2007 Ekim (N. 10) - Anadolu Katolik Kilisesi

Transkript

2007 Ekim (N. 10) - Anadolu Katolik Kilisesi
Anadolu Katolik Cemaati Kültürel ve Haber Dergisi
Sayı 10 – Ekim 2007
Yeni kitaplarımız
Bana İsa’yı Anlat!
Yazdan önce Episkoposumuz Kilise rahiplerinin isteği üzerine “Theofilos” Din
Eğitim Merkezi sorumlusu ile konuşup bu yılki din dersi programının tüm
bölgemiz için aynı program olmasını istedi.
Böylece çocuklarımız için bu 5 yeni kitap ortaya çıktı. Aşağıdaki kitapları
İskenderun Katolik Kilisesinden isteyebilirsiniz.
Hayatımız boyunca
İsa’ile Yürüyelim!
Benimle Gelin!
1
Episkoposun Mektubu
Sevgili Kardeşlerim,
Rabbimiz sizlere barış bağışlasın.
Bu barışın daima sizlerle birlikte olması
için dua ediyorum. Bir episkoposun
görevi, yalnız kendisine emanet edilmiş
olanlarla ilgilenip onları eğitip, rehber
olmak değil, aynı zamanda da onlar için
dua etmektir. Anadolu Kilisemizin
sayıca azaldığını biliyor ve ihtiyaçlarını
çok açık bir şekilde görüyorum ve her
birimizin diğerinin duasına ne kadar
ihtiyaç duyduğunun da farkındayım.
Yaklaşık üç yıldır Tanrı’nın İnayeti beni sizlerin arasına
gönderdi. Sizlere bu yılların çok kolay geçtiğini söylemeyeceğim.
Birçok problem ve sorunlar huzurumu kaçırdı ve denizin ortasındaki
Petrus gibi ben de Rabbe: “Yardım et, çünkü batıyorum” diye
seslendim. Fakat aynı zamanda şunu da söylemeden geçmemeliyim
ki sizlerle olabildiğim ve Anadolu Kilisemizin bir parçası olabilme
ayrıcalığına sahip olduğum için de Tanrı’ya şükrediyorum.
Yaşadığım zorluklar belki de gerçekten bu cemaati sevip
sevmediğimi bana gösteren denenmelerdi.
Bir kardeşiniz olarak bazen beni üzen bir zorluğu da izninizle
sizlerle paylaşmak istiyorum: imanımızın biraz geleneksel olduğu,
diğer anlamda derinliğini kaybettiği ve cemaat duasına katılımın
özellikle de Pazar günleri azaldığı izlenimindeyim.
Birçoklarınız dış baskılara karşı cesaretle Hıristiyanlığını
korumuş olan ailelerden geliyorsunuz. Bundan bir asır önce
ülkemizde birçok Hıristiyan’ın gereklilik veya kolaya kaçma
yüzünden gönüllü olmadıkları halde imanlarını inkâr ettiklerini veya
gizlediklerini biliyorsunuz. Bu kadim-Hıristiyan ailelerin soyundan
gelen yüzlerce milyon kişinin arasından bazılarının çok sık
olmamasına rağmen ana babalarının veya dedelerinin imanlarına
dönme çağrısını duyduklarının sevinçle farkına varıyorum. Bu
sözleri Hıristiyan kimliğini terk etmiş olanları yargılamak için değil,
ancak sizlere imanın bizden önce gelmiş olanlar aracılığıyla bizlere
iletilmiş olduğunu gösterebilmek için söylüyorum. Bu, evlerimizde
sakladığımız antika bir kitap değil, bizlerin işbirliği olmadan
yaşayamayan, Tanrı’nın bir lütfudur.
Bundan önce de yazmış olduğum gibi “Hıristiyan doğulmaz,
Hıristiyan olunur”; yine bu sözler aracılığıyla söylemeye çalıştığım,
Tanrı’nın lütfunun bizlerin işbirliği olmadan yetersiz olacağıdır.
Tanrı bizleri mecbur bırakmaz, yalnızca davet eder. İsa İncil’de
kimseyi kendisini izlemesi için zorlamadı, onlara yalnızca bir teklifte
bulundu: “istersen, gel ve beni izle” (Matta 19,21).
Bu teklif bugün bizlere de özgürlüğümüze saygı gösterilerek
tekrar edilmektedir. Belki de Tanrı’nın bizim dualarımıza,
kanunlara uymamıza ihtiyacı olmadığını bir kez daha
hatırlamamızda fayda vardır. İsa’nın bizlere tanıtmış olduğu
Tanrı’nın yüzü, bir vergi görevlisinin veya yasaların uygun bir
şekilde yerine getirilmesini bekleyen bir yargıcın yüzü değildir.
Tanrı Baba’dır ve bizden bir şey istediğinde bunu kendi çıkarı için
değil, bizim yararımız için yapar. Dua etmemizi istediğinde, duamız
Kendisini daha yüce kılmayacaktır. Birbirimize karşı iyi
davranmamızı istediğinde, bunları Kendisinden bir karşılık
bekleyerek yaptığımızı düşünmez. İsa bizlere “bedava”, karşılık
beklemeyen sevginin ne anlama geldiğini öğretmiştir, bu öylesine
bir sevgidir ki kişinin kendisinden çok karşısındakine önem gösterir.
Rab, kendisini izlemeyi kabul edenlere şu
teklifte bulunur: “benim yaptığım gibi yap”.
Bakınız, burada kullanılmış olan “gibi” kelimesi
çok önemlidir, çünkü bizlerin ne kadar İsa’nın
havarileri
olduğumuzun
bir
ölçüsüdür.
Komşumuza onun “gibi” hizmet edebiliyor
muyuz? O’nun bağışladığı “gibi” bağışlamaya
hazır mıyız? Birbirimizi O’nun bizleri sevdiği “gibi” seviyor muyuz?
Değerli kardeşlerim, bu düşünceleri sizlerle paylaşıyorum,
çünkü cemaatlerimizde bazılarının imanının mantığını daha derin bir
şekilde kavramaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bir Müslüman
kardeşimiz bizlere neden Hıristiyan olduğumuzu sorduğunda
nasıl cevap vereceğiz? “İmanımı anne ve babamdan miras aldım”
demek yeterli olacak mıdır? İman eğer yalnızca nesilden nesle
geçmişse, kendi kendine gelişip oluşmamışsa, yetersiz bir imandır.
İsa İncil’de imanımızı kişiselleştirebileceğimiz yollar gösteriyor:
bizleri Tanrı’yla karşılaşmak için “kendi odamızın gizliliğine”
girmeye davet ediyor. Bu, yalnızca cemaat olarak birlikte dua
etmemizin yeterli olmadığının bir göstergesidir. İsa bizleri
Tanrı’nın yüzünü keşfedebilmemiz için İncili okumaya davet
edip, aynı zamanda birlikte dua etmemiz için devamlı bizlere
“nerede ki veya üç işi benim adımla bir araya gelirse ben orada,
onların arasındayım” diyor.
Tüm bu sözlerden Tanrı’nın kendisine yalnız sözler ve
hareketler sunulan dilsiz bir put gibi tapınmamızı değil, tüm
yüreğimizle katılımımızı istediği çıkıyor. Son Akşam Yemeğinde,
başını İsa’nın omzuna yaslayan Havari Yuhanna bizlere “Tanrı
sevgidir” (1.Yuhanna 4,16) diyor. Öyleyse Tanrı bizden ancak tek bir
şey bekleyebilir o da sevgi dolu bir cevaptır. Sevmek için yalnız
bedenen değil aynı zamanda istek ve yürekle hazır olmak gerekir.
Vicdanımızı yoklayıp nasıl dua ettiğimizi düşünelim,
Rabbimiz İsa’ya veya Göksel Babamıza yaklaşmanın bir görev mi
yoksa bizleri bizlerden çok sevenle bir buluşma/karşılaşma ihtiyacı
mı olduğunu sorgulayalım.
Papa Benediktus’un 28 Haziran’da, 28 Haziran 2008’den 29
Haziran 2009’a kadar olan dönemi Katolik kilisesinde Havari
Pavlus’un doğumunun iki bininci yıldönümü kutlamalarına ithaf
ettiğini belki biliyorsunuz.
Pavlus da tıpkı sizler gibi bu toprağın evladıdır. Pavlus
bizden biridir. Tüm Hıristiyan dünyasında kim: Pavlus benim
Anadolu’mun topraklarında doğdu, deme ayrıcalığına sahiptir? Tabii
ki Roma şehri havarinin dünyamızdan ayrılışını görmüş ve
kemiklerini koynunda barındırmaktadır, ancak Pavlus, Tarsus’ta ışığı
görmüş ve Antakya’da Hıristiyan cemaatini bulmuştur.
Bunları sizlere yalnızca
Pavlus’la hemşeri olduğumuz için değil aynı zamanda
onu daha da iyi tanımakla
sorumlu olduğumuz için
söylüyorum. Pavlus, İsa’yla
olan tecrübesi aracılığıyla,
mektuplarıyla
bizlere
Tanrı’ya
yaklaşmamızda
rehber olur.
Bu yıl sizleri Pavlus’un
mektuplarını okumaya davet
ediyorum. Ben ise kendi
payıma, önümüzdeki aylarda
sizlere
bir
mektupla
ulaşacağım çünkü İncil’de bu
havariyi daha iyi tanımak,
Mesih’in “bilgiyi çok aşan bu
sevgisini” (Ef.3,18) anlamamıza yardımcı olacaktır.
Tüm kiliseler için kaygılanan Pavlus (2.Korintililer 11,28), kendi
kilisesi olan Anadolu Kilisemize rehber olsun ve onun gibi
İncil’in güvenilir şahitleri olabilmemiz için Tanrı’ya aracılık
etsin.
Sizleri kutsuyorum
+ Luigi, Episkoposunuz
Türkiye Köşesi: Mardin
Taşın insan yaşamındaki yerini, insan emeğinin taşı nasıl
şekillendirdiğini görmek için dinlerin, mezheplerin harman olduğu
Mardin’e gitmeli. Mardin’le ilgili hiçbir şey bilmiyor ve bu müze şehri
daha önce görmemiş olsanız bile, kente yaklaştıkça şehrin görüntüsü sizi
içine çeker. O görüntünün içine girdiğinizde ise başka bir dünyaya
geldiğinizi görürsünüz. Ama sakın yalnız bu görüntü ile yetinmeyin. Şehrin
içine girin ve inişli çıkışlı daracık sokaklarda gezin.
Mardin, Hurilerden beri bir yerleşim birimi olarak biliniyor. 12. yüzyıl
başlarında kurulan şehir, Artuklular döneminde önem kazandı. Artuklular’ı
izleyen Akkoyunlular döneminde de parlak bir dönem yaşayan Mardin, bu
dönemde kendine özgü bir konut mimarisi geliştirdi. Mardin evleri,
bölgedeki özel taşların işlenmesi ile süslenmiştir.
Mardin’in adı, tarihte Perslerce
Marde,
Bizanslılarca
Mardia,
Araplarca Mardin, Süryanilerce
Marde, Merdo, Merdi olarak
kullanılmış. Merde ya da Merdo
Süryanice kale, kaleler anlamına
geliyor. Kimilerine göre ise Mede
adı bölgeye yerleşen Merde
boyundan gelir.
Mardin, mimarisi, tarihi, kültürel yapısı, sosyal dokusu ile her açıdan
bugüne kadar gördüğümüz şehirlerden farklı bir yer.
Bir kalenin üzerine oturtulmuş olan şehir, eski ve yeni olmak üzere iki
bölümden oluşuyor.
Mardin’in 1960’lı yıların sonunda şehrin tamamının SİT alanı ilan
edilmesiyle şehir içine yeni inşaat yapımı yasaklandı. O tarihten sonra bir
yandan kamu birimleri şehir dışına taşınırken bir yandan da şehrin
gelişmesine paralel ihtiyaç duyulan yeni yerleşim ve iş alanları da şehrin
girişindeki düzlük alana indirilmeye başlandı.
Şehrin girişindeki düzlük alan tanımı, herhangi bir yerde kullanılan
düzlük alandan farklıdır. Çünkü Mardin’de baştan sona yürüyerek 15–20
dakika sürebilecek, çift yönlü trafiğe bile uygun olmadığı için araçların tek
yönlü çalıştığı yalnız bir cadde vardır. Şimdi yeni şehir denilen bölgeden
başlayıp şehrin alt bölümünden geçen yeni bir yol yapıldı.
Mardin, mimarisi, sosyal yaşamı, kültürel dokusu ve şehrin kendisi ile
gerçekten her göreni büyüleyen bir şehir. Dünya Süryaniliği’nin merkezi
olan Deyrülzafaran, su sarnıçları ile Dara ve yine dünyadaki yaşayan
arkeolojik birkaç şehirden biri olan Hasankeyf’i de kattığınızda Mardin
gezmeye doyulmaz bir şehir.
HASANKEYF: Artuklular döneminin
başkenti olarak bilinen Hasankeyf,
antik çağın ilk yerleşim alanlarından
biridir. Kayaların oyularak konut
haline getirildiği Hasankeyf adı
Süryanice kaya anlamındaki Kifo’dan
geliyor.
Roma, Bizans, Sasani ve Arap egemenliğinde kalan Hasankeyf,
Hıristiyanlığın yayılmasında da önemli rolü olmuş bir kent. Akkoyunlular
dönemi dışında ticaret yolları değişinceye dek önemli bir ticaret
merkeziydi.
Hasankeyf bugün, çeşitli dönemlere ait minareler, “Asankif
Köprüsü”nün hayranlık uyandıran dev kalıntıları, kayalara oyulan binlerce
ev, dükkân, kilise, anıt kapılar ve muhteşem manzaralı Artuklu
Akropolü’ne ev sahipliği yapıyor.
DEYR-ÜL ZAFARAN: Bu arada
Katolik Kilisesi için Vatikan ne ise,
Süryaniler için de aynı olan, kısa bir
süre
öncesine
kadar
dünya
Süryanilerinin merkezi olan Deyr-ül
Zafaran’ı da mutlaka görmelisiniz.
Burada yalnız Süryanilik ile ilgili
değil, güneşe tapanların tapınağını
da görebilirsiniz.
Deyr-ül Zafaran, Mardin’den 5 km. uzaklıktadır. Manastır, 1937 yılına
kadar dünya Süryanilerinin merkeziydi. 493’te Süryani mimar kardeşler
Teheodori ve Tehodari tarafından yaptırıldı. Deyr-ül Zafaran Manastırı,
1937’de Süryani Patrikliği’nin Suriye’ye taşınmasına rağmen Süryanilerin
hac merkezi olarak kabul ediliyor. Bu nedenle de dünyanın her yanındaki
Süryanilerce Deyr-ül Zafaran çok sık ziyaret ediliyor. Manastırın içinde
güneşe tapanların da tapınağı bulunuyor.
DEYR-ÜL UMUR: Mor Gabriel olarak da
bilinen Deyr-ül Umur Manastırı, Midyat
yakınında, temelleri 379’da atılarak bir tepe
üzerinde kurulmuştur. Manastır içinde
Meryem Ana, Havariler, Kırk Şehit, Mar
Şumuel, Mar Şem’in adlarıyla anılan
ibadethaneler, rahiplerin yaşama ve ibadet
etme alanları, lahit ve mezarlık bölümü bulunuyor. Mor Gabriel, aynı
zamanda Süryani Kilisesi tarafından Piskoposluk Merkezi olarak da
kullanılmaktadır.
KIRKLAR KİLİSESİ: Mardin şehir merkezinde bulunan Kırklar Kilisesi,
569 yılında şehit Mar Behnan ve kız kardeşi Sara adına yaptırılmıştır.
MOR MİHAİL KİLİSESİ: Mardin şehir merkezinin güneyinde, şehirden
kopuk bir yerde bulunan Mar Mihail Kilisesi, 186 yılında Kefertut Valisi
tarafından yaptırılmıştır. İçinde Mar Yusuf, Mar Mihail ve Mar Sirasa’ya
ait mezarlar bulunur.
Anadolu’nun Hazineleri
NUSAYBİNLİ MOR EFREM
Aziz Efrem’in doğum tarihi
üzerinde çeşitli tarihler öne
sürülmesine
rağmen
son
araştırmalar onun M.S. 306
yılında, dönemin önemli bir
kültür merkezi olan Nusaybin’de
dünyaya geldiğini belirtiyor.
Hıristiyan ve Diyarbakırlı bir
anne ve putperest bir babası olan
Efrem, şehrin episkoposu olan
Yakup’tan gelen ahlak ve dini
eğitimlerini aldı, ileri bir yaşta
vaftiz olan Efrem fakirlere ve
hastalara
hizmet
etmeye
başladı.
Aynı dönemde Pers İmparatoru II. Şapor bu bölgeyi kendi
himayesine almak için elinden geleni yapmaktaydı. Şehir, Pers
orduları tarafından kuşatıldığında, Aziz Efrem, Aziz Yakup’la
birlikte durmadan ağlayarak, diz çöküp dua etmişlerdi. Onların
dualarını duyan Tanrı bir mucize yaptı ve Şapor’un askerleri üzerine
bir “sinek sürüsü” gönderdi böylece şehir kurtuldu. Kısa bir barış
dönemi yaşayan bu önemli kültür ve bilim şehri Nusaybin, 363’te
Kral Julien Apostat’ın ölümü ile tamamen Pers ordularının
egemenliği altına girdi. Şehirde bulunan Hıristiyanların çoğu Arami
dilinin yaygın olduğu diğer önemli sınır şehirleri olan Diyarbakır ve
Urfa’ya göç eder. Aziz Efrem önce Diyarbakır’a ondan sonra EdesUrfa’ya yerleşir.
Büyük savaşlara neden olan ve M.Ö. 2000 yıllarında kurulan bu şehir
tarih boyunca farklı isimler almıştır: Orreo, Orhoi, al-Ruha (Arap ve
Osmanlı döneminde) ve son olarak da şehre en layık isim olan Şanlı
Urfa. Doğu Kilisesi’nin (Etid Madinha) genel merkezi olan Şanlı
Urfa’nın Kralı Abgar, Costantino’dan önce Hıristiyanlığı kabul edip
Osroene adı altında ilk Hıristiyan Devleti ve Krallığı’nı kurdu.
Hastalanan Abgar, Mesis İsa’ya Aramice’nin bir diyalektiği olan
Süryanice bir mektup yazıp şifa diledi. Bu el yazması 4. asırda ortaya
çıkmış halen Petersburg kütüphanesinde bulunmaktadır. Bu bölgede
Bizans dili olan Yunanca geçerli değildi. Resmi yazışmalar
Süryanice yapılmaktaydı. Urfa’da, Hıristiyanlıkta ilk İlahiyat ve
Felsefe Üniversitesi kuruldu. Bu üniversitede, önce öğretmenlik ve
daha sonra müdürlük yapan Aziz Efrem yalnız din üzerine eğitim
vermekle kalmıyor aynı zamanda astronomi, matematik ve tıpla da
ilgileniyordu. Aziz Efrem yaşlı olmasına rağmen gençlerle çalışıyor
ve onlara çok önem veriyordu. Kendisi hayatının sonuna kadar Baş
Diyakos olarak da kaldı. Bu evrensel Aziz, hastaları muayene
ederken kaptığı veba hastalığı sonucu 18 Haziran 373’te Şanlıurfa’da
vefat etti.
Şair, müzisyen ve edebiyatçı Aziz
Efrem’in çeşitli konular üzerine
400’den fazla ilahisi vardır. Bunların
çoğunda İncil’den alınıp Tevrat’taki
simgelerle açıklanmıştır. Nusaybin
halkı ilahileri ile ünlenen Aziz Efrem’e
“Kutsal Ruh’un gitarı” diye isim
vermiştir.
Günümüzde Kutsal Ayin sırasında
halen söylenen bu ilahileri Aziz Efrem
genç kadın ve kızlara koro şeklinde
söyletmeye özen gösterdi.
Aziz Efrem’in asırlar önce yazdığı
şiirleri, müziği ve sevgi üzerine
kurulan edebiyatı yalnız Hıristiyan
âlemi için değil tüm insanlar için ışık olmaya devam etmektedir. İşte
Paskalya tarihi üzerine yine simgelerle hem ruhanilere hem de
halkına açıklamalarda bulunuyor: “Fısıh kuzumuz olan Mesih’tir”
(1. Kor. 5, 5–7) her şey Nisan ayında olmuştur.” Ve devam ediyor:
“Nisan ayı, çiçekler ve sırlar ayıdır, Tanrı’nın Efkaristiya’yı kurduğu
aydır. Tanrı, insanların kurtuluşunu bu ayda yapmıştır. Mesih İsa’nın
dirilişi, ölümü ve göğe çıkışı Nisan’da olmuştur.”
Aziz Efrem daha da ileriye gidip diyor ki: “Ne mutlu Nisan ayı,
çünkü hamile kaldın ve Kurtarıcının ölümünü ve dirilişini gördün.”
Nisan ayı, ışıkların, aydınlatan Dolunay’da Paskalya kutlanıyor.
Nisan’da göklerdeki ilahiler, yeryüzündeki Kilise’nin ilahilerine
karışıp söylenen aydır. “Nisan’da Kurtarıcımız İsa Mesih birinci
Âdem’in borçlarını ödedi.” (1. Kor. 15, 49) O, Nisan’da terledi ki 1.
Âdem’in borcunu ödemiş olsun (Luka 22,44; Tekvin 3,19). İsa
Mesih, altıncı gününde haçını taşıdı ki yaratılışın altıncı gününün
yerini alıp onu tamir etti.
Ve geri gelmesi ile tüm insanları cennetin bahçesine geri aldı (Luka
23,43). Ve belki de Adem’in seçtiği ay, Nisan’dı çünkü diğer günlere
benziyor ve böylece bir ay öbür aya benzetiliyor…
Aziz Efrem, Nisan ayını bir kurtuluş ayı sayıp yeni yaşamın Yeni
Antlaşması’nın bir simgesi olarak görüyor ve diyor ki: “Nisan ayı bir
sevinç ayıdır. (Çıkış 15,20) Esirlerin kurtuluşu, çoğalmanın ve
özgürlüklerin, hürriyetlerin ayıdır.”
Nisan ayı, Tanrı’nın insanları ziyaret
ettiği ve bizlerle olmasıdır. Onu
karşılayacak en güzel mevsimdir.
Nisan ayı, Oğul’un gizemlerini almak
için en layık görünen aydır.
Bir Kurtuluş ayı olan Nisan’da,
Kurtarıcı kendisini sunarak bizlere,
vaftiz ve Efkaristiya’yı miras olarak
verdi. Bundan ötürü Paskalya’nın bu
ay olmasında şüphe yoktur.
Evlilik
TANRI TARAFINDAN VERİLEN GÖREV
Çocuk dünyaya getirmenin çifte,
Tanrı tarafından verilmiş bir görev
olduğunu duymak şaşkınlık uyandırabilir.
"Tanrı evlilere hayatın yöneticileri olma
görevini verir!" denir. Beraber olma
mutluluğuyla her şeyin çözüleceğini uman
çiftler, beraber olmanın yalnızca insanlık
ve Hıristiyanlık yolunda ilerlemek için
gerekli bir koşul olduğunu daha önce
öğrenmişlerdi. Şimdi ise bu göreve çocuk
dünyaya getirme görevinin de eklendiğini
duydular.
Bu düşsel bir açıklama gibi gelebilir, çünkü birçokları "Çocuk
dünyaya getiriyoruz çünkü istiyoruz. Bu görevi bize Tanrı'nın verdiğini
hiçbir zaman düşünmemiştik. Arzumuz var, olanaklarımız ve araçlarımız
var, doğa üremek için gerekli tüm mekanizmaları bize sunmuş. Bunun
içinde Tanrı'nın işi yok.
“Hayatın tüm anlarında olduğu gibi her şeyin yolunda gitmesi için
onun yardımına muhtacız. Ama sadece bu kadar". İyi düşünülecek olunursa
doğumun çok istisnai bir durum olduğu anlaşılacaktır. Bir çocuğu dünyaya
getirmek, bir sanat eseri ya da teknolojik bir harika yaratmaktan çok
farklıdır. Çocuk, anne ve babanın mutluluğu için doğmuş, karmaşık bir
makine ya da değerli bir nesne değildir. Sonsuz bir özsaygıya sahiptir.
Tanrı'nın yeryüzündeki görüntüsüdür. O'nun yaratma yetkisine sahiptir.
Kadın ve erkeğin bu göreve katılmasının tek nedeni Tanrı'nın onları kendi
yardımcıları olarak seçmiş olmasıdır.
Tanrı'nın yardımcıları! Tanrı seçimini gazetelere ilan vererek,
mektup yollayarak ya da işadamlarının yaptığı gibi testler, görüşmeler
yoluyla yapmaz. Çiftin birbirine duyduğu arzu, Tanrı'nın yeni bir hayat
yaratmak için yaptığı çağrıdır. "Yeni bir insan yaratma ve onu büyütme
konusunda bana yardımcı olmak ister misiniz?" Tanrı'nın sesi olan arzu,
her gün biraz daha güçlenir, sonunda çift "evet" der ve Tanrı ile beraber
yeni bir hayat yaratırlar.
Topluma Açık Olmak
Gençler daha çok erken olduğunu düşünseler de çocuk doğurmak,
anlaşılması ve kabul edilmesi oldukça kolay bir olgudur. Ama gençler,
kendilerini aşka kaptırdıklarından beyinlerinde çocuk düşüncesi henüz
şekillenmemiştir. Gençlerin daha zor kabullenecekleri bir diğer konu da,
sevgilerinin kendilerinden başka insanların da yararına olduğudur. Bu
başkaları kimdir? Gençler, evliliğin kendilerine çok fazla sorumluluk
yüklemeye başladığını düşüneceklerdir. Sevgilerinin onları mutluluk içinde
yaşatacağını düşünerek yola çıkan gençler, daha sonra bu mutluluğun
kendilerinin ve eşlerinin hayatını kurmak, çocuk doğurmak gibi önemli
şeyler gerçekleştirmek için gerekli zemin olduğunu öğrendiler. Bu da
yetmedi. Şimdi onların özel, küçük aşk hikâyelerine bir şekilde
başkalarının da gireceği söyleniyor. Çok oldu ama!
Evlendikten sonra da ebeveynlerle, kardeşlerle ve arkadaşlarla
ilişkilerin devam ettirilmesi gerektiği anlaşılabilir. Ama daha fazlası değil.
Hâlbuki onlara hediye edilen aşkın içinde başkalarına da yetecek kadar
enerji ve zenginlik olduğu söylenmektedir. Bu enerji ve zenginlik; önce
karı-koca, sonra çocuklara sonra da tüm topluma yayılır.
Bunun anlamı, her yeni aşkın tüm insanlığı saran yeni bir zenginlik
olduğudur. Böylece herkes için yeni bir yaşam umudu doğacaktır.
Toplum İçinde Yeni Bir Topluluk Doğuyor
İki kişi sevgiyle birleştikleri zaman, toplum içinde diğerlerinden
nitelik olarak farklı bir sevgi topluluğu oluşur. Bu küçümsenecek bir şey
değildir. Çünkü insanlar bireyselliklerine her gün biraz daha kapanıp
bencillik doğrultusunda yaşayarak, birbirlerine itina göstermeyi
unuttuklarından, sevginin var olduğuna her gün daha kuşkuyla
bakmaktadırlar. Bu yüzden her yeni sevgiyle insanlar tekrar ümitlenir.
Evliler başkaları için özel olarak hiçbir şey yapmasalar da,
bencilliğin tekdüzeliğini yaşayan bir toplumda yeni bir umut ışığı yaktıkları
için zaten çok şey yapmışlardır.
Ama fazlası var. Eğer bir çiftin ve ailenin
hayatı bir sevgi okuluysa, evlilikte ve aile içinde bunu
öğrenenler, diğer insanlarla da farklı bir ilişki
geliştirerek bunu dışarı yansıtırlar.
Başkalarına Karşı Daha Dikkatli Olunur
Gerçek bir sevgi ilişkisi yaşayan ve sevmeyi öğrenen kişiler,
başkalarına karşı da daha sevecen ve daha ilgili olurlar. Yorgunluk ve
zorluk anlarında insanın yanında kendini anlayacak ve yardım edecek
birinin olmasının ne kadar güzel ve gerekli olduğunu anladıklarından,
diğerlerinin sorunlarını daha iyi anlar ve onlara yardım ederler.
Ayrıca, çocuk doğurup onları yetiştirmekle topluma, başkalarıyla
insani ilişkiler kurma yeteneğine sahip, sosyal ve kişisel eğitimlerini almış
bireyler kazandırırlar. Çünkü bir aile sahibi olamamış ya da dengesiz bir
ailede yaşamış olan gençler, rahatsızlıklarını, eksikliklerini ve sorunlarını
topluma yansıtırlar. Toplum sorunları genelde ailevi sorunlardan doğar ya
da parçalanmış ailelerde kök salma imkanı bulur. Bu sebeple ebeveynler
toplumla beraber hareket etmeli ve çocuklarının eğitimini hak ve
sorumluluklar mantığı içinde toplumun her alanında (okul, iş hayatı, kilise
vs.) sürdürmelidirler.
Böylece, üretim, tüketim, malların dolaşımı, hukuk gibi konularla
uğraşırken toplumu unuttuğu değerlerle zenginleştirirler. Fakat sivil toplum
ve kilise toplumu için hayat kaynağı olmanın başka bir yolu daha vardır.
Bu da evlilik hayatında ve aile içinde kazanılan, hayatın hazinesini
başkalarına aktarma imkanı veren duygu ve deneyimlerin başkalarına
aktarılmasıdır.
Çift ve Aile: Toplum İçin Bir Zenginlik
Çiftler ve aileler, birbirlerinin sorunlarını,
karmaşık durumları ve olası çözümlerini bildikleri
için birbirlerine yardımcı olabilirler.
Bunu yaparken güç aldıkları güç,
kitaplardan alınan bilgiler değil yaşadıkları
deneyimlerdir. Yani çiftlere ve ailelere özel
görevler yüklenmemektedir. Yapmaları gereken
hayatlarını ciddi bir şekilde yaşamaları ve farklı
zamanlarda bunu açıklamayı ve ispat etmeyi
bilmeleridir. Bu şekilde, aile içindeki tecrübelerini
ister istemez dışarı yansıttıklarından toplum için
bir zenginlik oluştururlar.
Caritas Anadolu
Haziran – Eylül Arası Faaliyet Raporu
Her zaman ki gibi bize başvuran insanları imkânlarımız dahilinde
boş çevirmemeye çalıştık. Elimizden gelen ve tabii ki sizlerin maddi ve
manevi çabalarıyla ulaşan yardımlarımız şu şekildedir:
* 28.06.2007 tarihinde Antakya’da
Millenium Huzurevi’nin açılışı
Caritas
İtalya
temsilcisinin
katılımıyla yapıldı.
* 29.06.2007’de S. Pierre bayramı
münasebetiyle
kalabalık
bir
katılımla Antakya, İskenderun ve
Mersin Cemaati olarak Ayine
katıldık.
* Ağustos ayında Meryem
Ana Bayramı dolayısıyla bir
haftalık gezi organize ettik.
* Sara hastası olan bir
çocuğumuzun hastane tetkikleri
Mersin’de yaptırıldı.
* Bir mültecinin kira,
elektrik, su faturası ödenip gıda
yardımı yapıldı.
* Eylül ayında, 95 öğrencimize
okul yardımı yapabilmek için
Mersin ve İskenderun’da çeyrek
altın çekilişi yaptık. Toplanan para
bütçemize katkıda bulundu.
Hepinizin desteğini önümüzdeki
aylarda da bekliyoruz. Soğuk günler
yaklaşmakta sıcak bir ev hepimizin
hakkı, biz evlerimizde ısınırken
arkadaşlarımız üşümesin! Teşekkürler.
Peder François
50 yıl önce Türkiye’ye geldim.
Efes, İzmir, Ankara ve Elazığ da
Cüzamlılarla çalıştım. Elazığ Valisi
bana Teşekkür madalyası taktı.
Kendinizi tanıtır mısınız?
1924 yılında Fransa’da doğdum. Koleji bitirdikten sonra rahip olmak
istedim. Cezayir’de 3 yıl askerlik yaptım.
Hangi cemaatin üyesisiniz? Neden bu cemaate katılmak istediniz?
Katolik, Charles de Foucauld Kardeşlerine bağlıyım. Bunu seçmemin
sebebi fakirlere yakın oluşudur. Fakirlerin hayatını paylaşmak bizim
idealimizdir. Amacımız onlara yardım etmek değil onların hayatlarını,
yaşadıklarını paylaşmaktır.
Türkiye’ye ne zaman geldiniz? 1957 yılında.
Türkiye’de nerelerde kaldınız?
Efes’teki Meryem Ana’daki ilk rahipler bizden biriydi. İlk önce Efes’te
yaşadım. Efes turistik bir yer olduktan sonra orayı bıraktım. İzmir’de
cüzamlıların olduğunu öğrendim. P. Jozef’le beraber cüzamlıların
yanına gittik. Sonra Ankara’da cüzamlılar için bir araştırma enstitüsü
yaptırdık. Daha sonra Elazığ’a gittim.
Türkiye’de yaşadığınız süre içerisinde hiçbir sorunla karşılaştınız mı?
Hayır, hiçbir sorun yaşamadım. Yaşadığım yerdeki insanların hepsi
Kürt’tü. Bizi çok sevdiler. Hastanede beraberdik. Kızılay tarafından
bize bir madalya verildi. Bu madalyayı da bize Elazığ Valisi taktı.
Şimdi neler yapıyorsunuz?
Antakya’dayım. Allah’ın güzelliklerini ve gizemlerini içten
düşünüyorum. Kalbimizdeki sevgiyi, aklımızdaki umudu dağıtmak
istiyoruz. Kutsal Aileyle yaşamak istiyorum.
Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri
41. Tanrı hangi anlamda gerçektir?
Tanrı gerçeğin kendisidir, böyle olduğu için yanılmaz ve
yanıltmazdır. “Tanrı nurdur, Onda hiç karanlık yoktur” (1Yu 1,5). O
Tanrı’nın ebedi Oğlu, “Gerçeğe tanıklık etmek için dünyaya
gönderilmiş” (Yu 18,37) olan cisimlenmiş Bilgeliktir.
42. Tanrı sevgi olduğunu nasıl açınlıyor?
Tanrı’nın İsrail’e duyduğu sevgi bir babanın yada bir annenin
çocuklarına, bir kocanın eşine duyduğu sevgiden daha büyük bir
sevgidir. Tanrı kendisini karşılık beklemeden tamamen veren Sevgidir
(1Yu 4,8.16): “Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, onun aracılığıyla
kurtulsun diye Biricik Oğlunu verdi” (Yu 3,16). Tanrı Oğlunu ve
Kutsal Ruhunu göndererek kendisinin de ebedi bir sevgi alışverişi
içinde olduğunu açınlamış oldu.
43. Tek Tanrı’ya olan inancın önemi nedir?
Bir tek Tanrı’ya inanmak Onun büyüklüğünü ve yüceliğini
tanımak, Ona şükrederek yaşamak, Ona daima, tersliklerde bile
güvenmek, Onun suretinde yaratılmış tüm insanların gerçek onurunu
ve birliğini tanımak, yarattığı şeylerden doğrulukla yararlanmak
demektir.
44. Hıristiyan yaşamının ve imanının temel gizi nedir?
Hıristiyan yaşamının ve imanının temel gizi Kutsal ÜçlüBirlik’tir. Hıristiyanlar Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına vaftiz
edilirler.
45. Kutsal Üçlü-Birlik’in gizine sırf akılla varılabilir mi?
Tanrı kendi üçlü varlığının izlerini yaratılışta ve Eski Ahit’te
bıraktı. Ama Kutsal Üçlü-Birlik gibi Varlığı’nın özü insan aklının
erişemeyeceği, hatta Tanrı’nın Oğlu’nun cisimleşmesinden ve Kutsal
Ruh’un misyonundan önceki İsrail inancıyla ulaşılamayacak kadar
derin bir gizdir. Bu giz Mesih İsa tarafından açıklandı ve tüm öteki
gizlerin kaynağını oluşturmaktadır.
46. Mesih İsa, Baba giziyle bize ne açıklamıştır?
Mesih İsa bize Tanrı’nın sadece evrenin ve insanın Yaradanı
değil özellikle “yüceliğinin parıltısı ve varlığının öz görünümü”(İbr
1,3) olan Kelamı, ezelden beri bağrında doğurduğu biricik Oğul
vasıtasıyla Baba olduğunu açıklamıştır.
47. Mesih İsa’nın bize açıkladığı Kutsal Ruh kimdir?
Kutsal Ruh, Kutsal Üçlü-Birlik’in üçüncü şahsıdır. Kutsal Ruh
Tanrı’dır, bir olan Baba ve Oğul ile eşittir. Ezeli başlangıç olarak üçlü
yaşamın da başlangıcı olan “Baba’dan gelir.” (Yu 15,26) Kutsal
Ruh’un Oğul’dan gelmesini (Filioque)de Oğul kendisini ezelden beri
doğuran Babası’ndan alır. Baba ve cisimlenmiş Oğul tarafından
gönderilen Kutsal Ruh Kilise’yi “Gerçeği tam olarak”(Yu 16, 13)
tanımaya yöneltir.
48. Kilise Üçlü-Birlik inancını nasıl ifade ediyor?
Kilise, Üçlü-Birlik inancını bir tek Tanrı’da üç Kişi’nin; Baba,
Oğul ve Kutsal Ruh olduğunu belirterek ifade ediyor. Üç Tanrısal kişi
bir tek Tanrı’dır, çünkü içlerinden her biri aynı Tanrısal doğanın
bölünmez ve tek bütünlüğüne sahiptir. Kendilerini birbirleriyle
ilişkiye sokan ilişkiler sayesinde kendi aralarında gerçekten
farklıdırlar. Baba Oğul’u doğurur, Oğul Baba tarafından doğrulur,
Kutsal Ruh da Baba’dan ve Oğul’dan gelir.
49. Tanrısal üç Kişi işlevini nasıl yerine getirir?
Bir tek ve aynı doğaya sahip oldukları için Tanrısal Kişilerin
eylemi de tek ve aynıdır. Üçlü-Birlik’in işi tek ve aynıdır. Bununla
birlikte her Tanrısal Kişi ortak eserde Üçlü-Birlik’teki kendine özgü
tarzda hazır bulunur.
50. “Tanrı her şeye gücü yetendir” İfadesinin anlamı nedir?
Tanrı kendini “güçlü, yaman” olarak açıklamıştır (Mzm 24,8),
“Onun için imkânsız yoktur.”(Lk 1,37). Her şeye gücünün yetmesi
evrensel ve gizemlidir. Her şeye gücünün yettiğini, evreni hiçten
insanı sevgisinden yaratmış olmasıyla, özellikle Oğlunun dünyaya
gelmesi ve dirilişiyle, insanları çocukları olarak kabul etmesi ve onları
bağışlamasıyla gösterdi. İşte bu nedenledir ki, Kilise dualarını “Her
şeye gücü yeten ebedi Tanrı’ya ” yöneltir.
Çocuk Bayramı
Mersin, Adana ve
Antakya’dan 70 çocuk
İskenderun’da
buluştu.
Ayinden sonra Episkopos
ile sohbet eden çocuklar
öğle yemeğini cemaat ile
birlikte yediler.
Herkesin katıldığı takım
oyunları oynandı. Din dersi yarışması ve diğer oyunlarda kazananları güzel
hediyeler bekliyordu. Dondurmadan sonra bir daha ki eğlencede buluşmak
dileğiyle herkes mutlu olarak evlerine döndü.
Gençlik günü
Bu yıl gençlik günü güzel bir olayla başladı.
Kiliseye bağlı 40 genç yeni peder Mesut
Kalaycı’nın yönettiği Ayine katıldı. Öğleden
sonra ise çeşitli oyunlar oynayan gençler,
Peder Mesut’un tanıklığını dinleyip ona bu
tercihi üzerine çeşitli sorular sorma fırsatını da
buldular.
Aziz Krisostomus
Sempozyumu
Bu yıl, Aziz Yuhanna
Krisostomus’un 1600. ölüm
yıl dönümü sebebi ile
İskenderun Katolik Kilisesinde onun hayatı ve yazdığı
kitaplar
hakkında
bir
Sempozyum düzenlendi.
S. Pierre Bayramı
Her yıl Haziran ayının 29’unda kutlanan S. Pierre Bayramı, hafta
sonu, Antakya S. Pierre Kilisesi’nde düzenlenen ayinle kutlandı.
Hıristiyanların ikinci hac yeri olan S. Pierre Kilisesi’nde düzenlenen ayin,
Köln Kardinali Joachim Meisner tarafından yönetildi. Ayine Almanya’nın
Ankara Büyükelçisi Eckart Cunt, Halep-Türkiye Kiliseleri Sorumlusu
Metropolit Pavlos Yazıcı, Vatikan’ın Ankara Büyükelçisi Antonio
Lucibello, Anadolu Havarisel Vekili ve Episkoposu Luigi Padovese ile
Hatay Valisi Ahmet Kayhan, Antakya Belediye Başkanı Mehmet Yeloğlu
ve çok sayıda vatandaş katıldı.
Katolik Kilisesi korosunun
ilahiler söylediği ayinde
kısa bir konuşma yapan
Anadolu Havarisel Vekili
ve
Episkoposu
Luigi
Padovese; “Bizler barış ve
kardeşlik
duyguları
içerisinde dualar ediyoruz.
Vatikan’da yakın bir tarihte
gerçekleşen
Mevlana’yı
anma törenleri gibi Aziz
Petrus’u anma töreninin de
böyle kutsal bir amaca hizmet etmesi gerektiğine inanıyorum. Biz
Hıristiyanların bu sevincine, yerel otoritelerin ve Müslüman müminlerin de
ortak olması çok anlamlıdır.”dedi.
Ayini yöneten Kardinal
Joachim Meisner ise; “Bu
kutladığımız bayram, yalnızca
ekümenik değil, aynı zamanda
dinler arası diyalog için de
vesile oluşturmaktadır. Böyle
bir etkinlik, bu şehrin kültürler
ve dinler arası barış niteliğine
uymaktadır” diye konuştu.
25 Haziran da Episkoposumuz
annesini kaybetti. Annesi Maria
için Allah’tan Rahmet,
Episkoposumuz ve ailesi için de
sabır ve huzur diliyoruz.
12 Temmuz’da
İskenderun Belediye
başkanı Sayın Aslan
Episkoposumuzu ziyaret
etti.
Antakya Ortodoks Kilisesi
Yönetim Kurulu Başkanı
Sayın Josef Naseh Millenium
Huzur Evinin açılışında,
Italya Caritas Sorumlusuna
temsili taş bir levha hediye
ederek Huzur Evinin inşaatına
verdikleri destek için teşekkür
etti.
Suor Germana
Belçika’dan
tüm
dostlarını
selam
göndererek hepimiz
için
dua
ettiğini
söylüyor. Biz de onu
selamlaşarak, sağlığı
için
Rabbe
dua
ediyoruz.
Gençlik Toplantısı
14-16 Eylül arasında
Kapadokya’da
II. Gençlik Toplantısı
Düzenlendi.
“Ben Her Gün sonsuza dek sizinleyim”

Benzer belgeler

Mons. Luigi Padovese`nin Anadolu`da Yaşayan Hıristiyanlara

Mons. Luigi Padovese`nin Anadolu`da Yaşayan Hıristiyanlara ayrıcalığına sahip olduğum için de Tanrı’ya şükrediyorum. Yaşadığım zorluklar belki de gerçekten bu cemaati sevip sevmediğimi bana gösteren denenmelerdi. Bir kardeşiniz olarak bazen beni üzen bir z...

Detaylı