bildiri kitabı - Hematolojik İmmünoloji Derneği
Transkript
bildiri kitabı - Hematolojik İmmünoloji Derneği
K İ J O L O T İ A J O M L E O H . N 1 İ Ü S M İM NGRE .C. O T . K K.K 16 20 EL T T R O MA US H 7 2 X 24ELE BİLDİRİ KİTABI POSTER SUNUMLARI P1 DEMİR BİRİKİMİ OLAN HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ HASTALARINDA FERRİTİN DÜZEYLERİNİN PROGNOSTİK DEĞERİ Esra Yıldızhan1, Esen Karakuş 1, Gökmen Zararsız2, Leylagül Kaynar1, Bülent Eser,1 Mustafa Cetin 1, Ali Ünal 1, Serdar Şıvgın 1. Erişkin Hematoloji Bilim Dalı, 2Tıbbi İstatistik Ana Bilim Dalı, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, Türkiye. 1 Kapsam ve Amaç: Demir birikimi, hem allojenik hem de otolog hematopietik kök hücre nakli (HKHN) olan hastalarda giderek önem kazanan bir komplikasyondur. Uzun süren kemoterapi süreçlerinde hastalar sık eritrosit transfüzyonu nedeni ile demir yüküne maruz kalmaktadırlar. Çalışmamızın amacı; otolog ve allojenik HKHN yapılan hastalarımızın nakil öncesi serum ferritin düzeylerinin yaşam süreleriyle olan ilişkisini belirlemektir. Method: Bu çalışmada, hem otolog hem de allojenik HKHN olan hastaların nakil öncesi ölçülen serum ferritin düzeylerini hasta dosyalarından retrospektif olarak inceledik. Çalışmaya otolog nakil yapılmış 165 lenfomalı hasta (Hodgkin ve Non-Hodgkin) ve allojenik HKNH yapılmış 316 hasta olmak toplam 481 hasta alındı. Hastalar ferritin düzeyleri 500ng/mL altı (grup1) ve 500ng/mL üstü (grup 2) olmak üzere iki gruba ayrılarak yaşam süreleri (tüm yaşam süresi (TYS) ve hastalıksız yaşam süresi (HYS) ve diğer parametreler analiz edildi. İstatistiksel olarak p<0.05 olması anlamlı kabul edildi. Her iki grubun demir parametreleri tablo 1 de verilmiştir. Bulgular: Otolog nakil grubunda; 90 hasta (%54.5) Hodgkin, 75 hasta (%45.5) non-Hodgkin lenfoma idi. Grup 1’de 85 hasta (%51.5) varken, grup 2’de 80 hasta (%48.5) vardı. Median TYS grup 1’de 42 ay (min-max, 1-90 ay) bulunurken, grup 2’de 20 ay (min-max, 1-88 ay) bulundu (p<0,001). Median HYS grup 1’de 39 ay ( min-max, 1-90 ay), grup 2’de ise 10 ay (min-max, 1-88 ay) bulundu (p<0,001). Mortalite oranları; grup 1’de %14.1 (12/85 hasta) iken, grup 2’de %65 (52/80 hasta) şeklinde bulundu (p<0,001). (Şekil1) Allojenik nakil grubunda ise; 136 (%43.0) akut myeloid lösemi (AML), 82 (%25.9) akut lenfoblastik lösemi (ALL), 32 (%10.1) aplastik anemi ve 66 (%20.9) diğer hastalıklar (MDS, KML) olmak üzere toplam 316 hasta vardı. Grup 1’de 83 hasta (%26.2) varken, grup 2’de 233 hasta (%73.8) vardı. Median TYS grup 1’de 20 ay (min-max, 1-70 ay), grup 2’de 10.5 ay (min-max, 0.5-76 ay) bulundu (p=0.004). Median HYS grup 1’de 18 ay ( min-max, 1-69 ay), grup 2’de ise 10 ay (min-max, 1-67 ay) bulundu (p=0.038). Mortalite oranları; grup 1’de %25.3 (21/83 hasta) iken, grup 2’de %69.1 (92/133 hasta) şeklinde bulundu (p<0,001). (Şekil2) Sonuç: Demir birikimi olan ve hematopetik kök hücre nakli (otolog ve allojenik) yapılmış hastalarda serum ferritin seviyelerinin yüksek olması nakil sonrası yaşam sürelerini olumsuz yönde etkilemektedir ve serum ferritini güvenilir bir belirteç olarak kullanılabilir Keywords: demir birikimi, hematopoietik kök hücre nakli, yaşam süresi. Tablo 1: Hastaların gruplara göre demir parametreleri Parametreler Ferritin (ng/ml) Grup2 Ferritin ≥ 500 ng/ml n= 80 (%48.5) median (min-max) 908 (503-4549) < 0,001 60 (12-232) 80 (5-361) < 0,001 320 (128-599) 254 (113-536) < 0,001 18 (4-86) 33 (2-98) < 0,001 p Sağkalım % Sağkalım % Demir(μg/dl) Demir bağlama kapasitesi (μg/dl) Transferrin saturasyonu (%) Grup1 Ferritin < 500 ng/ml n= 85 (%51.5) median (min-max) 118 (9-494) Tüm yaşam süresi Hastalıksız yaşam süresi Şekil 1: Otolog HKHN yapılan hastaların tüm yaşam süresi ve hastalıksız yaşam süresi için Kaplan-Meier analizleri Şekil 2: Allojenik HKHN yapılan hastaların tüm yaşam süresi ve hastalıksız yaşam süresi için Kaplan-Meier analizleri P2 OTOLOG PERİFERİK KÖK HÜCRE NAKLİ YAPILAN HEMATOLOJİK MALİGNİTELİ HASTALARDA TİFLİT SIKLIĞI Esra Özsoy₁, Nur Soyer₂, Püsem Patır₂, Filiz Vural₂,Mahmut Töbü₂, Fahri Şahin₂, Güray Saydam₂, Murat Tombuloğlu₂, (₁)Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İç Hastalıkları ABD, Bornova, İzmir (₂)Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, İç Hastalıkları, Hematoloji BD, Bornova, İzmir GİRİŞ: Nötropenik enterokolit (tiflit) nötropenik hastalarda ateş ve abdominal ağrı ile karakterize bir klinik sendromdur. İlk olarak akut lösemi tanısıyla indüksiyon kemoterapisi alan pediatrik hasta grubunda tanımlamıştır. Yetişkinlerde görülme sıklığı az olmakla birlikte hematolojik maligniteler, nötropeni gelişen solid organ tümörleri ve otolog ve allojeneik kök hücre nakli yapılan hastalarda görülebilir. Literatürde yüksek doz kemoterapi alan ve otolog kök hücre nakli yapılan 296 hastada yapılan çalışmada nötropenik enterokolit sıklığı %12 bulunmuştur.(1) Hastalığın patogenezinde, sitotoksik ilaçların yaptığı mukozal hasar, nötropeni varlığı ve intestinal organların savunma mekanizmalarının zarar görmesi birlikte etkilidir. Tanıda klinik değerlendirmenin yanında görüntüleme yöntemleri kullanılmaktadır. Materyal ve method: Çalışmamızda E.Ü.T.F. hastanesinde 2014- 2015 yıllarında Hematoloji servisinde otolog periferik kök hücre nakli yapılan 125 hastada tiflit sıklığı araştırılmıştır. Tanıda görüntüleme yöntemi ile kanıtlanmış vakalar tiflit olarak kabul edilmiştir. Sonuçlar: Çalışmamızda Ocak 2014- Aralık 2015 arasında otolog kök hücre nakli yapılan toplam 125 hasta geriye dönük olarak incelenmiştir. Hastaların tanıları 69 MM, 36 NHL, 17 HL idi. Hazırlama rejimi olarak MM’ da melfalan, HL ve NHL’ de BEAM ve TECAM rejimleri kullanılmıştır. Tüm otolog nakillerde profilaktik flukonazol ve asiklovir tedavisi kullanılmıştır. Yüz üç (%82,4) hastada izlemde febril nötropeni kliniği gelişmiştir. Hastaların klinik bulguları değerlendirildiğinde 56’sında abdominal ağrı, 59’unda da diyare izlenmiştir. On altı (%12,8) hastada radyolojik olarak kanıtlanmış tiflit tanısı konulmuştur Abdominal ağrısı olup batın ultrasonografisi normal (ileoçekal duvar kalınlığı normal) değerlendirilen 14 (%11,2) hasta saptanmıştır. Tiflit kliniği nötropeninin ortalama 6,5±3. günlerinde ortaya çıkmış olup tanıda görüntüleme yöntemi olarak batın ultrasonografi tercih edilmiştir. Yalnız 2 (%1,6) hastada ileus tablosu gelişmiştir. Tüm hastalar konservatif olarak oral alımın durdurulması ve antipsödomonal etkinliğe sahip antibiyotik ile tedavi edildi. 117 hastanın kliniği izlemde düzelmiştir. Tartışma: NE, yüksek doz kemoterapi ve otolog HKHN uygulanan hastalarda nadir fakat ciddi bir komplikasyondur. Gram-negatif bakteriler ana etken patojenlerdir. Abdomen ultrasonografi, hastaların çoğunda ameliyat gerektirmeyen erken teşhise ve etkin tedavi başlanmasına olanak sağlar.Biz çalışmamızda otolog periferik kök hücre nakli yapılan hematolojik maligniteli hastalarda radyolojik olarak kanıtlanmış tiflit sıklığını % 12,8 olarak saptadık. Referans 1. L. Gil, D. Poplawski, A. Mol, A. Nowicki, A. Schneider, M. Komarnicki. Neutropenic enterocolitis after high-dose chemotherapy and autologous stem cell transplantation: incidence, risk factors, and outcome. Transpl Infect Dis 2013: 15: 1–7. P3 DİRENÇLİ SKLERODERMOİD KRONİK GRAFT VERSUS HOST HASTALIĞINDA RİTUXİMAB TEDAVİSİNİN ETKİNLİĞİ Ali Hakan Kaya, Emre Tekgündüz, Seval Akpınar, HikmetullahBatgi, Dicle İskender, Tuğçe Nur Yiğenoğlu, Bahar Uncu Ulu, Filiz Bekdemir, Mehmet Sinan Dal, Merih Kızıl Çakar, Bilge Uğur, Sinem Namdaroğlu, Ömür Kayıkçı, Ayşegül Tetik, Fevzi Altuntaş. Dr.Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji ve Kemik İliği Nakil Kliniği, Ankara Giriş: Allogeneik hematopoietik kök hücre nakli (AHKHN) uygulanmış hastalarda kronik graft versus host hastalığı (cGvHD)uzun dönemde nüks hastalığa bağlı olmayan en önemli mortalite ve morbitide nedenidir. Steroid tedavisine dirençli cGvHD olgularında standart bir tedavi yaklaşımı bulunmamaktadır. Biz bu çalışmada en az 3 basamak tedavi verilmiş dirençli sklerodermoid tip cGvHH olgularımızda Rituximab deneyimimizi paylaşıyoruz. Materyal-Metod: Haziran 2014 - Şubat 2016 tarihleri arasındaki merkezimizde takipli en az 3 basamak tedaviye dirençli sklerodermoid tip cGvHD gelişmiş hastalarda uyguladığımız rituximab tedavisinin sonuçları geriye dönük olarak incelendi. Hastalara rituximab 375 mg/m2dozunda haftada bir olmak üzere toplam 4 doz uygulandı. Sonuçlar: Çalışmaya ortanca yaşı 41 (22-58) olan toplam 6 hasta dahil edildi. Hastalara ait demografik ve AHKHN ilişkili veriler Tablo 1’de özetlenmiştir. Hastaların tümüne HLA tam uyumlu kardeş vericiden periferik kan kaynaklı AHKHN uygulandı. Hastalara ortanca 7,15x106 (5,7x106-9,9x106) CD34 pozitif kök hücre infüzyonu yapıldı. cGvHD ilişkili bulgular Tablo 2’de özetlenmiştir. cGvHD başlangıç zamanının ortanca 15,5 (6-36) ay olduğu görüldü. Olguların birinde sklerodermoid cilt tutulumuna klinik olarak tanılı bronşiolitis obliterans sendromu eşlik ediyordu. Beş hastada ağır tip, 1 hastada ise orta tip cGvHD saptandı. Rituximab öncesinde hastalara ortanca 4 dize immunsupresif tedavi uygulandığı (1 hastada 6 basamak, 2 hastada 5 basamak ve 3 hastada ise 3 basamak tedavi) görüldü. Bir hasta aktif hastalık nedeniyle Rituximab tedavisine yanıtı değerlendirilemeden kaybedildi. Dört haftalık rituximab tedavisi sonrası değerlendirmesine göre hiçbir hastada tam yanıt (%0) elde edilemedi. Üç hastada parsiyel yanıt (%60) sağlanırken, 2 hasta ise tedaviye yanıt vermedi (%40). Hayatta kalan 5 hastanın rituximab sonrası ortanca izlem süresi 15 (2-21) aydı. Ortanca izlem süresi içinde yanıt elde edilen her 3 hastada (6. ay, 8. ay ve 13. ayda) yanıt kayboldu ve ek immunsupresif tedavi gereksinimi doğdu. Rituximab uygulamasına bağlı infüzyon sırasında 2 hastada tedaviyi engellemeyecek düzeyde allerjik reaksiyon gelişti. Hastalarda grade 3-4 düzeyde yan etki gözlenmedi. Tartışma: Sklerodermoid tip cGVHD, otoimmun hastalıklara benzer klinik ve histopatolojik özelliklere sahiptir ve patogenezi tam olarak aydınlatılamamış bir tablodur. cGVHD etyolojisinde daha çok T lenfositler suçlansa da son yıllarda B lenfositlerin de patolojide önemli rol oynadığı saptanmıştır. Rituximab ile sklerodermoid tip cGvHD tedavisinde %40-60 yanıt sağlanabildiği yönünde sınırlı veriler bulunmaktadır. Bizim vaka serimizde de diğer klinik çalışmalara benzer şekilde yanıt oranı %60 olarak saptandı. Ancak yanıt alınan olgularımızın tümünde kısmi yanıt sağlanması ve yanıt sürelerinin görece kısa olması nedeniyle Rituximab tedavisinin sklerodermoid tip cGvHD olgularında geç dönemde kullanılması etkisini sınırlandırmış olabilir. Rituximab tedavisinin steroid yanıtsız cGvHD olgularında daha erken süreçte kullanılması ile yanıt oranları ve süreleri artabilir. Tablo 1. Hastaların demografik ve AHKHN bilgileri Hasta Yaş Cinsiyet Tanı 1 2 3 4 58 37 22 41 K E K K AML MM ALL MDS AHKHN sırasında yanıt Hazırlama rejimiyoğunluğu Donör Tipi İnfüze edilen hücre (X106) Hücre kaynağı GvHD profilaksisi CR1 RIC MRD 9,9 PK MTX-CSA VGPR RIC MRD 5,7 PK MTX-CSA CR1 MA MRD 6 PK MTX-CSA AKTİF MA MRD 7,94 PK MTX-CSA HASTALIK 5 46 K ALL CR1 MA MRD 7,97 PK MTX-CSA 6 42 E ALL CR1 MA MRD 6,37 PK MTX-CSA ALL: Akut lenfoblastik lösemi, AML: Akut myeloid lösemi, CR: Tam remisyon, GvHD: Graft versus host hastalığı, MA: Myeloablatif, MDS: Myelodisplastik sendrom, MM: Multipl myeloma, MRD: Matched related donör, MTX-CSA: Methotrexate-siklosporin, PK: Periferik kan, RIC: Yoğunluğu azaltılmış rejim, VGPR: Çok iyi kısmi yanıt Tablo 2. cGvHD’a ait veriler Hasta Geçirilmiş Akut Kronik akut GVHH GVHH GVHH genel Başlangıç evre Zamanı (ay) 1 Var 3 36 2 3 4 5 6 Kronik Kronik R Fotoferez Diğer GVHH GVHH öncesiimmunsüpresif tedaviler tutulan evresi tedavi organ Cilt Ağır Steroid-CSA-MMF 6 seans Otolog HKHN Var 1 18 CiltAğır Steroid-CSA-MMF 12 seans Mezenkimal Akciğer hücre tedavisi/ Otolog HKHN Var 3 30 Cilt Ağır Steroid-CSA-MMF 2 seans Mezenkimal hücre tedavisi Var 2 6 Cilt Ağır Steroid-CSA 8 seans Yok Var 2 13 Cilt Ağır Steroid-CSA 12 seans Yok Var 2 13 Cilt Orta Steroid-CSA 12 seans Yok CSA: Siklosporin, GVHH: Graft versus host hastalığı, HKHN: Hematopoietik kök hücre nakli, MMF: Mikofenolatmofetil, R: Rituximab P4 HODGKİN LENFOMALI HASTALARDA VİTAMİN D RESEPTÖR POLİMORFİZMİ (VDR) Sibel Akpınar Tekgündüz, 1Şule Yeşil, 1Ayşe Ceyda Ören, 1Hikmet Gülşah Tanyıldız, 1 Ceyhun Bozkurt, 1Gürses Şahin 1 Dr. Sami Ulus Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Kliniği 1 Amaç: 1-25 OH-D vitamininin hücre proliferasyonu, anjiogenezis ve hücre migrasyonu üzerine inhibitor etki yaparken, apopitozis ve diferansiyasyon üzerine uyarıcı etki yaptığı bilinmektedir. Çok sayıda in vivo ve in vitro çalışmada farklı kanser tipleri için 1,25 OH D vitamininin VDR (vitamin D reseptörü) üzerine bağlanması ile proapopitotik ve antikanser etkilerinin oluştuğu gösterilmiştir. Bu çalışmamızda Hodgkin lenfoma olgularında VDR polimorfizmini sağlıklı kontroller ile kıyaslamayı amaçladık. Gereç ve yöntem: Çalışmaya hastanemiz Çocuk Onkoloji Kliniğinde takip edilmiş olan klasik Hodgkin lenfoma tanılı 95 hasta ile 100 sağlıklı kontrol alınmıştır. Tüm katılımcılarda Cdx2, Fok1, Bsm1, Apa1, Taq1 polimorfizmleri değerlendirildi. Bulgular: Her iki grupta cinsiyetler arası istatistiksel fark bulunmamıştır (p>0.5). Hasta grubu ve kontrol grubu arasında Cdx2, Fok1, Bsm1, Apa1, Taq1 polimorfizmleri açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmamıştır (p>0.5). Tartışma: Yaklaşık 100 kadar VDR polimorfizmi mevcuttur. VDR reseptör polimorfizmleri ile ilgili meme, prostat, pankreas, kolon, safra kesesi, tiroid, over, cilt, glioma, lösemi, nonHodgkin lenfoma gibi malign hastalıklarda çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda sıklıkla Cdx2, Fok1, Bsm1, Apa1, Taq1 polimorfizmleri değerlendirilmiştir. Bazı tümor tiplerinde VDR reseptör polimorfizminin sağlıklı bireylere göre daha sık rastlanması, bazı polimorfizmlerin tümör gelişimine katkı sağladığını düşündürmüştür. Bildiğimiz kadarı ile şimdiye kadar Hodgkin lenfomalı hasta grubunda VDR polimorfizmi üzerine yapılmış bir çalışma bulunmamaktadır. Bulgularımız VDR polimorfizmlerinin Hodgkin lenfoma gelişimde rol oynamadığını düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Hodgkin Lenfoma, Vitamin D Reseptör Polimorfizmi. P5 İMMÜN TROMBOSİTOPENİDE ELTROMBOPAG TEDAVİSİNİN SONUÇLARI: TÜRKİYE’DEN ÇOK MERKEZLİ ÇALIŞMA Gülsüm Emel PAMUK, 1Muhammet MADEN, 2Hakan İsmail SARI, 3Mehmet Ali ERKURT, 4Vahap OKAN, 5Merve KESKİNKILIÇ, 6Gülsüm Akgün ÇAĞLIYAN, 7Ali Hakan KAYA, 8Handan ÇİPİL, 9Sinem NAMDAROĞLU, 10Gülden SİNCAN, 11Esra Ermiş TURAK, 2Kadir İLKKILIÇ, 3İrfan KUKU, 4Mehmet YILMAZ, 12İsmet AYDOĞDU, 7Emre TEKGÜNDÜZ, 13Mehmet ŞEVKİ UYANIK, 14Mehmet ŞENCAN, 15Sezgin ETGÜL, 16 Murat ALBAYRAK, 17Abdullah KARAKUŞ, 18Serdal KORKMAZ, 19İlhami BERBER, 20 Volkan KARAKUŞ, 21Aliihsan GEMİCİ, 22Mehmet HİLMİ DOĞU, 23Özlem ŞAHİN BALÇIK, 2Ali KESKİN, 11Bülent ESER, 7Fevzi ALTUNTAŞ. *1 Trakya Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Edirne, Türkiye. Pamukkale Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Denizli, Türkiye. 3 İnönü Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Malatya, Türkiye. 4 Gaziantep Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Gaziantep, Türkiye. 5 Celal Bayar Üniversitesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Manisa, Türkiye. 6 Denizli Devlet Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Denizli, Türkiye. 7 Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji ve Kök Hücre Transplantasyon Kliniği, Ankara, Türkiye. 8 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Konya, Türkiye. 9 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İzmir, Türkiye. 10 Atatürk Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Erzurum, Türkiye. 11 Erciyes Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye. 12 Celal Bayar Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Manisa, Türkiye. 13 Sakarya Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Sakarya, Türkiye. 14 Cumhuriyet Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Sivas, Türkiye. 15 Hacettepe Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, Türkiye. 16 Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Ankara, Türkiye. 17 Dicle Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Diyarbakır, Türkiye. 18 Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Kayseri, Türkiye. 19 Malatya Devlet Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Malatya, Türkiye. 20 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Muğla, Türkiye. 21 Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Şanlıurfa, Türkiye. 22 İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İstanbul, Türkiye. 23 Turgut Özal Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, Türkiye. *1 2 Amaç: İmmün trombositopeni (İTP), trombosit sayısının azalmasıyla karakterize olan bir hastalıktır. Son yıllarda, refrakter İTP hastalarının tedavisinde eltrombopag gibi trombopoietin reseptör agonistleri kullanılmaya başlanmıştır. Çok merkezli, retrospektif çalışmamızda erişkin İTP hastalarında eltrombopag tedavisinin etkinliğini değerlendirdik. Gereç ve Yöntem: 23 hematoloji merkezinden 128 İTP hastası (75 kadın, 53 erkek, medyan yaş:50, aralık:18-90) çalışmamıza dahil edildi. Hastalar hakkında demografik ve klinik bilgiler hasta kayıtlarından elde edildi. Çalışma için etik kurul onayı alındı. Bulgular: Eltrombopag 8 hastada ikinci basamak, 39 hastada üçüncü basamak, 42 hastada dördüncü basamak, 29 hastada beşinci basamak, 10 hastada ise daha ileri basamak tedavi olarak kullanıldı. Eltrombopag öncesi 111 hasta steroid, 19 hasta rituksimab kullanmıştı. 69 hastada eltrombopag öncesi splenektomi yapılmıştı. Eltrombopag tedavisi öncesi medyan trombosit sayısı 14000/mm3 (aralık: 0-72000) idi. Bu esnada 44 İTP hastasında minör kanama semptomları vardı. Eltrombopag tedavisiyle hastaların 100 tanesinde (%78.1) tam yanıt (TY), 10 tanesinde (%7.8) kısmi yanıt (KY) elde edildi. 18 İTP hastası (%14.1), eltrombopag tedavisine yanıtsızdı. TY veya KY elde edilen 110 hastadan 70’i >3 ay takip edilmişti. Medyan 6 ay içinde (aralık: 3-60), 15 relaps oldu. Kadın İTP hastalarında relaps sıklığı daha az olma eğilimindeydi (%15.9 vs. %32, p=0.1). Kadın hastalarda relapssız sağkalım anlamlı olarak daha uzundu (4 vs. 10 ay, p=0.025). Hastaların 47’sinde (%36.7) bazı yan etkiler saptandı: başağrısı (15, %11.7) ve miyalji (13 hasta, %10.2); minör enfeksiyon, ciltte döküntü, ateş, ve kaşıntı (herbiri 4 hasta, %3.1); hipertransaminazemi (3 hasta, %2.3); ishal (2 hasta, %1.6). Eltrombopag sonrası 9 hastada (%7) tromboembolik olaylar görüldü: venöz tromboz (5 hasta), arteryel tromboz (bir hasta), serebrovasküler olay (2 hasta), akut miyokard infarktüsü (bir hasta). Hastaların dördü öldü, mortalite sebepleri: serebrovasküler olay, ağır infeksiyon, malignite, bilinmeyen (herbiri bir hasta). Tartışma ve Sonuçlar: Standart tedavilere refrakter hastalarda, eltrombopag etkin bir tedavi seçeneğidir. İlginç olarak, hastalıksız sağkalım, kadın hastalarda erkeklerden anlamlı daha uzun bulunmuştur. P6 İMMÜN TROMBOSİTOPENİNİN GEBELİĞİN SEYRİ ÜZERİNE ETKİSİ: RETROSPEKTİF ÇOK MERKEZLİ TÜRKİYE VERİLERİ *1 Gülsüm Emel PAMUK, 1Muhammet MADEN, 2Ömer Nuri PAMUK, 3Mustafa SEYYAR, 3 Mehmet YILMAZ, 3Vahap OKAN, 4Gülden SİNCAN, 5Esra YILDIZHAN, 5Esra Ermiş TURAK, 6Gülsüm AKGÜN ÇAĞLIYAN, 7Kadir İLKKILIÇ, 8Hatice TERZİ, 4İlhami KİKİ, 9 Sinem NAMDAROĞLU, 10Alev AKYOL, 11Serdal KORKMAZ, 12Mehmet Hilmi DOĞU, 13 Gül İLHAN, 14Erdal KARA, 15Sezgin ETGÜL, 16Özlem ŞAHİN BALÇIK, 7Hakan İsmail SARI, 5Bülent ESER, 17Fevzi ALTUNTAŞ. Trakya Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Edirne, Türkiye. Trakya Üniversitesi, Romatoloji Bilim Dalı, Edirne, Türkiye. 3 Gaziantep Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Gaziantep, Türkiye. 4 Atatürk Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Erzurum, Türkiye. 5 Erciyes Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye. 6 Denizli Devlet Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Denizli, Türkiye. 7 Pamukkale Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Denizli, Türkiye. 8 Cumhuriyet Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Sivas, Türkiye. 9 İzmir Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İzmir, Türkiye. 10 Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Gaziosmanpaşa Hastanesi, Hematoloji Bilim Dalı, İstanbul, Türkiye. 11 Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Kayseri, Türkiye. 12 İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, İstanbul, Türkiye. 13 Mustafa Kemal Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Hatay, Türkiye. 14 Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Van, Türkiye. 15 Hacettepe Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, Türkiye. 16 Turgut Özal Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara, Türkiye. 17 Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji ve Kök Hücre Transplantasyon Kliniği, Ankara, Türkiye. *1 2 Amaç: Retrospektif veriler, gebelikte ağır immün trombositopeni (İTP) sıklığının %15 gibi oldukça nadir olduğunu bildirmektedir. Çok merkezli çalışmamızda, gebelik esnasında İTP’nin seyrini değerlendirdik ve İTP alevlenmeleri için prediktif olabilecek maternal risk faktörlerini tanımladık. Gereç ve Yöntem: Türkiye’de farklı hematoloji merkezlerine başvuran gebelik-ilişkili İTP tanılı bütün hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Demografik ve klinik veriler, tıbbi kayıtlardan elde edildi. Çalışma için etik kurul onayı alındı. Bulgular: Çalışmaya İTP tanılı 113 gebe hasta dahil edildi (medyan yaş: 30, aralık: 20-45). 65 hastaya (%57.5) İTP tanısı gebelik esnasında konulmuştu; diğerlerinin İTP tanısı gebelik öncesi mevcuttu. 37 hasta gebelik öncesi İTP için herhangi bir tedavi kullanmıştı: 28 hastaya steroid verilmişti; 9 hasta steroid ve/veya intravenöz immünglobülin (İVİG) kullanmıştı. Steroide yanıtsız 18 hastaya gebelik öncesi splenektomi uygulanmıştı. Gebelik esnasında en düşük trombosit sayısı medyan 41000/mm3 (aralık: 11000-113000) saptandı. 32 gebelikte (%28.3), trombosit sayısı gebelik sırasında en az bir kez <30000/mm3 oldu. Gebe İTP hastalarının 5 tanesinde, mukozal ve/veya kütanöz minör kanama gelişti; 4 hastada spontan abortus oldu; bir bebekte intrauterin büyüme geriliği vardı. Gebelik esnasında 32 hastaya trombositopeni nedeniyle steroid verildi, 7 hasta İVİG ile tedavi edildi, 28 hastaya hem steroid hem de İVİG verildi. Doğum esnasında medyan trombosit sayısı 90000/mm3 (aralık: 30000-356000) idi. Doğumların %40.5’i vajinal olarak gerçekleşti. Üç hastada postpartum kanama oldu, 4 hastaya anemi semptomları nedeniyle eritrosit süspansiyonu verildi. Hiç maternal ölüm olmadı. Sadece 2 yenidoğanda, neonatal trombositopeni nedeniyle spesifik tedavi gereksinimi oldu. Tartışma ve Sonuçlar: Serimizdeki hastaların çoğuna (%57.5) İTP tanısı gebelikte konuIdu. Dört spontan abortus dışında, majör komplikasyon gelişmedi. Yenidoğanların çok az kısmında tedavi endikasyonu vardı. P7 ERİŞKİN AKUT LÖSEMİLİ HASTALARDA TCRαβ DEPLESYONLU HAPLOİDENTİK NAKİL SONRASI İMMÜN YAPILANMA Leylagul Kaynar*1, Koray Demir1, Çiğdem Pala Öztürk1, Gökmen Zararsız2, Zeynep Burçin Gönen3, Serdar Şıvgın1, Bülent Eser1, Yavuz Köker4, Musa Solmaz1, Ali Ünal1, Mustafa Çetin1. 1 Erciyes Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye. 2 Erciyes Üniversitesi, Bioistatistik Ana Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye. 3 Erciyes Üniversitesi, Genetik Araştırmalar ve Kök Hücre Merkezi (GENKÖK), Kayseri, Türkiye. 4 Erciyes Üniversitesi, İmmunoloji Bilim Dalı, Kayseri, Türkiye. Giriş: Haploidentik hematopoetik kök hücre nakilleri (HKHN), yüksek oranda graft yetmezliği, graft versus host hastalığı (GVHD) ve immün yapılanmada gecikmenin neden olduğu relaps ve yüksek oranda infeksiyon ve enfeksiyon ilişkili mortalite ile birliktedir. HKHN sonuçlarını iyileştirmek için son yıllarda in vivo ve in vitro T hücre deplesyon metotları yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu metotlardan birisi de in vitro T hücre deplesyonudur. Bu çalışmada fludarabin, tiotepa, melfelan ve ATG’den oluşan myeloablatif hazırlama rejimi sonrası αβ+ T hücre deplesyonu yapılmış haploidentik kök hücre nakli sonrası immün yapılanma sonuçlarımızı bildirdik. Hastalar ve metotlar: Akut lösemi tanısı ile haploidentik nakil yapılmış median yaşı 28 olan 34 akut lösemi hastasına αβ+ T depleted haploidentik kök hücre nakli yapıldı. Seleksiyon CliniMACS aleti (Miltenyi Biotec) ile yapıldı. B hücre deplesyonu yapılmadı. Hastaların %82.5’i dirençli hastalık veya ikinci remisyondan sonra olduğu veya standart tedavi rejimleri ile remisyona girmediği için yüksek riskli olarak kabul edildi. Hastaların %55.9’u remisyonda değil idi. Nakilde kullanılan graft 12.69 x106 (10.34-16.01) CD34+ hücre/kg, 11.72 ×103 (7.25-24.98) αβ T hücre/kg ve 4.58×106 (1.43-7.70) ɣβ hücre/kg içermekte idi. Sonuçlar: Nakil sonrası engrafman oldukça hızlı şekilde gerçekleşti. Nötrofiller için median 12 gün (range 10.5-15) ve plateletler için engrafman süresi 11 gün (range 10-12 gün) idi. Grade III-IV akut graft-versus-host- hastalığı ve kronik graft-versus-host-hastalığı oranı her ikisi de %6.1 ve %6.1 idi. İlk 100 günlük relaps dışı mortalite oranı %11.4 idi. İki yıllık kümülatif relaps insidansı %31 bulundu. Hastaların hiç birinde EBV ilişkili lenfoproliferatif hastalık görülmedi. İmmün yapılanma grafikleri şekilde verilmiştir. Tartışma: Elde edilen sonuçlar literatürde mevcut olan diğer in vitro T seleksiyon (CD34 seleksiyonu veya CD3 deplesyon metotları) sonuçlarına göre daha iyi immün yapılanma ile birlikte idi. Sonuçta αβ+ T hücre deplesyonu yapılmış graftın kullanıldığı haploidentik nakil ile akut ve kronik GVHD’yi önlemede etkili olduğu, yüksek oranda ve hızlı engrafman ile birlikte düşük transplant ilişkili mortalite oranlarına ulaşıldığına işaret etmektedir. Ancak Absolute cell count/μl immün yapılanmanın özellikle CD4 + T hücrelerinde iyileşmeye ihtiyacı devam etmektedir. 800 600 CD3+ lymphocyte 400 CD3+/CD4+ lymphocyte 200 0 30th 60th 90th 180th 365th Days from transplantation A B CD3+/CD8+ lymphocyte C Şekil: TCRαβ deplete edilmiş allograftla yapılan nakil sonrası immün yapılanma (A) CD3+, CD3+CD4+, CD3+CD8+ hücrelerin yapılanması, (B) TCRαβ+ ve TCRγδ+ hücrelerin yeniden yapılanması, (C) CD19+ B hücrelerin ve CD16+ CD56+CD3- NK hücrelerin yeniden yapılanması P8 OTOLOG HEMATOPOIETIK KÖK HÜCRE NAKLI YAPILAN (OHKHN) HASTALARDA, SERUM ALBUMIN DÜZEYLERININ ÖNEMI Neslihan Mandacı Şanlı1, Esen Karakuş 1, Gökmen Zararsız2, Leylagül Kaynar1, Bülent Eser,1 Mustafa Cetin 1, Ali Ünal 1, Serdar Şıvgın 1. 1Erişkin 2Tıbbi Hematoloji Bilim Dalı, İstatistik Ana Bilim Dalı, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, Türkiye. Giriş : Serum albümini beslenme durumunun bir göstergesidir ve maligniteler ve/veya gastrointestinal hastalıklardan olumsuz etkilenebilir. Serum albumin seviyeleri Hodgkin hastalarında prognostik bir belirteç olarak tanımlanmıştır (1,2). Diğer lenfomalarda da albüminin önemine dair yapılmış bazı çalışmalar vardır (3-5). Multiple myelomada yaşam süreleri değişkendir, bu da myelomun hücre biyolojisindeki farklılıklar, hasta özellikleri ve otolog kök hücre nakli gibi tedavi yöntemlerinin varlığı sounucudur. Bu nedenle hastaların nakil öncesi hangi değişkenlerin değerli bilgiler verebileceğini belirlemek çok önemlidir. Bu çalışmada; nakil öncesi lenfoma, myeloma tanılı hastaların biyokimyasal sonuçlarını tetkik ederek (albümin, ferritin, d-dimer gibi) yaşam analizi yaptık. Hastalar ve yöntem : Çalışmamıza toplam 106 otolog kök hücre nakli yapılmış hasta aldık. Bu hastalar Erciyes Üniveristesi Tıp Fakültesi erişkin Hematoloji Kök Hücre Nakli merkezinde takip edilmekteydi. Retrospektif olarak dosyalardan tarama şeklinde analizler için veriler toplandı. Veriler normal ve normal dışı olmak üzere ikiye ayrıldı ve yaşam analizleri yapıldı. Sonuçlar: Toplamda otolog KHN olmuş 106 hasta tarandı. 33 (%31.1) hasta kadın iken, 73 hasta erkek idi (%68.9). Hasta tanıları açısından; Hodgkin Lenfoma (33 hasta, %31.1), nonHodgkin lenfoma (34 hasta, %32.1) ve multiple myeloma (39 hasta, %36.8). Medyan yaş 42 olarak bulundu (min-max: 17-67). Genel hasta özellikleri Tablo 1’de gösterildi. Tablo 1: Hasta özellikleri Değişkenler Yaş median (min-max) <20 20-29 30-39 40-49 50-59 ≥60 Cinsiyet erkek kadın Tanılar HL NS Mixed selüler Diğerleri MM Ig G Ig G-Kappa Lambda hafif zincir Ig M Ig A NHL DBBL Mantle hücreli Anaplastik büyük hücrelil Anjiyoimmunoblastik Diğerleri Relaps durumu Evet Hayır G-CSF dozu (µg/kg) Kemoterapi durumu 1. sıra 2. sıra ≥ 3.sıra CD34+ (10 6/kg) median (min-max) Hazırlama rejimi Melphalan BEAM ICE Mini ICE n % (n=106) 42 (17-67) 7 (6.6) 18 (17.0) 16 (15.1) 23 (21.7) 27 (25.5) 15 (14.1) 73 (68.9) 33 (31.1) 33 (31.1) 17 8 8 39 (36 .8) 19 8 6 4 2 34 (32.1) 16 5 4 2 7 23 (21.6) 83 (78.4) 8 (4-21) 106 (100 %) 86 (81.1 %) 30 (28.3 %) 5.38 (1.12-19.57) 39 (36.8 %) 54 (50.9 %) 12 (11.3 %) 1 (0.9 %) Hasta durumu Komplet remisyon Kısmi remisyon Dirençli hastalık Nötropenik ateş Evet Hayır 81(76.4) 11(10.3) 14(13.3) 30 (28.3) 76 (71.7) Kısaltmalar: BEAM;BCNU, etoposide, ARA-C, Melphalan, ICE;Iphosphamide, Carboplatin, Etoposide, HL;Hodgkin Lenfoma, NHL;Non-Hodgkin Lenfoma MM; Multiple Myeloma, tx; transplantasyon, DBBL: difüz büyük b hücreli lenfoma Medin albümin seviyeleri 3.85g/dL (0.7-5.2); median D-dimer 190 µg/L (10-35000); median fosfor 3.50 (1.4-5.5) mg/dl; median ürik asit 4.66 mg/dl (3.7-9.2) olarak bulundu. Hastalar vücut kütle indekslerine (VKİ) göre 3’e ayrıldı. Bunlar zayıf (<20), normal (20-25) ve obez olanlar (>25). İstatistiksel anlamda VKİ olarak fark yok idi (p>0.05). Hastaların laboratuar verileri Tablo 2’dedir. Table 2: Yaşam süresi açısından değişkenlerin karşılaştırılması Değişkenler median (min-max) P değeri Normal sınırlar Albumin (g/dL) 3.85 (0.7-5.2) 0.005 (3.2-52) Fosfor (mg/dl) 3.50 (1.4-5.5) 0.301 (1.4-5.5) Ürik asit (mg/dl) 4.66 (1.6-11.2) 0.432 (3.7-9.2) D-dimer (µg/L) 190 (0.1-35000) 0.183 (0-500) Serum albumin seviyeleri nakil sonrası ölen hastalarda anlamlı derecede yüksekti (p=0.005). Yaşam süreleri analizi (TYS ve HYS) Toplam 27 hasta (%25.4) ölmüş olarak kayıt edildi. Analizlerde düşük serum albümin seviyeleri (<3.2 gr/dL) anlamlı düzeyde azalmış HYS (p=0.001) ve TYS (p=0.021) ile ilişkili olarak bulundu. Albumini düşük olan grupta median TYS 58.4 ay olarak bulundu (min-max: 8.6-107.3) ve albümini normal olan grupta ise bu süre 113.2 ay bulundu (min-max:73-152) . Albumini düşük olan grupta median HYS 13.5 ay olarak bulundu (min-max: 7.2-20.1) ve albümini normal olan grupta ise bu süre 41.5 ay bulundu (min-max:36.0-47.0). Tek değişkenli ve çok değişkenli analizlerde de düşük albümin seviyeleri (<3.2g /dL) kısalmış TYS ve HYS ile ilişkili olarak bulundu (p=0.016 and p=0.001). Genel analizler Tablo 3’te verilmiştir. Table 3: Değişkenlerin tek değişkenli ve çok değişkenli analizleri Tüm yaşam süresi Değişkenler Tek değişkenli Hastalıksız yaşam süresi Çok değişkenli Tek değişkenli Çok değişkenli HR (95 % CI) HR (95 % CI) HR (95 % CI) 1.06 (0.93 – 1.21) - anlamsız 1.02 (0.90 – 1.16) - NS anlamsız Kadın 1.00 - anlamsız 1.00 - anlamsız Erkek 1.46 (0.58-3.66) - anlamsız 1.68 (0.55-5.12) - anlamsız Yaş HR (95 % CI) Cinsiyet Tanı HL 1.00 1.00 NHL 0.88 (0.32-1.77) anlamsız 0.76 (0.43-1.65) - anlamsız MM 0.56 (0.44-1.13) anlamsız 0.49 (0.32-1.08) -anlamsız Albumin (g/dl) ≥3.2 1.00 1.00 1.00 1.00 <3.2 2.69 (1.17-6.24) 2.69 (1.17-6.24) 5.16 (1.99-13.38) 5.16 (1.9913.38) Phosphorus (mg/dl) ≥3 1.00 -anlamsız 1.00 -anlamsız <3 1.88 (0.63-5.61) - anlamsız 2.55 (0.74-8.84) - anlamsız <500 1.00 - anlamsız 1.00 - anlamsız ≥550 2.93 (0.66-12.99) - anlamsız 2.12 (0.44-10.20) - anlamsız CD34+ sayısı (10 6/kg) 1.08 (0.97-1.21) - anlamsız 1.04 (0.91-1.19) - anlamsız D-dimer Vücut kütle indeksi (kg/m2) ≥25 1.00 - anlamsız 1.00 - anlamsız <20 1.74 (0.75-4.05) - anlamsız 2.03 (0.74-5.59) - anlamsız 20<BMI<25 1.69 (0.43-6.62) - anlamsız 3.28 (0.66-16.33) - anlamsız Yok 1.00 - anlamsız 1.00 - anlamsız Var 1.34 (0.52-3.41) - anlamsız 1.39 (0.49-3.96) - anlamsız Nötropenik ateş Albumin düşük grupta 20 hasta ölmüş iken (%50), albümini normal olan grupta 86 hastanın 17’si öldü (%19.8). Bu fark anlamlıydı (p<0.05). 100 p=0.016 90 80 Survival (%) 70 60 ≥ 3.2 g/dl 50 < 3.2 g/dl 40 30 20 10 0 0 20 40 60 80 100 120 140 160 Months after transplant (OS) Şekil 1: Tüm yaşam süresi (TYS) ve albümin ilişkisi 180 200 100 p<0.001 90 ≥ 3.2 g/dl 80 Survival (%) 70 60 50 < 3.2 g/dl 40 30 20 10 0 0 10 20 30 40 50 60 Months after transplant (DFS) Şekil 1: Hastalıksız yaşam süresi (HYS) ve albümin ilişkisi Şekil 1 ve 2: Tüm yaşam süresi (TYS) ile Hastalıksız yaşam süresi (HYS)’nin albümin ile ilişkisinı gösteren Kaplan-Meier grafikleri:Her iki analizde de nakil öncesi albümini düşük hastaların yaşam süreleri anlamlı derecede kısalmış olarak bulundu. (p=0.016 ve p<0.001). Tartışma: Serum albumin düzeyi hem sağlıklı kişilerde hem de maligniteli hastalarda beslenme durumunun temel bir göstergesidir. Serum albümin seviyelerinin MM’li hastlalardaki prognostik durumu tam net değildir. Bununla ilgili yapılmış bir takım çalışmalar vardır (6,7). Bizim çalışmamızda, düşük serum albumin seviyeleri kısalmış yaşam süreleri ile ilişkili olarak bulundu (p<0.05). Bununla birlikte, aynı gösterge nüks için anlamlı bulunmadı (p>0.05). Sonuç olarak, serum albümin seviyeleri nakil öncesi ölçülmeli ve prognoz göstergesi olarak kullanılabilecek kolay ve basit bir metod olarak hatırlanmalıdır. Bu durum daha geniş çalışmalarla desteklenmelidir. Referanslar 1. Hasenclever D, Diehl V. A prognostic score for advanced Hodgkin’s disease. International Prognostic Factors Project on Advanced Hodgkin’s Disease. N Eng J Med 339:1506-1514, 1998. 2. Fu XH, Wang SS, Huang Y, Wang B, et al. Feasibility study of application of international prognostic score on prediction of prognosis for advanced Hodgkin's lymphoma. Ai Zheng 25:1013-1018, 2006. 3. Chihara D, Oki Y, Ine S, et al. Analysis of prognostic factors in peripheral T-cell lymphoma: prognostic value of serum albumin and mediastinal lymphadenopathy. Leuk Lymphoma 50:1999–2004, 2009. 4. Ngo L, Hee SW, Lim LC, et al. Prognostic factors in patients with diffuse large B cell lymphoma: before and after the introduction of rituximab. Leuk Lymphoma 49:462–469, 2008. 5. Arcaini L, Lazzarino M, Colombo N, et al. Splenic marginal zone lymphoma: a prognostic model for clinical use. Blood 107:4643–4649, 2006. 6. Bataille R, Jourdan M, Zhang XG, et al. Serum levels of interleukin 6, a potent myeloma cell growth factor, as a reflect of disease severity in plasma cell dyscrasias. J Clin Invest 84:2008– 2011, 1989. 7. Lichtenstein A, Tu Y, Fady C, Vescio R, Berenson J. Interleukin-6 inhibits apoptosis of malignant plasma cells. Cell Immunol 162:248–255, 1995. P9 RETİNAL VEN TIKANIKLIĞINDA TROMBOSİT PARAMETRELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Bilal Elbey1, Muhammed Şahin2, Mehmet Sinan Dal3, Abdullah Karakuş4, Orhan Ayyıldız4 1 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, İmmünoloji Ana Bilim Dalı, Diyarbakır 2 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Diyarbakır 3 Ankara Onkoloji Hastanesi Hematoloji ve Kök Hücre Nakil Kliniği, Ankara 4 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Diyarbakır Amaç: Bu çalışmada retinal ven tıkanıklığı olan hastaların tam kan platelet parametrelerinin değerlendirilmesi ve kontol olgularıyla karşılaştırılması amaçlanmıştır. Materyal ve Metod: Bu çalışmada göz hastalıkları polikliniğinde retinal ven tıkanıklığı tanısı almış olguların dosya kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Kontrol grubuna herhangi bir sistemik ve oküler hastalığı bulunmayan yaş ve cinsiyet uyumlu olgular dahil edildi. Hemogram değerlerinden; plateletkrit, platelet sayısı, ortalama platelet hacmi (MPV) , platelet dağılım genişliği (PDW) değerleri kaydedildi. Veriler gruplar arasında karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışma kapsamında 86 RVT olan hasta verileri yaş ve cinsiyet uyumlu kontrol grubu (n=86) ile karşılaştırıldı. MPV [RVT grubunda 8,34 vs kontrol grubunda 7,90 (p=0,016)] ve plateletkrit değerleri [RVT grubunda 0,212 vs kontrol grubunda 0,19 (p=0,49)] RVT grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek saptanırken, PDW [RVT grubunda 17,47 vs kontrol grubunda 20,47 (p ≤0,001)] değeri kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşük saptandı. Gruplar arasında platelet sayımı açısından fark saptanmadı [RVT grubunda 258,61 vs kontrol grubunda 255,50 (p=0.78)]. Sonuç: Çalışmamızda RVT olgularında MPV ve plateletkrit değerleri yüksek saptanması tıkayıcı retinal vaskülopatilerde yüksek saptanan MPV değerinin yanında platelet yoğunluğunun da yüksek olmasının riski arttırdığını düşündürmektedir. Ancak çalışmamızda PDW değerinin kontrol grubunda daha yüksek çıkması paradoksik bir sonuç olarak gözükmektedir. Bu nedenle bu konunun ileri çalışmalarla aydınlatılmasına ihtiyaç vardır. Anahtar kelimeler: Retinal ven tıkanıklığı, genişliği,plateletkrit ortalama platelet hacmi, platelet dağılım P10 ALLOJENİK HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ (ALLOHKHN) YAPILAN HASTALARDA CD34+ KÖK HÜCRE TOPLAMA ETKİNLİĞİ AÇISINDAN ORİJİNAL FİLGRASTİM (NEUPOGEN), BİYOBENZER FİLGRASTİM (LEUCOSTİM) VE LENOGRASTİM (GRANOCYTE) İÇEREN DEĞİŞİK GCSF AJANLARININ ETKİNLİĞİ *Serdar Şıvgın, Muzaffer Keklik, Esen Karakuş, Gülşah Akyol, Gökmen Zararsız, Musa Solmaz, Leylagül Kaynar, Bülent Eser, Mustafa Çetin, Ali Ünal *Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erişkin Hematoloji Bilim Dalı Giriş-Amaç: Bu çalışmada, Allojenik hematopoietik kök hücre nakli (alloHKHN) yapılan hastalarda CD34+ kök hücre toplama etkinliği açısından orijinal filgrastim (Neupogen®), biyobenzer filgrastim (Leucostim®) ve Lenograstim (Granocyte®) içeren değişik GCSF ajanlarının etkinliğinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Allojenik HKHN yapılmış 243 hasta ve onların 243 sağlıklı donörleri (verici) retrospektif olarak analiz edildi. Hasta dosyalarından kök hücre toplama ile ilgili veriler kaydedildi. Hücre toplama işlemi sonucunda toplanan CD34+ sayılarında, orijinal filgrastim (Neupogen®), biyobenzer filgrastim (Leucostim®) ve Lenograstim (Granocyte®) kullanımının etkinliği araştırıldı. Bulgular: Retrospektif olarak toplam 243 hasta ve donör araştırıldı. Donör ve hasta özellikleri Tablo 1’de gösterilmiştir. Donörlerin 133’ü (%54.7) erkek ve 110’u (%45.3) kadın idi. Hasta tanıları açısından; akut myeloid lösemi (AML) (110 hasta, %45.2), akut lenfoid lösemi (ALL) (61 hasta, %25.1), aplastik anemi (37 hasta, %15.2), lenfoma (14 hasta, %5.9) ve diğerleri (21 hasta, %8.6) şeklinde idi. Nakil için gerekli olan en az 5x106 CD34+/kg miktarında hücre toplamak için yapılan aferez işlem sayısı Neupogen® grubunda 2 (minmax:1-4), Granocyte® grubunda 2 (min-max:1-4) ve Leucostim® grubunda 1 (min-max:1-3) idi. İstatistiksel olarak anlamlı farklılık yok idi (p>0.05). Kullanılan GCSf median dozları (μg/kg/day); Neupogen® grubunda 10.00 (min-max:7.00-12.00), Leucostim® grubunda 8.00 (min-max:7.25-9.00) ve Granocyte® grubunda 8.50 (min-max:6.00-9.50) idi. İstatistiksel olarak anlamlı farklılık yok idi (p=0.067). Toplanan total CD34+ hücre sayısı (x106/kg) Neupogen® grubunda 7.64 (min-max:4.09-13.86), Leucostim® grubunda 13.43 (minmax:8.15-23.38 ve Granocyte® grubunda 5.45 (min-max:4.28-9.40) idi. Sonuç: Biyobenzer Filgrastim (Leucostim®), periferik kök hücre toplama gücü açısından, allojenik hematopoietik kök hücre nakli vericilerinde orijinal filgrastim (Neupogen®) ile benzer etkinlik gösterebilir. Anahtar Kelimeler: Allojenik hematopoietik kök hücre nakli, biyobenzer, filgrastim. Şekil 1: Kullanılan G-CSF ajanlarına göre total CD34+ hücre sayıları (p=0.919). P11 ALLOJENİK HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ (ALLOHKHN) YAPILAN HASTALARDA NAKİL ÖNCESİ KEMİK İLİĞİ DEMİR DÜZEYLERİNİN NAKİL SONRASI PROGNOZLA İLİŞKİSİ Serdar Şıvgın1, Sinan Nazlim2, Gökmen Zararsiz3, Leylagül Kaynar1, Bülent Eser1, Mustafa Çetin1, Ali Ünal1 1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erişkin Hematoloji Bilim Dalı 2 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı 3 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Ana Bilim Dalı Kapsam: Demir birikimi lösemi tanısı alan hastalarda ve allojenik hematopietik kök hücre nakli (alloHKHN) olanlarda önde gelen ölüm sebepleri arasındadır. Method: Bu çalışmada, alloHKHN olan hastaların kemik iliği (Kİ) demir depolarını retrospektif olarak değerlendirdik (n=125). HKHN öncesi yapılmış olan en son Kİ biyopsi örnekleri elde edilerek, standart skorlama sisteminin (1-4 arası) kullanıldığı skorlama ile Kİ demir düzeyi kör olarak belirlendi. Bulgular: Çalışmaya toplam 125 hasta dahil edildi. Hastaların 76’sı (%60.8) erkek, 49’u (%39.2) kadın idi. Nakil öncesi median serum ferritin seviyesi 1023.00 ng/mL (min-max: 393.80-1627.50) bulundu. Hastaların çoğunluğunun tanısı akut lösemi (83 hasta, %66.4) ve lenfoma (20 hasta, %16.0) idi. Nötrofil engraftmanı için median süre 14.00 gün (minmax:13.00-16.00) ve trombosit için 11.00 gün (min-max:10.00-14.00) idi. Toplam 50 (%40) hasta, ya primer hastalık nedeniyle ya da sekonder komplikasyonlar nedeniyle (enfeksiyon, kanama) nakil sonrası dönemde öldü. Tüm yaşam süresi (TYS) ve hastalıksız yaşam süresi (HYS) açısından, Kİ demir düzeyi arttıkça hasta yaşam süresi kısalmakta idi ve bu istatistiksel olarak anlamlı bulundu (TYS için p<0.001 ve HYS için p=0.012). Sonuç: Kİ demir düzeylerinin belirlenmesi, allojenik HKHN yapılan hastalarda risk belirleme açısından önemli bir prognostik belirteç olabilir Anahtar Kelimeler: Allojenik hematopoietik kök hücre nakli, demir birikimi, kemik iliği Şekil 1 ve Şekil 2 : Hastaların kemik iliği demir düzeylerine göre tüm yaşam süreleri ve hastalıksız yaşam süreleri P12 ALLOJENİK HEMATOPOİETİK KÖK HÜCRE NAKLİ (ALLOHKHN) YAPILAN DEMİR BİRİKİMLİ HASTALARDA KARACİĞER DEMİR BİRİKİM DÜZEYİNİN HASTA YAŞAM SÜRESİYLE İLİŞKİSİNİN ARAŞTIRILMASI Serdar Şıvgın1, Kemal Deniz2, Leylagül Kaynar1, Gökmen Zararsız3, Süleyman Baldane1, Mustafa Çetin1, Bülent Eser1, Ali Ünal1. 1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Erişkin Hematoloji Bilim Dalı 2 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı 3 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Ana Bilim Dalı Giriş-Amaç: Demir birikimi, allojenik hematopoietik kök hücre nakli (alloHKHN) yapılan hastalarda; artmış enfeksiyon, veno-okluziv hastalık ve hepatik disfonksiyonu beraberinde getirir. Serum ferritini, dünyada demir birikimini değerlendirmede kullanılan en yaygın, kolay, ucuz ve non-invaziv bir yöntemdir. Bu çalışmada amacımız; merkezimizde alloHKHN yapılan hastaların karaciğer demir birikim düzeylerinin, nakil sonrası hasta prognozu ile ilişkisini incelemek idi. Gereç-Yöntem: Çalışmaya; Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Kök Hücre Nakli Hastanesi’nde 2004-2011 yılları arasında alloHKHN yapılmış toplam 50 hasta alındı. Bu hastaların verileri dosya kayıtlarından retrospektif olarak toplandı. Hastaların KC biyopsi materyalleri Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi Patoloji Kliniği’nin arşivlerinden bulunarak demir boyaması yapıldı. Bu gruplar arasında; graft-versus-host hastalığı (GVHH), relapse oranları, enfeksiyonlar, trombosit ve nötrofil engraftman günleri, hastalıksız yaşam süresi, tüm yaşam süresi, nakil-ilişkili mortalite oranları analiz edildi. Verilerin analizi IBM SPSS Statistics 22.0 (IBM Inc., Ill, USA) programı ile değerlendirildi. p<0.05 anlamlılık düzeyi kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya alloHKHN yapılmış toplam 50 hasta dahil edildi. Hastaların 32 tanesi (%64) erkek iken 18 tanesi (%36) kadın idi. Tanı dağılımı açısından; akut myeloid lösemi (AML) 24 hastada (%48), akut lenfoblastik lösemi (ALL) 14 hastada (%28), multiple myelom (MM) 3 hastada (%6) ve diğer hastalıklar (Aplastik anemi (AA), myelodisplastik sendrom (MDS), lenfoma, kronik myelositer lösemi (KML) ise 9 hastada (% 18) tesbit edildi. Ortalama yaş 34.00±11.48 olarak bulundu. Tüm yaşam süresi (TYS) için grade 0 hastalar 53.4 ay (41.165.7 ay), grade 1 hastalar 55 ay (47.2-64.5 ay), grade 2 hastalar 25.4 ay (11.5-39.4 ay), grade 3 hastalar 29.3 ay (12.3-46.3 ay) ve grade 4 hastalar ise 2.6 ay (2.0-3.3 ay) gibi sonuçlar elde edilmiştir. Karaciğer demir düzeyine göre azalma gösteren TYS, Kaplan-Meier analizleriyle de istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.001). Hastalıksız yaşam süreleri (HYS) açısından; grade 0 hastalar 47.1 ay (32.0-62.0 ay), grade 1 hastalar 36.9 ay (21.0-65.0 ay), grade 2 hastalar 23.5 ay (12.0-59.0 ay), grade 3 hastalar 27.4 ay (5.3-59.3 ay) ve grade 4 hastalar ise 2.6 ay (2.0-3.0 ay) olarak bulunmuştur. HYS için her ne kadar KC demir düzeyi arttıkça HYS azalıyor olsa da, Kaplan-Meier analizlerine göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. (p=0.093). Sonuç: Özellikle AlloHKHN yapılan hematolojik maligniteli hastalarda, karaciğer demir birikimi hastaların nakil sonrası yaşam sürelerini olumsuz şekilde etkileyebilir. Anahtar Kelimeler: Allojenik hematopoietik kök hücre nakli, demir birikimi, yaşam süresi Şekil 1: eritrositler Periferik Yayma Fragmente Şekil 2: Kemik iliği solid organ metastazı P13 KRONİK LENFOSİTİK LÖSEMİ TANILI HASTALARDA ALLOJENEİK PKHN SONRASI DONÖR LENFOSİT İNFÜZYONU VE RİTUXİMAB UYGULAMALARI Mahmut Yeral, Mutlu Kasar, Nurhilal Turgut, Pelin Aytan, Can Boğa, Hakan Özdoğu Başkent Üniversitesi Adana Erişkin Kemik İliği Nakil ve Hücresel Tedavi Merkezi, Adana Amaç: Bu ön çalışmada amaç KLL hastalarına uygulanan allojenik periferik kök hücre nakli (PKHN) sonrası dönüşümlü donör lenfosit infüzyonu (DLI) / Rituksimab tedavi stratejisinin hastalık eradikasyonundaki etkinliğinin değerlendirilmesidir. Hasta ve metod: Değerlendirmeye kliniğimizde allojeneik PKHN yapılan ve EBMT kriterlerine göre yüksek riskli (pürin anoloğu kombinasyonu tedavisi sonrası >24 ayda relaps olan) 5 olgu ile çok yüksek riskli (p53 mutasyonu olan veya fludarabine dirençli) 3 olgu alındı. Olgulara tümör yükünü azaltmaya yönelik R-FC, Alemtuzumab ya da bendamustin tedavileri verildi. En az parsiyel cevap elde edildikten sonra hazırlama rejimi olarak Fludarabine/Cyclophosphamide (-7 ile -3 gün Fludarabine 30mg/m² /gün, -7 ile -3 gün; Cyclophosphamide 500 mg/m² /gün, -3 ile -1 gün; ATG fresenius 15-30 mg/kg kullanıldı. Ortalama 5.4x106/kg periferik kök hücre infüzyonu yapıldı. Graft versus host hastalığını (GVHH) önlemeye yönelik siklosporin ve kısa metotreksat veya mukofenolat verildi. İmmün sistemi baskılayan ilaçların kesilmesinden sonra, GVHH gelişmeyen hastalara tam kimerizim sağlanıncaya kadar 5x106/kg T hücresi dozundan başlanarak her 8 haftada bir beş kat doz artırımı ile ve alternatifli olarak her 8 haftada bir 375 mg/kg rituksimab verildi. Kimerizim takibi +56, 100, 180. günler ve kliniği gerektirdikçe yapıldı. Olgularda graft yerleşmesi ortanca 12 (9-16) günde oldu. 100. günde 3 hastada, 1 yılda 6 hastada tam kimerizm sağlandı. 1 yıl sonunda hastaların ikisi halen mixt kimerik idi. Hastaların hepsi hematolojik tam remisyona girdi. Olgulara ortalama 3 kez DLI ve 3 kez ritüksimab verildi. Ortanca 42 (19-73) aylık takip süresi olup hastalıksız yaşam süreleri 38 (19-73) aydır. Yapılan değerlendirmede tam kimerizm elde edilme süresi ile hastalıksız yaşam süresi arasında anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. 8 hastanın 5'i tam remisyon durumunda olup, hastaların biri richter transformasyonu nedeni ile kaybedildi. Tartışma ve sonuç: Alojeneik kök hücre naklinin KLL olgularında bilinen en önemli morbiditesi akut ve kronik GVHH’dır. Bu durum elde edilen yaşam avantajını negatif yönde etkilemektedir. İncelenen olgu örneklerinde dönüşümlü DLI/Rituksimab uygulamanın 12 ay içinde tam kimerizm sağlanmasında hastalık kontrolu ve progresyonunun engellenmesinde etkin olduğu, bunun yanı sıra morbidite ve mortalite artışı olmadığı kanısına ulaşılmıştır. Bu ön çalışmada rituximabın GVL etkisini bozmadan GVHH riskini azaltığını düşünmekteyiz. OLGU SUNUMLARI O1 İMMÜN TROMBOSITOPENI SONRASINDA TANI KONULAN SISTEMIK LUPUS ERITEMATOZUS OLGUSU Bahar Uncu Ulu1, Mehmet Sinan Dal1, Merih Kızıl Çakar1, Tuğçe Nur Yiğenoğlu¹, Bilge Arslan Uğurlu¹, Ali Hakan Kaya¹, Hikmet Batgi¹, Filiz Bekdemir¹, Nurgül Özcan2, Dicle İskender¹, Emre Tekgündüz¹, Fevzi Altuntaş¹ 1 Ankara Onkoloji Hastanesi Hematoloji ve Kök Hücre Nakil Kliniği 2 Ankara Onkoloji Hastanesi Hematoloji ve Genetik Laboratuvarı Giriş: İmmün trombositopeni (ITP), trombositler ve megakaryositlere karşı oluşan otoantikorların trombositlerin yaşam sürelerini kısaltması sonucu gelişen otoimmün bir hastalıktır. Trombositopeni primer ya da altta yatan otoimmün hastalıklara sekonder olarak meydana gelebilir. Antinükleer antikor pozitifliği İTP’de sıklıkla görülür, ancak Sistemik Lupus Eritematozis (SLE) tanısı olan %10-40 hastada trombositopeni gelişir. Şiddetli trombositopeni SLE’de daha nadiren görülür. Trombositopeni SLE de mortalite üzerinde bağımsız bir risk faktörüdür. Biz de merkezimizde takip ettiğimiz ITP tanısı sonrasında yeni tanı konulan Sistemik Lupus Eritematozus olgusunu sunmayı amaçladık. Olgu: Kırk altı yaşında kadın hasta, 5 yıl önce vücudunda yaygın ekimozları olması nedeniyle başvurusunda trombosit 8x103/mm3 saptanmış. İTP tanısıyla 4 gün 40 mg deksametazon tedavisi verilmiş. Takibinde trombosit düzeyleri normal sınırlarda seyretmiş. 5. yılda hasta bacaklarda ekimoz, diş etlerinde kanama şikayetleriyle merkezimize başvurdu. Tam kan sayımında trombosit düzeyi 8x103/mm3 saptandı ve periferik yayma tam kan sayımı ile uyumlu saptandı. 1 mg/ kg metilprednizolon tedavisi başlandı. Yapılan tetkiklerinde anti dsDNA> 300 IU/ml (pozitif), Anti nükleer antikor 1/100 dilusyonda (++) nükleolar boyanma, C3: 1.1 mg/dl , C4: 0.09 mg/dl (düşük) saptandı. Antifosfolipid antikorları negatif saptandı. El eklemlerinde gezici ağrı şikayeti mevcuttu. Kemik iliği biyopsisi normosellülerdi. Hastaya SLE’ye sekonder ITP tanısı konarak romatoloji ile birlikte takibine devam edildi. Tartişma: SLE’de trombositopeni patogenezi multifaktoriyeldir. Patogenezde 1) anti trombosit antikorları, 2) immün kompleksler, 3) antifosfolipid antikorlar, 4) vaskülitler, 5) trombotik mikroanjiopatiler, 6) hemafagositoz, 7) trombosit ve megakaryositlerdeki trombopoetin ve reseptörüne karşı otoantikorlarının varlığı, 8) kemik iliği stromal değişiklikleri rol oynamaktadır. SLE hastalarının %16’sında immün trombositopeni SLE’nin semptomatik olmasından yaklaşık 10 yıl önce gelişmektedir. Olgumuzda da ITP, SLE tanısından 5 yıl önce gelişmiştir. ITP hastalarında SLE gibi otoimmün hastalıkları ayırıcı tanıda düşünmek önemlidir. SLE’de trombositopeni şiddetinin hastalık mortalitesi için bağımsız bir risk faktörü olması sebebiyle, hastalığın erken ve doğru tanısının konması ve uygun tedavi yaklaşımı önemlidir. Anahtar kelimeler: Antifosfolipid antikorlar; immün trombositopeni, sistemik lupus eritematozis O2 ANTIFOSFOLIPID ANTIKORLAR ILE ILIŞKILI İMMÜN TROMBOSITOPENI: OLGU SUNUMU Bahar Uncu Ulu1, Mehmet Sinan Dal1, Merih Kızıl Çakar1, Tuğçe Nur Yiğenoğlu¹, Bilge Arslan Uğurlu¹, Ali Hakan Kaya¹, Hikmet Batgi¹, Filiz Bekdemir¹, Nurgül Özcan2, Dicle İskender¹, Emre Tekgündüz¹, Fevzi Altuntaş¹ 1 Ankara Onkoloji Hastanesi Hematoloji ve Kök Hücre Nakil Kliniği 2 Ankara Onkoloji Hastanesi Hematoloji ve Genetik Laboratuvarı Giriş: İmmün trombositopeni (ITP), trombositler ve megakaryositler üzerinde eksprese edilen glikoproteinlere karşı tolerans kaybının olması sonucu trombositopeni ile seyreden, sık görülen edinsel bir hastalıktır. Antifosfolipid antikorlar %20-70 ITP hastasında görülebilir. Ancak bunların sadece %10’unda antifosfolipid antikor sendromu gelişir. İmmün trombositopenili olgularda sekonder nedenlerin saptanması tedavi planı, tedavi yanıtı ve prognoz açısından önemlidir. Biz de merkezimizde takip ettiğimiz antifosfolipid antikorlarla ilişikili immun trombositopeni tanılı hastayı sunmayı amaçladık. Olgu: Altmış iki yaşında kadın hasta, 5 yıl önce dış merkezde ITP tanısıyla 6 ay steroid tedavisi kullanmış. Tedavi ile trombosit değerleri normal sınırlara gelen hasta düzenli takiplerine gitmemiş. Kontrol amaçlı yapılan kan sayımında trombosit değeri 5x103/mm3 saptanan ve herhangi bir kanama bulgusu olmayan hastaya 1 mg/kg metilprednizolon tedavisi verildi. Yapılan tetkiklerde ANA negatif, Anti ds DNA negatif, antifosfotidilserin Ig G: 40 U/ml (pozitif), antifosfotidilserin Ig M: 61 U/ml (pozitif), antifosfolipid Ig G: 63 U/ ml (pozitif), antifosfolipid IgM: 42 U/ml (pozitif), antikardiyolipin Ig G: 143 U/ml (pozitif), antikardiyolipin Ig M: 85 U/ml (pozitif), anti beta 2 glikoprotein Ig A: 51 RU/ml (pozitif), Ig G: 35.5 EU/ml (pozitif), Ig M: 41 EU/ml (pozitif), lupus antikoagülanı: 65 (pozitif) olarak saptandı. 6 hafta sonra antifosfolipid antikorlar tekrar pozitif tespit edildi. Aktif eklem bulgusu mevcut değildi. Tekrarlayan düşük, ölü doğum ve tromboz hikayesi mevcut değildi. Kemik iliği biyopsisinde hipersellülarite, megakaryositlerde artış ve grade 1 retikülin lif artışı izlendi. Myelodisplastik sendromu açısından FISH ve sitogenetik değerlendirmesinde patoloji saptanmadı. Hasta antifosfolipid antikorlarla ilişkili immün trombositopeni tanısıyla romatoloji ile birlikte hematolojik olarak tam remisyonda takip edilmektedir. Tartışma: İmmün trombositopeni tanısı koyarken sekonder trombositopeni yapan etyolojik nedenlerin saptanması önemlidir. Antifosfolipid antikorları ITP ve SLE’ye değişen oranlarda eşlik etmektedir. Antifosfolipid antikorları ve lupus antikoagulanı immun trombositopenide tromboz gelişme riskini arttırmaktadır. Olgumuzda antifosfolipid antikorları ve lupus antikoagülan pozitifliği olmasına rağmen tromboz görülmemiştir. İleri yaş hastalarda da trombositopeni saptandığında klinik olmasa dahi daha genç yaşlarda görülen SLE, antifosfolipid antikor sendromu gibi hastalıkları ayırıcı tanıda düşünmek önemlidir. Anahtar kelimeler: Antifosfolipid antikorlar; immün trombositopeni, tromboz O3 STEROID VE İMMÜNSÜPRESIF TEDAVI DIRENÇLI EDINSEL HEMOFILI A OLGUSU Fatoş Dilan Köseoğlu1, Hatice Demet Kiper Ünal1, Nur Soyer1, Ayşe Uysal1, Mustafa Duran1, Püsem Patır1, Güray Saydam1, Fahri Şahin1 1 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ege Erişkin Hemofili Ünitesi Giriş: Edinsel hemofili A daha önceden hemostaz sistemi normal olan bireylerde, faktör VIII’e karşı gelişen otoantikor sonucu FVIII’in işlevinin inhibisyonuna bağlı nadir görülen bir kanama hastalığıdır. Edinsel hemofili A’nın en sık gözlendiği hasta gruplarından birisi obstetrik hastalardır ve sıklıkla doğum sonrası uzamış kanama ile yapılan tetkiklerde tanı alırlar. Olgu Sunumu: 24 yaşında kadın hasta, 38 haftalık gebe olup dış merkezde acil sezaryen ile doğumu gerçekleştirilmiş. Post-partum 1. günde yoğun vajinal kanama, kan transfüzyonuna rağmen hemogramda düşme olması üzerine yeniden operasyona alınmış ve sağ parametrial alanda 1000cc’lik hematom izlenip drene edilmiş. Vajinal kanaması devam eden hasta üst basamak tedavi ihtiyacı nedeni ile merkezimize refere edilmiştir. Doğum sonrası kanama kontrolünün yapılamaması, taze donmuş plazmaya yanıt vermeyen aPTT yüksekliği olması nedeni ile edinsel hemofili olabileceği düşünüldü. aPTT değeri 60-70 sn arasında seyreden hastanın karışım testinde aPTT değeri normal sınırlara geriledi. Ancak 37 derecede 2 saat inkübasyon sonrası aPTT değeri 65sn’ye yükseldi. Hastanın faktör VIII düzeyi %1, faktör VIII inhibitör düzeyi 30 BU olarak sonuçlandı. Retroperitoneal alana kanaması olan ve kanaması devam eden hastaya histerektomi ve bilateral hipogastrik arter ligasyonu yapıldı. Hastaya Rekombinant Faktör VIIa ve 1 mg/kg metilprednizolon tedavisine başlandı. Klinik ve laboratuvar değerleri stabil seyreden hasta steroid tedavisi altında taburcu edildi. Tedavinin 3. haftasında aPTT değeri yüksek, faktör VIII düzeyi % 0,5 gelen hastanın inhibitör düzeyi ise 31 BU olarak saptandı. Steroid tedavisine dirençli olarak değerlendirilen hasta bu süre içerisinde yakın takip edilmiş ve kanaması olmamıştı. Steroid tedavisi doz azaltılarak kesilen hastaya siklofosfamid 100 mg/gün başlandı. Kontrolünde inhibitör düzeyinin gerilemediği gözlendi ve tedavi 150 mg/gün dozuna yükseltildi. Ancak takip değerlerinde laboratuvar yanıt alınamadığı için endikasyon dışı başvuru yapılarak onay alınıp haftada bir gün uygulanmak üzere rituksimab 375 mg/m2/gün tedavisi başlandı. Hastanın rituximab tedavisi altında halen takibi devam etmektedir. Tartışma: Edinsel hemofili A nadir görülen ancak morbidite ve mortalitesi yüksek bir tablodur. Klinik şüphe olduğunda, aPTT uzaması saptanamasa bile faktör düzeyi ölçülmelidir. Tedavide amaç akut dönemde kanama kontrolünün sağlanması olmakla birlikte izleyen sürede oluşan inhibitör aktivitesini yok etmek mutlak gereklidir. Edinsel hemofili A’da en önemli sorun tanının geç konulması ve hastaların genellikle hematoloji dışı kliniklere yatırılmış olmasıdır. Bu nedenle hekimlerin bilgi ve farkındalık düzeyinin artırılması ve hastaların hematoloji bölümlerine danışılarak multidisipliner yönetilmesi gerekmektedir. O4 POSTPARTUM GELİŞEN VE STEROİD TEDAVİSİNE TAM YANIT GÖSTEREN EDİNSEL HEMOFİLİ A OLGUSU Hatice Demet Kiper Ünal¹, Esra Özsoy², Fatoş Dilan Köseoğlu², Zuhal Mehrekula¹, Fahri Şahin¹, Güray Saydam¹ ¹Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı Ege Erişkin Hemofili Ünitesi, ²Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı GİRİŞ: Edinsel hemofili A (EHA) daha önceden hemostaz sistemi normal olan bireylerde, faktör VIII’e (FVIII) karşı gelişen inhibitör sonucu FVIII aktivitesinin baskılanmasına bağlı nadir görülen bir kanama hastalığıdır. Sıklığı tanısal zorluklar nedeniyle tam bilinmemekle birlikte yıllık milyonda 0.2-1 olarak bildirilmektedir. Olguların yarısı idyopatik olup altta yatan bir neden bulunamazken, geri kalanın etiyolojisinde sıklıkla gebelik ve postpartum dönem, otoimmun hastalıklar, maligniteler ve bazı ilaçlar suçlanmaktadır. Aşağıda postpartum dönemde gelişen EHA olgusuna tanı ve tedavi yaklaşımı sunulmaktadır. OLGU: Daha önce kanama diyatezi geçmişi ve ailede kanama öyküsü olmayan 25 yaşında kadın hasta Ekim 2014 tarihinde normal vajinal doğum gerçekleştirmiş. Doğum sırasında ve sonrasında patolojik kanaması olmayan hasta, doğumdan kırk gün sonra her iki bacak arka yüzde hematom gelişimi nedeniyle tetkik edildi. APTZ: 96 sn olarak ölçülen hastada karışım testinde düzelme saptanmadı. FVIII: %0,1 bulunan hastanın FVIII inhibitörü (+) bulundu. Postpartum EHA tanısı konulan hastaya rFVIIa tedavisi ile kanama kontrolü sağlanıp eş zamanlı metil prednizolon 1 mg/kg/gün dozunda başlandı. Tedavinin 3. haftasında bakılan FVIII: %65,9 saptanan hastada FVIII inhibitörü <0,6 ölçüldü. Steroid dozu kademeli olarak azaltılan hastanın 6. haftadaki kontrolünde FVIII inhibitörü negatif olarak izlenmeye devam ederken steroid kullanımına bağlı santral obezite, akne ve ödem izlenmesi üzerine metil prednizolon iki hafta içinde azaltılarak kesildi. Steroid tedavisi kesildikten sonraki kontrolünde anamnezde ve FM’de herhangi bir kanama bulgusu izlenmeyen hastanın APTZ: 24,6 sn, FVIII: %125,2 ve FVIII inhibitörü (-) olarak bulundu. SONUÇ: Steroid tedavisine 3. haftada tam yanıt göstermiş olan hastada tedavi steroide bağlı yan etkiler nedeniyle 8. haftada sonlandırılmış olup, hastanın tedavi sonrası izleminde herhangi bir kanama bulgusu ya da koagülasyon anormalliği izlenmedi. TARTIŞMA: EHA nadir görülen ancak morbidite ve mortalitesi yüksek bir tablodur. Öncesinde kanama öyküsü olmayan bir bireyde ani ortaya çıkan kanama bozukluğunda edinsel hemofiliyi akla getirmek önemlidir. Kanama atağının durdurulması öncelikli amaç olup, sonrasında inhibitörün yok edilmesi ve böylece kanama tekrarının engellenmesidir. Kanamalar bypass edici ajanların kullanımı ile kontrol altına alınırken eş zamanlı immünsüpresif tedavinin başlanması önerilir. Tedavide prednizolon ilk basamaktır. Yanıt alınamayan hastalarda siklofosfamid, siklosporin, intavenöz immünglobulinler (IVIG), plazmaferez ve rituximab basamaklı olarak kullanılabilecek tedavi yöntemleridir. O5 ALLOGENEİK KAN KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI EKSPANSE OLAN PNH KLONUNUN ECULİZUMAB SEYRİNDE KAYBOLMASI Sevgi Kalayoğlu Beşışık1, Güven Çetin2, Yeliz Duvarcı Öğret3, Mustafa Nuri Yenerel1, Şebnem İzmir Güner4, Fatma Oğuz3. ¹İstanbul Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Hematoloji Bilim Dalı Bezmi Alem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AnaBilim Dalı 4 İstanbul Medical Park Bahçelievler Hastanesi İç Hastalıkları Bilim Dalı 2 Giriş: Ağır aplastik anemi (AAA) kemik iliğinde kan kök hücrelerinin yok olması ile ilişkili kemik iliği yetmezliği tablosudur. AAA gelişiminde ilaçlar, viral infeksiyonlar, kimyasal maddelere ve radyasyona maruziyet tetikleyici olmakla birlikte sıklıkla neden bulunmaz. İdyopatik olarak isimlendirilen bu grupta T hücre immun yanıt aktivasyonu, ardışık gelişen tepkimelerle kemik iliğinde kan kök hücrelerinin otoimmun hasarı gelişir. AAA’li olguların önemli bir kısmında paroksismal noktürnal hemoglobinüri (PNH) klonu bulunur. PIG-A geninde somatik mutasyonla tanınan klonal kan kök hücre hastalığı PNH’da başlıca klinik tabloyu komplemana aşırı duyarlılık ile hemolitik anemi ve/veya tromboz oluşturur. PNH, AA miyelodisplazi ve akut miyeloid lösemide yandaş hastalık gibi ortaya çıkabilir. Burada AAA ile birlikte asemptomatik PNH tanısı konulan bir hastada allogeneik kan kök hücre nakli (allo-KKHN) sonrası semptomatik olması nedeniyle eculizumab kullanılmasını izleyerek PNH klonun kaybolduğu bir olgu sunduk. Olgu; 22, E. Pansitopeni nedeni ile değerlendirildi. AAA tanısı konulan hastada rutin taramada nötrofil ve monositlerde sırasıyla %44 ve %48 oranında PNH klonu saptandı. PNH klonu ilişkili klinik asemptomatik durumda, HLA tam uyumlu, aynı kan grubunda, 19 yaşındaki nullipar kız kardeşinden yüksek doz siklofosfamid (200mg/m2) ile hazırlama rejimi (HR) ile kemik iliği nakli oldu. Nakil sonrası engraftman ve tam kimerizm gelişen hastada +3.ayda ağır anemi ön planda pansitopeni gözlendi. Coombs negatif hemolitik anemi neden ile değerlendirilen hastada graft kaybı tam alıcı DNA’sı çalışması ve PNH klon sebat etmesi şeklinde belirlendi. Eculizumab standart dozunda başlandı. Siklosporin kesildi. Tedavinin 1.yılında kan değerleri tamamen normale gelen hastada PHN klonu <%10 ve kimerizm yeniden tam kimerizim olarak saptandı. Tartışma: AA olgularının %20 – 40înda PNH klonu tespit edilir. PNH klonu immunsupressif tedaviyi izleyerek geç dönemde de belirebilir. Bu durum PNH klonunun eritrositleri üzerinde CD58 (LFA3) eksikliği ile T hücre sitotoksisitesine göreceli direnci ile yorumlanır. Öte yandan AA eşliğinde PNH klonu bulunması immusupressif tedaviye iyi yanıt habercisidir. Olgumuzda HR’de verilen yüksek doz siklofosfamid ile gelişen immunsupresyon zemininde donör hematopoezine rağmen PNH klonunun ekspanse olması DNA analizinde kimerizm kaybı bulgusuna yol açmıştır. Eculizumab ile semptomatik tedavi yaklaşımıdır. Hastada donör hematopoezi yer kaplayıcı PNH klonunun giderek azalması ile yeniden ekspanse olarak tam kimerizm saptanmasına yol açmıştır. Anahtar kelimeler: PNH, ağır aplastik anemi, eculizumab, kök hücre nakli Kaynaklar 1. Schcolnik-Cabrera A, Labastida-Mercado N, Galindo-Becerra LS, Gomez-Almaguer D, Herrera-Rojas MA, Ruiz-Delgado GJ, Ruiz-Arguelles GJ. Bone marrow transplantation for paroxysmal nocturnal hemoglobinuria. Hematology. 2015 Jun;20(5):263-6 2. Asano J, Ueda R, Tanaka Y, Shinzato I, Takafuta T. Effects of immunosuppressive therapy in a patient with aplastic anemia-paroxysmal nocturnal hemoglobinuria (AAPNH) syndrome during ongoing eculizumab treatment. Intern Med. 2014;53(2):125-8 O6 JAK-2 MUTASYONU HETEROZİGOT OLAN KRONİK MYELOİD LÖSEMİ TANILI NADİR BİR OLGU Püsem Patır1, Seray Saray2, Ayşe Uysal1, Nur Soyer1, Filiz Vural1 1 2 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Giriş: Kronik Myeloid Lösemi (KML), miyeloid öncül hücrelerin anormal çoğalması ile karakterize bir kök hücre hastalığı olup, erişkin lösemilerinin %15’ini olusturur. İnsidansı 12/100.000’dir. Erkeklerde daha sık (E/K: 1.3/1) görülür ve 40-60 yas arasında görülme sıklığı artar. KML’de 22. Kromozomun 11q bandındaki BCR geni ile 9. kromozom q34 bandına lokalize ABL geninin füzyonu sonucu bcr-abl füzyon geni olusur. Kronik miyelositer lösemi olgularında Philadelphia (Ph) kromozomu [t(9;22)(q34;q11)] pozitifliği, kanserde ilk tanımlanan sitogenetik anomali olup KML’de Ph kromozomu dışı sitogenetik anomaliler de gözlenebilir. Bu bulgu çoğu kez kötü prognozun veya blastik fazın habercisi olarak yorumlanmaktadır. Olgu: 58 yaşında erkek hastanın Mart 2009’da konuşma bozukluğu olması üzerine yapılan tetkiklerinde konuşma merkezinde enfarkt ve trombositoz saptanmış. Bunun üzerine hasta kliniğimize başvurmuş. Fizik muayenesi hepatosplenomegali (karaciğer 2 cm, dalak 4 cm kot altı palpabl) olması dışında normaldi. Yapılan tetkiklerinde hemoglobin 16.1 gr/dl, lökosit 18.2x10³/µl, trombosit 922x10³/µl idi. Kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi hipersellülerdi (Megakaryositer, granülositer ve eozinofilik seride belirgin artış izlendi). Karyotipi 46,XY idi, BCR-ABL pozitifti (0.054 IS) ve JAK-2 mutasyonu heterozigottu. Hastaya imatinib 400 mg/gün başlandı. Tedavisinin 9. ayında hastanın BCR-ABL’si negatifleşti. Tedavisinin 24. ayındaki (Mayıs 2011) kemik iliği aspirasyonundan gönderilen BCR-ABL (0.0003 IS) pozitifti. Hastanın imatinib tedavisi 600 mg/gün’e yükseltildi. Tedavisinin 56. ayındaki (Mayıs 2014) kemik iliği aspirasyonundan gönderilen BCR-ABL (0.185 IS) pozitifti. İmatinib tedavisine aynı dozda devam edildi. Ekim 2014’te hastanın genel durum bozukluğu oldu. Hemogramında hemoglobin 13 gr/dl, lökosit 6.8x10³/µl (16% blast) ve trombosit 398x10³/µl idi. Kemik iliği biopsisi ve flow sitometri sonucuna göre hasta akut myeloid lösemi (%70-80 blast) olarak değerlendirildi, BCR-ABL’si negatifti. Hastanın imatinibi kesilerek, dasatinib 100 mg/gün başlandı. Hastanın performans durumunun ECOG 3-4 olması, komorbid durumu (ileri evre KOAH) ve hastanın tedavi tercihi nedeni ile hastaya azasitidin 75 mg/m2/gün, 7 gün, 28 günde bir başlandı. 1. kür sonrası genel durumu düzelen hasta ayaktan tedavi almak üzere taburcu edildi. Takipte ateş yüksekliği olan hasta Şubat 2015’te septik şok nedeni ile exitus oldu. Sonuç: Tirozin kinaz inhibitörleri KML tanılı hastaların tedavi ve izlemini değiştirmiş, ayrıca prognoz ve yaşam kalitelerini düzeltmiştir. 2005’te değişik araştırma grupları myeloproliferatif hastalık ile ilişkili yeni bir JAK gen nokta mutasyonu tanımladılar. Bu mutasyonun varlığı kronik myeloproliferatif hastalıkların (ET, PV, MF) teşhis kriterlerinde değişikliğe yol açmış olmasına rağmen KML’nin prognozu ve seyrinde JAK-2 pozitifliğinin ve JAK-2 inhibitörlerinin kullanımının etkisi tartışmalı olmaya devam etmektedir. O7 OTOİMMÜN İNFLAMATUAR HASTALIĞA SEKONDER GELİŞEN DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMA Ayşe Elverdi1, Mehmet Dağlı1, Leyla Kutlucan2, Ali Kutlucan1, Abdulkadir Baştürk1, Ayça Ceylan3 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları AD, Konya, Türkiye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi Bölümü, Konya, Türkiye 3 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları ve Sağlığı AD, Konya, Türkiye 1 2 Giriş Sistemik sklerozis, bağ dokusu ve mikrovasküler yapıları etkileyen, kadınlarda daha sık görülen nadir bir otoimmün inflamatuar hastalıktır. Birçok doku ve organ damarlarında fibrozis ve obliterasyonla karakterizedir. Sistemik sklerozlu hastalarda akciğer, meme ve gastrointestinal sistem kanserlerinin görülme sıklığı normal populasyona göre artmakla birlikte, non-Hodgkin lenfoma görülme olasılığı çok düşüktür. Sklerodermada sekonder malignite gelişim riskinde artışın nedeni tam olarak anlaşılamamakla birlikte; immünsüpresif ajanların, paraneoplastik fenomenin ve kronik B hücresi uyarımının biyopatogenezle ilişkisi bildirilmiştir. Burada, önceden sistemik skleroz tanısıyla tedavi ettiğimiz ve takiplerinde sekonder Non-Hodgkin lenfoma tanısı koyduğumuz nadir bir olgu sunulmuştur. Vaka Sunumu İki yıldır sistemik skleroz nedeniyle takipli olan 62 yaşındaki bayan hasta her iki servikal bölgede lenfadenopati nedeniyle romatoloji kliniğine başvurdu. Hidroksiklorokin, prednizolon, asetilsalisilik asit kullanmakta olup; astım öyküsü mevcuttur. Hastanın alınan anamnezinde gece terlemesi, ateş, 6 ayda 10 kilo zayıflama, vücutta yaygın ağrı, nefes darlığı şikayetlerinin olduğu öğrenildi. Labaratuvar testlerinde: Hemoglobin:8.9 g/dl, Lökosit:10 K/Ul, Platelet:251 K/Ul, nötrofil:7.3 K/Ul, C-reaktif protein:35 mg/L, LDH:384 u/L saptandı. Toraks BT raporunda; yaygın lenf nodları ve parankimde akciğer tutulumu bulguları saptandı. Boyun ultrasonografisinde; bilateral servikojugüler zincirde en büyüğü 38X24 mm çapında çok sayıda konglomere şekilde LAP saptandı. Hastanın eksizyonel biyopsi sonucunda; CD20, CD79a, Bcl-2, BCL-6 kuvvetli pozitif, Ki-67 indeksi yüksek, high Grade B Hücreli Lenfoma saptandı. Evreleme tetkikleri sonucunda; evre IV Diffüz büyük B hücreli Lenfoma olarak değerlendirildi ve R-CHOP Kemoterapisi planlandı. Tartışma ve Sonuçlar Lenfoproliferatif hastalıklar; otoimmün anormalliklerin de görüldüğü çok yaygın klinik tablolardır. Diffüz Büyük B hücreli lenfomalar, NHL’ların en geniş subtipini oluşturur. Otoimmün hastalıklarla lenfoma ilişkisi yıllardır pek çok çalışmanın konusu olmuştur. Uzun süreçli bir derlemede: bağ dokusu hastalıkları ile; non-Hogkin lenfoma (NHL) ilişkisi 20 çalışmada değerlendirilmiş. Yüzbinin üzerinde vakanın yer aldığı bu meta-analizde; NHL’nin, Sjögren’de yüksek, lupusta orta, Romatoid Artritte ise göreceli olarak düşük oranda görüldüğü belirlenmiş. Ancak bu çalışmada skleroderma ile ilişkisi belirtilmemiştir. Sklerodermalı hastalar, malignite gelişimi yönünden yakın takip edilmelidirler. Beklenmedik bulgular ayrıntılı olarak değerlendirilmelidir. Anahtar Kelimeler: Skleroderma, Diffüz Büyük B hücreli Lenfoma Kaynaklar 1. E. Zintzaras, M. Voulgarelis, HM. Moutsopoulos. The Risk of Lymphoma Development in Autoimmune Diseases. Arch Intern Med 2005;165:2337-2344. SC. Duncan, RK. Winkelmann. Cancer and Scleroderma. Arch Dermatol 1979;115:950-955. O8 PRİMER MİYELOFİBROZ’LU HASTADA ERKEN DÖNEMDE BAŞLAYAN ARDIŞIK GELİŞEN 3 FARKLI KAN GRUBUNA KARŞI ALLOİMMUNİZASYON Melek Yanaşık, Mukadder Huslu, Arzu Çınar, Sakine Onter, Burcu Topal, Gül Gedik, Yücel Kaan, Mehvişe Kaan, İlker Çelmeli, Sevgi Kalayoğlu Beşışık. İstanbul Tıp Fakültesi, Kan Merkezi Giriş: Eritrosit transfüzyonunda başlıca sorunlardan biri de eritrosit antijenlerine karşı alloimmunizasyondur. Klinik olarak alloimmunizasyon ve etkileri kabul edilebilir olabilir. Ancak hiperhemoliz sendromu gelişebilir. Sendromun nedeni net olmamakla birlikte genetik yatkınlık, kompleman sistemi aktive edici bir etkinin eşliği, retiküloendotelyal sistemin aşırı aktivasyonu etkileyici faktör olabilir. Burada kronik transfüzyon hastası olan primer miyelofibrozlu bir hastamızda ardışık gelişen ve asemptomatik kalan 3 farklı alloantikor ilişkili Kan Merkezi yaklaşımımızı belirledik. Olgu: 58 yaşında erkek hasta, ORh pozitif kan grubunda. Primer miyelofibroz tanısı ile semptomatik olana kadar ve/veya Hgb: < 7gr/dl olması halinde transfüzyon protokolü ile izlenmekte iken tanısının 6.yılında filtrelenmiş ve ışınlanmış yaklaşık 2 ay arayla 4 Ü eritrosit (ES) transfüzyonu aldı. 5. Kan ürünü transfüzyonu için çapraz karşılaştırması uyumlu kan bulunamadığı gözlendi. İndirekt Coombs testi pozitif saptandı. Antikor tanımlamada antiJkageliştiği belirlendi. Çapraz karşılaştırmaya devam edilerek 2 uyumlu ES transfüzyonu yapıldı. Yaklaşık 2 ay sonra anti-E gelişimi belirlendi. Toplam 90Ü ES transfüze edilen hastada son olarak anti-c geliştiği belirlendi. Transfüzyonlar sürecinde anti-Jka; 1/64’den hızla 1/256’a yükselirken anti-c sabit 1/512 düzeyinde kaldı. Anti-E çalışılan hücre panellerinin c antijeni ile birlikte E antijeni içermesi nedeniyle anti-E titre çalışması yapılamadı. Direk Coombs testi negatif kaldı. Transfüzyonu kolaylaştırmak için hastaya eritropoetin uygulanması ve alloantikor uzaklaştırılması kararı verildi. IgG tipi antikor varlığı düşünülerek 5 seans plazmaferez günaşırı 1 kan hacmi kadar uygulandı. Transfüzyon ihtiyacı azalmış halde devam eden hastada toplam 2809 çapraz karşılaştırma yapılmş oldı. Tartışma ve sonuç: Kronik transfüzyon programında hastalarda eritrosit alloimmunizasyon sıklığı altta yatan hastalığa ve etnik kökene göre net belirlenmiş çalışma sayısı azdır. Sıklıkla Kell ve CcEe antijenlerine karşı alloimmunizasyon gözlenmiştir. Oysa bizim hastamızda antic ve anti-E yanı sıra anti-Jka gelişmiştir. Çoğul transfüzyon adayı hastalarda tüm kan grupları için antijenik uyum taraması hem maliyet artırıcı hem de iş yükü, emek ve zaman harcayıcı bir yaklaşım olmaktadır. Üstelik bu yaklaşım ağır komplikasyonların çoğunu önleyemez. Hastaların birden çok merkezde antijenik uyum aranmadan transfüze olmaları da bu yaklaşımın önemini azaltıcıdır. Çoğul transfüzyon adaylarının başlangıçta tüm antijenik yapıları bilinmelidir. Acil durumlarda özellikle Kızılay gibi kan toplayıcı büyük kurumlarda sık gözlenen alloantikorlar ilişkili olmak üzere antijenik yapısı önceden belirlenmiş sınırlı bir kan stoğunun bulunması acil uygun kan bulunmasına yardımcı olabilir. Anahtar kelimeler: eritrosit alloimmunizasyonu, çoğul transfüzyon Kaynaklar 1. 2. Brunker PA. Consider the source: the importance of including all transfused products and exposures in red blood cellalloimmunizationresearch.Transfusion. 2016 Feb;56(2):290-3. Castilho L Red blood cell storage and alloimmunization: a fact or a myth? Rev Bras Hematol Hemoter. 2015 ;37(6):359-60 O9 AKUT MİYELİOD LÖSEMİ İNDÜKSİYON KEMOTERAPİSİ ESNASINDA GELİŞEN CİLT İNVAZİV FUNGAL ENFEKSİYONU: OLGU SUNUMU Hikmetullah Batgi1, Filiz Bekdemir1, Tuğçe Nur Yiğenoğlu 1, Bahar Uncu Ulu1, Ali Hakan Kaya1, Bilge Uğur1, Merih Kızıl Çakar1, Mehmet Sinan Dal1, Dicle İskender1, Emre Tekgündüz1, Fevzi Altuntaş1 1 Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji ve Kök Hücre Nakil Kliniği, Ankara Giriş: Akut Miyeliod Lösemi (AML) hastalarında invaziv fungal enfeksiyonlar (İFA) önemli bir mortalite ve morbidite nedeni olmaya devam etmektedir. Burada AML-M6 indüksiyon kemoterapi sırasında cilt invaziv fungal enfeksiyonun geliştiği olgudan bahsedilecektir. Olgu: Yirmi yaşında erkek hasta Ocak 2016 tarihinde AML-M6 tanısıyla 3+7 kemoterapi tedavisi uygulandı. İndüksiyon tedavinin 6. Gününde nötropenik ateş gelişti ve ampirik olarak sulperazon 3x2 gr/gün başlandı. Makatta yumuşak doku enfeksiyonu saptanması nedeni ile tedaviye vankomisin 2x1gr/gün eklendi. Antibiyotik tedavisinin 72 saatinde nötropenik ateşin devam etmesi nedeni ile meropeneme geçildi. Hastadan gönderilen kan, idrar ve gayta kültürlerinde üreme saptanmadı. Akciğer tomografisi normal, batın tomografisinde ise kolit, batında serbest sıvı saptandı. Antibiyotik tedavisinin 5 gününde ateş yanıtı olmaması üzerine ampirik olarak 5 mg/kg amfoterisin-b eklendi. 3+7 indüksiyon kemoterapisinin 15.gün yanıt değerlendirmesinde kemik iliği aplazik saptandı. Nötropenik ateşinin 10. gününde ciltte kol ve bacaklarda olmak üzere çevresi eritemli ortası veziküllü lezyonlar oluştu. Meropenem, Vankomisin ve Amfoterisib-b tedavisi altında cilt lezyonlarından biopsi alındı. Ayırıcı tanıda lökemia cutis, invaziv fungal enfeksiyon ve sweet sendomu düşünüldü. Septik şok gelişen hastamıza Colimisin, Posakonazol eklendi. Takiplerinde ateş ve genel durumu düzelmeyen hastamıza toplam 8 gün granülosit infüzyonu verilerek hastamızın vital bulguları düzeldi ve cilt lezyonları geriledi. Cilt biyopsisinde küf ürediği, etkenin identifikasyonunun devam ettiğini bildirildi. Antifungal duyarlılık testinde küfün duyarlılığı çoktan aza doğru sırasıyla amfoferisin-b, vorikonazol, posakonazol olarak raporlandı. Posakonazol kesildi. Vorikonazol tedavisi eklendi. Diğer antibiotikleri vital bulguları stabilleşmesi , nötropeniden çıkması ve yeni cilt lezyonları gelişmeyip eski lezyonların kurutlanması nedeni ile kesildi. 45.gün kemik iliği remisyon ile uyumlu hasta vorikonazol oral forma geçilip konsolidasyon kemoterapisi verilmek üzere taburcu edildi. Tartışma: Antifungal ajanlarının artmasına ve rutin profilaksilerde kullanılmasına rağmen hematolojik malignitelerde invaziv fungal enfeksiyonlar morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir. %50 den fazla mortaliteye sahiptir. AML indüksiyon tedavisinde profilaktik olarak posokonazol kullanılmaktadır. Bu vakada da profilaktik olarak posokonazol almaktaydı. Febril nötropeni döneminde, amfoteririn-b ye geçildi. İkili antifungal tedavi altında bile (amfitoresin-b+posokonazol) ciltte invaziv fungal enfeksiyon gelişti. Küfün izole edilip duyarlı olduğu ikili antifungal tedavisinin yanında granülosit infüzyonu ile klinik düzelme ancak sağlanabilindi . Nötropenik hastalarda invaziv fungal enfeksiyonlarda ikili antifungal tedavilerin tek başına başarılı olamayacağı ve diğer destek tedavilerinin (öncelikle nötropenin düzelmesini sağlayacak) kullanılması gerekliliği düşünülmüştür. Şekil 1:Tedavi Öncesi Şekil 2: Tedavi Sonrası O10 AKUT MYELOİD LÖSEMİ HASTASINDA GELİŞEN CİLT MANTARI; KUTANÖZ ASPERGİLLOZ Tuğçe Nur Yiğenoğlu, 1Ali Hakan Kaya, 1Bahar Uncu Ulu, 1Filiz Bekdemir, 1Hikmetullah Batgi, 1Bilge Uğur, 1Mehmet Sinan Dal, 1Merih Kızıl Çakar, 1Dicle İskender, 1Emre Tekgündüz, 1Fevzi Altuntaş. 1 1 Ankara Onkoloji Hastanesi, Hematoloji ve Kemik İliği Nakil Ünitesi, Ankara. Amaç: Akut myeloid lösemide (AML) tanı ve tedavi sürecinde çeşitli cilt lezyonları ile karşılaşılmaktadır. Sıklıkla bu cilt lezyonları; kserosis, purpura, pitriasis simpleks, leukemia cutis, cilt enfeksiyonları ve sweet sendromu olmakla birlikte nadiren ise ekstramedüller hastalık tutulumu olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişen cilt lezyonu için bazı olgularda patolojik tanıya gitmek gerekmektedir. Bu vaka sunumunda AML hastasında indüksiyon kemoterapisi sırasında gelişen Aspergillus’ a bağlı cilt tutulumu ile giden bir mantar enfeksiyonu tartışıldı. Yöntemler ve Sonuç: AML tanısı olan 59 yaşındaki erkek hastaya uygulanan indüksiyon kemoterapisi sırasında febril nötropeni nedeni ile ampirik antibiyotik tedavi başlandı. Takibinde hasta da nodüler cilt lezyonları gelişti ve bu nedenle gram pozitif etkenlere yönelik antibiyotik eklendi. Ateş yanıtı alınamayan hastanın mevcut cilt lezyonları artması üzerine cilt biyopsisi yapılmasına karar verildi. Yapılan cilt biyopsisi patolojik incelemesinde dermiste vasküler proliferasyon ve septalı mantar hifa ve sporları saptandı. Doku kültüründe ise Aspergillus üremesi oldu. Bu nedenle hastaya antifungal tedavi olarak posakonazol başlandı ve tedavinin beşinci gününde dramatik bir yanıt alındı. 2 haftalık antifungal tedavisi sonrasında tüm lezyonlarda gerileme gözlendi. Tartışma: AML tanılı hastalara uygulanan yoğun indüksiyon tedavisi sırasında nötropenik dönemde bazı cilt lezyonları gelişebilmektedir. Şüphe duyulan vakalarda mutlaka cilt biyopsisi ile tanıya gidilmeye çalışılmalıdır. Bizim vakamızda olduğu gibi nadiren mukoza tahribine bağlı Aspergillus gibi derin mikozlar gelişebilmektedir. Özellikle febil nötropenik dönemde nadir yerleşimli mantar enfeksiyonları bu hastalarda önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. O11 BİR OLGU NEDENİYLE TÜYLÜ HÜCRELİ LÖSEMİ –VARYANT FORM Bilge Uğur1, Hikmetullah Batgi1, Filiz Bekdemir1, Ali Hakan Kaya1, Tuğçe Nur Yiğenoğlu 1, Bahar Uncu Ulu1, Merih Kızıl Çakar1, Mehmet Sinan Dal1, Dicle İskender1, Nurgül Özcan2 Emre Tekgündüz1, Fevzi Altuntaş1 1 Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji ve Kök Hücre Nakil Kliniği, Ankara 2 Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji ve Genetik Laboratuvarı GİRİŞ: Tüylü hücreli lösemi (THL), kemik iliği ve periferik kanda bulunan çevresel sitoplazmik uzantılı tipik hücrelerin varlığı ile karakterize, splenomegali ve sitopenilerin eşlik edebildiği bir B hücreli lenfoproliferatif hastalıkların %2’sini oluşturan nadir bir hastalıktır. OLGU: Doksaniki yaşında, erkek hasta lökositoz nedeni ile hematoloji polikliniğimizce konsülte edildi. Erken doyma, kilo kaybı ve güçsüzlük şikâyetleri vardı. ECOG performansı 3 olan hastanın traubesi kapalı ve dalak 8 cm ele geliyordu. Hastanın tam kan sayımında lökosit: 116.000 /mm3, lenfosit 85.000/mm3, hemoglobin düzeyi 6,7 gr/dl ve trombosit 39.000/mm3 saptandı. Periferik yaymasında olgun lenfositlerin yanında %25 inde stoplazmik düzensiz saçaklanmanın olduğu lenfositler görüldü. Hastanın kemik iliğinden gönderilen flowsitometride hücrelerin %86’sı lenfosit olup lenfositlerden alınan kapıda imünfenotipik özellik CD19, CD22, CD20, CD79b, CD103, CD11c pozitif; CD5, CD23, CD10, CD43, CD25, CD38 negatifti. Flowsitometri sonucu ile öncelikle THL, varyant THL (CD25 negatifliği nedeni ile) düşünüldü. Kemik iliği biyopsisinde atipik B lenfoid infltratif hücrelerde THL için spesifik olan anneksin ile yaygın olarak boyanma saptanmıştır. Kemik iliği biyopsisinde stoplazmik saçaklanma az hücrede gözlenmiştir. BRAF mutasyonu sonucu pozitif saptanmıştır. Bu bulgularla hastaya varyant THL tanısı konulmuştur. TARTIŞMA: Tüylü hücreli lösemi genellikle 50 yaşın üzerinde, nadir olarak görülen, etyolojisi tam olarak bilinmeyen, daha çok pansitopeni ve splenomegali ile kendini gösteren neoplastik bir hastalıktır. Tanı esnasında olguların yaklaşık %80’inde pansitopeni gözlenmesine rağmen nadiren lökositozla karşılaşılabilir. Masif splenomegalinin ön planda olduğu, lenfadenopatinin pek gözlenmediği klinik prezentasyonda, benzer özellikler taşıyan bazı B hücreli kronik lenfoproliferatif hastalıkların ayrıcı tanısında varyant tüylü hücreli lösemi düşünülmelidir. O12 KLOPİDOGREL KULLANIMI SONRASI GELİŞEN OTOİMMUN TROMBOSİTOPENİ VAKASI Dr. Aliihsan GEMİCİ1 , Dr. İbrahim Halil DEDEOĞLU2 1 Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği 2 Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği GİRİŞ Klopidogrel özellikle asetilsalisilik asit ile birlikte koroner arter hastalığı (KAH) tedavisinde yaygın olarak kullanılan trombosit agregasyon ve aktivasyonunu azaltan gevenli, etkili bir antitrombotik ilaçtır (1). Klopidogrel kullanımı ile kardiyovasküler olay ve inme insidansında önemli azalma olmuştur (2). Bu ajanın yaygın kullanımı nadir görülen bir takım yan etkilerin sıklığını arttırmıştır. Otoimmun trombositopenide klopidogrel kullanımına bağlı gelişebilecek nadir yan etkilerden biridir(3). Burada Koroner arter stent uygulaması öncesi standart klopidogrel kullanımı olan ve işlemden 48 saat sonra trombositopeni gelişen bir olgu sunulmuştur. OLGU 54 yaşında erkek hasta KAH ve Diyabetes Mellitus (DM) tanıları ile kardiyoloji servisine yatırıldı ve aynı gün hastaya koroner arter stent işlemi uygulandı. İşlem öncesi 300 mg klopidogrel verilen hastaya işlem sonrası heparin infüzyonu başlandı. Kan şekeri yüksekliği dışında hemogram,biyokimyasal ve koagulasyon değerleri normal olan hastada izleminin ikinci gününde sızıntı şeklinde burun kanaması,tüm vücutta yaygın peteşial lezyonlar ve derin trombositopeni (Plt:2000…) gelişti. Periferik yaymada eritrosit ve lökosit morfolojisi normal olarak saptanırken trombosit sayısının düşük olduğu görüldü. Koroner arter stent uygulaması sonrası heparin kullanımı olan hastada heparin kullanımına bağlı trombositopeni (HIT) düşünülmekle birlikte işlem sonrası kardiyak ya da periferal damarlarda tıkayıcı lezyon olmaması,deride peteşi dışında nekrotik lezyon olmayışı, trombosit saysı ve olayın gerçekleşme zamanı dikkate alınarak hesaplanan 4Ts ( 4T skoru) düşük saptanan hastada HIT tanısından uzaklaşıldı. Periferik yayması tekrarlanan ve mikroanjiopatik değişiklikler görülmeyen hastada trombotik trombositopenik purpura (TTP) tanısından da uzaklaşılarak ön planda klopidogrel kullanımına bağlı immun trombositopeni düşünüldü. Hastaya 1 mg/kg/gün prednizolon ve iki gün sure ile 1 gr/kg/gün ıntravenöz immunglobulin verildi. Tedavi sonrası 24. saat burun kanaması kontrol altına alınan hastada trombosit sayıları tedrici olarak yükseldi ve 4. gün normal seviyelere geldi. Bu periyodda trombosit infüzyonu ve antirombotik ajan verilmeyen hasta tüm şikayetlerinin gerilemesi üzerine yeni kuşak antitrombotik tedavi düzenlenerek taburcu edildi. SONUÇ Trombositopeni klopidogrel kullanımına bağlı görülebilen nadir ancak olabildiğince ciddi bir yan etkidir. Klopidogrel kullanımı sonrası otoimmun trombositopeni yanında TTP ve izole trombositopeni de görülebilmektedir. İlaca bağlı gelişen otoantikorlar trombositleri parçalamaktadır ve bu durumun tedavisinde antikorları uzaklaştırmak amaçlı kortikosteroidler, intravenöz immunoglobulin,azotiopürin gibi medikal tedavi ajanları ve medikal tedavinin başarısız olduğu durumlarda splenektomi yapılabilmektedir. Bu nedenle klopidogrel kullanan hastalarda hematolojik parametrelerin izlenmesi önem taşımaktadır. KAYNAKLAR 1-Guo Yl, li JJ, Yuan JQ, Qin XW, Zheng X, mu CW, Hua YH: Profound thrombocytopenia induced by clopidogrel with a prior history of long-term safe administration. World J Cardiol 2010; 2 (6): 160-162. 2-Best PJ, mathew v, markovic Sn: Clopidogrel-associated autoimmune thrombocytopenic purpura. Catheter Cardiovasc Interv 2004; 62 (3): 339-340. 3-Balamuthusamy S, Arora r: Hematologic adverse effects of clopidogrel. Am J Therap 2007; 14 (1): 106-112. O13 TROMBOTİK TROMBOSİTOPENİK PURPURA İLE PRESENTE OLAN PROSTAT KANSERİ OLGUSU Nevin Alayvaz Aslan1, Sude Aktimur1, Bahiddin Yılmaz2, Engin Kelkitli1, M.Hilmi Atay1, Mehmet Turgut1 1 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı, SAMSUN 2 Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, SAMSUN Giriş: Trombotik trombositopenik purpura (TTP), mikroanjiopatik hemolitik anemi, trombositopeni ile ateş , nörolojik bulgular ve böbrek yetmezliğinin eş lik ettiği nadir ve fatal seyreden bir hastalıktır. Olguların çoğu idiopatiktir ancak gebelik, infeksiyonlar, siklosporin, tiklopidin, simvastatin gibi çeşitli ilaçların kullanımı ve malignitelerin seyrinde görülebilir. Burada prostat kanserine bağlı TTP gelişen bir olgu sunulmuştur. Vaka: 66 yaşında erkek hasta acil servise yaygın alt ekstremitede peteşi ve ekimotik lezyonlar ile başvurdu. Hastanın öyküsünde son 2 gündür idrar çıkışının azaldığını ve bacağındaki morlukların aniden çıktığını ve son 2 aydır 6 kilo kaybettiğini ifade etti. Acil laboratuvar testlerinde Hb: 8.5 g/dl, WBC: 3400 mm3, Plt: 35.000 mm3, kreatin 2.5 mg/dl koagulasyon parametreleri normaldi. Hastanın yapılan periferik yaymasında fragmante eritrositler izlenen (şekil 1) hastanın ADAMTs13 düzeyi için kan ayrıldıktan sonra TTP ön tanısı ile hasta plazmafereze alınmaya başlandı. Yapılan diğer laboratuvar testlerinde LDH düzeyi 985 IU, düzeltilmiş retikülosit %5 Direkt Coobs negatif idi. Hastanın 1 hafta plazmaferz sonrası LDH düzeyi normale gelmesine rağmen trombosit sayısı ve kreatin düzeyi 2 mg/dl civarında seyretti. Yapılan USG de prostat boyutları büyüktü. Gönderilen Total PSA ve serbest PSA yüksek geldi. Hastanın pansitopenisi olması ve prostat kanseri kemik iliği infiltrasyonu ön tanısı ile hastaya kemik iliği aspirasyonu ve imprint yapıldı. (şekil 2) Kemik iliğinde solid organ metastazı düşünülen hastaya yapılan prostat biyopsisi sonucu prostat adenokarsinomu çıkan hasta tıbbi onkoloji ile görüşülerek devir edildi. Hastaya risk paylaşımı yapılarak kemoterapi planlandı. Tartışma Malignitelere bağlı olarak gelişen mikroanjipatik hemolitik anemiler daha çok ileri evre metastatik hastalıkda görülür. TTP ön tanısı ile hastalar plazmafereze alındıktan sonra mutlaka sekonder nedenlerin araştırılmasının önemini göstermek amacı ile bu olguyu sunduk. Malignitelere bağlı TTP görülen hastalarda altta yatan nedenin ortadan kaldırılması ilk hedef olmalıdır. Plazmaferz destekleyici tedavi olarak uygulanabilir.