11_Sociologija za I god._TUR.indd

Transkript

11_Sociologija za I god._TUR.indd
ZORAN MATEVSKİ
KSENOFON UGRİNOVSKİ
SOSYOLOJİ
MESLEKİ LİSE EĞİTİMİ
I. SINIFLAR İÇİN
(TÜM BÖLÜMLER)
DEĞERLENDİRİCİLER:
Prof. Dr. İliya Atseski,
Üsküp – Felsefe Fakültesi, Sosyoloji Enstitüsü Profesörü
Mr. Violeta Stoyanoviç,
Üsküp – “Nikola Karev” Lisesi öğretmeni
Yane Bonçanoski,
Üsküp – “Yosip Broz – Tito” Lisesi öğretmeni
Redaksiyon:
Prof. Dr. Arif Ago
Denetleyici:
Dr. Aktan Ago
Çeviri:
Filiz Nezir
TASARIM VE BİLGİSAYAR HAZIRLIĞI:
MagnaSken, Üsküp
Yayıncı: Makedonya Cumhuriyeti Eğitim ve Bilim Bakanlığı
Basımevi: Grafiçki Centar Ltd., Üsküp
Tiraz: 100
Milli Kitap Komisyonun 22-1010/1 sayılı 14.06.2011 yılındaki kararnamesiyle, bu kitap
I. (birinci)sınıf mesleki lise eğitimin tüm bölümlerinde Sosyoloji dersinde kullanılmasınaizin verilmiştir.
CIP - Каталогизација во публикација
Национална и универзитетска библиотека “Св.Климент Охридски” , Скопје
АВТОР : Матевски, Зоран - автор
ОДГОВОРНОСТ: Угриновски, Ксенофон - автор
НАСЛОВ : Социологија за I година средно стручно образование
ИМПРЕСУМ : Скопје : Министерство за образование и наука на Репубкика
Македонија, 2011
ФИЗИЧКИ ОПИС: 146 стр. : илустр. ; 26 см
ISBN : 978-608-226-230-7
УДК : 316(075.3)
ВИД ГРАЃА : монографска публикација, текстуална граѓа,печатена
ИЗДАВАЊЕТО СЕ ПРЕДВИДУВА: 07.11.2011
COBISS.MK-ID: 89006090
ÖNSÖZ
Mesleki lise eğitimi alan öğrencilerin temel bilgi ihtiyaçlarını gidermek amacı ile hazırlanan bu ders kitabı, Eğitim
ve Bilim Bakanlığı’nın belirlemiş olduğu Sosyoloji dersi ders
programına göre hazırlanmıştır.
Malzeme, yedi ana konuda verilmiştir. Her konu ders
programında öngörülmüş başlık sayısına uygun olarak, ders
ünitelerine ayrılmıştır.
Ders kitabı; öğrencilerin öğrenmesi, daha doğrusu sosyolojinin bilim alanına dahil olabilmesi amaçlanarak, toplumdaki genel kavramları tanımlıyor ve açıklıyor. Verilmiş malzemenin ilginç hale getirilmesi ve gençlerin kendi toplumları
hakkında eleştirilsel ve yaratıcı düşünmelerini teşvik etmek
amacı ile ders kitabı yazmaya kalkıştık. Toplumun temel kavramlarını sosyal gerçeklik ile bağdaştırarak öğrencilerin kendi
yaşam mesleğini algılamaları konusunda ilgi ve motivasyonlarının uyandırılması amaçlanmıştır.
Batı ülkelerindeki sosyoloji kitaplarının yazılması sırasında, toplumun temel kavramlarının önce kendi, daha sonra
da diğer toplumların örnekleri ile verilmesi mecburiyeti bulunmaktadır. Ancak araştırmalar sayesinde örneklere ulaşılabilir. Bu ders kitabında verilmiş örneklerin çoğu başka toplumlardan alınmıştır.
3
Bilim ve toplumuzun gelişmiş dünyaya doğru açılım
yaptığı için, biz de bu bilim ve toplumun bulgularına bağlı
olarak öğrenmemiz gerekmektedir.
Sosyolojinin kurucularından ortaya çıkmış konulardan, öğrenciler sosyologların bilim ve toplumdan, farklı
beklentiler içinde olduklarını göreceklerdir. Sosyolojik teoriler toplumsal şartlanmaya uğrarlar ve sosyologlar toplumsal
olayları açıklarken sıklıkla kişisel değer tespitlerinden yola
çıkmaktadırlar. Sosyologlar, mevcut olan toplumun doğasını
açıklamak ve “Toplum değiştirilebilir mi, değiştirilemez mi, ya
da neden değiştirilsin” sorusuna cevap vermek zorundadırlar.
Toplumdaki eşitsizlikler genellikle mevcut ve kaçınılmaz
mıdırlar ya da egemen grup tarafından uygulanmış ve
kaldırılabilirler mi?
Kitabın temel fikri, toplumun hiyerarşik gruplardan
oluştuğunu göstermektir. Toplumda birileri üst, diğerleri ise
alttır. Buna bağlı olarak da, toplumsal tabakalaşma merkezinin
sosyal olgu olduğunu görmekteyiz.
Güç ve siyaset, fakirlik, eğitim, iş bölümü, organizasyon,
aile, toplumda kadının konumu, sapkın davranışlar ve din
gibi toplumsal olguların açıklanmasındaki farklı sosyolojik
yaklaşımlar, toplumun sınıf ve katmanlara ayrılmasından yola
çıkarak anlaşılabilmektedir.
Bu ders kitabının, eğitim ve elde edilecek bilgilere mütevazi bir katkı sağlayacağının inancındayız.
Yazarlardan 4
SOSYOLOJİNİN TANIM
VE GELİŞİMİ
SOSYOLOJİNİN ÖNCÜLLERİ
Ne iş yapacağımız, seçeceğimiz eğitim ve meslek çeşidi, ailemizdeki ilişkiler, yaşlılıktaki güvencemiz, sağlık hizmetlerinde göreceğimiz yaklaşım, kısacacı yaşamımız, yaşadığımız toplumun nasıl işlediğine bağlıdır. Bu yüzden de toplumu tanıma ihtiyacı ve isteği de son derece doğaldır.
Bilimsel düşüncenin gelişiminde derin bir çelişki vardır: insana en
yakın olan şey, en son bilimsel araştırma konusu oluyor. Gerçekten de insana kendi varlığı, sosyal yaşamı, yakınları ile ilişkileri, hatta yabancı kişilerle ilişkilerinden kendine daha yakın birşey var mı? Bilim olarak sosyoloji; matematik, astroloji, fizik, kimya veya biyoloji gibi bilimlerden
çok sonra, on dokuzuncu yüzyılda ortaya çıkmıştır. Ancak, dünya için
sorular sorma ve onun nasıl çalıştığına dair sosyolojik araştırma notları, eski – antik çağlardan itibaren görülmektedir. Örneğin, eski Yunan filozofu Platones (Eflatun), millattan önce V. yüzyılda, insanlar arasındaki
bireysel farklılıklar yanında, dünyanın nasıl korunacağını merak etmiştir. Toplum üzerinde yapılan sistematik düşünceler – araştırmalar, Eski
Yunanistan’da başlar. Yunanlar eleştiri düşüncelerini, mitolojik düşünce
ile halk bilgeliğinden ayırt eden ilk halktır. Kendi kitaplarında, toplum
sorunlarını yansıtan en ünlü düşünürler – filozoflar, Platon (Eflatun) ve
Aristoteles’tir (Aristo).
Platon, insanların kendi kendilerine yetmemelerinden dolayı toplumun ortaya çıktığı ve yaşatıldığına inanır. Bir grup insanın korunabilmesi için onların faaliyetlerinin organize edilmesi gerekiyor. Toplum dışında birey olarak insanlar, kendi temel ihtiyaçlarını bile karşılayamazlar.
Bu yüzden de insanlar toplum (devlet) kurup, onu koruyorlar.
Devlet kurulması ise, orada insanların nasıl yaşayacaklarına bağlıdır.
Devletin işleyişini organize edebilecek belli özelliklere sahip insanlar ye5
tiştirmediğimiz sürece, iyi bir devlet oluşturabileceğimize de ümit edemeyiz. Devletler iyi veya kötü olabilirler. Devletin nasıl olması gerekli olduğunu, onu yöneten insanlara bağlıdır. En iyi devletler, anlayışlı ve devlet kurma eğiliminde olan insanların yönettiği devletlerdir. Zenginleşme
isteği olan kişilerin, çalışmaları ve ekonomiyi yönlendirmeleri; ün ve
ödüller kazanmak isteyenlerin de devleti düşmanlardan koruma ve savaşmaları gerekiyor.
Soruları cevapla
 Platon’a göre aşağıdaki türden insanların ne tür özelliklere
sahip olmaları gerekiyor?
a) Devleti yönetenlerin,
b) Ekonomiyi yönetenlerin,
c) Devleti savunan ve devlet için savaşanların.
Aristo, Eski Yunanlılarda organize yaşam şekli olan bağımsız şehir
– devletlerin çöktüğü dönemde yaşamış ve yazmıştır. O, Büyük İskender
krallığının ortaya çıktığı dönemde varlığını göstermiştir. Küçük Yunan
devletlerinin çökmesi ile Atina demokrasisinin temeli olan orta toplum
katmanları da yok oluyormuş.
Aristo iki tür toplumsal yaşam ayırt eder: siyasi ve ekonomik. Siyasi
hayat serbest insanların tartışma ve kararlarına yer vermektedir. Siyasi faaliyet ve siyasi kararlar, insanın değerli özellikleridir, çünkü bu faaliyetler
sayesinde insan, toplumdaki özgürlülüğünü kullanır. Bu nedenle Aristo,
insanı siyasi hayvan (zoon politikon) olarak tanımlar. Ekonomik yaşam
ise, insanların maddi ihtiyaçlarını tatmin etmesi olarak tanımlanır ve bu
zorunlu bir faaliyettir.
Kölelik, doğal bir olay olarak kabul edilir. Köle, konuşabilen bir araçtır. Devleti, birçok yerleşim yerinden oluşmuş kendi kendine yeten bir
toplum olarak algılamaktaymış. Devletin amacı, üyeleri arasındaki dayanışmayı kurmak ve korumaktır. Çarpışmaların olmaması için, orta katmanın en kalabalık olması gerekmektedir. Orta katman veya orta sınıf, devleti zenginlerin şiddeti ve fakirlerin kararsızlığından koruyabilme yeteneğine sahiptir.
6
Soruları cevapla:
1. Aristo, toplumun siyasi faaliyetlerini neden önemser? 2. Demokratik toplumlardaki istikrarın temeli nadir? Orta Çağ’daki toplum fikirleri doğrudan din ve kilisenin etkisi altındadırlar. Felsefe teolojinin (din bilgisi) hizmetkârı haline geliyor ve onun
görevi kilise öğretisini haklı çıkarmaktır. Yeryüzündeki yaşam geçici ve
önemsiz görülüp, ahiret için hazırlık olarak yaşanır. Siyasi yaşam durdurulur ve devlete karşı her isyan, kiliseye karşı yapılmış bir isyan olarak görülür. Kilise eğitimi, laik eğitimin önüne çıkar ve her tür özgür düşünce bastırılır ve cezalandırılır. Bu dönemdeki en ünlü kilise düşünürleri Aurelius
Augustinius ve Akinolu Thomas’tır (Thomas Aquinas’tır).
Yeni yüzyıldaki düşünce, özgürlük ile karaktize edilir ve Amerika’nın
keşfi, kilisenin reformasyonu (Roma Katolik Kilisesi’nin uygulamalarına karşı isyan), Bizans’ın düşmesi, Gutenberg’in hareketli harf icatı ve
Kopernik’in güneş sistemi buluşu gibi önemli olaylarla başlar. Bu buluşlar; felsefe, güzel sanatlar ve diğer bilimlerdeki bilgilerin yenilenmesine yardımcı olmuşlardır. Rönesans dönemi, Tanrı’nın yerine insanı koyar.
Insanın toplum ve devleti oluşturduğu inancı yayılır. Hristiyan din adamı
Aurelius Augustinius eğer “Anlayabilmek için, inanıyorum” kuralına uymuşsa, bilim adamı Rene Descartes da tamamen farklı bir yaklaşım ortaya çıkarıp, “Birşey kurabilmem için, şüpheleniyorum“ kuralına inanmaktadır.
XV. yüzyıldan sonra gelişen ve sosyolojinin oluşmasında etkili olan
sosyal öğretiler arasında devletin oluşması ve gelişmesi teorileri vardır.
Onlar iki yönde bölünebilirler. Niccolo Machiavelli ve Jean Bodin, güç
yolu ile devletin oluşması teorisinin temsilcileridirler. Devletin toplumsal
anlaşma yolu ile oluşması teorisinin temsilcileri ise, John Locke ve Jean
Jacgues Rousseau’dur.
Niccolo Machiavelli, Rönesans döneminin siyasi düşünürüdür. O,
sosyal düşünceyi din ile ahlaktan ayırmıştır. Sosyal gerçeği gördüğü ve
hisettiği gibi ortaya koymaktadır. Ona göre devlet yaşamının amacı, hü7
küm sürmek – yönetmektir. Siyasette hüküm süren, sadece devlet çıkarları tarafından yönetilmelidir. Devletin amaç ve çıkarlarına ulaşabilmek
için, ahlaksız yolların bile kullanılmasına izin verilir. “Amacın, kullanacağın yolları özürler” sözü ona aittir. Hristiyanlıktaki ahlak normlarının, sadece insanın özel hayatı için önemi ve değeri olduğunu düşünmektedir. Siyaset, devlet çıkarlarının tatmin edildiği bir beceri türüdür. Bireyler,
devlet ve onun çıkarlarına hizmet etmek için vardırlar.
Jean Bodin, toplumun gelişimini açıklamak için uğraşmıştır.
Toplum aileden gelişmiştir. Ailenin gelişmesiyle yeni aileler ortaya çıkmış ve onlar üretim, ticaret ve ortak dini ayinler sayesinde bir toplum içerisinde birleşmişlerdir. Devlet güç yolu ile ortaya çıkmış; bu süreçte güçlü toplumlar, zayıf toplumları esaretleri altına almışlardır.
XVII. yüzyılda Thomas Hobbes, “İnsanlar neden toplumda yaşar?”
sorusuna kendi cevabını veriyor. Platon gibi Hobbes da, insanların korunma ihtiyaçlarından dolayı toplumda yaşadıklarını düşünüyor. Ancak
toplumsal hayat, insan doğasından ortaya çıkmamaktadır. Insan, doğası gereği sosyal değildir ve bu yüzden toplumsal hayatı kendisine yapılan şiddet olarak görmektedir. İnsan doğası gereği bencildir, temel özelliği; kendi bencilliğine memnuniyet sağlama amacı ile güç isteğidir. Diğer
insanlara karşı kurt gibi davranır ve bu yüzden insanlar, kendi bireysel çıkarlarına ulaşmak ve kendilerini yükseltme, diğerlerini ise yenmek ve küçümsemek amacı ile, aralarında sürekli savaş ve rekabet içerisindedirler.
İnsanlar birbirleriyle sürekli savaş içerisindedirler. Herkesin herkese karşı yürüttüğü bu savaşların, tüm insanları tahrip etmemeleri için, insanlar bir araya gelip devlet oluşturuyorlar. Her nekadar toplumsal yaşam
insan için doğal olmasa da, yine de insan onsuz yapamaz. Onun başkalarına yapmak istediklerini, başkalarının ona yapması korkusundan, insan toplumsal örgüt oluşturur, onu kabullenir ve korur. Devlet, insanın
eseridir ve anlaşma temeline dayanır. Egemen gücü oluşturan bir veya
birden fazla kişiyi yönetebilmeleri amacıyla, bir bölgedeki tüm insanlar
kendi doğal haklarını bu güce aktarmışlardır. İktidar bir kişide (monarşi),
tüm halkın oluşturduğu mecliste (demokrasi) veya halkın bir bölümünün
(aristokrasi – asiller) elinde olabilir. Egemen güç, iktidarını uygulamakta
sınırlı değildir ve iktidarını kimse elinden alamaz.
8
John Locke, devleti insanların doğal durumu ile bağdaştırmaktadır. Ona göre, doğal durum insanların özgürlüğü ve eşitliği demektir ve
bu durum sayesinde insanlar arası savaşlar ortaya çıkmamaktadır. Doğal
kanunlar sayesinde insanlar, özgür ve bağımsız olmalarına rağmen, diğerlerine zarar vermemeyi öğreniyorlar. İnsanlar her zaman doğal kanunlar
ile yönetilemedikleri için, doğal durumda ortaya çıkan anlaşmamazlıkları
önlemek amacı ile devletler ortaya çıkarlar. Özel mülkiyet, sivil toplumun
temelidir. Özel mülkiyet dediğimizde sadece maddi zenginliklerin kazanılması değil, özgürlük ve hayatın korunması da anlaşılmaktadır.
Jean-Jacgues Rousseau, Thomas Hobbes’un anlayışlarına benzer
olan, toplumsal yaşamın insanların doğal durumunu göstermediğini savunmaktadır. Toplumsal yaşam, insanları ortak yaşama zorlayan dış sebeplerden (yoksulluk, düşman saldırıları) dolayı ortaya çıkar. Bu yüzden
insanlar beraber yaşamak için anlaşıyorlar. Devletin kurulmasından önce
tüm insanlar eşit haklara sahip ve özgürdürler. Kendilerine özel mülkiyetleri olmadığı için başkalarına ait hiçbir şeyi de almıyorlar. O dönemde
insanlar, iyiyi ve kötüyü ayırt edemiyorlarmış. Toplumun oluşması ile, insan değişime uğruyor ve iyi ya da kötü olarak adlandırılabilecek özelliklere sahip oluyor. Hatta, özel mülkiyete dayalı toplumun ortaya çıkmasının
ardından, rekabet ve yarış ortaya çıkar ve insanlar hırs ile kıskançlık gibi
özelliklere sahip olmaya başlarlar. Toplumsal hayat insanı değiştiriyor ve
toplumun değişmesi ile insanın özellikleri de değişiyor.
Sorular ve ödevler:
1. Eğer Machiavelli’nin dediğine göre siyasetteki egemen gücün
sadece devlet çıkarları için uğraşması gerekiyorsa, bireyin devlete karşı
ilişkisi nasıl olacaktır?
2. Hobbes’e göre toplumsal hayat insan için doğal değildir, ancak
buna rağmen insan toplum olmadan yapamaz. Neden?
3. Locke, insanların doğal durumunu özgürlük ve eşitlik durumu olarak açıklamaktadır. O zaman, neden onları zorlayacak bir devlet olmalıdır?
4. Rousseau’ya göre, özel mülkiyet insanlarda ne tür özellikler ortaya çıkarır?
9
BİLİM OLARAK SOSYOLOJİNİN
ORTAYA ÇIKMASI
Sosyolojinin bağımsız bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasının üzerinde iki önemli olay etkili olmuştur: XIX. yüzyılın ortasında ortaya çıkan
ve açıklama ile çözüm bekleyen ekonomik kriz ve diğer bilim dallarının
gelişme derecesi. Kriz bilinci ve krizden çıkış için birşeylerin yapılabileceği inancı yanında, düşünce özgürlüğünün de sosyolojinin gelişimi üzerinde önemli etkileri olmuştur.
Halk tabakası, kölelerin feodal topraklarına bağımlı olması zorunluluğu gibi toplumdaki feodal (derebeylik) engelleri yıkmıştır. Ancak özgürleşmiş ve fakirleşmiş köleler yeni oluşturulmuş fabrikalarda da işverelenler tarafından istismara uğramışlardır. Fransız devrimi, mutlak monarşi egemenliğini bitirmiştir ve demokratik özgürlükler ile halkın doğal
haklarını ilan etmiştir. Ancak bazı batı toplumlarında en fakir halk tabakaları ile kadınların oy hakkı kazanmalarına kadar, bir asır daha geçmiştir.
Her ne kadar genç burjuvaziler, toplumun gelişmesinin bilime bağlı ol10
duğuna inanıyorsalar da, kolonilerin fethedilmesi Avrupa’da da insanların şiddet eğilimlerinin azalmadığını göstermiştir.
O zamana kadar teknik esası sadece makine olan yeni sanayi üretim şekli ve benzeri görülmemiş değişiklikler ortaya çıkarmıştır. Birçok
meslek grupları yok olurken, yeni imkânlar sağlayan yeni meslek grupları ortaya çıkmaya başlamışlardır. Göçler, güvensizlik ve halkın bir bölümünün köylerden şehirlere taşınması, toplumda belirsizlik ve kaygı yaratmıştır. Birçok kişi orientasyonunu kaybedmiş, diğerleri de yeni ufuklar
peşinden gitmişlerdir.
Bu dönemlerde Auguste Comte, toplum çalışmalarını felsefe ve teolojiden ayrı tutarak bilimselleştirmeye çalışmıştır. O, bilimsel eğitim sayesinde toplumun şekillenmesi ve gelişmesine katkı sağlayacak olan toplumsal sosyal düzeni yöneten yasaların keşfedilebileceklerine inanıyormuş.
“Sosyoloji” terimi Auguste Comte’nin eseridir. Öğretisini, sosyal
istatistik ve sosyal dinamik olarak ikiye ayırmıştır. Sosyal istatistikte toplum istikrarını yaratan mekanizmaları araştırıyor. Onun düşünce öncelikleri, toplumda istikrar ve düzendir. Belki de bu öncelikler, yaşadığı toplum olan Fransa’da, o dönemde istikrar ve düzenin olmamasıymış.
Toplumsal düzeni ayakta tutmak için gerekli olan üç faktör ortaya
koymuştur:
- İlişkilerin kurulması için önemli bir araç olan dil;
- Ritüel ve inançlar üzerinden toplumsal düzeni güçlendiren din; ve
- Karşılıklı dayanışmaya katkı sağlayan iş bölümü.
AUGUSTE COMTE
Aile ve din gibi kurumların önemini vurgulamış ve onların ana görevinin, toplumu uyumlu
bir bütün olarak tutmaları olduğunu söylemiştir.
11
Sosyal dinamikte ise toplumsal gelişim ve insan evrimi konularında sorulara cevap aranmaktadır. Gelişimi sırasında toplum, üç aşamadan
geçmiştir:
- İlahi (Dini)
- Metafizik
- Pozitif
Toplumun gelişimi sırasındaki dini aşama, insanın çocukluğu ile kıyaslanır. Bu aşamada, toplumsal kurumların Tanrı tarafından yaratılmış
olduğuna dair inanç vardır. Kurumların Tanrı kökenli olduğu inancı, toplumda yüksek derecede birlik sağlamıştır.
Toplumun gelişimi sırasındaki metafizik aşama, dini aşamanın terk
edilmesine sebep olmuştur. Bu da, insanın gençliğine uymuştur. Dini
açıklamalar, bilimsel araştırmalara dayanan felsefi düşüncelerle yer değiştirmiştir.
Toplumun gelişimi sırasındaki pozitif aşama, bilimsel aşamadır. İnsan
büyük beklenti ve hayallerden uzaklaşıp, bilimsel tahmin ile sosyal değişimlerde rehberlik fikirleri kabul eder. Pozitif bilim dalı olarak sosyolojiden
toplumun yararı vardır, çünkü bu bilim dalı, varolan düzenin güçlenmesine sebebiyet verecek olan yaşamın düzelmesi konusunda öneriler verir.
Comte dışında, sosyal düşüncenin gelişmesinde, Karl Marx, Emile
Durkheim ve Max Weber’in de büyük katkıları vardır.
Bu araştırmacılardan her biri, bireylerin toplum ile nasıl bağdaştığı sorusuna cevap vermeye çalışmışlardır. Comte ve Durkheim değer ile
inançların toplumu ayakta tuttuklarını savunurken, Karl Marx baskı ve
dolandırıcılığı vurgular.
Karl Marx toplumu, ayrıcalık sahibi kişilerin öncülüklere sahip oldukları, grup çatışmaları arenası olarak görür. Toplumlar tarihinin en
önemli özelliği, egemen ile sömürülen gruplar arasında sosyal yardımlar için yapılan mücadeledir. Tarihin farklı evrelerinde, egemen ve sömürülenlerin görüntüsü farklıymış. Onların ortak yanı sahip oldukları güçteki eşitsizlikmiş. Antik Yunan ve Roma’da temel savaşlar özgür insanlar
ve köleler arasında gerçekleşiyormuş. Orta Çağ Avrupa’da baskın gruplar; soylular, yüksek din adamları ve tarımcılarmış. Köylü ve köleler, küçümsenen gruplarmış. Marx döneminde, burjuvazi ve proleterya arasında eşit olmayan bir yarış varmış. Marx, burjuvazinin üç üretim aracının
ikisini elinde tutmasından dolayı, toplumda etkili grup konumunda olduğunu farkediyormuş. Burjuvazi’nin elinde toprak ve sermaye (fabrikalar, atölyeler, makineler ve para) varmış. Bu anlamda, köleler Feodallerin
elinde olduklarından, işçiler kendi ellerinde değiller.
12
KARL MARX
Marx Alman asıllı olmasına rağmen, gazetecilikteki devrimci faaliyetlerinden dolayı yaşamının büyük bir kısmını yurtdışında geçirdi.
Onun en ünlü eserleri, endüstri devriminin iyi ve
kötü taraflarını yaşadığı İngiltere’de yazılmışlardır. Yaşadığı siyasi ve toplumsal kaosa karşı anlayışı, eserlerinin yazılması için kaçınılmazmış.
Marx’ın sosyolojiye yaptığı en büyük katkı; birey ve toplumsal grupların toplumsal çerçeve içerisinde ve aralarındaki karşılıklı ilişkilerle araştırılmalarını istemesi olmuştur. Örneğin; öğretmen mesleğinin toplumsal
konumunun öğrenilebilmesi için, öncelikle onun toplumunun eğitime
verdiği değere ve eğitim sisteminin organizasyonuna (sistemi kim maddi olarak destekliyor ve çalışmalarını kim kontrol ediyor) bakmak gerekiyor. Öğretmen olabilmek için nasıl bir hazırlık gerekiyor ve bu meslek
halkın hangi kesiminin ilgisini çekmektedir, gibi konuları ortaya çıkarmak
gerekiyor. Bilindiği gibi; öğretmen maaşlarını öğretmenlikle eşit düzeydeki mesleklerde alınan maaşlar ile kıyasladığımızda, öğretmen maaşlarının daha düşük olduğunu görürüz. Çünkü öğretmenlik mesleğini daha
fazla kadınlar seçer.
Emil Durkheim, Fransız sosyologtur. Sosyolojiden, toplumsal olayları nesne şeklinde gözlemlemelerini istemektedir. İnançlar, gelenekler,
kurumlar ve değerlerin; bireylerin istek ve düşüncelerinden bağımsız olarak, kendi varlığı vardır. Bu toplumsal gerçekler, bireyi belirli şekilde davranmaya zorluyor. Buradan yola çıkarak, bireyin davranışının açıklanabilmesi için, davranışın ne ölçüde olduğu ve toplumsal şartların o davranışı
nasıl etkiledikleri araştırmalıdır. İntiharı araştırıp, intiharın sadece bireysel
bir hareket daha doğrusu sadece bireyin akıl durumu olarak açıklanamayacağını, bunun yanında bireyin kontrolu dışında gelişen toplumsal güçlerin de üretimi olduğunu göstermiştir. Sebepler toplumda bulunabilirler.
Durkheim huzursuzluk dolu bir toplumda yaşıyormuş. Gecikmiş sanayi devrimi halkın köylerden şehirlere göç etmesine neden olmuştur.
13
Değerler ile sosyalleşmiş olan insanlar, ortamın değişmesi ile birlikte önem verdikleri değerlerinin önemsenmediği - kullanılmadığı kendilerini bir dünyada bulurlar ve bu durum onlarda şaşkınlık yaratmaktadır.
Durkheim bu tarz değişikliklerin, intihar oranlarını artıracağına karar vermiştir.
EMİL DURKHEİM
Emeğin yüksek özelleştirilmiş bölümü sayesinde, insanlardaki birbirlerine muhtaç oldukları bilincinin de artacağını düşünüyormuş.
Vücudun bir bütün olarak işlemi gerçekleştirebilmesi için, nasıl böbrek, kalp, beyin ve diğer organlar kendilerine özel iş yapmak zorundaysalar, toplumun yaşatılabilmesi için de her gruп kendi işini
yapması gerekiyor.
Günümüzde yaşananlar bu öngörüyü
onaylamamıştırlar. Kamu уlaşım şirketi çalışanları, doktorlar, anaokulu öğretmenleri veya öğretmenler grev yapınca, günlük hayat ciddi şekilde zarar görüyor.
Yenileri ortaya çıkmadan, eski ortak değerlerin kaybolduğu sosyal düzenin değişme durumlarını Durkheim anomi olarak adlandırmıştır.
Anomi, toplumda norm, değer ve toplum ilişkilerinin düzenlenmesi kurallarının eksikliğidir.
Max Weber, Alman asıllıdır. Almanya’daki gecikmiş sanayi devriminin ortaya çıkardığı büyük değişiklikleri gözlemlemiştir. Bürokrasinin örgütlenmede etkili model olmasından çok önce, bu gelişmeyi öngörmüştür. Modern toplum üyeleri, örgütlenme modeli olarak bürokrasiye; hastahane, okul, özel şirket ve daha birçok yerlerde rastlarlar. Bürokrasi, belirlenmiş hedeflere ulaşabilmek için başarılı bir model olmasına rağmen,
Weber bu olayın tersinin yaşanıp, insanlar arası ilişkilerin bozulabileceğinden endişe duymuştur.
O, toplumdaki olayların araştırılmaları sırasında anlayış isteğini ortaya koymuştur. Anlamak, sosyologların öğrenenler gibi düşünmeye çalıştıkları bir araştırma metodudur.
14
MAX WEBER
İnsan faaliyetlerini anlamak ve açıklamak ile onlardan yola çıkarak toplumsal gelişmenin öngörülmesinin, sosyolojinin işi olduğunu düşünüyormuş.
Weber özellikle, özel sosyo – tarihi durumlar çerçevesinde bireylerin kişisel girişimlerine verdikleri önemi anlamaya özen göstermiştir.
Doğu Prusya çiftçilerinin şehirlere göç etmelerinin sebeplerini açıkladığı bir makale yayınlar. Onlar kalabalık sayıda, hızla gelişen şehirlere göç
ediyorlarmış. Onlardan fazlasının, gelişmiş merkezlerdeki emek pazarında satabilecekleri yetenekleri olmadığı için, fakirlik içinde yaşarlarmış.
Weber, şehirde önceden yaşadıklarından daha kötü şartlara maruz kalmalarına rağmen, onların buralarda yaşama ısrarını, çocuklarına daha iyi
bir gelecek sağlama umutlarında aramak gerektiği sonucuna varmıştır.
Başka bir deyişle, bu işçilerin eylem ve motiflerini, çocuklarının gelişmeleri için yaptıkları olumlu fırsat değerlendirmelerini ve bunun sadece şehirde yapılabileceği dair inançlarını algılamadan anlayamayız.
Soruları cevapla:
 Sosyoloji, topluma karşı eleştirsel bir tutum olarak ortaya çıkmıştır.
1. Kurtarılmış kölelerin pozisyonu nasılmış?
2. Demokratik özgürlük ve doğal haklar neden herkes için mevcut
değildi?
3. Endüstriyel mal üretiminin ortaya çıkardıkları değişiklikler nelerdir?
4. Auguste Comte’nin toplum bilimi – sosyolojiden beklentileri nelermiş?
15
SOSYOLOJİNİN KONUSU, YÖNTEM
VE TEKNİKLERİ
Sosyoloji bir toplum bilimi olarak ortaya çıkmasında, özel kültürel
– tarihi faktörler (toplumsal kriz) ile toplumun pratik ihtiyaçları etkili olmuştur. Bu özelikler, sosyoloji konusunun belirlenmesinde de rol oynayacaktır. Konu, bilimin neyi incelediğini açıklayacaktır. Bilimlerin doğal ve
toplumsal olarak bölünmeleri gelenekseldir. Sosyoloji toplumsal bilimler
grubuna girer. Hem doğal hem de toplumsal bilimler; inceledikleri konulara göre genel ve özele; bilimsel yaklaşımlarına göre, teorik ve tarihsel; bilimsel hedeflerine göre de, temel ve uygulamalı bilimler olarak ayrılırlar.
Bu bölünmeye bağlı olarak sosyolojinin; genel, teorik ve temel toplumsal bilim dalı olduğunu söyleriz.
Sosyoloji toplum için genel bir bilim dalı olduğu tespiti, onun bir
bütün olarak toplumu incelediğini gösterir.
İnsanın toplumsal hayatı üzerinde ailesi, eğitimi, ekonomi, kanunlar ve etnik köken etkilidir. Toplumsal hayatın bu alanları, ekonomi ve hukuk bilimleri gibi özel toplumsal bilimlerin veya örneğin eğitim sosyolojisi gibi özel sosyoloji alanlarının araştırma konusudur.
Genel toplumsal bilim dalı olarak sosyoloji, toplumun yapısı ve toplumsal hareketleri, bütün olarak toplumdaki ilişkileri, bağları, karşılıklı etkileşimleri ve toplumun temel elemanları ile o elemanların aralarındaki
ilişki ve etkilerini inceler.
Eğer sosyolojinin tüm toplumsal olayları incelemekle uğraşan, genel ve temel toplumsal bir bilim olduğunu bilirsek, onun konusunu incelediği özel yöntemleri olduğunu da tahmin edebiliriz. Daha geniş anlamda yöntem; bir başarıya ulaşma, bir gerçeğe ulaşma amacı ile yapılan bir
araştırma şekli veya yerinde ve planlı çalışmayı ifade eder. Demek ki yöntem, bilimin ayrılmaz bir parçasıdır.
Sosyolojinin kullandığı yöntem için küresel yaklaşım karakteristiktir. Bu yöntemi kullanarak, sosyoloji belirli toplumsal olay ve süreçleri
araştırıyor ve onların yerini, rolünü, fonksiyonunu, karşılıklı koşulluluklarını ve birbirlerine bağlılıklarını keşfeder.
Bilimsel araştırma işi birkaç aşamada gerçekleşir: ampirik malzemenin toplanması, onların toparlanması ve sonuçların hazırlanıp, araştır16
ma sonuçlarının açıklanması. Bu aşamaların her birinde araştırma teknikleri kullanılır. Onlar: veri toplama teknikleri, verilerin toparlanması teknikleri, sonuçların yorumlanması ve açıklanması teknikleri.
Toplumsal olay verileri genelde sosyal gözlemleme veya yapılacak
konuşmalarla toplanırlar.
Gözlemleme, doğrudan veri toplama yöntemidir. Ancak her gözlemleme de bilimsel değildir. Bilimsel gözlemler, önceden belirlenmiş bir
plana bağlı olarak yapılır. Belli bir hedefe ulaşılması gerektiği için seçicidir. Toplumsal olaylar iki şekilde gözlemlenebilirler: gözlemcinin gözlemlediği kişilerin faaliyetlerine dahil olmasıyla ya da olayın içinde veya kişilerin arasında bulunmadan gözlemlemek.
Konuşmak, sosyolojide en çok kullanılan veri toplama yöntemlerinden biridir. Bu yöntem, araştıranın araştırılana sorduğu sorulardan oluşur. Mülakat ve anket, iki temel konuşma şeklidir. Mülakat sözlü
soru sorma şeklidir, ankette ise sorular sorulara yazılı olarak cevap verilir. Anketler açık veya kapalı türden olabilirler. Anketler genellikle, aktüel sorulara cevaplar arandığı zaman yapılan kamuoyu yoklamaları sırasında kullanılırlar.
Deneme, iki veya daha fazla olay arasında sürekli bir bağ olup olmadığını araştırmak için yapılan planlanmış gözlemlemedir.
Karşılaştırma yöntemini sosyolojide ilk defa, Emil Durkheim uygulamıştır. Bir olay; örneğin ailenin genişliği ve evliliğin rolü hakkında tarım
ile endüstri toplumları arasında kıyaslama yaparsak, değişme sonuçların
sebeplerini öğrenebiliriz.
17
SOSYOLOJİNİN DİĞER BİLİM DALLARI
İLE İLİŞKİLERİ
Sosyoloji ve Felsefe
Toplum ile onun örgütlenmesi hakkındaki ilgi, Eski – Antik Yunan döneminden itibaren felsefenin bir bölümünü oluşturmuştur. Sosyolojinin
bağımsız bir bilim dalı olabilmesi için, yirmi yüzyıldan fazla bir sürenin
geçmesi gerekiyormuş. İnsan ve toplum bilgisinin gelişmesi hakkındaki
felsefi düşüncelerden, XIX. yüzyılda sosyoloji doğacaktır.
Hellenler’de (Eski Yunan) “altın çağ” inancı varmış. Şairler Homeros
ve Hesiodos, “altın çağı” daha mutlu, daha güzel, daha cesur, kaybedilmiş
ve tekrar geri dönmesi gereken birşey olarak kutluyorlarmış.
Orta Çağ Hristiyanlığı için tarih, insanların acı ve ıstıraplarının kaydını teşkil eder.
Yeni Çağ’da, iş aletleri ve silahların geliştirilmesi, yeni coğrafi keşifler ve ticaretin genişlemesi ile insanlar için yeni imkânlar sağlanmıştır.
Tüm bunlar, düşünürlerin tarihi olayları, insanlığın az mükemmellikten
çok mükemmelliğe doğru ilerlemesi olarak yorumlamalarına sebebiyet
vermişlerdir. İlerleme fikri ile beraber, insanın bir eseri olarak insan toplumu değişebilir bir olgu olarak kabul edilmesi fikri ortaya çıkmıştır.
Modern felsefeciler; bilginin gelişmesinde inançtan önce mantığın
önemini vurgulamıştırlar. İlerleme fikrini insan bilgisi ile bağdaştırmaktadırlar. Montaigne, öğrenme amacının, insanları nasıl daha başarılı yaşayabileceklerini öğretmek olduğunu söylemiştir. Bilgi gücünün vurgulanması, Hristiyanlıktaki karamsarlıktan dolayı insan aklındaki olanaklarda yönlendirilmiştir.
Sosyoloji ve Tarih
Sosyoloji ve tarih bilimleri, araştırma konuları tüm toplum olduğu
için, toplumu genel olarak araştıran bilim dalları arasına girerler. Sosyoloji
ve tarih birbirlerini bütünleyen iki bilim dalıdır.
18
Sosyologlar, tarih biliminde araştırmaları için veriler ararlar, tarihçiler ise, bazı olayları açıklayabilmek için, sosyoloji sonuçlarını kullanırlar.
Tarih, şimdiye kadar sadece en önemlilerle değil, belli toplumsal
olaylarla ilgilenmiştir. Siyasi olayları takip edip, bireyleri – hükmedenleri, askeri liderleri, kahramanları araştırmıştır. Tarih bireysel, kesin olayları
araştırır. Tüm olayları araştırabilmesi mümkün olmadığından onların arasından seçim yapar. Bu yüzden de bilim dalı olarak tarih, tek başına toplumu tümüyle kapsayamaz.
Sosyoloji ve Psikoloji
Sosyolojide, birşeyin örneğin teknoloji gelişimin toplumu nasıl etkilediği sorusu sorulur. Çünkü toplum, araştırma konusudur. Psikolojide
ise, araştırma konusu psikolojik süreçler ve toplumun etkilediği kişidir.
Demek ki psikoloji ile sosyolojiyi kıyasladığımız zaman, sosyolojinin toplumu etkileyen psikolojik süreçleri (hatırlamak, düşünmek, inanmak),
psikoloji ise toplumsal ilişkilerin (gruplarda ya da gruplar arasında) psiklojik süreçlere etkisini inceler.
Psikoloji bireylere daha fazla önem verirken, sosyoloji ise toplumsal ilişkilerle ilgilenir. Bu süreçte de sosyoloji, bireyi belirli toplumsal rolü
kabul etmiş olarak (örneğin, bir tabaka temsilcisi olarak insanı) inceler.
Sosyoloji ve Ekonomi
Toplum, üretim ve mal değişimi yapılmadan ayakta duramayacağı
için, insan toplumu ekonomi olmadan araştırılamaz. Toplumsal – ekonomik gelişimin sebep ve faktörlerini inceleyen bir bilim dalı olarak ekonomi, sosyolojiye önemli sonuçlar sağlamaktadır.
Siyasi ekonominin kurucusu olan Adam Smith’in keşfedip “Ulusların
Zenginliği” (1776 y.) isimli kitabında yayınladığı araştırmaları, modern
sosyolojinin gelişmesi için önemli rol oynarlar.
O, halkların zenginliğinin, merkantilistlerin savunduğu gibi altına
değil de, insanın çalışmasına bağlı olduğunu savunmuştur. İnsanın üre19
tim gücünü artırılabilmesi için, temel önkoşulun iş bölünmesi olduğunu da vurgulamıştır. Onun siyasi liberalizm anlayışı, sermaye birikiminin
ilk aşamasında önemli rol oynamıştır. Siyasi liberalizm, devletin uyguladığı kurallar ve vergiler sayesinde, üretim ve ticaretin engellendiğini savunur. Ekonomiye; arz, talep ve rekabet sayesinde, serbest hareket alanı
verilmelidir. Serbest ekonominin kurduğu ilişkiler, eğitimin bazı genel çıkarları veya toplumsal savunmaya zarar vermeye başlarsa, devlet harekete geçebilir.
Sosyoloji ve ekonomi ortaklaşa, toplumu yakın ve uzak gelecekte
etkileyebilecek faktörleri bulmak için çalışıyorlar.
20
İNSAN, TOPLUM VE KÜLTÜRÜN
ORTAYA ÇIKMASI
İNSAN VE TOPLUM
İnsan yaşam mücadelesi sırasında, hayvanlarda var olan avantajlara güvenemez, örneğin hızlı ayak veya sağlam zırh, keskin dişler ve
pençeler. Ancak insanlarda olduğu gibi hayvanlarda ise zekâ gelişmemiştir. Zekânın yararlı olarak kullanılabilmesi için ise, toplum veya başka insanlara ihtiyaç vardır. Birlikte yaşam sadece insanlar için karakteristik olan bir olay değildir, bunu hayvanlarda da görebiliriz. Örneğin arı
ve karıncalardaki disiplinli ortak yaşam düzeni, sıra ve organizasyon için
muhteşem bir örnek teşkil eder. Herbir üyenin belli görevi vardır. Bir arı
ailesinde, arıların ne kadar yaşlı olduklarına bağlı olarak ya genç arıları
beslerler ya da bekçilik yaparlar. Birileri nektar taşır, diğerleri ise yuvalarını korurlar. Demek ki, iş ayrımı – bölümünü hayvan topluluklarında da
görürüz. Ancak onlarda, bu olay kasıtlı değil, içgüdüseldir. Onların aktivitelerini, onların genlerinde yerleşmiş programlar çalıştırır. İnsan toplumunu ise hayvan birliklerinden ayıran, bilinçli üretim ve bilinçli iş bölümüdür.
İnsanlar, yaşam sorunlarını çözdükçe toplum tarihini ortaya çıkarırlar. Tüm canlılardan, yaratan canlı olarak sadece homo sapiens’in toplumsal tarihi vardır. Zenginlik ve insan buluşları ile insan kültürü olarak
adlandırdığımız gelenek ve davranış şekilleri, insanın doğa ve toplumdaki yaşama koşullarına uyabilmesi için yeni yollar icat etmesi ile ortaya çıkar. İnsanın biyolojik gelişme dönemi, zamanla ilk insanın kültüründe ortaya çıktığı bir döneme dayanır. Homo sapiens’in bir maymun atadan gelişebilmesi için, 400.000 nesil ya da 15 milyon yılın geçmesi gerekiyormuş.
İnsani özellikler göstermiş ilk ilkel insana Australopithecus (Australopitecus) denir. Bir milyon kadar yıl önce ortaya çıkmıştır. Afrika’da bu21
lunmuş, düz yürüme ve insan çenesi yanında, araçlar üretebilmek için
de yeterli zihinsel kapasiteye sahipmiş. Taş, kemik artıkları ve ağaç dalları kullanırmış. Ateşi kullanmayı bilmiyormuş. Ateşi kullanmayı, ondan
700.000 yıl önce yaşamış akrabası sinantropus biliyormuş.
İlkel insan düzlenip sadece ayakları ile yürümeye, çevresi ile ondaki ilişkileri gözlemlemeye, el ve vücudunu kullanmaya başlayınca, beyin
çalışması ve psikolojik yetenekleri artmaya başlamıştır. Neandertal ilkel
insanın, kafatasının büyüklüğünden, kültürün aktarılmasında konuşmadan yararlandığını anlayabiliriz. O, taşı iki taraftan sivrileştirip, odun saplı
balta yapmayı biliyordu. Ölüleri gömüp onlara çeşitli öğeleri adamalarından da, inançlara sahip olduklarını da anlayabiliriz. Neandertal ilkel insanı ile birlikte, ilkel insan hayvan yaşama biçiminden uzaklaşıp, insan kültürü ve toplumunun ilk elemanlarını ortaya çıkarmıştır.
Millattan Önce 25.000 yıl kadar önce modern insan ya da homo
sapiens ortaya çıkmıştır. Sivrileştirilmiş taşların yanında, deniz kabukları, kemikler, boynuzlar ve fil dişi kullanıp onlardan kanca, ok ve iğne
gibi cisimler üretiyormuş. Deniz kabukları ve hayvan dişlerinden süs eşyaları yapıyormuş. Bereket sembolü olarak kadın büstleri yapıp, Altamir
Mağarası’ndaki örnekler gibi mağaralarda muhteşem çizimler bırakıyormuş.
İlk insan grupları olan ordlardaki yaşamın nasıl olduğu konusunda bilgiler yoktur. Antropolog Luis Morgan, insan ordunun özellikle sözkonusu promuskuitet (karışıklık) olduğu zaman, hayvan grubundan farkı
olmadığını tahmin etmektedir. Antropolojide bu kelime, hayvanlarda olduğu gibi toplumsal cinsiyet ilişkilerinin belirli kurallar içinde yaşanmadığı durumlar için kullanılır. Ord’u yöneten erkeğin, annesi ve kızları dahil çevresindeki tüm kadınlarla cinsel ilişki kurarmış. Nesiller arası farklara saygı henüz yokmuş. Ensest (yakınlar arasında ilişki) yasağı da henüz
yokmuş. Erkekler arasındaki, kadınlara sahip olma rekabetleri, gruplardaki iç dayanışmayı zayıflatıp onun ayakta kalmasını tehdit etmeye başlar.
Yaşam koşulları insanları sürekli çatışmalara değil, dayanışmaya zorluyormuş. Yüksek zekaya sahip canlılar olarak, ordtaki herkesin uyacağı, belli
kuralları saygılama anlaşması sağlamışlardır.
İlkel yapımından dolayı herkesin yapabildiği balta, ok, mızrak gibi
araçların yapımı ve fiziksel güç sayesinde hayvansal egemenlikten uzaklaşılmış ve onun yerine ortak kurallar saygılanmaya başlamıştır.
22
Araç üretiminin gelişimi sayesinde, insanlar arası anlaşma zorunlu olmuştur. Yani, her bireyin ord çıkarları için saygılayacağı ilişki
ve uygulamalar ortaya çıkmışlardır. Kan bağının yanında, ortak gelenekler ve konuşma da, bağlılık ve dayanışma için önemli araçları teşkil ediyorlarmış.
İnsanlar arası anlaşma, daha doğrusu ortak gelenekleri saygılama
ihtiyacı, cisimlerin gelişmesi ve iş bölünmesi ile daha fazla artıyormuş. İş
bölünmesiyle, önce cinsiyet ve yaş ile, daha sonra da özel yetenekleri ile
insan ordları gerçek insan toplulukları görünümüne sahip olmaya başlıyorlar.
Sorular ve ödevler:
İnsan toplumu ile hayvan toplulukları arasındaki temel fark nedir?
Ödev:
 Balta, ok ve mızraklarla silahlanmış ilkel insanları, fiziksel güce
hayvan etkilerini bırakıp, ortak kuralları kabullenmelerine ne sebep olmuştur?
TOPLUMUN KURUCU UNSURLARI - ELEMANLARI
Toplumun kurucu unsurları, toplumun onlarsız işleyemez olduğu
koşullardır.
а) Davranış kuralları
Toplum, ayakta kalabilmesi için organize olması gereken, daha
doğrusu orada belli kural ve değerlerin geçerli olması gerektiği bir bütündür. İlkel veya modern fark etmeksizin, herbir toplumda, kendi davranış kuralları bulunur. Grubun her üyesi, kendisinden beklenilenleri biliyor
ve o beklentilere göre davranıyor.
Beklenen davranışlar insan eylemlerini öngörülür kılar. Öngörüsüz
ise, ortak yaşam mümkün değildir. Örneğin, biz yeşil ışıkta sürücülerin
durmasını beklediğimiz için, yolun karşısına o zaman geçeriz.
23
b) Değerler
Eğer kurallar dahilinde toplum veya grup üyelerinden belli şekilde davranmalarını bekliyorsa, bu kurallar üyeler tarafından kabul edilmesi için önceden onlar tarafından onaylanmış olması gerekiyor. Bu da
değerlerle başarılabilir. Değerler, bireyin savaşmasına değen amaçlardır.
Modern toplumların önemli değerlerini; ifade özgürlüğü, din seçimi özgürlüğü, iş seçimi, ev seçimi ve eş seçimi gibi bireysel özgürlükler ifade
ederler. En çok istenilen değerlerden biri başarıdır, daha doğrusu meslek,
spor veya sanat hayatında ilerlemek.
c) İnsanları bir arada tutan bağlar
Toplumun onsuz varlığını sürdüremeyeceği bir diğer durum da,
insanları bir arada tutan bağlardır. Bunlardan en doğal olaranları aile
ve evlilik bağlarıdır. Kan bağları, kabile topluluklarının temelidir. Alman,
Tatar ve Arap kabilelerinin savaşlardaki başarıları, aile için dayanışma en
iyi kanıdır.
Durkheim, insan dayanışması ve onun gelişmesi ile ortaya çıkan sorunları araştırıyormuş. O, mekanik ve organik olmak üzere, iki çeşit dayanışma ayırt eder. Büyük sayıda insanın küçük homojen topluluklarda yaşadığı durumlarda, onlar benzer işler yapıyor, benzer hayat tarzı yaşıyor
ve bu yüzden de ortak değerler ve inançlara sahiplermiş. Bu mekanik dayanışma, toplumsal gelişimi arttırmaktadır. Sanayi devrimi öncesindeki
Avrupa’daki tarımsal toplumda, her aile topluluğu kendi kendine yetebilirmiş. İş bölünmesi nasıl ki günden güne daha karmışık oluyorsa, tek başına olanlar birbirine bağlılık – mecburiyetinde olmuşlar. Durkheim, insanların benzerliklerine – ortak yanlarına dayanan mekanik dayanışmasının yerini, iş bölünmesinden ortaya çıkmış dayanışma çeşidi olan organik
dayanışmanın alacağına inanıyormuş. O, toplumsal grupların görevlerini, insan vücudundaki organlarla kıyaslar. Nasıl ki vücuttaki her organ, bir
bütün olarak vücut için ayrı ayrı görev gerçekleştiriyorsa, toplumun ayakta kalabilmesi için de, her grubun kendi işini yapması gerekiyor.
Modern toplumdaki dayanışma bağları, ilkel kabilelerdeki kadar
güçlü değildir. Fiziksel ve ideolojik yakınlıklar, dayanışmanın kurulmasındaki asgari şartları temsil ederler. İnsanların birbirine yakın yaşadığı toplum bile, etkileşmeye ve kendilerini birbirlerine bağımlı hissetmeye, yani
dayanışma içinde olmalarına etkilidir. Bu durum, fiziksel samimiyet ve yakınlığın artık dayanışmayı ortaya çıkarmaya yetmediği modern şehir yaşamının ortaya çıkmasına kadar sürmüştür. Günümüzde dayanışma, iş ve
24
profesyonellik esasına dayalı olarak fabrika, okul ve diğer kurumlarda ortaya çıkar.
Dayanışma; ırk, din veya sınıf ayrımcılığından dolayı da ortaya çıkabilir. Sınıf dayanışması, işverenin kazanma hırsından dolayı fabrika işçileri
arasında ortaya çıkabilir. Azınlık etnik grupları arasında, hakim grupa karşı oluşturulmuş dayanışma örnekleri de verilebilir. Kanada – Kvebek’teki
Fransız Kanadalılar, hakim İngiliz kültürünün baskıları altında kalan kendi kültür ve dillerini korumaya kararlılar.
d) Kurumlar
Sosyal yaşam, kurumlar olmadan gerçekleşemez. Kurumlar, insanların özel ihtiyaçlarını karşıladıkları birimlerdir. Aile, banka, hapishane,
üniversite gibi daha küçük veya; devlet, ekonomi, eğitim ve dil gibi daha
büyük birimlere ayrılırlar.
Kurumların birkaç önemli özellikleri vardır.
Birincisi; kişisel duygu, istek ve düşüncelerden bağımsız olarak onlar nesnel olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Örneğin, nasılki bir köprü veya
bir bina varsa, dil de o şekilde var ve birey, doğuştan itibaren onu kullanmaya başlıyor.
İkincisi, kurumlar zorlayıcı güce sahiptirler. Bireyler kurumları kendi isteklerine göre değiştiremezler. Her eğitimli aile, çocukları edebi dil
konuşmanın dışına çıktığında, onu düzeltirler. Bu konudaki sorumluluğu – zorlama görevini, daha sonra okullar ele alıyor.
Üçüncüsü, kurumlar sadece zorlamaya değil, meşrutiyete de dayanırlar. Kurumlar, insanlar tarafından onaylı değillerse, ayakta kalamazlar.
Verilen koşullardan yola çıkarak, toplumu “aynı kurumlarda çalışıp
işbirliği yapan ve ortak yaşam sistemi ile birbirine bağlı olan organize insan grubu” olarak tanımlayabiliriz.
Ödev:
Toplumun kurucu elemanlarını say.
25
KÜLTÜR
Kültür büyük ölçüde, belli bir toplum üyelerinin nasıl düşündüğünü, kendilerini nasıl hissettiklerini, insanların faaliyetlerini ve hayata bakışlarını belirler. Böylece kültür o derece bireylerin yaşamının bir parçası oluyor ki, çoğu zaman onlar onun varlığından bile haberdar değiller.
Bunun için bir örnek ele alacağız:
Bir Kuzey Amerikali ile bir Güney Amerikalı, 12 metre uzunluğunda
olan bir salonda konuşuyorlar. Konuşurken salonun bir köşesinden diğer
köşesine kadar sürekli yürüyorlar ki bu süre içerisinde Kuzey Amerikalı
Güneyliden sürekli uzaklaşıyor, Güney Amerikalı ise sürekli Kuzeyliye
yaklaşıyor. Onlardan herbiri, kendi kültürlerini yansıtan konuşma mesafesi koymaya çalışıyor. Kuzey Amerikalıya göre Güney Amerikalı çok fazla
yaklaşıyor, o ise Kuzey Amerikalının uzaklığından rahatsız oluyor. Bu örnekle, kültürel davranış şekillerini gözlemleyebiliriz.
Burada şu ilginç örneği de verebiliriz: Orta Doğu kültürlerinde yemekten sonra geğirme, yemeği hazırlayan ev hanımına iltifat olarak algılanır. Bizim toplumumuzda ise aynı hareket kötü davranış olarak görülmektedir.
Kültür, belli topluma dahil kişilerin kabullenmiş davranışları olarak tanımlanır. Bu davranışlar herbir toplumda farklıdır. Bu sayede farklı toplumlara ait kişilerle anlaşmamazlığa yol açabilir. Güney Dakota’daki
Siular (Sioux), bir soruyu cevabını bilmeyen kişilerin yanında cevaplamanın yanlış olduğunu düşünürler. Bu tür davranış onlara göre kibirli davranıştır, çünkü diğerlerinin bilgisizliği ortaya çıkacak, böylece o insanların
kendilerine olan saygıları azalacaktır. Eğer Amerikalı bir öğretmen, Siulu
öğrenciler ile çalışır ve onların kültürlerini bilmezse, soracağı sorunun cevaplanmamasını bilmemezlik olarak algılayacaktır.
Avustralya’nın kırsal bölgelerindeki bazı yerli kabileler, nüfus artışının azalması ve açlıktan korunabilmeleri için, yeni doğan kız çocuklarını
öldürüyorlarmış.
Hudson nehrinin batısında yaşayan Karayip yerlileri, Kanada’daki
tüm toplumlarının açlıktan ölmelerini engelleyebilmek için bazı öncelikler koymuşlardır. Önce, faal yetişkin erkekler yemek yerlermiş.
Çünkü onlar zayıflarsa, avlayamayacak ve böylece kimse yemek yiyemeyecekmiş.
26
Ardından o erkeklerin hanımları, çocuk doğurabilmeleri için yemek
yeme sırasına dahillermiş. Erkek çocukları, büyüdüklerinde ava çıkabilecekleri için, kız çocuklarından daha fazla önemsenirmiş. Yaşlılar işe yaramaz grup olarak görülürmüş ve açlık dönemlerinde onlar intihar edermiş. Yaşlıların kalmadığı dönemlerde, yeni doğmuş kız çocukları öldürülürmüş. Bu örnekler, grupta gıda sıkıntısı çekildiği zamanlarda grubun
hayatta kalabilmesi için kasten ortaya çıkarılmış, kültürel davranış kalıplarını gösterirler. Bize göre bu kalıplar, ruhsuz ve insanlık dışı davranışlardır. Ancak örneklerde verilmiş toplum bağlamında düşünürsek, onlara
göre bunlar yaşamın kabul edilmiş – mantıklı parçasıdır.
Günlük hayatımızda kültür kelimesini sıklıkla kullanırız. Sıklıkla bazıları için kültürlü veya kültürsüz olduğuna dair yorumlar duyabiliriz. Bazı
bireyler için; tiyatro, opera veya balet gösterilerini gidip kültürel olarak
geliştiklerini söyleriz. Her nasılsa; rock konserlerine giden gençler, en son
hit parçaları dinleyenler ve bilimsel – fantastik film izleyenler de kültürlerini artırırlar. Ancak onlar, belli kültürün parçasıdırlar. Bazı kişiler için, kültürel anıtlar (müzeler, galeriler) veya dünyanın farklı ülkelerini ziyaret ettikleri zamanda da kültürel olarak yükseldiklerini söyleriz. Demek ki, tüm
bu farklı şeylerle kültürün tanımını yapmaktayız. Yani bu terim altında
belli davranış, maddi şeyler (tiyatro, müze, mimari yapılar), ruhani şeyler
(edebiyat, sanat, resim) vb. gibi alanlar kapsarız.
Maddi kültürün bir parçası olarak mimari eserler
27
Maddi kültürün bir parçası olarak iç düzenlemede sanatsal çözümler
Maddi kültür, insan eliyle yapılmış herşeyi kapsar. Örneğin; telefon,
kağıt vb.
Maddi olmayan kültür ise;
insanın duygusal ihtyaçlarını
memnun eden, fikirler, inançlar,
değerler ve gelenekleri kapsar.
Maddi olmayan kültür, bilişsel ve
normatif olmak üzere iki bileşeni kapsar. Bilişsel bileşen, var olan
herşeyin ya da inananların var olduğuna inandığı herşeyin tanımlarını kapsar. Demek ki bu bileşen,
bilgi ve inancı kapsar. Normatif bileşen ise, insan toplumunun onlarsız var olması düşünülemeyeceği davranış kurallarını kapsar.
Bale temsilinden bir bölüm
28
Sosyolojide kültür terimi kullanıldığında herşeyden önce insanların
giyim şekli, yemek hazırlama şekli, nikah kıymaları sırasındaki farklı dini
ayinleri, çalışma alanları, boş zamanlarını değerlendirme vb. konular düşünülmektedir.
Kültür kelimesinin hem günlük hayatta, hem de bilimsel alanlarda
kullanıldığını gördük. Kültürün kullanıldığı her durumda, doğaya karşı çıkılmaktadır. İnsanın her ürettiği veya yaptığı kültürdür, dünyada insanın
etkisi dışında varolmuş veya varolmakta olan her şey ise doğadır.
Kültür kelimesinin kökü, Latince kultis kelimesidir ve kelime anlamı
toprağın temizlenmesi, daha doğrusu işletilebilme yüzeylerin insan ihtiyaçları için hazırlanması anlamına gelir. Demek ki ilk önce, alanların temizlenmesini kapsıyormuş ve daha sonra aynısı insan alanına da taşınır
ve onun ruhani temizlenmesi, belirli normlara uygun olarak davranışının
temizlenmesi ve ihtiyacı ile standartlarına uygun olarak maddi malların
yaratılması anlamında kullanılır.
Sosyoloji, kültürü farklı şekillerde tanımlar. En çok kabul edilen tanımlardan biri Taylor’un tanımıdır. Bu tanıma göre:
Kültür; bilgi ve inanç, sanat, ahlak, kanun, gelenekler ve bireylerin
toplumun üyesi olarak elde ettiği özellik ve alışkanlıkları barındıran karmaşık bir bütündür.
Belli toplumsal grup üyeleri, belirli bir yaşam tarzını paylaşırlar. Bu
ortak kavram ve inançlar, grubun hayata anlam vermek için kullandığı
araçlardır. İnançlar, eylemler için özellikle önemlidirler. Trafiğin duracağına inanarak, kırmızı ışıkta caddeyi geçeriz. Satıcının para üstünü çevireceğine inanarak, 100 denarlık şey için 1 000 denar verebiliriz. İnsanların
dahil oldukları birçok etkileşim genel olarak güvenlidir, bu da onların hayatına düzen sağlamaktadır.
29
KÜLTÜRÜN AYRILMAZ BİR PARÇASI OLARAK DİL
Grup birliğini sağlayan önemli faktörlerden biri dildir. Dil sembolik bir kodu teşkil eder ve yalnızca bu kodların ne sembolize ettiği bilindiği zaman kelimelerin anlamı olur. Özünde dil, en az iki
yönden önemlidir. Birincisi,
dil herbir kültürün temelidir,
ikincisi de her tür toplumsal
iletişimin temelidir. Dil, insanlar arası en önemli iletişim
aracıdır ve insanların ortak
yaşam manifestosunu temsil eder. Dilin sayesinde belli mesajlar iletilir ve insanlar
arası anlaşmaya mümkün kılınır. İletişim insanların sürekli ihtiyacıdır. Bu yüzden, insan
varlığının en eski dönemlerinden itibaren, diğer insanlarla iletişim sağlayabileceği
ses ve işaret sistemi oluşturmaya çalışmıştır. Ses ve işaretlerin her birine ayrı önem
vermiştir.
Dili, dilbilgisi kuralları dahilinde ve standart sembollerle ifade edilen sistem
olarak tanımlayabiliriz.
Farklı dillerde gösterilmiş moda detayları
30
Konuşma ve dil arasında önemli bir fark vardır. Dil, toplumsal iletişimin sayesinde gerçekleştiği, kuralların soyut bir sistemdir. Onun sayesinde, birliğin üyeleri aralarında toplumsal iletişim sağlanır. Aslında, bir
toplumsal birlik içerisindeki insanlar arası iletişim, konuşmanın arkasında işaret ve sembollerin ortak sistemi olan dilin olmasından dolayı mümkündür. İnsanların aralarında anlaşabilmesi için, eşit veya benzer işaret ve
sembolleri kullanmaları gerekiyor.
Burada, dilin miras kalan doğal veya biyolojik bir özellik olmadığı
gerçeğini de bildirmemiz gerekiyor. Konuşma, her bireye verilen biyolojik bir olgudur, dil ise bireyin kültür ortamında sosyalleşmesiyle öğrendiği bir olgudur.
Bu verilen, şu örnekteki gibi gösterilebilir. Eğer Afrika’nın siyah ırklı
bir kabilesinde doğan bir çocuk, Çin’deki bir aileye götürülürse, o çocuk
sahip olduğu tüm ırklı ve doğal özelliklerini devam ettirecek ve bu özellikler sayesinde Çinli çocuklardan ayırt edilecektir. Ancak o çocuk bir süre
sonra, Çince konuşmaya ve kendi Çinli akranları gibi yaşamaya ve dünyayı onlar gibi görmeye başlayacaktır. Aksi durumda da, yeni doğmuş
bir Çinli bebeği Afrika kabilelerinde yaşamaya götüreceğimiz zaman da,
aynı şeyleri yaşarız.
Demek ki, bireylerin kendi toplumlarının kültürlerini öğrendikleri
sürece sosyalleşme denir. İlkel sosyalleşme muhtemelen sosyalleşme sürecinin en önemli yönüdür ve çocukluk yıllarında aile çerçevesi içerisinde gerçekleşir. Ailesinin verdiği veya vermediği izinlere cevaben, ile onlardan aldığı örneklere göre yaşarken, çocuk dili ve kendi toplumuna ait
birçok davranış şeklini öğrenmektedir.
Ancak, sosyalleşme sadece çocukluk dönemi ile sınırlı değildir. O,
hayat boyunca süren ve eğitim sistemi, profesyonel gruplar, arkadaş
grupları vb. Unsurlar aracılığıyla da devam eden bir süreçtir. Bu şekilde
de, bireyler tüm hayat boyunca farklı toplumsal grup davranışlarını öğrenmeyi ve önemsemeyi öğrenirler. Bunun yanında da, toplumsal hayatın birçok kurala dayalı olduğu gerçeğini de kabul ederler.
Teyit edilmemiş olsalar bile, hayvanlar tarafından büyütülmüş çocukların örnekleri de var. Bu örneklerden en çok ispatlara dayananlardan
biri, kurt çocuklar örneğidir. 2 ve 8 yaşlarında iki kız çocuğunun, 1820 yılında Bengal’de bir kurt çukurunda bulundukları söylenir. Onlar 4 ayak
üstünde hareket eder, çiğ et yer, kurt gibi uluyup konuşmuyorlarmış. O
çocuklar gerçekten de kurtlar tarafından büyütüldükleri veya sadece do31
ğada kendi kendilerine yetiştikleri tam olarak bilinmiyor. Ancak yine de
bu tarz örnekler, yetişkinlerle uzun süreli etkileşim içeren sosyalleşmenin, hem yeni üyelerin topluma kazandırılması hem de insanın yaratılma
süreci için büyük öneme sahip olduğunu gösterirler.
KÜLTÜREL BENZERLİKLER VE
KÜLTÜREL FARKLAR
İnsan yaşayacağı kültürü seçme durumunda değildir. Kültür, doğuşundan itibaren insana aittir. Doğumundan itibaren insan yaşamı kültüre bağlıdır. Bireyin ait olduğu kültüre ait elemanları öğrendiği sürece, kültürleşme denir. Kültürleşme süreci birçok unsuru ile sosyalleşmeye benzer. İnsanların en büyük kısmı, doğuştan sonra tüm hayatını ait oldukları kültürde geçirirler. Bireyin kendi kültüründen uzaklaşıp, başka kültüre
dahil olduğu durumlar daha az görülür. Kendi kültürü altında esir yaşayarak, birey çıkarsız o kültürün değerlerini, fikirlerini, kurallarını ve diğer
elemanlarını kabul eder. Bu şekilde de, psikolojisini ve dış tepkilerini yönlendirebilip, kendi kültürüne bağımlı oluyor.
Yaşadığı kültür çeşiti, bireyin başka kültüre ait kişilerden kendini
farklı olarak hissetmesine neden olur. Bu şekilde de bireylerde kişisel kültürel kimlik oluşur. Kendine ait kültürel kimliğin olması insanın antropolojik ihtiyacı gibi görünmektedir.
Kültürel relativizm, toplumsal sistemlerin yerel ve küresel planda
yeniden bütünleşmesine katkı sağlayan, son derece ilginç bir fenomendir. Kültürel relativizm, tüm kültürlerin eşit derecede değerli olduğu, her
üyeye kendi kültürlerine ait olma anlamı veren ve her bireye kendi kültürünün var olduğu toplumsal birlikler bütünleşme sağlayan süreç olarak tanımlanır.
Buna bağlı olarak kültürel değerler, ne kişisel kültür ne de objektif yaklaşım açısından yargılanamazlar. Çevremizdeki kültürler için değer
biçme yargıları yapamayız. Yapmamız durumunda, bu yargıları kendi kültürlerimizden yola çıkarak yapacağımız için, bu değerlendirmeler objektif olmayacaktır.
Bunu şu örneklerle açıklayabiliriz. Birden fazla kadınla resmi nikahın olması, tüm Avrupa ülkelerinde hukuki normların çiğnenmesidir.
Ancak birçok Arap ülkesinde, bir erkeğin birden fazla kadınla nikahlı ol32
ması statü sembolüdür. Avrupa ülkelerinde, et yemek normal bir olaydır.
Ancak ruhani rejim yapan birçok Hristiyan Hinduslar için et yemek, tabudur. Bu farklılıkların kabul edilmesi ve onlara saygı duyulması, kültürel relativizmin prensiplerinin de kabullenmesi demektir.
Kültürel relativizm sayesinde
etnosentrizm etkilerinden kurtulabiliriz. Kültürel relativizmin konsepti, etnosentrizme antitez olarak sunulmaktadır. Kültürel relativizm için tüm kültürler
farklı, ancak eşit değerdedirler. Belli bir
kültüre ait hiçbir temsilci, diğer bir kültürün elemanlarını kendi değerleri açısından değerlendiremez.
Demek ki etnosentrizm, kültürel
relativizmin tam tersidir. Tam anlamıyla
o, kendi kültürünün merkeze konulması
demektir. Bu düşünceye göre kendi kültürün superior (üstün) diğer kültürler ise
inferior (alçak) olarak tanımlanırlar.
Yemek, giyim ve aile yapısı gibi
farklı kültürel yapılar, kendi kültürlerimiz
ve alışkanlıklarımız ile karşılaştırıldığında
her zaman küçümseriz. Aşırılıklara gidilirse, etnosentrizm yabancı ve farklı olan
herşeye karşı nefret yaratabilir. Tarihteki
bazı insanlık dışı olaylar, etnosentrizimden dolayı ortaya çıkmışlardır. Buna rağmen bazı sosyologlar, bireylerin kendi kültürlerini koruması derecesinde etnosentrizm yapmaları da gerekli olduğu
düşünürler. Toplumsal grup; savaş durumu gibi dış tehlike ile karşı karşıya kalınSalvador Dali’nin eserlerinde
ca, liderler maksatlı olarak etnosentrizm
farklı kültürlerden elemanlar
duyguları ortaya çıkarırlar. Bu şekilde de
bulunur
toplumsal grubun yaşam tarzları, daha
doğrusu kültürlerini savunacaklarını bilirler.
33
ALT KÜLTÜR VE KARŞIT KÜLTÜR
Belli bir toplum için geçerli olan ortak kültür çerçevesinde, çoğu
zaman alt kültürler belirirler. Alt kültür; özel yaşama biçimi, değerler sistemi, fikirler, normlar ve davranış biçimlerini temsil eder. Etkili kültür ile
karşılaştırıldığında, alt kültür dışlanmış değildir. Modern sosyolojiye bu
terimi Albert Koen koymuştur. O alt kültürü; bir gruba ait üyelerin geliştirdikleri, saygılarıkları ve gelecekteki gelişmelerine önem verdikleri değerler, kurallar ve davranış normların toplamı olarak tanımlamıştır. Alt
kültürler, emek ve bireylerin toplum çerçevesinde sahip oldukları farklı
pozisyonların toplumsal ayrımı ile ortaya çıkarlar. Alt kültür ile toplumsal
roller birbirine bağlıdırlar.
Alt kültür, belli bir tarz ve bazı özel tutumlarla kendini gösterir ve her zaman böyle bir tutumun taşıyıcısı olan belli bir toplumsal
grup (gençler, yaşlılar, sporcular, sanatçılar vb.) ile ilişki içerisinde kendini göstermektedir. Bu yüzden de birçok sosyolog, bu tanımı tabakalarının özel kültürel simgeleri ve bireylerinin aldığı tutumları göstermeleri
için kullanırlar. Alt kültürler; davranış, giyinme, tat ve eğlence kurallarının özelliklerini gösterirler, diğer taraftan da yaş, cinsiyet ya da iş alanında ayrım gösterirler. Bu bağlamda da; şehir kültürü, köy kültürü, gençler kültürü, yaşlılar kültürü, işçiler kültürü, entelektüeller kültürü gibi örnekler verebiliriz.
Alt kültür değerleri ile egemen ve geçerli ya da sosyolojide sıklıkla kullanılan terim olarak ana kültürün değerleri arasında farklar vardır.
Onlar egemen ya da ana kültürün bazı değişikliklerini yapmış olma özelliğini taşırlar. Mesela; gençlerin alt kültürü için eğlence (boş zamanı kullanma), giyim tarzları (moda), davranış ve konuşurken argo kelimeler
kullanmak gibi özellikler karakteristiktir. Ancak bütün bunlar, bu gençlerin kültürdeki genel ahlak normlarına uymadıkları anlamına da gelmez.
Alt kültürün, egemen kültüre pozitif etkisi vardır, çünkü onun gelişim ve
zenginleşmesini etkiler.
Bazen alt kültürler, karşıt kültüre dönüşebilirler. Bu, bazı bireylerin
davranışlarıyla ana kültür ile amaçlarıyla karşı karşıya kaldıkları durumlarda ortaya çıkar. Bunlar kişisel durumlardır ve egemen kültür ile bütün
olarak topluma zarar verebilirler. Bu karşı çıkmalar, sosyo – patolojik olgular da ortaya çıkarabilirler. Onlardan bazıları: esrar kullanımı, alkol kullanımı, kadın ticareti vb.dır.
34
Sosyolojide, karşıt kültürün şu durumlarda ortaya çıktığına dair tez
kabul edilmiştir:
- Bireyler ya da toplumsal grupların zorla hayal kırıklığına uğradığı
durumlar. Bu, belli kurumlar tarafından bu kişi veya grupların muhattap
alınmadıkları ve böylece kendi profesyonel ve yaşam amaçlarına ulaşamadıkları durumlarda ortaya çıkabilir. Bu muhattap alınmama durumlar
sıklıkla, aile bireyleri veya hükümet kurumları tarafından yapılır.
- Birey ve grupların, toplumda egemen olan değerler sisteminde
kendilerini bulamadıkları durumlar. Bu sıklıkla geçiş dönemlerinde, değerlerin yok olduğu, daha zor kabullenebilecek yeni değerlerin ortaya
çıktıkları durumlarda görülür. Bu durum, toplum bireylerinde kimlik krizi de ortaya çıkarabilir.
Kaşrıt kültürler, sosyal kontrol veya onun eşitsiz kullanımı gibi durumlarda ortay çıkarlar. Sosyal kontrol eksikliği altında, belli yetkinin olmamasını anlarız. Ancak pratikte, örneğin velilerin çocuğuna karşı hem
çok sıkı hem de çok rahat olmaları durumlarında karşıt kültürün ortaya
çıktığını görürüz.
35
KİTLESEL KÜLTÜR
Kitlesel kültür, günümüzdeki özel ve egemen kültür biçimidir.
Bunun birçok sebebi vardır:
- Batı Avrupa ülkelerindeki hızlı sanayi gelişimi;
- Köylerden şehirlere gerçekleştirilen hızlanmış göç neticesinde, şehir halkının artması. Halkın bu sınıfı yeni iş süreçlerine çabuk alışmışlardır, ancak yüksek elit kültüre alışmakta zorluk çekmişlerdir. Bu tarz kültüre hazırlıkları yokmuş, çünkü bu kültürün anlaşabilmesi için uzun eğitim ve şehirde uzun süreli yaşam ile elde edilmiş alışkanlıklara ve maddi açıdan rahat olmaya ihtiyaç vardır. Şehirde köy kültürünü korumak da
mümkün değilmiş, çünkü şehir yaşamı köydeki alışkanlıkları kaldıramazmış. Kitlesel kültür, bu orta sosyal sınıfı memnun etmek için üçüncü çözüm olarak ortaya çıkmıştır.
Kitlesel kültürün bir bölümü olarak kot giyim
36
- Günden güne artan otomatikleşme ve seri üretimin gitgide fazla kullanımı ile bu kültür herkese ulaşılır oluyor ve herkes tarafından satın alınabiliyor. Kitlesel kültür için en önemlisi onun gösterildiği şekil değil, içeriğidir.
- Uygunsuz içerik ile kullanılmış serbest zaman. Modern toplumdaki insanın, kalitesiz içerik ile doldurduğu bol serbest zamanı vardır, bu da
kitlesel kültürün yayılması için uygun bir durumdur.
- Kitlesel iletişim araçlarının yayılması ve genişlemesi, kitlesel kültürün oluşması ve ayakta kalmasının en önemli şartlarından biridir. Kitlesel
kültür ürünleri, sembolik içeriklerin çoğalmasına katkı sağlıyorlar. Bu çoğalma iki şekilde, kitlesel iletişim ürünlerinin farklı çeşitleri ile oluyor.
Birinci çoğalma şekli, bir ürünün kopyalanması ile (mühür, resim veya
film kopyaları, oyunlar ve plaklar), ikinci şekil de bir kaynaktan gönderilen resim veya sesin aynı zamanda dağılımını sağlayan alıcı cihazlar (TV,
Radyo) yardımı ile gerçekleşir.
Kitlesel kültürün
yayılmasının ilk ürünü basın. O, bilgi verme karakterini kaybedip, eğlence karakterine (sarı basın) sahip oluyor. Basın artık sadece
belli bir okuyucuya değil, halkın bir tabakasına hitap edip, bu insanların günlük ihtiyaç ve ilgileri haline dönüşüyor.
Bu basında, gazetenin
yarı sayfalarını kapsayan
Kitlesel iletişim ürünlerinin etkisi
reklamlar ağırlık kazançok büyüktür
maktadır. Diğer taraftan
resim ve çizimlerden dolayı da, yazının azalması ortaya çıkıyor. Gazete
okuyucuya ilk önce resim ile hitap ediyor. Televizyonda ise bilgi verme
özelliğinde olsa bile, onun eğlence karakteri başta gelir. Günümüzde,
programları sadece eğlenceye dayalı olan birçok özel televizyon kanalı vardır. Televizyon, insanlarda geçici mutluluk ve umursamazlık yaratan
programlarla ilgi çekmektedir.
37
Buna göre, kitlesel kültür özellikleri şunlardır:
- Popüllerleştirdiği yüksek kültür değerleri ile hizmet eder. Bu şekilde, orjinаli seri üretime dönüştürdüğü için yüksek kültürüн değerini de
düşürüyor;
- Hiçbir soru ortaya çıkarmadığı ve insanı düşünmeye zorlamadığı
için, insanlarda pasifleşme yaratıyor;
- Kendi içeriklerini de yaratır. Örneğin: film yıldızları, pop ve halk
müziği sanatçıları, diziler vb. Bunların genel özellikleri de; zenginlik, mutluluk, rahatlık, erotizm ve mutlu sondur;
- Toplumsal sınıf sınırlarını siler. Kitlesel kültür tüketicileri olarak
herkes eşit olur;
- Bazen bu kültürün bize zorla dayatılıyormuş gibi geliyor. Tek düşünce, tat ve dilin oluşmasının sonuçları, hoşgörü ve anlayış ile aynı zamanda birey ile grupların daha kolay kontrolüne doğru uygun bir yoldur.
Ucuz sanat, kitlesel kültürde ortaya çıkan bir olgudur. Tüm sanat
dallarında görülür: Şarkı sözleri ucuz sanat olan halk müziği şarkıları, yaptıkları müzik kalitesiz olmasına rağmen popülerliklerini dış görüntü ve
çekiciliklerine dayatan müzisyenler, film endüstrisindeki düşük kaliteli
dizi ve filmler, mimari alanda iç alanlarının pratik olmalarına önem verilmeyen de, dış görüntülerine önem verilen evlerin inşaat edilmesi vb.
Verilen örneklerden, ucuz sanatın, gerçek sanatçının değerini düşürdüğünü anlayabiliriz. Ucuz sanat sanata benziyor, hatta insanlar tarafından sanat olarak algılanmaktadır bile. Ancak o, sanatın yani orjinalın
sahtesidir. Ucuz sanat, hoş etki verip günlük hayatımıza giriyor. Ucuz sanat, anlık ve yüzeysel hisler ortaya çıkarır.
Ucuz edebiyatı ise; hafif aşk romanları, suç romanları vb. oluştururlar. Onlar, yüksek sanat değeri olmayan edebi eserlerdir.
38
DEĞERLER, NORMLAR VE GELENEKLER
Toplum kelimesiyle bir arada yaşayan ve işbirliği yapan büyük insan grupları tarif edilir. Bunun mümkün olabilmesi için de, her kültürün
toplumu yönlendirdiği ve insanın davranış ile etkilerini kontrol ettiği elemanları vardır. Bu elemanlar, değerler, normlar ve geleneklerdir.
DEĞERLER
Bizi somut davranışlara yönelten normların yanında, değerler bize
daha genel yönler verirler. Onlar, neyin önemli ve çabaya değer olduğunu belirlerler. Sıklıkla batılı ülkelerde bireysel başarı ve materyalizmin
başlıca değerler olduğu vurgulanır. Kişisel başarı ölçüsü olarak da, insanın barındırdığı nitelikler ve sahip olduklarının nicelikleri alınır. Birey, bulunduğu sınıfta birinci olmanın önemli olduğunu ve yüksek maaşlı ile değer gören mesleklere ulaşması gerektiğini düşünür.
Sosyolog Robin Williams, Amerikan kültürünün egemen değerlerini incelemiştir. Williams’a göre Amerikalıların iki temel değeri vardır, bireycilik ve kendine güven. Amerikalı başarılı olduğu zaman, onu kendi
kalitelerine bağlar. Başaramadığı zaman da kendini ve “kötü şansını” suçlayıp, suçu topluma atmaz.
Yine büyük öneme sahip diğer değerler de, verimlilik ve pratik
olma – kolaylıktır. Amerikalılar geleceğin günümüzden daha iyi şartlara
sahip olacağına ve bilim ile teknolojini
daha iyi bir gelecek için şart olacağına
inanıyorlar. Belli bir kültüre ait olanlar
illa ki o kültürün tüm değerlerini bilmek zorunda değildirler, çünkü bu değerler zaten insanların onlara göre hareket ettikleri davranış kurallarına dahildirler. Örneğin, insan hayatına verilen önem birkaç norm ile gösterilmiştir: evde ve kamu alanlarındaki temizlikle ilgili kurallar, insan yaşamına verilen önemi gösterir. Trafiği düzenleyen ve yollardaki davranışları örgütle39
yen kurallar da, yine insanı yaşamının önemsenmesinden dolayı ortaya
çıkmışlardır. Bütün bu kuralların görevi, yaşam ve sağlığın korunmasıdır.
İş yerlerinde, özellikle de maden ocakları ve fabrikalarda alınan güvenlik
önlemleri, bir değer olarak insan yaşamının korunması normlarından ortaya çıkarlar.
Değerler, insan faaliyetlerinin önemini belirlerler. Max Weber, kapitalizmin oluşmasında Protestan ahlakının etkisini vurgulamaktadır.
Protestanlıkta meslek ve iş, görev olarak görülür. Onların anlayışına göre
herkes; çalışmak, mesleğe sahip olmak ve bununla diğerlerinden ayırt edilmek zorundadır. Zevk alma, en düşük ölçüde tutulmalıymış. Çalışkanlık,
tutumluluk ve dürüstlük insanın en önemli özellikleriymiş. Çok çalışılıyormuş. Ama bunun sebebi zengin olma ve bu zenginlikten zevk alma değil,
işin yanlış düşünce ve isteklere karşı en iyi ilaç olduğunu düşünmeleriymiş. Ancak zenginlik için çalışılmamasına rağmen, yine de zenginlik getirecek iş başarısı için uğraşıyorlarmış. İş başarısını, Tanrı’nın yaşam biçimlerinden ve çalışmalarından memnun olduğuna dair bir işaret olarak görürlermiş. Protestanlık insanları ekonomik işe yöneltip, sofuluk (zevklenmenin günah olmasından dolayı) tavsiye edermiş. Bu şekilde de insanlarda
kapitalizmin ihtiyacı olan ruhani hazırlığı gerçekleştiriyormuş.
Eğer bir toplumun üyeleri ortak değerler kabul ederseler, ancak onlardan bir kısmının farklı poziyonlara sahip olmalarından dolayı (Ör. Sınıf
farkı) bu değerleri uygulamak için eşit şartlara sahip olmazlarsa, bu durum sapkın davranışlar ortaya çıkartabilir.
Örnek olarak ABD’yi alırsak, Amerikan sosyologu Robert Merton şu
açıklamayı yapıyor. Amerikan toplumu üyeleri, Amerikan kültürünün bazı
kilit değerlerini kabul etmişlerdir. Başarı onları birleştiren bölümdür, çünkü
tüm Amerikalılar onu hayal etmektedir. Başarı genel olarak zenginlik ve ne
kadar mal sahibi oldukları ile ölçülür. “Amerikan rüyası”na göre, toplumun
tüm üyelerinin; başarı, cadillac marka araba, Beverly Hills’te saray ve bankada kabarık bir hesaba sahip olabilmeleri için eşit şartları var. Tüm toplumlarda, kültürleri tarafından belirlenen hedeflerin başarılmasına götüren normlar var. Amerika’da başarı kazanmak için kabul olan yöntemler; eğitim nitelikleri, yetenek, yoğun çalışma, istek, kararlılık ve hırstır. Dengeli bir toplumda, kültürel amaçlar ve kabullenmiş ürünlere eşit önem verilir. Amerika’da
ise, başarıya büyük önem verilirken, başarının elde edilmesi için kabullenmiş yollara daha az önem verilmektedir. Bu şekildeki Amerikan toplumu
dengeli değildir. Oyun kurallarının kapsanması ve başarı savaşının tüm varolan yollarla desteklenmesi eğilimi vardır. Kuralların işlev olması durdurul40
duğu zaman, normların olmadığı “anomi” durumu ortaya çıkar. “Herşeyin
mümkün” olduğu durumlarda, normlar daha fazla bireylerin davranışları ile
yönetilirler. Bu durum sapkın davranışlar yaratmaktadır.
NORMLAR
İnsanın içgüdüleri olmadığı için, onun davranışlarını sosyal normlar
düzenler ve yönetirler. Normlar, belli durumlarda bireylerin davranışlarını
yöneten kurallar olarak tanımlanabilirler. Kültür elemanları olarak normlar; gelenekler, ahlak ve yasal normlar (kanunlar) olarak ayrılabilirler.
GELENEKLER VE AHLAK
Hem gelenekler (örf ve adetler), hem ahlak, insanlar arası ilişkileri ve insan ile doğa arasındaki ilişkiyi organize eden yazılmamış kurallardır. Onların ihlali için para veya hapis cezası olmasa da, toplum üyeler onları mecburi hisettikleri için saygılarlar. İsim günlerinde kutlama yapmak
ve Paskalya bayramında yumurta boyamak (Hristiyanlarda), ölüleri gömmek veya düğünlere hediye götürmek gibi olaylar örf ve adettir.
Yaşam alanlarına göre şu adetler vardır:
Misafirlerin düğüne davet
edilmesi
- Makedonya halk adetlerinden
41
 Dini adetler: kurban kesme, nikah kıyma, isim günü kutlama, vaftiz etme, cenaze merasimleri vb. Bunlarla doğaüstüyle bağlantı kurulacağına inanılır.
 Sayelerinde doğaüstü ile bağlantı kurulabileceğine inanılarak, ekonomik faaliyetlere bağlı adetler: avcılık, hayvancılık, ticaret, tarımcılık vb.
 Sağlığın korunması ve hastalıkların tedavi edilmesi için
amacı ile tıbbi adetler: üflemek, muska taşımak, ilaç yapmak vb.
 Sosyal bağlantıları güçlendirmek için yapılan adetler: ziyaretler, kardeşlikler kurma, köy şenlikleri düzenleme vb.
 Kan davası adeti ve geleneksel düzeni koruma ile cezalandırma yemini.
Toplumsal normlar olarak adetler ile, insanlar arası ilişkiler ve değişimlerin çok yavaş gerçekleştiği gelişmemiş toplumlarda, insan ile doğa
arasındaki ilişki düzenlenirmiş. Adetlerin oluşması sürecinde, toplumun
tüm üyeleri yer alır ve bunlar geleneksel olarak korunur ve genç nesillere
aktarılırlar. Adet, birşeyin daha önce de yapıldığı için, yapmamız gerektiği inancıdır. Buna bağlı olarak da, adetlerdeki değişme çok yavaş gerçekleşir çünkü, bazı toplumsal birlikler, ortaya çıkma nedenlerinin yok olmasından daha sonra bile hala ayaktadırlar.
Eğer bir topluluk üyesi adetlere bağlı yaşamaz ise, ona karşı grubun
topluluğun veya tüm toplumun gerçekleştirdiği gayri yaptırımlar söz konusu olur. Toplumsal yaptırımlar şunlar olabilir: mistik (lanet okuma, boykot etme, korkutma, kovma), psikolojik (hakaret, alay) veya fiziksel (dövme, ölüm cezası).
Modern toplumlardaki karmaşık yaşam nedeniyle, adetlerin düzenleyici gücü günden güne azalmaktadır. Kolektif ve milli bilinç olarak adetlerin tamamen kaybolmaması için, turizm gibi alanlarda ticaret amacı ile
kullanılmaya başlamışlardır. Örneğin: Galiçnik Düğünü veya Vevçani’deki
şenlikler (Türk geleneklerinin korunması için örnek - Hıdırellez Şenlikleri).
Üretilmiş ve tıbbi adetler daha hızlı, sosyal ve dini adetler de daha yavaş
kaybolurlar. Bir araya gelmek ihtiyacını karşılayan adetler (düğünler, kutlamalar) en uzun hayatta kalıyor.
Herbir toplum, üyelerinden neyi yapabilip neyi yapamayacaklarını
bilmelerini aramaktadır.
42
AHLAK
Ahlak, düzenlemeler gerçekleştiren bir fikirdir. O, önemli derecede
bireyin, toplumsal grupların ve bütün olarak toplumun davranışı, karakteri ve vicdanı üzerinde etkilidir. Düzenleyici bir fikir olarak, vicdan, bilgi, duygu ve isteğe dayanır. İyi ve kötü özellikleri ile ifade edilir. Ahlağın
ifade biçimleri, şu ahlaki kategorilerdir: ahlaki yargılar, ahlaki davranışlar,
karakter, vicdan, görev, kanun ve değerler.
Ahlaki duygular, ahlaki bilinç ve davranışların kaynağı olarak şu teorileri ayırt ederiz: İçgüdü veya bilinçsizlik teorisi, rasyonalistlik teorisi,
sosyolojik teori ve ahlağın doğalüstü durum olduğu ifade teorisi.
İçgüdü teorisine göre, insanın içgüdüsü onun iyi bir ahlaki seçim
veya bilinçsiz davranışlar gerçekleştirmesine yol açar. İnsan içgüdüsüne
dayanırsa, hata yapmaz. İçgüdü dürtüleri korur ve bu yüzden ahlakidir.
Ya da “ahlaki kanun sadece hayvansal içgüdüdür”.
Rasyonalist teoriye göre, insanların kötü oldukları için değil, belli
durumda nasıl davranacaklarını bilmedikleri için hata yaparlar. Bilen kişi,
hata yapmamalıdır.
Sosyolojik teori ise, ahlakın toplum ürünü olduğu, toplumun da insan ahlağını yarattığını savunur. Toplumun iyi olduğunu düşündüğü şeyleri, birey de iyi olarak kabul etmek zorundadır.
Ahlağın doğalüstü kaynaklı olduğunu ifade eden teori, insanın ahlağa ve dünyanın yaratıcısı olarak Tanrı’ya inanca ihtiyacı olduğuna dair
fikiri savunmaktadır.
XW
43
KANUNLAR
Toplumsal normlar resmiyet kazandıkları zaman, onları kanunlar
diye adlandırırız. Yasalar; seçilmiş veya getirilmiş hükümet tarafından getirilirler. Yasaların çiğnenmesi – saygılanmaması, polis ve mahkeme gibi
özel kurumlar tarafından cezalandırılır. Kanun, bireysel toplum üyelerinin bütün olarak topluma davranışının düzenlenmesidir. Birçok toplumlar kanun ile dini ayırt etmezler. Eski Filistin’deki Yahudi kanunu, sadece
insanın Tanrı’ya karşı yükümlülüklerinde değil, insanlar arasındaki ilişkilerde de düzenleme gerçekleştirmiştir. Bazı orta doğu ülkelerinde, toplumsal ilişkiler dini kitaplara göre ayarlanırlar. Kanunu dini emirlerden
ayır eden ilk halk Romalılarmış.
Demokratik toplumlarda kanunları, meclisteki halkın seçilmiş temsilcileri getirirler. Kanunlar; ceza ve medeni kanunlar olarak ayrılmıştır. Cinayet, tecavüz, hırsızlık ve şiddet, ceza kanununda yer alan suç örnekleridir. Bu suçlardan sanık kişilerin mahkeme süreçlerini devlet takip
eder. Yapacakları tatil için erkenden seyahat ve konaklama masraflarını
ödemiş turistler konaklamasız kalmışlarsa, şirket aleyhine tazminat davası açabilirler. Bu, işlemde devletin taraf olmadığı, sadece iki veya daha
fazla kişi veya grup arasındaki anlaşmazlık konusunda karar getirdiği,
medeni hukukun sadece bir örneğidir.
Toplum ve bireyler kanunu birkaç fonksiyon yerine getirmektedir:
 Kamu düzeninin korunması. Kanunlar, kamu düzenini nasıl korur? İnsanlar arasında ortaya çıkan anlaşmamazlıklarda, insanların kendi kafalarına göre hukuk dağıtmaları veya tartışmanın
kanlı bir intikam ile bitmesine izin verecek yerde, tartışmanın çözülmesi, tarafsız hakimlerin mevcut yasalara bağlı olarak karar getirdikleri yer olan resmi kurumlar (mahkemeler) tarafından yapılır.
Sosyalleşme sürecinde toplum üyeleri, her ne kadar davranışlarını
yöneten toplumun resmi ve gayri resmi kanunlarını kabul etseler
de, yasaların varlığını bilmek ve onların dışına çıkmanın suç olduğunun bilincinde olmak, suçluları uyarır.
 Toplumdaki işbirliğinin düzeltilmesi. Mal varlıkları kişi
veya organizasyonlar arasında alınıp satılır. İnşaat şirketleri, eğer
bir otoyol veya okulu belirli süre içerisinde inşa etmeye anlaşmışlar ise, alınan malların da sözleşmedeki süreç içerisinde ödenmesi gerekiyor. Verilmiş faaliyetteki taraflar anlaşmalar ile kendilerini
44
koruma altına alırlar, ki anlaşmaya uyulmadığı taktirde kanuni işlem başlatılabilir.
 Hakların korunması. Demokratik toplumlarda; bireylerin
hareket özgürlüğü, konuşma özgürlüğü, oy verme özgürlüğü, dinini seçme özgürlüğü gibi hak ve özgürlükleri kanunlarla korunur.
 Toplumsal yaşamın düzenlenmesi. Davranış kuralları gelenekler tarafından belirlenen basit toplumların gelişmesi ile, iş bölünmesinin geliştiği ve kanun sayısının arttığı daha karmaşık toplumlar ortaya çıkmıştır. Günlük hayatın gerçekleşebileceği bir çerçeve sunduğu için kanunlar yaşamı düzenleme özelliğine sahiptirler. Eğer işaretlenmiş park alanları dışında otomobillerin park edilmesi kanunen yasaklanmış ise, kanunları saygılayan kişi otomobilini kaldırıma bindirme ikileminden kurtulacaktır. Bir ürünün garanti süresi ile birlikte reklamını yapan bir şirket, verdiği sözü tutmak
zorundadır. Aksi taktirde kendini mahkeme önünde bulabilir. Eğer
çocukların üretimde kullanılması kanun ile yasak ise, bu yasağı ihlal edenler cezalandırılırlar.
Kanun fonksiyonlarını sayarken, onların ideal fonksiyonları verilmiştir. Gerçek hayatta bazı güçlü gruplar, kanunun bazı fonksiyonunu
engelleyebilir ya da durdurabilirler. Demokrasi ideallerinden biri, herkesin kanunlar önünde eşit olduğudur. Ya da Anatole France’nin kaydettiği gibi, “Kanunlar muhteşem eşitlikleri ile; zenginlere olduğu gibi fakirlere de, yağmurlu gecelerde köprü altında uyumayı, yollarda dilenmeyi ve
ekmek çalmayı yasaklamıştır”. Sadece zengin ile fakirlerin ayrı ayrı anılması bile, bize eşit yeteneklere sahip insanların eşit imkânları olmadığını
gösterir. Yüksek ücretli işler ile fakülte diplomalarına erişimlerde toplumsal eşitsizlik olan yerlerde, alt sınıflara ait insanlar; özellikle de gençler,
düşük sınıfa ait erkekler, eşcinseller, hippiler, ve azınlık üyeleri, polis tarafından daha fazla denetlenirler. Buna bağlı da, yasa ihlali yapan orta sınıf
üyelerine imtiyaz yapılması beklenebilir bir durum olacaktır.
Kanunlar toplumsal değerleri ifade ederler. Ancak farklı inançlara
sahip gruplara bölünmüş olan toplumlarda, bütün kanunların tüm grupların değerlerini ifade etmeleri beklenemez. Kürtaj için uygulanmaya
konmuş kanunlar ile ilgili itirazlar buna iyi bir örnektir. Seçim savunucusu
gruplar, çocuğun doğurulması ile ilgili kararın kadına bırakılması gerektiğini, bunun kanunen yasaklanmaması gerektiğini düşünüyorlar. Yaşam
hakkını savunan gruplar (Genellikle Katolik din adamları tarafından des-
45
teklidirler) ise, kürtajın bir cinayet biçimi olduğu ve yasaklanması gerektiğini savunurlar.
Yine de kanunlar, toplum üyelerinin büyük bir çoğunluğunun değer ve inançlarını yansıtırlar. Bu kriterleri doldurmayan kanunların değiştirildiği veya kaldırıldığı durumları da örnek olarak gösterebiliriz. 1920
yılında ABD’de, alkol üretimi ve satışını yasaklayan kanun getirilmiştir.
Amerikalıların büyük bir çoğunluğu, alkol üretimi ve satışını kanun dışı
bir olay olarak kabul etmedikleri için, bu kanunun uygulanması zorlaşmış
ve 1930 yılında kanun kaldırılmıştır.
Ödev:
Yazar Anatole France, herkesin kanun önünde eşit olduğuna dair
demokratik fikiri zan altında bırakmıştır. Sözü analiz ediniz: “Kanunlar
muhteşem eşitlikleri ile; zenginlere olduğu gibi fakirlere de, yağmurlu
gecelerde köprü altında uyumayı, yollarda dilenmeyi ve ekmek çalmayı
yasaklamıştır”.
 Verilmiş alıntı neden çelişkilidir?
46
DİN
DİN KAVRAMININ TANIMLANMASI
Din, tüm toplumsal birliklerde yer alan karmaşık bir sosyal olgudur.
İlkel toplumların tipik özelliği olarak Totemizimden başlayarak, günümüze kadar yaşayan birçok din (Hristiyanlık, İslam, Musevilik, Budizm) vardır.
Bu gerçekten dolayı da, çeşitliliği olan bu sosyal olgunun tanımlanması
için tek bir tanım belirlenememiştir.
Birçok yazar dini farklı tanımlayıp, bu süreç içerisinde dinin bazı
yönlerini vurgu yapıp o yönleri ortaya çıkarmış ve diğerlerine sunmuşlardır. Diğer yazarlar ise,
din olgusunu oluşturan tüm anları tanımlamak ve bu şekilde
de bu önemli toplumsal olaya tümüyle bir tanım vermeye
çalışmışlardır. Ancak,
bu süreç içerisinde
din
olgusundaki
farklı yönler arasında
kavram örtüşmesiİbadet anı
nin yaşanmamasına
dikkat edilmemiştir. Bu da herşeyden önce, dindeki farklı elemanların
birbirine bağlı olduklarını ve onları birbirinden ayırıp ayrı terimler seviyesine getirmenin oldukça zor olduğunu gösterir.
Bu bağlamda, dini içeriğin, daha doğrusu dini oluşturan unsurların
sadece birlik olarak anlaşabileceklerini söyleyebiliriz.
Bu karmaşık sosyal olgunun tanımlanması için iki yaklaşım kabul
edilmiştir: Dinin, toplum ve bireyi ilgilendirebilecek içeriği ve işlevlerine
göre tanımlanması.
Dinin tanımlanmasında, özellikle Durkheim’in dini kutsal ve laik
olarak ayırmış olması önemlidir. Ona göre din: “Kutsal şeylere bağlı olan,
inanç ve dini geleneklerden oluşmuş birleşik bir sistemdir, yani, kilise olarak adlandırılan ahlaki birlikte ona bağlı olan herkesin birbirine kenetlenmesidir”. Durkheim’e göre kutsal şeyleri koşulsuz saygılamak gerekir, an47
cak büyük sayıda eleştirmenler, bunun kutsalı laikten ayırt etmek için bir
kriter olamayacağını savunuyorlar. Bunun sebebi olarak da, birçok dini
sistemlerde insanların kutsal şeylere karşı saygıyla yaklaşmadıklarını gösteriyorlar.
Ortodoks Hristiyan mabedi
Bunun için, Roma Katolik Kilisesi ile ilgili bir örnek Hamilton tarafından verilmiştir. Hamilton şöyle demiştir: Güney İtalya’da, uzun süre istenilen şekilde ayinler düzenleyemeyen bir din adamı, heykelinin ters çevrileceği veya tamamen kaldırılıp yerine başka heykel koyulabileceği gibi
uyarılar alabilmektedir.
Bu tipteki problemlerden kaçınan Gudi, din tanımındaki kutsal kelimesini, doğaüstü terimi ile değiştirmiştir. Robertson ise, diğer kültürlerin kutsal ve laik arasındaki farkları kabul edip etmemeleri fark etmeden,
onların inançlarının olması bile doğaüstü bir egemenliği kabullenmeleri
anlamına geldiğini savunuyor. Bu bağlamda Robertson din için şöyle bir
48
tanım yapmaktadır: “Empirik - deneysel (gözlem veya deney yoluyla elde
edilmiş bulgu) veya empirik olmayanlar arasındaki farkları oluşturan bölümün inanç ve semboller (ve onlardan ortaya çıkan değerler) toplamıdır. Empirik olanın, empirik olmayandan daha az etkisi vardır. İkincisi din,
empirik olan ve olmayanın arasındaki farkların kabul edilmesi eylemidir”.
Gördüğünüz gibi, dinin birçok tanımı vardır. Bu yüzden onları teker
teker incelemek yerinde, bu kitabın ihtiyaçlarına en çok uyan tanımı tercih edeceğiz. Vuko Paviçeviç’in din için yapmış olduğu tanı bizim için en
uygunudur. Ona göre: Din; diğer tarafı” fikrine bağlı inançlar, duygular,
semboller ve ahlaki normların organize olmuş toplamıdır.
DİNİN İŞLEVLERİ (FONKSİYONLARI)
Dinin subjektif ve objektif ile bireysel ve kolektif bir olgu olmasından dolayı, toplum ve bireyin işlevlerine göre de tanımı yapılabilir.
Aslında Durkheim’in tanımı da işlevler içerir, çünkü o, dinin tüm takipçilerini tek ahlaki birlik olan kilisede birleştirdiğini söylemiştir.
Dinin bütünleşme, bağlanma ve küresel toplumun ideolojik birleşmesinde önemli rolü olduğunu savunan teorisyenler, din hakkında özellikle de işlevleri yönünde, Durkheim’e benzer düşünceler ortaya atmışlardır. Değerler sistemi, dünyaya farklı bir bakış ve ruhani ve ideolojik olarak
farklı grupları bir araya getirebilecek amaçlar sistemi ortaya koymakla,
din ona verilen bu rolü gerçekleştirebilmektedir. Ancak dini çoğulculuğun bütünleşme karşıtı bir rol oynayabileceği, hatta açık çekişme ve çatışmalar ortaya çıkarabileceği gerçeğini göz ardı edemeyiz.
Bu yazarlar dinin bütünleşme işlevini vurgulayıp onun etik işlevine
de yön veriyorlar. Daha doğrusu, dinin ortaya koyduğu dünya bakışındaki ahlaki norm ve değerlere yön vermeye çalışırlar. Kısacası, ilahiyat ve
kutsallık, etik olmadan gerçekleşemezler.
DİNİN ETİK İŞLEVİ
Büyük din kurucularının öğretilerinde, dini yönlerden önce etik
yönler önemsenmiştir. Din, onların toplumsal öğretilerinin ile yazılmış
ahlaki kuralların pratikte uygulanması için ve bütün bunların doğaüstü
olaylar olarak gösterilmesi için gerekli olan öğreti şekliymiş. Burada kaçı49
nılmaz olan doğaüstüne karşı saygı – korkunun ve yaptırımların (Tanrı tarafından cezalandırılma) büyük rolü vardır.
1. Ben senin Tanrı’nım. Benim dışımda başka Tanrılar’ın yoktur.
2. Gökte, yerde, suda ve yer altında olan hiçbir şeyden kendine idol
yapma, onlara tapma ve onlara ibadet etme.
3. Tanrı’nın ismini boşuna telaffuz etme.
4. Altı gün çalış ve işlerini tamamla, yedinci gününü ise Tanrı’na ayır.
5. İyi olman ve rahat yaşaman için babanı ve anneni saygıla.
6. Öldürme.
7. Zina yapma.
8. Çalma.
9. Yalan yere tanıklık yapma.
10. Başkasına ait hiçbirşeyi isteme.
Vuko Paviçeviç’e göre sosyolojik ve tarihi açıdan bakıldığında, ahlak ve dinin bağdaştırılmasının pozitif etkileri olmuştur. Bu etkiler özellikle, Tanrı’nın herşeye gücü yeten ve bizi gören bir yargıç olarak görülmesinden kaynaklanır. Bu düşünce, bireyin davranışlarını kontrol etmesi ve
dinin ilahi iradenin ifadesi olarak gördüğü temel normlara uygun davranmasını sağlar.
İnsanlardaki bilinmeye karşı olan korku, hayatta belirsizliği ve ölümün mecburiyeti ve fiziksel ölümü kabul etmesinde insanın direnç göstermesi gibi faktörlerin dini düşüncelere, onların üzerinden de ahlaki
normlar üzerinde önemli etkileri vardır.
Dini bilinç; geniş tabakaları, farklı yaş gruplarını ve farklı entelektüel düzeyleri etkileyebilecek, olağandışı ve çok boyutlu bir iştir. Bu bilinç, birilerine küçük çocukların bile anlayabileceği şekilde, içeriğinde ahlaki mesajlar olan hikayeler ile iletilir; diğerlerine ise daha karmaşık şekilde iletilmektedir.
50
DİNİN PSİKOLOJİK – DUYGUSAL
İŞLEVİ
Sosyologlar ise dinin psikolojik – duygusal işlevini vurgulamaktadırlar. Bu işlev başta insan hayatının varoluşundaki eksikliklerine, herşeyden önce bireyin ölüm veya ölümsüzlüğüne, kötülüğe, sabıra, acıya ve
daha birçok insan duygu ve hüsranlarına bağlıdır.
Yinger’e göre din, insan grubunun onun arabuluculuğu sayesinde, insan yaşamının temel sorunları için mücadele ettiği, inançlar ve dini
gelenekler sistemidir. Ancak Hamilton, bu tanıma göre birçok olayın din
olarak kabul edilebileceğinden dolayı yapılmış olan bu tanımın fazla içerikli olduğunu düşünüyor. Hamilton, dini sistem ve ideolojilerin bir arada tutulmasının uygun olmadığını düşünüyor. Örneğin, din ve genellikle din karşıtı olarak görülen komunizm bir arada tutulmaları anlamsızdır.
Dünya Dinlerinin Toplumsal Psikolojisi isimli eserinde Weber, bir sorun ile karşılaşan insanın birçok çözüm yoluna da sahip olduğunu söylüyor. Hangisi için karar vereceği ise, onun dünya anlayışının nasıl olduğuna bağlıdır. „Kurtuluş ihtiyacı, müminin dünyada bakış açısının sonucudur....”, “neyden” veya “neyin yüzünden” insanın kurtulmak istediği de
onun dünyaya bakış açısı ile bağlantılıdır.
Weber dinin acının bir tür “rasyonalizasyonu” olduğunu düşünüyor.
Ya da insanın, acı çekme, kaza, ölüm gibi birçok acımasız yaşam gerçekleri ile savaşmak ihtiyacından ortaya çıkan, acı çekmeye bir şekilde anlam
vermek ihtiyacıdır. Malinovski’ye göre din, insan hayatındaki ihtiyaçlara
ve “yaşamın stres ve zorlukları ve büyük eşitsizliklerle mücadeleye” derinden kök salmıştır.
Yine Malinovski’ye göre dinin ortaya çıkmasındaki başlıca sebep,
ruhun ölümsüzlüğüne olan inançtır. Kayıbın farkında olma duygusu bu
sayede, sonsuz yaşam bilincine dönüştürülür. Bununla ilgili Malinovski
şunları söylemiştir: “Atalara hayranlık, anizam veya ruhlara inanma gibi
olguların, insanın genel olarak ölüme olan tutumundan ortaya çıkmaktadır”. Aslında ölüm gerçekten de, insan varlığının en tuhaf ve sınırlanmış
bölgesidir. Bu yüzden de tüm dinlerin yorumlanmasında önemli yere sahiptir. Ölüm, bilimsel ilerleme ne kadar olursa olsun, insanlığın önünde
sessiz – dilsiz kaldığı bir gerçektir.
51
Stark ve Bainbridge’nin de din ile benzer düşünceleri var. Onlara
göre din insanlara edebi hayat garantisi vermiyor, sadece kırışmak (kompenzasyon) sunuyor. Tüm anlam, eğer birey belli şekilde davranırsa belli şekilde ödüllendirileceğinde yatmaktadır. Aslında bireylerin istedikleri ve uğrunda birşeyler harcamaya hazır oldukları şeyler ödüllerdir. Ödül
teriminden belli ve istenilen şeyler anlaşılarbilir, ancak bu terim hayatın
anlamı sorusunun cevabı gibi genel konuları da kapsayabilir. Genel kompenze edenler, daha doğrusu genel tutumlu ödüllere inananlar, sadece
doğaüstü güçleri çağırmak açıklamaları ile destek sağlayabilirler. Stark ve
Bainbridge’ye göre din, ödüller burada ve şimdi alınamazlarsa, sonsuz
yaşamda alınabilirler inancını da sunmaktadır. Bunun gerçekleşebileceği olasılığı belirsiz olduğu için, değerlerinin deneyler ile kontrol ve tespit
edilemeyeceği kompenzasyon geliştirilmiştir.
52
MAKEDONYA CUMHURİYETİ’NDE
DİNİ HOŞGÖRÜ
Hoşgörünün bir dini inancın geçerliliğine izin verilmesi davranışı
olduğu anlayışından yola çıkarak, şu tezleri söyleyebiliriz. Hoşgörü, dayanıklık ve alışılmış dini kurallardan sapmalara izin verilmesidir. Sosyolojik
olarak yorumlarsak, toplumun kendine ait olanlar dışındaki yabancı inançlara karşı dayanma ve sabır, varolanlar dışındaki ilkelere geçerlilik sağlamaktır. Kısacası hoşgörü, kendi inançların dışında sapmalara
izin vermektir. Şimdi en önemli soru: Bağımsızlığından sonra Makedonya
Cumhuriyeti’ndeki dini hoşgörü nasıldır?
Üsküp – Nerezi’deki Aziz Panteleymon Manastırı
Bu soruya cevap vermek istiyorsak, Makedonya’nın barış duygularının ön plana çıktığı ve farklı dine ait vatandaşların iyi niyetli yaklaşımlarından oluşmuş bir çiçek bahçesi olduğu ve ülkemizde çelişkili ve bazen
sıcak ilişkiler kanununun geçerli olduğuna dair bakış açıları arasında bir
tür denge bulmamız gerekiyor.
53
Makedonya Cumhuriyeti geçmişi ve tarihi yüke sahip bir ülkedir. Bu ülkede kaçınılmaz olarak iki büyük krallık karşılaşıyor
ve birbirleriyle bağlanıyorlar: Hristiyanlık ve
Müslümanlık.
Ayrıca
burası, iki büyük kültür
ve medeniyetin de buluştuğu yerdir. Bir taraftan Ortodoks kültürü ile Bizans medeniyeti
ile diğer taraftan İslam
Kalkandelen’deki Alaca Camisi
kültürü ile Müslümanlık
medeniyeti bulunmaktadır. İlerde bu küçük toprak parçasında bizi, medeniyetler çatışması mı, yoksa çok kültürlülük, çok milletli ortak yaşam ve
farklılıklardan oluşmuş zenginlikler mi beklemekte? Bundan bahsettiğimizde Makedonya’nın, yukarıda sözü geçen sorularla yüklenmiş olan geniş bir bölgeye
(Batı Balkan) ait olduğu gerçeğini
unutmamamız gerekir. Bu bölge
dini, kültürel, etnik, toplumsal ve
ideoloik farklılıklar bölgesidir. Bu
yüzden de; anlaşmamazlık, yanlış
anlamalar ve zaman zaman ortaya çıkan çatışmaların sadece dini
özellikte değil; siyasi, etnik, kültürel, ideolojik ve psikolojik özellikte olmaları hiç de şaşırtıcı değildir.
İslam ve Hristiyanlık doğu
dinleridir ve birbirlerini dışlamazlar. Hem Hristiyanlıkta hem de
Müslümanlıkta farklı isimlerde
Tanrı’ya (Müslümanlarda Allah’a)
Vodno Dağındaki haç - Üsküp
inanılır.
54
Ancak bu dini ve etnik toplulukların her birinde karşılıklı yanlış anlamalar ve anlaşmazlıklar ortaya çıktığı zaman problem de ortaya çıkmaktadır. Aslında hem Makedon
hem Arnavut etnik grupu,
kapalı gruplardır. Onlarda
ekonomik, sosyal, siyasi ve kültür karakterli anlaşmazlıklar ortaya çıkıyor
ve bu anlaşmazlıklar toplum içerisinde çözülemiyorlar (ne Arnavut ne de
Makedonlarda). O anlarAziz Kliment Ohridski Kilisesi, Üsküp
da da ister istemez bu duruma bir suçlu aranmakta.
Suçlu kim olabilir? Tabii ki günah işleyicisi size en yapkın etnik grup olacaktır. Bu şekilde de, kendi etnik grubunun içerisindeki siyasi – sosyal krizin gerçek sebeplerini başarılı bir şekilde örtebilirsin. Bu nedenle de, kendi dinine ait biriyle insanı diyalog kuramayan bir kişinin, başka dine ait biriyle bunu hiçten yapamayacağı inancı vardır.
Bu yüzden Durkheim’im sosyoloji tezi geçerlidir. Eğer tespih edersek,
şöyledir: Eğer bir toplumsal birlikte toplumun dağılmasına sebep olabilecek negatif ve yıkıcı bir enerji varsa, bu enerji komşu toplumsal birliğe yöneltirilir. Bu durumda “benim” toplumun çöküş ve iç çatışmalardan kurtulur. Kendi kabileni koruyabilmen için, komşu kabileye saldırmak en iyisidir.
Bu bağlamda da, Makedonya Ortodoks Kilisesi ile Makedonya İslam
Birliği’nin faaliyetleri ile, etnik sorunları çözüyorlar mı, yoksa daha fazla
mı ateşliyorlar? Sorusunda cevap bulmak hayli ilginç olacaktır. Devletten
ayrı oldukları için, Makedonya’daki etnik sorunlar için direkt sorumlu tutulamazlar. Etnik sorunların sorumlusu devlet ve ondaki siyasi partilerin
çalışmalarıdır. Ancak iki dini kurumun başında bulunan liderlerin, sonra
on ile onbeş yıl arasında, Makedonya Cumhuriyeti’nde ortaya çıkmış durumlar ile yaptıkları açıklamaları incelersek, bu soruya cevap bulabiliriz.
Bu şekilde de onların yaptıkları konumaların, dinin barış ve çatışmalar konularında yaptıkları öğretilerden ne kadar ayrıldığı (ya da ayrıl55
madığı) görülecektir. Her nasılsa bu iki kurumu etnik çatışma ve sorunlar
için direkt suçlayamayız. Onlar, devletin ve siyasilerin iletişim araçları sayesinde yapabildiği kadar, kamu hayatı ve kamuoyu düşünceleri üzerinde etkili değildirler. Ancak her türlü sorumluluktan da uzak tutulamazlar. Söyledikleri için olmasa bile, söylemeleri gerekir de söylemedikleri
için sorumludurlar. Makedonya Cumhuriyeti’ndeki en büyük iki dini kurumun, kendi dini lugatı ile konuşamadıklarına dair bir düşünce belirmekte. Onların; belli bir toplumsal – siyasi durum anında, git gide yabancı düşmanlığı ideolojisinin arttığı ortamlarına ait dille konuştukları görülmektedir.
Soru ve Cevaplar:
1. Bizi bir kültüre ait hisettiren etkenler nelerdir?
2. Toplumumuzda farklı kültüre ait kişilerle ne tür kültür benzerliklerimiz vardır?
3. Makedonya’daki farklı kültür üyelerini tanımaya çalış.
4. Makedonya’da gençlerin sosyal bilgilerinin oluşmasında iletişim
araçlarının etkisi nedir?
5. İncil’deki verilmiş olan “On Emir”i tekrar okuyun ve onların sendeki ahlak kurallarına ne kadar uygun olduklarını bulmaya çalış?
6. Sınıf arkadaşlarınla gerçekleştireceğiniz tartışmada, “Ülkemizde
kanunlar herkes için eşit geçerlidir.” konusu üzerinde fikir beyan edin.
7. Doğaüstü varlıklar ve “öte taraf” inancına şahsi olarak düşüncelerin nedir?
8. İnsanın ahlaki davranışlarını biçimlendirmek ve alkol bağımlılığı,
uyuşturucu bağımlılığı, fuhuş, intihar ve suç işleme gibi sapkın davranışlardan uzak durmak noktalarında, dinin ne kadar etkisi vardır?
9. Tartışma yoluyla, kişinin dini ve etnik kimlikleri arasındaki ilişkiyi öğrenmeye çalış.
10. Sence, Makedonya Cumhuriyeti’nde pratik anlamda dini hoşgörünün sağlanması için ne yapılması gerekir?
56
TOPLUMSAL YAPI
TOPLUMSAL YAPININ TANIMI
VE UNSURLARI
Yapı kelimesi, Latince kelime olan structura kelimesinden türemiştir ve yapılması, oluşması, içeriği anlamına gelir. Yapı kelimesi sıklıkla içerik kelimesi ile yer değiştirir. Aslında onlar iki farklı şeyi ifade ederler. İçerik, bir bütünü oluşturan unsurlar hakkında bilgi verir, yapı ise o
unsurların bir bütün olarak birleşmiş halleridir. Yapı, birbirine bağlanmayı ifade eder. Örneğin bir futbol takımının hem içeriği hem de yapısı vardır. İçeriğinden sahada hangi oyuncuların koşacağını, yapıdan da saldırı
veya savunma şekilde olabilecek oyun hakkında bilgi sahibi oluruz.
Toplumsal yapıyı oluşturan temel unsurlar şunlardır:
 Toplumsal - Sosyal gruplar
 Toplumsal - Sosyal kuruluşlar
 Toplumsal - Sosyal kurumlar
Bu üç unsuru birbirleri ile ilişki içerisinde öğrenirsek, toplumsal yapıyı anlayabiliriz.
Toplumsal yapıyı birkaç taraf veya boyuttan inceleyebiliriz:
 İşlevsel – yatay
 Katmansal – dikey
 Alansal – bölgesel
 Tarihsel veya zamansal
Toplumun işlevsel veya yatay boyutu, toplumun onların varlığı olmadan ayakta duramayacağı bazı işlevleri ortaya çıkarır. Bu tür işlevler
şunlardır:
57
 Üretim – üreme işlevleri
 Yasal işlevler
 Kültürel – kimlik işlevleri
Üretim – üreme işlevleri aile veya şirket gibi gruplara aittirler. Yasal
işlevleri devlet gerçekleştirirken, kültürel – kimlik işlevlerinin de, ait olma
duygusunu vermeleri gerekiyor.
Toplumsal yapının işlevsel – yatay boyutunu inceleyerek, birey ve
toplumsal - sosyal grupların sosyal ve kültürel normlar tarafından belirlenmiş olan ve onların faaliyet ile davranışları ile süslenmiş olan sosyal
rolü ortaya çıkar.
Toplumsal yapının katmansal – yatay boyutu, birey ile grupların
sosyal durumunu gösterir. Toplumsal roller, toplumun onlara verdiği
öneme göre değişir. Toplumsal – sosyal roller; kişi veya grupların zenginlik, itibar ile güçlerine göre değişirler. Toplumsal yapının katmansal – yatay işlevi, toplumdaki eşitsizliği gösterir.
Toplumsal yapının alansal – bölgesel boyutu, sosyal alanın organizasyonu sırasında etkili olan doğal etkenleri gösterir.
Toplumsal yapının tarihi boyutu, toplumdaki değişiklikleri ifade
eder. Değişmeyen bir sosyal – toplumsal yapı yoktur.
Unsur ve boyutların verilmesi ile toplumsal yapı; toplumsal gruplar,
kurumlar ve kuruluşlar arasında farklı ilişkiler ile onların birbiri ile ilişkileri
üzerinde konulmuş bazı kuralların bütünü olarak tanımlanabilir.
TOPLUMSAL YAPIYI BELİRLEYEN
UNSURLAR
Çok sık anılan unsurlar arasında şunlar bulunur:
- Nüfus artışı ya da nüfus yoğunluğu. Nüfus arttıkça, nüfus ihtiyaçları da artar. Bu sayede de; sosyal iş bölünmesi gelişir, daha doğrusu
herbirinin bir sosyal ihtiyacı karşılayacağı yeni sosyal birimler ortaya çıkar
ve böylece yapısal unsurların sayıları artar;
- Toplumsal yapı kendi içeriğinde, üretim güçleri ile toplumsal iş
bölünmesi ve üretim ile mülkiyet sahipleri arasındaki ilişkilerin gelişme
derecesine göre belirlenir;
- Toplumsal yapı emeğin toplumsal bölünmesinden etkilenir;
58
- Toplumsal yapı insanların sosyal konumu ile sosyal rolünden etkilenir;
- Toplumsal yapı bireysel psiko – fiziksel özellikler veya ulusal özelliklere göre belirlenir;
- Toplumun belirlenmiş yapısı, bireylerin ve daha geniş toplumsal
grupların kültür derecesinden de etkilenir;
- Gelişmiş toplumun yapısı, içeriğinde gelir dağılımına bağlı olarak
da belirlenir;
- Toplumsal yapı bir bütün olarak toplumun ihtiyaçlarına göre belirlenmiştir.
İşin – emeğin toplumsal bölünmesinin, toplumsal yapının şekillenmesi üzerinde büyük önemi vardır. İşin bölünmesi, bireylerin gruptan hangi esaslara göre görev aldıklarını gösterir. Bu esaslar her toplumda aynı değildir. Bazı toplumlarda iş bölümü, bireyin ait olduğu sınıfa bağlıyken, tabi toplumlarda bireyin hangi ırka ait olduğu da etkilidir.
Gelişmiş endüstri toplumlarında ise, eğitim ve uzmanlık genel kriterdir.
Toplumdaki iş bölünmesinin ne şekilde yapıldığı, o toplumun gelişiminin gösterilmesi için önemlidir. Uzun yıllar gördükleri eğitim sayesinde
geniş bilgiye sahip olmuş uzmanlar, toplum refahını ve gelişmesini sağlayacak belirleyici faktörler olarak görülürler. Ekonomik başarılara ulaşmış toplumlardaki uzmanlar, para ve prestij veya güç gibi sembolik ödüller ile ödüllendirilirler.
TOPLUMUN GENEL YAPISI
İnsan toplumu, dil ve üretim ile mal dağıtımı ile bağlı olan ekonomik sistem olmadan ayakta kalamaz. Toplumun var olması sürecine, aile
ve eğitim gibi sosyalleşme yolları da dahil edilir. Egemen güçsüz ve toplumsal grupları arasında gücün bölünmemiş olduğu toplumlar yoktur.
Toplumsal anlaşmayı güçlendirmek için; toplumun değerler, gelenekler,
normlar, ahlak ve dini inanca sahip olması gerekiyor.
Toplumdaki hangi olayların temel, hangilerinin de elde edilebilir
olduklarını cevaplamak için Karl Marx; temel yaşam malzemelerinin üretimi, toplumun esasını - temelini oluşturduğunu ve bu üretilen malzemelerden toplumsal kurum ve ortak anlayışların geliştiklerini söylemiştir.
Ona göre; insanların siyaset, bilim, sanat, din gibi konularla uğraşabilme59
leri için, öncelikle yemeleri, içmeleri, giyinmeleri, yaşayacak yere sahip olmaları gerekmektedir.
Genel yapısı dolayısıyla her toplumda rastlanan bölümlerden oluşur. O bölüm veya unsurlar şunlardır: Toplumsal taban ve toplumsal güncelleşme. Toplumsal taban; ilişkiler, kurumlar, davranışlar ve insanın hayatta kalması için gereken maddi ihtiyaçların üretimi ile ilişkide olan insani maddi güçleri kapsar. Toplum temelinin (temel yaşam malzemelerinin üretimi) ilkel zamanlardan beri önemi vardır ve diğer toplumsal olayların üzerinde etkilidir.
Toplumsal güncelleşme şöyle bölünür: hukuki – siyasi güncelleşme ve ideolojik güncelleşme. Üretim sistemine paralel olarak, insan toplumunun organize edilmesi ve yönetilmesi ihtiyacı da ortaya çıkar. Bu siyasetin, daha doğrusu hukuki – siyasi güncelleşmenin görevidir.
Toplumsal güncelleşmenin diğer unsuru olan ideolojik güncelleşme; ortak düşünce, fikir ve öngörüleri ile insanın kendi veya toplum ile ilgili olan doğru ya da yanlış bilgilerini kapsar. Tarihi gelişim süresi içerisinde insanda; din, ahlak, felsefe, sanat, bilim, ideoloji gibi farklı toplumsal
bilinç şekilleri ortaya çıkmıştır.
Ödev: Düşünmen için bir öneri
Toplumun genel yapısında gösterilmiş unsurların ilişkisine göre,
temel yaşam malzemeleri üretimi (toplumun temeli) sayesinde devletin kimin tarafından yönetileceği (hukuki – siyasi güncelleşme) belirleniyor. Buna bağlı olarak, ülkeyi zenginlerin yöneteceği ortaya çıkar. Ancak
bu, sadece pazar ekonomisi olan demokratik toplumlar için geçerlidir.
Sosyalizmden kapitalizme geçiş yapan ülkelerde (aralarında Makedonya
da var), ülkeyi yöneten bireyler – gruplar zenginleşirler.
 Veri toplayın, tartışma açın ve soruları cevaplayın: Yukarıdaki gibi
önemli kararlar getiren kişiler nasıl zenginleştiler?
60
TOPLUMSAL ROL VE TOPLUMSAL
DURUM (STATÜ)
Toplumun tüm üyeleri toplumda statü olarak adlandırdığımız birkaç pozisyon sahibidirler. Bireyin daha fazla statüsü vardır. Örneğin, sanayi toplumlarında birey, mesleğine göre statü sahibidir: lokantada aşcı,
memur, avukat veya doktor; aile statüsüne de sahiptirler: oğul veya kız,
anne veya baba; cinsiyete göre statü: erkek veya kadın.
Toplumda belli statüye sahip kişiden, toplumun belli davranış beklentileri vardır. Beklenen davranış toplumsal normlar tarafından yönetilir. Statülü kişilerin davranışlarını belirleyen normlara, toplumsal rol denir. Bu nedenle, eş statüsünü eş rolü, avukat statüsünü avukat rolü takip
eder. Günlük konuşmalarda rol oynamak, gösteriye katılmak anlamına
gelir. Sosyolojide rol terimi, diğerlerinin beklentisine göre hareket etme
anlamına gelir. Örneğin, baba olmak toplumsal statüdür. Babadan kendi
çocuklarına ekonomik ve ahlaki destek vermesi ve kendi hayat şartlarından daha iyi şartlar sunması bekleniyor. Roller toplumsal yaşama, düzen
ve öngörülebilirlik yüklerler. Birey sosyal rolü sayesinde, diğer insanlarla ilişki kurar. Doktor kendi rolü sayesinde, hastası ile ilişki kurar. Karşılıklı
beklentiler sayesinde, hasta ile doktor arasındaki ilişki tahmin edilebilir.
Doktordan kesin eylemler bekleniyor: hastaya bakım yapması, onu iyileştirmeye çalışması, hastanın özel hayatından bilgileri başka yere aktarmaması, hasta ve ondan çevresindeki personele ahlaklı davranması. Doktor
ise hastadan belli yemek ve temizlik sistemine uyması, açık sözlü olması
ve dürüst olmasını bekler.
Bir insan birden fazla rol gerçekleştirdiği için, iki veya fazla rolünden ortaya çıkan sorumlulukları arasında çakışmalar olabilir. En sık örnek olarak, annelik ve kariyer arasında ortaya çıkan çakışma verilmektedir. Radio Deutsche Welle’nin Makedonca programında 27.01.2006 tarihinde, Almanya’daki kadınların %40’ının kariyer için annelikten vazgeçtikleri verisi verilmiştir. Anne olmaya karar veren kadınların %40’ı ise, profesyonel çalışma hayatına geri dönmüyorlar. İnsanlar sıklıkla, başarıyla
tamamlayamadıkları birçok sorumluluk arasında kalırlar. Bağımsızlık ve
para harcama düşkünü lise öğrencileri, para kazandıran işe git gide fazla önem veriyorlar. Onların düşük notları da, öğrenci rolünden doğan sorumluluklara fazla zaman ayıramamalarından kaynaklanmaktadır.
61
Toplumsal yapıda pozisyon olarak statü, sabit veya kazanılmış olabilir. Sabit veya kazanılmış statüler, asilzade ünvanlarıdır. Din gibi bazı
kazanılmış veya geleneksel statüler değişebilirler. Ancak yine de insanların çoğu onlara bağlı kalırlar. Afganistan’lı bir Müslüman olan Abdül
Rahman, dokuz yıl boyunca Almanya’da yaşamış ve burada Hristiyanlık
dinini kabul etmiştir. Afganistan’a geri döndüğü zaman, Hristiyanlığı kabul ettiği için devlet onu ölümle, idam etmekle tehdit ediyormuş. Birçok
toplumda mesleki statü, babadan oğula geçiyormuş. Hindistan’ın gelenek sisteminde oğul otomatik olarak babasının mesleğini kabul ediyormuş.
Statü mirasla, biyolojik veya diğer özelliklerle sabitleşmiş değildir,
onlara kazanılmış statüler denir. Kazanılmış statü, kendi çaba ve seçimlerimizin bir sonucudur. Avrupa toplumlarında medeni durum ve meslek
durumu, kazanılmış statüler olarak kabullenirler.
Bireyin toplumda birçok statüsü vardır. Ancak onlarda biri, baş veya
temel statüyü oluşturur. Temel statü kimliğin kaynağıdır. Eskiden insanlar, aile, kabile veya köylerine göre tanınırlarmış. Tanışma, sen kimsin? sorusuyla başlamıştır. Günümüzde de insanlar birbirini tanımaya çalıştıkları zaman: Ne iş yapıyorsun?, diye sorarlar. Endüstri toplumlarında erkeğin
baş statüsü onun profesyonel – mesleki statüsüdür. Yakın zamana kadar,
çoğu durumda günümüzde de, büyük sayıda kadının temel statüsü eş ve
anne statüleriydi.
Herbir kültürde statülerin yüksek ve alçak statü olarak sınıflandırılması yapılır. Ancak yüksek ve alçak statü kriterleri, zaman ve yere göre
değişir. Antik Yunanistan’da devlet adamları, filozoflar ve askerler en çok
önemsenen statülermiş; üreticiler ise bu alanda köle işgücünü kullanıkları için, iyi statüye sahip değillermiş. Günümüzdei modern toplumlarda
nadir görünen beceri ve bilgilere sahip kişilere çok değer verilir. Endüstri
ise üretimin onurunu geri getirmektedir.
Statülerin değerlendirilmesi kriterleri değiştikçe, role bağlı davranış beklentilerinde de değişimler yaşanıyor. Önceleri öğretmenden kişilik olarak sağlam olmaları beklentisi varken, günümüzde dersi iyi anlatması daha fazla önemsenmektedir.
62
TOPLUMSAL GÜÇ
Güç, birey veya grubun toplumdaki pozisyonunun nasıl olacağını belirleyen sosyal işarettir. O, en fazla zenginlik ile bağlıdır. Max Weber
güçü, ikincisinin karşı çıktığı durumlarda bile, bir kişinin iradesini ikinci
bir kişiye empoze etmesi için bir fırsat olarak tanımlar. Diğer sosyologlar
ise güçü; toplu enerji, kararlılık ve çabayı hareket ettirme yeteneği olarak
görürler. Onlara göre; kişisel, toplumsal, resmi ve gayri resmi güç vardır.
Kişisel güç seçme özgürlüğü ve kendi kaderini üretebilmektir.
Toplumsal güç, diğerlerinin karşı çıktıkları durumlarda bile, kamu
işlerini etkileyebilme yeteneğidir.
Resmi güç ya da otorite, devlet başkanı veya şirket başkanı gibi işleri gerçekleştirirken kanunen kazanılan ayrıcalıkları kapsar.
Gayri resmi güç ise, “perde arkasındaki iplikleri” çekmek için etki ve
bilgi sahibi bireylerin sahip oldukları güçtür.
Amerikalı sosyolog Wright Mills, ABD’de güçe sahip olan elit kesimi
(seçkin topluluğu) incelemiş ve ABD’nin birbiri ile bağlı ve sürekli yenilenen seçkin kişiler tarafından yönetildiğine karar vermiştir. Hükümet, ordu
ve iş dünyasının başında duranlar, elit - seçkin güç kesimini oluştururlar.
Onlar büyük şirketleri ile devlet makinelerini yönetiyorlar ve başkanları
seçiyorlar. Sıradan insanlar günlük hayatlarında bazı güçler tarafından
yönetildiklerinin farkında bile değiller.
İtalyan sosyolog Wilfredo Pareto, elit (seçkinler) terimini ilk kullanan kişiymiş. Terimi çok kişi üzerinde egemen olan az kişi için kullanmıştır. Elit kesimdeki bireyler, güçlerini siyasi görevleri ve organizasyon yerlerinden alıyorlar. ABD elit kesiminden insanlar, diğerlerinin nasıl yaşayacaklarına dair kararları getiren
kişilerdir. Onlar hem kamu
hem de özel sektörde varlar. Kendilerini tanıtmaktan,
dostlarının kimler olduklarından ve menfaatlerinin ne ZENGİNLİK
GÜÇ
olduğunu söylemekten kaİTİBAR
çınmazlar. Onlar sadece kendi kendilerine karşı sorumluluk hissederler ve kamuoyu
baskısı ile onların çıkarlarına
karşı bağışıklıkları vardır.
63
64
78
78
76
75
73
72
72
71
70
70
69
69
69
Doktor
Üniversite Hocası
Fizikçi
Büyükşehir Belediye Başkanı
Üst Düzen Subay
Lise Müdürü
Mimar
Hukukçu
Dişçi
İnşaat Mühendisi
Büyük Şirket Yöneticisi
Biyolog
Kimyacı
82
Merkez Bankası Başkanı
80
82
Yüksek Mahkeme Hakimi
78
87
Büyükelçi
Yargıç
90
Devlet Başkanı
Astronot
Prestij
Puanı
Çalışma Alanı
Mekanik-Grafik Tasarım
için Veri Toplayıcı
Dansçı
Tarımcı
Yol biletleri satıcısı
ТV Kameraman
Bankada Sayman
Atletizm Hocası
Emlakçı
Hava tahmincisi
Radyo ya da TV
Uçak Memuru
Sendika Başkanı
Bilgisayar Programcısı
Artist
Sekreter
Öğretmen
Hemşire
Kütüphaneci
Gazeteci
Teknik Çizimci
Çalışma Alanı
45
45
47
47
47
48
48
49
49
50
50
50
51
52
53
54
55
55
55
Prestij
Puanı
Barmen
Benzin istasyonu çalışanı
Dokuma işçisi
Terzi
Balıkçı
Taksici
Berber
Sosyal Güvenlik Kullanıcısı
Dokumacı
Kasap
Badanacı
Madenci
Fırıncı
Postacı
Duvar Ustası
Teneke İşletmecisi
Mezar Şirketi Sahibi
İtfaiyeci
Manken
Çalışma Alanı
26
26
28
28
30
30
30
31
31
31
31
32
33
33
34
34
34
35
36
Prestij
Puanı
TOPLUMUN TEMEL
GRUPLARI
TOPLUMSAL - SOSYAL GRUPLARIN
TANIMI VE BÖLÜNMESİ
Toplumsal – sosyal gruplar ortak yaşamın bir ürünüdür. Birey olarak insan ayakta kalamaz ve bu yüzden başka insanlarla bağlanıyor. Bu
sebepten yola çıkarak da, ilk toplumsal grupların oluşması başlamıştır. İş
dağılımının gelişimi ile grup sayılarında da artış görülmektedir. Gruplar,
küresel toplum yapısının önemli bir parçasıdır. Onlar birey ile küresel
toplum arasında arabulucuk yapmaktadırlar. Toplumsal grupların temel
unsuru olarak, aralarında bağ olan kişiler alınmaktadır. Bundan yola çıkarak, grup iç organizasyonu ve gruba dahil olma farkında olan dengeli bir topluluk olarak tanımlanabilir. Sosyoloji toplumsal grupların araştırılmasının birçok boyutu ile ilgilenmektedir: nasıl ortaya çıktıkları ve nasıl ayakta kaldıkları, onların varlık amacının ne olduğu, organizasyon dereceleri, grupların açıklığı, büyüklüğü ve süreleri.
Grubun oluşmasının en önemli sebebi, bazı toplumsal faaliyetleri ortak yapma ihtiyacının ortaya çıkmasıdır. Bu tarz gruplar, fonksiyonel
gruplar olarak adlandırılırlar ve onların varolma süresi, grup üyelerinin
ihtiyaç ve çıkarları ile sınırlandırılmaktadır. Ekonomik ve siyasi gruplar,
fonksiyonel gruplar arasına girerler. İnsanlar toplumsal pozisyon benzerliklerinden dolayı da gruplanabilirler. Bu pozisyon miras kalmış veya sonradan kazanılmış olabilir. Akrabalık (aileler) grupları, alansal (köy) gruplar
ve sınıflar bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Toplumsal gruplar ortak amaçlarını gerçekleştirme amacı ile kurulurlar. Amacını gerçekleştirmek için toplumsal grup organize olmuş veya
organize olmamış olabilir. Aynı veya benzer amaçlarla bir yerde toplanmış olan, ancak her bireyin kendine konum ve görev alacağı ortak faaliyet gerektirmeyen gruplara resmi olmayan toplumsal gruplar denir. Bu
grupları; seyirci, kitle ve sosyal hareketlilik grupları oluştururlar.
65
Üyelerinin ortak amacı olan ve bu amaçlara ulaşmak için herkesin üzerine düşen görevi aldığı gruplara, resmi gruplar denir. Resmi
grupların kendilerine ait bir hiyerarşisi vardır. Yani üyelerden bazılarının daha önemli konum ve etkileri olup, diğerlerine göre onlara daha
çok saygı gösterilir. Bu gruba; sınıflar, katmanlar, milletler ve devletler
de dahildir.
Seyirci, resmi olmayan gruplara dahildir. Belli bir alanda toplanmış
ve ilgileri belli bir yere veya cisime odaklanmış gruptan bahsediyoruz.
Seyirci, rastgele (ör. trafik kazası) veya kasıtlı (ör. tiyatro gösterisi için) toplanmış olabilir.
Kalabalık veya kitle. Kitle kelimesi birçok anlamda kullanılabilir.
Bazan büyük sayıda insanlardan bahsederken kullanırız, ancak bazan elit
kesimin – seçkin toplulukların aksi gruplardan bahsedilirken kullanılır.
Kitle kelimesi ile genelde, geçici süre ile gayri resmi olan ve özel davranış
biçimleri ortaya koyan büyük grup tarif edilir. Kitle içerisindeki davranışın üç önemli özelliği vardır:
 Bireysel farklılıkların yok olması ve davranışlarda genel bir homojenliğin görülmesi (birinin yaptığını diğerleri de yapar);
 Tamamen entelektüel ihmali yaşanır;
 Duygusal davranışlarda değişimler görülür. Abartılı duygusal
gösteriler, aniden salgınlaşma ve aşırıya kaçan duyguların ortaya çıkması.
Birkaç kitle çeşidi vardır:
 Agresif kitlenin; olay çıkarma ve şiddet özellikleri vardır. Burada
agresif davranışın genel insani özelliği olmadığını ve kitleye dahil olan
herkeste ortaya çıkmayacağını da hatırlatmak gerek.
 Panik durumda kitle, birşeyden korunma veya başka birinden
önce kaçmak amacı ile oluşur. Bu sürede de, belli amaçlı ve genelde kabul edilmiş normlara aksi olan, organize olmamış ancak etkili davranış biçimleri ortaya çıkar. Örneğin, görevi savaşmak olan bir askeri birliğin kaçması. Herbir büyük tehlike panik oluşturmaz, ancak herkesin kurtulabilmesi için imkânların kısıtlı olduğu durumlarda ortaya çıkar. Ör. vapur battığı zaman.
 İfade kitlesi. Kendi fikir veya duruşlarını ifade etmek veya bir şeye
karşı çıkmak için bir araya gelmiş insan grubu. Ondan önce kontrol edilmiş tüm iç dürtülerin, bu durumlarda ifade edilmesi fırsatı yakalanıyor.
Bu durumlar için sıklıkla “insanların filmi kopmuş” denilir.
66
 Sosyal hareketler, grupların gayri resmiden resmiye dönüşmelerini kapsar. Toplumsal hareket, toplumsal değişimlerin gerçekleşmesi,
engellenmesi, hızlandırılması veya etkilenmesi amacı ile toplu olarak organize edilmiş ve sürekliliği sağlanmış tüm etkileri kapsar.
Etki yönlerine göre sosyal hareketler; gerici (geçmişe dönüş), muhafazakar (varolanın değişmesini engellemek) ve ilerici (yeni ve daha iyi
toplumsal yaşamın oluşturulması) olabilirler.
Taşıyıcılar veya aktör ya da katılımcılarına göre sosyal hareketler
şöyle bölünürler: dini, ırki, milli, sınıf ve bayan hareketleri. Hareketin temel amaçlarına göre ise: ekolojik, anti nükleer ve barış hareketlerini ayırt
edebiliriz.
Grubu; aralarında ortak köken, ihtiyaç, çıkar, değer veya pozisyon
olan insanların toplamı olarak tanımlayabiliriz.
Toplumsal grupların en genel dağılımını; parsiyel (kısmi) ve küresel
toplumsal gruplar olarak yaparız.
Parsiyel toplumlar gruplar, iki veya daha fazla faaliyette bulunan
toplumsal gruplardır. Bunlar:
 Aile;
 Ekonomik – siyasi toplumsal grupları (sınıflar, katmanlar ve profesyonel mesleki gruplar);
 Ekonomik veya üretim gruplar (şirketler);
 Daimi ikamet yeri toplumsal grupları (köy, şehir);
 Siyasi – hukuki toplumsal gruplar (devlet, siyasi partiler).
Tüm toplumsal faaliyet ve süreçleri gerçekleştiren toplumsal gruplara, küresel toplumsal gruplar denir. Hordalar (ilkel topluluklar), aile, kabile, millet ve ulus; küresel toplumsal grupları oluştururlar.
67
HALK, MİLLET, MİLLİYETÇİLİK
Horda (ilkel kabile), soy, kabile, halk ve millet küresel toplumsal grupları oluşturur. Bunların hepsi kan bağı olan etnik topluluklardır. Gruptaki
üyelerin arasındaki dayanışma ortak köken inançlarına dayanmaktadır. İş,
cinsiyet ve yaşa göre bölünmüştür. Mülkiyetin ayırım kuralı yoktur.
Kan – akrabalık topluluğu yanısıra, halk, bölgesel birliği oluşturur.
Belli bölgedeki ortak yaşam ve ürün ile iş deneyimi değişimiyle, kabileler
daha büyük ve daha karmaşık bir etnik topluluk oluştururlar ve bu topluluğa halk ismi verilir. Ortak dil kullanımı, ortak örf ve adetler ve ahlaki değerler ve ortak dini ayinler milli şuurun oluşmasına etkilidirler.
Özel mülkiyetli ve sınıf bölümlü küresel toplumsal grup olarak halk,
köle – sahip ve feodal dönemlerinin yarattığı birşeydir.
Küresel etnik topluluk olarak halk, şu özellikler sayesinde tanımlanabilir:
- Belli bölgede yaşayıp ticaret geliştiriyor,
- Aşağı yukarı yakın kabile gruplar kökenlidirler,
- Aynı dili kullanıyorlar,
- Üyeleri arasında ortak köken bilinci yaratmakta,
- Ortak din uygulanmasına çalışılmaktadır,
- Ortak tarihleri var.
Millet toplumsal – tarihi eserdir ve XIX. ile XX. Yy arasındaki dönemlerde oluşmuştur. Millet, modern endüstri toplumunun ürünüdür.
Birdenbire belirmez. Onun oluşmasına neden olacak şartların gelişmesinin sonucu oluşmuştur. Milletin oluşmasındaki şartlar, etnik köken olarak halkın oluşmasında da geçerlidir. Dil, ortak yaşam alanı, ortak tarih
ve kültürel miras onlardan bazılarıdır. Ancak millet oluşumunda, gelişmiş
milliyet bilincinin önemli rolü vardır.
Milletler, milli bilinç ve milli isteğin gelişmesi ile oluşurlar. Milliyetçilik
milletten önce ortaya çıkmıştır. Milliyetçilik, ortak köken bilinci ve hissi ile
ifade edilir. Milletin oluşmasında, insanlar arası yüksek seviyede iletişimin geliştirilmesi de önemlidir. Ancak toplumun büyük bir kısmı seferber değilse, kamu hayatına dahil değilse, siyaset ve kültürel hayata katılmazsa, eğitimin genişleme ve gelişmesi süreçlerinde yer almazsa; insanlar arası yüksek seviyede iletişimin geliştirilmesi sağlanamaz.
68
Bu dahil olmalar, milli mensubiyet duygusunu arttırmaktadır. Modern devlet vergi toplama sorumluluğu ile; eğitim, sağlık, iç ve dış güvenliği organize etme ve tüm vatandaşlarını yönetim organlarına dahil etmekle, insanlardaki kendi millettine ait olma duygusunu arttırmaktadır.
Anthony Smith’e göre “Millet, ortak ve diğer gruplara ait kültür unsurları barındıran, tüm üyelerin eşit insan haklarına sahip olduğu, dayanışma duygusu gelişmiş olan ve ortak bölgede yaşamını sürdüren bir
grup insanları temsil eder”.
ETNİK ÖNYARGILAR VE ÇATIŞMALAR
Etnik köken dediğimiz zaman, bireylerin onları diğer etnik kökenli insanlardan ayırt eden özelliklere sahip olmaları durumudur. Aynı etnik kökenden olan kişiler, etnik grupları oluştururlar. Belli bir etnik grup
üyeleri, diğer etnik grup üyelerinden genellikle konuştukları dil, din, milli kıyafet, folklor vb. gibi özelliklere göre ayrılırlar. Bu özelliklerden bazıları farklı etnik gruplarda aynı olabilir. Tüm bu farklar, sosyalleşmenin güçlü
süreçleri sayesinde, bireylerde derinden kök salmışlardır.
Farklı etnik gruplar “diğerlerine” karşı önyargılarla yüklüdürler. Bu
sayede de ırk ve etnik ayrımcılık olarak adlandırılan faaliyetler ortaya çıkar. Bir etnik grubun diğer bir etnik grup için var olan düşünce ve duruşlarına, önyargılar denir. Bu düşünce ve duruşlar genel olarak bazı konuşulanlar dolayısıyla fikirlere yerleşir, çoğu zaman objektif gerçekler tamamen farklıdır.
Önyargılar, bireyler ve grubun diğer etnik gruba karşı, ayrımcılık
olarak adlandırılan uygunsuz davranışlar sergilemesine neden olurlar.
Bu durum en çok pratik yaşam için geçerlidir. Azınlık etnik grubu üyesi, daha iyi iş yeri, daha iyi statü veya pozisyon alamadığı zaman, kendisine ayrımcılık yapıldığını hissetmektedir. Bireyin toplumda daha iyi itibar ve güç kazanamadığı durumlarda da, birey kendisine ayrımcılık yapıldığını hisseder.
Sosyolojik açıdan bakıldığı zaman, etnik ilişkiler arası krize yol açabilecek üç faktör/unsur olduğunu görebiliriz. Onlar; etnosentrizm (yabancı düşmanlığı), grup kapanıklığı ve ekonomik kaynakların eşitsiz kullanılması. (Giddens, Sosyoloji). Etnosentrizm veya yabancı düşmanlığından kültürel kimlik bölümünde bahstmiştik ve bu yüzden onun özelliklerinden tekrar bahsetmeyeceğiz. Sadece yabancı düşmanlığının her za69
man kalıplaşmış düşüncelerle beraber gittiğini söyleyebiliriz. Sayısız etnik çatışmalar, yabancı düşmanlığından dolayı ortaya çıkmıştır. Grubun
onu çevreleyen gruplar için negatif düşüncesi olduğu durumlarda, alansal olarak kapanması, gettoda yaşaması normaldır. Ayrımcılık, etnik kökenler arasındaki ilişkilerde gerginlik yaratmaktadır. Eğer etnik gruplar,
aralarında ne ekonomik ne de samimi alanda ilişki, iletişim kurmuyorlarsa, bu durum tehlikelidir. Etnik kökenler arası çatışmaların engellenmesi
için tek çare, farklı etnik kökenlerin ortak çıkarlar bulmasıdır. Onlar, etnik
ilişkilerin düzeltilmesi için temel (direk) rolünü oynayacaklar.
Üçüncü unsur, bir toplumda bir etnik grubun genelde baskın olmasından kaynaklanıyor. Bu da, doğal kaynaklar, zenginlikler ve malların eşitsiz kullanımına yol açmaktadır. Bu şekilde etnik gruplar, zenginlik, güç ve toplumsal pozisyon açısından da eşit olamayacaklardır. Sonuç
olarak tüm bunlar, haksızlığa uğramış grupta memnuniyetsiz yaratmaktadır. Zamanla bu grup toplumdaki statüsünün iyileşmesi için savaşmaya
başlayacaktır. Böyle durumlarda da, ayrıcalıklı gruplar pozisyonlarını korumak için şiddet kullanabilirler, haksızlığa uğramış gruplar ise aynı şiddeti toplumsal sistemdeki pozisyonlarını düzeltmek amacı ile kullanırlar.
Ülkemizdeki durum şu şekildedir.
Makedonlar
66,6%
Arnavutlar
22,7%
Türkler
4,0%
Sırplar
2,2%
Müslümanlar
0,8%
Ulahlar
0,4%
Diğer
2,0%
Toplam
100%
1994 yılında gerçekleşen sayımlara göre, Makedonya
Cumhuriyeti’nde halkın
etnik kökene göre yapısı
Tabeladan gördüğümüz gibi, Makedonya Cumhuriyeti Makedon
halkının baskın olduğu, multietnik bir ülkedir. İkinci halk Arnavutlar’dır.
Onların ardından da, yüzdeleri %4,0 ve %0,4 arasında dolaşan daha beş
etnik grup vardır.
70
Makedonya Cumhuriyeti, içeriğinde birçok etnik grubu barındıran
multietnik bir ülkedir. Makedonya’da yaşayan her etnik grup, kendini diğer etnik gruplara göre farklı hissetmektedir. Buradaki etnik gruplar birbirinden birçok özelliklere göre ayrılırlar. Ancak en alena özellikler; dil, tarih ile köken, din, giyinme tarzı ve süslenmeleridir (milli giyim).
Makedonya toplumunun renkliliği için daha iyi bir resim oluşturabilmek amacıyla, 1948 yılından 1994 yılına kadar yapılan sayım sonuçlarını göstereceğiz.
1948
68,5
1953
66.0
1961
71.2
1971
69.3
0.1
0.1
0.2
0.1
2.1
0.8
17.1
12.4
13.0
17.0
19.5
22.7
Türkler
8.3
15.6
9.4
6.6
4.5
4.0
Sırplar
2.6
2.7
3.1
2.8
2.3
2.1
Romlar
1.7
1.6
1.5
1.5
2.3
2.2
Ulahlar
0.8
0.7
0.6
0.4
0.3
0.4
Diğer
0.9
0.9
1.0
2.3
1.7
2.2
Toplam
100
100
100
100
100
100
Makedonlar
Müslümanlar
Arnavutlar
1981
67.0
1994
66.6
Makedonya Cumhuriyeti için özellikle önemli olan, tüm etnik grupların kendi etnik köken, kültür, dil ve din kimliğini özgürce ifade edebilmeleri ve yaşayabilmeleridir. Bu şekilde de Makedonya demokratik bir
ülke olma özelliğini taşımaktadır.
[\
71
MAKEDON MİLLETİ VE MAKEDONYA’DAKİ
ETNİK GRUPLAR
XIX. yüzyılın otuzlu yıllarında Makedonya’nın daha hızlı gelişimi
için şartlar ortaya çıkıyor. Pazarda mal üretimi artıyor, şehirlerde de artış görülüyor. Ohri’de deri işletme, Gevgeli ve Selanik’te ipek üreticiliği,
Pirlepe’de yağ ürünleri ve kazancılık merkezleri oluşuyor. Seres pamuk
üretimi ve ticaret merkezi oluyor. Ham madde (tütün, pamuk, ipek, deri
çeşitleri, demir cisimler) üreticisi olarak Makedonya, Avrupa ticareti ve
endüstrisi için çekici bir yer oluyor. Seres, Nevrokop, Köprülü, Pirlepe,
Struga, Kalkandelen ve Gevgeli gibi şehirlerde düzenlenen fuarlar yoğun
olarak ziyaret edilmekteymiş. Makedonya tüccarları da Avrupa’daki fuarları (Leipzig, Viyana, Dresden, Ankona) ziyaret etmeye başlarlar ve kendi
şirketlerini kurmaya başlarlar.
İşin bölgesel dağılımı ve değişimi sayesinde, Makedonya yollar ve
fuarlarla bağlanan bir ekonomik bütünlüğü oluşturuyor. Ekonomik ilişkilerin yanında, diğer ülkelerle ve ülke içinde kültürel – eğitim alanında da
bağlantılar kuruluyor. Anadilde yeni okullar açılıyor, dini eğitim de artık
anadilde görülüyor. Bütün bunlar; Makedonya’yı kendi sınırları içine dahil etmek isteyen komşu devletler Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan’ın
etkisinden kurtulmaya başlayan halkta, milli kimlik şuurunun ortaya çıkmaya başlamasına sebep olmuştur.
Etnik farklılıklar örneği olarak Üsküp Türk Çarşısı
72
Makedonya halkının milli bütünleşmesi süreci, çok uygunsuz şartlar altında gerçekleşiyormuş. Makedonların uzun yıllar hatta asırlar boyunca, bu topraklardaki Türk egemenliği – devleti altında yaşaması,
onun milli kimlik olarak gelişmesini yavaşlatmıştır. Diğer taraftan ise;
Yunanistan, Bulgaristan ve Sırbistan gibi ülkeler de, asimilasyonlar sayesinde Makedon kimliğini yok etmeye çalışıyorlarmış. Yunanlıların Megali
İdeası!na göre onlar, Bizans Devleti’nin sahip oldukları tüm tarihi hakları geri döndürme isteğindeymişler. Sırbistan monarşisi, sürekli Duşan
Çarlığı’nı geri döndürmek istiyor ve bu çarlığın tahtı olarak Üsküp’ü görüyor, yeni bağımsız olmuş Bulgaristan ise haklarını Makedonya topraklarına kadar uzanan Orta Çağ Bulgar devletine göre arıyormuş.
Makedon halkı arasındaki milli bütünlük sağlanması sürecinde,
Grigor Prliçev ve Krste Misirkov gibi isimlerin emekleri büyüktür. Prliçev,
Yunan etkisinden kurtulmak amacı ile Ohri halkına başarılı bir şekilde öncülük etmiştir, ancak Makedon dilinin şairsel ifade için uyun olmadığını düşünüyormuş. Kilisede söylenen birçok Hristiyan ilahisini “Makedon
lehçesine” tercüme etmeye çalışmış, ancak Makedon diline ilahilerin tercümesi yanında bu dilde şairsel ifadenin de yapılabileceği bilgisine ulaşmamıştır. Rusça temelli ortak bir Slav dili ortaya çıkarmaya çalışıyormuş.
Kendi şairsel ifadelerine uygun dil şekli bulamadığından dolayı, şair olarak yok olmuştur.
Prliçev, Yunan etkisinden kurtulmaya çalışırken, Krste Petkov
Misirkov iki Slav komşu Bulgarlar ve Sırplara karşı başkaldırıların simgesi
olmuştur. “Makedon İşleri İçin” (Za makedonckite raboti) isimli kitabında,
Makedon halkının milliyet özerkliği ile Makedon dilinin ayrı bir dil olduğu gerçeğini savunuyormuş.
Petrograd’ta bir araya gelmiş olan Misirkov ile “Makedonsko
Drugarstvo” üyeleri, Makedon halkı ile dilinin milli özerklik sorunlarını temel sorun olarak ortaya koymuşlardır. Diğer taraftan İç Makedon
Devrimci Örgütü etrafında toplanmış kişiler ise, temel sorun Osmanlı
Devleti egemenliğinden kurtulup, bağımsız Makedonya Devleti’nin kurulması ihtiyacını görüyorlarmış.
Milli kurtuluş hareketlerinin bu iki yönü, önlerinde ortak amaçlar
olsa bile tek hareket halinde birleşememişlerdir.
Makedonya Halk Kurtuluş Hareketi birkaç düşman ile savaş yapmak zorundaymış: Türkler ve genç Balkan ülkeleri. Bu savaş bir asırdan
fazla sürmüş ve birçok kurban almıştır. Ancak 1944 yılın sonunda, Vardar
73
Makedonyası kısmı özgürleştirilmiş ve ayrı cumhuriyet olarak bağımsızlığını kazanıp, o zamanki Federal Yugoslavya Devleti’ne dahil olmuştur. 8
Eylül 1991 yılında ise, Makedonya Cumhuriyeti vatandaşları referandum
yolu ile Sosyalist Federal Yugoslavya Cumhuriyeti’nden ayrılıp, bağımsız
ve egemen bir ülke olarak yola devam etmeye karar vermişlerdir.
Üsküp Türk Çarşısı civarındaki Saat Kule
74
MAKEDONYA CUMHURİYETİ’NİN
MİLLİ VE DİNİ KİMLİĞİ
Kişinin kendi kimliğini bulması ve korumasına yardımcı olan birçok
mekanizmalar vardır. Herhalde ki din ve milliyet, vatandaşın dahil olma
hissini arttıran iki önemli unsurdur.
Buna bağlı olarak, bir millet sadece geçmişi ile ilgili hatıralarla yaşayamaz, aynı zamanda kendi geleceğini de sağlamak için uygun şartlar
hazırlamaya çalışır. Ortak geçmiş bilincine, genellikle ortak gelecek bilinci de eklenir. Geçmiş değiştirilemez, ancak öğrenilir. Gelecek tamamen
öğrenilemez, ancak değiştirilebilir. Bu yüzden, etnik kimliğin belirlendiği
zamanlarda, tarihi ve toplumsal şartlara dayanan istemli hareketler gözönünde bulundurulmalıdır.
Milli kimlik hissi, dini kimlik hissi ile de bağlantılıdır. Dinin geleneksel kutsallığı vardır ve “tüm diğer halkları kendi halkını sever gibi sev”
diye emreder. Milliyetin ise modern kutsallığı vardır ve: “herşeyden önce
kendi halkını sev” mantığı yürütülür.
Din sosyologları, milletin din ve inançlar hareketinden ortaya çıktığını savunurlar. Din üzerinden, insan kendi milletinin özelliklerini daha
iyi öğrenir. Balkanlarda genel olarak, bir millet tek bir dine bağlıdır (Ör.
tüm Sırplar Hristiyan, tüm Hırvatlar ise Katolik dinine inanırlar). Bunun
yanında; birkaç ayrı millet de aynı dine mensup olabilirler. Örneğin;
Makedonlar, Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar, Ruslar gibi milletler farklı milliyet mensuplarından olsalar bile aynı dini inanca sahiptirler. Aynı millet
üyelerinin birkaç dine bağlılıkları da görülebilir (Örneğin Makedonlar’ın
çoğunluğunun Hristiyan olmasına rağmen, kendilerini Makedon sayan
Müslümanlar da var). Balkanlar’da tipik bir durum Arnavutlar’da görülür. Onlardan hem Müslüman, hem Ortodoks, hem de Katolik inancına
mensup kişiler vardır. Bütün bunlar din ve millettin tanımlanamayacağını gösterir. Bu yüzden de dini milletten kesinlikler ayrı tutmamız gerekiyor. Dünyada; Makedon, Rus, Arap, Sırp milletinden Hristiyanlar vardır.
Demek ki din milliyetten daha üsttür, yani evrenseldir.
Din ve millet; dahil olma ve kendini tanıtmak için iki güçlü unsur
olmalarına rağmen, miliyet duygusunun güçlenmesi için dini duyguların azalması gerekiyor inancı vardır. “Sen nesin?” sorusuna artık, kimse “Hristiyanım veya Müslümanım” diye cevap vermiyor. Hemen hemen
75
herkes bu soruya: “Makedonum, Türküm, Arnavutum....” diye cevap verir. Bu da; son iki yüzyılda kişisel kimlik bilincinin kökünden değiştiğini
gösterir.
AİLE
Aile; insanın değişilmez parçası, evrensel toplumsal bir kurum sayılır. Küçük insan hordalarından başlayarak, geniş boyuttaki endüstriyel topluluklara kadar tüm insan toplumlarında rastlanan bir unsurdur.
Birçok sosyolog toplumsal organizasyon için esas birim olarak aileyi ele
alır ve aile olmadan toplumun faaliyet göstermesinin mümkün olmadığını savunurlar. George Peter Murdoch’a göre aile; ortak yaşama, ekonomik işbirliği ve üreme özellikleri taşıyan toplumsal gruptur. Aile kendisinde, en az iki kişinin toplum tarafından kabul edilmiş cinsellik bağı
ve bir veya fazla çocuğu olan, iki cinsiyetten yetişkinleri barındırır. Aile
yapısı toplumdan topluma göre değişir. En küçük aile birimi, çekirdek
aile olarak bilinir ve koca, karı ve onların çocuklarından oluşur. Çekirdek
aileden daha büyük birimler, geniş ailelerdir. Aile, eşlerin velileri veya
onların evlenmelerine kadar kocanın kardeş veya kız kardeşleri ile genişlemiş olabilir. Günümüz modern aileleri, az üyelidirler. Genelde veliler ile onların çocuklarından oluşur. Aile bireylerinin aile dışında çalışması ile, yaşamsal ihtiyaçlar kazanılır. Akrabalık önemini kaybetmekte, gizlilik ve özel hayat ise yaşam tarzının en önemli işaretidir. Kadın
otorite bakımından erkek ile, çocuklar da velileri ile eşit duruma gelmişlerdir. Modern aile daha fazla çocuğa yönelmiştir, çünkü kişi oluşumunda gençlere en çok yardım gereklidir. Modern aileden önce ataerkil aile tarzı varmış. Bazı çevrelerde bu aile tarzına günümüzde de rastlanır. Ataerkil ailesinin temeli, kendi topraklarında tarım üretimidir. Bu
ailelerde erkekler ve ailenin yaşlı bireylerinin, kadın ve çocuklar üzerinde hakimiyet sürdürürler. Bu hakimiyet doğal olarak kabul edilir. Bu ailelerde evlilik eşlerin karşılıklı isteği ile değil, yaşlıların seçimi ile gerçekleşir. Evliliğin amacı, soyun devamı olduğu için bu ailelerde birçok doğum gerçekleşir.
Herbir ailenin temeli evliliktir. Evlilik; erkek ile kadın arasındaki doğal, duygusal, cinsel ve toplumsal bir bağdır. Toplumda, iki farklı cinsiyet
arasında evlilik kabul edilmiştir. En çok görülen evlilik şekli, bir erkek ile
bir kadının ortak yaşamasıdır. Ancak bir erkeğin birden fazla kadınla ya76
şamını sürdürdüğü, çok eşli evlilikler de görülebilir. Gerçekleşme şekline göre evlilik dini ve resmi olabilir. Dini evlilik – nikâh dini kurumlarda,
resmi nikâh ise resmi kurumlarda gerçekleşir. Konkubinat – cariye sistemi, nikâhsız evlilik birliğidir. Eşler, ancak çocuklarının doğumundan sonra evlenebilirler. Yeni Gine’deki Banaro kabilesinde, karısı babasının arkadaşından çocuk doğurmadığı sürece, koca karısı ile cinsel ilişkiye girmez.
Mardok, ailenin tüm toplumlarda dört temel işlev gerçekleştirdiğini söyler: cinsellik, üreme, ekonomik ve eğitsel işlev. Bu işlevler toplumsal hayat için önemlidir, çünkü cinsellik ve üreme olmadan toplum
yeni üyelerle yenilenemez. Ekonomik işlevi, yaşam malzemeleri sağlamayı kapsar, eğitim verme işlemi ise kültürün aktarılması ile gerçekleşir.
İsrailli kibutslar, ekonomik ve eğitim işlevlerin ailelerden ayrı gerçekleştirilen yerlerdir. İsrail halkının %4 civarı, 240 kadar kibutsda yaşamaktadır. Kibutslarda tek eşli evlilikler yapılır, evli eşler ise hem yatak hem de
oturma odası olarak kullanılan tek odada yaşarlar. Bu evlerde çocukları
da yaşamaz. Çocukların hepsi, öğretmenler ve eğitmenler tarafından yönetildikleri ve tüm çocukların ortak yerde yaşadıkları özel evlerde yaşarlar. Onlar; günlerinin büyük bir kısmı ile gecelerini aileleri olmadan geçirdikleri, o evlerde yaşayıp uyuyorlar. Aileler kendi güçlerini topluma aktarmışlardır. Herbir çocuk, kibutsa ait çocuk olarak kabullenilir ve bakımları yapılır. Ekonomik işbirliği aile seviyesinde değil, toplumsal seviyede yapılır. Veliler çocukları için değil, köy olarak düşünebileceğimiz kibuts için
çalışırlar. Ortak masada yemek yer, yiyecekler ortak mutfakta hazırlanır
ve çamaşır yıkamak gibi özel ihtiyaçlar da, ailenin özel görevi değil, tüm
kibutsun görevidir.
Amerikan sosyologu Talk Parson modern toplum ailelerinin iki işlevini vermektedir:
 Çocukların temel sosyalleşmesi
 Yetişkinlerin dengellenmesi.
Temel sosyalleşme süreçlerinde toplumsal kültür ve kişilik kazandırılıyor. Amerikan çocuklarında kişilik, Amerikan kültürünün temel değerleri ile şekillenir. Onlar da, bağımsızlık ve başarı motivasyonudur. Batı
toplumlarında aile daha geniş aileden uzaklaşmış olduğu için, eşler gittikçe daha sıkça birbirinden duygusal destek aramaktalar. Baskı ve günlük stresler kişiyi sıklıkla rahatsız eder. Evlilik bağları, eşlere duygusal destek verebilmektedir.
77
SOSYAL FARKLILIK
Tarihteki ilk üretim devrimi olan Tarım Devrimi ile, avcılık ve toplama ekonomisinden yiyecek üretimi ekonomisine geçiş yaşanmıştır. İnsan
bitki yetiştirip, kendine daha iyi yaşam şartları yaratıyor. Milyonlarca yıl
kendi gücü ile ayakta kalmış olan insan, ilk defa anlamlı ve sistematik
bir şekilde doğayı kendi için çalışmaya zorluyor. Güneş enerjisini, ekildiği bitkilerin çimlenmesi ve ürün toplayabilmek için kullanıyor. Arpa
ve buğday üretimi, hayvan bakıcılığı için de şartlar yaratıyor. En eski insan grupları avcı kabileleri olarak yaşayıp, av ve meyve ile sebze bulmak
için sürekli yaşam yerlerini değiştirirken, tarımcılık sayesinde insan toprağa bağlanıyor, onu işlemeye başlıyor, iş araçlarını geliştirip iş dağılımını
mantıklı bir şekilde yapıyor. Bu da toplumdaki yaşamın toplumsal organizasyonu üzerine yansımıştır.
Tarım Devrimi, toplumsal organizasyonunda büyük değişiklikler
ortaya çıkarmıştır.
Yiyeceğin üretilmeye başlanması ile nüfus sayısında da artış yaşanıyor, nüfus sayısı arttıkça da, insanların ihtiyaçları artıyor. Artan ihtiyaçlara cevap olarak yeni iş dağılımı gerçekleşiyor. Bu dağılım sadece tarımcılıkta değil, zanaatçılık alanlarında da görülüyor. Bununla birlikte hem
üretim, hem de mal değişimi artıyor. Ticaret önemli bir etkinlik alanı oluyor. Fenikeliler ve Yunanlar gibi ilk tüccar halklar ortaya çıkıyor. Daha önceden izolasyonda yaşamış halkları, artık yollar birleştiriyor.
Özel mülkiyetler ortaya çıkıyor. Bu mülkiyet sayesinde de yavaş yavaş kan bağına dayalı kabile hayatı yok olmaya başlıyor. Özel mülkiyet
sayesinde; toplumun köleler, köylüler, tüccarlar, askeri aristokratlar gibi
katmanlara ayrılmaları da başlıyor.
Kabile organizasyonu, siyasi organizasyon – devlet ile yer değiştirmiştir. Ülkedeki sulama kanallarının bakımı, bölgenin savunması ve ticaret çıkarlarının korunması gibi genel öneme sahip kamu işlerinin yönetimini devlet eline alıyor. Devlet savaşlar sayesinde, diğer kabile ve halklardan vergi alıyor ve köleler sayesinde iş gücü sağlıyor.
Sadece entelektüel meselelerle uğraşan özel tolpumsal katmanlar
ortaya çıkıyor. Rahipler; dini kült, yönetim veya bilimle ilgili işleri gerçekleştiren ayrı bir sınıf olarak ayrılırlar. Bilim alanında, hava tahminlerinin
yapılması ile astronomide başlangıçlar görülür. Rahip sınıfının yanında,
78
görevi savaşlar yürütmek olan askeri sınıf da ortaya çıkar. Savaşlar sayesinde çarlıklar (Mısır, Çin, Sümer) gibi büyük devletler ortaya çıkar. Büyük
çarlıklar sayesinde; büyük şehirler, ticaret yolları, anıtların inşa edilmesine (Mısır piramitleri) başlanmıştır. Bütün bunlar kültür ve bilimle bağlıdır.
Tarım Devrimi, toplumun yapı ve organizasyonunda büyük değişiklikler
yaşatmıştır. Onun sayesinde toplumda onun farklılaşmasına neden olan,
birbirinden ayrı toplumsal faaliyetler gerçekleştiren (yönetme, ticaret, tarım ya da zanaatçılık ürünlerinin üretilmesi) toplumsal gruplar ortaya çıkmışlardır. Farklılaşma sayesinde toplum sınıflara, kastlara ve kendi çıkarları olan profesyonel gruplara ayrılmıştır.
Modern toplumlar birçok mesleklerle farklılaşmıştır. Mesleklerin
büyük bir kısmı, farklı okul tiplerinde bazen yirmi yıla kadar varabilen
eğitimle elde edilirler. Gelişmiş toplumda eğitim önemli bir yere sahip olmuştur. Toplumdaki bireylerin eğitimi, onlara farklı yeterlilikler sağlıyor.
Yüksek yeterlilik ise ekonomik pozisyon üzerinde etkilidir, daha doğrusu
daha yüksek kazanç sağlıyor. Modern toplumda eğitim en önemli değerlerden biridir. Ona hem toplumsal itibar, hem de kazanç bağlıdır. Eğitim
sayesinde insandaki yarış ruhu ve daha küçük yeterlilik mesleklerinden
daha yüksek yeterlilik mesleklerine ilerleme isteği gelişiyor. Farklı meslekler sayesinde eğitim, bireyin gelişmesini uyarır.
79
KASTLAR VE TABAKALAR
Sanayi toplumlarında, toplumun ilerlemesi için ön koşulun insan
yeteneklerinin kullanılması olduğu düşünülüyor. Bu yüzden toplumdaki anahtar pozisyonların en yetenekli bireylerle doldurulması talep edilir. Bu yüzden de sanayi toplumu; açık ve bireylerine kendi yeteneklerini gösterebilme şansı veren ve böylece hem bireyin hem de toplumun
kazanmasını sağlayan toplum olarak tanımlanır. Açık toplumlara karşın,
kast ve tabakalar kapalı toplumlarmış. Kime ne iş düşeceği, nasıl sorumluluklara ve nasıl ayrıcalıklara sahip olacakları, ait olduğu kast veya tabakalara bağlıymış. Ait olma, doğum ile kazanılırmış.
Geleneksel Hindistan devleti kastlara bölünmüştür. Prestij, meslek,
yaşam yeri ve toplumsal ilişkiler kişinin hangi kasttan olduğuna bağlıymış. O meslek için kişinin yeteneği olmadığı durumların da ortaya çıkmasına rağmen, kişinin mesleği ait olduğu kasta göre belirlenirmiş. Bu yüzden yaptıkları mesleğe ne ilgilisi ne de yeteneği olan kişiler, tabii ki memnuniyetsiz olacaklar. Tüm kurallara göre, farklı kastlara ait insanlar arasında irtibat yasakmış. Daha düşük seviyedeki bir kast üyesi ile evlilik, her
iki eşin kasttan atılmasına sebepmiş. Oskar Luis, Delhi yakınlarındaki bir
köyde kast sisteminin nasıl işlediğini şöyle açıklıyor:
“Kast sistemi köyü ayırıp, köy dayanışmasını azaltıyor. Kastlar genel
olarak, tarihi, geleneği, simgeleri ile ayrı bir etnik grup temsil etmektedirler ve her kast köyün daha fazla veya daha az ayrılmış bölümlerinde yaşıyor. Hariyanlar veya dokunulmazlar için ayrı su kuyuları varmış. Kendi
kastından olmayan kişilerle oturup yemek yemek de tabu konudur. Daha
düşük seviyedeki kastlara ait kişiler, Hat ve Brahman’la aynı yatağa oturamaz. Birliklerinin gelişimini sağlamak amacı ile düşünülen projeleri açıklamak için Hükümet yetkilileri köye geldiklerinde, Hariyanlar’da bu toplantıya katılabilmiş, ancak onlar seyirci arasında belirlenmiş özel bir yere
oturup, “yerlerini biliyorlardı”.
Kast sisteminin ayakta kalabilmesi için, toplum üyelerinden kabul
görmesi gerekiyor. Bu toplumlarda genelde Hindu dini öğretisi geçerlidir. Tekrar doğum (yeniden doğma) öğretisine göre, kast pozisyonunda yazılı kuralları bilinçli olarak yerine getiren kişiler, bir daha ki hayatında daha iyi kastta yaşayacağına dair umudu olabilir. Bunun aksine, eğer
kurallara uyulmamışsa, kişi bir daha doğduğunda daha düşük seviyede-
80
ki bir kastta, hatta hayvan olarak dünyaya gelebilir. İnanç sistemine göre
kişi, yaşamı boyunca kast değişimi yapamaz.
Kast sistemi geleneklere bağlılık ister ve değişimleri engeller.
Hindistan hükümeti, nüfus artışını engellemek amacı ile yürürlüğe
koymaya çalıştığı denemelerde dirençle karşılaşıyor. Birinin fazla çocuğunun olması, özellikle de onlar erkek çocuklarsa, bu o kişinin daha fazla
prestije sahip olması ve yaşlılığının güven altına alınması demektir.
Modern asırın başlangıcına kadar, katman toplumları Orta Çağ
Avrupası’ndaki en etkili organizasyon şeklini oluşturuyormuş. Toplum
üç katmana ayrılırmış: soylular, rahipler ve köylüler. Köylüler; özgür köylüler ve kölelere ayrılırlarmış. Köleler toprağa bağlıymışlar ve toprak sahiplerine aitmişler. İnsanın hangi katmana ait olacağı doğuştan belirlenirmiş. Her katman meslek çokluğu barındırdığı için, katman içerisinde
hareketlilik, katmanlar arası hareketlilikten daha kolaymış. Bireysel dehalık ve başarıların bireylerin pozisyonlarını değiştirmesine imkân açtığını, “kaçmış ve bir yıl ve bir gün boyunca yakalanamamış olan kölenin
özgür kalma hakkı vardır” diye yazılı olan kanundan anlarız. Her katmanın hak ve sorumlulukları, urbar isimli ayrı ayrı kanunlar ile belirtilmiştir. Bu kanunlar günlük hayatı yönlendirirmişler. Şehirlerin büyümesi ile,
ustalar, tüccarlar ve profesyoneller gelişmişlerdir. Onlardan bazıları zenginleşip asilzade gruplarına dahil olmak isteseler bile, birçok engel ile
karşılaşırlarmış.
“Yerel mahkeme ve kamu meclis sözcüleri tarafından, her düzeyde halkın tuval, renk, kürk aksesuarları, süs eşyaları ve takı geçişleri ilan
edilmiştir. Burjuvazilere (yeni zenginler) at arabası kullanımı ve hermelin kürkler giymeleri isteğe bağlı yasaklanabilirmiş. Köylülerin ise siyah
ve kahverengi dışında başka renkte giyinmeleri yasakmış. Doktor ve hakimler, asilzadeler gibi kürk giyme ayrıcalığına sahipmişler. Tüccar eşlerinin ise alaca renkte ve çizgili cübbeler, şekillenmiş kadifeler, altın ve gümüş işlemeli kumaşlar giymeleri yasakmış”.
Roma Katolik Kilisesi’nin öğretileri tarafından Orta Çağ Avrupası’ndaki tabaka sistemi haklı görülürmüş. Kilise; yeryüzündeki her bireyin pozisyonunun Tanrı tarafından belli edildiğini ve herkesin ait olduğu pozisyonun verdiği hak ile görevler çerçevesinde yaşamını sürdürmesi gerektiğini öğretirmiş. Ancak devletlerdeki tüm haklar kiliselere verilmemiştir. Etkili grupların, kendileri için uygun olmayacağını düşündükleri, kanuni ve ekonomik değişimlerde birçok şeyi etkileme gücü varmış.
81
Onlar ahlaki olarak da toplumsal, ekonomik veya siyasi sistemi etkileyebilecek ideolojiler de yaratabiliyorlarmış. İnanç sistemi, gelenek ve öteki hayatın önemini vurgularmış. Hristiyan dini öğreticileri, “zenginlerin
Tanrı’nın çarlığına girmesindense, bir deve iğne deliğinden daha kolay
geçebilir” inancına inandırarak, fakirlerdeki kendi kendilerine olan saygıyı arttırmaya çalışıyorlarmış.
SINIF TOPLUMLARI
XVIII. yüzyılın sonları ve XIX. yüzyılın başlangıcına kadar, kapitalist toplum günümüzde olduğu gibi sınıflara ayrılırmış. Sınıflar benzer sosyal ekonomik statüye sahip, belli birey ve ailelerden oluşmuşlardır. Endüstiyel kapitalist toplumun, sorunsuz bir bölgeden diğer bölgeye geçebilecek hareketli iş gücü ve iş gücünü iş piyasasında satabilecek
özgür kişilere ihtiyacı varmış. Kast ve tabakalardan farklı olarak, sınıflar
açık toplumsal grupları oluştururlar. İçinde doğmuş olan ailenin pozisyonu, kişinin yaşamındaki şanslara önemli derecede etkili olsa bile, bireyin
hangi sınıfa dahil olduğu doğuştan kazanılan bir özellik değildir. Statü
zamanla kazanılan birşey olduğu için, kişinin sosyal – ekonomik durumunun değişmesi de mümkündür. Özel yeteneklere sahip ve şansları
olan bireyler, fakirlikten zenginliğe doğru ilerleyebilirler. Amerikan ideolojisi, tüm Amerikalıların varolan imkânlarda eşit olduklarını inandırıyor. Bunun göstergesi de oradaki profesyonel sporcu ile film yıldızlarıdır.
Harry Truman (ABD Başkanı), John Major (Britanya Başbakanı), Gerhard
Schroder gibi birçok siyasi kişinin mütevazi başlangıçları varmış. Ancak
engelleri aşıp başarıya ulaşamamış birçok Amerikalı da, başarısızlık nedenlerini sistemde değil, kendi eksikliklerinde ararlar. Aynı yeteneklere
sahip kişilerin aynı imkânlara da sahip olması ideolojisi, bir koşu yarışmasında farklı yerlere sahip koşucular gibi düşünülebilir. Teorik olarak onlardan herbiri bitiş noktasına yetişebilir, ancak daha önde yarışa başlayanlar bitiş noktasına varmak için rutin bir çaba harcarken, daha arkada yarışmaya başlayanlar inanılmaz yetenekler harcamak zorundadır. Böylece;
avukatın oğlu mezun mimar amacına varabilecek, işçinin oğlu ise amacına ulaşamazsa koşu yarışması imkânlarını eleştirmektense, kendisini
eleştirecektir.
Karl Marx, bireyin veya ailenin hangi sınıfa dahil olduğu, onun
imkânlarını etkilediğini kanıtlamıştır. Marx burjuvazi toplumunu iki
82
sınıfa ayrılmış olarak görürmüş. Birincisi, üretim araçları sahiplerinin
oluşturmuş olduğu burjuvazi sınıfıymış; ikincisi de, hiçbir mülkiyeti ve
iş gücü dışında satacak başka birşeyleri olmayan proletarya – işçi sınıfıymış. Üretim malzemelerini kontrol edenler, aynı zamanda neyin kabul edilebilir neyin edilemez, neyin ahlaklı neyin ahlak dışı olduğuna
dair tanımları da kontrol ederlermiş. Ekonomik pozisyon (sahip – proletarya) birinin varlığını - kaderini belirlemedeki en kaçınılmaz faktördür. Bu pozisyon geliri de etkilediği için, o kişinin nerede, nasıl ve ne tür
sağlık durumu içerisinde yaşayacağını da belirler. Aile reisinin yeri (işveren, işçi veya özgür profesyonel – doktor, avukat), çocuklarının nasıl
ve ne kadar eğitim alacağını ile onlara ne tür bir işin ulaşılabilir olacağını etkiler.
Aynı sınıfa dahil olma, o sınıfa dahil olan kişiler arasında aynı kader
ve beklentiler için ortak bilinç yaratılacağı anlamına gelmez. Marks, işçilerin ortak çıkar bilinci ile, kendi kendileri için bir sınıfa dönüşeceklerini
ve ortak çıkarlarını gerçekleştirmek için kapitalizmin çökertilmesini isteyeceklerine inanıyormuş. Demek ki, eşitsizliğin çözümünü sınıflar arası
savaşta görüyormuş.
Maks Weber, bireyin hayattaki şanslarını bellirleme zenginliği olarak sınıfın önemini kabul etmiştir. Maddi imkânlar, eğitim, sağlık ve
uzun yaşam imkânları gibi toplumsal değerler üzerinde, kişinin ekonomik pozisyonunun etkili olduğunu vurguluyor. Ancak eşitsizliği etkileyen faktörler arasında; sınıf ayrımının yanında, kişinin statü ve siyasi gücünün de büyük öneme sahip olduğunu söylüyor. Weber, prestij veya
toplumsal saygının, etki ve güç faktörü olduğunu savunur. Sanatçı, üniversite hocası, bilim adamı veya hükümet görevlisi çok mülk sahibi olmasa da, prestijleri var ve o prestijlerini ekonomik pozisyon sağlamada kullanabilirler. Üçüncü faktör olarak da, siyasi partiden ortaya çıkan
siyasi gücü ortaya koyuyor. Siyasi parti; mecburi olmasa bile, belli sınıf veya statü grubunun çıkarlarını temsil edebilir. Parti yönetimlerinin
kendi çıkarları da var.
Amerikan sosyologu William Loyd Warner ve onun işbirlikçileri,
Amerikan toplumundaki sınıf ayrımını araştırmasını kendilerine görev almışlardır. 1930 yılına kadar Amerika’da sınıf ayırımı olmadığı inancı hakimmiş. Warner’in yaptığı araştırmalara göre sosyologlar, altı seviyeli sınıflandırma şeması ortaya koymuşlar: yüksek, orta ve düşük sınıf. Herbir
sınıf kendi arasında daha yüksek ve daha düşük olarak ayrılır.
83
 Yüksek sınıf – daha yüksek yüksek sınıf
– daha düşük yüksek sınıf
 Orta sınıf
– daha yüksek orta sınıf
– daha düşük orta sınıf
 Düşük sınıf
– daha yüksek düşük sınıf
– daha düşük düşük sınıf
Daha yüksek yüksek sınıfa halkın %2’si dahilmiş ve bu sınıf, onlara
miras kalmış olan zenginlik ve saygınlık özelliklerine sahiptir.
Daha düşük yüksek sınıfa halkın %2’si dahilmiş ve bu sınıfa, yine
zenginlik ve saygınlığa sahip, ancak bu özellikleri kendilerinin kazanmış
olduğu bireyler dahilmiş.
Daha yüksek orta sınıfa halkın %10’u dahilmiş ve bu sınıf, ekonomi ve devlet yönetimindeki yöneticilik işlerini gerçekleştiren ve serbest
mesleklere dahil olanlardan oluşuyormuş.
Daha düşük orta sınıfa halkın %28’i dahilmiş ve bu sınıfı, katipler,
daha düşük pozisyonlu işadamları ve vasıflı işçiler oluşturuyormuş.
Daha yüksek düşük sınıfa halkın %33’ü dahilmiş. Bu sınıfa, yarım
vasıflı işçiler dahilmiş.
Daha düşük düşük sınıfa da halkın %25’i dahilmiş ve bu sınıfa da
vasıfsız halk dahilmiş. Bunlar arada sırada ve genelde kirli ve tehlikeli işlerde çalışıyorlar, çalışmadıklarında ise sosyal yardıma bağlı yaşıyorlar.
84
TOPLUMSAL TABAKALAŞMA
Tarihteki tüm toplumlarda tabakalaşma görülmüştür, daha doğrusu bireylerin imkânlarında tabakalaşma veya eşitizlik şekilleri görülmüştür. Buradan yola çıkarak, sosyolojinin eşitsizlik ile ilgilenen bölümünün toplumsal tabakalaşma olduğu söylenebilir. Toplumsal tabakalaşma, toplumsal eşitsizliğin özel şeklidir. Tabakalaşma, toplumun genelde üyelerinin sahip oldukları güç, saygınlık ve zenginliğe göre sıralanmış gruplara bölündüğünü gösterir. Aynı eğitim seviyesi, nitelikler, gelirler, güç ve saygınlığa sahip insanlar kendilerine has bir tabaka
oluştururlar.
Aynı sistem içerisinde farklı katmana ait bireyler, farklı şekilde
ödüllendirilirler. Ödüllendirme ya parasal ya da güç veya prestijle yapılır.
Mesela; doktor korumaya göre hem daha fazla para alır, hem de daha fazla prestije sahiptir. Ödüllendirmelerdeki farklar tespit edilmişler ve grup
üyelerinin büyük kısmı tarafından kabul görmüşler ise, tabakalaşma sisteminin kurumsallaşmış olduğunu söyleyebiliriz. Halkın büyük bir kısımı,
şirket müdürünün, sorumluluğu ve uzmanlığından dolayı, işçilere göre
daha fazla kazanmasını kabul edecek ve haklı görecekler.
Tabakalaşma konusunda sosyoloji, bu sürecin toplumsal dengeyi
ne kadar ve nasıl etkilediğini araştırır. Böylece, işlevsel ve çelişkili yaklaşım belirlenir.
İşlevsel yaklaşım, toplumsal düzenin tutulması ve toplumun ayakta
kalabilmesi için, tabakalaşmanın gerçekleştirdiği katkıya değinir. İşlevsel
yaklaşıma göre; gelirin, prestijin ve gücün eşitsiz dağılımı, bireylerin toplumdaki en önemli görevleri almalarını sağlar. Bu tarz ödüllerin eksikliği görülürse, yeteneklerin kullanılmayacağı ve insanların iş bölümünde
dağıtımı uygun şekilde yapılamayacağı tahmin ediliyor. Bu düşünceye
göre, daha yüksek gelir ve prestij elde edemeyeceğine inanmıyorsa birey
uzun ve zor tıbbi eğitimi zor kabullenir.
Karl Marx’ın tartışmalar yaratan teorisine göre toplumsal tabakalaşma daha doğrusu sınıf ayrımı, toplumsal sistemi ayakta tutabilme işlevinde değildir. Tam aksine, o toplumsal çatışma ve toplumsal değişimler
yaratbilecek bir faktördür. Eleştirmenlere göre, gelişmiş endüstriyel toplumlardaki toplumsal tabakalaşmanın tek sebebi üretim malzemelerinin
85
topluma ait olmaları değildir. Onun yanında güç ve egemenlik de faktör olarak ortaya koyulabilir. Toplumsal pozisyonların belirlenmesi faktörü olarak eğitim, mal - mülk sahibi olmanın yerine geçmektedir.
86
TOPLUMSAL HAREKETLİLİK
Toplumsal hareketlilik, toplumdaki yer veya pozisyonun değişmesi anlamına gelir. Profesyonel ve toplumsal pozisyon arasında yakın bağ olduğu için, hareketlilik genel olarak profesyonel hareketlilik
demektir.
Dikey hareketlilik veya mobil olmaktan, sıralamada aşağı veya yukarı doğru hareket etmek demektir. Yatay hareketlilik, nesiller arası ve nesil içi hareketlilik olarak bölünür. Babası otobüs şöförü olan mühendis,
babasının pozisyonu ile karşılaştırıldığında daha iyi bir pozisyona ulaştığı için, nesiller arası hareketlilik yaşamıştır. Araştırlamalara göre liberal
demokrasi modelinin hüküm sürdüğü endüstriyel toplumlarda, nesiller
arası hareket kademeli olarak hareket modelidir: işçi sınıfının yetenekli
ve çalışkan çocukları yüksek eğitim görüp, öğretmen, yönetici veya hemşire olmaktadırlar. İşçiden avukata veya mimara ulaşan hareketlilik ise,
genelde iki veya üç nesil kapsar. Eğer mühendis iş hayatına santral mühendisi olarak başlamışsa, zamanla da bölüm başkanlığına yükselmişse,
onun için de ona, kariyer yapmış veya nesil içi hareketlilik yaşamış denilir.
Diğer tarafta, bir müdürün çocuğu alkol problemi yüzünden satıcı veya
öğretmen olursa ve zamanla işten atılıp inşaat alanı koruması olursa, bu
duruma nesiller arası hareketlilik denir.
Yatay hareketlilik, yaklaşık aynı seviyede olan iş yerleri arasında yapılan değişikliklerdir. Örneğin, bir hemşire fizyoterapist eğitimi aldığında
veya belediyede bir sayaç memuru, mahkeme arşivine geçiş yaparsa, yatay hareketlilik yaşanmıştır deriz.
Bireylerin coğrafi hareketliliği onlara sıklıkla daha iyi bir veya herhangi bir iş bulma imkânı sağlar. Avrupa veya Asya’dan insanlar Güney
Afrika’ya, diğerleri köylerden şehirlere, bir diğerleri de ülkenin az gelişmiş bölgelerinden çok gelişmiş bölgelerine taşınırlar.
Teknolojideki değişimler ve demografik eğilimlerin dikey hareketlilikteki yer değişimine etkisi vardır. Endüstriyel toplumlarda, teknoloji sayesinde birçok manuel veya rutin işler (ör. ağır yükün boşaltılması veya
yüklenilmesi) yok edilmiştir. En büyük gelişmeler bilgisayar teknolojisinde yaşanmıştır. Programcı veya analist gibi, değer verilen ve iyi ödenen meslekler ortaya çıkmıştır. Bir alıntıda şöyle denir: “Zenginler daha
da zenginleşir, fakirler ise çocuk sahibi olurlar”. Sanayinin gelişmesi sayesinde şehirler gelişmiş, şehirlerin gelişmesi ile de aile bireylerinin sayısı
87
azalmıştır. Veliler gittikçe çocuklarının geleceğine daha fazla yatırım yapıyorlar. Yüksek sınıflardaki çocuk sayısı oranında, sanayi gelişimi arttıkça azalma görülür. Bu da daha yüksek statülü iş yerlerinin, daha düşük sınıflara ait çocuklarla doldurulabilmesi imkânını artırıyor. İlerlemenin en
güvenilir aracı olarak eğitim görülür. ABD’de yapılan araştırmaların sonucu da aynı şeyi göstermektedir. Bu araştırmalar, yüksek eğitimin (lise sonrası eğitim) orta eğitime göre daha çok ilerleme imkânı sağladığını ortaya koymuşlardır. Orta eğitimli insanların oranı arttıkça, avantajlar da azalmaktadır. Orta öğretim mezunlarının avantajları eğitimleri değil, onların
kişisel özellikleridir. Aile pozisyonunun, bir çocuğun kolej veya üniversitede eğitim görüp göremeyeceğini de önemli derecede etkiler.
Kim ilerliyor sorusu cevaplandırıldığında, başka koşulların da göz
önünde bulundurulmaları gerekiyor.
Birincisi, kişisel başarıda işgücü piyasasının da etkisi vardır.
Ekonomik kriz dönemine göre, ekonomik gelişim sağlanan dönemde
ilerlemek çok daha kolaydır.
İkincisi, aynı kişisel özelliklere sahip beyazlar veya zenciler ya da kadınlar veya erkekler, belki de aynı sonuçlarla karşılaşamayacaklar.
Kanada sosyologu John Porter, “Diker Mozaik” isimli kitabında,
ekonomik pozisyon ile etnik köken arasında bağın olduğunu göstermiştir. 1931 ile 1961 yılları arasındaki sayımları inceleyip, Britanya asıllı kişilerin meslek ve gelirlerine göre toplumda çok daha yüksek yerlere sahip olduklarını, yerli halkın ise genelde alt yerlerde yer aldıklarını
görmüştür.
Bu sınıfsal eşitsizlik, aile reisi ve onun çocuklarının eğitimini etkilemektedir. Böylece sınıfsal farklar ve eşitsizlikler, eğitim sisteminin
hareketlik imkânı sağlamasına rağmen, tamamen ortadan kaldırılamıyorlar.
88
MESLEKLER
Sanayi toplumlarındaki meslekler yapısında, profesyonel gruplar
gitgide fazla önem kazanıyorlar. Profesyoneller ikiye ayrılırlar: daha yüksek ve daha düşük profesyoneller. Daha yüksek profesyoneller grubuna; hakimler, avukatlar, hukuçular, mimarlar, planlamacılar, diş hekimleri, doktorlar, üniversite öğretim görevlileri, iktisatçılar ve doğal bilim uzmanları (fizikçiler, kimyacılar) ve mühendisler girer. Daha düşük profesyoneller grubuna ise; okullardaki öğretmenler, hemşireler, sosyal işçiler
ve kütüphaneciler gibi mesleklerde çalışanlar girer. Gelirlerine göre düşük profesyoneller grubundakiler, vasıflı işçilerle aralarında büyük bir gelir farkı yoktur. Ancak vasıflı işçilerle kıyaslandıklarında, bu profesyonellerin başka avantajları vardır. Onlar; daha fazla iş güvenliği, daha fazla ilerleme imkânları ve kişisel gelirlerinde yıllık artıştır.
Profesyonel mesleklerin özelliklerinden biri otonomi, daha doğrusu profesyonel kararlar getirilmesi sırasındaki bağımsızlıktır. Onların
çoğu; hastaneler veya avukat büroları gibi profesyonel organizasyonlarda çalışsalar bile, belli durumlarda nasıl davranacaklarına dair otonom kararlar getirebilirler. Otonominin profesyonel gruplara ait bir ayrıcalık olmasına rağmen, onun daha yüksek ve daha düşük profesyoneller arasında uygulanması arasında fark var. Örneğin, ders üniteleri ve ders anlatma metodlarının kullanımı bakımından, bir ilkokul öğretmeninin bir üniversite öğretim görevlisine kıyasen daha az otonomisi vardır.
Meslek çeşitlerinin artışı, toplumdaki değişimlere bağlıdır.
Ekonomik faaliyetlerin git gide daha karmaşık bir hal alması ve ürünlerin
satılmasına başlanması ile daha fazla mali ve hukuki profesyonellere ihtiyaç duyulmaktadır. Devletin; sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık alanlarındaki rolünden dolayı, devlet kurumlarında yüksek kalitede çalışanlara ihtiyaç duyulur.
Daha yüksek profesyonellerin toplumsal rolü ve onların para ile
prestijler ödüllendirilmeleri, bu mesleklerin dört önemli özelliği ile bağdaşır. Birincisi, birçok sorunda kullanılabilecek belli bilgi derecesine sahip
oldukları düşünülüyor. Yani doktorlar, hastalıkların ortaya çıkartılması
ve o hastalıkların tedavi edilebilmeleri için, belli tıbbi bilgiye sahiptirler.
İkincisi, profesyonellerden toplumsal çıkarları kendi çıkarlarının önüne
koymaları beklenmektedir. Örneğin, doktorlar için en önemli olan has89
talarının sağlığıdır, ceplerini para doldurmak değil. Üçüncüsü, mesleği
toplum çıkarları için kullanmak, etik kurallar ile kontrol altına alınmıştır. Etik kuralları, uzman birlikler tarafından belirlenirler. Bu kurallar uygun niteliklerin elde edilmesi için gerekli olan hazırlığın bir parçasıdır.
Doktorlar, onların mesleki sorumluluklarının yazılı olduğu Hipokrat yeminini öğrenirler. Doktor kuralları çerçevesinden uzaklaşırlarsa, doktor
birliği tarafından mesleklerini yapmaları yasaklanabilir. Dördüncüsü,
profesyonel grupların toplum iyiliği için yaptıkları katkılar, yüksek maaş
ve prestij ile ödüllendirilir.
Önemli bir eleştiri konusu, uzmanların kendi rollerini toplum
hizmetine koyup, bu yüzden ayrıcalıklara sahip olmaları anlayışıdır.
Amerikan sosyolog İvan İliç, halkın sağlık durumunun iyileşmesindeki başlıca sebebin tıbbi hizmetlerde değil, ortamın, daha doğrusu yiyecek, çalışma şartları, ev şartları ve hijyen konularında pozitif gelişmelerin
yaşanmasıdır. Tüberküloz, kolera, dizanteri, tifo ve kızamık gibi hastalıklardaki azalmaların, tıbbın gelişmeye başlamasından önce görüldüğünü
söyler. Bu hastalıkların daha az görülmesini, antibiotikler ve diğer ilaçlara değil, çevredeki değişimlere bağlıyor. İliç, modern toplumdaki hastalıkların çoğunun, yaşam ortamındaki olay ve değişimlerinin sonuçları olduğunu ispat ediyor. Modern toplumun özellikleri olarak, sıkıcı ve monoton işi, bireyin kendi hayatını yönetebilmesinin engellenmesi ve daha
fazla kazancın mutluluk getirdiğine dair yanlış düşünceleri ortaya koyuyor. Sanayi toplumunun bu kötülüklerinden dolayı, onun üyelerinde birçok rahatsızlıklar ortaya çıkmaktadır. Bu tarzdaki hastalıkları ortaya çıkarıp onları tedavi edebileceklerini söylemeleri, doktorların hastalarına iyilikten daha fazla kötülük yapmaları anlamına geliyor. Ortamı değil de bireyleri tedavi ederek, doktorlar hastalıkları engellemeleri için çok az şey
yapıyorlar.
Yüksek eğitimli profesyonellerin bir bütün olarak topluma hizmet
ettikleri iddiası, şüphe altında kalmıştır. Birçok sosyolog, yüksek profesyonellerin zengin ve güçlülerin çıkarlarına hizmet ettiklerini belirtirler.
Örneğin, iktisatçılar ve hukukçular sermayeye hizmet etmek amaçlı çalıştırılırlar, mimarlar zenginler için inşa ederler vb. Amerikalı sosyolog
Wright Mills hukuk mesleğinden bahsederken, hukukçular herkesin çıkarı için kanunu korumadıklarını ve gitgide büyük şirketlerin köleleri olduklarını söylüyor.
90
Sorular ve ödevler:
1. Azınlık etnik gruplar, baskın etnik gruplar tarafından tehlike altında olduklarını hissederlerse, buna nasıl tepki verirler?
2. Modern toplumlarda evlilik bağlarının rolü nedir?
3. Kastlar ve tabakalar, bireyin toplumdaki yeri için kendisinin savaşmasını nasıl engellerler?
4. Sınıflar açık toplumsal grup olmalarına rağmen, ailenin ekonomik pozisyonu bireyin imkânlarını etkileyen önemli bir faktördür. Neden?
5. Liberal demokrasi sayesinde, sanayi toplumlarındaki kademeli
ilerleme modelini tarif et.
91
TOPLUMSAL KURUMLAR
TANIM VE KURUM ÇEŞİTLERİ
Toplum; biyolojik üreme, üretim ve ekonomi, kültürel gibi, insanların temel ihtiyaçlarını karşılamak için hizmet veren kurumların oluşturmuş olduğu bir ağdır. Kurumlar tipik davranışlar ve birey rollerini profilleştirirler. Eğer belli toplumsal olay ya da fenomen, birey davranışlarının sıkı bir şekilde belirlendiği normlarla düzenlenmişse, bu toplumsal
olay ya da fenomenin kurumlaştığını söyleyebiliriz. Örneğin din toplumsal bir fenomendir, kilise ve diğer dini organizasyonlar da dinin kurumlaşma şeklidir.
Kurumların kelime kökü Latince kelime olan instituere’den gelir ve
eğitim süreci, düzenleme anlamına gelir. Modern sosyolojide; toplumsal
kurumun insanların özel ihtiyaçlarını, ilgi alanlarını ya da değerlerini tatmin ettikleri, organize edilmiş birimi olduğunu kabul edilir. Sonuç olarak kurumlar toplumsal kabul görürler ve her toplumun tabansal unsurunu oluştururlar. Toplumsal sistem, onun başlıca işlevlerini düzenleyen
kurumlar ağından oluşmuştur.
Toplumsal kurumların, belli kriterlere göre yapılmış farklı sınıflandırmaları vardır. Eylemlerinin kapsamına göre şu çeşitleri ayırt ederiz:
- Küresel veya makro kurumlar (devlet, büyük dini organizasyon,
uluslararası ekonomik ve siyasi kuruluşlar);
- Makro kurumlar (ilkokullar, basketbol kulüpleri);
- Sektörel kuruluşlar (profesyonel birlikler).
Eğer kriter olarak kurum tüzükleri alınırsa, kurumları aşağıdaki gibi
ayırırız:
- Devlet veya kamu kurumları;
- Özel kurumlar.
Karşıladıkları ihtiyaç tiplerine göre kurumları şöyle ayırırız:
92
- Biyolojik üreme, aşk, sosyalleşme (evlilik, aile) gibi ihtiyaçları karşılayan kurumlar;
- İnsanın temel geçim ihtiyaçlarını karşılayan kurumlar (ekonomik
enstitüler);
- Güç, yönetim ve toplum iktidarının düzenlendiği kurumlar (siyasi enstitüler);
- Kültürel ve manevi ihtiyaçları düzenleyen kurumlar (kültürel enstitüler);
- Dini ihtiyaçları karşılayan kurumlar (dini enstitüler).
EKONOMİK KURUMLAR
Sosyal düşünürler insanı biyolojik yaratık olarak farklı, sosyolojik
yaratık olarak farklı belirlemişlerdir. Bu vesileyle biz bunlardan iki tanesi üzerinde duracağız. Aristoteles insanı, insanın siyasi yaratık olduğu anlamına gelen „zoom politikom” olarak tanımlar. Demek ki birey, diğer insanlarla daimi iletişimde olmalıdır. Öte yandan ise Benjamin Franklin insanı, araç üretebilen hayvan anlamına gelen „tool-making animal” olarak
tanımlar. Bu tanım insanı, öncelikle ekonomik bir yaratık olarak gösterir.
İnsan tek başına ürettiği araçlar sayesinde, onu çevreleyen doğa ile, işgücü temelli olan bir değişim ilişkisi içerisine girmektedir. Diğer canlıların
yanında, insan işgücü yeterli bir faaliyettir. Ama işgücü, insan faaliyetlerinden sadece bir tanesidir. İşgücü sayesinde insan üretim yapıp, kendine ve topluma değer ifade eden ürünler ortaya çıkarıyor. Bu değerler diğer insanlardaki değerlerle değiştirilmesiyle, ekonomi kategorisi olarak
insanlar arası ilişkiler ortaya çıkıyor.
Diğer canlı varlıklardan farklı olarak emek (işgücü) bir bütünsel etkinliktir. Aynı zamanda, insanın birçok etkinliklerinden birini ifade eder.
İnsan, emek (işgücü) sarfetmekle ürün üretir ve yaratmış olan ürünler
hem kendisi hem de toplum için değerler ifade eder. Bu değerler, diğer
insanlarla paylaşılarak ekonomi kategorisi olan insanlar arası ilişkiler elde
edilir. Değişmeyle, değeri olanların satımı-alımı gerçekleşir.
Üretim başlıca; şirketler, fabrikaları, kooperatifler ya da zanaatçı
dükkânlarında gerçekleştirilir. Mal, para ile değiştiriliril. Ticaret, aynı zamanda piyasada, bankada veya borsada da gerçekleşebilir. Tüm bu sayılan kurumlar, ekonomik kurumlardır.
93
Ekonomik kurumlar, insanların üretim faaliyetlerinin ne şekilde yürütüldüğünü belirlerler. Diğer taraftan ekonomik kurumlar sayesinde, bu
faaliyetler sırasında insanlar arası ortaya çıkan ilişkileri de düzenlerler.
Ekonomik kurum, ekonomik daha doğrusu ticari ya da üretim – hizmet hedefleri için kurulmuş olan bir birimdir. Şirketin amacı kâr gerçekleştirmektir. Şirket, bir ekonomik amacın gerçekleştirilmesinde farklı statü ve rollerle birbirine bağlı bir grup insanı temsil eder.
Sosyologlar şirketlerin toplumdaki gücünü araştırıyorlar. Şirketler
büyük işletmelerdir. Onlar büyük sayıda insana iş imkânı sağlıyorlar ve
büyük gelirler elde ediyorlar. ABD’deki iki yüz en büyük şirketin, Amerika
sanayisindeki toplam kârının %90’nı gerçekleştirdikleri düşünülüyor.
Şirketlerde mülkiyet ve yönetim ayrıdır. Yöneticiler mülkiyet sahibi değildirler. Şirket sahipleri birey veya aileler olabilir, hatta olağanüstü güç
ve etkiye sahip hanedan aileleri de olabilirler. Onlar tüketici ihtiyaçlarını
“yaratıyorlar”, piyasa fiyatlarını belirliyorlar, dünyadaki piyasaları genişletiyorlar, işgücünün sosyal durumunu belirliyorlar, büyük kazançlar elde
ediyorlar ve siyaset üzerinde etki sahibi oluyorlar. Bu şirket veya hanedan aileleri, medya ve hükümeti de kontrol edebilme gücüne sahiptirler.
Modern üretim organizasyonununun temellerini, XX. yüzyılın başında mühendis Frederick Taylor atmıştır. Taylor, insanın ekonomik hayvan olduğu düşüncelerinden yola çıkarak, onun hem işçi hem de işveren
olarak benzer amaçlara sahip olduğu kanaatine varmıştır: daha yüksek
günlük ücret ve daha yüksek kâr. Bu
nedenden dolayı da, üretimde çatışmaların ortaya çıkabilmesi için hiçbir neden yoktur. Taylor kuralları; işgücünun teknolojiye göre organize olması, katı disiplin ve tek merkezli komut ile işçilerin tamamen itaatini öngörür. İşçi, emek hayvanı veya canlı makinedir.
94
EKONOMİK KURUM OLARAK
MÜLKİYET
Mükiyet, ekonomik faaliyetlerin organize olmaları ile üretimde ve
toplumdaki ilişkileri etkileyen temel ekonomi kurumudur. Mülkiyet farklı boyutlardan incelenebilir. Mülkiyetin hukuki boyutu, mülkiyetin korunmasını gösteren boyuttur. Mülk sahibi kişilerin, sahip oldukları herşeyi
(ör. Toprak, daireler, evler, fabrikalar) serbestçe kullanabilme imkânı sağlar. Mülkiyet hukuku sayesinde diğer herkes de bu hakka uyar. Mülkiyetin
etik boyutu toplumsal ilişkiyi, kişinin mülkiyet hakkını kullanmasının, diğerlerinin haklarını kısıtlayabileceğini gerçeğini gösterir. Mülkiyetin ekonomik boyutu mülkiyetin de, üretim, emek, sermaye, bilgi ve beceri araçlarının kullanıldığı gibi kullanılmasını tavsiye eder. Önemli sosyal düşünürler bireyin özgürlüğünü, özel mülkiyete sahip olabilme hakkı ile bağdaştırırlar. Özel mülkiyet hakkı, yalnızca serbest ekonomik rekabeti yaşanan piyasa ekonomisinde mantıklıdır. Devletin bu hakkı koruması gereklidir. Amerikan felsefeci Robert Nozick, başkalarının haklarını tehdit etmediği sürece, kendi amaçlarını özgürce gerçekleştirmek, bireyin en doğal hakkıdır. Amaçlarına ulaşmak hakkı, özel mülkiyet hakkı ve birikimleri
ile yakından bağlıdır. Bireyler ne istediklerini en iyi kendileri bildikleri için
devlet onların hayatlarına fazla karışmamalıdır.
“Halkların Zenginliği” isimli kitabında İskoç iktisatçıcı Adam Smith
(XVIII. yy), kendi kendini düzenleyen bir mekanizma olarak serbest piyasanın rolünü vurgulamıştır. Ekonomik yaşamı açıklarken, Smith her
insanın sadece kişisel çıkarları için ilgilendiği gerçeğinden yola çıkar.
Kendi kişisel çıkarlarından yola çıkarak, öyle bir amacı olmasa bile sıklıkla toplum çıkarlarını korur. Bunu yapmaya, serbest rekabetin görünmez
eli itiyor. Görünmez el şöyle etkiliyor: örneğin, çok aranan bir ürün talebi var. Doğal olarak onun fiyatı artar, bu da üreticiye yüksek kazanç getirir. Büyük kazançtan dolayı başkaları da aynı ürünü üretmeye başlayacak. O ürünün üretimi artacak ve başlangıçtaki eksiklik azalacak. Artan
üretim üreticiler arasındaki rekabet ile birleştiğinde, ürünün fiyatı normale dönecektir. Bilinçli olarak kimse eksikliğin kapatılıp ekonomiye nasıl yardımcı olduğunu sorusunu gündeme taşımıyor ve böylelikle sorun
çözülmüş olur. Ancak, serbest rekabete engeller koyulursa, görünmez el
de işini gerektiği gibi bitiremez. Smith, ekonomik faaliyetlere başkalarının karışmasına şiddetle karşı çıkıyor.
95
Bu liberal fikrin aksine, sosyalistler özel mülkiyetin toplumdaki eşitsizliğe sebep olduğunu düşünerek onun kaldırılması için uğraşmışlar.
Ekonomi alanında Nobel ödülü sahibi Ekonomist Friedrich Hayek, verimliliklerinden dolayı piyasa mekanizmalarını haklı görüyor. Özel mülkün
serbestçe kullanılması ile rekabet, nadir yeteneklere sahip olan insanlara
büyük kazançlar sağlamalarına yöneltiyorlar.
SİYASİ KURUMLAR
Aristoteles, millattan önce IV. yüzyılda yazmış olduğu “Siyaset” eserinde insan toplumunu siyasi toplum, insanı da „zoom politikom” ya da
siyasi hayvan olarak adlandırıyor. Eski düşünürler insan toplumunu siyasi
toplumdan ayrı tutarlarmış. Siyaseti insanın üstün eseri olarak görürlermiş. Siyaset sayesinde toplumda sadece birlik değil, insanlara insancıl ve
hukuki bir yaşamın da sağlandığının altını çiziyorlarmış. Buna göre de, siyasi toplumları (ör. devlet kurumları) medeni, siyasetin olmadığı toplumları da ilkel ve barbar olarak görürlermiş.
Her durumda, toplumsal fenomen olarak siyaset, Aristoteles döneminden beri vardır ve günümüzde insan yaşamının her alanına girme
eğilimindedir. Günümüzde; insanın kültürel, özel ve hatta mahrem hayatında bile siyaset dahildir.
Makedonya
Hükümeti
96
Siyasi kurumlardan bahsetmeden
önce, siyaset ve genel olarak siyaset olayı
için yapılmış birkaç tanımdan söz edeceğiz.
Bazı yazarlara
göre siyaset, toplumu yönetmek ve işletmek; daha doğrusu, insanlar arası ilişkilerin yönetildiği toplumsal ve yönetim etkinliğidir. Bazı tanımMakedonya Cumhuriyeti Meclisi
lar ise daha dar seçenekler sunar ve onlara göre; birlik veya toplumda kazanmak, bakımını yapabilmek ve gücünü kullanmak becerisidir. Çoğu çağdaş sosyolog ise, siyaseti gücün bölünmesi olarak tanımlarlar. Toplumsal katmanların ile bireylerin sahip oldukları bu güç sayesinde; insan yaşamının organize şekilde ve birlik içinde tutulabilmesi için şart olan, birlik içindeki ilişkilerin düzenlenmesi gerçekleşir. Güç ve otorite sahipleri, toplumsal ilişkilerin düzenlenmesi sırasında her zaman belli amaç ve çıkarlara yer vermişlerdir.
Siyasetin ana bileşeni olarak görünen güç ile ilgili, sosyologlar
Veber’in bileşenini kabul ederler. Bu bileşene göre güç, diğerlerinin karşı çıktıkları durumlarda bile, kendi isteğini diğerlerinin istekleri üzerinde
gerçekleştirmektir.
Sosyologlar iki tür güç ayırt ederler: iktidar ve zorlama.
İktidar bir güç şeklidir ve meşru olarak kabul edip, ona bu temelde
itaat edilir.
Zorlama da güç şeklidir, ancak bu şekil zorlama altında kalanlar tarafından meşru olarak kabul edilmez.
Lukes’e göre gücün iki yüzü vardır:
- Birincisi; çeşitli birey ve grupların, onların görüş ve çıkarları ile
bağlantılı olan kararların getirilmesinde etkili olduğu, karar verme sürecidir; ve
97
- Gücün ikinci yüzü, “karar getirmeme” sürecindedir. Güç, belli soruların karar verme aşamasına gelmelerini engellemek için de kullanılabilir. Ayrıca Lukes, gücün güçten zarar görebilecek kişilerin üzerinde kullanıldığını savunuyor.
Güç ile ilgili ikinci grup teoriler, egemen seçkinler modeli olarak bilinir. Egemen seçkinler modelini kuranlardan biri olan Pareto’ya göre, iki
tür seçkinler (elitler) vardır: “aslanlar” ve “tilkiler”. Aslanlar güçlerini hızlı ve keskin faaliyetler, tilkiler ise kurnazlık ve hile temelleri üzerinde kurmuşlardır.
DEVLET DÜZENİ
Tarihsel açıdan devlet, belli toplumsal gelişim sırasında ortaya çıkmıştır. Eski ve antik devletlerin aile ve kabile birliklerinden ortaya çıktıkları bilinir. Ancak devletin kurulması en çok, o bölgedeki insanları kontrol altında tutarak, toprak esasına dayanmaktadır. Orta Çağ devletleri aile
– hanedan ve monarşi ilkesine bağlı olarak kurulmuşken, modern devletler milli ve etnik köken ilkesine bağlı kurulmuşlardır.
Devlet en güçlü ve en otoriter siyasi kurumdur ve bir bölge ile onun
halkının iktidar, düzen, organizasyon ve savunmasını gerçekleştirir.
Devletin doğası ve anlamı için birkaç açıklama vardır. Antik düşünürlere göre devlet, insanlar arası anlaşma sayesinde ortaya çıkmıştır, daha doğrusu bu anlaşma tabanı sayesinde bireyler, devlete kendisinin korunmasına ait hak ve rollerini aktarmışlardır. Bu düşünce burjuvazi
devrimleri sırasında da aktüel olmuş, anlaşmanın tek defalığına, yenilenmemek üzere imzalanmış olduğunu hatırlatmıştır.
Devlet için varolan ikinci açıklama Marksist açıklamadır. Ona göre
devlet, ilkel toplumun sonların doğru, varoluş ihtiyaçları ürünlerinde fazlalık ortaya çıktığı ve bu ürün fazlalığını bir grup insan kabul edildiği zaman ortaya çıkmıştır. Bu şekilde sınıflara ayrılmış toplum ortaya çıkar.
Marksistlere göre devletin temel amacı, sınıf ilişkilerinin düzenini korumaktır. Sınıf ilişkileri kaldırılırsa, devletin objektif anlamı ve işlevi kaybolacak ve devlet mutlaka yok olacaktır.
Modern devletlerin ortak özellikleri olarak: ortak bölge, ortak çıkarlar, ortak piyasa vb. gösterilir.
98
Bununla ilgili devlet için, toplumun gelişiminin belirli bir aşamasında ortaya çıkmış olan toplum ürünü tanımını yapabiliriz. Devlet, üzerinden belli bir bölgede iktidarın sağlandığı bir siyasi araç olarak faaliyet
gerçekleştirmektedir.
Devlet diğer toplumsal örgütlerden ikilem göstermeden ayırt edebileceğimiz bir örgüttür. O, fiziksel gücün kullanımını (baskı ile) gerçekleştiren bir tekele sahiptir ve vatandaşlarının ortak yararları için gerekli
işlevleri yerine getirir. Weber’e göre, devletin meşru fiziksel zorlama üzerinde bir tekeli ve kendi halk ile bölgesi üzerinde kontrolü vardır. Bu tanım birçok sosyolog tarafından kabul edilmiştir.
Toplum üyelerinin büyük çoğunluğu, belli amaçlara ulaşmakta sadece merkezi iktidarın güç kullanma hakkı olduğunu düşünürler. Başka
birey veya gruplar da güç kullanabilirler, ancak terörist, futbol holiganları ve katillerin etkileri meşru olarak kabul edilmez. Sadece devlet, savaşa
girmek veya birini yargılamak için hukuk sistemini kullanmak durumundadır.
Weber’in yapmış olduğu tanıma göre devletin; kanunlar getiren
hükümet ve hukuki sistemden, hükümek kararlarını uygulayan bürokrasi
ve kamu yönetimi, kanunları uygulayan polis ve devleti dış tehlikelerden
koruma görevi olan askeri güçlerden oluşmuştur.
Birçok sosyolog modern merkezleşmiş devletin Avrupa’nın birçok
bölgesinde de ortaya çıkan yeni bir olgu olduğunu düşünüyorlar. Ancak
böyle bir devlet, feodal dönemin sonuna kadar gelişmemiştir.
Feodal toplumda gücün meşru olarak kullanılması merkezi, merkezi iktidar – hükümetin elinde değilmiş. Teorik olarak bakıldığında, devletin başında hükümdar varmış, ancak pratikte, askeri güç ve belli bölgelerin kontrolu feodallerin elindeymiş. Bu yüzden devlet tek merkezde değil, devletin elinde olan tüm toprak üzerinde dağılmış olan birkaç güç
merkezinde yoğunlaşmış durumdaymış.
Fransız monarşisi ancak XVII. yüzyılda tüm bölgedeki aristokratlar üzerinde egemenlik kurmayı başarmıştır. Ardından, ulaştırma ve haberleşme sistemi ancak XIX. yüzyılda yeterince gelişip, merkezi devletin
daha uzak yerler üzerinde de iktidar sağlamasını sağlamıştır.
Merkezi devlet çok eski zamanlardan beri dünyanın birçok kısmında gelişmiştir, ancak modern sanayi devletlerin merkezi devletin önemi,
ancak XIX. ve XX. Yüzyılda gelişiyor.
99
SİYASİ SİSTEMLER VE MODERN
MİLLETLER – DEVLETLER
Toplumun yönetimi ve örgütlenmesi faaliyeti gerçekleştiren tüm
toplumsal organlar, siyasi sistemi oluşturan unsurlardır.
Siyasi sistem 4 ödev gerçekleştirmek üzere uygulanır:
Birincisi ortak siyasi kimliğin kurulmasıdır; ikincisi gücün ortaya koyulması ve güçlendirilmesi; üçüncüsü meşru iktidarın kurulması ve dördüncüsü, mal ve hizmet üretimi ve dağıtımının mümkün kılınmasıdır.
İki büyük grup siyasi sistem ve devlet çeşidi vardır: demokratik ve
demokratik olmayan.
Demokrasi ülkelerinde halk; özgür ve gizli oylama ile onların seçtikleri siyasi temsilciler sayesinde toplumda hüküm sürerler. Demek ki
vatandaşlar, iktidarın toplum ve devletteki yok sayılamaz varlıklarıdır.
İktidar üçe bölünür ve her üçü birbirinden bağımsızdır: Yasama iktidarı,
yürütme iktidarı ve yargı (yani kanunların getirilmesi, gerçekleştirilmesi
ve korunmaları).
Demokratik siyasi sistemlerde birey hak ve özgürlüklerinin korunması geniş kapsamlıdır: yaşam ve insan kişiliğinin yok sayılamaması,
onun düşünce ve vicdan özgürlüğü, mülkiyet vb. Hukuki devlette, hak ve
görevler bakımından herkes eşittir. Demokratik siyasi sitemlerde her nekadar çoğul halkın seçtiği – istediği prensibi geçerli olsa da, azınlık çıkarlarını (siyasi, dini, kültürel vb.) koruma prensibi de egemendir.
Demokratik olmayan devletlerde bu unsurlar saygılanmaz veya
önemli derecede azalmışlardır. Onlar: totaliterlik, partiokratizm vb.
Partiokratizm, partilerin kurumsal veya asli olarak sivil toplumuna
girip tüm bölümleri ele geçirmesi ve sivil toplumun demokratik faaliyetlerini engellemesidir.
Totaliterlik ise tek partili sistemdir. Bir parti iktidara geçip, kalıcı olarak diğerlerinin iktidara geçmesini yasaklamasıdır.
Modern milliyetin – devletin gelişimi iki tarihsel süreç içerisinden
geçirmiştir: birinci veya liberal süreç XIX. yüzyılı kapsar, ikinci veya örgütlenmiş süreç ise XX. yüzyılı kapsar.
Liberal süreçte devletin rolü, diplomasi ve askeri gücünü kullanıp ham maddeler elde etmekmiş. Devletin iç rolü ise, özel mülkiye100
tin korunması ve sanayideki iş gücünün disiplin edilmesine dayanırmış.
Toplumsal problemleri çözememesinden dolayı, XX. yüzyılda liberal devlet tekrardan örgütlenmiş ve milli ekonomik refah için sorumluluklar almıştır. Yeniden örgütlenmiş devlet, refah veya sosyal devlet olarak bilinir.
Devlet, sosyal çıkar grupları arasında (özellikle iş veren ile çalışanlar arasında) arabulucu rolüyle üstlenmiş.
Ekonomideki gelişmelerden elde edilen maddi çıkarları sadece kapitalistelere engellemediği için, sosyal devlet destek görmüştür.
Gelirlerin vergiye tabi tutulması (gelirler arttıkça vergi de artar) ile, tekrardan dağıtım mekanizmalarını kullanılmış ve kâra dayalı ekonomiden
ortaya çıkan istenmeyen sonuçlar engellenmiştir. Sosyal devlet, fakirlerin
ve işsizlerin bakımı için fonlar kurmuştur. Fonlar sayesinde sağlık, eğitim
ve emekli maaşları finanse edilmiştir.
MAKEDONYA’DA SİYASİ SİSTEM
VE DEVLET GELİŞİMİ
Anayasanın hükümlerine göre Makedonya demokratik, hukuki ve
sosyal bir devlettir. Ülkenin siyasi sistemi ise parlamenter demokrasiye
dayalı cumhuriyet sistemidir. İktidarın; yasama, yürütme ve yargı olarak
üç dala kesin dağılımı görülür. Yasama iktidarı yani Meclis, genel ve doğrudan seçimler yoluyla kurulur. Seçimler sayesinde halk, siyasi partiden
veya bağımsız olarak seçime giren kişilerden kendi temsilcilerini seçerler.
Siyasi partilerin kayıt şekli ve seçim ilkeleri ile, çokpartili sistem yürürlüğe
girmiştir. Cumhurbaşkanı da doğrudan seçimler ile, 5 yıllık görev süresine seçilir. Meclis temsilcilerinin görev süresi ise 4 yıldır. Meclis, 120 milletvekilinden oluşmuştur.
Makedonya’daki modern kurumlar genel olarak, 1990 – 91 yıllarında gerçekleşen toplumsal değişimlerle yürürlüğe girmişlerdir ve 19
Kasım 1991 yılında yürürlüğe giren Makedonya Cumhuriyeti anayasası
ile bağımsız ve egemen Makedonya Cumhuriyeti’nin siyasi sistemi çevrelenmiştir. Ancak bu siyasi kurumların çoğunun ya tarihi kökeni vardır,
ya da XIX. yüzyılda sürdürülen milli özgürlük ve kendi devletini kurabilme (ör. siyasi partiler, yerel yönetim, askeri-siyasi örgütler vb.) savaşlarından itibaren anayasal – hukuki projelerde yer almışlardır. HKS döneminde, 1944 yılında Makedon devleti kurulmuştur.
101
Makedonya siyasi kurumlarının tarihleri, Makedon kaynak ve araştırmacıları dışında, birçok yabancı araştırmacı tarafından da incelenmişlerdir. Modern politikojolinin atası Harold Lasswell, 1936 yılında yayınlamış olduğu “Siyaset – Kim, Neyi ve Nasıl Kazanıyor?” isimli eserinde
VMRO’ya bütün bir bölüm ayırmış ve bu örgütün faaliyetlerinden detaylı olarak bahsetmiştir.
Diğer siyasi kurumlardan biri, vatandaş ile belediyelerin doğrudan
karar verdiği yerel yönetim şekli olarak referandumdur.
Bu siyasi kurumların projelenmiş hukuki ve sosyal amaçlar doğrultusunda ne kadar faal oldukları ve bu faaliyetlerinin ne tür sosyal ve gelişim sonuçları ortaya çıkardığı konuları, önemli sosyal sorulardır.
Bu soruların cevabı verilirken, birkaç durumun gözönünde bulundurulması gerekiyor.
Herşeyden önce, eskiden neredeyse yarım asır sürmüş olan kurum,
pratik ve tecrübelerinden günümüz partilerinin de yararlandığı, tek partili sosyal sistemin gözönünde bulundurulması gerekiyor.
İkincisi, yeni siyasi kurumlar anayasal – hukuki bağlamda uygulamaya konmuşlardır, ancak henüz geleneksel demokrasi pratik üzerinde
temeller kuramamışlardır. Sistemin dengeli hale gelmesi süreci içerisinde, belki bu kurumlardan bazıları değişir. Örneğin, zamanla siyasi parti sayısında mutlaka azalma yaşanacaktır. Yerel yönetimde de mutlaka
değişimler olacak, Avrupa yerel yönetimi örneğine bağlı olarak gelişme
gösterecektir. Piyasa ekonomisi ve sivil toplumun gelişmesi ile, etnik siyasi örgütlenmenin yerine, ilgi alanı çerçevesinde siyasi örgütlenmeler
geçecektir.
Bazı sosyologlar, bir siyasi sistemin ayakta kalabilmesinde, siyasi kültürün etkisini ortaya koyuyorlar. Siyasi kültür vatandaşların inandıkları norm, değerler ve sembolleri kapsar. Örneğin, Amerika Birleşik
Devletleri’nde: anayasa, demokrasi, eşit şans imkânları ve bayrak, toplumdaki siyasi güç sistemini özürlerler. Siyasi kültür, gerçek ve dayatılmış olabilir. Gerçek siyasi kültürler, vatandaşların faal olarak inandıkları
ve destekledikleri kültür biçimleridir. Dayatılmış siyasi kültür ise, vatandaşlara güç veya tehdit ya da dayatılma ile yapılmış, yapay olarak oluşturulmuş inançlardır. Siyasi kültür şüpheli olunca, 1989 – 91 yıllarında Eski
Sovyet Birliği’nde ve Orta Avrupa’da olduğu gibi, sistemin özürlenmesi
ile ilgili kriz ortaya çıkabiliyor. Skandallar, rüşvet, devlet suç ve adilsizliği
gibi olaylar, insanların siyasi sisteme olan inançlarını çabuk sarsabilirler.
102
Bu sebeplerden dolayı, siyasi kültürün ayakta tutulabilmesi siyasetçi ve
bürokratların en önemli endişelerinden biridir.
SİYASİ PARTİLER
Herbir hükümetin kendi iktidarını özürlemesi gerekir. Orta Çağ
Avrupası’nda krallar, iktidarlarını Tanrı inancı ile özürlermişler. Kralın,
Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcisi olduğuna inanılırmış. Komünist iktidarlar (iktidarda bulunan yöneticiler) ise kendilerini işçi sınıfının haklarını gerçekleştirdiklerine inandırırlarmış, ancak sevilmeyen diktatörler olarak iktidarlarının sonuna gelmişlerdir. Demokratik toplumlarda hükümet,
vatandaşların siyasi partiler tarafından teklif edilen kişileri oylamaları ile
gerçekleşen seçimlerle kurulur. Bu yüzden de modern demokratik toplumlar, siyasi partiler olmadan düşünülemezler.
Parti terimi Latince’de bölüm anlamına gelen pars kelimesinden ortaya çıkmıştır. Kelimenin anlamı, partinin bir bütünün bölümü olduğunü
gösterir. Siyasi partiler, modern zamanların ürünüdür. Toplumun feodal
kelepçelerden kurtulması, parlamenter sistemin gelişmesi ve seçme hakkının yayılması ile ortaya çıkmışlardır.
İlk siyasi partiler, XVIII. yüzyılın sonlarına doğru, Amerika Birleşik
Devletleri’nde ortaya çıkmışlardır. Orada Amerika’nın en büyük partileri Demokratik ve Cumhuriyetçi partiler kurulmuşlardır. Batı Avrupa’da
partiler, XIX. yüzyılın birinci yarısında kurulmuşlardır. İngiltere’de partiler, Toriev (Muhafazakar parti) ve Vigov’un (Liberal parti) aristokrat
gruplarından ortaya çıkarlar. İşçi partisi 1906 yılında işçi sendikalarının
etkisi ile kurulmuştur. Fransa’da siyasi partiler burjuva demokratik devrimine dönüşüyor. Almanya’da ise işçi hareketi, XIX. yüzyılın ortalarında
Sosyal Demokratik Partisi’ne dönüşüyor. Geri kalan Avrupa ülkeleri de,
ABD, İngiltere ve Fransa örneklerini takip etmişlerdir. Siyasi partiler, sınıf çatışmaları ve yeni asır toplumlarındaki karşıt siyasi çıkarların ürünüdürler. Onlar, toplumun amaç ve çıkarlarının gerçekleştirilmesi için kabul edilir bir şekildirler. Siyasi partilerin temel amacı, iktidarı elde etmek
ve korumaktır. Bunu başarabilmek için örgütlenip program hazırlarlar.
Siyasi partilerdeki örgüt yapısının temel unsurları, üyeler ve yönetimdir.
Parti organizasyonu, yazılı tüzük ile belirlenmiştir. Tüzük ile, parti içindeki daha yüksek ve daha düşük organlar arasındaki ilişkiler düzenlenir.
Partilerin amaçları, parti programlarında belirtilir. Parti programının te103
meli, ideolojidir. Parti ideolojisi toplumsal sınıf ve katmanlarının çıkarlarını ortaya koyar. Siyasi parti faaliyetlerinin önemli bölümü siyasi propagandadır. Siyasi propagandanın amacı, partinin siyasi amaçlarını tanıtmak ve siyasi rakiplerini karalamaktır.
Siyasi partilerin toplumsal ve siyasi yaşam üzerindeki etkisi, parti üyelerinin sayısı, örgütlenmesi ve kamuoyundaki varlığına bağlıdır.
Partilerin sahip olduğu maddi imkânlar da, onların ne kadar etkili olduklarını gösterir.
Siyasi partilerin sınıflandırılmasında, ideolojik – siyasi yönü kriteri alınır. Ona göre de; sol (sosyalistler, sosyal demokratlar), sağ ve merkezi partilere ayrılırlar. Genelde sol görüşlü partilerin, emek ve emekçiler çıkarlarını, sağ partilerin de sermaye çıkarlarını temsil ettikleri düşünülür.
Nispeten kalıcı siyasi örgütler olarak siyasi partiler için şu tanımı yaparız: Toplum gelişmesini yönlendirmek, kısmi çıkarlarını gerçekleştirmek
ve aynı zamanda korumak için; temel amaçları devlet iktidarını ele geçirmek olan, aynı ideolojideki insanları kapsayan örgüttür. Onların pozitif
rolü, en başta toplumun demokrasileşmesine neden olan insanların siyasi faaliyetine yol açmasıdır. Ardından, hükümeti kamusal gözetim konusu yaptıkları için, iktidarın kötüye kullanılmasını engellerler. Ancak kendi
parti çıkarlarını savundukları için ve üye, seçmen ve sempatizanları için
çalışmaktansa, sadece parti yöneticileri için çalıştıklarına dair da eleştirilere uğrarlar. Mecliste siyasi partiler arasında tartışmalar görülürse de,
gerçek ve önemli kararlar önceden parti zirvesi tarafından zaten getirilmiş olur.
104
ÇIKAR GRUPLARI VE BASKI GRUPLARI
Siyasi partilerden farklı olarak, çıkar gruplarının amaçları hükümet
kurma anlamında gücü elde etmek değildir. Onlar siyasi partiler ve farklı bakanlıklar üzerinde etkili olmaya çalışıyorlar. Onların başlıca amacı,
gruplarının maddi olan ve maddi olmayan çıkarlarını korumaktır. Onlar
faal etkileri ile ortak çıkarlarına ulaşmaya çalışan daha küçük toplumsal
gruplardır. Modern siyasi biliminde çıkar grupları, üyelerinin diğer gruplarla etkileşimi sırasında grup çıkarlarını belli edip bu çıkarları korumaya
çalışan, gönüllü kuruluşlar olarak tanımlanırlar.
Seçim mitingi
Çıkar grupları farklı şekillerde baskılar yapabilirler:
- Özellikle seçim dönemlerinde siyasi parti fonlarına yapılan maddi
katkılarla. Bu sayede çıkar grubu, siyasi anlamda kurulacak ortaklıklar dahil her alanda siyasi partiyi kendine bağımlı kılar.
- Seçim temsilcileri ve devlet memurlarına rüşvet yoluyla yasa dışı
ödeme yapmak. Yasa dışı olmasına rağmen, kimi kez para aracılığıyla parlamento üyelerine veya bakanlara ulaşmak için tek yol olabilir. Örneğin
1994 yılında, İngiliz parlamentosu üyelerinden en az birinin Muhammed
El Fayed’ten, onun lehine soru sormak için para aldıkları belirlenmiştir.
105
- Kamuoyu düşüncelerini öğrenmek için yapılan çağrılarla. Bir çıkar partisinin başarılı kampanyası, özellikle durum için kitlesel iletişim
araçları da ilgi gösterirse, daha geniş kamuoyunu kapsayabilir.
- Sivil itaatsizlik veya üyelerinin doğrudan yapacakları eylem ile.
Örneğin, yeni yolların inşa edilmesine karşı çıkan protestocular, yolların
inşa edilmesi gereken yerlere evcikler inşa edip, inşaatçıların işlerini engellerler.
- Uzman görüşü sağlamak. Genellikle modern sanayi toplumlarının hükümetlerinin, belli çıkar gruplarından uzman görüşü almadan çalışamadıkları kanıtlanmıştır. Uzmanlık işbirliği sağlayarak, çıkar grupları
hükümet siyasetin direk etki yapabilme fırsatını yakalarlar.
Bu çoğulcu gruplar, birçok sebepten dolayı demokratik sistemin
vazgeçilmez unsur olduğunu savunurlar.
Kişisel olarak seçimlerde yaptığımız seçim ile, üyelerin demokratik toplum siyasetine dahil olmalarında minimum bir etkiye sahibiz.
Klasik çoğulcular, daha fazla insanın aktif rol alması gerektiğini düşünürler. Çıkar grupları, siyasi partilere üye olmayan birçok bireyin siyasete katılmalarını sağlarlar.
Hükümete oy veren herkesin, hükümetin tüm siyasi görüşlerine
katılmak zorunda olmadığı için, çıkar gruplarının desteğine ihtiyaç vardır. Çıkar grupları, halkın çoğunluğunun desteğini almış siyasi platformları koruma amacıyla, siyasi partilerde belli bir dereceye kadar değişiklikler de sağlayabilir.
Özellikle önemli olan, seçimleri kaybetmiş olan parti ve seçmenlerin de belli derecede görüşlerini ifade etme imkânlarının olmasıdır.
Büyük sayıda baskın gruplarının var olması sayesinde, toplumun tüm kesimlerinin siyasi olaylar üzerinde belli etkisi olabilir.
Siyasi partiler, genelde seçim öncesinde parti programlarını açıklarlar. Açıklanan seçim programlar doğrultusunda da, seçmenlere partiler arası seçim yapma imkânı verilir. Ancak seçim programları genel olarak tüm soruları kapsamaz, çoğu zamanda programlarda yer almamış sorularla ilgili sorunlar ortaya çıkabiliyor.
Çıkar grupları kamuoyuna, görüşlerini ifade etmesi ve partinin sorunlarına yayımlama fırsatı verir. Aynı şekilde, çıkar grupları hükümetin
ilgilenmediği düşündüğü sorularla ilgili kamuoyunun dikkatini çekebilir. Örneğin; sokakta yaşayan insanlar ile ilgili sorunlar, sokak hayvanları sorunu vb.
106
Buna göre, hükümetin belli sorunları önemsemediğini düşünen
herkes, demokratik sistemin faaliyetindeki bu eksikliği düzeltmek amacı ile, baskı grubu oluşturabilir.
AVRUPA’DA SİYASİ BÜTÜNLEŞMELER
Savaşların Avrupa’da bir daha asla ortaya çıkmayacağına dair toplumsal vizyonuna bağlı olarak, 9 Mayıs 1950 tarihinde Avrupa Birliği doğmuştur.
Avrupa ülkeleri, Birinci Dünya Savaşı öncesine kadar, uluslararası alanda hakimiyet sahibiydiler. İki dünya savaşı sırasında bu devletler bölündüler. Daha küçük Avrupa ülkelerinin tüm imkânları yeni dünya güçlerinin gölgesi altındaydı. Bu
güçler; Amerika Birleşik Devletleri ve
Sovyetler Birliği’ydi. Onlar, yeni uluslararası güç standartlarını belirlediler.
Batı Avrupa Devletleri, siyasi anlamda
birleşmeleri durumunda ayrı ayrı devletler olarak kaybetmiş oldukları güçlerinin büyük kısmını geri çevireceklerini düşündüler. Avrupa’daki devletlerde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan sorunların üstesinden gelmek için aciz olduklarına dair güvensizlik belirmişti. Avrupa’nın bütünleşmesi sürecinin kurucularından biri olan Fransız siyasetçi Robert Schuman
şunları söylemiştir:
“Herkesin, konum ve sahip olduğumuz güçlere bakmadan, hepimizin birbirimize ihtiyaç duyduğumuz inancı ile hareket etmesi lazım.
Bizim kendi imkânlarımız, artık ihtiyaçlarımızı karşılayacak düzeyde değildir. Durumların bu şekilde değişmiş olduğunu kabul etmekten utanmamalıyız”.
Birleşimiş Avrupa için hareketler, 1948 yılında Lahey’de düzenlenen Avrupa Kongresi’nde doğdu. Kongrede; farklı Avrupa ulusal dernekler yanında, Robert Schuman, Alcide De Gasperi, Paul Henri Spaak ve
Konrad Adenauer gibi önde gelen siyasetçiler de yer aldı.
Avrupa hareketinin amaçları şunlardı:
107
- Avrupa’nın barış sağlayan birlik olması (Avrupa’nın belirli milli
devletleri İkinci Dünya Savaşı’nı engellemeyi başaramadıktan sonra, birleşmiş Avrupa sayesinde barışın daha iyi korunabileceği düşüncesi yayılmıştır). Bunun yanında birleşmiş Avrupa sayesinde komünizmin genişlemesini de daha kolay engelleyeceklerdi.
- Yeni ortam yaşam duygusunun ortaya çıkması;
- İnsanların özgür hareket, fikir, bilgi ve mal dolaşımını yaşamaları;
- Ekonomik refah (Ortak pazarın ticareti teşvik etmesi ve verimli
ekonomi sağlaması).
Avrupa işbirliğinin ilk aşaması, 1948 yılında Avrupa Ekonomik
İşbirliği Örgütü’nün kurulması ile başladı. Bu örgütün ilk görevi, Marshall
planı sayesinde Amerika’dan ulaşmış olan yardımın dağıtılması oldu.
Avrupa’nın bütünleşmesi sürecinde büyük önemi olan kurum,
Lahey’de düzenlenen Avrupa Kongresi’nin isteği üzere 1949 yılında kurulan Avrupa Konseyi’dir.
Avrupa Kongresi konvansiyon (sözleşmesi) olarak adlandırılan basın bildirileri yayınlamaktadır. Bu sözleşmelerin sayesinde, birliğe üye
olan veya üye olmaya hazırlanan devletlerden, kendi ulusal mevzuatlarında sözleşmenin içeriğine göre değişikler yapmaları istenir. Avrupa
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Koruma Sözleşmesi bunlardan biridir. Üye devletlerin yanında, başka devletler de bu sözleşmeleri kabul
edebilirler.
Avrupa Konseyi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni de kurmuştur.
Günümüz AB, egemen birçok devletin kendi egemenliklerini bir
araya getirmesini ve bu birliğin geniş coğrafi bölgeye yayılmasını başarmıştır. Birleşmiş egemenlik, üye ülkelerin yaşamın birçok alanı için ortak
kararlar getirdikleri anlamına gelir.
Avrupa Birliği tüm üyelerinin kullanacağı tek para birimi avroyu ve
insan, hizmet, mal ve sermayenin serbest hareketi sağlanacak olan tek
piyasayı üretti. Birliğin amacı, sosyal gelişim ve adil rekabetin sağlanması
sayesinde, birçok insanın tek piyasadan yararlanmasını sağlamaktır.
Avrupa bütünleşmesi yolunda ilk adım, 1951 yılında altı ülkenin
kömür ve çelik için ortak pazar kurması ile atılmıştır. O zaman altı ülkeyi kapsayan küçük Avrupa’nın doğumu gerçekleşti. Bu ülkeler: Fransa,
Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg’tu.
108
Ardından 1957 yılında imzalanan Roma Anlaşması sayesinde, altıı
ülkeden oluşan bu pazarın tüm ürünleri kapsaması kararlaştırıldı ve ismi
Avrupa Ekonomik Topluluğu oldu. 1968 yılında bu ülkeler arasında gerçekleşecek mal değişimi için gümrükler kaldırıldı.
Topluluğun ilk genişlemesi, 1973 yılında, topluluğa Danimarka,
İrlanda ve Birleşik Krallığın katılması ile, üye sayısının altıdan dokuza çıkarılmasıyla gerçekleşti. 1981 yılında Ekonomik Topluluğa Yunanistan,
1986 yılında ise İspanya ve Portekiz katılmıştır.
1989 yılında Berlin duvarının yıkılması ve Almanya’nın birleşmesiyle, Avrupa’nın siyasi haritasında büyük değişiklikler gerçekleşti. 1991 yılının Aralık ayında, Sovyetler Birliği de yok oldu.
1991 yılında Maastricht’te, on iki ülkenin Cumhurbaşkanı ve
Başbakanları bir araya gelip, Avrupa Birliği Anlaşması’nı kabul ettiler. Bu
anlaşmayla günümüzdeki Avrupa Birliği kurulmuştur.
1995 yılının Ocak ayında, AB’ye üç yeni üye; Avusturya, Finlanda ve
İsveç dahil oldu, 2002 yılının Aralık ayında ise Avrupa Konseyi, 01.05.2004
tarihinden itibaren birliğe 10 yeni ülkenin dahil olmasına karar verip, en
önemli adımlarından birini atmıştır. Bu ülkeler: Polonya, Çek Cumhuriyeti,
Macaristan, Slovenya, Slovakya, Estonya, Letonya, Litvanya, Kıbrıs (Rum
Kesimi) ve Malta’dır.
109
AVRUPA BİRLİĞİ KURUMLARI
Eski bir atasözü olan “beraber olmakla daha güçlüyüz”, günümüz
Avrupalılar örneği ile doğrulanmıştır. Avrupa’nın gücü; Avrupa
Пarlamentosu, Bakanlar Konseyi, Avrupa Komisyonu, Avrupa Adalet
Divanı ve Avrupa Sayıştay Mahkemesi gibi demokratik kuruluşların getirdiği kararlar doğrultusunda, ortak hareket edebilme kabiliyetinden ortaya çıkar.
Avrupa Birliği federal bir ülke değildir.
Birliğin üye ülkeleri, sadece belirli ülkelerin değilж birlikteki tüm ülkelerin ortak
çıkarlarını temsil edecek ortak kurumlara,
kendi ulusal egemenliklerini aktarırlar.
AVRUPA BİRLİĞİ KONSEYİ
Avrupa Birliği Konseyi, AB’nin üst karar organıdır. Eskiden “Bakanlar
Kurulu” olarak adlandırılırken, günümüzde “Konsey” olarak bilinir.
Konsey Başkanlığı, dönüşümlü olarak AB üye ülkeleri arasında altı
ayda bir değiştirilir. Her konsey toplantısında, herbir ülkeden birer bakan
katılır. Hangi bakanın katılacağı ise, oturum gündemine bağlıdır. Konsey
kararları; oybirliği, salt çoğunluk ve “nitelikli çoğunluk” ile alınırlar. Birliğe
yeni üyeler dahil edilmesi gibi önemli kararlarda, oybirliği ile karar alınır.
AVRUPA KONSEYİ
Avrupa Konseyi, AB üyesi delvetleri Başbakanları ile Avrupa
Komisyonu Başkanı’nı bir araya getirir. Konsey, yılda dört defa toplanır.
Konsey Başkanlığını, o dönemde Avrupa Birliği Konsey Başkanlığı’nı yürüten Cumhurbaşkanı veya Başbakan üstleniyor. Avrupa Konseyi, bakanların (Avrupa Birliği Konseyi’nde bir araya gelenler) çözmekte başarısız olduğu zor sorular hakkında karar verme yetkisine sahiptir. Avrupa
Konseyi, AB politikalarının belirlenmesindeki en büyük otoritedir. Bazı
üye ülkeler, Avrupa Konseyi’nin Avupa Hükümeti olarak çalışmalarına
devam etmesini ve onun bir üyesi tarafından birliğin dünya sahnesinde
temsilini istemektedirler.
110
AVRUPA PARLAMENTOSU
Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği vatandaşlarını temsil eden
seçilmiş organdır ve yasama sürecine katılır. 1979 yılından beri Avrupa
Parlamentosu milletvekilleri, beş yılda bir, genel ve doğrudan oylama ile
seçilir. Parlamento ve Konsey, yasama gücünü paylaşırlar. AB bütçesinin
getirilmesi sorumluluğunu da paylaşırlar. Avrupa Komisyonu, daha sonra Parlamento ve Konsey tarafından yorumlanacak olan taslak bir bütçe
öneriyor. Parlamentonun bütçeyi onaylamama olasılığı da var.
AVRUPA KOMİSYONU
Avrupa Komisyonu AB’nin kilit kurumlarından biridir. Üye ülkeler, ortak anlaşma ile komisyon başkanlarını seçerler, ardından da bu seçim Parlamento tarafından onaylanır. 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren
her üyenin bir komisyon başkanı vardır. Komisyon faaliyetleri siyasi olarak tamamen bağımsızdır. Komisyonların görevi, bir bütün olarak AB’nin
çıkarlarını temsil etmektir ve bu nedenle de herhangi bir üye devletin
yönergelerini takip etmez. AB’nin yürütme kurulu olarak, komisyon AB
Kurulu’nun kararlarını uygular. Komisyonun parlamento karşısında sorumluluğu vardır ve parlamentodan güven oyu almazsa, toplu istifa sunmalıdır.
AVRUPA ADALET DİVANI
Lüksemburg’ta bulunan Avrupa Birliği Adalet Divanı, her AB üyesi devletten birer yargıçtan oluşmuştur. Bu yargıçlar ortak karar ile kendi
ülkelerinin hükümetleri tarafından atanırlar. Mahkemenin görevi, AB hukukuna uyum ve sözleşmelerin doğru şekilde yorumlanması ve uygulanmasını sağlamaktır.
AVRUPA SAYIŞTAY MAHKEMESİ
1977 yılında kurulmuş olan Sayıştay (veya denetim) Mahkemesi’nin,
her AB ülkesinden birer üyesi bulunur. Sayıştay Mahkemesi’nin, AB’nin
tüm gelirlerinin gelmesini ve tüm harcamaların “kanuni ve yönetmelikler
dahilinde” yapılıp yapılmadığını denetim görevi vardır. Aynı şekilde, AB
bütçesinin nasıl harcandığına dair de denetimler yapılır.
111
1991 yılının Aralık ayında Maastricht’te, Avrupa Konseyi tarafından
Temel Haklar Şartnamesi getirilmiştir. Bu şartnamede AB’ndeki işçilerin
sahip olmak zorunda oldukları haklar verilmiştir. Bunlar: serbest dolaşım,
adil ücret, daha iyi çalışma koşulları, sosyal güvenlik, dernek kurma ve
toplu sözleşmelerin imzalanması hakkı, mesleki eğitim hakkı, kadın ve
erkeklere eşit muamele, bilgilendirilme, işçilerin danışılması ve katılımını
sağlamak, sağlık güvenliği ve iş sırasında koruma, çocuklar, yaşlılar ve engelli kişilerin korunması. Haziran 1977 yılında, Amsterdam’da Şartname,
Anlaşmanın temel parçası haline geldi ve tüm üye ülkelerde uygulanmaya başladı.
MAKEDONYA CUMHURİYETİ
VE AVRUPA BİRLİĞİ
Makedonya Cumhuriyeti Ocak 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmesiyle, kendine stratejik amaç olarak Avrupa Birliği üyeliğini belirlemiştir.
Avrupa Birliği, eski Yugoslavya ülkelerine karşı tutum belirlemek için 1992
yılında Fransa Anayasa Mahkemesi
Başkanı Robert Badinter’i getirildiği
tahkim
komisyonunu
kurdu.
Komisyonun görevi, eski Yugoslavya
devletlerinden hangisinin bağımsızlığını ilan etme imkânlarına sahip olduğunu belirlemekti. Komisyon,
Makedonya Cumhuriyeti’nin uluslararası arenada tanınması için gerekli
tüm şartları doldurduğuna dair karar verdi. Ancak Yunanistan’ın
Makedonya’nın anayasal ismiyle tanınmasına karşı gösterdiği tepki,
AB’de
Makedonya’nın uluslararası tanıma
MAKEDONYA
ve Avrupa Birliği ile diplomatik ilişkiler kurma noktasında gecikmelere
sebep
oldu.
Makedonya
Cumhuriyeti’nin bağımsızlığından
bugüne kadar, ülkemiz ile ilgili yapılan birçok engellemeye rağmen, bu
112
ülkedeki vatandaşların ülkelerine sahip çıkması ve AB’ne üyeliği konusunda bir an bile ikilem yaratılamadı. Burada Makedonya’daki tüm siyasi partilerin de, Avrupa Birliği üyeliği konusunda tek ses olduklarına dair de bilgiyi verelim.
Avrupa’yla bütünleşme, şüphesiz ki uzun ve çileli bir süreçtir. Bu sürecin başarıyla tamamlanması için tüm insani, maddi ve kurumsal potansiyel ve kapasitelerin ortaya koyulması gerektiği de apaçıktır. Avrupa’yla
bütünleşme, bizim için toplumun tüm alanlarında büyük değişimler ve
davranış ile yaşamımızda Avrupa standartlarını uygulamamız anlamına
gelir. Ancak Avrupa bütünleşmesi sadece belli kriterleri formaliteli olarak
uygulama veya belli düzeyde onlara ulaşma hareketi değildir. Herşeyden
önce bu bütünleşme, halkın zihniyetinin değişmesi ve yeni “Avrupalı” rolünü ülkemizdeki tüm vatandaşların kabul etmesidir.
AB’nin Brüksel’deki merkezinde, Makedonya Cumhuriyeti’nin
1992 yılından beri temsilciliği bulunuyor. Tam diplomatik ilişkiler ise,
1995 yılında Makedonya Cumhuriyeti misyonunun da AB’de açılması ile
başlar. 1997 yılında AB ile Makedonya Cumhuriyeti arasında işbirliği anlaşması imzalanmıştır.
Aynı yıl içerisinde AB, Makedonya’da daimi temsilcilik, daha
doğrusu Avrupa Komisyonu bürosu açmıştır. Bu temsilcilik 2000 yılının Mart ayında Avrupa Komisyonu Delegasyonu düzeyine çıkarılmıştır.
Birliğin Makedonya’daki bu varolması sayesinde, Avrupa Komisyonu ile
Makedonya Hükümeti arasında, ekonomik işbirliği ve siyasi diyalog çalışmaları hızlandırılmıştır.
Şubat 2003 tarihinde, Avrupa Komisyonu Başkanı Romano Prodi,
Makedonya’yı ziyaret etmiştir. Başkan, MC’nin AB üyeliği perspetifi sahibi
olduğu tutumunu tekrarladı, Mecliste milletvekillerimiz önünde yaptığı
konuşmada ise, AB’nin Makedonya’nın Avrupa ile bütünleşmesi için süreci hızlandırmaya çalıştığını tekrarladı.
Tüm AB üye ülkeleri parlamentolarının onayı ardından, İstikrar ve
Ortaklık Anlaşması 1 Nisan 2004 yılında yürürlüğe girmiştir. Ondan bir
süre önce ise, Makedonya Meclisi’nde, AB üyeliğine başvurma beyanatı kabul edilmiştir.
22 Mart 2004 tarihinde, İrlanda – Dublin’deki törende, Makedonya
Cumhuriyeti hükümeti AB üyeliği için resmi başvuru gerçekleştirmiştir.
Bu hareket ile, resmi olarak da o zamana kadar gerçekleşen AB üyeliği siyasi taahhütleri onaylanmıştır.
113
Avrupa Komisyonu, belli bir tutum belirlemeden önce, Avrupa
Komisyon Başkanı Romano Prodi’nin getirdiği anketi göndermiştir.
Makedonya’nın AB’ye ne kadar yakınlaşabileceği, anketteki cevaplara
ve Avrupa siyasetinin takip edilmesindeki hız ile AB’ye uyum reformların gerçekleşmelerine bağlıdır. Makedonya’nın AB bütünleşmesi siyasi ve
ekonomik güvenliğine olduğu gibi, halkımızın refah ve yaşam kalitesinin
yükselmesinde de katkı sağlayacaktır.
VATANDAŞ VE HAKLARI
Monarşi ve liberal demokrasi gibi iki farklı devlet şeklini kıyaslarsak, her iki devlet yönetim şeklinde de insanların kanunlara itaat ettiklerini görürüz. Monarşilerde, kanunların arkasında hükümdarın (çar, kral)
isteği durur. Hükümdarlar, sadece kendilerinin devlet konuları hakkında
karar vermek için meşru hakka sahip olduklarını bildirirler. En karakteristik açıklama olarak, XVIII. yüzyılda Fransa Kralı XV. Luy’un söylediğini ele
alırız: “Egemen güç sadece benim kişiliğimde vardır. Başkaları için tabi
olmayan yasama gücü, bana aittir. Halkımın hak ve çıkarları ise zorunlu
olarak benimkilerle eşittirler ve sadece benim avuçlarımın içindedirler”.
Liberal demokratik sistemlerde de insanlar devlet kanunlarına itaat ederler, ancak onlar kendilerinin seçtikleri meclis temsilcileri ile o kanunlara
onay vermişlerdir. Hükümeti dinleyen ve onun aldığı kararları saygılayan
kişiler fertlerdir, iktidara dahil olanlar ise vatandaştır.
Eşit siyasi haklara sahip kişiler olarak vatandaşlar fikri, millattan
önce V. yüzyılda Atina şehir – devletinde uygulanmıştır. Eski Yunan devletinde, vatandaş olmak kamu işlerine dahil olmak anlamına gelirmiş.
Vatandaşlığı, yirmi yaş üzeri Atina erkekleri oluştururlarmış.
Kadınların hiçbir siyasi hakkı yokmuş. Yönetimde, buralara sonradan
gelmiş olanlar da yer alamazlarmış. Vatandaşlıkları kabul edilmeyen
en kalabalık grup kölelermiş. Atina’da köleler ile özgür halk arasındaki oranın 3:2 olduğu düşünülüyor. Kararlar mecliste alınırmış. Meclise
katılım doğrudan gerçekleşirmiş ve meclis yılda 40 defadan fazla toplanırmış. Başarılı bir şekilde çalışabilmesi için, mecliste 6.000 vatandaşın yer alması gerekiyormuş. Kamu düzeni, mali konular, askeri ve deniz birlikleri etkilerinin değerlendirilmesi, birliklerin kurulması, savaş ilan
etme, barış imzalama gibi konular için kanunlar çerçevesinde kararlar alınıyormuş. Kararların oy birliği ile alınması çabalanıyormuş. Kamusal ku114
rumlarda çalışacak olan adaylar birçok şekilde seçilirlermiş: doğrudan seçim, çekiliş veya rotasyonla. Hiçkimse aynı kurumda iki defa yer alamazmış. Sadece ordu ile ilgili yerlerde istisna yapılırmış. Kamu görevi alanlara maaş bağlanırmış. Yunanlılarda kullanılan vatandaşlık kavramı, siyasi tarihte tektir. Ne öncüleri ne de takipçileri vardır. İngiliz Devrimi (1640
– 1688), Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi (1776) ve Fransız Devrimi
(1789), siyasi düşüncede yeni dönemin habercisi olmuşlardır. Siyasi düşüncenin sorunlarından biri, her türlü baskı ile üzerlerinde iktidar sağlanmış kişiler nasıl korunacaktır.
Liberal – demokratik devletlerin ortaya çıkmasıyla, insan – devlet
arasındaki ilişki de değişiyor. Birey, devletin sadece ilan etmekle kalmayıp, aynı zamanda haklarında garanti verdiği ve koruduğu, belli hak ve
özgürlüklere de sahip oluyor. İnsan vatandaş oluyor. Haklarını kullanabilme özgürlüğü, bireyi vatandaş yapar. Hak imkânı veren ve hakları geliştiren toplum ise, sivil toplumdur.
Belli toplumda yaşayıp, tüm haklara sahip olan kişilerin statülerine
vatandaş olma denir. Vatandaş olma, herkese eşit hakkın verilmiş olması demektir. Vatandaş olma için en ünlü konsepti Thomas Marshall sunmuştur.
Vatandaş olmanın üç bileşeni vardır:
 Kişisel haklar
 Siyasi haklar
 Sosyal haklar
Kişisel vatandaşlık haklarının olması, bireysel özgürlük için mecburidir. Bu haklar mahkemeler tarafından koruma altına alınmıştırlar. Siyasi
vatandaş olma, siyasi gücün oluşturulmasına kişinin oylama yoluyla veya
görevlendirme yoluyla katılmasını sağlar.
Sosyal vatandaş olma uygun hayat standardı hakkını kapsar. Bu
haklar, modern toplumlardaki sosyal koruma ve eğitim sistemleri aracılığıyla gerçekleşir.
Her toplumda, vatandaş olmanın farklı şekillerine rastlanır. Bunlar
aktif ve pasif vatandaşlık olabilir. Aktif vatandaşlık toplumsal savaşlarla
hakların kazanılmasını sağlamıştır. Pasif vatandaşlık ise, yukardan – devletten kazanılan hakları kapsar.
115
Sorular ve ödevler:
1. Mülkiyetin hukuki boyutu neden etik boyut ile tamamlanmıştır?
2. Büyük şirketlerin gücü nereden gelir?
3. Siyasi örgüt olarak devlet, hangi işaretler doğrultusunda diğer
toplumsal örgütlerden ayrılır?
4. Demokratik toplumlara çıkar grupları neden gereklidir?
5. Siyasi kültürün fonksiyonu nedir?
6. Liberal – demokratik devletlerde insan ile devlet (Hobbes) arasındaki ilişkiler nasıldır?
116
SOSYAL ETKİLEŞİM
SOSYAL ETKİLEŞİMİN TANIMI VE ÇEŞİTLERİ
Herbir insanın bir ihtiyacının karşılanabilmesi, başkalarına bağlıdır.
Her insanın, hayatında gerçekleştirmek istediği bazı istekleri vardır; onlar açıkça tanımlanmış olabilir, ancak belirsiz bir şekilde de ifade edilmiş
olabilirler. Bu amaçların gerçekleşmesi sırasında, kişi diğer kişilerle farklı
bağ ve ilişkiler kurmak zorunda kalıyor. Sosyal etkileşim kavramı, bireyler
veya grupların iletişim takipli karşılıklı etkilerini kapsar. Abraham Maslow,
ihtiyaçların belli bir sırayla gerçekleştirildiklerini gösteriyor. Hayatta kalmak için gerekli ihtiyaçlar, diğer ihtiyaçların üstünde, birinci sırada olmalıdırlar. Ardından güvenlik ve emniyet ihtiyaçları gelmektedir. İhtiyaçların
bu iki seviyesi gerçekleştikten sonra, sevgi ve ait olma ihtiyaçları gelir ve
sıralamada en sonunda kendi yeteneklerimizi gösterebilmemiz için kendimizi gerçekleştirme ihtiyacı gelir.
Bireyler arası ilişkiler, sosyal düzenin temeli oldukları için önemlidirler. Çok farklı ilişkiler görülebilir. Bunlar iyilik yapma faaliyetlerinden,
ortaya çatışma durumu çıkarabilecek ilişkilere kadar geniş bir yelpaze
kapsar. Birey olduğu gibi olmayı, başka kişiler gibi olma rolünü oynayarak öğreniyor.
Sosyal etkileşim dört temel fikir kullanılarak anlaşılabilir: aktör fikri, eylem fikri, etkileşim fikri ve ilişki. Sosyal katılımcı (aktör); insan, grup,
hatta diğerleri ile etkileşim içerisine girebilecek organizasyon bile olabilir.
Sosyal eylem diğer insanlar ile birlikte, diğer insanları göz önünde bulundurularak gerçekleşen etkidir. Etkileşim, kişiler arası toplumsal eylem olarak algılanır. Sosyal etkileşim özelliği olarak ilişki, kişilerin birbirine olan
bağlılığından dolayı kurulur.
İnsanlar birbiriyle karşılıklı etkileşime girmedikleri sürece, insani
ihtiyaçlarını karşılayamazlar. Karşılıklı etkileşimin temeli, değişim ve karşılıklıdır. Değişim; insanların aralarında memnun edici bir şekilde, birbirlerinden ödül alıp vermeleri sürecidir. Değişim teorisi, insanların kişisel
117
çıkarlarından dolayı motivasyona sahip olduklarını ve kişisel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için diğerleriyle ortak hareket ettiklerini tahmin ediyor. İnsanlar bir etkileşim sonucunda kazanabilecekleri ve kaybedecekleri şeyleri hesaba katarlar. Onlar sadece ödül beklediklerinde ilişki içerisine girerler. İnsanlar gerçekleştirdikleri etkileşimlere, onlara yardım edenleri kırmak değil, yardım etmeye mecburi oldukları beklentilerini de eklerler. Bu norma, karşılıklı normu denilir. Değişim ve karşılıklı normları, insanların birbirine, toplumsal düzenin temelini oluşturan ilişkileri ile bağlanmalarını sağlarlar. Karşılıklı üç yükümlülükten ortaya çıkar: vermek, almak ve karşılık vermek.
Değişim sayesinde dostluk ilişkileri kuruluyor. Hakimiyet süreci,
nadir ve değerli şeylerin kontrol edilmesi ile dalkavukluk veya üst düzeydekilerden övgü almak gibi iç ödülleri ortaya çıkarabilmek için kullanılabilir. Üst düzeydekiler de, onların üzerinde hakimiyeti olan kişilerden korunabilmek gibi ödüller kapabilirler.
Etkileşme çeşitleri şunlardır: işbirliği, çatışma ve yarış.
İşbirliği. Kısaca işbirliğini, ortak çıkarlar amacına ulaşmak için gerçekleştirilen ortak davranış olarak tanımlayabiliriz. İşbirliği; insanların ortak etki göstermesini isteyen ya da geleneksel adetlere merkezli olabilecek, daha yüksek yetki tarafından düzenlenebilen, ya da eşit ortaklar
arasında ortak rızalı olabilir. Bazı durumlarda işbirliği, kişinin etkileşimine
engel olabilir veya etkileşimini bastırabilir. Bu şekilde de bireyin grup ihtiyaçlarına dahil olmasına zorluyor.
Çatışma. Çatışma, sosyologların araştırmalarındaki en ilginç olaylardan birini temsil ediyor. Kısacası, imha etmek, zarar vermek veya grubu kontrol etmek faaliyeti olarak tanımlanabilir. Çatışma, toplumsal tarafları arasında bağlantı ile bağlayan etkileşme şeklidir. Çatışma sırasında
herbir taraf diğer taraf için bilinçli, ancak tarafların ortak amacı olan yarış
durumu gibi bir durum değildir. Çatışma birşeylerin sınırlandığı durumlarda ortaya çıkar. Taraflar en sık, kamusal düzenin ne olduğuna dair anlaşmamazlık içindedirler.
Gruplar arasındaki çatışmalar sıklıkla onların herbirindeki iç bağlılığı arttırır. Savaş zamanında, vatandaşları milliyetçilik duygusu ve düşmanı yenmek olan ortak amaçları birleştirir.
Yarış. Yarışa katılan tarafların aynı amaçları vardır ve saygıladıkları ortak kurallar tarafından yönetilirler. Amaçlara ulaşmak, ödül ile
(para, prestij, güç, dikkat) bağlı olduğu için birilerinin kazanması diğer118
lerinin kaybetmesi anlamına gelir. Ancak tüm yarışmacılar, yarışmaya
aynı esas ile başlamazlar. Bu durumda yarış, avantajı olan kişilerle aynı
esaslar üzerinde yarışamayacaklarını fark edenlerde sınırlama ortaya
çıkaracaktır. Kaybedenler sıklıkla kendilerini cesaret kırılmış hissederler ve kendi kendilerine saygılarını kaybederler. Bu da açık çatışmaya
sebebiyet verir.
SOSYALLEŞME
Bir kültürün hayatta kalabilmesi için, o kültüre ait düşünme ve hareket etme şekillerinin nesilden nesile aktarılmaları gerekiyor. Küçük çocuklar, ödül ve ceza sayesinde diğerlerinin beklentilerine göre hareket
etmeye öğretiliyor. Sosyalleşme küçük yaşlarlardan itibaren başlar ve hayat boyunca devam eder. Birey yeni bir gruba dahil olunca, örneğin öğrenci iş hayatına atılınca veya evlenince, yeni rollere benimserler demektir. İlk sosyalleşmenin büyük etkisi vardır, çünkü bu sosyalleşme fiziksel
ve zihinsel olarak henüz yeterince gelişmemiş çocukların üzerinde gerçekleşir.
Sosyalleşmenin öneminden yola çıkarak, şu sorunun cevabını düşünüyoruz: Sosyalleşmeyi kim gerçekleştiriyor? Modern sanayi toplumlarında sosyalleşme, aynı yaşam yerini paylaşan, baba, anne ve onların
çocuklarından oluşan çekirdek ailede gerçekleşiyor. Önceden çocuklar,
nineler ve dedeler, veliler ve çocuklar, belki de amcalar, halalar gibi daha
geniş ailenin yaşadığı hanelerde yetiştiriliyorlarmış. Bu haneler, aile birliği olarak adlandırılırlar. Bu birliklerdeki çocukların davranışlarını şekillendirebilmek için birçok farklı metot kullanılır. Çocuklar örneklerden,
taklit yoluyla veya doğrudan öğretilirler. Grubun kullandığı normları
kullanması durumunda ödüllendirileceğini, standart davranışlardan
uzaklaştığı zaman da kendisiyle alay edileceğini öğrenir.
Modern ve karmaşık toplumlarda sosyalleşme basit modellerle değil, toplumun farklı ekonomik, etnik ve dinsel özelliklerine göre oluşmuş
farklı strüktürler aracılığıyla gerçekleşir. Orta sınıf ailelerini araştıran bazı
sosyologlar, velilerin fiziksel cezalar kullanmadıklarını vurgulamışlardır.
Belki de onların verdiği ifadeler, gerçekler ile örtüşmezler.
Karmaşık toplumlarda kurumlar, çocukların toplumun bağımsız bireyleri olarak hayata hazırlanmasındaki en önemli rolü, oynamaktadır.
Bu nedenle çocuğun sosyalleşmesinde sadece velilerin değil, çocuk ba119
kıcıları ve günlük bakım merkezlerini personellerinin de rolü vardır. Son
zamanlarda tek velili ailelerin ve kadınların işgücüne katılımının artmasından dolayı, günlük bakım merkezlerinin yaygınlaşması başlamıştır.
Günlük bakım merkezlerinde çocuğun bakımı ücretlidir ve buralarda, annenin çocuğuna yapmış olduğu düzeyde bir bakım beklenemez. Bu merkezlerde, çocuk ilgi merkezi değil, grup üyesi olarak görülür. Eski ailelerde de, çocuklar grup üyesi olmaya öğretilirlermiş.
Çocuğun bu türdeki günlük bakım merkezlerini ziyaret etmesinin
yararlı veya zararlı olarak algılanması, her kişinin kendi bakış açısına bağlıdır. Bazı ahlaki düşüncelere göre küçük çocuklar ile annelerinin ilgilenmesi gerekiyor. Bu ideolojiye göre annelerin evde çocukları ile oturmaları gerekiyor, ancak çalışması gereken kadınların durumları bu ideolojide göz önünde bulundurulmamıştır. Evde olan anneler çocukları için
oyun grupları oluşturabilir ya da dinlenecekleri sırada çocukları ile ilgilenecek birilerini bulabilirler. Anaokulu veya okul öncesi kurumlarda, çocuklar başkaları ile paylaşımı ve diğer çocukların yaptıklarını yapmaya,
yani yaşına uygun davranmaya teşvik edilirler.
Ondan sonraki süreçte sosyalleşme, okullarda devam eder. Tarihi
açıdan baktığımızda, batı ülkelerindeki ücretsiz eğitim sanayileşme
döneminin ortaya çıkması ile uygulanmaya başlanmıştır. Bu eğitim sayesinde çocuklara okur – yazarlık, matematik ve toplumsal becerilerin
verilmesi yanında, sanayide çalışan iş gücüne uygun olan; itaat etme,
zamanlama duygusu, görevleri gerçekleştirmede düzenlilik ve sabır
gibi özelliklerin de çocuklara öğretilmesi amaçlanıyormuş. O zamandan beri de, örgün eğitim hem zaman hem de içerik olarak genişletilmiştir. Evde ve okulda öğretilen değer ile örf ve adetler arasında farkledilen farklar yoksa, sosyalleşme sorunsuz gerçekleşecektir. Çocuğun hangi sosyal sınıfa ait olduğu, okul ile ev arasında köprü veya engel olabilir.
Birçok araştırmacı, okulları orta sınıf kurumları olarak görürler. Eğer gerçekten öyle ise, okullar orta sınıfa ait değer ve davranışları öğretmeye çalışacaklardır, ki bu durumda, öğretilenler diğer sınıflara ait öğrenciler için
yabancı olacaktır. Yüksek toplumsal sınıflara ait öğrenciler bu tarz karmaşıklıklardan uzak kalırlar, çünkü onlar genelde özel okullarda eğitim görürler.
Yaşıt grubu da sosyalleşmenin bir faktörüdür. Bu grup, yakın bir
statüye sahip ve birbiri ile tanımlanmaya eğilimli olan bireylerden oluşur. “Eğer kim olduğunu bilmek istiyorsan, önce dostlarının kim olduğunu sor” atasözü de buna bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Çocuklar kendi
120
yaşıt grubu ile ev dışında büyük ölçüde zamanlarını geçirdikleri için bu
gruptakiler onlar için önemli bir rol alma örneğidir. Örneğin, Saffet’in
sekizinci sınıftaki arkadaşları voleybol ile ilgileniyorsa, Saffet’in de bir
süre sonra jimnastiğe olan yatkınlığından uzaklaşıp voleybola ilgisi artabilir.
Charles Horton Cooley, temel grupların kendi oluşumu sırasındaki etkileşim sürecini vurgular. O, kendi oluşumu bir toplumsal ürün olarak algılarmış. Çocuğun kendisi için temel olan kavramları bu gruplarda
oluşturduğuna yaşıt grupları ile tamamlanmış temel aile grupları çocuğun sosyalleşmesinde birinci derecede önemlidirler. Cooley insanın başkalarına görünmek istediği gibi görünüp görünmediğini anlayabilmesi
için kendi kendisini incelemesi gerektiğini vurgulamıştır. Bireyler kendilerini genelde yetkili ya da iyi çalışan veya başkaları tarafından verilen yanıtlara göre değerli ya da başarısız olarak görür. Birçok bireyin çocukluktan itibaren kendileri için olumsuz bir düşünceye sahip oldukları düşünülüyor. Sosyalleşme faktörü olarak kitlesel iletişim araçları, sadece ürün
değil hayat tarzı da satmaktadırlar. Kitlesel reklamların amacı, çekici olan
şeylerdeki tatların ve standartların eşitlenmesidir.
121
TOPLUMSAL SAPMALAR
Kişinin toplumsal normların dışına çıkıp, toplumda onaylamama
gibi bir tepki ortaya çıkmasına neden olduğu tüm davranışları, sapkın
davranış olarak tanımlanır. Sapkın kişiler “kötü” damgası ile etiketlenip,
uluslararası arenada stigma kelimesi ile belli edilen utanma veya dışlanma görürler. Yunan kökenli kelime olan stigma (utanma işareti), kelime
anlamı ile “kirlenmiş” olan bireyi işaretleyen fiziksel işaretmiş. Bu işaret sayesinde, iyi bireylerin bu kişi ile yakın teması önleniyormuş. Kaçma teşebbüsünde bulunan köleler, suçlular veya değersiz olarak görünen hainler;
kesikler veya diğer işaretlerle işaretlenirlermiş. Daha sonra aynı amaç için
eşyalar kullanılırmış. Örneğin, Nazi Almanyası’nda, güç sahipleri tarafından işaretlenmiş olan Yahudiler, üzerlerinde büyük – sarı Hz. Davut yıldızları olarak adlandırılan işaretler taşımak zorundaymışlar. Bu işaretlerle diğer vatandaşlar, onlara iş vermemeleri ve arkadaşlık etmemeleri konularında uyarılmışlardır.
Günümüzde işaretlenme, genelde ceza olarak görülür. Sosyal mesafe, toplumsal etkileşimle yakınlık eksikliği olarak ifade edilir. Sosyal mesafe ise ayrımcılık ve düşük yaşam şansına neden olur. İşaretlenmiş kişiler güç, prestij ve zenginlik yarışında engellidirler. Onlar çalışma ve başka önemli hayati konularda zorluklara rastlar, hakkettikleri durumlarda bile başarıları için saygı görmezler. Bazı insanlar onları sapkınlıklarından ötürü yadırgarlar, bazıları ise başarılarından ötürü onlara saygı gösterirler; yani onlar hiçbir zaman nasıl bir tepki göreceklerini ön göremezler. İşaretli insanlar sapkın yapılarda – alt kültürlerde kabul görebilirler.
Burada, onların sapkınlık dosyaları, görüntüleri, davranış veya alışkanlıkları, bir nevi onların kimlik kartlarını oluştururlar. Onlar burada, onları saygı ve destek ile ödüllendirebilecek bir çeşit alternatif toplumsal sisteme ulaşabilirler. Profesyonel suçlular, kendilerini, diğer insanların aptal olduklarından veya korktuklarından dolayı kullanmayı denemedikleri imkânları kullanmış kişiler olarak göstermeye çabalarlar. Sapkın davranışlara yönelmiş kişiler, profesyonel hırsız, terorist veya kiralık katil olmaya karar verirler. Profesyonel katiller, işledikleri cinayetleri işlerinin bir
parçası olarak görürler.
Sapkın kişiler kimlerdir? İnsanlar sapkınlıkla mı doğarlar, yoksa sonradan mı öğrenirler? Suç beyni teorisine göre, suçluların düşünme süreçleri, diğer insanların düşünme süreçlerinden farklıdır. Örneğin, normal
122
düşüncelere sahip bir kişi eczaneye girince, istediği ilacı hemen bulup o
ilaca ne kadar para vermesi gerektiğini düşünür. Eczaneye suçlular girince, onlar kasanın ne tür bir korumaya sahip olduğunu ve çıkışların nerede bulunduklarını değerlendirirler. O anda onlar eczaneyi soymayı planlamasalar bile, otomatik olarak bunları düşünürler. Alkol hastalığı teorisine (alkol kullanmayı bırakmış olsa bile, alkol bağımlısı her zaman alkol
bağımlısıdır) benzer. Suçluların sonradan oluştuklarına değil de, doğuştan gelen özelliklere bağlı sapkın davranışlar gerçekleştirdiklerine inanan kişiler, sapkın kişilerin anlaşılması için zaman kaybedilmesini mantıklı bulmuyorlar.
Edwin Sutherland insanların sapkın davranışlarla doğmadığını savunmuştur. Onlar gösterdikleri tepkileri kendi çevrelerinden öğrendikleri için, onları normal olarak kabul ederler. Genel olarak kurallara aykırı düşünce ve davranışlara önem verilen çevreyle ilişkide olan kişilerde sapkın
davranışlar görülür.
İnsanların “Sapkın kişiler” ve “sapkın olmayan kişiler” olarak ayırt
edilmeleri fikri kabul edilemez olarak görülür. Sosyolog Howard Becker,
“Sadece sapkın olarak adlandırılan kişiler mi akıllarından sapkınlıklar geçirirler?” sorusuna sorar. Veker’e göre cevap hayırdır. Her insan bazen toplumsal normların dışına çıkma ihtiyacı hissetmiştir. Aramızdan hırsızlık
yapmayanlar varsa, onlar mutlaka yasak ve kanun dışı bir davranışa dahil olmuşlardır.
Davranış ve görünüme dayalı ahlak kuralları, dini ve ilahi ideolojiler, kanunlar ve yazılmamış kanunlar bakımından herbir toplumun kendine göre karmaşık düzenlemesi var. Sapkın davranış, kişinin toplumsal birliğinin ortaya koymuş olduğu normların dışına çıkılması demektir. Buradan yola çıkarak, grup normlarının toplumdaki tüm bireylerin çıkarlarını eşit olarak temsil edip etmediği sorusu da ortaya çıkar. Ardından
tüm grup üyeleri eşit cezalandırılırlar mı? Ancak toplumlarda, en az siyasi güce sahip ve kuralların getirilmesi sırasında en az söz sahibi olan kişilerin, en çok cezalandırılması ve kontrol edilmeleri gerçeği bizi şaşırtmaz. Okullarda, işyerlerinde veya mahkemelerde, başlıca bu kişiler kovulur, para ile cezalandırılır veya hapse atılırlar.
Birçok sosyolog sapkınlığın yer, zaman ve algıya göre değişebilir bir
süreç olduğunu, sapkınlık olarak adlandırılabilecek kesin bir davranışın
olmadığını savunuyorlar. Kuzey Amerika’da, bir şehirden daha ucuza mal
satın alıp, aynı malı başka şehirde daha pahalı fiyata satan kişi çevik girişimci olarak görülür. Bu faaliyetler kapitalizmin normlarına uygundur ve
123
kapitalist ekonomik sistemin çalışmasına yardımcı olurlar. Komünist dönemdeki Arnavutluk’ta ise aynı hareket sapkın davranış olarak değerlenebilirmiş, çünkü bu şekilde iktidarın yapmış olduğu malların dağıtılması planını bozmuş olacaktı. Anlayacağımız, kendilerine kazanç sağlamak
isteyen kişiler, bazı toplumlarda ödül kazanır, bazı toplumlarda ise cezalandırılabilirler.
Neyin sapkınlık olacağına dair tanım, zamanına ve mekanına göre
değişir. Bazı toplumlarda, belli bir süre sapkın olarak değerlendirilmiş
davranışlar, bir süre sonra normal olarak görülebilmiştir. Örneğin, ABD’de
1919 yılında %0.5 promil alkolden fazlasını barındıran içeceklerin satışı yasaklanmıştır. Ancak uygulanmasının mümkün olmadığı görülünce,
birkaç yıl sonra kanun kaldırılmıştır. Bu kanunun dışına çıkılması, normal
vatandaşlar için eğlence, suç örgütleri için büyük kazanç kaynağı olmuştur. Bu dönemde organize suçlar en çok kazanmıştır. Suç örgütleri zengin
ve güçlüler için alkol içeceği buluyor, karşılığında büyük kazançlar sağlıyorlarmış. Sapkınlık külture göre belirlenmiştir, kültürler ise zamanla değişiyor ve toplumdan topluma fark gösteriyor. Bazı dönemlerde batı toplumlarında kadınların sigara içmesi, açık yerde makyaj yapması ve alkollu
içecekler içmeleri, sapkın davranış olarak görülürmüş. Günümüzde durum farklıdır. Aynı zamanda suç tanımlarında da değişiklikler oluyor. Bir
zamanlar Büyük Britanya’da eşcinsellik suç teşkil edermiş. 1969 yılından
itibaren iki yetişkin arasındaki eşcinsellik, yasal sayılır.
Sapkınlıklar eskiden beri aileleri, rahipleri ve siyasetçileri huzursuzlaştırmıştır. İktidarlar, sapkınlıkları çözmeye ve kontrol altına almak için
çalışmışlardır. Sapkınlık sebepleri için birçok açıklama olmasına rağmen,
hiçbir teorinin gerçeği ortaya çıkardığı söylenemez. Araştırmalar birçok
yolun aynı yere götürdüğünü gösterir. Her tür davranış gibi, sapkınlıklar
da farklı şekillerde bileşebilen biyolojik, psikolojik ve sosyolojik unsurlara sahiptir.
124
SAPKINLIK ÇEŞİTLERİ
Sapkınlık çeşitleri, en çok görülen ve sosyoloji içeriğinde en fazla
işlenebilmiş sapkınlık gruplarıdır. Bu gruplar: kötü alışkanlıklar, toksikomanyalar ve saldırganlıklardır.
Saldırganlık ve şiddetin farklı kendini gösterme şekilleri vardır. Bu
tipteki sapmalar özellikle intihar, intihara teşebbüs ve suç ile çocuk suçlarında ortaya çıkarlar.
İntihar; insanın kendini öldürmesi ile gerçekleşen bir eylemdir. Bu
eylem; insanın yaşamındaki o döneme ait toplumsal – ekonomik şartlara bağlı olarak, toplum içerisinde kendine karşı negatif değerlendirmeler yapması sonucu ortaya çıkar. İntiharın üç çeşidi ayırt edilir: psikiyatrik,
psikolojik ve sosyolojik. Psikiyatrik kavram, kliniklere gelen veya getirilen kişiler üzerinde yapılan araştırmalara dayanır. Psiho dinamik kavram,
esas olarak Freud’un içgüdülere ait teorisine dayanır. Kendini koruma ve
cinsellik içgüdüsü yanı sıra, kendine yönelik de olabilen yıkım ve ölüm içgüdüsü olan “thanatos” içgüdüsü de vardır.
İntiharın açıklanmasında, sosyolojik kavram intihar ile sosyal faktörler arasındaki ilişkiden yola çıkar ve sosyal çevredeki bazı durumlarla
sürekli dönüşüm içerisinde olduğunu gösterir. Durkheim’e göre üç çeşit
intihar vardır, onlar: egoist, fedakarlık ve anomik intiharları. Egoist intihar,
kişinin toplumla yeterince bütünleşemediği ve daha çok kendine dönük
olduğu durumlarda görülür.
Değer biçme açısından suç işleme olumsuz davranış veya toplumsal dışı davranış olarak nitelenir ve bu durumlarda toplumun değerlere
müdahale edilir. Diğer sapkın davranış çeşitleri; alkol ve esrar bağımlılığı
gibi toksikomani çeşitleridir.
Esrar bağımlılığı için kullanılan “narkomania” terimi, Yunan kelimeleri olan “narko” – sarhoş olma ve “maniya” – delirme, kudurmak; sözlerinden oluşmuştur. Esrar bağımlılığı, canlı organizmanın bir ilaç ile etkileşimi sonucu ortaya çıkan, psikolojik ve bazen fiziksel durumda davranış değişikliği olarak tanımlanır. Bağımlıya zevk veren o psikolojik durum
veya etkiye ulaşabilmesi için o ilacı kesintisiz veya zaman zaman alır.
Uyuşturucu olarak bilinen tüm maddelerin ortak özelliği, kullanan
insanlarda bağımlılık yaratmak ve o kişilerde psikolojik ve fiziksel açıdan
sorunlar ortaya çıkarmak. Uyuşturucu kullanmak, farklı psikolojik fonk125
siyonları etkileyen memnuniyet duygusu ortaya çıkarır. Uyuşturucu bağımlısı, uyuşturucuya ihtiyaç duyan, bu ihtiyacına karşı gelemeyen ve
uyuşturucu kullanmaktan kendini alamayan kişiye denilir. Uyuşturucu
bağımlısı olmuş kişi, uyuşturucuyu sıralı alamadığı zaman, kriz durumuna girer. Uyuşturucu bağımlıları; güven vermeyen, dışlanmış, korku dolu,
toplumda yer bulamayan ve kendine inanmayan özellikleri barındırırlar.
Uyuşturucu bağımlısı olan kişinin kişiliğinde ortaya çıkan değişiklikler,
onu asosyal ve antisosyal davranışlara iter.
Sosyo – patolojik bir olay olarak görülen esrar bağımlılığı için
önemli olan: Birincisi, bağımlı kişide narkotik ürünler almak için yenilemeyecek bir istek ve ihtiyaç vardır. İkincisi, sürekli kullanılan miktarın arttırılması eğilimi, ki bu esrarın farmakolojik etkisi sayesinde kişide bağımlılık yaratır. Üçüncüsü de, esrar bağımlısı, tüm bireyler ve toplum üzerinde zararlı sonuçlar yaratabilir.
Esrar bağımlılığı, toplumdaki toplumsal – ekonomik ilişkilere ve
belli sosyal şartlarda gelişmiş ve eğitilmiş olan bireyin, kazanacağı karaktere bağlıdır.
Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre alkol bağımlısı, alkol içkilerini fazla miktarda kullanan ve kişinin alkol bağımlılığı yüzünden, ruhsal bozukluk veya beden ile sağlığını etkilemiş zararların görülmeye başlamasıdır. Bu bağımlılık kişinin diğer insanlar ile ilişkilerinin bozulmasına
neden olur ve onun ekonomik refahını soru işareti altında bırakır.
Alkol bağımlığı sosyo – patolojik özelliklere sahip olan toplumsal
bir olaydır. Kişide alkol kullanımı bağımlılığı yaratır ve alkolden fiziksel,
psikolojik ve sosyal alanda kötü sonuçlar ortaya çıkaracak kadar abartılı zevk alması ile kendini gösterir. Alkol sayesinde insanda, zeka seviyesi
düşüşü yaşanır, fikir açıklığını zayıflatır, suç davranışlarına yatkınlık ortaya çıkar ve ahlaki çöküş görülür.
126
TOPLUMSAL DEĞİŞİMLER
TOPLUMSAL DEĞİŞİM ÇEŞİTLERİ
Tarihi kaynaklar insanları hayatlarının organizasyonunda büyük bir tutarlılık kaydetmektedir. Diğer taraftan ise,
toplumsal gelişimde büyük ve köklü değişiklikler görülmüştür. Bu nedenle, toplumsal hayatın öğrenilmesi sırasında her
iki olgu da göz önünde tutulur: süreklilik
ve değişkenlik.
Toplumun bir boyutu olarak süreklilikten bahsettiğimiz zaman, toplumların “taş haline gelmiş” olduğunu söylemeyiz. Toplumda düşük seviyede bile
olsa, değişimler gerçekleşir. Mesela kurumlarda veya daha küçük gruplarda değişimlere rastlayabiliriz, ancak bununla
toplumsal görüntü değişmez.
Toplumsal görünüşün değişmesi, bir toplum türünden diğer toplum türüne geçilmesi (Örneğin, feodal toplumdan sanayi toplumuna geçmek) demektir. Toplumun ekonomik temelinde değişimler oluyor.
Ekonomik güç toprak aristokrasisinden, sanayicilere geçer.
Değişenlerin ne olduğuna bağlı olarak, şu değişimleri ayırt ederiz:
- Makro düzeyde değişimler;
- Kurumsal düzeyde değişimler;
- Küçük gruplar düzeyinde değişimler;
- Kişisel düzeyde değişimler (anlayış değişimi).
127
Bireysel düzeydeki değişiklikleri tarif edebilmemiz için, yaşam şekline belli kurallar koyan kurumlar olarak, kurumsallaşmış din (kilise) ve ailedeki değişiklikleri ele alacağız.
Eskiden, kilisenin sürekli ziyaret edilmesi inanç ile örf ve adet sisteminin bir parçasıymış ve bu şekilde dinin toplumsal bütünleştirici işlevini yerine getirilmesi amaçlanırmış. Rahipler inananlara ahlaki davranışları vaaz ederlermiş. Onlardan çoğu, günahkarların ismini sesli olarak söylemekten ve onların hareketlerini yargılamaktan kaçınmazlarmış. Bu şekilde de inananlar üzerinde büyük baskılar kurulurmuş.
Günümüzde, insanların kiliseyi ziyaret için daha az zamanları var ve
ahlaki davranış kişisel kararlarıdır.
Kadın iş gücü ihtiyacının ortaya çıkmasına kadar, kadınlar “kendi
erkekleri ile birleşik ve bütünleşmiş” kişiler olarak görülürlerdi. Kadınların
toplumdaki konumları; aile içi refahın, aile için uğraş veren ve aile için yiyecek temin etmeye çalışan erkeğin çabalarına bağlıdır varsayımı üzerinde inşa edilmişti. Kadınların ücretli işlerde yer almaya başlaması, onun
aile ve toplum içerisindeki konumunu değiştirmiştir. Geçmişte kadınlar
üzerindeki ekonomik ayrımcılık yasal olarak da belirlenmiş durumdaymış. Örneğin, Kanada’da İkinci Dünya Savaşı’na kadar kadın öğretmenler, evlendikleri zaman görevlerinden istifa etmek zorunda kalıyorlarmış.
Aynı kura, “İMB” şirketinde 50’li yıllara kadar uygulanmıştır. Bu açık ayrımcılık günümüzde yasalardan çıkartılmıştır, ancak gelir kazanmada ayrımcılık hala görülebilir.
1982 yılında tam zamanlı çalışan kadınların ortalama yıllık geliri 16
000 dolar civarındayken, erkeklerde bu ortalama 25 000 dolarmış. Ancak,
kadınların iş gücüne katılımı, iş alanında başka değişimlerin de görülmesine sebep olmuştur. Örneğin, çocuk yuvaları ve hızlı yemek hizmetlerinde artış olmuştur.
Sosyolojinin ilgi gösterdiği sorulardan biri, toplumsal yapı ya da
eşitsizliğin değiştirilebilir veya değiştirilmesi gerekir midir sorusudur.
Sosyal Darvinizm, eşitsizlikleri azalmaya yol açabilecek olan değişimlere karşı direnç gösterir. Darvinizm; fakirler, başarısızlar ve zayıfların ayakta kalma savaşlarında diğerlerine göre daha az yetenekli olduklarını düşünerek, zengin ile fakir, başarılı ve başarısız, güçlü ve zayıflar arasındaki farkları özürler.
128
TOPLUMUN GELİŞMESİ VE
TOPLUMSAL GELİŞİM
Eski Yunanlar ve Romalılar, toplumu büyüyen ve gelişen, daha
doğrusu sürekli değişen bir organizma olarak görürlermiş. Onlar değişimlerin kökenini, toplumun gelişmesi sırasında geçilen aşamaları, değişimlerin sebeplerini ve onların sonuçlarını sorgulamaya başlamışlardır.
Hristiyan öğretisine göre, evren Tanrı tarafından yaratılmıştır ve onun istekleri doğrultusunda gelişir. Evrenin bir parçası olan insanla da aynı şey
oluyor.
Auguste Comte ve Herbert Spencer’in (1820 – 1903) toplumun gelişimi ile ilgili iyimser açıklamaları vardır. Comte toplumun gelişimini, metafizikten pozitif bilimsel safhasından başlayarak dini açıdan bir linear
büyüme (evrimsel gelişme) yaşadığı açısından gözetlemiştir. Bir aşamanın diğer aşamadan ortaya çıkma şekilleri anlaşılırsa, insanların toplumsal değişimlerde etkili olabileceğini düşünür. Spencer’e göre toplum, büyüyen, büyüdükçe daha karmaşık hal alan ve kendi yaşam mekanizmalarını bilinçli algılayıp kontrol eden canlı bir organizmadır. Toplumsal yaşamın en önemli mekanizması, doğal kaynaklar yarışı, daha doğrusu en yeteneklilerin ayakta kalabilmesidir. Spancer, bu yarış prensibi sınırsız olarak kullanılırsa, olabilecek en iyi topluma ulaşabileceğimize inanıyor ve
herkesi de bu düşünceye inandırmaya çalışıyormuş.
Karl Marx ve Emile Durkheim gibi XIX. yüzyıl sosyolog düşünürleri,
toplumun gelişimine tarihi anlam katıyorlar, gelişimin ilerlemeye yol açacağını savunuyorlar. Durkheim toplumun tüm insanlara ortak olan değerler ve herkesin önem verdiği örf ve adetler sayesinde ayakta kaldığına inanıyormuş. İlkel toplumlarda birlik düzenini din korurken, modern
toplumda aynı görevi, iş gücü bölünmesi taşır. İşlerin bölünmesi alanının
genişlemesi ile, insanlar gitgide birbirine daha bağımlı hale gelirler, çünkü diğer mesleklerin tarafından sağlanan ürün ve hizmetlere ihtiyaçları vardır. İşin bölünmesi ile toplumsal dayanışma sağlanır, dayanışma ise
ahlaki bir fenomendir. Demek ki, iş dağılımı sayesinde toplumdaki insanlık duygusu artar.
Marx toplumun gelişimini materyalist anlayışı içerisinde açıklar.
Onun düşüncesine göre, toplumsal değişikliklerin sebebi fikirler ve değerler değil, sınıfların ekonomik bencilliğidir.
129
Ekonomik egoizm tarafından zarara uğrayan insan, doğayı daha
fazla kullanabilme teknikleri geliştirmiştir.
Ekonomik teknik maddi doğayı yendikten sonra bizdeki hayvansal
egoizmi de yenecektir. Ahlâki tavsiyeler diliyle konuştuğu sürece anlayış
güçsüzleşir, makine ile tamamlandığı zaman güçlü hale gelir. Marx, insan
ruhunda bulamadığı toplumsal yaşam kuralını, ekonomik teknikte buluyor. İnsanlarda sadece bencilliği görüyor. İnsan toplumunu, Hobbes’in
gördüğü gibi, herkesin herkese karşı olduğu bir savaş gibi görüyor. Bu
savaş sayesinde de toplum felakete sürükleniyor. Ancak insan yüreğinin
bencil olmasına rağmen, beyni bizi felaketten kurtaracak bilim ve teknikleri üretmiştir. Ancak anlayışlı toplumsal yaşam kurallarını, toplumsal teknik kendi kendiliğinden mi koymaktadır? Makinenin kullanılması mantıklı olabilir, ama mantıksız da olabilir. Bu yüzden bu kullanımın düzenlenmesi ve bir amaca dayalı olması gerekir.
TOPLUMSAL DEĞİŞİM FAKTÖRLERİ
Toplumsal değişimler, sosyolojinin ilgilendiği merkezi değişimlerden birileridir. XIX. yüzyılın ortalarında yaşanan iki büyük değişim dalgası tüm Avrupa’yı kapsamıştır. Bu değişimler; sanayileşme ve Amerikan ile
Fransız Devrimleri’nden tetiklenen demokrasinin yayılmasıdır. Auguste
Comte, Herbert Spencer ve Karl Marx; yaşanan toplumsal değişimlerle ilgili yaptıkları kendi açıklamalarını ortaya koyarlar.
Modern dünyada sürekli sosyal, siyasi ve kültürel değişimler yaşanıyor. Bu yüzden de sosyoloji, bu değişimleri etkileyen faktörleri bulmaya çalışıyor.
 Değişimleri yasama ve yürütme yoluyla hükümetler tarafından
teşvik edilebilirler. Örneğin, asgari ücretin belirlenmesi kanununu veya
savaş ilanını hükümet belirleyebilir.
 Sendikacılık ve feminizm gibi toplumsal hareketlerde organize
olmuş vatandaşlar büyük değişimlere neden olabilirler.
Danimarka’da; aynı ürünü üreten diğer firmaların rekabetine dayanamayan bir firma, çalışanlarının bir kısmını işten çıkarmak zorunda kaldığı durumlar için; hükümet, işveren ve sendikalar arasında karşılıklı yükümlülüklere dair anlaşma vardır. Feminist hareketler ise, hükümet ve
parlamentoda daha fazla kadının yer alması gerektiğini savunurlar.
130
 Fetihler, sömürgelerin fethedilmesi ve göçler de değişimlere yol
açabilirler.
Almanya, Fransa, Büyük Britanya ve diğer Batı Avrupa ülkeleri büyük ekonomik gelişim yaşadıkları zaman, Türkiye, Arap dünyası ve diğer
ülkelerden gelecek olan iş gücüne ihtiyaç duyarlardı. Müslüman ülkelerden gelen ekonomi göçmenleri, beraberlerinde kendi geleneksel kültürlerini de getirmişler. Kendi yaşam biçimlerini korumak için, göçlerle birlikte çok kültürlülük fikri de Avrupa’ya taşınır.
 Teknolojinin gelişimi kasıtlı ve kasıtsız sonuçlar ortaya çıkartabilir. Teknoloji için yapabileceğimiz en basit tanım, uygulamalı bilim olduğudur. Tarım aletleri nasıl ki Orta Çağ tarımcılığında büyük değişimler gerçekleştirdiyse, küçük bilgisayar veya mikroçipler de modern toplumun gelişmesindeki en önemli sebepler olmuşlardır. Bu teknolojik buluş;
çamaşır makinesinin programlanmasından, bankacılık hizmetleri, fabrikalardaki rutin işleri yaşabilen robotları yönetmek gibi hayatın tüm bölgelerini kapsar.
Bilgisayar tekniğinin robotik alanında kullanılması ile birkaç değişim ortaya çıkmıştır. Robotlar; okyanus dibi, uzak, nükleer ve kimyasal tesisler gibi insan için tehlikeli olan bölgelerde çalışabilirler. Onlar sayesinde insanlar, sıkıcı ve tek düze işlerden kurtulmuşlardır. Ancak robotların
otomobil sektöründe kullanılmaları, istemeyen sonuçlar getirdi. Birçok
işçi, işsiz kaldılar.
 Modern dönemlerin en önemli toplumsal değişimleri: motorlu
araçlar, antibiyotikler, televizyon ve bilgisayarlar gibi buluşlardır.
 Değişimler; kuraklık, açlık ve deprem gibi dış faktörlerin etkisi ile
de ortaya çıkabilirler.
 Büyük işsizlik ve ırksal çatışma gibi toplumsal olaylar, sosyal ilişkilerde değişimelere neden olabilirler. İşsizlik, sosyal devletin ortaya çıkmasına neden olan faktörlerden biridir.
Toplumsal yaşamın bazı alanlarındaki (ör. eğitim alanı, iş bulma, yaşam yerini seçme özgürlüğü vb.) ırki çatışmalar, ırk ayrımcılığını yasaklayan yasal değişikliklerle engellenmeye çalışılır.
 Toplumsal değişimler faktörü olarak ekonomik çatışma, toplumsal zenginliğin haksız dağılımından ortaya çıkıyor. Karl Marx’a göre toplumsal zenginliğin bölünmesi için, etkili ve sömürülen gruplar arasında
gerçekleşen savaş, değişimlere yol açıyor. Sahipler ve işçiler arasındaki
131
bu savaşlar sayesinde, kapitalizmde sınıfların olmadığı bir toplumun ortaya çıkacağına inanıyormuş.
Sorular ve ödevler:
1. Kadının aile için ve toplumdaki yerinin değişmesinin sebebi
neymiş?
2. Durkheim’e göre, ne tür iş dağılımı toplumu insancıllaştırabilir?
3. Bilgisayar tekniğinin işte kullanılmasından ortaya çıkan iyimser
ve kötümser beklentiler nelerdir?
132
YZ
TOPLUMSAL DEĞİŞİMLER
Yeni Sanayi Devrimi Kanıtları
Olay
Özellikleri
Birinci Sanayi
İnsan emeğinin mekanik sermaye ile yer
Devrimi (1750-1870) değiştirmesi.
Eğitilmiş işçi talebinin azalması.
Eğitilmemiş işçi talebinin artması.
En önemli keşif: Buhar makinesi.
En önemli kaynak: enerji (kömür)
İnsan ve yaşam enerjisinin mekanik enerji ile
yer değiştirmesi.
İkinci Sanayi Devrimi İnsan emeğinin mekanik sermaye ile yer
(1870-1970)
değiştirmesi (demir dönemi).
En önemli keşifler: Elektrik ve iç yanma motor.
En önemli kaynaklar: Kömür, hidroelektrik,
petrol.
İnsan ve yaşam enerjisinin mekanik enerji ile
yer değiştirmesi.
Üçüncü Sanayi
Devrimi (1970-?)
İnsan emeğinin bilgisayar ve bilgi avantajı ile
yer değiştirmesi.
Eğitilmiş işçi talebinin azalması.
Eğitilmemiş işçi talebinin azalması.
Fiziksel bulunma avantajı talebinin azalması.
Enerji avantajı talebinin azalması.
En önemli keşif: çiple çalışan bilgisayar
En önemli kaynak: Bilişim
133
GENEL TERİMLER
Açık Toplum – Mobil olan, sıkı iletişime sahip, sık değişimler yaşayan,
hareket özügürlüğüne sahip ve siyasi sisteminde demokratik kurumların
hüküm sürdüğü toplum çeşididir.
Adaptasyon – Sosyalleşme sürecinin sonucu olarak, birey ile toplumsal
grupların toplumsal norm ve değerlere göre ayarlanması.
Akrabalık – İnsanlar arasında varolan kan bağına verilmiş isim.
Akültürasyon – Herhangi bir nedenden dolayı temas etmiş olan iki veya
daha fazla toplumsal grup kültürünün arasında gerçekleşen etkileşim sonucu ortaya çıkabilecek kültürel değişiklik.
Alkol Bağımlılığı – Alkol içkilerinin aşırı tüketimi sonucunda ortaya çıkan sosyal rahatsızlık.
Ampirik Metot - Olaylar, onların özellikleri ve karşılıklı ilişkileri hakkında,
insanların hissiyat tecrübelerine dayanarak sistematik veri toplama şekli.
Ampirik Sosyoloji – İnsanın hissiyat tecrübeleri ve elde edilen sonuçların tarif edilmesi ile, sosyolojide bilimsel olaylar arasındaki ilişki ve onların özellikleri hakkında bilimsel bulgular elde etme anlayışı.
Anaerkillik – Grup evliliği olan ilkel toplumlarda, bireyin soyu anneye
göre belirlenen toplumsal ve ailevi ilişkiler.
Anket – Araştırmayı yapanın soru kağıdı ile ilgilendiği bazı veri veya bilgileri toplamasıyla gerçekleşen metodolojik bir prosedürdür.
Animizm – İnsanı çevreleyen tüm cisimlerin ve olayların kendi ruhlarının
olduğuna dair inanç çeşididir.
Anomi – Toplumda düzen bozukluğu, devlette düzenleyici işlevlerin olmaması, toplum bireyleri arasında işbirliğinin ve karşılıklı etkileşimin olmadığı durum.
Antropoloji – İnsan bilimi. İnsanın temel özelliklerine bağlı olarak fiziksel ve sosyal antropoloji olarak ikiye ayrılır.
Asimilasyon – Bir toplumsal olay, grup veya bireyin, başka bir olay ile uzun
süreli iletişimi sayesinde kendi özelliklerini kaybedip diğer olaya erimesi.
134
Asketizm – Çile çekme. Hayatın temel değeri ve insanın en büyük başarısının; maddi imkânları, güzel yaşam şartlarını ve vucüt zevkleri gibi zevklerden uzak durması.
Ataerkil Aile – Başında erkeğin bulunduğu ve aile soyunun erkeğe gore
belirlendiği aile çeşidir.
Ataerkillik – İnsan toplumundaki iktidarın erkeklere ait olduğu dönem.
Ateizm – Rasyonel olarak ıspat edilemediği için, Tanrı’nın varlığını inkâr
etme fikri.
Biyolojizm – Toplumu yaşayan doğa için geçerli olan aynı kurallar ile
açıklayan, sosyolojinin daha önemli ve temel yönlerinden biri.
Boşanma – Evliliğin geçersiz sayılması süreci. Boşanma ancak iki eşin hayatta olduğu durumlarda gerçekleşebilir.
Budizm – Dünya dinlerinden biri. VI. yüzyılda Kuzey Hindistan’da ortaya
çıkmıştır ve kurucusu Buda ismi verilen Siddhartha Gautama’dır. Budizm,
Hindistan ve Asya’nın büyük bir kısmının kültürel gelişimindeki manevi
temel olmuştur.
Çatışma – Çıkar, fikir veya anlayışlar arasında çatışma çıkmasıyla ortaya
çıkan toplumsal olay.
Çok Eşlilik – Bireyin aynı anda, karşı cinsten birkaç kişi ile evli olma durumu.
Demagoji – Liderler veya parti yöneticileri gibi kişiler tarafından; insan,
kitle veya parti üyelerinin baştan çıkarılma veya manipülasyon metodları.
Demografi – Nüfus hareketleri, nüfus yapısının değişmesi ve doğal artış (doğum oranı, ölüm oranı) özellikleri üzerinden insanları inceleyen bilim dalı.
Demografik Geçiş – 1. Nüfusun demografik değişimleri teorisi. Bu değişimleri büyük ölçüde toplumsal ve ekonomik faktörler etkilerler. 2.
Nüfus artışı. Sanayi sürecinin gelişmesi ve sağlık koşullarının düzelmesi
ile, ölüm oranlarında düşüş yaşanır ve doğal artış ortaya çıkar.
Demokrasi – Halkın egemenliği. Herbir vatandaşın, kamu ve devlet ile ilgili alınan kararlara dahil ve eşit olmasına dair hakkının olması.
135
Devlet – Toplumun siyasi olarak şekillenmesinin temel ve en önemli şeklidir.
Dogmatik – İnsanın şüphe duymaması gerekti gerçekler olarak düşünülan dini öğretilerin kilise teorisi.
Doğum Kontrolu – Üremenin azalması daha doğrusu kontrol altına alınması amacıyla, ürün ve metotların kullanımı.
Egalitarizm – Tüm vatandaşlara eşit hukuki statü ve siyasi ile ekonomik
haklar vaad eden doktrin. Tüm toplumsal tarih boyunca farklı şekillerde
ortaya konulmuştur.
Egzogami – Bireyin evleneceği kişiyi kendi toplumunun dışından seçmesi ile düzenlenmiş olan evlilik ilişkileri kuralı.
Eğitim Sosyolojisi – Sosyalleşme, eğitim ve yetiştirme süreçlerinin daha
geniş tarihi ve kültürel özelliklerini araştırma ile uğraşan sosyolojik disiplin.
Elit kesim – Seçkin topluluk. Sosyolojide: bireysel yetenekleri farketmeksizin; siyaset, ekonomi, askeri ve diğer alanlarda öncü pozisyonunda olan
toplumsal katmanların üyeleri.
Emek – İş. Evrensel insan faaliyeti, insan ile doğa arasında bir arabulucu.
Ensest – Akraba ile cinsel ilişki. Daha ilkel toplumlarda görülmüş bir yasaktır.
Etkileşim – Toplumdaki birey ve gruplar arasındaki karşılıklı etki ve davranışlar.
Etnik Ayrım – Belli bir etnik gruba ait kişilerin, şehrin belli bir bölgesinde gruplandırılmaları.
Etnik Grup – Üyelerini ortak soy, ortak dil, ortak yaşam yeri, ekonomik
ilişkiler, din, geleneki örf ve adetler ve kültür gibi duyguların birbirine
bağladığı grup.
Etnik Kimlik – Bazı sembol veya işaretleri sahiplenmekle ifade edilen,
belirli bir etnik grupa dahil olma bilinci.
Etnosentrizm – Yabancı düşmanlığı. Kendi grup, ırk veya toplumunun, ırki
ve kültürel özellikleri bakımından diğerlerine göre üstün olduğu tutumu.
136
Evlilik – Süresiz ve toplumsal düzenlemeli cinsel ve başka ilişkilere dayalı olan, farklı cinsiyetten iki kişi arasında kurulan birlik.
Evrim – İnsanların maddi ve diğer yaşam koşullarını değiştiren; insan
toplumundaki kademeli, uzun vadeli ve nicel değişiklikler.
Fuhuş – Genellikle kadınların iş şeklinde vücudunu satması ile gerçekleşen sosyal olay.
Gayri Meşru Gruplar – Geçici özellikte, meşru organizasyonu olmayan,
önceden belirlenmiş sıkı kurallara bağlanmadan oluşmuş ilkel toplumsal gruplar.
Gelenek – Bir davranışın uzun süre tekrarlanması ile ortaya çıkmış toplumsal norm.
Göç – Coğrafi alan içerisinde halkın bazı sosyal sebeplerden dolayı bir ülkeden başka bir ülkeye, veya ülkenin bir yerinden başka bir yerine geçmesi. Göç iki olaydan oluşur: özgün çevreden uzaklaşmak ve yeni ortama yerleşme.
Grup Bilinci – Belli bir gruptaki ortak akıl veya ruh.
Güç – Birey ya da grubun, toplumsal hayatın bazı alanlarını etkileyebilme kabiliyeti.
Halk – Belli bir bölgedeki etnik kabilelerin ve aşiret gruplarının birleşmesi sonucu oluşan toplumsal grup. Birleşen bu gruplar ortak dil, gelenek
ve kültür özelliklerine de sahiptirler.
Halkçılık – Halkın sözde iradesine dayanan ve siyasi hayatın kurumsallaşmış şekline karşı çıkan siyasi hareket.
Hanedanlık Düzeni – Kan bağı ve akrabalık ilişkilerine dayanan ve tarihte genelde barbar ortamlarda görülen, toplumsal organizasyon şekli.
Hiyerarşi – Örgütlü toplumsal gruplarda, toplumsal üyelerin gerçekleştirdikleri toplumsal işlerinin önemi bakımından sıralanması; bir örgütte daha
yüksekten daha alçağa gore dikey bir şekilde sıralanmış, rütbeler toplamı.
Irk - Ortak morfolojik özellikleri olan kişilerin oluşturduğu birlik. Bu morfolojik özellikler, insan evrimi sürecinde, belli coğrafi ortamların yaşam
şartlarına uyum sağlanması süresinde oluşmuşlardır.
137
İktidar – Yönetim hakkı, kilit siyasete sahip olma ile hukuki ve ekonomik
gücü gösteren, siyasi alanda ortaya çıkan bir olay.
İnsan Çevresi – İnsan hayatını etkileyen dış faktörler toplamı. İnsanın input ve output sayesinde ve insan ile toplum arasındaki sürekli “materyal”
değişimi ile gerçekleşen sistemler toplamı.
İnsan Hakları – Sivil toplumun da doğruladığı hakların toplamıdır. İnsan
hakları bireysel, siyasi ve ekonomik – sosyal hakları kapsar.
İnsan Kaynakları – İnsanların gücü, uzmanlığı, yeteneği ve bilgisini anlamına gelir.
Irkçılık – Irkları üst değerlere sahip ve alt değerlere sahip olarak tanımlayan, sahte toplumsal – siyasi teori.
Kabile - Özellikle barbarlık çağında görülen, ilkel toplumun toplumsal
örgütlenme biçimindeki küresel sosyal gruplar. Kamuoyu Düşüncesi – Belli bir toplumsal grup veya küresel toplumun
düşüncesi. Toplumsal gruplar veya bütün olarak toplumun çıkarlarına
bağlı olarak ortaya çıkan düşünceler.
Kamuoyu - Bir toplumun toplumsal ve siyasi hayatına katılan, aktif olarak siyasi düşüncelerini ortaya koyan vatandaşlar grubu.
Karizma – Kişinin doğaüstü veya insanüstü güç ya da özelliklere sahip
olduğu düşünülmesi.
Karşıt Kültür – Geniş boyutlara sahip yeni ve modern kültür hareketi,
genel olarak en çok bağımlısı genç kesime ait yeni kültürel model.
Kentleşme – Köylerin kentlere dönüşüm süreci.
Kişisel Özgürlükler ve Haklar – Kişinin insan olarak fiziksel ve kişisel bütünlüğünün korunması (yaşam hakkı, birey özgürlüğü, özel yaşam hakkı,
özgür hareket hakkı vb.)
Kitlesel Toplum – Bazı sosyolojik teorilere göre, modern sanayi, kentleşmiş ve bütünleşmiş toplumlar kitleseldiri çünkü buradaki kitleler tüm
alanlarda yer alırlar.
138
Kitlesel Kültür – Modern topluma ait özel yapı (bazı teoriciler kitlesel
toplum kültürü olarak da adlandırırlar) çeşidi.
Komşuluk – Evlerinin yakınlığı dolayısı ile bazı ihtiyaçlardan kaynaklanan ilkel çağlardan beri ortaya çıkmış olan sosyal ilişki.
Kontrasepsi – Hamile kalmayı önleyen etkisi olan birçok önlemleri kapsayan doğum kontrol şekli.
Kriminoloji – Toplumsal ve bireysel olay olarak suçu inceleyen, onun ortaya çıkmasının sosyal sebeplerini araştıran bilim dalı.
Kült – 1. Gayrimeşru, kurumsallaşmamış dini grup. 2. Bir cisime hayranlık
duymakla ortaya çıkmış dini ibadet.
Liberalizm – Genel anlamı ile; genç burjuvazinin, sermayenin özgürce
elde edilmesi, genişletilmesi ve dolaşımı ile serbest piyasa gibi özgürlük
ideolojileri.
Makyavelizm - Rönesans dönemine ait düşünür olan Niccolo Machiavelli’nin (1469-1527), teorisinden ortaya çıkmış doktrindir. Bu doktrinin
temel düşüncesi, siyasetin ahlaktan ayrı olduğu ve araçların ahlaki boyutu önemsenmeden
Marjinal Grup – Toplum ve toplumsal yaşamın dışında bulunan, sosyal
süreçler üzerinde neredeyse hiçbir etkisi olmayan grup.
Meclis – Devletin en yüksek temsilcisi. Devletin en önemli işlerini (yasama ve yürütme) gerçekleştirir ve halk egemenliğinin bir ifadesidir.
Megapoller – Büyük ve karmaşık kent olarak da adlandırılan bölgesel şehirler. Bu şehirler özellikle XX. yüzyılın başlarında, kentsel alanlarda; küçük yerleşimler satın alma, modern iletişim tesisleri ile altyapı tesisleri
gibi alanların genişlemesine yol açmıştır.
Meritokrasi – Toplumsal hiyerarşinin en yüksek merdivenine yerleşmiş
modern sosyal tabaka. Üyelerinin bilgi, uğraş ve gerçek yararları sonucu
olarak, iktidar olma gücüne sahiptir.
Meşruiyet – Genellikle kamuoyu düşüncesinin iktidar sahiplerine yönelik pozitif ilişkisini işaretlemek için kullanılan terimdir.
139
Millet – Ortak dil, gelenek ve görenekler ve geçmiş ile ortak etnik temel
sayesinde, kapitalizmdeki emeğin bölünmesi sonucu oluşmuş, tarih boyunca ortaya çıkmış toplumsal – ekonomik, kültürel ve siyasi birlik.
Milliyetçilik – Bir milletin dar çıkarlarına dayalı olan ve bu çıkarları sıkılaştırıp geliştirmek amacında olan siyasi ideoloji.
Mortalite – Nüfusun ölüm oranı. Genelde yıllık hesaplanan, her 1000 kişi
başına ölümlerin sayısının oranıdır. Motivasyon – İnsan davranışının dinamik bir süreç olduğunu belli eden bir süreçtir.
Mutlakiyet – Tüm devlet yönetiminin bir kişi veya bir makamın elinde
olan siyasi sistem.
Natalite - Belirli bir süre içerisinde (yıl, gün, on yıl), genel nüfusun büyüme oranı. Norma – Toplumdaki kişilerin çalışma ve davranışları için genel olarak
kabul edilmiş veya belirlenmiş kural prensipleri. Oligarşi – Küçük bir grup insanın iktidarda olduğu, demokratik olmayan
bir siyasi sistem. Siyasi sistemde demokrasiden uzak bir iktidar sürdüren
kişiler için de bu terim kullanılır.
Orta Katmanlar – Emek dağılımının gelişmiş olduğu tüm toplumlarda
ortaya çıkan toplumsal gruplardır.
Otokrasi – Tek kişinin hüküm sürdüğü siyasi sistem (hükümdar, diktatör,
despot vb.).
Otoriterlik – Toplumsal yaşamda birçok çeşitte görülen, insanlar arası
eşitsizlik merkezli olan ve üzerinde herhangi bir sosyal ya da manevi otoritenin hakim olduğu toplumsal ilişki (durum).
Oylama – Seçimlerde belli bir aday veya organizasyona verilecek oy ile,
istek veya düşüncenin ortaya koyulması.
Parti – Özellikle siyasi alanda aynı düşünceye sahip, iktidarı ele geçirmek
veya etkilemek için birleşmiş insanlardan oluşmuş toplumsal grup.
Patoloji – Tüm toplumsal bozuklukların çeşitlerini (sosyal hastalıklar,
sapkın davranışlar ve toplumsal düzensizlik) inceleyen bilim dalı.
140
Ritüel – 1. Kurumsallaşmış dinlerin belli dini törenlerini gerçekleştirmek
için yaptıkları ayinler toplamı. 2. Daha geniş anlamda tören ile eş anlamlıdır.
Ruh – Dini inançlara göre insanın maddi değilde, ruhi özelliğe sahip bölümü.
Sabit Nüfus – Sayım zamanında o yerde bulunup bulunmalarına bağlı
kalmadan, belli bir bölgede yaşam yeri olan insanların toplamı.
Saldırganlık – Bir kişinin başka bir kişiye saldırmak veya zarar verme eğilimi.
Sanayileşme – Üretim güçleri sayesinde el ile üretimin yerine makine ile
üretimin geçmesi süreci. Daha sonra bu süreç genel olarak üretim alanında baskın bir rol almıştır.
Sanayi Toplumu – Sanayi üretiminin en önemli ekonomik ve toplumsal
özelliklerini, mal ve hizmet üretimini gerçekleştiren toplum.
Sapkın Davranış – Toplumsal kohezyon üzerinde yıkıcı etkisi olan davranış. Toplumsal normların dışına çıkılmış her davranış türüne sapkın denilir.
Seçim Sistemi – İnsanların veya seçmenlerin kendilerini kimin temsil
edeceğine seçmesi için gerçekleştirecekleri teknik faaliyete ait ilkeler, garantiler ve teknik faaliyetler toplamı.
Serbest Zaman – Her türlü sorumluluktan uzak durulan, kişinin tüm sorumluluklardan uzaklaştığı süre.
Sivil Toplum – Üretim araçları üzerinde özel mülkiyet ile yasal eşitlik temelleri üzerine kurulmuş toplum.
Siyaset – Devlet veya belli parça veya bölgesindeki ortak toplumsal işleri yürütmeye yönelik bilinçli ve örgütlü faaliyet. Siyasetin genel faktörü güçtür.
Siyasi Haklar – Bir ülkedeki vatandaşların siyasi hayata dahil olma hakları. Bu dahil olma oy verme, birleşme özgürlüğü, konuşma özgürlüğü gibi
süreçlerle özelliklere sahiptir.
141
Slam – Evlerin çok kötü durumda olması özelliğini taşıyan, şehrin yoğun
nüfuse sahip kısmı.
Sosyal Ayrım - Sosyal özellikleri açısından nüfusun ayırma işlemi.
Sosyal Harmony - Tüm parçaların iç tutarlılığa sahip ve çatışmaların görülmediği bir toplumdaki sosyal sistemin dengesi. Sosyal Hastalık – Bireyler ve toplumsal grupların yaşamında belirleyici
etkiye sahip olan sosyo-ekonomik şartlardan kaynaklanabilecek, organ
veya ruhsal hastalıklardır.
Sosyal Heterojeni - Sosyal sistem içerisindeki sosyal grup ve kurumlarının karşılıklı olarak farklı amaç ve çıkarlarının olması. Sosyal Kontrol – Sosyal normları ihlal edenlere karşı önleyici ve düzeltici
cezai önlemlerin alınabilmesi için, birey davranışlarının ve toplumsal kurum çalışmalarının sistematik olarak gözlemlenmesi.
Sosyal Patoloji – Birey ve toplumsal gruplarda rastlanan tüm hastalıkların araştırılması ile ilgilenen bilim dalı.
Soy – İlkel toplumlardaki küresel toplumsal grup. Aynı atadan gelen akrabalardan oluşur.
Stigma – Birey veya gruba uygulanan aşağılıyıcı nitelik. Bu uygulama genelde, o birey veya gruba karakteristik olan bazı davranışa karşı varolan
önyargılardan dolayı ortaya çıkar.
Suç – Hukuki normların kırılması ile ortaya çıkan olaylar. Bu normlar sayesinde genel toplumsal değer ve çıkarlar korunur.
Suçlu – Bilinçli ve istemli olarak toplumun kurallarına aykırı davranmak.
Korunan mallara göre farklı suçluluk çeşitleri ayırt edilir: mülkiyet, kişideki fiziksel bütünlük, devlet düzeni, ahlak vb.
Sürdürülebilir Gelişme – Gelecek nesillerin ihtiyaçlarını tehlikeye atmadan, bugünkü nesillerin ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olan bir gelişme.
Şehir – İşgücü ayrımı gelişimi, nüfus yoğunluğu ve daha bir sürü toplumsal ve kültürel özelliklere sahip yerleşim birimi.
142
Şovenizm – Kendi milletinin tüm diğer milletlerin üzerinde olduğu düşüncesi, milliyetçiliğin en üst savhası.
Tabaka – Yasal olarak belirlenmiş, feodal topluma ait, kapalı toplumsal
gruplar. Hukuki ayrıcalıklar, tabaka hakları mirası, hiyerarşik üstünlük ve
bağlılık, tabakalar arası kapanmak ve tabaka rütbeleri gibi özellikleri vardır.
Tabakalaşma – Toplumsal olayların tabakalaşması.
Tabip – Dini ritüellerdeki baş aktör, karizmatik özelliklere sahip ve arhaik ilkel toplumlarda yüksek itibarı olan dini kişi. Tedavi gibi pratik faaliyetlerle de uğraşırmış.
Tabu – Belli cisim, kişi, yer veya ilişkilere karşı belli tavır. Onlara dokunmak, zarar vermek veya bilinçli aktüelleştirilmesinin bireye şansızlık getireceğine inanmak.
Tanım – Bir kavramın anlam, büyüklük ve içerik olarak açıklanması.
Tanrı (İlah) – Dinlere göre; evrenin, dünyanın ve yaşamın yaratıcısı ve
onları yöneten doğaüstü şey. Her şeye kadir olan.
Tanrılar ve Tanrıçalar – Doğaüstü özelliklere sahip ve insanları Tanrı’ya
taptığı gibi onlara da taptığı varlıklar.
Toplumsal Eşitsizlik – Birilerinin doğrudan ve nispeten, istikrarlı bir şekilde, herbir tercih ve ayrıcalıklarının koruma altına alındığı; diğerlerinin
ise ayrıcalıklara sahip olmadığı bir toplumdaki, toplumsal ilişkiler.
Toplumsal Güç – Toplumsal hayatı, onun birey veya gruplarını etkileme
yeteneği ve imkânı.
Toplumsal Hareketlilik – Birey ile grupların, toplumsal yapı basamağında, onun açıklığı sonucu gerçekleştirdikleri yatay ve dikey hareketler.
Toplumsal Konum – Toplumsal basamakta dikey olarak ölçülen; bir toplumsal objenin ilişki, bağ ve roller toplamı. Toplumsal konum birçok faktör sayesinde belirlenir.
Toplumsal Yapı – Toplumun oluşmuş olduğu temel unsurları kapsar.
Toplumun varolması ve gelişmesindeki temel özellikleri gösterir.
143
Totaliter - Genellikle “totaliter devlet” veya “totaliter toplum” anlamı ile
bağlı olan bir terim. Bu terimle, devletin toplumsal yaşamın her alanını
düzenleyen bir toplum tariff edilir.
Tüketici Toplum – Nüfusun tüketilen ve araç değerlerinin harçanmasındaki artış gerçekleştirmesi.
Vatandaşlar – Bir devlette yaşayan veya belli bölgeye yerleşmiş ve belli
hak, özgürlük ve görev sahibi kişilerin toplamı.
Yerleşim Yeri – Nüfus sayısı önemsenmeden, insanın yerleştiği ve inşa
ettiği alanlar.
144
İÇİNDEKİLER
Önsöz............................................................................................................................................3
SOSYOLOJİNİNT TANIMI VE GELİŞİMİ ...........................................................................5
SOSYOLOJİNİN ÖNCÜLLERİ ......................................................................................5
BİLİM OLARAK SOSYOLOJİNİN ORTAYA ÇIKMASI ........................................... 10
SOSYOLOJİNİN KONUSU,YÖNTEM VE TEKNİKLERİ......................................... 16
SOSYOLOJİNİN DİĞER BİLİM DALLARI İLE İLİŞKİLERİ .................................... 18
SOSYOLOJİ VE TARİH ........................................................................................... 18
SOSYOLOJİ VE PİSKOLOJİ ................................................................................... 19
SOSYOLOJİ VE EKONOMİ .................................................................................... 19
İNSAN, TOPLUM VE KÜLTÜRÜN ORTAYA ÇIKMASI .............................................. .21
İNSAN VE TOPLUM .................................................................................................... 21
TOPLUMUN KURUCU UNSURLARI - ELEMANLARI ......................................... 23
KÜLTÜR ......................................................................................................................... 26
KÜLTÜRÜN AYRILMAZ BİR PARÇASI OLARAK DİL .......................................... 30
KÜLTÜREL BENZERLİKLER VE KÜLTÜREL FARKLAR ........................................ 32
ALT KÜLTÜR VE KARŞIT KÜLTÜR ........................................................................... 34
KİTLESEL KÜLTÜR ...................................................................................................... 36
DEĞERLER, NORMLAR VE GELENEKLER ............................................................. 39
DEĞERLER ............................................................................................................... 39
NORMLAR ............................................................................................................... 41
GELENEKLER VE AHLAK........................................................................................... 41
AHLAK...................................................................................................................... 43
KANUNLAR .................................................................................................................. 44
DİN.................................................................................................................................. 47
DİN KAVRAMININ TANIMLANMASI .................................................................. 47
DİNİN İŞLEVLERİ (FONKSİYONLARI) .................................................................... 49
DİNİN ETİK İŞLEVİ .................................................................................................. 50
DİNİN PİSKOLOJİK – DUYGUSAL İŞLEVİ .......................................................... 51
MAKEDONYA CUMHURİYETİ’NDE DİNİ HOŞGÖRÜ ....................................... 53
TOPLUMSAL YAPI ................................................................................................................ 57
TOPLUMSAL YAPININ TANIMI VE UNSURLARI ................................................. 57
TOPLUMSAL YAPIYI BELİRLEYEN UNSURLAR................................................... 58
TOPLUMUN GENEL YAPISI ...................................................................................... 59
TOPLUMSAL ROL VE TOPLUMSAL DURUM (STATÜ) ...................................... 61
TOPLUMSAL GÜÇ ...................................................................................................... 63
TOPLUMUN TEMEL GRUPLARI .............................................................................. 65
TOPLUMSAL - SOSYAL GRUPLARIN TANIMI VE BÖLÜNMESİ .......................... 65
HALK, MİLLET, MİLLİYETÇİLİK ................................................................................ 68
ETNİK ÖNYARGILAR VE ÇATIŞMALAR ................................................................. 69
145
MAKEDON MİLLETİ VE MAKEDONYA’DAKİ ETNİK GRUPLAR...................... 72
MAKEDONYA CUMHURİYETİ’NİN MİLLİ VE DİNİ KİMLİĞİ ............................. 75
AİLE........................................................................................................................... 76
SOSYAL FARKLILIK................................................................................................. 78
KASTLAR VE TABAKALAR ........................................................................................ 80
SINIF TOPLUMLARI .................................................................................................... 82
TOPLUMSAL TABAKALAŞMA ................................................................................. 85
TOPLUMSAL HAREKETLİLİK ................................................................................... 87
MESLEKLER .................................................................................................................. 89
TOPLUMSAL KURUMLAR ................................................................................................. 92
KURUMLARIN TANIMI VE ÇEŞİTLERİ .................................................................... 92
EKONOMİK KURUMLAR .......................................................................................... 93
EKONOMİK KURUM OLARAK MÜLKİYET ........................................................... 95
SİYASİ KURUMLAR..................................................................................................... 96
DEVLET DÜZENİ ......................................................................................................... 98
SİYASİ SİSTEMLER VE MODERN MİLLETLER – DEVLETLER.........................100
MAKEDONYA’DA SİYASİ SİSTEM VE DEVLET GELİŞİMİ ................................101
SİYASİ PARTİLER .......................................................................................................103
ÇIKAR GRUPLARI VE BASKI GRUPLARI .............................................................105
AVRUPA’DA SİYASİ BÜTÜNLEŞMELER ...............................................................107
AVRUPA BİRLİĞİ KURUMLARI ...........................................................................110
AVRUPA BİRLİĞİ KONSEYİ .................................................................................110
AVRUPA KONSEYİ................................................................................................110
AVRUPA PARLAMENTOSU ................................................................................111
AVRUPA KOMİSYONU ........................................................................................111
AVRUPA ADALET DİVANI ...................................................................................111
AVRUPA SAYIŞTAY MAHKEMESİ ......................................................................111
MAKEDONYA CUMHURİYETİ VE AVRUPA BİRLİĞİ .........................................112
VATANDAŞ VE ONUN HAKLARI ...........................................................................114
SOSYAL ETKİLEŞİM ...........................................................................................................117
SOSYAL ETKİLEŞİMİN TANIMI VE ÇEŞİTLERİ ....................................................117
SOSYALLEŞME ..........................................................................................................119
TOPLUMSAL SAPMALAR.......................................................................................122
SAPKINLIK ÇEŞİTLERİ..............................................................................................125
TOPLUMSAL DEĞİŞİMLER .............................................................................................127
TOPLUMSAL DEĞİŞİM ÇEŞİTLERİ .......................................................................127
TOPLUMUN GELİŞMESİ VE TOPLUMSAL GELİŞİM ........................................129
TOPLUMSAL DEĞİŞİM FAKTÖRLERİ...................................................................130
TOPLUMSAL DEĞİŞİMLER .................................................................................133
GENEL TERİMLER ................................................................................................134
146

Benzer belgeler