ŞAİRLERİN DİLİNDE VE TELİNDE ZİLE
Transkript
ŞAİRLERİN DİLİNDE VE TELİNDE ZİLE
ÂŞIK TARZI ŞİİRLERDE UYAK VE REDİF SORUNU* Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI Edebiyatımızda, “uyak nedir,uyak çeşitleri hangileridir, kafiye mi, uyak mı, ayak mı diyelim, redif nedir?” soruları uzun zamandır edebiyatçıların zihinlerini kurcalamaktadır. Kimilerince çeşitli nedenlerle dile getirildiği halde konu yeterince irdelenmemiş, sorun, göz ardı edilmiştir. Saim Sakaoğlu, “Halk Edebiyatında Kafiye Meselesi” adlı makalesinde bu konunun ciddiyetini vurgulamış ve bu konuya açıklık getirilmesi gerektiğini söylemiştir.1 Yine, “Âşık Edebiyatında Yarım Kafiyeden Daha Zayıf Kafiye Var Mıdır?” adlı bildirisinde de konunun önemini çarpıcı örneklerle vurgulamıştır. Uyak sadece halk edebiyatında değil divan edebiyatı gibi diğer edebi disiplinlerde de önemli bir sorundur. Uyağın bugünkü tanımı için belli başlı edebiyat bilgileri kitaplarındaki tanımlara baktığımızda: En az iki dize sonunda, anlamca ayrı, sesçe birbirine uyan iki sözcük arasındaki ses benzerliğidir.2 Biçiminde odaklaşan ortak bir tanımla karşılaşırız. Şiirimizin geçmişi incelendiğinde bu tanımın ya yetersiz olduğu, ya da bazı örneklere ters düştüğü görülmektedir. Biz, bu tanımın doğruluğunu ya da yanlışlığını eski Türk şiirimiz, divan şiirimiz, anonim halk şiirimiz ve aşık şiirimizden örneklerle açıklama yoluna gideceğiz. Uyağın ders kitaplarında yer almış genel tanımı, Dize sonlarında, anlamları ayrı sözcükler arasındaki ses benzerliğidir. Bizce, şiirin yapı taşlarından biri olarak kabul edilen; Yahya Kemal’e göre şiir denilen ağacın kökü sayılan ve kuşun kanadına teşbih edilen uyak, bu kadar dar bir kalıba sokulmamalıdır. Onu böyle tarif etmek, şiir sanatındaki gücünü ve önemini azaltmaktadır. Uyağı tanımlamak için önce şiiri tanımlamak, uyak ile olan bağını belirtmek ve oradan yola çıkarak da uyağın edebiyatımızdaki seyrini gözden geçirmek gereklidir. Dil, insanlararası iletişimi sağlar. İletişim sağlamada birçok öğe kullanılır. Bu öğelerden biri de şiirdir. Şiir, doğal dilin, günlük dilin ilginç ve büyülü bir karışımıdır. Bu öyle bir karışımdır ki günlük yaşamda çirkinliği anlatan sözcüğü bile en anlamlı sözcük haline getirebilir. Şiir, doğadaki seslerin birleşmesinden oluşmuş bir beste gibidir. Bu beste her okuyanda farklı tadlar bırakır. Aslında uyak konusundaki sorunların temeli, şiirin bu anlaşılmaz gizeminde saklıdır. Çünkü şiir, ses ve anlamın ayrılmaz bütünlüğünde oluşur. Uyak, Türk Şiirinde ilk dönemlerden beri yer alan bir unsurdur. Uyak, şiirde bezeme, süsleme yani ahenk sağlama unsurudur. Şiirde anlamı ve sesleri birbirinden ayıramayız. Bu yüzden uyak, şiire sonradan eklenen bir yapı elemanı değildir. Uyak, şiiri oluşturan her biri önemli olan sözcüklerin sıralanışıyla ilgili bir durumdur. Yani bir araçtır. Ancak bazı dönemlerde şiirde, bazen tek bir harfi kapsayan uyağın önemi büyütülmüş, uyak şiirde belirleyici rol oynar hale gelmiştir. Özellikle divan edebiyatımızda bulunan uyağa şiirler yazıldığı olmuştur. Söz konusu durum âşık edebiyatının âşık karşılaşmalarında da yer almaktadır. Usta aşık tarafından verilen ayağa uygun uyaklar düşürerek atışma geleneği yerine getirilmektedir. Aynı kavramı karşılamak üzere uyak, ayak ve kafiye sözcüklerinin gelişigüzel kullanıldığı Mehmet Yardımcı, Folklor/Edebiyat, 2000/3, S.13, s.77-91 ve Mehmet Yardımcı, Halk Şiiri-Âşık Şiiri-Tekke Şiiri, Ank.2002, s.315-317’den genişletilmiştir. 1 Bkz. Saim Sakaoğlu, Halk Edebiyatında Uyak Meselesi, IV. Uluslar arası Türk Halk Edebiyatı ve Yunus Emre Semineri, 11-15 Mayıs 1989, Eskişehir, s.301-305 2 Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara, 1995, s.59 * 1 görülmektedir. Kafiye uyağın karşılığı bir söz olup Türkçe değildir. En uygunu Türkçe olan uyak sözcüğüdür. Uy-kökünden gelen, uy-um, uy-gun, uy-du sözcükleriyle kökteş olan uyak sözüdür. Kimilerince uyak sözcüğü yerine gelişigüzel ayak sözcüğü de kullanılmaktadır. Ayak sözü uyak sözcüğünü tam karşılamamaktadır. Ayak ve uyak farklı kavramlardır. Doğan Kaya ayak için, “Âşık şiirinde genellikle ilk dörtlüğün ikinci mısraında başlatılan bütün dörtlüklerin son mısralarında mısranın tamamında aynen tekrarlanan sözlerle yahut yarım, tam, zengin, hatta cınaslı kafiyelerle vücuda getirilen ve dörtlüklerin mihengi durumunda olan kafiyeye denir.”3 biçiminde, Mustafa Nihat Özön’ün; “Saz şairlerinin manzumelerinde bentleri bir birine bağlayan kafiyelere denir.”4 biçimindeki tanımı ile örtüşen açıklayıcı bir tanım yapmaktadır. Âşık şiirinde uyak konusunu sağlam zemine oturtabilmek için, Türk edebiyatının genel seyri içinde şiirimizi dönemler açısından kısaca gözden geçirip bu dönemlerdeki uyakların konumuna göz atmak gerekmektedir. Dönemlere ve Edebi Disiplinlere Göre Uyağın Yeri ve Konumu İslamiyet Öncesi Türk Şiirinde Uyak Bilindiği gibi Türklere ait ilk şiir parçaları Orhun Abidelerinde yer alır. Daha sonra da Uygur edebiyatına ait malzemelerde manzum parçalarla karşılaşırız. Türk edebiyatında ilk şiirler hakkında bilgilerimiz Fuat Köprülü’nün verdiği bilgilere dayanmaktadır.Bu şiirler dini ayinlerde meydana gelen şiirlerdir. İlk konular ise dini konular, sagular ve didaktik unsurlardır.5 Elimizde bulunan ilk ilahi adeta aynı seslerin yinelenmesinden oluşmaktadır. Bu da Türk şiirinde ahenk unsurunun ne kadar önemsendiğinin bir kanıtıdır. Tang tengri kelti Tang tengri özi kelti Tang tengri kelti Tang tengri özi kelti Körügme kün tengri Tang tengri Siz bizni küzedingri Yıdlıg yıparlıg Körünügme ay tengri Yaruklug yaşukluk Siz bizni kurtarıng Tang tengri Tang tengri6 Şiirde t,n,g,r,k seslerinin kullanımı bir ahenk oluşturmaktadır. Melikov’a göre eski Türk şiirinde esas olan yatay ve dikey “aliterasyon”lardır. Tuva, Hakas, Altay edebiyatlarında aliterasyon başlıca ses öğesi olarak, kıta içinde yeni mısranın başladığını belirten bir çeşit ses işaretidir. Türk edebiyatında ise aliterasyon yerini uyağa bırakmıştır. Bu dönem şiirleri daha çok dini içeriklidir. Dörtlüklerle yazılmıştır. Uyak da genel olarak baştadır. Anın amtı upasilar a Buşı birser bay bolur tip Tütüş keriş ün çogug Ançakıya seringler Burkanlarnıng yarlıgı ol Tözintin berü ıdalap Atı kötrülmiş nomlamışı Bu birkiye nom kentü Tözünlernig ornında Adruk bu nomug tınglanglar Bulunçsuz erdini ermez mü Töşenip ornanıp eringler7 Örneklerde de görüldüğü gibi edebiyatımıza ait ilk şiir örneklerinde uyak, genel olarak başta bulunmaktadır. Osman Fikri Sertkaya da bunları baş kafiye olarak adlandırıp, baş uyağın göz için olduğunu düşünür.8 Günümüzde yapılan uyak tanımına göre biz bu şiirlerde uyak yoktur mu diyeceğiz? Doğan Kaya, Âşık Şiirinde Ayakla İlgili Problemler, Türklük Bilimi Araştırmaları, Sivas, 1999, S.8, s.335-348 4 Mustafa Nihat Özön, Edebiyat ve Tenkit Sözlüğü, İstanbul, 1954, s.27 5 Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, İst. 1981, s.66-69 6 Reşit Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ank.1986, s.8 7 Talat Tekin, Türk Dili, (Eski Türk Şiiri Özel Sayısı), Ocak 1986, S.409, s.28 8 Osman Fikri Sertkaya, Eski Türk Şiirinin Kaynaklarına Toplu Bir Bakış, Türk Dili (Eski Türk Şiiri Özel Sayısı) Ocak 1986, S.409, s.43 3 2 Âşık şiirimize kaynaklık eden, edebiyatımızın atası sayılan bu dönemdeki şiirleri nasıl ele alacağız? Reşit Rahmeti Arat, genellikle tek sese dayalı olan bu uyakların daha sonraki devirlerde sona kaymasını vurguya bağlar ve şöyle açıklar: “Kafiyeyi teşkil eden hece, ancak diğer hecelerden farklı ve daha kuvvetli telaffuz edildiği vakit bir ahenk unsuru olabileceğine göre bunların vurgu altında toplanması şarttır. Bugün mısraların sonunda bulunan kafiye, türkçenin bugün için tabii olan kelime vurgusuna uymaktadır. Türkçe’de esas vurgu kelimenin sonunda, ikinci derecedeki vurgu ise, kelimenin başındadır. Kelime orasındaki heceler, umumiyetle vurgusuz olup, bu hususiyetlerinden dolayı, telaffuzda çok defa düşmektedir. Eski Türk şiirinde kafiyenin mısraın başından sonuna geçmesi de bu vurgu keyfiyetinin inkişafı ile ilgili olacaktır”9 Doğan Kaya, bu sebebi isabetli bulur. Fakat Türk edebiyatının Arap ve Fars edebiyatları ile ilgili olan ilişkisini de göz ardı etmez. Bu kaymanın yüzyıllar boyu sürdüğünü ifade eder.10 Tunca Kortantamer de dize başı uyaklarını “kelime başı ses tekrarı” olarak niteler ve onların tonlama ve anlamaya katkıda bulunan küçük süslemeler olduğunu belirtir.11 Vasfi Mahir Kocatürk ise dize başlarında, ortalarında ve sonlarındaki ses yinelemelerini uyak olarak belirtir.12 Dize başı ve dize içi uyaklara Divanü Lügeti’t Türk, Atabetü’l Hakayık ve Kutudgu Bilig’de sıkça rastlanmaktadır. Doğan Kaya, “Dede Korkut’taki manzum parçaların çoğu, mani inancına sahip Uygur şairlerinin şiirlerinde olduğu gibi mısra başı kafiyelidir.”13 deyip örneklerle göstermektedir. Âşık Paşa’nın da şiirlerinde baş uyak kullandığı ve birçok âşığın şairnamelerde ve elifnamelerde baş uyaklara yer verdiği bilinmektedir. Bu bilgilerden ve incelenen örneklerden halk edebiyatının ilk ürünlerinin biriminin dörtlük olduğu görülmektedir. Aynı zamanda bu dönem şiirlerinden itibaren günümüzde “redif” adıyla tanıdığımız anlamları aynı olan sözcükler arasındaki ses benzerliğine de rastlanmaktadır. Muallim Naci, “Redif bize Acem’den geçmiştir.” dese de bu devre ait şiirler redifin Türk Edebiyatı’nın kendi malı olduğunun bir kanıtıdır. İsmail Habib Sevük de “Redif, Türk halk nazmının en eski ve asil bir unsurunu teşkil ediyor” demektedir.14 Zaten Arap nazmında redif yoktur. Dize sonlarında, önce uyağın, sonra redifin bulunması kuralı Eski Türk Şiiri’nde geçerli değildir. Dize sonunda uyak olmamasına rağmen redif bulunabilir. Kökerip turur körklüg ta_ta Köngül yaraşı a_lak orun-ta Köp yigi telim sögüt-lüg erip Köpirip turur kölmen savluk-ta Reşit Rahmeti Arat, a.g.e. s.156 Doğan Kaya, Dede Korkut’ta ve Türk Halk Şiirinde Mısra Başı Kafiyeleri, Bayburt Dede Korkut 4. Kültür Sanat Şöleni Tebliği, Temmuz 1998 11 Tunca Kortantamer, Türk Şiirinde Ses Konusunda ve Ses Gelişmesinin Devamlılığı Üzerine Genel Bazı Düşünceler, Eski Türk Edebiyatı Makaleleri, Ank. 1993, s.307 12 Vasfi Mahir Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, Ank. 1970, s.20-21 13 Doğan Kaya, a.y. 14 İsmail Habib Sevük, a.y. 9 10 3 örneğinde, uyak olmamakla birlikte, redif (-ta bulunma durum eki) vardır. Eski Türk Şiiri’nde, redif için uyak ön koşul değildir. Bu şiirde baş uyak (K harfiyle sağlanan) vardır. Eski Türk Şiiri’nde ahengi sağlamak için, dize başı uyakları esas olmakla birlikte, ses tekrarlarına yani aliterasyonlara da sıkça yer verilir. Şinâsi Tekin bu aliterasyonları konumlarına göre şu şekilde adlandırır: Eğer ses tekrarı dize başındaysa, “kıta aliterasyonu “; beyit başındaysa, “beyit aliterasyonu”; dize içindeki sözcüklerdeyse, “iç aliterasyon”; redifler ise, “gramer aliterasyonu”dur.15 Eski Türk Şiiri’nde baş uyak esas olmakla birlikte, dize sonlarında da uyaklara rastlanmaktadır. Öng başlap adkan_u-larka bilig-ler kaçar Öküş kara ayı_yol-lu_uru_-u_saçar Öglüg kişi istim tutçı yaşmak-sız baçar Öseliksiz yig nırvan-nıng kapı_-ın açar Yukarıdaki dörtlükte “Ö” harfiyle sağlanan baş uyakla birlikte; dize sonlarında da “aç” sesleriyle sağlanan uyak bulunmaktadır. Uyağın ardından gelen “-(a)r” geniş zaman eki redif olarak yer almaktadır. Maniheist Uygur edebiyatına ait: Tüpinte ol ok ma ölmeki bar Tünerig tamuka tüşmeki bar Tümenlig yekler kelir tiyür Tumanlıg yekler ayar tiyür16 biçiminde dörtlüğe bakıldığında, baştaki “tü” sesinin uyağı; sondaki “meki bar/ “-r tiyür” bölümlerinin de redifi oluşturduğu açıkça görülmektedir. Budizm etkisinde oluşan şiir örneğine baktığımızda: Burka kentü köngül erür kongül ok burkan Bularnı mat bölser bolur sansar-ta turgan Bodulmasar ikigü-ke bulur ol nırvan Bu bir sözni setirek boldı bakşı-ta sorgan”17 Budist şiirlerde de uyağın dizelerin değişik yerlerine yayıldığını görürüz. Bizce bu bir rastlantı değildir. Görüldüğü gibi uyak, sadece dize sonunda oluşan ses benzerliği değildir. Bu dönemde dize sonunda benzerlikler rediftir. Örnekler ve açıklamalardan hareketle İslâmiyet öncesi devreye ait şiirlerdeki uyaklarda, kullanıldıkları yer ve cinsleri bakımından üç değişik özellik görülmektedir. Bunlar: a. Uyak dize başında iken aynı harf ya da hecelerin yinelenmesi biçiminde olup aliterasyondur. b. Uyakların başta bulunmaları durumunda sonda redifler yer almaktadır. c. Başta yarım uyaklar ya da aliterasyonlara, sonda ise redifli uyaklara yer verilmiştir. Bu tarz uyak sistemine islâmi dönem şiirlerde de sık sık rastlanmaktadır. Tekin Şerif, Uygur Edebiyatının Meseleleri, s.28-29 Tekin, a.g.e. s.17 17 Arat, a.g.e. s.120 15 16 4 İslami Dönem Türk Şiirinde Uyak 11- 12. Yüzyıl Türk şiiri Bu dönem İslamiyet’in kabul edildiği ve Türk edebiyatının Arap ve Fars edebiyatı ile etkileşime girdiği dönemdir. Bu dönemdeki şiirlerde de baş uyak yanında dize sonu ve iç uyağa rastlanmaktadır. Keldi esin esneyü Kadka tükel osnayu Kirdi bodun kasnayu Kara bulıt kükreşür Ördi bulıt ıngraşu Aktı akın möngreşü Kaldı bodun tanglaşu Kükrer takı mangraşur18 Birinci dörtlüğün sonundaki “yu” ve ikinci dörtlükteki –u eki rediftir. Koyu yazılanlar uyaktır. Bu örneklerde iç uyak çok belirgin değil ama yok da değil. (i/a; i/ı sesleri ve n sesiz harfleri) Kutadgu Bilig ve Atabetül Hakayık’ta benzer bir durum göze çarpar Uyak ve ses tekrarları şiirin geneline yayılmıştır. Sonda genellikle redif bulunur. Ne ergü iş erdi ölüm bolmasa Ne körklüg iş erdi kişi ölmese Kutadgu Bilig19 Biliglig biligni edergen bolur Bilig tatgın ay dost biliglig bilür Atabetü’l - Hakayık20 Dede Korkut anlatmalarındaki manzum parçalarda da ses tekrarları ile dize başında ve sonunda yer alan uyaklar görülür. Kanlu kafir iline dünin girdün Kara buğa geldüğinde hurdahaş eyledün Kağan aslan geldüğinde bilini bükdün Kara buğra geldüğinde ne kiçdün21 biçimindeki örneklere bakıldığında, günümüzde bilinen uyak tanımı eksiktir. Uyak önce dize başında oluşmuş, daha sonra içten sona doğru kaymıştır. Bunda Türkçe’nin vurgu sistemi ve diğer edebiyatlarda olan etkileşimi erken olmuştur. İlk şiirlerde Dede Korkut’a kadar verdiğimiz örneklerde uyağın işlevini ve yerini görmek mümkündür. Uyak ile redif ayrımı önemlidir. Bizce uyak genel bir ifadedir. Redif, uyağın bir türü olarak ele alınabilir. Fakat soruna şiirin anlam boyutundan değil, musiki boyutundan yaklaştığımızda ise uyak ve redif ayrımının da gereksiz olduğu gözden kaçmaz. Bu nedenle âşıklar uyukla birlikte redifin oluşturduğa müzikaliteye ayak deme eyilimindedirler. Bir bakıma da davranışları doğrudur. Gelişigüzel seçtiğimiz bu örneklerde uyakların, dizenin her yerinde kullanıldığını gördük. Anlamları aynı da olsa bu sözcükler ahenk oluşturmak için seçilmiştir. Şiirde bir müzikalite oluşturur. Uyak zaten bir dışı yapı unsurudur. İç yapı unsuru olan anlamla birleştirmek ya da tanımlamak yanlış bir tutum olmaz mı? Daha sonraki devirlerde Türk edebiyatı bilindiği gibi, iki ayrı disiplinde gelişmiş, şiirimiz de bu ayrılık, biçim ve içerik bakamından bazı farklar doğurmuştur. Biz de uyağın gelişme seyrini, bu iki edebi disiplinde ayrı ayrı gözden geçirmenin yararlı olacağı kanısındayız. Divan Şiirinde Uyak Reşit Rahmeti Arat, Eski Türk Şiiri, Ank. 1986, s.87 Reşit Rahmeti Arat, Kutadgu Bilig, I Metin, TDK, Ank.1999 20 a.g.e. s.87 21 Muharrem Ergin, Dede Korkut Kitabı I, Ank. 1997, s.191 18 19 5 Divan edebiyatı, Arap ve Fars edebiyatlarının etkisiyle şekilenmiştir. Bu dönemden itibaren uyağın daha belirgin bir biçimde sona kaydığı görülür. Uyak düzeni, biçim açısından gazellerde, kasidelerde, şarkılarda, birliği sağlar. Yapılan uyak tanımı da aynıdır. Divan şiirinde uyaklar, hurûf-ı uyak denilen 9 harfe göre sınıflandırılır: revi, te’sis, dahil, redif, kayd, vasl, huruc, mezid, naîre. Bu dokuz harfte Arap harfli yazılış esastır. Kısaca bunlara değinecek olursak, uyakta asıl harf revidir. Revî harfinden sonraki benzer harflere, yani uyağı oluşturan harflere, reviye olan yakınlık sıralarına göre redif, tesis, dahil, ve kayd denir. Reviden sonra gelen ilk harfe vasl, ikinci hurûc, üçüncüye mezid, dördüncüden itibaren ne varsa hepsine birden naire adı verilir. Uyaktan yani revi harfinden sonra gelen aynı anlam ve görevdeki harflerin hepsine de “redif” denir. Divan şiirinde uyak, önemli bir husustur. Öyle ki yazılışları aynı olan ama harekeleri değişik olan sözcükler arasında uyak yapılmamış ve bu, bir kusur sayılmıştır. Çeşitlerine göre de dörde ayrılır: sinâd, ikvâ, ikfâ, itâ.22 Aynı zamanda uyağı oluşturan sözcüklerin aynı türden olmasına da dikkat edilmiştir. Ayrıca rediften sonra da uyak gelmez. Bu konu, biraz karışık görülse de uyağı bir sistematiğe oturtması açısından önemlidir. Fakat zamanla bu durum, uyağın kulak zevkine değil; göz zevkine hitap etmesine sebep olmuştur. Örneklere bakıldığında: Acep bu derdimin dermanı yok mu Ya bu sabr etmeğin oranı yok mu Dehhanî’nin bu beyitinde, “n” harfi revîdir. Reviden sonra hareketli elif geldiği için, bu redifli uyak adını alır. “-ı yok mu” lar da redifi oluşturur. Dize içinde de uyak vardır. (-ın, -in) Âşık Paşa’nın Garibnâme’sinden aldığımız: Varmadan erer idik her menzile Korkusuz girer idik her mahfile Bu beyitte, öncelikle “l” harfi revidir. “i” olduğu için redifli uyak sayılır. “e” sesi aynı görevde olduğu için rediftir. Fakat bu şiirde rediften sonra uyak gelmiştir. Uyağın sadece dize sonunda olmadığını görüyoruz. Divan şiirinin en güçlü temsilcilerinden biri olan Fuzuli’nin şiirlerinde de benzer özelliklerle karşılaşırız. Örneğin: Hâsılım yoh ser-i kuyunda belâdan gayrı Garazım yoh reh-i aşkında fanâdan gayrı biçimindeki beyitte revi harf eliftir. Diğerleri de redif görevindedir. Divan şiirinde ses benzerlikleri daha çok redif olarak karşımıza çıkar. Özellikle de bazı kasideler yazıldığı redifin adıyla anılır: Kerem kasidesi, Su kasidesi v.b. Divan nazmında iki uyaklı dizelerden oluşan manzumelere zülkavafi denir. Eğer dizenin içinde fazladan yapılan bir uyak varsa o da: Mey ateş-i seyyaledir mina kadehle laledir Ya gonca-i pür jaledir açmış nesimi subhdem örneğinde olduğu gibi iç uyak olur. 22 Ayrıntılı bilgi için bkz. Cem Dilçin, a.g.e. s.59-71 6 Uyağı sadece dize sonlarında aramanın yanlış olduğu açıktır. Divan şiirinde güzel örneklerini gördüğümüz musammat gazeller görüşümüzü kanıtlayan ilginç örneklerdir. Halk Şiirinde Uyak Halk şiirinde uyak, ayak terimi ile anılır. Fakat, daha önce belirttiğimiz gibi bu yanlış bir yargıdır. Çünkü şık şiirinde ayak terimi ile bir şiirin dörtlüklerinin son dizelerindeki uyak kastedilir. Buna ana uyak diyenler de vardır. Ayakta redif + uyak biraradadır. Uyakta genellikle dize başında olur. Gurbet ele düştü yolum Ağlayıp gezer yürürüm Efkar ile deli gönlüm Dağlayıp gezer oldum Âşık şiiri sözlü bir geleneğe dayandığı için de kulakta hoş bir uyum bırakan ses benzerlikleri aşıklar için uyak olmuştur. Bu aynı zamanda uyağın kulağa hitap ettiğini göstermektedir. Saim Sakaoğlu, “Kafiye kelimesinin âşık edebiyatımızdaki karşılığı ‘ayak’tır. Âşılar atışmadan önce bir birbirine ‘ayak açarlar’; bir yarışma şeklinde olan atışmalarda ise ilgililerden ayak isterler. Yine onlara göre ayaklar, kafiyeli kelimelerin azlığına ve çoğunluğuna göre, ‘kapanık ayak’, ‘dar ayak’, ‘geniş ayak’ gibi dallara ayrılır. Son yıllarda ‘uy-‘fiilinden türetilen ‘uyak’ ile ‘ayak’ arasında herhangi bir yapı benzerliği yoktur.23 diyerek bizim de katıldığımız görüşü ortaya koymaktadır. Bugüne kadar yapılan ve okullarda öğretilen uyak tanımlarının çoğunda dize sonlarındaki sözcüklerin anlamlarının ayrı olması koşulu vardır. Kanımızca bu yargı doğru değildir. Çünkü: Sözünle dâima ratbü’l lisanım Sözünden kalmasın hâli zebanım biçimindeki beyitte; “lisan”, Arapça’da; “zeban” ise Farsça’da dil demektir. Kural gereği, birbiriyle böyle ahenkli iki sözcüğü anlamca ayrı değil diye uyaksız kabul etmek doğru mudur? Bizce bu beyitteki “lisan” ile “zeban” sözcükleri uyaklıdır. “ım” ekleri ise rediftir. Tahir-ül Mevlevî’nin Edebiyat Lügati’nde: “Divan şiirinde: Sair lüsün-i atikanin hep Menkulâtı olur müretteb beyitinde olduğu veçhile (p) ile (b)’nin takfiyesi kusur addedilir ve yapmak cür’etine ‘ikfa’ denilirdi”. Dediği şekilde halk şiirinde, divan şiirinde olduğu gibi katı kalıplar olmadığı için, birbirleriyle uyaklı sözcüklerin ikisinin de aynı türden olma zorunluluğu yoktur. Bir adla bir eylem de uyaklı olarak kullanılabilir. Örneğin; Karacaoğlan der ki garibim garip Garibin halinden ne bilsin tabip Akşamdan soyunup koynuna girip Boynuna dolana kollar öğünsün Karacaoğlan’ın bu dörtlüğünde –“ip” sesiyle sağlanmış olan tam uyak söz konusudur. Birbiriyle uyaklı olan bu sözcüklerden “garip ile tabip” adken, “girip” eylemdir. Saim Sakaoğlu, Halk Edebiyatında Kafiye Meselesi, IV. Uluslararası Türk Halk Edebiyatı ve Yunus Emre Semineri, 11-15 Mayıs 1989, Eskişehir. 23 7 Bu örnekten hareketle, “halk şiirinde uyaklı olan sözcüklerin mutlaka aynı türden olma koşulu yoktur.” şeklinde bir kural çıkarabiliriz. Daha önce Eski Türk Şiiri’nde rastladığımız baş uyağa, halk şiirinde de rastlamaktayız. Ancak, halk şiiri’nde baş uyak bulunan dizelerin sonlarında genellikle uyaktır. Himmeti bu imiş bize pîrlerin Hizmetini ettim nice mîrlerin Hayli müsellimin çok vezîrlerin Sayesinde bir Dertlî’lik kazandım Âşık Derli’den aldığımız bu dörtlükte “H” sesiyle sağlanan baş uyakla birlikte, dize sonlarında da uyak redif bulunmaktadır. Dize sonlarında yer alan çoğul eki ve ilgi durum eklerinden oluşmuş olan “lerin” yapısı rediftir, rediften önce gelen “ir” sesleri de “î”nin uzunluğundan dolayı zengin uyaktır. Yine: Beli ince boyu uzun Yüzü hubdur sözü mevzun Dili sihri okur efsun Gönlümü verdi yağmaya24 Yukarıda Kul Nesimî’den aldığımız bu dörtlükte şairimiz hem mısra başında 3. Teklik kişi ekini kullanarak redif yaparken dize sonlarında z ve s sızıcı ünsüzleriyle de uyak yapmıştır. Burada da görüldüğü gibi âşık için önemli olan sessizlerin uyumudur öyle ki aşık başka harflerden dahi faydalanarak yapabiliyor. Bu durum tanımındaki “dize sonlarında ses benzerliği “ biçimindeki bazı yanılgılara yol açan ders kitaplarındaki tanımları da çürütmektedir. Uyağın sadece dize sonlarında olmadığı konusunda ilginç bir örnek de Pir Sultan Abdal’da bulunmaktadır. Ey benim sarı tamburam Sen ne içün inilersin İçim oyuk derdim büyük Ben anın çün inilerim Bu dörtlükte, dize sonlarında birbiriyle ses benzerliği olan herhangi bir sözcük yoktur. Ancak bu nedenden dolayı dörtlük “uyaksızdır” ya da “serbesttir” diyerek geçiştiremeyiz. Dörtlükte geçen “ ne için-anın çün, oyuk-büyük, derdim-inilerim” sözcükleri birbirleriyle uyaklıdır. Bu dörtlükte iç uyak bulunmaktadır. Yine; Bir zaman anama erlik eyledim Bir zaman hıfzetti pederim benim Biz zaman babama avretlik ettim Bir zaman taşıdı maderim benim25 Aşık Hasan Dede’ye ait bir Şathiyeden alınan yukarıdaki dörtlük adeta söz oyunlarıyla iç içe bir uyak örneği sayılabilir. Öyle ki, Âşık Hasan Dede bu dörtlüğün dize başlarında bir zaman ifadesini yinelerken, 1. ve 3. dizelerde anama ve babama sözcükleri ile 2. ve 4. dizelerde pederim ve maderim sözcükleri ile iç uyağa ilginç bir örnek oluşturmuştur. Doğan Kaya uyak konusunda: "Türk halk şiirinde uyaklar, başlangıçta gördüğümüz basit şekillerin tersine, zamanla ilerleme kaydederek çok yönlülük göstermiştir. Bilhassa âşık tarzı şiir geleneğinde karşımıza çıkan, şiirde birden fazla kafiye kullanma kaygusu bunlardan biridir."26 görüşünü ileri sürmekte ve çok uyaklı şiirlere ilginç örnekler işaret etmektedir. Cahit Öztelli, Kul Nesimî, Ank. 1969, s.25 Tahir Kutsi Makal, Âşık Hasan Dede, İst. 1995, s.75 26 Doğan Kaya, "Türk Halk Şiirinde Çok Kafiyeli Şiirler", Türk Halk Kültürü Araştırmaları, l991/2, Ankara l991, s.54 24 25 8 Âşıkların şiirlerinde uyakları hep dize sonlarında aramak gelenek haline gelmiştir. Oysa bu şiirlerin çoğunda çok uyak bulunmaktadır. Çok uyaklara genellikle âşık karşılaşmalarında rastlanmaktadır. Âşıklar atışmalarda açılan ayağa aynı ayakla cevap vermek zorunda olduklarından usta âşıklar karşısındaki âşığı zor durumda bırakmak için muamma, lebdeğmez ve dar ayak gibi usullere baş vururlar. Genellikle de çok uyak kullanırlar. Uyakların sayısı iki, üç ve dört uyak olabilmektedir. Bunlar: l. Çift uyaklı şiirler a. Dörtlük içi çift uyaklar: Genellikle musammat koşma, musammat semaî, ayaklı koşmalarda görülmektedir. Dörtlük içi çift uyaklı şiirlerin güzel örneklerine Tokatlı Gedaî, İzzetî, Kusurî, Hüznî, Yesarî, Âşık Ömer, Erzurumlu Emrah, Zahmî, Serdarî, Hicranî, Feymanî, Sefil Selimî ve İsmetî'nin şiirleri arasında rastlanmaktadır. Örnek: O hüma tabiat / o tavus suret Böyle peri sıfat / bir huri siret Bu kadar letafet / böyle nezaket Salar aklı baştan bir yana dilber Hele tir-i müfgân / uşşaka ziyan Dideler el aman / cellad-ı zaman Nedir ol sim gerdan / gel söyle canan Uğrattı çokların ziyana dilber Böyle mah cemali / fülfül-i hali Öyle ruh-i ali / leb-i zülali Kadd-i nev nihali / gabgab-ı balı Virseler değişmem cihana dilber O kalem kaşların / inci dişlerin O mine döşlerin / yâr cümbüşlerin O sırma saçların / nim bakışların Eyledi HÜZNî'yi / divane dilber27 b. Dörtlük sonlarında çift uyaklar Ana uyak çift olup şiir boyunca her dörtlüğün son dizelerinde yinelenmektedir. Örnek: Ahu gözlüm tut elimden Vaz geçmeden emelimden Aşkın beni temelimden Yıkmadan gel yakmadan gel Derde salmadan başımı Noksan etmeden işimi Damla damla gözyaşımı Dökmeden gel akmadan gel Göz değmeden yapımıza Yıkılmadan tapımıza Kara deve kapımıza Çökmeden gel ıkmadan gel Keder bağlamadan zincir Bağlar ise gönül incir Ölüm ocağıma incir Dikmeden gel ekmeden gel Bu ayrılık telimizi Bulandırır selimizi 27 M. Öcal Oğuz, Yozgatlı Hüznî, Ankara l998, s.161 9 Hasret gurbet belimizi Bükmeden gel bıkmadan gel Feymanî'yim kaçma benden Usanmadı gönül senden Ecel tatlı canı tenden Çekmeden gel çıkmadan gel28 c. Farklı sözlerden oluşan çift uyaklar Çift uyaklı şiirlerin farklı seslere dayalı olanları da bulunmaktadır. Bu şiirlerde dördüncü dizelerdeki çift uyaklar farklı seslerden oluşmaktadır. Farklı seslerden oluşan çift uyağın güzel örneklerine Zileli Talibî, Tokatlı Nurî, Silleli Sururî, Hasretî, Sefil Selimî ve Şeref Taşlıova'nın şiirleri arasında rastlanmaktadır. Örnek: Bülbül oldum her dem işim ah ü zâr Açılmadık gonca gülde figanım Zikr ü virdim edüp bir ism-i nigâr Rûz ü şeb okurum dilde cananım Her bir âşık birer mahbub buldular Ahd ü eman verüp hüccet aldılar Tekye-i hüsnünde şehid oldular Ah zalim ben de bu yola kurbanım Tığ - gamın bu sîneme basarsa İşte bıçak işte hançer keserse İşte kemend işte kendir asarsa Zülf-i dâra geldim belde urganım Kul olanlar elbet işler kusuru Şah olan affeder gözlerim nûru Öldürürsen öldür kâil Sururî Mühürlenmiş durur elde fermanım29 2. Üç uyaklı şiirler Ana uyakları üç sözcük ya da söz öbeği ile oluşmuş şiirlerdir. Bu şiirlerin kimilerinde uyakların üçünün de aynı sese dayandığı, kimilerinde uyakların üçünün de farklı seslere dayandığı görülür. Yozgatlı Hüznî, Reyhanî, İsmetî, Erzurumlu Gülhanî, Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova ve Âşık Tanrıkulu'nun bu tarzda söylenmiş güzel şiirlerine rastlanmaktadır. Örnek: İki satır üç kafiye açalım Meziyet milliyet merhamet olsun Hakikatin sırlarına geçelim Metanet mealet maharet olsun Bugün bir güzele çiçek götürdüm Bahçeden almadım kendim bitirdim Sözüme başladım sohbet yetirdim Melamet mülakat mücerret olsun REYHANî'yim sohbetime başladım Ciğerimi ateşlere haşladım Yazık oldu bu sohbeti boşladım 28 29 Âşık Feymanî, Ahu Gözlüm, Ankara l989, s.18 Sadettin Nüzhet [Ergun] , Silleli Sururî, İstanbul (tarihsiz) s.26 10 Mazeret mağrifet muhsiyet olsun30 Farklı seslerden oluşan üç uyağın güzel bir örneğini Âşık Tanrıkulu, Şeref Taşlıova ve Murat Çobanoğlu bir atışmada şu şekilde vermiştir: Tanrıkulu: Ş. Taşlıova: Bir sevdayla feryat eder bu gönül Bir sofraya el uzattık beraber Dudak kurur yüz dertlenir dil söyler Bardak kurur kız dertlenir hâl söyler Arı çiçek çiçek gezer dolanır Bir yaylada çadır kurdum dostumla Budak kurur öz dertlenir bal söyler Çardak kurur düz dertlenir el söyler M. Çobanoğlu: Tanrıkulu: Bu nasıl hizmettir geldin araya Tanrıkulu kazılmış mı mezarım Parmak kurur az dertlenir kol söyler Dertlerimi dilim dilim yazarım Sen beraber biçtin mi bu tarlayı Yâr peşinde ben boşa mı gezerim Orak kurur haz dertlenir bel söyler Ayak kurur diz dertlenir bel söyler 3. Dört Uyaklı Şiirler Aynı dize içinde dört uyağı birlikte bulunduran şiirler bugüne kadar Yaptığımız uyak tanımlarındaki -dize sonundaki ses benzerliği- ifadesini rafa kaldırmaktadır. Örneğin: Cevlanî: Müdamî: Hurufat usulü tekellüm açak Hurufatın metin mücevherli taş As’ta es’te is’te Us’ta mânâ var Hakiki âşıkız değiliz kallaş Kelamdan dür dökek cevahir açak Ras isabet res yuf çekme rös de baş Pas’ta pes’te pis’te pus’ta mânâ var Ras’ta res’te riste rös’te mânâ var biçimindeki, Cevlanî ve Müdamî’nin dörtlüklerinde aynı dizede yer alan -pas-pes-pis-pus, ras-res-ris-rös- sözcüklerindeki uyaklar bizleri halk şiirinde yeni bir tanıma gitmeye zorlamaktadır. Çok uyaklı şiir söylemek de bir hüner sayılır. Sevginin kaynağı / gönül ırmağı Gözlerimin gölü / gönlümün gülü Sönmeyen közüme benzemeyeydin İçim ateş dolu / yok çıkış yolu Saçlarımın ağı / gönlümün bağı Siz arının balı / çiçeğin dalı Sevmeyen kızıma benzemeyeydin Sen onun özüne benzemeyeydin Buralara gitmek için gelmişim Giriyorum duruyorum sırada Sararıp dökülen yaprak olmuşum Kuruyorum çürüyorum burada Yaklaşıyorum günlerin sonuna Rastlamadım bir hancının hanına Kimi görsem koşuyorum yanına Varıyorum soruyorum nerede biçiminde hünerini dizelere döken âşık, elinde sazı ile diyar diyar gezmiş, çalıp söylemiş, kimilerinin şiirleri dilden dile, gönülden gönüle günümüze kadar gelmiştir. Uzun zaman yazıya geçmemiş olan şiirlerin sonunda uyak göz için değil, kulak için kullanılmıştır. Kulak için uyak da çok tutucu değildir. Birbirine yakın sesler, uyak kabul edilir. Ustalık sergilemek için söz sanatlarına baş vuranlar: Hamiyet hürmettir hanesi hastır Yüz yılda yüz yerde yüzdük yüz yüze Halkımıza himmet Hüdadan histir Yan yana yanaştık yerdik yerildik Hırsımızın harbi hamca hevestir Yön yöne yöneldik yazdık yaz yazı Hayırsız hayaller hörler de hörler Yenildik yeniştik yardık yarıldık(Selimî) biçiminde birden fazla uyak kullananlar vardır. O kadar ki: 30 Âşık Yaşar Reyhanî, Kervan, Ankara l988, s.48 11 (1) (2) Sel aktı göl oldu yüzde yüz yüzdük Köşe bucak koştuk ter döke döke Kış geldi yaz geldi tuttuk el ele İşe sıcak koştuk yer söke söke Dal çıktı güz buldu bizde biz gezdik Hoşça kucaklaştık bar çeke çeke Kuş uçtu hız aldı gittik kol kola Baş açtı diz geldi kattık kul kula (3) (4) Söz verdik barıştık sözde tam durduk Öz sardık görüştük biz de cem kurduk Düz vardık eriştik sizde gam kırdık Yaş geçti göz doldu tuttuk kül küle Deli dolu yazdım oku düş sanma Hali yolu sezdim de ki boş kanma Kulu hali çözdüm saki boş dönme Sefil Selimi’yle sattık gül güle biçiminde; kuş-baş-yaş, uç-aç-geç, hız-diz-göz, al-gel-dol, git-kat-tut, kol-kul-kül Her dörtlüğün son dizelerinde yedi uyaklı şiirlere bile rastlanmaktadır. Türk halk şiirinde çok uyaklı şiirler üzerine oldukça geniş çalışma yapan Doğan Kaya'nın belirttiği gibi "Türk halk şiirinde, çok kafiye şüphesiz ki, şiire ahenk vermekte ve akıcılık getirmektedir. Bu şekilde şiir söylemek oldukça zordur. Zira âşık, kafiye yapma endişesinden dolayı mânâyı kafiyeye feda edebilir. Fakat şunu söyleyelim ki, gerek mânâ gerekse kafiye tekniği bakımından kusursuz olan çok kafiyeli şiirler, emsallerine göre daha sanatkârane, daha kalıcı ve daha mükemmeldir."31 Uyağın yeri dışında, âşık şiirinde uyakla ilgili sorun daha çok sesler arasındaki benzerlik ilişkileri ve sesli harflerle yapılan uyaklarda düğümlenir. Saz eşliğinde söylenen şiirlerde çıkakları bir birine yakın olan sesler uyak sayılır. Bu konuda Doğan Kaya’nın “Türk Halk Şiirinde Çok kafiyeli Şiirler” konulu çalışmasında yüzlerce örneğin verildiği de gözardı edilmemelidir. Sen de bir hâkim-i âlî himensin Bir avuç kanımdan geç efendim geç Mürüvvet kânısın sahip-keremsin Bakma noksanıma geç efendim geç Yukarıdaki dörtlükte geçen “geç efendim geç” sözcük grubu ile “sin” yapıları rediftir. İkinci ve dördüncü dizelerdeki rediflerden önce, uyak kullanılmamıştır. Bu durum klasik redif tanımını da çürütmektedir. Çünkü tanımlarda redifin uyaklardan sonra gelme zorunluluğu vardır. Oysa bu rediften önce uyak bulunmamaktadır. Birinci ve üçüncü dizlerde ise, rediften önce yer alan “en” ve “em” sesleri ses benzerliğinden dolayı uyaklı kabul edilirler. Bu durumda redif kavramına da göz atmanın doğru olacağına inanıyoruz. Redif için; “mısra sonlarında söz ve mana bakımından aynen tekrar edilen ek, kelime ve kelime grubuna redif denir.” ve “uyaktan sonra tekrarlanan, yazılışları, okunuşları ve görevleri aynı olan ek ya da anlamları aynı olan sözcüklere redif denir” tanımı yaygındır. Rediften önce mutlaka uyak bulunur, redif uyaktan sonra gelir biçimindeki kural da yanlıştır. Örneğin: Bir vefasız muhabbetsiz yar için Çekmedüğüm derd ü mihnet mi kaldı Sinem yarasına sarmadın ey dil Hokka-i âlemde derman mı kaldı Erzurumlu Emrah biçimindeki dörtlük okunduğu zaman kulağa hoş gelen bir ahenk olmasına rağmen; incelendiğinde bir uyak olmadığı göze çarpar. Dörtlüğün birinci ve üçüncü dizeleri serbesttir, ikinci ve dördüncü dizelerde ise yalnızca redif ‘mı kaldı’ kullanılmıştır. Rediften önce mutlaka uyak bulunur, redif uyaktan sonra gelir biçimindeki görüş çürütülmektedir. Emrah’ın dörtlüğündeki ‘mı kaldı’ yapıları rediftir. Bu yapılar çıkarıldığında geriye ‘mihnet’ ve ‘derman’ sözcükleri kalmaktadır. Bu sözcükler de Doğan Kaya, "Türk Halk Şiirinde Çok Kafiyeli Şiirler", Türk Halk Kültürü Araştırmaları l99l/2, Ankara l99l, s. 26 31 12 birbiriyle uyaklı değildir. O halde rediften önce mutlaka uyak aramak gereksiz bir saplantıdır. Bir çok şiirde redifi çıkardığınızda yalnızca tek sesin benzeştiği görülür. Yalnızca redifin yer aldığını, kendinden önce uyağın olmadığını gördüğümüz bir örnek de: Çıktım yücesine seyran eyledim Gönül eğlencesi küstü bulunmaz Dostlar bizden muhabbeti kaldırmış Hiçbir ikrarında ahdi bulunmaz Biçimindeki Pir Sultan’ın bu dörtlüğüdür. Bu dörtlükte “bulunmaz” sözcükleri rediftir. Redifte önce gelen küstü ve ahdi sözcüklerinde ise klasik uyak tanımına göre ses benzerliği yoktur. Uyağın yer almadığı redif, kabul edilir mi, amaç ses tekrarıyla ahenk sağlamaksa redif tek başına ahenk sağlamıyor mu, uyak ve redifin temeli ses benzerliğine dayanıyorsa böyle bir ayrıma gerek var mıdır? Rediften önce uyağın geldiği şiirler olduğu gibi, uyağı olmayan şiirler de vardır. Âşık şiirinde yaş destanları, elifnameler, şairnameler, dedim-dedi tarzı söyleyişler uyak konusu açısından ilginç örnekler sergilemektedir. Reyhanî’nin: Dedim bahçe dedi benem Dedim gül ver dedi olmaz Dedim arı dedi benem Dedim bal ver dedi olmaz dörtlüğünde dedim sözcükleri redif olup redif tanımını allak bullak etmektedir. Çünkü redif sözlük anlamı olarak arkadan gelen demektir. Tanımlarda da uyaktan sonra gelme zorunluluğu gösterilmektedir. Dedi sözcükleri de redif olarak gösterildiğinde ise hem tanım hem de redifin yeri açısından tüm tanımları hiçe sayan bir durum sergilemektedir. Kimine at verdin ettin süvari Kimisi alimdir kimisi cahil Kimine vermedin topal himarı Kimisi boş boğaz kimisi kamil Kimine çok verdin gamı efkarı Kimisi çalışkan kimisi kahil Kimini pirinçten temiz eyledin Kimin huylu kimin huysuz eyledin. Dedim inci nedir / dedi dişimdir Gafil ile ahil toprak ile taş Dedim kalem nedir / dedi kaşımdır Deniz ile sahil kuru ile yaş Dedim on beş nedir / dedi yaşımdır Âlim ile cahil sulh ile savaş Dedim on altıdır / dedi ki yok yok Biri birinin karşılığıdır biçimindeki dörtlüklerde de redifler, bütün tanımların aksine uyaktan önce gelmektedir. Halk şiirinde yarım ve baş uyağın yanında cinaslı uyak da sıkça kullanılan bir uyak türüdür. Buna tecnis de denilmektedir. Cinas, ses bakımından birbirine benzeyen fakat anlamları ayrı olan sözcük yada sözcük kümeleriyle yapıldığı için ayak olarak da kullanılmıştır. Nazlı yâre selam saldım almamış Almazsa gam değil almayı verisin Sevdiği Kemter’den vazgeçti ise Bergüzâr verdiğim almayı versin Kemter’in bu dörtlüğünün ikinci dizesinde geçen “almayı versin” sözcüğü “almak” eyleminin olumsuzsuyla tezlik eyleminden oluşmuş bir sözcükken; dördüncü dizede geçen “almayı versin” “elmayı versin” anlamındadır. Yazılış ve okunuşları aynı olduğu halde, anlamları ayrı olduğu için uyaklı kabul edilirler. Hatta cinaslı uyak, Halk Şiiri’nde o kadar yaygınlık kazanmıştır ki anonim halk edebiyatında cinaslı mani diye bir tür bile oluşmuştur. Gül erken Bilmem ki yaz mı gelmiş Niçin açmış gül erken Aklımı kayıp ettim Nazlı yarin gülerken 13 Cinaslı mani türüne örnek olan yukarıdaki manide geçen “gülerken” sözcülerinden birisi gülün erken açtığı belirtirken diğeri gülme eylemini ifade etmektedir. Buraya kadar uyağın sadece mısra sonlarında bulunmadığını kanıtladık. Redif için yapılan tanımların da tutarsız olduğunu, yeni bir redif tanımının da gerekliliğini gösterdik. Şimdi ise uyak çeşitleri arasındaki tutarsızlıklara değinelim: Âşık şiirinde uyak ile ilgili sorun daha çok sesler arasındaki benzerlik ilişkileri ve sesli harflerle yapılan uyaklarda düğümlenir. Saz eşliğinde söylenen şiirlerde çıkakları birbirine yakın olan sesler uyak sayılır. Halk şiirinde, daha çok yarım uyak yaygındır. Buna assonans da denir. Sözcük ve eklerin yalnız sessiz harfler arasındaki benzeşmesine dayanan uyaklara yarım uyak denir. Yarım uyak, bir tek ünsüz benzerliğine dayanan uyaktır. Örneğin: Ala gözlü baharımdır yazımdır Gidi rakip kara kışımdır güzümdür Vilayet hünkarın seyran bizimdir Göze yasak olmaz bakar yürürüm Karacaoğlan’ın bu dörtlüğü bir tek ünsüz harfe dayanan uyak olması nedeniyle yarım uyak tanımına tam uymaktadır. Peki bu benzerli tek bir ünlü harfe dayanıyorsa o zaman bu ne tür uyak olacaktır? Örneğin: Ebruların bir ağulu ejderha Kirpiklerin olmuş tel kârı feza Sunu hakikatin nuriyle peyda Var mıdır emsalin ru nümalarda Ceyhunî’nin bu dörtlüğünde sadece (a) ünlüleri benzemektedir. Burada uyak yok demek doğru mudur? Yine: Güzeller içinde sen gibi yavru Sevdiğim küçüksün var daha büyü Eğlim eğlim olmuş kaşların yayı Belki ezme çalsam turalanır mı Karacaoğlan’ın bu dörtlüğünde uyak yok mudur diyeceğiz, u,ü,ı seslerini yarım uyak mı sayacağız, yoksa tam uyak mı diyeceğiz? Biz burada öncelikle yarım uyağın kapsamına karşı çıkmak istiyoruz. Âşıklar şiirinde uyağı ünsüz harf temeline oturtmak zorunda mıdır, yarım uyak âşığı kısıtlayıcı bir bağ mıdır, uyağın tek bir ünlü ile bağlandığı şiirlerde uyak yoktur yargısını mı kullanacağız? Bülbülün figanı şol gonca güle Sineme vurduler bir azgın yara Çaldım tırnağımı getirdim ele Çekinme sevdiğim tor gibi gibi Altına al giymiş üstüne mavi Ben seni gördükçe olurum deli Ne güzel yaratmış yaradan seni Korkarım ki sana göz değer gelin Dadaloğlu der ki kolum yazılı Atım gök kırattır yanım tazılı Gelir koyunları yanı kuzulu Karışmış sağ malı yozunan gelir Tuttu başımın ağrısı Ötüşür sonra yavrusu Emrah der sözün doğrusu Koynuna girmeğe geldim Bu dörtlüklerde de aynı sorun vardır. Önerimiz ise; a, e kendi arasına i, ı, u, ü de kendi arasında uyaklı sayılabilir. Ve bunlarda tek ses benzerliği olduğu için yarım uyak olarak kabul edilmelidir. Bu arada yarım uyak tanımı da düzeltilmelidir. Zaten doğaçlama söyleyen âşık, musiki yardımıyla bu sesleri birbirine yaklaştırmakta, bu durum yine bizi yeni bir uyak tanımına götürmeye zorlamaktadır. Saim Sakaoğlu’nun “Âşık Edebiyatında Yarım Kafiyeden Daha Zayıf Kafiye Var Mıdır?” adlı bildirisinde bizim görüşümüze paralel görüşlerden öte bir de, Seyit Kemal Karaalioğlu’na bağlı olarak “eksik kafiye” terimi ileri sürülmektedir. Bizim de sıcak baktığımız “Bize göre yarım kafiye meydana getirmeyen sesler için ‘eksik kafiye’ denilmesi daha doğrudur.”43 deyip örneklerle kanıtladığı 14 görüşü göz ardı edilmemeli; Sakaoğlu’nun “Saz Şiirinin Kural Anlayışı” adlı yazısında: “Âşıkların saz refakatinde ortaya koydukları şiirleri, bazı durumlarda kafiye meydana getirme gücü pek zayıf olan, hatta bu güce bile sahip olmayan kelimelerle kurulduğu için, bu zayıflık zengin bir redif sistemi ile ve sazın yardımıyla giderilmeğe çalışılmaktadır.”44 savı önemsenmelidir.Âşık, çıkakları yakın olan sessiz harfleri de uyak olarak kullanır. Bu da yarım uyak oluşturur. Bu sesler, c-ç; ç-ş; l-r; l-n; ğ-y-v; z-s; m-n dir. Bunlar; sedalısedasız çiftler, ya da çıkış yerleri yakın olan seslerdir. C sesinin sedalısı ç dir. N ve l sesi diş sesidir. R ise diş etinde oluşur. Uyak oluşturabilen bu üç ses de sedalıdır. Bunlar yanlarına bir ünlü harf alırsa tam uyak olur. İkiden fazla ses olursa bu durumda zengin uyak sayılır. Örneklerle görüşümüzü kanıtlamaya çalışalım: Açar solar türlü çiçek Emrah şahin aldı elden laçını Kim gülmüş kim gülecek Yel estikçe döker bele saçını Murat yalan ölüm gerçek Arzuhal eyledim visal bacını Dostlar beni hatırlasın İnci dişlerini dizmeğe durdum biçimdeki dörtlüklerde c-ç ünsüzleri uyak oluşturmuşlardır. Birincisinde zengin uyak ikincisinde ise yarım uyak bulunmaktadır. Mevlam sana kirpik vermiş kaş vermiş İnciden sedefden dürden diş vermiş Koynundaki turunç olmuş uç vermiş Açılmış goncadır gül memelerin Şaştım hey Allah’ım ben de şaştım Devrettim Akdağ’ı Bozok’a düştüm Yozgat’ın üstünde bir ateş seçtim Yanar oylum oylum duman görünür örneklerinde de ç-ş ünsüzleriyle yarım uyak oluşturulmuştur. Söylerim söylerim sözümden almaz N ‘ideyim cahildir halimdan bilmez Bu dostluğun senin boynuna sürmez Anadan atadan soy almayınca İmreni imreni yaratmış ezel İnce boylu usul boylu bir güzel Salını salını yürekler ezer Eymirli’den bir kız geldi pınara bu örneklerde de l-t ünsüzleri arasında uyak kurulmuştur. Karacaoğlan der ki yakıp yaldırma Nice bu dert ile yanam Şu gönlünü engin yere kondurma Ecel ere bir gün ölem Azrail gönderip canım aldırma Meğer ki sinemde bulam Sevdiğime canım aldır yaradan Şöyle garip bencileyin Karacaoğlan ve Yunus Emre’nin bu dörtlüklerinde de l-n ünsüzleriyle uyak oluşturulmuştur. Şahin küçük amma vermez avını Yavrum çıkmış yücesine yuvalar Sen erittin yüreğimin yağını İnmiş düz ovaya şahan kovalar Sara idim dostum usul boyunu Deymeyin Sunama beyler ağlar İster ise kollarımı kıralar Humar humar bakar gözleri sarhoş burada da v-ğ-y ünsüzleri arasında uyak oluşturulmaya çalışılmıştır. Benim yarim bana küsmüş Sülfünü gerdana dizmüş kesmiş Selam söylen yarime Gidin Bitlis’e kadar Gül bitti düze kadar Muhabbeti benden Sevilmeyi sevilmeyi53 Sabrettim güze kadar bu dörtlüklerde de z-s ünsüzleriyle uyak oluşturulmuştur. Dadaloğlum hile yoktur işimde Yiğit olan yiğit görür düşünde At dördünde, güzel on beşinde Severim kıratı birde güzeli Serimi koymuşum gelen kadana Uyma dilber uyma kötü adama Çoluk çocuk doldurmuşsun odana Varıp oturacak yerin kalmamış Dadaloğlu ve Karacaoğlan’ın deyişlerinde de m-n ünsüzleriyle uyak oluşturulmuştur. Görüldüğü gibi, halk şiirinde uyak konusunda katı kurallar yoktur doğaçlama söyleyen aşık, sazının tellerine dokunur ve dilinden o güzel dörtlükler dökülüverir. 15 Halk şiirinde pek çok uyak oyununa rastlamak mümkünüdür. Özellikle âşık atışmalarında, âşıklar birbirlerine ayak açarken bulunması zor yani dar ayaklar seçilir. Böylece daha usta olan kazanır. Nail Tan’ın dediği gibi: “Türk halk edebiyatı doğuşu, yayılışı ve fonksiyonları itibariyle farklı bir edebiyattır.” Sonuç olarak, o görüşteyiz ki; uyak, dize sonundaki birkaç sesin benzeşmesinden daha farklı bir olaydır. Uyak, ses ve sözcükler şiiri oluşturan birimleridir. Bunların bütünü uyumu sağlamaktadır. Bu bağlamda uyak kısıtlanmamalıdır. Uyağı kısıtlayıcı etkisi nedeniyle: Saymakla bitmez kafiyenin ettikleri Hangi densizdir bunu başımıza saran Mihengi vurunca sahte sesler çıkaran Bu on para bile etmez kalp mücevheri diyen Verlaine pek hak vermesek de uyak divan şiirindeki gibi katı kurallarla bağlanılmamalıdır. Uyağın görevi sadece kulağa hoş gelmek değildir. Uyak, şiirin tamamında, dizeler arasındaki ilişkiyi bağlama görevi de yüklenerek konu ve anlam bütünlüğüne yardımcı olan bir unsur olarak da görülmektedir. Bünyesinde ortak ses bulundurması nedeniyle ahenk, sazın da devreye girmesiyle aşığın ustalığı ölçüsünde (Veysel düzeni gibi) düzen de denilen bir çeşit tavrın oluşmasına yardımcı olur. Anonim halk şiiri ve âşık şiirinde uyaklı olan sözcüklerin mutlaka aynı türden olma koşulu olmayışı, anonim halk şiiri ve âşık şiirinin temelini oluşturan eski Türk şiirinde baş ve iç uyakların oluşu, bunlara benzer biçimleri halen âşıklarımızın uygulayışı, uyağın mutlaka rediften önce gelme koşulu gibi bir tabunun yıkılışı, âşığın en küçük ses benzerliğinden yaralanma özelliği nedeniyle âşık şiirinde yeni bir uyak tanımına gitmenin, bundan sonra yetişecek nesillerin sağlam bilgilerle donatılması için gereklikliliği ön koşul haline gelmiştir. Yalnız, Saim Sakaoğlu’nun bu konuyu haklı olarak gereğince önemseyip 1998’de yaptığı Balıkesirdeki konuşmasında: “Ancak âşık şiirinin kafiye ile ilgili meseleleri elbette bu kadar değildir. Özel konulu toplantı isteğimizi tekrarlıyoruz.” demesi Erciyes dergisinin Mayıs 1990 sayısında yayınladığı bir yazısında da “bizim bu konudaki cevabımız hazırdır. Ancak konuyla ilgilenen meslektaşlarımızın görüşleriyle birleştirip ortak bir sonuca varmanın daha doğru olacağına inandığımız için cevabımızı şimdilik kaydıyla ileri bir tarihe bırakıyoruz.” İfadeleri karşısında haddimizi aşmak istemiyoruz. Sadece konuyu tartışma platformuna çekip, diğer meslektaşlarımızın görüşlerini açıklamaya zemin hazırlayıp, Sakaoğlu’nun cevabının zamanı geldiği inancıyla ve ortak bir kararla sıhhatli bir tanımın belirlenmesi dileğimizi belirterek şu tanımı öneriyoruz: Uyak, nazımda ahengi yakalamak için, bulunduğu yere bakılmaksızın kullanılan dizeler arasındaki her türlü ses benzerliğidir. Bu durumda redifin tanımı için de: “Şiirlerde bulunduğu yere bakılmaksızın yazılışları, okunuşları ve görevleri aynı olan eklere ya da anlamları aynı olan sözcüklere redif denir.” biçiminde bir tanım daha yerinde olacaktır kanısındayız. 16