Aile toplumun temel taşıdır. Aile toplumun temel taşıdır.

Transkript

Aile toplumun temel taşıdır. Aile toplumun temel taşıdır.
Değer
Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi
Sesleniş Gazetesi Ekidir
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır
Mayıs 2014 Yıl: 1 Sayı: 5
Ücretsizdir
Aile
toplumun
temel
taşıdır.
Yuvanın temeli sevgi,
Sıcaklığı anlaşma,
Çatısı da saygıdır.
Mayıs 2014
D eğer
BAŞYAZI
Değerli okurlarım,
Her yeni sayıda artan desteklerinizle büyüdüğümüzü ve güç­lendiğimizi hissediyoruz. Sizlerden
gelen yazılarla her geçen gün dergimizin muhtevası zenginleşmekte ve tarihten kültür ve edebiyata, ço­cuktan aileye, sağlıktan teknolojiye kadar
çok geniş yelpazedeki konularla karşınız­a çıkmaktayız.
Genel Müdürlüğümüz bünyesinde çalışan 50 bin
personel ve ceza infaz kurumlarında bulunan yaklaşık 150 bin hükümlü ve tutuklu ile bugün biz büyük bir aileyiz. İşte, sizler de bu büyük ailenin birer
fertlerisiniz. Sizleri bugüne kadar önemsediğimiz
gibi bundan sonra da önemsemeye devam edeceğiz.
Her yıl Mayıs ayının ikinci haftasının tüm dünyada
olduğu gibi ülkemizde de “Anneler Günü” olarak
kutlanıyor olması münasebetiyle, bu ayki sayımızın temasını ‘’aile’’ olarak belirledik.
Aile, toplumsal yapının çekirdek özelliğini taşıyan,
sahip olduğu duygusal altyapı­sıyla aile bireylerini
birbirine bağlı olarak geliştirip şekillendiren, sosyal
kurallarla çevrili ve mesaisi süreklilik gösteren bir
kurumdur. Her bir üyesi için en güvenli limandır,
huzurdur, en güzel ve rahat din­lenme ortamıdır.
En önemlisi toplumun güven ve geleceğinin teminatıdır.
Aile olmak mutlulukları olduğu kadar üzüntüleri
de pay­laşmak ve aile bireylerinin herbirinin de­
ğerli olduğunu bilmektir. İlk aşamasından itibaren
sağlam esaslar üzerine kurul­muş, maddi ve
manevi saadetin hâkim olduğu aile, milletçe var
olmanın en sağ­lam temel taşı ve erdemli gençler
yetiş­tirmenin de vazgeçilmez unsurudur. Aile,
toplumun en önemli parçasıdır ki bu parçanın
sağlamlığı millet ve devletin de sağlamlı­ğı
demektir. Zira bu konuda bir ihmal millet adına
ihmal sayılır.
Aile Eğitim Programı Uygulayıcı Eğitimi verilmiştir
ve aynı zamanda 2013 yılı sonu itibari ile çeşitli
ceza infaz kurumlarında bulunan yaklaşık 3.000
hükümlü ve tutukluya aile eğitimi verilmiştir.
Aile kavramına vermiş olduğumuz değer doğrultusunda,2010 yılından itibaren ceza infaz kurumlarında bulunan ve 0-18 yaş aralığında çocuğu bulunan hükümlü ve tutuklulara yönelik “anne-babalık
becerileri”nin geliştirilmesi, aile içi ilişkilerin güçlendirilmesi ile çocuğun ve ergenin var olan potansiyelini kullanmasını sağlamak amacıyla Milli Eğitim
Bakanlığı 0-18 Yaş Aile Eğitim Programı geliştirilmiştir.Bu kapsamda ceza infaz kurumlarında görevli 350 psikolog ve sosyal çalışmacıya 0-18 Yaş
Büyük Türkiye ailesinden, mensubu bulundu­
ğumuz aileye kadar herkesin esenlik içinde yaşadığı bir ülkenin hayaliy­le dergimize göstermiş
olduğunuz teveccühten dolayı siz değerli okurla­
rımıza gönülden teşekkür ediyorum.
Enis Yavuz YILDIRIM
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü
Ayrıca annesinin yanında kalan çocukların iaşe
bedelleri artırılmıştır. Çıkardığımız ödül yönetmeliği ile çocuk ve yetişkin hükümlü tutukluların aileleri
ile daha etkin görüşme yapabilmeleri için mekan
ve imkânlar sağladık.
Tüm annelerin ve anne adaylarının ANNELER
GÜNÜ’NÜ kutlar, sağlık ve mutluluklar dilerim.
1
D eğer
D eğer
Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi
Yıl: 1 Sayı: 5 Mayıs 2014
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır
YAYIN KURULU
Ali YILDIZ
(Yayın Kurulu Başkanı)
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Yardımcısı
Esat IŞIK
Tetkik Hakimi
Ramazan GÜNŞAN
Şube Müdürü
Melike ÖNBAŞ
Alpaslan DEMİR
Tuncay KARACA
Evren TANRIKULU
Metin KARTAL
Mustafa Serdar ÖZGÜN
Süleyman KARAKUŞ
İlhan GÜLER
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü
Naci BİLMEZ
Editör
İlhan GÜLER
Grafik Tasarım
Fatih ŞAFAK
Sahibi
Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Adına
Ali Turan KARADAĞ
Kurum Müdürü
Baskı
Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Matbaası
İstanbul Yolu 15.Km Hava Müzesi Karşısı
Şaşmaz / Ankara
Tel: (0312) 278 7610 Faks: 278 25 68
Yayın Türü
Yerel Süreli Yayın
Basım Tarihi: 14/05/2014
İletişim
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
Konya Yolu No:70 06330 Beşevler/ANKARA
Tel: 0312 204 13 75 Faks: 223 43 91
e-posta: [email protected]
Web: www.cte.adalet.gov.tr
Sesleniş Gazetesinin
Ayda Bir Yayımlanan Kültür Ekidir
2
Mayıs 2014
İÇİNDEKİLER
04
08
10
15
16
17
26
34
36
38
50
AİLEYE İADE-İ İTİBAR
ZAMANI
SAYGI MI ÖNCELİKLİ
SEVGİ Mİ?
AİLEDE BÖLÜNMÜŞ
HAYATLAR
ÇOCUKLA İLGİLENMENİN
PRATİK YOLU
ÇOCUĞUNUZA
TEŞEKKÜR EDER MİSİNİZ?
İLETİŞİM NEDİR
NE DEĞİLDİR?
EŞ OLARAK
HZ. MUHAMMED
NECİP FAZIL
KISAKÜREK
İNSAN
DEDİĞİN
GAKKOŞLAR DİYARI
ELAZIĞ
ANNE
ŞİİRİ
Mayıs 2014
D eğer
EDİTÖR’DEN
Merhaba Değerli Okuyucularımız,
Değer dergisinin 5. sayısında karşınıza yeni bir tasarım ve
birbirinden güzel konularla gelmiş olmanın mutluluğunu
yaşıyoruz.
Bu sayıyı da öncekiler gibi dolgun bir muhtevayla hazırlamaya çalıştık. Her sayıda farklı bir temayı ele aldığımız ‘’Değer’’
dergisinin bu sayısındaher yıl Mayıs ayının ikinci haftası tüm
dünyada olduğu gibi ülkemizde de “Anneler Günü” olarak
kutlanıyor olması münasebetiyle ‘’aile’’ temasını işlemeyi
uygun gördük.
04 İSTANBUL’UN FETHİ
Aile; kadının, erkeğin, çocuğun, gencin ve yaşlının karşılıklı
etkileşim halinde olduğu mekânlardır. Aile; sevgiyi, saygıyı,
güleryüzü, paylaşmayı ilk öğrendiğimiz aynı zamanda yaşamımızın şekillendiği yerdir.
Aile içinde; iyilik, doğruluk, güzellik, adalet ve merhamet
adına atılan tohumlar, aile bireyleri tarafından beslendikçe;
bu değerler toplumda da yaşama ve güçlenme şansı bulacaktır.
Aile olmak; acı günde tatlıyı yakalaya­bilmektir. Sabretmek,
vazgeçmemek ve pes etmemektir.
Dergimizde bu ay ‘’Aileye iade-i itibar zamanı’’ konulu yazı
ile: aile bağlarının zayıfladığı toplumların yıkıma uğrayacağına dikkat çektik.
Mutlu bir aile kurabilmek için sevginin mi yoksa saygının mı
öncelikli olduğuna dair bir araştırma yazısı sunduk.
Ayrıca çocuklarımızla ilgilenirken uygulanabilecek sağlıklı
yöntemlerin neler olduğuna vurgu yaptık.
10
EVLERİMİZ SICAK BİR
YUVA OLMALI
Birçok sorunumuzun temel kaynağı aynı zamanda da çözüm
noktası olan iletişimin ne olduğunu farklı boyutları ile ele
aldık.
Bunların yanında, ünlü yazar ve şair merhum Necip Fazıl
Kısakürek’in hayatını, Gakkoşlar diyarı Elazığ şehrimizi, son
zamanlarda sık karşılaştığımız rahatsızlıklardan olan boyun
fıtığı ve sinüziti, çağ açıp çağ kapatan Osmanlı padişahı Fatih
Sultan Mehmed Han’ın hayatını kaleme aldık. Canlılar âlemi
bölümünde kozadan hayata seslenen bir kelebeğin dilinden
yaşam serüvenini sunduk. Siz değerli okuyucularımızın kıymetli yazılarından seçtiğimiz ‘’Ben En Çok Onu Sevdim’’ bölümünün ilkini istifadenize sunduk.
Ve tabii ki diğer yazılar ve haberler…
20 ANNE GİBİ YÂR OLMAZ
Yeni sayılarda buluşmak ümidiyle sağlıcakla kalın…
3
Kapak
D eğer
Mayıs 2014
G
üçlü bir ailede erkek, kadın,
çocuk her bir bireyin ayrı
ayrı tanımlanmış hem hakları, hem de görevleri vardır. Zamana ve sosyal çevreye göre bazı
görevler esner veya daralabilir; bu
ayrı bir tartışma konusudur... Fakat
aslolan, ailenin, birilerinin sadece
verici, diğerlerinin ise sadece alıcı
olduğu bir kurum olmamasıdır.
Ayşe Keşir*
Kadına ve çocuğa yönelik şiddet ve istismara ait tartışmaları bu yazının konusu dışında tutmak istiyorum.
Çünkü şiddet ve istismar, hiç bir ideoloji, inanç veya sistem tarafından makul gösterilemez, müdafaa edilemez.
Kadının ve çocuğun en güvenli, huzurlu ve mutlu olduğu
yerin yuvası ve ailesi olması gereğine inanarak yazıya devam etmek istiyorum.
Şiddetin Yakıcılığı
Şiddet öyle yakıcı, yok edici bir kelime ki, yanına
konduğu her kelime ve kavramı da yok edip içini boşaltıveriyor.
Aile içi şiddet...
Kadına yönelik şiddet...
Töre ve namus cinayeti...
Kadın, aile ve töre kavramları neredeyse cinayet ve
şiddetle özdeşleşti. Gençler aile kurmaktan korkar oldu,
folklorik zenginliğin de ifadesi olan törenin, bizzat kendisi cinayete kurban gitti. Belki de tüm bu tartışmaların
temelinde “ben” ve “biz” in kavgası yatmakta...
Kim bilir?
Aristo mantığı ile “ siyah ve beyaz” düşünmeye alışmışız, kodlanmışız. Ya “ben”in hakları için çarpışacağız,
ya da “biz”in hakları için. Bu uzun, çok uzun bir tartışmanın konusudur aslında... Kadın hakları için mücadele
ediyorsanız, “ben”den yanasınız: “biz”i temsil eden aileyi
ise ikincilleştirirsiniz...
Ailenin önemine vurgu yapıyorsanız ise, “kadının adı
yoktur”. Ekonomik ve sosyal olarak güçlü, başarılı, ayakları üzerinde duran, özgüvenli kadın, tek başına “ben” olmayı başaran kadınla özdeşleştirildi.
Tam tersinden baktığımızda güçlü aile, kadını ikincilleştiren, eve ise mahkûm eden “biz” ile...
Hep “ya”, ya da “yerine” ...
Hem” ve “hem de” demeyi unuttuğumuzdan seçim
yapmaya zorlandık...
Bir yandan kariyer ve özgürlük, diğer yandan aile olmak, yuva sahibi olmak...
Ah Aristo ah!
4
Aileye iade-i
Pencerelerden, at gözlüklerinden biraz sıyrılın ve etrafınıza bakın lütfen!
Hem kariyer, hem çocuk yapan, mutfakta soğan kavurmaktan imtina etmeyen, hem mesleki başarıyı yakalayan, hem de yuvasında anne ve eş olan o kadar çok kadın
var ki...
Veya çocuğunun beslenmesini hazırlayıp sabah okula
bırakmaktan, sofra kurmaktan gocunmayan o kadar çok
erkek...
Aile olmak, yuva sahibi olmak, eş veya ebeveyn olmak aslında bir tek kadın veya erkeğin görevi olarak tanımlanamaz. Yani, tek başına birinin üzerine yıkılamaz
aile olmanın tüm sorumluluğu...
Güçlü bir ailede erkek, kadın, çocuk her bir bireyin
ayrı ayrı tanımlanmış hem hakları, hem de görevleri vardır. Zamana ve sosyal çevreye göre bazı görevler esner
veya daralabilir; bu ayrı bir tartışma konusudur...
Fakat aslolan, ailenin, birilerinin sadece verici, diğerlerinin ise sadece alıcı olduğu bir kurum olmamasıdır.
Her Evlilik Aile Değildir
Sadece bir evi, duvarları, odaları, bir bütçeyi, ev içi
Mayıs 2014
D eğer
itibar zamanı
görevleri ya da 24 saati paylaşmak değildir aile olmak...
Bulaşığı kimin yıkayacağı, ütüyü kimin yapacağı, çocuğu
okula kimin bırakacağının tanımlanması da değildir...
Eğer insana ait değerleri çekip alırsanız, yukarıda saydıklarım sadece “ev ortaklığı” olur çıkar... Evliliği sadece kadının kendine bakacak, erkeğin ise ev işlerini çekip
çevirecek birini bulması olarak tanımlarsak, en başından
başlar yanlış...
Şehir hayatında, kadınlar artık ekonomik olarak ayakları üzerinde durabiliyor, yani kendilerine bakacak bir erkeğe pek de ihtiyaç duymuyorlar...
Yeni yüzyılda ev teknolojisi öyle ilerledi ki, bir kaç
düğmeye basarak çamaşırları ve bulaşıkları yıkayabiliyor, elimizi değdirmeden makinede ekmek dahi yapabiliyoruz.
Sadece erkekler değil kadınlar bile kendi çamaşır ve
bulaşıklarını yıkamıyorlar...
İhtiyaç analizimiz değişince aile olmaktan vaz mı geçeceğiz?
Yeni kavramlar ve kodlarla konuşmalıyız artık...
Evlilik ve aile olmayı, nesnel ihtiyaçları karşılama
üzerinden tanımlayarak yapıyoruz en büyük hatayı...
İçinde sadece başlangıçta dahi olsa bir tutam aşk, empati,
insaf, vicdan, muhabbet, güven, sorumluluk, hasılı insanlık yoksa her evlilikle yuva kurulmuyor maalesef...
“Kendimiz için istediğimizi diğeri için de istemedikçe” her evliliği aile yapamayız.
Kimin bulaşık yıkayacağı, çocuğu kimin okula bırakacağı kadar basit bir görev listesi bizi aile yapmaya
yetmez... Kişilikleri, yaşları, cinsiyetleri ne olursa olsun,
her bir sağlam parçanın oluşturduğu yeni sağlam bütünün
adıdır aile...Kendimize değer biçmeden evvel diğerine
değer vermeyi öğrenmektir... Kadın ve erkek ile çocukların görev sorumluluk eğrisi her zaman aynı değildir kuşkusuz. Hatta zaman ve şartlara göre farklılık, çeşitlilik de
arz edebilir.
Baş dayayacak omuzdur aile olmak... Her zaman çözüm üretemesek, hatta anlamasak da dinlemek, dert ortağı olmaktır aile olmak...
Zaman zaman fikir ayrılıklarına düşsek de, bir masada
yemek yemek, zile basınca birinin mutlaka kapıyı açacağını bilmektir aile olmak... Pazar sabahı kahvaltıda yumurta tokuşturmak, TV kumandası için kapışmak, hasta
olana ilacını getirmek, “ayaktayken bir çay da bana koy”
diyebilmektir aile olmak... Kardeşinin kıyafetini ödünç
almak, küçük sırlarını paylaşmak, gece tuvalete kalktığında tüm odaları dolaşıp çocukların üstünü tek tek örtmektir
aile olmak...
“Merak edip beklemesinler” diye gecikeceğini yüksünmeden arayıp haber vermek, bireysel keyifler kadar
birlikte yapılanlardan haz almaktır aile olmak...
Özlemektir, karşısındakinin gözyaşını silmek, konuşmasa, anlatmasa da O’nu anlamak, okumaktır aile
olmak... Sorun çözme becerisini birlikte geliştirmek, sağlıkta olduğu kadar hastalıkta da bir ve birlikte olmaktır
aile olmak... Araya yollar, şehirler girse de ayrı olmamaktır aile olmak...
Haklarımızı kutsarken, görevlerimizi de unutmamaktır aile olmak...
Aslında aile olmak o kadar çok şeydir ki, satırlar ve
sayfalarla anlatmaya çalışmak beyhude olur. Sadece iş
bölümüne indirgemek, görev çetelesi tutmak, aile olmaya
hakaret etmektir...
*Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Siyasi Danışmanı
5
D eğer
Sağlık
Bilim
“
Tarih
Kültür
İnsan kalbi uzayda şekil
değiştiriyor
NASA astronotu üzerinde yapılan
bir araştırma, insanların uzayda
kalbinin şekil değiştirdiğini ortaya
çıkardı. Araştırmayı yürüten James Thomas; “Kalp uzayda dünyada olduğu gibi çalışmıyor. Bu da
büyük ölçüde kas kaybına neden
oluyor” diyerek astronotların uçuş
öncesi, uçuştaki ve uçuş sonrası
kalp şekillerinin incelendiğini ve
uzaydayken kalbin şeklinin daha
yuvarlak hale geldiğini söyledi.
“
Türk kahvesi ‘müzelik’
oluyur
“
Mayıs 2014
UNESCO İnsanlığın Somut Olmayan
Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne alınarak dünya halklarının ortak mirası
haline gelen Türk Kahvesinin doğru tanıtımı için müze kuruluyor. Türk kahve
kültürünün üretiminden içimine kadar
her aşamasının önemli bir zenginliğe
sahip olduğunu ve doğru bilinmesini
istediklerini anlatan yetkililer, bu amaçla yurt içinde ve yurt dışında iki müze
açmayı planladıklarını ifade etti.
“
Osmanlı dönemine ait
çini tabağa rekor fiyat
“
Osmanlı dönemine ait İznik Çinisi tabak, İngiltere’nin başkenti Londra’da
düzenlenen müzayedede, 1 milyon 426
bin 500 sterline (yaklaşık 5 milyon TL)
alıcı buldu. Christie’s müzayede evinde
şimdiye kadar satışa sunulan İznik çinileri arasında en yüksek fiyata alıcı bulan
tabak, 1510’lu yıllara ait. Selvi ağacı
desenleri ile mavinin iki tonunun bulunduğu çini tabağın, 300-500 bin sterlin
arasında satılması bekleniyordu.
“
Sinüzit deyip geçmeyin
Esra Mert
Toplumda genellikle basit bir
soğuk algınlığı gibi görülen ve
kendiliğinden geçeceği düşüncesiyle tedavi edilmeyen sinüzit
sanılanın aksine tedavi edilmediği ya da yanlış tedavi uygulandığı takdirde kronik hale geliyor ve
kişinin hayat kalitesini olumsuz
yönde etkiliyor.
S
inüzit, kafatasının içerisinde bulunan boşlukların yani sinüslerin iç
kısmını örten dokunun iltihaplanması demektir. Toplumda genellikle basit
bir soğuk algınlığı gibi görülen ve kendiliğinden geçeceği düşüncesiyle tedavi
edilmeyen sinüzit sanılanın aksine tedavi
edilmediği ya da yanlış tedavi uygulandığı takdirde kronik hale geliyor ve kişinin
hayat kalitesini olumsuz yönde etkiliyor.
Ağrı kesicilerle geçiştirmeyin
“Başım ağrıyor” cümlesi halk arasında belki de en sık kullanılan söylemlerden biri. Öyle ki küçükten büyüğe herkes dönem dönem bu dertten muzdarip
olabiliyor. Bunun arkasında kimi zaman
sinirsel bir durum, kimi zaman ciddi boyutta rahatsızlıklar, kimi zaman da sinüzit
yer alıyor. Önemli olan bu ağrının nedeni
bulunup rahatsızlığın tedavi edilmesi. Fakat günümüzde ağrı kesici ilaçları yanından ayırmayan ve sebebini bilmediği baş
ağrılarına çözüm olsun diye çerez misali
ağrı kesici tüketen insanların sayısı oldukça fazla. Uzmanlara göre baş ağrısı
bir hastalık değil, bir hastalığın işareti.
Bu sinyali ağrı kesicilerle kesmek yerine
arkasında yatan nedeni bulmak ve tedavisini uygulamak gerekiyor.
Kronik sinüzite dikkat!
Sinüzitler akut ve kronik olmak üzere ikiye ayrılıyor. Her insanın senede
birkaç kez geçirebileceği “akut sinüzit”
soğuk algınlığı, alerji, çevresel faktörler
gibi nedenler sonucu ortaya çıkabiliyor.
6
Burunda tıkanıklık, basınç hissi, baş ağrısı, ateş gibi bulgularla kendini gösteren
akut sinüzit hastalığın başlarında teşhis
edildiğinde basit yöntemlerle tedavi edilebiliyor.
Akut sinüzitteki bu şikayetlerin artarak ve farklılaşarak devam ettiği durumlarda tedavi süreci de uzayabiliyor. Bu
şikayetlerin 3 aydan uzun süre devam ettiği durumlarda hastalık “kronik sinüzit”
olarak tanımlanıyor. Kronik sinüzitte ilaç
tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda
cerrahi müdahale öneriliyor. Halk arasında sinüzit ameliyat edilse bile tekrarlıyor
inanışının yaygın fakat yanlış olduğuna
dikkat çeken uzmanlar, cerrahinin başarıyla gerçekleştirilmesi halinde hastanın
şikayetlerinden kurtulacağını ve tedavinin başarıyla sonuçlanacağını belirtiyor.
Alerjisi olanlar risk grubunda
Her insanın sinüzite yakalanma riski
vardır. Fakat bazı gruplar var ki onlarda
sinüzit oluşumu diğerlerine göre daha
hızlı ve kolay gerçekleşir. Bunların ilki
alerjisi olanlardır. Alerji atağı geçirmek
mukozanın şişmesine, sinüs kanallarının
kapanmasına, mukus (sümük) akımının
engellenmesine ve enfeksiyon oluşmasına yol açar.
Bunun dışında burunda yapısal bozuklukları olanlar (kemik eğriliği, burunda kırık vs.), sigara kullananlar ya da
pasif içici olanlar da risk grubunda yer
alıyor.
Sinüzit önlenebilir mi?
Günlük hayat koşullarında yapılacak
ufak değişikliklerle sinüzit oluşma riski
azaltılabilir. Kışın kaloriferlerin yanmasıyla birlikte kuru bir ortam oluşan evlerde nem oranının %35-%50 oranına
çıkarılması gerekir. Bunun için bir nemlendirme cihazı edinilmesi ilk öneriler
arasında. Buna imkanı olmayanlar için de
kalorifer peteklerinin üzerine ıslak havlu,
çarşaf konulması, ısıtma cihazlarında su
kaynatılıp odada buhar yapılması, odada
kaloriferlere yakın noktalara kaplarla su
konulması öneriliyor.
Banyodan sonra saçların iyice kurutulması, ıslak saçla sokağa çıkılmaması,
alerjisi olanların tedavilerine doğru bir
D eğer
Mayıs 2014
Sağlık
Suyu oturarak içmenin
müthiş sırrı
“
Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi
Kimya Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim
Üyesi Prof. Dr. İbrahim Uslu, “Su oturarak içilmeli. Ayakta su içildiğinde doğrudan onikiparmak bağırsağına geçer.
Oturarak içince su önce midede birikir,
içinde mikrop varsa ölür ve daha sonra
oniki parmak bağırsağına geçer. Oturarak
su içme usulüne uymakla insan kolera da
dahil birçok bulaşıcı hastalıktan korunmuş olur. Böylece obezite başta olmak
üzere çok sayıda hastalığın önüne geçmiş
oluruz. ”dedi.
Bilim
Kültür
Kanuni Sultan Süleyman’ın
kalbi bulundu
“
“
şekilde devam etmeleri, kontrollerini ihmal etmemeleri, sigara içenlerin ya da
pasif içici olanların bu durumdan kurtulması, burnunda yapısal bozukluk olanların da tedavilerini yaptırmaları uzmanların tavsiyeleri arasında yer alıyor.
Tedavi edilmezse körlüğe yol açabilir
Sinüzit hayati tehlikesi olmayan bir
hastalık, fakat dikkat edilmediği ve tedavi olunmadığı takdirde ciddi sorunlara
yol açabiliyor. Uzmanlar sinüzitin tedavi
edilmediği takdirde kronikleşeceğini ve
iltihabın yayılacağını belirtiyor. Bunun
için en riskli bölgeler ise gözler ve beyin
olarak biliniyor. Bu gibi durumlarda nadir de olsa karşılaşılabilecek göz çukuru
iltihabı, körlüğe kadar gidebilen komplikasyonlar, beyin ve beyin zarı iltihabı ve
kemik iltihabı gibi ciddi komplikasyonlar
hastalığın ihmal edilmemesi gerektiğine
işaret ediyor.
Eğilince artan baş ağrısı “sinüzit”
belirtisi
Her hastalıkta olduğu gibi sinüzitin de
bir çok belirtisi var. Öne doğru eğilmekle
yoğunlaşan baş ağrısı bunun en belirgin
olanı. Beraberinde hangi sinüsün etkilendiğine bağlı olarak yüzde, göz çevresinde, ensede, alında ve diş çevresinde hissedilen ağrılar; rengi yeşile dönük koyu
sarı akıntı, burunda tıkanıklık, tat ve koku
almada değişiklik gibi belirtiler de sinüzit
habercisi.
Yüzmek sinüs kanallarını açıyor
Yüzmeyi sevenler ve buna imkanı
olanlar için uzmanların bazı önerileri var.
Kışın denizde yüzmek imkansız olsa da
yazın uygulanacak birkaç maddelik öneri listesi akut sinüzite yakalanma riskini
azaltabiliyor. Bu önerilerin başında denizde yüzmek yer alıyor. Yüzme bilenler
ve buna imkanı olanlar için yazın bol bol
Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Zeki İbrahimgil, Osmanlı padişahlarından Kanuni
Sultan Süleyman’ın iç organlarının,
Macaristan’ın Zigetvar şehrindeki Kanuni Camisi’nin bahçesinde bir yere gömülü olduğunun belirlendiğini ifade etti.
İbrahimgil, “Daha sonra ekip giderek,
kazı yapacak” dedi.
“
deniz suyuna girmeleri tavsiye ediliyor.
Deniz suyundaki doğal tuz, sinüs kanallarına tazyik etkisi yaparak tıkanıklıkları
açıyor. Böylece varsa sinüslerdeki tıkanıklar boşalıyor ve rahat nefes alabilmek
mümkün hale geliyor. Havuzda yüzmek
aynı etkiyi göstermiyor. Havuzda tuzlu
su olmadığından sinüs kanallarının açılmasına katkı sağlamıyor.
Bunun dışında yazın klimalı ortamlardan kaçınmak, bol bol oksijen depolamak, gün içinde spor ve açık havada
yürüyüşler yapmak, kirli havadan uzak
durmak gerekiyor.
Evrendeki en büyük
yıldız bulundu
“
Avrupa Uzay Ajansı’na (ESO)
ait Şili’deki Çok Büyük Teleskop
(ÇBT) yardımıyla yapılan çalışma,
Dünya’dan 12 bin ışık yılı uzaklıktaki, çapı Güneş’inkinin 1300
katından daha büyük olan HR 5171
A’nın evrende şimdiye kadar gözlenen en büyük yıldız olduğunu ortaya
çıkardı.
“
Kronik sinüzitte ilaç tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda cerrahi
müdahale öneriliyor. Uzmanlar, cerrahinin başarıyla gerçekleştirilmesi
halinde hastanın şikayetlerinden kurtulacağını ve
tedavinin başarıyla sonuçlanacağını belirtiyor.
7
D eğer
Toplum
Mayıs 2014
Saygı mı öncelikli
Yoksa sevgi mi?
Sahi eşinize en son ne
zaman hediye almıştınız? Ya da ne zaman eve
elinizde bir çiçek buketi
ile gelmiştiniz? 5 yıl önce
mi? Eşlerin birbirlerinden
hediye, çiçek beklentileri
içine girmesi doğru mu
deyip kestirip atabilirsiniz. Ama bu bana göre
fıtratı inkardır. Hediyeleşmek, insanların sevgi
bağlarını artıran evrensel
bir değerdir.
8
E
lbette her ikisi de. Bir yuvanın
sevgiden eksik bir temel üzerine
oturması düşünülemez. Tarafların
hangi usul ile evlenirlerse evlensinler
birbirlerine karşı sevgileri yok, zamanla
oluşmadı veya kayboldu ise, o yuvanın
huzur içinde devamı imkansızdır ya da
imkansız denecek ölçüde zordur.
Burada unutulmaması gerekli olan
en önemli husus, tarafların birbirlerine
karşı duydukları aşkın, sevginin kendiliğinden sürekli canlı kalan bir his
olmadığı gerçeğidir. Onu sürekli kılabilmek iradî olarak yapacakları şeylerle karı-kocanın elindedir. Bu aşamada
eşlere ciddi görevler düşmektedir. İşte
bence saygı, hürmet bu noktada devreye girmelidir, girmek zorundadır. Çünkü tarafların birbirlerine, düşüncelerine,
davranışlarına, saygı duyması, hürmet
beslemesi ve onu bir şekilde hissettirmesi sevgiyi besleyen ana damardır.
Burada kabulü şart olan en temel nokta;
kadın ve erkeğin gerek cinsiyetleri ve
gerekse şahsiyet ve kimlikleri itibariyle
farklı dünya görüşlerine, farklı önceliklere sahip olma keyfiyetidir. Herşeyden
önce bu tabii bir olgu olarak kabul edilmelidir eşler tarafından. Yukarıda ifade
etmeye çalıştığımız bütün düşünceler
bu ön kabul üzerine kuruludur. Aksi bir
anlayış özellikle günümüzde cennet bahçeleri olması gereken yuvayı rahatlıkla
cehennem çukurlarına çevirecek hususiyete sahiptir.
Gel gör ki hakikat bu olmakla birlikte
özellikle ataerkil ailelerde kadının farklı
düşünce, istek, beklenti, dünya görüşüne
Mayıs 2014
D eğer
sahip olmaması, onun kocasının istek
ve arzuları içinde eriyip gitmesi gerektiği düşüncesi hakim. Ve bu hakimiyet
devam ettiği müddetçe ailede ortak bir
payda yakalamak zor oluyor.
Aslında sırf erkeklere haksızlık etmeyelim. Günümüzde bazı kadınlar kültürel etkileşimler sonucu, kocalarından
görmek istemediği aynı tavrı rahatlıkla
takınabilmekteler. Bu zihniyette olanlara
göre koca, karısının esiri, onun istekleri,
programı öncelikli hareket etmek zorunda. Kocanın aile dışı iş veya arkadaş çevresi ile sanki özel hayatı olamazmış gibi
tavırlar. Her iki taraf için sıkıntılı bir durum. Evlilik eşlerin birbirine esir olması
demek değildir ki!
En çok şikayet edilen hususlardan
birisini örnek vererek konuyu açalım
isterseniz; erkeklerin futbol hastalığı.
Fanatizme dayanan ölçüdeki bir hastalığı ben de kabul etmiyor ve tedavisinin
gerektiğine inanıyorum ama genelde erkeklerin futbola olan yoğun ilgileri herkesin malumu. Burada onların futbolla
ilgilenmelerine, TV’den ya da stadyuma
giderek maçları seyretme isteklerine -elbette aşırıya kaçmayan ölçülerde- kadın- nize “Seni seviyorum” dediniz veya kaç
ların saygı göstermesi gerekmektedir. Bu defa ondan bu cümleyi duydunuz? Çok
saygının göstergesi haftalık veya günlük az olsa gerek. Pekala bir değil, binlerce
programda kocanın maçları seyredebile- ortak paydanın bulunduğu evlilik hayacek zeminin hazırlanmasıdır. Aynı ölçü- tında eşler neden çekingen davranırlar
lerde erkeğin de hanımının TV seyretme birbirlerine. Utangaçlık mı? Elbette değil
konusundaki önceliğine, tercihine saygı ve olmamalı.
göstermesi gerekir. Eğer o, bir TV
Burada
dizisinden hoşlanıyorsa ona göre
unutulmaması
programlama yapılmalıdır. Aksi
gerekli
olan en önemli
halde ikili dayatmalar, eşlerin terhusus,
tarafların
birbirlerine
cihleri noktasında birbirlerine saykarşı duydukları aşkın, sevginin
gılarının kalktığının göstergesidir
kendiliğinden
sürekli canlı kalan bir
ve bu gereksiz bir huzursuzluğa
his
olmadığı
gerçeğidir.
Onu sürekli
davetiye anlamını taşır.
kılabilmek iradî olarak yapacakları
Yukarıda sevginin, aşkın kenşeylerle karı-kocanın elindedir. Bu
diliğinden sürekli canlı kalabilen
aşamada eşlere ciddi görevler
bir özelliğe sahip olmadığını ifade
düşmektedir.
İşte bence saygı,
etmiştik. Pekala onu nasıl canlı tuhürmet bu noktada devreye
tacağız? Sorması kolay ama cevagirmelidir, girmek
bı oldukça zor bu sorunun. Çünkü
zorundadır.
günümüzdeki aile yapısı eşlerin
birbirlerine sevgilerini belli eden
tezahürler içine girmesine mani.
Sevginin tezahürü sayılan ikinci huMesela, “Seni seviyorum” sözcüğünü
ele alalım ve gerçekten mazinin derin- sus, hediye alma ve verme. Sahi eşinize
liklerine doğru bir yolculuk yapalım. en son ne zaman hediye almıştınız? Ya
Mesela 20 yıllık evlisiniz, kaç defa eşi- da ne zaman eve elinizde bir çiçek buke-
Toplum
ti ile gelmiştiniz? 5 yıl önce mi? Eşlerin
birbirlerinden hediye, çiçek beklentileri
içine girmesi doğru mu deyip kestirip
atabilirsiniz. Ama bu bana göre fıtratı
inkardır. Hed iyeleşmek, insanların sevgi bağlarını artıran evrensel bir değerdir.
Hediye şeklinin çiçek şekline bürünmesine farklı bir kültür deyip inkar
edebilirsiniz. Kabul ettik diyelim.
Pekala çiçeğe hayır diyenler eşlerine bir şey aldı mı, alıyorlar mı?
Kaldı ki çiçek ve çiçeğin sembolize
ettiği değerler evrenseldir.
Yukarıdaki ifadelerim sadece
erkeklere hitap ediyor şeklinde algılanmamalı. Kadınlar da bunun
muhatabıdır. Çeşitli vesilelerle
karşılıklı hediyeleşmeler her iki tarafın birbirlerine karşı besledikleri
sevgi hissini artıracak ve sürekli
canlı kılacak unsurlardan birisidir.
Hasılı, öncelik-sonralık sıralaması yapmak istemem sevgi ve saygı
arasında. Ama illa yapılması gerekiyorsa, saygıya, sevgiyi de besleyen bir
damar olması açısından önceliğin verilmesi gerektiğine inanıyorum.
Kaynak: Ümit Dergisi
9
D eğer
Aile
Mayıs 2014
Ailede bölünmüş
HAYATLAR
Aile olmak ya da aile
kurmak aslında insana özgü
bir oluşum­dur. Çünkü aile
olmanın özünde de anlama ve
yorumlamaya ilişkin bireyler
arası iletişim gelmektedir.
Aile duyguların, de­ğerlerin,
hayata ilişkin özün yoğrulduğu
birimdir. Bunlar yoksa ya da
işlenmiyorsa orada sorun var
demektir.
10
Semra Demirkan*
Aile olmak orkestra gibi uyumlu olmayı gerektirir. Bir
ahenk (uyum) sergileyen orkestrayı oluşturan müzik aletleri gibi aile bireyleri de toplumun ahenginin ve ritminin
temsilcisidirler. Ailenin çekirdeğini kadın-erkek birlikteliği
ve bu birliktelikten doğan çocuklar oluşturur. Aile olmanın
temelinde sağlıklı bir iletişim yatmaktadır. Ailede sağlıklı
iletişimin dayanağı ise sohbet ve muhabbet olarak görülebilir. Sohbet ve muhabbet kelimelerinin kökeninde “sevgi,
sevmek” vardır. Türk ailesinde eskiden bu yana iletişimi
canlı tutan hatta aile içi kaynaşmada doğrudan etkili olan
araçlar aile büyükleriyle olan görüşmeler, akrabalara gidip
gelmeler ve komşu ziyaretleri olmuştur. Aile yapımızın birliği, bütünlüğü ve sağlamlığında doğrudan ya da dolaylı olarak
etki eden bu ziyaret mekanizmalarının özellikle kentlerde
ve metropollerde unutulmaya yüz tutması ve aileyi oluşturan
çemberin daralması aslında aile içinde bölünmüş hayatların
da habercisidir. Bu durum hepimizin şu veya bu düzeyde
içinde bulunduğumuz bir hale ilişkindir. Aile birliği, bütünlüğü ve toplumsal dayanışmanın yerini yozlaşma yaban­cılaşma
ve anomi almıştır.
Mayıs 2014
D eğer
Aile olmak ya da aile kurmak aslında insana özgü
bir oluşum­dur. Çünkü aile olmanın özünde de anlama ve
yorumlamaya ilişkin bireyler arası iletişim gelmektedir.
Aile duyguların, de­ğerlerin, hayata ilişkin özün yoğrulduğu
birimdir. Bunlar yoksa ya da işlenmiyorsa orada sorun
var demektir. Eşler ve çocuk­lar arasındaki günün yorgun
ve yoğunluğunun giderilmesinde karşılıklı sohbet ortamı
önemlidir. Aile bireyleri arasındaki ideal iletişim eşlerin
gün içerisinde yaşananları birbirlerine aktarma­ları ve
sorunların karşılıklı çözüme kavuşturulması şeklinde ol­
malıdır. Bu paylaşım sevgiyi, saygıyı ve değer vermeyi de
be­raberinde getirecektir. Yapılan araştırmalarda kişilerin
evlilik ve hayat memnuniyetinin hem kişisel etkinlikleriyle
hem de yakın aile çevreleriyle uyumlu, güçlü ilişki içinde
olmalarıyla bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır.
Günümüzde özellikle televizyonun aile bireylerini,
eşleri ya da ebeveynler ile çocukların birbiriyle olan
etkileşimlerinde
mesafe
koyduğu
görülmektedir.
Artık erkek, kadın ya da ço­cukların günlük olaylar
karşısında daha tahammülsüz olduk­ları, beyinlerin
daha çok yorulduğu ve çağın stres çağı olarak anıldığı,
iletişim araçlarının da bu durumu körüklediğine şahit
olunmaktadır. Birbi­rine yakın fakat birbirinden habersiz
bir hayat tarzının benimsenmesi aynı ailede bölünmüş
hayatlara neden olmaktadır. İnternet ortamındaki sanal
alemin tüm aile bireylerini özelikle de çocukları tutsak
aldığı ve iletişimin, sohbetin neredeyse sıfırlandığı aileler
azımsanmayacak sayı­dadır. Sorunların aile odağında
çözüme kavuşturulduğu, aile değerlerinin içselleş­
tirildiği bir yapıdan aile olma bilincinin yi­tirildiği, ailenin
sorun oluşturduğu, ailede iletişimin en aza indirgendiği
bir zaman diliminde yaşadığımız gerçeğinden hare­ketle,
temel kurum olan ailenin korunma­sı ve güçlendirilmesi
noktasında herkese önemli görevler düşmektedir.
Özellikle büyük kentler değişimin ba­rometresidir.
Büyük kentlerde erkek ve kadının içinde bulunduğu yoğun iş
tem­posu ve bu tempoyla gelen trafik kar­gaşası, her alanda
(gıda, giyim, eğlen­ce, moda…) değişen ve aşırı tüketime
dayanan hatta dayatılan hayat anlayışı, bilgisayarın ve cep
telefonunun yoğun bir biçimde kullanılması, dış çevreyle
kurulan ikincil ve yüzeysel ilişkilerin getirdiği yo­ğunlukla
birlikte ev; yorgun, bitkin birey­lerin yaşadığı bir mekan
haline gelmiştir. Öyle ki aile bireyleri iletişimi engelleyen
bu yapıyı kırma kaygısı yaşamaktan bile acizdirler.
Aile içi iletişimle ilgili olarak sağlıklı model­ler mutlaka
mevcuttur. Ancak kendi çev­remizi gözlemlediğimizde
bile olumsuz örneklerin daha fazla oranda olduğunu
görebiliriz. Eşlerin birbirlerine “Sen bana karışamazsın,
bu benim hayatım” deme­leri hatta eşleri üzerindeki
herhangi bir değişikliği fark etmemeleri veya kayıtsız
kalmaları, çocukların ebeveynlerine “Beni rahat bırakın,
beni anlamıyorsunuz, sizin­le birlikte gezmek istemiyorum,
evde bil­ye oynayacağım, yalnız kalmak isti­yorum, bayramda
ev gezmelerine gitmek şart mı?” şeklinde bireysel
bağımsızlık tercihlerini kullanmaları ve birbirlerine kar­
şı ilgisizlikleri ailede bölünmüş hayatların habercisidir.
Eskiden aynı mekanı pay­laşmak bir arada olmak demekti.
Oysa günümüzde ailece oturma odasında otururken
çocuğun cep telefonu ile me­sajlaşması aynı mekanda ama
farklı dün­yalarda yaşıyor olmanın bir göstergesidir.
İnsanlar arası ilişkilerde tahammül sınırı­nın en asgari
düzeyde olduğu bir zaman diliminde anne babaların
çocuklarına har­cadıkları vakit bir yana ilişkinin kalitesin­
de de bazı sorunların olması sık sık dile getirilen bir
husustur. ABD’de yapılan bir araştırmada bir babanın
çocuğuna ayır­dığı zamanın günde ortalama 10 dakika
olduğu ortaya konmuştur.
Aile içinde bölünmüş hayatlar bir anlam­da aile olma
bilincinin, aile değerlerinin ve aileye verilen önemin
yitirilmesidir. Bu anlamda da aile bir sığınak, bir yuva ol­
maktan çok bir otel, bir misafirhane gö­revini görmekte
olduğu söylenebilir. Nasıl ki otelin müşterileri için otel
kalacak bir mekan olarak görülüyorsa, aile ve taşıdı­ğı
değerlerin önemini yitirdiği noktada aile yuvası da eşler ve
çocuklar için hayata ve kendilerine yabancılaşmayı getiren,
toplumsal anomiyi dinamitleyen bir üsse dönüşecektir.
Günümüzde aile ilişkilerinde, organik da­yanışmadan
(sevgi, saygı, sabır, emek, fedakarlık, dayanışma, paylaşma)
meka­nik dayanışmaya yani menfaat ve çıkar birlikteliğine
doğru bir eğilim göze çarp­maktadır. Aile olmak aslında iki
“Ben”in “Biz” haline gelmesi ve ayrı ortamlarda yetişmiş,
iki farklı karakterin, iki farklı insa­nın bir araya geldiği ve
içine sevgi, özveri, hoşgörü gibi değerleri kattığı bir hayat
yolculuğudur. Ancak bu sağlıklı yapı, kimi ailelerde zaman
içerisinde eşlerin birbir­lerine değer vermemeleri, çatışan
arzu­ları, hayalleri, karakterleri ile birlikte bazı kırılmalar
yaşamaktadır. Bu çerçevede aile olmak, yaşanan sorunların
bilgisizlik­le birlikte çözümlenememesi karşısında, aynı evi
paylaşan fakat ayrı dünyaları ya­şayan bireylerin zorunlu
birlikteliğine dö­nüşmektedir.
Yaşadığımız yüzyılda her türlü iletişimde teknoloji
bombardımanına uğradığımız bilinmektedir. Bilgisayar
ve internet kul­lanımı, cep telefonları, televizyon, gazete
gibi görsel ve basılı kitle iletişim kanalları­nın ortaya çıkışı
bireyler arası iletişimi hız­landırmak içindir. Özellikle
internet sınırsız sayıda sohbet imkanı tanımakta, cep te­
lefonu ile dünyanın her yerinde muhataba ulaşılmaktadır.
Bu teknoloji harikaları or­taya çıkış amaçlarının tersine
insan ilişki­lerine özellikle de aile bireyleri arasındaki
muhabbete müdahale ederek bir anlam­da ilişkinin
tükenmesine yol açmaktadır. Hızlı, sığ ve anlık yaşamak
yaşam tarzı haline gelmiştir. Bir aile ortamında fiziksel
olarak yakın ama sosyal olarak birbirine uzak, birbirinden
kopuk, bireylerin oluş­turacağı gelecekteki aile yapısının
alacağı şekil bile tasavvur edilememektedir.
* Aile ve Sosyal Politika Uzmanı
11
Örnek Hayatlar
D eğer
Mayıs 2014
ÇAĞ AÇIP ÇAĞ KAPATAN LİDER
FATİH
SULTAN
MEHMET
20
yaşında Osmanlı padişahı olan Sultan İkinci Mehmed, İstanbul’u fethedip 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldırarak Fatih ünvanını aldı.
Hz.Muhammed’in (S.A.V) hadisi şerifinde müjdelediği İstanbul’un
fethini gerçekleştiren büyük komutan olmayı da başaran Fatih Sultan Mehmed, yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve düşmanlarına
gücünü kabul ettirmiş bir Türk hükümdarıydı.
12
Mayıs 2014
D eğer
Fatih Sultan Mehmed 29 Mart hini gerçekleştiren büyük komutan ol1432’de Edirne’de doğdu. Babası mayı da başaran Fatih Sultan Mehmed,
Sultan İkinci Murad, annesi Huma yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve
Hatun’dur. Fatih Sultan Mehmed, uzun düşmanlarına gücünü kabul ettirmiş bir
boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, Türk hükümdarıydı. Orta Çağ’ı kapatıp,
adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Dev- Yeniçağ’ı açan Cihan İmparatoru Fatih
rinin en büyük ulemalarından birisiy- Sultan Mehmed, Nikris hastalığından
di ve yedi yabancı dil bilirdi. Alim, şair dolayı 3 Mayıs 1481 günü Maltepe’de
ve sanatkarları sık sık toplar ve onlarla vefat etti ve Fatih Camii’nin yanındaki
sohbet etmekten çok hoşlanırdı. İlginç Fatih Türbesi’ne defnedildi.
ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazdırır ve bunları
incelerdi. Hocalığını da yapmış
“Allah’ım
olan Akşemseddin, Fatih Sultan
sana şükürler
Mehmed’in en çok değer verdiği alimlerden biridir. Fatih Sultan
olsun… Bana böylesine
Mehmed, gayet soğukkanlı ve cebirbirini düşünen
surdu. Eşsiz bir komutan ve idareinsanların olduğu bir millet
ciydi. Yapacağı işlerle ilgili olarak
en yakınlarına bile hiçbir şey söy- ihsan ettin. Ben böyle bir millet
lemezdi. Fatih Sultan Mehmed
ile sadece İstanbul’u değil,
okumayı çok severdi. Farsça ve
dünyayı bile fethederim.”
Arapça’ya çevrilmiş olan felsefi eserler okurdu. 1466 yılında
Fatih Sultan
Batlamyos Haritasını yeniden
Mehmet
tercüme ettirip, haritadaki adları
Arap harfleriyle yazdırdı. Bilimsel
sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur
KIRIMIN FETHİ ve KARADENİZ
onlara eserler yazdırırdı. Bilime büyük
Fatih Sultan Mehmed, Karadeniz’e
önem veren Fatih Sultan Mehmed de hakim olmak istiyordu. Venedik ve
yabancı ülkelerdeki büyük bilginleri Cenevizlilerin İslam dünyasının aleyİstanbul’a getirtirdi. Nitekim Astrono- hine yaptıkları esir ticaretini önlemek,
mi bilgini Ali Kuşçu kendi döneminde İstanbul’a gelen ticari malların taşınİstanbul’a geldi. Ünlü Ressam Bellini’yi masında esas rolü oynayan Kırım sahilde İstanbul’a davet ederek kendi res- lerini ele geçirmek, Karadeniz’i bir Türk
mini yaptırdı. Şair ve açık görüşlüydü. Gölü haline getirmek amacıyla hareFatih Sultan Mehmed 1481 yılına kadar ket eden Fatih, işe 1459’da Amasra’yı
hükümdarlık yaptı ve bizzat 25 sefere fethederek başladı. 1460’da Candarokatıldı. Azim ve irade sahibiydi. Temkin- ğulları Beyliği’ne son verildi. 1461’de
li ve verdiği kararları kesinlikle uygula- Trabzon’un, 1475’de de Kırım’ın fethiyyan bir kişiliği vardı. Devlet yönetimin- le Karadeniz bir Türk gölü haline geldi.
de oldukça sertti. Savaşlarda çok cesur Bu sayede Karedeniz’deki Ceneviz üsolur, bozgunu önlemek için ileri atılarak tünlüğü sona erdi ve İpekyolu’nun tüm
askerleri savaşa teşvik ederdi.
denetimi Osmanlı Devleti’ne geçti.
OTLUKBELİ SAVAŞI
20 yaşında Osmanlı padişahı olan
Karamanoğlu İbrahim’in 1464’te
Sultan İkinci Mehmed, İstanbul’u fetheölmesi
üzerine oğulları birbirlerine
dip 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorludüşmüşlerdi.
Akkoyunlu hükümdarı
ğunu ortadan kaldırarak Fatih ünvanını
Uzun
Hasan’ın
yardımıyla İshak Bey
aldı. Hz.Muhammed’in (S.A.V) hadisi
Karamanoğlu
beyliğine
sahip oldu.
şerifinde müjdelediği İstanbul’un fet-
Bunun üzerine diğer oğlu Pir Ahmed
Bey Fatih Sultan Mehmed’den yardım
istedi ve gelen yardım sayesinde Beyliği ele geçirdi. Fakat Pir Ahmed Bey bir
süre sonra gidip Venediklilerle anlaşınca, bu duruma sinirlenen Fatih Sultan
Mehmed, Karaman Seferi’ne çıkmaya
karar verdi. Konya ve Karaman alınarak
Osmanlı’ya bağlandı. Karaman halkı
İstanbul’a ve çeşitli yerlere göç ettirildiler. Pir Ahmed Bey kaçarak Akkoyunlu
hükümdarı Uzun Hasan’a sığındı. Bu
olay Osmanlılarla Akkoyunluların arasının açılmasına neden oldu. Osmanlılar
Avrupa ve Anadolu’daki topraklarını
genişletirken, Akkoyunlular Devleti’de
Doğu Anadolu, Kafkasya, İran ve Irak
üzerinde hakimiyet kurmuşlardı. Sınırlarını genişleten iki Türk Devleti arasında büyük bir savaş kaçınılmaz olmuştu. Otlukbeli mevkiinde 11 Ağustos
1473’de yapılan savaşta, devrin en kuvvetli savaş tekniğine ve araçlarına sahip
olan Osmanlı ordusu, Uzun Hasan’ın
kuvvetli süvarilerden kurulmuş olan
ordusunu birkaç saatte dağıttı. Bu savaştan sonra Akkoyunlular bir daha
kendilerini toparlayamadılar. Fatih Sultan Mehmed, Akkoyunlu tehlikesini bu
şekilde engellemiş oldu. Anadolu’da
ve Rumeli’de birçok sefer düzenleyip
pek çok zafer kazanmıştı. Buna rağmen
güneyde güçlü bir devlet konumunda
olan Memlüklerle problemler yaşandığı halde sıcak bir savaştan kaçınmıştı.
İDARİ DÜZENLEMELER
Fatih Sultan Mehmed, klasik manada Osmanlı devletinin idari kurucusu
sayılabilir. İstanbul’un fethinden sonra
kendisini Kaiser-i Rum (Doğu Roma İmparatoru) ilan etmiş ve devlet müesseselerini yerleştirmiştir. Fatih Kanunnamesi ile Atam-Dedem Kanunu dediği
gelenekleri yazılı hale getirmiş ve buna
Kanunname-i Ali Osman denmiştir. Divanın idaresini sadrazamlara bırakarak,
işleri kafes arkasından takip etmeye
başlamış, mutlak vekilim dediği sadrazamı geniş yetkilerle donatmıştır. Ayrıca defterdar, kazaskerler ve diğer üst
düzey devlet erkanının görevleri tarif
edilmiştir. Yeniçeri ordusu 10.000’e çıkarılarak güçlü bir merkezi ordu teşkil
13
D eğer
edildiğinden uç beylerinin önemi azalmış, böylece merkezi idare sağlamlaştırılmıştır. Anadolu ve Rumeli’nin en
kudretli devletinin hükümdarı olarak
“Han” ünvanını ilk defa o kullanmıştır.
İstanbul’un fethinden sonra Yıldırım
Bayezid zamanında elden çıkan topraklar yeniden kazanılmış, hatta Rumeli
ve Karadeniz kıyılarında yeni yerler fethedilmiştir. Kırım’ın fethi ile Karadeniz
bir Türk gölü haline getirilmiş, Anadolu birliği tamamlanmış ve Rumeli’deki
Türk varlığı Belgrad’a kadar uzanmıştır.
İstanbul, Fatih zamanında bir ilim ve sanat merkezi haline gelmiş, Fatih medreseleri klasik Osmanlı medreselerinin
temelini oluşturmuştur. Şairler ve ilim
adamları için bir cazibe merkezi haline
gelen İstanbul’a bütün İslam dünyasından bilginler gelmeye başlamıştır.
Bu Halkla Ben Dünyayı Bile Fethederim
Henüz 21 yaşındayken İstanbul’u
fethetmeye karar veren Fatih Sultan
Mehmet, ordusuna katılacak olan halkı denetlemek amacı ile kıyafet değiştirerek Edirne’deki pazarda dolaşmaya
başlar. Derken çarşıdaki bir dükkana
varır ve buradan biraz erzak alır. Daha
sonra aldığı erzağın yetmeyeceğini
düşünen II. Mehmet geri dönüp aynı
dükkandan biraz daha erzak ister fakat
dükkan sahibi “Ben sana satış yaparak
siftahımı yapmış oldum. Erzak almak
istiyorsan şuradaki dükkandan al. O
henüz siftah yapmadı.” diyerek erzak
vermek istemez.
Çarşıyı baştan sona dolaşan Fatih,
aynı cevap ile bir çok kez geri gönderilir.
Bu yaşanan o kadar hoşuna gider ki saraya vardığında hemen secdeye kapanarak dua eder:
Allah’ım sana şükürler olsun… Bana
böylesine birbirini düşünen insanların
olduğu bir millet ihsan ettin. Ben böyle bir millet ile sadece İstanbul’u değil,
dünyayı bile fethederim.
Fatih Sultan Mehmed, Bosnayı fethettiği zaman Osmanlı devlet politikasının sonucu olarak bölge halkına dini
serbestiyest getirmiştir. Nitekim, Fatih
Sultan Mehmed, buradaki latin papazlarına (1478) tarihinde ferman vermiştir.
Bu ferman suretinde de görüldüğü
gibi azınlıklar tam bir hürriyet ortamı
içinde hayatlarını sürdürmüşlerdir.
Kaynak: www.kimkimdir.gen.tr
14
Mayıs 2014
Hastalanan göçmen kuşlar
için bile vakıflar kurulmuş
Selçuklularla başlamış olan devlet binalarına kuş evleri yapma geleneği Osmanlı döneminde katiyen bırakılmamış ve konutlara da
uygulanmıştır. 15. yy’da Fatih Sultan Mehmet tarafından çıkarılan
fermanlarda inşa edilecek yapılara kuşların barınması için tünekler
yapılmasının zorunlu olduğu belirtilmiş
Canlı cansız bütün varlıklara hizmet götürmek düşüncesinde olan
atalarımız, vakıf müesseseleri ile bu ulvi düşüncesini kurumsallaştırmıştır. Günümüzün sivil toplum örgütlerine benzeyen vakıflar,
Osmanlılarda gelişkin bir yapı sergilemekte idi. Kalpleri sevgi ve
şefkatle dolu Osmanlı insanları, kurduğu vakıflarla sadece insanları değil, hayvanları bile düşünmüştür. Kuşlar için kurulan vakıflar
ilginçtir. Uçuş rotalarında yaralanıp düşmeleri halinde onların tedavisini yaparak sürüsüne yetiştirmek üzere çalışmalar yapan Göçmen
Kuşlar Vakfı, kışın kar ve buzdan yerlerde yiyecek bulamayan kuşların (özellikle leyleklerin) ölmemesiiçin buz ve kar üzerine yiyecek
bırakan Darı Vakfı gibi vakıflardır bunlar… Sultan Ahmed Camii
İmareti’nde, sadece insanlar için değil, kuşlar için bile yerler yapılmıştır. İmaret vakfiyesinde, artık yemeklerin kuşlar için yapılmış
yerlere dökülmesi yazılı bulunmaktadır. Ecdadımız evcil olsun ya da
olmasın diğer hayvanlar için de vakıflar, hastaneler kurmuştur. Soğuk
kış günlerinde kurtların aç kalmamaları için kar kış demeden ıssız
dağ başlarında et dağıtmışlar, kedi hastaneleri açmışlardır.Hatta Evliya Çelebi’nin anlattıklarına göre, Osmanlı halkı İstanbul’da kurulan
büyük kuş pazarlarına haftada bir giderek kafesteki kuşları satın alır,
bunları orada uçurup özgürlüklerine kavuştururlardı.
http://www.kunfeyekun.org
Mayıs 2014
Çocuk
D eğer
Babalar için
Çocukla ilgilenmenin
pratik yolu
Hangi bilgisayar oyunu hangi çocuğa annesinden dinlediği
bir masalın verdiği mutluluğu verebilecek.. Hangi smackdown
gösterisi (dövüş şovu) hangi çocuğa babasıyla birlikte geçirdiği
nitelikli bir zamanın verdiği güven hissini verebilecek…
Hatice Metin
Babaların çocuklarıyla daha az vakit geçirdikleri bir gerçek.
Zamanlarının büyük bölümü evin dışında geçen babalar ya çok
geç ya da yorgunluktan bitap bir vaziyette geliyor eve. Tek
dinlenme şansı olan evdeki zamanını, kendisinden ilgi bekleyen
çocuğuna mı harcasın yoksa kafayı dinlemeyi mi tercih etsin?
Aslında mesele tam da bu. Yani çocuklarımızla ilgilenmeyi bir
“iş” gibi görmemiz. Onlara ayıracağımız zaman dilimini iş gibi
görmediğimizde çocuklarla ilgilenmek, oyunlar oynamak, konuşup sohbet etmek, masal anlatmak bizi de dinlendiren bir güce
sahip. İş hayatının yorduğu ve hırpaladığı iç dünyamız çocukların masum dünyasıyla temas ettiğinde adeta rehabilite oluyor,
yenileniyor, enerji ve mutlulukla doluyor.
Çocukla geçirilen yarım saatlik bir zaman dilimi bile onu mutlu
etmeye yetebilir. Yeter ki tüm ilginizin kendi üzerinde olduğunu bilsin. İşte size çocuğunuzla yapabileceğiniz bir kaç etkinlik.
1. Oyun oynayın: 15-20 dakika bile olsa çocuğunuzla oyun
oynayın. Yap-boz, lego, araba yarışı, evcilik, futbol ve daha nicesi... İçlerinden birini seçin.
2. Resim yapın: Sizin elinizden çıkan bir resmin onu ne kadar
mutlu ettiğine şaşıracaksınız. Resmi onun direktifleriyle sizin
çizmeniz, yahut sizin direktiflerinizle onun çizmesi son derece
eğlenceli sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Bunun için illa yağlıboya
setine ihtiyacınız yok. Bir defter yaprağı ve kurşun kalemin
nelere kadir olduğunu çocuğunuza gösterin.
3. Televizyon izleyin: Çocuğunuzun sevdiği ve yaşına uygun
çizgi filmleri, programları beraber izleyin. Ona sorular sorun.
Meseleler üzerine konuşun. Bu çocuğunuza istediğiniz doğru
mesajları vermek ve onun iç dünyasını tanımak için büyük bir
fırsattır unutmayın.
4. Meyve tabağı hazırlayın: Beraberce mutfağın yolunu tutup meyve tabağı hazırlayın. 10 dakikanızı bile almayacak bu
iş anneyi de mutlu edecektir. Özellikle akşam yemeğinde bulunamamışsanız meyve tabağı ile yokluğunuzu telafi etmeye
çalışabilirsiniz.
5. Masal okuyun: Kendi çocukluğunuza gidin ve büyüklerinizin
size okuduğu-anlattığı masalların zihninizde bıraktığı o güzel
tadı anımsamaya çalışın. Aynı güzelliği çocuğunuza da yaşatmak isteyeceksiniz.
6. Anneye sürprizler yapın: Hafta sonu anne uyanmadan hazırlanan bir kahvaltı, yahut anne için çizilmiş bir resim, bir demet çiçek... Eşiniz için çocuğunuzla birlikte yapacağınız şeyler
ona mutlu bir ailede olduğunu hatırlatır. İleride kendi eşine
karşı nasıl davranması gerektiğini kavrar, böylece mutlu bir
evliliğin ilk eğitimini almış olur. Ayrıca siz ve eşiniz için de son
derece romantik anılar olur. Bir taşla iki kuş diyebiliriz.
7. Kendinize masaj yaptırın: Gerçekten hiç enerjiniz olmadığında bu maddenin çok işe yaradığını göreceksiniz. Yüzüstü
koltuğa uzanın ve çocuğunuzun sırtınızda minik adımlarla yürümesine izin verin. “Ara sıra ne kadar büyümüşsün, çok ağırsın”
gibi sözlerle ona şakalar yapın. Sizin için masaj, onun için oyun
olan bu aktivite yorgunluğunuzu unutturacaktır.
8. Yürüyüş yapın: Hafta sonu evde olduğunuz zamanlarda onu
dışarı çıkarın. 15-20 dakikalık küçük bir yürüyüş yapın, onunla
konuşun. Parka gitmeseniz de bundan mutlu olacaktır, çünkü
sizinle baş başa vakit geçirmek çocuğunuzun çok hoşuna gider.
9. Markete birlikte gidin: Market alışverişlerinizi beraber
yapın. Alışveriş esnasında hem evle ilgili sorumluluk almasını
sağlamış olursunuz hem de harcamalar konusunda çocuğunuza
önemli bilgiler verebilirsiniz.
15
D eğer
Çocuk
Mayıs 2014
Çocuğunuza
teşekkür
eder misiniz?
Kendisine teşekkür edilmesi öncelikle
çocuğunuzun birey olma hakkıdır. Bu,
çocuğun kendisine saygı duymasını
sağlar. Ona teşekkür edildikçe, çocuğunuz da teşekkür etmeyi öğrenir.
U
marım ki cevabınız ‘evet’tir. Teşekkür etmek
niçin önemlidir? Sadece çocuğumuzu mutlu etmek için mi? Tabii ki hayır. Ebeveynlerin, çocukları ile ilgilien büyük yanılgılarından
biri çocuklarını kendi tasarruflarında görmeleri
ve bu sebeple çocuklarının kendileri için yapmış olduğu birtakım davranışları görmemeleridir. Mesela, çocuğunuz siz seslendiğiniz için oyununu
bırakıp size cevap verdiyse veya ondan istediğiniz şeyi
yerine getirdiyse bu, ciddi anlamda teşekkürü gerektirir. Çünkü oyun oynamak çocuğun işidir. Ve ebeveynin
isteği üzerine işine ara vermiştir. Bu sebeple bunun fark
edilmesi ve duyulan memnuniyetin teşekkür ile dile getirilmesi gerekir. Ya da sizebir bardak su getirmiş olması
teşekkür gerektiren bir başka davranıştır. Burada önemli
olan çocuğunuzun sizin için bir fedakarlıkta bulunmuş
olması, bir dakika bile olsa zamanını sizin için kullanmasıdır. Çocuğa niçin teşekkür etmek gerekir? Kendisine
teşekkür edilmesi öncelikle çocuğunuzun birey olmak
hakkıdır. Bu, çocuğun kendisine saygı duymasını sağlar.
Ona teşekkür edildikçe, çocuğunuz da teşekkür etmeyi
öğrenir. Mutlu olur. Ondan istediklerinizi daha bir heyecan ve zevkle yerine getirir.
Özgüveni gelişir. Yaptıklarının küçümsenmeyip
fark edilmiş olması çocuğun kendine güvenmesini sağlar.
Nezaketi öğrenmesine vesile olur. Teşekkür ederken dikkat edilmesi gereken nokta, ebeveynin abartıya girmemesi gerektiğidir. Küçükbir işten dolayı sade bir teşekkür yeterlidir. Bundan dolayı tekrar tekrar teşekkür etmek veya
çocuğu gereksiz yere pohpohlamak, çoğu zaman yarardan
çok zarar verebilir. Çocuk bu şekilde yaptıklarının ekstra
olduğunu düşünüp tamamen kendini geri çekebilir. Ya da
çocuğa zaten yapması gereken bazı davranışlardan dolayı teşekkür edilmez. Mesela yemek yemek zaten olması
gerekendir. Yemek yediği için çocuğa teşekkür edilmez.
Sadece duyulan memnuniyet abartmadan dile getirilebilir.
Kaynak: Yasemin Yalçın Aktosun
SORUNLARI ÇÖZMEK İÇİN KULLANILAN İLETİŞİM YÖNTEMLERİ
· Duygu ve düşünceler olduğu
gibi, abartılmadan ortaya konulmalıdır. (Bu tutuma kendine güvenli ve
kendine saygılı tutum diyoruz. Bu
tutum içinde olan kişiler hem kendilerine hem de başkalarına saygı gösterirler.)
· Sorunlar şimdiki bağlam içinde
ele alınmalı ve eski birikimler işin içine sokulmamalıdır.
· Kesinlikle öğüt verme kullanılmamalı, davranışlar somut bir biçimde ayrıntılı olarak ele alınmalıdır.
· Yargılamaya gidilmemeli, kişiler
kendi duygu ve düşüncelerini ifade
edebilmelidirler.
16
· Duygu ve düşünceler, ne az ne
eksik, olduğu gibi ifade edilmelidir;
karşısındakinin ne beklediğine ya da
en mükemmel olması gerektiğine
göre ifadeler aranmamalıdır.
· Konunun özü ile konuya ilişkin
olmayan ayrıntılar birbirinden ayırt
edilmelidir.
· Sorun çözmede etkin dinleme
kullanılmalıdır.
· Belirli bir zaman konusu içinde
ancak bir çatışma üzerinde durulmalı,
başka çatışma konuları çatışmaya katılmamalıdır.
· Birinin haklı çıkması yerine her
iki tarafın da anlaşabileceği bir çözüme yönelmek gerekir. “Ben haklıyım,
sen yanlış hareket ediyorsun” tarzında
davranmamak gerekir.
Mayıs 2014
D eğer
İLETİŞİM
Kişisel gelişim
nedir?
ne değildir?
Acaba ben niye böyleyim? Neden başkaları gibi duyarsız kalamıyorum? Herşeye bu kadar takıyorum ve sonunda incinen yine ben... yine ben oluyorum? Sebebi hepimize göre değişken ortak
noktamız ise kendimizi kabul ettirmek adına ve dışlanmamak için sineye çektiklerimizde gizli.
1. İletişimde İlk Dakika
Baltaş ve Baltaş (1994)’a göre karşı karşıya gelen iki kişi arasındaki ilk
etkileşim, iletişim sürecinin önemli
bir belirleyicisidir ve bu etkiyi yaratan
faktörler, karşılaşılan kişinin beden dilinden, kullandığı kelimelere ve kişinin
taşıdığı bütün aksesuarlardan içinde
bulunduğu fizik ortam nesnelerine kadar geniş bir dağılım gösterir; İşte bütün bu faktörlerin bileşkesi “algılayan
kişinin” değerlerinde bir yer bulur ve o
çerçeve içerisinde yorumlanırken algılayanın kişisel özellikleri ve toplumsal
normları ile kalıplaşmış olan yargılar,
etkileşim verilerine bağlı olarak iletişimin ilk anında bir karar verdirir ve
insan karşısındaki kişiye zihninde bir
etiket yapıştırır.
Bu karar olumlu veya olumsuz olabilir: “Duruşundan hiç hoşlanmadım”,
“Bakışını sevmedim”, “Bir görüşte
kanım ısındı”, “İlk gördüğümde vuruldum”, “Ben onu gördüğüm an işe
yaramaz olduğunu anlamıştım” gibi
değerlendirmeler, o kişi ile gelişecek
iletişimin temelini oluşturur, ancak, bu
kararlar her zaman böylesine açık ve
bilinçli olmayabilir çünkü kişi bunları
bilinç düzeyine çıkarsa da çıkarmasa
da, ilk algılarımızın oluşturduğu yargının, iletişim biçimimizde ve o kişiye
atfettiğimiz değerde önemli bir rol oynadığı bilinir.
2. İletişim Bilgi Alışverişi Değildir
Baltaş ve Baltaş (1994)’e göre,
insanlar arası iletişim sadece bir bilgi alışverişi değildir çünkü duygu ve
düşüncelerin bir bilgi olarak aktarılmasındaki eylemler ve bu eylemlerin
biçimi iletişimin özünü yapılandırmaktadır ki bunun da iletişimin evrensel
yönü olduğu belirtilmiştir ve bilgiyi
veriş biçimi, bir başka deyişle, sözlerin
bedendeki karşılıkları iletişimin değerlendirilmesinde ikinci önemli noktadır.
Baltaş ve Baltaş (1994), iletişimde bilgilenmek ve öğrenmenin sadece anlamak olmadığını ifade ederken,
örneğin çocuğunuz veya arkadaşınızla
yapacağınız bir konuşmada doğru iletişim kurmaya yardımcı öğelerden olan
beden dilini değerlendirilmez ise onun
o gün neler yaptığını öğrenilebilir, ama
neler yaşadığının anlaşılamayacağını
belirtmişlerdir.
İletişimin ana amacı anlayarak kavramaktır. Kelimelerin sözlük anlamlarını ya da insanlara çağrıştırdıkları
anlamları, karşımızdaki kişinin eylem
biçimleri ile birlikte değerlendirmek
doğru iletişime imkân vermektedir.
Kendimizden farklı olabilecek bir dünyanın anlamlarını tanımaya açık olabildiğimiz oranda, karşımızdaki insanın
dünyasını kavramaya yönelebiliriz. Bu
konudaki en önemli yardımcı unsur
karşıdaki kişinin kavramlara yüklediği anlamı, onun eylemleri ile anlamaya hazır olunmasıdır. Örneğin; eşiniz
sorduğunuz bir soruya kapıdan çıkarken cevap veriyorsa, onun bu soruyla
ilgili enerjisinin, sizi dinlemek ve bir
sohbete başlamak yönünde olmadığından emin olunabilir. Ya da “Bu ceketin
başka rengi yok mu?” diye soran bir
müşterinin sırtı satıcıya, yüzü de kapıya dönükse, o büyük bir olasılıkla artık
alışveriş yapacak potansiyel bir müşteri olmaktan çıkmıştır.
3. İletişim Kişiye Değil Kişiyle Yapılır
Baltaş ve Baltaş (1994), iletişimin
başka bir kişiyle birlikte yapılandırılan bir süreç olduğunu, iletişimin, onu
17
D eğer
oluşturan bireylerden birinin aktif oluşu, diğerinin ise bu eylemi seyredişi ile
kurulamayacağını ifade eder ve eğer
alıcı kişi hazır değilse, iletişim yolunun
tıkandığını ve böyle bir ilişkinin; düşünülen anlamda doğru ve sağlıklı bir
anlama ve anlaşma doğurmayacağını,
örneğin, sekreterine veya yardımcısına
kızan ve yapılan geçmiş hataları gündeme getiren bir yöneticinin, karşısındaki
kişiden bir cevap almıyorsa, büyük bir
ihtimalle karşısındaki kişinin, yöneticinin haksız olduğunu, öfkesinin yersiz
olduğunu düşünmekte olduğunu, buna
karşılık, yöneticinin de düşüncesini ve
öfkesini ortaya koyduğu için, bundan
böyle benzeri bir hatayla karşılaşmayacağını düşündüğünü belirtmişlerdir.
Bu tür olaylar öğretmenle öğrenciler arasında, anne-babayla çocuklar
arasında sık sık gerçekleşmektedir.
Mesajları verenin duygu ve düşünceleri, iletişim sürecinin herhangi bir
yerinde sözü edilen konunun tamamen dışındaki duygu ve düşüncelerle
kesilebilir. Örneğin bir çocuğun aklı
oyuncaklarında olduğu ya da onlarla
oynadığı bir sırada ona yemek yemenin veya ders çalışmanın yararlarından
söz edilmeye başlanırsa çocuk anne
babasını dinliyormuş gibi gözükebilir.
Ancak bir süre sonra anne, babasının
anlattıkları ile hiç ilgisi olmayan ve
çoğunlukla oynadığı oyunla ilgili bam-
18
başka bir soru sorabilir. Bu durumda
anne veya baba büyük ihtimalle bir
gerginlik yaşar, kızgınlığını dile getirir
ve iletişim kesilir. Çocuğu ile konuşmaya gayret eden anne veya babanın
iletişimin kesilmesini önlemek için
kızgınlığını kontrol edebilmesi, konuşmayı farklı bir açıdan sürdürmeyi ve
iletişimi yeniden başlatmayı denemesi
yararlı olmaktadır.
İletişimden söz edebilmek için ortak bir platformda buluşmaya gerek
vardır ve bu ortak platformda en az
iki kişi, ortak paylaşım içinde iletişimi
sürdürebilmektedir. Yoksa telefon veya
telsizle yapılan iletişimde olduğu gibi
kişilerden biri hattan çıkarsa iletişim
sürdürülemeyecektir. İnsanların fizik
varlıklarıyla aynı ortamda bir arada
olmaları iletişim içinde oldukları anlamına gelmemektedir. İletişim süreci
mesajı veren ve alanların iletişimde
aktif rol almalarıyla devam etmektedir.
Aynı ortamda birbirlerine sırtını dönmüş iki kişi arasında da bir iletişim söz
konusudur ancak bunun anlamaya ve
anlaşmaya dönük bir iletişim olmayıp,
birbirini reddetmeye dönük bir iletişim
biçimi olduğu belirtilmektedir.
4. İletişim Bir Bütündür
İletişimi kelimeler, eller, gözler gibi
bütünlüğünden soyutlayarak ve süreçteki bir kesite bakarak değerlendirmeye
çalışmak insanları yanıltabilmektedir.
Mayıs 2014
Sözsüz iletişim işaretlerini veya sözlü
iletişim içeriğini tek tek değerlendirerek sonuçlara varmak yanıltıcı olabilir.
Örneğin ellerin bir masaya dayanması veya bir sandalyeye ters oturmak,
sözsüz iletişim açısından bir destek
aramak ve güvensizlik işareti olarak
yorumlanabilir ama bu durum bazen
bedeni dinlendirmek ihtiyacından da
kaynaklanabilir. Benzer şekilde ayakta
duran birinin, bacaklarını birbirine dolaması, güvensizlik ve gerginlik işareti
olabileceği gibi, soğukta üşümek veya
çok sıkışıp tuvalet arayışı içinde olmak
anlamına da gelebilmektedir. Bu durumların göz ardı edilmeleri iletişim
değerlendirilmelerinde insanları yanılgıya götürebilir. İletişim biçimindeki
bütün özellikler ve iletişim süreci, iletişimin birbirinden ayrılmayan parçalarıdır.
Bu bilgiler ışığında, iletişimin
özelliklerini bilmek, iletişimin doğru
anlaşılabilmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu özellikler; İletişimde
ilk dakika ve ilk izlenimin çok önemli
olması, iletişimin sadece bir bilgi alışverişi değil aynı zamanda duygularında aktarıldığı bir süreç oluşu, iletişimin
kişiye değil kişiyle yapılandırılan bri
süreç olması ve iletişimin kelimeler ve
beden hareketleri ile bir bütün olmasıdır.
Gülcan ÜSTÜNSEL
Mayıs 2014
D eğer
Evlilik
BİLİYOR
MUSUNUZ
•
•
•
Mutsuz çiftlerin en büyük sorunlarının kendilerinde
var olan olumsuz bir davranışı eşlerinde görmeye tahammül edemediklerini…
Birazcık fedakârlık, birazcık sorumluluk ve birazcık
da sevgi katıldığında mutlu yürümemesi için hiçbir nedenin olmadığını…
Gerçek anlamda hayat standardımızı yükseltmenin
daha az ihtiyaç duyup daha fazla tat almak olduğunu…
•
İster kral, ister hamal olsun dünya da en mutlu insanın
aile huzuru olan ve evinde huzur bulamayan
eşlerin başka hiçbir yerde huzur bulamayacaklarını •
•
•
Suçlamak yerine yaşamımızın
sorumluluğunu nasıl üstleneceğimiz öğrenmeye ihtiyacımız olduğunu…
Evliliğin amacının eşlerin gönüllü olarak birbirlerine
hizmet etmesi ve Allah’a ulaşmak için yardımlaşmaları
olduğunu…
•
Mutluluğunun tek anahtarının insanını hayatından
memnun olmasına bağlı olduğunu mutlu olmak için tüm
şikâyetlerimizin ortadan kalmasını beklersek kıyame-
Ailede hiç şaşmayan ilahi bir kuralın ektiğimizi biçmek
ettiğimizi bulmak hak ettiğimize kavuşmak olduğunu… •
•
•
te kadar bekleyeceğimizi…
•
Evlilikten beklentilerimizin neler olduğunu eşimizle
paylaşıp evlilik hayatımızda nelere katlanıp nelere tahammül edeceğimizi.
•
ömürlük ve temel unsurlar mı yoksa
geçici şeyler olduğunu...
kaynak: www.adef.com.tr
•
tamamlamak ve birbiriyle var
olma bilinciyle yaşandığını...
•
Evlilik iki kişilik bir eylem olmasına rağmen buna müdahale eden üçüncü kişilerin evlilikte büyük bir risk
oluşturduklarını…
•
Birbirlerini hayatın her alanın da yalancılıkla suçlayan
eşlerin aynı evde hep yabancı kaldıklarını...
•
Hayatlarının birinci planlarını kendilerini değil eşleriyle birlikte mutlu olmayı koyanların huzurlu olduklarını…
Evliliğin sadece haz ve
madde üzerine inşa edilmesinin
eşler arasında birbirine taham-
Manevi açıdan geliştiğimizde
yaşamımızda her hangi bir kötülüğün meydana gelemeyeceğini… •
Güzel ve sadakate da-
yalı bir ilişkinin ancak birbirini
Bereket üzerine yoğunlaştığınızda yaşamımızın bereketli eksik olan üzerinde
yoğunlaştığımızda yaşamımızda bir şeyleri hep eksik
hissedeceğimizi…
Kendimizi güven, huzur, güzellik, sevgi ve
neşe dolu bir yaşam kurmaya adadığımızda bizi durdurabilecek hiçbir şeyin olmadığını…
Yuvanızda istediğiniz şeylerin
mülü azalttığını...
•
Kuvvetli inancın mutluluğun te-
mel şartının inançsızlığın ise huzursuzluk kaynağı olduğunu…
•
İnsanların mutluluklarının mimarı olamadıklarında, huzurlarının katili olabildiklerini...
•
Eşinizi ne kadar mutlu ederseniz kendi mutluluğunuzun da o derece artacağını…
•
İnsan hafızasından ömrün sonuna kadar güzel veya
çirkin hiçbir söz veya davranışın silinip gitmediğini…
19
D eğer
Tarih
Mayıs 2014
BİR ULU RÜYA
İstanbul’un
FETHİ
29 Mayıs 1453’te
İstanbul’un fethi ile 1058
yıllık Doğu Roma İmparatorluğu sona ermiş,
Orta Çağ kapanıp Yeni
Çağ süreci başlamıştır.
Osmanlı Devleti, imparatorluk olmuştur.
20
O
smanlı’nın tarihe adını yazdırması tüm dünya tarafından
surları yıkılması imkansız sayılan Konstantinapolis’in
henüz 21 yaşında olan genç Han olan Fatih Sultan tarafından Osmanlı topraklarına katılması ve bu fetih’in ardından
Osmanlı Devleti Devletlik statüsünden İmparatorlu statüsüne
geçmiştir.
Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın? Fatih’in İstanbul’u
fethettiği yaştasın!.
İstanbul’un Fethi ya da Avrupa kaynaklarında geçen ismiyle Konstantinopolis’in düşüşü, 29 Mayıs 1453 tarihinde Doğu
Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in,
Fatih Sultan Mehmet önderliğindeki Osmanlı ordusu tarafından
alınmasıdır. Daha sonra şehir Osmanlı Devleti’ne başkentlik
yapmıştır. İstanbul’un fethi ile 1058 yıllık Doğu Roma İmparatorluğu sona ermiş, Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ süreci başlamıştır. İstanbul’un Fethi, 29 Mayıs 1453’te (Jülyen takvimine göre,
Gregoryen takvimi göre 7 Haziran 1453), şehri günlerdir kuşatan
Mayıs 2014
D eğer
Osmanlı ordusunun, şimdi İstanbul olarak bilinen, o zamanki adıyla Konstantinopolis şehrini Fatih Sultan II. Mehmed
Han’ın komutanlığında fethetmesidir. Bu
fetihten sonra Osmanlı Devleti İmparatorluk olmuş, henüz 21 yaşında olan Fatih
Sultan II. Mehmed, Fatih unvanını da alarak Fatih Sultan Mehmed olarak anılmaya
başlanmıştır.
Tarihteki en önemli devletlerden
olan Doğu Roma İmparatorluğu böylelikle sona ermiştir.
Sultan II. Mehmed, İstanbul’un fethine karar verdiğinde o zamanki başkent
Edirne İstanbul’un aşılamaz olarak bilinen surlarını yerle bir edebilmek için o
güne kadar görülmemiş büyüklükteki,
şahi olarak bilinen topları döktürmüştü.
II. Mehmed ayrıca, hazırlanmakta olan
bu topların yanısıra, Bizans’a denizden
gelebilecek yardımları engellemek için
Yıldırım Bayezid tarafından inşa edilmiş
olan Anadolu Hisarı’nın karşısına Rumeli
Hisarı’nı (Boğazkesen Hisarı) yaptırdı.
Rumeli Hisarı’nın İnşaası ve fetih
hazırlıkları
II. Mehmed, Konstantinopolis’i
ele geçirmek için öncelikle deniz yardımının kesilmesi gerektiğini düşünmekteydi. Bu gerekçe ile büyük dedesi
Yıldırım Bayezid’in yaptırmış olduğu
Anadolu Hisarı’nın karşısında Rumeli
Hisarı’nı yaptırdı. Bu hisar, Tuna Nehri
ile Karadeniz’den gelecek yardımı önlemenin yanında, Osmanlı Donanması için
bir üs konumu üstlenecekti.
İstanbul’u kuşatacak ordunun arkasını korumak amacı ile Avrupa’da bir çok
stratejik noktaya birlikler gönderildi.
Mora Yarımadası kuşatıldı. İstanbul’un
yüksek ve kalın surlarını yıkmak amacı ile Edirne’de, devrin önemli mühendisleri Musluhiddin, Saruca Sekban ile
Osmanlılar’a sığınan Macar Urban’a toplar döktürüldü.
1452 yılında II. Mehmed, Bizans
İmparatorluğu’na savaş ilan etti. 28 Haziran 1452’de Rumeli Hisarı’ndan 50.000
kişilik ordu ile hareket etti. İstanbul
Surları karşısında çadırlar kuruldu. 31
Ağustos’a kadar ordu İstanbul’da kaldı.
Ancak 31 Ağustos’ta Edirne’ye gidildi.
Edirne’de eski Bizans esiri olan Macar
asıllı Urban ve diğer Osmanlı top dökümcüleri Şahi toplarını icat etti.
Konstantinopolis’te Latin serpuşu
görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim! diyorlardı.
Papa V. Nikola’dan Bizans’a 3 kadırga ve 200 asker, savaş gereçleri ve
gıda maddeleri geldi. 30 geminin de vaadi bildirildi. Sakız Adası’nda bulunan
Cenevizliler’den 2 gemi ile 700 asker,
Galata’daki Cenevizliler’den de 2 gemi
ve 300 asker, İspanya ve adalardan da
bazı kuvvetler gelmişti. Cenova’dan da
Cenevizliler’in teklifi üzerine 500 asker
ile 1 gemi gelmişti. Ücretli Türk askeri
ise nadiren bulunuyordu. En önemlisi ise
Ceneviz’deki Giustiniani ailesinden GiovanniGiustiniani 700 askeri ile yardım
ediyordu.
Eğer, Osmanlılar yenilirse Limni
Adası’na düka tayin edebilme hakkına
sahip olacaktı. Toplamında ise 20.000
asker Bizans’ı koruyordu. Gıda durumu
ise genellikle Mora Despotluğu ve Sakız Adası’ndan karşılanıyordu. Bizans,
ayrıca İstanbul Surları’na ve Galata’dan
Sarayburnu’na çekilen zincirlere çok güveniyorlardı.
II. Mehmed, Şubat 1453’de, dökülen iri topların İstanbul önlerine götürülmesini emretti.
60 mandanın çektiği topun iki tarafında ikiyüzer asker yürüyor; kaymaması
için çaba sarfediliyordu. Karaca Paşa komutasındaki 10.000 kişilik ordu İstanbul
yakınındaki Vize, Silivri ve Ayestefanos
kalelerini kuşattı. Nisan ayına gelindiğinde II. Mehmed, eyalet ve sancaklara
orduya katılmaları için haber gönderdi.
5 Nisan 1453’de Osmanlı Ordusu, II.
Mehmed’in komutasında İstanbul’a hareket etti. Asker sayısı 150.000 ile 200.000
arasında değişiyordu. Ayrıca, önemli hocalardan Akşemseddin, Akbıyık ve Molla
Gürani de orduda bulunuyordu. 6 Nisan
1453’de 10.000 sipahi Maltepe civarını
tuttu. II. Mehmed de Anadolu ve Haliç’i
tutmuştu. Zağanos Paşa da Beyoğlu’nu
fethetti, Galata üzerine yürüdü. Aynı gün
padişah, Veli Mahmud Paşa’yı elçi olarak
imparatora gönderdi. Ama barış teklifi kabul edilmedi.
II. Mehmet hazırlıklarını tamamladıktan sonra Bizans kralına elçi göndererek
şehrin teslim edilmesini istedi. Red cevabı üzerine 6 Nisan 1453 tarihinde İstanbul
kuşatmasına başlandı. Osmanlı Ordusu
kenti karadan ve denizden kuşatma altına aldı. Osmanlı Ordusu surlarda gedikler
açtıkça Bizanslılar surları yeniliyor, Türklerin şehre girişine izin vermiyordu.
Osmanlı Donanmasının da Bizans’a
yardıma gelen Ceneviz ve Venedik gemilerine engel olamaması savaşın seyrini
değiştirmeye başladı. Haliç ile Karaköy
arasına çekilen zincirden ötürü Osmanlı
donanmasının Haliç’e girememesi savaşın seyrini Osmanlı aleyhine çeviriyordu.
Bu gelişmeleri üzerine Fatih Sultan Mehmet 21 Nisan’ı 22 Nisan’a bağlayan gece
72 parça kadırganın karadan yürütülerek
Haliç’e indirilmesi emrini verdi. Dolmabahçe üzerinden Haliç’e indirilen gemilerle savaşın seyri değişmeye başladı.
6 Nisan 1453’de barış şartları kabul
edilmeyince kuşatma, Topkapı’dan başladı.12 Nisan’da sürekli bombardıman
başladı. 17-18 Nisan’da ise Prens Adaları Baltaoğlu Süleyman Paşa tarafından
fethedildi. 20 Nisan’da Bizans’a yardıma
gelen 5 tane Rum ve Latin gemisi Osmanlı Donanması’nı geçerek Haliç’e girdi.
(1456’ya kadar) Sultan Mehmet ve kumandanlar tarafından donanmanın nasıl
Haliç’i aşabileceği görüşülmeye başlandı.
II. Mehmed, donanmanın karadan yürütülüp Haliç’e indirilebileceğini belirtti. Birçok vezir ve paşa bu duruma tepki gösterdi. Sultan görüşlere tepki göstererek:
“Biz Peygamber müjdesini gerçekleştirmeye geldik. Biz Sultan Murad Han
21
D eğer
oğlu Mehmed Han’ız. Allah’ın izni ve
yardımı ile imkansızı mümkün yaparız.
Davranın, amele bulun, usta bulun!
Dolmabahçe’den Beyoğlu sırtlarına
doğru geniş bir yol açın. Yol boyunca
kızakları döşeyin. Cenevizliler’den yağ
alıp kızakları yağlayın. Amma çok gizli
tutun. Bizans bu durumu fark etmemeli
‘’dedi.
Dolmabahçe’den Beyoğlu sırtlarına
uzanan bir yol yapıldı. Kızaklar döşenip, yağlandı. Gemilerin altına konacak
22
arabalar hazırlandı. Çok sayıda manda
ve öküz sağlandı. Cenevizli casuslar ise
yoğun çalışmayı görüyor, ama kestiremiyorlardı. Bu sırada Molla Gürani, yanında
talebeleriyle geldi. Molla Gürani, fethin
Sultan Mehmet’e gerçekleşeceğini belirterek:
“Hünkarım, fetih size nasip olacaktır. Sakın vazgeçmeyin. Müritlerimle
geldim. Kefenlerimiz boynumuzdadır.
Ölene kadar fetih yolunda yürümeye andımız var.’’dedi.
Bir gece içerisinde donanma Haliç’e
indirildi. 22 Nisan’da donanma Haliç’ten
ateşe başladı. Bizans Başkumandanı ise,
donanmanın Haliç’e indirilmesine inanamıyordu. Ayrıca, bu sırada İstanbul’a padişahın emri ile Zağanos Paşa tarafından
köprü yapıldı.
II. Mehmed, Konstantinopolis’i almak istiyordu, fakat bu hiç de kolay olmayacaktı. Ancak II. Mehmed’in tutkusu
büyüktü ve bu tutku dehası ve zekasıyla
birleşince Şahi toplarını döktürdü. Bu
topları Macar asıllı olan Urban Usta
dökmüştür. Bu top kuşatma esnasında
Bizans Surları’nda gedikler açmıştır. II.
Mehmed’e Bizans İmparatoru tarafından
elçiler gönderildi. İmparator teklifte bulunarak:
“Kuşatma kaldırılırsa padişahın istediği kadar vergi vermeye hazırım. Konstantinopolis surlarına kadar olan bütün
topraklar da kendilerinin olsun. Ayrıca
Mayıs 2014
şehrin güvenliğinden sorumlu, padişah
tarafından tayinine hazırım.’’ dedi.
Ancak Sultan bu teklifi kabul etmeyerek; “Efendinize söyleyin, direnmeyi
bırakıp şehri teslim etsin. Bunu yaparsa
Mora’nın hakimiyetini kendisine ihsan
edeceğiz. Razı olmazsa şehre zorla gireceğiz! Biz Sultan Murad Han oğlu Mehmed Han olarak peygamber müjdesi peşindeyiz.” dedi.
Meryem tasvirinin yere düşmesi
Konstantinopolis’i koruduğuna inanılan Meryem’in bir tasviri. 25 Mayıs günü,
Meryem’in tasvirinin Konstantinopolis’te
dolaştırılacağı bildirildi. 26 Mayıs Cumartesi günü de Meryem’in tasviri şehir
boyu dolaştırılmaya başladı. Eğrikapı’ya
girerken tasvir yüz üstü yere düştü. Hıristiyanlar korkuya kapıldı. O sırada ani
bir fırtına koptu, sağanak yağmur başladı.
Halk bu olayı kötüye yorarak:
Meryem Ana da Osmanlılar’dan
yana! Artık şehrimizi korumuyor.
I. Mehmed, 28 Mayıs’ı 29 Mayıs’a
bağlayan gece Akşemseddin’e Konstantinopolis hakkındaki görüşlerini öğrenmek
için Ahmet Paşa’yı gönderdi. Akşemseddin ise şehrin yarın fethedileceğini söyledi. Konstantinopolis’te ise XI. Konstantin, Ayasofya’dan çıkınca, atına binip
askeri mevkileri dolaştı. Halkı ve askerleri heyecandıracak konuşmalar yaptı.
Osmanlı tarafının kesin hücuma kalkacağı Galata’daki Cenevizliler ile Osmanlı
Rumları tarafından XI. Konstantin’e bildirilmişti. II. Mehmed ise 29 Mayıs günü
şehrin fethedileceğini belirterek:
Ya ben Bizans’ı alırım, ya da Bizans
beni! demişti.
29 Mayıs sabahı, namazını kıldıktan
sonra atına binen II. Mehmed, maiyetiyle birlikte ön safa geldi. Verilen emirle
toplar ateşlendi. Osmanlı Ordusu hücuma
başladı. Lağımcılar kaleyi patlatmaya çalışırken, Bizans askeri de kaynar katranları surların üzerinden Osmanlı askerlerine
döküyordu. Padişah ise Topkapı önlerinde
demir topuz ile savaşıyordu. bu sırada GiovanniGiustiniani ağır yaralandı. Ardından da Galata’ya sığındı ve orada öldü.
700 kişilik birliğiyle gelen Giovanni,
Mayıs 2014
D eğer
bölgeyi terk edince Bizans ordusu iyice
bozulmaya başladı. Ulubatlı Hasan adlı
bir yeniçeri ise 30 arkadaşı ile kaleye tırmanıyordu. Bizanslılar sekizini ok ve top
atışlarıyla vurmuş ise de 22 kişi surlara
tırmandı ama kısa sürede ok ve top atışlarında yaralandı. Ulubatlı Hasan ise sancağı kaleye dikti. Ancak ok darbeleri ve
açılan ateşlerle orada vefat etti. Söylediği
son söz ise:
Allah’ım bu sancağı buradan indirme!
Bir Yeniçeri müfrezesi Ulubatlı
Hasan’ın naaşını II. Mehmed’in huzuruna getirir. Padişah, cenazeyi gözlerinden
öperek:
Eğer Sultan olmasaydım, Ulubatlı
Hasan olmak isterdim!
Bu sırada imparator öldü. İmparatorun
ölümü ile ilgili çeşitli rivayetler vardır.
Aynı zamanda veliahtlardan Kantakuzen
de ölmüştü. Şehzade Orhan ise intihar etmişti. Bu sırada II. Mehmed, Topkapı’dan
şehre girdi. Böylece şehir fethedildi. II.
Mehmed, Fatih ünvanını aldı. Bu sırada
Giritli askerler bahçede halen çatışma
içindeydi. Fatih bunları görünce, silahlarıyla beraber Girit’e dönmelerine izin
vermiştir. Daha sonra Bizans Patriği’ni
telkin ederek:
Ben Sultan Mehmed, sana ve arkadaşlarına ve bütün halka söylüyorum ki,
bugünden itibaren ne hayatınız ve ne de
hürriyetiniz hususunda benim gazabımdan korkmayınız. dedi ve sancağı burçlarda gördüğüne sevinerek: Aciz, fakir kulun
Mehmed’e bu günleri gösterdiğin için
sana şükürler olsun Rabbim! dedi. Konstantinopolis halkının bir kısmı ise hala
umutluydu. Çünkü Çemberlitaş Sütunu
inançlarına göre Türklerin şehre girmesini önleyecekti. Ancak Çemberlitaş da
geçildi ve Ayasofya’ya varıldı. Camii’ye
çevrilmesi emri verildi.
İstanbul’un fethinin Avrupa’da
etkileri ve günümüz
Avrupa ve Balkan devletlerinin
Osmanlı’yı Balkanlar’dan atma çabaları
sonuçsuz kalmıştı. İstanbul’dan İtalya’ya
kaçan sanatkârlar ve bilim adamları, Rönesans ve reform hareketlerini hızlandırmışlardı.
Dünyanın en büyük imparatorundan
olan Doğu Roma İmparatorluğu tamamen
yok olmuştu. Orta Çağ kapanıp Yeni Çağ
başlamıştı.
Ticaret yollarının birer birer Türklerin eline geçmesi Avrupalıları yeni ticaret
yolları bulmaya zorladı ve coğrafi keşifler
ortaya çıktı.
Büyük ve kalın surların toplarla yıkılabileceğini gören Avrupa, bu yöntemi derebeylikler üzerinde denemiştir. Böylelikle
küçük derebeylikler yıkılıp yerine büyük
krallıklar kurulmuştur. İstanbul’dan ayrılan Bizanslı bilginler, Avrupa’da Reform
hareketlerini başlatmışlardır.
Bu fetih bir nevî Avrupa’nın
(İngiltere’nin) Amerika kıtasını keşfinin
yolunu açmıştır. Zirâ bu keşifle ticaret
yolları kapanan Avrupalılar başka yollar
bulmak zorundaydılar. Bu keşif buna bir
vesile olmuştur.
Kaynak: Sevil Sevinç Kayma
23
Tarih
D eğer
Mayıs 2014
KAÇ SENE
Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu Genel
Müdürlüğü kurulması üzerinden 50 sene
geçti.
5 Mayıs 1955
1 Mayıs 1964
Bingöl’de meydana gelen depremde 176
kişinin ölümü ve 522 kişinin yaralanması
üzerinden 11 sene geçti.
Türk Kadınlar Birliği’nin tespitiyle, her yıl Mayıs ayının ikinci
pazar gününün ‘Anneler Günü’ olarak kutlanmasına kararı
üzerinden 59 sene geçti.
5 Mayıs 1949
1 Mayıs 2003
Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet
vefatı üzerinden 533 sene geçti.
Avrupa Konseyi’nin kurulması üzerinden 65 sene
geçti.
3 Mayıs 1481
8 Mayıs 1945
Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesi
üzerinden 86 sene geçti.
4 Mayıs 1928
24
2. Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerinden 69
sene geçti.
Mayıs 2014
D eğer
GEÇTİ?
‘Dünyanın güneş etrafında döndüğünü’
ispat eden bilim adamı Kopernik ölümü
üzerinden 471 sene geçti.
10 Mayıs 1944
24 Mayıs 1543
Bulgaristan zulmünden zorunlu Türk
göçü üzerinden 25 sene geçti
Nelson Mandela, Güney Afrika’nın ilk siyah lideri seçilmesi üzerinden.
13 Mayıs 1277
24 Mayıs 1989
Şair, yazar, gazeteci ve fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek İstanbul’da vefatı üzerinden 31 sene geçti.
Türk Dil Bayramı. Karaman oğlu Mehmet Bey’in; “Bugünden
sonra divanda, dergahta, mecliste ve meydanda Türkçe ‘den
başka dil kullanılmayacaktır.” Fermanının yayımlanması üzerinden 737 sene geçti.
28 Mayıs 1862
25 Mayıs 1983
İstanbul, Osmanlı padişahı Fatih
Sultan Mehmed tarafından fethedilmesi
üzerinden 561 sene geçti.
Sayıştay’ın kuruluşu üzerinden 152 sene geçti.
29 Mayıs 1453
25
Din
D eğer
Mayıs 2014
Eş olarak
Hz. Muhammed
“Evlilik sadece iki kişi arasındaki sevginin ifadesi değil, aynı zamanda
hayatın en önemli mucizelerinden birine yapılan büyük bir çağrıdır; ruhun pek çok değişik ipliğini birlikte dokumaktır.” Thomas Moore
Prof. Dr. Öznur Özdoğan
“Kendilerinde huzur bulmanız için, kendi türünüzden
eşler yaratması ve böylece aranızda derin bir sevgi ve şefkat var etmesi de Allah’ın varlığının delillerindendir. Bunda
kuşkusuz düşünen insanlar için çıkarılması gereken dersler vardır.”1
Hz. Muhammed bu ayetin içeriği olan ruh birlikteliğini
yaşamıştır ve ailenin bir huzur yeri olduğunu belirterek.
“En hayırlınız ailesi için hayırlı olandır, bana gelince ben ailesi için en hayırlı olanınızım ifadesini dile getirmiştir. Enes
b. Malik “ailesine Resulullah kadar şefkatli birini görmedim” demiştir.
Hz. Peygamber, hemşerileri arasında iffetli, şerefli ve
namuslu bir şahsiyet olarak tanınmaktadır. 25 yaşında
iken, kendisinden yaşça büyük
ve iki defa evlenip dul kalmış olan Hz. Hatice ile
evlenmiş; onunla 25
yıl mutlu bir hayat
geçirmiştir.
Hz.
Muhammed’in
Hz. Hatice ile
beraberliğinde
26
göze çarpan en önemli nokta, sıcak bir dostluktur. Hz.
Hatice’nin vefat ettiği yılın, Hz. Peygamber’in en çok üzüldüğü yıl “Hüzün Yılı” olarak anıldığını görmekteyiz. Hz.
Hatice’nin vefatından sonra yakın dostunun kızı özellikle
tarih ilmine ilgisiyle tanıdığı Hz. Ayşe ile evlenmiştir. Kaynaklara göre Hz. Ayşe o sırada 19 veya 20 yaşındaydı. Yaşamı boyunca Hz. Muhammed’ in anlattıklarını insanlarla
paylaştı, konferanslar verdi. Günümüze kadar ulaşan güvenilir hadislerin çoğu Hz. Ayşe’ nin aktardıklarıdır.
Kur’anı-ı Kerim’ de Yaradanımız, “Allah’ın Rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve
katı yürekli olsaydın insanlar etrafından dağılıp giderlerdi”
2
diyerek Hz Muhammed’i övmüş ve bizlere örnek göstermiştir. Aile içinde insanlar birbirlerine en yakın iletişimleri
yaşarlar ve bu yakın iletişimde yumuşak huylu olmak, barış dolu, huzurlu bir aile hayatı için son derece önemlidir.
Hz. Muhammed; “müminlerin imanca en mükemmel
olanı, ahlakça en güzel olanı ve aile fertlerine yumuşak
davrananıdır” demektedir. Hz Muhammed’in özelliği söylediklerini yaşayan bir insan olmasıdır; “Faydasız ilimden
Sana sığınırım” diyerek uygulamadığı, hayatına yansıtmadığı bilginin yeterince önemli olmadığını vurgulamıştır.
Hayatın her alanında olduğu gibi aile hayatında da
güven en önemli değerdir. Hz Muhammed daha çocukluğunda hayatına yansıyan bir değer olan el-Emin ismiyle;
güvenilir insan niteliğiyle, hayatındaki insanlara yüksek
mutluluklar yaşatmıştır.
Hz. Muhammed bir insanla
tokalaştığında önce
Mayıs 2014
D eğer
PEYGAMBERİMİZDEN
BİR DUA
“Allah’ım! şüphesiz ben nefsime
çok zulmettim, günahları bağışlayacak
olan yalnız Sensin. Öyleyse katından bir
af ile beni bağışla. Bana merhamet et,
çünkü bağışlaması ve rahmeti çok olan
sadece sensin.”
Buhârî,“Ezan”,149;
sizin üzerinizde hakları vardır. Onlara
karşı tarafın elini çekmesini beklemekMüslim, “Zikir”, 48)
te, sonra kendisi elini çekmekteydi. Bukarşı iyi davranınız. Eşlerinize şefkatle
rada karşısındakine şöyle muhteşem bir
muamele ediniz…” demiştir.
mesaj vermekteydi; sen beni bırakmadığın sürece ben
Hz. Muhammed eşinin yaptığı bir işte ona hem yardım
her zaman senin yanındayım. Hayatında nice güzellikler etmiş hem de çalışma hayatında onu desteklemiştir. Eşinin
sergileyen Hz Muhammed’in İnsan ilişkilerindeki sorum- yeteneklerini yaşamasına ve geliştirmesine katkıda bulunluluk boyutuna verdiği bu önem özel hayatına da yansımuştur. mıştır.
Aile hayatında huzuru sağlayan diğer bir önemli nokta
İlk vahiy aldığı zaman, içinde bulunduğu sıkıntılı durumu eşi ile paylaşmıştır. Hz. Hatice de hem kendisini teselli da, eşlerin birbirlerine karşı gösterecekleri sevgi ve saygıdır.
etmiş ve hem de onu konuya kesin çözüm bulacak ve doğru Hz Muhammed birçok sözünde bunu dile getirmektedir:
“ Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, huyu
teşhis koyacak kişiye, Varaka b. Nevfel’e yönlendirmiştir.
Bu olay Hz. Hatice’nin dirayetini, soğukkanlılığını ve isabetli en iyi olanıdır”.
“Size eşinize iyi davranmanızı tavsiye ediyorum…”
karar verme yeteneğini ve eşine olan sonsuz güvenini mükemmel bir şekilde ortaya koymaktadır.
“Bir kimse eşine kin beslemesin, onun bir huyunu beHz. Peygamber evinde, zamanının bir kısmını ibadete, ğenmezse başka huyunu beğenir”.
bir kısmını ailesine, diğer kısmını da kendisine olmak üzere
İnsan toplumlarının en küçük ünitesi olan aile hayatıüçe ayırırdı. Hz. Muhammed, insanlara, bildiğini anlatacağı nın mutlu, huzurlu ve sevgi dolu olmasının, toplumsal bailk kişilerin aile fertleri olduğunu sergilemiştir. O, kendisine rışı ve huzuru sağlayacağı gerçeği en güzel örnekleriyle Hz.
gelen heyetlere “ailenize dönün ve onlarla paylaşın, derdi.
Muhammed’in hayatında görülmektedir.
O’nun bu yönünden en fazla faydalanan, eşi Hz. Ayşe olmuştur.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Hz. Peygamber çeşitli vesilelerle erkeklerin kadınlar
Din Psikolojisi Anabilim Dalı Başkanı
üzerinde, kadınların da erkekler üzerinde hakları bulunduğunu söylemiştir. Kadınlar hakkında Allah’tan korkulmasını,
Kaynakça
onlara haksızlık yapılmamasını isteyerek Veda Hutbesinde
1 Rum Suresi, 21.ayet
“Ey insanlar sizin kadınlar üzerinde birtakım haklarınız vardır. Onlar sizin haklarınıza özen göstermelidirler. Onların da
2 Ali İmran suresi, 159. ayet
27
Sosyoloji
D eğer
Mayıs 2014
Evlerimiz sıcak b
Gençlerin evi sevmesini
sağlamak gerekir. Evi seven
genç hata yapsa da tekrar
evine dönüyor. Birinci derecede evi sığınak gibi yapan
insan büyükşehrin tehlikelerinden çocuğunu korur.
Çocuk bazı yanlışlar yapsa
bile dönüp dolaşıp evine
dönebilir. Evlerimiz büyükşehirlerde sıcak bir sığınak
olmalı. Bunu sağlayabilirsek büyükşehrin risklerini
de gidermiş oluruz.
Ayşe Şahinboy Doğan
Büyükşehrin gündüz görünen gece görünmeyen yüzleri
arasında kırılıp giden yaşamlar, dengeyi kuramadığı için çoğu
zaman bir basamak aşağıya düşürülen insanlar, şehirle biyolojik bağ kurmak isterken kendinden çok şey feda eden bizler...
Ne gidebiliyoruz ne de geriye dönebiliyoruz... “Yalnızlaşıyor
muyuz, şehir hayatında nasıl yaşamalıyız, aile mefhumunu korumak için neler yapılabilir, kültürel kodlarımızı kuşaktan kuşağa aktarmak nasıl mümkün?” dedik ve sorularımızı Prof. Dr.
Nevzat Tarhan’a sorduk.
Sizce metropol hayatı insanları yalnızlaştırıyor mu?
Büyükşehirlerde insanlar daha kalabalık nüfusta ama kabalık içinde yalnız. Kalabalık içinde yalnızlık aslında modern
hayatın getirdiği bir sonuç gibi gözüküyor. Kalabalık şehirlerde insan zaman yoksulu. Büyükşehirlerde en büyük zorluk,
kişilerin üzerlerinde hissettikleri vakit sıkıntısı. Ayrıca bunun
yanında, ciddi bir “iş performansının yüksek olmasının gerekliliği” var. Bu da hem aileyle hem de öncelikli yakın akrabalarla
iletişimi bozuyor. Bu hal, aile bağlarını ve sosyal bağları zayıflatan bir sonuç ortaya çıkarıyor. Metropol hayatındaki o hızlı
yaşantı, ekonomik ve sosyal hareketlilik, insanların daha çok
bir tüketim materyali gibi olmasına sebep oluyor. Kazan-tüket
çarkı işliyor. Bununla birlikte en çok sosyal yapı zarar görüyor
ve sosyal sermaye zayıflıyor. Metropol yaşamının bunda çok
büyük etkisi var. Mesela bir köy yaşamını düşünün kişi kendi
işiyle meşgul, komşunun kızıyla evleniyor, babasının işini devam ettiriyor. Sakin bir yaşantı... Ama şu anda bakıyoruz; televizyonun, elektriğin gelmesiyle, o yaşantı köyde de olsa sekteye uğruyor. İnsanlar birbirleriyle sohbet etmekten uzaklaşıyor.
Sanal bağlar ortaya çıktı. Komşuluğa zarar verildi. İnsanoğlu
şikayet etmek yerine bu zararların farkına varırsa bunun telafi
28
etmenin yollarını arayabilir.
Her biri ayrı bir zenginlik olan kültürel kodlarımızı büyükşehirlerde korumak, kuşaktan kuşağa aktarmak nasıl
mümkün olabilir?
Büyükşehirler bunun çözümünü kendi içinde üretmeye
başladı. Burada çeşitli sivil toplum örgütleri tarzında mesela
Görele Derneği gibi, Sivas Derneği gibi filanca ilçesinin derneği gibi derneklerle “hemşehri”lik bağının büyükşehirlerde
devam ettiğini, büyükşehirlerin içerisinde kendi doğdukları
büyüdükleri yerin bir mahallesi tarzındaki yerleşimin devam
ettiğini görüyoruz. Yalnız bu birinci, ikinci kuşaklarda hakim;
üçüncü kuşakta yok. Üçüncü kuşakta aktarılan bölge ve kültürel değerlerin dağıldığını görüyoruz. Üçüncü kuşak topluma
kendini kuvvetli olarak bağlı hissetmeyen, geleneklerine ve
kültürüne bağlılık taşımayan bir kuşak. Ve bu kuşakta daha çok
sanal kültür kuşağı. Evrensel dediğimiz algı bütün kültürleri
yutma durumunda şu anda. Eğer gerekli önlemler alınmazsa
bütün dünya elli yıl sonra sanal bir kültürün etkisinde kalacak.
Birçok kültür yok olacak. Şu anda Aborjinler, Kızılderililer gibi
önlem almazsak Türk kültürü de marjinal kalabilir. Bizim bunun için milli değerlerimizi ön plana çıkartacak, değer aktarıcı
hikayeler üretecek, değer aktarıcı kanaat önderlerine ihtiyacımız var. Mevlanalar, Yunus Emreler gibi bizi biz yapan yerel
değerlerimizi güçlendirirsek eğer, bu rüzgardan bu fırtınadan
kurtulabiliriz. Bunun için tarihle olan bağımızı güçlendirmemiz
gerekiyor. Amerikalıların Mozart’ı öğrendiği gibi bizim de Itri
Dede’yi öğrenmemiz gerekir, kültürel indoktrinasyon deniyor
buna. Eğer kendi değerlerimizi öğretemezsek çocuklara, onlar
da bir boşluk içinde hiçbir yere ait hissetmezler kendilerini. Büyükşehirlerin popüler kültürle yaptığı erozyonu en aza indirebilmek ancak bu yollarla mümkün.
Mayıs 2014
D eğer
bir sığınak olmalı
Büyükşehir algısı toplumda nasıl bozulmaya yol açıyor?
Büyük yerde mahalle baskısı yok, apartmanda bile insanlar
birbirinden habersiz. “Kişi ne der?” tarzındaki oluş, kişilerde
komşuya yan gözle bakmama, yaşlılara saygı gösterme, hakkında dedikodu çıkartmama gibi bir hassasiyet oluşuyordu.
Böylece toplumsal sınırlar oluşuyordu. Büyükşehirlerde kimseye hesap vermeyen insanlar ortaya çıkmaya başladı. Bireysellik topluma hesap vermemeye dönüştü. Ve topluma hesap
vermeyen insan da kendisine hesap sorulmadıkça kimseye
hesap vermiyor. Bir mahalle, grup baskısı olan yerde, grubun
sınır koyması vardır, hesap sorması vardır. Bu kalktı büyükşehirlerde. Bu nedenle aile bağları da zayıfsa gençler tamamen
kuralsız yetişiyor. Modern şehirde anomi dediğimiz normsuzluk var. Sosyal normlar, ahlaki normlar zayıfladı. Pijama ile biri
sokağa çıksa kimse ayıplamaz. Ama küçük yerde pijama ile sokağa çıksan herkesin diline düşersin. Bu demektir ki, sosyal
normlar da bozulmuştur, zayıflamıştır.
Sade hayat, huzurlu hayat mıdır?
Sade hayat, minimize hayat insanın doğasına daha yatkın.
Sade bir hayatta insanın günlük ihtiyaçları bire, ikiye düşüyor.
Ama gösterişli hayat yirmiye çıkarıyor. İhtiyaçlar çok olunca
harcanan emeğin de çok olması gerekiyor. Verilen hizmetin
de çok olması gerekiyor. Böyle durumlarda sade hayatı tercih
etmeyen kimse eşyaya hizmet etmeye başlıyor. Halbuki eşya
insana hizmet etmeli. İnsan paraya hizmet etmeye, mala mülke
hizmet etmeye başlıyor. Arabaya ve eve hizmet etmeye başlıyor. Halbuki onların hepsi amaç değil araçtır. İnsanın sosyal
hedefleri vardır. Ego idealleri insanın geçici şeyler olmamalıdır. İnsanın ruhu geçici şeylere bağlanmaya yönelik programlanmamış. İnsanın ruhu sonsuzluğa göre programlanmış.
Genetik olarak insan ölümsüzlüğe göre kodlanmış. İnsan dünyada bir misafir kiracı gibi kendini düşündüğü zaman sadeliği
yakalar. Kiracı olduğunu düşünürsen, o evi özgürce kullanırsın ama kirasını, bedelini unutmazsın. Dünyaya bir yolcu
olarak geldiğini düşünen bir insan sade bir hayat yaşarsa daha
mutlu olur. Sade yaşamak insanın doğasına daha uygundur.
Çünkü herkes zengin olamaz, herkes ünlü olamaz, herkes güzel olamaz ama herkes iyi insan olabilir.
Sizce aile şehir hayatının çetrefilli yokuşları arasında
nasıl çocuklarına sahip çıkabilir?
Suça yönelen gençlere baktığımız zaman iki özellik var:
zayıf aile ve kötü arkadaş. Muhakkak gençlerin arkadaşlarını
anne baba tanımalı. Gençlerin evi sevmesini sağlamak gerekir. Evi seven genç hata yapsa da tekrar evine dönüyor. Birinci
derecede evi sığınak gibi yapan insan büyükşehrin tehlikelerinden çocuğunu korur. Çocuk bazı yanlışlar yapsa bile dönüp
dolaşıp evine dönebilir. Evlerimiz büyükşehirlerde sıcak bir
sığınak olmalı. Bunu sağlayabilirsek büyükşehrin risklerini de
gidermiş oluruz.
29
Edebiyat
D eğer
Mayıs 2014
Kişi tanımadığının düşmanıdır
Birbirlerine ilk kez “merhaba” dediler. Sonra oturup uzuuuuuuuun uzun konuştular. Eee… Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar
konuşa konuşa anlaşıyordu. Anlaştılar. Ve anladılar ki; meğer
insan tanımadığına düşmanmış.
İ
ki adam, içinde çamur bulunan deriiiiiin bir kuyuya
düştüler. İkisinin de üstü
başı çamur içinde kaldı. Hatta gözlerinden başka bir yerleri görünmez oldu. Onları ilk
kez gören biri çamura yatmış
su aygırları sanabilirdi. Ya da
yeni doğmuş çamur yaratıkları…
Zira düşmenin verdiği sersemlikle yalpalıyor, yerlerinde bir
türlü düzgün duramıyorlardı.
İkisi de ne olduğunu anlamaya
çalışırken ilk kez gördüler birbirlerini.
Önce korktular. Öyle korkmuşlardı ki, ikisi de karşıdakinin birazdan kendisine saldıracağından, hatta onu parçalayıp
çiğ çiğ yutacağından emindi.
Bunu
nereden
çıkarmışlardı ben de bilmiyorum, ancak
durum vahimdi; ölüm – kalım
meselesiydi. Bu düşüncelerle
birbirlerinin üzerine atıldılar.
İnsan tanımadığına ne de kolay
vuruyordu! Evet, vurdular, dövdüler, yere yıktılar, üstüne çıkıp, saçlarını çektiler. Yetmedi
30
kulaklarını bile ısırmaya kalktılar. Sonra yerlerde yuvarlanıp
alt-üst oldular. Çamura biraz
daha bulandılar. Derken iyice
insanlıktan çıktılar. İkisinin de
başının etrafında yıldızlar uçuşmaya başladığında durdular.
Öyle
yorulmuşlardı
ki
derin
derin
soluyorlardı.
Nedense konuşmak hiç akıllarına gelmedi. Hâlbuki konuşsalardı ikisi de anlayacaktı; onlar kötü değildiler. Bir
çamur canavarı, bir su aygırı veya gergedan değildiler.
Hatta inanmayacaksınız belki
ama şu kuyuya düşünceye kadar,
ikisi de iyi birer insandı. İkisinin
de bir ailesi vardı. Çoluk çocuklarıyla oynar koşar, şarkılar söylerlerdi. İkisi de yaşamak için
ekmek yer, su içer, yorulduğunda uykuya dalıp rüya görürdü.
Hiç birinin “insan yemek” gibi
kötü alışkanlıkları yoktu ayrıca.
Bir müddet öylece kaldılar.
Sonra birbirlerini incelemeye başladılar. Derken yak-
laştılar. Biri, ötekinin yüzüne
uzattı elini dikkatle. Ve gözünün çevresinde biriken çamuru sıyırdı eliyle. Gözler ortaya
çıktığında gülümsedi. O da gülümsedi. Hayret! Hiç de canavar gibi bakmıyordu. Hem bakışları ne kadar da masumdu!
Daha çok meraklandı. Tanımak
istiyordu. Dokunuşları şefkate dönüştü. Aynı anda “öteki”
de onun yüzünü gözünü, üstünü başını temizlemeye başladı.
Çabuk çabuk söküp attılar çamurları. Arındırdılar kendilerini
insandan başka gösteren kirden
pastan. Ve… İkisi de sonunda
karşısında bir insan buldu. Çok
sevindiler. Birbirlerine ilk kez
“merhaba” dediler. Sonra oturup
uzuuuuuuuun uzun konuştular.
Eee… Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşıyordu. Anlaştılar. Ve anladılar
ki; meğer insan tanımadığına
düşmanmış. Tanıyınca sevmek
daha kolaymış. Saygı duymak ve
saygı görmek ne güzel şeymiş
meğer.
Mayıs 2014
D eğer
Deyimler
Adın deftere geçti
Dilimizde, hak etmediği
halde bir makamın yetkilerini kullanarak üst perdeden konuşan yahut önemsiz bir başarısı üzerine
“bir yumurta bin bir gıdgıdak” ortalığı velveleye
verenler hakkında söylenen bir deyim vardır:
Anır eşeğim anır, adın
deftere geçti. Deyimin ilginç bir
hikâyesi var. Osman Çizmeciler’in Ünlü Deyimler ve Öyküleri (İstanbul 1989) adlı çalışmasından naklen (s. 20) anlatalım:
Tarihimizdeki ilk istatistik Tanzimat yıllarında yapılmış. Ancak o yıllarda, sayımın ve
sayılmanın faydasını anlamayan insanlara istatistiği izah etmek çok zor olduğundan, yetkililer düşünüp taşınmışlar ve
yumuşak geçiş için öncelikle köylerde
bir hayvan sayımı yapmayı uygun bulmuşlar.
Köylünün biri, sayım bittikten, memurlar
gittikten sonra ahırdaki eşeğinin durmadan anırdığını görmüş. Adam sabahtan beri
bir işe yaramadan yalnızca semiren eşeğine
bakmış, bakmış ve sayım sebebiyle yapamadığı işlerinin, boşa geçen gününün acısıyla çıkışmış:
— Anır eşeğim anır... Adın deftere geçti!..
Kaynak: İskender Pala-İki Dirhem Bir Çekirdek
Afyonu patlamak
Eski tiryakiler, ramazanda afyonu macun
haline getirir ve mercimek büyüklüğünde toplar yapıp her sahurda iki üç tane yutarlarmış.
Ancak her bir macunu sırasıyla bir, iki, üç kat
kâğıtlara sarmayı da ihmal etmezlermiş. Böylece kâğıt, mide öz suyunda eriyince macun midede dağılır ve birkaç saatliğine keyif devam
edermiş. Tabiî iki kat kâğıda sarılan macun, birkaç saat sonra, üç kat kâğıda sarılı macun da
onu takiben kana karışınca tiryaki iftara kadar
rahat etmiş oluverir. Ancak bu planın yolunda
gitmediği, afyonun kâğıdının zor parelendiği yahut kana karışması geciktiği durumlarda tiryaki
krizlere girer ve dış dünyadan âdeta kopar. Afyonu patlayıp kana karışasıya kadar farklı tepkiler verir.
Konuşulan veya yapılan şeye uygun karşılık
verilmeyen, anlama ve algılamada geciken durumlarda “Daha afyonu patlamadı galiba!” gibi
cümleler söylenmesi bundandır.
Kaynak: İskender Pal
İki Dirhem Bir Çekirdek
31
Sağlık
D eğer
Mayıs 2014
Tuzsuz aşım
ağrısız başım
Prof. Dr. Tekin Akpolat, hipertansiyon, kalp,
böbrek hastalıkları başta olmak üzere obezite, diyabet ve bazı kanser türlerinden korunmak amacıyla günlük tuz tüketimini 5 gram
ile sınırlamak gerektiğine dikkat çekiyor.
Birçoğumuzun düşünmeden yemeklere bol bol serptiği tuz, vücudun baş düşmanı. 11-17 Mart Dünya Tuza Dikkat Haftası. Uzmanlar,
tuz kullanım alışkanlığının değiştirilmesini tavsiye ediyor.
Tuz yerine baharat, limon suyu, nar ekşisi ya da sirke kullanımına ağırlık vermek tuz tüketimini sınırlamak açısından önemli bir kilit
nokta. Liv Hospital Nefroloji Bölümü Uzmanı Prof. Dr. Tekin Akpolat, hipertansiyon, kalp, böbrek hastalıkları başta olmak üzere obezite,
diyabet ve bazı kanser türlerinden korunmak amacıyla günlük tuz tüketimini 5 gram ile sınırlamak gerektiğine dikkat çekiyor.
Prof. Akpolat “Size sormadan çayınıza ya da kahvenize şeker ekleyebiliyorlar mı? Öyleyse neden size sormadan yemeklerinize tuz
ekliyorlar? Buna izin vermeyin, sağlığınızı koruyun” diyor.
Günde 15 gram tuz alıyoruz!
Tuzun azaltılması kan basıncını kontrol altına almanın yanı sıra hipertansiyon gelişimini de önleyebilir. Hipertansiyon sorunu ile karşılaşmamak için yapılacak işlerden birisi de tuzun azaltılmasıdır. Yüksek tansiyon için önemli olan sofra tuzu olarak bilinen NaCl’dür. Batı
tarzı beslenmede kişiler günde ortalama 8-9 gram tuz alır. Bu tuzun günde 5 grama düşürülmesi kan basıncının kontrol altına alınmasını
kolaylaştırır.
Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıklarının 2012 yılında yaptığı araştırmaya göre günde
ortalama 15 gram tuz alıyoruz. En önemli tuz kaynakları yemek pişirilirken eklenen tuz ve ekmektir.
TUZ TÜKETİMİNİ AZALTACAK 10 PRATİK ÖNERİ
1. Yemeğin tadına bile bakmadan tuz koymayın. Tuzsuz yemek çok tatsız diyorsanız biber, sirke, limon suyu ve değişik bitkilerle yemek tatlandırılabilir.
2. Tuzsuz ekmek yiyin. Taze sebze yiyin. Konserve, turşudan uzak durun.
3. Yemek pişirirken tuz koymayın, pişirdikten sonra da koymayın.
4. Tuzu azaltılmış peynir yiyin.
5. Doktor veya eczacıya danışarak yapay tuz kullanabiliriz
6. Dışarıda yemek yerken seçici olun
7. Nane, kekik, soğan, sarımsak yemeklere tuz olmadan lezzet verir. Etleri
sarımsak, sirke, limon suyu ile terbiye edin.
8. Sebze, meyveler genel olarak az tuz içerir
9. Taze fındık, ceviz, semizotu yemeğe lezzet katar
10. Alışveriş yaparken gıda etiketindeki tuz miktarına bakalım.
www.ailemveben.com.tr
32
Mayıs 2014
D eğer
Edebiyat
Bir Hikaye...
Bir öksüzün ağzından...
“EN ACI GÜNÜM”
“Ardımda nice günler bıraktım ben, soğuk kış geceleri de dahildi buna… O gecelerde üşümüştüm ama
ben bu güneşli günde daha da çok üşüyorum anne…
Mayısın ikinci pazarı dediler… Garip bir duygu çöktü içime… Hasretinle yanan şu gönlümü, sensizliğin
ayazı vurdu anne…. Gözyaşlarım uzuu…n sarkıtlar
oluşturdu gönlümün senin ısından mahrum soğuğunda…
Parktayım bende her çocuk gibi… Annelerine
güller hediyeler götüren çocukları izlerken içimi
daha da çok yaktı sensizlik… Alabileceğim bir çiçeği, toprak kokan ellerine değil de sen kokan toprağa
verebileceğim geldikçe aklıma, bir şelaleymişçesine
aktı gönlüme, gözyaşlarım…
Ben gibi kaç öksüz var şu dünyada… Kaç kişi tattı şu acı duyguyu bu anneler gününde… Kim özler
benim seni özlediğim gibi annesini bilemem ama ben
seni bir ayrı özledim anne…
Sen gittikten sonra elimden kimse tutmadı, ben
kendi elimi kendim tuttum hep… Yetimhanenin o
soğuk demir ranzalarında aradım senin sıcaklığını…
Kokunu sokaklara dikilmiş güllerde aradım ben… Çiçekçiden hiç gül alamadım ki ben anne…
Hiç de param olmadı sen gittikten sonra… Fakirdik sen varken de ama, sen gittikten sonra anladım
senin varlığın ayrı bir zenginlikmiş anne…
Şimdi olmayan paramla sahip olduğum en anlamlı
hediyeyi sana değil ama sen kokan toprağa sunabilirim… “Gözyaşlarım”… Sana ulaşır mı bilmem ama
ulaşması için elimden geleni yaparım, gerekirse gün
boyunca ağlarım anne… Yeter ki sen de bir anneler gününün sabahında rüyama gel güldür beni… Ben
seni rüyamda bir kez daha olsun görebilmek için
yine ağlarım günler boyunca… Kefareti neyse öderim ben annem, yeter ki sen rüyama gel...
RÜYAMA GEL…
33
Edebiyat
D eğer
Mayıs 2014
Necip Fazıl
KISAKÜREK
26 Mayıs 1905’te dünyaya geldi. ÇoMaarif Vekaleti’nin Avrupa’ya okumaya gönNecip Fazıl, sağlam bir teknik derilecek, ilk talebe grubu için açtığı sınavcukluğunu, mahkeme reisliğinden emekli
büyük babasının, İstanbulÇemberlitaş’taki
da gösterdiği başarıyla gönderilmeye hak
ve olgun bir Türkçeyle yazkonağında geçiren ve kayıtlı bir secereyle,
kazandığı Fransa’da, Sorbonne Üniversitesi
dığı
şiirlerinde
Allah,
kâinat,
Alâüddevle devrinin Şeyhülislam Mevlâna
Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 1925’te basılan
Bektût’a dayanan ve Dulkadiroğulları’na
ilk kitabı Örümcek Ağı ve 1928’de yayınlakorku, ölüm, zaman ve
bağlı “Kısakürekler” soyunun mensubu
nan Kaldırımlar gibi eserleriyle, kendini çok
insanî çelişkileri işledi. Ona
olan Kısakürek, okuyup yazmayı henüz 5
genç yaşta, çağdaş şairlerin önüne çıkararak,
göre şiir “Allah’ı sır ve güzel- 6 yaşlarındayken dedesi, Mehmet Hilmi
edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyanEfendi’den öğrendi ve 1916 senesine kadar,
dırdı. Paris’te geçirdiği dönemin ardından,
lik yolundan arama işidir”.
Büyükdere’de Emin Efendi isimli, sarıklı bir
Osmanlı Bankası’nın Ceyhan, İstanbul ve Gihocanın işlettiği mahalle mektebinden başresun şubelerinde çalıştı. 5 Ağustos 1929’da
layarak çeşitli okullara devam etti.
Ankara’ya giden ve 9 yıl boyunca, İş Bankası’nda müfettiş ve muİlk ve orta öğrenimini, Fransız Papaz ve Kumkapı’daki Amerikan hasebe müdürü olarak çalışan Kısakürek, döndükten sonra, 1939
Koleji’nde tamamlamasının ardından, Serasker Rıza Paşa Yalısı’nda- – 1943 seneleri arasında, bir Fransız okulu, Robert Kolej, İstanbul
ki, Askeri Deniz Lisesi’nde eğitimini tamamladı. Şiir yazmaya, on Güzel Sanatlar Akademisi, Ankara Devlet Konservatuarı, Ankara
yedi yaşındayken, annesinin arzusuyla başlayan ve ilk şiirleri, 1922 Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi gibi okullarda öğretmen
senesinde, Ziya Gökalp’in kurduğu ve Yakup Kadri ve arkadaşları- olarak görev aldı.
nın çıkardığı, Yeni Mecmua’da, yayınlanan Kısakürek, Milli Mecmua
Şiirleri Milli Eğitim Bakanlığı’nın ders kitaplarında okutulan
ve Yeni Hayat dergilerinde çıkan şiirleriyle adını duyurdu. Lisedeki Kısakürek’in, askerliği bittikten sonra Ankara’ya dönmesinin ardınhocaları arasında, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi, İbrahim Aşkı dan, 1932 senesinde, henüz otuz yaşına basmamışken yayımlanan
gibi dönemin ünlü isimleri yer alan, Kısakürek, 1924’te, İstanbul ve kendisini şöhrete taşıyan, üçüncü şiir kitabı, Ben ve Ötesi, başarıEdebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirdikten sonra 20 yaşında, sının devamının geleceğinin sinyallerini vermekteydi.
34
Mayıs 2014
D eğer
Şöhret
basamaklarını
hızla tırmanırken, felsefi arayışlarını sürdüren Kısakürek
için, 1934 yılı bir dönüm noktası niteliğini taşıdı.Bohem
hayatını en yoğun yaşadığı
dönemde, Kısakürek’in, Beyoğlu Ağa Camii’nde vaiz
olan, Abdülhakim Arvasi ile
tanışması, neredeyse bütün
tiyatro eserlerinde karşımıza
çıkan, üstün bir ahlak felsefesinin savunulduğu dönemin
temelini oluşturdu. Büyük ilgi
gören, Tohum, Para, Bir Adam
Yaratmak gibi piyesleri arasında, Bir Adam Yaratmak, Türk tiyatrosunun hatırı
sayılır oyunlarındandır. Sık sık kapatılan ve toplatılan Büyük Doğu’nun çıkmadığı dönemlerde, günlük fıkra ve çeşitli yazıları Yeni İstanbul, Son Posta, Babıalide
Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yayımlanan
ve Büyük Doğu’da çıkan yazılarında Adıdeğmez, Mürid, Ahmet Abdülbaki gibi
imzalar altında yazılaryazan Kısakürek’in, 1962 yılından itibaren, Anadolu’nun
çeşitli şehirlerinde verdiği konferanslar da dikkat çekti ve büyük ilgi gördü.
Şairliğinin olgunluk döneminde Islâmî düşünceyi savunan, maddeye karşı
ruhu ön plâna çıkaran bir yol benimsedi. Madde ve ruh problemlerini, insanın
gizli duygu ve tutkularını dile getiren güçlü bir şair olarak Cumhuriyet şiirinde
önemli bir rol üstlendi. Şiirlerinde insanın iç dünyasındaki trajediyi ön plânda işledi. Bir mizaç şairi olarak tanımlandı. Kendi ruh halini, düşünce sistemini, bunlara en uygun sembolleri, ortamları ve ahengi şiite getirdi. Şekil ve ses bakımından dinî tasavvuf! halk edebiyatı geleneğinden faydalandı. Sağlam bir teknik
ve olgun bir Türkçeyle yazdığı şiirlerinde Allah, kâinat, korku, ölüm, zaman ve
insanî çelişkileri işledi. Şiir hakkındaki görüşlerini kendi politika’sında açıkladı.
Buna göre şiiri “kendisini aşmaya doğru giden insanın, hulâsa bütün âlemin;
akan su, uçan kuş ve düşünen insanla beraber, bilerek veya bilmeyerek cezbesine sürüklendiği mutlak hakikati aramak yolunda, çocukça, cambazca ve kahramanca bir usûl” olarak tanımladı. Necip Fazıl’a göre şiir “Allah’ı sır ve güzellik
yolundan arama işidir”. Şiirde his ve fikir olarak iki büyük unsurun varlığını kabul eden Necip Fazıl, basit ve kuru fikrin üstün bir idrâkten geçmeden şiire giremeyeceğini savundu. Şiirde önemli olan vezin ve kafiye unsurlarının tek başına
kaldığında, balmumundan yemişler gibi anlamsızlaşacağını söyledi. 1980’de,
Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’nü ve Türk Edebiyatı Vakfı tarafından verilen beratla Sultan-üş Şuaraünvanını kazanan Kısakürek, 1981’de İman ve İslam Atlası
adlı eseriyle fikirdalında Milli Kültür Vakfı Armağanı’nın sahibi olurken, 1982’de
de, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından verilen, Üstün Hizmet Ödülü’nü kazandı.
25 Mayıs 1983 tarihinde, İstanbul’da hayata veda eden Necip Fazıl Kısakürek, Eyüp’te toprağa verildi.
Eserleri
Hikayelerim, Cinnet Mustatili, Bir Adam Yaratmak, Çile, Kafa Kağıdı, O ve Ben,
Yunus Emre, At’a Senfoni, Para, Sahte Kahramanlar, Hazret-i Ali, Tanrı Kulundan Dinlediklerim, İhtilal, Moskof, Tohum, Aynadaki Yalan, Reis Bey, Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu, Babıali, Sosyalizm,Komünizm ve İnsanlık, Hitabeler, Peygamberler Halkası, İbrahim Ethem, Hesaplaşma, Esselam, Dünya Bir
İnkilap Bekliyor, Hac, Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Türkiye’nin Manzarası,
Çerçeve-I , Nur Harmanı, İman ve İslam Atlası, Müdafaalarım, Veliler Ordusundan 333, Benim Gözümde Menderes, İdeolocya Örgüsü, Mümin-Kafir,
Senaryo Romanlarım, Çöle İnen Nur, Son Devrin Din Mazlumları, Öfke ve Hiciv, Sabır Taşı, Ulu Hakan II.Abdülhamid Han, Başbuğ Velilerden 33, ÇerçeveII, Konuşmalar, Rabıta-i Şerife, Doğru Yolun Sapık Kolları, Başmakalelerim-I,
Tasavvuf Bahçeleri, Çerçeve-III, Namık Kemal, Hücum Ve Polemik, Rapor 1/3,
Rapor 4/6, Rapor 7/9, Rapor 10/13, Yeniçeri, Reşahat, Başmakalelerim-II
61-Mektubat, Başmakalelerim-III, Çerçeve-IV, Gönül Nimetleri.
Zindandan
Mehmed’e Mektup
Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed’im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler, bugün ‘maruzât’!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
İnsanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!
Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!
Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.
(...)
Mehmed’im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!
Necip Fazıl Kısakürek
www.biyografi.com
35
Kişisel Gelişim
D eğer
Mayıs 2014
İnsan dediğin
DOĞAL’lıktır
Hayâtta ne olmak istediğinize karar vermeden önce; ne olduğumuza ve potansiyelimize bakmalıyız. Yani, ancak böyle bir durum tespitini yaptıktan
sonra kişisel gelişim planlarımızı hayata geçirmeye başlamalıyız.
Anlatıla gelen premodern bir hikâyeye göre bir
zamanlar dağda, kızgın güneşin altında, mermer
taşlarını yontmaktan bezmiş bir mermer ustası
varmış. Mermer ustası yapmış olduğu işin verdiği bıkkınlıktan olsa gerek, usançla:
- Bu hayattan bıktım artık! Devamlı mermer
yontmak! Öldüm artık! Üstelik bir de bu güneş
yok mu? Ahhh bu yakıcı güneş! Ah! Ah! Onun
yerinde olmayı ne kadar çok isterdim hâlbuki.
Keşke güneş olsaydım! Orada yükseklerde her
şeye hakim olacaktım, ışığımla etrafı aydınlatacaktım’’, diye söylenip duruyormuş…
Hikâye bu ya: göğün kapısı açık mıydı neydi, bir
mucize eseri mermer ustasının dileği kabûl olur
ve Mermer Ustası bir anda Güneş oluverir. Ar-
36
tık semâdaki güneş olan Mermer Ustası, dileği
kabul edildiği için oldukça mutludur. Fakat tam
ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırada,
ışınlarının bulutlar tarafından engellendiğini
fark eder. Bunun üzerine, ‘’Basit bulutlar benim
ışınlarımı kesecek kadar kuvvetli olduklarına
göre benim güneş olmam neye yarar ki!’’ , diye
isyan eder. ‘’Madem ki bulutlar güneşten daha
kudretli, o zaman bulut olmayı tercih ederim.’’
Diye düşünür…
Mucize devam eder ve Mermer Ustası anında
bir bulut oluverir. Böylece dünyanın üzerinde
uçmaya başlar, oradan oraya koşuşur, yağmur
yağdırır fakat birdenbire bir rüzgâr çıkar ve
bulutları dağıtır. O da ‘’ Ah, rüzgar geldi ve beni
Mayıs 2014
D eğer
dağıttı, demekki en kuvvetlisi o! Öyleyse ben
rüzgâr olmak istiyorum’’ diye karar verir.
Dest-i kudret bu ya, rüzgâr olunca da dünyanın
üzerinde eser durur, fırtınalar estirir, tayfunlar meydana getirir. Fakat birdenbire önünde
kocaman bir duvarın ona mani olduğunu fark
eder. Çok yüksek ve çok sağlam bir duvar olan
bu engel, bir dağdır. Bu kez de ‘’ Basit bir dağ
beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgâr
olmam neye yarar.’’, der. Bunun üzerinede bir
dağ olmak ister ve bir anda Dağ’a dönüşüverir.
Bir zaman sonra da, her şeyin ona vurduğunu
hisseder. Kendisinden daha güçlü olan şeyin,
daha doğrusu O’nu içten içe oyan şeyin ne olduğunu merak eder…
Bir de bakar ki, o küçük şey; bir Mermer
Ustası’dır…
Hikayeden Çıkarılması Gereken Dersler
• Sahip olduklarımızın kıymetini bilemediğimiz
sürece, yaşam bize hiçbir şekilde mutluluk getirmez.
• Hayâtta ne olmak istediğinize karar vermeden önce; ne olduğumuza ve potansiyelimize
bakmalıyız. Yani, ancak böyle bir durum tespitini yaptıktan sonra kişisel gelişim planlarımızı
hayata geçirmeye başlamalıyız.
• Yaşamın en büyük mucizesi, ‘hayat sahibi olmak’, hayatın en büyük mucizesi ’insan olmak’
insanlığın en büyük mucizesi ‘kültürlü ve kendisiyle barışık bir birey’ olmaktır.
BİR BABANIN VASİYETİ
Ölmek üzere olan yaşlı bir baba, yatağının başına üç oğlunu çağırarak onlara vasiyette bulunur:
- Oğullarım, ben ölünce, birbirinize düşmemeniz için
size sahibi olduğum 17 deveyi paylaştırmak istiyorum.
Miras olarak develerin yarısını büyük oğluma, üçte birini ortancaya, dokuzda birini ise küçük oğluma bırakıyorum.
Babalarının ölümünden sonra mirası babalarının vasiyeti uyarınca paylaşmak üzere kardeşler bir araya gelirler. Fakat bir türlü işin içinden çıkamazlar. Mirası babalarının istediği gibi pay edemezler. Çünkü 17 sayısı ne
2’ye, ne 3’e ne de 9’a bölünebilir.
Bu işin üstesinden ancak köyün tecrübe ehli, yaşlı bilgesi gelir.”diye düşünüp, ona giderek danışırlar. Bilge
kişi: “Benim bir devem var, onu da alıp, yeniden hesap
yapın.” der. Bu cömertliğe çok şaşıran oğullar,18 deveyi
pay etmeye girişirler. Önce 2’ye bölerler, büyük oğul 9
develik payını alır. Sonra 3’e bölerler, çıkan 6 deveyi de
ortanca oğul alır. Daha sonra 9’a böldüklerinde 2 deveyi de küçük oğul alır. Ama, bütün develeri paylaştıktan
sonra ortada fazladan bir deve kalır yine... Oğullar bu
duruma da bir çözüm getirmesi için yeniden yaşlı bilgeye başvururlar. Bilge kişi güler ve:
- “İyi öyleyse” der. “Sorununuz çözümlendiğine göre,
ben de devemi geri alabilirim artık.”
Bilge kişi bu hikâyede tıpkı “bilgi” gibi katalizör olarak
olaya girer, çözümü sağladıktan sonra olaydan çıkar.
Sorunu çözmede insanlara yardımcı olur, ama kendinden de bir şey eksilmez.
• Unutmayın sevgili dostlar! Şu an belki daha
yolun başındasınız ama; sakın hâ ‘’ Keşke şöyle
olsa’’,’’Bu işte olsam’’,’’ Bende işimin başında olsam’’ gibi düşüncelerle şimdiki durumunuzdan
şikayetçi olmayın. Çünkü ne olursanız olun,
hayatınız boyunca dâimâ yolda, yolun en
başında ve yeniden bir şeylere başlayan
bir öğrenci gibi olacaksınız.
• Ezcümle; devamlı yeni erdemler, bilgiler öğrenerek ve yeni deneyimler kazanarak, tıpkı hikâyedeki gibi yeniden
en başa döndüğümüzde; işte o zaman
herbirimizin aslında ne büyük bir hazineye sahip olduğunu anlayacaksınız!
Kaynak: Mehmet Hakan Alşan (Sûfi Terapi)
37
Gezi
D eğer
Mayıs 2014
Gakkoşlar diyarı
Elazığ
Elazığ kentinin, Harpurt’un geçmişi, binlerce yıllık kültürel birikimin sahibi olan büyük uygarlığın da geçmişidir aynı zamanda. Paleolitik dönemden itibaren çok sayıda kültüre ev sahipliği yapmış olan Harput ve
çevresi, bir kavşak noktası sayılabilecek stratejik konumuyla eski çağlardan beri önem taşımış olan bir bölgedir. Elazığ’ın tarihi Hurriler (M.Ö. 20.000), Hititler (M.Ö. 14-13. yy.) ve Asurlar’a kadar uzanıyor.
Harput ve Elazığ Tarihi
Elazığ kentinin geçmişi Harput’un, yani binlerce yıllık bir kültürel birikimin sahibi olan büyük uygarlığın da geçmişidir aynı zamanda. Paleolitik dönemden itibaren çok sayıda kültüre ev sahipliği yapmış olan Harput
ve çevresi, Fırat Irmağı’nın ortasında yer alan verimli ve bereketli bir ovada bulunan ve adeta bir kavşak noktası sayılabilecek stratejik konumuyla
eski çağlardan beri önem taşımış olan bir bölgedir. Bilindiği kadarıyla
Hurriler (M.Ö. 20.000), Hititler (M.Ö. 14-13. yy.) ve Asurların ardından,
M.Ö. 9.000-7.000’lerde başkenti Van (Tuşpa) olan Urartular bölgeye hakim olmuş ve bu zengin uygarlık Anadolu’da gerçekleştirdikleri “ilk”lerle
bölgeye her alanda yenilikler bırakmışlardır. Öyle ki fen, mühendislik ve
altyapıya çok önem vermiş olan Urartular, günümüzden yaklaşık 2800
yıl önce, dönemin yetenekli mühendisleriyle Anadolu’daki ilk sistemli
karayolu inşaatını gerçekleştirmişlerdir. Urartular’ın başkent Tuşpa’dan
Malatya ve Elazığ’a ulaşmak amacıyla yaptıkları düşünülen yolun bir kısmı Van’da yer altında kalmışsa da, günümüzde halen Bingöl’de etkileyici
biçimde varlığını korumaktadır. Bölgede M.Ö. 7. yüzyılda İskit, Med ve
Pers satraplıkları (krallık) dönemi yaşanmıştır. Helenistik dönemde çok
sayıda akın yaşanan bölge, 5 yüzyılda yaşanan Sasani-Bizans çelişmeleri
sonucunda Fırat Irmağı sınır kabul edildiğinden, Bizanslıların eline geçmiştir. 8-9. yüzyıllarda Abbasilerin kısa süren egemenliğinin ardından,
yeniden Bizans toprağı olur ve Mezopotamya temasına (eyalet) dahil
edilir. 1071’de Büyük Selçukluların Anadolu’yu fethiyle başlayan Türk
döneminde bölgenin Türkleşmesine öncelik verilmiştir. Kısa süreli Çubukoğulları (1085-1113 civarı) yönetimin sonrasında bölgede Artuklular
38
(1113-1234) egemenlik kurmuşlardır. 1234 yılında Anadolu Selçuklularının yönetimine giren topraklar, 1243 sonrası kısa süreli bir Moğol istilası
geçirmişse de geri alınmış ve 1139 yılında merkezi Elbistan olan Dulkadiroğulları Beyliği’nin, ardından Akkoyunluların (1454-1465) topraklarına
dahil olmuştur. Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’in Otlukbeli
Savaşı’yla Osmanlı topraklarına kattığı Harput ve çevresi,16. yüzyılda
Safavi çekişmelerine sahne olmuş, ancak 1516 yılından itibaren kesin
olarak Osmanlıların eline geçmiştir. 19. yüzyıl sonlarına dek, Diyarbakır
Mayıs 2014
D eğer
eyaletine bağlı olan Harput sancağı, önemli ticaret yolları üzerinde olması, yerine süt kullanıldığı, bu yüzden de “Süt Kalesi” dendiği söylenmektedir.
askeri ve stratejik önemiyle öne çıkarak büyümeye başlar. Harput köklü Diğer bir efsaneye göre ise kalenin dehlizlerinden birinde yaşayan güzel
önemini korurken, 1833 yılında Diyarbakır valisi Mehmet Reşit Paşa’nın bir kız, büyülü olduğundan sürekli kendisi için yaptırılan bir altın köşkte
“mezra” denilen bölgede konağını Elazığ’a yaptırmasıyla başlayan süreç- uyurmuş. Yılda bir kez uyanıp “Süt kalesi yıkıldı mı? Katırlar kuzuladı
le birlikte, yerleşimin başladığı söylenebilir. Harput, 1877 yılında ayrı bir mı? Dere hamamının yerinde yeller esiyor mu?” diye sorar, sonra yeniden
vilayet haline gelmiş, salnamelerden de anlaşıldığı üzere, gayrı müslim uykuya dalarmış. Eğer bu sayılanlar gerçekleşirse Harput yıkılacak, kıyanüfusun oturduğu bir yerleşim halini almıştır. 19. yüzyılda Harput’ta çok met kopacakmış. Bazı kişilerin bu kızın sesini duyduğu kulaktan kulağa
sayıda yabancı okulun ve çeşitli mezheplere ait dini ve sosyal yapıların söylenmektedir. Zengin tarihiyle Harput’ta ortaya çıkarılan çok sayıda
görülmesi de bunu desteklemektedir. Yıllarca iç içe yaşayan Müslüman, eser bugün Elazığ Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi’nde sergilenmektedir.
Ulu Camii
Ermeni ve Süryaniler Harput’un zengin kültürüne renk katan kozmopoHarput’un merkezinde yer alan Ulu Camii, Artuklit toplum yapısının temel taşları olmuşlardır. Dönemin
lu hükümdarı Fahreddin Karaaslan tarafınnadir matbaalarından birinin yer aldığı zengin
1071’de
dan 1156-1157 yıllarında yaptırılmıştır.
Harput’tan günümüze gelebilenlerin saBüyük Selçukluların Anadolu’yu
Anadolu’nun günümüze gelen en
yısı ne yazık ki çok fazla değilse de,
fethiyle başlayan Türk döneminde bölgenin Türkeski ve en değerli yapılardan biri
yapılan kazılarla Harput’un günüleşmesine öncelik verilmiştir. 1234 yılında Anadolu Selçukluolan Ulu Camii, halen ibadet
müze ışık tutan ayrıntılarla dolu
amaçlı kullanılmaktadır. Enhazinesi ortaya çıkarılmaktalarının yönetimine giren topraklar, 1243 sonrası kısa süreli bir Moğol
lemesine dikdörtgen planlı
dır. 19. yüzyılda, “Mamuretistilası geçirmişse de geri alınmış ve 1139 yılında merkezi Elbistan olan
ül Aziz” adıyla yeni kurulan
Dulkadiroğulları Beyliği’nin, ardından Akkoyunluların (1454-1465) top- yapı, diğer camilerde olduğu
gibi üç ana bölüme sahiptir;
kente yerleşimler ilk olarak
raklarına dahil olmuştur. Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’in
ana ibadet mekanı olan haSaray-ı Atik olarak adlandırıOtlukbeli Savaşı’yla Osmanlı topraklarına kattığı Harput ve çevrim, ibadete giriş yeri olan ve
lan bölgede başlamıştır. 1934
resi,16. yüzyılda Safavi çekişmelerine sahne olmuş, ancak
aynı zamanda geç kalanların da
yılında trenin gelmesiyle hızlanan
ibadetlerini gerçekleştirdikleri son
bu Elazığ, yeni yolların açılması,
1516 yılından itibaren kesin olarak Osmanlıcemaat yeri ve dışında kalan avlu kısmı.
yeni mahallelerin hızla oluşturulması ve
ların eline geçmiştir.
Kalın duvarlarda taşın, kemer ve minarede
imar faaliyetlerinin artmasıyla kısa zamanla
tuğlanın kullanılmış olduğu yapının minaresindeki
bugünkü şeklini almıştır.
tuğla süslemeleri, geçmişi günümüze taşıyan değerli Artuklu sanatının
Elazığ’ı Gezmek…
Elazığ gezinize Harput’ta yapacağınız tarih turu ile başlamanızı öne- örneklerindendir. Farklı dönemlerde yapıldığı düşünülen minarede farklı
ririz. Şehir içinde birçok yerden görülen ve şehir merkezine yaklaşık 10 tuğla dizilişleriyle oluşturulmuş sepet örgüsü, geçmeli, altı köşeli ve yıldız
dakika uzaklıkta bulunan Harput Tepesi (Kayabaşı) görülmesi gereken motifli süslemeler bulunmaktadır. Yapının adeta bir şaheser sayılabilecek
yerlerin başında geliyor. Tüm şehrin ayaklarınızın altına serildiği en özel abanoz ağacından yapılmış olan minberi ise Kurşunlu Camii’nde bulunyerlerden biri olan tepenin ardından, Harput’ta tarihi bir keşif turu ya- maktadır.
Sara(y) hatun Camii
pabilir, yorulduğunuzda ise çay bahçelerinde oturup şehrin veya Keban
Akkoyunlu hükümdarı Bahadır Han’ın annesi Sara Hatun tarafından
Barajı’nın enfes manzarasını görerek çayınızı yudumlayabilirsiniz. Harput gezinizin ardından, şehir merkezindeki ana caddede yürüyerek Eski 1465 yılında mescit olarak yaptırılmış olan Sarayhatun Camii, 1585’de
Hükümet Konağını, İzzet Paşa Camisini, Kapalıçarşıyı, meydanı, cadde Hacı Mustafa ve 1843 yılında dönemin Harput Müftüsü olan Hacı Ahmet
üzerindeki pasajları ve çarşıları gezebilirsiniz. Şehir dışına ise özellikle Efendi tarafından yapılan onarımların ardından bugünkü halini almıştır.
Birden fazla sayıda yapının yer aldığı bir külliye olarak inşa edilmesiHazar gölü kıyısındaki tesislere, Cip ve Keban Barajlarına gidebilirsiniz.
ne rağmen, günümüze yalnızca cami gelebilmiş, yapının minaresi ise
Harput Kalesi
M.Ö. 8. Yüzyıl başlarında Urartular tarafından yapıldığı tahmin edi- 1898’de eklenmiştir. Kare bir plana sahip caminin dört kalın sütunu üzelen Kale, Harput’un en dikkat çekici kalıntılarından biridir. Burç ve surları rinde kubbe, kenarlarda ise tonoz örtü yer almaktadır. Değerli bir taş işçihala ayakta olan yapı değişik zamanlarda onarım görmüş; Artukoğulları, liğine sahip minberi ve renkli kesme taş işçiliğinin görüldüğü minaresiyle
Dulkadiroğulları, Akkoyunlular ve Osmanlılar dönemlerinde genişletilen görülmeye değer olan yapı günümüzde de kullanılmakta.
Kurşunlu Camii
kaleye zamanla kayalara oyulmuş odalar, basamaklar ve gizli geçitler ekEski Hükümet konağının batısında yer alan Kurşunlu Camii’nin Harlenmiştir. Kale üzerindeki kitabelere göre ilk onarım ve yeni ilaveler Artuklu hükümdarı Nizameddin İbrahim tarafından 1205 yılında yapılmıştır. put’taki Osmanlı dönemi camilerinin en değerli örneklerinden biri olarak
Bu dönemde saray-köşk olarak kullanılmış olan yapı, daha sonra Dulka- 1738-1739 yıllarına tarihlenmekte ve Çarsancak beylerinden Osman Ağa
diroğulları tarafından yapılan onarımlardan geçmiştir. Harput’a bakan ana tarafından yaptırıldığı düşünülmektedir. Kare planlı yapının ana ibadet
giriş kapısının yanı sıra, kuzeyde Metris, batıda Dağ kapısı ismini taşıyan (harim) kısmı kubbe örtülüdür. Son cemaat yeri üzerinde üç küçük kubbeiki ayrı kapı daha bulunmaktadır. Kale hakkında çeşitli efsaneler anlatıl- nin yer aldığı yapı, adını bu kubbelerindeki kurşun kaplamadan almıştır.
maktadır. Bir rivayete göre yapımı sırasında harcın hazırlanmasında su Ulu camiye ait olan ve burada muhafaza edilen minber, Sultan 4. Murat
39
D eğer
tarafından hediye edilmiş olup, ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden
biridir. Kurşunlu Camii’nin bahçesinde bulunan Ulu Çınar ağaçlarının
Evliya Çelebi’nin Harput’a uğradığı sırada sırtını dayayıp notlarını tuttuğu çınarlar olduğu söylenmektedir.
Alacalı Camii
Harput’un Ağa Mahallesi’nde yer alan yapının 1202-1204 yıllarında Artuklular döneminde inşa edildiği, ancak 19. yüzyılda büyük bir
onarım geçirdiği ve bu esnada tavandaki ahşap süslemelerin de gerçekleştirildiği düşünülmektedir. Dikdörtgen planlı caminin batıda yer alan
giriş kapısı yonca yaprağı şeklindedir. Yapının minaresi kapı üzerine
inşa edilmiş olup, şerefeye kadar sıra ile daha yukarısı ise dama şeklinde
siyah beyaz taştan yapılmıştır. Bu nedenle “Alacalı” ismini almış olan
yapı aynı zamanda ilk Harput Müzesi olarak da kullanılmıştır.
Ağa Camii
Harput’ta anayolun solunda yer alan Ağa Camii, Harput Müzesi’nde
yer alan kitabesine göre 1599 yılında Pervane Ağa tarafından yaptırılmıştır. 1996 yılına kadar sadece minaresi ayakta kalan camiinin ana
ibadet bölümü aslına uygun olarak restore edilmiş ve cami ibadete açılmıştır.
Fethi Ahmet Baba Türbesi
40
Mayıs 2014
Fethi Ahmed Baba’nın ölüm tarihi olan 1313-1314 yıllarında yapıldığı sanılan ve bir kaya üzerine inşa edilmiş olan türbeden günümüze yalnız cenazelik kısmı gelebilmiştir. Altıgen bir plan şemasına sahip
yapının içinde, orijinal yazıları ile büyük bir sanduka bulunmaktadır.
Yapı, çevresindeki bahçeler mesire yeri olarak kullanılmakta, kimi zaman adak kurbanları kesilmekte ve ziyaretçiler tarafından büyük ilgi
görmektedir.
Meryem Ana Kilisesi
En eski Süryani kiliselerindendir. Harput Kalesi’nin sol kesiminde,
alttaki yamaçta, kayalara kurulmuş dikdörtgen planlı kilisenin bir duvarını kayalar oluşturmaktadır. Dışarı taşkın olan apsisin önü yarım kubbeli, diğer bölümü tonozlarla örtülüdür. Kiliseden kaleye giden gizli yollar
vardır. Mardin’deki Süryani Metropolitliği’nin kayıtlarına göre 1779 ve
1845’te onarılmıştır. Terk edilmiş durumdadır.
Elazığ Şehir Gezisi
Elazığ’da görmeniz gereken yerlerin başında İzzet Paşa Camii, çarşıların ve pasajların bulunduğu merkez gelmektedir. Elazığ çarşısının
tam merkezinde bulunan İzzet Paşa Camii 1866 yılında aslen Erzincanlı
olan Hacı İzzet Paşa tarafından yaptırılmışsa da, 1972 yılında yeniden
inşa edilmiş ve ibadete açılarak çarşı merkezi olarak konumlandırılmış-
Mayıs 2014
D eğer
tır. Elazığ şehrinin simgesi haline gelen yapının altında bulunan Kuyumcular Çarşısı da alışveriş yapmak isteyenler için güzel bir alternatif olacaktır.
Kültür-Sanat
Konumundan ötürü tarihin her döneminde önemli bir yerleşim merkezi olan Elazığ ve Harput bölgesi, canlılığını günümüze kadar sürdürerek
gelişen zengin bir kültür varlığına da sahip olmuştur. Kalesi, mektep ve
medreseleri, camileri, hamamları ve sanatkârlarıyla ünlü geçmişiyle bugünün Elazığ’ını meydana getirmiş olan Harput kültürü, örf-adetleri, gelenek görenekleri, türküleri, manileri, musikisi, yemekleri, el sanatları, halk
oyunları ve giyim kuşamıyla son derece zevkli ve göz alıcıdır. Türk müzik kültürü içerisinde kendine has bir yeri olan Harput halk müziği, diğer
yörelerimizin halk müziğinden farklı olarak klasik müzik aletleriyle icra
edilmektedir. Türkülerinin sözlerinin bir kısmı Divan edebiyatımızın ünlü
şairlerinin eserlerinden, bir kısmı ise yörede yaşanan olaylardan çıkmıştır.
Sadece Harput yöresine ait ve mahalli isimlerle anılan 12 tane makam bulunmaktadır. Elazığ, halk dansları yönünden yurdumuzun en zengin yörelerinden birisidir. Mahalli inceliğin bir sembolü olarak giyilen sade ve zarif
elbiseleri, oyun figürlerindeki uyumu ile haklı bir şöhrete sahip olmuştur.
Dünya çapında “Mumlu Dans” olarak tanınan ve ilin simgesi haline gelen
“Çayda Çıra” oyunu başta olmak üzere diğer halk dansları sırasıyla; Halay,
Ağır Halay, Üç Ayak, Temür Ağa, Keçike, Bıçak, Delilo, Büyük Ceviz,
Tanzara, Nure’dir. Ata sporu olan cirit bölgede hala yaygındır. Bölgedeki el sanatlarının en önemlisi olan bakır işçiliği, günümüzde hala faaliyet
gösteren Bakırcılar Çarşısı’nda görülebilir. Bölgede ayrıca iğne oyacılığı,
halıcılık, semercilik, yemenicilik gibi çeşitli el sanatı ürünleri de yapılmaktadır. Şehirde devlet tiyatrosu ve mahalli tiyatro grupları bulunmaktadır.
Uluslararası Hazar Şiir Akşamları Festivali, Çayda Çıra Film Festivali
ve Kısa Film Festivalleri kentin önemli kültürel faaliyetleridir.
www.elazigkulturturizm.gov.tr
Fırat Üniversitesi
Köklü bir geçmişe sahip olan Fırat
Üniversitesi, eğitim-öğretim hizmetine zengin bir kültür hayatı bulunan
Elazığ’da başlamıştır. Daha sonra
Elazığ’ın ilçeleri başta olmak üzere, Bingöl, Muş ve Tunceli illeri ile Erzincan’ın
Kemaliye ilçesinde yükseköğretim kurumları açarak ve aynı zamanda lisansüstü faaliyetleri ile üniversitelere eleman yetiştirerek Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da yükseköğretimin gelişimine
önemli katkı sağlayan bir yükseköğre- Kanunla 1969 yılında Elazığ Devlet
tim kurumu haline gelmiştir.
Mühendislik ve Mimarlık Akademisi
Elazığ’da ilk olarak 1967 yılın- (EDMMA)’ne dönüştürülmüş, Veterida bir Yüksek Teknik Okul açılmış ve ner Fakültesi de 1970 yılında Ankara
aynı yıl içerisinde Ankara Üniversitesi Üniversitesi’ne bağlı olarak eğitimSenatosu’nun Elazığ’da Veteriner Fa- öğretime başlamıştır.
kültesinin kurulmasını öngören kararı,
Elazığ’daki yükseköğretim kuMilli Eğitim Bakanlığı’nca onaylanmış- rumları, 11 Nisan 1975’de “Fırat
tır.
Üniversitesi” adıyla tek bir çatı alYüksek Teknik Okul,1184 Sayılı tında toplanmış ve Veteriner Fakültesi, Fen Fakültesi ve Edebiyat
Fakültelerinden oluşan bir yapı
çerçevesinde faaliyete başlamıştır.
2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu
ve 41 sayılı KHK ile yeniden yapılanan Fırat Üniversitesi’nde Fen ve
Edebiyat Fakülteleri birleştirilerek
Fen-Edebiyat Fakültesi adını almış,
EDMMA ise Mühendislik Fakültesi’ne
dönüştürülerek, Üniversite bünyesine katılmıştır.
Fırat Üniversitesi; halihazırda
bünyesindeki 13 Fakülte, 3 Yüksekokul, 1 Devlet Konservatuarı, 9 Meslek
Yüksekokulu ve 4 Enstitü ile eğitimöğretim faaliyetlerini sürdürmektedir.
www.firat.edu.tr
41
D eğer
Kitap
Mayıs 2014
Kitap Tanıtımı
EVLİLİKTE MUTLULUK
Sefa SAYGILI
Eşlerin birbirlerinden beklentilerinin arttığı, ancak sorumluluk yüklenme ve fedakarlıkta bulunmalarının azaldığı bir devirde yaşıyoruz. Bu da aileyi yıpratmakta, bunalımlı ve geçimsiz çiftlerin sayısını çoğaltmaktadır. Halbuki aile kurumu, toplumların temelidir. Bir milletin mutlu ve huzurlu olması, ileriye yönelik atılımlar yapması ailelerin sağlamlığına bağlıdır.
Evlilikte Mutluluk Sanatı her yaş grubundan kadın ve erkeğe yardımcı olmak, uyumlu evlilikler kurmak ve mutluluğu yakalamak için teklifler içeriyor, çözümler öneriyor. Evliliklerin
daha da güzelleştirilebileceği, kötü giden evliliklerin de kurtarılabileceği iddiasını taşıyor.
OKUL EVDE BAŞLAR
Fatih DALKINÇ
Okul Evde Başlar: ‘’ailede çocuk eğitiminin bizcesi nasıl olur?’’ düşüncesinden yola çıkılarak
hazırlanmıştır. Bu kitap size sadece yetkili değil, aynı zamanda etkili ebeveyn olmanın yollarını
açacak ve çocuklarınıza karşı daha çok sevgi ve tahammül yükleyecektir. Dünyaya güzel karakterlerini göstermeyi isteyen eskiler, önce devletlerini bir düzene koymaya çabaladılar. Devletlerini düzenlemek isteyenler, önce evlerine çekidüzen verme gereği gördüler. Evlerini düzene koymak isteyenler, önce kişiliklerini terbiyeden geçirme gereğini anladılar.Ve Sonuçta; “Toplumsal
değişimin kişisel gelişimle olacağımım farkına vardılar.’’
ANNELİK SANATI
Adem GÜNEŞ
Günümüzde anne olmak da, çocuk olmak da çok zor... Anneliği zor görüp, türlü bahanelerle çocuk sahibi
olmayan, anneliği erteleyenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Anne olup da annelik vasfını çocuk bakıcılarına devreden eşlerin sayısı da az değil. Çocuk eğitimi üzerine yüzlerce kitabın yazıldığı, televizyon ve radyo programlarının hazırlandığı, uzmanlarınca seminer, konferans ve eğitimlerin verildiği, üstelik anneliği
kolaylaştıran teknolojik imkan ve kolaylıkların peş peşe sunulduğu günümüz şartlarında annelik niye zor?
Niçin zor görülüyor? Bu zorluğu ortaya çıkaran, anneleri bunaltan sebepler neler? Birer ‘Şefkat Kahramanı’
olan annelere ne oldu? O kahraman anneler yoksa geçmişte mi kaldılar? Oysa annelik en güzel, en yüce ve
değerli sıfatları üzerinde barındıran bir unvandır. ‘Annelik Sanatı’nda anne olmanın ne demek olduğunu
tüm detaylarıyla görecek, öğrenecek ve uygulayacaksınız.
ÖMÜR BOYU AŞK
Cemil TOKPINAR
Benliğinizi tüm sıcaklığıyla saran aşk, çoğu kez geride acı ve özlem bırakır. Hiç bitmemesini
istediğiniz o “ilk gün”ün büyüsü, aranıza giren engeller yüzünden aşınır, pörsür ve yok olur. İlk
anda hayal bile edemediğiniz mutsuz günlere alışırsınız belki. Evlenince söndüğü sandığımız aşk
ateşini alevlendirmek istemez misiniz? Mutluluk şatosunu aydınlatmak için size ve eşinize bir kıvılcım yetebilir. Eşiniz sevgiliniz, eviniz cennetiniz, aşkınız ömür boyu olabilir. Eğer bencilikler,
kaprisler, kıskançlıklar, iletişim çatışmaları ile aile cennetiniz zindana dönüşmüşse, başkalarını
suçlamayın.
42
Mayıs 2014
D eğer
EŞİM, ÇOCUĞUM VE BEN
Yavuz BAHADIRDOĞLU
Yaşadıklarımdan, gözlemlerimden, otuz yıllık gazetecilik-yazarlık hayatımdan ve on yıldır bir
radyoda yaptığım aileyle ilgili yorumların yankılarından edindiğim tespitleri sizlerle paylaşmak istedim. Gördüm ki, varlığı ve gücüyle övündüğümüz ailemizden feryatlar yükseliyor.
Belki tek dayanak noktamız olan aile çatırdıyor. Sorun, o kesimde bu kesimde değil; her yerde,
hepimizde... Çözüm de, çok uzaklarda, yabancı formüllerde aranmamalı; kendimizde, kendi
içimizdedir
AİLEDE SEVGİ İLETİŞİMİ
Vehbi VAKKASOĞLU
Bu eserle, eşler birbirini sevmeyi öğrenecek. Bu eserle eşler, bütün meselenin bir gönle girmek olduğunu
anlayacak; eş sevgisinin cinsellikten ibaret olmadığını görecek. Bu eserle, eşler, mutluluğu maddenin
ötesinde bulacak, evlilik hazırlığının sadece eşyadan ibaret olmadığını kavrayacak. Bu eserle, sevgi iletişimi kurma uzmanları yetişecek Bu eserle, gönüller, sadece sevgiye ayarlanacak; yüce ve kutsal bir
sevgiye yelken açacak. Bu eserle, aşk, dünya boyutlarını aşıp yücelecek ve kalplere benzersiz bir hazzı
tattıracak. Bu eserle, sevgisizlikler ve boşanmalar azalacak. Bu eserle kaynanasını seven gelinler, damatlar; gelinlerini ve damatlarını seven kaynanalar çoğalacak.
AİLEDE ÖFKE KONTROLÜ
Ayşe Nur ÖZKAN
Öfke, içinde bulunduğumuz çağın önde gelen problemlerinden biri. Her gün bir anlık öfke yüzünden dağılmış hayatlara, parçalanmış ailelere, geleceğini karartmış gençlere şahit oluyoruz.
Olumsuz duyguların başında gelen öfke, özellikle aile içi ilişkilerde sonuçları düşünülmeden sergilenebiliyor. Öfke içeren davranışlara şahit olarak yetişen çocuklar bu davranışları modelleyerek
bebeklik dönemlerinde oyuncaklarına, çocukluk dönemlerinde arkadaşlarına, evlendiklerinde ise eşlerine ve çocuklarına şiddet uyguluyorlar. Böylece engellenemeyen bir kısır döngü ortaya çıkıyor.
Bu kısır döngüye son vermek için öfkeyi oluşturan nedenler hakkında bilgi sahibi olmak, bu duygunun kontrol aşamalarını ve sonuçlarını anlamak gerekiyor.
EVLİLİK OYUNU
Haluk YAVUZER
Evlilik Okulu, evlenmeye aday gençlerin ve evli bireylerin evlilik yaşamları ve ilişkileriyle ilgili
farkındalık ve bilinç düzeyini artırmak amacıyla yazıldı. Haluk Yavuzer başkanlığında İstanbul
Üniversitesi Hasan Âli Yücel Eğitim Fakültesi öğretim üyeleri tarafından kaleme alınan bu çalışmadaki başlıca temalar: Bireylerin eş olmaya hazırlanmaları; eşler arasında iletişim becerilerinin
geliştirilmesi; sorun çözme ve ana-babalığa hazırlık...
43
Değişim
D eğer
Mayıs 2014
DEĞİŞEN YAŞAMLAR
Özgürlüğe atacağım adımlar
Geri dönmemek üzere olmalıydı
Nihayet 2011 yılının aralık ayında şartlı tahliye edildim. Yıllar önce, madde bağımlısı ve potansiyel bir suçlu olarak girdiğim Ceza İnfaz Kurumundan arınmış bir şekilde çıktım. Dışarıda nasıl bir hayatın beni beklediğini biliyordum. Adımlarımı ona göre atacaktım. Aksi halde
içeri tekrar dönmek, bunca yıldır kendime verdiğim emeğin ziyan olması demekti. Önemli
olan çok ceza yatmak değildi. Yattığın cezalardan iyi veya kötü bir pay çıkarabilmekti.
A
li Öztürk, İzmir (Buca) Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, Uşak E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu ve
Ödemiş M Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda
hükümlü olarak kaldı. Açık Öğretim Lisesi’ni ceza infaz
kurumunda bitirdi. Halen Anadolu Üniversitesi Sosyoloji
Bölümü 2.sınıf öğrencisi.
gerek ailevi, gerek içinde bulunduğum çevrenin kötü koşullarından mı başlamalıyım bilemiyorum. Tek bildiğim
uyuşturucudan ve bunu kullanabilmek için meşru olmayan yollardan para kazanmaktan başka bir şey düşünmediğimdi. Nihayetinde 2004 yılının Mayıs ayında silahlı
gasp suçundan yakalandım.
Ceza infaz kurumunda “şiir dinletisi”nde görev almak
isteyenler dilekçe versin şeklindeki ilanlar için ilk dilekçe
verenlerden birisi o olurdu. Hükümlü/tutuklular ile hangi şiirleri okuyacaksınız şeklinde konuşurken onun “ben
kendi şiirimi okuyacağım” teklifi doğrusu bizi şaşırtmıştı.
“Gülşah” isimli bir şiir yazmıştı. O şiirini diğerleri takip
etti. Sonunda, Ödemiş M Tipi Ceza İnfaz Kurumu’nda
iken “Kal Biraz Daha” adlı bir şiir kitabı çıkardı. Kendisine, eski bir hükümlü olarak “arkadaşlarına söyleyeceğin bir şeyler var mı?” dediğimizde aşağıdaki yazıyı
gönderdi. Ve ekledi: İsmimi açık açık yazabilirsiniz. Ben
gerekli dersleri aldım” dedi.
Ceza İnfaz Kurumundaki ilk günlerim zaman zaman
yoğun “uyuşma isteği” ve bir takım duygusal krizler dışında, içerideki düzene ayak uydurma çabasıyla geçti. Artık uzun yıllar buralıydım ve kaybedecek bir şeyim yoktu,
buna kişiliğim de dâhil. Çünkü olmayan bir şey yitirilemezdi. Bu yüzden oturuşlarım, kalkışlarım, konuşmalarım, kısaca her hareketim zamanla diğer mahkûmlara
benziyordu. Eğer bir özelliğiniz yoksa böyle yerlerdeki
baskın özellikler istemeseniz bile bir yafta gibi yapışıyor üzerinize. Sağlam olmadığı müddetçe karakterinizi
koruyamıyorsunuz. Zamanla bu jargonu taklit etmeye
başlıyorsunuz. Ve yapınız ona göre şekilleniyor. İlk birkaç senem kendimi bıçak gibi bilemekle geçti. Amatör
bir suçlu olarak girdiğim bu yerden, daha profesyonel bir
halde çıkmayı düşünüyordum. Çünkü bir sabıkalıydım
ve ömrümün sonuna kadar böyle yaşayacaktım. Kavga,
rant, hapishane oyunları… Hiç iyi şeyler düşünemiyordum. Ta ki cezam kesinleşip de Uşak Ceza İnfaz Kurumuna nakil oluncaya kadar.
“Bir şey ki hayır gibidir vukuunda
Aldanma, ardında şer olabilir.
Bir şey ki şer gibidir zuhurunda
Bilesin sonunda hayır doğabilir”
(BakaraSuresi : 216)
Ceza İnfaz Kurumuna giriş nedenimden söz edecek
olursam, işlediğim suçlardan mı yoksa beni o suçlara iten
44
Mayıs 2014
D eğer
Yukarıda yazılı olan dörtlüğü henüz koğuşlara dağıtılmadan önce müşahede altında tutulduğum hücremin
duvarında yazılı gördüm. Altında ‘Bakara Suresi 216.
ıncı ayet’ yazıyordu. Neden bilmiyorum ama, derin bir
düşünme isteği oluştu beynimde. Müşahede altında kaldığım bir hafta içinde sürekli o ayete bakarak düşünmeye çalışıyordum. Neden böyle bir yolu seçtiğimi, niçin
bu durumlara geldiğimi, içinde bulunduğum şer ise,
nasıl bir hayra dönüşebileceğini, bunun için neler yapabilirliğimi düşünüyordum. Tıkandığım yerlerde yeniden deniyordum. Ve bütün bu düşüncelerimi artık bir
şeylerin değişmesi gerektiğine bağladım. Ne gasp, ne
yaralama, ne uyuşturucu… En büyük suçumun, o ana
kadar ki yaşam sürecimi boşa harcamak olduğunu anladım. Bu duruma kendi ellerimle düşürmüştüm kendimi.
Ama farkettiğim bir şey vardı. Kendimi düşürdüğüm
bu durumdan kurtaracak olan da bendim. Kaybedecek
bir şeyim olmadığını zannediyordum, fakat kazanacak
birçok şeyim olduğunu anladım. Buna, sonradan edinmekle bile olsa güçlü bir kişilik de dâhil. İlk isteğim
eğitim durumumu düzeltmek oldu. Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Biriminin desteğiyle Açık Öğretim Lisesine kaydoldum. Aynı zamanda Ceza İnfaz Kurumunun
verdiği kurslara da katılmaya başlamıştım. Önce Bilgisayar Kursu, sonra İngilizce Kursu ve Kur’an Kursu…
Bunların yanında çeşitli meslek edinme kursları da vardı. Ama ben ençok bu üçünde yoğunlaştım. Özellikle
İngilizce… Dışarıdan temin ettiğim dil bilgisi kitap-
Bilgi
larıyla her akşam düzenli bir şekildeçalışıp, tek kelime
bilmediğim bu yabancı dilde ileri seviyeye kadar gelecektim. Ve Kur’an… İlerleyen zamanlarda tecvitli bile
okuyabilecektim. Ceza İnfaz Kurumu Kütüphanesinden temin ettiğim kitaplar sayesinde hayata bakışım değişecek, kelime hazinem gelişecek, hatta konuşmalarım
bile düzelecekti…
Nihayet 2011 yılının aralık ayında şartlı tahliye
edildim. Yıllar önce, madde bağımlısı ve potansiyel bir
suçlu olarak girdiğim Ceza İnfaz Kurumundan arınmış
bir şekilde çıktım. Dışarıda nasıl bir hayatın beni beklediğini biliyordum. Adımlarımı ona göre atacaktım. Aksi
halde içeri tekrar dönmek, bunca yıldır kendime verdiğim emeğin ziyan olması demekti. Önemli olan çok
ceza yatmak değildi. Yattığın cezalardan iyi veya kötü
bir pay çıkarabilmekti. Kul hakkının ne kadar önemli olduğunu Ceza İnfaz Kurumunda öğrendim. Ve bu
konu, benim hayat felsefem oldu. Şu an özgürlüğümün
üçüncü yılının içerisindeyim. Ve kendi içimde başlattığım bu yolda bir takım zorluklara rağmen ilerlemeye
devam ediyorum. Sosyoloji bölümü ikinci sınıf öğrencisiyim. Kısa sürede güzel bir meslek edindim. Hem
çalışıyor, hem okuyorum. Ceza infaz kurumlarına niçin
“Medrese-i Yusufiye” derler, kendime baktıkça daha iyi
anlıyorum.
Ali Özgür İstemi
Eski Hükümlü
45
Canlılar Alemi
D eğer
Mayıs 2014
Canlılar alemi
Kozadan seslenen kelebek
Tırtılım metamorfoz için etrafına bir koza örüp de inzivaya çekilirken, artık eski hâliyle dünyayı
göremeyeceğini bilmemektedir. Tırtılım kozasının içinde uyuma gibi görünen bir hâlde (fakat aslında uyuma olmayan) yavaş yavaş farklılaşmaya başlar. Herkesi şaşırtan bir gelişme sürecinin
sonunda yapraklar üzerinde sürünen bir tırtıl, uçan bir kelebeğe dönüşür.
B
ir şeyden her şeyi, her şeyden bir şeyi yaratan Yaratıcı’nın çok
hikmetli işleri vardır. Çirkin gibi görünen nesnelerin içinden
herkesi şaşırtan güzellikleri çıkardığı gibi çok güzel gözüken
hâdiselerden de umulmayan terslikler çıkarabilir.
Tırtıldan Selamlar
Sizin ana rahminde geçirdiğiniz safhaları, ben, annemin uygun
bir yere bıraktığı yumurtanın içinde geçiririm. Yumurtadan, ince,
uzun bir tırtıl hâlinde çıktıktan sonra da farklılaşmam bitmez; yeniden bir zaman makinesine girer gibi, kendi ördüğüm kozanın içine
girerim. Bu kozanın içinde bir müddet uyku hâlindeymiş gibi dururum; fakat bu katiyen uyku değildir. Aksine bu dönemde, metamorfoz denen çok sırlı bir hâdiseyle, tırtıl hâlime hiç benzemeyen bir
kelebeğe dönüştürülürüm.
Bizler de Birer Canlıyız!
Kanatlarımın mükemmel desenleri ve renklerinin güzelliği sayesinde, meraklıları tarafından koleksiyonu yapılan çok değerli bir
hayvan olmuşum. İşte, bazen güzellik de insanın başına belâ oluyor.
Çirkin bir hayvan olsaydım, kimse beni toplayıp koleksiyon yapmazdı. Hâlbuki şimdi dünyada borsam bile var. Çok nadir ve enteresan
olan türlerim, büyük paralar karşılığı mücevher gibi alınıp satılıyor.
Bu durumda tabii ki satıcılarımız artmış, bazılarımızın da nesli azalmaya başlamıştır.
Büyük ve Renkli Aile
Yüz binden fazla türü bulunan büyük bir böcek takımı olduğumuz için, henüz bütün türlerimiz kayıtlara geçmemiştir. Amazon
ormanlarının derinliklerinde keşfedilmemiş türlerimiz olabilir. Farklı
türlerimize ait dişilerimiz nesillerinin devamı için, farklı sayıda yumurta bırakırlar. Düşmanı çok olan bir tür, bin civarında yumurta bırakırken, düşmanı daha az veya korunma şartları daha iyi olan türler,
elli kadar yumurta bırakır. Üremede erkek ve dişilerimizin birbirini
kolayca bulabilmesi için, her türün hususî bir rengi, deseni ve diğer
türlerden ayrılan kokusu vardır. Böylece farklı türlere ait erkek ve
dişilerin birbirine karışması önlenir.
Tırtıldan Kelebeğe
Tırtılım metamorfoz için etrafına bir koza örüp de inzivaya çekilirken, artık eski hâliyle dünyayı göremeyeceğini bilmemektedir.
Tırtılım kozasının içinde uyuma gibi görünen bir hâlde (fakat aslında
uyuma olmayan) yavaş yavaş farklılaşmaya başlar. Herkesi şaşırtan
bir gelişme sürecinin sonunda yapraklar üzerinde sürünen bir tırtıl,
uçan bir kelebeğe dönüşür. Böyle mucizevî bir hadiseyi tesadüflerle
izah etmek mümkün değildir. Tırtılın belli safhalardan geçip uçan bir
kelebek olması ve bu sürecin hiç değişmeden binlerce yıldır bütün
nesillerde sürmesi, Sonsuz Kudret Sahibi’ni göstermektedir. Hareketsiz ve uykuda gibi geçen bu farklılaşma dönemimdeki hâlime
pupa diyorsunuz.
46
Tabiata İlk Adım
Başkalaşım hâdisesi, pupadan çıkmadan birkaç saat öncesinde
tamamlanır. Yumurtadan çıkışımdan itibaren yaklaşık üç ay geçmiştir. Artık tamamen farklı bir kimlik kazanmış durumdayım. İşte şimdi
baş ve göğüs bölgeme bir sıvı salgılanır, bu sıvı ile üzerimdeki kabuk
birkaç yerinden yırtılır ve ayaklarımı dışarı çıkarırım. İlk işim, çok
uzun süredir vücudumda biriken atık maddeleri salgı olarak atmaktır.
Daha sonra kanatlarıma kan pompalanır ve buruşuk olan kanatlarım
açılır. Kısa bir süre kanatlarımın kuruyup sertleşmesi için beklerim.
10-20 dakika sonra da rızkımı bulmak için çiçeklere doğru uçarım.
Renk Cümbüşü Kanatçıklar
Bizim ilmî ismimiz Lepidoptera (pulkanatlılar) tabiri, vücudumuzun ve kanatlarımızın çok küçük pullarla kaplanmış olmasındandır. Her biri ayrı bir sanat eseri olan bu pulların renkleri ve dizilişlerinin hususiyeti sayesinde göz alıcı renklerimizle Rabbimizin bin bir
ismine tercüman oluruz. Kutuplar dışında, yaşamadığımız bir çevre
yok gibidir. En zor şartlarda bile neslimizi devam ettirecek tedbirler
alınmıştır. Bazı türlerimiz, çok soğuklarda kanlarının içindeki alkol
ve benzeri bazı maddelerin antifriz vazifesi yapmasıyla ölmekten
korunur. Sıcaklık durumuna göre kanatlarımızı güneş panelleri gibi
belli bir açıda güneşe tutarak vücut ısımızın kontrolünü temin ederiz.
Yumurtadaki Gizem
Tabiatta hiç israf olmadığı için, yumurtadan çıkan tırtılın ilk gıdası, içinden çıktığı yumurtanın besin değeri yüksek olan kabuğudur.
Bazı tırtıllar yumurta kabuğunu yemedikleri için, daha sonraki gelişmelerini tamamlayamamaktadır. Küçük, basit ve kuru bir madde gibi
görünen yumurta kabuğunda bulunan bazı hususî maddeler, gelişme
için bu kadar mühim bir konumdadır.
Kaynak: Ailem Dergisi
Mayıs 2014
D eğer
Bilim
CD'ler gidiyor kasetler geri geliyor
Depolama teknolojileri üzerine uzun yıllardır çalışmalarını
sürdüren ünlü bir firma, bir zamanların efsanesi manyetik
kasetleri tekrar hayata döndürüyor.
Ö
zellikle 90'lı yıllara damgasını vuran manyetik kasetlerin ardından
önce CD'lerle tanışmış, ardından DVD, Blu-ray, harici disk ve USB
hafızalarla biçim değiştirerek depolama ihtiyacımızı karşılamaya
devam etmiştik.
Ünlü firma ise Blu-ray'den tam 3 bin 700 kat daha büyük veri depolayabilen manyetik bir kaset geliştirdi. 185 TB veri depolayabilen ve bu haliyle
bugünün tüm depolama teknolojilerinin çok üstünde yer alan söz konusu
teknoloji, standart kasetlerden 74 kat daha fazla veri depolama yoğunluğuna da sahip.
Birim başına (inç başına) 148 GB veri depolayabilen yeni manyetik kasetlerinin ne zaman ve hangi tasarımda satışa sunulacağı ise henüz bilinmiyor. Ancak gelecek yeni manyetik kaset teknolojisinin bildiğimiz anlamda
kaset standardında olmayacağını ve gelecek yıllarda artacak depolama
ihtiyacına çözüm olması bekleniyor.
Kaynak: haber7.com
Öğrenme yeteneğini geliştirmek mümkün
Bir grup araştırmacı, öğrenme yeteneğini geliştirmenin mümkün olduğunu ortaya
çıkardı.
Nashville’de bulunan Vanderbilt Üniversitesi araştırmacıları, beyne hafif elektrik
akımı uygulayarak öğrenme yeteneğini kontrol etmenin mümkün olduğunu gösterdi.
Yapılan çalışma çerçevesinde, 20 dakika boyunca simülasyonda kalan deneklere bir
dizi test yapıldı. Öğrenme görevinde deneklerin, deneme yanılma yolu ile hangi rengin oyun konsolundaki tuşla eşleştiğini belirlemeleri istendi.
Çalışma sonucunda araştırmacılar, elektrikli simülasyona giren deneklerin, diğerlerinden daha az hata yaptığını
ve hatalarından daha çabuk öğrendiğini belirledi.
Araştırmacı Robert Reinhart, “Bu özel beyin aktivitesini
çalıştırdığımızda bulduğumuz
şey çok heyecan vericiydi. Denekler görevlerini yaparken
daha doğru, daha akla uygun,
dikkatli ve daha az cesur oluyor.
Denekler hatalarının ardından
daha yavaş ve daha doğru cevap veriyorlar” dedi.
Başa geçirilen beyin akım grafiği şapkası ile beyne elektik gönderiliyor. Deneklerden Laura McClenahan, uygulanan sürecin sıkıntıya neden olmadığını söyledi.
McClenahan, “Aslında kötü değil. Sadece kaşınma veya karıncalanma hissediyorsunuz. Çok küçük olduğu için de ağrısı yok. Aslında göründüğünde daha az yoğun” diye
konuştu.
Nöroloji Dergisi’nde çalışma sonuçlarını yazan Vanderbilt Üniversitesi araştırmacıları, bulguların öğrenme yeteneklerini geliştirmek isteyenler için ideal olduğunu
kaydetti. Ayrıca elektronik şapkanın şizofreni ve diğer rahatsızlıkları bulunanların tedavisinde kullanılabileceği belirtildi.
Kaynak: euronews.com
Tekerlek yeniden icad edildi
Bilim adamları akrobat tekerlek
icatlarıyla tekerlekli sandalye kullanıcılarının hayatlarını kolaylaştıracak.
Merdiven basamaklarından rahatlıkla
inmeyi sağlayan yaylı sistemiyle akrobat
tekerlekler, esnek yapıları ve sarsıntıyı
önleyici süspansiyonlarıyla özgürlük vaat
ediyor.
Akrobatı deneyen kişilerden biri de
Softwheel Ürün Uzmanı DrorCohen düşüncelerini aktardı:
‘‘Nereye gitmek istersem gidiyorum.
Kaldırımdan aşağı inmek istediğimde de
kimse beni durduramıyor, bu benim için
yepyeni bir deneyim.’‘
Bir tasarım harikası olan yumuşak
tekerlek sistemi bisikletlerde de kullanılmaya başlandı. Test aşamasında olan
tekerlekler rahat ve güvenli bir sürüş
sağlayacak. Tekerlekli sandalye ya da
bisiklet olsun, tüm akrobat tekerlekler
2015 yılında satışa sürülecek.
47
Aile
D eğer
Mayıs 2014
Anne gibi yâr olmaz...
Seni seviyorum.
Bana tüm kattıkların,
öğrettiklerin, kazandırdıkların için.
Yaşattıkların ve yaşatacakların için
sonsuz teşekkürler. Anne dedim
ya ben sana; en değerli hazine
olsun, o da başımın üstüne
taç olsun!
H
ayat başıma papatyalarla işlenmiş bir
taç taktı. Papatyaların her birinde sevgi var emek var şefkat ve süt kokusu var.
Anne bu tacın adı. Papatyalarla süslü gülücüklerle
birbirine tutunmuş kollayan koruyan en kıymetli
hazine; anne.
Ben ilk doğduğumda kim bilir benim için neler hayal ettin? Önce pembe elbise mi giydirecektin yoksa
kırmızı mı? Kimler beni görmeye geldiğinde önce maşallah demelerini isteyecektin? Acaba verdiğin sütle
doyacak mıydım yoksa istemeden de olsa ağlatacak
mıydın beni?
Mutluydun. Artık üç kişi olmuştuk şu koca dünyada. Benimle birlikte aile kavramı tamamlanmış oldu,
neşe getirdim dünyana. Gündüzlerin benimdi de gecelerinden de rüyalarını çaldım. Neydi artık senin
için en önemlisi? Anne olmuştun artık. En kıymetli
en yüce sıfat. Daha da olgundun artık. Başına kötü
bir şey geldiğinde sadece kendini değil yavrunu da
düşünecektin bundan sonra.
48
Hayattım ben anne. Hava su kaderin çizgisi
gözlerinin feriydim. Zamanı hiç durduramadık. Bir
yandan hadi büyü artık be yavrum derken yüreğinin
diğer yarısı hep çocuk kalayım istemedi mi? Kelimeleri hep yarım söylesem her anne dediğimde dünyalar
senin olsa hep böyle masum kalsa hayat onu incitmese demedin mi?
Çocukluğum sadece o rengi atmış fotoğraflarda
kaldı artık. Bakıp bakıp aman ne de tatlıymış dediğin
her hareketimi o küçük karelere sığdırmaya çalıştığın
fotoğraflarda kaldı çocukluğum. Büyüdüm ben anne.
Zaman neye inat bu kadar hızlı ilerliyor ki? Alıp
veremediği ne bizimle? Hayatı görür gibiyim artık
önümde. Gözlerimi dört açmam gerekiyor düşmemek savrulmamak için. Bazen düşsem ne olur diyorum; ben zaten en büyük güzelliği senden görmüşüm
hayat senin kollarında başlamış ya başladığım yere
geri dönerim diyorum kollarına dizlerine.
Aklıma en kötüsü de gelmiyor değil. Ya sen olmasan? O zaman dünya yıkılmış ben olmamışım çok
Mayıs 2014
D eğer
Bugün senin günün, hayatımın anlamı, yaşam kaynağım, gün ışığım.
Bugün tüm kanatsız meleklerin günü. İyi ki sen varsın...
mu? Sen yoksan anne; hayat ne olur gülümsemek
ne demek bilebilir miyim o zaman? Benim için acı
olur hayatın diğer adı. Çırpınırım kalkamam ayağa
hissedemem güneşi göremem yıldızları.
Annem.. İyi ki varsın. Zaman zaman dünyanın en
kötüsü bile ilan etsem seni senden nefret ediyorum
diye bağırıp seni yaralasam da bazen iyi ki benim
annemsin. Arkadaşım sırdaşım övünç kaynağım
akıl hocam. Bazen ne kadar da hoşuna gidiyor değil
mi; senin yapma dediğin bir şeyi yaptığım ardından
da pişman olup sen haklı çıktığında sana mahcup
mahcup baktığımda. Dediklerin hep doğru çıkıyor
anne. Evet sen her şeyin en iyisini bilirsin.
Hani hep diyorum ya sana çocuğum olduğunda
bunların hiç birini yapmayacağım onun istediği her
şeyi alacağım istediği yere göndereceğim; diye.
Yalan anne. Ben kardeşime bile karışırken endişe
ederken kendi evladımı öyle bırakabilir miyim rahatça. Hepsi bir inat sadece. Nereden bileyim şimdi ben? Anne değilim ki. Düşünemem bir elma nasıl
paylaştırılır dörde beşe. Anne olunca ben de anlarım
herhalde.
Bugün senin günün hayatımın anlamı yaşam kaynağım gün ışığım. Bugün tüm kanatsız meleklerin
günü. İyi ki sen varsın iyi ki Ali’nin Ayşe’nin de
anneleri var. Ellerimi tutardın minicikken
ya. İşte şimdi o eller sana seni anlatıyor. Sevgiyi hayatı anlatıyor bu satırları yazarken. Sana teşekkür ediyor.
Başkası bir şey yerken ben hiç imrenerek bakmadım en güzel oyuncakların hepsi bende de vardı.
Yemeklerimi hiç soğuk yemedim,
hastalanınca hep iyileşeceğimi
bildim. Yorulduğumu fark ettiğimde hiç korkmadım, sırtımı
sana yasladım, nefes aldım, dinlendim.
Seni seviyorum. Bana tüm
kattıkların, öğrettiklerin, kazandırdıkların için. Yaşattıkların ve yaşatacakların için sonsuz teşekkürler. Anne dedim ya
ben sana; en değerli hazine olsun,
o da başımın üstüne taç olsun!
Onların kıymetini, kaybetmeden
önce mutlaka bilmeli ve gönüllerini
hoş tutmalıyız. “öff bile” demeden,
yanımızdan ayırmadan baş tacı etmeliyiz. Unutmayın “cennet annelerin ayakları
altındadır.”
Kaynak: Melis Deniz Yolcu
49
D eğer
Edebiyat
ANNE
İlk kundağın
Ben oldum, yavrum;
İlk oyuncağın
Ben oldum!
Acı nedir
Tatlı nedir...
Bilmezdim...
Dilin damağın
Ben oldum
Elinin ermediği
Dilinin dönmediği
Çağlarda, yavrum
Kolun kanadın
Ben oldum
Dilin dudağın
Ben oldum
Belki kıskanırlar diye
Gördüklerini
Sakladım gözlerden
Gülücüklerini...
Tülün duvağın
Ben oldum!
Artık isterlerse adımı
Söylemesinler bana
“Onun annesi” diyorlar...
Bu yeter sevgilim bu
yeter bana!
Bir dediğini iki
Etmeyeyim diye öyle
çırpındım ki
Ve seni öyle sevdim sana
O kadar isyandayım ki
Usanmadım, yorulmadım,
çekinmedim
Gün oldu, kırdın...
İncinmedim;
İlk oyuncağın
Ben oldum yavrum
Son oyuncağın
Ben oldum...
Lâyık değildim
Lâyık gördüler
Annen oldum yavrum,
Annen oldum!
Arif Nihat Asya
50
Mayıs 2014
Mayıs 2014
D eğer
Bilgi
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?
Gemiler denizde niçin batmaz
Arılar çiçeklerin yerini diğer arılara nasıl bildirirler?
Arılar çoğu zaman yiyecek bulmak için uzaklara giderek geniş alanları taramak zorunda kalırlar. Yeni bir besin kaynağı bulan arı, koloninin diğer üyelerine haber vermek üzere hemen kovana geri döner.
Kısa bir süre sonra koloninin diğer üyeleri besin kaynağının etrafında
uçmaya başlar. Arılar sağırdırlar ve bu nedenle birbirleriyle sesli bir
iletişim kuramazlar. Buna rağmen yiyecek kaynağının yerini koloninin
diğer üyelerine hiç şaşırmadan bulacakları şekilde tarif edebilecek
donanımla yaratılmışlardır. Arılar tarif etmek istedikleri yeri “dans
ederek” diğerlerine anlatırlar. Yiyecek kaynağının bulunabilmesi için
kaynağın kovana uzaklığı, doğrultusu, zenginliği gibi gerekli olabilecek her türlü bilgi bu dansta gizlidir. Yiyecek kaynağını keşfeden
arı kovana döner ve diğer arıların dikkatini çekecek şekilde sürekli
olarak belli hareketleri tekrarlamaya başlar. Arının genel davranışlarından yiyecek kaynağı ile ilgili tüm bilgiler elde edilebilir.
Dünya’nın
döndüğünü
neden fark
etmiyoruz?
Dünya’nın döndüğünü fark edemeyiz. Bunun iki nedeni var. Birincisi, Dünya’nın kendi
çevresinde ve Güneş’in çevresinde sabit bir
hızla dönmesi. Yani bu dönme sırasında hızının azalmaması ya da artmaması. İkincisi
de yerçekiminin etkisiyle aslında Dünya’yla
birlikte bizim de dönüyor olmamız. Belirli
bir hızda giden bir otomobilin içinde olduğunuzu düşünün. Otomobilin yol aldığını hızı
arttığında ya da azaldığında fark edersiniz
tomobilin hızı sabit kaldığında, yol aldığınızın
farkına varamazsınız. İşte Dünya’nın dönmesi için de aynı durum geçerli.
Bir gemi suya indirildiğinde altında kalan
suyu yanlara doğru iter. Yani bir miktar suyun yer değiştirmesine neden olur. Su da
gemiyi yukarı doğru iter. Bu itme kuvveti geminin yerini değiştirdiği suyun ağırlığı kadar
olur. Bunun yanı sıra geminin yoğunluğu da
önemlidir. Çünkü bir cismin suyun üstünde
kalması ya da batması yoğunluğuna bağlıdır.
Gemiler çok ağır taşıtlardır. Ancak toplam
yoğunlukları suyun yoğunluğundan az olacak biçimde tasarlanırlar. Bunun için iç kısımlarında büyük boşluklar bırakılır. Bu boşluklar
havayla dolduğundan ve havanın yoğunluğu
neredeyse sıfıra yakın olduğundan gemilerin
yoğunluğu düşürülmüş olur. Böylece gemi
batmadan suyun üstünde kalır. Örneğin bir
yük gemisi henüz boş olduğunda suya batan
kısmı çok azdır. Dolu olduğundaysa büyük
bir hacmi suya batar. Çünkü geminin taşıdığı
yük arttıkça yoğunluğu ve dolayısıyla suya
batan kısmı artar. Ancak her geminin belirli
bir yük taşıma yeterliği vardır. Bu yeterliğin
üzerine çıkılırsa gemi batar. Bazı gemilerin
alt bölümleri geminin suya batabilecek kısmının sınırını göstermek için üst bölümden
farklı bir renge boyanır. Böylece geminin aşırı
yüklenip yüklenmediği kolayca anlaşılır. Bunun dışında gemiler su aldıklarında da batar.
Çünkü bu durumda hava dolu kısımlar suyla
dolar ve yoğunluk birden artar.
Gözyaşı neden tuzludur?
Ter, idrar ve gözyaşı vücut sıvılarımızdan birkaçıdır. Vücut sıvılarının
hepsinde
çözünmüş
olarak bir miktar tuz bulunur. Gözyaşımızda bulunan tuz, gözümüze
bulaşan hastalık etkeni mikroorganizmaların yok edilmesini sağlar. Çünkü
mikroorganizmaların çoğu tuzun fazla olduğu ortamlarda yaşayamaz.
Ateş nasıl yanar?
Ateş, “yanma” denen bir tepkimedir.
Bu tepkimenin gerçekleşebilmesi
için yanıcı bir madde (yanıcı gazlar,
kâğıt, tahta gibi) oksijen ve bir ısı
kaynağının olması gerekir. Yanma
sırasında ışık, ısı ve çeşitli kimyasal
maddeler açığa çıkar.
Pil neden doğaya zarar verir
Piller, içlerindeki kimyasal maddelerin tepkimeye girmesiyle açığa çıkan kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürür. Ancak bir
süre sonra piller biter. Bazı pillerde cıva, nikel,
kadmiyum gibi zehirli kimyasal maddeler bulunur. Lityum piller, düğme piller, nikel-kadmiyum piller bu tür pillerdendir. Bu pillerin
rastgele çöpe atılması doğaya zarar verir.
Çünkü içlerindeki kimyasal maddeler toprağa, suya, havaya karışarak canlıların hastalanmalarına ve zehirlenmelerine neden olur. Bu
nedenle atık pillerin geri dönüşüm merkezlerine iletilmeleri gerekir.
51
Edebiyat
D eğer
Mayıs 2014
SUSKUNLIK
Hani günler var ki gülüm
Yüreğim suskun, türküler suskun
Can, can çekişmelerde feryat içinde
Bir güvercin uçurdum yüreğimden
Gelip kondu göğsüne o gece dost.
Sen suskun… Yüreğin suskun…
Yalnızlık hepten suskun dost…
Sonra sazımın tellerinde,
Parçalandı hüzünler tel tel.
Yüreğim hasretlerde yangın,
Her nota suskunluğa feryat.
Yoksulluğumda yorgunum, uykusuzum.
Gözlerim sabah ezanlarında,
Yakarışlar içinde Yaratan’a…
Sen suskun… Ben suskun…
Cümle alem suskun dost…
Düşünceler içinde sorgulamalarım oldu.
Neydi yıllardır arayıpta bulamadığım?
Neydi aramıza serilen engeller?
Biz ki bizi bulacaktık ya,
Dağ taş bir olup döküldü yollara.
Uçurumlar vardı mesafelerde,
Sen dağın öte yüzünde,
Ben bu yüzünde sessizliğe suskun…
Sonra, ölümler kelepçeler ve mahpusluk…
Kaybolmuşluğumuz vardı zamanın içinde
Adresler suskun… isimler suskun…
Ve bir çığlıktı zamana saldığımız.
Dört uzun, kör ve sağır duvarları aşan.
Aşıpta yüreklerimizde coşan.
Şimdi mutluluklar halay çeksin dost.
Bir şairin umut dolu dizelerinde,
Kaderler suskun…Acılar suskun…
Hacı Galip Yüksek
Aydın E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
ANNE
Hep çocuk kalmak isterdim gözlerinde
Büyümeyi beceremedim galiba anne
Öpülesi ellerini özledim bayramlarımın
Birkaç kuruşla gülen gözleri anne
Dur oğul derdin ya şımarınca
Hani dilde kalırdı hep kızmaların anne
Kalkmadı elin hiçbir zaman yüzüme
Kokunla sarardın ya beni anne
Soğuk vurmazdı iliklerime benim
Algılarıma şifa olurdun ya anne
Korkulu rüyalardan uyanınca
Ellerin okşardı ya başımı anne…
Okan Sakallar
Uşak E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
52
YAZILARINIZI BEKLİYORUZ...
Dergimizde gelecek sayıdan itibaren
“Sizden gelenler” bölümünde yayınlamak üzere “Ben En Çok Onu Sevdim” diye bir bölüm
başlatıyoruz. Burada sevdiğiniz birini anlattığınız yazıları, hatıralarınızı yayınlayacağız.
Bu kişi eşiniz, anneniz, babanız, çocuğunuz,
arkadaşınız, kardeşiniz, hocanız, öğretmeniniz olabilir. Hayatta olabilir, olmayabilir. Onu
neden ve hangi huylarından dolayı sevdiğinizi
anlatın. Belki başkalarına da örnek olur.
Sizlerinde yazılarınızı bekliyoruz.
En çok onu sevdim…
Mayıs 2014
D eğer
ÖZGÜRLÜK SEVDASI
Özgürlüğe bakmak,
Gökyüzüne bakmak gibi bir şey aslında,
Açık mavi kocaman bir gökyüzüne,
Gündüz yıldızları olan,
Heyecanını yitirmezsin hiçbir zaman,
Geçen yıllar beklediğin olmasada,
Özgürlüğe bakmak,
Gölde kayık olmak gibidir,
Kış günü köy evindeki soba kadar sıcak,
Yaz günü, sögüt ağacının gölgesinde uyumak,
Birde özgürlüğe kavuşmak varya,
İçindeki hasretten taburcu olmak,
Seçtiğin filmi izlemek,
İstediğin müziği dinlemek,
Adımlarını saymadan yürümek,
Bulunduğum beton yığınından çıkıpta, dörtnala,
Lunapark şenliğini koşmak gibidir,
Özgürlük demek, güzel olan herşeydir.
BEN EN ÇOK ANNEMİ SEVDİM
Annemle ilgili çok eski bir anımı
paylaşmak istyorum;
6-7 yaşlarında ve çok yaramaz
bir çocuktum. Bir gün sobanın külleriyle oynuyordum ve annemde
sürekli bana kızıyor, küllerle oynamamam için beni uyarıyordu. En
sonunda haylazlığıma dayanamamış
olacak ki; ben yine küllerle oynarken sobanın kapağını sertçe itti,
o anda elimi sobanın içinden çekemedim ve bu yüzden parmağım
sobanın kapağı sıkıştırdı. Tırnağım
kırılmış ve canım çok yanıyordu.
Bu yüzden çığlık çığlığa ağlıyordum. Aynı anda annemin de yere
diz çöküp ağlamaya başlamasından
ve ellerimi, parmaklarımı rastgele öpmesinden öyle etkilendim ki
acımı unutup gülmeye başladım.
Annem ağlıyor, ben gülüyordum ...
Bu sefer sinirleri daha da bozuldu
ve "ne gülüyorsun şapşal şey" dedi,
ama aynı anda kendide gülmeye
başladı. Bende "sensin şapşal" diye
cevap verdim. Artık gülmüyor kah-
kaha atıyorduk. Sıkıca sardı beni.
Sımsıkı ... Sadece bir annenin yapabileceği bir şeydi bu.
Aradan 21-22 yıl geçmesine
rağmen tırnağımda hala o günden
kalan bir iz var. Küçücük bir iz ...
İşte sırf o küçücük ş sayesinde
bugün annemin kızgınlığını, hüznünü, sevincini ve sıcacık sevgisinhi
yaşar gibi hatırlıyor ve hissediyorum. "Keşke hergün bir tutanağımı
kırsaymış ve keşke bana daha çok
iz, daha çok hatırlayış bıraksaymış." demekten de kendimi alamıyorum.
Annemi 6 yıl önce kaybettim.
Mübarek Ramazan Ayının ortasında cezaevindeydim. Ve annemin
vefatını öğrendiğim aynı günün
gecesi sabaha kadar annem için ne
yapabilirim diye düşündüm. Sonra
aklıma geldi; İnsanların öldükten
sonra bile sevap kazanabileceklerini dini bir kitapta okumuştum.
Hatta Peygamber Efendimiz
(S.A.V)'e "Annem öldü, yine de
Mehmet Boğatekin
Kocaeli 1 No’lu Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
EN ÇOK ONU
SEVDİM
BEN
Ali demirelli
Silivri 2 Nolu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
onun için yapabileceğim iyilik var
mı?" diye sormuşlar. Peygamber
Efendimiz (S.A.V)'de "Ona dua et"
buyurmuştur. Ben de her gece annem için dua etmeye karar verdim.
Ve o günden beri de hep dua ettim. Bu dualar aracılığıyla da hem
annemi hatırlar ona iyilik yaparım,
hem Rabbimi hatırlar O'nunla iletişim kurarım, hem de kendi iç sesimi dinler, huzura ererim.
En çok sevdiğim insan Annem'e;
beni büyüttüğü, yetiştirdiği ve o
yüce sevgisini bana verdiği için çok
minnettarım.
Evet, ben en çok annemi seviyorum.
Dualarımla onu içimde yaşatıyorum.
CANIM ANNEM SENİ ÇOK
SEVİYORUM.
Kerem Yazıcıoğlu
Bafra T Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumu
53
D eğer
Nükte
Mayıs 2014
Fıkra
Bir iyi bir kötü haber
Temel ile dursun futbolcuymuş. Bir gün sohbet ederken temel sormuş:
- La dursun öbür dünya da futbol varmıdır ?
Dursun:
- La bende bilmeyrum.
... Kim önce ölürse öte kine mektup yazsın. ve dursun ölmüş.
Temele mektup gelmiş:
- La temel saa bir eyi bide kötü haberim var eyisi burda futbol vardır.
Kötüsü bu haftaki maçın kadrosunda sende varsın.
Osmanlı Döneminde
Evlilik Teklifi
Osmanlı zamanında bir adam bir bayanın
karşısına geçer ve der ki ;
Temel mezarlıkta
işe başlar fakat iki
gün sonra işi bırakır.
Arkadaşları sorar: “Temel işi neden bıraktın?”
Temel: “Orada herkes
yatıyor. Bir tek ben
çalişiyrum”.
“-Ey dilberi rana! Ey tesadüf-ü müstesna!
O mahrem suratınızı görünce size lahza-i
kalpten sarsıldım… Niyetim acizane-i taciz
etmek değildir.. Bilakis efkar-i umumiyede ufak bir aile bacası tüttürmektir..Sözlerimsizi temin ve tatmin edecekse şayet
zevc-i izdivacınıza talibim!..”
Bayanın cevabı;
“-O mahrem suratınıza bir sille-i Osmaniye
nakşedersem sekte-i kalpten terk-i hayat
edersiniz…”
Baba ve Oğlu
Nebraska’da yaşlı bir adam yaşardı..Patates ekimi için bahçeyi bellemesi gerekiyordu, lakin bu
çok zor bir işti..Tek oğlu olan David ona yardım edebilirdi fakat o da hapisteydi.
Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve sorunu açıkladı.
Sevgili David, Patates bahçemi belleyemeyeceğimden kendimi çok kötü hissediyorum. Bahçeyi
kazmak için oldu ça yaşlanmış sayılırım. Burada olsan bütün derdim bit cekti. Biliyorum ki sen
bahçeyi benim için hallederdin. Sevgiler Baban
Bir kaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı.
Babacığım, Allah aşkına bahçeyi kazma. Ben oraya cesetleri gömmüştüm. Sevgiler David
Ertesi gün sabaha karşı FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm sahayı kazdı lakin hiçbir cesede
rastlamadılar. Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler. Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup
daha aldı.
Babacığım, şimdi patatesleri ekebilirsin. Bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.
54
Mayıs 2014
D eğer
Bulmaca
ÇENGEL BULMACA
Bulmaca: Mehmet Acar
GEÇEN AYKİ BULMACALARIN CEVAPLARI
KOLAY SUDOKU
ZOR
SUDOKU
ORTA SUDOKU
55
D eğer
Bulmaca
Mayıs 2014
KARE BULMACA
Soldan Sağa: 1) Kur’ân’sal bir terim olarak yolsuzluk
yapanlar anlamında bir kelime 2) Gelenek 3) Son
harfi yumuşak sessiz olarak yemin- Kısaca erken gelen oturur-Bir nota 4) Kırmızı-Sahip-Bir kavim adı 5)
Beyaz-Kısaca Alman-Meslek 6) ABD’nin orijinal yazılışı-Ekmeğin ana maddesi-Taam 7) Uzaklık İşareti-Olanak 8) Ana Dolu Türkçesiyle evet- Sazın en kalın teli 9)
Mecazen ağlatmaktan emir-Bir renk 10) Genişlik-Ana
gibi 11) Utanı-Bir ses sanatçısı 12) Yöntem-Masal dağının adı 13) Dakik-Bir olumsuzluk ön eki 14) İcat-İnce
deri.
Yukarıdan Aşağıya: 1) Eski dilde su, ab-Dik durmarüzgâr-Eski dilde su, ma 2) Bir erkek adı-Tabak-Yüce, âli 3) Şafak zamanı-Milli ajansımız-Eşit-Akıtma
4)Sırtlan-Hilal-Beklenti 5) Altıncı harfimiz-Kükürdün
imi-Devlet işi-Bir erkek adı 6)Altıncı harfimiz-Beşinci harfimiz-Kısaca Ankara-Bir Azeri çalgısı 7) Zorla
yerleşme-Çok değil-Betondan boru 8) Büyük ağaçlıkÇalgı-Uzak anlatan ön ek 9) Vilayet-Onuncu harfimizAyakla kalça arası organımız 10) Siyahlaşan 11) Evleri yan yana olan-Bir soru takısı-Ufuklar.
KOLAY SUDOKU
56
ORTA SUDOKU
ZOR SUDOKU
Bir memleketin
yükselmesi
ev ve aile
muhabbetine
bağlıdır.
Charles Dickens
Tüm annelerin
‘ANNELER GÜNÜ’
kutlu olsun

Benzer belgeler