Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Analiz Dergisi 2015/I. Sayısı

Transkript

Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Analiz Dergisi 2015/I. Sayısı
T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
EKONOMİK, TOPLUMSAL VE SİYASAL
ANALİZ DERGİSİ
İMTİYAZ SAHİBİ
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
EDİTÖR
YAYIN KURULU
: Prof. Dr. Şahin KARASAR
: Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN
: Yrd. Doç. Dr. Burak KÜÇÜK
: Prof. Dr. Nazif GÜRDOĞAN
: Prof. Dr. Mehmet TANYAŞ
: Prof. Dr. Dinç ALADA
: Prof. Dr. Süleyman Seyfi ÖĞÜN
: Prof. Dr. Sadettin ÖZEN
: Prof. Dr. Ergül HAN
YAYIN KURULU SEKRETERİ : Canan AYAR
DANIŞMA VE HAKEM KURULU:
Prof. Dr. Ali Rıza ABAY
Prof. Dr. Mustafa ACAR
Prof. Dr. Melek AKGÜN
Prof. Dr. Betül ÇOTUKSÖKEN
Prof. Dr. Mustafa DİLBER
Prof. Dr. Bülent DURMUŞOĞLU
Prof. Dr. Ercan EREN
Prof. Dr. Yavuz GÜNALAY
Prof. Dr. Emine KILAVUZ
Prof. Dr. Hüseyin İNCE
Prof. Dr. Niyazi KARASAR
Prof. Dr. Halit KESKİN
Prof. Dr. Mehmet MARANGOZ
Prof. Dr. Sedat MURAT
Prof. Dr. Cemil OKTAY
Prof. Dr. Ali Yaşar SARIBAY
Prof. Dr. Mehmet TÜRKAY
Prof. Dr. Cavide UYARGİL
Prof. Dr. Özalp VAYVAY
Doç. Dr. Sinan ALÇIN
Doç. Dr. Çiğdem BOZ
Doç. Dr. Nihat KAYA
Yalova Üniversitesi
Aksaray Üniversitesi
Sakarya Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Fatih Üniversitesi
İstanbul Teknik Üniversitesi
Yıldız Teknik Üniversitesi
Bahçeşehir Üniversitesi
Nuh Naci Yazgan Üniversitesi
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Maltepe Üniversitesi
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü
Muğla Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Yeditepe Üniversitesi
Uludağ Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
İstanbul Üniversitesi
Marmara Üniversitesi
İstanbul Kültür Üniversitesi
Gaziantep Üniversitesi
Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü
1
Doç. Dr. Ramazan KAYNAK
Enstitüsü
Doç. Dr. Gonca ATICI
Yrd. Doç. Dr. Zeynep AKIN
Yrd. Doç. Dr. İdris AKKUZU
Yrd. Doç. Dr. Levent AKSOY
Yrd. Doç. Dr. Ebru Beyza BAYARÇELİK
Yrd. Doç. Dr. Funda H. DEMİRBİLEK
Yrd. Doç. Dr. Tolga DURSUN
Yrd. Doç. Dr. Fulya EREKER
Yrd. Doç. Dr. Funda KARADENİZ
Yrd. Doç. Dr. Kader OSKAYBAŞ
Yrd. Doç. Dr. Cangül ÖRNEK
Yrd. Doç. Dr. Deniz ÖZBAY
Yrd. Doç. Dr. Utku ÖZER
Yrd. Doç. Dr. Mürşide ÖZGELDİ
Yrd. Doç. Dr. Fulya TAŞEL
Yrd. Doç. Dr. Hamit VANLI
YAZIŞMA ADRESİ
Gebze Yüksek Teknoloji
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Gelişim Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Gaziantep Üniversitesi
Gaziantep Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Gaziantep Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Gaziantep Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
Maltepe Üniversitesi
: Maltepe Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Marmara Eğitim Köyü 34857
Maltepe / İSTANBUL
WEB
: analiz.maltepe.edu.tr
e-MAİL
: [email protected]
ISSN
: 1303 - 0496
2
T.C. MALTEPE ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
EKONOMİK, TOPLUMSAL VE SİYASAL
ANALİZ DERGİSİ





Maltepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,
Ekonomik, Toplumsal ve Siyasal Analiz Dergisi, Maltepe
Üniversitesi’nce yılda iki kez yayımlanan hakemli bir
dergidir.
Dergimizde tüm sosyal bilimler alanlarında Türkçe ve
İngilizce dillerinde yazılmış makaleler yayımlanmaktadır.
Dergide yayımlanmak üzere gönderilen yazılar, belirtilen
kurallara uygun olarak hazırlanmalıdır.
Dergide yayımlanan makalelerde görüşler yazarlara ait olup,
dergimizi bağlamaz.
Dergimizde yer alan makalelerden kaynak gösterilerek
aktarma ve alıntı yapılabilir.
Editör
Yrd. Doç. Dr. Burak KÜÇÜK
3
İÇİNDEKİLER
Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme-İşgücü İlişkisine Bir Bakış………05
Ahmet Mithat KİZİROĞLU
Dünya’da ve Türkiye’de Kadın İstihdamının Sektörlere ve İş Statüsüne
Göre Dağılımı……………………………………………………………..52
Sevtap KESKİN
The Environmental Policy Decision Making Process In The EU…..…71
Neriman HOCAOĞLU BAHADIR
Sinema’da Sanatın İflası: Propaganda Sineması……………………..87
Mehmet Utku ŞENTÜRK
OSCE Achievements In Central Asia: The Case Of The Kyrgyz
Republic In The Past Decade………………………………………...….96
Aydın İDİL
4
TÜRKİYE VE İSTANBUL'DA KENTLEŞME-İŞGÜCÜ
İLİŞKİSİNE BİR BAKIŞ
Ahmet Mithat KİZİROĞLU 1
1
Yrd. Doç. Dr. Maltepe Üniversitesi, MYO Finans, Bankacılık ve Sigortacılık Bölümü,
[email protected]
ÖZET
Türkiye’de yaşanan kentleşme süreci, belirli bazı kentlerin hızlı bir şekilde
büyümesi şeklinde gerçekleşmekte olup, bu kentlerden biri de İstanbul’dur.
Türkiye’nin kentleşme süreci ve işgücünün içinde İstanbul’un çok önemli ve özel bir
yeri bulunmaktadır.
Konunun sosyal ve ekonomik olmak üzere iki ayrı yönünün ve kentleşme
ile işgücü arasında da neden sonuç ilişkisinin bulunması nedeniyle, bu çalışmada
fonksiyonel analiz yöntemi kullanılmış, konunun kentleşme kısmı bağımsız değişken,
işgücü kısmı ise bu değişkene bağlı tabi değişken olarak kabul edilmiştir.
Çalışmanın amacı; belirli bir kentleşme tanımına göre, Türkiye geneli ve
İstanbul’da yaşanan kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişkinin araştırılması ve
ulaşılan sonuçlarının ortaya konularak bir durum tespiti yapılmasıdır.
Kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişki incelenirken; Türkiye geneli
ile İstanbul arasında karşılaştırmalar yapılmış, Türkiye geneli ile İstanbul arasında
bazı yönlerden benzerlikler bazı yönlerden ise farklılıklar olduğu görülmüştür.
Yapılan çalışmada kentleşme-işgücü ilişkisinin kısmen gelişmiş, kısmen de
gelişmekte olan ülkelerdekine benzemekle beraber Türkiye ve İstanbul'a özgü
özelliklere sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kent, Kentleşme, Türkiye, İstanbul, İşgücü.
ABSTRACT
AN OUTLOOK ON THE RELATIONSHIP BETWEEN
URBANIZATION AND LABOR FORCE
IN ISTANBUL AND TURKEY
Urbanization in Turkey occurs as the rapid growth of some cities. One of
these cities is Istanbul and it has an important and a special place in the process of
urbanization of Turkey.
5
The subject has two different aspects; social and economic, and a cause
and effect relationship exists between urbanization and labor force, therefore
functional analysis method has been used in the study. Urbanization section of the
subject has been accepted as an independent variable, and labor force section of the
subject has been accepted as a dependent variable. The aim of the study, according
to a specific definition of urbanization, is to examine the relationship between the
urbanization process and the labor force in İstanbul and also in Turkey in general,
and to determine the state of the current situation by presenting the results obtained.
While the relationship between the urbanization process and the labor force has
been examining, the results of İstanbul have been compared to the ones of Turkey in
general; it has been observed that in some respects there are some differences as
well as some similarities.
It has been concluded that the relationship between the urbanization
process and the labor force in İstanbul and in Turkey have the characteristics of
both developed and developing countries as well as they have distinctive features.
Key Words: City, Urbanization, Turkey, Istanbul, Labor Force.
1. GİRİŞ
Ekonomik, sosyal ve siyasi hızlı bir değişimin yaşandığı dünyada,
insanların yaşadıkları mekânlar ve yaptıkları işler ile birlikte işgücünün
nitelikleri de hızla değişmektedir. Ekonomik ve teknolojik gelişmeler
paralelinde kentler büyür ve değişirken, çalışma yaşamında koşullar
değişmekte, insanların yaptıkları bazı meslekler yok olmakta, bazı
meslekler şekil değiştirmekte ve yeni meslekler ortaya çıkmaktadır. İnsana
ve insanca yaşamaya verilen değer hızla artarken, kentleri geliştirme,
işgücünü etkin olarak kullanma ve çalışma yaşamının koşullarını iyileştirme
yolunda önemli adımlar atılmaktadır.
Kentleşme süreci kentlerin sayısı artması ve büyümesine neden
olurken, gerek dünyanın gerekse Türkiye'nin geleceği sürekli gelişen ve
büyüyen kentlerde şekillenmektedir. Toplumsal yaşamda örgütlenme,
işbölümü ve uzmanlaşmayı artıran, insan davranış ve ilişkilerinde
değişikliklere yol açan kentleşme sürecinin hızlı bir şekilde yaşanması,
toplumların ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel yapılarını derinden
etkilemektedir. Kentleşme süreci Türkiye'de de hızlı ve sorunlu bir biçimde
yaşanmakta olup, hem Türkiye hem de İstanbul'un sahip bulunduğu
işgücünü önemli ölçüde etkilemektedir.
Kentleşme süreci; genel olarak sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan
ilave işgücü talebi nedeniyle yaşanmaktadır. İlave işgücü talebi (ihtiyacı)
kırsal alanlardan kentlere doğru göç hareketlerini başlatmakta, göçler
6
sonucunda yaşanan kentleşme sürecinde ise kırsal alanların itici özellikleri
ile kentlerin çekici özellikleri belirleyici olmaktadır. Özellikle gelişen ve
gelişmekte olduğu için de olması gerekenden çok daha hızlı bir biçimde
kentleşen ülkelerde, kırsal alanlardan kentlere doğru hızlı ve büyük
miktarda nüfus akışı yaşanırken, kentlere akan bu büyük nüfusa yetecek
kadar iş ve barınma imkânı sağlanamadığı için birçok sorun yaşanmaktadır.
İşgücüne katılım nüfusun (özellikle de çalışma çağındaki nüfusun)
miktarına, yaşına, cinsiyetine, medeni durumuna, niteliklerine, göç ve
kentleşme oranlarına bağlı olarak değişmektedir. İşgücüne katılımda
toplumların ekonomik, siyasi ve sosyal yapıları ile örf, adet, anane, gelenek
ve görenekleri de belirleyici olmaktadır.
Bu çalışmada; günümüzde süregelen ve toplumsal yaşamımızı
derinden etkileyen kentleşme süreci ile Türkiye ve barınma, yaşama,
çalışma yaşamında büyük sorunlar yaşanan İstanbul’da kentleşme-işgücü
ilişkisi incelenmekte ve bir durum tespiti yapılmaktadır.
2. KENT VE KENTLEŞME OLGUSU
İnsanların tarımsal faaliyete başlamaları yerleşik hayata geçişin,
yerleşik hayata geçiş ise uygarlığın başlangıcı olmuştur. Başlangıçta küçük
birimler halinde yaşayan insanlar, zaman geçtikçe daha büyük topluluklar
halinde yaşamaya başlayarak kentleri oluşturmuş, tarihi süreç içinde gelişen
kentler site, polis, komün ve kent devletleri gibi değişik adlar almışlardır.
Günümüzde dünya nüfusunun çoğunluğu yaşamını kentlerde sürdürmekte
olup, kentleşme trendi son 20-30 yılda en yüksek değerine ulaşmış
bulunmaktadır (OECD, w. date: p.8).
Kentlerin tarihin her dönemindeki ortak özelliği nüfusun belirli bir
alanda (mekanda) birikmesi ve yoğunlaşması olmuştur (Hatt ve Reiss,
2002: 28, Richardson, 1978: 5-8). Kentlerin ortaya çıkmasındaki ana neden
ekonomik olup, birlikte yaşamak, uzmanlaşmak, işbölümü ve işbirliği
yapmak zorunluluğudur. Bu ihtiyaçlar sonucunda ortaya çıkan kentlerde,
insanların yaşam biçimleri de değişmiş, eski adetlerin yerini kentlere özgü
farklı ve daha katı kurallar alırken, çalışma yaşamı da yeniden şekillenerek
diğer faaliyetlerden ayrılmıştır (Ertürk ve Sam, 2009: 38-39, Mumford,
2007: 41-47).
Kent kavramı farklı bilim dalları tarafından değişik ölçütler esas
alınarak tanımlanmaktadır. Farklı bilim dalları tarafından esas alınan
7
ölçütlerden hareketle kent; sürekli gelişen, toplumun barınma, çalışma,
dinlenme, eğlenme gibi ihtiyaçlarının karşılandığı, çok az kimsenin tarımla
uğraştığı, köylere göre nüfus açısından daha yoğun ve mekan olarak da daha
büyük olan yerleşim birimi olarak tanımlanmaktadır (Keleş, 1998: 55).
Çevrelerindeki diğer yerleşim birimleri ile sürekli etkileşimde bulunan,
köylere göre çok daha karmaşık, farklılaşmış, örgütlenmiş, konularında
uzmanlaşmış büyük nüfus kitlelerinin içinde yaşadığı yerleşim birimleri
olan kentlerde, her türlü ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi değişimler
gerçekleşmekte, ülkelerin ve bir yerde dünyanın geleceği de
şekillenmektedir (Kıray, 2007: 28).
Geçmişi insanlığın avcılık ve çobanlık döneminden yerleşik hayata
geçişin başlangıcına dayanan kentleşme sürecini sanayi devrimi
hızlandırmıştır. Sanayi devrimi ile birlikte başlayan ve yaklaşık 200 yıl
süren toplumsal değişim/dönüşüm sürecinin sonucunda, günümüzde
genellikle batı ülkelerinde yaşayan gelişmiş toplumlar kent toplumlarına
dönüşmüşlerdir. Günümüz toplumlarının önemli özelliklerinden biri haline
gelen kentleşme oranlarından toplumların gelişmişlik düzeylerinin
göstergesi olarak da yararlanılmaktadır (Ertürk ve Sam, 2009: 10-11).
Ana özelliği nüfusun belirli bir alanda (mekanda) birikmesi ve
yoğunlaşması olan kentleşme dar açıdan bakıldığında; demografik nitelikli
bir olay olarak, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun giderek
artması, geniş açıdan bakıldığında ise; mevcut kentleri büyüten, toplumsal
yaşamda örgütlenme, işbölümü ve uzmanlaşmayı arttıran, insan davranış ve
ilişkilerinde değişiklikler (dönüşüm) yaratan bir nüfus birikim süreci olarak
tanımlanmaktadır (Ertürk ve Sam, 2009: 11-13; Keleş, 2008: 25-26).
Kentleşme bir ülke veya bölgenin belirli bir zaman diliminde, kentleşme
oranında meydana gelen değişiklik olarak da tanımlanmakta, kentleşme
oranı ise; bir ülke veya bölgede belirli bir anda kent olarak kabul edilen
yerleşim birimlerinde yaşamakta olan nüfusun, toplam nüfusa oranı olarak
ifade edilmektedir (Keleş, 2008: 26).
Sosyal ve kültürel değişimi, insanların birbirine uyumunu ve fiziki
bir yerleşim sürecini ifade eden ve kaynağını kırsal kesimden kentlere doğru
göçlerden alan kentleşme süreci, insanların yaşam ve düşünme şeklini de
değiştirdiği için sosyal açıdan da önemli olmaktadır (Tüfekçi, 2002: 19-20,
Kartal, 1978: 4). İnsanların kentleri şekillendirmede kullandıkları sosyal
değişim süreçlerinin günümüzde çok hızlı bir şekilde yaşandığı ve
gerçekleştiği görülmektedir (Toffler, 2006: 37-38). Hem neden hem de
sonuç olma özelliğini bünyesinde barındıran kentleşme süreci; toplumsal
8
yaşamda farklılaşma, çeşitlenme, karmaşıklaşma, yoğunlaşma, diğerine
yabancılaşma, birbirine benzeşme, bireyselleşme, ticarileşme ve
toplumsallaşma kavramlarıyla da ifade edilmektedir (Sarı, 2004: 14-15).
Kentleşme konusunda yapılan çalışmalarda yakın gelecekte dünya
nüfusun yarısından fazlasının kentlerde yaşamaya başlayacağı
öngörülmektedir. Bu nedenle içinde bulunduğumuz binyıl Birleşmiş
Milletler tarafından “Kentsel Binyıl (Urban Millenium)” olarak
adlandırılmıştır. Birleşmiş Milletlere göre, dünya üzerinde 2020 yılından
itibaren kırsal alanların nüfusu azalacak, 2050 yılından itibaren dünya
nüfusunun % 70’i, OECD ülkelerinin nüfusunun ise % 85’inden fazlası
kentlerde yaşamaya başlayacaktır ( OECD, w.date: p. 17).
Günümüzde ekonomik yönden gelişmiş olan ülkelerin nüfuslarının
neredeyse tamamına yakını kent ve kentsel mekan olarak kabul edilen
kasabalarda yaşamakta olup kentler giderek büyümekte, dünyanın her
yerinde çok büyük (mega) kentler ortaya çıkmaktadır. Ancak yaşanan bu
hızlı kentleşme sürecinin düzenli bir şekilde gerçekleştiğini söylemek ise
mümkün olamamaktadır. Özellikle ekonomik yönden az gelişmiş ülkelerde
sayısı hızla artan ve büyüyen kentlerin en dikkat çeken özelliği çok yüksek
katlı apartmanlar ile gecekondular gibi birbiri ile çelişen zıt görüntüler
olmaktadır (Tümertekin, 2007: 10-13).
Hızlı ve özellikle de belirli bir plana dayanmadan düzensiz bir
şekilde yaşandığı zaman toplumların ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel
yapılarını önemli ölçüde etkileyen kentleşme süreci; birçok yeni sorunun
ortaya çıkmasına da neden olmakta, yaşamanın insani özelliğinin
kaybedilmesi, toplumsal yaşamın yok olması ve insanlığın tarımsal yaşamın
doğallığından giderek uzaklaştırılması anlamına da gelmektedir (Ersoy,
1996: 247-256; Tatlıdil, 1989: 4; Türkdoğan, 2006: 210).
Kent ve kentleşme olguları 21. Yüzyıl’ın ayırt edici en önemli
özelliklerinden biri durumuna gelmiş bulunmaktadır. Dünya genelinde
yaşanan bu süreç, ülkelerin özelliklerine bağlı olarak olumlu ya da olumsuz
bir biçimde gerçekleşmektedir. Kentleşme sürecinde; kırsal alanların itici,
kentlerin ise insanları kendine doğru çeken özellikleri etkili olmaktadır.
Kent sayısının artması, kentlerin büyümesi ve kentlerde yaşayan (kentli)
nüfusun giderek artması ise bir ülkenin giderek kentleştiği anlamına
gelmektedir. Kentleşme sürecinin altında yatan en önemli neden, insanların
daha iyi ve mutlu yaşamaya duydukları ihtiyaç ve umut olmaktadır.
Kentlerde
elde
edebilecekleri
gelirin,
kırsal
alanlarda
elde
9
edebileceklerinden daha yüksek olma düşüncesi ve umudu, insanların kırsal
alanlardan kentlere yönelik olan göç akımına kapılmalarına, hızlı göç ise
kentleşme sürecinin plansız, düzensiz ve sorunlu bir şekilde yaşanmasına
neden olmaktadır.
Kentleşme süreci genel olarak itici, çekici ve bu nedenlerin
etkilerini arttıran ya da azaltan iletici nedenlere bağlı olarak da
gerçekleşmektedir. (Ertürk ve Sam, 2009: 19; Keleş, 2008: 33-37).
Kentleşme olgusuna daha geniş bir açıdan bakıldığında sürecin birbirini
tetikleyen ekonomik, teknolojik, siyasi, sosyal ve psikolojik nedenlere bağlı
olarak gerçekleştiği, bu süreçte göçün de belirleyici olduğu görülmektedir.
Kentleri insanlar için ekonomik açıdan çekici duruma getiren özellikler;
işbölümü ve uzmanlaşma, kentlerin kişilere sunduğu imkanlar, üretim
faktörlerinin kentlerde daha ucuz ve daha kolay bulunabilme olasılığı ile
kentlerin sosyal imkânların kırsal alanlara göre çok daha fazla olmasıdır.
Göreceli olan bu ekonomik üstünlükler kentlerin büyümeleri ile birlikte
daha da artmakta ve çok daha fazla kişiyi kentlere doğru çekmektedir
(Goodall, 1972: 29-40; Keleş: 2008: 31-33).
Kişilerin gelecekteki yaşamlarının tamamını ya da bir kısmını
geçirmek üzere; tamamen veya geçici bir süre için bir yerleşim yerinden
başka bir yerleşim yerine yerleşmek suretiyle yaptıkları coğrafi yer
değiştirme hareketi, gönüllü veya zorunlu nedenlere bağlı olarak coğrafi
alanlar üzerinde yer değiştirmeleri olarak tanımlanan göç olgusu ile
kentleşme arasında da yakın ilişki bulunmaktadır (Akkayan, 1979: 20, İşçi,
2000: 71). Kentleşme genel olarak iticilik ve çekicilik ilişkilerine bağlı
olarak gerçekleşen göç hareketlerinin doğal bir sonucu olmaktadır
(Yıldırım, 2004: 31). Toplumların yapılarını, toplumsal kurumları, kültürel
değerlerini ve kimlik yapılarını değiştiren göç, toplumsal gerilimleri
azaltmasının yanı sıra toplumsal değişime uyum sağlamayı da
kolaylaştırmaktadır (Akşit, 1998: 31).
Göçün beraberinde getirdiği en önemli sorunlardan birisi aktif olan
nüfusun azalması ve göç veren yerlerin gelişme hızının düşmesi, bir diğeri
ise göç eden nüfusun yeni yaşam yerlerine uyum sağlamakta zorlanması ve
sorunlar yaşamasıdır (Tekeli, 1998: 16-17). Göçün, göç alan yerler
bakımından en önemli etkisi; yerleşim yerlerinin coğrafi alanlarının ve
nüfusunun büyümesi, nüfusun niteliklerinin değişmesi, göç veren yerler
açısından en önemli etkisi ise; bu yerleşim yerlerindeki işgücü
potansiyelinin azalması, ekonomik gelişme hızının düşmesi ve nüfusun
bağımlılık oranlarının artmasıdır (Serter, 1994: 53). Göç; göç veren yerlerde
10
pazarı daraltmakta, yatırımları azaltmakta, çalışabilecek nitelikli işgücünün
ve girişimcilerin kaybedilmesine de neden olmaktadır (Başel, 2007: 316).
Göçler çoğunlukla az gelişmiş ve gelişmekte olan ve bu duruma bağlı
olarak da hızlı, plansız ve düzensiz bir şekilde kentleşen ülkelerde
görülmektedir. Bu ülkelerde imkânları daha fazla olduğu düşünülen kentlere
doğru hızlı bir nüfus akışı gerçekleşmekte, hızlı kentleşme süreci ise birçok
sorunu da beraberinde getirmektedir.
3. KENTLEŞME-İŞGÜCÜ İLİŞKİSİ
20. yüzyılın en önemli özelliklerinden birisi kentlerde yaşayan
nüfusun giderek artmasıdır. Yapılan çalışmalar 2008 yılından itibaren dünya
nüfusunun yaklaşık olarak yarısının kentlerde yaşadığını ortaya
koymaktadır (Hoşgör ve Tansel, 2010: 40-43). Dünyada yaşanan
demografik değişim ve dönüşüm sürecinin dinamikleri; doğum oranlarının
düşmesi, yaşam sürelerinin uzaması ve yaşlı nüfusun artmasıdır. Yaşanan
bu süreçte kentleşmenin rolünün de önemli olduğu görülmektedir (DPT,
2007: 22-23).
Dünya üzerinde kentlerde yaşayanların ve işgücüne katılanların
sayıları sürekli artmakta olup, dünya işgücü 3,2 milyar kişiyi geçmiş
bulunmaktadır. İşgücünün ortalama büyüme oranları giderek düşmekle
beraber, küresel işgücüne her yıl yaklaşık 46 milyon yeni çalışan
katılmaktadır. Dünya işgücünün %75’ine yakını gelişmekte olan ülkelerde,
%15’i ise gelişmiş ülkelerde bulunmakta olup, Çin ve Hindistan dünya
çalışanlarının yaklaşık %40’ını bünyelerinde barındırmaktadır. İşgücünü
oluşturan çalışanların büyük çoğunluğu ise yaşamlarını kentsel alanlarda
sürdürmektedir (Ghose, Majid ve Ernst, 2010: 9-11).
İşgücünü belirleyen faktörler; nüfusun miktarı ve artış hızı ile
doğum, ölüm ve göç olayları olup, nüfus çalışma yaşamı bakımından
çalışma çağında olan ve olmayan nüfus olarak iki kısma ayrılmaktadır
(Lordoğlu, 2006: 15-16, Murat, 2010: 17). Çalışma çağındaki nüfus ise
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından 15-64 yaş arası olarak kabul
edilmektedir (Murat, 2012: 17). Çalışma çağında olan, çalışma arzusunda
bulunan ve çalışacak güce sahip olan, cari ve geçerli ücret düzeyinde
emeğini arz etmeye hazır durumdaki fertlerin meydana getirdiği topluluğa
işgücü adı verilmektedir (Yalçıntaş ve Tuna, 1999: 67). İşgücü, bir ülkedeki
nüfusun üretici durumunda bulunan, ekonomik faaliyetlere katılan kısmını
da ifade etmektedir (Zaim, 1997: 124).
11
Ekonomik gelişme ve sanayileşme ile yakından ilgili olan
kentleşme süreci işgücünü çalışanlar ve işsizler açısından farklı şekilde
etkilemektedir. Bir ülkede kentli nüfusun miktarının artması o ülkenin
kentleştiği anlamına gelirken, kentlerde biriken işgücü için yeterli iş imkanı
yaratılamadığında açık/gizli işsizlik giderek artmakta ve aşırı kentleşme
olgusu ile karşılaşılmaktadır (Yazgan, 1968: 86-88).
Çalışanlar ile işsizlerin toplamından oluşan işgücünün miktarı;
nüfusa, nüfusun artış hızına, çalışma çağında bulunan nüfusun miktarı ve
oranı ile kentleşme ve okullaşma oranlarına bağlı olarak da değişmektedir
(Murat, 2007: 168). Piyasaya arz edilen emeğin ana kaynağını oluşturan
işgücü, büyük ölçüde nüfusun miktarı ve artış hızına bağlı olduğu için
(Ekin, 1971: 45-50) nüfusu fazla olan bir ülkenin emek arzı, üretim
kapasitesi, geliri ve ekonomik gücü de daha fazla olmaktadır (Zaim, 1997:
108). Fiili çalışma çağı; çalışma mevzuatlarına bağlı olarak ülkeler arasında
farklılıklar göstermekle birlikte Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)
tarafından 15-64 yaş arası olarak kabul edilmektedir. Çalışma çağında
bulunan nüfusun miktarı ise, emek arzı üzerinde genel nüfusun miktarından
daha etkili olabilmektedir (Zaim, 1997: 119-122).
Çalışma çağındaki nüfus ise, istihdam edilenler ve işsizlerin
toplamından meydana gelen işgücü ile işgücüne dâhil olmayanlardan
oluşmaktadır (Murat, 2010: 17). İşgücüne dâhil olanlar; işverenler,
ücretliler, kendi hesabına çalışanlar, ücretsiz çalışan aile işçileri, kayıt dışı
ekonomide çalışanlar, işsizler ve sayım anında gelir karşılığında fiilen
çalışan kişilerden oluşurken, işgücüne dahil olmayanlar ; ev kadınları,
öğrenciler, emekliler, gelir sahipleri, sakatlar, çalışamaz durumda olanlar, iş
aramayıp iş başı yapmaya hazır olan kişiler, ailevi veya kişisel nedenlerle iş
aramayanlardan meydana gelmektedir (Murat, 2007: 132).
Ev kadınları; ev işleriyle meşgul oldukları, öğrenciler; öğrenim
hayatlarına devam ettikleri,
emekliler; uzun yıllar çalışmalarının
karşılığında bir sosyal güvenlik kuruluşundan emekli oldukları, irad
sahipleri; bir menkul kıymet veya gayrimenkul gelirine sahip oldukları,
sakatlar; bedensel özürleri, hastalık veya yaşlılık nedeniyle, iş aramayıp iş
başı yapmaya hazır olmayan kişiler oldukları için işgücüne dâhil olmayan
nüfus içinde değerlendirilmektedirler. İşgücüne dâhil olmayanların oranları
genel olarak sosyo-ekonomik ve kültürel faktörler tarafından belirlenirken,
kentleşme sürecinin de bu oranları önemli ölçüde etkilediği görülmektedir.
12
Kentleşme süreci ülkelerin ekonomik ve toplumsal yapılarında
önemli değişikliklere de neden olmaktadır. Ekonomik yapıda yaşanan
değişimler; göçler sonucunda tarım sektörünün küçülmesi, kentsel nüfusun
artmasına bağlı olarak kentlerde alt yapı, eğitim, sağlık, barınma ve ulaşım
sorunlarının ortaya çıkmasıdır. Toplumsal yapıda yaşanan değişimler ise;
ailelerin küçülmesi, toplumsal destek ve yardım sistemlerinin zayıflaması,
çekirdek ailelerin yaygınlaşması, çocuk ve yaşlıların bakımları için aile
dışından alınan yardımların artması, toplumsal dışlanma, kentle bütünleşememe, enformel dayanışma gruplarının ortaya çıkması ile toplumsal ve
siyasi gerginliklerin artmasıdır (Hoşgör ve Tansel, 2010: 40-43).
Kentleşme süreci kentsel mekanlarda daha fazla kişinin işgücüne
katılmasını sağlarken, işgücü piyasasında artan bu nüfus için yetecek kadar
iş imkânı yaratılamaması durumunda ise işsizlik olgusu ile
karşılaşılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde, doğum ve ölüm oranları göreceli
olarak düşük olduğu için, nüfus artış hızı yavaş olmakta, az gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde ise tam tersi bir durum yaşanmaktadır. Nüfus artış
hızının yavaşlaması çalışma çağındaki nüfusun ve işgücünün artmasına
neden olmaktadır (Lordoğlu, 2006: 16).
İşgücünü etkileyen faktörler; genel olarak çalışma çağındaki nüfus
(işgücüne dahil olan ve olmayan), nüfusun yaş ve cinsiyet bakımından
bileşimi, nüfusun eğitim durumu ile medeni durumudur. Bu çalışmada
Türkiye ve İstanbul'da kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişki bu
faktörler bakımından ele alınmaktadır.
3.1. Kentleşme ile İşgücünün Cinsiyet Durumu Arasındaki İlişki
Demografik, sosyal ve ekonomik araştırmalarda nüfusun cinsiyete
göre dağılımının büyük önemi bulunmaktadır. Hem ulusal hem de
uluslararası karşılaştırmalarda sıkça kullanılan, ekonomik ve sosyal
gelişmişliğin de göstergesi olan cinsiyet oranları genel olarak gelişmiş
ülkelerde kadınların, gelişmekte olan ülkelerde ise erkeklerin lehine
olmaktadır. Nüfusun cinsiyet yapısı ekonomik bakımdan da önemli olup,
erkeklerin çoğunlukta olduğu bir ülkedeki emek arzı, kadınların çoğunlukta
olduğu bir ülkeye göre daha fazla olabilmektedir (Murat, 2007: 62-63,
Murat, 2006: :120).
Erkek ve kadınların toplam nüfus içindeki paylarını veya 100/1000
kadına düşen erkek sayısını ifade eden cinsiyet oranı, işgücünü etkileyen
önemli bir veri olarak kabul edilmektedir (Murat, 2006: 121). Cinsiyet
13
oranlarını; cinsler arasındaki ölümlülük farkları, nüfusun yaş gruplarına
göre dağılımı, göç hareketleri ve savaşlar gibi faktörler belirlemektedir
(Gürtan, 1966: 111-115). Ekonomik açıdan işgücünün büyüklüğü ve
bileşimini belirleyen (Lordoğlu, 2006: 17) nüfusun cinsiyete göre dağılımı
incelendiğinde, gelişmekte olan ülkelerin daha genç bir işgücüne sahip
oldukları görülmektedir (Ghose, Majid ve Ernst, 2010: 18).
Genel olarak, doğumlarda kızlara göre erkeklerin sayısının daha
fazla olmasına karşın, erkeklerin ölüm oranları kadınlarınkinden daha
yüksek olduğu için, doğumlarda erkekler lehine görülen bu fazlalık, giderek
azalarak 20-30'lu yaşlarda dengelenmektedir (Murat, 2006: 121). Erkek ve
kadın sayısının dengeye geldiği ve cinsiyet oranının yaklaşık olarak 100’e
eşit olduğu bu yaşa “denge yaşı” adı verilmektedir. Denge yaşından sonra,
kadın nüfusu giderek artmakta ve cinsiyet oranı kadınların lehine
değişmektedir. Genel cinsiyet oranı genç nüfusun miktarı arttıkça erkekler,
yaşlı nüfusun miktarı arttıkça kadınlar lehine değiştiği için işgücünü de
önemli ölçüde etkilemektedir.
Ekonomik amaçlı göçlerde; göç edenler çoğunlukla erkekler
olduğu için, göç veren yerlerde erkeklerin oranı azalıp kadınlarınki artarken,
göç alan yerlerde ise erkeklerin oranı artıp kadınlarınki azalmakta ve bu
duruma bağlı olarak cinsiyet oranları da değişmektedir (Murat, 2006: 121).
Kadınların işgücüne dâhil olmalarını etkileyen faktörler çoğunlukla
kültürel, sosyal, ekonomik ve etnik bir karakter göstermektedir. Özellikle
sosyal ve kültürel faktörler az gelişmiş ülkelerde kadınların çalışma
hayatına katılmaları konusunda çok daha etkili olmaktadır. Tarımın ağırlıklı
olduğu az gelişmiş ülkelerde kadınların işgücü içindeki payı daha yüksek
olmaktadır (Ekin, 1971: 93-107). Genel olarak kırsal kesimde yardımcı aile
bireyi olarak yoğun bir şekilde işgücüne dâhil olan kadınlar, kentleşmenin
ilk aşamalarında işgücünden çekilirken, eğitim ve modernleşme düzeyinin
yükselmesiyle birlikte işgücüne daha fazla katılmaya başlamaktadırlar
(Murat, 2007: 168-169).
Dünya genelinde çalışanların %40’a yakını kadınlardan
oluştururken, kadın işgücünün %71’i gelişmekte olan ülkelerde, %16’sı ise
gelişmiş ülkelerde bulunmaktadır. Ekonomik olarak gelişmişlik düzeyi
arttıkça kadınların işgücüne katılma oranının önce düştüğü, daha sonra
yükseldiği görülmektedir. Az gelişmiş ülkelerde ise kadınların işgücüne
katılımının genellikle yoksulluğun zorlamasıyla olduğu görülmektedir
(Ghose, Majid ve Ernst, 2010: 11-16).
14
3.2. Kentleşme ile İşgücünün Yaş Durumu Arasındaki İlişki
Genel olarak yaşlı nüfus yapısı ekonomik bakımdan gelişmiş
ülkelerin, genç nüfus yapısı ise az gelişmiş ülkelerin ana özelliği olarak
ortaya çıkmakta ve gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkelerdeki işgücü farklı
yaş yapısına sahip bulunmaktadır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin
işgücünün, gelişmiş ülkelerinkinden daha genç olmasının nedeni, az
gelişmiş ülkelerde gençlerin çoğunun eğitime devam edememeleri ve
yaşayabilmek için çalışmak zorunda kalmalarıdır. İşgücünün yaşlanması
konusu ise genellikle yüksek gelirli gelişmiş ülkelerin sorunu olmaktadır
(Ghose, Majid ve Ernst, 2010: 17-19). Nüfusun yaş yapısının değişmesi
üretim ve tüketim açısından bireylerin kişisel davranışlarını etkilediği için,
işgücü incelenirken nüfusun yaş gruplarına göre dağılımının analizi de
önemli olmaktadır (Ekin, 1971: 111).
İşgücünün yaş gruplarına göre dağılımı her ülkenin ekonomik,
sosyal, kültürel, demografik özelliklerine göre farklılık göstermektedir.
Nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı, öncelikle ekonomik faaliyet
açısından önem arz etmektedir. Nüfusun genç ya da yaşlı olması; talep
yönünden ihtiyaçları ve tüketim miktarını, arz yönünden ise işgücünün
niteliğini, niceliğini, tasarrufları, yatırım kapasitesini ve üretim miktarını
etkilemektedir (Murat, 2006: 110). Nüfusun yaş yapısı ölçülürken nüfus
piramitleri, nüfusun ekonomik açıdan üç yaş grubuna ayrılması ve medyan
yaş hesaplamaları kullanılmakta olup (Murat, 2006: 110), bu çalışmada
nüfusun üç yaş grubuna ayrılarak incelenmesi yöntemi kullanılmıştır.
İşgücünün yaş gruplarına göre dağılımının bilinmesi, çalışabilecek
durumda olan nüfusun potansiyelinin belirlenmesi ve insan gücü
planlamalarının daha sağlıklı yapılabilmesi için gerekli olmaktadır. Medyan
yaşın küçük olması, nüfusun ve dolayısıyla işgücünün genç olduğu
anlamına gelirken (Murat, 2006: 113-117), nüfus bilimi literatüründe; 0-14
yaş arasındaki grup çocuk, 15-64 yaş arasındaki grup üretken nüfus ve 65
yaş üstündeki grup ise yaşlı nüfus, çocuk ve yaşlı nüfusun toplamı ise
ekonomik anlamda bağımlı nüfus olarak tanımlanmaktadır (Hoşgör ve
Tansel, 2010: 33).
Nüfusun yaş gruplarına göre dağılımımı etkileyen faktörler;
doğum, ölüm ve göç hareketlerdir. Nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı
işgünün miktarı ve oranının yanı sıra niteliğini de etkilemektedir. İşgücünün
yaşlanması, uyum yeteneği, çalışma hızı, coğrafi ve mesleki hareketliliği
15
azaltırken, tecrübeyi, iş bilgisini (becerisini) ve ustalığı ise arttırmaktadır
(Murat, 2006: 111-115).
Doğum oranları yüksek olan az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde çocuk yaş grubundaki nüfus daha fazla olurken, ölüm ve doğum
oranlarının düşük olduğu gelişmiş ülkelerde yaşlı nüfus fazla olmakta
işgücünün yaş yapısı da duruma bağlı olarak değişmektedir (Koç ve diğ.
2009: 7). Nüfusun 15 yaş altı ve 64 yaş üstü dağılımı, çalışabilecek
durumda olan (aktif) nüfusun büyüklüğünü belirlerken, bireylerin işgücü
piyasasına girme yaşı üzerinde de etkili olmaktadır. İşgücü piyasalarındaki
talebin uygun olmaması durumunda, genç bir nüfus yapısı işgücü arzı
açısından kentlerdeki işsizliği arttırmaktadır (Lordoğlu, 2006: 16-19).
Çalışma hayatı bakımından işgücü içinde gençlerin payının fazla olması
olumlu olmakla birlikte, çalıştıkları için eğitimden mahrum kalan gençler
ise ilerde işsiz kalabilmektedir. Ekonomik büyümedeki artış istihdama
aktarılamadığında işgücü piyasasına giren gençler arasında yoğun rekabet
yaşanması, iş bulamayan gençlerin düşük ücretle çalışmaya razı olması veya
enformel sektöre yönelmesi ekonomiyi tehdit edebilmektedir (Murat, 2007:
171-172). Çocukların (15 yaş altı) ve yaşlıların (65 yaş üstü) ise gelişmiş
ülkelere göre az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaygın olarak
çalıştırıldıkları görülmektedir (Ekin, 1971: 111-122).
İstatistikî araştırmalarda işgücünün yaş gruplarına göre dağılımı
genellikle; 15-19, 20-24, 25-34, 35-54 ve 55 yaş üstü olmak üzere beş ayrı
grupta ele alınmakta, işgücünün en önemli kısmını 25-54 yaş grubunda
bulunanların oluşturduğu ve işgücüne en sıkı şekilde bağlı ve istikrarlı olan
grup olduğu görülmektedir (Murat, 2007: 171-172).
Kentleşme süreci içinde işgücünün yaş gruplarına göre dağılımını
belirleyen faktörler ise doğum, ölüm ve göç olayları olmaktadır. Kentlerde
yaşayan nüfus ve işgücünü arttıran kentleşme süreci her ülkenin işgücünü
farklı şekilde etkilemektedir. Kentleşme süreci gelişmiş ülkelerde doğum ve
ölüm oranlarını düşürmekte, çocuk sayısını azaltmakta, yaşlı nüfus ile
çalışma çağındaki (15-64 yaş) nüfusu arttırmaktadır. Kentleşme süreci ile
göç olgusu arasındaki fonksiyonel ilişki, nüfusun ve işgücünün, yaş
gruplarına göre dağılımı üzerinde etkili olmakta, bir yerden göç edenler ile
bir yere yerleşenler aynı yaş gruplarında bulunmadığı için, göç işgücünün
yaş gruplarına göre dağılımını da değiştirmektedir.
16
3.3. Kentleşme ile İşgücünün Eğitim Durumu Arasındaki İlişki
İçinde bulunduğumuz bilgi çağında eğitimin önemi daha da artmış
bulunmakta olup, ekonomik kalkınmanın ölçülebilmesi için işgücünün
eğitim durumuna göre dağılımının incelenmesi gerekmektedir. Ekonomik
kalkınmada en önemli rolü yetişmiş insan gücü oynamaktadır. İnsan
gücünün çağın gerektirdiği niteliklere uygun olarak yetiştirilmesi çok
önemli olmaktadır. Çağın gereklerine uygun nitelikte insan yetiştirilmesi ise
kaliteli bir eğitim sisteminin kurularak, mevcut insan gücünün bu sistemle
eğitilmesine bağlı bulunmaktadır (Murat, 2006: 177).
Eğitim hem günümüz hem de gelecek için önemli olup, eğitimine
devam eden nüfusa ilişkin bilgiler, toplumların beşeri sermaye (insan
sermayesi ve işgücü) birikimini ifade ettiği için uluslar arasındaki
karşılaştırmalarda da çok önemli olmaktadır (Hoşgör ve Tansel, 2010: 104105). Mevcut olan insan gücü potansiyeli, ücretler, verimlilik ve işgücüne
olan talep ile de yakından ilgili bulunmaktadır (Lordoğlu, 2006: 20).
Eğitim görenlerin fazla olması işgücünü, bazen olumlu bazen de
olumsuz yönde etkilemektedir. Eğitimin emek piyasaları üzerindeki
işlevleri; işgücünü toplumun ihtiyacı olan işlerin gereklerine göre
yetiştirmek, ekonomideki yapısal değişime adaptasyonu sağlamak,
ekonomik performansı geliştirmek, kişilerin kendilerini geliştirmelerine
imkân sağlamak ve istihdam konusunda fırsat eşitliği sağlamaktır (Biçerli,
2007: 274-275).
Kentleşme süreci nedeniyle büyük kentlerde yaşayanların sayısının
artması, eğitim yapan ve eğitim yaptığı için de işgücüne dâhil
olamayanların (öğrencilerin) sayısını arttırmaktadır (Murat, 2007: 143-146).
Kentleşme süreci genel olarak işgücünün eğitim düzeyini arttırmakla
beraber, kentlere gelenlerin cinsiyet ve niteliklerine bağlı olarak işgücünün
yapısını değiştirmektedir.
Eğitim düzeyi incelenirken formel (biçimsel) eğitimin göz önünde
bulundurulması daha yararlı olduğundan (Biçerli, 2007: 177), işgücünün
eğitim durumuna göre dağılımı bu çalışmada formel eğitim durumu göz
önüne alınarak, “Okuma Yazma Bilmeyen, Lise Altı, Lise ve Dengi Meslek
Okulu ve Yükseköğretim” ana başlıkları altında incelenmiştir.
17
3.4. Kentleşme ile İşgücünün Medeni Durumu Arasındaki İlişki
İşgücünün medeni durumuna göre dağılımı ekonomik gelişmişlik
derecesinin ölçülmesi ve insan gücü planlanması yönünden önemli bir
faktördür. Medeni durum nüfusun yasalara göre bekâr, evli, dul veya
boşanmış olup olmadığının ortaya konulması olarak ifade edilmektedir. Hiç
evlenmemiş olan kişiler “bekâr”, yasal olarak evli bulunan kişiler “evli”,
eşlerden birisinin ölümü sonucunda yalnız kalan ve evlenmemiş olan eşler
“dul”, evlilikleri mahkeme kararıyla sona erdirilmiş olan eşler ise
“boşanmış” olarak tanımlanmaktadır. Evlenmeler genel olarak gelişmiş
ülkelerde düşer, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde sosyo-ekonomik
şartlara bağlı olarak değişirken, ölüm oranları gelişmiş ülkelerde düşmekte,
az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde de gelişme düzeylerine bağlı
olarak düşme eğilimi göstermektedir. Boşanma oranları ise gelişmiş
ülkelerde daha yüksek olmaktadır (Murat, 2006: 170-175).
Kentleşme süreci; özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkelerde, çalışmak amacıyla genellikle bekâr olan gençlerin kentlere göç
etmesi nedeniyle işgücü içinde bekârların
sayısını arttırmaktadır.
Kentleşme süreci gelişmiş ülkelerde ölüm oranlarının düşmesine bağlı
olarak eşi ölenlerin sayısını azaltırken, kadınlara göre erkeklerin ölüm
oranları daha yüksek olduğu için eşi ölmüş kadınların sayısını
arttırmaktadır. Eşi ölmüş bulunan kadınların sayısının artması ise kadınların
işgücü içindeki miktarlarını arttırmaktadır. Kentleşme süreci hem gelişmiş
hem de az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde boşananların sayısını
arttırmakta, boşananlar içinde erkeklere göre kadınların daha fazla olması
ise işgücü içinde boşanan kadınların sayısının artmasına neden olmaktadır.
4. TÜRKİYE VE İSTANBUL’UN KENTLEŞME SÜRECİ
Kentlerin ilk olarak M.Ö. 7000–6000 yılları arasında görüldüğü
Anadolu tarih boyunca insanların toplu olarak yaşadıkları ve uygarlığın
beşiği bir yerleşim yeri olmuştur. M.Ö. 19. ve 18. yüzyılda Asurlar devrinde
Anadolu’da ticaretin giderek artması kentlerin gelişmesini sağlamıştır
(Tunçdilek, 1986: 15-20). Toprak mülkiyeti kavramının Hitit’ler (Eti’ler)
döneminde ortaya çıktığı Anadolu'daki kentler Urartular döneminde ise kale
kentlere dönüşmüştür. Lidyalılar ve Bizans İmparatorluğu döneminde
ticaretin gelişmesi ile birlikte Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlayan ticaret
yollarının Anadolu’dan geçmesi nedeniyle özellikle İstanbul gibi ticaret
kentleri giderek büyümüştür.
18
Türk boylarının Anadolu’ya gelmeleri ile birlikte ortaya çıkan
köyler ise Selçuklu döneminde değişerek yerlerini daha büyük kasaba ve
kentlere bırakmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Bizans’tan ele
geçirilen kentlerin nüfusları arttırılarak Anadolu'daki kentleşme süreci daha
da hızlandırılmıştır (Tunçdilek, 1986: 50-59). Osmanlı İmparatorluğu’nun
çöküş döneminde ise yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle kırsal alanlardan kentlere doğru göç yaşanmaya başlamıştır (Tüfekçi, 2002: 33-37).
4.1. Türkiye’nin Kentleşmesi
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ekonomik sisteminin belirlendiği
İzmir İktisat Kongresinde (1923) kabul edilen bayındırlık yatırımlarının
yapılması ile ulaşım imkânlarının arttırılması ilkeleri, Türkiye’de
kentleşmeyi hızlandıran ilk faktörler olarak kabul edilebilir (Kepenek ve
Yentürk, 2000: 34). Türkiye’nin kentleşme ile tanışması ise esas olarak
1950 yılından sonra kırsal alanlardan kentlere yönelik göçlerin başlaması ile
olmuştur. Bu yıllarda yaşanan tarımda makineleşme ve artan nüfus ile
birlikte, kırsal alanlarda atıl kalan işgücü kentlere yönelmiştir.
Cumhuriyet döneminde, kentlerin düzenli gelişimine önem
verilmesine ve birçok plan yapılmasına rağmen bu planlar uygulanamadığı
için kentlere yönelik göç konusunda gerekli önlemler alınamamıştır (Yeter,
2008: 245). 1950 yılından itibaren kırsal alanlara yönelik bayındırlık amaçlı
yatırımlar da kentleşmeyi tetiklemiş (Tüfekçi, 2002: 35-37) ve Türkiye'de
1950 yılından sonra hızlı bir kentleşme süreci yaşanmaya başlamıştır (Ekin,
1986: 75-79).
Tüm dünyayı 19. yüzyıldan itibaren, Türkiye’yi ise II. Dünya
Savaşı’nın ardından etkisi altına alan kentleşme süreci, gelişmiş
ülkelerdekinden farklı olarak içinde birçok sorunu barındıran bir biçimde
gerçekleşmiştir. Türkiye'de yaşanan hızlı göç düzensiz kentleşmeyle birlikte
konut sorununa neden olarak kentsel yenilemenin de temelini oluşturmuş,
kentlere gelenler için doğru ve uygun yerleşim politikalıların
uygulanamaması ise sorunları içinden çıkılamaz duruma getirmiştir (Yeter,
2008: 245-246).
Türkiye’de kentleşmeyi etkileyen iç faktörler; demografik
nedenler, tarımsal yapıdaki değişim, itici, çekici, siyasi ve sosyo-psikolojik
nedenler, dış faktörler ise, uluslararası, ekonomik, toplumsal ve siyasi
nedenlerdir (Özer, 2004: 2-4). Türkiye'de kentleşme itici, çekici ve iletici
güçlerin etkisi altında oluşan, gelişen ve değişen bir nüfus hareketi şeklinde
19
olup, nüfusun kentlere akmasının ana nedeni kentlerin çekiciliğinden çok
kırsal alanlardaki olumsuz yaşam koşullarıdır (Bal, 1992: 52). Türkiye’de
kentleşme, genel olarak iç göçlerden kaynaklanmakta ve belirli büyük
kentlere doğru gerçekleşmektedir. Nüfusun belirli büyük kentlerde
birikmesi ise aşırı ve dengesiz bir kentleşmeye neden olmaktadır (Vergin,
1986: 28-30).
Türkiye'deki kentleşme, bireyselliğe dayanan batılı anlayıştan daha
farklı bir durumu ifade etmekte olup, kentleşme sorunlarının çözümü için
ayrılan kaynaklar sınırlı kaldığı için kentleşme politikaları ve planları da
uygulanamamaktadır. Türkiye’de kentleşme, şehirlerin sanayileşme hızının,
tarımdaki modernleşme hızından çok daha düşük kalması nedeniyle “sahte
kentleşme” olarak nitelendirilmektedir. Türkiye’de sanayi ve tarımda tam
bir gelişme sağlanamadığı için kentleşme süreci de sorunlu bir biçimde
yaşanmaktadır. Konu ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda; nüfusun büyük
kentlerde toplandığı Türkiye’de sağlıksız bir kentleşme yaşandığını, büyük
kentlerde özellikle hizmet sektöründe marjinal işler ile kayıt dışı
ekonominin yaygın olduğu görülmektedir (Kıray, 1999: 74-78, 131-134).
Kentleşmenin özellikleri tespit edilirken genel olarak kentleşme
düzeyi, nitelikleri ve hızı gibi bazı kriterler kullanılmaktadır (Özer, 2004:
61-67). Kentleşme sürecinin Türkiye genelinde oldukça hızlı biçimde
yaşandığı görülmektedir. Nüfusu kentleşmeye iten ana neden ise, tarımsal
yapıdaki değişiklikler olup, bu durum birçok sorunu da beraberinde
getirmektedir. Türkiye'de en önemli sorunlardan biri kırsal alanlar ile
kentler arasında nüfus ve gelir açısından eşitsizlik olup, nüfusun kentlerde
toplanması özellikle büyük kentlerde yoksulluğun giderek artmasına neden
olmaktadır (Doğan ve Aslan, 2004: 234-236).
Türkiye’de yaşanan kentleşme süreci genel olarak düzensiz,
dengesiz, sağlıksız, ekonomik kalkınma ürünü olmayan, sorun yaratan bir
biçimde gerçekleşmektedir. Kentleşme, işlevsel değişim yaratmayan,
çevreyi kalkındırmayan, toplumsal ve kültürel değişim yaratmayan bir süreç
olarak karşımıza çıkmaktadır (Keleş, 1974: 53). Türkiye'de kentleşme, daha
iyi yaşam koşullarına ulaşabilmek için duyulan kaygıların sonucunda ortaya
çıkmaktadır. Kırsal yaşamın iticiliğinden kaynaklanan kentleşme süreci
nüfusun belirli bazı yerlerde yoğunlaşması (birikmesi) şeklinde
gerçekleşmektedir. Türkiye'deki kentleşme mesleki dağılım, kent tipi
örgütlenme, uzmanlaşma ve ileri düzeyde iş bölümü gibi değişim süreçleri
içeren normal bir kentleşme sürecinin aksine sadece nüfus artışı şeklinde
gerçekleşmektedir.
20
Kentleşme sürecinin demografik yönünün ağır bastığı Türkiye’de,
köydeki gizli işsizlik kentlere taşınarak açık işsizliğe dönüşmekte, kırsal
alanlar ile kentler ekonomik olarak da bütünleşmemektedir. Türkiye’deki
kentleşme süreci bu görünümü ile genel olarak sanayileşmemiş ülkelerin
özelliklerini göstermektedir. Düzensiz demografik gelişme ve kalkınmaya
paralel olmayan kentleşme; kamu hizmetlerinde aksaklık, kentsel
örgütlenme eksikliği, yatırımlarda yetersizlik ve yerleşim sorunlarını da
beraberinde getirmektedir (Özek, 1974: 53-57). Türkiye’nin büyük kentleri,
sağlıksız yapılaşma, konut, ulaşım, içme suyu, kanalizasyon, trafik, sanayi,
hava ve gürültü kirliliği, yeşil alanların azlığı, eğitim, sağlık ve kültürel
imkânların yetersizliği gibi birçok sorun ile karşı karşıya kalmaktadır (Özer,
2004: 67-77).
Türkiye’de ile gelişmiş ülkelerde yaşanan kentleşme süreci
arasındaki en önemli fark, kentleşmenin gelişmiş ülkelerde ekonomik
kalkınma ile beraber yürümesi, Türkiye’de ise kentleşme hızının ekonomik
gelişme (kalkınma) hızından daha yüksek olmasıdır. Gelişmiş ülkelerde
kentlere göç edenlerin iş bulabilmelerine karşın, Türkiye’de kentlere
gelenlerin iş bulamaması, açık ve gizli işsizler ile kayıt dışı sektörlerde
çalışanların sayısının giderek artmasıdır (Sezal, 1992: 78). Kentleşme
sürecini gelişmiş ülkelere göre çok daha hızlı bir biçimde ve kısa sürede
yaşamaya çalışan Türkiye'de, sanayi sektörü ve kentsel alt yapı yatırımlarını
yapmak için gereken sermaye birikimi yetersiz olduğu için kentleşme süreci
de sorunlu bir biçimde gerçekleşmektedir (Tekeli, 2008: 49).
Türkiye'de hâlihazırda da hızla devam etmekte olan kentleşme
süreci, özellikle sanayi veya hizmet sektörünün geliştiği kentlerin daha hızlı
büyümesi şeklinde gerçekleşmektedir. Türkiye’de yaşanan hızlı kentleşme
süreciyle birlikte, kentleşmenin getirdiği sorunlar da büyük önem kazanmış
olup, bu sorunlara politika dokümanları ile yatırım planlarında yer verilmesi
ve uygulamaların da bu politika ve planlar çerçevesinde
gerçekleştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır (Keleş, 2008: 61-67).
4.2. İstanbul'un Kentleşmesi
Asya ile Avrupa kıtaları ve Akdeniz ile Karadeniz’in buluştuğu
noktada kurulmuş bulunan İstanbul’un var olma nedeninin coğrafya olduğu
kabul edilmektedir (Bozlağan, 2012: 21). Yunan, Roma, Hıristiyan Bizans,
Latin, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’si uygarlıklarının iç içe geçerek
kaynaştığı bir dünya kenti olan İstanbul tarih boyunca, zenginliğin, ticaretin
21
ve siyasi gücün merkezi olmuş, doğu ile batı medeniyetlerini birbirine
bağlayan bir köprü görevi yapmıştır.
Cumhuriyetin ilan edildiği 1923 yılında 1950'li yıllara kadar çok
büyük bir değişim göstermeyen İstanbul, 1950’li yıllardan itibaren önce
yavaş, 1970’li yıllardan sonra ise hızlanan bir biçimde değişmiş, 2000’li
yılların başından itibaren de plansız ve düzensiz çok büyük bir kente
dönüşmüştür (İTO, 2008: 230-238). 1950-2014 yılları arasında 1,2
milyondan, 14,4 milyona çıkan nüfusu ile İstanbul, 1980-2004 yılları
arasında gösterdiği % 3,2’lik büyümesi ile de kentleşme sıralamasında
OECD ülkeleri içinde ilk sırayı almıştır (OECD, 2008: 35).
İstanbul'da 1950 yılından itibaren sanayi ve hizmet sektörünün
hızlı bir şekilde büyümesi, nüfusun ve işgücüne olan talebin artması
planlanmış, ancak kentte hızla artan nüfusa yetecek kadar yeni iş sahası
yaratılamamıştır. İstanbul'a gelen nüfusun barınabilmesine imkan
sağlayabilecek miktarda konut yapılamadığı için gecekondular, yeterli iş
imkanı yaratılamadığı için de marjinal işler ile kayıt dışı işyerleri artmaya
başlamıştır (Bozlağan, 2012: 159, Sönmez, 1996: 58). Bu dönemde, kentselkırsallaşma ya da kırsal-kentleşme karışımı olarak adlandırılabilecek bir
durum ortaya çıkmaya başlamış, kentte biriken işgücü fazlası işverenler
tarafından ucuz emek olarak görülmeye ve kullanılmaya başlanmıştır
(Kuban, 1996: 388-399, Sönmez, 1996: 23-24). 1970’lerde metropol olarak
tanımlanabilecek bir ölçeğe ulaşan İstanbul, 1990'lı yılların başında
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Orta Asya Cumhuriyetlerine en
yakın olan ve büyük bir dünya kenti durumuna gelmiştir (Yücel, 1996: 203,
İTO, 2008: 258).
1990’lı yıllarda İstanbul’un yeni simgeleri gökdelenler,
süpermarketler ve büyük alışveriş merkezleri olmuş, kentte finans
sektörünün önemi giderek artmaya başlamış, sanayi ise kent dışına
taşınmaya başlamıştır. İstanbul'da tüketim, iletişim ve küreselleşme
kavramları ile hızlı kentleşme sürecinin beraberinde getirdiği büyük ve
karmaşık sorunlar birlikte yaşanmaya başlanmıştır (Yücel, 1996; 205-206).
Bu yıllarda gelişmiş ülkelerde 100-150 yıllık bir zaman dilimine yayılarak
planlı ve düzenli bir şekilde gerçekleşen kentleşme süreci, İstanbul’da
birkaç on yıl gibi çok kısa bir zaman diliminde ve mevcut olan her türlü
yapıyı değiştiren dev bir göç dalgasının sonucunda yaşanan karmaşık bir
süreç olarak ortaya çıkmıştır.
Akdeniz, Karadeniz, Balkanlar ve Ortadoğu arasında önemli bir
merkez konumuna gelebilmek için çok büyük potansiyele sahip bulunan
22
İstanbul, farklı geçmiş, kültür ve inançlardan insanları bir arada tutan bir
kent olduğu için 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmiştir
(Belge, 2007: 10-12, Bağış, 2007: 53-54).
4.3. Türkiye ve İstanbul’da Nüfus ile Kentleşme Oranları
2014 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) nüfus
sayımı sonuçlarına göre Türkiye’nin nüfusu 31 Aralık 2014 tarihi itibariyle
77 milyon 695 bin 904 kişi olup, dünya nüfusunun % 1,1’ini oluşturmakta
ve 187 ülke arasında 18. sırada yer almaktadır. TÜİK’nun tahminlerine göre
Türkiye’nin nüfusu 2025 yılında 88 milyona, 2050 yılında 94 milyona
ulaşarak dünya sıralamasında 19. sırayı alacaktır (TUİK, 2015: 1, TUİK,
2012: 1). İstanbul'un nüfusu ise 31 Aralık 2014 tarihi itibariyle 14 milyon
377 bin 018 kişiye ulaşmış olup, Türkiye'nin en fazla nüfusa sahip olan ili
durumundadır. 2014 yılı itibariyle Türkiye nüfusunun % 18,5'i İstanbul'da
yaşamaktadır (TUİK, 2015: 1).
Türkiye'de ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında 3,3 milyon
civarında olan kentli nüfus 2014 yılında 71,3 milyona yaklaşmıştır. 19272014 yılları arasında Türkiye'nin kentli nüfusu (il ve ilçe merkezlerinde
yaşayan nüfusu) yaklaşık 68 milyon (21 kat) artarken, %24,22 olan
kentleşme oranı da %91,75'e ulaşmıştır (Tablo 1).
İstanbul’un; 1927 yılında 704 bin olan kentli nüfusu ise 2014
yılında 14,3 milyonu geçmiş bulunmaktadır. 1927-2014 yılları arasında
İstanbul’un kentli nüfusu yaklaşık 13,7 milyon (20 kat) artmış, %87,4 olan
kentleşme oranı da %100'e ulaşmıştır. 2014 yılı itibariyle İstanbul'da
yaşayan nüfusun tamamı il ve ilçe merkezlerinde yaşayan kentli nüfustur
(Tablo 1).
Günümüzde Türkiye nüfusunun %91,75'i (71.286.182 kişi)
kentlerde (il ve ilçe merkezlerinde) ikamet ederken, kentlerde yaşayan nüfus
oranının en yüksek olduğu kent %100 ile İstanbul'dur.Türkiye nüfusunun
%18,5’i İstanbul’da ikamet etmektedir (TUİK, 2015:1). Bu durumun nedeni
genel olarak kırsal alanlardan özellikle İstanbul'a yönelik göç ile Türkiye
genelinde 1980 yılından sonra bazı bucak ve köylerin ilçe (kent) olarak
kabul edilmesidir (DİE, 2003: 28).
İstanbul’un nüfusunun tamamının kentsel mekanlarda yaşamasının
nedeni ise; sanayi ve özellikle de hizmet sektöründe diğer kentlere göre çok
daha fazla iş imkânlarına sahip olduğu düşünülen İstanbul'un, çok yüksek
23
düzeyde ekonomik amaçlı göç alması ve İstanbul'da köy olarak kabul
edilecek yerleşim yerlerinin bulunmamasıdır.
Tablo 1: Kent/Köylerde Yaşayan Nüfus ve Kentleşme Oranları (1927-2014),
(%)
Toplam
Kent
Kentleşme
Köy Nüfusu
Nüfus
Nüfusu
Oranı (%)
Türkiye
13 648 270
3 305 879
10 342 391
24,22
1927
806 863
704 825
102 038
87,35
İstanbul
Türkiye
16 158 018
3 802 642
12 355 376
23,53
1935
883 599
758 488
125 111
85,84
İstanbul
Türkiye
17 820 950
4 346 249
13 474 701
24,39
1940
991 237
815 638
175 599
82,28
İstanbul
Türkiye
20 947 188
5 244 337
15 702 851
25,04
1950
1 166 477
1 002 085
164 392
85,91
İstanbul
Türkiye
27 754 820
8 859 731
18 895 089
31,92
1960
1 882 092
1 506 040
376 052
80,02
İstanbul
Türkiye
35 605 176
13 691 101
21 914 075
38,45
1970
3 019 032
2 203 337
815 695
72,98
İstanbul
Türkiye
44 736 957
19 645 007
25 091 950
43,91
1980
4 741 890
2 909 455
1 832 435
61,36
İstanbul
Türkiye
56 473 035
33 326 351
23 146 684
59,01
1990
7 309 190
6 753 929
555 261
92,40
İstanbul
Türkiye
67 803 927
44 006 274
23 797 653
64,90
2000
10 018 735
9 085 599
933 136
90,69
İstanbul
Türkiye
73 722 988
56 222 356
17 500 632
76,26
2010
13 255 685
13 120 596
135 089
98,98
İstanbul
Türkiye
76 667 864
70 034 413
6 633 451
91,34
2013
14 160 467
14 160 467
0.00
100.00
İstanbul
77.695.904
71.286.182
6.409.722
91,75
Türkiye
2014
14.377.018
14.377.018
0.00
100.00
İstanbul
Kaynak: DİE; 2000 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, Türkiye,
DİE Yayın Numarası: 2759, Ankara: DİE Matbaası, Mart 2003, s. 46., DİE; 2000 Genel Nüfus
Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İl 34- İstanbul, DİE Yayın Numarası: 2732,
Ankara: DİE Matbaası, Kasım 2002, s. 42., TUİK; İstatistikler, Nüfus, Demografi, Konut,
Toplumsal
Yapı,
Nüfus
İstatistikleri
ve
Projeksiyonlar,
ADKNS
Sonuçları,http://rapor.tuik.gov.tr/reports/rwservlet?adnksdb2&ENVID=adnksdb2Env&report=
wa_turkiye_duzey1_koy_sehir.RDF&p_duzey1=TR1&p_kod=2&p_yil=2012&p_dil=1&desfo
rmat=html, http://tuikapp.tuik.gov.tr/adnksdagitapp/adnks.zul, 28.Ocak.2015.
Not: Nüfusu 20 000’den fazla olan yerleşim yerleri kent olarak kabul edilmiş, İl/İlçe
merkezleri kent, belde ve köyler ise köy nüfusuna dâhil edilmiştir.
YIL
24
5. TÜRKİYE VE İSTANBUL'DA KENTLEŞME-İŞGÜCÜ
İLİŞKİSİ
İnsan sayısı açısından piyasaya arz edilen emeği, nüfusun üretici
olan kısmı ile ekonomik faaliyetlere katılan aktif kısmını ifade eden işgücü,
çalışma çağında olan ve çalışmak isteyenlerden oluşmaktadır. Günümüzde,
çalışma çağında olmasına karşın işgücüne dâhil olmayan kişiler de
bulunmakta olup, bu kişilerin işsiz olarak kabul edilmek yerine işgücüne
dâhil olmayanlar grubuna dahil edilmesi ise, hem Türkiye genelinde hem de
İstanbul’da işgücü piyasasındaki sorunlarının olduğundan daha hafif
görülmesine neden olmaktadır (Murat, 2007: 117). Çalışma çağı içinde
bulunan, çalışma istek ve gücünde olan, geçerli ücret düzeyinde emeğini arz
etmeye hazır olan topluluğa işgücü adı verilmekte, işgücü çalışanlar ile
işsizlerin toplamından oluşmaktadır.
Bu kısımda Türkiye ve İstanbul’da yaşanan kentleşme süreci ile
işgücü arasındaki ilişki nüfus, cinsiyet, yaş, eğitim ve medeni durum
itibariyle incelenmiştir. Kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişkiler
incelenirken TUİK'in mevcut verilerinden yararlanılmış, daha sağlıklı ve
anlamlı sonuçlara ulaşabilmek için de verilerin karşılaştırılabilir olduğu
yıllar esas alınmıştır.
5.1. Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme ile Nüfus Arasındaki İlişki
İşgücü çalışma yaşamı bakımından işgücüne dahil olan ve olmayan
nüfustan oluşmaktadır. İşgücüne dâhil olanlar; işverenler, ücretliler, kendi
hesabına çalışanlar, ücretsiz çalışan aile işçileri, kayıt dışı ekonomide
çalışanlar, işsizler ve sayım anında gelir karşılığında fiilen çalışan kişilerden
oluşurken, işgücüne dâhil olmayan nüfus grupları ise; ev kadınları,
öğrenciler, emekliler, gelir sahipleri, sakatlar, çalışamaz durumda olanlar, iş
aramayıp iş başı yapmaya hazır olan kişiler, ailevi veya kişisel nedenlerle iş
aramayanlardan meydana gelmektedir.
Türkiye'de 1955 yılında 14 milyon 590 bin kişi olan çalışma
çağındaki nüfusun miktarı; yılda ortalama 707 bin olmak üzere toplam 41
milyon 18 bin kişi (%381-3,8 kat) artarak 2013 yılında 41 milyon 18 bin
kişiye, işgücüne dahil olan nüfusun miktarı yılda ortalama 277 bin olmak
üzere toplam 16 milyon 066 kişi (%231-2,3 kat) artarak 28 milyon 271
kişiye, işgücüne dahil olmayan nüfusun miktarı ise; yılda ortalama 430 bin
olmak üzere toplam 24 milyon 953 bin kişi (%1146-11,5 kat) artarak 27
milyon 337 bin kişiye ulaşmıştır (Tablo 2).
25
İstanbul’da 1955 yılında 1 milyon 145 bin kişi olan çalışma
çağındaki nüfusun miktarı; yılda ortalama 153 bin olmak üzere toplam 8
milyon 901 bin (%877-8,8 kat) artarak 2013 yılında 10 milyon 46 bin
kişiye, işgücüne dahil olan nüfusun miktarı yılda ortalama 79 bin olmak
üzere toplam 4 milyon 577 bin (%782-7,8 kat) artarak 5 milyon 248 bin
kişiye, işgücüne dahil olmayan nüfusun miktarı ise; yılda ortalama 75 bin
kişi olmak üzere toplam 4 milyon 325 bin kişi (%1010-10,1 kat) artarak 4
milyon 799 bin kişiye ulaşmıştır (Tablo 2).
1955 ile 2013 yılları arasında geçen 58 yılda genel nüfusun
artmasına bağlı olarak hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da çalışma
çağında olan, işgücüne dahil olan ve olmayan nüfus artmıştır. Türkiye'de
çalışma çağında olan nüfusun %18,1'i, işgücüne dahil olan nüfusun %18,5'i
ve işgücüne dahil olmayan nüfusun ise %17,6'sı İstanbul'da toplanmış
bulunmaktadır. Bu değerlere bakıldığında Türkiye genelinde çalışma
çağında olan, işgücüne dahil olan veya olmayan yaklaşık her beş kişiden
birinin İstanbul'da yaşadığı, diğer kentlere göre İstanbul'un işgücünün çok
daha fazla olduğu ve hızlı bir şekilde arttığı görülmektedir.
Çalışma çağı ile işgücüne dahil olan nüfusun miktarları Türkiye
geneline göre İstanbul'da daha fazla artarken, işgücüne dahil olmayan
nüfusun miktarı ise İstanbul'a göre Türkiye genelinde daha fazla artmış
bulunmaktadır. Çalışma çağında olan nüfus içinde erkek ve kadınların sayısı
hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da birbirine yakın (kadınlar az
miktarda fazla) olurken, işgücüne dahil olan nüfus içinde erkeklerin,
işgücüne dahil olmayan nüfus içinde ise kadınlar daha fazladır.
Bahse konu yıllar arasında gerek çalışma çağında olan gerekse
işgücüne dahil olan ve olmayan nüfusun miktarının Türkiye geneline göre
İstanbul'da daha fazla olması ve toplanmasının nedeni İstanbul'un diğer
kentlere göre çok fazla miktarda ve hızlı bir şekilde göç almasıdır. Kentin
aşırı göç alarak hızlı bir biçimde kentleşmesi, kente gelenlerin çoğunlukla iş
bulmak amacıyla göç edenler olması, İstanbul'da işgücünü ve işgücüne
dahil olmayanları arttırmıştır. İşgücüne dâhil olmayan nüfus; iş
bulamayanların ümitlerini kaybederek iş aramaktan vazgeçmeleri, ev işleri
ve çocuk bakımının aile bütçesine daha yararlı olacağına inanılması, sosyal
güvenlikten yoksun kalmanın yarattığı isteksizlik, kente göç eden kadınların
ev hanımı konumuna geçmeleri, erken yaşta emekliliğin tercih edilmesi,
ortalama eğitim sürelerinin uzaması ve işgücünün eğitim düzeyinin genel
olarak düşük olması nedeniyle artmıştır.
26
Tablo 2: Çalışma Çağında Olan, İşgücüne Dâhil Olan ve Olmayan Nüfus
(1955-2013), (Bin Kişi)
TÜRKİYE
İşgücüne Dâhil Olan
İşgücüne Dâhil Olmayan
Topla Nüfus
Erke
Kadı
Topla Nüfus
Erke
Kadı
k
195
12m205
6k
944
5n
262
2m384
339
2n
045
5
196
12 993
7 697
5 269
3 335
526
2 809
0
197
15 119
9 306
5 813
8 161
2 406
5 755
0
12
198
19 212
6 928
11 194
3 025
8 169
284
0
13
11
199
20 150
6 160
15 451
3 566
990
885
0
16
17
200
23 078
6 188
23 133
6 025
890
108
0
18
19
201
25 641
7 383
26 901
7 544
257
357
0
19
19
201
28 271
8 674
27 337
7 814
597
523
3
İSTANBUL
Çalışma Çağında Olan
İşgücüne Dâhil Olan
İşgücüne Dâhil Olmayan
YIL
Topla Nüfus
Erke
Kadı
Topla Nüfus
Erke
Kadı
Topla Nüfus
Erke
Kadı
m
k
n
m
k
n
m475
k73
n
195
1 145
653
492
671
580
90
402
5
196
1 357
756
602
749
653
95
609
102
506
0
197
2 279
1 243
1 036
1 086
915
171
1 194
328
865
0
198
3 494
1 841
1 653
1 654
1 408
246
1 840
433
1 407
0
199
5 601
2 921
2 680
2 707
2 214
493
2 894
707
2 186
0
200
7 919
4 007
3 912
3 977
2 909
1 068
3 942
1097
2 844
0
201
9 633
4 787
4 846
4 604
3 443
1 161
5 029
1 344
3 685
0
201
10 046
5 013
5 033
5 248
3 712
1 536
4 799
1 301
3 497
3
Kaynak:
Sedat Murat; Dünden Bugüne İstanbul’un İşgücü ve İstihdam Yapısı, İstanbul: İTO
Yayın No: 2007-73, 2007, s.118., DİE; 2000 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve
Ekonomik Nitelikleri, Türkiye, T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü Yayın No: 2759,
Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Mart 2003, s. 174,176., DİE; 2000 Genel Nüfus
Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri, İl/34-İstanbul, T.C. Başbakanlık Devlet
İstatistik Enstitüsü Yayın No: 2732, Ankara: Devlet İstatistik Enstitüsü Matbaası, Kasım 2002,
s. 154,166., TUİK; Hanehalkı İşgücü İstatistikleri 2001, T.C. Başbakanlık Türkiye İstatistik
Kurumu Yayın No: 2713, Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, 2001, s. 47., TUİK;
Hanehalkı İşgücü İstatistikleri İl Merkezleri 2001, T.C. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu
Yayın No: 2739, Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası, 2001, s. 173., TUİK; Nüfus,
Demografi, Konut, Toplumsal Yapı, Nüfus İstatistikleri ve Projeksiyonlar, Genel Nüfus
Sayımları,
1965-2000
Genel
Nüfus
Sayımları,
Ekonomik
Nitelikler,
http://tuikapp.tuik.gov.tr/nufusapp/idari.zul, 20.Ocak.2015., TUİK; İstatistikler, Nüfus,
Demografi, Konut, Toplumsal Yapı, Nüfus İstatistikleri ve Projeksiyonlar, ADNKS, Nüfus
İstatistikleri,
Ekonomik
Nitelikler,
Cinsiyete
Göre
İşgücü,
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=39&ust_id=11, 20.Ocak.2015, TUİK; İstatistikler,
İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri, Hanehalkı İşgücü Anketi Bölgesel Sonuçları,
Düzey 1,
http://www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do?tb_id=25&ust_id=8, 20.Ocak.2015., TUİK;
İstatistikler,
İstihdam,
İşsizlik
ve
Ücret,
İşgücü
İstatistikleri,
http:/
http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul/, 21.Ocak.2015.
Not:
YIL
Çalışma Çağında Olan
Topla Nüfus
Erke
Kadı
14m590
7k
283
7n
307
16 328
8 224
8 104
11
11
23 280
712
568
15
15
30 406
309
097
17
18
35 601
556
045
22
23
46 211
916
295
25
26
52 541
801
740
27
28
55 608
411
197
27
(1) 1955, 1960, 2000 yılı 12 yaş ve üstünü, diğer yıllar 15 yaş ve üstünü, 1955-2000 yılları
arasındaki veriler Genel Nüfus Sayımları, diğer yıllar ise TUİK Hanehalkı İşgücü Anket
Sonuçları, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları ve İşgücü İstatistiklerinden
derlenmiştir.
(2) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
(3) 2004 Yılından sonraki değerler yeni nüfus projeksiyonlarına göre revize edilmiştir.
(4) 2000 kişiden az değerlerde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir.
Türkiye'de işgücüne dahil olanların çalışma çağında (12/15 yaş
üzerindeki nüfus) olan nüfus içindeki payı; 1955-2000 yılları arasında genel
olarak düşmüş, 2000-2010 yılları arasında fazla değişim göstermeden %4849 civarında olmuş, 2010-2013 yılları arasında ise yükselmiş, ancak genel
olarak düşüş göstermiştir. İşgücüne dahil olanların çalışma çağı içinde 1955
yılında %83,7 olan payı azalarak %50,8'e düşerken, en büyük düşüşler
1960-1970 ve 1980-2000 yılları arasında yaşanmıştır. İşgücüne dahil olan
nüfusun çalışma çağındaki nüfusa oranı Türkiye genelinde yılda yaklaşık
%0,6 olmak üzere toplam %33 düşmüştür.
Türkiye’de işgücüne dâhil olmayanların çalışma çağında olan
nüfus içindeki payı; 1955-2000 yılları arasında genel olarak artmış, 20002010 yılları arasında fazla değişim göstermeden %50-51 civarında olmuş,
2010-2013 yılları arasında ise düşmüş, ancak genel olarak yükselmiştir.
İşgücüne dâhil olmayanların oranı Türkiye genelinde yılda yaklaşık %0,6
olmak üzere toplam %33 yükselmiştir (Tablo 3).
İstanbul'da işgücüne dahil olanların çalışma çağında (12/15 yaş
üzerindeki nüfus) olan nüfus içindeki payı; 1955-1980 yılları arasında
düşmüş, 1980-2000 yılları arasında yükselmiş, 2000-2010 yılları arasında
tekrar düşmüş, 2010-2013 yılları arasında ise tekrar yükselmesine karşın
genel olarak düşüş göstermiştir. İşgücüne dahil olanların çalışma çağı içinde
1955 yılında %58,6 olan payı azalarak %52,2'ye düşmüştür. İşgücüne dahil
olan nüfusun çalışma çağındaki nüfusa oranı İstanbul'da yılda yaklaşık
%0,1 olmak üzere toplam %6,4 düşmüştür.
İstanbul’da işgücüne dâhil olmayanların çalışma çağında olan
nüfus içindeki payı; 1955-1980 yılları arasında artmış, 1980-2000 yılları
arasında düşmüş, 2000-2010 yılları arasında yükselmiş, 2010-2013 yılları
arasında ise düşmesine karşın genel olarak yükselmiştir. İşgücüne dâhil
olmayanların oranı İstanbul’da yılda yaklaşık %0,1 olmak üzere toplam
%6.4 artmıştır (Tablo 3).
İşgücüne dahil olanların çalışma çağında olan nüfus içindeki payı;
Türkiye genelinde 1955-2010 yılları arasında artar 2010-2013 yılları
28
arasında düşerken, İstanbul’da 1955-1980 yılları arasında düşmüş, 19802000 yılları arasında yükselmiş, 2000-2010 yılları arasında düşmüş, 20102013 yılları arasında ise yükselmiştir. İşgücüne dahil olanların oranı
Türkiye genelinde ve İstanbul'da genel olarak düşüş göstermekle birlikte,
İstanbul'a (%6.4) göre Türkiye genelinde (%33) çok daha fazla düşmüştür.
İşgücüne dâhil olmayanların çalışma çağında olan nüfus içindeki
payı ise; Türkiye genelinde 1955-2010 yılları arasında artıp 2010-2013
yılları arasında düşerken, İstanbul’da 1955-1980 yılları arasında artmış,
1980-2000 yılları arasında düşmüş, 2000-2010 yılları arasında tekrar artmış,
2010-2013 yılları arasında ise düşüş göstermiştir. İşgücüne dahil
olmayanların oranları Türkiye genelinde ve İstanbul'da genel olarak
artarken, İstanbul'a (%6,4) göre Türkiye genelinde (%33) çok daha fazla
yükselmiştir.
Bu durumun en önemli nedeni; 1955-2013 yılları arasında Türkiye
genelinde kırsal alanlardan kentlere doğru oldukça hızlı iç göçlerin
yaşanması, tarım sektöründe çalıştığı için Türkiye genelinde işgücüne dahil
olanların İstanbul'a geldiklerinde işgücünün dışında kalmalarıdır. İşgücüne
dahil olan ve olmayanlarını oranlarının zaman içinde birbirine yaklaşarak
hem Türkiye genelinde hem de İstanbul'da %48-52 civarında
yoğunlaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, kentleşme düzeyi yükseldikçe
işgücüne katılanların oranlarının Türkiye genelinde ve İstanbul’da genel
olarak düştüğü, işgücüne katılmayanların oranının ise yükseldiği, ancak
aradaki farkın zamanla kapandığı ve her geçen gün daha fazla kişin işgücü
dışında kaldığı görülmektedir.
Çalışma çağında olan nüfusun içinde işgücüne dâhil olanların
oranlarının düşmesi, işgücüne dahil olmayanların oranlarının artmasında ise
ekonomik, sosyal ve kültürel faktörlerin yanı sıra göçe bağlı olarak yaşanan
kentleşme sürecinin de önemli derecede etkisi bulunmaktadır. Kentleşme
süreci; hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da çalışma çağındaki nüfus
içinde işgücüne dahil olanların oranlarının düşmesine neden olurken,
işgücüne dâhil olamayanların sayı ve oranlarının yükselmesine neden
olmuştur.
29
Tablo 3: İşgücü ne Dâhil Olan ve Olmayanların, Çalışma Çağında Olan Nüfusa
Oranı (%), (1955-2013)
TÜRKİYE
İSTANBUL
İşgücüne Dâhil
İşgücüne Dâhil
İşgücüne Dâhil
İşgücüne Dâhil
Olmayan
Olmayan
Olan Nüfusun
Olan Nüfusun
Nüfusun
Nüfusun
YIL
Çalışma
Çalışma
Çalışma
Çalışma
Çağında Olan
Çağında Olan
Çağında Olan
Çağında Olan
Nüfusa Oranı
Nüfusa Oranı
Nüfusa Oranı
Nüfusa Oranı
(%)
(%)
(%)
(%)
83,7
16,4
58,6
41,4
1955
79,5
20,5
55,2
44,8
1960
64,9
35,1
47,6
52,4
1970
63,2
36,8
47,2
52,8
1980
56,6
43,4
48,3
51,7
1990
49,9
50,1
50,2
49,8
2000
48,8
51,2
47,8
52,2
2010
50,8
49,2
52,2
47,8
2013
Kaynak: Tablo 2’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
5.2. Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme ile İşgücünün Cinsiyet
Durumu Arasındaki İlişki
Kentleşme süreci ülkelerin sosyo-ekonomik yapısını ortaya
koyması bakımından önemli bir faktör olan işgücünün cinsiyete göre
dağılımını da etkileyerek kırsal kesim ile kentler arasında farklılık
yaratmaktadır. Kırsal nüfusu fazla olan ve kentlere doğru göç yaşanan
ülkelerde, kırsal alanlarda yardımcı aile bireyi olarak işgücüne dâhil olan
kadınların, kentleşme sürecinin başlangıcında geldikleri kentlerde genel
olarak işgücünden çekildikleri, eğitim ve modernleşme düzeylerinin
artmasına bağlı olarak daha sonra işgücüne katılmaya başladıkları
görülmektedir. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, göçle birlikte
kırsal kesimde erkek nüfusu azalır kadın nüfusu artarken, kentlerde ise
erkek nüfus artmakta, kadınların büyük çoğunluğu ücretsiz çalışan yardımcı
aile bireyi veya ev hanımı oldukları için istihdamın genellikle kısmi süreli
olduğu, gelişmiş ülkelerde ise kadınların çalışması konusunda engellemeler
olmadığı için özellikle kentlerde işgücüne katılan kadın sayısının hızla
arttığı görülmektedir.
Türkiye’nin 1955 yılında 6 milyon 944 bin olan erkek işgücü 12
milyon 653 bin (%282-2,8 kat) artarak 2013 yılında 19 milyon 876 bine,
1955 yılında 5 milyon 262 bin olan kadın işgücü (1980-1990 yılları hariç) 3
milyon 412 bin (%164-1,6 kat) artarak 2013 yılında 8 milyon 674 bine
ulaşmıştır (Tablo 4).
30
İstanbul’un 1955 yılında 580 bin olan erkek işgücü 3 milyon 132
bin (%640-6.4 kat) artarak 3 milyon 712 bine, 1955 yılında 90 bin olan
kadın işgücü 1 milyon 446 bin (%1706-17,6 kat) artarak 1 milyon 536 bine
ulaşmıştır (Tablo 4).
Türkiye’de işgücüne dâhil olan her beş erkeğin ve her altı kadının
biri İstanbul’da bulunmaktadır. Türkiye ve İstanbul’da çalışma çağında olan
nüfusun artmasına paralel olarak işgücü ile işgücüne dâhil olan erkek ve
kadınların sayısı genel olarak artmış olup, işgücünün çoğunluğu erkeklerden
oluşmaktadır. Erkek işgücü; Türkiye genelinde yaklaşık olarak %282 (2,8
kat) artarken, İstanbul’da %640 (6,4 kat), kadın işgücü Türkiye genelinde
yaklaşık %164 (1,6 kat) artarken, İstanbul’da %1706 (17,6 kat) artmıştır.
Bu duruma göre, hem erkek hem de kadın işgücü Türkiye geneline göre
İstanbul’da daha fazla artmış, ancak erkek işgücü Türkiye genelinde daha
fazla artarken, kadın işgücü ise İstanbul’da daha fazla artmıştır.
Türkiye’nin işgücü içinde 1955 yılında %56,9 olan erkeklerin
oranı; 1955-2000 yılları arasında artmış, 2000-2013 yılları arasında
azalmıştır. Türkiye’nin erkek işgücünün toplam işgücü içindeki payı (oranı)
1955-2013 yılları arasında genel olarak %12,4 artarak % 69,3’e yükselmiş
olup, işgücünün 2/3’ünden fazlası erkektir (Tablo 4).
Türkiye’nin işgücü içinde 1955 yılında %43,1 olan kadınların oranı
ise; 1955-2000 yılları arasında azalmış, 2000-2013 yılları arasında artmıştır.
Türkiye’nin kadın işgücünün toplam işgücü içindeki payı (oranı) 1955-2013
yılları arasında genel olarak %12,4 azalarak %30,7'ye düşmüş olup,
işgücünün yaklaşık 1/3’ü kadındır.
İstanbul’un işgücü içinde 1955 yılında %86,4 olan erkeklerin
oranı; 1955-1960 ve 1970-1980 yılları arasında artmış, 1960-1970, 19802000, 2010-2013 yılları arasında azalmıştır. İstanbul’un erkek işgücünün
toplam işgücü içindeki payı (oranı), 1955-2013 yılları arasında genel olarak
%15,7 azalarak %70,7’ye düşmüş olup işgücünün ¾’üne yakını erkektir
(Tablo 4).
İstanbul’un işgücü içinde 1955 yılında % 13,6 olan kadınların
oranı; 1955-1960, 1970-1980, 2000-2010 yılları arasında azalmış, 19601970, 1980-2000 ve 2010-2013 yılları arasında ise artmıştır. İstanbul’un
kadın işgücünün toplam işgücü içindeki payı (oranı), 1955-2013 yılları
arasında genel olarak %15,7 artarak %29,3’e yükselmiş olup, işgücünün
yaklaşık ¼’ü kadındır.
31
İşgücü içindeki erkeklerin oranı, hem Türkiye genelinde hem de
İstanbul’da kadınlara göre daha yüksektir. İşgücü içindeki erkeklerin oranı
İstanbul’da, kadınların oranı ise Türkiye genelinde daha yüksek olmakla
birlikte, aradaki fark zaman geçtikçe kapanmakta ve oranlar birbirine
yaklaşmaktadır. İşgücü içindeki erkeklerin oranı Türkiye genelinde
yükselirken İstanbul’da düşmekte, kadınların oranı ise Türkiye genelinde
düşerken, İstanbul’da yükselmektedir.
Hem erkek hem de kadın işgücü miktarının, Türkiye geneline göre
İstanbul’da daha fazla olmasının nedeni, kentin çok fazla göç alması ve
İstanbul’un Türkiye’nin geneline göre çok daha hızlı kentleşmesidir. İşgücü
içindeki erkeklerin oranının kadınlara göre Türkiye geneli ve İstanbul’da,
erkeklerin oranının İstanbul’da, kadınların oranının ise Türkiye’de daha
yüksek olması ve aradaki farkın zamanla kapanmasının nedeni ise,
Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olmasıdır.
İşgücü içinde erkeklerin oranının Türkiye genelinde yükselirken
İstanbul’da düşmesi, kadınlarının oranının Türkiye genelinde düşerken,
İstanbul’da yükselmesi ise Türkiye'de daha fazla insanın kentlerde
yaşamaya başlamasından, özellikle kentlerde yaşamaya başlayan kadınların
hızlı bir biçimde işgücüne katılmalarından kaynaklanmaktadır. Kentleşme
süreci; Türkiye ve İstanbul’da erkek ve kadın işgücü miktarının artmasına,
işgücü içinde erkeklerin miktarının kadınlarınkinden fazla olmasına, işgücü
içinde erkeklerin oranının düşmesine, kadınların oranının ise yükselmesine
neden olmaktadır.
Tablo 4: İşgücünün Cinsiyete Göre Dağılımı (%), (1955-2013)
TÜRKİYE
İSTANBUL
Erkek İşgücü
Kadın İşgücü
Erkek İşgücü
Kadın İşgücü
YIL
Oranı
Oranı
Oranı
Oranı
56,9(%)
43,1(%)
86,4(%)
13,6(%)
1955
59,2
40,8
87,2
12,8
1960
61,6
38,4
84,3
15,7
1970
63,9
36,1
85,1
14,9
1980
69,4
30,6
81,8
18,2
1990
73,2
26,8
73,1
26,9
2000
71,2
28,8
74,8
25,2
2010
69,3
30,7
70,7
29,3
2013
Kaynak: Tablo 2’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
32
5.3. Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme ile İşgücünün Yaş
Durumu Arasındaki İlişki
Nüfusun yaş gruplarına göre dağılımı ekonomik, sosyal, kültürel,
demografik faktörlere bağlı olarak farklılıklar göstermekte, yaş sınırları
ekonomik faaliyetlere katılım bakımından ırk, iklim, örf, adetlerin etkisi ile
de değişebilmektedir. Nüfusun genç ya da yaşlı olması ise işgücünün
miktarını ve niteliğini etkilemektedir. Türkiye günümüzde demografik bir
dönüşüm süreci yaşamaktadır. Bu süreç paralelinde 1990-2025 yılları
arasında nüfus artış hızı düşerken, işgücü arzı (çalışabilir yaştaki, yetişkin
nüfus, aktif nüfus) ise artmaktadır. Bu duruma bağlı olarak çocukların (0-14
yaş) toplam nüfus içindeki payı azalırken, işgücünün (ekonomik olarak aktif
olan nüfusun) toplam nüfus içindeki payı ise artmaktadır. Giderek artan
işgücü için yeteri kadar iş imkânı sağlandığı ve işgücünün niteliği
arttırıldığında, Türkiye ekonomisinin gelişme performansı da artabilecektir
(Behar ve diğ. 1999: 58-63).
Türkiye’nin tüm yaş gruplarındaki işgücünün miktarı 2004-2013
yılları arasında genel olarak artmıştır. İşgücünün büyük kısmını gerek
toplamda gerekse erkek ve kadınlar arasında 35-54 yaş grubu oluşturmakta
olup, bu grubu 25-34 yaş grubu izlemektedir (Tablo 5).
Türkiye'nin toplam işgücünün yaklaşık %16,2'si gençlerden (15-19
ve 20-24 yaş), %74,1'i yetişkinlerden (25-34 ve 35-54 yaş), %9,6'sı ise 55
yaşın üzerinde bulunanlardan oluşmaktadır. 55 yaşın üzerinde bulunanların
miktarı genel olarak düşük düzeyde olup, tüm yaş gruplarında erkeklerin
miktarı kadınlarınkinden daha fazladır.
İstanbul’un işgücünün miktarı; 15-19 yaş grubu dışındaki tüm yaş
gruplarındaki 2004-2013 yılları arasında genel olarak artmıştır. İstanbul'un
işgücünün en büyük kısmını hem toplamda hem de erkekler ve kadınlar
arasında 35-54 yaş grubu oluşturmakta olup, bu grubu 25-34 yaş grubunda
bulunanlar izlemektedir (Tablo 5).
İstanbul’un toplam işgücünün %16,4'ü gençlerden (15-19 ve 20-24
yaş), %79,2'si yetişkinlerden (25-34 ve 35-54 yaş), %4,3'ü ise 55 yaşın
üzerindekilerden oluşmaktadır. 55 yaşın üzerinde bulunanların sayısı ise
genel olarak düşük düzeyde olup, tüm yaş gruplarında erkeklerin sayısı
kadınlarınkinden daha fazladır.
33
İşgücü içindeki tüm yaş gruplarında, hem Türkiye genelinde hem
de İstanbul’da kadınlara göre erkeklerin miktarının daha yüksek olmasının
nedeni, gelişmekte olan bir ülke olan Türkiye'de kentleşme sürecini diğer
kentlerine göre çok daha hızlı bir şekilde yaşayan İstanbul’un işgücünün
genel olarak erkek ağırlıklı olmasıdır.
Tablo 5: İşgücünün Yaş Gruplarına Göre Dağılımı (2004-2013), (Bin Kişi, 15+
Yaş)
TÜRKİYE
İSTANBUL
YAŞ
GRUBU
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
22 016
16 348
5 669
4 017
3 151
867
1 622
1 094
528
270
179
91
15-19
2 852
1 860
992
570
362
208
20-24
2004
6 848
5 216
1 632
1 505
1 185
321
25-34
8 764
6 801
1 964
1 534
1 299
235
35-54
1 929
1 376
553
138
126
12
55+
Toplam
28 271
19 597
8 674
5 248
3 712
1 536
15-19
1 632
1 127
505
251
164
87
2 952
1 854
1 098
612
355
257
20-24
2013
8 593
5 973
2 620
1 920
1 347
573
25-34
12 381
8 707
3 676
2 237
1 656
581
35-54
2 711
1 936
775
227
190
37
55+
Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 05. Şubat.2015.
Not: Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir. İki bin kişiden az gözlem
değerlerinde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli değildir.
YIL
Türkiye’nin işgücü içinde, 2004-2013 yılları arasında toplamda ve
erkeklerde 15-19, 20-24 yaş ve 25-34 yaş gruplarının payı azalırken, 35-54
ile 55+ yaş gruplarının payı artmış, kadınlarda ise 15-19, 20-24 ve 55+ yaş
gruplarının payı azalırken, 25-34 ve 35-54 yaş grubunda bulunan
yetişkinlerin payı artmıştır. Türkiye’de yaş gruplarına göre işgücü içinde
payı en az olan grup 15-19 yaş grubu, en fazla olan grup ise 34-55 yaş
grubudur (Tablo 6).
İstanbul’un işgücü içinde, 2004-2013 yılları arasında toplamda ve
erkeklerde 15-19, 20-24 ve 25-34 yaş gruplarının payı azalırken, 35-54 ve
55 yaş üstündekilerin payı artmış, kadınlarda ise 15-19 ile 20-24 yaş
gruplarının payı azalırken, 25-34, 35-54 ve 55 yaşın üzerindekilerin payı
artmıştır. İstanbul’da yaş gruplarına göre işgücü içinde payı en az olan grup
toplamda ve kadınlarda 55+ yaş grubu iken erkeklerde 15-19 yaş grubu,
payı en fazla olan grup ise hem toplamda hem de erkeklerde ve kadınlarda
35-54 yaş grubudur.
34
İşgücü içinde 15-19, 35-54 ile 55+ yaş grubundakilerin payı
İstanbul’a göre Türkiye genelinde, 20-24 ve 25-34 yaş gruplarının payı ise
Türkiye geneline göre İstanbul’da daha yüksektir. Tüm yaş gruplarındaki
işgücünün büyük çoğunluğu erkeklerden oluşmaktadır.
Türkiye’nin işgücü içinde, genel olarak erkeklerin payı %5 (%
74,3'den % 69,3'e) düşerken, kadınların payı %5 (%25,7'den %30,7'ye)
artmıştır. Erkeklerin oranı 20-24, 25-34 ve 35-54 yaş gruplarında düşerken
15-19 ve 55 yaş üstündekilerde artmış, kadınların oranı ise 15-19 yaş
grubunda düşerken diğer yaş gruplarında yükselmiştir. İstanbul’un işgücü
içinde, genel olarak erkeklerin payı % 7,7 (% 78,4'den % 70,7'ye) düşerken,
kadınların payı %7,7 (%26,1'den %29,3'e) artmıştır. Erkeklerin oranı tüm
yaş gruplarında düşerken, kadınların oranı ise tüm ya gruplarında
yükselmiştir.
İşgücü içindeki erkeklerin oranları; gençler arasında (15-19 ve 2024 yaş gruplarında) Türkiye genelinde, yetişkinler arasında (25-34, 35-54 ve
55 yaşın üzerindekilerde) ise İstanbul'da daha yüksektir. Kadınların oranları
ise tam tersi bir durum göstermekte olup, gençler arasında (15-19 ve 20-24
yaş gruplarında) İstanbul'da, yetişkinler arasında (25-34, 35-54 ve 55 yaşın
üzerindekilerde) ise Türkiye genelinde daha yüksektir.
Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücü içindeki erkeklerin
oranının en yüksek olduğu yaş grubu 35-54, en düşük olduğu yaş grubu ise
20-24 üst gençlik yaş grubudur. Kadınların oranının en yüksek olduğu yaş
grubu 20-24 üst gençlik yaş grubu, en düşük yaş grubu ise 55+ yaş
grubudur.
Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücünün çoğunluğu
yetişkinlerden (25-34 ile 35-54 yaş) oluşmaktadır. Türkiye genelinde ve
İstanbul’da işgücü içindeki en büyük grup 35-54 yaş grubu olup, bu
durumun nedeni, yaşlıların giderek işgücünden ayrılmaları, gençlerin ise
eğitim yapmayı daha fazla tercih etmeleridir.
İşgücü içinde 15-19 yaş grubu ile 55 yaşın üzerinde bulunanların
Türkiye genelinde daha fazla olmasının nedeni ise, Türkiye’de yaşanmakta
olan demografik dönüşüm sürecidir. Çalışma hayatı açısından, genç,
dinamik ve daha enerjik olan gençlerin işgücü içindeki payının yüksek
olması olumlu bir durum olmakla birlikte, işgücü içinde yer aldıkları için
eğitimden yoksun kalmaları ise, gelecekte işsizlik sorunu ile karşılaşmaları
bakımından olumsuz bir durumdur. Artan genç işgücü Türkiye için önemli
bir sermaye olmakla birlikte, bu sermayenin değerlendirilebilmesi uygun ve
yeterli istihdam imkânlarının yaratılmasına bağlı bulunmaktadır. Ekonomik
35
büyümenin istihdama yansımaması ya da işgücü artış hızına ayak
uyduramaması durumunda, diğerleriyle rekabete girecek olan genç işgücü
daha düşük ücretlerle çalışmayı kabul edebilecek veya enformel sektöre
yönelebilecektir.
İstanbul’un işgücünün Türkiye geneline göre genel olarak daha
genç bir yapı sergilemesinin nedeni ise İstanbul’un yaşamakta olduğu hızlı
kentleşme sürecidir. İstanbul’un gelişmesi, sanayileşmesi ve giderek
kentleşmesine bağlı olarak kentte doğurganlığın düşmesi ve kentin
ekonomik amaçlı göç alması nedeniyle işgücü içinde gençlerin oranları
düşmektedir.
İşgücü içinde, genç (15-24 yaş grubunda bulunan) erkek ve
kadınların oranının Türkiye genelinde, yetişkin (25-54 ve 55+ yaş grubu)
erkek ve kadınların oranın İstanbul’da daha yüksek olmasının nedeni ise,
gençlerin eğitime yönelmelerinin yanı sıra, İstanbul’daki çalışma
imkânlarının daha fazla olmasıdır.
Türkiye geneli ve İstanbul’un işgücü içindeki erkeklerin oranının
35-54 yaş grubunda en yüksek, 20-24 yaş grubunda en düşük, kadınların
oranının ise 20-24 yaş grubunda en yüksek, 35-54 ile 55 yaş üzerindekilerde
en düşük olmasının nedeni, genç erkeklerin eğitime daha çok yönelmeleri
ve işverenlerin genellikle daha tecrübeli olan erkekler ile daha genç yaşta
bulunan kadınları tercih etmeleridir.
Kentleşme süreci gerek Türkiye genelinde gerekse İstanbul’un
işgücü içinde gençlerin miktarını azaltmakta, yetişkinlerin miktarını
arttırmakta, doğurganlık ve bağımlılık oranlarını düşürmekte, tüm yaş
gruplarında erkeklerin sayısını kadınlarınkinden fazlalaştırmakta, yetişkin
yaş grubundaki erkeklerin oranını yükseltmekte, kadınların oranını ise
düşürmektedir.
36
Tablo 6: Yaş Gruplarının İşgücü İçindeki Payı (%), (2004-2013), (15+Yaş)
TÜRKİYE
İSTANBUL
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Toplam
100
100
100
100
15-19
6,7
9,3
6,7
5,7
20-24
11,4
17,5
14,2
11,5
2004
25-34
31,9
28,8
37,5
37,6
35-54
41,6
34,6
38,2
41,2
55+
8,4
9,8
3,4
4,0
Toplam
100
100
100
100
15-19
5,8
6,1
4,8
4,4
20-24
9,5
12,7
11,7
9,6
2013
25-34
30,5
30,2
36,6
36,3
35-54
44,4
42,4
42,6
44,6
55+
9,9
8,9
4,3
5,1
TÜRKİYE
İSTANBUL
YAŞ
YIL
GRUBU
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Toplam
100
74,3
25,7
100
78,4
15-19
67,4
32,6
66,3
100
100
20-24
65,2
34,8
63,5
100
100
2004
25-34
76,2
23,8
78,7
100
100
35-54
77,6
22,4
84,4
100
100
55+
71,3
28,7
91,3
100
100
Toplam
100
69,3
30,7
100
70,7
15-19
69,1
30,9
65,3
100
100
20-24
62,8
37,2
58,0
100
100
2013
25-34
69,5
30,5
70,2
100
100
35-54
70,3
29,7
74,0
100
100
55+
71,4
28,6
83,7
100
100
Kaynak: Çizelge 5’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
YIL
YAŞ
GRUBU
Toplam
100
7,4
13,0
31,1
39,8
8,8
100
5,8
10,4
30,4
43,8
9,6
Kadın
100
10,5
24,0
37,0
27,1
1,4
100
5,7
16,7
37,3
37,8
2,4
Kadın
21,6
33,7
36,5
21,3
15,6
8,7
29,3
34,7
42,0
29,8
26,0
16,3
5.4. Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme ile İşgücünün Eğitim
Durumu Arasındaki İlişki
Ekonomik gelişmede en önemli rolü oynayan işgücünün eğitim
durumuna göre dağılımı çalışma hayatını işgücünün potansiyeli, işgücüne
olan talep, ücretler ve verimlilik bakımından ilgilendirmekte, toplumların
beşeri sermaye birikimini ifade eden eğitim, uluslararası karşılaştırmalarda
da önemli rol oynamaktadır (Lordoğlu, 2006: 20, Hoşgör ve Tansel, 2010:
104-105). İşgücünü toplumun ihtiyacı olan işlerin gereklerine göre
yetiştirmeye, bireysel gelişime imkân tanıyarak istihdamda fırsat eşitliği
sağlamaya yarayan eğitim, işgücünü bazen olumlu, bazen de olumsuz yönde
37
etkilemektedir (Biçerli, 2007: 274-275, Murat, 2007: 143-146). Türkiye’nin
işgücünün eğitim durumuna göre dağılımı incelendiğinde, Türkiye
nüfusunun eğitim bakımından yapısının, genel olarak işgücüne de yansıdığı
görülmektedir.
Türkiye genelinde eğitim durumuna göre işgücü içindeki en büyük
grup lise altı eğitimliler grubu, en küçük grup ise okuma yazma bilmeyenler
grubudur. Türkiye’nin genelinde eğitim durumuna göre işgücünün miktarı
2004-2013 yılları arasında, toplamda, erkeklerde ve kadınlarda okuma
yazma bilmeyenlerde azalırken, diğer eğitim gruplarında ise genel olarak
artmıştır (Tablo 7).
İstanbul’da eğitim durumuna göre işgücü içindeki en büyük grup
lise altı eğitimliler grubu, en küçük grup ise okuma yazma bilmeyenler
grubudur. İstanbul’da eğitim durumuna göre işgücünün miktarı 2004-2013
yılları arasında toplamda, erkeklerde ve kadınlarda tüm eğitim gruplarında
genel olarak artmıştır (Tablo 7).
Türkiye ve İstanbul’da hem toplamda hem de cinsiyete göre işgücü
içinde en büyük grup lise altı eğitimliler olup, bu grubu lise ve dengi meslek
okullular, yükseköğretimliler ve okuma yazma bilmeyenler grupları
izlemektedir. Türkiye genelinde okuma yazma bilmeyenlerin miktarı azalır,
diğer eğitim gruplarının miktarı artarken, İstanbul'da tüm eğitim gruplarının
miktarı artmıştır.
Türkiye’nin işgücü içinde okuma yazma bilmeyenler arasında
kadınların, diğer gruplarda ise erkeklerin miktarı daha yüksek iken,
İstanbul’da ise genel olarak tüm eğitim gruplarında erkeklerin miktarı daha
yüksektir. Türkiye genelinde ve İstanbul'da işgücü içinde miktarı en fazla
artan grup hem toplamda hem de erkek ve kadınlarda yüksek öğretimliler
grubudur.
Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücünün yaklaşık ¾’ü lise altı
eğitimlilerden oluşmaktadır. İşgücü içindeki ikinci büyük grup ise lise ve
dengi meslek okullulardır. Okuma yazma bilmeyenlerin işgücü içindeki
miktarı düşük düzeyde olup giderek azalırken, yükseköğretimlilerin miktarı
ise artmaktadır. Türkiye genelinde okuma yazma bilmeyen kadınların
miktarı daha fazlayken, İstanbul’da tüm eğitim gruplarında erkeklerin
miktarı daha fazladır. Türkiye geneline göre İstanbul daha eğitimli
(nitelikli) bir işgücüne sahip bulunmaktadır.
38
Çizelge 7: İşgücünün Eğitim Durumuna Göre Dağılımı (2004-2013), (Bin Kişi,
15+ Yaş)
TÜRKİYE
İSTANBUL
Toplam Erkek
Kadın
Toplam Erkek Kadın
16
22 016
5 670
4 017
3 151
867
348
1.306
482
825
43
24
19
10
13 590
2 971
2 337
1 991
346
2004
620
4 596
3 578
1 018
1 008
742
266
2 524
1 668
856
630
394
236
19
28 271
8 674
5 248
3 712
1 536
597
1 167
332
836
52
25
27
11
15 931
4 304
2 597
2 038
558
2013
628
5 783
4 326
1 457
1 245
875
369
5 388
3 311
2 076
1 355
774
581
Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://www.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 12.Şubat.2015.
Not:
(1) 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus alınmıştır.
(2) Rakamlar yuvarlamadan dolayı toplamı vermeyebilir.
(3) 2000 kişiden az gözlem değerlerinde örnek büyüklüğü güvenilir tahminler için yeterli
değildir.
(4) 2004 yılından sonraki değerler yeni nüfus projeksiyonlarına göre revize edilmiştir.
YIL
EĞİTİM
DURUMU
Toplam
Ok.-Yaz. Bilmeyen
Lise Altı Eğitimliler
Lise ve Dengi Mes.
Ok.
Yükseköğretim
Toplam
Ok.-Yaz. Bilmeyen
Lise Altı Eğitimliler
Lise ve Dengi Mes.
Ok.
Yükseköğretim
Türkiye genelinde işgücü içinde hem erkeklerde hem de kadınlarda
oranı (payı) en fazla olan grup lise altı eğitimliler, en az olan grup ise
okuma yazma bilmeyenler grubudur. Türkiye genelinde okuma yazma
bilmeyenler ile lise altı eğitimlilerin işgücü içindeki oranı düşerken, lise ve
dengi meslek okullular ile yükseköğretimlilerin oranı yükselmektedir.
İşgücü içinde gerek erkek gerekse kadınlar arasında payı en fazla artan
grup, erkeklerde %6,7, kadınlarda ise %8,8 ile yükseköğretimliler olup, lise
altı eğitimliler ile lise ve dengi meslek okullularda erkeklerin, okuma yazma
bilmeyenler ile yükseköğretimlilerde ise kadınların oranları daha yüksektir
(Tablo 8).
İstanbul’da işgücü içinde hem erkeklerde hem de kadınlarda payı
en fazla olan grup lise altı eğitimliler, en az olan grup ise okuma yazma
bilmeyenlerdir. Okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ve lise ve
dengi meslek okulluların (erkekler hariç) işgücü içindeki oranları (payları)
düşerken, yükseköğretimlilerin oranı ise yükselmektedir. İşgücü içinde payı
en fazla artan grup erkeklerde %8,4, kadınlarda %10,6 ile
yükseköğretimlilerdir. İşgücü içindeki erkeklerin oranı okuma yazma
bilmeyenler ile lise altı eğitimliler grubunda düşer, lise ve dengi meslek
okullular ile yükseköğretimlilerde yükselirken, kadınların oranı okuma
39
yazma bilmeyen, lise altı eğitimli ve lise ve dengi meslek okullular arasında
düşmekte, yükseköğretimlilerde ise artmaktadır. Lise altı eğitimlilerde
kadınlara göre erkeklerin, diğer gruplarda ise erkeklere göre kadınların
oranları daha yüksektir (Çizelge 8).
İşgücü içindeki payı oldukça düşük olan okuma yazma bilmeyenler
ile lise altı eğitimlilerin oranı Türkiye genelinde, lise ve dengi meslek
okullular ile yükseköğretimlilerin oranı ise İstanbul’da daha yüksektir.
Okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ile lise ve dengi meslek
okulluların oranları hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da düşmekte,
yükseköğretimlilerin oranları ise hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da
yükselmektedir. Yükseköğretimli erkek ve kadınların oranları Türkiye
geneline göre İstanbul'da daha hızlı artmaktadır.
Türkiye genelinde ve İstanbul'da tüm eğitim gruplarında erkeklerin
oranı azalırken kadınların oranı artmaktadır. Toplamda erkeklerin oranları
İstanbul'da, kadınların oranları ise Türkiye genelinde daha yüksektir. Erkek
işgücü içinde okuma yazma bilmeyenler ile lise altı eğitimlilerin oranları
İstanbul'da, lise ve dengi meslek okulları ile yükseköğretimlilerde Türkiye
genelinin oranları daha yüksek iken, kadınlarda tam tersi bir durum
yaşanmaktadır. Kadın işgücü içinde okuma yazma bilmeyenler ile lise altı
eğitimlilerin oranları Türkiye genelinde, lise ve dengi meslek okullular ile
yükseköğretimlilerde ise İstanbul'un oranları daha yüksektir. Erkek işgücü
bakımından Türkiye geneli daha eğitimliyken (nitelikli) kadın işgücü
bakımından ise İstanbul daha eğitimli (nitelikli) işgücüne sahiptir.
Okuma yazma bilmeyenlerde hem Türkiye genelinde hem de
İstanbul'da erkeklerin oranları daha yüksek iken, diğer eğitim gruplarında
ise kadınların oranları daha yüksektir. Kadınların oranı lise altı eğitimliler
ile lise ve dengi meslek okullular arasında düşük, yükseköğretimlilerde ise
nispeten daha yüksektir.
Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücünün çoğunluğunu lise altı
eğitimliler ile lise ve dengi meslek okulluların oluşturmasının, okuma
yazma bilmeyenler azalırken diğer eğitim gruplarının (özellikle
yükseköğretimlilerin) artmasının, okuma yazma bilmeyenler arasında
kadınların, diğer eğitim gruplarında erkeklerin fazla olmasının nedeni;
ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesine devam eden Türkiye’de eğitim
düzeyinin giderek yükselmesidir. İstanbul’un işgücünün daha eğitimli
(nitelikli) olmasının nedeni ise hızlı bir şekilde göç alarak kentleşen
İstanbul'da daha nitelikli işgücüne ihtiyaç duyulmasıdır.
40
Kentleşme süreci Türkiye geneli ve İstanbul’da işgücü içinde hem
erkek hem de kadınlar arasında okuma yazma bilmeyenleri azaltırken daha
eğitimlileri (yükseköğretimlileri ve özellikle de yükseköğretimli kadınları)
arttırarak işgücünün niteliğini yükseltmektedir.
Tablo 8: Eğitim Gruplarının İşgücü İçindeki Payı (%), (2000-2013), (15+Yaş)
TÜRKİYE
Erkek
Kadın
100
100
2,9
14,6
65,0
52,4
2004
21,9
14,7
10,2
15,1
100
100
1,7
9,6
59,3
49,6
2013
22,1
16,8
16,9
23,9
TÜRKİYE
EĞİTİM
YIL
DURUMU
Toplam Erkek
Kadın
Toplam
100
74,2
25,8
Ok.-Yaz. Bilmeyen
36,9
63,1
100
78,1
21,9
2004 Lise Altı Eğitimliler
100
Lise ve Dengi Mes.
77,9
22,1
100
Ok.
Yükseköğretim
66,0
34,0
100
Toplam
100
69,3
30,7
Ok.-Yaz. Bilmeyen
28,4
71,6
100
73,0
27,0
2013 Lise Altı Eğitimliler
100
Lise ve Dengi Mes.
74,8
25,2
100
Ok.
Yükseköğretim
61,5
38,5
100
Kaynak: Tablo 7’deki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
YIL
EĞİTİM
DURUMU
Toplam
Ok.-Yaz. Bilmeyen
Lise Altı Eğitimliler
Lise ve Dengi Mes.
Ok.
Yükseköğretim
Toplam
Ok.-Yaz. Bilmeyen
Lise Altı Eğitimliler
Lise ve Dengi Mes.
Ok.
Yükseköğretim
Toplam
100
5,9
61,7
20,9
11,5
100
4,1
56,4
20,5
19,1
İSTANBUL
Toplam Erkek Kadın
100
100
100
1,1
0,8
2,2
58,2
63,2
39,9
25,1
23,5
30,7
15,7
12,5
27,2
100
100
100
0,1
0,7
1,8
49,5
54,9
36,3
23,7
23,6
24,0
25,8
20,9
37,8
İSTANBUL
Toplam Erkek Kadın
100
78,4
21,6
55,8
44,2
100
85,2
14,8
100
73,6
26,4
100
62,5
37,5
100
100
70,7
29,3
48,1
51,9
100
78,5
21,5
100
70,3
29,6
100
57,1
42,9
100
5.5. Türkiye ve İstanbul'da Kentleşme ile İşgücünün Medeni
Durumu Arasındaki İlişki
İşgücünü etkileyen önemli bir faktör olan nüfusun medeni durumu,
işgücüne dâhil olmak ya da olmamak konusunda farklı şekillerde ortaya
çıkabilmekte, medeni durumlarındaki değişiklikler özellikle kadınların
işgücüne katılmalarını daha fazla etkilemektedir. İşgücünün medeni
durumuna göre dağılımına bakıldığında genelde evlilerin, kentsel alanlarda
ise bekârların, erkeklerin ve boşanan kadınların işgücüne daha fazla
katıldığı görülmektedir. İşgücünün medeni durumuna göre dağılımı Türkiye
41
geneli ve İstanbul arasında bazı yönlerden benzerlikler, bazı yönlerden ise
farklılıklar göstermektedir.
Türkiye genelinde 2004-2013 yılları arasında toplamda ve erkekler
ile kadınlarda tüm medeni gruplardaki işgücü artmıştır. Türkiye genelinde,
medeni durumuna göre işgücü içinde en büyük grup toplamda, erkeklerde
ve kadınlarda evliler olmuştur. Türkiye genelinde medeni durumuna göre
işgücü içinde miktarı en fazla artan grup toplamda (3 milyon 941 bin),
erkeklerde (1 milyon 851 bin) ve kadınlarda (2 milyon 90 bin) evli olanlar,
miktarı en az artan grup ise eşi ölmüş bulunanlardır. Bekârlar ve evliler
arasında erkekler, boşananlar ve eşi ölmüş bulunanlar arasında ise kadınlar
daha fazla olmuştur (Tablo 9).
İstanbul’da 2004-2013 yılları arasında toplamda, erkeklerde ve
kadınlarda tüm medeni gruplardaki işgücü artmıştır. İstanbul’da medeni
durumuna göre işgücü içinde en büyük grup toplamda ve erkeklerde evliler,
kadınlarda ise bekârlar olmuştur. İstanbul’da medeni duruma göre işgücü
içinde miktarı en fazla artan grup, toplamda (811 bin) ve erkeklerde (507
bin) evli olanlar, kadınlarda ise (345 bin) bekarlardır. Miktarı en az artan
grup ise eşi ölmüş bulunanlardır. Bekârlar ile evli olanlar içinde erkekler,
boşananlar ile eşi ölmüş olanlar içinde ise kadınlar daha fazla olmuştur
(Tablo 9).
Türkiye’nin işgücü genel olarak artarken işgücü içinde evliler ile
bekârların miktarının diğer gruplara göre daha fazla artmasının nedeni;
artan nüfusla birlikte işgücünün de artması, Türkiye'de geleneksel aile
yapısının halen devam etmesi nedeniyle evlilik kurumunun önemini
koruması ve evli olanların sayıca fazla olmasıdır. İşgücü içinde
boşananların miktarının giderek artmasının nedeni ise kentleşmedir.
Kentleşme süreci Türkiye genelinde boşananların sayısının artmasına neden
olmaktadır.
İstanbul’un işgücü artarken, işgücü içinde toplamda ve erkeklerde
diğer gruplara göre evlilerin, kadınlarda ise bekarların miktarının daha fazla
artmasının nedeni; hızlı ve fazla göç alan İstanbul’da erkek işgücünün
artması, İstanbul’daki zor yaşam koşulları nedeniyle daha fazla sayıda
bekar kadının çalışmak zorunda kalmasıdır. Boşananların miktarının
giderek artması ve özellikle de boşanan kadınların erkeklerden daha fazla
olmasının nedeni ise kentleşmedir. Kentleşme süreci İstanbul’da eşinden
boşananların miktarını arttırmaktadır.
42
Tablo 9: İşgücünün Medeni Durumuna Göre Dağılımı (2004-2013), (Bin
işi,15+Yaş)
TÜRKİYE
İSTANBUL
MEDENİ
DURUM
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
22 016
16 348
5 669
4017
3 151
867
Hiç Evlenmedi
5 743
3 906
1 837
1 282
824
458
15 739
12 256
3 483
2 649
2 292
357
2004 Evli
Boşandı
238
98
140
59
26
33
Eşi Öldü
297
88
209
28
9
19
Toplam
28 271
19 597
8 674
5 248
3 712
1 536
Hiç Evlenmedi
7 522
5 096
2 426
1 660
871
789
19 680
14 107
5 573
3 450
2 799
651
2013 Evli
Boşandı
741
305
436
93
31
62
Eşi Öldü
327
89
238
45
11
34
Kaynak: TUİK; İstatistikler, İstihdam, İşsizlik ve Ücret, İşgücü İstatistikleri,
http://tuikapp.tuik.gov.tr/isgucuapp/isgucu.zul, 12.Şubat.2015, TUİK; Yayınlanmamış Veriler,
20.Şubat 2015.
YIL
Türkiye genelinde işgücünün medeni durumuna göre dağılımı
incelendiğinde; evlilerin toplam ve erkek işgücünün yaklaşık olarak ¾’ünü,
kadın işgücünün 1/3’ünü, bekârların ise toplam ve erkek işgücünün ¼’ünü,
kadın işgücünün 1/3’ünü oluşturduğu görülmektedir. 2013 yılı itibariyle
evlilerin işgücü içindeki toplam payı %69,6, bekârların işgücü içindeki
toplam payı ise %26,6’dır. Türkiye genelinde evli ve bekâr olanların işgücü
içindeki toplam payı %96,2 olup, kadınlara (%92,2) göre erkeklerde (%98)
daha yüksektir. İşgücü içinde evlilerin payı kadınlara (%64,2) göre
erkeklerde (%72), bekârların payı erkeklere (%26) göre kadınlarda (%28)
daha yüksektir (Tablo 10).
Türkiye genelinde işgücünün medeni durumuna göre dağılımı
cinsiyet bakımından incelendiğinde; işgücünün yaklaşık olarak 2/3’ünü
erkeklerin, 1/3’ünü ise kadınların oluşturduğu görülmektedir. İşgücü içinde
bekârlar ile evli olanlarda erkeklerin payı, boşananlar ile eşi ölmüş
bulunanlarda ise kadınların payı daha fazladır (Tablo 10).
İstanbul’da işgücünün medeni durumuna göre dağılımı
incelendiğinde; evlilerin toplam ve erkek işgücünün 3/4’üne yakınını, kadın
işgücünün 1/3’ünündan fazlasını, bekârların ise toplam ve erkek işgücünün
1/3’üne yakınını, kadın işgücünün 2/3’üne yakınını oluşturduğu
görülmektedir. 2013 yılı itibariyle evli olanların işgücü içindeki toplam payı
%65,7, bekârların işgücü içindeki toplam payı ise %31,6’dır. İstanbul'da
evli ve bekâr olanların işgücü içindeki toplam payı %97,3 olup, kadınlara
43
(%93,8) göre erkeklerde (%98,9) daha yüksektir. İşgücü içinde evlilerin
payı kadınlara (%42,4) göre erkeklerde (%75,4), bekârların payı erkeklere
(%23,5) göre kadınlarda (%51,4) daha yüksektir. İstanbul’un işgücünün
medeni durumuna göre dağılımı cinsiyet bakımından incelendiğinde;
işgücünün yaklaşık olarak ¾’ünü erkeklerin, ¼’ünü ise kadınların
oluşturduğu görülmektedir. İşgücü içinde, bekârlarda ve evli olanlarda
erkeklerin payı, boşananlar ile eşi ölmüş bulunanlarda ise kadınların payı
daha fazladır (Tablo 10).
Genel olarak bekârların oranı İstanbul’da, evlilerin oranı ise
Türkiye genelinde daha yüksektir. 2013 yılı itibariyle toplam işgücünün;
Türkiye genelinde %26,6’sı, İstanbul’da ise %31,6'sı bekâr olup bekârların
oranı İstanbul’da daha yüksek iken, evlilerin oranı ise İstanbul’a (%65,7)
göre Türkiye genelinde (%69,6) daha yüksektir. Bu durumun nedeni
evlenme yaşının Türkiye geneline göre İstanbul'da daha yüksek olması ve
çalışmak için İstanbul'a gelenlerin daha genç olmasıdır.
Türkiye genelinde ve İstanbul’da bekârların oranı kadınlarda daha
yüksek iken, evlilerin oranı ise erkeklerde daha yüksektir. Bu durum
geleneksel aile yapısının Türkiye açısından önemli olduğunu ve yerini
koruduğunu göstermektedir. İşgücünün medeni durumuna göre dağılımında,
bekârlarda İstanbul’un payı, diğer medeni gruplarda ise Türkiye’nin payı
daha yüksektir. İşgücünün medeni durumuna göre dağılımı cinsiyet
bakımından incelendiğinde, Türkiye geneli ile İstanbul'un işgücünün
medeni durumuna göre dağılımı arasında benzerlik bulunduğu ve bekârlar
ile evliler arasında erkeklerin oranlarının, boşananlar ile eşi ölmüş
bulunanlar arasında ise kadınların oranlarının daha yüksek olduğu
görülmektedir.
Kentleşme süreci hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da genel
olarak erkeklerin, bekârların, evli olan erkeklerin ve boşanan kadınların
işgücü içindeki miktar ve oranlarını artırmıştır. Bu durumun nedeni Türkiye
genelinde nüfusa paralel olarak işgücünün artması, çalışmak için İstanbul’a
gelen bekâr erkeklerin sayıca fazla olması, İstanbul’daki zor yaşam
koşulları nedeniyle daha fazla sayıda evli kadının çalışmak zorunda
kalması, kent yaşamında karşılaşılan zorluklar yüzünden boşananların
sayısının giderek artmasıdır.
44
Tablo 10: Medeni Grupların İşgücü İçindeki Payı (Oranı) (%), (2004-2013),
(15+Yaş)
YIL
MEDENİ
DURUM
TÜRKİYE
İSTANBUL
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
100,0
100,0
100,0
100,0
100,0
Hiç Evlenmedi
23,9
32,4
31,9
26,2
52,8
75,0
61,4
65,9
72,7
41,2
2004 Evli
Boşandı
0,6
2,5
1,5
0,8
3,8
Eşi Öldü
0,5
3,7
0,7
0,3
2,2
Toplam
100,0
100,0
100,0
100,0
100,0
Hiç Evlenmedi
26,0
28,0
31,6
23,5
51,4
72,0
64,2
65,7
75,4
42,4
2013 Evli
Boşandı
1,6
5,0
1,7
0,8
4,0
Eşi Öldü
0,5
2,7
0,9
0,3
2,2
TÜRKİYE
İSTANBUL
MEDENİ
YIL
DURUM
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
Erkek
Kadın
Toplam
100,0
74,3
25,7
100,0
78,4
21,6
Hiç Evlenmedi
68,0
32,0
64,3
35,7
100,0
100,0
77,9
22,1
86,5
13,5
2004 Evli
100,0
100,0
Boşandı
41,2
58,8
44,1
55,9
100,0
100,0
Eşi Öldü
29,6
70,4
32,1
67,9
100,0
100,0
Toplam
100,0
69,3
30,7
100,0
70,7
29,3
Hiç Evlenmedi
67,7
32,3
52,5
47,5
100,0
100,0
71,7
28,3
81,1
18,9
2013 Evli
100,0
100,0
Boşandı
41,2
58,8
33,3
66,7
100,0
100,0
Eşi Öldü
27,2
72,8
24,4
75,6
100,0
100,0
Kaynak: Tablo 9’daki verilerden yararlanılarak hazırlanmıştır.
Toplam
100,0
26,1
71,5
1,1
1,3
100,0
26,6
69,6
2,6
1,2
6. SONUÇ
Dünyada yaşanan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi değişimle
beraber insanların yaşadıkları mekânlar, yaptıkları işler (meslekler) ve bu
işlere bağlı olarak işgücünün nitelikleri de değişmektedir. Dünyanın her
yerinde kentlerin sayısını arttıran ve kentleri büyüten kentleşme süreci
Türkiye'de de hızlı ve sorunlu bir biçimde yaşanmakta olup, hem Türkiye
hem de İstanbul'un işgücünü derinden etkilemektedir. Türkiye ve
İstanbul'da yaşanan kentleşme süreci ile işgücü arasındaki ilişki
incelendiğinde ise aşağıdaki sonuçlara ulaşılmaktadır.
Günümüzde çalışma çağında olmasına rağmen işgücüne dâhil
olmayanlar bulunmakta olup, bu kişilerin işsiz olarak kabul edilmemeleri
45
Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücü piyasasının sorunlarını olduğundan
daha düşük göstermektedir.
Türkiye genelinde ve İstanbul'da çalışma çağında olan, işgücüne
dahil olan ve olmayan nüfus artmış ve genel olarak da İstanbul'da toplanmış
bulunmaktadır. Çalışma çağında olan, işgücüne dahil olan ve olmayan her
beş kişiden biri İstanbul'da yaşamakta olup, Türkiye'nin diğer kentlerine
göre İstanbul'un nüfusu ve işgücü çok daha hızlı bir şekilde artmaktadır.
Türkiye genelinde ve İstanbul'da işgücüne dahil olanların çalışma
çağında olan nüfus içindeki oranları (payı) genel olarak düşerken, işgücüne
dâhil olmayanların oranları ise yükselmektedir. İşgücü içindeki erkeklerin
oranı hem Türkiye genelinde hem de İstanbul’da kadınlara göre daha
yüksek olup, erkeklerin oranı Türkiye genelinde yükselirken İstanbul’da
düşmekte, kadınların oranı ise Türkiye genelinde düşerken İstanbul’da
yükselmekte, ancak aradaki fark zamanla kapanmaktadır.
İşgücü içinde tüm yaş gruplarında hem Türkiye geneli hem de
İstanbul’da kadınlara göre erkeklerin miktarı daha fazladır. İşgücü içinde
15-19, 35-54 ile 55+ yaş grubundakilerin oranı Türkiye genelinde, 20-24 ve
25-34 yaş gruplarının oranı ise İstanbul’da daha yüksektir. Türkiye ve
İstanbul'da işgücü içinde erkeklerin oranı düşerken, kadınların oranı
yükselmektedir. İşgücü içindeki erkeklerin oranları gençler arasında (15-24)
Türkiye genelinde, yetişkinler arasında (25-54 ve 55+) İstanbul'da daha
yüksek iken, kadınların oranları gençler arasında (15-24) İstanbul'da,
yetişkinler arasında (25-54 ve 55+) Türkiye genelinde daha yüksektir.
Türkiye genelinde ve İstanbul’da işgücünün çoğunluğunu yetişkinler (25-54
yaş) oluşturmaktadır. İşgücü içinde genç (15-24 yaş) erkek ve kadınların
oranı Türkiye genelinde, yetişkinlerin (25-54 ve 55+ yaş) oranı ise
İstanbul’da daha yüksektir.
Türkiye geneli ve İstanbul’da işgücünün 3/4'üne yakını lise altı
eğitimlilerden oluşmaktadır. Okuma yazma bilmeyenlerin miktarı azalırken
diğer eğitim gruplarının miktarı ise artmaktadır. Okuma yazma bilmeyenler
arasında kadınlar çoğunluktadır. Yükseköğretimliler ise (özellikle kadınlar)
hızlı bir biçimde artmaktadır. Türkiye geneline göre İstanbul daha eğitimli
(nitelikli) işgücüne sahiptir.
Okuma yazma bilmeyenler, lise altı eğitimliler ile lise ve dengi
meslek okulluların işgücü içindeki oranları düşerken, yükseköğretimlilerin
oranları ise giderek yükselmektedir. Tüm eğitim gruplarında erkeklerin
46
oranı azalırken kadınların oranı artmaktadır. Türkiye genelinde erkek işgücü
daha eğitimliyken (nitelikli), İstanbul'da ise kadın işgücü daha eğitimlidir.
Türkiye geneli ve İstanbul'da tüm medeni gruplardaki erkek ve kadın işgücü
artmaktadır.
Türkiye genelinde evli olanların sayısı daha hızlı artarken,
İstanbul'da evli erkekler ile bekar kadınların sayısı daha hızlı artmaktadır.
Türkiye genelinde ve İstanbul'da bekârlar ile evliler arasında erkekler,
boşananlar ile eşi ölmüş bulunanlar arasında ise kadınlar çoğunluktadır.
İşgücünde yaşanan bu gelişmelerin nedenleri; Türkiye'nin
ekonomik yönden gelişmekte olması, kırsal alanlardan kentlere doğru hızlı
göç yaşanması, çalışma çağındaki nüfusunun ve işgücünün artması, tarım
sektöründe çalışırken işgücüne dahil olanların kentlerde işgücünün dışında
kalması, işverenlerin genellikle daha tecrübeli olan erkekler ile daha genç
yaşta bulunan kadınları tercih etmesi, yaşlıların işgücünden ayrılması,
gençlerin eğitime daha fazla yönelmesi, eğitim düzeyinin giderek
yükselmesi, evlilik kurumunun önemini koruması, İstanbul'un diğer kentlere
göre daha fazla göç alması, İstanbul'daki iş imkanlarının daha fazla olması
ve daha eğitimli (nitelikli) işgücüne ihtiyaç duyulmasıdır.
Türkiye geneli ve İstanbul'da hızlı bir biçimde yaşanan kentleşme
süreci genel olarak çalışma çağında olan nüfusu ve işgücünü arttırmakta,
işgücü içinde erkeklerin oranını düşürürken kadınlarınkini yükseltmekte,
gençleri azaltırken yetişkinleri arttırmakta, doğurganlık ve bağımlılık
oranları düşürmekte, okuma yazma bilmeyenleri azaltırken eğitimlileri
arttırmakta, bekarları ve boşananları arttırmaktadır.
Türkiye genelinde ve İstanbul’da bazı yönlerden gelişmiş bazı
yönlerden ise gelişmekte olan ülkelerdekine benzeyen ancak Türkiye'ye
özgü bir kentleşme süreci yaşanmaktadır. Yaşanan bu süreç işgücünü bazı
yönlerden gelişmiş, bazı yönlerden ise gelişmekte olan ülkelerdekine benzer
biçimde etkilemektedir. Türkiye ve İstanbul'da işgücü konusunda yapılacak
politika belirleme ve planlama çalışmalarda yukarıda belirlenen hususların
dikkate alınmasının faydalı olacağı değerlendirilmektedir.
47
KAYNAKÇA
Akkayan, T. (1979), Göç ve Değişme, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayını, İstanbul: İstanbul Üniversitesi.
Akşit, B. (1998), “İçgöçlerin Nesnel ve Öznel Toplumsal Tarihi Üzerine Gözlemler:
Köy Tarafından Bakış”, Türkiye’de İç Göç, Konferans, Bolu-Gerede, 6-8 Haziran
1997, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı.
Bağış, E. (2007), “İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Olmanın Öyküsü”,
İstanbul; Kültür Turizm 2006 Değerlendirmesi, T.C. Kültür ve Turizm
Bakanlığı, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü, İstanbul.
Bal, H. (1999), Kent Sosyolojisi, Ankara: Turhan Kitabevi.
Başel, H. (2007), “İç Göçün Sonuçları ve İşgücüne Etkileri”, İktisat Fakültesi:
Sosyal Siyaset Konferansları, 51. Kitap, İstanbul Üniversitesi Yayın No: 4637,
İktisat Fakültesi Yayın No: 590, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Basım ve Yayınevi
Müdürlüğü.
Behar, C., Işık, O., Güvenç, M., Erder, S., Ercan, H. (1999), Türkiye’nin Fırsat
Penceresi Demografik Dönüşüm ve İzdüşümleri, TÜSİAD Yayın No: T/ 99-1251, İstanbul: Lebib Yalkın Yayımları ve Basım İşleri A.Ş.
Belge, M. (2007), İstanbul Gezi Rehberi, 12. Baskı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt
Yayınları.
Biçerli, M. K. (2007), Çalışma Ekonomisi, Gözden Geçirilmiş 4. Baskı, İstanbul:
Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
Bozlağan, R.(2012), İstanbul; Derinlik, Değişim ve Güç, İstanbul: Hayat
Yayınları.
DİE (2003), 2000 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri,
Türkiye, DİE Yayın Numarası: 2759, Ankara: DİE Matbaası.
DİE (2002), 2000 Genel Nüfus Sayımı, Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri,
İl 34- İstanbul, DİE Yayın Numarası: 2732, Ankara: DİE Matbaası.
Doğan, C., Arslan, Ü. (2004), “Kentleşmemiş Kent Ekonomileri: Türkiye Örneği”,
Küreselleşme Kıskacında Kent ve Politika, Editör: Muharrem Güneş, Ankara:
Detay Yayıncılık.
DPT (2007), Dokuzuncu Kalkınma Planı (2007-2013) İşgücü Piyasası Özel
İhtisas Komisyon Raporu, DPT Yayın No: DPT: 2709-ÖİK: 662, Ankara: T.C.
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı.
Ekin, N. (1971), Gelişen Ülkelerde ve Türkiye’de İşsizlik, İstanbul: Sermet
Matbaası.
Ekin, N. (1986), “Hızlı Şehirleşmenin Sosyo-Ekonomik Etkileri”, Hızlı
Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, 10-11 Ocak 1986,
İstanbul: Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (SİSAV) Yayını, 1986.
Ersoy, A. (1996), “Habitat II ve Şehirleşmenin Fiziki-Beşeri Boyutları Arasındaki
Denge: İmar ve İrfan”, Habitat II Kent Zirvesi İstanbul’96, Uluslararası Bilimsel
Toplantılar, 3-12 Haziran 1996, İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür
İşleri Dairesi Başkanlığı Yayınları, Cilt 1.
Ertürk, H., Sam, N. (2009), Kent Ekonomisi, Güncellenmiş 3. Baskı, Bursa: Ekin
Basım Yayın Dağıtım.
48
Goodall, B. (1972), The Economics of Urban Areas, Oxford: Pengamon Press.
Ghose, A.K., Majid, N., Ernst, C. (2010), The Global Enployment Challenge,
(Küresel İstihdam Sorunu), Genava, Switzerland: International Labor Office, Çeviri
Editörü: Ömer Faruk Çolak, Ankara: Efil Yayınevi.
Gürtan, K. (1966), Türkiye’de Nüfus Problemi ve İktisadi Kalkınma ile İlgisi,
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Yayınları No: 1166,
İktisat Fakültesi No: 177, İstanbul: Sermet Matbaası.
Hatt, P. K., Reiss, A. J.,Jr. (2002), “Kentsel Yerleşimlerin Tarihi”, 20. Yüzyıl Kenti,
Çeviren: Bülent Duru ve Ayten Alkan, Ankara: İmge Kitabevi.
Höşgör, Ş., Tansel, A. (2010), 2050’ye Doğru Nüfusbilim ve Yönetim: Eğitim,
İşgücü, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Sistemlerine Yansımalar, TÜSİAD, Yayın No:
TÜSİAD-T/2010/11/505, İstanbul: TÜSİAD.
İşçi, M. (2000), Sosyal Yapı ve Sosyal Değişme, İstanbul: Der Yayınları.
İTO (2008), Kıtaların, Denizlerin, Yolların, Tacirlerin Buluştuğu Kent İstanbul,
3. Basım, İstanbul Ticaret Odası, İstanbul: Euromat Entegre Matbaacılık A.Ş.
Kartal, K. (1978), Kentleşme ve İnsan, Ankara: TODAİE Yayını.
Keleş, R. (1974), “Şehirleşmede Denge Sorunu”, Mimarlık Dergisi, Yıl: 4, Sayı:37,
1974.
Keleş, R., Ünsal, A. (1982), Kent ve Sosyal Şiddet, Ankara: A.Ü.S.B.F Yayınları.
Keleş, R. (1998), Kent Bilim Terimleri Sözlüğü, Ankara: İmge Kitabevi.
Keleş, R. (2008), Kentleşme Politikası, Genişletilmiş, Güncelleştirilmiş 10. Baskı,
Ankara: İmge Kitabevi.
Kepenek, Y., Yentürk, N. (2000), Türkiye Ekonomisi, 10.Baskı, İstanbul: Remzi
Kitabevi.
Kıray, M. B. (1999), Toplumsal Yapı, Toplumsal Değişme, İstanbul: Bağlam
Yayınları.
Kıray, M. B. (2007), “Az Gelişmiş Memleketlerde Şehirleşme Eğilimleri: Tarihsel
Perspektif İçinde İzmir”, Kentleşme Yazıları, Üçüncü Basım, İstanbul: Bağlam
Yayınları.
Koç, İ., Eryurt, M. A., Adalı, T., ve Seçkiner, P. (2009), Türkiye’nin Demografik
Dönüşümü, Doğurganlık, Aile Planlaması, Anne-Çocuk Sağlığı ve Beş Yaş Altı
Ölümlerdeki Değişimler: 1968-2008, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri
Enstitüsü, Ankara: HÜNEE.
Kuban, D. (1996), İstanbul Bir Kent Tarihi: Bizantion, Konstantinapolis,
İstanbul, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Tarihsel Toplum Vakfı.
Lordoğlu, K. (2006), Türkiye İşgücü Piyasaları (Durum Raporu), İstanbul
Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, Yayın No: 56, İstanbul: İSMMMO.
Mumford, L. (2007), Tarih Boyunca Kent: Kökenleri, Geçirdiği Dönüşümler ve
Geleceği, Çeviren: Gürol Koca ve Tamer Tosun, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Murat, S. (2006), Dünden Bugüne İstanbul’un Nüfus ve Demografik Yapısı, İTO
Yayın No: 2006-49, İstanbul: ITO.
Murat, S. (2007), Dünden Bugüne İstanbul’un İşgücü ve İstihdam Yapısı, İTO
Yayın No. 2007-73, İstanbul: ITO.
Murat, S. (2010), “İşgücümüzün Yapısal Özellikleri ve Kavramsal Yaklaşım”, İş’te
Çalışanlar Dergisi, Marmara Çalışanlar Federasyonu Yayını, Nisan/Mayıs/Haziran
2010, Sayı: 2.
49
Murat, S. (2012), “Nüfus ve İşgücümüzün Eğitim Yapısı”, Eğitim ve İstihdam, İş’te
Çalışanlar Dergisi, Ocak/ Şubat/ Mart 2012, Sayı 6.
OECD, Trends in Urbanisation and Urban Policies in OECD Countries: What
Lessons for China?, Paris-France: OECD, w. date.
OECD (2008), Territorial Reviews: ISTANBUL, TURKEY, ISBN-978-92-6404371-8, Paris-France: OECD.
Özek, Ç. (1974), “Türkiye’de Şehirleşmenin Ana Nitelikleri ve Ceza Adaleti
Yönünden Yol Açabileceği Sorunlar”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti
Sorunları Sempozyumu (17-19 Aralık 1973), İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Enstitüsü Yayını, İstanbul: Fakülteler
Matbaası.
Özer, İ. (2004), Kentleşme Kentlileşme ve Kentsel Değişme, Bursa: Ekin Kitabevi.
Richardson, H. W. (1978), Urban Economics, Illionis: The Dryden Press.
Sarı, M. (2004), “Mersin’de Kentleşme, Göç, Bütünleşme ve Kent Yoksulluğu,
(Demirtaş Mahallesi Örneği)”, T.C. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Isparta.
Serter, N. (1993), Genel Olarak ve Türkiye Açısından İstihdam ve Gelişme,
İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayın No: 3697.
Serter, N. (1994), Türkiye’nin Sosyal Yapısı, İstanbul: Filiz Kitabevi.
Sezal, İ. (1992), Şehirleşme, İstanbul: Ağaç Yayınları.
Sönmez, M. (1996), İstanbul’un İki Yüzü: 1980’den 2000’e Değişim, Ankara:
Arkadaş Yayınları.
Tatlıdil, E. (1989), Kentleşme ve Gecekondu, İzmir: Ege Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayını.
Tekeli, İ. (1998), “Türkiye’de İçgöç Sorunsalı Yeniden Tanımlanma Aşamasına
Geldi”, Türkiye’de İç Göç, Konferans, Bolu-Gerede, 6-8 Haziran 1997, İstanbul:
Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı.
Tekeli, İ. (2008), Göç ve Ötesi, İlhan Tekeli Toplu Eserler-3, İstanbul: Tarih
Vakfı Yurt Yayınları.
Toffler, A. (2006), Gelecek Korkusu, Şok, Yenilenmiş Baskı, Çeviren: Selami
Turgut, İstanbul: Koridor Yayıcılık.
TUİK (2001), Hanehalkı İşgücü İstatistikleri 2001, T.C. Başbakanlık Türkiye
İstatistik Kurumu Yayın No: 2713, Ankara: Türkiye İstatistik Kurumu Matbaası.
TUİK (2001), Hanehalkı İşgücü İstatistikleri İl Merkezleri 2001, T.C.
Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu Yayın No: 2739, Ankara: Türkiye İstatistik
Kurumu Matbaası.
TUİK (2012), “Türkiye’nin Demografik Yapısı ve Geleceği, 2010-2050”, T.C.
Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı, Haber Bülteni, Sayı: 13140.
TUİK (2012), “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2012”, T.C. Türkiye
İstatistik Kurumu Başkanlığı, Haber Bülteni, Sayı: 13425.
TUİK (2015), “Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları, 2014”, T.C. Türkiye
İstatistik Kurumu Başkanlığı, Haber Bülteni, Sayı: 18616.
TUİK (2015), Yayınlanmamış Veriler.
Tunçdilek, N. (1986), Türkiye’de Yerleşmenin Evrimi, İstanbul: İstanbul
Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü Yayını.
50
Tüfekçi, S. (2002), “Kırsal Kesimlerden Büyükşehirlere Göç ve Göçün Aile
Yapısında Meydana Getirdiği Değişiklikler (İstanbul Örneği)”, T.C. Süleyman
Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta.
Tümertekin, E. (2007), İstanbul İnsan ve Mekân, 2. Baskı, İstanbul: Tarih Vakfı
Yurt Yayınları.
Türkdoğan, O. (2006), İstanbul Gecekondu Kimliği, İstanbul: IQ Kültür Sanat
Yayıncılık.
Vergin, N. (1986), “Hızlı Şehirleşmenin Sosyolojik ve Siyasal Sonuçları”, Hızlı
Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, 10-11 Ocak 1986,
İstanbul: Siyasi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (SİSAV) Yayını.
Yalçıntaş, N., Tuna, O. (1999), Sosyal Siyaset, İstanbul: Filiz Kitabevi.
Yazgan, T. (1968), Şehirleşme Açısından Türkiye’de İşgücünün Demografik ve
Sosyo-Ekonomik Bünyesi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi, İstanbul
Üniversitesi Yayınlarından No: 1310, İstanbul: Fakülteler Matbaası.
Yeter, E. (2008). Kentsel Gelişme ve Kültür Değerleri, İstanbul: Tarihi Kentler
Birliği Yayını.
Yıldırım, A. (2004), “Kentleşme ve Kentleşme Sürecinde Göçün Suç Olgusu
Üzerindeki Etkileri”, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Yücel, A. (1996), “Cumhuriyet Dönemi İstanbul’u”, Dünya Kenti İstanbul,
İstanbul-World City, İstanbul Habitat II, İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal
Tarih Vakfı Yayınları.
Zaim, S. (1997), Çalışma Ekonomisi, Yenilenmiş ve Güncellenmiş, 10. Baskı,
İstanbul: Filiz Kitabevi.
51
DÜNYA’DA VE TÜRKİYE’DE KADIN İSTİHDAMININ
SEKTÖRLERE VE İŞ STATÜSÜNE GÖRE DAĞILIMI
Sevtap KESKİN1
1
Dr., [email protected]
ÖZET
Kadınların işgücü piyasasına katılımı ve istihdamı önemlidir. Bunun yanında
istihdamın sektörel ve işteki statüsüne göre dağılımı da önemlidir ve ülkelerin
gelişmişlik düzeyini gösteren unsurlardan biridir. Bu çalışmada küresel ve ülke
düzeyinde kadın istihdamının sektörel ve işteki statüsü üzerinde durulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Kadın, Kadın İstihdamı, Sektör, İş Statüsü
ABSTRACT
DISTRIBUTION
OF
WOMEN
EMPLOYMENT
ACCORDING TO THE SECTORS AND STATUS OF
WORK IN THE WORLD AND IN TURKEY
Women’s participation and employment in the labor market is important. In
addition, distribution of employment according to the sectoral and status of work is
also important and is one of the factors indicating the level of development of the
countries. In this study sectoral and status of work of employment is emphasised
globally and country base.
Keywords: Women, Women Employment, Sector, Status of Work
1. GİRİŞ
Kadınların işgücü piyasasına ve istihdama katılımı ekonomik gelişme ve
ülkelerin gelişimine katkı sağladıkları gibi insan kaynağının gelişimine de
katkı sağlar. İstihdam aynı zamanda bireysel ve kolektif etkinlikler için
gerekli unsurlardan biridir. Dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan
52
kadınların dünya genelinde yaşam kalitesinin yükseltilmesi, işgücü
piyasasına katılımında ve istihdamında ekonomik faktörlerin yanında sosyodemografik ve sosyo-kültürel faktörler de belirleyici olmaktadır. Aynı
zamanda bu faktörler kadın istihdamının sektör ve işteki statüsüne göre
dağılımını da etkilemektedir.
2. DÜNYADA KADIN İSTİHDAMINA BAKIŞ
2.1. Dünyada Kadınların İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik
Oranı
Kadınların işgücüne katılımı ve istihdamı temel sorunlardan biridir.
Dünya’da 1990 yılında toplam kadın işgücü 918.7 milyon, 2013 yılında
toplam kadın işgücü 1314.2 milyondur (, http://www.data.worldbank.org,
Erişim Tarihi: 24.05.2015). 1980’lerde ve 1990’larda kadınların emek
piyasasına katılımı dünya çapında önemli ölçüde büyümüştür (ILO,
2007:1). Son yirmi yılda ise, işgücüne katılma oranındaki büyüme durmuş
ve hatta bazı bölgelerde gerileme olmuştur. (ILO, 2007:1, UN-Women,
2015:68). 2013 yılı itibariyle dünya ölçeğinde çalışma yaşındaki kadınların
yüzde 50,2’si işgücüne katılırken, çalışma yaşındaki kadınların yüzde 47'si
istihdam edilmektedir. 1999 yılı ile karşılaştırıldığında kadınların işgücüne
katılımı ve istihdamında düşüş görülmektedir ve bu düşüşte küresel düzeyde
yaşanan ekonomik krizin etkisi vardır. Küresel kriz kadın işsizlik oranını da
etkilemiştir. Kadın işsizlik oranı düşüş eğilimine girmişken tekrar
yükselmeye başlamış (ILO, 2014:7) ve son üç yıldır küresel düzeyde kadın
işsizlik oranı yüzde 6,4 olarak gerçekleşmiştir. Dünyada tüm istihdamın
yüzde 40’ı kadındır. Bu oran son on yıldır değişmemiştir (ILO, 2010:3).
Tablo 1: Dünyada Kadın İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik
Oranı
1999 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013
İş Gücüne
Katılım
Oranı(%)
İstihdam
Oranı(%)
İşsizlik
Oranı(%)
50,2
51,8
51,3
51,0
50,7
50,4
50,3
50,3
48,3
48,4
48,0
47,4
47,1
47,1
47,0
6,8
5,8
5,9
6,5
6,5
6,4
6,4
Kaynak: ILO, Global Employment Trends, Geneva, 2014, s.90, 92, 94, ILO,
Women in Labour Markets: Measuring Progress and Identifying Challenges,
53
47,0
6,4
Geneva, March 2010, s. 89, http://www.data.worldbank.org, Erişim Tarihi:
24.05.2015.
Dünyada farklı bölgeler itibariyle kadınların işgücüne katılım, istihdam ve
işsizlik oranı tablo-2’ de görüldüğü gibi dengesizdir. Kadınların işgücüne
katılım oranının ve çalışma yaşındaki kadınların istihdamının özellikle,
Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya bölgelerinde düşük olduğu
gözlenmektedir. 2012 Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre,
Orta Doğuda ve Kuzey Afrika ülkelerinde kadınların işgücüne katılma
oranları yüzde 25’in, istihdam oranı yüzde 20’in altında iken, gelişmiş
ülkelerde işgücüne katılma oranı yüzde 52’in, istihdam oranı da yüzde 48,
üzerinde gerçekleşmiştir. Kadınların işgücüne katılımında ve istihdamında
ekonomik gelişme, iyi eğitim, düşük doğurganlık oranı, işgücü tasarrufu
sağlayan ev aletleri teknolojisindeki gelişmeler vb. faktörlerin yanında çeşitli
bölgesel spesifik faktörlerde etkili olmaktadır. Örneğin, Orta ve Güneydoğu
Avrupa’da kadınların işgücüne katılımındaki artışta piyasa ekonomisine
geçişte kurumsal değişikler etkili olmuştur. Ortadoğu ve Kuzey Afrika
ülkelerinde kadınların işgücüne katılımını geleneksel sosyal normlar negatif
etkilemektedir. Latin Amerika ve Karayip’lerde kadınların işgücüne katılım
oranı beşeri sermaye birikiminin artması ile açıklanabilir. Sahra Altı Afrika
bölgesinde işgücüne katılım oranının yüksek olmasında sürekli ve yaygın
yoksulluk gibi negatif faktörlerin etkisi vardır ve ekonomik faaliyet bir
seçenek olmaktan çok zorunluluktur (ILO, 2012: 21).
54
Tablo 2: Dünyada Farklı Coğrafi Bölgeler İtibariyle Kadınların
İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik Oranı
İşgücüne Katılım
Oranı %
1999 2011 2012
İstihdam Oranı
%
1999 2011 2012
51,8
52,8
52,9
47,8
48,4
48,4
7,6
8,3
8,5
49,8
50,1
50,2
43,4
46,0
46,4
12,8
8,2
7,7
Doğu Asya
69,9
63,0
63,2
67,2
60,8
60,9
3,9
3,6
3,6
Güneydoğu
Asya ve
Pasifik
58,0
59,1
59,2
55,0
56,4
56,6
5,1
4,6
4,3
Güney Asya
34,3
31,0
30,4
32,7
29,5
29,0
4,6
4,8
4,7
Latin
Amerika ve
Karayipler
46,6
53,1
53,5
41,6
48,6
49,1
10,8
8,4
8,2
Ortadoğu
22,6
18,5
18,7
19,3
14,6
14,7
14,4
21,3
21,4
26,6
23,7
23,8
21,8
18,8
18,8
18,2
20,6
21,2
60,4
64,8
64,9
55,1
59,4
59,5
8,9
8,4
8,3
Bölgeler
Gelişmiş
Ekonomiler
ve AB
Orta ve
Güneydoğu
Avrupa (AB
Dışı) ve
Bağımsız
Dev. Top.
Kuzey
Afrika
Sahra Altı
Afrika
İşsizlik Oranı
%
1999 2011 201
2
Kaynak: ILO, Global Employment Trends, Geneva, 2014, s.90, 92, 94,
ILO, Women in
Labour Markets: Measuring Progress and Identifying Challenges, Geneva,
2010, s. 89-90.
AB-28’de kadınların işgücüne katılım, istihdam ve işsizlik oranı ise tablo
3’de yer almaktadır. 2014 yılı verilerine göre kadınların işgücüne katılım
oranı yüzde 66,5, istihdam oranı yüzde 59,6 ve işsizlik oranı yüzde 10,4,
olarak gerçekleşmiştir.
55
Tablo 3: AB-28 Kadın İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik
Oranı
2003 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014
İş Gücüne
66,5
Katılım
61,0 63,6 64,1 64,4 64,8 65,5 66,0
Oranı(%)
İstihdam
59,6
54,9 58,8 58,3 58,2 58,4 58,6 58,8
Oranı(%)
İşsizlik
9,9
7,6
9,0
9,7
9,8
10,6 11,0 10,4
Oranı(%)
Kaynak: The EU in the world 2014 — a statistical portrait, eurostat,
Statistical books, s 66,
70, http://www.database.eruostat, Erişim Tarihi: 25.05.2015.
2013 yılı verilerine göre tablo 4’de görüldüğü gibi, OECD ülkelerinde
kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 62,6, istihdam oranı yüzde 57,5 ve
işsizlik oranı yüzde 8,1, olarak gerçekleşmiştir.
Tablo 4: OECD Kadın İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik Oranı
İşgücüne Katılım
İstihdam Oranı
İşsizlik Oranı
Oranı %
%
%
2003 2012 2013 2003 2012 2013 2003 2012 2013
59,5 62,3 62,6 55,1 57,2 57,5
7,3
8,2
8,1
OECD
Kaynak: OECD Employment Outlook 2014, OECD Publishing, s.267, 270,
272, http://www.
data.oecd.org, Erişim Tarihi:25.05.2015.
Kadınların işgücüne katılım ve İstihdam oranında AB-28 ve OECD
ortalaması, dünya ortalamasına göre yüksektir. Ancak kadın işsizlik oranına
bakıldığında, dünya ortalaması AB-28 ve OECD ortalamasına göre
düşüktür.
2.2. Dünyada Kadın İstihdamının Sektörlere ve İşteki Statüsüne
Göre Dağılımı
Sektörlere göre istihdamın sınıflandırılmasında temel ekonomik faaliyetin
yürütüldüğü yer önemlidir ve tarım, sanayi ve hizmetler üç ana ekonomik
sektördür. Dünya genelinde kadın istihdamının sektör bazında dağılımına
baktığımızda tablo 5’de görüldüğü gibi karşımıza iki önemli sektör olarak
56
tarım ve hizmetler sektörü çıkmaktadır. Dünyada, 1999 yılında tarım
sektöründe diğer sektörlere göre daha fazla kadın istihdam edilmekteyken,
2012 yılında hizmetler sektöründe daha fazla kadın istihdam edilmektedir.
2005 yılından bu yana küresel düzeyde tarım, kadın istihdamında ana sektör
olmaktan çıkmıştır (ILO, 2007:7). 2005 yılından önce kadınlara istihdam
yaratan tarım sektörü iken günümüzde hizmetler sektörüdür. Hizmetler
sektörünün gelişimi, kadınların istihdam olanaklarını yükseltmektedir. Her
ne kadar farklı bölgelerde farklı hızda olsa da istihdam düzeyi kadınlar için
hizmet sektöründe büyümeye devam etmektedir. 2012 yılında, toplam kadın
istihdamının yüzde 33,7’si tarım sektöründe, yüzde 17,2,’si sanayi
sektöründe ve yüzde 49,2’si hizmetler sektöründe yer almaktadır. Sosyo–
ekonomik yönden gelişmiş bölgelerde kadınlar daha çok hizmetler
sektöründe yoğunlaşırken gelişmekte olan bölgelerde ise kadınlar ağırlıklı
olarak tarım sektöründe yoğunlaşmaktadır. Tarım sektöründe yoğunlaşan
kadınlar çoğunlukla aile işlerinde ücretsiz ya da çok düşük ücretlerle
çalışmak zorunda kalmaktadır.
Tablo 5: Dünyada Kadın İstihdamının Sektörlere Göre Dağılımı
Yıllar
Tarım %
Sanayi %
Hizmetler %
43,2
15,1
41,7
1999
38,2
15,9
46,0
2007
37,7
15,7
46,6
2008
37,6
15,6
46,8
2009
36,4
16,0
47,5
2010
35,4
16,9
47,7
2011
33,7
17,2
49,2
2012
Kaynak: ILO, Global Employment Trends, Geneva, 2011, s.67, 2012,
s.98, 2013, s.140, 2014, s.96.
Ekonomik gelişmişlik seviyesi yükseldikçe kadınların tarım sektöründeki
istihdam payı azalıp, tarım dışı sektörlere kaymakta ve özellikle hizmetler
sektöründeki istihdam payı artmaktadır. Bu aşağıda tablo 6 ve 7’de AB ve
OECD ülkelerinde net bir şekilde görülmektedir. Hizmet sektörüne yönelim
tümüyle düzgün iş ve üretken istihdam anlamına gelmese de ve sanayi
sektörüne göre daha düşük verimliliğe sahip olma eğiliminde olsa bile
kadınlara tarım sektörüne göre daha iyi çalışma koşulları ve işsel düzeyde
gelişimleri için daha fazla fırsatlar sağlayabilir (IFC,www.ifc.org/wps/wcm/
connect/…/chapter9.pdf Erişim Tarihi: 20.05.2015).
57
Yıl
1999
Tablo 6: AB Kadın İstihdamının Sektörlere Göre Dağılımı
Tarım %
Sanayi %
Hizmetler %
7,4
17,0
75,2
2010
4,3
12,5
82,7
2011
4,1
12,5
82,8
4,2
12,7
83,0
2012
Kaynak: eurostat, Labour market statistics, Pocketbooks, 2011 edition,
s.32.
http://www.data.worldbank.org, Erişim Tarihi: 24.05.2015.
Tablo 7: OECD Kadın İstihdamının Sektörlere Göre Dağılımı
Yıl
Tarım %
Sanayi %
Hizmetler %
7,0
16,0
76,6
2000
2010
4,7
12,2
82,8
2011
4,5
12,3
83,2
2012
4,4
12,0
83,3
4,3
11,9
83,6
2013
Kaynak: OECD Week, Gender Equality in Education, Employment and
Entrepreneurship: Final Report to the MCM 2012, s.218, http://www.
data.oecd.org,
Erişim Tarihi:25.05.2015.
Öğrenim, mesleki eğitim, nitelikli istihdam gibi olanaklara daha az sahip
olmaları nedeniyle enformel sektörler kadınlar için az gelişmiş bölgelerde
önemli bir istihdam kaynağıdır ve düşük statü ve kötü çalışma koşulları
altında çalışmaktadırlar. Küresel düzeyde, kriz dönemlerinde kadınların
enformel sektörlere yönelmesinde artış olmaktadır. Bu kadınların aile
gelirine katkı amacıyla çalışma zorunluluğu duymalarıyla açıklanabilir. Bu
dönemlerde ülkeler düşük büyüme ve yüksek işsizlik oranları ile karşı
karşıya kalmaktadır. Yarı zamanlı çalışma ise daha çok gelişmiş ülkelerde
kadınlar için yaygın olarak kullanılan istihdam şeklidir (ITUC Report,
2011:9).
İşgücü piyasasında kadınların durumunu ve konumunu anlamada
istihdamdaki statülerine bakmak gerekir (The World’s Women, 2010: 84).
Kadın çalışanların istihdamdaki statüleri; ücretli ve maaşlı, işveren, kendi
hesabına çalışan, ücretsiz aile işçisine göre dağılımları incelendiğinde
aşağıda tablo 8’de görüldüğü gibi, küresel düzeyde kadın çalışanların
58
önemli bir bölümünün, yüzde 49,6’sının ücretli ve maaşlı statüsünde
çalıştığı görülmektedir. Ücretli iş maddi eşitliği sağlamada kadınlar
açısından önemli bir kaynak olabilir (UN-Women, 2015:68). Dünya
genelinde 1999’da ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların oranı, kendi
hesabına çalışan kadınların oranından fazla iken, 2012 yılında kendi
hesabına çalışan kadınların oranı (yüzde 28,2), ücretsiz aile işçisi olarak
çalışan kadınların oranından (yüzde 21,0) fazladır. Kendi hesabına çalışan
kadın oranının artmasında, yaşanan ekonomik krizlerin etkisinin yanında
kadınların kendi işini kurma konusunda cesaretlerinin artmasının da payı
vardır. Çoğunluğu resmi iş düzenlemelerinden ve dolayısıyla sosyal
güvenlik ve etkin sosyal diyalog mekanizmalarından yoksun biçimde
çalışmaktadır. Dünya genelinde işveren olarak çalışan kadınların oranı ise
yüzde 1,2’dir. Görüldüğü gibi kadınlar çeşitli nedenlerden dolayı işveren
konumunda yeterince yer alamamaktadır.
Tablo 8: Dünyada Kadın İstihdamının İş Statüsüne Göre Dağılımı
Yıllar
Ücretli ve
İşverenler % Kendi
Ücretsiz Aile
Maaşlı
Hesabına
İşçisi Olarak
Çalışanlar %
Çalışanlar % Çalışanlar %
42,9
1,1
25,2
30,8
1999
46,3
1,2
27,3
25,2
2007
47,7
1,2
27,5
23,6
2008
48,2
1,2
27,6
23,0
2009
48,2
1,2
28,0
22,6
2010
48,9
1,2
28,2
21,7
2011
49,6
1,2
28,2
21,0
2012
Kaynak: http://www.unescap.org/stat/data, Erişim Tarihi:24.05.2015.
Kadın istihdamının sektörel dağılımı kadın çalışanların statülerini
belirlemede önemli bir unsurdur. Çoğunlukla tarım sektörünün önemli yer
tuttuğu ülkelerde ücretsiz aile işçiliği kadın çalışanların yoğun olduğu statü
olmaktadır. Örneğin AB genelinde tarımın ekonomideki yeri az olduğundan
bu ülkelerde ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadınların oranı oldukça
düşüktür. Gelişmiş bölgelerde, gelişme ve sermaye birikimi kadınları büyük
ölçüde ücretli işgücüne çekerken, gelişmekte olan bölgelerde hem kentsel
hem de kırsal alanlarda kadınların çoğunluğu güvensiz, korumasız ve düşük
ücretli istihdamda yoğunlaşmaktadır(UN-Women, 2015:68). Az gelişmiş
bölgelerde özellikle kırsal kesimde kadın nüfusunun büyük çoğunluğu
tarımsal üretim ve küçük ev sanatları üretiminde ücretsiz aile işçisi olarak
çalışmaktadırlar. Tarım sektöründe ücretsiz aile işçisi olarak çalışan bu
59
kesim çoğu zaman işgücü istatistiklerine yansımamaktadır. Gelişmiş,
gelişmekte ve az gelişmiş ülkelerde uygulanan ekonomik ve sosyal
politikalarda kadınlar daha fazla dikkate alındığında daha güçlü ve daha
sürdürülebilir ve daha cinsiyet eşitliğinin olduğu ekonomilerin
oluşturulmasına katkıda bulunabilir (UN-Women, 2015:11).
3. TÜRKİYE’DE KADIN İSTİHDAMINA BAKIŞ
3.1. Türkiye’de Kadınların İşgücüne Katılım, İstihdam ve
İşsizlik Oranı
İşgücü piyasasında işgücü arzını ve buna bağlı olarak uzun dönemli
ekonomi politikalarını oluşturmada nüfus eğilimleri birincil değişkendir
(Sapancalı, 2000:16) . TÜİK verilerine göre 1927’de yüzde 51,9 (7milyon
84bin) olan kadın nüfusu, 2014’de yüzde 49,8’dir (38milyon 711bin) (TÜİK
Nüfus İstatistikleri, http://www.tuik.gov.tr, Erişim Tarihi:18.05.2015). Bu
oran ülke nüfusunun yarısını kapsamaktadır. 2013 yılında 15+yaş üstü
kurumsal olmayan çalışma çağındaki kadın nüfusu 28milyon 197bin, toplam
kadın işgücü 8milyon 674bin, istihdam edilen toplam kadın sayısı 7milyon
641 bin ve işgücüne dahil olmayan kadın nüfusu ise 19milyon 523bindir
(TÜİK İşgücü İstatistikleri Veri Tabanı, http://www.tuik.gov.tr, Erişim
Tarihi:18.05.2015). İşgücüne katılmayan kadın nüfusu oldukça yüksektir.
Tablo 9: Türkiye’de Kadın İşgücüne Katılım, İstihdam ve İşsizlik
Oranı
1999 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013
İş Gücüne
Katılım
30,0 23,6 24,5 26,0 27,6 28,8 29,5 30,8
Oranı(%)
İstihdam
27,7 21,0 21,6 22,3 24,0 25,6 26,3 27,1
Oranı(%)
İşsizlik
7,6
11,0 11,6 14,3 13,0 11,3 10,8 11,9
Oranı(%)
Kaynak: TÜİK İşgücü İstatistikleri Veri Tabanı, http://www.tuik.gov.tr,
Erişim Tarihi: 18.05.2015.
İşgücüne katılma oranı, bir ülkede çalışanlar ile işsizlerin oluşturduğu
işgücünün çalışma çağındaki nüfusa oranıdır. Türkiye’de 2013 yılında
kadınların işgücüne katılma oranı yüzde 30,8’dir. Türkiye’de kadınların
işgücüne katılım oranı son yıllarda artış eğilimine girmekle beraber 1999
60
yılı seviyesini ancak yakalamıştır. 2013 yılında işgücüne dahil olmayan
kadınların yüzde 58,7’si ev kadını, yüzde 11,4’ü öğrenci, yüzde 4,3’ü
emeklilerden oluşmaktadır (TÜİK-Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri 2013,
2014: 74). Türkiye’deki kadın işgücü potansiyelinin büyük bölümü
kullanılmamaktadır. Kadınların işgücüne katılmaları büyük oranda
Cumhuriyet’ten sonra başlamış ve 1955’lere kadar sürekli artmıştır.
Kadınların işgücüne katılımı ve istihdamı 1955’lerden sonra düşüş
göstermiştir. Bu düşüş ekonomide devam eden yapısal değişikliklerle yani
tarımdan, tarım dışı faaliyetlere dönüşümle açıklanabilir. Tarımda azalan
istihdamla yakından bağlantılıdır. Çünkü esas olarak tarımda yoğunlaşan
kadın emeği, tarımdaki istihdam daralmasına bağlı olarak işgücü dışına
çıkmaktadır (Toksöz, 2007:19). Ayrıca kentleşmeyle birlikte, kadınların
ücretsiz aile işçisi olarak yüksek katılımının olduğu kırsaldan göç etmesi ve
kente geldiğinde eğitim düzeyi düşük kadınların çoğunun karmaşık kültürel
ve ekonomik engellerle karşı karşıya kalmalarıdır. Ekonomik engeller temel
olarak mevcut belirsiz çalışma koşulları ile ilgili iken (kayıt dışı sektörde
çalışma olasılığının yüksekliği, düşük maaşlar, uzun çalışma saatleri,
parasal açıdan karşılanabilir çocuk bakım olanaklarının bulunmayışı)
kültürel engeller temel olarak kadınların çocuk bakımına ilişkin rolleri ve
kadınların evde oturmasına yönelik ailevi ve toplumsal taleplerle ilgilidir
(World Bank, 2009:18). Ekonomik belirsizliklerin olduğu sık sık krizlerin
yaşandığı durumlarda kadınların işgücü piyasasının dışında kalışlarını
açıklamada salt kültürel engellerin öne sürülmesi yetersiz kalabilmektedir,
kentsel ekonomik yaşamın kendisi ve bu yaşamın yapısal özellikleri ve
ülkenin genel ekonomik yapısı gibi ekonomik faktörlerde belirleyicidir
(Aksoy, 2006:54-55). Özetle, kadınların işgücüne katılımının önünde
sosyal, kültürel ve ekonomik olmak üzere birden fazla engel bulunmaktadır.
İşgücüne katılım oranının düşüş sebebi ne olursa olsun, bu oranın düşmesi
üretken toplumsal kesimin daralması anlamına gelmektedir (Akgeyik, 2004:
12) .
Ücretli–maaşlı, kendi hesabına, işveren ve ücretsiz aile işçisi olarak bir
ekonomik faaliyette bulunan 15 ve daha yukarı yaştaki kurumsal olmayan
tüm nüfusa istihdam edilen nüfus olarak baktığımızda, istihdam oranı
kadınlarda 2013’de yüzde 27,1’dir. Bu oran gelişmiş ülke oranlarının
oldukça gerisinde kalmaktadır. İşsizlik oranına baktığımızda ise, Türkiye
genelinde 2013 yılında kadın işsizlik oranı yüzde 11,9 olmuştur.
Kadınların işgücüne katılım, istihdam ve işsizlik oranları açısından
Türkiye, dünya ortalaması, çeşitli bölgeler ve AB-28 ülkeleri ile
kıyaslandığında, Türkiye’nin kadın işgücüne katılımı, istihdamı ve işsizliği
61
açısından kötü bir noktada olduğu görülmektedir. 2013 yılı itibariyle
Türkiye’de kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 30,8 iken dünya
ortalaması yüzde 50,2, AB ortalaması yüzde 66’dır. Türkiye’de kadınların
istihdam oranı yüzde 27,1 iken dünya ortalaması yüzde 47, AB ortalaması
yüzde 58,8’dir. Türkiye’de kadınların işsizlik oranı yüzde 11,9 iken dünya
ortalaması yüzde 6,4, AB ortalaması yüzde 11’dir. Türkiye, OECD ülkeleri
arasında da en düşük kadın işgücü katılım oranına sahip ülkedir. Ayrıca
kadınların işgücüne katılımı açısından Türkiye sadece gelişmiş Batı
ülkelerinin gerisinde değil, aynı zamanda hızla sanayileşen Asya ülkeleri ile
Latin Amerika ülkelerinin de gerisindedir. Kadın katılımı açısından Türkiye
daha çok Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerine yakın durmaktadır (ÇSGB,
Ulusal İstihdam Stratejisi Eylem Planı, 2010:1). Bu oranlar ülkemizde insan
kaynaklarından, kadın potansiyelinden yeterince yararlanılmadığını
göstermektedir.
3.2. Türkiye’de Kadın İstihdamının Sektörlere ve İşteki
Statüsüne Göre Dağılımı
İstihdamın sektörlere göre dağılımı bir ülkenin ekonomik gelişmişlik
derecesini gösteren önemli göstergelerden biridir. Gelişmiş ülkelerde,
ekonomik kalkınmaya bağlı olarak istihdamın sektörel dağılımında
değişmeler olduğu gözlenmektedir. Kalkınma ile birlikte sanayi ve
hizmetler sektöründe istihdam artarken, tarım sektöründe istihdam
azalmaktadır (Pınarcıoğlu, 2006:49).
Sektörlere göre kadın istihdamına baktığımızda, tarım sektöründe istihdam
edilenlerin 1995’de yüzde 71,2 olan payı azalarak 2013’de yüzde 37’ye
gerilemiştir. Hizmet sektörünün payı artış göstererek 1995’de yüzde
19,2’den, 2013’de yüzde 47,7’ye çıkmıştır. Bu durum, hem kentleşme
eğilimleri, hem de istihdamda hizmetler sektörünün büyüyen payının varlığı
ile uyumlu bir değişim eğilimi olarak yorumlanmalıdır. Kentlerde
kadınların istihdamları açısından en çok iş yaratan sektörün hizmet sektörü
olmakta olduğu rahatlıkla söylenebilir (TÜSİAD-KAGİDER, 2008: 134135). Hizmetler sektörü ilk defa 2009 yılında tarım sektöründen daha fazla
kadını istihdam etmiştir. Tarımsal nüfustaki düşüşe rağmen 2013’lerde
tarım sektörü hala toplam kadın istihdamının yüzde 37’sini içermeye devam
etmektedir. Tarımsal nüfus reel olarak azalırken kadınların halen öncelikle
tarım kesiminde çalışmaya devam ettikleri görülmektedir (ILO, 2002:12).
Bu bize tarım içi istihdamın önemini koruduğunu gösterir. Türkiye’de tarım
ve hizmetler sektöründe istihdam edilen kadın oranı dünya ortalamasına
nispeten yakın, gelişmiş ülkelere kıyasla tarım sektöründe istihdam edilen
62
kadın oranı hala çok yüksek, hizmetler sektöründe istihdam edilen kadın
oranı ise düşüktür. Toplam kadın istihdamının sanayi sektöründeki payı da
düşüktür. 2013 yılında yüzde 15,3’dür. Sanayi sektöründe anlamlı bir artış
yaşanmamıştır. Sanayi ve hizmet alanında kadının üretim faaliyetine
katılımı genel olarak ücretli işçilik şeklinde olmaktadır. Sanayi sektöründe
çalışan kadınlar arasında yoğunluğun imalat sektöründe, hizmetler
sektöründe çalışan kadınlar arasında yoğunluğun toplum hizmetleri ile
sosyal ve kişisel hizmetler alanında olduğu görülmektedir (Pınarcıoğlu,
2006:50-51).
Yıl
Tablo 10: Sektörlere Göre Kadın İstihdamı
Topla
Tarım Tarım Sanayi Sanayi Hizmetl
m
(Bin)
%
(Bin)
%
er
(Bin)
(Bin)
5.976
4.255
71,2
572
9,6 1.148
Hizmetl
er
%
19,2
1995
*
2.288
42,7
863
16,1 2.205
41,2
2007 5.356
2.354
42,1
879
15,7 2.362
42,2
2008 5.595
2.445
41,6
897
15,3 2.529
43,1
2009 5.871
2.724
42,4 1.022
15,9 2.679
41,7
2010 6.425
2.944
42,2 1.057
15,2 2.972
42,6
2011 6.973
2.872
39,3 1.088
14,9 3.349
45,8
2012 7.309
2.826
37,0 1.170
15,3 3.645
47,7
2013 7.641
Kaynak: TÜİK, Türkiye İstatistik Yıllığı, 2009, s.181, 2010, s.184, 2011,
s.171, 2013, s.185,*Gülay Toksöz, Türkiye’de Kadın İstihdamının Durumu,
Ankara, Uluslararası Çalışma Örgütü, 2007, s. 27.
İşgücünün statü itibariyle dağılımında o ülke veya bölgenin içinde
bulunduğu sosyal ve ekonomik gelişme düzeyinin belirgin özelliklerini
görebilmek mümkündür. Bir ülke veya bölgedeki işgücünün statüsü
itibariyle dağılımına bakılarak o ülke veya bölgenin gelişmiş veya
gelişmemiş olduğuna karar verebilmek mümkündür (Murat, 2007:270).
Kadınların istihdamdaki statülerine; ücretli ve maaşlı, işveren, kendi
hesabına çalışan, ücretsiz aile işçisi olma durumuna göre dağılımları
incelendiğinde önemli bir bölümünün ücretli ve maaşlı statüsünde çalıştığı
görülmektedir. Kadınların ücretsiz aile işçiliği konumları hala yüksek bir
oranda sürmektedir. Bununla birlikte bu kadınların ezici bir çoğunluğunun
çalıştığı tarım sektörünün istihdamdaki azalan payı, ücretsiz aile işçiliğinde
de önemli düşüş meydana getirmiştir. Ücretli istihdam, düzenli bir gelir ve
63
öngörülebilir bir çalışma takvimi sunmaktadır. Buna karşın kendi hesabına
çalışma veya işveren olma, bazı esneklikler taşımasına rağmen, ciddi
boyutlarda zaman, enerji ve finansal kaynak yatırımını gerektirir (KSGM,
1999:12). Ücretsiz aile işçiliği kırsal yerleşim alanlarında oldukça yaygın
iken, kentsel emek piyasalarında düşük oranlarda görülmektedir.
Tablo 11’de görüldüğü gibi, 1995 yılında kadınların yüzde 26’sı ücretli ve
maaşlı çalışmakta iken bu oran 2013 yılında yüzde 56,6’ya yükselmiştir.
2013 yılında ülkemizde kadın çalışanların yarısından fazlasının ücretli ve
maaşlı çalıştığı görülmektedir. İkinci sırada yer alan grup ücretsiz aile işçisi
olarak çalışanlar olmaktadır.1995 yılında yüzde 65 ile birinci sırada yer
almaktayken zaman içinde azalarak 2013’de yüzde 31,4 olmuştur.
Kadınların ücretsiz aile işçisi statüsü altında en yoğun olarak çalıştıkları
yerleşim yeri kırsal alanlardır. 2013 yılında kendi hesabına çalışan
kadınların oranı yüzde 10,8, işveren olarak çalışan kadınların oranı yüzde
1,2’dir. İşveren+kendi hesabına çalışanların oranı yüzde 12’dir. Bu oranlar
ülkemizde istihdamdaki kadınlar içinde kadın girişimcilerin payının çok
fazla olmadığını göstermektedir.
Tablo 11: İş Statüsüne Göre Kadın İstihdamı
200
200
200
201
201
201
1995
7
8
9
0
1
2
Ücretli ve
1.55 2.80 2.97 2.99 3.26 3.59 3.96
Maaşlı(Bin)
1
9
5
9
0
9
7
%
26,0 52,5 53,2 51,1 50,7 51,6 54,3
Yıllar
201
3
4.32
2
56,6
İşverenler(Bin)
40
75
77
78
83
87
94
94
%
0,7
1,4
1,4
1,3
1,3
1,2
1,3
1,2
Kendi
Hesabına
Çalışan(Bin)
494
617
616
749
822
816
788
822
%
Ücretsiz Aile
İşçisi(Bin)
%
Toplam
8,3
11,5 11,0
3.87 1.85 1.92
5
5
7
65,0 34,6 34,4
5.95 5.35 5.59
8
6
5
Kaynak: TÜİK, 1923-2009 İstatistik
İstatistik
Yıllığı 2011, s.171, 2013, s.185.
64
12,8 12,8 11,7 10,8 10,8
2.04 2.26 2.47 2.46 2.40
5
0
2
0
3
34,8 35,2 35,5 33,6 31,4
5.87 6.42 6.97 7.30 7.64
1
5
3
9
1
Göstergeler, s.142, TÜİK, Türkiye
Kadınların işteki statüsüne göre dağılımı dünya ortalaması ile
kıyaslandığında, 2012 yılı itibariyle ücretli ve maaşlı çalışan kadın oranı
Türkiye’de yüzde 54,3, dünya ortalaması yüzde 49,6, işveren kadın oranı
Türkiye’de yüzde 1,3, dünya ortalaması yüzde 1,2, kendi hesabına çalışan
kadın oranı Türkiye’de yüzde 10,8, dünya ortalaması yüzde 28,2, ücretsiz
aile işçisi olarak çalışan kadın oranı Türkiye’de yüzde 33,6, dünya
ortalaması yüzde 21’dir. Görüldüğü üzere Türkiye’de ücretli ve maaşlı ve
ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadın oranı dünya ortalamasından yüksek,
kendi hesabına çalışan kadın oranı dünya ortalamasından düşük, işveren
kadın oranı dünya ortalaması ile aynı seviyededir.
65
Tablo 12: İşteki Statüsüne Göre Tarım ve Tarım Dışında
Yıllar
Tarım
2006
2007
2008
2009
2010
2011
2012
2013
Ücretli ve
Maaşlı
(Bin)
156
147
170
173
219
238
213
218
%
6,8
10
0,4
434
6,4
9
0,4
435
7,2
14
0,6
400
7,1
7
0,3
408
8,0
10
0,4
426
8,1
8
0,3
434
7,4
8
0,3
413
7,7
5
0,2
406
18,9
1.695
19,0
1.697
17,0
1.770
16,7
1.857
15,6
2.070
14,7
2.26
5
14,4
2.238
14,4
2.197
73,9
2.295
74,2
2.288
75,2
2.354
75,9
2.445
76,0
2.724
76,9
2.94
5
77,9
2.872
77,7
2.826
Ücretli ve
Maaşlı(Bin)
2.515
2.663
2.805
2.826
3.041
3.753
4.104
%
84,9
59
2,0
225
86,8
66
2,2
182
86,5
64
2,0
216
82,5
70
2,0
342
82,2
73
2,0
397
3.36
1
83,4
79
2,0
381
84,6
86
1,9
376
85,2
89
1,9
416
7,6
164
5,9
157
6,7
157
10,0
188
10,7
190
9,5
207
8,5
222
8,6
206
5,5
2.964
5,1
3.068
4,8
3.242
5,5
3.426
5,1
3.701
5,1
4.02
8
5,0
4.437
4,3
4.815
İşveren(Bin)
%
Kendi Hes.
Çalışan(Bin)
%
Ücretsiz
Aile
İşçisi(Bin)
%
Toplam
Tarım
Dışı
İşveren(Bin)
%
Kendi Hes.
Çalışan(Bin)
%
Ücretsiz
Aile
İşçisi(Bin)
%
Toplam
İstihdam
Edilen Kadın
Kaynak: TÜİK, İstatistiklerle Kadın, 2011, s.96, TÜİK, Toplumsal
Cinsiyet İstatistikleri
2013, s.87.
2013 yılında kadınların iş statüsüne tarım ve tarım dışı şeklinde
baktığımızda, tarımda, kadınların yüzde 77,7’si, dörtte üçünden fazlası
ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Tarımda çalışan kadınların ancak
66
yüzde 7,7’si ücretli çalışmaktadır. Tarım dışında ise kadınların yüzde
85,2’sinin ücretli ve yüzde 4,3’ünün ücretsiz aile işçisi olarak çalıştıkları
görülmektedir. Tarımda, kadınların ezici çoğunluğu ücretsiz aile işçisi
olarak çalışırken, tarım dışı alanda kadınların ezici çoğunluğu ücretli
çalışmaktadır. Tarım dışı alanda çalışan kadınların yüzde 1,9’u işveren
olarak, yüzde 8,6’sı kendi hesabına çalışmaktadır. Tarımda çalışan
kadınların yüzde 0,2’si işveren ve yüzde 14,4’ü kendi hesabına
çalışmaktadır. Kadın istihdamını artırmada önemli bir uygulama olan kadın
girişimcilerin sayısı ve istihdama katkısı ülkemizde hem tarımda hem de
tarım dışında pek de önemli boyutlarda görünmemektedir. Girişimcilik, yeni
iş imkanlarının yaratılması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle
yeni iş yaratma girişiminde olan kadınlar teşvik edilmelidir.
4. SONUÇ
Dünya genelinde kadın istihdamının sektör bazında dağılımına baktığımızda
karşımıza iki önemli sektör olarak tarım ve hizmetler sektörü çıkmaktadır.
2005 yılından bu yana küresel düzeyde tarım, kadın istihdamında ana sektör
olmaktan çıkmıştır. Günümüzde hizmetler sektöründe daha fazla kadın
istihdam edilmektedir. Gelişmiş ülkeler nitelikli kadın iş gücünün halen en
yoğun olduğu ülkelerdir ve bu ülkelerde kadın iş gücünün önemli bir
bölümü hizmet ve sanayi sektöründe yer almaktadır. Gelişmekte olan
ülkelerde ise kadınların büyük çoğunluğu tarım sektöründe
yoğunlaşmaktadır. Çalışan kadınların işteki durumuna bakıldığında ise
önemli bir bölümünün ücretli ve maaşlı statüsünde çalıştığı görülmektedir.
Küresel düzeyde kendi hesabına çalışan kadınların oranı, ücretsiz aile işçisi
olarak çalışan kadınların oranından fazladır. İşveren olarak çalışan
kadınların oranı ise küresel düzeyde çok düşüktür. Kadın işgücünün ve
istihdamının artması ve bunun yanında özellikle üretici, işveren, kendi
işinin sahibi kadın sayısının artmasında ülkelerin uygulayacağı pozitif
politikaların etkisi olacaktır. Kadınlara finansal, eğitimsel, sosyal ve
kültürel alanda yapılacak yatırımın her yerde tam ve üretken ekonomik
potansiyellerine ulaşmaya yardımı olacaktır ve ulusal, bölgesel, küresel
düzeyde ekonomik gelişmeye katkı sağlayacaktır.
Üretken ve huzurlu bir toplum yaratılmasında kadın istihdamının önemi
küçümsenemez. Ülkemizde kadınların işgücüne katılmalarının ve kadın
istihdamının ulusal ekonomi için önemi kabul görmeye başlamasına rağmen
halen istenilen düzeye ulaşılamamıştır. Gelişmiş ülkelere kıyasla tarım
sektöründe istihdam edilen kadın oranı hala çok yüksek, hizmetler
sektöründe istihdam edilen kadın oranı ise düşüktür. Kadınların
67
istihdamdaki statülerine göre dağılımı incelendiğinde önemli bir bölümünün
ücretli ve maaşlı statüsünde çalıştığı görülmektedir ama kadınların ücretsiz
aile işçiliği konumları hala yüksek bir oranda sürmektedir. Türkiye’de
ücretli ve maaşlı ve ücretsiz aile işçisi olarak çalışan kadın oranı dünya
ortalamasından yüksek, kendi hesabına çalışan kadın oranı dünya
ortalamasından düşük, işveren kadın oranı dünya ortalaması ile aynı
seviyededir.
Kadının işgücüne ve üretime katılımı, ülkenin kalkınması açısından olmazsa
olmaz gereklerden biridir. Türkiye’de kadının işgücü piyasasına girişini
sağlayacak koşullar oluşturulamadığından, çalışma yaşamında kadınlar
yeterli oranda yer alamamaktadır. Daha fazla kadını işgücü piyasasına
çekmek ve rekabet edebilmelerini sağlamanın ilk adımı ülkenin her yerinde
kadınlara, erkeklerle eşit eğitim erişimi ve fırsat eşitliği sağlanmasıdır.
Özetle, Türkiye’de ekonomik ve sosyal politikaların merkezinde kadınların
işgücüne katılımının ve istihdamının arttırılması yer almalıdır.
KAYNAKÇA
Akgeyik, T. (2004). Türkiye’de İşsizlik ve İstihdam Politikaları, İktisat
Fakültesi Mecmuası, Cilt 54, Sayı 2, İstanbul.
Aksoy, C. (2006). İstanbul Teşvikiye Mahallesindeki Çalışan Kadınların ve
Ev Kadınlarının Aile Yaşantılarının Karşılaştırmalı Olarak Sosyal
Antropolojik Açıdan İncelenmesi,’’ Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Antropoloji (Sosyal Antropoloji) Anabilim Dalı, Yüksek Lisans
Tezi, Ankara.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. (2010). Ulusal İstihdam Stratejisi
Eylem Planı: İstihdamda Dezavantajlı Grupların İşgücüne Katılımını
Artırmak.
Eurostat. (2014). The EU in the world 2014 — a statistical portrait,
eurostat, Statistical books, Belgium.
Eurostat. (2011). Labour market statistics, Pocketbooks, Belgium.
IFC.
www.ifc.org/wps/wcm/connect/.../chapter9.pdf,
Erişim
Tarihi:10.02.2015.
ILO. (2002). Türkiye’de Gezici ve Geçici Kadın Tarım İşçilerinin Çalışma
ve Yaşam Koşulları ve Sorunları, Ankara.
ILO. (2007). Global Employment Trends for Women Brief, Ref: 978-92-2120136-6[ISBN].
ILO. (2010). Women in Labour Markets: Measuring Progress and
Identifiying Challenges, Geneva.
ILO. (2011). Global Employment Trends, Geneva.
68
ILO. (2012). Global Employment Trends, Geneva.
ILO. (2013). Global Employment Trends, Geneva.
ILO. (2014). Global Employment Trends, Geneva.
ITUC. (2011). Living with Economic Insecurity: Women in Precarious
Work, ITUC Report.
KSGM. (1999). İşgücü Yetiştirme Kurslarının Kadın istihdamına Katkısı: İş
ve İşçi Bulma Kurumu İşgücü Yetiştirme ve Mesleki Rehabilitasyon
Hizmetlerinin Kadın İstihdamına Katkısı Açısından Değerlendirilmesi,
Ankara.
Murat, S. (2007). Dünden Bugüne İstanbul’un İşgücü ve İstihdam Yapısı,
İTO Yayını, Yayın No: 2007-73, İstanbul.
OECD. (2012). OECD Week, Gender Equality in Education, Employment
and Entrepreneurship: Final Report to the MCM 2012.
OECD. (2014). Employment Outlook 2014, OECD Publishing.
Pınarcıoğlu, Ş. N. (2006). Kentlerde Kadınların İşgücü ve İstihdama
Katılım Sorunları: İzmit Örneği, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli.
Sapancalı, F. (2000). Yeni Binyıla Girerken Türkiye’de İşgücü Piyasası,
Kamu-İş Dergisi, Cilt:6, Sayı:1.
Toksöz, G. (2007). Türkiye’de Kadın İstihdamının Durumu, Uluslararası
Çalışma Örgütü, Ankara.
TÜİK. (2010). İstatistik Göstergeler, 1923-2009, Yayın No: 3493, Ankara.
TÜİK. (2010). Türkiye İstatistik Yıllığı 2009, Yayın No:3436, Ankara.
TÜİK. (2011). Türkiye İstatistik Yıllığı 2010, Yayın No:3522, Ankara.
TÜİK. (2012). Türkiye İstatistik Yıllığı 2011, Yayın No:3665, Ankara.
TÜİK. (2012). İstatistiklerle Kadın 2011, Yayın No: 3660, Ankara.
TÜİK. (2014). Türkiye İstatistik Yıllığı 2013, Yayın No:4175, Ankara.
TÜİK (2014).Toplumsal Cinsiyet İstatistikleri 2013,Yayın No:4153,
Ankara.
TÜİK.
Nüfus
İstatistikleri,
http://www.tuik.gov.tr,
Erişim
Tarihi:11.02.2015.
TÜİK. İşgücü İstatistikleri Veri Tabanı, http://www.tuik.gov.tr, Erişim
Tarihi:11.02.2015.
TÜSİAD-KAGİDER. (2008). Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği:
Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri, Yayın No. Tüsiad-T/2008-07/468,
İstanbul.
United Nations. (2010). The World’s Women 2010, Trends and Statistics,
New York.
UN Women, (2015). Progress of the World’s Women 2015-2016,
Transforming Economies, Realizing Rights.
69
Word Bank. (2009). Türkiye’de Kadınların İşgücüne Katılımı: Eğilimler,
Belirleyici Faktörler ve Politika Çerçevesi.
http://www.database.eruostat, Erişim Tarihi: 25.05.2015.
http://www.data.oecd.org/, Erişim Tarihi:25.05.2015.
http://www.unescap.org/stat/data, Erişim Tarihi:07.02.2015.
http://www.data.worldbank.org, Erişim Tarihi: 24.05.2015.
70
THE ENVIRONMENTAL POLICY DECISION MAKING
PROCESS IN THE EU
Neriman HOCAOĞLU BAHADIR1
1
Öğr.Gör., Kırklareli Üniversitesi - Fen Edebiyat Fakültesi,
[email protected]
ÖZET
Avrupa Birliği'nin (AB) tarımdan ulaşıma pekçok farklı politika alanı
bulunmaktadır. Çevre AB'nin politika alanlarında biridir. Çevre politikası 1970li
yıllardan beri gelişmektedir. Bu politika lanı Avrupa Tek Senedi ile antlaşmalara
girmiştir. Daha sonraki antlaşmalarla yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu çalışmada,
sürecin zaman içerisinde nasıl ve ne yönde değiştiğini görmek için çevre politikasına
ilişkin karar alma ile ilgili düzenlemeler incelenmiştir. Bu değişikikleri görmek için
önce çevre politikası açıklanmış, daha sonra karar alma süreci değerlendirilmiş ve
son olarak kısa bir bir teorik bir değerlendirme yapılmıştır.
Anahta sözcükler: karar alma, çevre politikası, Avrupa Komisyon, Avrupa Devlet
ve Hükümet Başkanları Konseyi, Avrupa Parlamentosu
ABSTRACT
European Union (EU) has many different policy areas which differ from agriculture
to transport. Environment is one of the policy areas of the EU. The environmental
policy has developed since the 1970s. This policy area got treaty base with the
Single European Act. There were amendments with the treaties. The decision
making process was also amended with the treaties. In this paper amendments
related to environmental policy decision making has been analysed in order to see
how the process changed in time and in what way. To see this changes firstly the
environment policy is explained and then the decision making process is evaluated
and lastly a brief theoretical evaluation was given.
Key words: decision-making, environmental policy, the European Commission, the
European Council, the European Parliament
INTRODUCTION
European integration is a process which started with the European Coal and
Steel Community and evolved. At its beginning there were some policy
areas related to coal and steel community but in time, in line with the
71
requirements the policies got varied. The environmental policy is one of the
policy areas which came to the fore in the 1970s and it got treaty base with
the Single European Act (SEA). The SEA included the first environmental
decision making issues. The other treaties signed after this treaty amended
some of the provisions and the environmental policy evolved. The Lisbon
Treaty is the last treaty which includes amendments related to the decision
making in the environmental policy.
In this paper, decision-making changes related to environmental policy are
analysed. The argumentation of this paper is that the decision making in the
environmental policy area has changed and become more supranational. To
confirm this claim, the paper is composed of three titles and the changes
related to environmental decision making are given in time sequence.
In the first part, environmental policy is explained to form an introduction
and basis for the article. Then changes related to the decision making in the
environmental policy area in the European Union (EU) are analysed. In the
third part a brief theoretical evaluation of the decision making process is
given. And the last part is conclusion.
1. THE ENVIRONMENTAL POLICY
Since its foundation, the EU has changed and developed a lot. New policy
areas emerged with the needs of the developing union and the
environmental policy is one of these new emerging areas. It was not
mentioned in the Treaty of Rome. It was first mentioned in the Single
European Act (SEA) in 1987. But before the SEA, the 1 st Environmental
Action Programme (EAP) was drafted by the European Commission in
1973. After the 1st EAP six more EAPs have been adopted.
The 1st EAP lasted for three years from 1973 to 1976. The 1 st EAP included
actions related to prevention and reducing the noise and pollution,
enhancing life quality and environment and cooperation with international
organisations in dealing with environmental problems (Budak, 2000: 223).
These were the first goals of the environmental policy. After the 1 st EAP,
two more EAPs were adopted till 1987. The environmental policy became
one of the most growing policy areas between 1973 and 1985 as 120
directives, 27 decisions and 14 regulations were issued (Burchell and
Lightfoot, 2001:36). Surface Water Directive, Drinking Water Directive and
directive about the assessment of the effects of certain public and private
projects on the environment are some of the directives of that period. In
72
1987 European environmental policy gained legal treaty basis with the SEA
(europa.eu/legislation_summaries). Till gaining treaty basis, the EAPs
played important role in the development of the European environmental
policy.
After the SEA, three more EAPs were adopted. The EAPs were not legally
binding programmes (Bahr, 2010:75) at first but the 6th EAP arranged to be
legally binding and the European institutions are bound to it (Klane and
Albrecht, 2005:21). The 7th EAP entered into force in 2014 and the
priority areas are issues related with natural capitals, resource-efficient
economies and protecting the citizens from environment related pressures as
well as making cities sustainable and dealing with environment and climate
more efficiently (http://ec.europa.eu/environment/newprg/). The priority
areas in the 7th EAP may be a sign of development in the environmental
policy as the goals of the 1st EAP were just related with general problems
such as noise, pollution, life quality but the 7th EAP is more specific.
Environmental policy has many goals related to the environment which has
been set in different texts. The environmental goals which were set in the
Treaty of Lisbon (Article 191 TFEU) were;
"-preserving, protecting and improving the quality of the environment
- protecting human health;
- prudent and rational utilisation of natural resources
-promoting measures at international level to deal with regional or
worldwide environmental problems and in particular combating climate change”
(http://eur-lex.europa.eu)
These goals emerged in time in accordance with the new developments and
the needs of the EU. Like in the last EAP, combating with climate change
was also included in the Lisbon Treaty as a policy objective.
During the development process of the environmental policy some
principles were also set. Some of these principles were set in the EAPs and
some of them were set with the treaties. The key principles of the
environmental policy are the polluter pays principle, subsidiarity principle,
integration principle, the precautionary principle, correction (rectification)
at source, the sustainable development principle and relevant principles
(Seht and Ott, 2000). The principle of high level of environmental
protection can also be added to this list.
The polluter pays principle refers that the person or the company, which
caused the pollution, rather than the whole society, and the polluter should
pay to address the problems (Benson and Jordan, 2010a: 361). As Seht and
73
Ott states this principle “provides a direct incentive for potential polluters
not to pollute” (Seht and Ott, 2000: 12). So the principle aims to prevent
pollution by causing the polluter to pay.
The subsidiarity principle was first introduced in the environmental policy
area in the SEA in 1987 and then it was extended to other fields. This
principle aims to regulate the use of powers in the EU (Sadeleer, 2012: 2).
As it is stated in the European Parliament Fact Sheets the subsidiarity
principle has two aims. One of them is to allow the Community to act if a
problem cannot be adequately settled by the Member States and to protect
the Member States decision making capacity (www.europarl.europa.eu).
This principle gives Member States a right to decide in local level, more
close to citizens.
The environmental policy integration principle is also one of the principles
of the European environmental policy. Environmental policy integration
aims to provide environmental dimensions in other policy areas so in this
way environmental policy will be more integrated with other policy areas
and it will also serve to the sustainable development aims
(www.eea.europa.eu).
Another principle is the precautionary principle which “enables rapid
response in the face of a possible danger to human, animal or plant health,
or to protect the environment”(europa.eu/legislation_summaries). Here it is
important to be able to act rapidly without waiting to see the hazardous
results of any kind of disaster or damage.
Preventive action was first mentioned in the SEA and it refers to the
prevention of the harm. According to this principle it is stated that
“prevention is better than cure” (Home, 2007: 8). This includes early action
before the harm occurs so undesired results can be prevented.
The rectification at source principle’s early regulation can be seen in the
Council’s resolution on the 3rd EAP. There it was stated that the actions
should be taken in the area of pollution especially at the source (Kramer,
2003: 12). Here the aim can be both early action and preventing spread of
the pollution or the risk.
Another principle is sustainable development principle. This principle is
seen nearly in all policy areas and the aim of this principle is to “meet the
needs of the present without compromising the ability of future generations
74
to meet their own needs” (www.un-documents.net). So here the aim is to
meet the needs without putting the needs of the future in danger.
The last principle which is listed above is the high level of environmental
protection. With this principle it was aimed to provide high level of
protection. It was first mentioned in the SEA and it was included in Article
2 as an introductory principle (Mahmoudi, 4).
It is clear that all the principles of environmental policy of the EU aim to
protect the environment and prevent the possible environmental risks and
they also aim to progress the quality of the environment for better future.
2.
DECISION MAKING IN ENVIRONMENTAL POLICY
In this part decision making in environmental policy is analysed. Firstly the
evolution of the environmental policy and the decision making is given and
then the institutions which take part in environmental decision making
process are stated and lastly decision making in environmental policy is
briefly explained.
2.1.
THE EVOLUTION OF THE ENVIRONMENT POLICY
WITH THE TREATIES
As stated above, the SEA was the first treaty that had articles related to the
environment and it also included articles related to environmental decision
making and it gave a legal basis to the EU environmental policy. These
articles were 100a, 130r, 130s, 130t. Article 100a was related with
establishing the internal market. In establishing the internal market the
Council shall act by a qualified majority (Benson and Jordan, 2010a: 363).
Article 130r was related with the environmental goals of the EU. The
preventive action principle, rectification at source principle and polluters
pay principle were also stated in this article. There was also a reference to
the economic and social development of the Community which evokes
sustainable development. In the fourth paragraph of the same article
referred to at what level the actions related to the environment should be
taken. Here it was stated that the Community should take action when the
goals could be attained better. And lastly it was emphasized that there
should
be
a
cooperation
with
the
third
states.
(ec.europa.eu/economy_finance) This Article was stated under the
Environment Title so all paragraphs were related to environment.
75
Article 130s and 130t were shorter than the 130r. Both of them consist of
one paragraph. Article 130s was related with the decision-making of the
EU. Here the institutions which take part in decision making process were
listed. Article 130t gave permission to the Member States to take more
stringent protective measures (ec.europa.eu/economy_finance). So the
Member States, which want to set more stringent measures, were not
precluded.
The Maastricht Treaty provided further clarification in the environmental
policy of the EU (McCORMICK, 2004: 308). In Article 2 the task of the
EU was stated as;
"The Community shall have as its task, by establishing a common market and an
economic and monetary union and by implementing the common policies or
activities referred to in Articles 3 and 3a, to promote throughout the Community a
harmonious and balanced development of economic activities, sustainable and noninflationary growth respecting the environment, a high degree of convergence of
economic performance, a high level of employment and of social protection, the
raising of the standard of living and quality of life, and economic and social
cohesion and solidarity among Member States." (www.eurotreaties.com)
In this Article “sustainable and non-inflationary growth respecting the
environment” was given as a task. There were not many changes in Articles
130r, 130s and 130t in the Treaty but the Treaty extended the qualified
majority voting (QMV) to almost all areas (Benson and Jordan, 2010a:
363). This is one of the most important development in the context of
environmental policy in the Treaty as it shows that any Member State in the
Council would not have right to block a decision related to environment.
Another development that took place in the Treaty was the co-decision
procedure. With this new decision making procedure, the European
Parliament (EP) got power to veto draft legislation (Davies, 2013: 31).
Sustainable Development became one of the most important principles in
the Amsterdam Treaty and there were amendments related to it. There was
an amendment in the Maastricht Treaty’s preamble where sustainable
development was added as a principle which should be considered and there
were also amendments in the new articles 2 and 6 in the Amsterdam Treaty
(Mahmoudi, 2).
Another principle which was stated in the Amsterdam Treaty was
environmental policy integration principle which aimed integrating
environmental decisions with other EU policies. This principle was also
stated in the previous treaties but with a different wording, it became clearer
76
in the Amsterdam Treaty (Mahmoudi, 4). Here it is crucial to state that this
principle may lead the EU policies to be more environmental.
The Amsterdam Treaty also extended the QMV to almost all areas and
increased the power of the EP (Benson and Jordan, 2010a: 363). Each treaty
contributed the environmental decision making process of the EU. Deciding
by QMV in the Council is an important step which weakens the
intergovernmental structure of the Council.
There were also amendments in the Lisbon Treaty. Some of them were the
amendments related to the sustainable development in Article 3. According
to David Benson and Andrew Jordan these changes made the sustainable
development a specific policy goal in the EU’s external relations. They also
referred to changes related to environmental policy integration. The changes
which they stated about the environmental policy integration took place in
Article 11. They also stated that the Treaty would re-allocate some powers
such as civil protection, climate change, energy production and
consumption from Member States to the EU (Benson and Jordan, 2010b:
469). This can be evaluated as environmental policy is becoming more
supranational as the level of competence of the Member States will
diminish.
Article 192 gave the details for the decision making procedures. According
to Article 192(1);
“The European Parliament and the Council, acting in accordance with the ordinary
legislative procedure and after consulting the Economic and Social Committee and
the Committee of the Regions, shall decide what action is to be taken by the Union in
order to achieve the objectives referred to in Article 191.”(eur-lex.europa.eu)
Here the institutions which take part in the decision making process of the
EU were given.
Article 192(2) gave details of using unanimity in the Council. According to
this paragraph;
“ the Council acting unanimously in accordance with a special legislative procedure
and after consulting the European Parliament, the Economic and Social Committee
and the Committee of the Regions, shall adopt:
(a) provisions primarily of a fiscal nature;
(b) measures affecting:
— town and country planning,
— quantitative management of water resources or affecting, directly or indirectly,
the availability of those resources,
— land use, with the exception of waste management;
(c) measures significantly affecting a Member State’s choice between different
energy sources and the general structure of its energy supply.” (eur-lex.europa.eu)
77
Here it should be stated that there are still some issues that require
unanimous voting and these are the issues which Member States do not
want to leave the control. These issues can be seen as the symbols of
sovereign Member States. They still insist on acting on their own, deciding
on their own about these issues.
Article 193 allowed Member States to have stringent measures (eurlex.europa.eu). As stated in the SEA Article 130t this article gave permission
to the Member States to set more stringent environmental measures. But this
Article shows that the EU gets lightest measures which will be appropriate
for all the Member States. Deciding on common measures is difficult for a
union with 28 members which have different environmental problems,
interests and priorities. So not preventing stringent environmental measures
may be a sign of inefficient common environmental policy.
These all developments and amendments related to the environmental
policy and environmental decision making have formed more powerful,
more direct, more democratic more supranational environmental policy
within the Europe. The decision making procedure which is ordinary
legislative procedure (ex co-decision) provides both the Council and the EP
to take part in decision making process and this make this process more
democratic as the EP is included in the process. The principles define the
movement area of the environmental policy which becomes wider and more
powerful day by day. The extension of the QMV to many environmental
issues makes the environmental policy more supranational. But the
weaknesses such as meeting at the lowest level, till deciding on some
environmental issues by unanimous vote and giving the Member States
more power on environmental issues should also be remembered.
2.2 THE INSTITUTIONS OF THE ENVIRONMENT POLICY
In this part the EU institutions which take part in environmental decision
making process and some of the institutions which provides information and
source for decision making process are evaluated to see their contribution to
the process.
As stated before the main decision making procedure for the environmental
issues is ordinary legislative procedure in which the decisions are made
with both the EP and the Council. Neither of the institutions can make a
decision without the other's assent. Co-decision procedure was established
with the Maastricht Treaty and has had some changes with the treaties
78
(ec.europa.eu/codecision). The involvement of the EP in environmental
decision making is an important reform. Because the EP is the only
European institution elected democratically.
Decision-making bodies in the EU are; European Commission and the
Environment Directorate-General, the EP, the Council, Advisory
Committees such as the European Economic and Social Committee and the
Committee of the Regions, the European Court of Justice. There are also
some other institutions, which provide information and source, such as
European Environment Agency (EEA), European Investment Bank (EIB).
Each of these institutions are explained briefly under separate titles but the
Economic and Social Committee and the Committee of the Regions which
are the advisory committees are not explained as they do not take place
directly in the process.
2.2.1. The European Commission and the Directorate General
for the Environment
The Commission as an EU institution has the ‘right of initiative’. In other
words, it has right to draw up proposals for new EU legislation and after
drawing up a proposal it presents the proposal to the EP and the Council but
proposing new legislation is not the only responsibility of the Commission;
managing and implementing EU policies and the budget, representing the
EU and enforcing EU law are the other responsibilities of the Commission
(ec.europa.eu/archives).
The Commission has 40 directorate generals (DGs) and each of them is
responsible for a different policy area (ec.europa.eu/dgs). The DG
Environment is one of them. Karmenu Vella, who is a Maltese, became the
The European Commissioner for the Environment, Maritime Affairs and
Fisheries in 2014 for 5 years (ec.europa.eu).
As it is stated on its website the objective of the DG is “to protect, preserve
and improve the environment for present and future generations”
(ec.europa.eu/dgs). The DG has some responsibilities such as proposing
policies related to the environment, making sure that the Member States
apply EU environmental law, representing the EU at international meetings
such as the United Nations Convention on Biodiversity and financing
projects about environmental protection in the EU(ec.europa.eu/dgs).
79
So it can be stated that decision making process starts with the Commission.
The Commission is the institution which has right to initiate the process.
2.2.2. THE EUROPEAN PARLIAMENT
One of the institutions in ordinary legislative procedure is the EP. After the
adoption of the proposal, the proposal is forwarded to the Council and the
EP as the EP has equal right with the Council in ordinary legislative
procedure. After the EP gets the proposal the process starts within the EP.
Here the EP delivers a position at first reading. It is discussed and amended
within the relevant parliamentary committee. It is debated in plenary session
and adopted by a simple majority. There is no time limit for the EP’s
decision.( ec.europa.eu/codecision/).
The EP is a supranational body and it has 751 Members now
(www.europarl.europa.eu). The EP has 24 committees. Environment, Public
Health and Food Safety is one of its committees. It has 69 members. Its
chairman is Giovanni La Via (www.europarl.europa.eu).
It should be restated that the environmental decision making process got
more democratic status with the involvement of the EP in the process. As
the EP is the only elected institution of the EU and it represents the citizens
of the Union.
2.2.3. THE COUNCIL
Another institution of the environmental decision making process is the
Council. As stated above the adopted proposal is also sent to the Council
which shares legislative power in ordinary legislative procedure. It gives its
position on the basis of the Commission’s proposal, in the light of the EP’s
first reading and resultant amendments. ( ec.europa.eu/codecision/).
The Council is an intergovernmental institution. It is the legislative body of
the EU which shares this authority with the EP. The Council adopts
legislative acts, helps coordinate Member States' policies, develops the
common foreign and security policy, concludes international agreements on
behalf of the EU and adopts the EU's budget, together with the EP
(www.consilium.europa.eu).
The Council meetings of the different sectorial Councils take place only a
few times a year. There are both A- and B-items on the agenda of which
only the latter are under discussion becauseA-items are negotiated at the
80
level of Coreper and they need only the formal approval of ministers
(Andersen and Rasmussen, 1998: 586) so all the issues are not discussed in
the meetings. Coreper prepares some of the decisions and the Council
approve them.
The Council decides on most of the environmental issues by QMV. But
fiscal affairs, land-use planning, certain aspects of water resource
management and the selection of energy sources are not decided by QMV
as stated in the Lisbon Treaty (Benson and Jordan, 2010b: 472). It is a
widely held view that decision-making by QMV will allow the Council to
speed up the pace of decision-making, as no individual Member State will
be able to hold up decisions (Andersen and Rasmussen, 1998: 586).
2.2.4. THE EUROPEAN COURT OF JUSTICE
The European Court of Justice (ECJ) gives rulings on cases brought before
it. It had an important role in early environmental decision making process.
It adjudicated some Treaty games and often resolved them in favour of the
Commission. It had a crucial role “in establishing the legal importance of
EU environmental policy via rulings on the direct effect of ruling.” (Benson
and Jordan, 2010a: 363).
As there was not any treaty provisions related to the environment, the ECJ
got an important duty. But in time the environmental issues got into the
treaties and it may be stated that the ECJ lost its previous importance.
2.2.5. EUROPEAN ENVIRONMENT AGENCY
In environmental decision making process the EEA is one of the institutions
that provides information. It is an agency of the EU and as it is stated on the
webpage it is “a major information source for those involved in developing,
adopting, implementing and evaluating environmental policy, and also the
general public” (www.eea.europa.eu).
The EEA started to work in 1994 with a regulation and the same regulation
also established the European Environment Information and Observation
Network (EIONET) (www.eea.europa.eu). It serves the EU as an
information source.
81
2.2.6. EUROPEAN INVESTMENT BANK
The EIB is another institution which can be referred in the environmental
policy area. It is not directly involved in the environmental decision making
but it provides source for this policy area. It is the EU Bank which
represents the interests of the Member States. The EIB's role is to provide
finance and expertise for the investment projects. It also supports the EU's
policy objectives in some areas.The EIB works with the EP and the other
EU institutions. (www.eib.org)
The EIB had an initiative which was called the European Principles for the
Environment (EPE). A declaration on EPE was signed in 2006 and it was
stated that the signatories of the Declaration have responsibilities to protect
and improve the environment in the interest of sustainable development and
it was added that they aim to promote the best practices in the fields of
environment management, transparency, public consultation and reporting
(www.eib.org). As it can be seen this initiative also aims to provide
environmental protection and sustainable development.
3.
THEORETICAL EVALUATION OF THE DECISIONMAKING IN THE ENVIRONMENTAL POLICY
In this part, it is evaluated whether the decision-making in the
environmental policy has intergovernmental or supranational features and
the theoretical evolution was also analysed.
When the environmental decision making process is analysed it cannot be
stated that the process is completely intergovernmental or completely
supranational. But there have been changes in time and it can be stated that
these changes, developments show that there has been a tendency towards
supranational approach.
Adriaan Schout and Sarah Wolff associated supranationalism with the
elements of the previous Community method such as hierarchical political
control by the EP and Council, depoliticised policy input from the
Commission and politicised negotiations between the co-legislators (Schout
and Wolff, 2010: 8). They stated that intergovernmentalism is “based on
unanimity voting and hierarchical control by national governments.”
(Schout and Wolff, 2010: 8). This shows that environmental decisionmaking both has intergovernmental and supranational features because there
82
are still some environmental issues which are decided by unanimity in the
Council but it is also should not be forgotten that the unanimity voting is
limited to some specific issues such as fiscal issues and the usage of QMV
in the Council for environmental issues have been expanded. This can be a
sign of shift from intergovernmentalism to supranationalism.
According to Weale, DG Environment learnt to exploit opportunities and
colonize institutional niches and when they appeared and he gave this as an
example of the Monnet’s neo-functionalist method of integrating by stealth
(Benson and Jordan, 2010a: 365). The environmental decision-making
process in the EU has had more supranational features in time. As
environmental issues are decided by ordinary legislative procedure and both
the Council (intergovernmental institution) and the EP (supranational
institution) take part in this process. Deciding on environmental issues by
QMV rather than unanimous voting in the Council indicates that the process
is getting more flexible. And this is also an indicator of leaving
intergovernmental roots.
As stated in “Cases and Materials in EU Law” the decision-making in the
EU has supranational elements such as the role of the Commission,
ordinary legislative procedure rights of the EP and QMV in the Council, but
important issues such as fiscal issues are decided by unanimity and this is
the point which makes difficult to decide if the EU decision making is
supranational or intergovernmental (Weatherill, 2007: 676). It is same for
the environmental decision making. Here it cannot be stated that the
decision making is completely supranational or intergovernmental. But it is
important to be aware of the shift from intergovernmentalism to
supranationalism in the environmental decision making.
CONCLUSION
In this paper, the environmental policy and the decision making process in
the environmental policy is evaluated. In the first part of the paper, the
environmental policy which is a recent policy area in the EU is explained
briefly to form the basis of the paper. In the second part, the evolution of the
environmental policy and the environmental decision making process are
evaluated to see how and in what way the policy itself and the decision
making process changed. Here also most of the institutions which take part
in the decision making process are given separately. And the last part is the
theoretical evaluation of the environmental decision making process.
83
As a recent policy, the environmental policy has evolved since its first
appearance in the EAPs. It had treaty base with the SEA and each new
treaty added something to its development. The Lisbon Treaty followed the
Maastricht, Amsterdam and Nice treaties in making successively small
changes to the environmental acquis communautaire. After all,
environmental policy has established itself as an area of EU competence.
In the decision making of environmental policy there has been a shift away
from voting by unanimity to majority voting. It should be also stated that
making-decisions by ordinary legislative procedure is an important point as
both the Council and the EP take part in this process. This makes the
process more democratic.
In time the process has become more democratic, more powerful, and more
supranational. The ordinary legislative procedure which is the decision
making procedure, the principles and the extension of the QMV to many
environmental issues contributed to the process but there are still issues to
be changed to contribute more to the process.
REFERENCES
Andersen, M. S. and L. N. Rasmussen. "The Making of Environmental Policy in the
European Council", JCMS, Vol:36, No:4, 1998.
Bahr, H., (2010). "The Politics of Means and Ends: Policy Instruments in the
European Union", Ashgate Publishing Limited, England.
Benson, D. and A. Jordan, (2010a). “Environmental Policy”, Michelle Cini and
Perez Nieves - Borraggan Solorzano (ed.), European Union Politics ,Oxford
University Press, New York.
Benson, D. and A. Jordan. "European Union Environmental Policy after the Lisbon
Treaty: plus ça change, plus c’est la meme chose?", Environmental Politics, Vol:19,
No:3, (2010b).
Budak, S., (2000). "Avrupa Birliği ve Türk Çevre Politikası", Büke Yayınları,
Istanbul.
Burchell, J. and S. Lightfoot, (2001). "The Greening of the European Union?",
Sheffield Academic Press, London.
Davies, K., (2013). "Understanding European Union Law", Routledge, p.31, Oxon.
Home, R., (2007) "A Short Guide to European Environmental Law, Papers in Land
Management",
No:
4,
http://www.anglia.ac.uk/ruskin/en/home/faculties/alss/deps/law/staff0/home.Mainco
ntent.0010.file.tmp/No4-IntroEurEnvLaw.pdf, 28.05.2012.
Klane, C. and E. Albrecht., (2005) “Purpose and Background of the European SEA
Directive”, Michael Schmidt, Eike Albrecht (eds)., Implementing Strategic
Environmental Assessment, Springer, Germany.
84
Kramer, L., (2003). "The Genesis of EC Environmental Principles, Research Papers
in Law", www.coleurope.eu/.../ResearchPaper_7_2003_Kramer.pdf, 28.05.2012.
Mahmoudi, S. "Protection of European Environment After the Amsterdam",
http://www.scandinavianlaw.se/pdf/39-8.pdf (28.05.2012).
McCORMICK, J., (2004). éThe European Union Politics and Policies: Agricultural
and Environmental Policy", Fourth Edition, Westview Press, United States of
America.
Sadeleer, N. de., (2012). "Principle of Subsidiarity and the EU Environmental
Policy",
JEEPL,
No:
9.1,
http://www.desadeleer.eu/uploads/papers/JEEP_009_01_DeSadeleer-1.pdf
(27.05.2012).
Seht, H. von and H. E. Ott, (2000). "EU Environmental Principles:Implementation
in
Germany",
Wuppertal
Papers,
No:105,
http://epub.wupperinst.org/files/1077/WP105.pdf, 27.05.2012.
Weatherill, S., (2007). "Cases and Materials on EU Law", Oxford University Press,
United States.
Internet:
CONSILIUM,
The
Council
of
the
European
Union,
http://www.consilium.europa.eu/council?lang=en, 14.04.2015.
Europa, Codecision, http://ec.europa.eu/codecision/stepbystep/text/index_en.htm,
29.04.2012.
Europa,
Environment,
http://europa.eu/legislation_summaries/institutional_affairs/treaties/amsterdam_treat
y/a15000_en.htm, 21.05.2015.
Europa,
Environment
Directorate-General,
http://ec.europa.eu/dgs/environment/index_en.htm 01.05.2015.
Europa, How the European Union Works: Your Guide to the EU Institutions,
http://ec.europa.eu/archives/publications/booklets/eu_glance/68/en.pdf, 19.05.2015.
Europa,
The
Precautionary
Principle,
http://europa.eu/legislation_summaries/consumers/consumer_safety/l32042_en.htm,
18.05.2015.
European
Commission,
Roadmap,
http://ec.europa.eu/governance/impact/planned_ia/docs/2012_env_013_7th_environ
mental_action_programme_en.pdf, 27.05.2012.
European Commission, The Co-Decision or Ordinary Legislative Procedure,
http://ec.europa.eu/codecision/procedure/index_en.htm, 28.05.2012.
European Environment Agency, Environmental policy integration in Europe - the
role of administrations, http://www.eea.europa.eu/highlights/Ann1120649962,
28.04.2015.
European Environment Agency, Who we are, http://www.eea.europa.eu/about-us,
29.04.2015.
European Investment Bank, EIB at a Glance, http://www.eib.org/about/index.htm,
29.05.2015.
85
European Investment Bank, Declaration on the European Principles for the
Environment
(EPE),
http://www.eib.org/infocentre/publications/all/europeanprinciples-for-the-environment.htm, 29.05.2015.
European Parliament, Environment, Public Health and Food Safety,
http://www.europarl.europa.eu/committees/en/envi/home.html, 29.05.2015.
European Parliament, MEPs, http://www.europarl.europa.eu/meps/en/map.html,
29.05.2015.
European Parliament, European Parliament Fact Sheets: The Principle of
Subsidiarity,
http://www.europarl.europa.eu/aboutparliament/en/displayFtu.html?ftuId=FTU_1.2.
2.html, 27.05.2015.
EUROTREATIES,
The
Maastricht
Treaty,http://www.eurotreaties.com/maastrichtec.pdf, 28.05.2015.
Official Journal of the European Union, Consolidated Versions of the Treaty on
European Union and The Treaty on the Functioning of the European Union, (2010/C
83/01),
http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:2010:083:FULL:EN:PDF,
27.05.2015.
UN, Our Common Future, Chapter 2: Towards Sustainable Development,
http://www.un-documents.net/ocf-02.htm#I, 28.05.2015.
86
SİNEMA’DA SANATIN İFLASI: PROPAGANDA
SİNEMASI
1
Mehmet Utku ŞENTÜRK
Maltepe Üniversitesi İletişim Bilimleri Doktora Öğrencisi, [email protected]
1
PROPAGANDA NEDİR?
Propaganda özünde bir iletişim ve halkla ilişkiler sürecidir. Bu süreçlerin de
özünde bir ikna çabası olmasını, amaçlarını ve metotlarını göz önünde
bulundurduğumuzda, bizi propagandanın bir gizli ikna süreci olması
sonucuna çıkarabilir. Propagandanın pek çok tanımı olabilir. Ancak
hepsinin birleştiği ortak nokta, propagandanın bir grubun çıkarlarını
destekleyen, bilerek çarpıtılmış ya da saptırılmış bilgi anlamına
gelmesidir.
Propaganda; bir topluluğun düşüncelerini, duygularını davranışlarını, tavır
ve hareketlerini etki altında tutmak ve onları değiştirmek amacıyla
yayınlanan bilgi, belge, doktrin ve görüşlerdir.
Halkın bir konu veya olayla ilgili görüşlerini değiştirmeyi amaçlarlar. Zaten
inanan insanlara onlara inançlarını destekleyecek yanlış bilgi vermeyi de
içerir. (Asıl hedef zaten inanmaya meyilli olanlardır. Çünkü tutum
değiştirmek, tutumu güçlendirmekten çok daha zordur.) Propagandayı diğer
iletişim ve ikna çabalarından ayıran en temel özellikleri ise tek yönlü bir
iletişim süreci olması ve kandırma ve kafa karıştırmanın araç olarak
kullanılmasıdır.
PROPAGANDA SİNEMASINA KISA BİR BAKIŞ
Sinemanın varoluşundan beri beyaz perde politik, ideolojik veya kültürel bir
propaganda aracı olmaktan kendini kurtaramadı.
Sinemanın bir sanat dalı olduğunu düşünecek olursak, propagandanın bir
sanat dalına sirayet etmesi etik açıdan uygun değildir. Sanatın ruhuna ve
biçimselliğine ters bir olgudur. Günümüzde ve geçmişte de, bu konu birçok
defa güncel hale gelmiş ve çoğu kesim tarafından eleştirilmiştir. Özellikle 2.
Dünya Savaşı yıllarında Nazi Almanyası‘nın sinemanın gücünü keşfederek
beyaz perdeyi bir propaganda aracı haline getirmesi ve Amerika’nın
87
Hollywood yoluyla sinema üzerinde yaptığı kültürel propaganda; sinema ve
propaganda olgularının en somut olarak iç içe geçtiği örneklerdir. Sonuç
olarak bu iç içeliğin tanımlanması da kaçınılmaz oldu; ve buna
”propaganda sineması” denildi.
Atilla Dorsay, Sinema ve Çağımız isimli kitabında bu konuyu şöyle
yorumlamıştır:
‘’ Propaganda sineması, bir tek kez, bir tek olayda işe yarayacak olan bir
sinemadır. Onu en az ilgilendiren şey sinemadır. Yaratıcının kimliği önem
taşımaz. Filmi yapanlar, asıl savaşı yapanlarla karışmayı denemelidirler ve
filmin teknik öğeleri, örneğin Franco Solanas’ın filmleri gibi, ayrıca şiirsel
bir boyut da kazanıyorsa, bu neredeyse bir kazadır ve böyle bir kaza,
sinemada çok az gerçekleşir. Son gördüğümüz propaganda filmleri,
sendikacılığın zaferini göstermekle yetinen, belli bir popülizm içinde teselli
arayan filmlerdi. ‘’1
Dorsay’ın da belirttiği gibi, propaganda sineması sanatı durağanlaştıran,
hatta geri götüren bir yapıdadır. Sinemaya teknik ya da biçimsel açıdan bir
şeyler katmışsa eğer, bu tamamen tesadüfîdir, bilinçli oluşmamıştır. Bu
yönüyle propaganda sineması, etik olmaması dışında sanat düşmanlığı
sıfatıyla da anılabilmektedir.
Nazi Sineması
İşte bu noktada rahatça söyleyebiliriz ki Nazi Almanyası ciddi anlamda
propagandanın yapılış şekliyle dünya tarihindeki yerini aldı. Bunda, beyaz
perdenin etkin bir şekilde propaganda aracına dönüşmüş olmasının rolü
büyüktü. Hatta dönemin Almanya’sında sinemadaki propaganda o kadar
yaygın ve profesyoneldi ki, o dönemin bir propaganda bakanı bile vardı.
Sinemanın görselliğinin avantajını kullanmanın öneminin farkında olan
Nazi hükümeti, o dönem hemen hemen bütün sinema filmlerine el atmıştı.
1945’e kadar süren bu dönem, faşist totaliter yönetimin propagandayı en iyi
yorumladığı dönem olarak da tarihe geçti. Bu dönemdeki filmlerde Alman
hükümeti Almanlar’ın üstün ırk olduğunu, otoriteye uyulması gerektiğini ve
tek millet tek devlet anlayışını empoze etmeye çalışmıştır. Bunun en bilinen
ve en somut örneği olarak İradenin Zaferi filmini gösterebiliriz.
İradenin Zaferi, 1934 yılında Nazi parti kongresinde ele almıştır. Filmde
insanların geometrik şekiller oluşturularak dizilmesi, dağınık toplulukların
birleşik milli güce dönüşmesini sembolize etmektir. Hitler’in bu insan
1
DORSAY Atilla, Sinema ve Çağımız İstanbul: Hil Yayınları, (1984), s.49.
88
grupları arasından geçerek yüksek seviyede kürsüsüne ulaşması onun büyük
ve kutsal olduğu düşüncesini oluşturur. Kürsüye giderken yapılan
tezahüratlar Hitler’in halkın gözünde tanrısal bir imajı olduğunu gösterir.
Hitler kürsüden herkesi görmekte ve herkes tarafından görülmektedir. Halk
liderini görmek üzere çağrılmıştır ve gösterinin anahtar sloganı ise; “tek
ulus, tek lider, tek devlet”tir.
Sovyet Sineması
Aynı şekilde Sovyet Komünist rejimi de beyaz perdeyi propagandaya
profesyonel ve planlı bir şekilde alet eden diğer bir rejimdir. Kendi
ideolojilerini o dönemki filmlerin içine yerleştirmişlerdir. Buna en iyi
örnek,tüm zamanların en iyi propaganda filmlerinden birisi olarak
sayılan Sergey Ayzenştayn’ın Potemkin Zırhlısı (1925) adlı filmidir.
Kurgunun ilk kez uygulandığı bu film bir sinema tarihindeki yerini almıştır.
Çar’a karşı Karadeniz’deki Filo’da yer alan gemideki denizcilerin 1905
ayaklanmasından bir kesit sunan film, döneminde büyük yankılar uyandırdı.
Dünya eleştirmenleri bu filmi tüm zamanların en iyi on filminden biri
olarak görürler.
Tüm zamanların en iyi propaganda filmlerinden birisi de Sovyet sinemacı
Sergey Ayzenştayn'ın Potemkin Zırhlısı (1925) adlı filmidir. Film, Ekim
devrimiyle birlikte devrimi yerleştirmek için yapılmış gösterişli bir filmdir.
Kurgunun ilk kez uygulandığı film bir başyapıttır. Çar'a karşı
Karadeniz'deki Filo'da yer alan gemideki denizcilerin 1905
ayaklanmasından bir kesit sunan film, döneminde büyük yankılar uyandırdı.
Dünya eleştirmenleri bu filmi tüm zamanların en iyi on filmi olarak
görürler.
Sergey Mihayloviç Ayzenştayn, 1917 Ekim Devrimi'nden sonra çizgi
yeteneği nedeniyle Kızıl Ordu Propaganda bölümünde görevlendirildi.
Afişçilik, tiyatro dekoratörlüğü, makyajcılık ve oyunculuk yaptı. Devlet
Yüksek Film Enstitüsü Film Yönetmenliği Bölümü'nü bitiren Ayzenştayn
1924'te de Grev adlı filmini yaptı. Bunların hepsi aslında birer propaganda
filmidir.
Nazi propaganda filmleri gibi bunlar da 1917 Ekim Devrimi'ni savunan
filmlerdir. Potemkin Zırhlısı bir sipariş filmi. 1925 yılında Çarlık rejimine
karşı patlak veren ilk isyanların yıldönümünü kutlamak için, Rus
yönetmenlerine ısmarlanan filmlerden biridir. O zaman yirmi beş yaşında
olan Ayzenştayn tarafından gerçekleştirilmiştir.
89
Atilla Dorsay Potemkin Zırhlısı'nı beş bölümde toplamaıştır:
"1- Yemek olarak verilen kurtlu eti yemek istemeyen denizcilerin
hoşnutsuzluğu,
isyanın
ilk
belirtileri;
"2- İsyanın başlangıcı, isyancıların üzerine ağ atılarak yakalanmaları,
askerlerin isyancılara ateş açmak istememesi sonucu subayların
yakalanarak
denize
atılması;
"3- Şafakta ıssız Odesa şehri, halkın rıhtıma toplanması, bir kadının
heyecanlı
konuşması...
"4- Odesa'nın büyük merdivenleri... Halkın, kendisine ateş açan askerlerle
karşılaşması: Ölüm ve kan... Cesetleri çiğneyip geçen askerler, ölü
çocuğunu taşıyan ana, bir çocuk arabasının gittikçe hızlanarak aşağı
inmesi, Potemkin'in kükreyen topları, dikilen taştan bir aslan...
"5- Gemicilerin korkusuna karşılık, isyancı Potemkin'in, ateş açmayan
Çar'ın filosunun arasından, gemi güvertelerini dolduran binlerce denizcinin
`Kardeşler... Kardeşler...' sesleri arasında kayıp geçmesi..." 2
Potemkin Zırhlısı'nda başrol oyuncusu yoktur. Olsa olsa bu Zırhlı'nın
kendisidir. Stüdyo, dekor, makyaj yoktur. Film bir kurgu harikasıdır.
Kurguyla çarpıcı sahneler yaratılmış. Dorsay, Ayzenştayn'ın bir sözünü
alıntılıyor: "Bir ayrıntı bazen ait olduğu bütünü tümüyle aksettirebilir.
Böylece kurtlu etler, bütün bir emekçi kitlesinin içinde bulunduğu kötü
koşulların bir simgesi olmakta, güvertede olanlar, bütün bir çarlık rejiminin
zalimliğini çağrıştırmaktadır".3
Buraya kadar propaganda sinemasının ne olduğundan ve bu sinemanın yapı
taşı iki filmden sözettik. Bu sinemanın toplu bir değerlendirmesini yaparsak
Nazi propaganda filmlerinde şunu görürüz:
1. Almanya her şeyin üzerindedir: "Deutschland, Deutschland über Alles!".
Alman milliyetçiliğini öne çıkaran filmler vardır ve bunlar aşırı milliyetçi,
ırkçı ve faşist görüşler sergilerler.
2. Alman ırkçılığını işleyen filmler: Üstün bir Alman ırkı olduğunu
savunurlar ve diğer ulusların onların hizmetinde olduğunu vurgularlar.
3. Otoriteye bağlılık: "Ein Reich, Ein Volk, Ein Führer". Tek devlet, tek
halk, tek başbuğ. Bu filmlerin sloganı budur. Führer'e itirazsız itaat vardır.
Otorite olmazsa hiç bir şeyin yürümeyeceğini savunurlar.
2
3
DORSAY Atilla, a.g.e
DORSAY Atilla, a.g.e
90
Bu filmlerin karşı cephesinde ise Devrim sineması vardır. İşçi sınıfının
iktidarını savunan ve proleter diktatörlüğü yaymaya çalışan filmler vardır.
Bu filmlere göre tek kurtuluş yolu Devrim'dir. 4
Bu bölümü bitirmeden önce, İtalya'da da, özellikle Mussolini İtalya'sında da
sinemaya önem verilmiş olduğunu belirtelim. Cinecitta film stüdyoları bu
dönemde kurulmuş ve propaganda filmleri yapılmıştır. Zaten kurulma
amacı da Faşizmin propagandasını yapmaktır.
CIA’nin Propaganda Aygıtı: Hollywood
ABD ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)arasındaki soğuk
savaşın etkisi ile Amerika'da bir “iç tehdit” paranoyasının başlaması
SSCB’nin kuruluşuna kadar gider. Bu paranoyaya göre komünistler
ABD’nin bütün damarlarına sızmaya, rejimi yok etmeye çalışmaktaydılar.
Bu paranoya, rejim destekli medyasının ve “rejim bekçiliğine soyunan” bazı
zevatın da gayreti ile ABD’de epey yaygınlaştırılır. Cumhuriyetçi Parti’ye
mensup Wisconsin Eyaleti senatörü Joseph McCarthy toplumda gördüğü
sıra dışı herkesi "komünist" ilan eder, sıra dışı herşeyi de “komünizm”e
bağlar. McCarthy, elinde hükümet için çalıştıklarını ve Komünist Parti’ye
üye olduklarını iddia ettiği 205 kişinin listesi olduğunu söyleyerek
kamuoyunun karşısına çıkar. Medyanın desteğini almasıyla McCarthy başta
Senato’yu ve kamuoyunu bu konuda oldukça etkiler.
20 Şubat 1950 tarihinde Senato’da yaptığı 6 saatlik konuşmasında devletin
çok önemli birimlerinde 80 kadar etkili kişinin komünist olduğunu ve Harry
Truman yönetiminin buna karşı bir tedbiri olmadığını ileri sürer. Listeyi
önce 80 kişiye, daha sonra da 50 kişiye düşürmesine rağmen tek bir sanığın
dahi komünist olduğunu ispatlayamaz
Her ne kadar yaptığı bazı işlere burun kıvrılsa da Hollywood, sinemayı
propaganda aracı olarak kullanmakta zaman içerisinde mahir hale gelmiştir.
İnsanlar üzerindeki etkisinin fark edilmesi ile başta 3.dünya ülkelerini hedef
alan yapımlarda patlama yaşanmıştır.Yaklaşık 250 yıllık bir geçmişi
olmasına rağmen Amerika’nın tarihteki kahramanlıklarını anlatan sayısız
film çekilmiştir. Dünyayı daha yaşanılır bir yer haline getirmek için
kendilerini, ailelerini, sevdiklerini gözlerini kırpmadan feda ederler. Hatta
gezegenimizi istila eden uzaylılara, tuhaf yaratıklara ve böceklere bile ancak
Amerika’nın gücü ve mücadele taktiği yeter. Sinemayı çıkarları
4
DORSAY Atilla a.g.e
91
doğrultusunda kullanmadaki ustalıkları sayesinde dünyanın tüm yükünün
kendi omuzlarında olduğu fikrini rahatça vurgulamaktadırlar.
Gırtlağımıza kadar Holokost(Soykırım) temalı filme maruz kalmamıza
rağmen her yeni çekilen filmi merak edişimiz de yine filmlerin
sinematografik olarak oldukça sağlam oluşundan kaynaklanmaktadır. Tabi
bunda Hollywood topraklarının büyük kısmını ve her yıl iştahları kabartan
bir törenle verilen Akademi(Oscar) ödülleri imkânını ellerinde
bulundurmalarının da etkisi yadsınamaz.
Soykırımın yaşandığı gerçektir fakat yapılan (ve yapılmayan) filmler
sayesinde dünyada en çok zarar görenlerin Yahudi milleti olduğu algısı
yerleşmiştir ve neredeyse diğer milletlerin kayıpları gölgelenmiştir. En çok
kaybı verenler Ruslar ve Almanlar olduğu halde Yahudiler hep mağdur
Amerikalılar ise kahraman ve kurtarıcı olarak akıllarda yer etmiştir.
Neyse ki ikinci dünya savaşını Almanya cephesinden anlatan filmler
yapılarak savaşın diğer mağdurları da bir şekilde hatırlanmıştır.
DasBoot(Denizaltı) ve 1993 yapımı Stalingrad örnekleri bile tek başlarına
soykırım propagandası filmlerine alternatif arayanları teselli edecek
özelliktedir. Ayrıca Hitler’i etten kemikten ibaret sıradan bir insan evladı
olarak gösteren(bu yönüyle de oldukça tepki gören) Çöküş(Der Untergang)
filmi de yine aynı duygulara tercüman olabilmeyi başarmıştır.
Türk Sineması’nda Propagandanın İzleri
Türkiye’de ise sinemanın önemi biraz daha geç anlaşılmıştır. Her ne kadar
Osmanlı Devleti döneminde de filmler çekilmeye çalışıldıysa da sipariş
üzerine çekilen propaganda sinemasına dair ilk ve tek örnek cumhuriyetin
10. Yılına özel sipariş edilmiş olan “Ankara, Türkiye’nin Kalbi” filmidir.
Film, Cumhuriyet öncesine ait görüntülerle başlar ve Cumhuriyetin gelişiyle
ülkede yaşanan (özellikle teknik) gelişmeleri anlatır. O dönemde var olan
Sovyetler-Türkiye yakınlaşmasının etkilerini de gördüğümüz (filmi çeken
ekip Sovyetler’den getirtilmiştir) film 2. Dünya Savaşı sonrasındaki antikomünist dönemde yasaklı filmler listesine girmiş ve devlet arşivlerinde
muhafaza edilmiştir.
Son olarak, sinemanın yönetici sınıfın görüşlerine göre nasıl değiştiğini
belirtmesi bakımından bir filmi örnek olarak göstermek yerinde olacaktır.
Türkiye’de Ömer Lütfi Akad, Orhan Aksoy ve Halit Refiğ tarafından
sırasıyla 1949, 1964 ve 1973 yıllarında 3 kez çekilmiş olan Vurun Kahpeye
filminin her versiyonunda aynı hikaye bambaşka şekillerde ele alınır. Bu 3
92
filmi izlemek aralarındaki dağlar kadar farkları ve siyasetin sinemayı (daha
da ileri gidersek sanatı) nasıl şekillendirebileceğini görmek açısından büyük
önem taşır.
Günümüzde ise dizilerin yoğunluğu eksenin de bu yöne kaymasına sebep
olmuş ve yapımcılar dizilere daha büyük önem verir hale gelmiştir. Bu
konuda da Rıfat N. Bali’yi referans göstereceğimiz tabirle “Tarz-ı Hayattan
Life Style’a” doğru geçiş Türk dizilerinde karşımıza sıkça çıkmakta,
mahalle kültürünü, delikanlılığı içinde barındırmakla birlikte modern dış
görünüşe sahip neo Türk-İslam sentezi diyebileceğimiz karakterler rol
model olarak sıkça önümüze sunulmaktadır.
Türkiye’de sinema sektörünün olgunlaşmadığı veya henüz gelişmeye
başladığı dönemlerde, ülkemiz yabancı sinema sektörünce üretilen bazı
filmlerle negatif propagandaya maruz kalmıştır. 1978 yılında Alan Parker
tarafından çevrilen “Midnight Express” ve 2002’de Atom Egoyan
tarafından çekilen “Ararat” filmleri bunlara örnek olarak verilebilir.
Buna karşılık Türk sinema sektörü bu anlamda bir karşı propaganda filmi
üretememiştir. Elbette bu durum Türk sinemasında ülke propagandası ya da
tanıtımı konusunda ciddi atılımlara ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir.
Bunun yanında ülke imajının daha sağlam temellere oturtulabilmesi için
sinema gibi zengin imkânlara sahip bir sanat dalından da faydalanılması
günümüzde kaçınılmaz görünmektedir.
Sanata Sırt Çeviren Bir Sinema: Propaganda Sineması
Sinemayı hem sol ideolojiler hem de sağ ideolojiler kullanmışlardır. Her
ikisi de propaganda amacıyla kullanmıştır, ama kullanım amaçları farklıdır.
Atilla DorsayIn Guido Aristarco'dan yaptığı alıntı ile açıklarsak:
"Sağ ideolojinin amacı, vatandaşı siyaset dışı tutmaktır, bu onun hem
amacı, hem de kaçınılmaz davranışıdır. Oysa sol ideoloji, tek parti
diktatoryası biçimini alsa bile ve içerdiği siyasal eğilimin tekdüzeleşmesi
derecesi ne olursa olsun, şu kaçınılmaz sonuca ulaşır: Bir siyasal
düşüncenin varoluşu. Siyasal düşüncenin varolduğu yerde ise, tartışma
vardır, fikir alış-verişi vardır. Oysa sağ ideoloji, birey düzeyinde siyasal
düşünce olabileceğini düşünmek bile istemez. Ona göre, bireyin zihinsel
çabası, soyut, çerçeveye ilgisiz ve geleceğe dönük olmalıdır. Siyasetin bu
çaba içerisinde yeri yoktur." 5
5
DORSAY Atilla a.g.e
93
Propaganda sinemasını, İtalyan Komünist Partisi üyesi iki sinemacı Paolo
ve Vittorio Taviani kardeşlerin bakış açısıyla vermek gerekirse:
"Propaganda sineması, bir tek kez, bir tek olayda işe yarayacak olan bir
sinemadır. Onu en az ilgilendiren şey sinemadır. Yaratıcının kimliği önem
taşımaz. Filmi yapanlar, asıl savaşı yapanlarla karışmayı denemelidirler ve
filmin teknik öğeleri, örneğin Franco Solanas'ın filmleri gibi, ayrıca şiirsel
bir boyut da kazanıyorsa, bu neredeyse bir kazadır ve böyle bir kaza,
sinemada çok az gerçekleşir. Son gördüğümüz propaganda filmleri,
sendikacılığın zaferini göstermekle yetinen, belli bir popülizm içinde teselli
arayan filmlerdi." 6
Ali Gevgilili'ye göre "Gerçek sinemayı, yaratıcı sanatçının içinde yeraldığı
toplumun maddesi üretir. XX. yy boyunca çeşitli dönemler ve rejimlerde,
sinemayı bir propaganda aracı biçiminde kullanmak isteyen iktidarlar ve
partiler her zaman varolmuştur. Siyasal sinemanın keskin yol ayrımı
propaganda yapıp yapmamaktadır. Sanatın doruklarına uzanmış siyasal
yapıtlar, bir yerde insan tarihinin en büyük bildirilerini verseler de,
propaganda ile sanat arasındaki kesin ayrımı gözönünde tutmuş ve sanat ile
7
bütünleşmiş
bulunan
filmlerdir".
Sinema, özellik olarak görselliğe dayanması itibari ile oldukça etkili bir
iletişim alanı olarak karşımıza çıkmakta. 20. Yüzyılın başlarında ortaya
çıkan Sinema, kendisine ilgi gösteren halkın beğenisi ile birlikte, siyaset
dünyasının da bu gücü kullanmak istemeleri etkili oldu. Bu açıdan
bakıldığında sinema hemen her zaman siyaset ile ilişki içerisine girmiş ve
siyasetçilerin elini güçlendirmiştir.
Sinema ve Siyaset-Propaganda arasında var olan ilişkiyi incelerken bu
ilişkinin ortaya çıkardığı farklı durumları da ele almak gerekir. Bu
durumlardan birisi, hâkim ideolojinin sinemayı bir araç olarak kullanması
gelmektedir.
Propaganda sineması, görüldüğü üzere, sanatın asıl ve öz işlevine ters düşen
bir sinemadır, çünkü insana sırt çevirmiştir. Bu sinema türü, insanın,
kitlelerin tutsaklığını, kör bağlılığını, gerçeklerden uzaklığını sağlamaktadır.
Her türlü ideoloji sinemayı bir propaganda aracı olarak kullanmayı
6
MARTIN Marcel / SCHNITZER Luda-Jean, Devrim Sineması, Agora Yayınevi,
İstanbul, (2013), s 81
7
GEVGİLİLİ Ali, Çağını Sorgulayan Sinema, Bağlam Yayınları, İstanbul, (1989),
s.123.
94
düşünmüş ve denemiştir. Birkaç istisnanın dışında sanat eseri olmamıştır ve
kalıcılıktan uzak hamasi bir sinemadır.
KAYNAKÇA
CLARK Toby, Sanat ve Propaganda, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, (2004)
DORSAY Atilla, Sinema ve Çağımız, Hil Yayınları, İstanbul, (1984)
GEVGİLİLİ Ali, Çağını Sorgulayan Sinema, Bağlam Yayınları, İstanbul,
(1989)
MARTIN Marcel / SCHNITZER Luda-Jean, Devrim Sineması, Agora
Yayınevi, İstanbul, (2013)
ÖZUYAR Ali, Faşizm’in Etkisinde Türkiye’de Sinema, Doruk Yayınevi,
İstanbul, (2011)
PLAKHOV Andrei, Sovyet Sineması, Arena Yayıncılık, İstanbul, (1991)
95
OSCE ACHIEVEMENTS IN CENTRAL ASIA:
THE CASE OF THE KYRGYZ REPUBLIC IN THE
PAST DECADE
1
Aydın İDİL1
Dr. Emekli Büyükelçi, [email protected]
The Organization for Security and Cooperation in Europe (OSCE) operates
in the five Central Asian states that emerged from the collapse of the Soviet
Union. The central Asian states must be understood as independent
countries on the way towards democracy, having inherited non-democratic
systems. These states were weak and vulnerable as far as the civil society
structures were concerned and exposed to terroristic threats stemming from
either the regional developments or domestic problems namely poverty and
corruption.
BACKGROUND
Discussions over the role of the OSCE in Central Asia kept concentrating
on insecurity and stability issues while the democratization process was the
main guide which proved to be the long-term goal of OSCE activities.
The OSCE missions in Central Asia became operational within the
paradigm created by the civil war in Tajikistan and the negative impact of
the internal situation in Afghanistan. The OSCE began to focus on this
region from 1995 onwards. In the same year the first central Asian liaison
office was established in Tashkent, Uzbekistan, which later in 2000 was
transformed into a mission. In 1998, OSCE centres were established in
Kyrgyzstan, Kazakhstan and Turkmenistan.
As is evident, the practice of the OSCE missions must be considered under
three main chapters: political-security, economic and environmental and
human dimensions.
REGION
It will be wise to take a look at the OSCE achievements in the region
without attributing priority to any of the aforementioned dimensions, but to
take the work of the OSCE as a whole.
96
Prior to that it will be useful to recall the conditions of the Central Asian
region at the time when the OSCE mission s was established. The political
environment in central Asian was characterized by the structuring efforts of
the newly independent states with regard to the economy, thus experiencing
a difficult and dramatic transition period which necessitated – still with us
today – democratic and economic reforms.
It is worth mention that politically all states formed within this region were
used to one man power systems (authoritarian) which results in pressures
over opponents and the recently born free press. Another element is the
multinational ethnic composition of the societies of the region. Frontiers do
not correspond to natural boundaries as they are the result of arbitrary
Soviet practices. Despite the atheistic practices of the Soviet Union in the
past, the influence of Islamic religion persisted in all central Asian societies.
Pressurizing administrations, economic problems, poverty and corruption,
were counterproductive elements with regard to the influence of various
underground organizations exploiting religious faiths. These radical
extremist religious organizations and smugglers, both narcotics and arms,
proved to be the main threatening factors. Within this paradigm the rise of
the Taliban regime in Afghanistan and the terrorist attacks on the USA on
11 September 2001, prompted the OSCE to pay more attention to the
central Asian region. This culminated in the military presence of the USA in
the region to the discontent of Russia and China.
Uzbekistan appears in search of regional leadership consisting of around 25
million inhabitants ¾ ethnically Uzbek, the rest from other ethnicities.
The economy seems to be under strict state control resembling the Soviet
past with the main income coming from cotton production. Uzbekistan does
possess sizeable natural gas deposits. Compared to its neighbours
Uzbekistan is more industrialized, though it still contains much poverty.
This country presents currently a high risk of serious instability as
witnessed by the events of Andijon in May 2005. Since that time, calm in
appearance has prevailed, but in the middle term future there are prospects
for potentially violent succession struggles after the President in office.
Turkmenistan, having almost 5.6 million populations reflects the most
homogenous society in Central Asia with 83% being ethnically Turkmen,
composed of 5 tribes (Teke, Yomut, Sarik, Ersari and Salir). Under the
leadership of its president-for-life, Turkmenistan presents a picture of
97
stability, lacking active civil societal activity whilst its economy is under
strict state control it is the main producer and exporter of natural gas
estimated reserves are 21 trillion cubic meters and 45 billion cubic meters of
oil reserves. Turkmenistan is comparatively rich.
Kazakhstan, the largest and wealthiest country in the region is Kazakhstan.
More than half of the 15 million inhabitants are ethnic Kazakhs, with almost
a third being of Russian origin. There are many other ethnic groups within
the country primarily Germans, Uyghur, Tatar, Korean, Uzbek, Turkish.
Kazakhstan is rich in hydro carbon resources which promise a wealthy
future for the country. Indeed oil production is approximately 40 million
tons a year with natural gas being approximately 10 billion cubic meters per
annum. Kazakhstan is successful in realizing its passage to the free market
economy; we can qualify it as the fastest developing country which attracts
the largest amount of foreign direct investment in the region. With president
Nazarbayev having entered his last term in office there seems to be no
troubling political developments.
Tajikistan consists of 6.2 million inhabitants of which 70% are Tajik, 25%
Uzbek. Tajikistan is the poorest country in the Central Asian region affected
by the civil war and the negative impact of being a neighbour to
Afghanistan throughout the whole period of tension and hostilities.
Tajikistan possesses water resources with its main exports being cotton and
aluminium products. Purchasing power depends much on the remittances
from abroad from Tajik labourers mainly from Russia. At present, it is a
country suffering from authoritarianism and poverty.
Kyrgyzstan, It consists of more than 5 million inhabitants of which 2/3 are
ethnic Kyrgyz (and 13% Uzbek). Kyrgyzstan possesses tremendous
potential with regard to water resources and hydro-electricity production
due to its mountainous geography and rivers. The country’s economy is
under the heavy burden of foreign debt and persisting strains on its foreign
trade. There were discussions on the possibility of its entry in the list of the
Highly Indebted Poor Country. Kyrgyzstan is known to be the country
having the most democratic system in the region.
For the management of the economy including the banking system, foreign
technical assistance and grants remaining a hope for wealth. Poverty and
corruption remain the main obstacles to achieve a genuine free market
economy. Despite all these setbacks, the Kyrgyz people enjoy freedom of
expression, media and active political opposition .
98
OSCE Activity
In 1992 all five States wanted from the OSCE support for their nation
building, reform and transformation processes including mobilization of
funds for assistance and guarantees for their independence, sovereignty,
territorial integrity, security and stability.
All five States expressed their political will to fulfill their obligations
related to their joining the then CSCE. Even back then 1n 1993 the leaders
of the Central Asian States were stressing the need for stability and the
danger of external and internal threats to security with reference to Islamic
fundamentalism as a real threat to their countries. This is the period during
which Tajikistan regrettably plunged into civil war. Several years after
joining the OSCE the Central Asian Countries established their permanent
representations in Vienna. Although they did not engage in discussions at
the Ministerial Council meetings and they hardly contributed to drafting or
negotiating documents, they saw the OSCE in positive light and they made
clear that they were equal and real partners and requested more attention to
their concerns. In 1998 under the Polish Chairmanship the ground for
opening OSCE Center Central Asia was prepared and in 1999, under the
Norwegian Chairmanship the Centers were opened in the region. During the
Summit meeting in Istanbul in 1999, the Central Asian States urgently
demanded that attention should focus on developments in Afghanistan and
expressed their concerns about terrorism.
Regionally, the OSCE put emphasis on cooperation on border issues,
uncontrolled proliferation of small arms and light weapons, and the code of
conduct of on democratic control of armed forces, and in confidence and
security building measures regime.
In the Economic and Environmental dimension, the OSCE launched
together with UNEP and UNDP a joint initiative on Environment and
Security with initial focus on Central Asia. Terrorism, financing and money
laundering issues are important areas in which the OSCE was engaged.
While the fight against terrorism was a top priority upgrading the armed
forces police structures and combating arms and drug trafficking and the
trafficking of the human being , upgrading the level of freedom of
expression and publishing and promoting democracy and human rights
remained high in the OSCE Centers’ agenda.
If one takes an overview of the OSCE activity in the Central Asian region
we may speak about various initiatives and proposals of the centres on the
99
OSCE in each of the central Asian states, it is possible to collect
information on these activities from the international secretariat of the
OSCE. Without entering into a list of activities we can say that untill now
those Missions of the OSCE in Central Asia deployed tremendous efforts
with the aim of helping their Host Governments in their state system
structuring efforts by proposing various projects in political, economic,
environmental and human dimensions.
The centres of the OSCE in Central Asia in implementing their tasks
determined by their mandates all based upon the OSCE permanent council
decisions of which the host countries are members, the OSCE centres acted
within the instructions of the chairmanship of the OSCE and in practice
through projects approved by the OSCE member states and implemented by
local partners, government offices or local civil societal institutions.
Without enumerating a long list of actions taken by the OSCE centres in the
Central Asian region, we can say that all of them cannot be compared to
each other due to the differences of attitudes of the host governments and
the contents of their different mandates. In this respect let us mention that
the OSCE centre in one country may appear in a concentrated work with the
aim of realizing assistance to the efforts of the government related to
constitutional reform whereas another mission cannot produce any project
in the political dimension. Within this systemic framework it is true that the
OSCE centres in Turkmenistan and Uzbekistan may prove to be at present
less active than those others in the region.
The OSCE Achievements in Kyrgyzstan
The OSCE Center in Bishkek was instructed for performing the following
tasks:
-
Implement the OSCE principals and commitments, given the
OSCE role as primary instrument for early warning, conflict
prevention, crisis management and post conflict rehabilitation.
Promote the implementation of OSCE principles as well as the cooperation of the Kyrgyz Republic within the OSCE framework
with special emphasis on the regional context in all dimensions,
including economic ,environmental and human and political
aspects of security and stability ;
100
-
-
Facilitate contacts and promote information exchange with the
Chairman in Office, other OSCE Institutions and cooperation with
other International Organizations and Institutions.
Establish and maintain contacts with local authorities, universities,
research institutions and NGOs.
Assist in arranging OSCE regional events, seminars, and visits by
OSCE Delegations as well as other events with OSCE
participation.
In the year 2000 the OSCE field Office in Osh was opened and became
operational in the three southern provinces: Batken, Osh and Jalalabad. The
Osh field Office focused on a number of human rights issues related to
conditions in detention, trafficking in human beings, gender equality;
promoting human rights trough education and building the capacity of local
activists and NGOs. The Center’s rule of law activities include capacity
building for defense lawyers and judges, provision of free legal aid and trial
monitoring.
In the political dimension the Osh field Office dealt with border related
issues in south. It promotes cross-border dialogue between communities. It
implements good governance and conflict prevention initiatives.
In the economic dimension the Osh field Office develops initiatives aimed
at promoting business-friendly environment, attracting potential investors
building the capacity of local economic actors and combating corruption.
The program priorities of the Center in Bishkek are:
1. Democratization
2. Border issues
3. Early warning as a conflict prevention mechanism
The OSCE Center in Bishkek is continuing to work on measures for early
warning as a conflict prevention mechanism, monitoring of progress in
inter-ethnic relations, regional cooperation, freedom of belief and religion.
Establishing a stable and multi-party political system is an important long
term goal. Democratization, further steps in improvement of the
constitutional and legislative reforms, establishing of a genuine political
dialogue between various political forces, regional groups and civil society
are also high in the agenda of the OSCE Center.
101
The OSCE Center in Bishkek is engaged in various activity and projects
aimed at capacity building of state- structures such as series of trainings on
anti corruption issues at local and national levels, capacity building of
Kyrgyz Parliamentarians on fight against corruption and money laundering,
as well as in many economic and environmental projects.
Projects
Police Assistance Program
The OSCE implemented in Kyrgyzstan many projects in cooperation with
state structures, international organizations, local academic institutions and
civil society organizations on its three dimensions.
One of the most important achievements of the OSCE centre in Bishkek is
the police assistance program for Kyrgyzstan (PAP). The PAP is aimed at
providing assistance to modernize and strengthening law enforcement
capacity and democratic institution building in Kyrgyzstan. This project was
launched in August 2003, with a memorandum of understanding signed
between the OSCE and the Kyrgyz government. This is the first police
assistance program in central Asia developed at the request of the Kyrgyz
government. The mission of the programme is to assist the Kyrgyz
counterparts’ in preparing the ground for a comprehensive transformation of
the Kyrgyz police force into a modern organisation serving the needs and
protecting the rights of the Kyrgyz people.
The ongoing programme activities comprise the implementation f the police
assistance programme (PAP) and the interim police assistance programme
(IPAP) constitute a strong foundation for implementation of a
comprehensive police reform by the Kyrgyz authorities through the
provision of technical assistance and support from the OSCE countries.
The OSCE Academy
The OSCE Academy in Kyrgyzstan is designed with the aim of
disseminating and promoting the principles of the OSCE in the whole of the
central Asian region. It is based on an initiative of the Kyrgyz government
of early 2002. The Academy is at present established as an educational
institution according to Kyrgyz legislation. It is supported by the OSCE
Centre in Bishkek and the OSCE chairmanship.
102
Activities of the academy are envisaged in the fields of post graduate and
vocational education, training, research related to curricula and regional
issues, information dissemination, networking and coordination covering all
fields of activity and all dimensions of the OSCE. Special emphasis is given
to regional security and cooperation, with a focus on conflict prevention,
conflict management, democratization and the rule of law.
The Academy of the OSCE has been the unique initiative in the central
Asian region which proved to be a genuine academic and training centre
which has become in a very short period of time a magnet for future cadres
of the region.
Projects in differing fields such as legislative reform assistance project
which is aimed at disseminating information on the existing legislation and
the planned new version of the constitution of the country, civic education
textbook projects planned to be implemented in partnership with
International Foundation for Election Systems (IFES) can all be listed as
success stories for the OSCE.
Let us conclude by underlying that not in political, economic or human
dimension but in the environmental dimension the OSCE had succeeded in
implementing a project which brought about long awaited solutions to an
important problem of radioactive waste disposal in
Maili-suu region.
The stored radioactive waste jeopardized the area with the danger the
ecological disaster that bears a regional character for central Asian states.
The city of Maili-suu is located in the western mouth of the Ferghana
valley. The river Maili-suu which joins the Narin River may contaminate
the Syr Darya basin and thus affect not only Kyrgyzstan but a vast region
until the Aral Sea with devastating results.
The OSCE Centre in Bishkek launched a project for assessing and
elaborating the means of rehabilitation scheme for the Maili-suu radioactive
waste dumps.
In 2003, following international workshops with the participation of
American and Russian experts of the time for the creation of a scientific and
technical data base for the rehabilitation of uranium waste dumps in Mailisuu area, a final document was adopted in October of that year which served
the basis for the World Bank-led project to remedy the problem.
103
This project is interesting and a regionally significant achievement for the
OSCE for highlighting awareness on risky uranium issues in Central Asia.
At present, the World Bank continued to implement its work related to this
issue on the basis of the achievements of the aforementioned project by the
OSCE Centre in Bishkek.
As can be seen from the activities mentioned above, the OSCE is not solely
concentrated on military political security affairs but by all means the
organization is willing to secure stability, democracy and prosperity with its
contributions to all activities in all of its dimensions.
In this regard we can speak of a success of the OSCE in Kyrgyzstan. This
success in question is shared with the host country, though does not apply to
the whole region.
OSCE and Terrorism
It must not be forgotten that the OSCE is first and foremost a security
organization, its basic source stems from the Helsinki Final act with all its
dimensions being inseparable from each other. The security is to be ensured
by all means through cooperation, among the states as well as other internal
actors of the member states.
In this regard, if we try to analyze the possible actions against a background
of armed conflict and internal tension and hostilities within a given period, a
region threatened by instability, we can say that the OSCE fulfilled its
responsibilities through its Centres in central Asia.
With regard to the rise of terror, one should refer to the international
paradigm created by the attacks of 11 September 2001 on the USA, as these
attacks were influential on the decision making of the participating states in
combating terror.
As a regional arrangement under Chapter VII of the UN Charter, the OSCE
recognizing that the UN Security Council Resolutions constitute the legal
framework for the fight against terrorism has contributed fully to the
implementation of the UNSC Resolution 1373. As an Organization covering
a vast geography the OSCE appeared to have a global responsibility as a
security and cooperation organization.
As the most efficient defensive organization NATO should be quoted as an
organization which proved to be able to deter any aggression towards its
104
members regions. It is historically true that no attacks occurred on NATO
territory since its inception.
NATO responded to the 11 September 2001 terrorist attacks within less
than 24 hours by implementing the Article V of the North Atlantic Treaty
for the first time in its history. Since then the fight against terrorism remains
a top priority in the NATO agenda.
What did the OSCE do in this respect?
OSCE in combating Terrorism
After the September 11 attacks on the USA several high-level OSCE
meetings took place and produced key documents that shaped how the
OSCE prevents and combats terrorism. The political obligations arising
from these documents constitute the point of departure for activities by the
OSCE.
In early December 2001, the OSCE States adopted in Bucharest the
Bucharest Plan of Action8 for Combating Terrorism, which recognizes that
the respective UN conventions and protocols, as well as UNSCRs constitute
the basis for the global legal framework for the fight against terrorism.
The Bucharest Plan establishes a framework for comprehensive OSCE
action by participating States and the Organization as a way to combat
terrorism, fully respecting international law, including the international law
of human rights, and other relevant norms of international law. The OSCE
States as a follow up action decided also to convene in Bishkek “The
International Bishkek Conference on Enhancing Security and Stability in
Central Asia”. This was the first opportunity to discuss on the basis of an
existing plan of action concrete experiences and practices combating
terrorism among a broad range of participants.
Bishkek Program of Action
The Bishkek International Conference on Enhancing Security and Stability
in Central Asia, organized jointly with UN ODDCP was convened in
Bishkek 0n 13-14 December 2001. The Bishkek International Conference
was convened in a considerably short delay and with a self- explaining title:
8
See Annex 1
105
“Strengthening Comprehensive Efforts to Counter Terrorism” .The Bishkek
Conference was also the first of this kind of International Gathering in
Central Asia which, due to specific security challenges to which this region
was exposed, highlighted the importance attached to the Central Asian
region by the OSCE. This historic Conference focused on new security
threats in Central Asia. The conference endorsed a Programme of Action9
that outlines a comprehensive framework, comprising a broad number of
areas for concrete action to prevent and combat terrorism.
2002 Porto Ministerial Council
At the Ministerial Council held in Porto in 2002, the OSCE strengthened its
anti-terrorism regime by adopting two documents.
These were the OSCE Charter on Preventing and Combating Terrorism,
10
as well as the decision on Implementing the OSCE Commitments and
Activities on Combating Terrorism. Porto Decision No. 1 calls on all OSCE
participating States, bodies and Institutions to continue, on an urgent basis,
the implementation
of the Bucharest commitments and recognized the danger posed by weapons
of mass destruction in the hands of terrorists. Additionally, the decision
named four strategic areas for preventing and combating terrorism, i.e.
policing, border security, anti-trafficking, and suppressing terrorist
financing.
2003 Maastricht OSCE Ministerial Council
The 2003 Maastricht Ministerial Council continued the Organization’s
effort to combat and prevent terrorism and took several concrete measures
to this end. The Ministerial Council included decisions on Travel Document
Security, the establishment of the Counter-Terrorism Network as well as an
endorsement of a Decision on Man-Portable Air Defense Systems
(MANPADS).
2004 Sofia OSCE Ministerial Council
At the Ministerial Council in Sofia 2004, participating States adopted the
Sofia Ministerial Statement on Preventing and Combating Terrorism
reaffirming previous
9
See Annex 2
See Annex 3
10
106
commitments and expressing the intension to step up OSCE activities and
measures to prevent and combat terrorism and to address all the factors
which engender conditions in which terrorist organizations are able to
recruit and win support.
In addition, participating States adopted seven decisions that will further
strengthen the Organizations anti-terrorism efforts. These were the decision
on Combating the Use of the Internet for Terrorist Purposes; the decision on
Enhancing Container Security; as well as the decision on Reporting
lost/stolen Passports to Interpol’s automated search facility/stolen travel
document database.
2005 Ljubljana OSCE Ministerial Council
The 2005 Ministerial Council held in Ljubljana adopted a decision on
Enhancing Legal Cooperation in Criminal Matters Related to Counter
Terrorism, as well as the decision on Further Measures to Enhance
Container Security. Several decisions and documents were taken closely
related to the fight against terrorism , among them the decision on
Combating Transnational Organized Crime ; Combating the Threat of Illicit
Drugs, Tolerance and Non-Discrimination: Promoting Mutual Respect and
Understanding , as well as the Border Security and Management Concept,
Framework for Co-operation by the OSCE Participating States ..
SALW document
The Bucharest Plan of Action and the Bishkek Program of Action both
identified the Small Arms and Light Weapons (SALW) Document as
central to the Osco’s efforts to prevent and combat terrorism. The OSCE
participating States consider it a priority area.
The SALW Document itself is a very broad agreement that commits all
participating States to a range of norms, principles and measures which, if
properly implemented, could help prevent the diversion of arms into the
illegal market, which is a source of supply for terrorist groups. Contained
within the document are sections dealing with the following aspects:
Controls over production, marking and tracing of small arms; Procedures
and documentation for export, import and transit controls; Co-operation in
law enforcement, including training programs for law enforcement and
customs officials; Standards for the security and management of weapons
storage and stockpiles.
107
Concluding Points
If we remember that the OSCE emerged after the dismantling the Soviet
Bloc, we must consider also that the OSCE based its activity on the
achievements of the process of the Conference on Security and Cooperation
in Europe (CSCE). The process of negotiation and reconciliation inherited
from the CSCE system has played an important role in eastern and central
Europe as far as the transformation and the democratisation processes of
these regions.
When we speak about the Central Asian region we must consider the reality
that this region is not comparable to the central or eastern European regions.
We must also recall that although the central Asian states were original
members of the CSCE through the USSR and later members of the OSCE
as independent States, their moves towards democracy and free market
economy were slower than Members in Europe.
It is evident that the collapse of the USSR was not an event per se which
could create all of a sudden solutions for democracy in the central Asian
states which were emerging form the ashes of the Soviet system.
On should consider the CSCE which highlighted successfully throughout
the cold war period the negotiation process ended up with not a simple final
act but a continuing process of peacemaking and securing conflict
prevention. After the cold war a new Europe was hailed by the Paris Charter
of 1990.
Therefore, the creation of a new structure was deemed necessary to deal
with a new situation. The end of the bipolar system necessitated new forms
of co-operation to deal with, this time new challenges and threats to peace,
this turned to be a reality even before the creating of the OSCE.
Asymmetric threats and terror dominated the political agenda of the
participating states. Various OSCE follow-up meetings, while focusing on
mostly democratization and human rights issues in the former Soviet
sphere, new threats dominated the scene elsewhere.
Events in Afghanistan began long before the establishment of the OSCE.
Still, the OSCE apparently became a late comer to the Central Asian region.
As it is evident the 11 September 2001 attacks on the USA enforced the
OSCE to prompt and accelerate relevant action with special emphasis on
108
central Asia. In this respect, it should be mentioned that the Kyrgyz
Republic rapidly hosted an international conference on enhancing security
and stability in Central Asia: Strengthening Comprehensive Efforts to
Counter Terrorism.
At present, we can conclude that aforementioned work and actions
undertaken by the OSCE to combat terrorism stem from the 2001
conference in Bishkek.
Bibliography
UN, NATO and the OSCE Documents and Publications
109
Annex – 1
THE BUCHAREST PLAN OF
COMBATING
TERRORISM
4 December 2001
ACTION
FOR
I. Goal of the Action Plan
1. Terrorism is a threat to international peace and security, in the OSCE area
as elsewhere. The OSCE stands ready to make its contribution to the fight
against terrorism in close co-operation with other organizations and fora.
This contribution will be consistent with the Platform for Co-operative
Security and will benefit from interaction between global and regional antiterrorism efforts under the aegis of the United Nations. The OSCE
participating States commit their political will, resources and practical
means to the implementation of their obligations under existing
international terrorism conventions and pledge themselves to intensify
national, bilateral and multilateral efforts to combat terrorism.
2. In contribution to the world-wide efforts to combat terrorism, the OSCE
will seek to add value on the basis of the specifics of the Organization, its
strengths and comparative advantages: its comprehensive security concept
linking the politico-military, human and economic dimensions; its broad
membership; its experience in the field; and its expertise in early warning,
conflict prevention, crisis management, post-conflict rehabilitation and
building democratic institutions. In addition, many effective counterterrorism measures fall into areas in which the OSCE is already active and
proficient, such as police training and monitoring, legislative and judicial
reform, and border monitoring.
3. The aim of the Action Plan is to establish a framework for comprehensive
OSCE action to be taken by participating States and the Organization as a
whole to combat terrorism, fully respecting international law, including the
international law of human rights and other relevant norms of international
law. The Action Plan seeks to expand existing activities that contribute to
combating terrorism, facilitate interaction between States and, where
appropriate, identify new instruments for action. The Action Plan, which
recognizes that the fight against terrorism requires sustained efforts, will
110
identify activities to be implemented immediately as well as over the
medium and long term.
II. International legal obligations and political commitments
4. United Nations conventions and United Nations Security Council
resolutions (UNSCR) constitute the global legal framework for the fight
against terrorism. UNSCR 1269 (1999), 1368, 1373 and 1377 (2001), along
with the 12 relevant United Nations conventions and protocols on antiterrorism issues, provide the basis for this framework and include a number
of specific elements of combating terrorism. In addition, a range of OSCE
documents, including Summit declarations from Helsinki to Istanbul, spell
out the OSCE’s commitment to fight terrorism, in accordance with the
Charter of the United Nations. The widest and most comprehensive
participation in and implementation of existing instruments and
commitments to combat terrorism by the participating States must be
pursued and ensured.
5. Participating States: Pledge themselves to apply efforts to become parties
to all 12 United Nations conventions and protocols relating to terrorism, by
31 December, 2002, if possible, recognizing the important role that
parliamentarians may play in ratification and other anti-terrorism legislative
processes. States are encouraged to inform the Permanent Council of steps
taken in this regard. Will participate constructively in the ongoing
negotiations at the United Nations on a Comprehensive Convention against
International Terrorism and an International Convention for the Suppression
of Acts of Nuclear Terrorism, with a view to their early and successful
conclusion.
6. Office for Democratic Institutions and Human Rights (ODIHR): Will, on
formal request by interested participating States and where appropriate,
offer technical assistance/advice on legislative drafting necessary for the
ratification of international instruments, in close co-operation with other
organizations, including the United Nations Office for Drug Control and
Crime Prevention (UNODCCP).
7. Participating States: Will consider how the OSCE may draw upon best
practices and lessons learned from other relevant groups, organizations,
institutions and fora in areas such as police and judicial co-operation;
prevention and suppression of the financing of terrorism; denial of other
111
means of support; border controls including visa and document security;
and access by law enforcement authorities to information.
8. The participating States will also use the Forum for Security Cooperation (FSC) to strengthen their efforts in combating terrorism through
full and timely implementation of all relevant measures agreed by the
OSCE. To this end they will enhance implementation of existing politicomilitary commitments and agreements, in particular the Code of Conduct on
Politico-Military Aspects of Security and the Document on Small Arms and
Light Weapons (SALW).
The FSC will examine the relevance of its other documents to the fight
against terrorism, and will assess whether there is a need to develop
additional norms and measures. The Security Dialogue may serve as a
suitable basis for regular consultations on these issues within the FSC.
The participating States will submit responses to the Code of Conduct
Questionnaire that provide further transparency on international, regional
and national commitments in combating terrorism, especially relevant
United Nation conventions and resolutions. The FSC will consider ways to
fully implement the Document on SALW, inter alia Section V on early
warning, conflict prevention, crisis management, and post-conflict
rehabilitation. The FSC will examine the possibility of enhancing
transparency on national marking systems, exports and imports, and
national stockpile management and security procedures, primarily by
reviewing the information thus exchanged and developing best practice
guides. The follow up conference on the Code of Conduct and the SALW
workshop, both of which will take place in 2002, could further enhance the
application of these documents in combating terrorism.
III. Preventive action against terrorism in the OSCE area
9. No circumstance or cause can justify acts of terrorism. At the same time,
there are various social, economic, political and other factors, including
violent separatism and extremism, which engender conditions in which
terrorist organizations are able to recruit and win support. The OSCE's
comprehensive approach to security provides comparative advantages in
combating terrorism by identifying and addressing these factors through all
relevant OSCE instruments and structures.
112
10. Institution building, strengthening the rule of law and state
authorities: ODIHR: Will continue and increase efforts to promote and
assist in building democratic institutions at the request of States, inter alia
by helping to strengthen administrative capacity, local and central
government and parliamentary structures, the judiciary, ombudsman
institutions and civil society. Will facilitate exchanges of best practices and
experience between participating States in this regard. Will continue to
develop projects to solidify democratic institutions, civil society and good
governance.
11. Promoting human rights, tolerance and multi-culturalism:
Participating States/Permanent Council/ODIHR/High Commisioner on
National Minorities (HCNM)/Representative on Freedom of the Media:
Will promote and enhance tolerance, coexistence and harmonious relations
between ethnic, religious, linguistic and other groups as well as constructive
co-operation among participating States in this regard. Will provide early
warning of and appropriate responses to violence, intolerance, extremism
and discrimination against these groups and, at the same time, promote their
respect for the rule of law, democratic values and individual freedoms. Will
work to ensure that persons belonging to national minorities have the right
freely to express, preserve and develop their ethnic, cultural, linguistic or
religious identity.
12. Representative on Freedom of the Media: Will consider developing
projects aimed at supporting tolerance towards people of other convictions
and beliefs through the use of the media. Will promote measures aimed at
preventing and figthing aggressive nationalism, racism, chauvinism,
xenophobia and anti-Semitism in the media. Will continue to encourage
pluralistic debate and increased media attention to promoting tolerance of
ethnic, religious, linguistic and cultural diversity and will, in this context,
promote broad public access to media as well as monitor hate speech.
13. Addressing negative socio-economic factors: Participating
States/Secretariat: Will aim to identify economic and environmental issues
that undermine security, such as poor governance; corruption; illegal
economic activity; high unemployment; widespread poverty and large
disparities; demographic factors; and unsustainable use of natural resources;
and will seek to counter such factors with the assistance, on their request, of
the Office of the Coordinator of OSCE Economic and Environmental
Activities (OCEEA), acting, among other things, as a catalyst for action and
co-operation.
113
14. Preventing violent conflict and promoting peaceful settlement of
disputes:
Drawing on all its capacities, the OSCE will continue and intensify work
aimed at early warning and appropriate response, conflict prevention, crisis
management and post-conflict rehabilitation; will strengthen its ability to
settle conflicts; will increase efforts to find lasting solutions to unresolved
conflicts, including through promotion of the rule of law and crime
prevention in such conflict zones through increased co-operation with the
United Nations, the European Union and other international organizations;
and will further develop its rapid deployment capability (REACT) in crisis
situations.
15. Addressing the issue of protracted displacement: Participating
States/ODIHR/HCNM/ Representative on Freedom of the Media: Will
explore strengthened OSCE potential for contributing to durable solutions,
supporting and closely co-operating with other relevant organizations,
primarily the Office of the United Nations High Commissioner for
Refugees. Will closely monitor situations of protracted displacement.
16. Strengthening national anti-terrorism legislation: Participating
States: Will commit themselves to implementing all the obligations they
have assumed under relevant conventions and protocols relating to terrorism
as well as the United Nations Convention against Transnational Organized
Crime and its additional protocols, sharing information and methods in this
regard and considering ways and means of co-operation in implementation
at bilateral, OSCE-wide and sub-regional meetings.
17. OSCE Parliamentary Assembly: Will continue its efforts to promote
dialogue among OSCE parliamentarians with a view to strengthening
legislation essential in combating terrorism.
18. ODIHR: Will, on request by interested participating States and where
appropriate, offer technical assistance/advice on the implementation of
international anti-terrorism conventions and protocols as well as on the
compliance of this legislation with international standards, in accordance
with Permanent Council decisions, and will seek co-operation with other
organizations, especially the UNODCCP, to this end. Will consider
facilitating contacts between national experts to promote exchange of
information and best practices on counterterrorism legislation.
114
19. Supporting law enforcement and fighting organized crime:
Participating States: Noting the close connection between terrorism and
transnational organized crime, illicit trafficking in drugs, money laundering
and illicit arms trafficking, will take the necessary steps to prevent in their
territory illegal activities of persons, groups or organizations that instigate,
finance, organize, facilitate or engage in perpetration of acts of terrorism or
other illegal activities directed at the violent overthrow of the political
regime of another participating State. Will afford one another the greatest
measure of assistance in providing information in connection with criminal
investigations or criminal extradition proceedings relating to terrorist acts,
in accordance with their domestic law and international obligations.
20. Permanent Council: Will consider arranging regular meetings of law
enforcement officials of participating States and, where applicable, of
OSCE experts with relevant experience in the field to exchange best
practices and ways of improving co-operation.
21. Secretariat: Will assist participating States, on their request, through
measures to combat trafficking in human beings, drugs and small arms and
light weapons, in accordance with relevant Permanent Council decisions,
and will undertake efforts to assist in facilitating increased border
monitoring, where appropriate. Will further assist participating States, on
the request and with their agreement, through provision of advice and
assistance on restructuring and/or reconstruction of police services;
monitoring and training of existing police services, including human rights
training; and capacity building, including support for integrated or multiethnic police services. Will, to this end, reinforce its existing policerelated
activities in conflict prevention, crisis management and post-conflict
rehabilitation.
22. ODIHR: Will provide continued advice to participating States, at their
request, on strengthening domestic legal frameworks and institutions that
uphold the rule of law, such as law enforcement agencies, the judiciary and
the prosecuting authorities, bar associations and defence attorneys. Will
expand its efforts to combat trafficking in human beings and to support
victims of trafficking. Will, where appropriate, support prison reform and
improvements in criminal procedure.
23. Representative on Freedom of the Media: Will co-operate in supporting,
on request, the drafting of legislation on the prevention of the abuse of
information technology for terrorist purposes, ensuring that such laws are
115
consistent with commitments regarding freedom of expression and the free
flow of information.
24. Suppressing the financing of terrorism. Participating States: Will,
within the framework of the United Nations Convention on the Suppression
of Financing of Terrorism and UNSCR 1373 (2001), take action to prevent
and suppress the financing of terrorism, criminalize the wilful provision or
collection of funds for terrorist purposes, and freeze terrorist assets also
bearing in mind UNSCR 1267 (1999). Will, in accordance with their
domestic legislation and obligations under international law, provide early
response to requests for information by another participating State and
relevant international organizations.
25. Participating States/Secretariat: Will, in the realm of the Economic and
Environmental activities for 2002, also consider ways of combating
economic factors which may facilitate the emergence of terrorism,
economic consequences of terrorism as well as financial support for
terrorists. Will consider how the OSCE may contribute, within the
framework of its work on transparency and the fight against corruption, to
the wider international effort to combat terrorism. Will consider taking on a
catalytic role in providing targeted projects for the training of the personnel
of domestic financial institutions in counterterrorism areas, inter alia on
monitoring of financial flows and on prevention of money laundering.
Participating States will participate constructively in the forthcoming
negotiations at the United Nations on a global instrument against
corruption, with a view to their early and successful conclusion.
26. Preventing movement of terrorists: Participating States: Will prevent
the movement of terrorist individuals or groups through effective border
controls and controls on issuance of identity papers and travel documents,
as well as through measures for ensuring the security of identity papers and
travel documents and preventing their counterfeiting, forgery and fraudulent
use. Will apply such control measures fully respecting their obligations
under international refugee and human rights law. Will, through the proper
application of the exclusion clauses contained in the 1951 Convention
Relating to the Status of Refugees and its 1967 Protocol, ensure that asylum
is not granted to persons who have participated in terrorist acts. Will
provide for the timely detention and prosecution or extradition of persons
charged with terrorist acts, in accordance with their obligations under
international and national law.
116
IV. Action under the Platform for Co-operative Security - Cooperation with other organizations
27. The United Nations is the framework for the global fight against
terrorism. Close co-operation and co-ordination between all relevant actors
must be secured. The OSCE can take on a co-ordinating role for inter- and
intra-regional initiatives. The OSCE reaches out through close contacts to
non-governmental
organizations
(NGOs),
civil
society
and
parliamentarians, creating an ever-closer network for the international
coalition against terrorism.
28. Participating States/Secretariat: Will strengthen co-operation and
information exchanges, both formally and informally, with other relevant
groups, organizations, and institutions involved in combating terrorism.
Will strengthen co-operation with the European Union on analysis and early
warning and reinforce synergy with the Stability Pact for South Eastern
Europe and the Central European Initiative in areas relevant to combating
terrorism. Will promote dialogue within the OSCE area on issues relating to
new threats and challenges. Will broaden dialogue with partners outside the
OSCE area, such as the Mediterranean Partners for Co-operation and
Partners for Co-operation in Asia, the Shanghai Co-operation Organization,
the Conference on Interaction and Confidence- Building Measures in Asia,
the Organization of the Islamic Conference, the Arab League, the African
Union, and those States bordering on the OSCE area to exchange best
practices and lessons learned in counter-terrorism efforts for application
within the OSCE area.
V. Follow-up
29. The “Bishkek International Conference on Enhancing Security and
Stability in Central Asia: Strengthening Comprehensive Efforts to Counter
Terrorism”, held on 13 and 14 December 2001 in Bishkek, will be a first
opportunity to: - discuss among a broad range of participants, on the basis
of the present Action Plan, concrete experiences and best practices in
combating international terrorism and - due to the specific security
challenges to which this region is exposed, apply relevant provisions of this
Action Plan for practical support to participating States in Central Asia,
including financial and technical assistance in concrete areas of their
interest.
117
30. The Secretary General will, by 27 December 2001, report to the United
Nations Counter Terrorism Committee on action on combating terrorism
taken by the OSCE, and will thereafter inform the United Nations as
appropriate. In addition, he will regularly inform the Permanent Council
about OSCE activities under this Plan of Action. He will prepare a report
for submission to the next OSCE Ministerial Council/Summit on activities
of OSCE bodies in the anti-terrorism field, and thereafter as requested by
the Permanent Council.
31. Each OSCE body called upon to take action under this Plan will
prepare, for submission to the Permanent Council, a “road map” for
implementation of these tasks, including a timetable, resource implications,
and indication of activities requiring further Permanent Council decisions.
On the basis of information provided by other OSCE bodies, the Secretariat
will prepare an indicative assessment of the administrative and financial
implications of this Plan of Action, including the possible need for
establishing an anti-terrorism unit or focal point within the Secretariat, and
make recommendations for the approval by the Permanent Council of
necessary resources within the 2002 budget. The Permanent Council, acting,
inter alia, through the Chairman-in-Office and assisted by the Secretariat,
will monitor the implementation of this Action Plan. It will further identify
sources for assistance in implementing counter-terrorism measures,
including expert teams, and possible additional tasking by the Permanent
Council of OSCE field presences in close co-operation andagreement with
host governments.
118
Annex-2
Bishkek International Conference on Enhancing Security
and Stability
in Central Asia: Strengthening Comprehensive Efforts to
Counter
Terrorism
13 – 14 December 2001
“Program of Action”
I: Framework for Co-operation
1. The “Bishkek International Conference on Enhancing Security and
Stability in Central Asia: Strengthening Comprehensive Efforts to Counter
Terrorism” (Bishkek Conference), which was co-organized by UN ODCCP
and OSCE, brought together, in the spirit of the UN Charter and the OSCE
Platform for Co-operative Security, representatives of OSCE participating
States and a broad range of officials from international organisations,
observers and experts.
2. Discussions were based on United Nations resolutions, in particular,
Security Council Resolutions 1373 and 1377, the UN Plan of Action for the
implementation of the UN Vienna Declaration on Crime and Justice:
Meeting the Challenges of the Twenty-first Century (April 2000), and on
the OSCE Bucharest Plan of Action for Combating Terrorism (4 December
2001). Considering the fact that the “Bishkek Conference” is also a followup to the International Conference on Enhancing Security and Stability in
Central Asia (Tashkent, October 2000), the outcome of the “Tashkent
Conference” was duly taken into account.
3. The “Bishkek Conference” strengthened the resolve of the participants to
unite in the fight against terrorism and to support the key role of the United
Nations.
4. The participants invited international and regional organisations to
strengthen cooperation and co-ordination by undertaking the following
steps:
• To make full use of platforms, like the “Bishkek Conference”, to develop
synergies between their activities in order to maximise the effectiveness of
119
their assistance. In this regard, participants welcomed the intention of
ODCCP and OSCE to further develop working contacts in order to
strengthen their complementary capacities; and
• To build upon positive experiences gained in the development of the
ODCCP Programme for Central Asia, with the assistance of the donor
community.
II: Measures to Combat and Prevent Terrorism
Taking into account the commitments of the OSCE participating States, as
reflected in the Bucharest Plan of Action and in line with Section VII of the
Plan of Action for the implementation of the Vienna Declaration, the
following measures were identified:
1. To request OSCE and ODCCP to enhance synergy and coordination in
providing necessary assistance. In this regard, initiatives of UN/ODCCP
and OSCE/ODIHR, such as organizing regional and sub-regional
workshops for the promotion of the ratification and implementation of
international conventions are strongly encouraged. The crucial role of
parliaments, in particular, in the ratification process, is also to be taken into
account as is the role of the OSCE Parliamentary Assembly in encouraging
dialogue among parliamentarians;
2. To enhance national interagency co-operation between anti-terrorist
agencies and agencies fighting crime, including drug trafficking, by an
exchange of operational information between such agencies and law
enforcement authorities charged with combating terrorism;
3. To foster regional and international co-operation between anti-terrorist
agencies and agencies fighting crime, including the trafficking of arms and
illicit drugs, e.g. in the form of the establishment of channels of
communication between relevant agencies; to suggest to the OSCE
Permanent Council to consider convening in Vienna a special expert
meeting, with the participation of representatives of law enforcement
bodies, arranged by the OSCE while inviting the UN as a co-organiser;
4. To adopt national anti-money laundering legislation and create
corresponding structures, e.g. Financial Intelligence Units, which can be
employed to prevent and suppress the financing of terrorism, as well as
other relevant crimes. In this connection, the participants drew the attention
of the international community to the importance of providing assistance,
120
upon request, to States in developing relevant national legislative and
administrative tools;
5. To work toward rapid ratification and implementation of relevant
international instruments, including the 1999 UN International
Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism, and consider
implementing the standards of financial accountability and transparency
embodied in the Financial Action Task Force (FATF) 40 Recommendations
on Money Laundering and eight Special Recommendations on Terrorist
Financing; to take immediate steps in accordance with UN Security Council
Resolution 1373 (2001), to block the assets of individuals and entities
linked to terrorist financing;
6. To have countries gather information on, and engage in the analysis of,
criminal activities carried out for the purposes of furthering terrorism, as
well as collect and update relevant information on terrorism and related
activities. Subject to bilateral or multilateral agreements, such information
could also be shared with appropriate international bodies and other
countries;
7. To increase funding for relevant research conducted by appropriate
institutions, including universities and non-governmental and governmental
agencies;
8. To prevent the destabilising accumulation and uncontrolled spread and
illicit trafficking of small arms and light weapons (SALW). In this
context, the experiences from the implementation of the OSCE Document
on Small Arms and Light Weapons, as well as from a series of national
training workshops in all five OSCE participating States of Central Asia on
combating trafficking and the stockpile management of SALW, should be
taken into account. In addition, states are encouraged to actively participate
in the regional seminar to be held in the spring of 2002 in Almaty.
Moreover, the OSCE Conflict Prevention Centre is encouraged to develop
further activities in the implementation of the aforementioned OSCE
document;
9. To prevent and to combat terrorism by increasing co-operation in the
fields of human rights and fundamental freedoms and by strengthening
the rule of law and the building of democratic institutions, based in part, on
the funding of relevant programmes of the UN as well as the OSCE;
121
10. To enhance the capacity of the judiciary to deal with all aspects of
terrorism and related crime, including by the provision of relevant expertise
and training so as further strengthen the independence and impartiality of
the judiciary;
11. To address inter ethnic frictions at the earliest possible stage, thus
contributing to a comprehensive policy for the prevention of terrorism; to
support, in particular, the efforts of the OSCE HCNM in addressing issues
pertaining to his mandate; and to foster dialogue and tolerance between
majorities and minorities;
12. To promote active civil society engagement in the fight against
terrorism; and to offer young people opportunities to learn and practice
tolerance, to enable them to actively participate in civil society and to
familiarize them with peaceful conflict resolution methods;
13. To emphasize the importance of tolerance in all aspects of social
relations and the significant role of dialogue among civilizations as a
means of reaching understanding and removing threats to peace in the spirit
of UN General Assembly Resolution 53/22; and to foster continuous
dialogue among all segments of society (including political and religious
leaders, parliamentarians and NGOs) in order to prevent the marginalization
of any segment of society; to recommend to the OSCE Permanent Council
to consider in 2002 the commencing of a dialogue between the OSCE and
the Organisation of the Islamic Conference.
14. To assist in strengthening free media, including serving the legitimate
information needs of society without providing a platform for terrorists; to
support the ongoing ODCCP project, “Mass Media Training on Drug and
Crime Related Issues” which is being implemented in co-operation with the
OSCE, as well as to follow-up on the result of the conference on media
freedom in times of terrorist conflict, organized in Almaty by the OSCE
Representative on Freedom of the Media; and to develop further
programmes in this area, to promote freedom of expression and to monitor
hate speech.
15. To provide psychological and social services to the victims of terrorism
and to their families; and
16. To address economic and social problems that are exploited by
terrorists, by encouraging the countries concerned to focus on sustainable
122
development policies, taking into account existing priorities within the
donor community.
III. Additional Needs
Considering that the Central Asian region is a neighbour to Afghanistan and
that it requires support, also in connection with threats originating from
Afghanistan, participants from both inside and outside Central Asia,
pleaded that special efforts should be made by the international community
to provide technical and financial assistance on the basis of comprehensive
national and regional programmes of action, in the following areas:
1. To strengthen the capacities of Central Asian states to control their
borders and to prevent border crossing by terrorist and organised crime
groups, by taking into account the situation in Afghanistan with specific
regard to illicit drugs, without impeding the normal flow of trade and free
movement of people;
2. To encourage sustainable economic development by, inter alia,
fostering cooperation between national banks in the region as well as within
international banking structures, in order to support on the one hand,
economic processes, including the attraction of foreign investment, and, on
the other hand, to enhance their capacity to control money laundering and to
suppress the financing of terrorism;
3. To undertake joint training and operational activities in various areas,
including training of specialists and considering the provision of appropriate
equipment and technologies; and
4. To strengthen the capacity of governmental institutions to combat
terrorism, organized crime and illicit drugs.
5. To consider providing such financial and other assistance also with a
view to facilitate the ratification and implementation of the relevant
international conventions. Measures in these areas should be addressed in
comprehensive frameworks. In order to contribute to and ensure such
frameworks, as well as to provide support for such measures, consideration
should be given – not least with an eye for due follow-up and effective
implementation – to continuing the dialogue among concerned countries,
with the assistance of ODCCP and OSCE.
123
Annex – 3
Organization for Security and Co-operation in Europe of 7
December 2002
Ministerial Council of 7 December 2002,
Porto
OSCE CHARTER ON
PREVENTING
AND
COMBATING
TERRORISM
The OSCE participating States, firmly committed to the joint fight against
terrorism,
1. Condemn in the strongest terms terrorism in all its forms and
manifestations, committed no matter when, where or by whom and reiterate
that no circumstance or motive can justify acts of or support for terrorism;
2. Firmly reject identification of terrorism with any nationality or religion
and reaffirm that action against terrorism is not aimed against any religion,
nation or people;
3. Recognize that terrorism requires a co-ordinated and comprehensive
response and that acts of international terrorism, as stated in the United
Nations Security Council resolution 1373 (2001), constitute a threat to
international and regional peace and security;
4. Declare that acts, methods and practices of terrorism, as well as
knowingly providing assistance to, acquiescing in, financing, planning and
inciting such acts, are contrary to the purposes and principles of the United
Nations and the OSCE;
5. Consider of utmost importance to complement the ongoing
implementation of OSCE commitments on terrorism with a reaffirmation of
the fundamental and timeless principles on which OSCE action has been
undertaken and will continue to be based in the future, and to which
participating States fully subscribe;
124
6. Reaffirm their commitment to take the measures needed to protect human
rights and fundamental freedoms, especially the right to life, of everyone
within their jurisdiction against terrorist acts;
7. Undertake to implement effective and resolute measures against terrorism
and to conduct all counter-terrorism measures and co-operation in
accordance with the rule of law, the United Nations Charter and the relevant
provisions of international law, international standards of human rights and,
where applicable, international humanitarian law;
8. Reaffirm that every State is obliged to refrain from harbouring terrorists,
organizing, instigating, providing active or passive support or assistance to,
or otherwise sponsoring Tterrorist acts in another State, or acquiescing in
organized activities within its territory directed towards the commission of
such acts;
9. Will co-operate to ensure that any person who wilfully participates in
financing, planning, preparing or perpetrating terrorist acts, or in supporting
such acts, is brought to justice and, to that end, will afford one another the
greatest measure of assistance in providing information in connection with
criminal investigations or criminal extradition proceedings relating to
terrorist acts, in accordance with their domestic law and international
obligations;
10. Will take appropriate steps to ensure that asylum is not granted to any
person who has planned, facilitated or participated in terrorist acts, in
conformity with relevant provisions of national and international law, and
through the proper application of the exclusion clauses contained in the
1951 Convention Relating to the Status of Refugees and its 1967 Protocol;
11. Recognize that the relevant United Nations conventions and protocols,
and United Nations Security Council resolutions, in particular United
Nations Security Council resolution 1373 (2001), constitute the primary
international legal framework for the fight against terrorism;
12. Recognize the importance of the work developed by the United Nations
Security Council Counter-Terrorism Committee and reaffirm the obligation
and willingness of participating States and the OSCE to co-operate with this
Committee;
125
13. Recall the OSCE’s role as a regional arrangement under Chapter VIII of
the United Nations Charter, and its obligations in this context to contribute
to the global fight against terrorism;
14. Recall their Decision on Combating Terrorism and its Plan of Action for
Combating Terrorism, adopted at the Ninth Meeting of the OSCE
Ministerial Council in Bucharest and reaffirm the commitments contained
therein;
15. Take note with satisfaction of the Declaration and the Programme of
Action adopted at the Bishkek International Conference on Enhancing
Security and Stability in Central Asia: Strengthening Comprehensive
Efforts to Counter Terrorism, held on 13 and14 December 2001;
16. Reiterate the commitment undertaken in the framework of the Charter
for European Security, including the Platform for Co-operative Security,
adopted at the Istanbul Summit, to co-operate more actively and closely
with each other and with other international organizations to meet threats
and challenges to security;
17. Underscore that the prevention of and fight against terrorism must be
built upon a concept of common and comprehensive security and enduring
approach, and commit to using the three dimensions and all the bodies and
institutions of the OSCE to assist participating States, at their request, in
preventing and combating terrorism in all its forms;
18. Undertake to fulfil their obligation, in accordance with the United
Nations conventions, protocols and Security Council resolutions, as well as
other international commitments, to ensure that terrorist acts and activities
that support such acts, including the financing of terrorism, are established
as serious criminal offences in domestic laws;
19. Will work together to prevent, suppress, investigate and prosecute
terrorist acts, including through increased co-operation and full
implementation of the relevant international conventions and protocols
relating to terrorism;
20. Are convinced of the need to address conditions that may foster and
sustain terrorism,in particular by fully respecting democracy and the rule of
law, by allowing all citizens to participate fully in political life, by
preventing discrimination and encouraging intercultural and inter-religious
126
dialogue in their societies, by engaging civil society in finding common
political settlement for conflicts, by promoting human rights and tolerance
and by combating poverty;
21. Acknowledge the positive role the media can play in promoting
tolerance and understanding among religions, beliefs, cultures and peoples,
as well as for raising awareness of the threat of terrorism;
22. Commit themselves to combat hate speech and to take the necessary
measures to prevent the abuse of the media and information technology for
terrorist purposes, ensuring that such measures are consistent with domestic
and international law and OSCE commitments;
23. Will prevent the movement of terrorist individuals or groups through
effective border controls and controls relating to the issuance of identity
papers and travel documents;
24. Recognize the need to complement international co-operation by taking
all necessary measures to prevent and suppress, in their territories through
all lawful means, assistance to, and the financing and preparation of, any
acts of terrorism, and to criminalize the willful provision or collection of
funds for terrorist purposes, in the framework of their obligations under the
International Convention for the Suppression of the Financing of Terrorism
and relevant Security Council resolutions;
25. Reaffirm their commitment to fulfil their international obligations, as set
out in United Nations Security Council resolutions 1373 (2001) and 1390
(2002), and in particular to freeze the assets of those designated by the
Committee established pursuant to United Nations Security Council
resolution 1267 (1999);
26. Note with concern the links between terrorism and transnational
organized crime, money laundering, trafficking in human beings, drugs and
arms, and in this regard emphasize the need to enhance co-ordination and to
develop co-operative approaches at all levels in order to strengthen their
response to these serious threats and challenges to security and stability;
27. Declare their determination to use in good faith all relevant instruments
available within the politico-military dimension of the OSCE, as
represented by the Forum for Security Co-operation, and emphasize the
importance of fully implementing these instruments in particular, the Code
127
of Conduct on Politico-Military Aspects of Security and the OSCE
Document on Small Arms and Light Weapons;
28. Reaffirm that arms control, disarmament and non-proliferation remain
indispensable elements of co-operative security between States; that they
can also make an essential contribution by reducing the risk of terrorists
gaining access to weapons and materials of mass destruction and their
means of delivery; Express determination to combat the risk posed by the
illicit spread of and access to conventional weapons, including small arms
and light weapons; Will make every effort to minimize those dangers
through national efforts and through strengthening and enhancing the
existing multilateral instruments in the fields of arms control, disarmament
and non-proliferation including the OSCE Principles Governing NonProliferation and to support their effective implementation and, where
applicable, universalization.
128

Benzer belgeler