hem dar.
Amaç ortada.
Hüküm peşin.
Karar idam.
Davacı Türk, Arap, Fars.
Davalı Kürdler.
Savcı rölünde Beker-Hamilton.
Gelde içme şimdi.
***
Şimdi dedikte, gerçekten şimdi ne olacak?
Küçük Bush Beker amcasının fiyakasını bozabilecek mi?
Otur ihtiyar otur oturduğun yerde diyebilecek mi?
Đran ve Suriye ile hayata oturmam diye tuturacak mı?
Ortadoğuya demokrasi yerleştirmeye devam edeceğini yeniden deklere edebilecek mi?
Ortadoğunun statükosunu bozup yeni çekidüzen vermeye devam edeceğim diyecek mi?
Đnadım inat yeni sınırlar çekeceğim, yeni devletler kuracağin diyebilecek mi?
Dışişleri sorumlusu leydi ortadoğuya çekidüzen vermenin zamanı geçiyor diye ekliyecek mi?
Bekleyip göreceğiz.
Bush’un havlu atıp atmadığını göreceğiz.
Bush’un havlu atıp atmaması umurumuzdan değildir dememek lazım.
Çünkü kaderimiz üstünde büyük etkisi olacak.
Bu nedenle Kürdlerin gözü Bush’un üzerinde olacak.
10 Aralık 2006
Sömürgecilerimiz Pusuda
Hasan H. YILDIRIM
ABD ara seçim sonuçlerını „kırmızı çizgilerimiz geri geliyor“olarak algılayan
sömürgecilerimiz yeniden Güney Kürdistan üzerindeki emellerini seslendirmeye başladılar.
Hele Beker-Hamilton paşaların yumurtladıklarını kendilerine gün doğmuşa yorumladılar.
Daha evel "Yozgat’la Kerkük’ün kaderi bir olacak" diyen kontr-gerillacı katil Mehmet Ağar,
bir gazetecinin "Denizlili tekstilci Musul ve Kerkük’te malını gümrüklü mü satacak?"
sorusuna "Đnsan kendi toprağına gümrüklü girer mi?" der..
Hükümetbaşı Recep Tayyip Erdoğan, katilbaşını tamamlar...
ABD'nin Irak’taki askerlerini Güney Kürdistan’a çekme düşüncesini , “ABD askerinin Kuzey
Irak'a kaymasını şahsen yanlış bulurum. Orada sıkıntı yok ki, askeri sıkıntı olan yerde
tutsunlar” derken Türk egemenlik sistemim emellerini seslendirmektedir.
***
Çünkü ABD askerlerinin Güney Kürdistan’a yerleşmesi hesaplarını bozar, ellerini, ayaklarını
bağlar. Katilelebaşıları bunu gördüklerinde sıkıntıları burdan başlar.
Onları özel harpçı katil Edip Başer, tamamlar.
“Bölgesel Kürdistan hükümeti toplantılara temsilci göndermek istedi, bizimle aynı masaya
oturamayacaklarını söyledik,” der.
Amaç Kürdleri dünyada izole etmektir.
Bu anlayışlarına çift yönlü işlerlik kazandırırlar.
Bir yanda din kardeşliği kisvesi altında Kürdleri herkesten uzak tutmaya çalışırlar.
Öte yandan Kürdlerle yakın ilişki içinde olanlara “biz eski müttefiğiz, bizi bırakıp niye
Kürdlere bu kadar yakın duruyorsunuz” serzenişinden bulunurlar.
Lobilerini harekete geçirirler.
Kendi adına Beker-Hamilton paşaları konuştururlar.
***
Sömürgecilerimizde Kürd takıntısı var. Kürd gören sömürgeci kırmızı görmüş öküze döner.
Sömürgeciden “Kürt sorununu çözün” diyen Kürd çevreleride sömürgecinin elini güçlendirir.
Sömürgecinin Kürdistan sorunu karşısındaki tutumu inkar ve imha üzeri şekilenmiş olduğunu
bilmez gibi davranırlar.
Bilmezler miki, sömürgeciye göre „Kürt sorunu“ yok ve tüm politıkalarını bu anlayış üzeri
inşa ettiklerini?
Sömürgecinin bu politıkada zaman zaman şıkıştığı dönemlerde olur.
O zaman sorunun varlığı dil ucuylada olsa kabul edildiğide olur.
Fakat bu kabul anlık ve gelip geçicidir.
Dil ucu ile olsa sorunun varlığını kabulu bile “tek millet, tek devlet, tek bayrak” ile
ifadelendirilir.
Lozan’dan beri bu politıka güdülür.
Bunu “ulusal güvenlik” gereği olarak algılar ve uygularlar.
Bu nedenle sömürgecilerimiz sadece kendi devlet sınırları içinde hapsettikleri Kürdlerin
varlığına karşı değil, aynı zamanda, „dünyanın neresinde olursa olsun Kürdler lehine
gelişecek her oluşuma karşıyız“ politıkanın sürdürücüleri haline gelmişlerdir.
***
Güney Kürdistan’daki Kürd kazanımları karşısındaki tutumları bunun sonucudur.
„Girdik ha gireceğiz“ histerik tutumlarının nedeni budur.
Ha bunu yapabilirler mi?
Dünyanın şu an ki koşullarında biraz zor olsada sömürgecilerimiz bu amaçlarından vazgeçmiş
değildirler.
Buldukları ilk fırsata bunu uygulamaktan bir an teredüt etmeyeceklerini görmek gerekir.
Böyle bir fırsat doğar mı, doğmaz mı bu ayrı bir mesele.
Kürdler, savunma durumundadır.
Saldırı karşısında savunma avantalj değil, dezavantajdır.
Yaygın değişle „en iyi savunma saldırıdır.“
Bu nedenledir ki, sömürgecilerimiz haksız olmalarına karşın Kürd milletine karşı daima
saldırı halindedir.
Onlara kazandıran, Kürd’e kaybetirende budur.
Sömürgecilerimiz saldırdığında Kürd, „aman etme kardeşlik yara alıyor“ bildik ezberi
kaybetiren politıkadır.
Bunun zararları ne zaman anlaşılacak?
***
Sömürgecinin saldırı nedeni açık.
Onlar, Kürd milletinin egemenlik hakkını gasbetmeyi kendilerine hak biliyorlar.
Buna karşın silahlı direnen Kürdleri „bölücü terörist“ ilan ediyorlar.
Bilindik Kürd çevreleri de sömürgecinin minderinde kaybettiren Kürd’ün rolünü üsleniyorlar.
Sömürgecinin Kürd’e biçtiği rolü oynamak kaybetirir.
Bunun içinde Kürd’ün kendi minderi olması gerekir.
Başka çareleride yok.
Olmadığı içindşr ki, daima elinde silah savaştılar.
Büyük bedel ödemelerine karşın başarıya ulaşamadılar.
Çünkü dünya bu savaşta sömürgecilerimizin yanında yer aldı.
Onlarda kendini dünyanın kabadayısı sandılar.
Astılar, kestiler, ama asmak kesmekle Kürdleri bittiremediler.
Ama Kürdlerin kin ve nefretini kazandılar.
Birde dünyanın tepkisini.
Dünya eski dünya değil.
Fakat yekparede değil.
Sömürgecilerimizin “asarız, keseriz” tavrına dur diyen bir dünya olduğu gibi, destekleyen
Beker-Hamilton paşalar dünyasıda var.
Bu dünya “Đsrail, kısa zamanda yeryüzünden silinecek” diyen Ahmedinejadlarla “yakın ilişki
kurulsun” diyen dünyadır.
Sömürgecilerimizin “asarız, keseriz” politıaka ve uygulamalarına onay veren dünyadır.
Sömürgecilerimiz ve onlara destek veren çevreler artık “asarız, keseriz” tehditleri ile bir yere
varamayacaklarını anlamalı..
Geçmişlerine bakmalı.
“Asarız, keseriz” tehditleriyle neyi çözdüler ki, bu günden sonra çözsünler.
Yaptıklarıyla acı ürettiler.
Halklar arasında kin ve nefret büyüttüler.
Eğer bir başarıdan bahsedilirse bu konu da üstlerine yoktur.
Peki bu, ne zamana kadar devam edecek?
14 Aralık 2006
Çüşşşş....Dedik!
Hasan H. YILDIRIM
Türk hükümetbaşı yine zırvalamış.
"Kürtlerin Türkiye'de hak diye bir sorunu yok” demiş.
Ve eklemiş.
“Bu kadar basit.“
Çüşşş... dedik.
Kendisine haksızlık mı ettik.
Ne münasebet.
Hakedene haddini bildirmek insanidir.
Đr ürür kervan yürür.
***
Basit olan ne?
Kürdlerin Türkiye’de hak diye bir sorunlarının olmadığı mı?
Yoksa utanmadan sıkılmadan dünyanın gözünün içine baka baka bunu söylemek mi?
Şimdi ben sana ne diyeyim.
Bir şey desem senden evel bizim aklıevelerimiz
“Böyle politıka yapılmaz ki?” diyeceklerini biliyorum.
Ahlakçı kesileceklerinide.
Kimin ne diyeceği umurumda bile değil.
Çünkü ben demem gerekeni diyeceğim.
Gerçi ne desen diyeyim, sizde ar, namus olmadıktan sonra ne faydası var?
Yalan söylüyorsun desem Türk’ün racunu diyeceksin.
Yüzüne tükürsem yağmur yağdığına yorumlayacaksın.
***
Be rezil adam Kürdlerin hangi sorunu çözülmüş ki, hak sorunu olmasın.
Gasbedilmiş Kürd millet sorunlarını burda saymaya gerek var mı?
Bu hakları almak için milyonların kendini feda ettiğini bilmez misin?
Bu uğurda bir savaşın sürdüğünüde.
Sormazlar mı adama.
Kürd millet haklarını gasbını bir yana bırakalım.
Kürd milletini soykırımdan geçirmek için Kürdistan’da olan milyona yakın itiniz yetmemiş
gibi daha yeni gönderdiğiniz 250 bin it kopuğu Kürdlere gül mü dağıtıyor?
Yoksa kapınızın dibinde havlayan hainlerin dediği “kardeşlik” mi?
***
Suç sizde değil.
Kürdlük adına “TC devlet sınırlarına saygılıyız” diyen namusuzlarda.
“Parlamentosu'nda 50'yi aşkın Kürt kökenli vatandaşımız bizim milletvekilimizdir “
dediklerin rezil heriflerde.
O rezil heriflerde namus olsa idi, biri çıkar “be adam sende çok oldun” derdi.
Ama ne gezer.
Bozacının yalancısı şıracı olunca, senin gibi utanmazların şahidide Kürd haini olur.
Tüh be yüzünüze.
Siz insan mısınız be?
Ne gezer.
***
Ne derseniz deyin.
Ne halt işlerseniz işleyin.
Türk denilen dönme it sürüsü ürüye dursun, Kürd kervanı yürüyecek.
Đt kopuklarından hak talebimiz olmaz.
Hak verilmez, alınır diyenlerdeniz.
Gasbedilmiş haklarımızı söke söke alacağız.
Tüyü bitmemiş bebelerimizin hakkını burnunuzdan getireceğiz.
Ve şehitlerimizin ahdını yerine getireceğiz.
19 Aralık 2006
320 Đmzacı
Hasan H. YILDIRIM
320 imzacı.
Çoğu tanıdık.
Uniter devlet savunucuları.
Devlet sınırlarına saygılı şahsiyetler.
Ülke bölünmek isteniliyor. Aman ha sabrımızı zorlamayın deyip Kürdleri tehdit edenler.
“Savaşın değil, barışın dilini konuşalım" başlıklı bir bildiri yayınladı.
Cansız, sıkıcı, kölelik kokan bir bildiri.
Kürdlere vaddettikleri bir şey yok.
Demek istedikleri oturun oturduğunuz yerde.
Uniter devlete zeval gelmesin derler.
Hele sınırlar hiç tartışma konusu edilmesin hayı eklerler.
Kürd’ün kendi kendini idare etmesi mi, o da ne derler.
Na Und?
***
Ülkemin ismini bile telefuz edemezler.
Ülkem Kürdistan “bölge” oluverir.
Bu da devletin resmi politıkasının bir alt tanımlaması olur.
Başına “sözde” ekleselerdi karşımıza devletin çıplak tanımlaması çıkmış olur.
O zaman da bu kelefeli zatların şapkası düşer keleri açığa çıkar.
Bu mantıkla mı, ortak bir gelecek öneriyorlar?
Ortak bir gelecekte de Kürdlere biçilen yer Türk egemenlik sisteminde yine kölelik oluyor.
***
Đmzacılar, çatışma ortamı tamamen sona ersin.
Silahlar bütünüyle sussun.
Savaşın değil, barışın dilini konuşalım derler.
Ve eklerler.
Sivil çözümde buluşalım derler.
Bunlar hoş, ama boş sözler.
Önce hele bir beriye gelin.
Bu savaşa bir isin koyun.
Süren savaşı gerçek ismiyle dile getirin.
Bunu yapabiliyor musunuz?
Yok!
Var olan savaşa bile bir isim koyamayanların samimiyeti tartışılmaz mı?
Herkes şu gerçeği kafasının bir yerine yerleştirsin.
Bu gerçek, mevcut savaşın Kürdlerin savaşı olmadığıdır.
Savaşan taraflar olarak lanse edilenlerin aynı merkez tarafından yönetildiğidir.
Bu merkezinde Türk Genel Kurmayı olduğu ayan beyan olduğudur.
Bu gerçeği kavramak istemeyenlerin, savaş kurmayının ismini bile telefuz edemeyenlerin
kimden silahların susmasını istiyorlar?
***
Bunlarıda geçtik.
Peki birileri, size be kardeşim ismini koymadığınız bu “sivil çözüm” neyin nesidir derlerse
buna cevabınız var mıdır?
Biz Kürdlerin artık bu yuvarlak parlak laflara karnımız tok.
Tamam çatışma ortamı kalksın.
Havada karada denizde silahlar susun.
Susun da, ama nasıl?
Mesela Türk işgal güçleri Kürdistan’dan çekil desek nasıl olur?
Bu 320 kişiden kaç tanesi buna imza atar?
Atmayanın samimiyetine niye inanalım.
Kürdler, silaha başvurmasın demekle sorun çözülmüş mü oluyor?
Peki milyonluk Türk ordusu silah bırakacak mı?
Kürdistan’dan çekilecek mi?
Biz Kürdleri kendi halimize bırakacak mı?
Bir önemi varsa soruları çoğaltalım mı?
Buna gerek yok.
Diyeceğim odur ki, siz bu mantıkla daha çok uniter devletin değirmenine su taşırsınız.
27 Aralık 2006
Düşmana Düşman Demek Gerek
Hasan H. YILDIRIM
Türk egemenlik sahipleri, hükümetten muhalefete, MĐT’en Orduya, basından üniversite
çevrelerine, deyim yerindeyse istisnalar hariç Türk toplumun tümü Kerkük'teki Türkmen
'kardeşleri' koruma adına Kürdistan’ın güneyini işgal edilmesini seslendiriyor, dahası istiyor.
Sınıra yüzbinlerce asker yığıyor.
TBMM’inde kapalı oturumlar düzenliyor.
Irak ve dünyada ne kadar anti-Kürd terörist grup varsa değişik isimler adı altında konferanslar
düzenliyor.
Ne kadar anti-Kürd çevre varsa hepsini seferber ediyor.
Amaç bellidir.
Kerkük’ün özgür Kürdistan’a katılmasını ve bağımsız Kürd devlet ilanını engelemektir.
Gerekçe olarak ileri sürdükleri PKK’ye karşı mücadele sadece „kırmızı çizgileri“ne haklılık
kazandırmak için işin bahanesidir.
Onların PKK ve önderi ile bir sorunları yoktur.
Onlar, Genelkurmay alayları.
***
Türkler terbiyetsizleşiyor. Haddini aşıyor.
Neymiş efendim?
Türkmen kardeşlerinin haklarını koruma görevleri varmış.
Peki bu görevi onlara kim vermiş?
Türkmenler, TC devletinin vatandaşımı ki, haklarını korusun?
Uluslararası bir anlaşma böyle bir yükümlülük mü onlara yüklemiş?
Bunların hiç birisi olmadığına göre dertleri üzüm yemek değil, bağcı dövmekse o başka şey.
Ama başkalarını dövmeye gidenin başına çuval geçirildiği unutulmasın.
Bizden hani komşuluk uyarısı.
Dinlerler mi, yoksa çuvalı kafalarına geçirmeyi bir daha kabullenirler mi o da onların sorunu.
Ben ayırım yapmadan şunu net olarak söylüyorum.
Kendine Türk’üm diyenler istisnalar hariç haddini bilmeyen mahluklardır.
Bunun doğru olmadığını söyleyenler ahlak dersi vereceklerine tersini ispatlasınlar.
Bana Kürdler karşısında olumlu tek bir duruşunu söylesinler.
Söyleyemezler.
Buna rağmen olmayan bir şeyi varmış gibi bir hava veriliyorsa düşmana benzeme budur.
Çünkü varı yok, yoku var saymak Türk ahlakıdır.
Bunu söylediğimde bazı arkadaşlar, bunun „genel Türk eleştirisi“ deyip rahatsız olacaklarına
ne hikmetse kafalarındaki „ayırımı“ bizimle paylaşmaktan itina ediyorlar.
Burada soru şudur:
Bu arkadaşların kafasındaki „Kürd dostu“ Türk kimdir?
Önce zahmet olmasın bunu bir açıklasınlar.
O zaman daha somut konuşuruz.
Bunu yapamazlar.
O zaman kimseye ahlak dersi vermesinler.
Ben şunu iddia ediyorum.
Đstisnalar hariç Türk toplumu bir bütün olarak Kürd düşmanlığı yapmaktadır.
***
Türk’ün Kürdistan’ın Kuzeyinde yaşayan biz Kürdlere yaklaşımını bir yana bırakıyorum.
Peki Kürdistan’ın Güneyinde yaşayan kardeşlerimizden ne istiyorlar?
„Soydaşlarım“ diye diye timsal gözyaşı dökmenin sebebi harbiyesini nedir?
Peki bugüne kadar nerdeydiler?
Dost ve mittefik bildikleri Saddam, Türkmenleri yerleşik yerlerinden sürerken gıkları çıktı
mı? Yaptıkların kabullenilemez dendi mi?
Peki şimdi Türkmenlere karşı bu hassasiyetlerinin nedeni nedir?
Kürd düşmanlığı olmanın ötesinde başka bir sebeb var mı?
Kürdler, yapılan bir yanlışlığı düzeltiyorlar.
Yerlerinden zorla edilen Kürd, Asuri, Keldani, Türkmenleri eski yerlerine dönmesini
sağlıyorlar.
Peki sıkıntı nedir?
Kürdler yaptığı için karşı çıkılıyor.
Türk’e göre Kürdlerde kim ki, haksızlıkları çözsün.
Đşte yanıldıklarıda bu ya.
Kürdlerin engelenemez yükselişi Türk’ü deli divaneye çevirmiş.
Sonları xér değil.
Bu gidişle kafalarına daha çok çuval geçirilir.
Onlarda o kafa, eloğlunda güç oldukça sonra kafalarına daha çok çuval geçirirler.
***
Şimdi Arap, Fars ve Türklerin toplum olarak ABD’nin Irak işgaline karşı niye çıktıkları daha
iyi anlaşılıyor.
ABD’nin Irak işgaline karşı çıkanların kimliğinin ve esas amaçlarının ne olduğunun
sorgulanması Kürd siyasal önderliği açısından vazgeçilemez bir görevdir.
Irak işgaline karşı çıkan güçlerin “barışsever” niteliklerinden kaynaklanmıyor.
Hele Kürdistan’ı egemenliğinde bulunduran devletlerin ve bu devlet sınırları içinde yaşayan
egemen milletlerin tüm kesimlerinin bu noktada buluşması tesadüf değildir.
Onlar, şunu görüyorlar.
ABD’nin Irak işgali ile bölge sömürgeci devletlerin meşruiyetinin tartışma masasına geldiği
ve parçalamalarının kaçınılmaz olduğunu gördüler.
Bunu kendi varlık nedenlerinin yokoluşuna yol açtığına yorumladılar.
Đşte bu nedenle ezen millet saflarında sınıf ayırımı yapmadan tüm ırkçı ve milliyetçi kesimler
aynı noktada buluştular.
Bu da toplumun tamamına yakın demektir.
“Bir kamuoyu araştırmasına göre Türklerin yüzde 78'i Irak'a müdahaleden yana.” (Boris
Kalnoky)
Diğer yüzde 22’ide Kürdler olmak üzere Kürd dostu azınlıklar.
Burada bir sıkıntı var mı?
Peki sormazlar mı, hani Kürd dostu Türk?
Diyebilirler ki, işgale karşı çıkan Türklerde var.
Çok doğru, ama Türk toplumunda işgale karşı çıkanların gerekçeside iğrenç.
“Artık yeter bizim Kürdlere yaptığımız zülum” içermiyor.
Karşı çıkış nedenleri devlete karşı duydukları kar ve zarar kaygılarındadır.
Bunların işgalı savunanlardan farkı yok.
Burada sınıf ayırımı yok.
Bu konuda toplumsal bir uzlaşı var.
Toplum olarak düşman konumundadır.
Bunu görmek gerekir.
Đyi düşman kötü düşman olmaz.
Düşman düşmandır.
Düşman Arap, Fars ve Türk toplumlarıdır.
Bu toplumlar içindeki sınıf ayırımı göz önünde bulundurularak, bu sınıf düşman, bu sınıf dost
ayırımına gitmekte yanlış.
Bunu yapan niyeti ne olursa olsun hedef şaşırttığından dolayı Kürd’e zarar verir.
Bu toplumlarda Kürd dostu demokrat insanlar yok mudur deniliyorsa var, ama az.
Bu nedenle istisnalar kaideyi bozmaz diyorum.
Bu anlaşılırsa Kürdlerin düşmanlarına karşı nasıl konumlanması gerektiğide kendiliğinden
anlaşılır.
Düşmanla ayrışmaya hizmet eder.
Milli refleksleri canlı kılar.
Bu az şey midir?
Eğer az şey değil diyorsak düşman hakkında pembe hayaller yaymaktan sakınmak gerek.
Bunu her yurtsever Kürd’ün yapması gerek.
Đyisimi düşmana düşman demek gerek.
Tüm Kürdçülere sevgi ve saygılarımla...
Bu vesileyle 1 Şubat 2004 Şehitlerini saygıyla anıyorum.
01 Ocak 2007
Saddam Asıldı, Türklere Lahey Yolu Göründü!
Hasan H. YILDIRIM
35 sene Irak ve Güney Kürdistan’a hükmeden Saddam Hüseyin’in kanlı saltanatı 9 Nisan
2003 tarihinde yıkıldı.
Bir tavuk kümesinde bitli olarak ele geçti.
30 Aralık 2006 tarihinde asıldı.
Saddam, Kürd soykırımcıdır. Yüzbinlerce Kürd’ü soykırımdan geçirdi.
Yargılama bitmeden bir sabah şafağında yangından mal kaçırırcasına idam edildi.
Saddam'ın Kürdlere karşı işlediği suçlar nedeniyle yargılama şansı kaçmış oldu.
Nedeni daha çok tartışılacak.
Saddam artık yok. Saddamcılar ve müttefikleri var. Başlarında başı çuvalı Türkler var.
Yargılama sürecinde sayısız belge sunuldu.
Sunulan belgelere göre Saddam tarafından Güney Kürdistan’da gerçekleştirilen Kürd
soykırımında Türklerinde payı var.
Kürdleri toptan soykırımdan geçirmek için Irak-Türkiye anlaşma yapar.
Roller paylaşır.
Alınan karar gereği Kürdleri toptan ortadan kaldırılma operasyonu başlar.
Araplar, Türklerle eşgüdümlü hareket eder.
Saddamcı güçler, 16 Mart 1988’de Halepçe şehrine kimyasal silahlarla saldırır.
Đddiaya göre en az 5 bin günahsız sivil Kürd soykırımdan geçirilir. Bir o kadarı yaralanır.
Arkasında Kürdlere yönelik genel operasyon başlatılır.
Yine iddiaya göre en az 182 bin Kürd katledilir.
Saddam’ın yargılandığı mahkeme savcısı Münkit el Farun, bu katliamın belgelerini açıkladı.
Sıra bu katliamda Türklerinde suç ortağı olduğunu kanıtlayan belgelere gelince savcı, “şu an,
mikrofonu kapatıyoruz. Çünkü Irak-Türkiye ilişkileriyle ilgili” diyor.
Fakat hiç bir şeyin ebediyen gizli tutulamayacağı anlayışı burada da kendini doğruluyor.
Fransız haber ajansı AFP, mahkemenin açıklamak istemediği belgenin içeriğini dünyaya
duyuruyor.
Belgeye göre Kürdlere karşı topyekün saldırı başladığında Kürdlerin Đran ve Türkiye sınırına
dayanacağı ve Türklerden bunları geri püskürtülmesi isteniliyor. Durum gerçektende böyle
gelişiyor.
Irak Genel Kurmay Başkanı General Faysal, 21 Ağustos 1988 tarihinde, 1 ve 5. kolordu
komutanlarına, Kürtlerin top yekun imha emri veriyor.
Kürd soykırımı başlıyor.
Kaçabilen Kürdler Đran ve Türkiye sınırına dayanıyorlar.
Ama Türk askerin süngüsüyle karşılaşıyorlar.
Geri ittiliyorlar.
Çembere alınan Kürdler soykırımdan geçiriliyor.
Bu, büyük korku ve paniğe yol açıyor.
Kürdler, Türk barikatlarını aşmayı kurtuluş görüyor ve can havliyla askeri barikatları aşıyor.
Kürd soykırımı dünya kamuoyuna ulaşıyor.
BM, Türklerden sınırı açmak için baskı yapınca Türkler sınırı açmak zorunda kalıyor.
Ama bu arada binlerce mazlum günahsız Kürd insanı soykırımdan geçiriliyor.
Bu olup bitenler daha evel Irak ve Türk devletleri tarafından yapılan anlaşmanın gereği
oluyor.
Türkler, bu katliamın suç ortağıdırlar.
Saddam’ın yargılandığı mahkemede bunun belgeleri ortaya çıktı.
Belgelerin açığa çıkmasıyla Türkler paniğe kapıldı. Topyekün bir savunma durumuna geçti.
Malezya’da bulunan Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, zaman yitirmeden “10-15 sene kim
korudu sizi? Saddam bize her türlü teklifi yaptı. Birlikte Kürtleri keselim, yok edelim
önerisinde bulundu. Türkiye tereddütsüz reddetti.” açıklamasını yaptı.
O dönem Türkiye Bağdat Büyük Elçisi Sönmez Köksal, “Saddam Kürtleri ortadan kaldırmak
için korkunç bir plan yaptı. Buna göre Kürtler sınıra sürülecek, Türkiye de bunları geri
püskürtecekti. Irak, Kürtleri imha edecekti. Saddam Türkiye’den sınırın sıkı tutmasını istedi.
Ancak, biz bunu yapmadık.”
Koca bir yalan.
“Öldürmeyipte besleyelim mi?” diyen insanlığın yüzkarası mahluklar.
Katiller sürüsü, cani, aşağılık herifler.
Belgelerle soykırımcılıkları su yüzüne çıkınca kurt postuna bürünmüş “Kürd kurtarıcıları”
oluveriyorlar.
Hep böyle paçayı kurtarmışlar.
Dünyayı uyutmuşlar.
Dünya tiranlarıda bu suçun ortakları olduklarında oralı olmamışlar.
Bu nedenle işledikleri onca insanlıkdışı suç yanlarına kalmış.
Ermeni, Asuri-Süryani, Rum, Pontos ve Kürd soykırımları kendilerine kar kalmış.
Fakat artık bundan kaçış yok.
Türkler, bu kez suçüstü oldular.
Böylece kendilerine uluslararası bir mahkemede yargılanma yolu açılmış oldu.
Türklere Lahey yolu göründü.
Güney Kürd siyasal önderliği, bu konuyu es geçmemeli.
Belgeleri dünya kamuoyuna açıklamalı.
Uluslararası bir mahkemeye müraaat etmeli.
Türk barbarlarını cezalandırmanın, mahkum etmenin, durdurmanın en etkili yolu bu.
1 Ocak 2007
Çıvalci Xeyri Sizi Bekler
Hasan H. YILDIRIM
Dönmeler Cumhurriyeti Dışişleri Bakanı, Kürdlerin Başkanı sevgili Mesud Barzani’nin
Kürdleri temsil etmediğini söyleyecek kadar küstahlaştı.
Bu ne haddini bilmemezlik.
Herifçioğlu tam çuvalık.
Herkesi kendileri gibi biliyor.
Anlaşılan herkesi Dönmeler Cumhurriyeti Hükümetbaşı ile karıştıriyor.
Ağzı açılanın divan-ı harbe yolamak istedikleri zat ile
Yani tarikat-mafia şefleriyle.
***
Dönmeler Cumhurriyeti Dışişleri Bakanı, ne demişti?
„Kürtleri Barzani'nin temsil ettiğini düşünmek yanlış olur. Orada farklı farklı partiler, görüşler
var."
Bu gafı eden sözde politıkacı.
Demokrasinin olduğu her ülkede farklı partiler ve görüşler elbete olacak.
Anlaşılan kendilerinde olmayan bir şey olduğu için yabancısıdırlar.
Bunda bir anormalik yok.
Yine demokrasinin olduğu ülkelerde demokratik kurallar çerçevesinde seçilen Devlet Başkanı
kendi milletini temsil eder.
Güney Kürdistan’daki tüm partilerin onayı ile Devlet Başkanı seçilen sevgili Mesud Barzani,
Kürdleri hakkıyla temsil ediyor.
Kürdlerinde bunda bir şikayeti yok.
Sevgili Mesud Barzani, Kürd Federe Devlet Başkanlığı koltuğunada yakışıyor.
Kürd halkının temenisi Bağımsız Kürdistan Devlet Başkanı olmasıdır.
Umudumuz o ki, o da olur.
Sevgili Mesud Barzani, Başkanımız olmaktan öte o, Kekemiz.
O, kahramanlığın, adalatin, onurun temsilcisi dünya güzeli bir insan.
Onun adını ağzına alacak bir dönmenin hamamda üstüne kırk tas su dökmesi gerekir.
Ne sevgili Başkanımızın bizimle, ne de bizim sevgili Başkanımızla bir sorunumuz yok.
Đki taraf anlaşiyorsa üçünçü taraf siz niye anlaşıyorsunuz diyorsa tabiri caizse buna bok yeme
denir.
Dönmeler Cumhurriyeti Dışişleri Bakanının yaptığıda bok yemek oluyor.
***
Dönmeler Cumhurriyetin işledikleri insanlıkdışı suçlar kendilerine yetmemiş gibi.
Şimdi de Dışişleri Bakanı, Güney Kürdistan’a girip yakıp yıkmaktan, Kürdleri asıp
kesmekten bahsediyor.
Uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanmaktan dem vuruyor.
Bunları geç.
Uluslararası hukuk denen bir şey yok. Hele Ortadoğu’da bunun mıtkalı yok.
Geçerli olan orman kanunu.
Güçün varsa ezer geçersin.
Yoksa oturduğun yerde oturursun.
Hukuku boş ver.
Kerkük orda.
Hodri meydan.
Çıvalci Xeyri sizi bekler.
Çıvalci Xeyri deyip geçmeyin.
O da kim deyip cahilik etmeyin.
Karada, havada, denizde hazır ve nazır Kürdistan çocuğudur.
Karda kışta, yazda ayazda elinde çıval tetikte nöbete.
Her damağa menüsü vardır.
Đsteyene gole, isteyene mazot, isteyene petrol, isteyene arpa ikram eder.
Eliaçık Kürd misafirperverliğin nişanesidir.
Ama lakin dünmelerde damak tadı yok.
Onlar kemiğe alışık.
Asene enikleri ya.
Şimdi anlaşılıyor.
6 aydan beri 250 bin itin Hakkari civarındaki dere yataklarında ne aradıkları.
2 sene önce dönme barbarların zülmünü protesto edeip intihar eden koyunların kemiklerini
kovaladıkları anlaşılıyor.
Ya “Kerkük sevdası.”
O çuval delisi Türk’ün takıntısı.
Dönme Cumhurriyeti Dışişleri Bakanının terbiyesizleşmesine gerek yok.
Kürdleri kimim temsil ettiği/edeceği onu aşar.
Ha Kerkük mü?
Kerkük orda.
Göbeğinde işitmek isteyen varsa hodri meydan.
Çıvalci Xeyri, sizi bekler.
1 Ocak 2007
Saddam’ın Şahsında Kendilerini Keşfedenler
Hasan H. YILDIRIM
Saddam’ın apar topar idam edilmesi farklı tepkilere yol açtı.
Her ne kadar idama karşı olsamda Saddam’ın idam edilmesine ne üzülecek, ne de zil takıp
oynayacak halim var. O, yaptıklarıyla ölümü defalarca hak etti. Ama Kürd milletine
yaptıklarından dolayı yargılanması bitmeden birileri tarafından alelacele yangından mal
kaçırırcasına idam edilmesini her sağduyulu Kürd gibi doğru bulmadım. Ama olan oldu.
Her yurtsever Kürd insani gibi, bende bu asılma karşısında kim ne düşünüyor diye basını
taradım.
Gördüğüm manzara çok ilginçti.
Kürd millet düşmanları, Saddam canisinin asılmasıyla karalar bağladığını gördüm.
Đlginçtir!
Đlginçlik sömürgecilerimizin sağıyla, soluyla yine aynı kulvarda buluşmalarıydı.
Gördüğüm bir başka ilginçlik sömürgecilerimizin solcuları efendilerine katbe kat fark
atıklarıydı.
Devşirilmiş sol tüm varyantlarıyla kendini Saddam canisinin şahsında keşfetmişti.
Kürd soykırımcısı “direnişçi yoldaşları”nı kaybetmişlerdi.
Sokağa dökülmüş, “şehit” ilan etmişlerdi.
Hani bir söz var. Derler ya. Sözle dostunu söyleyeyim seni diye.
Demokratın dostu demokrat, faşistin dostu faşist olur.
Saddam’ın dostuda Saddam gibi katil ve katil adayları olur.
Sömürgeci, soykırımcı beyaz adam olur.
Bunun şaşılacak bir tarafı yok.
Saddam’ın en çok dostu hangi milletendir diye bir anket yapılırsa kuşkusuz devşirme dönme
Türk denilen köksüz ucube toplum birinci olur.
Başlarında da ırkçı solcuları yer alır.
Alır ne demek, aldılar bile.
Bir eline kan-irin kokan bez parçasını, diğer eline Saddam’ın resmini aldılar. Irkçı-faşist
kurtçukları ile sokağa döküldüler.
„Irak'ın toprak bütünlüğünün Türkiye'nin de toprak bütünlüğü anlamına geldiğini„ deyip
gözyaşı döktüler.
“Saddam Hüseyin'in idam edilerek şehit olduğunu” ilan ettiler.
Şehitlerin anısına saygısızlıkta bulundular.
Đnsanlığın yüzkarası beyaz adamı oynadılar.
Saddam’ın idamı ile Irak denilen yapay “ülke”nin sonu demek olduğunu biliyorlar.
Bu da bu canilerin uykularını kaçırıyor.
Gelecek kaygıları artıyor.
Korkuları büyüyor.
Çünkü sıranın kendilerine geldiğini biliyorlar.
Kolay değil.
Yüzyıldır varlığını Kürd yokluğu üzerine kurulu dönmeler cumhurriyeti yok olma tehlikesiyle
karşı karşıya olduğunu kendileri itiraf ediyorlar.
Bu ruh halini yaşayan bu parayonakların uykuları kaçmasında kimin ki, kaçsın?
***
Đnsan olarak idama karşı olabilirsiniz.
Đdamına karşı olduğunuz kişi Saddam gibi milyonların kanında eli olan bir canide olabilir.
Bu anlaşılmayacak bir şey değildir. Dahası geniş çevrelerin sempatisinide kazanabilirsiniz.
Fakat sömürgecilerimiz ve onların gölgesi olmuş ırkçı solcuların yaptığı bu değildir.
Onların yaptığı Saddam gibi bir caniden bir “direnişçi”, bir “devrimci”, hatta bir “insan”
keşfetmeleridir.
Kendileri buna inanıyorlar mı? Elbette değil.
Onlara göre düşmanımın düşmanı dostumdur desturudur.
Kürd’ün varlığına tahamül etmeyenlerin sığınağı doğal olarak Saddam gibi bir Kürd
soykırımcının kucağı olur.
Bizden söylenmesi.
Bu kucak kimseyi iflah etmez.
Gerçi bu kurtcukların iflah olma niyetide yok.
Peki ne olacak?
Olacağı şudur: Akibetleri Saddam’ın akibeti gibi olacak.
***
Saddam'ın apar topar idam edilmesine kuşkusuz çok sevinenler oldu.
Fakat Kürdler, hiçte bu işe sevinmedi.
Kürdlerin „sevinç gösterisi yaptığı” iddiası barbar Türklerin işi.
Kürdler, hiç bir zaman meseleye öç alma olarak bakmadı.
Kürdlerin talabi açık ve netti.
Saddam’ı uluslararası bir mahkemede adilce yargılanmasını sağlamaktı.
Fakat Kürdlerin gücü buna yetmedi.
ABD ve Şiiler bu konu da nasıl anlaştılar bilemeyiz, ama bu alışverişte Kürdler yoktur.
Saddam’ın insanlığa karşı işlediği suçlarından dolayı yargı önüne çıkarılması bir dönemin
tüm boyutlarıyla gün yüzüne çıkarılıp belgelenmesi çok önemlidiydi.
Fakat mahkeme süreci bitmeden Duceyl davasından aldığı ölüm cezasından dolayı asıldı.
Asanlar Şiilerdir. Yol açanlar, ABD’dir.
Kürd Celal Talabani, Irak Devlet Başkanı olması hesabıyla Saddam’ın idam edilmesi kararını
imzalamayı redetti.
Herkesin bu tavırdan çok ders çıkarması gerekir.
Celal Talabani, onurlu bir tavır sergiledi.
Zaten Mam Celal’a yakışanda buydu.
Kürdler, Mamlarının yanında yer aldı.
Bu tavır insan olmanın bir gereğildi.
Dünya insanının önünde şapka çıkardığı bir tavırdı.
Fakat Kürd düşmanları bu insanı tavra gölge düşürmek için başvurmadıkları yalan bırakmadı.
Saddam’ın idamına Kürdlerin “sevinç gösterisi yaptığı” yalanını yaydılar.
Saddam’ın idamını fırsat bilip Kürdleri karalamak ve kötülemeyi ihmal etmediler.
Ellerinde mazlumun kan izi olanların kimseye insan hakları, insan yaşamı hakkında
söyleyecek bir sözü olamaz.
Hele canilikte prim yapmış kendine Türk diyen barbarların Kürdlere insanlık dersi verme
şansı hiç yoktur.
Çünkü bu caniler, “Asmayıpta besleyelim mi?” kültürün sahibidirler..
“Vatan kurtarma” adına 17 yaşındaki bir çocuğu darağacında salandıranlardır.
Ana kycağındaki bebelerimizi kurşunlayanlardır.
Öldürdükleri Kürd gençlerini tankların arkasına bağlayıp korku salanlardır.
Katlettikleri gençlerimizin orasını burasını kesip boynuna asıp resim çekenlerdir.
Devleti aliyesi, Kürd katili olanlara “direnişçi” deyip konferans yaptırır.
Solcuları, Saddam’ın şahşında kendini keşfeder.
Saddam canısini “şehit” ilan ederler.
Bu mahlukatların insan olmaya niyeti yok.
Bu mahlukatlarla ortak yaşamı dayatanlarında Kürd olmaya niyeti yok.
03 Ocak 2007
”Şehit“ Olmak Đsteyen Lütfen Sıraya!
Hasan H. YILDIRIM
Dönmeler Cumhurriyeti Hükümetbaşı, karısının başörtüsüne sahip çıkamazken Kürdistan ve
Irak’ta ne yapılmasını zorunlu kıldığı, “kırmızı çizgilerimiz” dediği uzun bir liste yapmış.
Aman yarabim.
Bu herifi tanımasak beş kıtaya hükmeden sömürge valisi mi diye teredüt geçirirdik.
Ama biz bu etkisiz ve yetkisiz dönme bozuntusunu tanıyoruz.
Kasımpaşa kaymakanı kadar yetkisinin olmadığınıda biliyoruz.
Bizim köyün delisi kadar ciddiye alınmadığıda.
Dahası karısının başörtüsüne sahip çıkamayan bir dümbük olduğunuda biliyoruz.
Ama bu dümbük her Kürd kazanımı karşıdında “seyirci kalmayız” deyip havliyor.
Haydi ulan ordan. Dönme bozuntusu. Seni tutan mı var?
Paçan tutuyorsa hodri meydan.
Biz biliyoruz ki, bunu yapacak ne ciğer, ne yürek var sende.
Senin ki, sokak kabadaylığı bile değil.
Onların bile bir racunu var.
Dediklerini yaparlar, tükürdüklerini yalamazlar.
Ya sen? Her gittiğin yerde kendine ancak yerine getiremeyeceğin vazife çıkarırsın. Ancak
havlarsın. Tükürdüğünü yalarsın..
Daha öncede gittiğin Lübnan’da kendilerine durumdan vazife çıkarmıştın. ABD’ye verip
veriştirmiştin.
"ABD özel temsilci atadı. Ancak hiçbir olumlu gelişme yok. Terör örgütüyle mücadelede
ABD ve Irak'la ortak adım atabilirdik; ancak olmadı. 'Para kaynaklarını kurutacağız' diyorlar.
'Sıkıntılı başka bölgeler var, buraya ağırlık veremiyoruz' diyorlar. Bu bir oyalama taktiği mi?
Biz somut netice bekliyoruz...Terörle mücadelede hiçbir olumlu gelişme yok. Artık somut
sonuç bekliyoruz.
Tribünde seyirci olarak kalamayız." demiştin.
Ve ağzındaki baklayı çıkarıvermiştin.
"Bizimle birlikte gerek Đran gerekse Suriye bu sürece yönelik adımlar atabilir. Đran müşterek
hareket edebileceğimizi söylüyor. Suriye ile de mutabakatımız var. Buna ABD'yi de
katabiliriz. ABD'nin vereceği karar önemli." diye eklemiştin.
Hani Kürdleri gaz oadalarıyla tehdit eden gazeteci paşa yok mu, o da sana gaz vermişti.
„Artık ABD’ye söylenecek laf kalmadı. Şimdi bizim hükümete dönüp, "Ağlayıp sızlama...
e yapacaksan yap!" deme zamanı... „ demişti.
Bu herifçioğulları kendilerini aç tavuk misali buğday ambarında sanıyor.
Bunun bir başka anlatımı daha var.
Köpeğin eceli gelince çobanın ekmeğini yermiş.
Bu herifçioğuların gidişi hiçte iyi değil.
Saddam’ın takipçileri ya.
Sağkende takipçileriydiler.
Ölüsünüde yanlız bırakmayacakları anlaşılıyor.
Valla hiçte fena olmaz hani.
Bu ferifler neyine güveniyor?
Böbürlenmek, işkembeden atmak kolay da, ya peki sonrası?
Birileri demez mi?
Sizi engeleyen ne?
Đşte Kandil, Đşte Kerkük, işte Hewler.
Kandil bahane.
Kandile operasyon yapacağınıza Đmraliya yapın.
Terör örgütü olarak lanse ettiğiniz örgütün başı orda.
Eğer Kandil konusunda samimiyseniz onu susturun bu iş bitter.
Ama biliyoruz ki, sizin Kandile bir sorununuz yok.
Sorununuz Kürd milletiyle, Hewlerle.
Kürd kazanımları sizi deliye çevirmiş.
Sonunuz iyi değil.
Sonunuz Saddam’ın sonu.
O da sizin gibi havlardı.
Akibeti biliniyor.
Akibetiniz ondan geri olmayacak.
Doğru ya.
Sizin Saddam’dan neyiniz eksik?
Niye Saddam gibi „kahraman“ ve „şehit“ olmayasınız.
Hele elinizin altında;
“Đran müşterek hareket edebileceğimizi söylüyor. Suriye ile de mutabakatımız var.”
Bu kadar avantajınız varken ne duruyorsunuz?
Valla buna hiç ittirazımız olmaz hani.
Laf aramızda.
Hani alıştık yani.
Đpinizi bile kendinize çektiririz.
10 Ocak 2007
Đmralı MĐT Elele
Hasan H. YILDIRIM
TC devletinin yetkilileri, Kürdistan’daki son gelişmelere ilişkin eş zamanlı aynı perdeden ses
verdiler. Đmralı’da olduğu söylenen, ama bizce Genelkurmay merkezi ile Đmralı arasında
mekik dokuyan kontrasınında konuşmasına ihtiyaç duydular. Acele tarafından avukat kılıklı
görevlileri hava muhalefetine taktırmadan Đmralı’ya taşıdılar.
4 Ocak 2007 tarihli görüşmede avukat kılıklı devletin tayin ettiği unsurlar vasıtasıyla
kontralarından kamuoyuna iletmesi gereken mesajını aldırttılar. Aldırttıkları mesaj MĐT
Müşteşarı Emre Taner’in konuşması ile birlikte okunduğunda oynadığı rolün ne olduğuda
açığa çıkıyor. Bu rol, kendi değişiyle „felakete sürüklenen Türkiye’nin“ nasıl kurtulacağı
noktasında ifadesini buluyor.
Đmralı’daki zatın kaygıları TC devletinin kaygıları olduğu inkara gelmeyecek kadar açık. Bu
vesileyle devlet her sıkıştığında onun mesajlarını kamuoyuna servis etmeyi “ulusal çıkar ve
ulusal güvenlik politikalarımız bağlamında“ gerekli görüyor. Đmralı zatına ait olan aşağıya
aldığımız paragraf ile MĐT Müşteşarın söyledikleri ile nasıl örtüştüğü ortada.
”1920'lerdeki misak-ı milli sınırları sadece Musul-Kerkük değil Halep'in kuzeyinden
geçmekte, Kürtlerin yaşadığı bölgeleri kapsamına almaktaydı…Eğer bunların Mustafa
Kemal'in hatırasına birazcık saygıları varsa, bunu uygulamaya geçirirler. Yoksa Irak gibi olur.
Mustafa Kemalciyiz diyen kesimlere ve özellikle subaylara sesleniyorum; Türkiye'nin ve
bütün halklarımızın bir felakete sürüklendiğini görmüyor musunuz?"
Adamın tüm kaygısı „Türkiye’nin felakete sürüklendiği.“ Ve bunun nasıl önleneceğidir. Fakat
bu konu da efendilerinin yapabilecekleri pek fazla bir şeyleri yok. Var olduğu ve Đmralı’daki
zatında önerdiği tek çarenin Güney Kürdistan işgalinin MĐT Müşteşarı Emre Taner’in „Bunu
gerçekleştirebilmesi hiç de kolay değildir,'' dediği çıkmazlarını göstermektedir. Ama buna
rağmen işgalin tek çare olduğununda altını çizmekten kendini alıkoymadığıda ortada.
Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu üçgeninde yer alan Türkiye’nin bu alanda gelişecek olaylar
karşısında –Siz bunu Kürd milletinin önlenemeyen yükselişi karşısında ne yapmak istedikleri
olarak anlayın-“ulusal çıkar ve ulusal güvenlik politikalarımız bağlamında“ yapması gerekeni
şöyle açıkladı bile.
“Bu süreç içinde, Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir
zaman olayların akışına bırakma ya da 'bekle-gör-tavır al' taktiği ile sınırlama lüksüne sahip
değildir. Uluslararası sistemi ayrıntılı ve isabetli bir tanımlama ile (kendi konumu ile ilgili)
taktik, stratejik ve yüksek stratejik tutumlara sahip olmak zorundadır. Yalnız savunma
pozisyonunda olmak Türkiye'ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır.
Bu nedenle de Türkiye tüm kartlarını/ avantajlarını maksimum düzeyde bir verimlilikle
değerlendirmek durumundadır. Elbette bunu gerçekleştirebilmesi hiç de kolay değildir.'“
Söylenenler açık ve net. Türk devletini yaşatabilmeleri için Kürd devletinin kurulmasına
müsaaade etmeyecekleridir. Bunun engelemenin tek yolununda Güney Kürdistan’ın işgalidir.
Bunu Đmralı’daki zatında ilgili ilgisiz her zaman dile getirdiği biliniyor. Tek çarelerinin bu
olduğu her düzeydeki yetkilinin döne döne dile getirdikleride bilinmektedir. Ama olsun
demekle bunun olamayacağınıda ittiraf etmektende kendilerini alıkoyamıyorlar.
Bunu yapamamaları halinde doğacak „felaketin“ sorumluluğunun faturasını birilerine
kesecekleride kesindir. Hükümet ve MĐT’in son dönemdeki açıklamalarıda bir yanıyla
sorumluluğu Orduya yüklemeye çalışma girişimi olarakta okunabilir.
MĐT Müşteşarı Emre Taner’in MĐT'in kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmanın kamuoyuna
servis edilmesi hayra alamet değildir. Çünkü MĐT’in kamuoyuna yönelik açıklama yapması
pek alışık olan bir durum değildir. Fakat bu sefer oldu. Sebebini bilende bilmeyende yinede
sebebi nedir diye soruyor. Bayram değil, seyran değil, MĐT niye bu açıklama gereğini duydu
diye.
Bunun bir çok sebebi olabilir. Birincisi, düşündükleri „sınır ötesi operasyon“ konusunda
devletin tüm korumlarının aynı yaklaşım sahibi olduğunu kamuoyuna iletmek ve desteğini
almaya yönelik olabilir. Đkincisi, ABD üzerinde baskı kurmak, ilan edilecek yeni Irak
politıkasını kendi lehlerine etkilemeye çalışmaktir. Üçüncüsü, Erdoğan hükümetinin „Biz
görevimizi yaptık. Đstihbarat bilgilerimizi sunduk. Siyasi irade olarak kararda aldık. Devlete
ilettik. Ama devletin çekirdek kadrosu bunun gereğini yapmadı“ üstünlüğünü ele geçirme
amaçlıdır. Hatırlanırsa bir hafta önce Abdullah Gül’de buna benzer bir açıklama yapmıştı.
Siyasi irade olarak karar aldıklarını, sorumlulara iletiklerini, bu işin teknik adamların
çalışmalarına kaldıklarını söyleyerek sorumluluğu Ordunun sırtına yüklemişti.
Türk Ordusu bu işin altında nasıl kalkar veya kalkmaz bilemeyiz. Fakat köşeye sıkıştıkları bir
gerçek. Her gün tükürdüklerini yaladıkları bir gerçek. Girdik ha gireceğiz blöfleri havada
uçuştu. Arşın ellerinin altında olmasada Güney Kürdistan yanıbaşlarında. Sıkıysa hele bir
girsinler. Orda başlarına ne geleceğini katil sürüsü elebaşları çok iyi biliyorlar. Çuvalların
hazır olduğundan emindirler.
10 Ocak 2007
Peşmerge Bağımsızlık Teminatı
Hasan H. YILDIRIM
Son dönemlerde Kondu devleti ekaliyeti yine havlamaya başladı.
Anlaşılan Irak denkleminde devredışı kalmış bulunuyorlar.
Güney Kürdistan Hükümetinin ABD ile ilişkilerinden ve Peşmerge gücünün Irak’ta istikrarın
temel güçü konumuna yükselişinden korkunç derecede tedirginler.
ABD’den Güney Kürdistan’a saldırı vizesi alabilmiş değiller.
Son dönemlerde havlamalarının nedeni budur.
Tüm sıkıntıları bundan kaynaklanıyor.
Kerkük’ün Kürdlerin eline geçmesini Kondu devletlerinin yok olmanın stardı olduğunu
görüyorlar.
Bu nedenle Kerkük’ün Kürdlerin eline geçmemesi için her yola baş vuruyorlar.
Kondu devleti, işini gücünü bırakıp Kürdlere kilitlendi.
„AB’den önce önceliğimiz Iraktır“ derken hükümetbaşının aslında demek istediği birinci
öncelikleri Kürdlere karşı savaştır.
Irak istensede istenmesede çatır çatır parçalanıyor.
„Irak’ın parçalanması Türkiye’in parçalanmasıdır“ şeklinde algılanılıyor.
Bunu açıkça dile getiriyorlar.
''Kerkük'ün kaderi Türkiye'nin de kaderini belirler'' diyorlar.
Kerkük’ün özgür Kürdistan’a bağlanması bağımsızlık yolunun kısalmasıdır.
Algılama bu olunca korkuları büyüyor.
Đtbaşı, durup duruken gelecekte “bazı ulus devletlerin yıkılacağı“nı dile getirmedi.
Göçebe, dönme, devşirmelere dayalı derme çatma usulu yaratılan “ulus” dedikleri ne menem
topluma dayalı Kondu devletlerinin yok olacağına işaret ediyor.
Tedbir alınmalı diyor.
Önerdiği tedbirinde tehlikenin geldiği Güney Kürdistan’ın işgalı oluyor.
Đmralıdakininde aynı gün buna benzer öneriler yaptığıda biliniyor.
Dönmeler, Kürdlere karşı yoğun bir psikolojik savaş devreye koymuş bulunuyor.
Erdoğan, Gül, Emre, Öcalan, Başer, Irak’taki itleri ve diğer ilgililerin eş zamanlı aynı
frekanstan konuşmaları tesadüf değildir.
Seferberliğin amacı Bush’un yeni Irak politıkasının şekilenmesini etkilemeye çalışılmasıdır.
Hükümetbaşı, Türkiye denilen “ülke” gibi suni olarak yaratılan Irak’ta olup bittenler hakkında
“Bu yangın bizi her an rahatsız ediyor. Bundan sonra daha farklı rahatsız edebilir..Kerkük’teki
gelişmelere bakınca demografinin değiştirilmesi gayretine seyirci kalamayız.” derken bir
taraftan Kürdler tehdit edilirken, diğer taraftan Bush’un yeni Irak politıkasında kendilerini
hesaba katma mesajı veriliyor.
Hükümetbaşı, boşuna “Terörle Mücadele Koordinatörlüğü”nün işe yaramadığını söylemedi.
Mesele ABD ile ilişkilerini germek ve beklenen yeni Irak politıkasını şekilendirme amaçlıdır.
Zaten hiç bir zaman Koordinatörlüğe işe yarar gözüyle bakmadılar.
Meseleye ABD farklı, Kondu devleti farklı baktı.
Kondu devleti, Güney Kürdistan’a nasıl saldırabilirim aracı olarak baktı.
Hesabı tutmayınca kudurdu.
Zaten yaptığı tüm hesapları tutmadı.
Đstanbul’da El-Kaide dahil, Iraklı teröristlere yaptırdığı konferans döndü dolaştı kendilerini
vurdu.
Đraklı Şiilerin düşmanlığını kazandı.
Iran’ın tepkisini aldı. Türkiye’ye yoladığı Doğal gazı kesmekle Türkiye’yi cezalandırdı.
Başlarına bu belaları Kürdlerin sardığını biliyorlar.
Bu nedenle Kürdlere diş biliyorlar.
Amerikayı ikna ederlerse leş kargaları gibi saldıracakları ve parçalayacakları kesin.
Beker-Hamilton gibi lobicileri bunu kendilerine sağlayabilir mi, bilinmez ama Kürdler bu
konu da temkinli ve hazırlıklı olmak zorundadırlar.
Bağdat’a Peşmerge göndermenin bedeli olmalıdır.
10 Ocak 2007
Çuval Delisi Paşa erdesin?
Hasan H. YILDIRIM
Bush’un yeni Irak politıkasını açıklamasından umulanı bulamayan Türkler, “Đsteklerimiz
gözardı edildi, Kürtleri tercih etti” feryadını kopardı.
Üstüne üstlük Rice’nin turunda Türkiye durağının olmamasıda buna eklenince deli divaneye
döndüler. ABD Dışişleri Bakanı Conzelezza Rice, Bush’un yeni Đrak poliştıkasını
açıkladıktan sonra çıktığı Đsrail, Filistin, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, Đngiltere ve Almanya
gezisinde Türkiye durağı yok.
Beker-Hamilton raopurun açıklamasıyla Bush’un yenilgisine hükmeden ve sevinç çığlıkları
atan Türkiye, “kırmızı çizgilerimiz geri mi geliyor” diye bayram havasına girmişti.
Boynundan büyük işlere soyunmaya kendini hazırlamıştı.
Ortadoğu ve özelikle Irak’ta büyük rol oynayacağını deklere etmişti.
Başbakan Erdoğan, daha ileri giderek Irak’ta yapılması gerekli uzun bir “çözüm listesi” bile
kamuoyuna duyurmuştu.
Fakat kimse onları adam yerine koyup muhatap bile alma gereğini duymamıştı.
Hatta ABD’nin Irak eski Büyükelçisi Zalmay Halilzad, Erdoğan'ın yaptığı açıklamayı ,
“önemsiz sözler” olarak değerlendirip aşağılamıştı.
“Iraklıların dışında başkalarının Irak'ın içişleri üzerine açıklamalarda bulunması kabul
edilemez ''diye de eklemişti.
Erdoğan’ın buna cevabı, "Bize giremessiniz diyorsunuz. Ama adama sormazlarmı peki sizin
ne işiniz var diye.” horuzlanmıştı.
Bizde Erdoğan’a soralım.
Onlar, Irak’a girerken size sormadılar.
Peki siz niye soruyorsunuz?
Girmek o kadar kolay mı?
Ellini kolunu tutan mı var?
Aha Güney Kürdistan! Aha Kerkük!
Ha bir de hatırlatmada bulunalım.
Aha çuval!
Sıkıyorsa buyur.
Çıvalcı Xeyri sizi bekler.
***
ABD’nin Irak’ta oluşu Türkiye’nin Güney Kürdistan’a saldırısı önünde engel.
ABD, yetkilileri bunu her fırsata Türklere hatırlattılar.
Türkler, daima anlamamazlıktan geldiler ve geliyorlar.
Necdet Sezer, "Kerkük'teki referanduma izin vermeyiz"
Erdoğan "Kerkük'te bir oldu bittiye seyirci kalmayacağız"
Peki ne yapacaksınız?
Askeri bir hareket yapabilir misiniz?
Türklerin bu şansı yok.
O halde bu böbürlenmelere ne demek gerekir?
Yaptıkları tek kelime ile blöf.
ABD ve Kürdler, bu blöfü yutar mı?
Yutmadıkları açık.
Geriye tek bir neden kalıyor.
Türkiye’nin girdiği seçim atmosferi ile alakalı..
Herkesin asıp kesmekten, yakıp yıkmaktan birbirleriyle yarışırcasına nefes tüketmeleri şaha
kalkmış Türk milliyetçiğin oylarına oynamaya yorumlamak mümkündür.
Güney Kürdistan’ı işgali mi?
O biraz zor.
ABD Başkanı George W. Bush, ulusa hitabında Türklerin tüm “kırmızı çizgileri”ni tek bir
şıkta topladı.
“Sınır güvenliği” dedi.
Bundan anlaşılmayacak bir şey var mı?
Türkler, bu sınırı aşabilir mi?
Sıkar!
Zaten ABD Savunma Bakanı Gates, ABD askerlerinin Irak’tan çekmemelerinin nedenlerini
sayarken Türkiye’nin herhangi bir saldırısına fırsat vermemek nedeninide vardı.
Senato Silahlı Hizmetler Komitesi'nde konuşma yapan Gates'e, “ABD ordusunun altı ay
içinde Irak'tan çekilmesi durumunda neler olabileceği?” şeklindeki soruya verdiği cevapta:
''Irak dışındaki oyuncuların, çıkarlarını korumak için Irak'a müdahale konusuna ilgilerinin
artacağını'' söyledi.
Oturumda yer alan senatör John McCain'in, ''Buna Türkiye ile Kürdler arasındaki büyük
gerginlik dahil mi?'' sorusuna.
Gates, ''Evet'' diye yanıt verdi.
Mesele budur.
Buna rağmen Türkler, Güney Kürdistan’ı işgala yeltenir mi?
Aklıselim düşünülürse bunun imkanı yok.
Ama yeltenmezde dememek gerekir.
Türkiye’de çuval delisi çok paşa var.
Hele gazeteci kılıklı paşalarda olunca bir bakmışsın kendini Enver paşa zaneden çuval delisi
bir paşa çıkıvermiş.
Keşke!
14 Ocak 2007
Hrantlara Kızgınım
Hasan H. YILDIRIM
Hrant’a kızgındım. Kızgınlığımdan da haklı olduğuna inaniyorum. O, ecdadının katillerine
kardeş diyordu. Ecdat katilini başka yerde arıyordu. Ecdat katilleriyle “barış ve kardeşlik”
içinde yaşamak istiyordu. Ama yanılıyordu. Kendine Türk denilen ucube toplumun Ermeni,
Asuri-Suryani, Rum ve Kürd kardeş istemediğini kavramak istemiyordu. Bu barbarlara göre
“En iyi Ermeni, Asuri-Suryani, Rum ve Kürd’ün ölüsü” olduğu gerçeğine kulağını kapamıştı.
O, bir hayal aleminde yaşıyordu. Deveye hendek atlatmaya çalışıyordu. Đstilacı, işgalcı,
ilhakçı, sömürgeci, talancı, asimilasyoncu, katliamcı ve soykırımcı barbar sürülerinden
insanlık bekliyordu. Onlarla uzlaşmakla adam edeceğini sanıyordu. Bunun mücadelesini
veriyordu. Bunu yaşamıyla ödedi. Kızgınlığım bunadır. Kızgınlığım onun gibi düşünen
herkesedir.
Hrant ve onun gibileri, bizden katillerimizi sevmemiz istendi. Kabullenilecek bir şey değildir.
Soykırımcı toplumu olduğu gibi görmek istemediler/istemiyorlar. Coğrafyamızın kadim
yerleşik halklarını katledikleri gibi güvercinleride soykırıma uğratıklarını kabullenemiyorlar.
Bunu Hrant ve onun gibi düşünenlere atlatmamıza rağmen bunu kabullenmek istemedikleri
için kızgınım.
Hrant, “Tıpkı bir güvercin gibiyim...Onun kadar sağıma soluma, önüme arkama göz takmış
durumdayım. Başım onunki kadar hareketli... Ve anında dönecek denli de süratli…Evet
kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede
insanlar güvercinlere dokunmaz.” demişti.
Ama yanılmıştı. Bilmez miydiki bu kudurmuş toplum güvercinlerede dokunur, yular, öldürür.
Hrant, bunları bal gibi bilirdi. Bilirdi de, ama o, yinede yanlışta diretirdi. Bu yanlışı anlamak
için Hrant’ın katledilmesi mi gerekirdi? Bunun için Hrantlara kızgınım.
Hrant’ın kişiliğine, efendiliğine, karınca ezmezliğine bir diyeceğim yok. Ama canavarlaşmış,
barbarlaşmış, linç kültürünü içseleştirmiş, katliam ve soykırımcılıkla kimlikleri kirlenmiş,
kendi dışındaki herkesi düşman belemiş, sağdan soldan getirilmiş, başkalaştırılarak kendinden
yabancılaştırılmış, devşirilmiş, insan ve hayvan demeye dilimin varmadığı canavvarlaştırılmış
bir ucube toplumla “kardeşlik bağları kurmaya çalışan” Hrantlara kızgınım.
Özgürlüğümün, daha doğrusu özgürsüzlüğümün farkına vardığımdan beri oldum olası
kartalları, güvercinleri, güvercinleşmeyi, güvercinleşme hikayalerini sevmedim. Çünkü uçan
hayvan cinsinin kendiliğinden evcileşeni güvercindir. Kendi rızasıyla köleliği kabul eden,
boynunu bıçağa uzatan güvercini sevmek demek, köleliği kabul etmek olur..
Hrant’ın kendini güvercine benzetmesi tesadüfü olmasa gerek. Türk egemenlik sistemi onun
ecdadını kessede, her türlü haksızlığa uğratsada, bu devam etsede, kendisi ve toplumu “sözde
vatandaş” olsada, güvercinlerden daha masum yetim Ermeni çocukların yuvalarını başlarına
yıksada Hrant, tüm bunların aksine ırkının soyuna düşman ecdat katline kardeş demesinde
inat ve israr etti. Bu inat niye? Bu aşırı iyimserlik niye?
“Biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.”
Öyle mi? Öyle dokunurlar ki, feleğini şaşırırlar. Güvercinlerden daha masum yetim Ermeni
çocuklarının sıcak yuvalarına el koyduklarından da mı anlaşılmadı? Bu ülkenin barbarlaşmış
insanının güvercinlerin yuvasını dağıttığı, başlarına yıktığı nasıl görülmez? Bunu görüp
bilipte düşmanı sevmeyi yaşam haline getiren Hrantlara kızkınım.
Köle doğmak suç değildir. Ama köleliği kabullenmek ve birilerine kabullenin telkininde
bulunmak suçtur. Hrantların yaptığı budur. Bunları söylediğim için birileri yine celenecek.
Hrantlara haksızlık yaptığıma hükmedilecek. Hatta ve hatta Hrant Dink’in katledilmesi ile
doğan duygusal atmosferdende yararlanacaklar. Birilerinden aferimde alacaklar. Ama olsun.
Bana göre kim olursa olsun köleye köle sahibini sevmesini telkin ediyorsa, o köleliği
savunuyor demektir. Köle sahibi kadar suçludur. Hrantlar, bu suçu işlediği için kızgınım.
Katllerin “iyi çocuklar” olarak kabul görüldüğü bir sistemin sahipleri ile “barış ve kardeşlik
bağlarını örmek” isteyenleri, katliamcı, soykırımcı, ırkçı, tekçi katiller devletinin iyi niyetlerle
dönüşübileceği hayalini kuranları anlamamı bekleyenler daha çok beklerler.
Çünkü onlar, Türk egemenlik sistem sahiplerinin elini güçlendiriyorlar. Aman ha “Sınrlara
dukunmayın. Sabrımızı taşırmayın” diyen ırkçı soykırımcı sözde sosyalist Türk aydınlarının
„Ne mutlu Türküm diyene demekten gurur duyuyorum ama sizleri de kucaklıyorum“
dediğinde; istemez, Türk’ün Kürd’ü kucaklaması ayının avını kucaklamasıdır dediğimizde
Hrantlar, Kürdistan’ın kuzeyinde yaşayan Kürdleri “ayrılıkçı fikirlerden uzak durması”
öğüdünü verip, düşmanın soykırımcı kucağına koşmamızı istiyorlar. Türk egemenlik sahipleri
ve beyaz Kürd’ün işitmek istediği şeyleri dilendiriyorlar. Sırtımızda sistemle diyalog kurmaya
çalışıyorlar. Bize kölelik dayatıyorlar. Bunu için Hrantlara kızgınım.
Devlete vatandaşlık bağıyla bağlı herkesi Türk olarak tanımlayan, Anayasa'nın 66. maddesine
göre Hrantlar, „Türkiye vatanseverleridirler” ya. Babası belli olmayan “Türk atası”nın "Ne
mutlu Türküm diyene" vecizesinin „soycu“ olmadığı yalanının arkasında bu sefer başta
Kürdler olmak üzere tüm “öteki” bildikleri “sözde vatandaş”lara kakalamak istedikleri "Ne
mutlu Türkiye vatandaşıyım", "Ne mutlu Türkiye yurtseveriyim" kurt kapanına davetiye
çıkarıyorlar. Kürdistan inkarı öngörülerek Kürdler „Türkiyelilik“ kurt kapanında boğulmak
istenmesini görmemezlikten gelmemiz istenmektedir. Bizlerleri bu kurt kapanına “Barış ve
kardeşlik” adına çekme çabanın sahibi Hrantlara kızgınım.
Bu kurt kapanında Ermeni, Asuri-Suryani, Rum ve Kürd’ün nasıl öğütüldüğünün yabancısı
değiliz. Kamaralar karşısında güvercin uçurup “barış ve kardeşlik” teranesini tekrarlayıpta,
kameralar kapanınca kartal resmi altında güvercin kafasını koparan çok insan tanırız. Bunu
görüp bilipte onlara “dostluk ve kardeşlik” elini uzatıp canını kaptıran Hrantlara kızgınım.
Türk egemenlik sistemi kaba güce ve zor üzeri kuruludur. Resmi ve sivil militer güçlerini
sistem kaşıtı muhalif güçlere karşı kullanıyor. Resmi politıka haline getirdiği ırkçı tekçi inkar
ve imha yüklü söylem ve icraatlarıyla yol almaya çalışıyor. Kendi gibi düşünmeyene hayat
hakkı tanımıyor. Asimilasyon ve entegre edemediklerini şu veya bu yöntemle fiziki olarak
ordadan kaldırıyor. Bunun son örneği Hrant Dink oldu.
Kuşkusuz Ermeniliğin suç ve küfür olarak algılandığı ve soykırımla cevaplandığı Türk
egemenlik sistem koşullarında Hrant Dink’in cılızda olsa Ermenilerin sesi olma çabası
saygıya değer. Ama o kadar. Çünkü bu saygı başka yaklaşımlarla gölgelendi. Örneğin
Kürdistan’ın kuzeyinde yaşayan Kürdlere “ayrılıkçı düşüncelerden uzak durun” telkini
Kürdleri rencide ederken, düşmanın işitmek istediği bir yaklaşımdı.
Türk egemenlik sistemin Kürdler dahil, tüm “ötekiler”e inkar ve imha dayatıldığı bir ortamda
„barış içinde yaşamayı” öngürüp, “kardeşlik bağları kurmaya çalışan” Hrantların çabalarıda
eklenilince ortaya korkunç bir kuşatılmış ortamı doğuyor. Oysa sistemin bu kayışlarada
tahamülü yok. Onlar, „ya bendensiz, ya düşmansınız“ mantığın gereğini yapıyorlar. Bu,
görülmüyorsa, dahası bu çabalara eğer değer biçiliyorsa bunlara bir diyeceğim olamaz.
Hrant, bu çabayı verenlerden biriydi. Ama buna rağmen onlara yaranamadı. Bunu anlamak
için Hrantların katledilmesini beklemek mi gerekir? Hrant Dink, sistemi cepheden karşısına
almaksızın yasal çerçeveyi biraz zorlamaya çalışınca kalemi kırılarak gazetesinin önünde
vuruldu. Sistemi cepheden karşısına alsaydı kimbilir başına ne gelirdi. Büyük ihtimalede
kayıplar listesine girerdi. Buna rağmen sistem sahipleri, nasıl “Hrant’a sıkılan kurşun
Türkiye’ye sıkılmıştır” yüzsüzlüğünü yapıyorsa, bir o kadar da “Hrant’a sıkılan kurşun barış
ve kardeşliğe sıkılmıştır” diyen çevrelerde yaşanııyor. Ortalıkta “barış ve kardeşlik” mı var?
Çeşitlendirilmiş yöntemlerle süren kirli bir savaşla “ötekiler” inkar ve imhaya tabi
kılınmışken, hangi “barış ve kardeşlik”ten bahsediyoruz? Bu uğursuz çevrelerin sistemin
mehmetçik kalemşörlerinden ne farkı var?
Türk egemenlik sistemin mehmetçik kalemşörlerinin, “Hrant’ın şahsında Türk ve Ermeni
milletlerinin Osmanlının son dönemi öncesindeki o ‘milleti sadıka’ tabiri vücut buluyordu
adeta.” demesine rağmen Türkler, Hrant’ı „Türk düşmanı“ olarak ilan ettiler. Kendisine
„vatan haini“ yaftasını taktılar. „Türklüğe hakareten“ mahkum ettiler. Görsel ve yazılı basında
afişe ettiler. Temizlenmesi gereken bir düşman olarak topluma kabullendirdiler. Valiliğe
çağrılıp ölümle tehdit ettiler. Toplum harekete geçirtilerek her yol kullanılarak tehditler
çeşitlendirilerek Hrant teslim alınmak istendi. Ona „Türk’üm“ dedirtmeyi empoze ettiler.
Bunu başaramayıncada kalemini kırıp bir tetikçiye ihale verdiler.
Şimdi de tetikçiyi yakalayıp zafer naraları attıyorar. Ama Hrant’ı „korumadılar“. Hrant’ı
vuran katil yakalandı. Yetkililer, nutuk atmaya başladı. Ne başarılı bir iş yaptıklarını öve öve
bittiremiyorlar. Bu adamlar ne yüzsüz mahluklardır ki, bağıra bağıra geliyorum diyen cinayeti
engelemiyorlarda, bundan suçluluk duymuyorlarda görevlendirdikleri katili yakaladık deyip
göbek atıyorlar. Göbekte, kahkahada, taklada atarlar. Ve bizimle dalga da geçerler.
Hrant Dink hakkında tüm mehmetçik kalemşörler yazdı. Hepsinin birleştikleri orta payda
Hrant’ın bir insan olarak katledilmesi üzüntüsü değildir. “Bu saldırının Türkiye’ye yapıldığı,
Türkiye üzerinde oynanan oynun bir perdesi olduğu, ABD Temsilciler Meclisinde sözde
Ermeni soykırımının ele alınacağı döneme denk geldiği, Türkiye’nin alehine kullanılacağı,
şimdi zamanı mıydı” yaklaşımı idi. Açıkça ifade edilen, “O, ölümü hakketmişti, ama zamanı
değildi.”
Sözde en iyi niyetlilerin bile dile getirdiği ana tema bu oldu. Bu kesimler, bir bütün olarak
Hrant’ın katledilmesinde pay sahibidirler. Çünkü hepsinin damarlarında “asil kan” dedikleri
soykırımcı Türkçü ağu dolaşmaktadır.
Đsmi pek önemli değildir. Mehmetçik bir kalemşörün şu yazdıkları ibret vericidir. „Hrant'ın
katili, damarlarımıza karışan zehirli kandır…Temiz kanımıza karışmış bu zehri içimizden
atmadıkça millet olarak bir yere gidemeyeceğimizi bize bir kez daha gösterdi.“
Đşte yanıldıkları nokta budur. Kanınıza zehir falan karışmış değil. Damarlarınızda dolaşan
„asil kandır.“ Zaten bu coğrafyanın yerli halklarının başına ne getirdiyseniz bu „asil kan“a
borçlusunuz. Bunu daima övünç kaynağı ettiniz. „Ulusal marş“ınıza bile nakş ettiniz. Şimdi
kime ne anlatmak istiyorsunuz? Barbarlıkta dünyada eşi olmayan göçebe sürülerinin temiz
kalmış tek bir hücresi kalmamışken „temiz kanımız“ hikayesinin yuturulmaya çalışılması
soykırım, katliam, talan, çalı-çırpma tarihlerini yuturma çabasıdır. Bu çabanın esas amaçı
milyonlarca Ermeni, Asuri-Suryani, Rum ve Kürd’ü soykırımdan geçiren bir kültür empoze
edilmeye yöneliktir. Dahası bu “temiz, asil kan” hikayesinin yeniden pişirilmesi Hrantların
ölümüne yeniden davetiye çıkarmaktır.
Bu katiller sürüsü, birde utanmadan Hrant’ın katledilmesini “Dış mihrakların Türkiye’ye karşı
bir komplosu” olarak lanse ettiler. Kara yüzlerini aklamaya çabaliyorlar. Bu yüzsüz mahluklar
kimi kandırmaya çalışıyorlar? Yaygın değişle bu, “Türk’ün Türk’e propagandası” olsa gerek.
Hrant”ın katilleri yine o hikayeyi seslendirdiler. Kendilerini aklamak için o bildik "yabancı
parmağı", "dış mihrak", "tahrik", “provakasyon” hikayesini anlatmaya çalışıyorlar. Türk
basınıda bunun taşaronluğunu yapmaktadır. Hrant’ın katledilmesi üzerine yazan yazarların
söyledikleri Türk basını tarandığında aynı turnadan çıktığına hükmetmekten zorlanmasınız.
Bu mehmetçik kalemşörlere, silahşörler tarafından brifink verildiğine kuşku yoktur.
Hrant’ın katletmesine karşı çıkan tüm yazar-çizerlerin ortak noktası, "Dink'e sıkılan kurşunlar
Türkiye'ye de sıkıldı!" teranesini geveleyip durulmasıdır. Korkuları Türkiye’nin töhmet altına
gireceği ve zor durumda kalacağıdır. Bu mantıkta linç kültürü vardır. Soykırım mantığı vardır.
Adamlar, Hrant’ın ölümüne üzülmüyorlar. Hrant’ın şahsında bir milletin, Ermeni milletinin
üstüne bir kez daha kurşun yağdırıldığı, soykırımdan geçirildiği umurlarından değildir. Onlar,
Türkiye’nin uğrayacağı kar-zarar hesabını yapıyorlar. Bunu yapanlar sözde aydın ve demokrat
oluyorlar. Böylesi aydın ve demokrat düşman başına.
Hrant Dink’in katili Türkiye çıkarının kaygısını dert eden herkestir. Hrant’ı katledenler,
Ermeni, Asuri-Suryani, Rum ve Kürd soykırımını inkar edenlerdir. Ermeni, Asuri-Suryani,
Rum ve Kürd düşmanlığı yapanlardır. Bunların sıradan demokratik haklarını dile getirdiğinde
deli-divaneye dönen, “sabrımız taşıyor” diyenlerdir. Gerçek suçlular bunlardır.
Hrant’ın katili, Türk egemenlik sistemidir. Türkçüleşen köksüz ucube Türk denilen devşirme
toplumdur. Devletbaşından tutun sokaktaki sıradan insandır. Devletin her kademesindeki
zevattır. Ordu, polis, bürokrasi. meclis, partiler, mahkeme, yargıtay, televizyonlar, gazeteler,
sivil kurumlarından tutun “Ermeni dölü” edebiyatını küfür olarak içseleştirmiş toplumun bir
bütünü Hrant Dink’in katilidir.
Hrant’ın katilleri, yüzyılla yakındır gerçekleşmiş, tarihe kara bir leke olarak iz bırakmış
insanlık suçu Ermeni soykırımını “sözde” olarak ifade edenlerdir.
Hrant’ın katledilmesi yüzyıldır süren bir soykırımın günümüzdeki halkasıdır. Türk egemenlik
sistemi, Hrant’ın şahsında Ermeni milletine üç kurşun daha sıkmıştır. Soykırımçılıkla suçüstü
yakalamışlardır. Hrantların katledilmesiyle Ermeni milleti bittirilemez. Bunun hesabı er-geç
sorulur. Bunu yapanların akibeti hiçte olumlu olmayacaktır. Sonları Saddam’ın sonu
olacaktır.
Sonuç olarak; Hrant’ın düşüncelerini önemli oranda paylaşmasamde düşüncelerinden öte milli
kimliği nedeniyle barbar Türkler tarafından katledilmesi bir vahşettir. Ona sıkılan kurşunları
beynime sıkılmış hissetim. Milletimin bir ferdine sıkıldığı kadar içimden derin özüntüsünü
yaşadım.
Ailesinin, sevenlerinin ve Ermeni milletinin başı sağolsun. Hrant’ın ruhu şad olsun.
23 Ocak 2007
Đyisi mi Herkes Kendisi Olsun!
Hasan H. YILDIRIM
Bir kargaşalıktır, almış başını gidiyor.
At izi ile it izi birbirine karışmış bulunuyor.
Kimi, “hepimiz Ermeniyiz”, ötekisi “yok hepiniz Türksünüz” diyor.
Hayır efendim!
Đkinizede itirazım var.
Ben ne Ermeniyim, ne de Türk’üm.
Ben Kürd’üm.
Kim ki, benim rızamın dışında “öteki” yapmaya kalkışırsa; o, benim nazarımda halt ediyor
demektir.
Kimsenin avukatı değilim, ama beni kendi halime bırakın.
Ben derim ki, herkes kendisi olsun.
Bunun kimseye bir zararıda olmaz.
Ne demek, “Hepimiz Ermeniyiz!”
Bunu diyen yanlış eder.
Sen bunu söylersen, bir başkası “yok canım, siz Ermeni değil, Türksünüz” der.
Soysuz katil herifin biri utanmadan Hrant Dink için “Ermeni kökenli Türk” dedi bile.
Birisi “bende Ermeniyim” dediğininde de “kanına dokunuyor” dedi.
Kan bozuk olunca başkası ne yapsın.
Kanı problemi olanların takıntısı var diyelim.
Peki “öteki” olarak tanımlanlara ne demeli.
Şimdi olacak iş mi?
“Hepimiz Ermeniyiz” demek.
Bu da yetmiyor.
Bir başkası kalkıyor diyor ki, “Hayır efendim, hepimiz Ermeniyiz demek yanlış, hepimiz
Ermeni katiliyiz!”
Buyur burdan yak.
Hayır bayım.
Sen ve “biz” dediklerin her kimse Ermeni katili olabilirsiniz, ama o “biz” dediklerin içinde
beni de sayıyorsan yanlış yapıyorsun derim.
Ben Ermeni katili değilim.
Ermeni katllerinden de nefret ederim.
Đnsanlar, niye mazoşist olmayı yeğler, anlamış değilim.
Onayımı almadan “hepimiz” dedikleri içinde benide saydıklarına göre, şimdi ben neyim?
Ermeni miyim, Türk müyüm, yoksa katil miyim?
Hiç biriside değilim.
Ben kendinim.
Kendim Kürd yazar.
Peki bu kendisi olmak istemeyenler, ben Kürd’ü niye Ermeni, Ermeni katili veya Türk ilan
ederler?
Türk’ün gerekçesi geçikmez, hazır.
“Hangi kökenden olursa olsun, Türk şemsiyesi altında Türklüğümüzle gurur duyduk.“
Bu ne pişkinlik, ne utanmazlık.
Kimse kimse adına gurur duyma hakkına sahip değildir.
Bu nedenle biz de çöşşş dedik.
Bize soran mı oldu ki, „Türk şemsiyesi altında Türklüğümüzle gurur duyduk“ dedik.
Koca bir yalan.
“Türk’ün Türk’e propagandası.”
Kim inanır bu yalana?
Bu yalancılar kendi yalanlarına inaniyorlar mı?
Sanmıyorum.
Olsun!
Onlar, kendi yalanlarına inanmasada bizden inanmamızı istiyorlar.
Đnanmadığımızı söyleyincede deli divaneye dönüyorlar.
“Kanımıza dokundu” diyorlar.
Kan bozuk olunca dokunur tabi.
Bununla yetinseler her neyse.
Đşi tehdite kadar vardırırlar.
“Đyi çocuklar”a cinayetleri götürü verirler.
Bu siyasal atmosferde cinayet cinayeti izler.
Arkasında “Bu memleket için kurşun yiyende, yedirende kahramandır.”
Bir diğeri, “Hiç kimse bana ‘iyi çocuklar’ın suç işlediğini söyletemez” der.
Fakat bazen işler ters gider.
“Đyi çocuklar” suçüstü olurlar.
Hrant Dink olayında olduğu gibi Trabzon valisi devreye girer.
“iyi çocuklar”ın suçlarının sorumlusunu atari ve ana-babaları ilan eder.
Ne demesin!
Herkes aklını başına toplasın.
Ne ırkçı soykırımcı düzenin zoruna boyun eğelim, ne de duygusal anların havasına kapılalım.
“Öteki” olmayı reddelim.
“Öteki”ye yapacağımız iyilik, onu olduğu gibi kabullenmektir.
Kendimizde kendimiz kalalım.
Ha ne dersiniz?
25 Ocak 2007
Ben Bir Irkçıyım!
Hasan H. YILDIRIM
Türk’ün ne anlam ifade ettiğini yeniden tanımlamak zaruret kazanmıştır.
Çünkü Türk’ün yerinin tespiti Kürdlerinde nerde duracağı konusunda zemin sunar.
Gerçi Kürdistan halkı ve yurtsever hareketi Türklere ilişkin bugüne değin çok şey söylemiştir.
Söylenenler yerinde ve bugünde geçerliğini koruyor.
Peki ne denilmişti?
Türk denilince istilacı, işgalcı, sömürgeci akla gelir.
Türk, katliamcı, soykırımcı inkarcı, imhacı ve katildir.
Yalancı ve ikiyüzlüdür.
Hırsız, gaspçı ve talancıdır.
Soyguncu, sömürücü ve çapulcudur.
Silah, uyuşturucu ve kadın satıcısıdır.
Bu söylenenlere Kürd cenahta yer alanların bir ittirazı varsa beriye gelsin.
Bu konu da itirazı olan ve olmayanların bu barbarlarla “kardeşlik ve dostluk”, “ortak yaşam”
kurmayı önermeleri sömürge kişiliği değilde nedir?
Peki bu zevata bunu dedirten nedir?
“Değişebilir” dediklerinin ötesinde başka bir gerekçeleri var mı?
Yok!
O halde sorun nedir?
Bilerek lades demenin Kürd milletine maliyetinin neye mal olacağını tahmin etmek çok mu
zor?
Tüm bu bilinç kırılmalara rağmen Türk cenahtaki zevatın “Bugün modern dünyada, tarihinin
hiç bir döneminde ırkçı olmamış tek toplum Türk toplumudur.” söylediği bilinir.
Buna çüşşş demek ırkçılıksa ben ırkçıyım.
***
Birileri diyebilir ki, efendim yanlış düşünüyorsun. Bu olumsuzlukları yapanlar, Türk halkı
değil, sistemidir.
Bende derim ki, o zaman halk ile onun adına siyaset icra eden sistem arasında sınır nerde
başlar nerde bitter gösterin derim. Bu sistemi yüzyıldır sürdürenler, başka bir gezegenden
gelmedi. Türk toplumu içinde çıktı. Onlar adına siyaset icra ediyorlar. Đcra edilen siyasetin
ırkçı, linçi, soykırımcı olduğu aşıkardır.
Türk halkı bu siyaseti her dört sene bir iradesiyle onaylar.
Bu bir gerçek.
O halde sorun nedir?
Sistem ile halk arasındaki sınır nedir?
Kimse hayal görmesin. Yanlış zemin üzerinde siyaset belirlemesin. Gerçeklik bu.
Dediğim budur.
Bunun öteside olmalıdır.
Ötesi bu sistem ve sistemin noteri Türk halkı ile birlikte yaşayamıyacağımızdır.
Yaşamamalıyızda.
Bu ırkçılıksa ben ırkçıyım.
***
Yanlış mı düşünüyorum? Hiç sanmıyorum.
Yanlış düşündüğümü iddia edecek olanlar, Türklerin sadece olumlu bir niteliğini söylesin
yeter. Ama ben biliyorum ki, Türklerin tek bir olumlulukları yoktuk.
Çapulcu bir toplumdur. Katil bir toplumdur.
Türk toplum bireyi “asker doğar”.
Sistemin diğer halklara karşı inkar ve imha savaşının çıplak askeridir.
Bunu övünç kaynağı yapar.
“En büyük asker, bizim asker” diyen onlar.
Devleti korumayi üzerine vazife bilir.
Her Türk “iyi çocuktur.”
Birer Polat Alemdardır.
Đki rekat namaz kıldıktan sonra çeker silahı vurur “kanına dokunanı.”
Topluma “balans ayarı verme” geleneğidir.
Türk egemenlik sistemin racunudur.
Bu olup bittenler tesadüf müdür?
Ne münasebet!
Bunları söylemek ırkçılıksa ben ırkçıyım.
***
“Uzlaşı”, “barış”, “kardeşlik”, “demokratik yol ve yöntemler”le kafayı bozmuş “Türkiyeci”
Kürd siyasal çevreleri, ne kadar Türk’ün gerçekliğinden kaçarsa kaçsın Türk egemenlik
sistemin dayattığı savaştır.
Bu konu da ikirciksizdir.
O, politıkasını inkar ve imha üzerine inşa etmiştir.
Dediği şudur. “Seni tanımıyorum ve yok etmeyi politıka edinmişim. Ya kendini inkar edecek
teslim olacaksın, ya da karşıma çıkıp savaşacaksız. Öyle beni tanı, haklarımı ver, kardeşiz gibi
zırvaları bana okuma.”
Bundan anlaşılmayacak bir şey var mı?
Var!
“Türkiyeci” Kürd siyasal çevreleri, bu yalın ve çıplak gerçeği işitmek istememektedir. Üç
maymunu siyaset etmiş bulunmaktadır. Dahası aptallaşıyor, yalakalaşıyor, çukurlaşıyor.
Bu da Türk’ün elini güçlendiriyor.
Türk denilen ucube toplumun siyaset belirleyenleri, “dünyanın neresinde olursa olsun Kürdler
lehine gelişecek her gelişme bizi karşılarında bulacaktır” diyorlarsa; yazar-çizerleri, Hitlerin
Yahudilere reva gördüğü gazodalarını Kürdlere adres gösteriyorsa; doksan yaşını aşmış
sosyalisti, “sınırları tartışmayın, sabrımızı taşırmayın” tehdidinde bulunuyorsa; Türk halkı
evlatlarını davulu zurnalı halaylarla “en büyük asker bizim asker” deyip Kürdlere karşı savaşa
uğurluyorsa; ve daha hala Türkle “barış ve kardeşlik”, “ortak yaşam” önerenler çıkıyorsa buna
çüşşş demek ırkçılıksa ben ırkçıyım.
***
Mazlum deyip bağrımıza bastıklarımız “Ama bakın ben bu bir soykırımdır dedim ama bunu
Türkler yapmıştır demedim...Zaten o tarihte Türk kavramı yoktu. Osmanlı vardı...Kürtler çok
sayıda Ermeni öldürdü.” diyorsa;
Ecdat katiline katil diyemiyorsa, ecdat katiline hoş görünmek için ecdat katlini Kürdleri ilan
ediyorsa;
Geçmişte Rusları peşlerine takıp yarım milyon Kürd’ün ve dahası daha tarih olmayacak kadar
yeni olan Kelbajar ve Mirov dağında 20 bin günahsız Kürd’ü soykırıma uğratıldığı görmek
istemiyorsa;
Kürd yurdu Kürdistan’a Sor’u Kürdlerden temizlenmesi karşısında susuyorsa;
Ezidilerin Kürd olmadığı, Ermeni olduğu zorla kabul edilmeye çalışıldığı Ermeni devlet
politıkası karşısında sesiz kalıyorsa;
Kürdistan’nın Kuzeyinde yaşayan 25 milyon Kürd’e “aman ha ayrılıkçı düşüncelere
kapılmayın” telkininde bulunup Türk’ün işitmek istediğini seslendiriyorsa;
Kürdlere düşmanlarına kılıç çekmeyi değil, emperyalizme çekmesini dayatıyorsa;
“Dostları” oldukları söyleyenler, bunu kendisine hatırlatmıyorsa;
Bu vatandaşa bu tür zırvaları söyleten nedenler var dediğimde bunun üzerinde kafa
yoracaklarına onun avukatlığını yapıp beni ırkçı olarak ilan ediyorlarsa hiç önemli değil, ben
ırkçıyım.
Türklerin Ermeniler hakkında tek bir haklarının olduğu, bununda ölüm olduğunu bilmesine
rağmen daha hala bu soykırımcı mantığın değişebileceğini iddia ediyorsa ve güvercinleşip
boynunu ecdat katline uzatıyorsa ve onlarda kafa koparıyorsa, ve birileri tüm bu olup
bittenlere paye biçiyorsa daha çok güvercinin kafası koparılacak demektir dediğimde bu
ırkçılıktır deniliyorsa evet ben bir ırkçıyım.
***
Bu listeyi uzatmak mümkündür.
Herkes kendi cephesinde bir şeyler ekliyebilir.
Benden şimdilik bu kadar.
28 Ocak 2007
Kan Bozuk Olunca Ben e Yapayım Ha!
Hasan H. YILDIRIM
Irak milli petrol şirketi Somo’nun Genel Müdürü Dr. Fallah Alamri, Irak'a yılda 2.2 milyar
dolarlık akaryakıt ihracatı yapan otuzun üzerinde Türk firmalarına, “Bu ülkede faaliyetinize
devam etmek istiyorsanız bundan böyle Kuzey Irak'taki Kürt yönetimle temas kurun”
şeklinde bir yazı göndermiş.
Türkler, bunu “tepkiyle karşılamış”, bir “dayatma” olarak algılayıp “kanımıza dokundu”
demiş.
Kan bozuksa ben ne yapim ha.
Kondu Cumhurriyeti Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, "Firmalarımıza bu tür garip yazılar
geldiğini gördük” cahiliğini sergilemiş.
Ne demek “garip yazılar”?
Gerekçesini açıklamış.
“Türkiye bölünmemiş ve toprak bütünlüğü olan bir Irak'ı tanımaktadır.”
Çüşşş dedik.
Irak bölünmemiş ve toprak bütünlüğü korunmuş bir ülke.
Peki sorun ne?
Hazmedilemiyen Irak’ın Federal yapısı. Federak Irak Anayasası
Bunları görmemezlikten gelip konuşuyor.
Irak Anayasasına göre “Kuzey Irak” dedikleri yer “Kürdistan Federal Bölgesi” olarak geçiyor.
Bunu telefuz etmek kanı bozuk olanlara dokunuyorsa ben ne yapayım ha.
Pardon bu „Siyaseta nav bazari“ oldu.
***
Somo, Irak ve Kürdistan’ın Güneyinin ihtiyaçlarının zamanından karşılanması için yaptıkları
yeni bir düzenleme gereği Irak Federal Devleti ile petrol ticareti yapan yabancı şirketlere yeni
dönem yapmaları gereken presedöre uyma uyarısında bulunmuş.
Bundan ne çıkar demeyin.
Karşınızda kan problemi olanlar olunca kanlarına dokunur.
Kana dokunan nedir?
Somo’nun yazısındaki “Bundan sonra işinizi Kuzey’deki yetkililerle yapın” ibaresi.
Vay sen misin bunu diyen Türkler, “Biz parçalanmamış Irak’ı tanıyoruz” diye sayıklıyor.
Irak’ın bir federel devlet yapısına sahip olduğunu, federal bir bölgesinin “Kürdistan Federal
Bölgesi” olduğunu hazmedemiyorlar.
Kürdistan’ı kendi kimliği ile hazmetmek kanı problemi olanlar için büyük bir problem oluyor.
Kan zehirlemesi yapıyor.
Kan bozuk olursa ben ne yapim ha.
Bunu söylemek ırkçılıksa ben ırkçıyım.
***
Mesele bu olsa neyse.
Đşi tehditte vardırıyor.
Osmanlıcılık oyununu oynamaya meraklı Tüzmen, "Birileri Türkiye'yi test etmeye
çalışıyorsa, bunun bedelini ağır öder” diyor.
Peki ne olur?
“Türkiye ile Irak arasındaki petrol ürünleri ticaretinin sürdürülebilirliğini olumsuz
etkileyebileceğine” hükmetmiş.
Somo, bu kararı alırken bunu bilmiyor muydu?
Bilir bilir.
Bilmemezlikten gelenler, kanı problemi olanlardır.
Pardon bu „Siyaseta nav bazari“ oldu.
***
Soğuk savaş mantık sahiplerine bir şey anlatmaya çalışmak deveye hendek atlatmaktan
zordur.
Her ne demekse içi bir türlü doldurulamayan “yüksek politika” adı altında biz Kürdlere
kakalamak istenen “kendin olma, ama her şey ol” mantığının gönülü kabulenicilerine benim
bugünden sonra bir şey anlatabilmem çok zor.
Dahası anlatmaya çalışsan bile dondurulmuş beyinlerin anlaması bir o kadar zor.
Benim izah etmeye çalıştığım meselelerin basma kalıp şemacıların ezberi ile uyuşmayacağını
ta başından beri bilmiyor değildim.
Dondurulmuş beyinlerin sert direnciyle karşılaşacağınıda biliyordum.
Düşmana benzemek bu olsa gerek.
Düşmanın işitmek istediğini seslendirmeyi “yüksek politıka” adetmek bu olsa gerek.
Düşmandan öte bunların saldırısına uğrayacağımı biliyordum.
Ahlakçı kesileceklerini, ne kadar “yüksek politika yaptıkları”nı seslendireceklerini
biliyordum.
Yaptıkları “yüksek politıka”nın düşmanın işitmek istediklerinin ötesinde bir şey ifade
etmediğini kavramayacak kadar körleri oynadıklarını gördükçe daha çok alınacak yolumuzun
olduğuna hükmediyorum.
Düşmamı tanımadıklarına bağlıyorum.
Düşmanı asker, polis, bürokrasiden ibaret saydıklarını görüyorum.
Yanıldıklarını söylüyorum.
Düşman istisnalar hariç bir bütün olarak Türk denilen ucube toplum olduğunu söylüyorum.
Bizim “yüksek politıka” icra edenlerimiz ucube Türk toplum resmini görmek istemiyorsa bu
benim sorunum mu?
Daha bir kaç gün önce sivil toplum kuruluşları, yazarlar, hukukçular ve aydınların çağrısıyla
düzenlenen ve iki gün süren "Türkiye Barışını Arıyor" konferansından konuşan 90 yaşına
merdiven dayamış Türk usulü komünist Vedat Türkali’nin söyledikleri görülmek istenmiyor.
Bu zat-ı muhterem ne demişti: “Bu memlekette Türk’ü Kürt’ten ayırmak mümkün değil. Ben
buna inanıyorum. Kız alıp kız vermişiz, ortaklık kurmuşuz. Bütün kışkırtmalara rağmen
ayrılmamışız. O noktaya gelinirse Türkiye batar.“
Batsın efendim.
Hemde yerin 7 kat altına batsın.
Bizin dökeceğimiz tek bir gözyaşımız olmaz.
Amacımız zaten Türkiye’yi batırmaktır.
Türkiye batmadan Kürdistan yükselemez.
Kürd’ün bir görevi Kürdistan’ı yükseltmek ise, diğer görevide Türkiye’yi batırmaktır.
Bunun tersini düşünen ve gereğini yapan Kürd beyaz Kürd’ür. O da bizden değildir.
Pardon bu „Siyaseta nav bazari“ oldu.
Allah akıl fikir versin mi?
Başka ne diyeyim.
30 Ocak 2007
Bedri Yolcu’yu Katledilişinin 17.Yıldönümünde Saygıyla
Anıyorum!
Hasan H. YILDIRIM
KUKM’nin yılmaz neferlerinden, Kawa Hareketinin önderlerinden Bedri YOLCU yoldaşımız
17 yıl önce 11 Şubat 1990 günü bir iç ihanet sonucunda katledildi. Bugün Bedri Yolcu
yoldaşın Kürdistan devrim yolunu kızıllaştıran şehitler ordusuna katılışının 17. yıldönümü.
O, Hüseyin Şen, Hüseyin Aslan, M. Emin Mutlu, Necla Baksi ve daha sayısız şehit
yoldaşlardan devraldığı KUKM bayrağını şehit düştüğü ana kadar şerefle taşıdı. Alçak ve
kaleşçe katledildiği ana kadar tertemiz devrimci bir mücadelenin yılmaz bir neferi oldu.
Bedri Yolcu, sömürgeci ve bir avuç ihanetçiyle çatışırken, işkence ve zindan da direnirken,
tahliye olduğu andan itibaren örgütün başına geçip kaptanlık yaparken mücadelenin tüm
özeliklerini özümleyen bir önder olduğunu gösterdi.
Sisli, koyu sömürgeci gericiliğin hakim olduğu bir süreçte birilerinin sağa-sola kaçıştığı,
kendilerini sömürgeci pazarlarda fahişece pazarladığı, ama öte yanda kıran kıran süren bir
sıcak mücadele koşullarında hareketimizin başına geçip devrimin önder gücünü yaratmayı
görev bilen Bedri Yolcu gibi insanların ödeyeceği bedel yüksektir. Bu bedel, yerleri hiç bir
zaman doldurulamayacak olan bu kahramanların bedenleridir.
Bedri Yolcu, Kürd- Kürdistan’ın bağımsızlığı ve birliği için bedenlerini ortaya koyan eşsiz
kahramanlardan sadece biriydi. O, boş bir hayal peşinde koşmuyordu. O, Kürd-Kürdistan’ı
tarih sahnesinin şeref kürsüsüne taşıma mücadelesinde bedenini ortaya koyarken bunun
mutlaka birgün gerçekleşeceği inanciyla yapıyordu. Ve onun rüyası bugün Güney
Kürdistan’da gerçekleşti.
O, Kürd milletinin yüce davası için kısacık yaşamı boyunca hiç bir fedakarlıktan kaçınmadı.
Halkımızın bilincini, örgütlenmesini, girişkenliğini geliştiren devrimin neferinden biriydi. Ve
bu neferler, bu yüce dava uğrunda canlarını bedel ödediler. Kürd-Kürdistan’ın kurtuluşu Bedri
Yolcu gibi kahramanların ödediği bedenleri üzerinde yükseldi/yükselecektir. Onun gibi
kahramanlar olmadan Kürd-Kürdistan’ın kurtuluşu gerçekleşemez.
Kahpece kurşunlanrak katledilen Bedri Yolcu, devrim şehitlerimizin ne ilki, ne sonuncusu
olacaktır. Şehitler olmadan devrimin başarıya olaşmayacağı gibi, devrimimizinde büyük
kayıplarıdır.
Hele Bedri Yolcu’nun kaybı sıradan bir kayıp değildir. Özelikle Kawa Hareketi açısında yeri
dolduralamayan büyük bir kayıp oldu.
Kaybımız büyük.
Hayatını bireyselikten, bencilikten uzak Kürd-Kürdistan davasına adayan canımız, ciğerimiz,
güzel ve yiğit önderimiz Bedri Yolcu, sadece Kawa’cılar tarafından sevilen sayılan biri değil,
onu tanıyan tüm çevrelerin sevgi ve saygısını kazanan biriydi.
Tüm tanıdık çevrelerce sevilmesi ve sayılması boşuna değildi. Onun sergilediği devrimci
kişiliğin sonucuydu.
Bedri Yolcu’nun kışiliği ateşli bir yurtseverlik, devrimci bir kararlılık, parlak bir zeka,
sağduyulu ve alçak gönülülüğün simgesiydi. Derin ve güçlü bir ruhla davaya ateşli
bağlılığıyla, ilkeli tavrıyla devrime adanan bir kişilikti.
Zaten Bedri Yolcu yoldaşın katledilmesine yol açanda onun bu özelikleriydi. Yoldaşları Bedri
Yolcu’ya bu özeliklerinden dolayı büyük değer biçerken, sömürgeciler ve milli hainler, Bedri
Yolcu hakkında alçakça planlar yaptılar ve onu kaleşçe katlettiler.
Bedri Yolcu yoldaşın değeri katledilmesiyle daha da anlaşılmış oldu. Yeri doldurulamadı. O,
fiziki olarak aramızda ayrılsada manevi olarak daima bizimle bereber oldu. Onun mücadelesi
önimüzü aydınlatmaya devam edecektir.
Kürdistan halkının yarattığı Bedri Yolcu’nun yaşamı, mücadelesi ve şehit olması sömürgeci
celatlar ve bir avuç satılmış ihanetçinin korkulu rüyası oldu ve olmaya devam edecektir.
Sömürgeciler ve hainler, Bedri Yolcu’yu katletmekle ondan fiziki olarak kurtuldular, ama
onun yaratığı militan mücadele geleneğinden nasıl kurtulacaklar? Bundan kurtulmak mümkün
mü? Elbette hayır.
Sömürgeciler ve hainler kendilerini bekleyen sonlarından kurtulamayacaklardır. Tarihin
kesinleşmiş hükmü budur. Bedri Yolcu yoldaşın katilleride hak ettikleri cezadan nasibini
aldılar ve alacaklardır.
Bedri Yolcu ve Kürdistan şehitlerinin intikamı, bir kaç soysuzu cezalandırmakla sınırlı
değildir.
Bedri Yolcu ve diğer Kürdistan şehitlerinin intikamı demek; Kürdistan devriminin siyasal
önderliğini yaratmak demektir.
Türk, Arap ve Fars sürülerini Kürdistan’da silip süpürecek Kürd ordusunu yaratmak demektir.
Kürdistan devriminde çıkarı olan tüm millici güçleri tek bir ulusal bayrak altında bir araya
getirmek demektir.
Eski Kürdistan’ı, yani parçalanmış, bölüşülmüş, sömürgeleştirilmiş Kürdistan’ı Tek
Bölünmez Bağımsız Demokratik Kürdistan’a dönüştürmek demektir.
Türk, Arap ve Fars sömürgeci sürüleri ve onların uşakları bilsin ki, Kürdistan’da kopan
devrim fırtınasından boğulacaklardır. Tarihin tanıklığıyla hepsinden teker teker Kürd
milletinin ilk şehidinden Bedri Yolcu’ya uzanan devrim şehitlerinin hasabı sorulacaktır.
Bedri Yolcu ve diğer Kürdistan şehitlerinin uğrunda canını verdiği amaç bugün daha da bir
gerçekliğe kavuşmuş bulunmaktadır.
Güney Kürdistan özgürleşti.
Diğer parçaların özgürleşmesi uzak değildir.
Kürd-Kürdistan’ın birliği daha da bir gerçekliğe evrildiği bir döneme girilmiştir.
Bedri Yolcu ve onun gibi ölümsüz şehitlerimiz ebedi ikametgahlarında gönül rahatlığıyla
yatabilirler. Ruhları şad olsun.
Zafer Kürd milletinin olacaktır!
11 Şubat 2007
Dé Fermo!
Hasan H. YILDIRIM
Newroz Com yazarlarından Ahmedê Gulistanê’nın “Kürtler Đçin Acil olan ideolojik duruştan
Ziyade Politik Duruştur...” makalesini okuduğumda ne oluyoruz, bu yoğurdun buluğu nerden
geliyor diye kendi kendime soramadan edemedim.
Bizi, "’Hepimiz PKK’lıyız, Hepimiz Remzi Kartalız, Zübeyir Aydar’ız’ demelidirler”
emrivakisiyle karşı karşıya bırakmış.
Yalnız bir eksik bırakılmış.
Bu söylendenden sonra “Hepimiz Apocuyuz” demek gerekirdi.
Daha neler.
Sebebi nedir, böyle bir zorunluluğu dayatmanın nedeni nedir? Bunu bir anlayabilsem? Veya
birileri bunu ağız dolusu bir izah edebilse.
Doğru ya!
Devletin bile “adamımızdır” dediği bir unsurla bütünleşen bir örgüten “millilik“ keşfi
yapılırsa varılacak yer bu olur.
“Merkezi Milli Politıka” bunun üzerine mi inşa edilecek?
Şaşarım buna?
Anlaşılan başkası olmak epey içseleştirmeye çalışılıyor.
Kuşkusuz bu tercih sorunu, ama bunu başkalarına “demelidirler” mecburiyetini dayatmaya bir
anlam veremedim.
Niye başkası olalım?
„Öteki olmanın“ sınırı nerden başlar, nerde bitter bunun kıstası nedir?
„Öteki“ ile sayısız çıkar noktalara ve ortak ahlaki değerlere sahip olunabilinir. Bu temelde
sahiplenme ve birlikte hareket etme doğal olarak kendini dayatabilir. Ama bu „öteki olmayı“
gerektirmez ki. Herkes kendisi olsa ve ortak paydalarda buluşulsa doğrusu bu değil midir?
Peki „sahip çıkılmalıdır“ denilenler bu konumdalar mı?
Kürd yurtseverlerin „sahip çıkılmalıdır“ denilenlerle hangi ortak paydaları var?
Bunun için tek bir payda gösterilebilinir mi?
Dahası „sahip çıkılmalıdır“ denilenlerin Türk Genelkurmay alayları olduğunu görmek çok mu
zor?
”PKK Kürtçülere karşı savaş bile açsa, Kürtçüler PKK kadrolarına sahip çıkmalıdır.”
Peki bu mecburiyet nerden geliyor? Niye sahiplenilsin?
Dahası dezimformasyon var.
Sanki sokağa salınmadan bu güne kadar “Kürtçülere” karşı savaşmıyorlarda “savaş bile açsa”
deniliyor.
“Bile” fazla.
“Sahip çıkılmalıdır” denilenler o meşhur ağacın altındaki piknikten bu yana “Kürtçülere”
karşı savaşıyorlar.
Varoluş, varediliş nedeni budur.
Bunu kavramak için daha ne yapmaları gerekir?
Şu aşağıda denilenler ve benzerleri ise için çabası.
"Eskiden Türkiyelilik diyordum. Vaz geçtim, artik Türkiye Ulusu diyorum. Biz Türkiye
ulusundaniz. ’Ne mutlu Türküm diyene’ ve benzeri söylemler Atatürkün kültürel
milliyetçiligini gösterir. Atatürk'ün ırkçı sözleri yok... Mustafa Kemal milliyetçiliği,
yurtseverliktir... Otonomi, federasyon ve benzeri istemler Türkiyenin birligini ve bütünlügünü
bozar. Çözüm demokratik Türkiye Cumhuriyetidir. Demokratik Cumhuriyet Atatürk'ün
hediyesiydi. Bunu gelistirmek bizim görevimizdir...Devlet koçgiri isyanini çok güzel bir
şekilde bastırdı. Aksi halde kürd hareketinin yayılma durumu vardı. Şeyh Sait, Seit Rıza ve
diğer kürd isyanlari batılı emperyalistler tarafından genç Türk Cumhuriyetine karşı
kullanılmışlardır...Son seçenek bağımsızlıktır. Benim arzu etmediğim bir seçenektir.“
50 bin insanın ölümü, bir o kadarının sakat kalması, işkencelerden, zindanlardan geçmesi,
4000 köyün yıkılması, 5 milyon insanımızın bilmedikleri yabancı elere sürgün edilmesi, linç
dahil her türlü tehlikelerle yüzyüze kalmaları, açlık, sefalet ve ahlaki çöküntüye mahkum
edilmeleri ve tüm bunların karşılığı kontra artığın seslendirdikleri ve “sahip çıkılmalıdır”
denilen zevatın papağan gibi tekrarladıkları mı olmalıydı?
Niye Ahmed kardeşim?
Bunun “Kurdvari”likle nasıl bağdaşlaştırabiliyorsun anlamakta zorluk çekiyorum.
“Bugüne kadar Kuzeydeki başarısızlıklarımızda bizim yeterince "Kurdevarî" olamamamızın
payı büyüktür...Dil kırımına bu denli uğrayıp derin asimilasyona uğramamız, kendimize oto
asimilasyon uygulamamamız. Ülkemizin neresi ve nereden başlayıp bittiğini bilemememiz.
Duhok'u "yurt dışı", Đstanbul’u "Yurt" olarak algılar olmamız, Şemdinli’yi "Anadolu toprağı"
bellememiz; yeterince Kürtçü, kurdevari olamamamız ile ancak izah edebiliriz. Bu olguyu
başka türlü nasıl tanımlayabiliriz ki?”
Peki bu söylediklerini “sahip çıkılmalıdır” dediklerinin söyledikleriyle nasıl
başdaşlaştırıyorsun? Hani ben bağdaşlaştıramadımda.
Olmadı Ahmed kardeşim. Bir taraftan “Kurdvarı” vazı çekeceksin, diğer yanda “Kürt kökü
kazıma” misyonu üslemişlere “sahip çıkılmalıdır” emrivakisini dayatacaksın, bu hiç olmadı.
Kürdleri “Türkiye uluslaşması” içinde eritmeleri için mi?
Kemalizmi Kürdlere kabullendirmeleri için mi?
Kürd yurtseverlerini öldürmeleri için mi?
Özgür Kürdistan’a karşı savaşmaları için mi?
Listeyi uzatayım mı?
Şimdi nasıl oluyorda “Merkezi Milli Politikalar bu pratik üzerinden şekillenecektir.”?
Ben burada kimsenin niyetini tartışmıyorum.
Tartışmak istediğim “olmamız” mecbur kılınan zevatın niteliği ve oynadıkları rol.
Bu konuda daha evel çok şey yazdım.
Zahmet olmasa “olmamız” mecbur kılınanlar hakkında bir şeyler yazılsa daha iyi olmaz mı?
O zaman daha somut konuşsak ha!
Eğer bunca olaylardan sonra bu unsurlardan “millilik” keşfediliyorsa ve ““Merkezi Milli
Politikalar” bunlara „sahiplenme“ üzerine inşa ediyorsa ben ne diyeyim ha?
Ben şu iddiadayım.
A. Öcalan ve örgütü, başından beri TC devleti tarafından Kürdistan milli kurtuluş hareketine
karşı sokağa saldığı güçlerdir.
Kürd milletine karşı kirli bir savaş veren aktörlerdir.
Kürd milletine bundan sonra verecekleri zararlar bir tarafa, bugüne kadar hesapsız zararlar
verdikleri tartışması bile yapılmaz.
TC’nin Kürdistan’daki beşinci kol kuvvetleri „Apocu“ hareket, KUKM’nin önünde en büyük
engel olmaya devam ediyor. Bunlar tasviye olunmadan KUKM’nin önü açılamaz diyorum.
Ha bunu kimler yapacak meselesi Kürd yurtsever hareketin göndemini oluşturuyor. Bugüne
kadar Kürd yurtsever güçleri bunu başaramadı. Bu onların en büyük açmazları, ama başkaları
bunları tasviye ediyorsa niye karşı çıkılmalı?
Bana söyler misiniz bunların Saddamdan ne farkı var? Kürdler tek başlarına Saddam’ıda
deviremediler. ABD geldi devirdi. Bu kötü mü oldu? ABD veya bir başkası TC’nin bu beşinci
kol kuvvetlerini tasviye etse kötü mü olur? Ben hayır diyorum. Ve çok hayırlı bir iş yapmış
olurlar düşüncesindeyim. Ha bunu niye yaparlar ayrı bir mesele. Bu ayrıca değerlendirilir.
Siz ne zanediyorsunuz? ABD, bir emrivakiyle A. Öcalan’ı niye paketleyip sahiplerine verdi?
ABD, Kürdistan’a geliyordu. Đzleyeceği politikanın TC devlet politıkasıyla çatışacağını
biliyordu. A. Öcalan’ın ayağına dolaşacağını biliyordu. Bu Kürdlerle karşı karşıya gelmeye
yol açardı. Bu nedenle bu unsuru paketleyip sahiplerine teslim etti. “Kulanılmış eşyalarını”
alan sahipler daha sonra bunu anlasalarda iş işten geçmişti. Fakat bu oyun bitmiş değildir.
ABD ile Kürdleri karşı karşıya getirmek için TC aynı oyunu sahnelemek istiyor. Kürd
yurtsever güçleri bu konuda ihtiyatlı olmak zorundadır.
TC’nin bu beşinci kol kuvvetlerine “millilik” atfedenlerin yapabileceği olumlu bir şey varsa
onları ikna etmeleri bu oyuna gelmemelerini sağlamaktır. Bu mümkün mü? Ben yok diyorum.
Çünkü PKK’nin hiç bir konuda yanlış yaptığını söylemiyorum. Onlar, kendisine üslendirilen
görevlerini icra ettiler ve ediyorlar.
Bunun tersini iddia edenler varsa dé fermo.
11 Şubat 2007
Kim “Hasmane” Konuşuyor?
Hasan H. YILDIRIM
TC devlet yetkilileri hergün Kürdleri tehdit ediyor.
Kürdistan’ın Güneyini işgal edeceklerini alanen söylüyorlar.
Bunun için sınıra 250 bin katil sürüsü yığmışlar.
Kürd siyasal önderliğide Türklere işgale yeltenmemeleri konusunda uyarıyor.
Đşgalın olması halinde de „karşı koyacaklarını“ söylüyor.
Katil sürüsübaşı Büyükanıt, bunu „hasmane sözler“ olarak görüyor.
ABD yolculuğu esnasında uçakta gazetecilerle sohbet ediyor.
Türkiye'nin “Terörle Mücadele Özel Temsilcisi” emekli Orgeneral Edip Başer'in, "Mesud
Barzani ile görüşmek bizim kırmızı çizgimiz değil" sözü kendisine hatırlatılıyor.
Katil sürüsübaşı, Kürdistan Başbakanı Neçirvan Barzani'nin, "PKK sorunu askeri sorun değil.
Türkiye'nin bu sorunu siyasi şekilde çözmesi gerekir. Tehditle sorunları çözme dönemi
geçmiştir” sözlerini hatırlatarak, "Hasmane konuşmalar yapıyor. Bu haliyle görüşmek
mümkün değil" diyor.
Şimdi Kürdistan Başbanı Neçırvan Barzani’nin sözlerinde ne gibi “hasmane sözler” var?
Tehdidi yapan Türklerin kendisi.
Kürdistan Başbakanın dediği Türkler, Kürdleri tehdit etmesın. Tehditin dönemi geçmiştir
diyor.
Şimdi bunda ne gibi “hasmane sözler” var.
Adama bak hele. Hem sınıra 250 bin it sürüsü sevkedeceksin, tehdit edeceksin, hemde
başkaları tehditen vaz geçin dediklerinde bunda “hasmane sözler” var diyeceksin.
Bu adamlar barbar oldukları kadar utanmaz ve yüzsüzlerde.
Bir taraftan seni yok etmeye geliyorum diyor, diğer yandanda yok edilmek istenilenler, „Biz
de kendimizi savunuruz“ dediklerinde bunu „hasmane sözler“ olarak değerlendiriyorlar.
Bu nasıl bir mantık?
Peki Kürdler, „Valla hakkınız var. Gelin bizi yok edin“ mi desin?
Evet Türk barbarların tam olarak işitmek istedikleri budur.
Nah bunu işitirler.
Hele işgale bir yeltensinler.
O zaman başlarına nasıl da çuvalın geçirileceğini görsünler.
***
Sözkonusu yaklaşım katil sürüsübaşı ile sınırlı değildir.
Bir bütün olarak Türk egemenlik sistem sahiplerini kapsayan genişliktedir.
Türk egemenlik sistem sahipleri haddini bilmeyen ırkçı, yayılmacı ve soykırımcı oldukları
konusunda Türkler dışında herkes hem fikirdir.
Güçlü karşısında yalaka ve uşak, güçsüz karşısında yüzsüz, utanmaz, kaba ve barbardırlar.
Bunun en bariz örneği son zamanlarda sergiledikleri politıkalarıdır.
ABD ve Kürdler’e ilişkin izledikleri politıka bunun somut örneğidir.
ABD karşısında süt dükmüş kediyi oynarken, Kürdlere karşı tehdit savurmayı iş edinmişler.
Bunun bir örneğini Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gül sergilemektedir.
Adam bir yanda Kürdlere tehdit savuruyor, öbür yanda bunun onların iyiliğine olduğunu
savunacak kadar yüzsüzleşiyor.
Gül, “Bir an önce Irak’ta tüm taraflar aklını başına toplamalı. Bu konuyla ilgili çok şey
yapıyoruz. Bu konuyla ilgili benim hamaset yapmam çok yanlış olur. Bu konuyla ilgili uzun
süredir çalışmalarımız var. Diğer bütün ulusları aydınlatan biziz. Bunu Irak'taki ateş daha
büyümesin diye yapıyoruz. Irak'ın sınırları bellidir. Herhangi bir ülkenin sınırlarında,
içişlerinde gözümüz yoktur. Herhangi bir şekilde onların işlerine karışma niyetimiz yoktur.
Ama komşudaki ateş tabii ki bizi de ısıtır. Komşumuzun geleceği ile ilgili tabii ki
kaygılanırız. Irak'la ilgili görüşlerimiz bu çerçeve içindedir. Yoksa komşularımızı tehdit
etmek, komşularımızın içişlerine karışmak için değil." dedi.
Aman aman eksik olsun. Kimsenin sizden ihsan beklediği yok. Yeter ki, kimseye gölge
etmeyin. Ama siz yüzsüzsünüz. Yüzünüze tükürseler yağmur yağdığına yorumluyorsunuz.
Komşuların geleceği sizi niye bu kadar ilgilendiriyor? Sizden yardım talep eden mi oldu?
Adamların dediği “bizi rahat bırakın.”
Ama siz anlamamazlıktan geliyorsunuz. Şunu böyle yapın, bunu şöyle yapın dayatmalarını
dayatıyorsunuz. Adamlarda ‘Siz kendi işinize bakın, bu meseleler bizim iç sorunlarımız, sizi
ilgilendirmiyor” dediklerinde, “amanım kanımıza dokundu, kodumu oturturum” tehdidini
savuruyorsunuz. Arkasından da “komşularımızı tehdit etmek, komşularımızın içişlerine
karışmak diye bir politıkamız yok” diyorsunuz.
Sözkonusu konuşmanızın içinde bile “Bir an önce Irak’ta tüm taraflar aklını başına toplamalı.
Bu konuyla ilgili çok şey yapıyoruz.” demek tehdit değilde nedir?
Başkalarının içişlerine kabaca karışmak bu değil de nedir?
Bundan daha “hasmane sözler” olur mu?
13 Şubat 2007
Çıvalcı Xeyri'nin Kendilerini Beklediklerini Bilmiyorlar mı?
Hasan H. YILDIRIM
Kürdistan Federe Bölge Başkanı Mesud Barzani’ye karşı her türlü terbiyesizliği yapanların
kimseye verecekleri ahlak dersi olamaz. Başkan Barzani’nin söylediği her liderin, dahası her
Kürd yurtseverin söylemesi gerektiği bir söylemdir. Biz kimsenin iç işlerine karışmıyoruz,
kimseyede iç işlerimize karışmasına müsaaade etmeyiz demiştir. Bizim kimsenin ülkesine
saldırma gibi bir amacımız yoktur, ama birilerininde ülkemize saldırmasına müsaade etmeyiz
demiştir. Bundan yanlışlık nerde? Düşmanı anlıyoruz, ama düşmanın diliyle KFD Başkanı
Mesud Barzani’ye saldıran haddini bilmez Kürdlere ne oluyor? Onlar, düşmanın içimizdeki
beşinci kollarıdır.
Nazik bir dönemden geçiyoruz. Kürd milleti ağır bir süreçten geçiyor. Kürd milleti ve
önderlerine yönelik durmadan dozu artırılarak sürdürülen aşağılama, hakaret, küfür ve
tehditlere karşı KFD Başkanı Mesud Barzani’nin yerinde ve zamanında cevap vermesi onurlu
bir tavırdır. Milli bir duruştur. Ki Kürd milleti bu tavrın arkasında olduğunu beyan etmiştir.
Đçimizde bir kaç çürük yumurta çıkmışsada bu dünyanın sonu değildir.
Kürdistan Başkanı Mesud Barzani’nin milli ve onurlu tavrı karşısında korkuya kapılan
düşmanken Kürdler içinde paniğe kapılanları anlamak mümkün değildir. Barzani’nin milli ve
onurlu duruşunu “işgalci ABD’ye dayanarak” “maksadı aşan beyanlar” olarak değerlendirmek
düşmanın Kürdlerden işitmek istediği beyanlardır. Zaten sömürgecinin devşirme kalemi Taha
Akyol’un Kürdlerden işitmek istediği bu onursuzluktu. Anlaşılan birileri tarafından bu mesaj
alınmıştır.
Düşman konuşan Kürd karşısında korkuya kapılmıştır. Korkularını binbir yolla yenmeye
çalışmaktadır. Her yol ve yönteme baş vurmaktadır. Kalemlerini Generallere rehin bırakanlar
habire Kürd liderlerini küçümseme ve gözden düşürme çabasını vermektedir.
Semih Đdiz, bu konu da ince bir maniplasyon çabası vermektedir. Türk etkili, yetkilı
unsurların ağza alınmıyacak küfür, hakaret ve tehditleri kaşısında üç maymunu oynarken
Kürdistan Başkanı’nın haklı söylemlerini boşa çıkarmak için ince bir tavır sergilemektedir.
Semih Đdiz’in “Aşiret reisliği ile modern anlamda siyasi lider olmanın gerekleri arasında
sıkışmış olan Barzani“ yorumu aslında Türk zevatını anlatmaktadır. Sokak dilini konuşan
Barzani değil, etkili yetkili Türk unsurlardır. Ağza alınmıyacak küfür, hakaret ve tehditler
savuran bu unsurlardır. Barzani, bu unsurları sağduyuya çağırmaktadır. Kimse bizi tehdit
etmesin, alıcı değiliz demektedir.
Devlet adamlığı budur. Binyılların devlet geleneği ile övünenlerin sokak dili kullanmaları
nasıl bir gelenek sahibi olduklarınında belgeleridir. Bizim binyılık devlet geleneğimiz yok,
ama kime nasıl davranılacağı konusunda da insani gelenek sahibi olduğumuzda açıktır.
Bunun somut örneği Federe Kürdistan Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin Sözcüsü Dr.
Fuad Hüseyin’nin "Bizim sözlüğümüzde tehdit kelimesi yoktur; ne tehdit ederiz ne de tehdit
kabul ederiz." sözleridir.
Kürdistan Bölge Parlamentosu Başkan Yardımcısı Kemal Kerküki, bunu çok güzel dile
getirmiştir. Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani’nin, 26 Şubat günü El Arabiya
Televizyonuna yaptığı açıklamasına, “Bu sözlerin altında ezilirler. Bedeli onlar için ağır olur.
Biz bir devletiz. Tarihi asırlara dayanan bir devletiz. Bırakın Kuzey Irak'ı, Bağdat'a kadar
nasıl bir tarih geçirmişiz. Bu ifadeleri kullanırken çok dikkatli kullanmak lazım" diyen Türk
Başbakanı’na, “Bir ülkenin devlet başkanı terbiyeli bir dil kullanması gerekir. Sözlerinin
sınırlarını bilmesi ve başka bir ülkeninin içişlerine karışmaması gerekiyor.” şeklinde karşılık
verdi.
Dikkat edisin. KFD Başkanı kimi tehdit etmiştir? Hiç kimseyi. Ama Türk devlet adamları
hergün Kürdleri tehdit etmektedir. Bunun en son örneği 12 Nisan 2007 tarihinde Çetebaşı
Büyükanıt’ın yaptığı basın açıklamasında söyledikleridir.
“Bugün Süleymaniye havaalanına indiğinizde sadece Kürt bayrakları karşılar törende de Kürt
milli marşı çalar. Şu anda Kuzey Irak'taki durum budur...Federal bir yapıda bazı şeyler
merkezi olur. Kuzey Irak'ta merkez bankası kurulmuştur. Bunun anlamı her yönüyle müstakil
bir yapı oluştu demektir...Kuzey Irak'a operasyon yapılmalı mıdır? Evet yapılmalıdır. Fayda
sağlar mı? Evet sağlar. Ama olayın iki boyutu var. Asker olarak baktığımız zaman. Evet
yapılmalı, fayda sağlar mı evet sağlar. Đkinci boyutu siyasi boyut: Siyasi karar verilmeli.
Siyasi açıdan ise bir siyasi kararın çıkması lazımdır.”
Demokrat, liberal geçinen Türk aydınları bunun ne anlama geldiğini bilmiyorlar mı? Adamın
zoruna bakın. Süleymaniye’de Kürd bayrağı asılıymış. Peki hangi bayrak asılı olacakmış?
Yok Kürd milli marşı çalarmış. Peki kimin milli marşı çalacakmış? Bu katil çetebaşına bunu
izah eden demokrat bir Türk çıkmıyacak mı? Çıkmaz. Bugüne kadar çıkmadı. Ama kuzu
postuna sarılmış renksiz demokrat ve liberal Türk aydınları vurun abalıya Kürdleri hedef
göstermekten kendilerini alıkoymazlar.
Bunların tipik örneği Cengiz Çandar’dır. Cengiz Çandar, Barzani’nin açıklamasını
„Türkiye’ye ilişkin sarf ettiği sözler ağırdı ve kabulü mümkün olamazdı“ derken Erdoğan’ın
Barzani’ye verdiği cevabı „Tepki ağır ama yine de ‚ölçülü’“ olarak değerlendirirken her ne
kadar ölçülü kelimesini tırnak içine alsada her zaman yaptığı gibi nalıntı keserini Türkten
yana salamıştır. Daha da ileri giderek Kürd liderler arasında görüş farkı varmış gibi bir
izlenim yaratmaya çalışmıştır. Gönlünden geçeni gerçekmiş gibi göstermiştir. Kürd lider ve
partilerin açıklamaları Çandar’ı yalancı konumuna düşürmüştür. Bu tutumuyla Kürd’ün
kapısında ekmek kovalayan Çandar’ın ne kadar demokrat ve Kürd dostu olduğununda
ölçütüdür.
Devlet Başkanından çobanına kadar her Kürd yurtseveri Mesud Barzani’nin söylediklerini
kendi söylemi olarak kabul etmiştir. Kürd milleti ayağa kalkmıştır. Başkan Barzani ile beraber
olduklarını beyan etmişlerdir. Hatta Asuri-Keldani-Suryani, Arap ve Türkmenler Kürdlerle
birlikte alanlara inmişlerdir. Barzani’ye bağlılıklarını dile getirmişlerdir.
Daha ötesi Irak Parlementosunun dünkü oturumunda Başkan Muhammed Meşhedani,
”Kürdistan Parlamentosu lrak’ın bir parçasıdır. Parlamento’nun alacağı her kararı
destekiliyoruz...Komşu ya da başka bir ülkeden her kim Irak'ın içişleri karışmaya kalkarsa,
hiçbir müdahaleye izin vermeyeceğiz. Daha önce de olduğu gibi dışarıdan uzanan eli keseriz.
Bugün olmasa yarın kesilecektir. Buna komşu ülkeler de dahildir...Barzani'yi kucaklıyorum.
Sizin tutumunuz bizim tutumumuzdur" dedi.
Realite bu. Türkiye’ninde tanıdığı Irak devlet realitesi. Devleti tanımak, realiteyi tanımamak
Türk usulü nanik demek olsa gerek. Bu devletin bir Anayasası var. Bu Anayasanın kabul
ettiği “Bölgesel Kürt Federe Yönetimi” var. Bu yöetimin seçimle belirlenmiş Parlementosu,
Başkanı, Hükümeti, Başbakenı var. Dahası parlementonun ittifakla seçtiği Bölge Yönetim
Başkanı var. Türkiye, ısrarla bu realiteyi görmemezlikten gelip yok sayıyor. Yöneticilerini
sokak ağzıyla tehdit ediyor. Çirkin sıfatlarla tanımlayıp aşağılıyor. Hakaret ediyor. Tehdit
ediyor.
Bu çıplak gerçek karşısında KFD Başkanı Mesud Barzani, “Türkiye’nin meselesi Kerkük ve
PKK değil, Kürt milletinin mevcudiyetidir” derken haksız mı?
Laftan anlamaz devşirme dönme bozuntuları tuturmuş ilahi “Kuzey Irak’a girelim” diyor.
Girmeyen namertir. Anlaşılan „kodumu oturturum“ mantığının eğemen olduğu Türk siyasal
sisteminin başı bir türlü Çıvaldan kurtulmayacak.
Çıvalcı Xeyri sizi bekli valla.
14 Şubat 2007
Kim Kimi Üzüyor?
Hasan H. YILDIRIM
TC denilen çete devlet sokağa dökülmüştür. Sokak çeteciliği ayuka çıkmıştır. Şemdinli,
Danıştay baskını, Trapzon ve Mersin’de olup bittenler devlet çeteciliğinin vardığı seviyeyi
gösterir. Bunlar alenen tv ekranlarında dünya kamuoyunun gözleri önünde sergileniyor.
Devlet oralı olmuyor.
Devletin savcıları olup bittenleri görmemezlikten geliyor. Hakkari Başsavcının akibetine
uğrayacaklarından korkuyorlar. Adalet ve Đçişleri Bakanları bu korkunç manzara karşısında
hala koltuklarında oturuyorlar. Ağzı açanın „demokratik hukuk devleti“ nutku atıkları bir
ülkede bunlar oluyor. Demokratik ve hukuk devleti ezberleride „Yurtta sulh, cihanda sulh“
ibaresi gibi sahte.
Bunların her şeyi sahte. „Ata“ dedikleri bile sahte. Babası belli olmayan atalarına ait
olduğuyla övüvdükleri „Yurtta sulh, cihanda sulh“ ibareside sahte. Kan ve irinle bir arada
tutukları Türk denilen göçmen, muhacir devşirme binbir yamalı toplum hem kendi içinde,
hem de başka toplumlarla oldum olası kavgalı. Yurtta sulh, cihanda sulh kim siz kimsiniz?
Linç kültürü, katliamcılık, soykırımcılık Türk denilen mahlukatların genetik kodlarına
işlenmiş. Bu nereden kaynaklanıyor diye bakmak gerekiyor. Adamlar katliam yapıyor.
Soykırımdan bulunuyor.
Birileri bunu ifade ettiği zamanda utanmadan sıkılmadan „bizi üzüyorlar“ deyip masumları
oynuyorlar. Bununlada kalmıyorlar. Her önüne geleni tehdit ediyorlar. Rüya görmeleri bile
yasaklanıyor. Rüyaları kabusa çevireceklerini söylüyorlar. Asıp kesmeden dem vuruyorlar.
Birileride ne oluyoruz dediklerinde „çizmeyi aştı“ diyorlar.
Şimdi bu zerzevata laf anlatmak mümkün mü? Adamlar katliam yapıyor. Đnsanlık suçu
soykırım gerçekleştiriyor. Dahada yaparım diyor. Ama sen onlara siz katliam ve soykırım
yaptınız diyemiyorsunuz. Dediğinizde adamlar masum pozlarında „bizi özüyorsunuz“,
„çizmeyi aşiyorsunuz“ diyorlar.
Şimdi gel bu ruh halini anla. Anlayan varsa beriye gelsin.
Yaptıklarınız kötü bir şeyse kendinizi gözden geçirin. Yaptığınızı kabullenin. Katliamcı,
soykırımcı olduğunuzu teyit edin. Kurbanlarınızdan özür dileyin. Bir daha buna
yeltenmeyeceğinizi kamuoyuna deklere edin. Bunu yapmasanız başkaları katilliğinizi dobra
dobra yüzünüze haykırır. Bu sizi özüyor mu, o zaman dönün kendinizi bir güzel sorgulayın.
Katil sürüsübaşı, ABD ziyareti sırasında bırak sorgulamayı bundan sonra ne gibi katliamlar
yapacaklarının müjdesini sürüleşmişlere vermiş.
"Korkularımızı yenmeliyiz" demiş.
Kimden korkuyorlar?
Niçin korkuyorlar?
Sayısız „tehdit“ sayıp durmuş. „Đç ve dış tehdit“ diye toparlamış. Bunlarıda „dokusal“ olarak
aynılaştırmış.
„Ülke“ dedikleri „misak-ı milli“ denilen açık cezaevinin „bölünmekle karşı karşıya olduğunu“
dile getirmiş. „Türkiye'yi koruyan dinamik güçler olduğu sürece kimse Türkiye'yi bölemez“
diye eklemiş.
Katil sürüsübaşı, bunları söyleyince Türk Waşington Büyükelçilik resepsiyona katılmış
sürüleşmiş dinleyiciler, “Kurtar bizi paşam” diye bağırmışlar.
Ne olmuş? Ortada ne gibi bir tehlike var? Kimse bunu sorgulamiyor. Bir toplum
sürüleştirilirse olacağı bu olur. Sanırsınız ki, adamların can ve namusları tehlikede.
Bu ne biçim ruh hali?
Paşaları bu zerzevatı kimden kurtaracak? Paşanın kurtarmasınada gerek yok. Her köşe
başında mantar gibi çeteler bitmiş bile.
Devletin sorumlu mevkilerinde oturanlar, işlenen insanlık suçları „devleti ve toplumu koruma
refleksi“ adına temize çıkarmaya çalışırsa birileride, "Türk anadan Türk babadan
doğmadıysanız size dünyayı dar ederiz" deyip ortaya çıkar. Bunun için dernekler kurar.
Mersin’de emekli asker ve polislerin bir araya gelip kurdukları dernekler gibi.
Adı denek. Hitlerin SS örgütlenmesi gibi. „Türklüğü ve devleti koruma“ görevini üslenmişler.
“Vatanın bölüneceği endişesi“ adı altında „Kuvayı Milliye“ adı altında silahlı teşkilatlar
kormuşlar. Öldürme ve ölme konusunda silah üzerine yemin ediyorlar. Öldürmek
istediklerinin başında Kürdler geliyor. Bu sadece işsiz güçsüz bir kaç serserinin işi ile sınırlı
değildir. Türk toplumunu saran ırkçılığın vardığı seviyedir. Türk toplumuna sanki farklı
şeylermiş gibi „milliyetçi“ ve „ulusal“ olarak ikiye bölündüğü izlenimi verilmesi tesadüfi
değildir. Aynı yolun yolcularıdırlar. Bu bir resim. Türk toplum resmidir.
Herkesin ağzında „ülke ve millet bölünmezliği“ tek silahları olmuş. Topluma sunacakları ve
söyleyecekleri başka bir şeyleri kalmamış. Peki devlet ve milleti kimden koruyorlar? Kim ne
demiş?
Başkalarının ülkesini işgal eden sizlersiniz. Sayısız millet, etnik ve dini azınlıkları
katliamlardan, soykırımlardan geçirenler sizlersiniz. Bunu meslek haline getirmişsiniz.
Kendinizi yaşatmayı başkalarını yoketme üzerine inşa etmişsiniz. Başkaları kendini sizin
vahşetinden korumaya çalıştığı zaman bile „çizmeyi aştı“ diyorsunuz. Peki yok etmek
istedikleriniz kendini korumasınlar mı? Siz kendinizi ve ötekileri ne sanıyorsunuz? Ötekini
bıçağa boynunu uzatan koyun, kendinizi kasap mı sanıyorsunuz? Đşin gerçeği bu ya. Aynen
öyle düşünüyorsunuz.
Yav siz ne barbar haydutsunuz.
16 Şubat 2007
Türkler Kaos Ruh Halini Yaşıyor
Hasan H. YILDIRIM
TC kurulalı beri Türk toplumuna bir korku salmış gidiyor.
Musa’nın asası gibi “bölünme tehdidi” başlarında salanıp duruyor.
Türkler, kabus içinde yaşıyor.
Sıtma mı, yoksa sara nöbeti mi desem bilmiyorum, ama bildiğim bir gerçek var.
Türklerin uykusunu kaçırmaya yetiyor.
Kürd millet yükselişi Türkleri korkutuyor.
Ateş üstünde yatışın ruh halini yaşatıyor.
Bir korku, bir kabus, bir panik almış başını gidiyor.
Korktukça korkuları büyüyor.
Korkularını başkalarını korkutmakla yeneceklerini sanıyorlar, ama yenılıyorlar.
Korkunun ecele faydası yok.
Katil sürüsübaşı “bölme rüyasını kabusa çeviririz” derken bu korkuyu yaşıyor.
Korkuta korkuta güdülecek sürüye çevrilmişlerin “kurtar bizi paşam” demeleri yaşadıkları
kabustan ileri geliyor.
Peki “paşa”larını kim kurtaracak?
Kaosun en büyüğünü yaşayan katil sürüsübaşının kendisi.
***
''Bugün Türkiye, çeşitli sorunlarla karşı karşıya. Daha önce de açıkça söyledim: Türkiye
Cumhuriyeti, 1923'ten bu yana bu kadar büyük risk, tehdit ve sıkıntılarla karşı karşıya
kalmadı. Hududumuzda Irak sorunu var. Bu, komşuların, bölgenin ve ABD'nin sorunu. Irak
sorunu, tek bir parça sorun değil. Irak'ın kuzeyi ayrı sorundur, bütünü ayrı sorundur. Bu bir
gerçektir. Bugün Irak, bölünme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bunu kimse inkar edemez.
Irak'ın kuzeyinde bir terör örgütü var. Bu, Türkiye'nin sorunudur, bölgenin sorunudur.
Türkiye'nin Kıbrıs ile ilgili sorunu var. Kafkaslar potansiyel bir risk bölgesidir. Yarın ne
olacağını bilmiyoruz. Diğeri, Türkiye'nin Đran ile sınırı vardır. Orası da potansiyel bir risk
bölgesidir. Türkiye bu kadar sorunla Cumhuriyet tarihi boyunca karşı karşıya kalmamıştır.
Bazı korkularımız var. Bu korkularımızın üstesinden gelmemiz gerekiyor. Türkiye bölünüyor
mu? Kim bölecek Türkiye'yi? Kim bölebilir? Türkiye'yi bölmeye kimin gücü yeter?
Türkiye'yi bölmeyi rüyalarında görenler, bu rüyanın sonunda kabus görür. O dinamik güçler,
Türkiye'yi koruyan o dinamik güçler varolduğu sürece, o rüyayı görenler kabusla uyanırlar ve
derslerini alırlar. Bir kere buna inanmamız lazım. Biz inanıyoruz. Kimse Türkiye'yi bölemez,
ona cesaret edemez. Onu düşünenlerin biz gereğini yaparız. Böyle bir güç var mı? Yok. Hayal
kuranlar var. Hayal kuranlara destek verenler de var. Geçmişte de hayal kurulmuş. O
hayallerin içinde boğulurlar,” dedi.
***
Bu Türk’ün ruh halidir. Bu ruh halini doğru okumak gerekir. Korku başa beladır. Ne
yapacaklarını buna bakarak tahmin etmek zor değildir. Kılıcını çekmişler. Kürd avına
çıkmışlar. Bir yanda korkularını dilendiriyorlar, öbür yanda Kürdleri soykırımdan
geçirecekleri hesabı kitabını yapıyorlar.
ABD yönetiminden Ermeni Soykırım Tasarısının yasalaşmamasını isterlerken, diğer yandan
Kürdleride soykırımdan geçiririz diyorlar.
Ve hiç kimse buna hakkın yok demiyor.
***
Geleceği korku üzeri kurulu toplumların ruh hali normal değildir.
Olmasıda mümkün değildir.
Türk toplumunun resmine alıcı bir gözle bakalım.
Karşımızda hasta bir toplum buluruz.
Linçci, katliamcı ve soykırımcı bir toplum. Kendi varlığını ötekini yok etme üzeri inşa eden
bir toplum. Böyle bir toplumun ruh hali normal olur mu? Olması eşyanın tabiatına aykırıdır.
Bu bir resimdir.
Türk toplum resmidir.
Bu resim doğru okunmadan Türk toplumu doğru tanımlanamaz.
Geçmiş bir yana bırakılsa bile bir sene içinde olup bittenlere bakıldığında bu resmin ne kadar
barbar, haydur, korkunç ve çirkin olduğu açık.
Şemdinli olayları, Danıştay Baskını, Hrant Dink’in katledilmesi, Trabzon ve Mersin’de olup
bittenler Türk toplum resmidir.
Her köşe başında “millet ve devleti koruma” adı altında kurulan Atabeyler, Sauna vs. çeteler,
“Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi Derneği”, “Kuvvayi Milliye Derneği”, “Türkçü
Toplumcu Budun Derneği”, “Elbirliği Derneği” gibi silah, bayrak ve kuran üzerine öldürme
ve ölme üzerine yemin eden paramiliter örgütler, bize Türk toplum resmini verir.
Bu katil çeteler “iyi çocuklar”dan müteşekildir.
“Đyi çocuklar”ın ne işlerle ilgilendiği bir sır değildir.
''Türkiye'yi koruyan dinamik güçler varolduğu sürece, Türkiye'yi bölmeyi rüyalarında
görenler kabusla uyanırlar ve derslerini alırlar,” diyen katil sürüsübaşı bu katil çetelere
yüklediği misyon Kürd milletini soykırımdan geçirme misyonudur.
Bu aynı zamanda bir bitişin göstergesidir. Tasviye olacaklarının finalidir.
Bunca saldırganlaşmanın, zıvanadan çıkmalarının nedeni bu korkudur.
Bir faydası olur mu?
Bundan sonra çok geç.
Artık barbar haydut Türk’ün tasviyesine fatiha okuma zamanıdır.
“El fatiha”!
17 Şubat 2007
Yanlş Hesap Hatası
Hasan H. YILDIRIM
TC devlet yetkilileri, Federal Kürdistan Hükümetini “muhatap almayız” anlayışına sahip.
Bunu ne zamana kadar sürdürebilirler bilemeyiz. Ama bizim bildiğimiz bir gerçek var ki,
diğer “kırmızı çizgileri” gibi bununda bir müddet sonra solacağı ve hatta sanki söylenmemiş
gibi davranmak zorunda kalacaklarıdır.
Birkaç gün önce Türk hükümetbaşı’nın Dış Politıka Başdanışmanı unsur ABD gezisi sırarında
bunun ip uçlarını vermişti.
Bunun üzerinde daha bir kaç gün geçmeden Türk hükümetbaşı, "Kuzey Irak'taki bölgesel
Kürt hükümeti ile ilişkileri geliştirecek adımlar atılabilir. Neden olmasın?," dedi.
Kürd siyasal önderliği buna olumlu tepki verdi.
Federal Kürdistan Bölge Başkanlığı, bu konu da bir açıklama yaptı.
Açıklamada:
‘’Recep Tayyip Erdoğan’ın Federal Kürdistan Bölgesi ile Türkiye arasında dostluk ilişkisini
kurması yönündeki çalışmaların memnuniyetle karşılıyoruz. Bu görüşme ve diyalog yoluyla
sorunların çözümü için yapıcı bir yaklaşımdır. Bizim görüşümüze göre bu memnuniyet verici
bir mesajdır. Bu barış ve rahat bir ortamın sağlanması için her iki tarafın çıkarınadır.
Kürdistan Bölgesi Türkiye ile dostane ve komşuluk ilişkilerini kurmaya yönelik yaklaşımını
tekrar ediyor. Bunun ötesinde, ortak çıkarlar temelinde ve karşılıklı saygı çerçevesinde
ilişkilerin geliştirilmesi için adım atılması gerekiyor. Federal Kürdistan Bölge hükümeti bu
düşünce ve iletilerin sorunları çözümünde iyi ve doğru bir kapı olduğuna inanıyor,’’ denildi.
Bundan daha iyi niyetli bir yaklaşım olamaz.
Fakat karşınızdaki haydut barbar Türkse iyi niyetin bir önemi olmadığını Kürd siyasal
önderliğin bilmesi gerekiyor.
Dahası Türk hükümetbaşının etkisiz ve yetkisiz olduğunu, sözünün eri olmadığı ve sözlerinin
beş para etmediğini bilmeleri gerekir.
Türkiye’de egemenlik ordudadır, iktidar ordudur.
Sivil hükümetler sadece ordunun icra organıdır.
Ordudan bir açıklama gelmediği müddetçe Kürd siyasal önderliğin Türk sivil idarenin
söylediklerini baz alıp derin tahlillerde bulunmalarına gerek yoktur.
Ordudan cevap gecikmedi.
Emekli Orgeneral Edip Başer, "Barzani, ben 2. Ordu Komutanlığı görevimdeyken, ancak
benim Silopi'deki bir subayımla görüşme yapabiliyordu. Şimdi onunla devlet başkanlığı
sıfatında görüşülemez. Barzani 'dayılık' yapıyor," dedi.
Doğrudur, sevgili Başkanımız Allahına kadar dayıdır. Sözlerininde eridir.
Başer’in söylediklerini emekli bir subay demişse ne olmuş deyip geçmeyin.
Türkiye’de emekli bir subayın dediği iş başındaki hükümetbaşının dediklerinden daha
geçerlidir.
Türkiye’de hükümetbaşları dahil sivil yöneticiler, emeklide olsalar subaylar karşısında Yalova
kaymakamıdırlar.
Etkisiz ve yetkisizdirler.
Sivil zevatın görev başında olan Generaller karşısındaki duruşları bilinmeyen değil.
Hükümetbaşlarının katil sürüsübaşlarının sivil emirerleri olduğunu kim bilmez.
Katil sürüsübaşı, bulunduğu ABD’den bu konuya açıklık getirmede geçikmedi.
Yaptığı basın toplantısında Kürd siyasal önderliği ile ilişki kurulup kurulmayacağı şeklinde
sorulan soruya:
''Grup ve liderlerini en iyi tanıyan benim. Maalesef bu gruplar son zamanlarda Türkiye
aleyhine, hasmane sayılabilecek ifadelerde bulunmaya başlamışlardır. Biliyorsunuz, TBMM
bir süre önce bir gizli oturum yaparak, Irak meselesini görüştü. Kısa bir süre sonra, kuzey
bölgesindeki yönetim, benzer bir oturumu kendi meclisinde yaptı ve sonra açıklama yaptılar.
Bu açıklama bizi ziyadesiyle rahatsız etmiştir. Çünkü yapılan açıklamada, ki bu bir dedikodu
olarak kulağımıza gelmemiştir, kesin bilgi olarak gelmiştir. PKK olayının bir terör olayı
olmadığı, bir siyasi konu olduğu açıkça ifade edilmiştir. Bu çok ciddi, dikkate alınması
gerekli, üzerinde durulması gerekir bir söylemdir. Ben askerim. Çok önemli bir görevim,
terörle mücadele. Benim asker olarak konuşmama imkan yok. Ama görüşen görüşür. Ben
kimsenin iradesine ipotek koyacak değilim. Asker olarak konuşuyorum. Ama siyaseten kim
görüşürse görüşür, ona bir şey diyemem“ dediği gibi Kürd yönetimi için "hasmane
konuşmalar yapıyor. Bu haliyle görüşmek mümkün değil" diyip perdeyi kapattı.
Etkisiz ve yetkisiz Türk hükümetbaşına söylediklerini unutması, dahası tükürdüğünü yalaması
kaldı.
Türkler, bırakın Federal Kürdistan siyasal önderliğiyla ilişki kurmayı içişlerine karışmayı,
sorun yaratmayı, Türkmen Cephesi gibi terör örgütleri kurarak teröre baş vurmayı, anti-Kürd
ne kadar terör örgütü varsa desteklemeyi politıka edindi ve edinmeyi sürdürüyor.
Kürt millet kazanımlarını yok etmeye devam ediyorlar.
Yeni kazanımların önünü almak için her yol ve yönteme baş vuruyorlar.
Türkler, coğrafyamıza ayak basalı beri Kürdleri soykırımdan geçirmeyi politıka edindiği
bilinmeyen bir sır değildir.
Ezeli Kürd düşmanları olduğunu kim inkar edebilir?
Kimse ne kendini, ne de Kürd milletini kandırmaya kalkışmasın.
Düşman Türk’ün işitmek istediği sözleri ikide bir tekrarlamayı siyaset sanmasın.
Ezeli ve böyle giderse ebedi Kürd düşmanı Türkler hakkında pembe hayaller kurmasın.
Türk hükümetbaşının beş para etmeyen bir sözü işitiklerinde, “Bizler bu coğrafyada yıllarca
kardeş, akraba ve dost olarak birarada yaşadık, yaşıyoruz ve yaşamaya da devam edeceğiz"
deyip tarihi tersyüz etmesin.
Kürd-Kürdistan şehitlerinin kemiklerini sızlatmasın.
Kimse yanlış hesap yapmasın.
Düşmana “kardeş, akraba ve dost” dememek gerekir.
Düşmana düşman demek gerekir.
17 Şubat 2007
Çizmeyi Aşan Kim?
Hasan H. mYILDIRIM
Türk mehmetçik basınına bir göz attım.
“Barzani Çizmeyi Đyice Aşmaya Başladı” cümlesi manşete çıkarılmış.
Peki Barzani ne demiş ki, “Çizmeyi Đyice Aşmaya Başladı.”
Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, ABD’li koordinatör Joseph Ralston ile
görüşmede: Kürd sorununun PKK ile sınırlı olmadığını, siyasi bir sorun olduğunu, sorunun
askeri ve tehditle değil, siyasi ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi gerektiğini söylemiş.
Bundan ne çıkar demeyin.
Karşınızda haydut Türkler olunca durum değişir.
Avazları çıktığı kadar “senmisin bunu söyleyen” diye bağırırlar.
“Đyice Çizmeyi Aştı”n deyiverirler.
Freni patlamış kamyon misali önüne geleni ezip geçmesi gibi basının mehmetçik kalemşörleri
gözlerini kapar, ağzını açarlar.
Barzani’ye yapmadıkları hakaret bırakmazlar.
Şimdi birileri sormazlar mı, peki Barzani’nin dediklerinde yanlışlık nerde diye?
Yanlışlık Kürdistan Başkanı Mesud Barzani’nin söylediklerinde değil.
Sorun söylenenlerin Türklerin işitmek istediği şeyler olmadığındandır.
Türkler, Kürdistan sorununu PKK ile sınırlı tutuyorlar.
PKK’yide terörist olarak tanımlıyorlar.
Burdan çıkardıkları sonuç Kürdistan sorununun terör sorunu olduğudur.
Hem kendi iç kamuoyunu, hem de dünyayı buna inandırmaya çalışıyorlar.
Kendi kamuoyunu buna inandırıp sürüleştirdiler.
Dünya tiranları sorunun özünü bilselerde Türklerle olan ilişkilerinden dolayı oralı olmadılar.
Türkler, bugüne kadar bu mantıkla işlerini yürütüler, bugüne kadar geldiler.
Ama şimdi farklı bir dönem.
Kürdistan sorunu uluslararasılaşmıştır.
Dahası bölgemizde Kürdler, siyasi arenada güçlü bir aktördürler.
Dünyanın aklıselin aydınları, akademisyenleri, eski ve yeni devlet adamları, bir çok saygın
düşünce kuruluşu “Kürdler, bağımsızlığı hak etmişlerdir” dedikleri bir sürece girilmiştir.
Eh artık Kürdistan sorununun çözümü kendini dayatmıştır.
Kürdler, isterler ki, sorun siyasi ve barışçıl çözülsün, kan dökülmesin.
Kürdistan Başkanı Mesud Barzani’nin dediği budur.
Bu makul çözüm karşısında Türkler nasırına basılmış gibi ciyaklıyorlar.
Bozuk kanlarına, pardon “damarlarındaki asil kan”a dokunuyor.
Doğru ya.
Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, bir yıl önce Dyarbakır’da dememiş miydi, „Kürd
sorunu benimde sorunum“diye. Ama şimdi, “Kürtlerin Türkiye’de hak sorunu yoktur…
Türkiye'nin Kürt değil, terör sorunu var” diyor.
"Bölgeye 4–5 katrilyon yatırım yaptık, oradaki vatandaşlarımızın sorunları azaldı" iddiasında
bulunuyor.
Varolan askeri kışlalara ek kışlaların inşa edilmesiyle „Kürt sorunu çözüldü“ hükmüne
varılyor.
Kürdlerin istediği TC devletinin Kürdistan’da yeni kışlalar inşa etmesi değil, mevcutların
yıkılmasıdır.
Kürdistan sorununun çözümü burdan geçiyor.
Ama Türk egemenlik sistem sahipleri, “Son terörist yok edilene kadar savaş devam edecektir”
diyor. Terörist dedikleri Kürdler oluyor.
Düşünce ve icraatları son Kürd’e kadar katletmektir.
Bunu alenen söylüyorlar, icraata bulunuyorlar.
Kürdler, “bizde buna karşı koyarız” dediklerinde ve gerekeni yaptıklarında çizmeyi mi aşmış
oluyorlar?
Haddini bilmez barbar Türk’e göre aynen öyle.
Bu barbarlar ne laftan anlamaz, utanmaz mahlukatlar.
Katliamcılık, soykırımcılık genlerine işlemiş.
Türk toplumu, silahlısı, silahsızı, sağcısı, solcusu, dincisi, aydını ve devlet olarak hayduttur.
Dönüp bir aynaya baksınlar.
Linçci, katliamcı, soykırımcı çirkin yüzlerini görmekten zorlanmayacaklar.
Gerçi görseler ne olur?
Utanma diye bir meziyetleri yok ki.
Kendi ikiyüzlüklerini marifet bilenler, başkalarının hakaniyetine anlam veremezler.
Arsız, utanmaz, haydut ve barbardırlar.
Nedensiz değidir.
Göçebe, muhacir ve köksüz oluşlarındandır.
Bunlar, böylesi mahluklardır.
Kendilerine bir türlü alışamadık.
Đyisi mi geldikleri yerlere gerisin geriye göndermektir.
Coğrafyamızın yerli halkları ancak o zaman bu haydutlardan kurtulmuş olur.
Mümkün mü, mümkün.
15 Şubat 2007
Öpün Bakim Kürd’ün Elini
Hasan H. YILDIRIM
Türklerin ABD çıkarması fiyasko.
Eli böğürlerinde kaldı.
ABD’den eli boş döndüler.
Ama olsun, adamlar avunacak şeyler habire üretiyorlar.
Ne diyorlar?
Katilbaşı, -pardon onlar „paşa“ diyor- gittiği ABD’de „coşkulu konuş”muş(!)
“Türkiye’den büyük alkış al”mış mış(!)
Sürüleştirülmiş kalabalıklar hep bir ağızdan "Türkiye laiktir, laik kalacaktır!"
"Türkiye bir bütündür, bölünemez!" diye bağırmışlar.
Birde “Kurtar bizi paşam” demişler.
Benim bu işe kafam ermedi.
Bir taraftan “çoşku”, bir tarafta “korku” bu neyin nesi?
Coşan korkmaz, korkan coşmaz.
Şimdi bu katilbaşı “paşa” ve yavruları coştu mu, korktu mu?
Bilenler benim gibi bilmeyenlere anlatırsa sevap kazanır.
Şimdi şöyle bir sonuca varsam haksız mıyım?
Türkler, derin bir “kaos” yaşıyor desem abartmış mı olurum?
Vallahide, billahide değil.
Bunu kendileri söylüyor.
Katilbaşı, ABD’de bunu şöyle ittiraf etti.
Türkiye’nin karşı karşıya olduğu “risk, tehdit ve sıkıntıları” arka arkaya sıraladı.
“ABD sorunu. Irak sorunu. Irak'ın kuzeyi sorunu. Kıbrıs sorunu. Kafkaslar potansiyel bir risk
bölgesidir. Đran potansiyel bir risk bölgesidir. Türkiye Cumhuriyeti, 1923'ten bu yana bu
kadar büyük risk, tehdit ve sıkıntılarla karşı karşıya kalmadı.”
Ve ekledi “korkularımız var.”
Korkuları kaosa dönüşmüş.
Paranoya ruh halini yaşıyorlar.
Bu ruh hali onları saldırganlaştırıyor.
Saldırganlaşdıklarından da barbarlaşyorlar, haydutlaşıyorlar.
Türk egemenlik sistemi haydut bir sistemdir.
Haydut başları birer gangesterdirler.
Kanun hak hukuk onların kitaplarında yazmaz.
Đster görevli, ister emekli olsunlar uygulamaya koydukları orman kanunu.
Güçlü karşısında süt dökmüş kediyi, güçsüz karşısında canavarı oynarlar.
ABD karşısında yalakaları oynuyorlar.
Karşılarında Kürdler olunca kabadayları oynıyorlar.
„Hayal kuranlar var. Hayal kuranlara destek verenler de var. Geçmişte de hayal kurulmuş. O
hayallerin içinde boğulurlar” diyorlar.
Ama Kürdler, alıcı olmuyor. Gelecekleri varsa görecekleride var diyorlar.
Türkler havladıklarıyla başbaşa kalıyorlar.
Havaları batsın tehditlerinden de geri kalmıyorlar.
“Hükümet Talabani ve Barzani ile son bir görüşme takvimi geliştirecek. Bu görüşmelerde
ciddi uyarılar yapılacak. Ve eğer bu uyarılar sonuç vermezse asker gereğini yapacak.”
Mesela asker ne yapabilir?
Dahası ne yapmak istiyor?
Ne yapmak istemesi belli. Sınırda girip önüne gelen Kürd’ü kıra kıra Kürdistan’ı kan
deryasına çevirmek ister.
Şimdiye kadar verdiği tüm mesajlarında söylediği bu. Niyet ve amaç bu.
Fakat bunu istemek başka, yapabilecek iradeye sahip olmak başka.
Türk askeri niyet ve amaçına hayatiyet kazandırabilir mi?
Biz yapamaz diyoruz. Çünkü kuduz Türk’ün dişi çekilmiştir.
Havlasada Kürdleri bu günden sonra ısıramaz.
Geriye ne kalıyor?
Ne kaldığını kendileride biliyor.
Bildikleri ne?
Aşağıya alıyorum.
Hükümetbaşı, adam olmaya başladı mı ne?
“Kürd liderlerle görüşülebilir” dedi.
Haydut Türk, bunu “yamukluğa” yorumladı.
Hükümetbaşının “yamukluğu” Türk’ün uykusunu kaçırmış.
„Şu bir gerçek ki, eğer Barzani görüşmesi ülkemizin gelecekteki dış politikasının ilk adımı
ise, hiç de huzurlu uykular beklemiyor bugünden sonra bizi!...Başbakanının pazarlık masasına
oturacağını düşünmek, doğrusu benim ve benim gibi düşünen vatanseverlerin içini yakıyor.”
Valla içinizi mi, dışınızı mı, yoksa müsait bir yerinizi mi yakar onu bilemeyiz, ama bir
yerlerinizin yakılacağı kesin.
“Terörist Kürd sözde liderlerle görüşmek onurlu ve omurgalı bir tutum olamaz. Türklüğün
racununa yakışmaz. Türk Kürd’ü tanımaz. Muhatab almaz. Bulduğu Kürd’ü asar keser.”
Atma Recep. Öyle kolay mı? Bu işin ucunda başa çuval giymekte var. Ne o öyle sanal
filmlerle avunmak. Sadede gelelim. Hayatın gerçekleri ortada. Nedir hayatın gerçekleri?
Bakın kendileride biliyorlar.
”KUZEY Irak’ta gözlerimizin önünde -resmen açıklanmasa bile- bir Kürt devleti kuruldu. Hiç
kimse küçümsemesin. Yeterince palazlanınca altımızı oyacaklar.“
He valla „altınızı uyaca“ız! Uymadık yerinizi bırakmayacağız.
Đyisimi adam olmaya bakın.
Adam olduğunuza inanırsak, eh belki sizi “uymak”tan vazgeçeriz.
Yol yakınken tövbe edin.
Günah çıkarın.
Barbar, haydut ve katil olduğunuzu dünyaya ilan edin.
Biz ettik siz etmeyin deyin.
Hanı diyorlar ya, “Ne güzel söylemiş atalarımız. Bükemediğin eli öpeceksin!“ diye.
Valla atalarınız böyle bir şey demiş mi, dememiş mi bilemem ama, demişse doğru söylemiş.
O halde atasözü dinleyin.
Haydi sıraya!
Öpün bakim Kürd’ün elini.
19 Şubat 2007
Türk Muhatap Aranıyor!
Hasan H. YILDIRIM
Adam Türk değil, ama Türkçü.
Kürdleride kendine benzetme çabasında.
Kürdlükten itina edin, devşirilin, Türkleşin demekte.
Kürd’ün itirazıyla karşılaşıncada işi „kan gövdeyi götürür“e vardırmakta.
Adamın soyu sopu bile belli değil, ama Türklük adına Kürd’ü tehdit etmeye kalkıyor.
Nerde geldiği bile belli değil, Kürd’ün vatanını yok sayıyor.
Kimden bahsediyorum merak etmenize gerek yok.
Göçebe, muhacir, devşirilmiş, başkalaşmış Taha Akyoldan bahsediyorum.
Ne demiş bu zatı-ı muhterem?
Đşte aşağıda.
“Kerkük'le Diyarbakır'ı eşitlemek!.. Bu, akrabalık duygusundan öteye ayrı bir vatan, ayrı bir
vatandaşlık ideolojisinin dışa vurumudur! Hele Rize'den Hatay'a uzanan o harita!..“
Hele bunu bir anlayabilsen.
Ne o rahatsızlık mı verdi?
Rahatsızlık verdiği belli.
Daha ötesi var.
Rahatsızlığını aşmayı işi tehdide varmakta çare arıyor.
Yanlış yöntem.
Bayatlanmış ezber.
Alıcı olalım mı?
Ne münasebet!
“Hepimiz çok dikkatli olmalıyız; Türkiye'nin üç beş vilayeti 'Kürdistan' olursa, kalan tamamı
'Türkistan' olur, kan gövdeyi götürür. Akıl herkese lazımdır...“
Bunu diyene bak.
Türk egemenlik sisteminde akıl ne gezer?
Ne demek? „Türkiye'nin üç beş vilayeti 'Kürdistan' olursa.”
Kürdistan’ın tarihi sınırları belli.
Đşte burun kıvırdığın o harita var ya, işte o harita Kürd millet vatan sınırını çizer.
Etnik ırkçılıktan itina ettiğiniz an o haritanın ne anlama geldiğini anlarsınız.
O zamanda kandan bahsetmesiniz.
Ne o?
Gözünüzü kan bürümüş.
Allah aşkına kansız bir laf bilmez misiniz?
Herkes hakkına razı olursa niye kan gövdeyi götürsün?
Sağda solda gelenleriniz başkalaşarak „millet oldunuz“da, biz bölgenin en kadim halkı olarak
kendi anavatanımızda, kendi aidiyetimiz üzerinde nasıl „millet olamamış“ız akıl karı işi mi?
Kürdler bir millettir ve her çağdaş millet gibi devredilmez haklara sahiptir dendiğinde bu size
niye zor geliyor?
Kürdlerin başka milletleri egemenliğine alma gibi bir tutumları yok ki, kan gövdeyi götürsün.
Peki nedir istedikleri?
Her çağdaş millet gibi kendi devletini kurmak.
Bunuda kendi ata toprakları üzerinde gerçekleştirmek.
Peki bundan yanlışlık nerde?
Ha „kan gövdeyi götürür“ ve arkasında „Akıl herkese lazımdır“ diyorsanız, diyeceğimiz o ki,
akılı olun.
Devşirme, göçebe, muhacirlere hak bildikleriniz, başkalarınında buna hakkı var bilin.
Bu etik bir olaydır.
Bu incelik var mı sizde?
Döktürdüğün naneye bakılırsa olmadığı ortada.
Çünkü kanla kafayı bozmuşsunuz.
Zanediyorsunuz ki, beş para etmez tehditlerinizle herkesi hizaya getireceksiniz.
Geçti Kürdistan pazarı.
Ha sahi sen Türk değilsin.
Çerkez miydin, Çeçen miydin, yoksa Gürcü müydün?
Yanlış anlaşılmasın bu milletlere bir şey dediğim yok.
Dediğim kendi aidiyetine ihanet edip Türkçüleşen sen ve senin gibilerinedir.
Haydi bakalım!
Haddinizi bilin, akılı olun.
Kürdlerle Türkler arasına girmeyin.
Sana gelince gideceğin yeri ben söyleyeyim.
Nerden gelmişseniz haydi oraya.
Hem de arkana bakmadan.
Haydi yalahhhhhhh…..!
Kürdle Türk’ün arasında çekilin.
Muhatabımız Türktür.
Diyeceksin ki, sana Türk nerde bulayım.
Haksızda sayılmasın hani.
Sahi bu memlekete Türk var mı?
26 Şubat 2007
Alışırlar Alışırlar!
Hasan H. YILDIRIM
Kürdistan Başkanı Mesud Barzani, Mete Çubukçu’ya verdiği mülakata, “Đran ve Türkiye,
Kürtlerin bağımsız bir devlete sahip olma hakkı olduğu fikrine alışmalı” dedi.
Kürdistan Başkanı Mesud Barzani, yüklendiği misyona uygun davrandı.
Türkler küplere bindi.
Küfür eden mi dersin, hakaret eden mi dersin, küçümseyen mi dersin, tehdit eden mi dersin
koru halinde kin ve düşmanlıklarını kustular.
Türklere yakışır bir tavır sergilediler.
Bu arada hepsinin ortak özeliği Kürd karşısındaki kompleksleride ortaya saçıldı.
Kek Mesud’un mağrur duruşu karşısında ezildiler.
Türklerin sergilediği bu alışık haleti ruhiye karşısında yüzü kızaran Türklerde oldu.
Bunlardan biri gazeteci Mehmet Ali Bırant oldu.
Oldu da o da bir başka telden çaldı.
Türk’ün bir yanınıda o dilendirdi.
”Türkiye, Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devleti kurulmasına tepki göstermekte, bunu
engellemek için gereken önlemleri almakta da haklıdır“ demekten kendini alamadı.
Nie haklı? Haklı olmanın gerekçesi ne?
Bir milletin kendi bağımsız devletini kurmasına tepki göstermesinin ötesinde bir başka gücün
„bunu engelemek için gereken önlemleri almakta da haklıdır“ demenin mantığı ne?
Her çağdaş millet gibi Kürd milletide kendi bağımsız devletini kurmak istiyor.
Dahası Kürdler bunu hak ediyor.
Bu uğurda yüzyılların çileli, bedeli ağır bir mücadeleleri var.
Milyonlarca şehidi var. Bir o kadarın sakat kalması var. Đşkence, zindan yaşamı var. Yerinden
yurdundan zorla göçertilme var. Ülkenin harap edilmesi var. Var ha var. Varları saymakla
bittirmek olasılı değil.
Peki tüm bunlar niye göğüslend? Dostlar pazarda görsün diye mi?
Kürdler, kendi bağımsız devletlerine kavuşmayacaksa, özgürleşmeyeceklerce bunca çileyi
niye göğüslediler?
Her aklı başında olan insan bunu kendisine sormalı. Elini vicdanına koymalı. Ben Kürd
olsaydım ne isterdim diye sormalı. Eğer Kürdlerden daha fazla şey istemeyeceğini söylerse o
insanın dürüst bir insan olmadığı ve herkesten öte kendisine saygısını yitirdiğine hükmetmek
yanlış olmaz.
Barzani’ye yükleniliyor. Ağza alınmadık küfürler ediliyor. Hakaret ediliyor. Tehdit ediliyor.
Niye? Sebebi ne?
Yok çizmeyi aştı, yok bilmem haddini aştı gibi laflar.
Peki Kürdistan Başkanı Mesud Barzani, ne dedi ki, „çizmeyi aştı“, „haddini aştı“?
Söyledikleri gayet makul. Kürd millet istemleri. Haklı ve meşru haklar.
Peki Kürdistan Başkanı sıfatı taşıyan Mesud Barzani, Kürd millet haklarını dile getirmeyipte
ne dile getirmesi lazım bilen birisi varsa beriye gelsin.
Peki şunu mu desindi.
Vallahi Türkler, Farslar ve Araplar, Kürd ve Kürdistanı bölmekle çok iyi bir iş yapmışlar.
Tüm insani ve milli haklarını gasbetmekle çok iyi etmişler. Katliamlardan, soykırımlardan
geçirmekle, tüm değerlerine el koymakla hayırlı bir iş yapmışlar. Bunu dün yaptılar, bugün
yapıyorlar, gelecektede yapsınlar. Elleri dert görmesin. Ellerine sağlık. Biz Kürdler, bundan
çok memnun ve mutluyuz. Din kardeşiyiz ya. Kürd’ün varlığı Türk’ün, Fars’ın, Arap’ın
varlığına armağan olsun mu desin?
Türk, Fars ve Arap’ın Kürdlerden işitmek istediği bu. Bunu ifade eden Kürdlerde var. Ama bu
zevatın diğer Kürdler nezdinde bir ismi var. CAŞŞŞŞŞ….
Yurtsever Kürd, namuslu ve onurlu Kürd, bağımsızlık ve özgürlük sevdalısı Kürd, düşmanın
işitmek istediğini değil, Kürd millet haklarını can bedeli, kan bedeli ifade etmekten itina
etmediler.
Bu nedenle düşmanın tüm şimseklerini üstlerine çektiler. Ödenmesi gereken bedeli ödemeyi
göze aldılar. Bu tutumlarıyla Kürd milletin gönlünde taht kurdular. Kürd milletin Kekesi,
Mamı oldular. Ama bir kaşık suda boğmak için düşmanın hedefi oldular. Đsimleri geçtiğinde
bile düşmanın uykularının kaşmasının nedeni oldular.
Mam Celal ve Kek Mesud’un bugün Türk, Fars ve Araplar tarafından istenmeyenler ilan
edilmesinin nedeni budur.
Olsun!
Onların bundan bir şikayetleri yok. Çünkü haklı ve meşru bir mücadelenin verenleri
olduklarını biliyorlar. Gönüleri hoş ve vicdanen huzurludurlar.
Varsın düşman çatlasın. Dünyanın sonu değil ya.
Ya da adam olur Kürdlerle insanca koşuluk hak ve hukuku temelinde bir yaşama alışırlar.
Alışırlar, alışırlar, alışmak zorundalar. Başkada çareleri yok.
02 Mart 2007
Tam Askeri Darbe Gerekçesi
Hasan H. YILDIRIM
12 Eylül 1980 askeri cuntanın “asmayıpta basleyelim mi” diyen zat-ı muhterem(!) lideri bir
laf etti. Ama ses getirdi. Binbir yamalı bohça “Türk ulusu”nu teşkil eden muhacir, göçmen
çevrelerde bir panik başladı. Uzmanlar, ortalığı saran hır-kır paniğini yamalı bohça “Türk
ulusu”nun çatır çatır dağılacağı korku ve endişesinin dışa vurumu şeklinde yorumladı.
Bu korku ve paniği sen mi yaratın dercesine zat-ı muhterem(!)i dediğine pişman ettiler.
Edenler kim?
Kim olacak?
Fikirdaşları.
Harıl harıl çalışıyorlar.
Zat-ı muhterem(!)e uygun bir senaryo hazırlıyorlar.
Devletin derinliklerinden dışarıya sızan haberlere göre senaryo şu esas üzerine inşa edileceği
söyleniliyor.
***
Türk yazılı ve görsel basının verdiği haberlere göre yüzyılın “bölücü” örgüt elebaşısı
belirlendi.
“Bölücü” örgütbaşı herkesin tanıdığı bir zat olması vesilesiyle haberi işiten herkes küçük
dilini yuttu.
Türk iş çevrelerine yeni bir sektör açıldı.
Dil üretme alanında bir patlama yaşandı.
Üretilen dilere devlet bir kısıtlama getirdi.
Konuşma dışında tüm diğer foksiyonlara serbestlik tanındı.
Sorunumuz bu olmadığı için bunu burada kesiyor, haberin can ve mal alıcı boyutuna dikkat
çekmek istiyoruz.
***
12 Eylül 1980 askeri cuntanın zat-ı muhterem(!) liderinin gerçek niyeti açığa çıktı.
Zat-ı muhterem(!), tam öbür dünyayı boylamaya gün sayarken birdenbire maskesi düştü.
Sırını çözme işi cin gibi bir gazeteciye nasip oldu.
Đddiaya göre bu cin gazeteci zat-ı muhterem(!)e ilaç içirerek tangoya getirip konuşturmuş.
Meğer adam neymiş be abiler, ablalar.
Adam “bölücü”, “vatan haini”.
“Asmayıpta besleyelim mi” diyen zat-ı muhterem(!)e tehlikeli „bölücü“ bir örgütün elebaşısı
gözüyle bakılmaktadır.
”Boşnak milli hareketi”n Türkiye’deki kolunun elebaşısı şayiaları ortalıkta dolaşmaktadır.
Duruma bakılırsa tehlike alabildiğine derin ve çukurdur.
Sebebi harbiyesi “Bu devleti Balkanlardan gelenler kurdu”ğu gibi tasviye etme haklarınında
oluş düşüncesinin taraftar bulmasından kaynaklandığı iddiasıdır.
Bu şaibeli devletin derinliklerinden gelen çatlak sesleri okunduğunda “Balkan çetesi”ne karşı
“Kafkasya ve Sebataycı çeteleri”n kerhen ittifaka girdikleridir.
Pek yakında “Türk ulusu”nu oluşturan etnik guruplar arasında kanlı çatışmaların baş
göstereceği ve Asena çocuklarının ise yine ayak altında ezilecekleri sanılmaktadır.
Bu nedenle hep bir ağızdan havladılar, sürçü lisan eyledik, pardon uludular.
Haksızda sayılmazlar hani.
Adam gözünü yumuş ağzını açmış.
“Türkiye eyalet sistemine geçmeli” demiş.
Tam da askeri darbe gerekçesi.
Zat-ı muhterem(!)de, “ülke ve millet bölünüyor”, “devlet elden gidiyor” adına askeri darbe
yapmamış mıydı?
Ülke yönetimine el koymamış mıydı?
Karasaban misali milletin boynuna binmemiş miydi?
Milyonlarca insanı işkencelerde geçirmemiş miydi, zindana atmamış mıydı, “asmayıpta
besleyelim mi?” deyip idam etmemiş miydi?
***
Meğer tüm bunlar “bölücü” kimliğini gizlemek içinmiş.
Emeklilikten sonra çekildiği Marmaris ovasında kurduğu “Türkiye’yi Bölme Ordusu”nu
yönetiyormuş.
Bunu öğrenen devletin „sahibi“ olarak kendini gören, zat-ı muhterem(!)in lideri olduğu askeri
cunta döneminde „fikrimiz iktidarda kendimiz zindandayız“ diyen zevata iş çıktı.
Nasırlarına basılmış misali „bölücü“, „hain“ diye bağırdılar.
Valla haksızda sayılmazlar.
***
Đddialara göre bu unsurun yaptığı Allahına kadar „bölücülük“.
Hem de „vatan hainliği.“
„Vatan elden gidiyor.“
„Millet bölünüyor.“
“Balkan çetesi” ülkeyi uçuruma sörüklüyor.
Askeri bir darbenin tüm koşulları oluşmuş bulunuyor.
“Kafkasya ve Sebataycı çeteler” ne yapıyor?
Ülke yönetimine niye el konulmuyor?
Askeri mahkemeler tezelden niye kurulmuyor?
Askeri savcılar niye harekete geçmiyor?
Yapılan anketlere göre göçmen ve mühacirlerin duyguları böyle ifade ediliyor.
“En büyük kurtarıcı Kafkasya-Sebataycı çeteler ittifakı” diye bağırıyorlarmış.
“Balkan çete” elebaşısının derhal tutuklanmasını ve arkasındak “iç ve dış güçlerin açığa”
çıkarılmasını istiyorlarmış.
Hemen tutuklanıla.
Đşkenceye alınıla.
“Taşoğlanlar”, ne işle meşkuller?
“Bölücübaşı” askıya alınıla.
Emekli Generallerin üretiği “sözde” cereyan kendisine yüklenile.
Hayaları sıkıla, cop kullanıla.
Pişman olduğu kendisine kabullenile.
“Devlete hizmete hazırım” kendisine deniltile.
Đbereti alem için tüm bunlar TRT’de yayınlanıla ve eline birde Türk bayrağı verile.
Đddianamesi hemen hazırlanıla.
Savunmasına bile fırsat verilmeden idamına karar verile.
Yaşı hemem küçültüle.
Tez elden şimdiden ayağının altında iskemleyi çekecek bir celat peydah edile.
Hata bu işin en düşük fiata mal edilmesi için ilanla ihaleye verile.
Devleti azizeyi zarara sokmamak için fiat kıracak devlet adına hüleden ihaleci tayin edile.
Bu iş tutumluluğu kanıtlanmış olan şu anki devletbaşına havale edile.
Olmaz mı?
Olur olur.
Burası Türkiye.
***
Valla sayın seyirciler, pardon okiyiciler bizde bu senaryoya tam alışmışken her şey tangurtungur oldi.
Xeberimiz yayına girdiği saniyelerde “bölücü” örgüt elebaşısının Marmaristeki hücreevi “iyi
çocuklar” tarafından ele geçirildiği, evin mahzeninde bir tünele rastlandığı, “bölücü” başı bu
tünel vasıtasıyla Đmralı Uç Beyliğine sığınmayı başardığı bize gelen xeberler arasındadır.
Bu gelişme üzerine “Kafkasya-Sebataycı çete ittifaki” Güney Kürdistan Hükümetine “sevaş”
açtığı haberleri gelmeye başladı.
Merkez xeber “sevaş” uzmanımız kexenete bulundu.
Bu “sevaş” kesinlikle üçüncü dünya savaşına yol açar dedi.
Bizi izlemeye devam edin.
Arkası “sevaş” xeberleri.
Bakalım!
Kimin gönlünde ne koptiyse.
Petrol petrol amanım petrol...
09 Mart 2007
”Eski Kullanılmış Malzeme“
Hasan H. YILDIRIM
Zamanın birinde “sahip” Generalin biri, beyni esir alınmış kontra artığa “eski kullanılmış
malzeme” dedi. Anlaşılan “kullanılmış malzeme”nin daha hala eskimediği, kullanımda sıcak
tutulduğudur.
Şunu görmek gerekir. Devlet destekli PKK’nin sürece damgasını vurmasıyla Kürdistan’ın
Kuzeyinde 12 Eylül 1980 askeri darbesinde büyük darbe alan örgütler kendini toparlayamadı.
Devlete karşı silahlı mücadele verecek dinamikler bugünde kendilerini toparlamış değildirler.
Mesele bu olunca halkla birleşme mümkün olamamaktadır. Bu durumun sürmesi ancak
PKK’nin devamını sağlamak ve kontra artığın PKK üzerindeki telelini korumakla
mümkündür. Bunu kontra artığı şöyle ifade etmektedir.
“Ben tarihsel ve siyasal sorumluluğum gereği olarak söylüyorum. PKK'nin tümden bitirilmesi
Türkiye'nin lehine değildir... zarar görür ve bahsettiğim federasyon eğilimini savunanlar
güçlenirler...Devletin temel ilkelerine, üniter yapısı, anayasal kurumlarına karşı değiliz. Bizim
bu kurumlarla bir sorunumuz yoktur. Dikkat edin demokrasi projemde sınır kavramı yoktur.
Biz Türkiye'nin mevcut anayasal kurumlarını ortadan kaldırmak amacında değiliz.“
Bu durumun sürmesi için kontra artığın “mağdurluğu” ve “masumluğu” Kürd halk kitlelerine
bolca servis edilmektedir.
Bu durum bedeli ağır sorunları büyütmektedir. Kürdistan’ın Güneyindeki kazanımların
yaratığı moral değerler olmasaydı Kuzeyin hali daha kötü olacağından kimsenin kuşkusu
yoktur. Eğer bugün Kuzeyde yurtsever bir hava esiyorsa kimsenin kuşkusu olmasın ki,
Güneydeki Kürd millet yükselişidir. Eğer o da olmasaydı Kuzeyin hali dumandı.
Ama her şey kontra artığı ve patronlarının “balans ayarı” ölçülerine uymuyor. Diyarbakır’da
yurtsever bir insan bir laf ediyor. Kürd yurtsever çevrelerinde olumlu yankı buluyor. DTP
içinde çatlak sesler çıkıyor. Seçimlere bağımsız adaylarla girilmesi isteniliyor. Yanısıra
Avrupa Konseyi'nin "Öcalan dosyasını kapatma" kararı vermesiyle elinde propaganda
malzemesi alınıyor.
Bu gelişmeler kontra artığın ve patronu TC devletinin hesabını bozuyor. Bu gelişmeler
karşısında devlet bir taraftan bilinen sindirme politıkasını devreye sokarken, diğer tarafta
kontra artıklarının “mağduriyeti”ni Kürd halk kitleleri nezdinde sıcak tutmaya çalışıyor.
Ne zaman ki, Kürd milleti açısında olumlu bir gelişme olur, anında “kullanılmış malzeme”
merkeze oturtularak bir plan devreye sokulur. Suni bir gündem oluşturularak asıl gündem
gümbürtüye götürülür.
Diyarbakır DTP Đl Başkanı Hilmi Aydoğdu’nun cesur ve yerinde çıkışı Kürdleri motife edici
bir rol oynayınca kontra artığın “zehirlandiği” haberi ortaya atıldı. Gündem hemen
değiştirildi.
Kuşkusuz ortada bir zehirlenme olayı var. Olan zehirlenme organizma ile ilgili olmayıp
beyinsel bie zehirlenme. Kontra artığın bedensel olarak “zehirlendiği” iddiası kuyruklu bir
yalan. Ama beyinsel olarak zehirlendiği kesin. Bunun gizlenmesi için durduk yerde ortaya bu
suni zehirlenme yalanı servis edildi. Türk Genelkurmay planıdır. Kontra artığını gündemde
tutmanın hesabıdır.
Sebebsiz değildir. Kontra artığının “Kemalizm” mikrobu ile zehirlendiği, kronik bir hal aldığı,
dahası bulaşıcı bir özelik taşıdığını her aklıselim insanımız bilsede bunu bilmeyen ve bilipte
bilmemezlikten gelen bilinçi kırık aydın ve siyasilerimizde var.
Bu bulaşıcı hastalığı kendi “sıfır adamları”na bulaştırdığı, onlar vasıtasıyla Kürd milletine
bulaştırmaya memur edildikleride ayrıca bilinmektedir. Bu konu da “sıfır adamları”na son
günlerde arka arkaya yapılan mülakatlarla dikkatler yeniden kontra artığa çekildi. Onu
“masum” ve “mağdur” gösterebilmek için atmadıkları takla kalmadı.
Kontranın “sıfır adamları” buna inanmasalarda kendilerini yaşatabilmek için “Kemalizm”
mikrobu taşıyıcısı olduklarına geçirdikleri kılıf “politıka yapıyoruz” olmaktadır. Kimi bilinci
kırık aydınımızda “he vala politıka ancak böyle yapılır” deyip “derin anlamlar” yüklüyorlar.
Bu rolü bilinçli üslenenlere bir diyeceğimiz olmaz, çünkü onlar “Kürd millet kökünü
kzımak”la memurlar, ama kontra artığın üslendiği rolü görmeyen veya görmek istemeyen
bilinçi kırık aydınlara ne demeli?
Kontra artığın “Kürd ulus kökünü kazımak” ile memur edildiği, “Türkiye uluslaşması” içinde
Kürd milletini bittirmek için “büyük ve muazam” çalıştığu, “devlete hizmet” etmede kusur
bırakmadığı, halk kitleleri nezdinde düşman kampta yer aldığının anlaşıldığı, artık maskesinin
düştüğünü görmek çok mu zor. Bu gerçeği düşman görüyor. Bunu göeremeyen Kürd aydının
vah haline.
TC devletinin mehmetçik kalemi Güneri Cıvaoğlu, "’Öcalan'ın Đmralı'da bileğini bükerek
Kürt sorununu pasifize etmek’ politikalarının artık yeniden gözden geçirilmesi, yeni
oyuncuları ve tabandaki değişimleri dikkate alan yeni politikaların üretilmesi zamanıdır”
derken kontranın kimliğine vurgu yapmasının yanısıra, öte yandan kontranın artık eski
yaptırımcı gücünün kalmadığına işaret ettiği görülmüyor mu?
Kuşkusuz devlet bunu yapacaktır, ama “kullanılmış malzeme”lerinide kullanmaya devam
edeceklerdir. Onu mümkün olduğu kadar “mağdur ve masum” gösterip gündemde tutmaya
çalışacaklardır. Kürd halk kitlelerinin duygularıyla oynamaya devam edeceklerdir.
Kontra artığın avukat bozuntuları, “sıfır adamları” ve kimi bilinçi kırık aydınlar vasıtasıyla
kontranın zehirlendiği Kemalist zehirini habire Kürd halk kitlelerine şırınga edilmesine
çalışacaklardır.
Yeni bir oluşumun doğmasını, yeni yurtsever seslerin çıkmasını, çıkanların boğmasına
çalışacaklardır. Bunu bir tarafta devletin kaba zoru, diğer yanda kontra artığın merkeze
konulduğu yanılsamalı politıkalarla yapacaklardır.
Kürd yurtsever siyasal hareketi, kontra artığın varediliş ve kendisine üslendirilen misyon
konusunda ortak bir anlayışa varmadığı, bunu kitlelere kavratmadığı müddetçe kontra artığın
ve örgütünün KUKM üzerindeki tekeli kırılamayacaktır. Bu sadece yazıp çizmekle değil,
düşmanın anladığı dilde konuşmakla mümkündür. Bu başarılmadığı sürece KUKM’nin önü
açılmayacaktır. Görev açık ve nettir.
19 Mart 2007
“Ef Çıxtı Ef”
Hasan H. YILDIRIM
Xeberiniz ola.
Duydux duymadıx demeyin.
“Ef Çixti Ef”(!)
“Epoçiler” ef çixarmış(!)
Saxın ha saxın unutmeyin.
“Elan Birimi”ne hemen bir dilexçe veresiniz ha.
Bu çox mühim bir şey.
Heyat meyat meselesi.
Baxın ben sizi uyariyem.
Sorumlulux kebul etmiyem.
Neme lazım.
Ben hem tedbirimi aliyem, hem de duyduxum sorumluluxdan dolayı sizi uyariyem.
“Newroz Af Kararnamesi”nden yararlanmax gerex(!)
Hani birey olarak muhalif olduxumdan “Ef kararname”sinden hangi “suç” işlediximi aradım.
Payıma düşeni arayıp bulmaya çalıştım.
Suçsuz ve tertemiz olduxuma karar veremedim(!)
Anlayış kıtlıxımı baxışlayın, “dexişik biçimlerde suç işleyenler” ibaresinde bir şey
anlayamıyem.
Exer bu ibareye uyan bir suçum yoxsa temiz kaxıdımı „elan birimi“nde alabilir miyim?
Yanlız bir sorunum var.
Bir başka „kararname“ ile meraxımı giderirseniz çok xayra geçer.
Temiz kaxıdımın altındaki imza kime ait olacax?
Bunu şimdiden bilmex isterem.
Exer imza sahibi „elan birimi“ ise vallahide billahide kabul etmem.
Hatta „Koma Komalen Kürdistan Konseyi“nin imzasınıda istemem.
Sebebi nedenini soracak olursanız, efendime söyleyeyim „sıfır adamlar“ı muhatap almam.
Onlarında Türk Başbaxanları gibi etkisiz ve yetkisiz olduxlarını biliyem.
Đllahi Đmralı Paşasının imzasını isterem(!)
Her öxün üç kere tüxürmek üçün.
Abu suç işledix.
„Serox“ müritlerinin „maddi-manevi dexerlerine saldıranlar“ konumuna düştüx.
Şimdi bunun içinde bir „ef dilekçesi“ yazmamız gerekecex.
Bilmiyem şimdi „“objektif” mi “sübjektif” mi oldux?
Bir de bunu öxrensex.
Ek bir „kararname“ ile teblix etseler bu suç oli mi, olmi mi özrensex.
***
Bunlar, ne haddini bilmez utanmaz ve yüzsüzler.
Kendileri TC devletinden ef istiler.
Demek ki, kendilerini suçli buliler.
Herkeside kendileri gibi saniler.
Adamlar tırnaxından saçına kadar suç deryasına batmışlar.
Đşlemedixleri suç kalmamış.
Birde xelk arxasına saxlaniler.
Bıraxın xellk dalgavuxculuxunu.
Diyelim, “hizmete kusur etmedixiniz devletiniz” sizi ef etti.
Peki Kürd xelkı sizi efeder mi?
Yox “Önderliğimizin af çağrısı üzerine” karar almışlarmış.
Kim kimi ef ediyor?
Hele bir deyeyin bu onurlu xelk sizi afedecex mi?
Kürd xelkıne ihanet eden siz.
Cıvan gibi binlerce Kürd gençini „bın kevér“ eden siz.
Suçu özgür bir vatan parçası için kendini dağa veren genç kızlarımızın ırzına geçen siz.
Hamile bırakıp kurşuna dizen siz.
Kürdistan’a „kerxane“ diyen „seroxunuz“.
Kürd önderlerini „pezevenk“ diyen yine „seroxunuz“.
Kürd devleti istemiyorum diyen siz.
Türkiye uluslaşması içinde kendimizi ifade etmex istiyoruz diyen siz.
Ne mutlu Türk’üm demexten gurur duyuyorum diyen siz.
TC devletinin tüm sembollerine saygılıyız diyen siz.
Şimdide kalkmış milleti “ef etmek istiyuz” diyosunuz.
Ya siz ne arlanmaz düşkün mahluxlarsınız.
***
Şunu bilesiniz.
Artık son demlerinizi yaşıyorsunuz.
Ne “seroxunuzun” yakalandıxı “zehirlenme” balonu, ne de bu “ef” blöfünüz sizi kurtarmaz.
Đyisimi tövbe edin.
Đhanet deryasında boxulduğunuzu ittiraf edin.
Onurlu, adaletli Kürd xelkının sevkatli kollarına kendinizi bırakın.
Belki bu yaralı xelk sizi efeder.
Benden size bir “kererneme”(!)
Bu son şensınızdır.
21 Mart 2007
Onur ve Onursuzluk
Hasan H. YILDIRIM
Đsim vermem gerekmiyor.
O/(onlar) kendini tanır/(lar).
Sözüm cemaatan dışarı.
Adam/(lar) Kürd aydını/siyasetçisi geçiniyor.
Klavyenin başına geçip vuruyor tuşlara.
Kürdlük adına “Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü”nü korumak için ne gerekiyorsa ortaya
döküyor.
Arkasında “onura sahip çıkılmalıdır” diye bağlıyor.
Đnsanın sorası geliyor.
Peki o halde siz/(ler) için onur nedir?
Kürdler, bir millettir demek onur mudur?
Kürdistan, bir ülkedir demek onur mudur?
Onur bu gün işgal altında mıdır?
Görev işgali kırmaktır mıdır?
Sömürgeciyi Kürdistan’da söküp atmak gerekir demek onur mudur?
Her çağdaş millet gibi Kürd milletininde kendi milli devletini kurması meşru ve hakkıdır
demek onur mudur?
Evet diyorsanız, bunun tersini savunmak onursuzluktur.
Siz/(ler) tersini savunuyorsunuz.
O zaman ya onurun anlamını bilmiyorsunuz, ya da onursuzsunuz.
Türklere hitaben “Kokmanıza gerek yok. Bizim Türkiye’yi bölme diye bir derdimiz yok”
demek onursuzluğun daniskasıdır.
Kürd bireyi durduk yerde niye kendini onursuzlaştırır anlam vermek zor.
Be adam/(lar) sizi zorlayan mı var?
“Türkiye’nin birlik ve beraberliği”ni korumayı size soran mı var?
“Türkiye bölünüyor” korkusunu paranoyakça her hücresinde yaşayan Türk’ü rahatlamak
mecburiyetiniz mi var?
Tamam anladık.
Kürd, komşu severdir, barışseverdir.
Peki Kürd mü Türk’ün yurdunu işgal etmiş?
Kürd mü Türk’e inkar ve imhayı dayatmış?
Peki Türkler mi Kürdlerin zülmüne uğramışta onlara vefa borçumuzu ödeyelim?
Böyle bir durum mu var?
Zor da kalan Türk mü ki, rahatlatmaya çalışalım?
Kim mağdur, kim zalim diye bir kıstas olmamalı mı?
Amena düşmanında olsa haksızlığa uğramışsa, haksız yere mağdur olmuşsa, çaresizleşmişse
ona el uzatmak elbette insanı bir duygudur.
Onun acılarını paylaşmak, sorunlarının çözümünde destek sunmak insanı bir erdemdir.
Peki düşen, çaresiz olan Türk müki, el uzatalım?
Düşene el atmanın, yardım etmeninde bir sınırı ve bir racunu vardır.
Yardım, dayanışma tek taraflı ebediyen sürmez, dahası sürmemeli.
Bunun bir durağı olmalı.
Bir ölçüsü olmalı.
Durman gereken yerde durmayı, ölçü ayarını aşmaya yeltendiniz mi, karşıdaki bunu bir
zaaafiyet olarak telaki eder.
Ediyorlarda.
Kürd’ün düşmanına karşı hoşgörüsü dilere destandır.
Ama bu hoşgörünün düşman tarafından zayıflık olarak telaki edildiğide bir gerçek.
Kürd’ün kırılma noktası budur.
Tamam insani duygularımıza gem vurmayalım.
Erdemliğimizi koruyalım.
Hoşgörüsüzlük etmeyelim.
Fakat düşmanımızıda iyi tanıyalım.
Başımıza kakmasınada göz yumuyalım.
Düşman bildiklerimiz düşmanlıktanda anlamıyor.
Düşmanlığında bir racunu var.
Ama gelgör ki, bunlar bundan da anlamıyor.
Onlar, hep isterler.
Verdikçe isterler.
Đstemenin sınırı kitaplarında yazmaz.
Gün olur bunu bir hak olarak görürler.
Verdiklerine seni pişman ettiriler.
Bu gün ettikleri gibi.
Bu günden sonra Kürd’ün Türk’e vereceği neyi kalmış?
Eğer “Türkiye’nin birlik ve beraberliğini koruma” teminatı isteniliyorsa bu onursuzluktur.
Türk’ün işitmek istediği bu isteme evet diyen Kürd onursuzdur.
Uzun lafın kısası.
“TC devlet sınırlarını tartışmıyoruz, bu sınırlara saygılıyız” diyen Kürd onursuzdur.
Đtirazı olan varsa ismini yazması için bir adım öne çıksın.
28 Mart 2007
Yalancı Pehlivanlar
Hasan H. YILDIRIM
Kendilerine “Türk” diyen göçmen muhacir dönmelerin her şeyleri kendileri gibi sahte ve
yalan. Sahtelikleri açığa çıkar korkusuyla her ettikleri yalanı örtmek için bir yalan daha etmek
zorunda kalıyorlar. Adamlar yalan fabrikasına dönmüşler. Ne yapsınlar zavalılar. Devlet ve
toplumları sahte ve yalancılıktan.
“Türk” denilen sonradan yapma devlet ve yamalı bohça toplumun ırkçı olmadığını ispatlamak
için habire yalan üretiyorlar. Bunun için koca koca kurumlar oluşturdular. Başlarına “prof”
etiketli yalan makinalarını getirdiler. Postal kalemşörleride üretilen yalanları süsleyip püsleyip
topluma servis ediyorlar.
Osmanlının çözülmesi, Đttihat ve Terakki Hareketinin yükselişi ile ırkçı Türkçülük
geliştirilmiş ve Kemalistler tarafından devr alınarak ete kemiğe büründürülerek günümüzdeki
iğrenç ideolojiye dönüştürülmüştür. Türk ırkçılığı Kemalizme sindirilmiştir.
Amaç “olmayan bir ulusu yoktan varetmekti.”
“Bir ulus devlet oluşturmaktı.”
“Oluşturulacak ulus’a Türk” denilecekti.
Bunun için kollar sıvandı.
Olmayan “bir ulusu oluşturmak” için yasal düzenlemelere gidildi.
Sayısız kurum ve kuruluş oluşturuldu.
Đstanbul’dan Ankara’ya taşınan devlet bunlara öncülük yaptı.
Devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk ilan edildi.
Yoğun bir asimilasyon projesi uygulandı, karşı çıkanlar katliam ve soykırımlardan geçirildi.
Bir çok etnik azınlık Türkleştirildi.
Kürdler, bundan fazlasıyla nasibini alsalarda esas olarak buna karşı direndi.
Bugünde direniyorlar.
Bu durum kendinelerine “Türk” diyen göçmen muhacir ekaliyeti çılgına çeviriyor.
Kürd düşmanlığı iliklerine işlenmiş.
Kürd-Kürdistan’a ilişkin bir söz geçtiğinde kırmızıyı görmüş boğaya dönüyorlar.
“Hassasiyetimiz, kırmızı çizgilerimiz” deyip sayıklıyorlar.
Ol manzara bu mudur, budur!
Bu bir realite!
Kendilerine “Türk” diyen göçmen muhacir bozuntuları bu realiteyi görmek istemiyor.
Ertuğrul Özkök, „Türklerin tarihine baktığımız zaman, "ırkçı" denilebilecek bir rejimin
egemen olduğu hiçbir döneme rastlamıyoruz.“
Gündüz Aktan, “Türkler...Irkçılıktan o kadar uzaklar ki kendi kişiliklerine bakıp ırkçılığı
anlamaları mümkün değil.”
Recep Tayip Erdoğan, “Türkiye'de Kürtlerin hak talebi yoktur.”
Ortadoğunun gübeğinde yurt edinmiş, dünyanın en kadim milletlerinden olan 50 milyonluk
Kürdleri dünyanın gözüne bakarak yok saymak, imhaya tabi kılmak, “dünyanın neresinde
olursa olsun Kürdler lehine olan her olumlu gelişmeye karşı olacağız” demek ve gereğini
yapmak peki ırkçılık değilse nedir?
Türk egemenlik sistemi Kürdlerin inkarı üzerine inşa edilmiştir.
Bu ırkçılık değilse nedir?
Kendilerine “Türk” diyen, ama hiç birisi Türk olmayan bu dönme bozuntularının
belirlemelerine bakınca insanlar niye insanları aptal yerine koyar demekten kendini alamıyor.
Aslında karşısındakini aptal sayan insanların kendileri aptal.
Aptal olmasa oturur bir güzel düşünürler.
Şimdi “Bu yazdıklarımıza kendimiz inanmadığımız halde başkaları niye inansın” diye insan
kendine sormaz mı?
Bu adamlar gözümüzün içine baka baka yalan söylüyorlar desek bu hakaret mı olur?
Olsa bile bu zatlar bunu fazlasıyla hakediyorlar.
Đsmi “Türk” olan devlet ve toplumun ırkçı olduğunu dünya alem biliyor.
Türk ırkçısı olan bu zatlarda bunu bilir.
Bilmemezlikten geliyorlarsa kendilerine hatırlatalım.
Mesela aşağıya alacağım Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı okullarda okunan öğrenci andı ırkçı
mı değil mi sorusunu sorsam öyle inanıyorum ki, bu zatlar yine yalan söyleyecektir.
Önce and’ı verelim ve sorumuzu soralım.
"Türk'üm, doğruyum, çalışkanım. Đlkem, küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak,
yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm, yükselmek, ileri gitmektir. Ey büyük
Atatürk, açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime and içerim. Varlığım,
Türk varlığına armağan olsun. Ne Mutlu Türk'üm diyene."
Bu and ırkçı mı, değil mi?
Bu and’ı her sabah Türk olmayan diğer millet ve milli azınlık çocuklarına okutmak ırkçılık
değilse nedir?
Aşağıya her Türk’ün ezberi olmuş bir kaç cümle daha alalım.
“Bir Türk Dünyaya Bedeldir.”
“Türk’ün Türk’ten Başka Dostu Yoktur.”
“TC Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”
Bu cümleler sokaktaki Türk’ün söylemesiyle sınrlı kalsa amena deriz. Oysa bu cümleler
devletin resmi belgelerinin temelini oluşturmaktadır.
Bunların benzeri binlerce cümle sıralamak mümkün.
Bunlar ve benzeri söylemler ırkçılık mı değil mi?
Eğer değil diyorsanız, yalan söylemenin ötesinde karşısındakilere saygısızlık ediyorsunuz.
Eğer doğrudur, bu söylemler ırkçılıktır diyorsanız, „Türklerin tarihine baktığımız zaman,
"ırkçı" denilebilecek bir rejimin egemen olduğu hiçbir döneme rastlamıyoruz.“
“Türkler...Irkçılıktan o kadar uzaklar ki kendi kişiliklerine bakıp ırkçılığı anlamaları mümkün
değil” söylemleriniz yalan.
Türklüğünüzün yalan olduğu gibi.
Her tarafınızda yalan akıyor.
Sizi yalancı pehlivanlar sizi.
Be kuzum siz yalandan başka bir şey bilmez misiniz?
Sahi sizin etnik kökeniniz neydi?
Siz Balkan mı, yoksa Kafkasya göçmenisiniz?
Yoksa Anadolulu başka etnik azıklıklar bireyi misiniz?
Önce bir bunu açığa çıkaralım.
Eğer Türk değilseniz muhatabımız değilsiniz.
Muhatap Türk arıyoruz.
30 Mart 2007
Onuru Yitikler
Hasan H. YILDIRIM
Kürd milletinin başında bir bela dolaşır duruyor.
Belayı defetmek dünyanın en zor işi gibi görünüyor.
Gerçi sırlar çözülmüş bulunuyor, ama kimin nasıl algılanması gerektiği önem kazanıyor.
Kürd milleti inkar ve imhaya tabi kılınmış bulunuyor.
Bir program, bir plan çerçevesinde kotlanmış olarak yürürlüğe konulduğu biliniyor.
Planın aktörlerinin yanısıra figuranlarıda bulunuyor.
Aktörler sömürgecilerimizse, figuranlar içimizdeki hainler oluyor.
Kürd milletine dayatılan inkar ve imha sadece çıplak kaba kuvvet ile sınırlı değildir.
Yanılsamalı, cilalı, örtük bir yaklaşımın izlerinide taşıyor.
Bu iş götürü olarak piyoalara havale edilmiş bulunuluyor.
Büründükleri “Kürdçülük” zırhı ile Kürd milletini Türkleştirme çabasını veriyorlar.
Bunun için bir örgüt kurdular.
Başına “devlete hizmete kusur etmeyen muazam ve büyük çalışan” yeğeni getirdiler.
Devletin tüm imkanlarını kendisine sundular.
Kendi değişiyle “paraysa para, kadınsa kadın, imkansa imkan”a buğdular.
Destekleyip palazlayıp Kürd milletinin yakasına bıraktılar.
Efendileri kendisinden “Kürd millet kökünü en iyi biz kazarız” sözünü aldılar.
Aldıkları sözün karşılığınıda aldılar.
Yüzyılların birikmiş Kürd milli uyanış dinamiklerini keyfince tasviyesini sağladılar.
Onbinlerce özgürlük savaşcısını “bén kevır” ettiler. Bir o kadarını itirafçılaştırdılar.
Milyon Kürd’ü yerlerinde kopararak Kürdistan’ı Kürdsüzleştirdiler.
Beş bin köyü haritadan sildiler.
50 bin insanın ölümüne yol açtılar.
Bir o kadarını sakat bıraktılar.
Kürd halkına ahlaksızlığa iten ortamı dayatılar.
Şimdide finalı oynuyorlar.
Türk bayrağını öpüyorlar.
Türk devletin uniter yapısını savunuyorlar.
TC devlet sınırlarına saygılıyız diyorlar.
Kürd bayrağını redediyorlar.
Kürd milletinin devleleşmesini ilkelikle niteliyorlar.
“Modern” takılıyorlar.
Bu onursuzluğu onur sayan ve savunan bir de dalkavuklar ordusunu oluşturdular.
“Bozacının şahidi şıracı“ düşürülmüş çukurlaşmış kişilikler.
Onuru, kişilikleri yitikler.
Onuru, kişilikleri yitiklerin, “miliyetçilerin bayrağını kabul edersek onurumuzu yitirmiş
olacaktık” demeleri ne kadar komik.
Kimde ne yoksa en çok onu seslendirir sözü ne kadar doğru.
Namusuzlar en çok namustan, onursuzlar en çok onurdan bahsetmelerinin nedenide budur.
Kendi içindeki Kürd yurtseverlerin ihanete tavır almalarını “bizi puta tapar kılmak isteyenlere
belki geçit verilmedi” diyen zavalı mahlukların put tapıcısı olduklarından bile haberleri yok.
Şimdi bu unsurlar kalkıyor, Kürd milletinin bayrağına dil uzatıyor. Kürd milletinin
devletmeşmesine karşı çıkıyor.
Kürd milletinin bayrağına sahiplenmeyi, Kürd milletinin devletleşme çabasını ”hareketimizi
çözüm gücü olmaktan çıkarmaya yönelik saldırılar” olarak görüyor.
Kontra hareketin “çözüm” dediği nedir diye sorulursa cevapları bilinmiyor mu?
Bazı aklıevel çevrelerin “anlam” vermeye çalıştıkları bu “çözüm” biçiminin sömürgeci Türk
devletinin çözüm biçiminden farkı nedir diye bir soru sormamaları bu çevrelerin niyetinide
ele veriyor. Bu niyetin devletin derin odakları ile eşgüdüm olarak birlikte çalıştıklarının kanıtı
oluyor.
Kimi “çok akılı”mızda buna “anlam” vermekle ömür tüketiyor.
***
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı.
Derin bir adam.
Derin avukat’ın teyzesinin oğlu.
Đmralı paşanın koç gibi temsilcileri.
Kürdleri Türkleştirmesi için “muazam” çalışan devletin misyonerleri.
Bu düşürülmüşler, sözde Kürd temsilcileri.
Aslında TC devletinin tosun tosuncuk görevlileri.
Türk bayrak öpücüleri.
Resmi törenlerle anası sermaye, babası belirsiz Türk atasının “Diyarbakır’a fahri hemşeri
oluşunun 81. yıldönümü”nü kutlayan Kürd millet düşmanları.
Daha öncekide “Atatürk Şiir Yarışması” tertiplemişti.
***
Kasr-ı Qenço ağasıda bu ihanet ortamında kendisine durumdan vazife çıkarmış.
Gerçi sözü Türk parasıyla beş para etmesede müritliğini ispatlama uğraşı veriyor.
Sıkıntısı nedir anlamış değiliz.
Bu duruma düşmek zorunday mıydı?
Đşin perde girdisini bilenlerden değiliz.
Ama kendisini böyle paspas etmesinede üzülmedik değil.
Biz Kasr-ı Qenço ağasını severdik.
Değer biçerdik.
Ama ne yazık ki, ne sevgimize, ne biçtiğimiz değere layık olamadı.
Bakın dünün Kürd Kasr-ı Qenço ağası, bugünün “kravatlı şehir korucusu” ne demiş.
“Kürt yurttaşı, kendi devletiyle birlikte yaşamayı kararlaştırmış, bu konuda kararlı bir tutum
içinde. Bu bütünlüğe, birliğe zarar vermeden çözüm var…Biz üniter devleti tartışma konusu
yapmıyoruz. Türkiye’yi de bir Irak’a, bir kaos ortamına dönüştürmemeliyiz. Projelere
kafamızı, aklımızı yormalıyız. Türkiye’nin hassasiyetlerinin üzerinde duruyoruz.”
Kasr-ı Qenço ağası, hızını alamamış. „Türkiye, Kürdlere ağabeylik yapmalı ve dostluk
göstermeli“ demiş.
Hayır efendim!
Gölge etmesinler, başka ihsan istemez.
***
Bu lejyonerler hakkında kimi Kürd aydın ve siyasetçileri kafa karışıklığı içindedirler.
Onlara olmadık payeler biçiyorlar.
Tersi bir misyon atfediyorlar.
Kimileride günübirlik çıkarların esiri oluyorlar.
Kararsızlık, ikircilik, kafa karışıklığı tutarsızlık ve günübirlik politıka düşmanın değirmenine
su taşımadan öte bir işe yaramıyor.
Tersi tutum başarının olmasa olmaz koşuludur.
Sahi siz kimsiniz?
Kürd millet haklarını savunucuları Kürdistan yurtseverleri mi, yoksa kendinizle birlikte Kürd
milletini sömürgecinin kapısına bağlamaya çalışan Kürd-Kürdistan hainleri misiniz?
Kürd millet bayrağını reddetmek, Türk bez parçasını öpmek, Kürd devletini istemiyoruz
demek, Türk devletini üniter yapısına, sınırlarına saygılıyız demek, Türklerle yaşamak
onurdur demek ihanet demek değilse ihanet nedir?
Kimi bu ihaneti bilerek içselleştirmiştir.
Kimi efendinin kapısında kadro boşluğu olmayınca bu sefer bu kahyalara başvuruyorlar.
Bunların kapısında kendilerine vazife çıkarıyorlar.
TC devlet kapısında kadrolu olamayınca, “Kürdçüsü”nün kapısında kemik kovalıyorlar.
Son dönemlerde seçim ittifak girişimi bu niteliktedir.
Kimi „çok akılı“mızda bu oyunda „Kürd birliği“ni keşfediyorlar.
Bu çevrelerin niyetleri ne olursa olsun bu kurtkapan tuzağa Kürdleri çekmenin oyununa
destek veriyorlar.
Ne diyelim?
Allah Kürd’ü bu şer cephesinde korusun.
07 Nisan 2007
Din ve Siyaset
Hasan H. YILDIRIM
Diyar AYDIN arkadaşın Şéhxan olaylarını tartışma gündemine taşıması önemlidir. Bu konu
hassas bir konudur. Soruna doğru yaklaşım Kürd milletine kazandırır, yanlış ele alınması
kaybetirir. Düşmanda bunu bildiğinde bu yarayı daima kaşımaktadır.
Şéhxan olayları kendiliğinden gelişen bir olay olmayıp düşmanın planlı bir provakasyonudur.
Hele 2007 yılının bir referandum yılı olması düşünüldüğünde böylesi bir provakasyonun yol
açacağı zarar telefisi mümkün olmayacak kadar büyüktür.
Êzîdî inancına sahip halkımızın yaşadığı yerleşim birimlerinin büyük kesimi özgür Kürdistan
dışındadır. Öngörülen referandum arifesinde bu provakasyonun sahnelenmesi
düşündürücüdür.
Hele belli bir Êzîdî kesimin “biz Kürd değiliz” dediği bir ortamda Êzîdî-Müslüman Kürd
kesimlerin çatışması tam da düşmanın istediği bir gelişmedir. Düşman bu konuda boş
durmuyor. Eskiden beri yaptığını sahneliyor. Kürd’ü Kürd’e kırdırarak Kürd milli birliğini
engelemeye çalışıyor. Kürd siyasal önderliğin bu konu da daha hassas davranması gerekiyor.
Şéhxan olaylarında gösterdikleri tavır saygıya değer milli bir refleskti.
***
Beynini düşmanın emrine vermemiş her Kürd bireyi şunu rahatlıkla görebilir.
Kürd milletinin neden bu tür provakasyonlara hemen geldiği sebebleriyle birlikte görebilir.
Şéhxan olaylarının özelinde sorun irdelenirse sözkonu olayın duyulması sonrası kısa bir
zaman diliminde onbirlerce silahlı müslüman Kürd’ün olay yerine koşması düşündürücüdür.
Bunun sebebi Kürd toplumunda islami kesimlerde dini kimliğin milli kimlikten önce
algılandığıdır.
Buna yol açanında düşmanın izlediği politıka rol oynasada Kürd uleması olduğu tartışmaya
yer bırakmayacak kadar açıktır.
Kürd uleması ümet politıkasını daima Kürd millet politıkasına tercih etmiştir.
Bu da doğal olarak Kürd millet düşmanlarına hizmet etmiştir.
Arap, Fars ve Türk’e sonsuz kolaylıklar sağlamıştır.
Kürd millet çıkarı “din kardeşliği” adına Arap, Fars ve Türk ceberutların çıkarına hibe
edilmiştir.
Bu, bir realite olmasına karşın bu dile getirildiğinde “amanın dinime hakaret ediliyor” diyen
şu anki Kürd siyasal islamcıları bilsin ki, aynı ihaneti bu günde sürdürmek istiyorlar.
Bunun önü alınmalıdır.
Bunu derken kimsenin dini inançlarıyla bir alıp vereceğimiz yok.
Herkes kendi inançlarında hür ve serbest olmalıdır.
Bu nedenle çok dinli, çok mezhepli Kürdistan’da herhangi bir din ve mezhebin
siyasallaşmasına müsaade edilmemelidir. Buna yol açılması halinde dinler ve mezhepler
arasında savaşa yol açar. Kürd toplumunu milli birlikten uzaklaştırır.
Çünkü din hassas bir konudur.
Onunla oynanmaz. Oynayan kaybeder.
Halkın dini inannçlarına karşı tolerans esastır.
Bu tüm dünler için geçerli olmalıdır.
Bir dini devlet dini yapılması diğer dini inança sahip kesimleri dıştalar.
Bu nedenle Kürd siyasal önderliği herhangi bir din ve mezhebi diğerlerine karşı çıkarmamalı.
Birini desteklemek, diğerine karşı cephe alacak Kürd siyasal hareketi Kürd milletine
kaybetirir.
Çünkü Kürd milli hareketin başarısı tüm din ve mezheplerden halk kitlelerinin desteğini
almayı şart koşar. Halk kitlelerinin birliğini sağlamayan bir siyasi hareketin geleceği yoktur.
Sonuç kaybetmedir.
Bu nedenle Kürd Federe Devlet Anayasasının hazırlanmaya çalışıldığı bu gün bu sorunun
enine boyuna tartışılmasında fayda vardır. KFD’in resmi dini olmamalıdır. Devlet ve din işleri
birbirine karıştırılmamalıdır. Devlet, tüm dinlere eşit bir mesafede olmalıdır.
Tüm vatandaşlarına karşı eşit olmanın teminatıda budur. Bu nedenle Kurdistan Anayasa
Taslağında “Kürdistan Bölgesinin Resmi Dini Đslamdır’’ şeklinde yer alan 7. Maddesi kabul
edilemez ayırımcılığın ve eşitsizliğin nedeni olacaktır.
Umarım Şéhxan olayları öğretici olur.
***
Kürd milletinin çıkarı, laik demokratik bir sistemi gerekli kılar.
Kürd siyasal önderliği laik bir toplum yaratmayı amaç edinmelidir.
Laikliğin anlamı şudur: Birey olarak dininin gereklerini yerine getirme hakkınız var. Buna
karşılık diğer dini inancında olan bireylerin dini vecibelerini yerine getirme hakkına saygı
duymak esastır. Toplumsal anlaşma bu temeldedir. Siyasal önderlik bu konuda hakem ve
garatördür.
Bu toplumsal anlaşma dışında kendine „laik“ denilen sistemler, sözde laiktirler.
Bunun örneği TC devletidir. TC devleti laik değildir. Đslamın Sünni mezhebinin devletin dini
edindiği bir sistemdir. Devlet her konu da Sünni mezhebi desteklemektedir. Diğer din ve
mezheplere karşı düşmanca bir uygulama içindedir.
500 yıl boyunca halifeliğe ev sahipliği yapmış Türkiye’nin alınan bir parlemento kararıyla
birdenbire laik olması mümkün mü? Olmadığı ve olamayacağı zaten mevcut icraatiyle ortada.
Sünnilik üzeri inşa edilmiş resmi bir yaklaşımın diğer inançtaki vatandaşlarına karşı
hoşgörülü olamayacağı ortadadır.
Kemalizm dedikleri budur. Kemalizm, Sünni islama Türkçülüğün yamalanmasıdır.
“Türk-Đslam Sentezi” oluşturularak Türk ırkçılığına dini kılıf geçirilmiştir. Diğer millet ve
milli azınlıklara dayatılmıştır. Bu tuzağı görmeyen diğer millet ve milli azıklıklar islamcıları
Türk ırkçılığına bilerek veya bilmeyerek hizmet etmişler. Kürd uleması bu rolü oynamıştır.
Đslamiyet Arap, Fars ve Türklerde milletleşme ve devletleşmede siyasetle daima balayı
yaşarcasına mutlu bir evlilikte bulundu.
Bu milletlere hizmete kusur etmedi.
Kürd milletine ise daima sükünet telkin etti.
Arap, Fars ve Türk devletinin Kürdlere karşı her türlü baskı ve zülmünü kutsadı.
Arap, Fars ve Türk ırkçılık ve milliyetçiliğini her zaman besledi, buna karşı Kürdlere bunu
günah saydı. Onlara ümetçiliği dayattı.
***
Đslamiyet Kürdlere kılıç zoruyla kabul ettirildi. Bunun ifade edilmesi birilerinin zoruna
gitsede bu bir realite. Daha sonra Kürd toplumunun çoğunluğu tarafından kabullenilerek
içseleştirildi. Bir kimlik haline geldi. Bu gayet doğal. Fakat doğal olmayan gelişme Kürdlerde
diğer toplumların aksine dini kimlik milli kimliğin önüne geçti. Bu durum Kürd toplumunun
milletleşememesi ve devletleşememesinde çok olumsuz bir rol oynadı.
Arap, Fars ve Türklerde islamiyet milletleşme ve devletleşmede olumlu bir rol oynamasına
karşın Kürdlerde bunun tersi bir rol oynadığı gerçeğini kim inkar edebilir?
Arap, Fars ve Türkler, dini-milli sentezini oluştururlarken, Kürdlere ümmetciliği dayatılar.
Onlar, kendi milli devletlerini kurmada dini bir araç olarak kullanırken, bunu Kürdlere haram
kıldılar. Kürd islamcılarında bu güne dek buna uyduğu bilinmektedir. Bunun tersini kim iddia
edebilir?
Kürd islamcıları bunu tersine çevirmedikleri müddetçe niyetleri ne olursa olsun Arap, Fars ve
Türk’ün değirmenine su taşıyacakları kaçınılmazdır. Kürd islamcıları, Kürd milli kimliğine
açıkça sahiplenmelidir. Arap, Fars ve Türk için hak olanı Kürd milleti içinde hak olduğunu
istemeli. Bunun mücadelesini vermeli. Bu yapılmadığı müddetçe yurtsever zeminde yerini
alamazlar.
Bu, aynı zamanda diğer ideolojik akımlar içinde böyledir. Nasıl bir Kürd islamisti Kürd
milleti için hak olanı istememesi halinde yurtsever olamasa aynı şey Kürd sosyalisti içinde
geçerlidir. Bunun yolu bellidir. Kürd islamcısı islamın, sosyalisti sosyalizmin Kürd yorumunu
yapmak zorundadır.
Bunu yapanlar oldu, ama bu güne kadar bunu yapmayanlarda oldu. Đslamcılarımızın büyük bir
kesimi ümmetçiliği, sosyalistlerimizinde bir kısmı enternasyonalizmi öne alarak Kürd
milletine karşı yapması gereken görevlerini gerçek anlamıyla yerine getirmedikleri bilinen bir
gerçektir. Bununda Kürd milletinin ezeli düşmanı Arap, Fars ve Türk’ün elini güçlendirdiği
yine bilinen bir gerçektir.
Şu aşamada bazı Kürd islami çevreleri bunun zararlarını dile getirip milli kimliklerine öncelik
tanımaya başladılar. Bu durum Kürd milli hareketi açısında büyük bir kazanımdır. Bu durum
sömürgeci devletlerin dikkatinden de kaçmış değildir. Çünkü böylesi bir gelişme sömürgeci
sistem için ölüm çanları çalıyor demektir. Bunu tersine çevirmek için her yol ve yönteme baş
vuruyorlar. Şéhxan provakasyonu bunun en son örneğidir.
***
Sonuç olarak dediğimiz şudur.
Kürd toplumunda hiç bir din şemsiye görevini göremez. Tek başına Kürd toplumunu
birleştiren çimento rolünü oynayamaz. Kürd milletinin birliği için birleştirici bir işlev
göremez.
Her şeyden evel Kürd toplumu çok dinli, çok mezheplidir.
Ama Kürd milletinin bir bayrak altında birleşme sorunu vardır.
Kürd milletinin zaferi buna bağlıdır.
Kürdler, milli mücadele vermektedir.
Bu mücadelede mümkün olduğunca dini, mezhebi, sınıfı ne olursa olsun düşmana hizmet
etmediği müddetçe siyasi eğilimine bakılmaksızın tüm bu kesimleri düşmana karşı tek bir
bayrak altında toparlamak ve seferber etmek zaferin olmasa olmaz koşulludur.
Dahası herkese eşit mesafede durmak zorunludur.
Kürd toplumunu birleştirecek olan milli siyaset budur.
Kürdizm dediğimiz budur.
Kürdizm bayrağı altında dini, mezhebi, sınıfı, ideolojisi ne olursa olsun herkese yer olmalı ve
herkeste orada yerini almalıdır.
Kürd milletini bağımsızlığa ve özgürlüğe taşıyacak milli politıka budur.
08 Nisan 2007
Ülen Recep
Hasan H. YILDIRIM
Federe Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, El Arabiya Tv kanalına verdiği mülakatta,
"Türkiye Kerkük'e karışırsa biz de Diyarbakır'a karışırız" dedi.
Barzani'nin bu sözleri Türk siyasi çevrelerinde bomba gibi düştü.
“Haddini aşmıştır”, “çizmeyi aşmıştır” gibi küçümseyici, aşağılayıcı suçlamalarla karşılandı.
Kendileri hergün Kürd’e olmadık tehdit savururlar.
“Kerkük’e girdik ha girecağiz” tehditinde bulunurlar.
“Kürdler lehine Arjantin’de bir gelişme olursa bizi karşılarında bulurlar” derler.
Peki bu haddini, çizmeyi aşmak olmuyorda ne oluyor?
Sizlerin bu ahmaklığına karşın Kürdlerde “geleceğiniz varsa göreceğinizde var” dediklerinde
size niye battıyor?
Bu “haddini, çizmeyi aşmak”sa bırakın Kürdlerde bir kere çizmeyi aşsın.
Hergün siz haddinizide, çizmeyide aştığınızda dünya tersine dönmüyor.
Kimsenin korkmasına gerek yok.
Kürdlerinde çizmeyi aşması dünyanın sonu değildir.
Dahası bugünden sonra Kürdlerin bu tür çizme aşmalarına alışmaya bakın.
Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani, daha evel sizi uyarmamış mıydı?
Uyarmıştı uyarmıştı.
“Herkes bağımsız Kürd devletine kendini alıştırmalı” demişti.
Bunda kötülük nerde?
Hani sarası olan var, kalbi zayıf olan var.
Yarın bağımsız Kürdistan ilan edildiğinde önleminizi alın demekte ne kötülük var?
Bu adamlara iyilikte yaramıyor.
Bu anlayışsız herifler iyilikten anlamayınca Başkan Barzani, onların anladığı dilde konuştu.
Bu sefer paniğe kapıldılar.
Kırmızı telefona sarılan mı dersin, muhatap almıyoruz diyen mi dersin, katli helaldir diyen mi
dersin.
Kondu Cumhurriyet memuru, hemen kırmızı telefona sarıldı.
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice'ı aradı.
"Bu açıklama bizi çok rahatsız etti. Kendisi bunu tekrarlamama konusunda uyarılmalı" dedi.
Kondu Cumhurriyet memuru topu okyanus ötesine atıp oh be sorumluluk bende gitti derken
Kasımpaşa muhtarı sözü beş para etmesede bundan kendine vazife çıkardı.
Haddini aştı, boynunu aşan laf etti.
Peki sormazlar mı, ülen Recep?
Kendi savcısına söz geçiremeyen etkisiz ve yetkisiz birinin dış politıka belirlemede ne kadar
belirleyici olur?
Önce bir güzel ağız tartını düzelt, yerini doğru tayin et, ağırlığını ölç.
Ondan sonra altında kalkabileceğin laf et.
Hani büyüklerin bir sözü vardır.
Bilir misiniz büyükler ne derdi?
“Büyük lokma yiyin, ama büyük söz etmeyin” derlerdi.
Büyük sözü dinle.
Oldu mu ülen Recep?
09 Nisan 2007
Darbeciler Yürüdü
Hasan H. YILDIRIM
Dün Ankara Tandoğan panayırında darberciler ve dalkavukçular hep birlikte tepindiler,
kişnediler, havladılar.
"Çankaya emlaktan satılık vatan", "Rejim tehdit altında", "Orduya uzanan eller kırılsın",
“Hemen darbe yapılsın”, "Sözde değil özde cumhuriyetçiler iktidara gelsin“ diye bağırdılar.
Allah aşkına iktidarda kim var?
Cumhurriyetin kuruluşundan bugüne postal iktidarı sürmüyor mu?
Đktidara Balkan, Kafkasya ve Sebataycı göçebe mühacirler el koymuş bulunmuyor mu?
Göçebe muhacirler kurdukları ortak koalisyonla iktidarlarını bugüne dek sürdürmediler mi?
Yerli halklara analarında emdikleri sütü burunlarında getirmediler mi?
Anlaşılan kanlı göçece muhacir iktidar zorlanıyor.
Kürdler, mücadelenin başını çekiyor.
Göçebe muhacirlerde kendi içinde bir ayrışma sürecini yaşıyor.
Çok ilginç ve acayip çete örgütlenmeler ortaya çıkıyor.
Başlarında Balkan, Kafkasya ve Sebataycı emekli katil General bozuntuları yer alıyor.
Her çetenin görevli katil Generallerle bağlantısı dışarıya sızdırılıyor.
„Uzmanlar“ın tüm „bilimsel“ ölçümlerine rağmen kimin eli kimin cebinde olduğu bir türlü
belirlenilemiyor.
Aralarında acayip derecede bir iktidar savaşı sürüyor.
14 Nisan 2007 tarihinde bu çeteler arasında Ankara Tandoğan meydan muhaberesi yaşandı.
Kanlı “Cumhuriyet”in eli kanlı “iyi çocukları” “Cumhurriyet”e, pardon katil çetesi orduya
sahip çıkmak üzere Ankara Tandoğan meydanında perşev çektiler.
Başlarında emekli postal çetesi vardı.
Arkalarında dalkavukçular sıra sıra sahne almıştı.
Hele birileri vardı ki, düşman başına.
Sözde “bilim” adamları olan bu zevat Engizisyon papazlarının rolerini üslenmişlerdi.
“Đyi çocukları”n cüpeli “hocaları” kan kokan Ankara panayırında postal dalkavukları
olduklarını teslim ettiler.
Ölçüm aletleri ile sahne aldılar.
Panayıra gelenlerin “vatansever iyi çocuklar oldukları“ elindeki ölçüm aletleriyle “bilimsel”
olarak tescil ettiler.
Gelmeyenleri, “vatan, devlet, cumhurriyet, bayrak düşmanı sözde vatandaş“ olarak
damgalandılar.
Postal damgalı „görülmüştür“ mesajıyla kendilerine iletiler.
Zaten katilbaşları miting öncesi yaptıkları konuşmalarla kimin “vatansever”, kimin “hain”
olduğu kıstaslarını ortaya dökmüşlerdi.
Tandoğan panayır muharebesinde kimin “vatansever”, kimin “hain” olduğu açığa
çıkarılacağını daha evel yapılan açıklamalarla ilan edilmişti.
Bu nedenle ”Türkiye’nin yurtsever insanları, 14 Nisan Cumartesi günü Ankara’da düzenlenen
büyük Cumhuriyet mitingine katılın” ilanları verilmişti.
„Türkiye’nin vatansever insanları“nın sayımını düşünmüşlerdi.
Fakat dağ fare doğurdu.
70 milyon içinde bir kaç onbin „vatansever insan“ olduğu belirlendi.
Türkkiye’nin “vatansever insan” sıkıntısı çektiği görüldü.
Bu durum „uzman“lara soruldu.
„Uzman“lar sorun karşısında küçük dilini yutunca son çare “asker ne diyor?” diye kışlanın
kapısı çalındı.
Kapı açılmadı.
Derin çatlaklardan sızan haberlere göre kışla askeri darbe ve Kürdlere karşı savaş hazırlıkları
nedeniyle kafasını kaşıyacak zaman bulamadığı ileri sürüldü.
Bu iddiayı ileri süren “malum dergi” hakkında askeriyenin maddi manevi “şeyine şey ettiği”
için dava açıldığı resmi gazetede ilanı verildi.
“Malum dergi”nin çaycısı, kahvecisi, temizlikcisi dahil herkes hakkında halkı askeriyeyi “şey
etmesine teşvik ettiği” gerekçesiyle dava açıldı.
Fakat dava dondurdu.
Sebebi “hain” sivil savcılara güven olmayacağı gösterildi.
Davanın yeniden açılması için darbe sonrasına bırakıldı.
Bu haberin ortalığa sızılması ile “malum dergi”çalışanları ilk buldukları bir balıkçı teknesiyle
Ufu Cumhurriyetine kaçma teşebüsünde bulundu.
Sahil korumanın farkına varmasıyla “teslim ol” deme eşliğinde yaylım ateşine tutuldu.
Karşıda da yoğun karşılık verildi.
Muhabirimizin bildirdiğine göre yüzyılın en eğlenceli deniz çatışması vuku buldu.
“Malum dergi” çalışanların çetin ceviz oldukları gözlemdi.
Đddialara göre “malum dergi” çalışanları özel bir askeri eğitimden geçtikleri yönünde
yorumlara yol açtı.
Bu iddialar sonrası Kondo Cumhurriyet Hava Kuvvetleri havalandı.
Eldeki tüm pombaları aşağıya saladı.
Yoğun sis nedeniyle bombalar sahil korumanın başına düştü.
Kimi yorumcular bunu “malum dergi”nin Hava Kuvvetlerine kadar sızan adamlarının işi
olduğu yorumuna yol açtı.
Bu sırada Kondu Cumhurriyeti hava sahasında yabancı teyareler görülmeye başladı.
Ufulara ait olduğu sanılan bu teyareler Kondo uçaklarına karşı alçaktan uçuş yapıp uyarıda
bulunduğu söylenildi.
Kondu devleti Ufu Cumhuriyeti ile tüm felan-fıstık ilişkilerini askıya aldığını bildirdi.
Göçebe muhacir ayak takımı, panik içinde “darbeci değiliz devrimciyiz” deyip Ankara
Tandoğan panayırına yayıldı.
“Asker ne yapıyor?”
“En büyük asker bizim asker” tezehüratında bulundu.
“Ah Atatürk olsaydı” deyip Anıtkabire yürüdü.
Ağlayıp sızlandılar.
Yorgun düşüp sızdılar.
15 Nisan 2007
Ortada Sır yok!
Hasan H. YILDIRIM
Ortada sır diye bir olay yok. Her şey ayan beyan. Malatya’da korkunç bir katliam yaşandı.
Herkes birbirine soruyor. Hangi örgüt işi? Bunu bilende itiraf edemiyor. Oysa ortada bir sır
yok. Herkes biliyor ki, Malatya’daki korkunç katliamı yapan örgütün “Türkiye Cumhurriyeti
Devleti” olduğudur.
Bu korkunç katliamı gerçekleştiren “iyi çocuklar”ın üyesi oldukları örgütün “Türkiye
Cumhurriyeti Devleti” olduğuna şüphe yoktur. Bu insanlık dışı katliamın nedeni devletin
“sahipleri” tarafından ”misyonerlik masum bir hareket değildir. Kökeni yüzyıllara dayanan
Türkiye’yi bölmeye yönelik senaryolar bulunmaktadır" şeklinde açıklandı.
Bundan daha açık bir itiraf olur mu?
Suçüstü yakalanmanın itirafidir.
Kimse katili başka yerde aramasın. Katil, Türk egemenlik sistemi ve bunu besleyen toplum.
Sacından tırnağına kadar suça batmış ırkçı, tekçi, militer terörist bir sistem ve toplum.
Kendinden olmayan herkes düşmandır.
Düşman bildiği herkesin yaptığı her iş “suç”tur.
Suçun olduğu yerde ceza da vardır.
Katilbaşları, “öteki” olarak bildikleri herkes hakkında “masum değiller” buyurur.
Fetva çıkarılır. “Katli helaldir” denilir.
“Đyi çocuklar”a iş çıkarılır. “Đyi çocuklar” racun kesmeye koyulur.
“Öteki” bildiğini tespit etmek zor değildir. Kendileri dışındaki herkestir. Operasyon başlatılır.
En yakın bir adres ziyaret edilir.
“Domuz ilmiği” ile kurban bağlanır. Satırlarla koyun keser gibi kesilir.
“Vatan ve din adına” ceza icra edilmiştir. Görev ifşa edilmiştir.
Mesaj verilmiştir. Mesaj “öteki” olarak bildikleri herkesedir.
***
Türk egemenlik sistemi, oluşturduğu yönetim ahlakı “öteki” olarak tanımladığı herkesi
“düşman” olarak tanıtmış ve yok edilmesi toplumun önüne bir görev olarak koymuştur.
Mevcut yasalarında böyle tanımlanmasada yürürlükte olan uygulama budur.
Emir devleten, uygulayıcıları devlet nezdindeki “iyi çocuklar”dır.
Bunlar gizli kapaklıda olmaz, herkesin gözü önünde cereyan eder.
Ve hiç kimsede bu duruma ses çıkaramaz. Yaptıkları bir iş varsa her cinayet ve katliam
sonrası timsah gözyaşları eşliğinde “kınıyoryz” olur.
Ne demesin.
Böylelikle vicdanları “rahatlamış” olur.
***
Türk egemenlik sistemi, toplumu bu mentali ile zapt-ı rapt altına almış.
Dış dünyaya da “bu bizim hassasiyetimizdir” olarak kabul ettirilmiş. Dış dünyada bunu böyle
kanıksamış.
Bazen Malatya özelinde yaşananlar gibi iğrenç manzaralar doğunca “imaj”ları yara alır.
Bu saaten sonra sistemin akıl hocaları devreye girer.
Đnsanlar koyun kesilercesine katledilirken "Bu cinayetler Türkiye'nin dünya üzerindeki
imajına zarar veriyor" şeklinde yorumlanır.
„Türkiye'nin dünya üzerindeki imajı“ insanların yaşamından daha „önemli“ görülür.
Yaklaşım bu olunca insan yaşamının bir önemi kalmıyor.
Bu ne anlama geliyor?
Denilen, “Bu insanlar masum değidir, ölümü hak ediyorlar, ama bunu kılıfına uydurmak
gerekir.”
Devlet yetkililerinin konuşmaları, resmi ve sivil kurum ve kuruluşlarının sergiledikleri
manzara; kuran, bayrak ve silah üzerine “ölme ve öldürme” yeminleri toplumu ötekine karşı
konumlandırıyor.
Eline silah verilen “iyi çocuklar”da birer “kurtarıcı” olduklarına inanarak gözünü kırpmadan
korkunç cinayetler işleyebiliyor.
Bu ortamı yaratan katil başları, hiç utanmadan mikrofunların karşısına geçip “kınıyoruz”
deme yüzsüzlüğünü edebiliyorlar.
***
Türk toplumunu şiddet sarmıştır. Sistem ve toplum şiddetsiz yaşayamıyor.
Gözünü kırpmadan boğaz kesen insan kasabı bir toplum durup dururken doğmadı.
Türk sistemi “iyi çocukları” habire üretiyor. Tam bir fabrikasyon.
Sistemin yüzyıllardır topluma empoze ettiği kültürün sonucudur.
Devlet, bu ortamı bilerek yaratmıştır.
Bu görülmeden devlet “korumacılığı”nı dilerine dolayanlar devleti bu ortamın yaratıcı güç
olduğunu hasıraltı etmesinin çabasını veriyorlar.
Bunu bilerek yapanların yanısıra bilmeyerek yapanların olduğu da biliniyor.
Bu çevreler, devleti temize çıkarmak için “Bu gençler her hangi bir örgüt üyesi değiller. Dini
telkinle heyacana gelmişlerdir. Olay kendiliğinden gelişmiştir” vs. gibi ipe sapa gelmez
iddiada bulunuyorlar.
Bu gençlerin her hangi bir örgüt üyesi olması gerekmiyor. Devlet denilen örgüt ne güne
duruyor? Resmi ve sivil kurum ve kuruluşlarıyla bu insanları birer insan kasapı yapıyor.
Geriye bu insan kasaplarına bir hedef göstermek kaliyor.
Bunu yapan “abiler” piyasada çirit attıyor.
Parti Başkanları, emekli ve iş başındaki polis amir ve Generaller ne iş yapıyor?
Bu zevat devlet değilse, peki devlet kim?
“Yok bu gençler örgüt üyesi değillermiş” deyip devleti temize çıkaranlar, bu cinayetlerin suç
ortaklarıdırlar.
Bu “iyi çocuklar” bal gibi örgüt üyesidirler.
Üyesi oldukları örgütlerinin ismi “Türkiye Cumhurriyeti Devleti”dir.
22 Nisan 2007
Türk Solu Denilince...!
Hasan H. YILDIRIM
Ortalıktaki tablo tehlikeli bir tablo.
Türk toplumu ezen ve ezileni ile, sömüren ve sömürüleniyle Kemalist olmuş.
Özel harekatçi bir topluma dönüşmüş.
Burada soru şudur.
Türk toplumu buraya nasıl geldi?
Türk emekçi sınıfların şu an bulundukları yer sömürgeci sistem zemini olduğuna göre Türk
sol hareketin bundan hiç mi suçu yok?
Sorgulanması gereken asıl sorun budur.
Kemalizm, öyle bir ilettir ki, bu mikrobu kapanlar hızını nerede keseceklerini kontrol
edemiyorlar.
Türk sol hareketin bütününe yakını Kemalizmi aşmış değildir.
Bu nedenle Türkiye’de devrimle karşı-devrim arasında net çizgiler çekilmis değildir.
TC devlet icazetli sol ile gerçek sol ayrışmış değildir.
Türkiye´de devrimci hareketin günün görevi, bu ayrışmayı sağlamaktır.
Türk sol hareketin önündeki en önemli görevlerden biri budur.
Türkiye de öyle bir hava yaratılmış ki, kendilerini “devrimci”, “M-L”, “Maoist” vs. olarak
sıfatlandıranlar, ırkçı-fasişt Kemalizmi savunmayi politika edinmişlerdir. Dahası bunu
Kürtlerede savundurmaya çalışıyor olmalarıdır.
Bu durum sözkonusu sol´un niteliğini ortaya koymaya yeterlidir.
Onlar, Kemalistlik yapabilirler.
Ama siz onlara Kemalistsiniz diyemesiniz.
Çünkü „Bu hakkı nereden aliyorsunuz“ bildik tehditlerle karşılaşırsınız.
Nedensiz değildir, korkuları vardır.
Bu saldırganlık bir yerde korkularının dışa vurumudur.
Çünkü Kemalist olduklarını ortaya koyuyorsunuz.
Oyunlarını bozuyorsunuz.
O zaman ne olur ?
Bunu yapan sen misin dercesine „emperyalizmin uşakları” ilan edilirsiniz.
Kürd millet egemenlik hakkı gaspi yüklü Lozan Antlaşmasına „anti-emperyalist bir
antlaşmadır“ deyip bu kölelik antaşmasını devrimcilik adına size yuturmaya çalışırlar
TC devletinin bu resmi görüşü „devrimcilik“ adına savunulur.
Sistem ile sol arasında olması gereken çizgiler ortadan kaldırılır.
„Eski“ tüfekler ve yeni tabancalar, bu konuda sistemide solarlar.
1961 Anayasasının bekçleri olurlar.
Türk ordusunu Türkiye devriminin öncü ve temel gücü ilan ederler.
Türk işçi sınıfının en görkemli 15-16 Haziran eyleminde bile işçi sınıfının eline „Ordu-Đşçi
Elele Milli Cephede“ pankartını tutuştururlar.
Türk gençliği kendini „Mustafa Kemal´in gençliği“ olarak tanımlar.
Türk sol hareketin büyük kesimi kendini „2. ulusal kurtuluşçu“ ilan eder.
Bunun savunulması Kürdlerede dayatılır.
Buna “enternasyonalizm” yüklenilir.
Buna karşı çıkan Kürdleri „Kürt milliyetçisi“, „emperyalistlerin uşaği“, „halkların devrimci
gücünü bölen“ ilan ederler.
Bu politikanın Türk egemenlik sistemi açısında sonsuz getirisi vardır.
Kürdlerin idam fermanı olmasına rağmen bu politıkayı yürüten Kürdlerde olur.
Bunlar, ülkesine, milletine, halkına yabancılaşanlar olur.
Sistemin Kürd işbirlikçisi olurda sosyal- sömürgecinin işbirlikçisi Kürd olmaz mı?
Olur, bu zeminde ayak altında gezilen sayısız Kürd vardır.
Bunların niyetleri ne olursa olsun şu an ismi Türk ve Türkiye ile başlayan ve bitten bir
örgütlenmede yer alan Kürdler, subjektif olarak KUKM karşısında yer almaktadırlar.
Bu, ne anlama gelir?
Bu, KUKM´in her yurtsever Kürde yüklediği milli görevlerinden kaçma anlamına gelir.
Bunun ismi Kürd işbirlikçi kesimin tarihten beri yapa geldiği ezen devlete koltuk deyneği
rolünü „enternasyonalizm“ adına yapmak olur.
„Sol“ adına sadık uşak hizmeti görmek buna denir.
Bunlar bizden değildir. Kürdistan ve Kürdistan halkına yabancılaşanlardır.
„Enternasyonal“, ve „sınıfsal“ takılanlardır.
Maskelidirler. Maske çekip alındığnda altında kapkara Türk milliyetçiliği sırıtır.
Bu, öyle barizdir ki, inkar edilecek bir tarafıda olmaz.
Bu konuda sahiplerini bile solarlar.
Türkten bile Türkçüdürler.
Efendilerine kabullendirme mecburiyetleri vardır.
Yapmadıklari okabazlık kalmaz.
Đstendikçe verirler, verdikçe istenilir. Öyle bir duruma düşerler ki, girilen yolun geri dönüşü
olmaz.
Bir düşünün!
Kendine, milletine yabancılaşanların içine düştüğü ihanet batağının gerekçelerine bakın.
Sömürgeci sistemin „ortak“ literatürünü kullanırlar.
Türk ve Türkiye ile başlayan ve bitten bir örgütte yer alırlar.
Türkiye´yi vatan, Türk ulusal onuruyla övünç duymayı siyaset edinirler.
KUKM´ne karşı mücadele etmeyi görev bilirler.
Sömürgeci sistemin sol lejyonerleri olmaktan kendilerini kurtaramazlar.
Suçları saymakla bitmez. Hafife alınacak gibide değildir.
Yaptıkları tek kelimeyle Kürd-Kürdistan’a ihanettir.
07 Mayıs 2007
Fransa’da Cumhurbaşkanlığı Seçimi Ve Bozulan Ezber!
Hasan H. YILDIRIM
Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimi birilerinin ezberini bozdu.
Halk Hareketi Birliği (UMP) lideri Nicolas Sarkozy, "Türkiye, Asya ülkesi. Ben Fransız
çocuklarına Avrupa sınırlarının Irak ve Suriye olduğunu açıklayamam. Kürdistan sorununu da
Avrupa sorunu yaptığımızda pek ilerlemiş olmayız. Sınırsız genişleme siyasi Avrupa'yı
öldürüyor. Dolayısıyla Türklere 'Ortak ilişkilerimiz olacak, alışveriş yapacağız ama AB üyesi
olamayacaksınız çünkü Anadolulusunuz, Avrupalı değil' denilmeli." diyerek Türklerin AB
üyelik macerasına noktayı koydu.
Dağ fare doğurdu.
“AB yolundaki Türkiye” ezberi üzeri politıka yapanların ezberi bozuldu.
Ezber bozulunca pusulaları şaştı.
Gerçi bu çevrelerin pusulası her zaman yanlış yön gösterirdi.
Hergün Kürdistan sorununu birilerine çözdürürlerdi.
Çözmeye çalıştıkları “Kürt sorunu”nu sorunu yaratanlardan çözüm beklerlerdi.
Bekledikleri Godoların haddi hesabı yoktu.
Birgün bu adres Türk ordusu, birgün hükümet, birgün AB ve bu liste uzayıp giderdi.
Büyük bir beklenti içindeydiler.
Ha bügün ha yarın “çözüldü” havasındaydılar.
Sömürgecilerin kendi aralarındaki iktidar kavgasında daima bir tarafın gölgesi olageldiler.
Hiç bir zaman bağımsız bir politıkanın sahibi olmadılar.
Çünkü adına siyaset ettikleri halka güvenmediler.
Sistem içi yapılan bir kaç düzenlemeye “devrim niteliğinde” paye biçtiler.
Sorunun çözümüne “yol açacağı”na hükmettiler.
Kürdistan halkını olmayacak bir duaya amin dedirtmeye zorladılar.
Halkı sonucu olmayan bir beklentiye sevkettiler.
Bu politıkalarıyla Kürd milletine en büyük kötülüğü yaptılar.
Bu politıkayı yaşam tarzı edindiler.
Dünde bunu yaptılar, bugünde sürdürdükleri politıka dünün devamıdır.
Hatırlıyorumda şu an söyledikleri şarkı eski bir şarkı.
Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı seçildiği dönemde bu çevrelerin döktükleri methilerin
mürekebi bile korumadan adamın ne mal olduğu suratlarına şamar gibi indi.
Bu olmadı, yeni sayfa açalım denildi.
Türk Başbakanı gittiği Diyarbakır’da bir söz etti.
Malum çevreler ucu yakılmış mektuplar düşedi.
Hükümetbaşı Ankara’ya döner dönmez nanik çekince malum çevreler yine obsayta düştü.
Düştü düşmelerinede iflah olacakları yok.
Baksanıza ordu hükümet arasındaki it dalaşında yine bu malum çevre nal toplamakla meşkul.
Hani derler ya “tüy değişir, ama huy değişmez” diye.
Tam da bu malum çevreler için söylenmiş gibi.
Gibisi bile fazla.
Aynen öyle.
07 Mayıs 2007
Büyükanıt’ın “Đyi Çocukları“ Đş Başında!
Hasan H. YILDIRIM
Türk egemenlik sistemin „iyi çocukları“ iş başındadır. „Đyi çocuklar“ın ordu elemanı veya
sivil olması pek fark etmiyor. Rütbeli ve rütbesiz oluşlarıda sonucu değiştirmiyor. Her iki
odağı idare eden merkezin aynı oluşu yapılan eylem/lerin kime hizmet ettiğinide açığa
vuruyor.
Büyükanıt’ın „iyi çocukları“ iyi iş becerdiler. Masum insanları parlattılar. Korku saldılar.
Toplumda güven bunalımına yol açtılar. Bir kurtarıcıya ihtiyaç var mesajını güçlü olarak
topluma verdiler.
“Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü korumak”, “ulusal amentü” olmuş durumda. Türk sistemi
bu mantıkla güvenilmez bir profil çizmektedir. Burada korku devreye sokulur. Bundan
hareketle sistem “Türkiye bölünüyor” korkusunu habire topluma empoze ediyor. Güçlü bir
korku kültürü yaratılmıştır.
Bunun için bir de düşman gerekiyor. Her zaman düşman bulunmuştur. Yoksa da yaratılmıştır.
Đsmi Rum, Ermeni, Asuri-Suryani, Rus, Yahudi ve şimdi de Kürd olmuştur. Düşman Kürdler.
Kürdler, potansiyel tehlike olarak algılanmakta ve terör kavramı içinde tanımlanmaktadır.
Toplumun milliyetçi duygularına hitap edilerek Kürd düşmanlığı ayuka çıkarılıyor. Toplum
bu temelde yönlendiriliyor.
“Ülke bölünüyor” korkusu paranoyaya dönüşmüş. Bu alanda güçlü bir çabada var. Devletin
tüm resmi birimleri ve sivil kesimler bu konuda birbirleriyle bir yarış içinde. Kim daha fazla
korku salarsa en “vatansever” güç onlar oluyor.
Ordu bu konuda kimseye şans vermiyor, birinci sırayı kimseye kaptırmıyor. Katilbaşının
ABD ziyareti sırasında Türkiye’nin karşı karşıya olduğu „tehlikeleri“ sıralarken tamda bu
durumu izah ediyordu.
Hani bilinir. Tehlike varsa, tedbirde vardır. Tedbiri alacak güçün olmasıda gerekir. Bu güç
toplumda prim alır. Güvendiği odak olur. Dünden bu güne Türk ordusu bu şansı yalalamıştır.
Türk toplumunda en güvenilir kurumun ordu olmasının nedenide budur.
Bu durum kotlanmış ve Türk toplumuna kabul ettirilmiştir. Bu durumun sür-gitmesinde
kullanılan yöntem değişmemiştir. Mantık “Türkiye’ye komünizm gelecekse onuda biz
getiririz” mantığıdır. Terör gerekiyorsa bunu da kendileri yaparlar. Cumhurriyetin
kuruluşundan beri bu böyledir. Şemdinli bunun suç üstü yakalanmasının resmidir.
Ankara’daki katliam Şemdinli’nin devamıdır. Şemdinli de apoletli, Ankara’da apoletsiz “iyi
çocuklar” kullanıldı. Fark sadece budur.
Güven Akkuş denilen psikopat intihar bombacısı ortaya sürülüyor. Otobüs durağında bekliyen
sivil halkın içine dalıyor. Kendisini patlatıyor. Belkide uzaktan komandalı olarak patlatıldı.
Kendisi ile birlikte 6 kişi parçalanarak can veriyor. 100 aşkın sivil insan yaralanıyor.
Amacı ne? Neye hizmet ediyor? Bu eylemle kim kime mesaj vermek istiyor? Bu ve benzeri
sorulara cevap verdiğimizde eylemi yaptıranların adresinide bize veriyor. Bu adresin Türk
Genelkurmayı olduğu kesin.
Đntihar bombacısının daha evel Türk sol bir örgütün eski bir taraftarı olması, daha sonra
PKK’nin eğitiminden geçtiği iddia edilsede bu psikopat unsurun Türk Genelkurmayın amacı
yönünde kullandığına şüphe yoktur. Amaç çok yönlü. Bir tarafta toplumda varolan Kürd
düşmanlığını üst seviyeye vardırtmak, Kürdistan’ın Güneyine olasılı askeri işgal hareketini
kanıksamasını sağlamak, Türk toplumunu buna inandırmak, içte darbe zeminini hazırlamak,
darbe mümkün değilse anti-demokratik yasaları çıkartmak, „güvenlik güçleri“ne her türlü
kolaylığı sağlamanın yolunu açmaya yöneliktir.
Ankara eylemini yapan odak bunu Kürdlere mal etmeye çalıştı. Avrupa’da bunu bilinçli
olarak propagandasını yaptı. Kürdler, uluslararası alanda insanlıkdışı eylemlerle anılır oldu.
Kürdlerin böylesi canice bir eylemi yapması düşünülemez bile. Bu insanlıkdışı eylem olsa
olsa Türk Genelkurmayın işi olabilir. Bu eylem Genelkurmaya „teröre karşı mücadele etme“
adına Kürdlere karşı her türlü insanlıkdışı uygulamaya zemin hazırlamıştır.
Ankara eyleminin gerçekleştiği dakikalarda olay yerinde hemen biten katil elebaşısı
Büyükanıt’ın alelacele olayın sorumluluğunu Güney Kürdistan siyasal önderliğine yüklemesi,
hedef göstermesi eylemin yapılış amacını ortaya çıkarsada bir çok çevreyi bu konu da ikna
etmek epey zor olacaktır.
Amaç Kürdistan’ın Güneyinin işgalidir. Bu mümkün değilse baskı unsuru olarak ortamı
daima gergin tutmaktır. Bu amaçlarını gerçekleştirmek içinde halkın desteğine ihtiyaç
duymaktadır. Halkın desteğide ancak korku yaratarak, kendisini kurtarıcı göstererek
iktidarlarını korudukları dünden bu güne Türk egemenlik sistemin yönetme ahlakıdır.
Ankara eylemini 27 Nisan sürecinden ayrı ele alınamaz. Türkiye’nin büyük şehirlerinde
gerçekleştirilen kalabalık mitingler, arka arkaya patlayan bomba ve mayınlar, her gün rutin
hale gelen „şehit cenaze törenleri“ 27 Nisan muhturasının sonuçlarıdır. Ordunun belkide
yapacaklarının azamisidir. Bu günün dünya koşullarında bunun daha ötesi olur mu sorusunun
pozitif cevabı yok. Fakat ordu bu yöntemle nereye kadar bu işi götürür meselesi ise bir başka
tartışma konusu.
Katilbaşının olay yerinde „Bundan sonra da Büyükşehirlerde böyle bir olay bekleyebiliriz,
böyle bir ihtimal var“ demesi ise tesadüfü değildir. „Đyi çocuklar“ın iş başında olduğunu
ondan daha iyi kim bilebilir ki.
Katilbaşı bu tür terör eylemleriyle bir taşla çok kuş vurmaya çalıştığı bilinmektedir. Bunu
herkes görebilmektedir. Fakat bunu namuslu bir kaç aydının dışında hiç kimse kendisine bile
ittiraf edememektedir. Bu psikolojik atmosfer bu katil çetelerine serbestçe işlerini yapma
zeminini yaratmaktadır.
Katilbaşı Büyükanıt’ın Ankara’da yapılan bu terör eyleminde habersiz olması düşünülemez.
26 Mayıs 2007
Haydi Paşa Yap Bir Đşgal!
Hasan H. YILDIRIM
Uluslararası şartlar ve Türkiye'nin uluslararası denklemdeki konumu soğuk savaş sonrası
değişti. Türk egemenlik sistemi buna ayak uyduramadı. O, eskide ayak diretti.
Fakat bu bir işe yaramıyor.
Her ne kadar bunu tehdit ve santajlarla korumaya çalışsada uluslararası aktörlerin onları
dinlediği yok. Bu nedenle kavgalı olmadığı uluslararası güç yok gibi.
Zaten sistem sahiplerinin her ağzı açıldığında “Türkiye tarihinin en zor dönemlerinden birini
yaşıyor” demelerinin altında yatan gerçekte budur.
Bunun tek bir nedeni vardır: Kürdistan sorunu!
Kürdistan’ın Güneyinin kazanımları Türklerin uykularını kaçırıyor. Kürdlerin adım adım
bağımsız devletleşme yolunda emin adımlarla ilerleyişi kendi yokoluşlarını görüyor.
Bunun önünü almanın çarelerini arıyor. Çare Kürdistan’ın Güneyini işgal etmesinde buluyor.
Türkiye Stratrjik Araçtırma Merkezinin yaptığı bir tahlilde Türkiye’nin Kürdistan’nın
Güneyini işgal etmesi için bir çok şartın yerine gelmesi gereğini ileri sürdükten sonra
“Şartların daha da olgunlaşması için son "iki adım"a daha ihtiyaç duyuluyor. Bu iki adımdan
ilkini Irak'ın kuzeyinde güçlü bir kaos çıkartmak ve burayı savaş alanına dönüştürmek, ikinci
adımı ise Đran'a yönelik bir operasyon oluşturuyor.”
Bu bile tek başına ele alındığında Kürdistan’ın Güneyinde ve son olarak Ankara!da patlayan
bombaların kimin işi olduğunun kanıtıdır.
Suçlu suç üstü yakalanmıştır. Bu da TC devletinin kendisidir.
Katilbaşı, “Kuzey Irak'a askeri müdahale şarttır ve faydalıdır” diyor.
Ne diyelim. Buyur paşa yap bir işgal. Bu tartışma olsun bitsin.
Değil mi yani?
Đnsanlar nefesini almış son kararını bekliyor. Daha uzarsa nefesizlikten Allah korusun büyük
kayıplar olur.
Yok mu sende vicdan. Haydi bre aslanım. Yap bir kıyak.
Eloğlu uykusuz kaldı. Uykusuzluğun ne demek olduğunu bilir misin?
Biz demiyelim. En iyisi bu konuyu bir bilen uzmana sordur.
Sonra bunun ceramesini sana yazarlar.
Hani Şemdinli vakasını sana fatura ettikleri gibi.
Hani diyoruz hukukun hukukuna şey etmesinler yani.
Yani senin hakkında da çok şey yazıyorlar hani.
Đyisi mi ya sus, ya görle. Ama ve lakin görlediğinde yağdır yani. Yağdır mevlam mermi.
Bak paşa bir hatıtlatma yapalım.
Bu işin sonunda başa çuval geçirilmekte var. Anlayacağın çuvalamakta var. Ama yine de paşa
gönlün bilir.
***
Türk egemenlik sistem sahipleri, artık niyetlerini gizleme gereğini duymuyor.
Amaçlarının PKK ile mücadele değil, Kürdistan’ın Güneyindeki kazanımları yok etmek
olduğunu söylemekten kaçınmıyorlar.
Bu nedenle yüzninlerce it sürüsünü sınıra yığmış bulunuyorlar.
Önlerinde tek engel olarak ABD’yi gördüklerinide söylemeyi ihmal etmiyorlar. ABD
engelinide aşmak için yoğun diplomatik trafiğini sürdürüyorlar. Bu işe yaramayınca ABD’yi
tehdit etmeyi ihmal etmiyorlar.
ABD’ye rağmen işgal eylemini başlatacaklarını zaman zaman söylüyorlar. Bunu göze alıp
alamayacakları zaman gösterecek demeyeceğiz, nah göze alırlar.
Ama çok yönlü çalışmalarını sürdürüyorlar.
Đran Molla rejimiyle "Güvenlik Anlaşması" yaptılar. Olasılı bir işgal hareketinde Đran’dan
destek alacakları garantisini almış bulunuyorlar.
Geçenlerde Ankara’da Đran Büyükelçiliği “ulusal askeri günü” nedeniyle bir resepsiyon
verildi. Resepsiyona çok sayıda ülkenin General ve askeri ateşeleri katıldı. Türkler 11
Generalla katılım sağladılar. Türklerin bu kadar katılımla ABD’ye mesaj verdikleri aşikardır.
Hele “Kuzey Irak’ı işgal edelim” dendiği günlerde ABD ile soğuk savaş içindeki Đran’ın
“ulusal askeri günü”ne bu kadar güçlü katılmaları, Đranla sıcak ve samimi ilişkilerin
geliştirilmeye çalışılması, dahası olasılı bir Türk işgali halinde Đran’ın desteğini alması ABD
için hiçte istenen bir gelişme olmaz.
Bu nedele ABD, işi ciddiye alıyor. Şimdiden Zaxo’ya gelmeye başladılar. Sınırdaki Türk
askeri hareketliliğini gözlem altına almış bulunuyorlar.
Haydi çuval delisi Türk paşası sıkıysa yap bir işgal.
Bu kez işi çuvalla kurtaramasınız. Elden ayaktan olmada var.
Peşmerge komutanı General Cafer Yaver, ne demişti?
“Sınırı geçenin elini ayağını keserim” dememiş miydi?
Hani komşuluk hakkıdır. Sonra söylenmedi demeyin. Bizden söylenmesi.
Daha sonra “Biz ne yaptık, niye bu hale geldik” demenin kimseye faydası olmaz.
Anlaşıldı mı paşa?
27 Mayıs 2007
Derin Karı Derin Konuşmuş!
Hasan H. YILDIRIM
Bir dönem Öcalan’ın Leylası revaştaydı. Şu anda Aysel’i revaşta. Gelen gideni aratıyor.
Karı gözünü yumuş ağzını açmış.
Đmralı -siz Genelkurmay olarak anlayın- çözümlenmelerini habire Kürdlere servis ediyor.
Alıcısı oluyor mu? Hemde nasıl! Peki ne adına? Gerekçe mi yok?
“Nazik dönem” mi dersin. “Ulusal birlik yara alır” mı dersin. “Aman ha Türklerin eline koz
vermiyelim” mi dersin saymakla bitmez.
Đmralı-Genelkurmay talimatları böylelikle beyinlere şırınga edilme karşısında sessizliğin ismi
“politıka” olur.
Böylelikle Đmralı-Genelkurmay atı alır Üsküdarıda, Dıyarbakırı’da, sınırıda geçer.
Baksanıza derin karı ne demiş.
“Misak-ı Milli mutlaka korunmalıdır. K. Irak, Misak-ı Milli’nin parçasıdır. Kürtler, Türklere
"sömürgeci" demesin. Türkler de Kürtleri "bölücü" görmesin.”
Ne demesin! Emrin olur da yok mu dedik.
Derin karı dersini iyi ezberlemiş. Türklerin korku ve kaygılarının ayuka çıktığını söylüyor.
Doğrudur valla! Adamlar paranoya derecesinde hasta.
Eh ne yapalım? Korkunun acele faydası yok.
Kürdler, tedavi merkezi değil. Dahası Kürdlerin elinde paranoya dönüşmüş Türk’ü tedavi
edecek ilacı yok. Ama korkularını bıçak gibi keser gibi çözümleri var. Đnsanca ayrılmak.
Türk’ün ve derin karı ve heriflerin korkusuda bu ya.
Bu korku Türk’ün sonunu getirir. Türk’ün sonu Pinçelilerinde sonu olur.
Bu nedenle Türk ve Pinçeliler elele vermiş Kürd’ü kandırma, korkutma ve davasında
vazgeçirme çabasında.
Devletin yaptıkları bir yana Kürd çevrelerinde devşirerek, Türkleştirerek piyasaya sürdükleri
derin herif ve karılar tam Alicengiz misali bir oyun oynuyorlar.
Oynadıkları oyun yabancımız değil. Đmralı patentlidir, üstünde Genelkurmayın “görülmüştür”
damgasını taşır.
Kürd idam fermanıdır.
Bu karı Dersimli olamaz. O, Pinçelilidir. Diyap ağa suyundadır.
Dersim başeğmez yiğitler diyarı, Pinçeli ihanet yatağıdır.
Dersimin ne kadar yiğidi bolsa Pinçelininde bir o kadar ihanetçisi vardır.
Rayber, Diyap Ağa, Şahin Dönmez Kamer Genç ve Aysel Tuğluk ihanet zincirinin birer
halkaları.
Öyle anlaşılıyor ki, derin karı Diyap Ağanın misyonunu yüklemiş. Dişi bir yılan.
Kemalizm ağusuyla afsunlanmış. Devşirilerek başkalaştırılmış. Türkleştirilmiş, Kürd ısırmak
için sokağa salınmış. Kürdlerin yakasına bırakılmış.
Namuslu bir Kürd insanı, babası belli olmayan, anası sermaye Türk atası Kürd katili birisine
bu kadar methiyeler dizebilir mi? Milletini, halkını, dahası akrabasını katleden bir katile bu
kadar aşık olabilir mi?
Đnsan nesline, milletine bu kadar düşman olabilir mi?
Demek ki, Aysel Tuğluk gibileri oluyormuş.
Yanlız o mu? Olur mu? Ayakaltında gezilen onun gibi soyisimleri Türk, teyzeleri Türkiye
olan zibil gibi derin herif ve karılar var.
Eyvah! Zavalı halkım bu düşman güçleri kendi önderleri biliyor.
Halkım bunların pençesine düşmüş.
Kimi aydın bozuntusuda bu düşman tuzağı kurtuluş adresi sunuyor. Halkımı sisteme entegre
etmek için onları Türk parlementosuna göndermenin çabası içine giriyor.
Ey halkım!
Bunlar ihanet odaklarıdır.
Bunlar, Türk Genelkurmayın emir erleridir.
Aman sen sen ol bunlara kanma. Bunlara selam verme. Evine alıp ekmek ve su verme. Hele
oy hiç verme.
29 Mayıs 2007
Sözüm Siyaset Bezirganlarınadır!
Hasan H. YILDIRIM
Türkler, Kürd milletinin üzerine hesabını bile unutuğumuz yol ve yöntemlerle gelmeyi
politıka edinmiş. Çıplak inkar ve imhadan tutun “etle tırnak gibiyiz” hikayesi, “kardeşlik”
palavrası ve daha saymakla bitmez kandırmaca yöntemlerle üzerimize gelmeye çalışıyorlar.
Türk egemenlik sistem ahlakıdır. Torbasında “Osmanlı oyunu” çok. Biri bitter biri devreye
sokulur. Kürdlere zarar verilsinde gerisi önemli değildir.
Sistem, bu konuda sözde dinci, liberal, demokrat, sol, aydın vs. kesimlerininde önünü açmış
bulunuyor. Çoğu işini onlara gördürtüyor.
Mihri Belli, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek ve bilinen zevatın Kürdlere verdikleri zararlar
bertaraf edilmeden habire değişik kılıflar altında yeni yetmeler devreye sokuluyor. “Eski
tüfekler”, yeni tabancalar sistemin “iyi çocukları” rolünü oynuyor. Kiminin elinde bomba,
kiminin elinde kalem, kiminin elinde bayrak, kimini elinde kuran götürü iş görüyor.
Nil Demirkazık denilen bir hatun son dönemlerde epey Kürd’ün kafasını ötülemeye memur
edildiği görülüyor.
Đşin tuhaf yanı kafası öteleme ihtiyacı duyan sayısız Kürd piyasada dolaşıyor.
Devlet tarafından icazetli sahaya inen Nil hanım gibileri bu ihtiyacı gidermeye çalışıyor.
Anlaşılan kimi Kürd çevrelerinde hafıza kaydı alışkanlık haline gelmiş bulunuyor. Oysa aynı
hatanın defalarca yapılması kuralla aykırıdır. Ama gelgör ki, bizim çok bilmiş aydın ve
siyasilerimiz sofrasının baş köşesine Nil hanım ve onun gibilerini oturtmayı marifet biliyor.
Paraşütle Kürd siyasi arenasını indirilen Nil hanım gibilere sofrada baş köşe ayrılınca onlarda
kendilerine paye biçiyor.
Buda yetmiyor. Haddini bilmiyorlar. Çizmeyi aşıyorlar. Kürdleri enayi yerine koyorlar.
Buna haklılk kazandırmak için kendilerni en iyi anlayanların Kürdler olduğunu söylüyorlar.
Suç onların değil, onlara bunu söyletecek ortamı yaratanların.
Bizim Nil hanım ve gibilerini anlamamız gerekmiyor. Bu konu da yeteri kadar ağzımız yandı.
Kürdleri kandıracaklarını sanıyorlar. Kendilerinden ne keramet görüyorlarsa.
Bunun en son örneğini Nil hanım sunuyor. Kasaba politıkacılarına taş çıkarırcasına
milletvekili olunca neler savunacağını sayıp döküyor.
Bak Nil hanım, sizin Kürdler için saydıklarınızın bir tekini bile Kürdler istemiyor.
Kürdlerin yüzyıllardır süren bağımsızlık mücadelesi var. Şimdiye dek başta ekonomik talep
olmak üzere tek bir dil-diş talebi olmadı.
Kürdlerin tek bir talebi var. Türklerden kurtulmak.
Kürdler, “kardeşçe”de olsa, “eşitçe”de olsa Türklerle birlikte yaşamak istemiyor.
Kürdlerin sizler gibi “Türkiye’nin çıkarları” kaygıları yok. Sizlerin olabilir, ama bunu
Kürdlerinde çıkarlarıymış gibi yuturmaya çalışmanız eskimiş Osmanlı oyunu olsa gerek.
Yapma etme Nil hanım.
Kürdler için ne yapacağınızı değil, ama Türk egemenlik sistemi için ne yapacağınızı biliriz.
Meclis açılışında ilk körsüye çıktığınızda Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı kalacağınıza,
vatan ve milletin bölünmez bütünlüğünü savunacağınıza namus ve şerefiniz üzerine yemin
edeceğinizden hiç kuşkumuz yoktur.
Sakın yanıldığımızı söylemeyin. Açmış olduğunuz sitede bunu yeterince ifade etmişsiniz.
Böyle birilerinin “temsilcimiz” olması mümkün değil.
Bu misyon sahiplerinin Kürdlere giydirdiği kölelik statükosudur.
Kürdlere biçtiğiniz statüko budur. Bunu bana vereceğiniz oyunuzla tescil edin diyorsunuz.
Kürdleri kandırılacak çantada keklik sanmak haddini bilmemektir.
Siz siz olun haddinizi bilin. Haddini bilmek erdemliktir.
Nil hanım siz mi aptalsınız, yoksa Kürdleri mi aptal sanıyorsunuz? Aptal olmadığınız, zeki
olduğunuz kesin. Ama haddinizi bilmediğinizde kesin.
“Türkiyeli bir aydın olarak..Kürt halkını temsil etmek” gibi kendinize vazife çıkarmakla Kürd
milletini aşağıladığınızı bilmiyorsanız söylemiş olduk. Bu vesileyle öğrenmiş oldunuz.
Ne demek Nil hanım? “Türkiyeli bir aydın olarak Kürt halkının temsilcisi olmak istiyorum.”
Niye Kürd halkına kırım mı girdi ki, kendi içinde temsilcisini çıkaramıyor?
Kürdlerden sana böyle bir teklif mi yapıldı?
Eğer yapan olmuşsa onlarda senin gibi haddini bilmeyenlerdir.
Siz Türkler, ne haddini bilmez insanlarsınız. Bizim Türk “temsilcilere”e ihtiyacımız
olmadığını ne zaman anlayacaksınız?
Yok “Türk aydını”ymış. “Kürt halkı temsilcisi olmak” istiyormuş.
Bak Nil hanım! Bu elbise sana bol gelir.
Bu düşünce kapkara ırkçılığın şahsınızda dışa vurumudur.Beyaz adam -pardon siz kadınsınızbeyaz kadın tavrıdır.
Sizin bu tavrınızdan Kürdleri küçümseme, aşağılama var. Kuşkusuz siz bunu biliyorsunuz.
Suç sizde değil, suç sizin bu beyaz kadın tavrınızı Kürd halkına taşıyan Kürdlerdedir.
Ama sizde haddinizi bilin. Kürdlerin yakasında düşün. “Kürt halkının temsilcisi olmak
istiyorum” deyip Kürdleri aşağılamayın.
Sizi bundan men ediyoruz.
Kürdlerin Türklerden istediği “Türkiyeli bir aydın olarak.Kürt halkını temsil etmek
istiyorum” demeleri değil, Kürd milletinin millet olmasından doğan haklarını kabul edecek
Türk tarafın temsilinin yaratılmasıdır. Zaten namuslu Türk aydının görevide budur.
Ha bunu yapabiliyor musunuz? Hayır!
O zaman tereciye tere satmaya kalkmayın. Çünkü gülünç oluyorsunuz.
Ha unutmadan size bir hatırlatmada bulunayım. Kürd erkeklerinden uzak durun. Sebebine
gelince Allah etmesin bir velet peyda olur. Sonra kalkar “Anam Türktür. Hizmete hazırım”
deyip Đmralı unsuru gibi bu mazlum milleti 30 senede o, uğraştırmasın.
Sakın ha sakın bu uğursuz oyunu bir daha bu millete seyretirmeyin.
Eğer samimiyseniz Kürd milletine yapacağınız en büyük iyilik Kürdlerden uzak durmanızdır.
Sözüm sadece Nil hanıma değil.
Türk olupta Türkten yüz bulamayan, onun temsilciliğine soyunupta bunu Kürd oylarıyla tescil
etmeye kalkan tüm siyaset bezirganlarınadır.
11 Haziran 2007
Kürd-Türk Savaşı!
Hasan H. YILDIRIM
Kürd-Türk savaşı kapıda. Fena da olmaz hani. Kürdlerin istediği Türklerden kurtulmak değil
midir? Peki bu nasıl sağlanacak? Kuşkusuz Kürd-Türk savaşıyla. Bazı sesler işitiyorum. Bu
korkunç bir şey diye bağırıyorlar. Çok doğru. Bu çok korkunç bir şey. Fakat bu işin başka
çaresi, başka yolu var mı?
Kürd milleti, adım adım kurtuluşa yakınlaşıyor.
Kurtuluşun bağımsızlıkla taçlanacağı günler yaklaşıyor.
Bir yanda Kürd milletinin verdiği bedeli ağır mücadelesi, diğer yanda Türk egemenlik sistem
sahiplerinin akıl almaz tutum ve uygulamaları buna yol açıyor.
Katilbaşı Büyükanıt, başını vuracak duvar arayışını sürdürüyor.
Bir zamanlar Saddam’da aynı krizi yaşamıştı. Keyfine göre düşman belirliyor, göze aldıkları
ülkelere savaş açıyordu.
Akibeti biliniyor. Darısı katilbaşının başına.
Hani derler ya eceli gelen köpek çobanın ekmeğini yer diye.
Anlaşılan Türk egemenlik sistemin eceli gelmiş olacak ki, katilbaşı parmağını prize sokmak
misali Kürdistan’ın Güneyine girmek istiyor.
Akıl hocaları onu dizginliyor. Fakat o, bunu içine sindiremiyor.
Bu işin şakası yok diyor. „Ne mutlu Türk’üm demeyen düşmandır.Bunun bedelini ödeyecek.“
Anlaşılan Kürdlerden hıncını çıkaracak.
Bunun için sınır ötesine gitmeye ne gerek var. Elinin altında 25 milyon Kürd var.
Toptan katletmek istiyor. Fakat bunu yapamıyor.
Dünya eski dünya değil. Ne batı, ne doğu güç odakları eskiden olduğu gibi destek sunmuyor.
Dahası böyle bir çılgınlığa kalkışmamaları konusunda uyarılıyor.
Katilbaşı, milyonluk it sürüsüyle binlerle ifade edilen „iyi çocuklar“dan teşekül katil
çeteleriyle Kürdlere güç getiremiyeceğini anlamış olacak ki, şimdide internet sitelerinde
yayınladıkları bir bildiri ile: "Ey halkım, meydanlara çık ve terörü lanetle. Teröre karşı
mücadeleye sen de katıl" çağrısında bulunuyor.
Özel harekatçı Türk toplumuna Kürdleri linç edin çağrısını yapıyor.
Başta Bulgar muhaciri Özkök denilen köksüz unsur olmak üzere mehmetcik kalemşörler
katilbaşının sesine sesini katıyorlar.
“Bütün kalbimizle arkanızdayız Paşam“ diye bağırıyorlar.
El mecburiyeten. Çok sebebi var. Biz sadece ikisini söylemekle yetinelim.
Birincisi, Kürdler devlet olursa Türk kondu devletinin yok olma korkusu var.
Eh algı ve korku bu olunca muhacirlerin gidecekleri başka yerleri olmadığından ne pahasına
olursa olsun Kürdlere yönelik her insanlıkdışı uygulama ve yaptırımın destekleyicileri
olacaklardır.
Đkincisi, kendi deyimleriyle "Türk basınının kuruluşunda devlet parası vardır.“ Sorun bu
olunca devlet parasından daha fazlasından yemlenmek için ordu dalkavukçuluğu şarttır.
Özkök denilen köksüz soysuzun ve onun gibilerinin yaptığıda budur.
„Sokaklara çıkmak sonuç verecekse, onu da yaparız.“ diye bağırıyorlar.
Ne demesin!
Sizler, ordu dalkavukçuluğunda prim yaptıkça daha çok „şehit cenazeleri“ne nail olursunuz.
Gerçi varlığınız buna bağlı.
Sanki ölen genç insanlar çocuklarınız mı, yakınlarınız mı? Ne gezer. Zavalı halkın çocukları.
Bugüne kadar halkın çocuklarının akan kanı üzerinde iktidarınızı sürdürdünüz, korudunuz.
Kanla beslenmeyi yaşam edindiniz. Kan ve irinle beslenmeye duymadınız.
Bu bir resim, ama çirkin bir resim.
Katilbaşının son çağrıları ve çırpınışları bu resmin kendisidir.
Elinde gelirse ne yapacağının özetidir.
Şırnak’tan girer Süleymaniye’den çıkar.
Baş üstünde baş, taş üstünde taş bırakmayacağı kesindir.
Ama buna gücü yetmiyor. Bu da onu çıldırmasına yetiyor. Hıncını egemenliği altında tutuğu
Kuzey Kürdlerinden çıkarmaya çalışıyor.
Đt sürüleriyle yaptığını yapıyor. Fakat bu yetmiyor.
Çareyi halka çağrıda buluyor. Özel harekatçi Türk halkına, tüm kurum ve kuruluşlarına
Kürdlere karşı topyekün savaş emrini vermiş bulunuyor.
Bu Kürd-Türk savaşı demektir.
Kürd milleti, bu savaşta büyük acılar yaşasada sonuçta bu savaşın kazananı olacaktır.
Bu kurtuluş demektir.
Kurtuluş Türkten kurtulmak demektir.
Bazen içimden katilbaşı Büyükanıt’a „aferim“ demek geliyor.
O, konuştukça ve Kürdler üzerine yürüdükçe Kürdler, Türklerden uzaklaşıyor.
Bu da iyiye işaret ediyor.
Haydi paşa!
Literatöründe ne kadar küfür, hakaret ve tehdit varsa hepsini sala. Daha çok konuş. Konuş ki,
hitap ettiğin özel harekatçi Türk toplumu Kürdlerin ne kadar tehlikeli düşmanlar olduğunu
anlasın ve üstlerine yürüsün.
Tabii ki, senin de namın yürüsün.
Ki Kürdlerde bağımsızlığa yürüsün.
Herkes için hayırlısı olanda budur.
Ha ne dersin paşa?
13 Haziran 2007
“Tampon Bölge“’
Hasan H. YILDIRIM
Türkler freni patlamış tanker gibi önüne ne rastlarsa ezmek istiyor. Tekeri patlamış tankeri
durdurmak bazen mümkün, ama bu katil sürülerine laf anlatmak zor. Laftan anladıkları yok.
Anlamamazlığı siyaset edinmişler. Kürd milletini tarihte yok etmek, bu mümkün değilse hak
kazanımını engelemek için varını yoğunu ortaya koymuşlar.
Şimdide Kürdistan’ın Güney sınırları içinde 15-20 kilometrelik bir tampon bölge oluşturmayı
gündeme sokmuşlar.
Türkler, aç tavuk misali rüyasında daima kendilerini buğday ambarında görmeye alışık.
Kürdler lehinde her olumlu gelişme karşısında “kırmızı çizgilerimiz”, “hassasiyetlerimiz”
deyip sokak kabadayları gibi “aman kimse ben tutmasın, asar keser biçerim” narasını atıp
duruyorlar.
Kürd’e ait olan her şey karşısında kırmızı görmüş öküze dönüyorlar.
Kürd orijinli her şeye itiraz etmeyi huy edinmişler. Đtiraz etmedikleri bir şey kalmadı.
Dahası yok saydılar, sayıyorlar. Yok saydıklarını yok eymeye çalışıyorlar.
Bazen buna güçleri yetmiyor. Güçleri yetmeyince çılgına dönüyorlar.
Kürd’ün tarihsel yürüyüşünü engelemek, bu mümkün değilse en aşağı geçiktirmek için can
hıraş çalışıyorlar.
Buna rağmen Kürdistan’ın Güneyinde Kürdler harikalar yaratılar. Herkesin kayıp ülke
dedikleri Kürdistan’da asıl sahipleri tarafından mücize kabilinde bir gelişme sağlandı.
Türkler, rüyalarında bile gördüklerinde cinnet getirmelerine yol açan Kürdler devletleşiyor.
Bunu kabullenmeleri bir yana Kürd-Kürdistan’ı çağrıştıran hiçbir şeyi telefuz etmeyi
kendilerine yediremiyorlar.
Kürdlere hakaret anlamında kendilerince sıfatlanmalarla Türk usulu bir dil kullanıyorlar.
Bu da onların iflah olmaz Kürd düşmanı olduklarını gösteriyor. Bunu her halükarda belli
etmektende kendilerini alıkoymuyorlar.
Türkler, hasta bir toplum. Bize göre tedavisi mümkün değil. Fakat onlar, Kürdleri katletmekle
göçertmekle, rahatlayacaklarını sanıyorlar. Yüzyıllardır bunu denediler, ama başaramadılar.
Hele dünyanın bu koşullarında bundan böyle bunu başarmaları hiçte mümkün değildir.
Bu seferde Kürdlerin hak almalarının önünü almaya çalıştılar/çalışıyorlar. Bu sadece
egemenlikleri altındaki Kürdistan’ın Kuzeyiyle sınırlı değildir.
Kendi deyimleriyle dünyanın neresinde olursa olsun Kürdler lehine gelişecek her şeye karşı
koyacaklarını hükümetbaşı ağzında deklere ettiler.
Kürdistan’ın Güneyinin Federe yapılanmasına karşı çıktılar. Irak Anayasasının özüne uygun
olarak oluşan bu yapılanmayı ve yöneticilerini tanımadılar.
Kürd önderliği şahsında Kürdlere hakaret etmeyi politıka edindiler.
“Mesele PKK meselesi değil, asıl mesele Kuzey Irak konusu…Yanı başımızda Kürt devleti
kurdurtmayız, Kerkük'ü Kürtlere verdirtmeyiz“ şeklindeki Türk resmi söylemi seslendirdiler.
Kürdlerin attıkları her adıma karşı çıktılar.
Habur gümrük kapısında Kürd bayrağının asılması karşısında kriz yarattılar. Kürd bayrağının
göndere çekilmesini engelemeyi başaramadılar.
Bu kez Habur gümrük kapısı girişlerinde pasaportlara Kürd Bölge Yönetim mührünün
vurulmasını sorun yaptılar. Bu da tutmadı.
Velhasıl neye el attılarsa ellerinde kaldı. Dönüp kendilerini vurdu. Güçsüzlükleri ortaya çıktı.
Sonuç olarak tükürdüklerini hep yaladılar. Bu da onları çılgına çevirdi.
Bu girişimlerin yanısıra terör eylemlerine baş vurdular. Irak ve Kürdistan’ın Güneyini
istikrarsızlaştırmak için elinde geleni yaptılar. Ne kadar terör örgütü varsa Türklerin desteğini
aldı ve onların yönlendirmesiyle bir sürü katliam yaptılar. Dahası bilakis kendileri tarafından
gerçekleşen terör eylemlerin hadı hesabı yok. Öyle ileri gittiler ki, ABD ve Kürd önderliğin
sabrı tükenince başlarına çuval geçirilerek hadleri bildirildi.
Fakat bu mahlukların akıllanacakları yok. Hadlerinide bilmiyorlar, güçlerinide bilmiyorlar.
Bu kez ciddi ciddi „Irak toprakları içinde 15-20 kilometrelik bir tampon bölge oluştırmayı“
gündeme getirmiş bulunuyorlar.
Sanki babalarının arka bahçeleri.
Keyifleri istedikleri zaman istedikleri yere bir kondu dikeceklerini sanıyorlar.
Bu haddini bilmez barbar katil sürüleri kendilerini ne sanıyorlar?
Ama bu konu her zaman Türklerin gündemini işgal etmiştir. Đsmet Berakan’nın anlattığı şu
gözlemleri önemlidir.
„Yıl 1993. Cumhurbaşkanı Turgut Özal bir yurtiçi gezide. Kara haber akşam saatlerinde
geliyor. Hakkâri Çukurca'da bir karakola saldırı olmuş, çok sayıda şehit var. Özal hemen
gezisini bitiriyor, talimatı veriyor: Yarın sabah karakola gidiyoruz. Özal ve beraberindekileri
taşıyan uçak sabah doğru Diyarbakır'a uçuyor. Diyarbakır'da dönemin Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Doğan Güreş, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhittin Fisunoğlu, Jandarma
Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis ve diğer komutanlarla bir araya geliniyor. Hemen
helikopterlere geçiliyor ve henüz kan izlerinin durduğu karakola gidiliyor. O gün Orgeneral
Doğan Güreş, karakolun bahçesinde Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a bir brifing veriyor. Özal'la
birlikte gezide olan birkaç gazeteci de brifingi izliyor ama 'Çok gizli' kayıtlı bu brifingi
yazmamaları isteniyor. Oldukça uzun ve ayrıntılı birifingin özeti şu: Sınırı görüyorsunuz,
zaten biliyorsunuz. Biz bu sınırı tutamayız, kimse de tutamaz. Bu karakollar bir savaş veya
düşük yoğunluklu savaşa karşı sınırı tutmak için değil, kaçakçılığı önlemek veya caydırmak
için yapılmış karakollar. Bizim gerçek bir sınır güvenliği için ya sınırı geri çekmemiz lazım ki
bu söz konusu olamaz veya sınırı ileri ötelememiz, yani dağların Irak tarafındaki eteklerine
kadar götürmemiz lazım.“
Bunun için zemin çalışması yapıldığı açık. Bunuda aşan adımlarında atıldığı biliniyor.
Bundan bir hafta önce bol apoletli unsurların sınırı geçip bu konu da „gözlemlerde
bulunduğu“ basında yazıldı çizildi.
Buna hem ABD’nin, hem de Kürdlerin tepkileri geçikmedi. Bunun kabulenilemez olduğu
açıklamaları yapıldı.
ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Sean McCormack, Türk devletinin gündeme getirdiği
Federe Kürdistan sınırları içinde bir tampon bölge kurma açıklaması konusunda,
„Washington'ın bu fikri destekleyeceğinden emin değilim,“ dedi.
Türk televizyon kanalı NTV’ye konuşan Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin Ankara Temsilcisi
Behroz Galali “Türkiye’nin 15 kilometre derinlikte bir tampon bölge oluşturması kabul
edilemez,” dedi.
Geriye şu kalıyor. Bunu da bir Türk balonuna sayın gitsin. Hani sınırı geçtik ha geçeceğiz,
işgal ettik ha edeceğiz bombası gibi bir şey.
ABD bölgede kaldığı müddetçe Türkler, ne Kürdistan’ın Güneyini işgaline teşebüs edebilir,
ne de „tampon bölge“ oluşturabilir.
Türkler, Bush-Barzani telefonlaşmasında bu mesajı aldılar. Đlgilisi-ilgisizi kafayı Bush’un
Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani’yi telefonla aramasına takmış. Bir tartışmadır, bir
telaştır başını almış gidiyor. Bayram değil, seyran değil eniştem beni öptü misalı „Bush neden
Barzani’ye telefon etti? Barzani’ye neden çok özel bir başbakan muamelesi yapıyor?“
soruların cevabını arıyorlar.
Buldukları cevabı kendilerine bile ittiraf etmekten korkuyorlar. Cinet getiriyorlar.
Bu durumun Türk’ün psikolojik haritasını bozduğu kesin.
Bu bir cinnet halidir. Barbar katil Türk’ün bunun ceramesi Kürdistan’ın Kuzeyine fatura
edileceği kesin. Her ne kadar Türkler, Kürdistan’ın Güneyinin sınırları içinde tampon bölge
oluşturmayı düşünselerde bunu başarmaları mümkün görünmüyor. Fakat Kuzeyde
oluşturacakları kesin.
17 Haziran 2007
Siyasi Pezefenk ve Fahişeler!
Hasan H. YILDIRIM
Türk Genelkurmay kapatması kontra bozuntusu yine sahiplerinin işitmek istediği şeyleri sayıp
dökmüş. Gözünü yumuş ağzını açmış. Kürd erkeği ve kadınına etmediği hakareti bırakmamış.
“Kürt erkeği karıdan yüz kat daha karıdır. Bunlar büyük, tarihi suçlamalardır. Basit suçlama
yapmam. Karılık mesleği biliyorsunuz fahişelik mesleğidir.”
Bu ne alçaklık? Gerçi alçaklık bu adi şerefsiz unsurun kişilik karekteridir. O, bir düşkün.
Düşürülmüş bir kişilik. Siyasi bir pezefenk ve fahişe.
Türk ordusunun kapatması olan bu düşkün içinde bulunduğu durumu görmemezlikten gelip
sağa sola ahlak dersi vermesi kıçına kazık sokulanın bozuntuya vermeyerek “Bu takrak
sesleri nerden geliyor?” diye soran adamın pişkinliğini hatırlatıyor.
Bu unsurun ar perdesi çatlamış. Đnsanda ar perdesi çatlamaya durdun, yapamayacağı alçaklık
yoktur.
Bu aşağılık düşkün, ne aile terbiyesi, ne siyasi terbiye almış. Kendi değişiyle “silik bir
babanın, çılgın bir annenin çöl delisi bir velet”idir.
Sonrası biliniyor. “Büro boys” olarak düşürüldüğü sahipleri deşifre etti.
Türk Generallerin “our boys”u olarak sokağa salındığı ve “Kürt ulus kökünü kazına ile
görevlendirildiği”ni söyleyen kendisidir.
“Kürdistan kerxanedir”, “Kürt erkeği ve karısı fahişedir” demesi bundan kaynaklanıyor.
Bunu kavramayan ve kavrayıpte sessiz kalan en aşağı onun kadar alçaktır.
Suç bu alçakta değil. Suç bu alçağın Kürdlere küfür ettikçe, aşağılalaştıkça ona “Kürt ulusal
önderi”, “Kürt halk önderi”, “serok”, “başımızsın”, “sağlığın sağlığımızdır” diyen düşürülmüş
kişiliklerde. Kim bu kişilikler diye sormaya gerek yok. Herkes o siyasi pezevenk ve fahişeleri
tanır. Herbiri paspas edilmiş ağağılık birer kişilik haline getirilmiş. Piyasaya salınmış. Kürd
milletinin yakasına bırakılmıştır.
Kürdleri haklı davasında uzaklaştırmak, kendilerine inkarı dayatmak, beyazlaştırmak için
canhıraş çalışmaktadırlar.
“Türk üniter devletine saygılıyız”, “Türk bayrağı bizimde bayrağımız”, “Atatürk ilke ve
inkılaplarına bağlılık yurtseverliktir”, “Türkiye’ye sözümüz var” diyen siyasi pazefenk ve
fahişeler ortalıkta sahne aldıkça Türk Genelkurmay kapatmasıda bu terbiyesizliği etmeye
devam edecektir.
Gerçi şerefli Kürd millet bireyi bu şerefsizin dediklerini üzerlerine almasına gerek yok.
Genelkurmay kapatmasının dedikleri kendi kapatmaları için geçerlidir. Eğer geçerli değilse
itiraz hakkını kullanırlardı. Ama görünen odur ki, bu kapatmaların bunu kabullendikleridir.
Peki ne adına? Rant adına. Bu aşağılık herif ve karılar Kürd egemenliğini pazarlıyorlar.
Karşılığında rant alıyorlar.
Bunlar siyasi pezevenk ve fahişelerdir.
Bireysel pezevenklik ve fahişelik toplumda hoş karşılanmasada kişisel bir tercihtir der bir
yerde normal görülelebilir.
Fakat siyasi pezevenklik ve fahişeliğin normal karşılandığı görülmemiştir. Çünkü burada
kişisel hak ve hukuku aşıp bir toplumun hak ve hukukuna müdahale vardır.
Türk ordusunun kapatması ve onun kapatmalarının yaptığı budur.
Kürd milleti asildir, şereflidir, namusludur. Nice kahramanlar yaratan ve milyonlarca şehit
vermiş Kürd milletinin asil ve şerefli kızı ve oğlu bu hakaret ve aşağılamalara karşı sesiz
kalmamalı. Sesiz kalmak hakaret, küfür ve aşağılamaları onaylamaktır, kabullenmektir.
Bu kabullenilemez.
Kürd milletin şerefli ve namuslu bireyleri seslerini yükseltmelidir. Bu alçağa haddini
bildirmelidir. Bunu her namuslu ve şerefli Kürd kızı ve oğlu milli bir görev bilmelidir.
Büyüklerimizin dediği gibi “Şér şére çı jıne çı mıre.”
Kürd milletinin namuslu ve şerefli kızı ve oğlu aslan olduğunu bir kez daha göstermelidir.
27 Haziran 2007
Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısına Kürd Damgası...!
Hasan H. YILDIRIM
29-30 Haziran 2007 tarihleri arasında Đsviçre'nin Cenevre kentinde düzenlenen Sosyalist
Enternasyonal Konsey Toplantısına katılan lrak Devlet Başkanı Celal Talabani, Kürdistan
Bölge Başkanı Mesud Barzani toplantıya Kürd damgasını vurdular. Herbiri birer konuşma
yaptılar ve bir çok görüşmeler gerçekleştirdiler.
Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı, bir anlamıyla Kürdler ile Türkler arasında süren
mücadelenin bir platformuna dönüştü.
Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı öncesi 28 Haziran 2007 akşamı başkanlık
divanının üye parti liderlerin onuruna bir yemek verildi. Yemekte Sosyalist Enternasyonal
Dönem Başkanı Yorgo Papandreu, Başkan Celal Talabani’yi konuklara “Sosyalist
Enternasyonal’in en eski demokratı ve özgürlükçü mücadelecisi” olarak taktim etti.
Devamla “Şu an sayın Talabani’nin yeni lrak’ta demokrasi, ulusal birliği sağlamasında önemli
bir rolü vardır” diyerek onure etti.
Yemekte bir konuşma yapan Başkan Talabani, Federal Irak ve Kürdistan’daki olumlu ve
olumsuz gelişmeleri izah etti. Toplantıya katılanlardan çabalarına destek olmalarını istedi.
Toplantıda bulunan biri hariç tüm konukların onay ve sempatisini kazandı.
Hariç olan unsur ırkçı kimliği ile bilinen azılı Kürd düşmanı Deniz Baykaldan başkası değildi.
Yemekte CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’da bir konuşma yaptı. Yaptığı konuşmada Kürd
düşmanı yüzünü bir kez daha ortaya koydu. Irak’ı “terör ihraç eden ülke” olarak ilan ettikten
sonra Celal Talabani ve Mesud Barzani'yi kastederek "bölgedeki bazı siyasi liderlerin terörü
meşrulaştırmaya çalıştıklarını" iddia ederek kin kustu.
Baykal’ın konuşması katılımcıların tepkisine yol açtı.
Deniz Baykal, kendisini Sosyalist Enternasyonal toplantısında değil de seçim mitinglerinde
sandı. Bilinen ırkçı militarist söylemini seslendirdi. Konuşması tepkiyle karşılandı. Başkan
Talabani’den önce Avrupa Parlamentosu’ndaki Sosyalist Grup Başkanı, kendisine hitaben
şunları söyledi.
“Sana söylüyorum Deniz Baykal, lrak’a saldırının sizi felekete götüreceğini, lrak’a da bela
getireceğini bilmen gerekiyor. Tüm dünyayı karşınıza alırsınız.”
Başkan Talabani’de Baykal’a şu yanıtı verdi: “Askeri saldırı, Türkiye’yi felakete sürükler.
Sınır ötesi bir operasyon, normal bir piknik veya bir seyhat yapmaya benzemez" diyerek
geleceğiniz varsa göreceğinizde olur mesajını verdi.
Mam Celal, ırkçı, militarist, faşist Deniz Baykal’ı nakavt ettiği gibi tükürdüğünü yalattırdı.
“Feodal, aşiret önderleriyle oturmayız” diyenlerere hani ne oldu demek gerekmiyor mu?
Burada Deniz Baykal’a sorulması gereken soru şu olmalıdır.
Hani “Teröristlerle, feodal, aşiret liderleriyle oturmayız” diyordunuz?
Dahası bu toplantı bile kimin terörist olup olmadığını ortaya koydu. Kürd tarafı meşru bir
mücadelenin tarafı olarak tezlerini dilendirdi. Haklılıkları teyit edildi.
Türkleri temsilen konuşan Deniz Baykal’ın konuşması militarist olarak algılandı. CHP ırkçı
ve militarist suçlaması ile gözlem altına alındı.
Kürd ve Türk heyetleri arasındaki mücadele yemek faslıyla bitmedi. Konsey toplantısınada
sıçradı.
Başkan Celal Talabani’nin konuşması esanasında Deniz Baykal, başkanlık divanı kürsüsünde
ayrılarak salonda bulunan CHP heyetinin yanına gitti.
Kürd liderlerin buna tepkisi gecikmedi.
Konuşma sırası Deniz Baykal’a geldi. Baykal kürsüye çıkınca Celal Talabani yerinde
kalkarak salonu terketti. Onu Mesud Barzani izledi.
Sosyalist Enternasyonal Konsey Toplantısı bir anlamıyla Kürdler ile Türkler arasında bir
meydan savaşına dönüştü. Mücadelenin her muharebesini Kürdler kazandı. Türklerin ırkçı ve
anti-demokratik yüzleri bir kez daha ortaya çıkarken Kürdlerin haklı ve meşru mücadeleri bir
kez daha kabul görüldü.
Baykal’ın ortaya koyduğu tavır zaten bir çok çevrenin CHP hakkında varolan olumsuz
görüşlerine toz-biber ekti. Bir çok çevre tepkilerini dile getirdiler.
Đsveç Milletvekili ve Türkiye Đnsan Haklarını Đzleme Komitesi Başkanı Anne Ludvigsson
bunların başını çekti. Yaptığı konuşmada şunları dile getirdi.
"CHP'ye sosyal demokrat denmesinden utanıyorum. Bu anlayıştaki bir partiyle aynı
platformda bulunmak istemiyorum. Ordunun gücüne dayanan bir siyasi parti sosyal demokrat
olamaz. Demokrasilerde ülkeleri seçilenler yönetir" diyerek tepkisini dile getirdi.
Đsveç heyeti, "CHP'nin sosyal demokrat bir parti olmadığı'' gerekçesiyle CHP’nin Sosyalist
Enternasyonal üyeliğinden düşürülmesi için “Etik Komite”ye baş vurdu. Yapılan tartışmalar
sonucu Đsveç heyetinin CHP “Orduya dayanıyor” iddiasının doğru olup olmadığı meselesini
Türkiye’de araştırmak için bir komisyon oluşturdu. Gündeme bu gelişmeler damgasını
vurunca gözler ırkçı, militarist, faşist Deniz Baykal’a çevrildi. Baykal, her zaman yaptığı gibi
gelişmeleri olmamış gibi yansıtarak yalan söylemekle paçayı kurtarmaya çalıştı.
Cenevreden dönen Celal Talabani, KYB Politbürosu’nun olağan toplantısına katıldı.
Toplantıda şu değerlendirmede bulundu. Baykal’ın yalanını ortaya çıkardı.
“Bu toplantıda, Sosyal Demokrat bir parti olarak sorunların barışçıl, siyasi ve diyalogla
çözüme kavuşturulması gerektiğini savunduk. Avrupalı liderler, bu görüşlerimizi sıcak
karşıladı. Fakat, Deniz Baykal’ın konuşması çok sertti. Avrupalıların, Baykal’ın
konuşmalarını hakkındaki görüşleri olumlu değildi. Sosyalist Enternasyonal’in bir çok önemli
üyesi, CHP’nin üyelikten atılmasını istedi,” dedi.
Türk egemenlik sistemi insanlıkdışı suçlar işlemekle sicili bozuk bir sistemdir. Đktidar ve
muhalefetiyle, resmi ve siviliyle bu konuda tescilidir. Bunun gizli bir tarafı da yoktur. Fakat
işin tuhaf tarafı ellerini salaya salaya bir taraftan mağdurları oynarken, yanısıra asar keserin
ha tehditlerinden de vazgeçmiyorlar.
Dünya bunu görmüyor mu? Görüyor görmesine, ama bencil çıkarlar onları bunu
görmemezlikten gelmesine yol açıyor.
Eğer ırkçı ve militarist kimliği pazara çıkmış Deniz Baykal ve onun gibileri demokrasi
havarisi kesilen uluslararası kuruluşların toplantılarında gerdan kırıyorlarsa bir kez daha
oturup düşünmek gerekir.
Oysa bu unsurlar insanlık düşmanı kimlikleriyle kesinlikle cezayı çoktan hak ediyorlar.
O günlerde uzak değildir.
03 Temmuz 2007
Đp Kıldan Yapılır!
Hasan H. YILDIRIM
Seçim mevsimidir.
Atmasyon serbest.
At atabildiğin kadar.
22 Temmuz’a sayılı bir kaç gün kaldı.
Peki o gün geldiği zaman ne olacak?
Bunca verilen sözler, edilen vaatler unutulmaya mı bırakılacak?
Buna şüphe yok.
Yalancı pehlivanlar olduğu gerçeği açığa çıkacak.
Đpliği pazara çıkacak.
Çıkacak ne demek?
Çoktan çıkmış bile.
Anlayan kim?
Adamlar yaşamın aynasına bakmıyorlar.
***
Bedirxanilerin ırkçı Türkçü torunu Öymen, „Biz iktidar olacağız ve size söz veriyoruz, bu
kanı kurutacağız. Neye mal olursa olsun bu kanı kurutacağız," diyor.
Adam kasap mı ne?
Kanı korutmak için önce akıtmak gerekir.
“Neye mal olursa olsun” dediğine göre çok kan akacak.
Kimin kanı?
Kimlerin olacak?
Đhanet ettiği milletinin.
Dönme zor meslektir.
Dönme deyip geçmeyin.
Teyzesini Türkiye, anasını bile Türk ettirir insana.
***
Sazı Gürcü Recep aldı eline. „Bizden gelecek onlara yönelik herhangi bir engel takoz koyma
kesinlikle olamaz” diyor.
Aha BMC müavını.
Bizim orda olmuş bir hikaye anlatayım size.
Araba arka arkaya gidecek. Şöfür müavini uyarır. Arkada araba var mı diye sorar. Müavin
yok usta diye bağırır. Araba arka arkaya gelir ve bir taksiye toslar. Şöfür sinir krizleri geçirir.
Şöfür, “Ulan sana araba var mı diye sormadım mı?”
Müavin sakin sakin “ırrrr taxside araba mı der”.
Recep ağa, şöfür olamadı; ama acemi müavinde değil.
Sınırın öbür yakasında Çuvalcının beklediğini çok iyi biliyor.
Freni patlamiş paşalara “takoz koyma”yacak.
Çünkü işin içinde oy var.
Kim daha işgal delisi söylem tuturursa özel harekatçı Türk toplumunun nezdinde “vatansever”
olacak(!)
Bu bir. Bir sebebi daha var.
Freni patlamış paşaları mayınlı tarlaya sürüp ne haliniz varsa görün deyip nefes almak istiyor.
Recep ağa, paşaları “iç güçler” ile dizginliyemedi, ama onları “dış güçlerce” çuvalıyacak.
Vallahi bu Lazoğlu akılı adam.
***
Ma paşalar akılsız mı?
Haşa! Ne münasebet, ama korkaklar.
Nerden mi biliyorum?
Vallahi günahı bizim Çuvalcının boynuna. Ben onun yalancısıyım.
Nerde Enver paşalar deyip hayıflıyor.
Kırmızı Çuvalı almış eline sınırın öbür yakasında paşalara göstere göstere salıyor.
Paşalar hırlasada, havlasada dişleri çekildiğinden ısırmaya yeltenemiyor.
Efendim paşalık müeseside bozuldu.
Apoletlisi, apoletsizi birbirine karıştı.
Mikrofunu ele alan kendisini paşa sanıyor.
Kimi ip salıyor, kim kan akıtıyor, kimi kan kurutuyor.
Bunlar apoletsizler oluyor.
Apoletlisi ne bok yesin.
Kendilerine iş mi kaldı ki!
Sadece hırlayıp havlıyorlar.
Bu da kendilerine yetiyor. Apoletsizlere balans ayarı verilmesine yarıyor.
***
Kayseri ağasının başına gelenler biliniyor.
Attan düşmüş eşeğe döndü.
Dündü dönmesinede bana mı diyen kim.
“Bu sistemde sözümün kıymeti harbiyesi var mı” diye düşünmüyor, ama palavra attıyor.
“Irak'taki PKK varlığına yönelik harekât planları en ince detayına kadar hazır. Irak veya ABD
PKK tehdidini durduramıyorsa, biz kararı alır gireriz.” diyen A. Gül’den bahsediyorum.
Apdullah ağa son aylarda olup bittenleri unutmuşa benziyor.
Başına gelenin pişmiş tavuğun başına gelmediğini bilmiyor olamaz.
Ama bu adamlar ırkçı, faşist, militarist, katil, hırsız, yüzsüz, ama pişkin.
Yüzlerine tükürsen yağmur yağdığına yorumluyorlar.
Sadece o mu?
Ne münasebet?
Ayakaltında gezinen sürücesi var.
Hele birileri var ki, salya sömük gerdan kırıyorlar.
Hırlıyorlar, havluyorlar.
Kimi ip, kimi bayrak, kimi silah gösteriyor.
Kimi teket diyor.
Baykal, Ağar, Bahçeli, Yazıcıoğlu, Perincek gibi katillerden bahsediyorum.
***
Boş alanlara seslenen Ağar, aç tavuğun rüyasında kendisini buğday ambarında sanması misalı
kendisini Ankara’nın sahibi sanıyor.
Daha da ileri gidiyor.
Irak’ın sahipliğinede soyunuyor.
“Bizim temel bakış açımız Irak’ın bütünlüğünün mutlak şekilde muhafazasıdır. Bu noktada
bir zorluk olursa ona alternatiflerimiz de hazırdır...Bölgenin meseleleri hiçbir başkentte değil,
tamamıyla Ankara’da çözülecektir, yeni bir Ankara geliyor...Đşbirliği girişimlerimiz sonuçsuz
kalır ve Irak bölünme tehdidinden kurtulamazsa, Türkiye tek başına hareket edecek ve
1926’da o günün şartlarında kabul etmek durumunda kaldığımız Ankara Anlaşması’ndan
çekilecektir” diyor.
Neyine güveniyor?
22 Temmuz 2007 akşamı çöp tenekesine atılacağını unutmuşa benziyor.
Sadece o mu?
Değil değil.
Öbürleride.
***
Değişen hiç bir şey olmayacak.
Paşalar iktidarı tartışmasız devam edecek.
Ha bu arada paşalar yer değiştirecek.
Yaşar paşa gidecek, bir başka paşa yerine gelecek.
Yaşar paşada Eruygur paşa gibi militer pardon sivil bir derneğin başına getirilip topala
meymandarlık etmekle görevlendirilecek.
Ergenekom üyesi olmak öyle kolay mı?
Emekliye kadar değil mezara kadar.
“Vatan ve milletimize hayırlı olsun”diyelim mi?
Yok yok onu başkaları söylüyor.
Ben başka bir şey söyleyelim.
Yine ağzımda küfür çıkacak.
Đyisimi ben söylemeyeyim.
Yoksa tarihçi olamam.
***
Ha aklıma geldi.
Şu kıl hikayesinden haberi olan var mı?
Koca koca herif ve karılar onlarca gün “sağlığı sağlığımızdır” deyip heyet istediler.
Heyet gitti, yaygara bitti.
Bitti bitmesinede verdikleri rapordan ne haber?
Açıklasalarda bizi meraktan kurtarsalar.
Akılının biri bunun konumuzla ne alakası var diye sakın soru sormasın.
Sinirimi bozmasın.
Dedim ya!
Bugün küfür yok.
Çünkü tarihçi olmak istiyorum.
Ha sizleride meraktan bırakmıyayım.
Kıl meselesi şu nedenden önemli.
Hani miting alanlarında ipi birbirine fırlatıyorlar ya.
Đşte o sebebten.
Ha size bir de sır vereyim
Đp kıldan yapılır.
04 Temmuz 2007
Demokratı Olmayan Toplum!
Hasan H. YILDIRIM
Demokratı olmayan toplum olur mu? Olur olur bal gibi olur. Türk denilen toplum hangi güne
durur? Onlar, “sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış” bir toplumdur.
“Her Türk asker doğar” sözü boşuna mı söyleniyor?
Doğru valla. Bunu her Türk militaristtir diye de okuyabilirsiniz.
Bunun ırkçı boyutuda var.
Yani her Türk ırkçı ve millitaristtir.
Yanlış mı düşünüyorum? Hayır efendim yanliş düşündüğüm yok.
Hiç düşündünüz mü? Türk ordusu, hükümeti, muhalefeti, resmisi, sivili, faşisti, dincisi,
liberali, demokratı, sosyalisti ve ıvır zıvırı hangisi Kürd milletinin bağımsız devlet kurma
hakkına saygılı?
Hiç birisi!
O halde olmayan bir şeyi niye var sayalım?
Türk denilen devşirme toplum demokrat yetiştirme olanağı sunmuyorsa bu benim mi suçum?
Yoksa bunu ifade etmek mi suç?
Vallahi hiç birisi değil.
O zaman var olan gerçeği ifade etmede kendimize otosansür uygulamamız gerekmiyor.
Türk denilen göçebe, muhacir devşirme toplum demokrat yetiştirmede kısırlık yaşıyor.
Gayet doğal. Katır suyudur. Katır nasıl kısırsa Türk denilen ucube toplumda öylesine kısırdır.
Kimi bu söylediklerimi Türklere hakaret olarak algılayabilir. Hayır efendim. Türk’e hakeret
etme diye bir derdim yok. Benim yaptığım sadece var olan bir gerçeğin ifade edilmesidir.
Tersi düşünen mi var. O zaman buyursunlar.
Türk’üm diyen kaç kişi Kürd milletinin devletleşmesini istiyor diye bir muhasebe yapsınlar.
Piyasada üç-dört kişi bulurlarsa yanıldığımı kabul ederim.
Fakat bulamıyacaklarını biliyorum.
Dahası Türk denilen ucube toplumun bireyi Kürd millet düşmanıdır.
En demokrat ve liberali, Kürdistan’ın Güneyine olasılı bir işgal hareketi halinde “ülkede
istikrarı kurmamız, bütünlüğü ve huzuru korumamız daha da zorlaşacaktır” diye fevranı figan
ediyor.
Asolunan ülke dedikleri “Türkiye’nin bütünlüğü”dür.
Şaşmaz anemtüsü budur.
Türkiye’nin bütünlüğü Türk toplum bireyinin ezberi olmuş.
Bu ne anlama gelir?
Bunun bir anlamı var. O da Kürd millet egemenlik gaspıdır.
Bir milletin egemenlik gaspını savunan bir insanın demokratlığından bahsedilemez.
Zaten Kürd-Kürdistan sorunu karşısında istisnalar hariç Türkiye’de demokrat bulunmaz.
Bunun en bariz örnekleri demokrat ve sosyalist takılanlardır.
Akın Birdal’ın şu söyledikleri ancak işgalci militarist ırkçı bir kafa dile getirebilir.
“Seçim öncesinde yurt dışına operasyonun gündeme getirilmesini doğru görmüyorum” demiş.
Yurtdışı dediği ona göre “Kuzey Irak”, aslı ise Kürdistan’ın Güneyi. Ülkemim ismini bile
telefuz edemiyen “büyük demokrat”(!)
Niye kaşıymış?
Sorunun cevabınıda veriyor.
“Seçimlerin demokratikliği üzerinde gölge düşüreceğinden kaygı duyuyorum. Yüzde 10 ülke
barajı ve bağımsız adayların seçilmesinin önünde zaten bir çok engel var, bu yeni bir engel
ortaya çıkaracaktır.”
Adamın derdi meclise girmek. Hem de kimin sırtında? Kuşkusuz Kürd’ün sırtında. Suç bu
militarist ırkçı kafa sahiplerinden değil; suç Mankurtlaşan Kürdlerde.
Đşgalci Türk ordusunun Kürdistan’nın Güneyine girmesi, ordaki Kürd millet egemenliğini
gasp etmesi onları ilgilendirmiyor.
Đlgilendirmediği içinde demokrat olamiyorlar.
Belki bir kaç istisna var, ama kendine Türk aydınıyım diyenlerin bütünü aynı düşünüyor.
Kürd millet egemenlik hakkı onları ilgilendirmiyor. Onları ilgilendiren Türk işgal ordusunun
bu işin altında çıkamayacağıdır. Bu savaşı kaybedeceğidir. Uyarıları bu noktadadır.
Kürdlerin katliamdan ve soykırımdan geçirilmesi bu zevatın omurlarından değildir.
Türk egemenlik sistem ahlakıdır. Bu ahlak toplumada aşılanmıştır.
Bu nedenle Türk toplumu demokrat çıkarmada kısırdır.
Demokrat geçinenide ırkçı ve millitaristtir.
Değiliz diyorlarsa beriye gelsinler.
Demokrat olmanın kıstası kendi milletleri tarafından egemenlik hakkı gaspedilmiş Kürd
milletinin kaderlerinin tayın hakkını savunmaktır.
Kürd milletinin kendi kaderini tayın etme hakkı bağımsız devletini kurma hakkınıda içerir.
Türk’ün faşistininde, dincisininde, demokratınında, komünistininde itirazı burdan başlar.
Burada at izi ile it izi karışır.
Köksüz soysuz Atalarının dediği gibi Türk, “imtiyazsız sınıfsız toplum” bireyine dönüşür.
Kürd milletinin kendi kaderlerini tayın etme hakkı karşısında “devletin ülke ve milletiyle
bölünmez bütünlüğü”nün mehmetcikleri olurlar.
“Kimse ülkemizi bölemez”, “Kimse misak-ı milli sınırını tartışamaz”, “sınırları tartışmayın,
sabrımızı taşırmayın” diye saf tutarlar.
Saf tutulan cephe Türk egemenlik cephesidir.
Bu cephe ırkçı ve sömürgeci cephedir.
Türk toplumu bir bütün olarak bu cephede saf tutmuştur.
Bu ırkçı ve sömürgeci cephede kimi Kürd çevreleride saf tutmuştur.
Kimi de saf tutma çabasını vermektedir.
Bunlar, Türkiyeci Kürd kesimlerdir. Türk egemenlik sistemin Mankurtlaştıkları Kürdlerdir.
Bunlar, en aşağı Türk egemenlik sistem sahipleri kadar tehlikelidirler.
11 Temmuz 2007
Đyisimi Evli Evine Köylü Köyüne!
Hasan H. YILDIRIM
Türk egemenlik sistemi çete örgütlenmesidir.
Çete elebaşı emekli general ve polis şefleri olurlar.
Üyeleri Mankurtlaştıkları asker ve polis emeklisi olurlar.
Bazende Mankurtlaştıkları sivillerde olur.
Her köşe başında bir çete tezgahını kurmuş.
Görünenler var, görünmeyenler var.
Bizim görmediklerimizi görünenler görür.
Bazen mecburiyeten bizede gösterirler.
Gösterilenler suçüstü olmuşlardır.
Kimileri “iyi çocuklar”, kimileri “psikopatlar” sınıfına layık görülürler.
Kimileride “bölücü terörist” olurlar. “Bölücü terörist” dedikleride aslında Genelkurmay
kapatmasının “Mankurt”laştıkları olur.
Bir danışıklı döğüştür başını almış gidiyor.
Toplum bu olup bittenlere bir anlam veremez.
Toplumu bırakın aydınım geçinenlerin çoğu bile oynatılan oyunu göremez.
Görenler kişisel ve ailesel kaygılardan dolayı görmemezlikten gelirler.
Bunu kendilerine bile ittiraf etmekten korkarlar.
Ne yapsınlar adamlar. Can, mal ve namus pazarıdır.
Kimi oynanan oyunu görür ve destekleyicisi olurlar.
Basın alanında çalışanların çoğuna yakını bu kategoriyi oluştururlar.
Kimi de bu gerçeği görmeden işkembeden atarlar.
Adalet, hak, hukuk dilerinden eksik olmaz.
Savcıları göreve çağırırlar.
Hakkari savcısı Sarıkaya’nın başına geleni olmamışa sayarlar.
Kimi oynanan oyunda bile haberi olmadan iyi niyetinden Đtalya'daki “Temiz Eller
Operasyonu” benzeri operasyonları Türkiye’de beklemekle ömür tüketirler.
Bu kesimler ne kadar samimi olursa olsun kendilerini kandırırlar.
Kendileriyle birlikte kuşkusuz toplumuda.
Türk aydınının bu lüksü olabilir. Vardır da. Çünkü sistemin bir parçasıdırlar.
Peki Kürd aydının bu lüksü olabilir mi? Olmamalı. Ama var.
Kim ki bunlar? Kendileriyle birlikte Kürd milletini Türk’ün kapısına bağlamayı yaşam seçmiş
Mankurtlardır, bunlar.
Bu mankurtlar, Türk egemenlik sistemini Kürdlere hoş göstermek için “tarihsel birliktenlik”
hikayesini anlatırlar. Dahası kendilerininde inanmadığı bu hikayeye başkalarını inandırmaya
çalışırlar.
Oysa ki, Türk egemenlik sistemin ne menem bir “Prokust Çarkı” olduğunu çok iyi bilirler.
Bilmiyorlarsa tekrarlamakta yarar var.
***
Türk egemenlik sistem sahipleri, köksüz, soysuz, göçebe, muhacir devşirmelerden
müteşekildir.
Kurdukları sistem, baskıcı, merkezci, despot.
Tekçi, otoriter, totaliter, militer.
Irkçı, şoven, yayılmacı, işgalci.
Asimilasyoncu, katliamcı, soykırımcı.
Hortuncu, hırsız, dolandırıcı, yankesici.
Soyguncu, yağmacı, talancı, şantajcı ve tehditçi.
Karapara aklayıcıları, fuhuş pazarının pezevekleri ve uyuşturucu pazarlayıcıları.
Çek-senet tahsildarları.
Fetbaz, hilebaz, üçkağıtcı.
Herkese düşman. Kendileri dışında dostu olmayan acayip bir toplum.
Tüm korkularıda burdan kaynaklanır.
Korku içinde yaşıyorlar. Korkularını topluma taşıyorlar.
Đç ve dış düşman korkusunu topluma şırınga ediyorlar.
Korkularını Kürd milletine karşı sürdürdüğü kirli savaşla gidermeye çalışıyorlar.
Kürd milletine karşı yoğun baskı, yasak ve askeri operasyonlar devam ediyor.
Devam edeceğide geçmiş yaklaşım, yönelim ve pratiğinden bellidir.
Bu durum sadece Kemalist iktidarla başlayan ve devam eden bir yaklaşım ve pratik değil,
Türklerin coğrafyamıza gelişinden beri süregelmektedir.
Değişeceğide yoktur.
Esnemez, bükülmez, değişmez, ancak kırılır.
Türk egemenlik sistemi değişir diyenler yanılır. Bugüne kadar yanıldıkları gibi.
Kürd millet bireyinin yanılma lüksü yok.
Fakat geçmiş ilişkilerde ders alma zorunluluğumuz var.
Kürdlerle Türkler ilk karşılaştıklarından bugüne savaştılar. Birbirlerinden kurtulmadıkları
sürecede savaşacaklar.
Kimse yanılmasın.
Kürdlerle Türklerin birlikte kuracak bir gelecek yoktur. Ama birbirlerinden kurtulurlarsa belki
hayırlı iki komşu olabilirler.
Belki diyorum. Çünkü bu da Türklere bağlıdır.
Kürdler, hesabını kitabını buna göre yapmalıdırlar.
13 Temmuz 2007
Aysel Sınıfı Geçti!
Hasan H. YILDIRIM
Apo’nun Aysel’i oynadığı rol’la efendisinin efendilerinden geçer not aldı.
Đkmale kalmadan başarıyla sınıfını geçti.
Hem de sistemin sessi Taha Akyol gibi bir noterden “kalite” testi başarı ödülünü alaraktan.
Efendi ve efendinin efendileri memnun.
Eskiden kalma sıkıntılarıda geçmiş gibi.
Dünden kalma korkularını kapatma Aysel’den aldıkları kapı gibi taahütle giderdikleri ortada.
"Birinci Meclis Ruhunu yaşatacaklarını";
“Mecliste sorumlu davranacaklarını’;
"Etnik ve dinsel milliyetçiliğe prim vermeyeceklerini";
”500 yıllık tarihsel ittifakımıza ve 200 yıllık modernleşme çabalarına sadık kalacaklarını”;
“Emperyalist ve iç gerici güçler zorla ayırmaya çalışsalar bile, bunun için türlü
provokasyonlar, uzun vadeli planlamalar yapsalar bile, irademizi her zaman için
bütünleşmekten, demokratik cumhuriyetten yana kullanacaklarını”;
“Merak edenler için söylüyorum; bizim Türkiye'ye verilmiş sözümüz budur!”
Bu söylenenler az gelmiş olacak ki, efendilerinin endişelerini şu sözlerle gidermeye çalıştı.
"Samimiyiz. Biz bir gün başka, diğer gün başka bir şey söyleyecek insanlar değiliz!" dedi.
Sahip Taha efendide sahipleri adına “anlaşılmıştır” dedi.
Efendi adına “görülmüştür” damgalı kalite kontrol belgesini Aysel’e gönderdi.
Aysel artık islah edilmiş bir Mankurt olarak efendilerine “meclisteki yemin töreninden
başlamak üzere” bağlılık sözünün gereğini yapacak.
Bunları söyleyen Mankurtlaştırılan Aysel Tuğluk.
Mankurtlaştırılan sadece Aysel Tuğluk değil, ötekilerde öyle.
Örneğin: Diyarbakır bağımsız aday Selahattin Demirtaş, “Meclis'te ordunun hassasiyetlerini
dikkate alan bir üslup kullanacaklarını" söyledi.
Aklı başında her Kürd yurtseveri “ordunun hassasiyetleri” ne ola ki, diye sormalı.
Ordunun Kürd milletine karşı tarihten gelme “inkar ve imha” “hassasiyeti” olduğuna göre
“Mecliste ordunun hassasiyetleri dikkate alan bir uslup kullanacaklarını” söyleyenlerin Kürd
milletine karşı mücadele edecekleri açık ve seçik.
Bu zevat Đmralının kapatmaları, Imralı Türk Genelkurmay Başkanlığının kapatması.
Bu kapatmaları desteklemek Kürd milletine karşı Türk Genelkurmayını desteklemek
demektir.
Bu da Kürd milletine telafisi zor büyük yükler yükleyecektir.
Bunun mevalı bu Mankurtlara destek mesajı veren sözde Kürd siyasetçiler ve aydınların
boynunda olacaktır.
Herkes ne söylediğini ve yaptığını bilmelidir.
Tarih yaşanan an değildir.
Tarihin geçmişi, bu günü olduğu gibi yarınlarıda vardır.
Yarında herkesin söyleyeceği bir şeyleri olmalıdır.
Bizden söylenmesi.
Đhanete destek mesajları verenler yarın bu vebalin altında zor kalkarlar.
20 Temmuz 2007
Anayasa Değişikliği ve “Bizim Mesele”!
Hasan H. YILDIRIM
Yıl 1970. Đstanbul Üniversitesi Ceza Hukuku Öğretim Üyesi Doçent Çetin Özek, DDKO’da
“Faşizm Semineri” veriyordu. Çetin hoca faşizme ilişkin iki üç saat konuştu. Kürd-Kürdistan
sorunu hakkında tek bir kelime etmedi.
Hoca seminerini bittirdi. Sıra soru cevaplara geldi.
Đlk söz alan Örfi Akkoyunlu abımız oldu. Kendine has konuşma tarzıyla Çetin bey dedi. Üç
saat konuştunuz. Faşizmin iciğini viciğini çıkardınız. Ma bunlar hoşta. Bizim mesele
hakkında tek bir kelime etmediniz. Bu konu da ne düşünüyorsunuz dedi.
Örfi abının “Bizim mesele” dediği Kürd-Kürdistan meselesiydi.
Çetin Hoca’nın ne söylediğini kelime kelime tam olarak hatırlamıyorum, ama aklından
kaldığı kadarıyla beni maruz görün. Konumum bu konuda görüş belirtmeye müsait değildir
meyanındaydı.
Bunları niye anlatım ona geliyorum.
Türkler yeni bir Anayasa hazırlıyor.
“Sivil Anayasa” deniliyor.
Sahipleri bile buna inanmadıklarını kamouyu önünde açıkladılar.
Ordu hassasiyetleri gözetilerek hazırlanacak bir Anayasanın sivil olamıyacağını iddia ettiler.
12 Eylül faşist askeri cuntanın hazırladığı Anayasanın özüne dokunulmıyacağını iddia ettiler.
Türk egemenlik sistemin geleneksel tabuların olduğu gibi kalacağıni söylediler.
Söylediklerinden de haklıdırlar. Ogünden sonra hazırlanacak bir Anayasanın sivil olacağı
beklenilmemelidir.
Laiklik, Türban, Yargı, Cumhurbaşkanı yetkileri vs. sayısız konu masaya yatırılmış. Bir metin
hazırlanılıp kamuoyuna sunulmuş.
Toplumun ilgili kesimleri düşünce beyanında bulunuyorlar. Burası eksik, burası fazla
diyenler, dahası destekleyenler ve karşı çıkanlar var.
Buraya kadar normal.
Normal olmayan “bizim mesele”ye ilişkin tek bir sözün olmamasıdır.
Kuraldandır!
Herkes ölü evine gider, ama herkes ölüsüne ağlar.
Laikliktir, türbandır, yargıdır, Cumhurbaşkanı yetkilerinin kısıtlanmasıdır vs. beni hiç mi hiç
ilgilendirmiyor.
Beni ilgilendiren ilahide “ bizim mesele”.
Bu konu da tek bir söz yok.
Alavere dalavere Kürd Memet’e yine nöbet yazdırılmış.
Üniter devlet korunacak.
Tek millet, tek devlet, tek bayrak desturu sürdürülecek.
Türklük her şeye damgasını vuracak.
Diğerlerine Türklük “Prokust Çarkı”da şekil verdirilmeye çalışılacak.
Öteki olarak bildiklerine ya soykırım, ya asimilasyon tercihi dayatılacak.
Kesmece seç beyen al dedirtecek.
Doğaldır ki, bu ters tepecek.
Peki o zaman ne olacak?
Olacağı bellidir.
Yeni Anayasanın boyası korumadan Anayasa değişikliği tartışmaları yeniden gündeme
damgasını vuracaktır.
Anayasa değişikliği fiyasko ile sonuçlanacağı kesin.
Ortada dolaşan taslak metin eski Anayasanın özüne dokunmuş değildir.
Esasa ilişkin olmayan bazı yönlerini rötuşlamakla sorun giderilmeye çalışılıyor.
Kayserilinin hesabına döndü. Eşeği boyayıp babasına satma meselesi.
Anayasayı hazırlıyan komisyonun yaptığı bu oldu.
Asker hassasiyeti baskısı altında hazırlanacak bir Anayasa taslak metni ancak bu kadar olur.
Bunun sonu ne olur?
Bu şekliyle kabul görmesi -ki öyle olur- işte o zaman yeni bir Anayasa hazırlanması ihtiyacı
yeniden gündeme damgasını vurur.
Olacağı budur.
Değişen bir şey yok.
Türk egemenlik sistemi yine fare doğurdu.
19 Eylül 2007
Çiko Paşalara Tavsiyeler!
Hasan H. YILDIRIM
Emektar bir köpeğimiz vardı. Epey yaşlanmıştı. Ayağa kalkacak hali kalmamıştı. Emektardır
deyip besliyorduk. Yerinde kalkmasada yerinde hırlıyordu.
Düşünüyürumda Türk paşalarıda bizim yaşlanmış köpeğe dönmüşler.
Dişleri çekilmiştir, kapı eşiğine bağlanmıştır, ama hırlıyor, havlıyorlar.
Daha evel demiştik. Kimseye zararı olmadan istedikleri kadar hırlayıp havlıyabilirler.
Havlıyanlar sadece apoletli Çiko Paşalar mi? Değil değil. Sürüce!
Sağcısından solcusuna, resmisinden siviline, cahilinden mürekep yalamışına kadar hırlayan
hırlayana, havlıyan havlıyana.
Hele biri var ki, kuduz mu kuduz.
“Bu son ülkemiz, başka gidecek bir yerimiz yok” diyen göçebe muhacir bir babanın oğlu.
Köksüz ve soysuz bir göçebe olan Ertuğrul Özkök.
Kürdleri soykırımla tehdit ediyor. Ah birde şu baş belası ABD olmasa diye dert yanıyor. Daha
çok yanar. Yandığıyla kalır. Çünkü dünya eski dünya değil. Dahası biz hancı, onlar yolcu.
Oğlum Ertuğrul, sahi bundan sonra kimin ülkesine konacaksınız?
ABD bölgede kalıcı. Kürdler devletleşiyor. Büyük Kürdistan kuruluyor.
Ertuğrul ve onun gibi göçerlerin uykusuda bu nedenle kaçıyor.
Siz onun Kürdleri tehdit etmesine bakmayın. Aslında korkularını dile getiriyor.
Sovyet Blokunun çökmesiyle ABD-Türk Stratejik Đşbirliğide çöktü. Tüm diplomatik çabalara
rağmen aralarındaki çelişki giderek derinleşti. Normalleşmeside mümkün değildir. Çünkü
çıkarları çatışıyor. ABD'nin ortaya koyduğu GOP Türk milli çıkarını hedef alıyor. Sorunun
merkezinde Kürd-Kürdistan sorunu yer alıyor.
ABD'nin Irak işgaliyle ilişkileri onarılamaz hale geldi. Şu an Đran'a karşı izlediği politıkasıda
aralarındaki çelişkiyi derinleştiriyor.
Türkler, ABD ihanetine uğradığını söylüyorlar. Ama onlara güçleri yetmiyor. Hınçlarını
Kürdlerden almaya çalışıyorlar. Bunuda yüksek sesle ifade ediyorlar.
Ertuğrul Özkök denilen devşirme bunu alanen kendi köşesinde yazıp çiziyor.
Siz bunu onların korkusunada yorumluyabilirsiniz.
Hani kavga eden iki çocuktan biri karşıdakinden dayak yediğinde babamda senin babanı
döver deyip rahatlaması gibi apoletsiz Çiko Paşa Özkök'te hele ABD bir bölgede gitse
görürsünüz gününüzü deyip Kürdleri tehdit ediyor. ABD'ye veryansın ediyor. Hayalini
zorluyor. Bir an önce gitmesini istiyor. Gitmesi halinde Kürdlerin defterini düreceklerini
söylüyor.
Maya bozuk. Katliamcı ve soykırımcı. Meslekleri bu. Bunu dün yaptık, bu günde yaparız
tehditini yapıyor. Biri bunu kendilerine hatırladığında da nasırlarına basmış gibi oluyorlar.
Eğer yaptığınız iyi bir şeyse Ermeni soykırım tasarısının onaylanmasına niye karşı
çıkıyorsunuz? Bize o filmi seyretmemizi niye istiyorsunuz? Bu adamların ar damarıda
çatlamış. Utanmaz ve yüzsüzler.
Bu katiller sürüsü katliam ve soykırım yapmadan yaşamayı bilmiyorlar. Düşmansız
olmuyorlar. Olmasada arayıp buluyorlar. Gerçi aramalarınada gerek yok. Kendi değişleriyle
kendileri dışında dostu olmayan bir it sürüsü. Çevresi hepsi düşman. Rumu, Potnos'u,
Ermenisi, Suryani-Asurisi, Arap'ı, Farsı, dahası Kürd'ü düşman.
Đşin gerçeğide bu.
Türk denilen bu it sürüsü durup durupken bu kadar düşman edinmedi. Bunun sebebi var. Peki
bu it sürüsü ne ettide bu kadar düşman sahibi oldu? Bu sorunun cevabı ciltlece kitaba konu
olacak kadar fazla. Biz bunu Birkaç cümle ile izah edip geçelim.
Coğrafyamıza dışarıdan katır sırtında kılıç kalkanla geldiler. Coğrafyamızın o güzelim
halklarını kılıçtan geçirdiler. Katliam ve soykırım yaptılar. Talan, soygunculuk ve hırsızlığı
meslek edindiler. O gün bu gündür yaptıkları budur.
Bu bir kültürtür. Türk egemenlik sistemin yönetim kültürüdür.
Bunun sonucu gereği şu an Kürdistan'nın Güneyini işgal ederim diyorlar.
Ortadoğu okyanusunda istikrar ve demokrasi adası Kürdistan'nın bu bölgesinide kan ve
karmaşaya dönüştürmek istiyorlar.
Fakat önlerinde ABD gibi bir dev vardır. Onun olurunu alamıyorlar. Alamayıncada onunla
savaşı göze alamıyorlar.
Bu kez işi söz düelosuna vardırıyorlar. Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genelkurmayı, gazetecisi
tıpkı bizim elden ayaktan düşmüş köpeğimiz gibi hırlayıp duruyorlar.
Tezkere dediler, çıktı. Değişen ne olur? Hükümet bir adım askerin önüne geçti. Askerin biz
girmek istiyoruz, ama siyasi iradenin kararı yok kozu askerin elinden alındı. Artık “hukukuki”
açıdan askerin önünde bir engel kalmadı. Peki girecekler mi? Duruma bakılırsa hayır.
Peki bunca hırlamanın gereği neydi?
Şimdiden askerin bu konuda yoğun gerekçeler üretme çalışması içinde olduğu kesin. Yarın
öbür gün sayısız gerekçe sıralarlarsa kimse şaşırmasın.
Fakat ne derlerse desinler dişeri çekilmiş, kapı eşiğinde bağlanmıştır.
Hırlarlar, havlarlar, ama kimseyi ısıracak takatları kalmamıştır.
Bu paşalar naylon paşalar, korkak askerler.
Asker racununuda ayaklar altına aldılar.
Nerde Enver paşalar? Mezarlarında kemikleri sızlamış olsa gerek.
Birde utanmadan kamuoyu karşısına çıkıp gerdan kırıyorlar. Sabredin, yakında halkımızda
bizde rahatlarız diyorlar.
Doğru ya! Köpeğin eceli geldiğinde çobanın ekmeğini yer.
Çiko Paşaların eceli geldiğine göre Kürdistan'nın Güneyine girecekler.
Valla bizden söylemesi. Girmeyen namerttir.
Çıvalcı Xeyri gelmenizi dört gözle bekliyor.
20 Ekim 2007
Hava Aldırma Mevsimidir!
Hasan H. YILDIRIM
Kürdistan'ın Güneyine karşı hura savaşa diyen zevatın sesi birden bire kısıldı.
Dut yutmuş bölbüle döndüler.
Sebebi ne ola ki?
Devletin derin dehlizlerinde ne numaralar döndü, dönüyor bilmiyoruz.
Fakat bildiğimiz bir şey var.
Türklerin havası alındığı anlaşılıyor.
Kim aldi ki sormaya gerek yok.
Tabii ki, ABD Başkanı George C. Bush.
Sahi „biz almamız gerekeni aldık“ diyen Türk Başbakanı ne aldı bilen var mı?
Hava aldığı anlaşılıyor.
Sorun „terör örgütü“ne karşı operasyon muydu?
Kervan geçmez, kuş konmaz dağları bombalamak mıydı?
Bu olmadığı başta katilbaşı Büyükanıt olmak üzere devletin yetkilileri tarafından açıkladı.
Hedeflerinin Güney Kürdistan'daki Kürd kazanımları olduğu defalarca söylenildi.
Katilbaşı, "Kuzeyde oluşabilecek bağımsız bir devlet yalnız siyasi değil, güvenlik boyutuyla
da birinci derece risk oluşturur. Hem siyasi, hem askeri, hem psikolojik boyutuyla.
Dolayısıyla Türkiye'nin dikkatle bakması gereken yer Kuzey Irak'taki oluşumdur" deyip
Irak'ın üçe bölünmesinin „kabul edilemez“ diye ekliyordu.
"Irak'taki otonom Kürt yönetimine sıcak bakmıyoruz, tepelemek istiyoruz“ diyordu.
Kıbrıs Rum Yönetimi Sözcüsü Hristodulos Paşardis, „Türkiye bölgenin kontrol dışı korsanı“
diyerek yerinde bir tanımlama yapıyordu.
Mehmetcik basının apoletsiz paşaları, katilbaşına soruyordu. „Paşam operasyon ne zaman?“
O da, cevap veriyordu. ABD ziyareti sonrası.
Ziyaret üzerinde epey zaman geçti.
Fakat paşa ortalıkta yok .
Ne oldu paşa?
O kadar asker sınıra yığdın.
Bir “sınır ötesi operasyon” dalgasıdır başını alıp gitti.
Başbakan başta olmak üzere devletin tepesindekiler, bunun bedeli neyse ödenir dedi.
Devletin tepesi bu konuda hem fikirdi.
Geriye halk kalıyordu.
Onu motife etmek için dövmeye basıldı.
Bir taraftan lejyoner örgütlenme devreye sokuldu.
Diğer yanda askeriye içinde infazlar başladı.
Ismarlama “şehit cenazeleri” gelmeye başladı.
Bir bütün olarak Türk toplumun ellerine kan ve irinli bez parçaları verildi.
Ağızları salya aka aka Kürd ısırmak için sokağa düktürüldü.
Sonra ne olduysa birileri bir düdük ötürüp hepsini gerisin geriye inlerine soktu.
Bu macarada böylelikle bitti.
Peki şimdi gündeminizde ne var?
Bu aptal milleti hangi gündemle uyalıyacaksınız?
Sakın ha sakın savaşın içinde olmadığı bir gündem tespit etmeyin.
„Şehitler ölmez, vatan bölünmez“ desturundan şaşmayın.
Bu aptal milletin ezberini bozmayın.
Onların bildiği tek şey savaşcılık oynamak.
Açta kalsa, susuzda kalsa, çıplakta kalsa savaşcılık dışında onları birşey mutlu etmiyor.
Yoksa olmayan ruh haleti bozulur.
Peki bundan sonra ne olacak?
Yoğun bir propaganda ve askeri sevkiyata rağmen, Türkler Kürdistan'nın Güneyini işgal
edemezler.
Karşılaşacakları riskleri çok iyi biliyorlar.
Fakat yıllardır girdik ha gireceğiz propagandası ile ayağa kaldırdıkları toplumun korkunç
baskısı altında olduklarıda kesin.
Kürd hükümetine karşı geniş çaplı bir savaş bilinmiyen bir bahara kaldı.
Bush, Erdoğan şahsında Türklerin havasını aldı.
Sıra Türk egemenlik sisteminde.
Onlarda ayağa kaldırdığı Türk toplumun havasını alacaklar.
Bunu da ABD'nin gösterdiği alanları bombalamakla yapacaklar.
Baksanıza!
Devletin tepesindekiler, koru halinde savaş çanlarını çalmayı sürdürüyorlar.
“Bakanlar Kurulu toplantısında TSK'nın Federe Kürdistan bölgesine yapacağı ‘sınır ötesi
operasyon’a yönelik siyasi direktif için düğmeye basıldı.”
„Kış şartları ağırlaşmadan operasyon başlayacak."
„Direktifse direktif vereceğiz.“
Eh dedik.
Đradesi oolmayan „siyasi irade“ askere gir dedi.
Asker girebilir mi?
Koca bir hayır!
Peki ne yapacaklar?
Kürdistan dağlarına bomba yağdıracaklar.
Kabullenilecek bir şey mi?
Elbette hayır!
Tezkereyi Kürdistan dağlarını bombalamakla sınırlı kalmak kaydıyla destekleyen malum
Kürd çevrelerin kulağı çınlasın.
Gerçi onlardan bir ayar aşağı olanlarda var.
Bu düşük ayar seyredenlerin kim olduğunu herkes biliyor.
Ne diyorlardı bu çevre?
"Bizim önerilerimiz, devleti zayıflatmak değil güçlü kılacak önerilerdir. Ülkenin ortak değeri
olan bayrağımıza herkesin daha çok sahip çıkacağı önerilerdir. Biz ulusu parçalamayı değil,
daha güçlü demokratik bir uluslaşmayı öneriyoruz...Bu söylemlerimize rağmen bize ısrarla
'bölücü' demeye devam edenler de ya kördürler ya da kötü niyetlidir.“
Yanıldınız baylar!
Onlar, ne kördür, ne de kötü niyetlidir. Onların kumaşı öyle dokunmuş. Ne yaptıklarını çok
iyi biliyorlar.
Kör ve kötü niyetli olanlar sizlersiniz.
Kürd milletini şamar oğlanına çevirdiniz.
Bu politıkanızla Kürd milletine ihanet ettiniz.
Tarih bu günle sınırlı değil.
Bunun yarınıda var.
Hesabı kötü sorulur.
14 Kasım 2007
2007 Türkleri Đslah Etme Yılı
Hasan H. YILDIRIM
Türkler, 2007’yılında dış politıkalarını genelde Kürd-Kürdistan, özelde de Güney Kürdistan’a
yönelik olarak şimdiden şekilendürmeye başladılar bile.
Güney Kürd önderliği, Irak Araplarından ziyade başta Türkiye olmak üzere Irak’a komşu
ülkelerle mücadele edecekler.
Bu konu da korkuya mahal yok.
Kazanan biz olacağız.
21. Yüzyıllın gerileyenleri onlar, yükselenleri biziz.
Onların izlediği politıka yanlış hesap üzeri inşa edilmiş.
Kürd-Kürdistan meselesi karşısında sömürgecilerimiz ne yapmaları konusunda pusulayı
şaşırtmış.
Nereye el atıyorlarsa ellerinde kalıyor.
Attıkları her adım dönüp ayaklarına dolaşıyor.
Bunun en son örneği ne kadar Kürd düşmanı terörist grup ve şahıs varsa Đstanbul’da bir araya
getirip kendilerine bir konferans yaptırmaları oldu.
TC devleti, uzun bir çalışma sonunda Irak’taki anti-Kürd şer güçleride dahil ne kadar ırkçı ve
şiriatçı terörist grup varsa hepsini yanyana getirerek Đstanbul’da kendilerine bir konferans
yaptırdı.
Konferansın esas amacı Irak’ı kaos ortamında tutmak ve 2007’nin sonunda Kekük’ün
statükosunu belirleyecek olan referandumu ertemeye yönelikti.
Türklerin öncülüğünden gerçekleştirilen bu konferansa Kürdlerden sert tepki geldi.
Kürdlerin yanısıra Şiilerde tepkilerini dilendirdi.
Hatta Türkleri tecrit etme yoluna gittiler.
“Irak Đslam Devrimi Yüksek Konseyi” geleneksel olarak her yıl Mekke'de "Irak halkı
konferansı" düzenler.
Irak’a komşu olan ülkeleride davet eder.
Fakat bu seneki konferansa Irak’a tüm kumşu ülkeler davet edilirken Đstanbul’da yapılan
konferansa duydukları tepkiden dolayı Türkiye’den her hangi bir temsilci davet edilmedi.
Mekke'de Daru’l- Erkan sarayında düzenlenen konferansa Iraklı siyasi ve dini liderlerin
yanısıra "Kürdistan Yüksek Hac Konseyi" başkanı ile "Kürdistan Đslam Alimleri Birliği"
temsilciside katıldı.
Irak Yüksek Konseyi üyesi Seyyid Ammar el-Hekim, basına yaptığı açıklamada Irak’a komşu
olan tüm ülkelerin Mekke’de yapılan konferansa davet edildiğini söyledi.
Türkiye’nin Irak’ın içişlerine karıştığından ve Đstanbul’da yapılan konferansa ev sahipliği
yapmasından dolayı davet edilmediğini ekledi...
Ve devamla.
“Komşu ülkelerin Iraklı Kürt, Şii ve Sünni grupların arasını açmasına izin veremeyiz" dedi.
Irak Yüksek Konseyi üyesi Seyyid Ammar el-Hekim, basına yaptığı açıklamada Kerkük
statükosunu belirleyecek olan 2007’nin sonunda yapılacak referandumada açıklık getirdi.
"Irak anayasası oyuncak değildir. Kürt, Arap ve diğer gruplardan oluşan tüm Irak halkı bu
anayasayı onaylamıştır. Eğer bir bölüm yahut bir maddenin ertelenmesi yahut değiştirilmesi
gerekirse bu projenin başında Iraklılar olmalıdır. Kanaatimce Irak'taki durum anayasada
böylesi bir ertelenmeye de müsait değildir," dedi.
Böylelikle Türkiye’nin başını çektiği şer güçlerin –ki bunların içinde Beker-Hamilton
Komisyonuda var- referandum ertelensin öneri ve girişimlerinede en yüksek düzeyde cevap
verilmiş olundu.
Böylelikle Türklerin oyunu bozulmuş oldu.
Türklerin hesdabı önce Hewler, sonra Bağdat’an geri döndü.
Başlarında kabak gibi patladı.
Soğuk savaş döneminde kalma beyni sulamış ihtiyar Beker-Hamilton gibi Kürd düşmanı
sömürgecilerimizin lobicilerinin hazırladığı balon rapor’un başlarında patladığı gibi.
Başka türlü olmaz zaten.
Yanlış hesap üzeri kurulu politıkanın varacağı yer bu olur.
Đyisimi tez elden Kürd milletinden özür dilemeleri.
Bir daha terbiyesizlik yapmayacaklarına dair söz vermeleri.
Hayırlı bir komşu olmaya karar kılmaları.
Mümkün mü bu?
Çok zor.
O halde geriye bir alternatif kalıyor.
Türk’ün başına çuval geçirmeye devam etmek.
Başlarına vura vura islah etmek.
2007 yılını Türkleri islah etme yılı ilan etmek.
Haydi kolay gele.
25 Aralık 2007
Eski Tas Eski Hamam
Hasan H. YILDIRIM
Talabani, Đstanbulda, bağımsız Kürdistan şiirlerde kaldı. Đmkansızdır dedi.
Ve ekledi.
Nisan sonlarında veya Mayıs başlarında Türkiye'nin onayı ve desteği ile Hewller'de “Kürt
Konferası” olacak dedi.
Obama Türkiye'yi ziyaret etti.
Türk meclisinde yaptığı konuşmada Türkleri övdü ve onları rahatlıyan mesajlar verdi.
En önemlisi Irak birliği ortak politıkamızdır dedi.
Irak'ın siyasi ve toprak birliği garantisini Türkiye'ye verildiği, Güney Kürd önderliğide bunu
kabullendiği zaten bilinmektedir.
Kerkük sorunu çözümsüzlüğe terkedildi.
Đşgal altındaki Kürdistan toprakları sorunu unutulmaya sevkedildi.
Aslında 2003 yılında başlıyan Irak savaşı tüm bu sorunların Kürdler lehine çözmenin
koşulları vardı.
Yok olan Güney Kürd önderliğin siyasi iradesizliğiydi.
Ki o koşullar milletlerin tarihinde her zaman doğmaz.
Doğduğunda da kullanmasını bilmesen bir daha ele geçmez.
Kürdler, ayağa gelen şanslarını kendi elleriyle teptiler.
Devlet olmak istemediler. Irak Araplarına nurtopu gibi bir devlet inşa edip teslim ettiler.
Şu anda tam teşkilatlı Arap ordusunun ne zaman Kürdistan'ı tekrar işgal edecekleri korkusunu
yaşıyorlar.
Bunun sorumlusunu ABD'yi ilan etmek doğru değildir. Kuşkusuz ABD bu gelişmelerden pay
sahibidir, ama sorunların buraya gelmesinin suçlusu Güney Kürd önderliğidir.
Başta Kerkük, Musul ve işgal altındaki toprakları o günün koşullarında işgal edip Kürdistan'a
bağlamanın koşulları varken ABD istemiyor diye oturup beklemek Güney Kürd önderliğinin
afedilmez hatasıdır.
Şu an başta Kerkük olmak üzere sorunlu bölgeler sorunları BM'lere havale edilmiştir. Bunun
anlamı Kürdlerin kaybettiklerini peşinen kabullenmeleridir.
Olanı geriye sarmanın imkanı yoktur.
Süreç bitmiş değildir. Yaşanan yeni fırsatların doğuş öngünüdür.
ABD'nin Đran'a saldırısı büyük bir olasalıktır.
Bu şu demektir. Kürdistan'ın Doğusununda özgürleşmesini getirecektir. Süreçle iki Kürdistan
parçasının birliği gündeme gelecektir.
Bunlar olmıyacak bir şey değildir.
Fakat işin tuhaf tarafı Kürd siyasal önderliği bu öngörüden uzaktır.
Đzledikleri politıkalarla sömürgeci devletlerin siyasi ve toprak bütünlülüklerini
savunacaklarını taahüt etmektedirler. Talabani'nin Đstanbul'da verdiği mesajlar bu yönlüydü.
ABD rahatladı. Bu koşullarda sömürgecilerimize gün doğdu. Bozulan ABD-Türkiye ilişkileri
yeniden düzeldi. 2003 ve sonrası çuval olayı ile çatışma arefesinde iken şu an sorunları ortak
olarak çözmeye soyunan iki patner oluverdiler.
Bu kozu Türkiye'ye verende Güney Kürd önderliğidir. Güney Kürd önderliği bağımsızlıktan,
Kerkük'ü almaktan vazgeçmiş olmasalardı ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler bu kadar sıcak
gelişmezdi.
Ortadoğu'da izlenecek politıkalarda Türkiye aktif rol alamazdı. Bu rolü Kürdler kendi
elleriyle Türklere verdiler.
Kim ne derse desin Kürdistan sorunu çözülmeden Ortadoğu'da barış hayaldır. Şu an Kürd
siyasal önderliği sorunu birinci derecede uluslararasılaştıramasada bu yarın olmıyacak
anlamına gelmiyor.
Bu gün Đran sorunu birinci sırada yer alsada yarın Kürdistan sorunu kendini dayatacaktır. Bu
da Kürd siyasal önderliğin dayatacağı politıkaya bağlıdır. Fakat şu anki Kürd siyasal önderliği
bu politıkayı dayatmaktan çok uzaktır.
Oysa bunun koşulları vardır. Çünkü ABD'nin Đran'a saldırısı her an gündemdedir.
Obama'nın Başkan seçilmesiyle ABD'nin dış politıkası değişti, barış dönemi başladı denilsede
bu doğru değildir.
Sorunların dialogla ve barış ile çözülmesi yaklaşımı hayaldir.
Sovyet ve Doğu Bloku'nun dağılması ile gündeme oturan “Yeni Dünya Düzeni” teorisiyle bu
çokça seslendirilsede pek uzun sürmedi.
Sorunların çözüm dilinin dialog, uzlaşı, barış değil, silah ve savaş olduğu gerçeği kendisini
dayattı.
Bunu Bush'un kişisel kaprisleri ile izah etmenin mantığı yoktur.
Dünyadaki sorunların çözümü bu güne kadar silahla oldu ve Obama geldiği içinde bu
değişmiyecektir.
Hele dev askeri güce sahip ABD'nin savaşsız yapması eşyanın doğasına aykırıdır.
Obama'nın verdiği mesajlar, her ne kadar dialog ve barış dili gibi algılansada mesele hiçte
öyle değildir.
Neticede diğer devlet ve milletlerden istediği ve istiyeceği onların alehine ve ABD'nin lehine
çözümdür. Peki bu koşullarda hangi devlet ve millet bunu kendiliğinden kabul eder? Hiçbiri.
Đran'da bunlardan biridir.
Obama'nın Türk meclisinde, "Đran seçimini yapacak. Gelecek için nasıl bir hedef seçecek;
barışı mı silahları mı seçecek?" demesi ABD'nin Đran politıkasının değişmediğinin ifadesidir.
Obama zeytin dalı uzattı diye Đran, nükleer silaha sahip olmak için çalışmalarından
vazgeçmiyeceklerdir. Sonuç savaştır.
Obama'nın dili savaşı uzatan ve bozulan ABD imajının düzeltilmesi dilidir. Ama her
halükarda savaştan vaz geçme dili değildir.
Zaten Türkiye'ye gelmesinin nedenide süren ve başlıyacak savaşlardan Türkiye desteğini
almaya yöneliktir.
Türkiye ziyareti Başkanların birbirine ön isimleriyle hitap jestini dünya kamuoyuna iletmek
için değildi.
ABD'nin kendi çıkarına göre dizayen etmeye çalıştığı Ortadoğu'da Türkiye'ye olan
ihtiyacındandır.
Irak konusunda verdiği mesaj, Türklerin yüreğine su serpen özelikteydi. Türkiye'nin
Lozan'dan bu yana savunduğu politıkanın ifadesiydi.
Đşin tuhaf tarafı bu politıkanın Talabani tarafından Obama'dan önce Đstanbul'da dile
getirmesiydi.
Bu şu demektir. Bağımsız Kürdistan başka bir bahara kaldı demektir.
Kendimiz tarafından dile getirilmiyeni, istenmiyeni, başkaları bizim adımıza niye istemiyor
deme hakkımız yoktur.
Kürd siyasal önderliği, millet olmaktan doğan haklarımızı dile getirmekten, bunun
mücadelesini vermekten ve dayatmaktan uzaklaşıp, sömürgecilerimizin siyasi ve toprak
birliğini savunduğu müddetçe Kürd milleti lehine değişen bir şey olmıyacaktır.
08 Nisan 2008
Kürd “Seçkinleri” mi, ....?
Hasan H. YILDIRIM
Düşmanına sevdalanmak deyip geçmemek gerekir. Bu sevda, toplumun milli reflekslerini
dumura uğratan ağaçtaki kurdun rolünü oynar. Toplumu içten kemirir. Đsyan ateşini söndürür.
Vurdumduymaz, ilgiliz bir ceset haline dönüştürür. Almayı değil, dilenciliği içselleştirir.
Mücadele edilerek hakkın alındığını değil, düşmanın insifına seslenerek, dilenerek vereceğini
empoze eder. Toplumu felakete, ölüme sürükler.
Düşmanla “ortak bir yaşam” düşünen güçlerin mücadele tarihleri boyunca yaptığı budur.
Yapılanlar düşmana sonsuz yararlıklar sunarken, Kürd milletine en büyük zararı vermiştir.
Kürd milletinin onca asimilasyon, sürgün, katliam ve soykırımdan sonra kendini
yaşatabildiyse, bu günlere taşıdıysa düşmanına sevdalanmış düşkünlerin izledikleri politıkalar
değil, Kürd-Kürdistan uğrunda gözünü kırpmadan canlarını veren kahramanların
sayesindedir.
Bir milletin onurluca yaşaması, o milletin bireylerinin kendilerini feda etmeye hazır olmayı
gerektirir. Milletleri yaşatan bireylerin kendilerinin fedakarca feda etmesine bağlıdır.
Milletleri millet yapan uğrunda şehit olanların fedakarane çabalarıdır. Vatan ve milleti için
ölmeyi göze almak onurdur, namustur. Bunu göze almayan milletler köle olmaktan
kurtulamaz.
Kürd milletine silah zoruyla boyun eğdirildi, köleleştirildi, silah zoruyla bağımsızlığa
ulaşacaktır.
Kim ne derse desin, Kürd millet düşmanları silah zoruyla Kürdistan'dan sökülüp atılmadıkça
kendi rızalarıyla gitmeyeceklerdir.
Düşmana aşık olanların izlediği barış politıkası, Kürdistan'a dayatılmış statükonun kabülünü
öngörmektedir. Bu ne demektir? Kürd millet egemenliği üzerine kurulu köleliği kabullenmek
demektir. Bu düşkünlük kendini ve kendisiyle Kürd milletini düşmanın kapısında bağlamayı
politıka edinmişlerin kimliği olmuştur. Son dönemlerde Kürd “seçkinleri” olarak boy
gösterenlerin kimliği budur. Ne eksik, ne fazla.
Misak-ı milli sınırlara saygıda kusur etmeyen Kürd çevreleri, yaklaşımları ile sömürgeci
sisteme sonsuz hizmetlerde bulunuyor. Kürd milletininin isyan reflekslerini dumura uğratıyor.
Düşmanın vereceği bir sadaka beklentisine sokmuş bulunuyor. Bu konu da müthiş bir yalan
çarkı dönüyor.
Bu uğursuz çevreler, ne Türk egemenlik sistemine, ne de sisteme can ve kan veren Türk
toplumunu taniyorlar. Bu barbar sistem ve toplumdan demokrasi, insan haklarına saygı,
dahası kardeşlik ve birlikte yaşam ortamının yaratılmasını bekliyorlar. Onlar, bu pembe
hayalleri yaya dursunlar, Türk egemenlik sistemi Kürd milletini inkar ve imha etmeye devam
ediyor. Türk denilen göçebe ve muhacirler topluluğu bu politika ve icraatı desteklemek için
sistem zemininde sıra sıra dizilerek “en büyük asker bizim asker”, “ya sev, ya terket”,
“Kürdlere ölüm” naraları atarak Kürd milletine karşı linç operasyonları sürdürüyor.
Burada Kürdlerin politıkası “kardeşlik”, “barış”, mevcut statükoyu savunma, düşmanın devlet
sınırları dahil, sembollerine saygı edebiyatı yapmak olmamalıdır. Bu, Kürd milletinin milli
reflekslerini domura uğratır. Düşmanın işini kıolaylaştırır. Kürd'e kaybetirir.
Kürd milletinin hedefi bellidir. Bağımsızlık!
Şüphesi olan varsa Güney Kürdistan'daki resmi olmayan referanduma bir göz atsın. Aynı
duygu ve düşünce Kuzey'de de egemendir.
Hedefi belirlerken kitlelerin, amaç ve duygularını ve bunun ötesi ruh halini iyi tahlil etmek
gerekir. Kitlelerin eğilimi tespit ettiğimiz hedefe yönelikse sorun büyük ölçüde bitmiştir.
Gerisi kitleleri örgütlemek, buna uygun yol ve yöntemlerle hedefe kilitlenmektir.
Kürdistan halkının eğilimi açığa çıkmıştır. Halk desteğini bağımsızlıktan yana koymuştur. Bu
gelip geçici bir duygu olmaktan öte düşmanla birlikte yaşamak istemeyişin ürünüdür. Haklı
sebebleri var, sürekli ve kalıcıdır. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, buna uygun politika ve
onun gereğini yapanlar kazanır.
Kürdistan halkının eğilimi belli. Çözüm istiyor. Çözümü Türk egemenlik sistemi ile
yaşamaktan değil, ayrılmadan görüyor. Aldatıcı barıştan değil, savaşla olacağına inanıyor. Şu
an kendileriyle birlikte Kürd milletinide Türk'ün kapısına bağlamaya çalışan Kürd
“seçkinleri” sonuçta bu gerçek karşısında şoke olacaktır. Aslında bu gün de bu şoku
yaşadıkları ortadadır.
Kürd “seşkinleri”, siz bunu dinazorları olarak okuyabilirsiniz, tüm entrikalarına rağmen Kürd
milletini kandıramamaktadırlar. Onların bağımsızlık talebini yok edemiyorlar. Çünkü bu
onurlu halk kararını çoktan vermiştir. Kürdistan uğruna her şeyini vermeye hazır olduğunu
ortaya koymuştur. O, bağımsızlığı ve savaşı dayatanların yanında olmuştur. Bunu yapmakla
özgür milletler dünyasında onurlu yerini alacağına inanmaktadır.
Ama ne yazık ki, ihanete uğramıştır. Kurtarıcın denilerek sokağa salınan güç düşmanın
denetimindeki bir güçtür. Kürd milletinin bunca desteği ve fedakarlığı, silahlı kesimin
kahramanlıklarına karşın kendilerine dayatılan “düşmanını sev” politıkası ile karşı karşıya
kalmıştır.
Bunu tersine çevirecek bir güçte ortalıkta görünmemektedir. Buna rağmen Kürd milleti
sokağa dökülerek kendi kimliğini dayatıyor. Burası Kürdistandır, sömürgeciye mezar
olacaktır diye bağırıyor. Bu önemli bir olgudur.
Kitlelerin psikolojisi çok önemlidir. Devrim kitlelerin eseriyse kitlelerin sevk ve heyacanını
en doruk noktasına vardırması geleceğin teminatıdır. Zaferin vazgeçilmez ön şartıdır.
Kitlelerin şevk ve heyacanının dinmemesi için ne gerekiyorsa o yapılmalıdır. Eğer bunu
yapmaz, kitlelerin şevk ve heyacanının sönmesine yol verirseniz tasviye kaçınılmaz hale gelir.
Kürd “seçkinleri”n yaptığı tam da budur. Kürd milletinin coşku ve heyacanını söndürmek için
akla karayı seçiyorlar. Çözüm iyi niyet, tumturaklı sözlerle kitlelerin coşku ve heyacanını
söndürmek için habire düşman hakkında pembe hayaller besliyor ve bunu kitlelere
pompalıyor.
Onlara göre düşmanın anladığı dilde konuşmak terörizmdir. Kürd milletini terörize etmektir.
Sorun böyle konulduktan sonra düşmanın işitmek istediği sözler etmek artık politıka edinilir.
Hesap düşmana güven vermektir. Neyin güveniyse!!!
Sonuçta düşmanın aferini alıyorlar. “Akılı polıtıkacı” ünvanı ile taltif ediliyorlar.
Kürd “seçkinleri”nin izlediği politıkalarla düşmana sonsuz yararlıklar sağlamıştır. Fakat aynı
şeyi Kürd milleti için yaptığını söylenemez. Dahası onun için ölüm öngördüğü kesindir.
Türkiyeleşmiş veya Türkiyeleşmek isteyen bu “seşkinler” bu gerçeği görmüyor diyemeyiz.
Kürd milletini zehirliyen, hile ve yalanlarla beyinlerini esir almaya çalışan, düşmanın
güzergahında yer almış bu çevrelerin maskesini indirmek Kürd milletinin ölüm kalım
meselesidir. Bu uğursuz çevrelerin maskesini indirmek Kürd halk kitlelerinden coşku ve
heyecan yaratacak, kitlelerin bilincinde maddi bir güce dönüştürecek bir politıkanın
vazgeçilmezliği kendini dayatıyor.
Bu politıka Kürd yurtseverliğidir. Kitleleri yurtseverlik dalgası ile heyacanlandırmak ve
coşturmak politıkasını oluşturmak, bunu pratiğe aktaracak bir örgütlülük yaratmak kendini
dayatmıştır. Bunu tamamlıyan silahlı mücadelenin esas alındığı bir mücadele yürütülmesi
kaçınılmaz hale gelmiştir.
Silahlı mücadeleye yol gösterecek ideolojik zemin Kürd yurtseverliği olmalıdır. Kürd
yurtseverliğin çıkış noktası Kürdistan'nın bağımsızlığıdır. Bundan yoksun bir silahlı mücadele
halkımızın potansiyelini sadece tasviye eder. Apocu hareketin dün de, bu gün de yaptığı
budur. Burada Apocu hareketin amacı ile, amacı sadece özgür bir toprak parçası olan savaşcı
yapıyı ayırt etmek gerekiyor.
Kürd siyasal güçleri, Türk egemenlik sistemin ideolojik yaklaşımı ve yaptırımlarını son
derece tüm verileriyle açığa vurmuştur. Bu, bir olumluluktur. Fakat yeterli değildir. Sorun
bunun karşısına ne çıkarılacağıdır. Bu noktada bir kırılma yaşanmaktadır. Kürd siyasal
hareketi çok parçalıdır. Üstünde anlaştığı milli bir zemim yoktur. Çoğu çevre sömürgeci
zeminde kendini kurtarmış değildir. Sistem sahiplerinden daha fazla sisteme sahipleyicidir.
Yüzlerine taktıkları Kürd maskesi, sadece hedef şaşırtmadır. KUKM'sini geri çekmek için
sömürgeci sistem çıkarına habire ideolojik malzeme üretmekle meşkuldur. Kürd milletinin
sömürgeciye karşı duyduğu kin ve nefreti aşağı çekmek için baş vurmadığı yol ve yöntem
bırakmıyor.
Kürd siyasal hareketi, Türk egemenlik sistemin resmi ideolojik yaklaşım ve yaptırımlarına
karşı Kürd yurtseverliğini çıkarmak zorundadır. Kürd yurtseverliğini bağımsızlık
mertebesinde ele almak gerekiyor. Barbar devletin sınırları dahil, her türlü sembollerini red
etmeyi içeriyor. Onun sembollerine karşı kendi sembollerini dikmeyi öngörüyor.
Bu ne demektir? Kürd milleti barbarlarla ortak yaşamı red ediyor demektir. Bu da ancak
barbarlara karşı kin ve nefretle dolu olmayı gerektiriyor. Düşmanından neferet etmeyen,
ondan kurtulmak istemeyen, ona karşı mücadele edemez.
Burada hain ve yurtsever ayrışımı başlar. Yurtsever düşmandan nefret edendir. Ondan
kurtulmak isteyendir. Ona taş atandır. Burası Kürdistandır, size mezar olacak diye bağırandır.
Kürdistan için hiçbir fedakarlıktan kaçınmıyandır. Peki sömürgeciye taş atan çocuk ve
kadınlara “terörist” diyen Kürd “seçkinleri”ne ne denmeli?
Çocuk ve kadınlarımız sömürgeciye taş atarken Kürd “seçkinleri”, “Avrupa yolundaki
Türkiye'ye demokrasi” diye nefes tüketiyorlar. Kürd milletini esaret zinciri sınırlara, Kürd'ü
yok sayan sembollere saygılıyız diye eşik aşındırıyorlar. Burada nitel bir fark vardır.
Birincileri yurtsever, ikincileri siz isimlendirin. Burada orta bir yol yoktur.
Kürd milletinin kader çarkı lehine dönmüştür. Kürd halk kitleleri bunun bilincine varmıştır.
Varmayan Kürd siyasal çevreleridir. Onlar, kendilerini bir türlü Türk denilen barbarların
kapısında uzaklaştıramiyorlar. Kendilerini onların manyetik alanında kurtaramiyorlar. Kürd
milletinin bağmsızlığa koştuğunu göremiyorlar. Sömürgeci eşikte kendilerini daha sıkı
bağlamanın siyasetini güdüyorlar. O baş belası eşikte ne umuyorlarsa akıl erdirmek akıl karı
değil demek kendimize haksızlık olur. Bunlar tanıdık kişiler.
Bu malum çevreler, halkın sessine kulak asmiyorlar. Onların duyduğu coşku ve heyecanı
duymuyorlar. Kürdistan sorununun barışcıl yöntemlerle çözüleceğini habire pompaliyorlar.
Değişimden, demokrasiden, Avrupa yolunda oluştan dem vuruyorlar. Fakat hitap ettiklerinin
sağır olduğunu görmek istemiyorlar. Bu gün seslerini işitecekleri pembe hayalleri bol bol
hayal ediyorlar.
Şu bilinmelidir ki, karşımızdaki düşman hiçbir zaman Kürd milletinin sessini işitmek
istemiyecektir. Bu anlaşılmıştır.
Peki geriye ne kalır? Önümüze tek bir yol konulmuştur. Kürd milletinin bağımsızlığı,
özgürlüğü ve bekası için savaşmak. Bunun dışında hiçbir yol bırakılmamıştır. Kürd milleti
savaşı reddedemez. Çünkü o, savası kapısı önünde bulmuştur. Bundan kaçsada kaçamaz. Bu
nedenle vaoluşunu sürdürmenin, kendini geleceğe taşımanın, bağımsızlığa ulaşmanın yolu
budur.
11 Haziran 2008
Soruna Sağduyulu Bakmak
Hasan H. YILDIRIM
“Bağımsızlık, demokrasi, özgürlük”, “devrim, savaş, özgür bir karış toprak”, “şehit, gazi”, vs.
diye sokağa salındılar.
“Parlemento, Botan-Bahdinan Hükümeti”, “Ulusal Kongre” diye sürdürdüler.
4000 yerleşim biriyi haritadan silindi, 4 milyon insan yurtlarından sürüldü. 50 bin insan
öldürüldü, bir o kadarı sakat kaldı, milyonlarca insan işkencelerde geçti, zindan yattı. Binlerce
insan kendileri tarafından kendi deyimleriyle “bın kevır” edildi. Yüzbini bulan köykorucusu,
onbinin üzerinde ittirafcı ordusu oluştu.
Derken çıktığı Ankara'ya dönüş yaptı.
Ben şaka yaptım deyip işin içinde çıktı.
Bu şakayı bana yaptıranın devlet olduğunu söylemeyide unutmadı.
Devlete hizmete hazırım deyip kolları sıvadı.
Peki tüm bunlar, Öcalan'ın korkaklığıyla izah edilebilinir mi?
El insaf!
Kimi kişi ve çevreler, 1999 sonrası açık deniliyor.
Peki öncesi karanlık mıki?
Onca gelişmeyi nasıl değerlendirmek gerekir? Öcalan'nın başından beri TC devletinin adamı
olduğunu söylemeyi kolaycılık olarak değerlendirenler, bunca gelişmeyi “Öcalan korkaktır”
deyip içinde çıkabilirler mi? Aslında kolaycılığın daniskası bu değil midir?
Çoğu insan dün silahın çıkardığı sesten dolayı TC devletinin ortaya saldığı Öcalan'ı savunup
destekledi.
Kimilerinin ne yapıyorsunuz sorusuna, peki ne yapalım, bağımsızlık diyorlar, düşmana karşı
savaşıyorlar, gerilla, tv, günlük gazete, meclis, hükümet, kongre, kitleler vs. argümanları sayıp
döktüler.
Bu gün de aynı film bir kez daha gösterimde.
Gewer'de kitleler sokağa dökülmüş. Milli kimliklerini boynuna takmış, düşmana meydan
okumuş. Sen beni inkar edemesin. Ben Kürd'üm. Ana dilim Kürdçe ile eğitim yapmak
istiyorum demiş. Buna saygı duyulur. O kitlenin eli öpülür. Karşı çıkılan bu değildir ki.
Karşı çıkılan o kitlenin kim tarafından oraya niçin götürüldüğü, amaçlarının ne olduğu ve
sonuçta kime hizmet edeceğidir.
Şu biliniyor.
Çıktığı Ankara'ya geri dönüşünden bu güne kabullendirmeye çalıştığı; yüzüne “barış” cilası
çektiği, “Anadilde eğitim”i kendine kılıf yaptığı, “Anayasal vatandaşlık”ta karar kıldığıdır.
“Köykorucusundan daha fazla koruyuculaşacakları”na evrildikleridir.
Yeni dönemin onlara yüklediği görev budur.
Bu bağlamda ister korkak deyin, ister Ergenekon yapılanmasına bağlayın, ama bu unsur
dünden bu güne yaptıklarıyle Kürd milli potansiyelini tasviye etme aracı olmuştur.
Doğrudur, Gewer'de sokağa dökülenler, KUKM potansiyelidir. Buna şüphe edilemez. Fakat
bu potansiyele komanda eden güç onu tasviye etmekle görevli. Kavranılması gereken budur.
O potansiyeli onların elinde çekip kurtaracak Kürdistan'i bir güçte sahada olmadığına göre
tehlike büyüktür. Bu nedenle Serhad'ın kaygılarını sağduyu ile bakmak lazım.
13 Haziran 2008
Abant Toplantı Sonucu: Kürdlerin Tutuklanmasının Devamına
Hasan H. YILDIRIM
Bolu Abant Palace Otel'de iki gün süren toplantı bitti. Sonuç bildirgesi yayınlandı. Dağ, yine
fare doğurdu. Alevere, dalevere Kürd memed'e nöbet yazdırıldı.
Bildiriye serpiştirilen yuvarlak cümleleri bir yana bırakırsam;
''Barışı ve geleceği hedefleyen çözüm arayışımız yüzyıllardır ortaya konan bütünlük içinde
birlikte yaşama iradesinden güç almaktadır'' cümlesinde ifadesini bulmaktadır.
Bu “bütünlük içinde birlikte yaşama” ıvır zıvırı yabancım değildir.
Türk egemenlik sistemin;
“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”nün iz düşümüdür.
Bunun bir başka anlatımı Kürd milletinin tutuklanmasının devamına; ama yöre insanı
dedikleri Kürdlerin tokatlanmamasına karar vermişlerdir.
Eksik olmasınlar, aç-ekmek vermeyide kararlaştırmışlar.
“Kürtlerin yoğun oldukları doğu ve güneydoğu bölgelerimizde ekonomik kalkınma.”
Haa bir de şeref ve haysiyet bahşediyorlar.
Şerefi olmayanların şeref dağıtığı görülmemiştir, ama bunlar hatlerini bilmeyen aydın
bozuntuları olduklarından utanmazdırlar.
Yani anlyacağınız sayın seyirciler, şarkta yeni bir durum değişikliği yoktur.
Toplumun “en ileri” kesimleri böyle düşünürse, kimsenin korkmasına gerek kalmamıştır.
Devleti alileri rahatlatılmıştır.
Katılımcıların tek tek niyetini sorguluyacak halim yok. Ama bu bildirgeye imza koymuşlar,
Türk ise beyaz adam, Kürd ise sömürge insanı kişiliklerdir.
Kürd milletinin avukatı değilim. Onun adına kimsenin karar verme hak ve yetkisi yok. Kendi
kaderi üstünde kararını kendisi verir. Bu da demokratik bir oartamda önünü konulacak
referandum sandığıyla olur.
Bir Kürd olarak bildirgeye itiraz etme hakkım vardır.
“Bütünlük içinde birlikte yaşama”yı reddediyorum.
Ben ülkemi istiyorum.
Ben devletimi istiyorum.
Bunun için mücadele ettim.
Bedelinide ağır ödedim.
Karşılığınıda almak için elimden geleni yapmaya çalışıyorum.
Bunu tersine çevirerek; “yüzyıllardır ortaya konan bütünlük içinde birlikte yaşama iradesi”
olarak bana yuturulmaya çalışanları dost değil, düşman bilirim.
Çünkü; “yüzyıllardır ortaya konan bütünlük içinde birlikte yaşama iradesi” dedikleri Kürd
milletinin rızası ve onayı olmamıştır.
Türk egemenlik sistemim sopa zoruyla inkar ve imha yoluyla sürüp gelmiştir.
Bunu teryüz edlip, sanki Kürd milletinin buna rızası varmış gibi kakalamaya çalışılmasında
iyi niyet aramıyorum. Arayan Kürd'üde kınıyorum.
Şunu da müsadenizle eklemek istiyorum.
Adı geçen toplantı da cesaretli bir seste vardı. Onu da taktir ediyorum.
Gazeteci yazar Cengiz Çandar; “Kürt sorunun en önemli tanımı, bir devlet sorunu olmasıdır.
Kürtler’in devleti yok. 19’uncu yüzyıldan itibaren milliyetçiliğin tarih kulvarına girdiği
dönemi yaşıyoruz. Ama Kürtler’in yok. Bu bölgenin otokton halkı olan Kürtler’in yok.
Kürtler bir devlete kavuşamadığı sürece Ortadoğu’da sorun bitmez. Ya da Kürtler, bölgedeki
devletlerden birinde, “Bizim devlete ihtiyacımız yok. Biz burada kendimizi ifade ediyoruz”
diyebilmeliler.”
Bir Kürd olarak bu seslerin çoğalmasını istiyorum.
Birbirimizden kurtulmanın yolu burdan geçer.
Bunun başka lamı cımı yoktur.
7 Temmuz 2008
Mal Buzuksa Mal Sahibi e Yapsın!
Hasan H. YILDIRIM
Nazım Alpman, “Devletimiz biraz kirlidir!” demiş.
Biz de acaba dedik.
Valla bize kalırsa, devletiniz az-boz değil tepeden tırnağa kadar kirli.
Aslında devletinizin mayası bozuk. Maya bozuk olunca, kurulan sistem de tabii olarak bozuk
olur.
Nasıl olmasın.
Hani bu devleti kırk yıl yönetmiş biri vardı.
Başbakanlık, Cumhurbaşkanlığı eden biriydi.
Ftör şapkası vardı.
Bizim damdaki loğ'a benzerdi.
Đsmi Süleyman, soyismi Demireldi.
Asker düdüğü çaldığı zaman hanımıyla birlikte ayakabıcısını ve Elezığlı fos bıyıklıyıda
yanında gittiğe yere taşırdı.
Đşte o adam; “Bu devleti Balkanlar'dan gelenler kurdu,” dedi.
Dediğinin üzerinde onlarca yıl geçti.
Hiç kimse bunu tekzip etmedi.
Nazım Alpman ve onun gibileri, bunun üzerinde hiç düşündüler mi acaba?
Bu nasıl olur diye.
Niye bu coğrafyanın insanlarına kırım mı girmişti ki, Balkanlardakiler gelip devlet
kuruyorlar?
Ama gelip kuruyorlar.
Kimdi bunlar?
Aşireti, soyu-sopu belli olmayan Balkan göçmen ve muhacirleriydi.
Bir de Sebataycılardı.
Eh durum, bu olunca kurdukları sistem, coğrafyamızda yaşayan faklı kimliklere sahip
insanlarla doku uyuşmazlığı yaşadı.
Yerlilerine çalınan Balkan mayası bozuk bir sisteme yol açtı.
Sistem tutmadı, çeteleşti.
At-eşek işi nur topu elde kalan katır cinsi gibi veletler ortaya çıktı.
Meretler, mırık mı mırık.
Her önüne geleni ya tekmelediler, ya da ısırdılar.
Mal bozuksa, mal sahibi ne yapsın misali bu günlere gelindi.
Şimdi aklı selim düşünme zamanıdır.
Bu sistem islah olur mu?
Ben olmaz derim.
Đyisimi evli evine, köylü köyüne.
Bu, mümkün mü?
Niye olmasın derim.
Bu biraz da Kürdlerin başarısına ve izleyeceği politıkaya bağlıdır.
Bu çete sistemi ayakta tutan korku direği Kürdlerdir. Bu direk çekip aldığında sistemin
çökeceğinden eminim.
Đşte o zaman Türkiye dedikleri suni ülke Yugoslavyalaşır, Iraklaşır.
Kürdistan'ın güzel çocuklarının şimdiden kollarını sıvamasını öneririm.
Tez elden bu coğrafyada yaşayan halkların etnik haritasının ortaya çıkarılması ve her etnik
gruba göre bir politıkanın belirlenmesini şart görüyorum.
Đşe yarar mı? Yarar derim.
Gerçi Hek bu konu da ikna değil, ama daha derinlikli düşünmesini öneririm.
Benim gördüğüm geleceği onun da, dahası Kürdistan'ın tüm güzel çocuklarının göreceğinden
eminim.
Benden söylemesi.
9 Temmuz 2008
Kontra Örgütler Aydınlanıyor
Hasan H. YILDIRIM
Ergenekon soruşturması kapsamında yürütülen operasyon nihayetinde savcının hazırladığı bir
iddianame ile belli bir aşamaya geldi.
Tamamını görmüş değilim. Ama basına yansıdığı kadarıyla ortaya çıkan belge ve bilgilere
bakıldığında bir çok karanlık odağın gün yüzüne çıkacağıdır.
Anlaşılan Ergenekon tarafından kurulan, desteklenen, palazlandırılan kimi solcu, Kürtçü ve
şeriatçı örgütlerin açığa kavuşacağıdır.
Bu günkü gazetelerin manşetine çıkarılan;
“Cezaevlerindeki durumu protesto etmek için ölüm orucuna yatan avukat Behiç Aşçı, ölüm
orucunu Veli Küçük'ün isteği doğrultusunda yaptı” iddiasının DHKP-C denilen solcu örgütün
Ergenekon tarafından yönlendirildiğinin resmidir.
Hatırlansın!
Ölüm Orucu eylemi, 20 Ekim 2000`de tarihinde DHKP-C adlı örgütün lideri Dursun
Karataş'ın emri ile Türkiye'nin çeşitli cezaevlerinde bulunan tutuklular tarafından başlatıldı.
Eylemin amacı halk çocuklarını katletmeyi amaçlıyordu. Ki bu halk çocukları ya Aleviydi, ya
da Kürd'ü.
Eylem üç yıl sürdü. 107 insan hayıtını kaybetti. 500`e yakın insan da sakat kaldı.
Eylemin amacı şu gülünç gerekçeye dayandırılmıştı;
“F Tipi cezaevlerinin açılmamasını, Terörle Mücadele Yasası ve 3'lü Protokol'ün
kaldırılmasını...”
Kuşkusuz bunlar masum taleplerdi.
Fakat ölüm orucu eylemi, bu talepleri aşan bir amaç yüklüydü. Sözkonusu talepler sadece
kamuoyunun gözünü boyamaya yönelik bir kılıftı.
Esas amaç halkın devrimci çocuklarının fiziki olarak yok edilmesiydi.
Dünyanın neresinde görülmüş böylesi talepler uğruna ölüm oruçlarına yattıldığı, 107 insanın
ölümüne, 500 insandan fazlasının sakat bırakıldığını. Ama burası Türkiye!
Sağ ile solun, resmi ve sivil kurumların birbirine girdiği, sınırların ortadan kaldırıldığı, kimin
elinin kimin cebinde olduğunun bilinmediği, ama bilinenin hepsinin üzerinde Ergenekon
denilen TC devletinin çekirdek kadronun bulunduğudur.
Đsmi ister sağ, ister sol olsun kimi karanlık örgütlerin emir komutasının Ergenekon denilen
örgüte bağlı olduğu en aşağı bu gün ortaya çıkmıştır.
Bu gerçeği dün de, görenler vardı. Bunu yazdılarda. Yazanlardan biriside bendim.
“Hainlik Türk Egemenlik Sisteminde Bir Kurumdur” yazı serisi Newroz Com arşivinde
bulunmaktadır. DHKP-C denilen Ergenekon'nun tetikçileri hakkında geniş bilgiler
içermektedir. Đlgisi olanlar bakabilir.
Ama o zaman pek ciddiye alınmadı. Çoğu çevre tarafından Komplo teorilerine yorumlandı.
Buna yorumlayanlar kendilerini çok akıllı sandı.
Şimdi ortaya çıkan bunca bilgi ve belgeden sonra yüzlerini görmek isterdim. Pancar gibi
kızardıklarından eminim.
Bunu namuslular, dahası daha hala ar perdesi yırtılmamışlar için söylüyorum.
Fakat bir de ar perdesi yırtılanlar var. Onların yüzüne tükürsen yağmur yağdığına
yorumlarluyorlar.
Allah aşkına şu DHKP-C denilen örgütün başta lideri Dursun Karataş ve üst düzey
yöneticileri nasıl cezaevinde kaçtılar?
Daha sonra örgüte yönelik yapılan operasyonlar sonucu yüzlerce devrimcinin kaldıkları hücre
evlerin adresini kim verdi?
Bana göre verenin Ergenekon üyesi Dursun Karataş'tan başkası değildi.
Tıpkı Ergenekon üyesi Apdullah Öcalan gibi telsiz frekanslarıyla TC ordusuna Gerilla
gruplarının adresini verdiği gibi.
Hiç acele etmenize gerek yoktur.
Her şey çorap söküğü gibi açığa çıkacaktır.
Hani derler ya;
“Đki kişinin bildiği bir şey sır değildir.”
Oysa yaşanan şu kısa tarihsel kesitte halkımıza dayatılan kirli savaşta oynanan oyunun yazanı,
aktör ve figüranları bir değil, iki değil, üç değil, binlercedir.
Bu nedenle biraz sabır.
Her şey gün yüzüne çıkacaktır.
Fakat ne acıdır ki, halkımızın verdiği ağır bedel birilerinin yanlarına kar kalacaktır.
Acı olan budur.
Fakat iyi bir gelimelerde oluyor.
Kimi kontra örgütler aydınlanıyor.
PKK ve DHKP-C denilen kontra tetikçi örgütler açığa çıktı.
Sıradakiler...
15 Temmuz 2008
Kara Kutular Konuşmalı!
Hasan H. YILDIRIM
“Pandora kutusu açıldı.“
Kıral çıplak!
MĐT alanı.
Ergenekon üyesi.
Türk egemenlik sistemin tarihinin yetiştirdiği en büyük ihanetçi.
Kürd millet kökünü kazımayla memur kılınan bir Kürdkıran.
Arkadaş katili ve ırz düşmanı.
Pis bir iftiracı ve ispiyoncu.
Biz buna yıllar önce söyledik. Gören körleri ikna edemedik. Biz iddialarımızda diretince
sözde aydınlarımız kontra bozuntusunu savunmayı kendini vazife kıldı. Olsun dedik. Tarih
yaşanan an değildir ve iddialarımızı sürdürdük.
Tarih bizi haklı kıldı. Fakat bu bizi mutlu kılmıyor. Keşke haklı kılmasaydık da, yanılan biz
olsaydık. Kürd milletinin başına bunca bela gelmeseydi.
Đddia ettiklerimiz bizim üretiklerimiz değildi, aslında kontra bozuntusu ve efendilerinin
söylediklerinin tekrarıydı. Ne eksik ve fazlaydı.
Bizim yaptığımız olup-biteni doğru okumak ve tanımlamatı. Yaptığımız sadece buydu. Ama
gelgör ki, onca verilere rağmen çok “bilimsel” takılan aklıevellerimiz işi boğuntuya verdiler.
“Koplo teorileri”ne yordular. Aslında en başta Kürd milleti ve kendilerinin nasıl bir komplo
ile karşı karşıya olduklarını göremiyecek kadar gören körleri oynadılar.
Biz, bu zatın Türk egemenlik sistemin yetiştirdiği, Kürd millet kökünü kazımakla memur
kılınan bir ihanetçi olduğunu söylediğimizde bu sözde aydınlarımız korku içinde etrafına
bakınarak “tövbe tövbe” deyip günah çıkarırlardı.
Yaptıklarıyla bilerek veya bilmiyerek ihanete koltuk deyneği olurlardı.
Üstüne üslük bu yaptıklaıyla durmayıp ihaneti deşifre edenlere akıl verirlerdi.
Aslında bu, bir yerde vicdan rahatlama seansları oluyordu.
Kendileride rahat değildi. Ama gözlerimizin içine bakıp onları doğrulamamız isteniliyordu.
Đkna olmadıkları halde onları onaylamakla rahatlıyacakları sancısını yaşıyorlardı.
Fakat beklediklerini bizden görmüyorlardı. Görmeyincede bize karşı gizli veya açık bir
düşmanlık besliyorlardı. Bunun gerekçelerinide bulmuşlardı. “Komplo teorileri üreten
doğmatikler”dik ya(!)
Eyvah!!!?
Peki ne oldu?
Đnsan ve tabiatıyla harap olmuş bir Kürdistan'dan başka geriye ne kaldı.
Öcalan'nın Ergenekon üyeliği ispatlandı.
Bu günden sonra ispatlansa ne olur, olmasa ne olur.
Yaşananları tersine çevirebilir miyiz?
Tarihi geriye sarabilir miyiz?
Yapamıyacağımıza göre olan Kürd milletine oldu.
Kendisine ağır bir bedel ödetildi.
Peki bundan Öcalan destekleyicilerin hiç mi suçu yok?
Var!
Bunun muhasebesi yapılmalı.
Önce kimin bu Kürdkıran operasyonunda neyi bildiği açığa çıkmalı. Bu nedenle yıllardır
“kara kutular” konuşmalı” denildi.
Evet karakutular konuşmalı!
Başkaları onları deşifre etmeden kendileri konuşmalı. Varsa bir suçları bunu Kürd milletinin
adeletine havale etmeli.
Kürdkıran tarihini “bizim tarihimiz” diyenler, dost sohbetlerinde şu veya bu kurumun
başındaydım deyip kendine paye biçenler, masum değildir.
Kürd milletine karşı verilen kirli savaşın bilerek veya bilmiyerek birer dişlileri oldular.
Bu güne kadar yaptıkları kendilerine paye biçmek oldu. Bu ezber bozulmalı.
Bu nedenle kara kutular konuşmalı.
Kürd kıran operasyonun tüm puzluları yerli yerine yerleştirilmesi ve PKK hareketinin
Kürdkıran resminin net olarak ortaya çııması için konuşulmalı.
Daha fazla Kürd kanı dökülmeden bu, bu gün yapılmalı.
Kürd milletinin beklentisi budur.
26 Temmuz 2008
Kürdler iye Devletleşemiyor?
Hasan H. YILDIRIM
Kürdistan Forum'da pozitif ve negatif bir çok yazı asılıyor. Aslında sorunumuza yaklaşımın
iki boyutu.
Fakat bizler bir türlü sorunun ana halkasını yakalıyamıyoruz. Onu gözden kaçırıyoruz.
Sorunun aktörleri iki cephe de toplanıyor.
Bir taraf Kürd milleti devletleşmeden Kürdistan sorunu çözülemez diyor.
Diğer taraf; Kürdlerin devletleşmesi imkansız ve gereksiz diyor.
Bu paradoks ta, kimin nerde durduğu da, kendini ele veriyor.
Geçenlerde Kürdistan Forum'da bir yazı asıldı. Yazıyı asan çokça mürekep yalamış biriydi.
Siz onun buraya durduk yerde dalmasına “özel görev” gereği sayın.
Đmralı menşeyiliydi. Türk egemenlik sistemin koruyucu meleği gibiydi. Belkisi belki de,
fazladır. En iyisi öyledir diyelim.
Böyleleri piyasa da, çok.
Sistemin tosuncukları olurlar.
“Ulus devletler büyük bir yok oluşa gidiyorlar” deyip mavra okurlar.
Ama devletleşmemiş milletler kendilerini ezene karşı kıran kırana bir savaş verdiklerini
görmemezlikten gelirler.
Basklılar, Đrlandalılar, Belüceliler, Srilankalar, Kosovalılar, Çeçenler, Osetler ve de devlet
olmamışların içinde en büyük nufusa sahip Kürdler silah elde egemenlerine karşı savaşıyorlar.
Gücü yeten tek taraflı da olsa, bağımsızlığını ilan ediyor.
Diğerleri güç topluyor, fırsat kolluyor.
Ama tüm bunlara karşın birileri; “Ulusal devlet kurma dönemi kapanmıştır” çığırtkanlığını
ayuka çıkarıyor.
Sahi ulusal devlet kurma dönemi bitmiş midir?
Bitmişse, bunca silahlı mücadele niye?
Bu milletlerin kafasında zoru mu var?
Yoksa kana mı susamışlar? Dahası mazoşistler mi?
Hiç birisi de, değil.
Olan ezilen milletlerin her milletin hakkı olanı kendileri için de, hak olduğunu ve bunu
kullanmak istedikleri için.
Milli kimliklerine kavuşmak için. Sembolleri doya doya kullanmak için. Duyuma ulaşmak
için.
Kendi pazarlarına, zenginliklerine sahip çıkmak için.
Kültürlerini geliştirmek için. Vs...
Bunlar az şey midir?
Değil!
Kimileri bunu görmemezlikten geliyor.
Hele bunlar, ezeli Kürd düşmanları ise, Kürdleri kandırmak için baş vurmadıkları yol ve
yöntem bırakmazlar.
Devletin baskıcılığından dem vururlar.
Çok özgürlükçü takılırlar.
Bu mavraları Kürdlere kakalamaya çalışırlar.
Kürdlerin milli devlet kurmadan uzak durmalarını öğütlerler.
Kürd devleti kurulursa, iktidara gelenler, iktidarın nimetlerinden yaralarlanacak, halka baskı
yapıp sömüreceklermiş(!)
Eski iktidar sahiplerini aratacaklarmış(!)
Đyisi mi buna ne gerek var der ders vermeye çalışırlar.
Alıcısı olur mu?
Olur!
Kendini Türk egemenlik sistemin kapısına bağlamak isteyen zibil gibi Kürd bulunur.
Kim bunlar?
Türk üniter devleti başta olmak üzere savaş sendromuna yakalanmış, savaş delisi Türk
toplumu ile ortak yaşam kurma hayalini Kürdlere empoze eden sayısız Kürd siyasal çevresi,
ne gün'e durur.
Çoğu Kürd siyasal çevresi, düşman kapısında kendini kelepçeleyip, tokalatmaya çalışa
dursun, Amerikalı Prof. D`Amato; “Bağımsız Kurdistan için Şartlar olgunlaşmıştır,” diyor.
Herkes Goran Koçgiri arkadaşımızın çevirdiği makaleyi okusun. Okuduktan sonra
bizimkilerin dedikleriyle karşılaştırsın.
Kendi kendilerine bir soru sorsun.
Đyisi mi ben sorayım.
Đnsan topluluklarını saymıyorum.
Uçan, yürüyen ve sürünen tüm hayvanlar alemi devletleşti.
Peki Kürdler, bu güne kadar niye devletleşemedi?
12 Ağustos 2008
Adem'in Günahını Torunları mı Çekiyor?
Hasan H. YILDIRIM
Birilerinin bir zamanlar “Kürt ulusal önderi”, şimdi “Kürt halk önderi” dedikleri kontra
bozuntusu Öcalan, yine konuştu.
Konuşması aslında iyi.
Gerçi sarı Hoca az konuşsa daha iyi demiş, ama ben o kanı da değilim.
Konuşsun konuşsun.
O, konuştukça rehin alınmış beyinler imana gelir de, gerçeği belki görebilirler.
Olur mu, olmaz mı işte o belli değil.
Çünkü bu, kişinin kendisiyle yüzleşmesi anlamına gelir.
Her babayiğidin midesinin kaldıracağı bir durum değildir.
Adamın iğdiş etmediği bir Kürd değer yargısı kalmadı.
Birileri, yalakalıkta prim alma karşılığı denilenlere “anlam” yükleyip, “bir bildiği var” deyip
olumladı.
Bunulada yetinilmedi.
Kürdkıranbaşı için “kelesini sırça köşke atarsa yıkılır” diyebilecek kadar yalakalaştılar.
Birileride bunları olumladı.
Bu, bir manzara!
Manzara bir zincirin halkaları gibi arka arkaya dizilip uzuyor.
Çok yüzlü.
Bir yüzünde bunlar var.
Bir başka yüzünde suskunluk var.
Đşitmez, görmez ve konuşmaz.
Devekuşu misali.
Ama ve lakin burnunda kıl aldırtmazlar.
Zamanın berhinde Kürd fidanları “bınkevır” edilirken, bunlar koltuklara tayinle otururlardı.
“Bıjı bıjı bıjı” deyip boğaz patlatırlardı.
Kürd yurtseverlerine tehdit savurmaktanda geri durmazlardı.
“Serok” dedikleri bu gün “kendi içimizde 35 bin Kürt öldürdük” diyor.
Sahi sayı saymasını biliyor muyuz?
35 bin insan.
35 bin cıvan.
Kürd millet geleceği gencecik çocuklar.
Bunlar MĐT miydi?
Karşı-devrimci miydi?
Hırsız, yankesici, ırz düşmanı mıydı?
Sahi bu Kürd cıvanların suçu neydi?
Kürd millet kökü kazınırken bilmen kimin “ihaneti”ne hükmeden bu günün suskunların dili
mi tutuldu?
Belkide boşalacak bir koltuk beklentisindeler.
Kim bilir!
O, “kuvayi millici”, bunlar; “uniter devletin sınırlarına saygılıyız”cı.
Durumu ahval bu olunca tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş oluyor.
Bizim gibi sürüden ayrılanlarda ne söylerse söylesin bu hengamede sessi bir yere
ulaşmıyacağı biliniyorken.
Kürd milletinin daha çok çekeceğin var.
Vay benim mazlum milletim.
Sahi ne günah işledindi de, bu kadar ihanetlere uğradın?
Sakın Adem'in suyundan gelmenden olmasın?
2 Eylül 2008
DDKD/KĐP'in Samimi Dürüst Emekçilerine Çağrımdır!
Hasan H. YILDIRIM
Sayın Sait Aydoğmuş'un ibret dolu yazısını okudum.
Kendisine yönelik komployu kınıyor, tüm desteğimi sunuyorum.
Anlaşıldığı kadarıyla huylular huylarından vazgeçmiyorlar.
Eski mafyavari kirli pratik sahipleri yine iş başı yapmışlardır.
Düşmana tek bir fiste vurmayan bu kirli pratik sahipleri, dün sayısız yurtsever Kürd insanının
kanını döktükleri gibi, bu günde aynı mesleklerini icra etmekle meşkuldurlar.
Daha önce katletikleri Mehmet Oruç, Mehmet Açıkgöz, Recep Paçacı, Mahsun Aslan, Şerif
Kurt sadece birer örnektirler.
Bu güzel insanların kanını dökmekle tatmin olmamış olacaklar ki, yeni cinayetler
peşindedirler.
Bunu önlemenin yolu onların Kürdkıran pratiklerinin açığa vurulmasıdır.
Sait Aydoğmuş, siyasi ahlakı gereği kalemine oto sansür uygulamıştır.
Derim ki, bu işin oto sansörle engeleneceği yok.
Ancak bu Kürdkıranların kirli pratiği teşhir edilerek yeni provakasyonlar, saldırılar ve
cinayetler önlenebilir.
Bu nedenle Sait daha çok konuşmalıdır.
Söylediklerinde fazlalık yok, eksikler çoktur.
Aslında söyleyeceği daha fazla çok şeyi vardır.
Sait Aydoğmuş'a çağrım madem başlamışken yaşanan o süreci tüm boyutları ile izah
etmesidir.
Kürdkıran kirli pratik kimsenin yanına kalmamalıdır.
Ömer Çetin ve 'efe'si Zeruk Vakıfahmetoğlu'nun mafyavari sergiledikleri kirli pratik
sorgulanmalıdır.
Diğer Kürdistan'lı yurtsever hareketlere ve özeliklede KAWA Hareketine karşı
provakasyonları, saldırı ve işledikleri cinayetleri açıklamalıdır.
Devlete tek bir silah sıkmayan Ömer Çetin-Zeruk Vakıfahmetoğlu çetesi, sayısız KAWA
insanının kanını dökmüşlerdir.
Bunlar bilinmiyenler değildir.
Dahası bu gün Çetin ailesi jitemleşmiştir.
Ömer Çetin'in Lokman ve Esat adlı kardeşleri, 'YEŞĐL' olarak nam salan Mahmut Yıldım'ın
tetikçileri oldukları tüm kamuoyu tarafından bilinmektedir.
Yakın tarihimizin sorgulanması ve karanlıkta kalmış olayların gün ışığına çıkarılması
yurtsever olmanın olmasa olmazları arasındadır. Fakat bu konu da çok sıkıntı çekiliyor.
Gelişmelerin senaristleri, icraatcıları, tanık ve mağdurları bir çok sebebten dolayı susmayı
tercih ediyorlar.
Mesele bu olunca bir çok konu karanlıkta kalmaya devam ediyor.
Şunu bilmek gerekiyor. Gelişmelere yön verenler, aktör ve figüranların susmayı, dahası
olayları tersyüz edeceği açıktır. Gerçeklerin açıklanmasını onlardan beklemek safdiliktir.
Fakat bazen onlarıda aşan gelişmeler oluyor. Đstemeselerde çoğu karanlık olay su yüzüne
çıkıyor.
Örneğimiz de Çetin ailesinin konumu biraz da budur. Onlar bir çok karanlık olayın sorumlusu
olmasına rağmen bu güne kadar susmayı tercih etmişlerdir. Kuşkusuz bu sebebsiz değildir.
Suçlular sessizliği tercih ederler.
Ömer Çetin'in çocuğu olduğu Çetin ailesi feodal sömürücü, baskıcı, katil bir ailedir. Suçları
sabittir.
Hele kardeşlerinin kimliği hiçte temiz değildir. Kuşkusuz insanlar, baba, anne ve kardeşlerini
seçme gücüne sahip değildirler. Bu nedenle Ömer Çetin'i ailesinin işlediği suçlardan dolayı
suçlamak ve töhmet altında tutmak ahlaki değildir. Fakat Ömer Çetin'inde hiç te, masum
olmadığı ortadadır.
Onca suç işlemekle suçlanan bir Ömer Çetin'in kardeşlerinin işlediği suçlardan habersiz
olmadığınında ip uclarını vermeye yeterlidir.
Değilse, Ömer Çetin'in niye konuşmadığı sorulmalıdır.
Đddia ediyorum.
O, bir katildir.
Kendi canını kurtarmak için yoldaş dediği Hasan Yıkmış(Birüsk)'ün öldürülmesine yol
verendir.
Daha önce Sait Kızıltoprak(Şıvan) ile birlikte Ömer Çetin tutukluyken araya girenler
tarafından serbest bırakılıp, onun yerine Birüsk'ün tutuklanılması ve kurşuna dizilmesi
korkunç bir insanlık suçundan öte, iğrençliktir. Bu iğrençliği kabullenen birinin insanlığından
şüphe etmemek onun düştüğü konumu görmemezlikten gelmek, bundan daha ötesi onun
sekterliği altında yurtseverlik taslamak nasıl bir duygu diye sormak gerekir. Ömer Çetin
hayranlarının cevaplaması gereken masum bir soru.
Bu iğrençliği yapanın satmıyacağı hangi değer yargısı olabilir?
Sergiliyemiyeceği hangi puştluk olabilir?
KDP'nin kendisine yaptığı bu kıyağa karşılık Ömer Çetin, diyetini ödedi. Ödediği diyet ağırdı.
Faturası YNK'ye çıkartıldı. 700 YNK önder kadrosu ve peşmergenin katliamı gibi ağır bir
fatura idi.
Ömer Çetin, bir çok KAWA'cının katledilmesinden sorumludur.
Mazlum Aslan, Şerif Kurt, Recep Paçacı ve daha sayısız yurtseverlerin katilidir. Katil olmak
sadece kurşun sıkmakla sınırlı değildir. Emir veren ve ona yol açan da en aşağı tetik düşüren
kadar suçludur.
Sekreteri olduğu partiye ihanet eden biridir.
12 Eylül Generallerine kendi istemi ile teslim olmuştur. Teslim olduğunda KĐP sekreteri gibi
bir sıfatı vardı. Devletin adamı olan kardeşi Lokman Çetin'in aracılığıyla devletle anlaştığı
iddia edilmektedir. Köye gönderilen askeri bir helikopter ile Diyarbakır 7. Kolordu
karargahına götürülmüştür. Misafir olarak ağırlanmıştır. Anlaşma sağlanarak serbest
bırakılmıştır.
DDKD/KĐP Merkez Komite üyelerinin tümü 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrası Suriye'ye
çıkmıştı. Kongre yapmayı düşünmüşlerdi. Sekreterleri Ömer Çetin'in gelmesini beklemişlerdi.
Boşuna bir bekleyişti. O, Suriye'ye gitmek istemiyordu. Bu nedenle öngörülen kongre
yapılamadığı gibi, örgüt ikiye bölünmüştü.
Kendi arkadaşlarının iddiasına göre Ömer Çetin 1979 Ağustos ayından sonra yurtdışına
çıkmamıştır. Teslim olduğu güne kadar Kürdistan'da kalmıştır.
Burada soru şudur: Ne yapıyordu?
Yakalandıktan sonra Hürriyet gazetesine verdiği demeçte:
“Babamı KAWA'cılar öldürdükten sonra mücadeleyi bıraktım” diyordu.
Hürriyet bunu manşetten veriyordu.
Bunu doğru okumak lazım. Evet Ömer Çetin, devlete karşı mücadele etmeyi bırakmıştı, ama
KAWA'ya karşı mücadele etmeyi bırakmıyordu.
Gerçi o, daha önceleride başında bulunduğu örgüte devlete tek bir kurşun sıktırmazken bir
çok KAWA üyesi ve taraftarının katledilmesini sağlamıştır.
Ömer Çetin, konuşmalıdır.
Bildiğimiz ve bilmediğimiz olaylarla ne gibi ilişkisi vardır?
Konuşmadığı sürece suçlu olarak bilinecektir.
Bazı aklıevellerin dediği gibi; “susma hakkını kullanıyor” gibi onu masum göstermeye
çalışılmaları yapılan iğrenç olayların suç ortaklığı demek olduğunu bilmeleri gerekir.
“Sayın Ömer Çetin'in eleştirilecek çok yönü vardir. Bir çok olay karşısında susması
kendisinin bileceği bir iştir. Hiç kuşku yok ki yakın çağ tarihimizin bir çok kesitinde canlı
taniği ve direk mühatabıdır. Elbette susmamasi lazim konusmasi lazim ve sevyeli sorulara
cevab olmasi lazim.”
Bu gönüllü avukatlara söyleyeceğim şu ki, Ömer Çetin'in suçlarını gizlemeye çalışmaları
işlenen suçlara ortak demek olduğunu hatırlatırım. Bu kişiler, bu suçların altında kalır. Ömer
Çetin, sağdır. Kendisi konuşabilir. Onun sustuğu yerde, onun yerine bir başkasının konuşması
ahlaki değildir.
Ömer Çetin konuşmadığı ve bu iğrenç cinayetler ortaya çıkmadığı sürece sekreterleri olduğu
KĐP için; “yakın tarihimizin en temiz siyasal kimliği” denilmesi işlenen iğrenç cinayetler
serisini hasıraltı etme girişimi olarak bilinecektir. Bu bağlam da KĐP'in siyasal kimliğini
sorgulayacaktır.
KĐP'in samimi yurtsever emekçileri kendi emeklerine sahiplenmek, onun üzerinde yükselmek
istiyorlarsa karanlıkta kalmış olayların açığa çıkarılmasında diretici bir rol üslenmelidirler.
Diyarbakır pratiği sorgulanmalıdır. Karanlıkta kalmış sayısız saldırı, yaralama ve öldürme
olayları açığa kavuşturulmalıdır.
Bu konu da Ömer Çetin ve “efe”si Zeruk Vakıfahmetoğlu'nun pratiği sorgulanmalıdır. Bu
konu da görev, DDKD-KĐP içinde yer alan samimi, dürüst insanlara düşmektedir.
26 Eylül 2008
Korku Đmparatorluğu
Hasan H. YILDIRIM
Adresimizi nereden almışlar bilmiyorum, ama Türklerin Almanya’da çıkardıkları “Posta”
gazetesinin her sayısı istisnasız yolanır. Bazen şöyle bir göz gezdiririm. Bu gün gelen
sayısında Türk’e has bir ikiyüzlülük ile yorumlanan bir haber gözüme ilişti. Haber ve
yorumun ayrıntısı şöyle.
Dietzenbach Belediye Meclisi, kreş ve anaokullarda Almanca dışında başka bir dilin
konuşulmaması, Almanya Cumhurbaşkanın resmi ve Alman bayrağının asılmasını karar altına
almış. Ben burada bunun doğru yanlışlığına girmeden, “Almanya Türk Toplumu” (TGD)
denilen kurumun tepkisini dikkatinize sunmak istiyorum. “Posta” gazetesi tepkiyi şu şekilde
özetlemiş.
“Almanya Türk Toplumu (TGD), Dietzenbac Belediye Meclisi’nde alınan şok kararı sert
şekilde eleştirdi. “Entegrasyon” kılıfı altında “asimilasyon” yapılmak istendiğini açıklayan
Almanya Türk Toplumu, yerel yetkililere seslenerek, bu kararın ve uygulamanın
kaldırılmasını talep etti.”
Ben bu tepkinin doğruluğu, yanlışlığını burada tartışma gereğini duymuyorum. Yanlız
dikkatınızı bu kararın yanlışlığına tepki duyan “Almanya Türk Toplumu”nun Türklerin
ortaasyadan coğrafyamıza geldiğinden bu güne yerli halkları asıp kesmesini, asimile ederek,
devşirerek, Türkleştirerek olmayan bir “Türk ulusunu yaratmayı” savunuyor olmasıyla nasıl
bağdaşlaştırdıklarına dikkatınızı çekmek istiyorum.
Bu bir mantıktır. Bir yaşam tarzıdır. Türk denilen barbarlar, gittikleri her yerde “sahiplik”
etmeyi kendilerine hak bilmenin mantığıdır. Yoksa sözkonusu karara karşı çıkışları demokrat
olmalarından ileri gelmiyor. Gelmediğini ortadoğu coğrafyasında yüzyıllardır Türk
barbarların yok etme uygulamalarıyla karşı karşıya olan mağdur halklar çok iyi bilir.
Kendilerine Türk diyen ucube mahluklar topluluğu paranoyaktır. Hasta bir toplumdur.
Tedavisi mümkün değildir. Çünkü varoluş nedeni sakattır. Coğrafyamızın yerlilerinden
değildirler. Dışardan gelmiş göçmen muhacir sürüleridir.
Coğrafyamızı işgal etmişlerdir. Ülkelerimize zorla ele geçirmişlerdir. Kılıç zoruyla yerli
halkları tahakum altına almişlardır. Yerli halkların yaratığı tüm maddi ve manevi değerlere el
koymuşlardır. Yerli halkları zorla devşirmişlerdir.
Köksüz, ruhsuz, kendine güvensiz ucube bir topluluk yaratmışlardır. Daima yok olacakları
psikolojisiyle yaşamışlardır. Bu durum öylesine içselleştirilmişki, korku imparatorluğuna
dönüşmüştür. Bu durum onlarda ötekine karşı daima kendini koruma içgüsüsünü geliştirmeye
sevketmiştir. Savunmadan öte saldırıyı yaşam felsefesi edinmiştir. Kendini yaşatmayı
ötekinin yokedilmesi üzerine inşa etmiştir.
Türk toplum bireyi güvensiz, inançsız, dalkavuk, elpençeci, ama diğer yanda ahmak, utanmaz
ve yüzsüzdür. Dünya insanlığı tarafından geçmişlerinden ötürü istilacı, işgalci, talancı, gaspçı,
katliamcı, soykırımcı olarak bilindiği gibi, bu günkü icraatlarıda anti-demokratik olarak kabul
görülür.
Bu bir kimliktir. Türk bu kimliklerle tanınır ve anılır. Ve bu daima karşılarına çıkarılır.
Đnsanlıktan nasipsiz oldukları kendilerine hatırlatılır. Bu durum Türklerde bir suçluluk
psikolojisine yol açmıştır. Bunuda temelsiz karşı saldırıyla aşmaya çalışır. Fransa
Parlementosunda Ermeni soykırımını yok sayana cezai müeyide getiren yasaya ve bu günde
Dietzenbac Belediye Meclis’inde alınan karara karşı oldukları gibi.
Nedensiz değildir. Korkuyorlar. Türkler, Türk denilen ucube toplumun bireyleri pamuk ipliği
ile birbirine bağlı olduğunu, boş bırakmaya gelmiyeceğini, halaç pamuğu gibi dağılacağı
korkusunu yaşıyorlar. Bunuda ancak kışla kültürü ve disiplini ile götürebilecekleri yere kadar
ölüm kalım savaşını vermekte buluyorlar. Her yılın Ağustos ayının sonunda yaratılan
gerilimin nedenide budur.
Türk, savunma yerine kendini saldırıya göre şekilendirmiş. Eğer dikkat ederseniz her lafın
başında “uyarıldı”, “gereken mesaj verildi” nakaratı tekrarlar dururlar. Aslına bakılırsa daima
uyarılan kendileridir. Bu durum Türk denilen ucube toplumda aşağılık kompleksi yaratmıştır.
Bunu telefi etmeyi karşı saldırıda bulmaktadır.
Türkler haddini bilmez mahluklardır. Kendilerini ne zanediyorlar? Sanki bu dünyanın
“efendileri” onlarmış gibi. Öyle olmadıklarını onlarda bilir. Bilir bilmelerinede aşağılık
kompleksidir onlarınki. Bunuda havlamakla gidermeye çalışırlar.
Psikolojik bir vakayla karşı karşıyayız. Bu sorgulanmadan, gereği yapılmadan Bu toplum
varolduğu müddetçe coğrafyamızda yaşayan halkların barış içinde komşuluk hak ve
hukukuna dayalı yaşamasının imkanı yoktur.
Türk toplumuna yön veren Kemalist ideolojidir. Kemalist ideoloji, ırkçı, şoven, katliamcı ve
asimilasyoncudur. Bunuda sistem haline getirdiği devlet terörü ile gerçekleştirmektedir.
”Öteki“ olarak adlandırdığı kendi dışındaki herkesi potansiyel tehlike olarak algılamakta ve
yok edilmesi gereken düşman olarak görmektedir. Bunun gereğinide yapmıştır. Dietzenbac
Belediye Meclis’inde alınan karara karşı olmalarının altındaki dürtüde budur.
Coğrafyamızda yaşayan onlarca millet ve milli azınlığı katliamlarla, asimilasyondan geçirmiş,
yerinden yurdundan etmiştir.
Yok edemedikleri Kürd milleti olmuştur. Kürd milletinide yok etmek içinde akla hayala
gelmeyen her yol ve yönteme başvurmuştur. Fakat buna rağmen başaramamıştır. Fakat bu
bundan vazgeçeceği anlamına gelmiyor. Oysa onu daha da saldırganlaşmasına yol
açmaktadır. Bu politıkasından vazgeçeceği beklenilmemelidir.
Türk egemenlik sistemin kendisi dışında herkesi düşman olarak algılaması sadece misak-ı
milli dedikleri açık cezaevi içinde zorla tutuğu millet ve azınlıklarla sınırlı değildir.
Dikkat edilirse Türk egemenlik sisteminin kavgalı olmadığı hiçbir komşusu yoktur. Dahası
komşularıyla şu veya bu şekilde ilişki içinde olan herkesi bile “şer güçleri“ olarak ilan etme
gelenekseleşmiş politıkalarıdır.
Bu mantık değişir mi? Değişir diyenler bu güne kadar yanıldıkları gibi bundan sonrada
yanılır.
28 Ekim 2008
Đsviçre Devleti Kürd Milletine Karşı Suçludur
Hasan H. YILDIRIM
Đsviçre Konfederasyonu Başkanı Pascal Couchep, Ankara’yı ziyaret etti.
Ankara'yı ziyaret eden ilk Đsviçre Devlet Başkanı ünvanını aldı.
Beraberinde bir de masa getirdi.
Getirdiği sıradan bir masa değildi.
Kürdistan'ı dört parçaya bölen ve her bir parçasını bir devlet sınırı içinde hapsetmesine yol
açan, Kürd millet egemenliğinin gaspını öngören Lozan Kölelik Anlaşmasının üzerinde
imzalandığı masa idi.
O günden bu güne Kürd milletine karşı uygulanan soykırım dahil her türlü insanlıkdışı
uygulamaya yol veren anlaşma bu masa üzerinde imzalandi.
Ve bu masa Đsviçre devleti tarafından kendi devlet başkanlığı eşliğinde büyük bir törenle
Türklere hediye edildi.
Türkler, bu jest karşısında memnıniyetini bildirdiler; “Manevi değeri çok büyük bir armağan”
dediler.
Zevkten dörtköşe oldular.
Masayı getirip kendi elleriyle Türklere teslim eden Đsviçre Konfederasyonu Başkanı Pascal
Couchep;
“Türkiye, gelecekte, çok daha önemli bir ortak olacaktır ve olmalıdır. 24 Temmuz 1923’te
imzalanan ve Türkiye’nin sınırlarının tanındığı Lozan Antlaşması’nın benim ülkemde
imzalanmasından büyük mutluluk duyuyorum” dedi.
Kürd millet egemenliğini gaspını öngören, Kürd-Kürdistan'ı kalbinde ve beyninde bölen,
milyonlarca insanımızı soykırımlara uğramasına yol açan; “Lozan Antlaşması’nın benim
ülkemde imzalanmasından büyük mutluluk duyuyorum” diyen ülkeye bakın.
Sözde dünyanın en demokratik ülkesi.
Hani bir yasa çıkarmıştı. Türkleri, Ermenileri soykırımdan geçirdiğini dünyaya ilan etmişti.
Hatta bir adım daha atmıştı. Türkler, 'soykırım yapmamıştır' diyen Türk egemenlik sistemin
'solcusu', Ergenekon yöneticilerinden Doğu Perinçek'i cezalandırmıştı.
Bu tavırlarıyla Kürdlerin yüreğinede biraz su serpmişti.
Tüm bunlar şaka mıydı?
Sahi Türkler soykırımcı değil miydi?
Kürdleri de, soykırımdan geçirmemiş miydi?
Peki Kürdlerin soykırıma uğramasına yol veren Lozan Anlaşması'nın üzerinde imzalandığı
masayı 85 yıl sonra soykırımcı Türklere devlet başkanlarının eliyle hediye etmesine ne
demeli?
Bu çifte bir standart değil midir?
Kuşkusuz öyle.
O masanın üzerinde milyonlarca Kürd'ün kanı var.
Đsviçre devleti şunu bilmeli ki, Kürd kanı bu kadar ucuz değildir.
Tarih sadece yaşayan an değildir. Dünü olduğu gibi, geleceğide olacaktır.
Yaşayan an olarak Kürdleri tepeleyerek, Türk'ün gönlünü hoş tutmak karlı bir iş olduğu açık.
Şu an Kürdlerin Helveg Para Đmparatorluğuna sunabilecekleri bir şeyleri yoktur. Ama
Türklerin vardır.
Türklerin Đsviçrelilere verecekleri sayısız ihaleleri vardır.
Pascal Couchep, Kürd kamuoyu tarafından yabancı biri değildir. Đsviçre Konfederasyonu
Başkan Yardımcısı ve Đçişleri Federal Departmanı Başkanı sıfatiyla Türk Kültür ve Turizm
davetlisi olarak 06-09 Şubat 2007 tarihleri arasında incelemelerde bulunmak amacıyla GAP
Bölgesini ziyaret etmişti.
Anlaşılan Türklere hediye edilen masaya yatırılan Kürdistan'ın paylaşımı henüz bitmemiştir.
Kürd kanı ile boyanmış o masa durup dururken birdenbire 85 yıl sonra soykırımcı Türklere
hediye edilmemiştir. Karşılığı paylaşılması henüz bitmeyen Kürdistan pastasından GAP
parçasındaki paydır.
Belki de bilmediğimiz bir başka şeydir. Fakat ne olursa olsun satılan Kürd milletine ait
değerler olduğu gerçeği kesindir.
Đsviçre devleti, Kürd milleti'ni esaret altına alan Lozan Kolelik Anlaşmasının kendi
ülkelerinde imzalanmasından dolayı, hem Kürd milleti karşısında, hemde bu Anlaşmanın
sebeb olduğu soykırım ve insanlıkdışı uygulamalardan dolayı insanlık karşısında suçludur.
Đsviçre devletinin Kürdlere ve insanlığa karşı bir özür borcu vardır.
Kürd milleti, Đsviçre'den özür beklerken onlar, bu kölelik Anlaşmasının kendi ülkelerindan
imzalanmasından memnuniyetini deklere ediyorlar.
Bu utanç duyulacak bir durumdur.
Her yurtsever Kürd, Đsviçre devletinin bu utanç ve utanmaz tavrını protesto etmelidir.
Dahası Kürd siyasal güçleri bu durumu sesizce geçiremezler. Tavrını ortaya koymalıdırlar.
Hatta Güney Kürd Hükümeti bir nota ile Đsviçre devletinin tutumunu kınamalıdır. Đsviçre
devletinin bu arlanmaz tutumu geçiştirilecek bir olay değildir. Kimse şartlar buna yol
vermiyor ucuz politıkaların arkasına saklanıp oynanan rezalete göz yumamaz. Göz yumak
demek, milletimize 'laik' görülen köleliği kabullenmek demektir. Kürd politik çevrelerin bu
suçu işleme lüksleri yoktur.
Đsviçre devleti, Kürd kanı ile boyanmış masayı soykırımcı Türklere şahşahalı bir törenle
hediye etmeleriyle aynı zaman da, Lozan Kölelik Anlaşmasının yol açtığı tüm suçlara
ortaklığınıda deklere etmiş olmaktadır.
Bir Kürd olarak, Đsviçre devletinin tavrını böyle okuyorum.
Kürd politik çevreleri, Đsviçre devletinin Kürd milletine karşı işlediği suçları hatırlatmalıdır.
Her Kürd, Đsviçre devletinden alacaklıdır.
Kürdler, bu gün hakkını tahsil edecek konumda olmayabilir. Ama Kürd'ün bu hakkı saklıdır.
Bunu düşmanın olmuş Kürd için söylemiyorum.
Bu hak sahipleri, Kürdlerin millet olmasından doğan haklarının takipçileridir. Dahası Kürd
milletidir.
Bu gün ortalıkta gerdan kıran düşmanın olmuş, düşmanın 'devlet sınırlarına saygılıyız' diyen
Kürd politıkacısı ve aydını o Kürd kanı kokan masanın Türklere hediye edilmesini
görmemezlikten gelebilir. Umarım ben yanılırım. Kürdler, bu konu da tavrını korlar. Bu
herkesten çok beni mutlu kılar.
Fakat ne yazık ki, masanın Türklere verilişini protesto etmek bir yana, Rızgari Online dışında
çıkar haberin dışında Kürdler de, ses seda yok.
Bu, bir rezalet!
Milli refleksin dibe vuruşun resmidir.
Yarın veya öbür gün Kürd kanı ile boyanmış o masa Türk Meclisi veya Anıtkabir'de
sergilendiğinde bana öyle geliyor ki, 'Türk devlet sınırlarına saygılıyız' diyen sözde Kürd
politıkacıları ilk ziyaret edeceklerin arasında olacaklardır. Bir de hatıra fotoğrafı
çekeceklerdir. Ne kadar 'kardeşliğe önem verdiklerini' dilendireceklerdir.
Bizde bu ense olduktan sonra şaplayanı çok olacaktır.
Đsviçre gibi devletler de, Kürd milletini bir ihale karşılığı satma küstahlığını yapabilecek kadar
ileri gideceklerdir.
13 Kasım 2008
Sahi ne Değiştide Son Görültüye Gerek Duyuldu?
Hasan H. YILDIRIM
Kürd-Kürdistan sorununun çözümüne ilişkin son dönemlere yine bir görültü koptu. Sahi ne
değiştide bu görültüye gerek duyuldu?
Kendilerini Türk egemenlik sistem kapısına bağlamış, Kürd aydın ve politıkacısı ismiyle
isimlendiren kimi çevreler, 'bölgedeki şiddet ortamının ortadan kalkması', 'genel bir af',
'toplumsal barışın sağlanması' vs. gibi birçok ıvır-zıvır istemleri sıraladıktan sonra, 'Devlet bu
adımları atarsa, bölgede yaşayanların devlete olan güveni artar ve bundan sonrada PKK’nın
silah bırakması için atılacak adımlara zemin oluşturur' diye uzayıp giden tahliller.
Sonuç; bu çevrelere göre devlet bu adımları atar ve PKK silah bırakırsa 'Kürt sorunu'
çözülmüş olur(!)
Olur mu?
Aklını Afyonkarahisar 'pişmaniye'si ile yemiş olanlar için evet.
Çözüm yaklaşımları böyle algılandığı müddetçe Kürd-Kürdistan sorununun çözümsüzlüğü
devam edecektir.
Bir kere sorunun kendisi kavranılmamıştır. Sorunun ismi konulamıyor. Đsmi konulmıyan bir
sorun kim, nasıl çözecektir?
Sorun Kürd-Kürdistan sorunudur. Kürd milletinin kendi kader hakkının tayin edilmesi, yani
ülke, millet, iktidar, dahası bağımsız devlet meselesidir.
Sorun böyle konulmadıkça, bu temel de çözülmedikçe hangi çözüm biçimlerini uygularsanız
uygulayın sorun orta yerde kalır.
'Çözüldü ha çözülecek' diyen çevrelere ve önerdikleri çözüm biçimlerine bakıyorum. Dağın
yine fare doğuracağını görüyorum.
Çünkü öneriler, samimiyeten uzak, Kürd-Kürdistan sorununu devletin bilinen inkar ve imha
üzeri inşa ettikleri politıkalarla çözülmeye çalışıldığı ve yeniden sahnelendiğini görmek zor
değildir.
Türk egemenlik sistem sahipleri, Kürdlerin varlığını bile kabullenmiyorlar. Varlığı
kabullenilmiyenin hakkı olmaz. Zaman zaman sıkıştıklarından 'Kürt realitesi'nden
bahsetselerde süreçle unutulmaya konulduğu geçmiş tecrübelerle sabittir. Ama öbür taraftan
kendilerindende görmüyorlar. “Sözde vatandaş” olarak nitelendiriyorlar.
O halde sorun ne?
Bıraksınlar Kürdlerin yakasını.
Kürdlerin başına ne geldiyse kendilerine bırakın “sözde vatandaş” denilmeyi 'vatandaş'
denildikten sonra oldu. Kürdler, Türk vatandaşı olmaktan çok çekti. Gönülü bir kabulleride
yoktur.
Mevcut durum Kürdlerin kabulü değildir. Madem Türkler de, bu durumdan rahatsız o zaman
'ne halleri varsa görsünler' deyip Kürdlerin yakasını bıraksınlar. Bu iş burada bitsin. Ama
bunu yapmıyacaklarını biliyorum. Kürdistan'ın elleri altında kayıp gitmesini istemezler.
Bırakın ellerindeki Kürdistan parçasından vazgeçmek, diğer parçalar üstünde hak iddia
ediyorlar. Ellerinin altında Tetikçi hareketi bulundurmalarının bir nedenide budur.
Türkler, dünden bu güne uyguladıkları inkar ve imhadan vazgeçmiş değiller. Vazgeçtiklerini
iddia edenler, ya bilinçli bir maniplasyon misyonu yüklemişler, ya da Türk sistemini
tanımadıklarındandır.
Tanımadıklarından dolayıdır ki, Tetikçi harekete hiçte hak etmediği bir misyon
yüklemektedirler. Türk egemenlik sisteminin lejyoner bir örgürlülüğü olduğunu göremiyorlar.
Kürd tarafı olarak Kürd milletine dayatmaktadırlar. Kürd milletine yapılacak en büyük
kötülükte budur.
Oysa Tetikçi hareket ve ona endeksli yapılanmaların görevi Kürd milletini Türk egemenlik
sistemine entegre etmektir. Sömürgeci sistemin kendilerine yüklediği görev budur. Sistem
sahipleri ve ihanet odağı bunu biliyor ve ona göre programını yapmış ve onu
pratikleştiriyorlar.
Bir de bunu görmeyenler var. Onlar, Tetikçi hareketi ve sömürgeci sistemi farklı ve karşıt
güçler olarak görüyorlar. Kürdistan sorununun bu 'taraflar' arasında çözüleceğini iddia
ediyorlar. Bunların niyeti ne olursa olsun izledikleri politıkalarla Kürd milletini 'Türkiye
uluslaşması' içinde eritme politıkasının suç ortaklarıdırlar.
Bu keşmekeşlik ortamında Türk egemenlik sahibi ve kontra örgütü sorunu daha da anlaşılmaz
kılmak için suni gündemler oluşturup gerçek planlarını uyguluyorlar. Ne diyorlar?
“Biz savaştık, biz barışıyoruz kime ne?”
Doğru ya; onlar savaştı, onlar barışıyor. Savaşı engeleyemediğimiz gibi, barışmalarınıda
engeliyemeyiz.
Fakat hesap sorma hakkımız var.
Çünkü orta da tabiat ve insanı ile tahrip edilmiş ülke ve millet gerçekliğimiz var. Bunun bir
hasap-kitabı yapılmıyacak mı?
Sormazlar mı insana niye savaştınız, niye barışıyorsunuz?
Ne değişti?
Bu soruların cevabı verilmeden 'biz öyle istiyoruz' demekle bu iş olmaz. Olur diyenler yanılır.
Binlerce yerleşim biriminin yerlebir edilmesi, milyonlarca göç, bilmedikleri el ülkesinin
metrepol varoşlarında insani olmıyan yaşam koşullarına mecbur kılınması, binbir kriminal işe
bulaşmasının koşullarına itilmesi, Kürdistan'ın insansızlaştırılması, yüzbinlerce insanın
işkencelerden geçirilmesi, yıllarca zindanlardan çürütülmesi, onbinlerce ölü, akibeti belli
olmıyan kayıplar, kalorifer kazanlarında ve asit kuyularında eritilen binler, onbince
köykorucusu, bir o kadar itirafçı ordusu ve sonuç olarak 'biz size bir oyun oynadık, şimdi
barış zamanı' deyip işin içinde çıkılması.
Yok ya! Bu o kadar basit mi?
Kürd milletinin verdiği bu kadar ağır bedel boşa mı gidecek? Hani bağımsız, birleşik,
demokratik bir Kürdistan için yola çıkmıştık. Bu hedefimize ne oldu? 'Biz vazgeçtik' demekle
kurtulmak mümkün mü? Dahası sorun yok mu oluyor? Elbette bunların hiçbirisi olmaz. Sorun
orta yerdedir. Sahibide Kürd milletidir. Mücadelesi ne birileriyle başladı, ne de birileriyle
bitter. Biten birileri olur, ama Kürd millet mücadelesi bitmez. Bittiğinde de Kürdistan sorunu
diye bir sorun olmaz.
Başından beri Türk egemenlik sistem sahipleri ve onun Kürdistandaki tetikçi kontra örgütü,
Kürd milli mücadelesini bittirmek için birlikte yola çıktılar. Planlar yaptılar. Adım adım
uyguladılar Kürd milletine büyük darbeler vurdular. Ve şimdi köylü köyüne, evli evine misali
kol kırılır yen içinde kalır hesabı “binyıllık kardeşlik” türküsü seslendiriliyorlar. Zoraki olarak
Kürd milletine dinletilmeye çalışılıyorlar. Ama yemezler.
Türk tarafın durduğu yer eskidende, şimdide belli. Sömürgeci, inkarcı, imhacı, katliamcı,
soykırımcıdırlar. Dünden bu güne bir değişim yok. Varolan görecelidir. Kimseyi yanıltmasın.
Trt 6 gibi yasal bir güvencesi olmadığı gibi.
PKK'ye gelince, sömürgeci sistemin kontra örgütü. Kürd millet kökünü kazımayla memur
edilmiş tetikçi bir harekettir.
Teori ve pratiği ile orta yerde. Kral çıplaktır!
Şimdi bu katil sürülerin dilinde, “Kürt açılımı” sakız oldu.
Sahi nedir bu “Kürt açılımı?”
Devletin etkili ve yetkili kişileri, 'şimdiye kadar denenmemiş şeyler denenecek' demekle
yetiniyorlar.
Peki ne olacak?
Bir bilen var mı?
Sahi şu meşhur 'akıl adamlar' ne düşünüyor?
Onlarda ortalıkta yok. Anlaşılan kaderimizi belirliyorlar. Bize sormadan, rızamız alınmadan
bir kez daka çizilecek kaderimiz.
Eh biz de kabullendik(!)
Allah aşkına, bu koşullarda, 'Doğrusu artık hiç kimsenin, ülkenin bu sorun nedeniyle bedel
ödemesine tahammülü yok' demenin alemi ne?
Peki sorun ne? Bu dile getirilebiliniyor mu? Dile getirilemiyen bir sorun nasıl çözülecek diye
düşünülmesi gerekmiyor mu?
Hal böyleyken kimi Kürd ve Türk çevrelerin aynı telden çalmalarının ne kiymeti harbiyesi
var? Olmasa da, beslendikleri ideolojik zemin öyle davranmalarına uygundur. Fakat işin
realitesi farklıdır. Şöyleki;
Tetikçibaşı efendilerinin 'yuvaya dön' çağrısına uyup çıktığı Ankara'ya geri dönünce her iki
taraf açısından da cevabı mualak sorular vardı. Tetikçibaşı, 'bunca hizmetten sonra öldürürler
mi?' korkusunu yaşarken, efendileri, 'ölüsü mü, diriri mi faydalı?' diye muhakeme yürütüler.
Tetikçibaşını dirisini kullanmayı daha yararlı olacağına karar verdiler. Tetikçibaşıda 'hizmete
hazırım' sözünü verdi. Sonuç olarak Türk egemenlik sistemin tüm kurumları, muhalefet ve
iktidarı, resmi ve sivil erkanı anlaştılar.
Tetikçibaşının kullanım sorumluluğunu orduya havale edildi. Fakat ordu kendisine verilen
görevi 'kötüye' kullandı. Tetikçibaşını Kürdlere karşı kullanılmasından bir sorun yoktu. Fakat
onu hükümete karşıda kullandı. Hükümet çevrelerinin dananın kuyruğu koptu dedikleri
buydu, işte.
Dövmeye basıldı. Batının desteği alınarak Ergenekon operasyonları başlatıldı. Türk
Genelkurmayı köşeye sıkıştırıldı. Kürd ayağı ortaya çıkarılacaken ordu ve hükümet arasında
hükümet lehine bir uzlaşı sağlandı.
Dünya eski dünya değildi. Mevcut hükümet eskileri kadar zapt-ı rapt altına alınacak gibi
değildi. Hem dünya güç odaklarından, hem de hükümetten itiraz sesleri yükselince yeni bir
ayarlama, onların tanımlamasıyla yeni bir 'balans ayarı' verilmesi noktasında anlaştılar.
Tetikçibaşı'da bu noktaya çekildi. Son ulak görüşmelerinde bunu görmek mümkün. Hükümete
yaltaklanması, Ergenekon'a yüklenmesi boşuna değildir.
Anlaşılan bundan böyle Tetikçibaşı'nın kullanımı konusunda ordu kadar hükümette tasaruf
hakkına sahip olacaktır. Son dönemlerde dillere pelezenk yapılan 'görüşme', 'silah bırakma',
'af veya pişmanlık yasasından yararlanma', 'Kürt açılımı', 'toplumsal barış' vs. süren
argümanlarla ortalığın toz-dumana katmalarının nedeni budur.
Kimi aklıevel de bundan hareketle 'Kürt sorunu çözülüyor' havasına girdi. Alırlar havalarını.
Fazla beklemeleride gerekmiyecektir. Yarın öbür gün sipariş eylemler peşpeşe uygulanır.
Şimdi sorun çözülmüş mü oldu? Eh top artık hükümete. En aşağı orduyla eşit şansa sahip
diyelim. Sahi ne yapacaklar? Eski inkar ve imhadan vazgeçeceklerini kimse heveslenmesin.
Hele Kürdler hiç heveslenmesin.
Türk egemenlik sistem sahiplerinin Kürd sorununu çözmek diye ne bir dertleri, ne de bir planprogramları vardır. Bunu anlamak için günlük olarak Kürd halkına karşı uygulamalarına
bakmak yeterlidir.
Dünya kamuoyunun gözü önünde Kürd çocuklarının kafasını parçalayan, kolunu kıran bir
devletten çözüm beklemek deyim yerindeyse ahmaklıktır. Kimse bu günlük uygulamaları
'hadini bilmez bir devlet memuru'na fatura çıkarmaya kalkmasın. Devlettin resmi politıkasının
bu olduğu açıktır. Tersi bir savunu devletin kendisi ve onun gönülü avukatlarıdır. Kürd
yurtseverlerinin bunu onaylama lüksleri yoktur.
Çözüm üretmeyen tekrarlarda ısrarcı olmak devletin resmi politıkasıdır. Hiçbir hükümetin
bunu değiştirme cesareti yoktur. Bu anlaşılır bir şey, ama anlaşılması kimi çevrelerce zor
olanın kendilerine Kürd aydın ve politıkacısı diyen kimi kesimlerin son suni gündemi
ciddiyete alıp Kürd milletini olmıyacak bir beklentiye sevketmeleridir.
Oysa gündeme damgasını vuran 'çözüm biçimi'ni ciddiye almak; düşman gündemine
endekslenmektir. Düşmanın minderinden göreşmektir. Bu, zaman kaybından başka bir şey
değildir. Dahası yenilmeyi ve teslim olmayı peşinen kabullenmektir.
Zaten şimdiye kadar önerilen çözüm biçimlerinin esas amacı da buydu. Devletin ve ihanet
odağının esan amacı, kamuoyunu bu ıvır-zıvırlarla meşkul etmek, sömürgeci hakimiyeti
pekiştirerek sürdürmektir.
Dikkat edilirse bu güne dek önerilen tüm çözüm biçimlerinin Ankara kaynaklı olması tesadüfi
değildir. Aslında Türk derin devletinin kendi gündemini pratikleştirirken, kamuoyunuda
böylesi suni gündemlerle meşkul etmeleri yeni değildir.
Sorun bunu görebilmektir. Görmek elbette yetmiyor. Buna karşı alternatif politıkalar
üretebilmek ve onları pratikleştirmektir. Kuzey bazında olmıyanda budur. Mesele bu olunca
düşman ve düşmanın yedek gücü ihanet odağının dayattığı 'çözüm biçimleri' gündeme
damgasını vurmaya devam edecektir.
Türk egemenlik sistem sahipleri ve ihanet odağı danışıklı-döğüşlü olarak Kürd millet
dinamikleri yok etmeye çalışacaklardır.
Burada soru şudur:
Kürd yurtseverlerinin bunu engeleyecek bir plan-program ve güçleri var mıdır? Đşte aranan
çözüm burada saklıdır. Yoksa adım adım tasviyedir.
17 Mayıs 2009
Soykırım, Çifte Standartlık ve Yüzsüzlük
Hasan H. YILDIRIM
Çin'de yaşanan etnik çatışmalarda, 180'den fazla insan hayatını kaybetti.
Ki bunların çoğu Çinli idi.
Türk Başbakanı Erdoğan, burada kendine vazife çıkararak; ''Şu anda Çin'deki bu olay adeta
bir soykırımdır. Bunu daha farklı bir şekilde yorumlamanın bir anlamı yok,” dedi.
Çin'in buna tepkisi sert oldu. Erdoğan'dan söylenenleri geri alma çağrısı yaptı.
Bu çağrı üzerine Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Burak Özügergin; "Akrabalarımızın
kaderleriyle ilgilenmemizin gayet doğal olduğunu hep söylüyoruz. Kamuoyumuzda da derin
bir üzüntü ve infial vardır," açıklamasını yaptı.
Bu çifte standartlık, bu ne haddini bilmezlik, bu ne yüzsüzlük!
Soykırım sözünü ifade edecek en son olanların Türkler olması gerektiğini Türk Başbakanın
bilmesi gerekir.
Ellerinde milyonlarca Ermeni, Süryani-Asuri, Pundos, Rum ve Kürd'ün kanı var.
Türkler tarafından Anatolia ve Kürdistan'ın yerli halklarına uygulanan bir soykırım var!
Tüm dünya bunu kabulenirken, Erdoğan'ın Başbakanı olduğu Türk Devleti inkar etmede ayak
diretiyor.
Bu da yetmiyor. Kendi suçlarını başkalarının boyuna asmayı siyaset haline getiriyorlar.
Hani derler ya: Dinime küfreden bari dininden olsa. Tencere dibin kara, seninki benden kara
hesabı.
Elbette Çin devletinin Uygurlar dahil Çin'in yerlileri olan etnik gruplara uyguladığı
ayırımcılığa karşı çıkmak gerekir.
Fakat Türk yetkililerinin bunu yapmadan önce bir aynaya bakmaları gerekmez mi?
50 milyonluk Kürd milletini inkar edenler onlar değil midir?
Đnkar ettiklerini bölücü ilan edip soykırımdan geçirmeyi politika edinenler yine onlar değil
mi?
Daha dün Diyarbakır'da Türk militer güçleri tarafından katledilen Kürd çocukları için;
“Herkes ayağını denk alsın, çocukta olsa güvenlik güçlerimize karşı gelirse icabına
bakılacaktır. Ağlıyanın gözyaşına bakılmıyacaktır,“ diyen Türk Başbakanı değil miydi?
Türk Başbakanı yüzsüzlük yapıyor. Çifte standart sahibi.
Başkası katliam yaparsa kötü, ama kendileri yaparsa iyi.
Başkasının icraatlarına bakmadan, bir aynaya baksınlar.
Ama üç maymunu oynamasınlar.
Son Ergenekon operasyonları ile yer altında katledilen Kürd insanının elbiseleri, kılları,
kemikleri fışkırıyor.
Fakat işin tuhaf tarafı olağan karşılanıyor.
Çinkü katil ve kurbanların kimlikleri belli.
Bu insanlıkdışı suçları işleyenler sadece birkaç tetikçi değildir.
TC devletinin resmi politıkası sonucu bir soykırım işlenmiştir.
Resmi kayıtlarına göre 17 bin insan kalorifer kazanlarında yakılmış, kül edilmiş, asit
kuyularında eritilmiş ve daha bilmediğimiz şekilde yok edilmiştir. Bunu yapanların çoğu hala
devletin tepesinde ve 'Encümeni Danış' veya ismi başka olan bir cinayet örgütünün resmi
sorumlularıdır.
Kurbanlar ise Kürd.
Şimdi şu soruyu sorsak, Türk Başbakanı ne cevap verecek?
Başbakanı olduğunuz devletin üst kademelerinin emri ile 17 bin Kürd insanının vahşice
katledilmesi bir soykırım mıdır?
Evet bize göre bir soykırımdır.
Peki size göre?
Çin'in Uygur Özerk Bölgesi'ndeki Urumçi'de 180'den fazla insanın -ki çoğu Çinlidirkatledilmesini soykırım olarak değerlendirdiğine göre, peki Halepçe'de beş bin Kürd'ün
katledilmesi bir soykırım değil midir?
Sahi bunlar da, “akraba” değil miydi?
Onları geçtik.
Kürdistan'ın Kuzeyi'nde 17 bin insanın katledilmesi bir soykırım değil midir?
Bunları niye telefuz edemiyorlar?
Edemezler.
Çünkü bu soykırımı gerçekleştiren devletin Başbakanıdır da, ondan.
Evet evet o, soykırımcı bir devletin Başbakanıdır.
Başbakanı olduğu devletin işlediği insanlıkdışı suçun ortağıdır.
Değilim diyorsa suçluları içeri alsın Yargılasın.
Fakat devletin ve de bu işlenmiş insanlıkdışı suç sahiplerini görmemezlikten gelmesin.
Bu insanlıkdışı suçu salt başına bir albay ve general işlemedi.
Dönemin Cumhurbaşkanları, Başbakanları, Bakanları, Genelkurmay Başkanları ve Kuvvet
Komutanları, MĐT Müşteşarları, devletin kilit noktalarındaki üst düzey bürokratları bu
işlenmiş insanlıkdışı suçun sahipleridir.
Haydi bakalım!
Maden soykırım bir insanlık suçudur.
Başbakanı olduğu devletin işlediği soykırım sorumlularını yakalasın ve yargılasın.
Bizde o zaman diyelim ki, helal olsun!
Ama yapamazlar.
Çinkü aynı kumaştan dokunmuşlar.
Tek millet, tek devlet, tek bayrak militanıdırlar, yani Kürdler dahil tüm millet ve azınlıkların
katilidirler.
17 Temmuz 2009
Süleyman Amcanın Ardında
Hasan H. YILDIRIM
Sevgili yoldaşım Mirza'nın değerli babası Süleyman amcayı kaybettik demeye dilim
varmıyor. Onu da tıpkı diğer sevdiklerimiz gibi ebedi ikametgahına uğurladık.
Ölüm soğuk bir kelime. Paristeki iki hocanın iki dakika arayla telefon edip haber
verdiklerinde beni alıp geçmişe götürdü.
12 Eylül 1980 öncesiydi. Yoğun bir çalışmanın içindeydik. Kürdlerin yoğunluklu olduğu bir
atölyedeki işçileri örgütlemiştik. Sigortalı ve sendikalaştırmak istiyorduk. Đşverenin farkına
varmasıyla işçileri işten atmaya başladı. Tabi işçiler buna alternatif olarak grevi başlattı. Đş
mahkemeye kadar vardı. Bir avukata ihtiyaç duyuldu.
Soluğu Süleyman amcanın bürosunda aldım. Randevu almamıştım. Sekretere avukatla
görüşmem gerektiğini söyledim. Meşkul desede ben direttim. O sırada Süleyman amca salonu
çıkıp tartışmamıza şahit olunca mesele ne diye müdahale etti.
O zamana kadar beni tanımıyordu.
Mirza'nın arkadaşıyım, size bir işim düştü diye kendimi tanıtım. Gülümsemesini yüzüne
yayarak içeri buyur dedi. Đki de çay söyledi.
Kendisine durumu anlattım. Ama sana verecek paramız yok dedim. Kahkahayı patlattı.
Öğlum siz para istemeyinde ben sizden istemem. Karşılıklı güldük.
Davaya girdi. Kazandık. Đşçilerin işten atılmasını önlediği gibi, hem sigortalı, hem
sendikalaştırdık.
Bir daha da Süleyman amcayı görmedim. Taki 2008 yılında Cenevre'de sevgili Rezan'ın
döğününe kadar.
Son kez orada gördüm. Elini öpmek istedim, bırakmadı. Sarılmayı tercih etti.
Epey yaşlanmıştı, ama dinçti. Belki de öyle görünmek istiyordu. Aslında hastaymış. Ama
sevdiklerine sezdirmemeye çalışıyormuş.
Gör saçları olduğu gibi kalsada tek bir siyah tel kalmamıştı. Yüz hatlarında yaşın verdiği derin
izler yanyana dizilmişti. Ama yakışıklığında bir şey kaybetmemişti.
Düğün süresince imkan dahilinde sohbet ettik.
Almanya'ya döndükten bir süre sonra hastalığının epey ilerlediğini öğrenebildim. Yolcuydu o
artık.
Bekliyorduk.
Đnsan bunu bilsede tanıdığı, sevdiği, saydığı birisini kaybetmeyi kabullenmesi zor.
Ölüm bu. Çaresi yok. Kabullenmekten başka.
Ruhu şad olsun. Toprağı bol olsun.
Mirza ve Nuruxan'ı sağmacılar cezaevinde ziyaret ettiğimde tanıştığım sevgili eşi teyzemin,
Mirza, Çeto, Nuruxan, Rezan ve tüm sevenlerinin başı sağolsun diyor, acılarını paylaşıyorum.
24 Ocak 2010
Koltuk Deyneği
Hasan H. YILDIRIM
Kürdlerde düşmana sevdalanma epeyce yaygındır.
Bunu değişik biçimde icra etmekte üstlerine yoktur.
Argümanları hazırdır.
Din kardeşliği, halkların kardeşliği, sınıf kardeşliği, ortak tarih vs. sürer gider.
Fakat her ne hikmetse Kürdler kendi çalar, kendileri oynar.
Kardeş dedikleri, bildikleri onları düşman olarak bilmekten milim şaşmaz.
Bunun sayısız bariz örneği var. Kürdlerdeki Ermeni, Filistin vs. hayranlığı ve buna karşın
Ermenilerin ve Filistinlilerin Kürd düşmanlığı.
Geçen gün Diyarbakır'da sergilenen oyun, Kürdler adına utanç verici bir durumun resmiydi.
24 Nisan ile başlayan Kürdleri soykırımcı ilan etmenin çabaları daha da vahimdir.
Kürdler, ne kadar Ermeni ve Filistin hayranlığına soyunursa soyunsun Ermenilerin ve
Filistinlilerin Kürd düşmanlığı eksilmez.
Tesadüf bir olay değildir.
Đslam alemi olarak bilinen devlet ve milletlerde iktidar ve muhalefetiyle gerici, ırkçı,
soykırımcıdır. Dünden bu güne Kürd düşmanlığı hat safhada seyreder.
Yanısıra Kürd düşmanlığı Yahudi düşmanlığı ile atbaşı gider.
Yahudilere düşmanlık yapan kesimler bir bütün olarak Kürdlere de düşmanlık etmektedirler.
Bunun inkar edilecek bir yanı yoktur.
Kürd millet kazanımları karşısında deliye dönen bu çevrelerin dilerinde düşürmediği “ikinci
Đsrail” takıntısının nedeni budur.
Kimi Kürd çevreleri bunu görmeyip tarihte Kürdler kadar mağdur olan Yahudilere karşı kendi
celatları olan “din kardeşleri”yle omuz omuza yürümeleri kendi ölüm fermanını
imzaladıklarının farkında bile değildirler.
Bu kesimlerin argümanlarıda “din kardeşliği” olmaktadır. Bu zırh ardına saklanan bu çevreler
Kürd millet düşmanlarını “kardeş” ilan edecek kadar Kürd düşmanlığı yapmaktadırlar.
Siz ne yaparsanız yapın Filistinliler, Kürdlerin kardeşi olamazlar. Düşmanıdırlar.
Bunu kendi söylem ve paratikleriyle ispatladılar.
Kürd kasabı Saddam Hüseyin'in kılıcı oldular.
Saddam Baas rejimin Kürdlere karşı soykırım ve katliam politıkalarının uygulayıcıları
oldular.
Kürd millet direnişlerinde Irak ordusunun en önünde Kürdlere karşı savaştılar.
Kürdlerin evlerini ateşe verdiler. Malarını talan ettiler. Mülklerinin üzerine oturdular.
Halebçe katliamı gerçekleştirildiğinde protesto etmeleri bir yana, uluslararası alanda Saddam
katilinin avukatlığını yaptılar.
Fakat Saddam idam edildiğinde “üç gün yas ilan ettiler.”
El Qaide tarafından Hewler'de 200 sivil Kürd katledildiğinde Hamas lideri “hakettiler,” dedi.
Kürd milletinin gözbebeği, geçmişi, geleceği, koruyucusu kahraman peşmergeyı “terörist”
olarak görüp tasviyesine savunmaktadır.
Kürdlere karşı kin ve nefretle doludurlar.
Ama kimi Kürd çevreleri bunları bilmesine rağmen Filistinlileri “kardeş” ilan etmektedir.
Kimdir bu Kürdler?
Đsmi solcu olur, dinci olur.
Ne olursa olsun düşmana sevdalayanlardır.
Bu rezalet benzeri bir yaklaşımda “halkların kardeşliği” adına Ermeni hayranlığı yüksek
perdeden seyrediyor. Ermeniler pir u pak olarak gösterilirlerken Kürdleir soykırımcı olarak
ilan ediyorlar.
Bunun verisi ne? Kürd gözüyle bir verileri yok. Tarihlerine yabancıdırlar. Referansları
düşman tezleri olur. Bir de sağda-solda işitikleri.
Peki 700.000 Kürd katledenler kim? Bunu araştıran yok.
Evet Ermeniler soykırımdan geçirildi. Bunu planlı-programlı uygulayan güç Osmanlı devleti.
Kuşkusuz bu soykırıma iştirak eden Kürdlerde oldu. Din adına, mal-mülk edinme, güzel bir
kadına sahip olmak vs. adına bu suça iştirak edenler oldu. Bu bir realite. Đnkar etmenin
kimseye bir faydasıda yok. Ahlaki olarak sahiplenilecek bir durumda değil.
Fakat Kürd-Ermeni ilişkilerinin boyutu bununla sınırlı değil.
Aynı toprak üstünde yaşıyor olmaları ve bu toprakların kimin vatanı olacağı hesabı üzerine
süren bir mücadele yaşanmış aralarında. Denilebilinirki keşke kardeş kardeş birlikte
yaşasaydılar. Bir keşkede benden, ama sorun keşkelerle çözülmemiş. Đş kim kimi bu
topraklarda yok edeceği mertebesine sıçramış.
Buna yol açanda Kürdlerden öte Ermeni milliyetçileri olmuş. “Batı Ermenistan” olarak
tanımladıkları topraklar üzerinde devlet kurmak için Kürdleri fiziki olarak yok etmek için
kolları sıvamışlar. Bu topraklarda hiçbir zaman çoğunluk olmayan Ermeniler, çoğunluğu
sağlamak için yüzbinlerce masum Kürd insanını soykırımdan geçirmişler.
Bu da bir realitedir. Ama aynı akibete kendileride uğramışlar.
Sonuçta her iki millet soykırım kurbanları olurken, her ikisinin düşmanı Türkler karlı
çıkmıştır.
Bu günde bu hesap kapanmamıştır.
Kürdistan toprakları üzerinde bu üç gücün kavgası sürmektedir.
Soruna bu temelde bakılır ve ona göre hesabın yapılması Kürd politıkasının omurgası
olmalıdır.
Gerisi teferuattır.
26 Nisan 2010
Ferit Uzun'un Katledilişinin Şifreleri Çözülmeden...!
Hasan H. YILDIRIM
Güzel insan Ferit Uzun'un katledilişinin üzerinde 32 yıl geçti.
Ne unutuldu, ne unuturabildiler.
Sebebine gelince ne sıradan, ne de tesadüfi bir ölümdü.
Bu ölümün şifrelerini milletçe çözemedik. Çözemediğimiz için de sistem ve tetikçilerinin
danışıklı kirli savaşından onbinleri aşan Kürd evladını yitirildik. Kürdistan'ın harabeye
dönüştürülmesini engeleyemedik.
Ferit'in katledilişi Türk egemenlik sistemin yüzyılların biriken Kürd milletinin düşmanlarına
duyduğu kin ve öfkesinin dipten uğuldayarak Kürd milli potasında örgütlenmeye yüz tuttuğu
bir süreçte bir plan dahilinde tasviyeyi devreye koymanın stardıydı.
Türk egemenlik sistem sahiplerinin; “bu ülkeye komünizm gelecekse, onu da biz getiririz”
anlayışı gereği “Kürt Kemalist Hareketi”ni kurdu.
Önceli Kürd hareketleri gerici, işbirlikçi ve ihanet olarak tanımlandı.
Varolanlar da, sistemin kurdukları örgütler olduğu iddia edildi.
Sistemin kucağında beslenen, palazlanan, “paraysa para, kadınsa kadın, entekletüel birikimse
o” sunularak yaratılan Apocu kontra örgüt Kürd halkının üzerine saldırtıldı.
Önlerine keskin bir söylem ve tetikçi bir pratik konuldu.
Buradan hareketle “ajanlaşmış birey ve yapılara karşı silahlı yönelim” mantığı ile ortadan
kaldırma planı adım adım uygulandı.
Allattin Kapan, Mustafa Çamlıbel, Ferit Uzun, Alirıza Koşar, Hakı Karer, Çetin Güngör,
Enver Ata, Saime Aşkın, Lamia Baksı, Mehmet Şener... ile süren cinayetler peşpeşe geldi.
Bu zincir uzadıkça uzadı.
Nerede bir Ferit varsa vuruldu.
Kendi iddialarına göre iç infazlar yoluyla 15 bin Kürd genci katledildi. Bir o kadarını devlete
öldürttü.
Bir taraftan Kürd önder ve militanları birer birer ortadan kaldırılırken, diğer yandan bir
aşiretin tetikçiliği yapılarak bir diğer Kürd aşiretine karşı yok etme devreye konuldu.
Bir taraftan Kürdler birbirine düşman ettirildi, diğer yandan da işlediği cinayetlerle bir korku
imparatorluğunu kurdu.
Kimi Apocu askeri ve siyasi tetikçi, kimi koltuk deyneği oldu.
“Bıjı serok” sloganları eşliğinde “halk PKK'dir, PKK Apo'dur” çığırtkanlığıyla kontra A.
Öcalan'ı Kürd halkının başına bela edildi.
Bugünlere gelindi.
Daha önce “kurşuna adres sorulmaz” ile perekende kadledilen Kürdler şimdi de, “barış
görüşmeleri” dedikleri rezaletle millet olarak toptan katledilmeye çalışılmaktadır.
Kontra örgütün bu güce ulaşmasında çabası olanların bir kısmı herkesten önce kendileri de,
onun hışmına uğradılar.
Kimi canıyla, kimi onuruyla bunun bedelini ağır ödedi.
Kimi de arazi oldu.
Geri de tabiat ve insanıyla tarumar edilen Kürdistan kaldı.
Bu bir insanlık suçudur. Eski-yeni askeri ve siyasi Apocu komiserler ve bunu önlelemeyen
diğer Kürd aktörlerin boynunda asılıdır.
Apo vandalistini Kürd milletinin başına bela eden eski-yeni askeri ve siyasi Apocu
komiserler, yazdıklarıyla, konuştuklarıyla şu bu korumda “görevliydim” deyip hava
atacaklarına ortak oldukları suçu itiraf etmelidirler.
Bu yapılmadığı sürece Apocu çete tarafından önce ve bundan sonra işlenecek her suçun
ortakları olduklarını bilmelidirler.
Bu insanlar bunu yapacakları yerde bizi “kurtarmaya” çalışıyorlar(!)
“Kurtarıcı” mı olmak istiyorlar? Bunu yolu da var.
Ağızlarını açtıklarında “geçmiş hareketim”, “özgürlük hareketi” deyip toplumda çaka
satacaklarına ortak oldukları Apocu teori-pratiği sorgulayıp teşhir etmelidirler.
Ki bunun icraatcıları, tanıkları ve mağdurlarıdırlar. Tüm olayları biliyorlar. Bildikleri için de
kontra tarafından “çete” olarak adlandırılıyorlar. Buna yol açanlarda kendileridir. Bildiklerini
açıklamadıkları müddetçe Apocu ihanet çetesinin ortaya çıkan her olumsuzluğunun adresi
kendileri olacaktır. Bundan kurtulmanın yolu kendi kişisel suçlarıda dahil işlenmiş tüm suçları
açıklamalarından geçer. Kendilerine yönelik suçlamalarından ancak o zaman kurtulabilirler.
Bunu yapmaya çalışanlar yok değil. Fakat tamamını değil. Bir yer de kırılma yaşıyorlar. Đşin
ucunun kendilerine dokunulacağından korkuyorlar. Mesele bu olunca samimiyetleri
sorgulanan duruma düşüyor.
Apocu çeteden sayısız askeri ve siyasi komiser ayrıldı.
Tut yemiş bülbülleri oynuyorlar. Oysa yaşanan korkunç sürecin icraatcıları, tanıkları ve
mağdurlarıdırlar.
Niye konuşmazlar?
Ne zaman konuşacaklar?
Konuşacaklar mı?
Konuşmalıdırlar!
Askeri komiserler binkevir edilen 15 bin Kürd gencinin trajedisini, siyasi komiserler başında
bulundukları kurumların kimlerle ne tür alışveriş edilişlerini açıklamalıdırlar.
Yurtsever olmanın ötesinde insan olmanın erdemliğidir bu.
Bir ayağı çukurda olanların buna pek bir zamanları da olmayacak.
Açıklanılacaksa bugün, yoksa yarın bu şansa da sahip olmayabilirler.
Bu insanlar sanki hiçbir şey olmamış gibi bize masal anlatacaklarına şahip oldukları ihaneti
deşifre etmelidirler.
Kürd milletine ancak bunu yapmakla vefa borcunu ödemiş olurlar.
Feritlere sahip olmak buradan geçer.
Mesele bu çevre ile de sınırlı değildir. Bir başka anormalik daha yaşanıyor. Kimi çevrelerin
yaptığı gibi bir taraftan Ferit'in resminin arkasına saklanmak, diğer taraftan Apocu çete
karşısında sinmekle de Ferit'e sahip çıkılamaz.
Apocu çeteyi Kürd tarafı adederek ona koltuk değnekçiliği yapmakla da Ferit'e sahip
çıkılamaz.
Sorun sadece Ferit'e sahip çıkma meselesi de değildir. Apocu çetenin iç ve dış infazlarla
katleditikleri onbinlerin hangi anlayışın sonucu olduğunu bilmek, deşifre etmektir.
Efendileri sistem sahipleriyle danışıklı bir savaşla Kürd millet haklarının katledilişine karşı
durmaktır.
Bu da Apocu çeteye Kürd tarafı payesi biçmekle de olmaz.
Bu tavır kotra tetikçiler tarafından katledilen suçu sadece bir karış özgür vatan için yolla çıkan
Kürd cıvanlarının anısına saygısızlıktır.
Korkunun ecele faydası yok.
Feritlere ve mezarı bile olmayan onbinleri bulan kaybedilenlere sahip çıkılacaksa yaşanan
korkunç süreçte Kürd milletine karşı işlenmiş suçları ortaya koymayı gerektirir.
Ezop dili kullanmaktan vazgeçip suçluları kimlikleriyle işaret etmek gerekir.
Kimin dediğini bilmiyorum ama “mağdurlar suçlular kadar cesaretli konuşmadığı müddetçe
daha çok mağduriyetlere yol açar” misali özelimize aynadır.
Kürdlerin ayna olacak yüzlere ihtiyacı var.
Temeni edelim ki, sürecin icraatcıları, tanıkları, mağdurları üstlerindeki korkuyu aşıp
konuşurlar.
Bekliyoruz...
Dahası var!
Apocu çete varediliş ve varoluş misyonun gereğini yaptı.
Yaptıkları tüm bulgu, kanıt, şahit ve belgeleriyle ortada. Mesele bunu görebilmektir. Gerçi bu
ta başından beri görülmeliydi. Önlem alınmalıydı. Diğer Kürd örgütlerin öngörüsüzlüğü ve
kaçak oynaması korkunç sürecin yaşamasına yol açtı.
Kimse sağa sola kıvırmasın.
Taşlar yerli yerine oturmuştur.
Apocu çete varoluş misyonu gereği ihanetiyle Kürd milleti karşısında ne kader suçlu ise bunu
önlemeye çalışmayan, ülke zemininde kopup Avrupa'yu mekan seçip kendilerini
iradesizleştiren Kürd siyasal kadrolarıda bir o kadar suçludur.
Hiç kimse Kürd milletine karşı işlenen bu suçun dışında tutamaz.
Bu öylesine sıradan bir suç değildir.
Kürd-Kürdistan yurtseverliğinin suç sayıldığı, Türk'e ait ne kadar kirli sembol varsa Kürd'e
empoze edilmeye çalışıldığı ve birilerinin daha hala bu uğursuz misyonu üslenenlere
yurtseverlik payesi biçtiği ve bunu kanıksayan bir siyasal ortamda “tarih bizi haklı çıkardı”,
“tarihimiz temizdir”, “silaha baş vurmadık” diyebiliniyorsa korkunç bir yanılsama yaşanıyor
demektir.
Bu görülmeden, yaşanan süreçte Kürd milletine karşı işlenmiş insanlık suçunda pay sahipliği
kabullenilmeden, bunu samimi olarak itiraf etmeden, bundan ders çıkarıp doğru yol budur
denmeden Kürd milletinin kurtuluş yolu andınlanamaz.
Teryüz edilen KUKM ayakları üzerine oturtulamaz.
Bu yapılmadan şu an yaşanan rezaletin önü alınamaz.
Sahi bunu yapacak babayiğit var mı?
Ben göremiyorum.
Demek ki, işimiz zor.
Bu zoru başarmakla Kürd-Kürdistan davasında şehit düşenlerin anısına layık olunur.
Fakat yaşananlar bunun tersi yönde gelişiyor. Kürd siyasal güçlerine bakıldığında
kurtuluş, Türk egemenlik sistem içi çatışan kliklerden hangisini efendi seçmeye kadar
götürülmeye çalışılıyor.
Buraya durduk yerde gelinmedi.
Türk egemenlik sistemin kucağında besleyip büyütüğü, Kürd milli potansiyelini onun eliyle
teslim alınanların dışındakilerinde bir başka Türk kliğin yedeğine düşmesine yol açmıştır.
Bu yapılanlar öyle kanıksanır hale gelmiş ki, bir yerde okyanusta dev dalgalarla boğuşan
adamın yılana sarılmayı kurtuluş saymasına benziyor.
Kürd milletine karşı devreye konulan planlı program Kürdleri öyle bir hale getirdi ki,
dayatılan cami mi, kışla mı tercihlerinden birini seçmek kanıksanır duruma gelmesi acınacak
bir durum.
Bunu teorileştirmek, halka dayatmak çaresizlik değilse siyasal literatördeki tanımın çerçevesi
net olarak çizilmiştir. Düşmanımın bile bu duruma düşmesini istemem. Çünkü tutulan yol
melanetle yüklüdür.
Sahi Kürdler niye kendisi ola miyor?
Düşman kiliklerinin birinin gölgesine sığınmak biz Kürdlerin kaderi mi?
Değil!
Bana sorarsanız Kürd milletinin çıkmazı siyasetci ve aydınının çapsızlığından aramak lazım.
Resim orta da.
Bu resim Kürd milli mücadelesinde şehit düşen o güzel insanlara layık değildir.
O güzel insanların bu manzara karşısında mezarlarında rahat olmadığa eminim.
Rahat uyuyun demeyi çok isterdim.
Temenim o günlerin gelmesidir.
21 Kasım 2010
Aso Zagrosi'ye Sabır Diliyorum!
Hasan H. YILDIRIM
Aso Zagrosi birkaç gün önce abısını kaybetti. Acısını paylaşıyorum gibi kilişeleşmiş laf
etmek istemiyorum. Sadece kendisine sabır diliyorum.
Kendisiyle hergün olmasada sık sık telefonlaşırız. O gezginci, ben umumiyetle ev de olunca
onun bana ulaşması daha kolay olduğundan en çok arayan o olur. Bu ara telefon etmeyince
ben birkaç kez aradım. Kendisine ulaşamadım. Bu ara birçok arkadaş beni aradı. Aso nerede
diye sordu. Ben de şakadan firarda dedim. Ki doğrusu ben de bilmiyordum. Derken dün
akşam aradı.
Kayıplardasın yine dedim. Evet! Kendi iç dünyama çekildim dedi.
Hayrola dedim. Abımı kaybettim dedi.
Bu işlerin şakası olmadığına göre durum vahim. Dilim damağıma yapıştı. Bir şey diyemedim.
Aramızda uzun bir sessizlik doğdu. Sonra kendimi toparlayınca Aso bu tür durumlarda ne
söylenir bilmiyorum. Ne dememi istersin dedim. O da birşey demen gerekmiyor. Haberin
olsun diye söyledim, o kadar dedi.
Ve arkasında haberin olsun Metin Đncesu'nun amcasının iki oğlu trafik kazasından yaşamlarını
yitirdi, dedi. Valla Metin ile bir saat önce telefonla konuştum bir şey demedi.
Demek ki insanlarımız bu tür üzücü olayları kendileriyle sınırlı tutuyorlar. Üzüntüyü
çevrelerine yansıtmak istemiyorlar diye düşündüm.
Sonra Newroz Com'a girdim. Haberi orada okudum. Baktım ki, Aso'da aynı tavrı sergilemiş.
Abısının üzüntüsünü unutmuş Đncesuların iki genç insanının yaşamlarını kaybetmesini
yazmış. Onlarla Kürdistan'ı dolaşmış. Bu da hoş bir duygu.
Đncesu ailesinede sabırlar diliyorum.
Aso iki-üç sene içinde annesini, üç abı, bir abla ve üç yağenini kaybetti. Kolay değil. Hele
uzaklardeysen, mülteciysen daha da zor. Her ne kadar Aso duygusal biri olsa da üzüntüsünü
birey olarak aşabilen biri de.
Fakat aileye telefon ettiğinizde avizeyi alanın hıçkırıkları yanındakilerin ağlamasına
karıştığında dilin damağına kavuşur. Dil dönmez. Ağızda kelimeler çıkmaz. Sadece
karşıdakilerin ağlamasını sessizce dinlersiniz. Her aviyezi alanın şaşmaz hıçkırıklarını
dinlemekten başka elinizden bir şey gelmez. Ve yavaşça telefonun kapatma düğmesine basar
kendi iç dünyanıza dalarsınız.
Makaraya sarılı yaşam tarihinizi geri çevirirsiniz. Çocukluk, gençlik anılarınızı tazelersiniz.
Doğduğunuz diyarlara uzanırsınız. Kaybetiğiniz yakınlarınızla yaşadığınız ortak sevinç ve
acılarınızı tazelersiniz. Son anlarında yanıbaşlarında niye olmadığınızın muhakemesini
yaparsınız.
Korkunç bir açmazla karşı karşıya olduğu gerçeğiyle yüzleşirsiniz. Đsmi yasak ülke ve millet
bireyi olduğunuz gerçeğiyle. Tarihte silinmek üzere inkar ve imhanın size dayatıldığı
gerçeğiyle.
Düşman barbar. Afı yok. Kendi geleceğini sizi şu veya bu yolla yok etme üzerine kurmuş.
Düşmana inat siz kendinizi geleceğe taşıma ve varolma kavgasındasınız. Bunun çabasını
verensiniz.
Koşullar zor. Sizi dünyanın dörtbir tarafına savuruyor. Canınızdan sevdiğiniz ülkenizi
terketmek zorunda kaliyorsunuz. Dönmek için çabaliyorsunuz. Tüm yollar kapalı. Önünüze
aşılmaz barikatlar dikilmiş. Aşıp yakınlarınızın sevinçlerine sevincini, üzüntülerine
üzüntünüzü katamiyorsunuz. Bu, her babayiğidin taşıyabileceği bir yük değil.
Düşman da bunu biliyor. Sizin bu zaafınızdan faydalanıyor. Son dönemlerde “ülkeye dönüş”
trajedisi bir anlamiyla buradan kaynaklaniyor. Tutulan yolun yol olmadığı bilinsede Kürd
aydın ve siyasetçileri bavulunu alıp Türk'ün “merhamet”ine sığınıyor.
Ülkemizi işgal altında tutan, milli egemenliğimizi gasp eden Türkleri “kardeş” ilan ediyor.
Kürdistan ve Kürd milletini hapseden Türk'ün devlet sınırlarıyla, sembolleriyle bir sorunumuz
yok diyorlar. Türk potin ve kepini giyerek mehmetçik oluyorlar. Üstünede para veriyorlar.
Kendi kişiliklerine ihanet ediyorlar.
Değer mi? Yapılanlar yapılmalı mıdır?
Elbette hayır!
Yüzyıllardır yabancı topuklar altında ülkemiz kirletilmektedir. Kurtarmak için yolla çıktık.
Kurtaramadık. Peki bu çabamızdan vaz mı geçelim? Sahi ne değişti ki, vazgeçelim?
Kürd milletinin hangi insani ve milli hakları alında da vazgeçelim.
Vazgeçilmemeli?
Elbette hayır! Vazgeçmiyeceğiz.
Vazgeçenlerin korkunç bir planın figüranları olduğunu söyleyeceğiz.
Türk egemenlik sistemi Kürd millet yürüyüşünü sekteye uğratmak, milli dinamiklerini yok
etmek için binbir yol ve yöntemle Kürdler üzerinde oyun oynamaktadır. Silah ve tehdit
yoluyla boyun eğdiremedikleri Kürd aydın ve siyasetçilerini sahte “barış” projeleriyle birer
piyon olarak kullanmaya çalışmaktadır. Son dönemlerde günceleşen “ülkeye dönüş” trajedisi
buna hizmet etmektedir.
Bunu nasıl sindirebiliyorlar anlamak mümkün değil.
Yaşanan rezalete karşın büyük siyasetçi pozlarını takınmaları ise işin komik yönü.
Türk polis korumacılığı altında Kürd siyasetciliği yapmayi kimseye izah edemezler bunlar.
Kendileride bunu bilirler. Bilmiyorlarsa hayat onlara öğretir. Birer Şükrü Sekban, Diyap Ağa
olup çıkarlar.
Hepimiz aile çocuklarıyız. Bizlerinde anne, baba, kardeş, bacı, eş, dost sahibiyiz. Bizler de
duygu sahibiyiz. Biz de sevenlerimize kavuşmak isteriz. Ama bizler sıradan insanlar değiliz
ki. Kürd milletinin aydını ve politikacılarıyız. Bir misyon yükledik. Misyon bitmiş olmadığına
göre Türk egemenlik sisteminin “merhametli” kucağına hangi ilkeler adına kendimizi
atabiliriz?
Hiçbir ilkede bunun yeri yok.
Yapılan her şeyden önce yapanın kendi kişiliğine ihanetidir. Bu onun sorunu der geçebiliriz.
Fakat bu tayfa Kürdler adına bu rezaletin aktörlüğünü üslenmişlerdir. Bizim deşifre etmeye
çalıştığımız rezalet bu.
Aso, yakınlarını kaybetmenin üzüntüsünü içine akıtarak bu gün yaşanan traji-komik olaylara
dikkat çekmeye çalışıyor. Tuzlu raflarda unutulmaya bırakılmış kitaplarda geçmişte bugünkü
yaşanılan trajedileri bize sunuyor. Herkesin ders çıkarmasını istiyor.
Aldıran kim?
Tarih tekerür ediyor.
Kim ne yolu seçerse seçsin Aso kardeşim sen iyi yoldasın.
Birileri Türk egemenlik sisteminin “merhametli” kolları arasında kişiliksiz bir yaşam aramaya
koşa dursun sen acılarını içine gümeyide, dik durmayıda bilensin.
Đyi ki varsın!
3 Ağustos 2011

Benzer belgeler