Mersin Kültür Turizm

Transkript

Mersin Kültür Turizm
Mersin
Türkiye’nin 81 ilinden 33 kod numarasıyla anılan, yüzölçümü yaklaşık 16.000 km2. ve 2009 yılı nüfus sayımına göre
toplam 1.640.888 kişilik nüfusa sahip olan ve eski adı İÇEL olan MERSİN ili doğusunda Adana, batısında Antalya,
kuzeyinde Niğde, Konya ve Karaman illeri, güneyinde ise Akdeniz ile çevrili olup, Taşlık Kilikya’nın tümünü ve Ovalık
Kilikya’nın Berdan Çayı havzasını kaplar. Kuzeyden Toros dağlarının en yüksek tepelerine kadar uzanan yaylaları içine
alıp, doğu Akdeniz boyunca güney batıya doğru uzanır. Dağlık alanlar kratase, eosen, miosen ve pliosen tortularından
ibaret kireç taşı tabakalarından, ovalar ise IV.zamanda başlamış olan alüvyon birikmesiyle oluşmuştur. İldeki Toros
Dağları genç dağlardır. Toroslar'ın Mersin bölümünde kalan kısmı Bolkar Dağları adını alır. Bolkarların en yüksek yeri
3524 metre ile Medetsiz Tepesi’dir. Orta Toroslar'ın geçit verebilen yeri Gülek Boğazıdır(1050 m.). İkinci önemli geçit
ise Mut ilçesi yakınlarındaki Sertavul Geçidi’dir. İl’de birkaç set gölünden başka göl yoktur. Silifke’deki Akgöl, Keklik
Gölü ve Paradeniz gölleri deniz bağlantılı olduklarından suları tuzlu olup, bol balık yaşamaktadır.
Bitki örtüsü genellikle Akdeniz iklimine uyum sağlayan maki’dir. Defne, Yabani Zeytin, Keçi Boynuzu, Mersin,
Zakkum, Böğürtlen ve Kuşburnu’dur. 100-1000 m. arasında Meşe, 100-1200 m. arasında Kızılçam, 1500 m. Karaçam
ve 2000 m. yüksekliklerde Sedir ve Ardıç Ağaçları yer alır.
Turistik bir il olan MERSİN’E bağlı ilçeler şunlardır: Akdeniz, Anamur, Aydıncık, Bozyazı, Çamlıyayla, Gülnar, Erdemli,
Mezitli, Mut, Silifke, Tarsus , Toroslar ve Yenişehir'dir.
Mersin’in akarsuları Deliçay, Efrenk Deresi (Müftü), Tece Deresi ile batıda Lamas çayı ile Mezitli çayından ibarettir.
Anamur’da Dragon Çayı, Tarsus’ta Berdan Çayı, ve tarihe tanıklık etmiş olan Silifke’de Göksu Nehri ilin önemli
akarsularındandır. İl, deniz-kum-güneş üçlemesinin dışına çıkarak, alternatif turizm çeşitlerini sunmaktadır. İnanç ,
Yayla, Trekking, Rafting, Yamaç paraşütü, Su sporları, Kayak, Dağcılık gibi. Dağlara çıkıldıkça farklı iklimler
yaşanmakla beraber, kıyı şeridinde tipik Akdeniz iklimi hüküm sürer; yani yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise ılık ve
yağışlı geçer. İlin yaklaşık 108 km. uzunluğunda kumsal plajları vardır.
Adana’dan 69 km.,Antalya’dan 487 km. ve Konya’dan 348 km. uzaklıkta olan Mersin merkezi yeni ve modern bir
liman şehridir.Büyük kentlerle demiryolu ve karayollarıyla ulaşım yapılırken, yabancı limanlarla da gemi seferleriyle
bağlantılıdır. Yıl boyunca Mersin ile Gazimagosa arasında düzenli feribot seferleri vardır. Mersin’in modern bir kent
olması nedeniyle, turistler burada kalmakta ve Mersin’i Kapadokya, Güney doğu Anadolu Batı Akdeniz ve Kıbrısa,
geçiş merkezi olarak seçmektedirler.
Mersin, ticaret ve ekonomi alanlarında olduğu kadar turizmde de son yıllarda olumlu atılımlar yapmıştır. Nitekim
“Kardeş Kent” sayısının artması Dünya Uluslarının Mersin’e olan yakın ilgilerini göstermektedir.
Mersin Belediyesinin bağlı olduğu Dünya Kardeş Kentleri şunlardır:
1-ABD/Californiya-Santa Fee Springs (l965)
2-İTALYA/Rimini (1980)
3-Japonya/Kushimoto (1997)
Mersin kentinin merkez sınırlarını, doğuda Tırmıl Tepe, Batıda Yumuktepe Höyükleri oluşturmaktadır. Bu Höyükler ,
Mersin kurulmadan çok önceleri Neolitik ve Kalkolitik dönemlerde, bu alanda yerleşimlerinin olduğunu
kanıtlamaktadır. J.Garstang tarafından Yumuktepe’de yapılan kazılar sonucunda en yoğun yerleşimin Neolitik ve
Kalkolitik dönemlerde olduğu ortaya çıksa da 1993 yılında yeniden başlayan kazı çalışmaları , bu yerleşik düzenin
Arap istilaları ve Bizans döneminde de devam ettiğini göstermiştir.
Antik dönemde ise Mersin’in deniz kıyısında bir yerleşim yeri olduğunu gösteren veriler vardır. C. Texier Mersin’in
antik Zephyrium Kenti olduğunu yazmaktadır. Halkevi civarındaki temel kazılarında ve Çavuşlu Mahallesinde ele
geçen rastlantısal buluntular kentin tarihini Antik döneme kadar götürmektedir. Antik kente ait harabeler XIX.
Yüzyılda Mersin’e gelen seyyahlar tarafından da gözlenmiştir. Ortaçağda Mersin hakkında pek fazla bilgi
bulunmamaktadır. Bu dönemde özellikle Tarsus’un önemli bir merkez olduğu bilinmektedir. Hıristiyanlığın hac
kentlerinden biri olan bu kent, Müslüman Araplar ile Bizanslar arasında sık sık el değiştirmiştir.
Anadolu Selçuklu Döneminde de varlığını sürdüren kentin yakınında “ Mersin “ isminde bir yerleşimden XIX. yüzyıl
seyyahlarına gelene kadar bahsedilmemektedir.
Mersin Yumuktepe ve Zephyrium yerleşmelerine rağmen, ancak 19. Yüzyıl ortalarında gelişme sürecine girmiş ve İçel
İli’nin merkezi olmuştur. Kaynaklarda, Mersin adının Mersin oğulları aşiretinden veya yörede bol miktarda yetişen
Mersin ağacından geldiği yazılmaktadır.
150 yıllık geçmişinde buralarda, farklı dinlere, kültürlere ve etnik topluluklara mensup insanların yaşaması, toplumsal
kaynaşmanın gerçekleştiğini ve bunun devam ettiğini göstermektedir. 1886’ da Amerika, Almanya, Fransa, İngiltere,
Rusya gibi bir çok ülkenin konsolosluklarının bulunduğu önemli bir liman kenti olmuştur. I. Dünya savaşından sonra
Mersin’in sosyo-ekonomik yapısında önemli değişiklikler olmuş ve ekonomik dinamizmini kaybetmiştir.
Mersin şimdi ikinci hızlı kentleşmesini yaşamaktadır. Modern limanı, Serbest bölgesi, Büyük Sanayi ve Ticari
Kuruluşları ile hızla gelişmekte olan bir İl’dir. Çok sayıda Antik örenyerleri, denizi , Narenciye bahçeleri ile çevrili yeşil
doğası ve kültürel etkinlikleri ile büyük bir kültür ve turizm potansiyeline sahiptir.
MERSİN'İN KRONOLOJİSİ
M.Ö. 6000-5500 Neolitik Dönem
M.Ö. 5500-3000 Kalkolitik Dönem
M.Ö. 3000-2000 İlk Tunç Çağı
M.Ö. 2000-1700 Orta Tunç Çağı
M.Ö. 1700-1200 Kizuvatna Krallığı
M.Ö. 1200-612 Kue Krallığı
M.Ö. 546-333 Pers Krallığı
M.Ö. 301-101 Selevkoslar Dönemi
M.Ö. 101- M.S.-395 Roma Dönemi
M.S. 395-661 Bizans Dönemi
M.S. 661 Muaviyenin Mersin'in bazı yörelerini ele geçirmesi.
M.S. 685-960 Yörenin Bizans ve Araplar tarafından sık sık el değiştirmesi.
M.S. 960 Bizanslıların yöreye egemen olması.
1082 Süleyman Şah'ın yöreye egemen olması.
1124 Ermenilerin Tarsus'u ele geçirmesi.
1224 Anadolu Selçukluları Dönemi.
1254 Karamanoğulları Dönemi.
1357 Silifkenin Karamanoğulları Beyliğinin eline geçmesi.
1473 Gedik Ahmet Paşa'nın Silifke'yi Osmanlı topraklarına katması.
1516 Mersin ve Tarsus Yöresinin Osmanlı yönetimine katılması.
1852 Mısırlı İbrahim Paşa'nın Mersin yöresini ele geçirmesi
1859 Mersin yöresinin Osmanlı topraklarına katılması
17 Aralık 1918 Mersin'in, İngilizlerce işgali.
19 Aralık 1918 Tarsus'un, Fransızlarca işgali.
02 Ocak 1919 Mersin'in, Fransızlarca işgali
20 Temmuz 1920 Fransızlarla yapılan Bağlar Savaşı.
05 Ağustos 1920 Pozantı Kongresi.
20 Aralık 1921 Ankara Antlaşması (Çukurova'nın işgalciler tarafından boşaltılması.)
27 Aralık 1921 Tarsus'un düşman işgalinden kurtuluşu.
03 Ocak 1922 Mersin'in düşman işgalinden kurtuluşu.
17 Mart 1923 Atatürk'ün Mersin'i ziyareti
1924 Mersin'in Vilayet oluşu.
1933 Mersin' in ,İçel'in Vilayet Merkezi olan Silifke ile birleştirilmesi ve İl oluşu.
2002 İçel adının Mersin olarak değiştirilmesi.
Ankara Kocatepe Camiinden sonra, Cumhuriyet
döneminin ikinci büyük cami Muğdat Semtindedir.
Cemaat yeri, ana kubbe, son cemaat yeri ve mahfil
katından ibaret olan ve klasik Osmanlı mimarisi
tarzındaki yapı, toplam 5.500 kişiliktir.
Üçer şerefeli, 81 m yüksekliğinde 6 adet minaresi,
konferans salonu, kütüphane, aşevi, misafirhane,
sağlık ocağı ve diğer birimleriyle külliye özelliği
taşır.
İsa'nın havarilerinden Tarsus'lu Pavlus (Sen Paul)
ve yine Tarsus'ta yaşamış Hıristiyanlığın
öncülerinden Barnabes, M.S. 41 yılında Hıritiyanlığı
yaymak için Anadolu’da çeşitli yolculuklar
yapmışlardır. Bu azizlerin gezileri sırasında
konakladıkları hemen her yerde anılarına tapınaklar
yapılmıştır. Fakat, o tarihte Hıristiyanlık henüz resmi
din olmadığından ve ibadet gizli olduğundan
tapınakların da gözden uzak ve ulaşımı güç yerlerde
olması tercih edilmiştir. Alahan Manastırının olduğu yerde de böyle bir tapınağın
yapıldığı anlaşılmaktadır.
Mamure Kalesi
Antalya Mersin karayolu
üzerinde, Anamur
yakınlarında Bozdoğan
köyünde deniz kenarındadır.
Türkiye'nin en büyük ve en
iyi korunmuş kalelerinden
biridir.
3. veya 4. yüzyılda
Romalılar tarafından
yaptırılmış olan kale,
sonraları Bizanslılar ve
Haçlılar zamanında da
genişletilerek kullanılmıştır.
Anadolu Selçuklu Sultanı
Aleaddin Keykubat
tarafından 1221 yılında ele
geçirildiği sırada yıkılan
kalenin yerine, birçok
Anadolu kalesinde olduğu
gibi, antik temeller üzerine
bugünkü kale yapılmıştır.
Astım Mağarası : Yolu Mersin’den
geçenler ve burada konaklamayı
düşünenler bir günlerini mutlaka
Mersin-Antalya yolunun 40. km
sindeki “Narlıkuyu” ilçesini ziyaret
etmek için ayırmalılar.Zaten bölgede
gezilecek 3-5 tane yer var.Bence
bunlardan en önemlisi Narlıkuyu.
Narlıkuyu’da doğanın şekilllendirmesiyle oluşmuş birçok coğrafi oluşum var. Bunlar Cennet ve Cehennem
obrukları (çökeltisi), Astım Mağarası ve tabiki Narlıkuyu Koyu. Bunların yanında Roma dönemine ait birçok yapı
da mevcut.
Aya Thekla Kilisesi : Silifke ilçesinin Taşucu Beldesi yolu üzerinde
4.km’den sağa dönülen 1 km.lik bir yolla ulaşılan bölge Hıristiyanlığın en
eski ve en önemli merkezlerinde olan Meryemlik’e ulaşılır. Meryemlik’in
tarihi Azize Thekla’nın buraya gelişi ile başlar.Yaklaşık M.S.50 yılında
kurulmuştur.
İsa Peygamber’in havarilerinden olan St.Paul’un vaazları dinleyerek
etkilenen 17 yaşındaki Thekla kendini Hıristiyanlık dinine adar.St.Paul’ün
öğrencisi olan Azize Thekla yörede(Konya, Yalvaç, Kapadokya) Hıristiyanlığı
yaymak için çalışma yaparken paganların(Romalılar) baskılarına maruz kalıp
öldürüleceğini anlayınca kaçarak Silifke’ye gelir.
Babası tarafından ateşe atılarak yakılmak istenen Theckla yağmurun yağması sonucu bu ölümden de kurtulur.Yer
altında bulunan bu mağarada saklanır ve dinini yaymaya devam eder.
Bunun yanı sıra hastalara da şifa dağıtmaktadır. Yine öldürüleceği bir sırada bu mağarada kaybolduğuna inanılır.
Aya Thekla’nın içinde yaşadığı mağara onun kayboluşundan sonra Hıristiyanlarca kutsal yerlerden sayılmış,
M.S.312 yılında din serbest bırakılıncaya kadar gizli bir ibadet yeri olarak kullanılmıştır.
Bu mağara bölümü daha sonra IV.yy.’da kiliseye (yer altı kilisesi) dönüştürülmüştür.Üzerinde bugün sadece
apsisinin bir bulunan Azize Thekla Kilisesi,Üç Nefli Thekla Bazilikası, Büyük Sarnıç, Nekropol Alanı ve Kutsal Yol
görülecek yerlerdendir.
Bozyazı Plajı :
Artık Temmuz
ayı ile beraber
tatilciler
Bozyazı’da iyice
kendisini
göstermeye
başladı. Plajlara
akın eden
tatilcilerin en rağbet ettiği plaj Adanın sağ ve sol
taraflarının olduğu gözlemlenmektedir.
Ailecek denize giren tatilciler hem kafa dinlemek, hem de çocukları için dalgasız deniz
aramalarından dolayı Karataş bölgesini seçtikleri gözlemlenmektedir.
Çocuklarında çok rahat bir şekilde denize girebildikleri Karataş Plajında her gün insan seli
oluşmaktadır.
En büyük avantajı dalgasız olmasıdır. Tertemiz olan denizin alt kısmı çıplak gözle
görülmektedir. Kumsal olması da büyük etkenlerden biridir.
Kilise Kalıntısı : Silifke - Mersin karayolunun 15. Kilometresindeki,
bugün bir tatil beldesi olan Susanoğlu’nun antik ismi Corasium’dur.
Geç Roma dönemine ait kent İsauria valisi Flavius Uranius (367 - 375)
tarafından kurulmuştur. Eskiden tamamen surlarla çevrili kentin
batıdaki ana giriş kapısı üzerinde bulunmuş olan yazıtta şöyle
denilmektedir: “Prenslerimiz Valentinian, Valens ve Gratian’ın idaresi
altında yaşarken İsauria eyaletinin ünlü yöneticisi Flavius Uranius bu
ıssız yeri kendi zevkine uygun bir şekilde, tüm masraflarını kendisi
karşılayarak yaptırdı”. Eski bir koyun etrafında yay şeklindeki antik kentte iki ayrı nekropol, kilise,
hamam ve sarnıç kalıntıları vardır.
Kanlıdivane
örenyeri, doğuda Limonlu
Çayı’nın oluşturduğu Limonlu Vadisi ile batıda
Göksu Nehri’nin oluşturduğu Göksu Vadisi ile
sınırlanmış olan ve sahip olduğu özellikler
bakımından önemli doğal alanı olarak
tanımlanan
Limonlu
Havzası
içerisinde
konumlanmıştır. Bölgenin karakteristik doğal
özellikleri kapsamında Akdeniz’e özgü maki
toplulukları önemli bir yer tutmaktadır. Alanda
baskın olan maki topluluğunu oluşturan türler
kermes meşesi, zeytin, keçiboynuzu (harnup),
sandal ağacı, defne, keçiboynuzu, sakız ağacı
ve mersindir. Aynı zamanda Astım mağarası ve
Cennet-Cehennem obrukları ile flora-fauna
açısından önemli habitat alanı olan bölge nesli
bölgesel ölçekte tehlike altında olan kelebek türleri ile nesli küresel ölçekte tehlike altından bulunan bitki
topluluklarını barındırmaktadır.
Dörtayak, tarihin derinliklerin güzümüze ulaşan bir yapıt. MS 2. yüzyıl
sonlarında yapıldığı sanılan bir anıtmezar. Dört tane fil ayağı olduğu için bu ad
verilmiş. Mezar odası açılmadığından, gerçek bir mezar mı ya da ünlü birinin
anısına yaptırılan boş mezar mı olduğu henüz bilinmiyor.
Bir aşk öyküsü de kurgulanmış bu anıtmezar üstüne. Söylenceye göre, yöre
kralının güzelliği dillere destan bir kızı varmış. Aynı anda iki damat adayı çıkmış
ortaya. Kızın babası eminmiş her ikisinin de kızını mutlu edeceğinden. Yokmuş
birbirlerine de üstünlüğü. İşte bu yüzden seçim yapmakta zorlanmış. Çağırmış iki
adayı. Birinden Köşk’ten kanal yaparak su getirmesini, diğerinden de Dörtayak’ı
yapmasını istemiş. Kim erken bitirirse işini, o alacakmış güzel kızı.
İki namzet başlamış çalışmaya. Günler, aylar, yıllar geçmiş. Su getirmekle
görevlendirilen aday, dereleri, tepeleri aşan kanal yapmış, diğeri son sırayı
yapacağı zaman suyun şırıltısı duyulmuş Kelenderis’te. Dünya güzelini
kaybettiğini anlayan aday, son sıranın ilk taşını koymuş koymasına ama bitirse
neye yarayacak, atmış kendini aşağıya. Diğeri de girmiş dünya evine sevdiği
kadınla.
Böyle anlatıla gelir yıllardandır. Doğru mu yanlış mı orası bilinmez ama anıtın
tepesinde tek taş yıllardır duruyor. Yapıtın dibinde de aynı taşlardan hâlâ var. Yerdeki taşlar belki de yukarıdan
düşmüştür, kim bilir.
Eshab-ı Kehf ( Yedi Uyurlar Mağarası )
Tarsus'un 12 km kuzeyinde bulunan Eshabı Kehf mağarası, Hristiyan ve
Müslümanlarca kutsal bir ziyaret yeri olarak kabul edilir. Mağara dört köşe
olarak kayadan yulmuştur ve 15-20 basamakla girilir.
O Mağaranın üstünde 1873 yılında Sultan Abdülaziz tarafından yaptırılan
camiye sonradan üç şerefeli bir de minare eklenmiştir. Eshabı Kehf diye
adlandırılan ve kutsal kişiler olarak bilinen, Hristiyanlarca 7,
Müslümanlarca 8 evliya olarak kabul edilen Yelmiha, Mekselina, Mislina,
Mernuş, Sazenuş, Debernuş ve Kefeştetayuş adındaki yedi genç ve köpekleri Kıtmir'e ait söylencenin çeşitli
versiyonları vardır. Kaynakwh webhatti.com:
Bazı değişikliklerle birlikte bunların hepsinde anlatılan ortak söylence şöyledir. St. Paulus'un Hristiyanlık kurallarını
yaydığı tarihlerden uzun bir süre sonra, Arap kaynaklarında Takyanus olarak geçen (Diocletianus?) Roma
imparatoru Tarsus'a gelmiş ve çok tanrılı dönemde tek tanrıya inandıkları için bu gençleri huzuruna çağırarak,
onlara Roma dinine bağlı kalmalarını, aksi taktirde kendilerini öldürteceğini söylemiştir. Tek tanrıya inançlarından
vazgeçmek istemeyen bu gençler,imparator tarafından verilen bir kaç günlük zamandan yararlanarak Tarsus
yakınlarındaki bu mağaraya sığınmışlar ve orada mucizevi bir şekilde 300 yıl süren bir uykuya yatmışlardır,
içlerinden ilk uyanan Yemliha, yiyecek almak için kente gittiğinde, elindeki paranın çok eski ve anlattıklarının akla
uygun olmadığı anlaşılınca, onunla beraber mağaraya giderler. Kaynakwh webhatti.com:
Ancak mağarada yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey göremezler. Bu nedenle bu mağara Yedi
Uyurlar Mağarası olarak da anılır. Bu sonuç Islami versiyonda ise şöyledir.Mağaraya gelenler, içerde altı kişinin
namaz kıldığını görürler.Yemliha dışardakileri bırakıp mağaraya girer ve ondan sonra yedisi de görünmez olurlar.
A.Akagündüz, Y.Baş, R.Tekin, O.Kaşıkçf nın hazırladıkları bir akademik çalışmaya göre; yazarlar, bu söylenceyi
Kuran'ın Kehf suresinin 926 ayetlerininaçıklamasıyla ele almışlardır. Ayrıca 34'ü Turkİslam, 2'si batılı olmak üzere
36 kaynağın sonuçlarına göre yayınladıkları kitapta, bu söylencenin yeri, Tarsus'dakiEshabı Kehf olarak
gösterilmektedir.
T.A.Çağlar, bu konuya farklı bir bakış açısı ile yaklaşarak, olayın geçtiği söylenen yerdeki konik dağ yapısını bir dağ
kültü, isimlerin ise "nuş ve yüş" şeklinde ekler almasının, Islami veya antik olmaktan çok Labarnaş veya Hattuşaş
gibi Hitit, Luwi veya Que kökenli olabileceğini öne sürmektedir. Bu durumda yeri ve kime ait olduğu tartışmalı olan
bu söylenceye dikkat edilmesi gereken farklı bir versiyon daha ortaya çıkmaktadır.
Kızkalesi
Kızkalesi,
Erdemli'ye
23, Mersin'e
60 km
mesafededir.
Özellikle yaz
aylarında
büyük bir
canlılığın
yaşandığı
kasabaya,
ulaşım minibüslerle sağlanmaktadır. Kasabada taşıma kooperatifi olduğu için ulaşım problemi yoktur. Günün her
anında Mersin ve Silifke'ye ulaşmak mümkündür. Buranın tarihi adı Korykos'tur.
Kızkalesi, tarih içinde Selevkoslar, Romalılar, Bizanslılar,
Selçuklular, Ermeniler, Fransızların (Kıbrıs Krallığı),
Karamanlılar ve Osmanlılar'ın hakimiyetinde kalmış önemli bir
yerleşim bölgesidir. Yapılan ilk kazılarda buraya ilk yerleşimin MÖ.
4. yüzyıla ait olduğunu gösteriyor. Ünlü tarihçi Herodot, bu şehri
Georges adında Kıbrıslı bir prensin kurduğunu yazar. Milattan
sonra 72 yılında Roma hakimiyetine giren Kızkalesi, 450 yıl
Roma yönetimine bağlı kalmıştır. Bu dönemde zeytincilikte
büyük bir gelişme göstermiş ve zeytin yağı ihraç merkezi
olmuştur. Bizanslılar döneminde Arap saldırılarına karşı çevresi
surlarla çevrilmiştir. Daha sonra burası Selçuklular'ın ve Kilikya
Ermeni Krallığı'nın eline geçmiştir. Ermeniler'in 14. yüzyılda artan Karamanoğlu saldırıları nedeniyle Kıbrıs
Krallığı'na sattığı ve önemli bir ticaret limanı olan Kızkalesi, 1448 yılında Karamanoğlu İbrahim Bey tarafından
ele geçirilmiş ve yeniden imar edilmiştir. 1471'de Osmanlılar'ın eline geçen Kızkalesi bu dönemde önemini
kaybetmeye başlamıştır. Cem Sultan, 1482 yılında, Rodos Şövalyeleri'nin yolladığı gemiye binmeden önce bir
süre burada kalmıştır.
Kızkalesi'nde adım atılan her yer tarihi dokuya sahiptir. Bugün, Kızkalesi'ndeki ören yerlerinde kalelere, kiliselere,
sarnıçlara, su kemerlerine, kaya mezarlarına, lahitlere, taş döşemeli yollara rastlanılmaktadır. Kıyıdaki kalenin 500
metre açığındaki küçük bir adacık üzerine kurulu kaleye, Kızkalesi denilmektedir. Son yıllarda restore edilen
Kızkalesi, sekiz kuleyle korunmuştur. Kalenin dış çevre uzunluğu 192 metredir.
Kızkalesi'nde eski dönemlerden kalma 4-5 tane kilise bulunmaktadır. Su kuyuları ve sarnıçların yanında, Lemas
çayından su kemerleri ile getirilen sular, Kızkalesi'nin su ihtiyacını karşılamaktadır. Büyük kiliseye giden taş döşeli
Kutsal Yol'da, yol boyunca dizilmiş irili ufaklı lahitler görenleri hayrete düşürmektedir.
Kızkalesi'nin 10 km kuzeyinde yer alan vadinin yükselen kayalık yamacına oyulmuş ve Adamkayalar adı verilen
insan kabartmaları bulunmaktadır. Dönemin yönetici ve soylularını simgeleyen kabartmalardaki figürlerde, kimi
elinde üzüm salkımı, kimi kanepeye uzanmış haldedir. Roma döneminden kalma toplam 13 tablodan oluşan
Adamkayalar, Şeytanderesi'ne hakim bir yerdedir.
Yaklaşık 1500 haneden oluşan Kızkalesi'nin nüfusu 8139'dur (2000 yılı nüfus sayımına göre). Yaz mevsimi
geldiğinde yazlık nüfusu 30000 civarına çıkmaktadır. Kızkalesi bugün Mersin ve Erdemli turizminin sembolü
haline gelmiştir. Yerli ve yabancı turistlerin yoğun ilgisini çeken kaleye, kıyıdan balıkçı motorları ile geçilmektedir.
Yaz mevsiminde büyük bir turizm yoğunluğu yaşanan Kızkalesi'nde 15000 yatak kapasitesi vardır. Mevcut turizm
tesislerinden bütün yıl boyunca faydalanmak mümkündür. Kızkalesi'nde yerli ve yabacı turistlerin güvenle
girebileceği biri 300 metre, diğeri de 1200 metre uzunluğunda iki plaj vardır. Kızkalesi, yerli ve yabancı turistlerin
güvenle tatil yapabilecekleri bir yer haline gelmiştir. Eğlence ve alışveriş merkezleriyle dikkatleri çekmektedir. Yaz
sezonunda kasabada yapılan kültür, turizm ve spor festivalleri kasabaya canlılık getirmektedir.
Kırkkaşık
Bedesteni:
Tarsus İlçesi
Merkezinde,
Ulu Caminin
hemen
yanında
bulunmakta
dır.
Bedesten Ramazanoğullarından Piri
Paşa'nın oğlu İbrahim Bey tarafından
1579 tarihinde Ulu Cami ile birlikte
yaptırılmıştır. Medrese ve imarethane
olarak kullanılmış olup tarihi bir değere
sahiptir. Dikdörtgen plana sahip yapı,
kesme taştan yapılmıştır. Üzeri beş adet
kubbe ile örtülüdür.
1960-1961 yıllarında büyük bir onarım görmüş ve kapalı çarşı olarak kullanıma açılmıştır. Şu anda
dükkan olarak kullanılan 18 oda mevcuttur.
Yapıya doğu, batı ve kuzeybatıda bulunan kapılardan girilmektedir. Giriş kapıları beşik tonozludur.
Mersin merkez ilcelerinden Mezitli'de, deniz
kenarında bulunan Soli antik kenti, MÖ 7. Yüzyılda
Rodoslu koloniciler tarafından kurulmuş, kente Güneş
anlamına gelen Soli adı verilmiştir. Darius( MÖ 521485) zamanında, Klikyayı ele geçiren persler için Soloi
önemli bir liman kenti olmuş ve adına sikke darbedilmiştir.
Pers- Yunan savaşları sırasında , MÖ 449 yılında Kilikyayı
bir süre işgal eden Atinalılar, Soloi'yi yönetim merkezi
yapmışlarsa da , bir yıl sonra yapılan Kilyos Barışı ile burayı
Perslere geri vermişlerdir. MÖ 333 de Asya seferine çıkan
Aleksander, Soloi yi Pers işgalinden kurtarmıştır. Filozof
Chrysippoz ile takım yıldızları ve Fenomenler hakkında
öğretici şiirler yazan matamatikçi ve astronom Aratos,MÖ
3. Yüzyılda Soloi'de yaşamışlardır.
Soli antik çağlarda Kıbrıs Adası ve Mısır'a yapılan ticaretle zenginleşti. Kent Seleukos Krallığı'nın son
yıllarıda Kilikya korsanlarının denetiminde kaldı. Roma yönetimi Akdenizdeki korsan faaliyetlerine son vermek
amacıyla , MÖ 64 yılında Pompeius'u görevlendirdi, İtalya'dan başlayarak Yunanistan ve Kilikya'ya kadar olan
bölgelerde korsan faaliyetlerine son vererek Soloi'ye geldi. Burayı da korsanlardan temizledi. Yürüttüğü büyük
operasyonun zaferi anısına, kenti yeniden imar ederek, adını Pompeipolis olarak değiştirdi.
Bizans döneminde, Hristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından, Soli Piskoposluk
merkezi yapıldı.Kent 527 yılında meydana gelen büyük yer sarsıntısı ile tamamen harap
oldu.Yeniden inşa edilmeye çalışılsada bu yüzyıldan sonra yoğunlaşan Sasani ve Müslümün Arap
akınları nedeniyle yeniden eskisi gibi imar edilemedi ve terk edildi.Bu nedenle ören yerine
Viranşehir de denilmektedir.
Pompeipolis kentinde liman, sütünlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, kent duvarları, nekropol su
kemeri gibi yapılar bulnmaktaydı.Günümüzde dağ kapısından deniz kapısına kadar uzanan korint
başlıklı 200 sütunlu yoldan, 41 adet sütun ayakta kalmıştır. Bunlardan 33 adeti başlıklı olup insan
aslan ve kartal kabartmaları ile süslenmiştir. Ayrıca liman , hamam kalıntıları, su kemeri bugüne kadar
ulaşabilmiş kalıntılar arasındadır. Mersin Müzesinde kente ait eserler sergilenmektedir. Petersburg Hermitage
Müzesinde, Bizans dönemine ait bir kiliseden götürüldüğü anlaşılan altın ve gümüş objeler bulunmaktadır.
2003 yılı kazı sezonunda ortaya çıkarılan mermer Dionyzos,pan(satyr) ve leopar üçlü kompozisyon
gurup heykeli ve bir başka ikili heykel gurubu ve bir başı olmayan bayan mermer heykeli bulunarak
Mersin Buyuksehir Müzesine nakledilmiştir.
Tekir Ambarı : Silifke Kalesi'nin eteğinde,
Bizanslılardan kalma bu su deposu; 46 m
uzunluğunda, 23 m genişliğinde ve 14 m
derinliğindedir. İçine doğu köşesindeki helezonik
ayakçakla inilmektedir. |ayrıca bakınız:ayakçak|.
Anadolu sarnıç mimarîsinde örneği az görülen Tekir
Ambarı, su sarnıcının tüm duvarlarından su sızmasını
önlemek ve anıtsal bir özellik vermek için düzgün
kesme taşlarla desteklenmiş, uzun kenarında 8; kısa
kenarında 5 yuvarlak kemerli niş oluşturulmuştur.
Nusrat Mayın Gemisi
18 Mart 1915 deniz zaferi, top ve mayın silahlarının müşterek çalışma mahsulü olup bunda
mayın başrolü oynamıştır. Mayınların dahice boğaza yerleştirilmesiyle, o tarihin en kuvvetli
donanmasını Türk azmi ve cesareti, hayretlere bırakacak şekilde alt etmiş ve boğazı düşman
gemilerine kapamıştı.
Dönemin Fransa başbakanı; Çanakkale için "Türkler boğazı kapamakla savaşın iki yıl uzamasına
ve müttefiklerin milyonlara varan insan gücü ve yüzlerce milyarlık maddi kayba uğramasına
sebep olmuşlardır." demiştir.
Peki o gizemli mayınları kim ne zaman oraya dökmüştür?
Nusret Mayın Gemisi 3 Eylül 1914'te Çanakkale'ye gelmişti. Almanya'da özel şekilde mayın dökme gemisi olarak inşa edilmiş bu tekne dar
alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu. Ancak Osmanlı Devleti'nin mali
sorunları ona boğazı mayınlayabilmesi için gerektiği miktarda mayın bulamıyordu. Çanakkale boğazında zaten önceden boğazı kesecek şekilde
döşenmiş mayın hatları bulunmaktaydı. Ancak, düşman zırhlılarının devamlı şekilde hareketlerinin incelenmesiyle akıllara hayret verecek bir
gerçekle karşılaşılmıştı.
6 Mart gecesi Cevat Bey, mayın grup komutanı Hafız Nazmi Bey'e "Oğlum, diyordu. Sana çok önemli bir görev veriyorum. Vatanın selameti bu
görevin başarıyla yerine getirilmesine bağlıdır. Yarın akşam, Nusrat'le son 26 mayınını şu gördüğün karanlık limanda kıyıya paralel olarak
dökeceksin. Düşman hareketinizi seçer, size saldırıya kalkışırsa kıyı toplarımız önceden aldıkları talimata uygun olarak hareket edecek ve sizi
himaye ateşiyle koruyacaklar. Kendinizi göstermemeye çaba harcayın. Allah yardımcınız olsun."
Evet. Bu sefer mayınların boğazı kesecek şekilde değilde kıyıya paralel olarak Karanlık Limanına dökülmesi fikri, mayın uzmanlarının ince bir
çalışmayla ortaya çıkardıkları mükemmel bir fikirdi. Çünkü düşman zırhlıları boğaza gurup gurup giriyor ve görevini tamamlayan grup ikmal
yapmak için geriye dönerken arkadaki grupların yollarını kesmemek için boğazın en geniş yerlerinden biri olan Karanlık Liman'da manevra
yapıyordu. İşte mayınlar da bu manevra sahasına kıyıya paralel ancak manevra hattına dik olarak yerleştirilecekti. Fakat bu işin sonu her ne
kadar büyük bir zaferi getirebilecek olsa da bir o kadar zordu.
Nazmi Bey, ertesi gün Nusret mayın gemisi komutanlığı yapacak olan Tophaneli Yüzbaşı Hakkı'yı buldu. Her iki subayda çok iyi arkadaştılar. İki
gün önce kalp krizi geçiren Nusret'ın genç komutanı Yüzbaşı Hakkı Bey, sağlığı için yerine bir başkasını görevlendirmeyi önceden Çanakkale
müstahkem mevki komutanı Cevat Bey'in ısrarlarına rağmen, savaşın ve ülkenin sorumluluğunu omuzlarında duyarak görevi kabul etti.
7 Mart'ı 8'e bağlayan gece yarısı Nusret demir alarak Çanakkale'den uzaklaştı. Bütün ışıklarını söndürüp kıvılcım atmasın diye ocaklarını
bastırmış, maskeli ışıklar altında rota izleyerek hedefine doğru ilerliyordu. Gemi daha önce döşenen mayın hatlarından geçiyor ve Karanlık
Liman'a giriyordu. Deniz sakin, hava simsiyah, zifiri karanlıktı. Uzaklarda dolaşan düşman devriye gemileri pırıl pırıl yanan projektörleri ile
suyun yüzünü aydınlatmaktaydı. Bir an, suyun yüzüne değen ışık silindirler hemen ardından denizi yalayarak, havaya kalkıp yeniden denizin
yüzeyinde başka bir noktayı aydınlatıp derinlere inmekte ardından yine uzaklara gitmekteydi. Daha yakınlarda devriyeye çıkmış düşman
gemilerinin projektör ve ışıldakları zaman zaman Nusret'in olduğu kıyının karşısını noktalamaktaydı. Son kontroller bittikten sonra ilk mayın
platforma alınmış ve atış anı beklenmeye başlamıştı. Heyecan son haddindeydi. Vatanın selameti için gerekli olan zafer kilidi, Nusret'in
elindeydi. Onu mutlaka sessizce yerine bırakmalıydı.
Sonunda Anadolu yakasındaki Akyarlara, yeni mayın hattını hazırlanacağı noktalara geldiler. Teker teker sessizce elinde kalan son 26 eski tip
mayını suya bırakmaya başladı. Suya düşen her mayın belli bir sıra halinde kendisini asılı tutacak ağırlığın gerdiği teller üzerinde yeralmaya
başladılar. Birkaç dakika sonra tüm mayınlar belirlenen rota doğrultusunda dökülmüştü. Makinalar tekrar ulaşabilecekleri en yüksek devirde
çok hızlı tempoda çalıştırılmıştı. Şimdi en az mayınlar dökülüşü kadar tehlikeli olan geri dönüş yolculuğu başlamıştı. Daha önceki dökülen
mayınlar ve düşman devriye gemileri Nusret'in yolu üzerinde kol geziyordu.
Bir an için Nusret'in çok yakınında bir karaltı ortaya çıktı. Düşman gemisi olmalıydı bu. Büyük olasılıkla düşman zırhlıları geri dönmüşlerdi ve
devriye görevine devam etmekteydiler. Ara verdikleri projektörle taramaya yeniden başladıkları zaman Nusret'i görecekler ve herşey bitecekti.
Bütün personelden buz gibi terler boşanıyordu. Nihayet korktukları başlarına geldi ve düşman gemisinin projektörleri yandı. Karalığı yaran
projektör ışığı az öteden, hızla, üzerlerine doğru, denizi tarayarak geliyordu. Işık dalgası kıyıları, dalgaları taraya taraya, arada bir durarak,
arada bir gerileyerek ağır ağır üzerlerine geliyordu. Bu ışık silindiri ölüm kılıcına dönüşmüş, Nusret'in böğrüne saplanacaktı ki bir mucize
gerçekleşti.Ölüm ve ışık dalgasını içine girmelerine saniye kala, Türk kıyılarında yanan projektör bir mucize yarattı.
Bizim kıyıda birden bire yana projektörümüz birkaç saniye içinde, düşman projektörünü deniz üstünde yakaladı. İki projektör şimdi
gözgözeydiler. Ortalığı sise yakın yoğun bir beyazlık kapladı. Beklenmedik bu ışık kavgası Nusret'e yaşam umudunu geri verdi. Şimdi
karşıyaşan iki projektör, iki düşman göz birbirinden kurtulmak için olağanüstü bir savaşa başladılar. Düşman projektör, kurtulmak için yoğun
çaba harcıyor, bir türlü başaramıyordu. Nusret, bu bazen üstünde, bazen yanında süren ışık çarpışmasının altından sessizce sıyrıldı. Olanca
islim üstünde, Çanakkale yönünde yolalmaya başladı.
Tehlike geçmiş verilen görev büyük bir başarıyla yapılmıştı. Nazmi Bey büyük bir sevinçle kader arkadaşını tebrik etmek istedi. Ancak Hakkı
Bey cevap veremedi. Nusret mayın gemisinin başkomutanının hasta kalbi bu ışık savaşındaki heyecan dayanamamış, heyecan kasırgası içinde
duruvermişti.
Bu olaydan on gün sonra müttefik donanması saldırıya geçmişti. Savaş tam istediği şekilde, kontrollü olarak devam etmekteydi ki, birden
ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana gelmişti. Bunların nedeni, 7-8 mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonrada gerek
düşman pilotlarının fark edemediği gerekse 17-18 Mart gecesi mayın gemilerinin yaptığı mayın kontrolünde bulunamayan Nusret'in
mayınlarıydı.
Düşmanın yüzen kaleleri birer birer batmaya başlamıştı. Önce Bouve 639 kişilik mürettebatı ile denizin derinliklerine gömüldü. Bu andan
itibaren herşey ters gitmeye başlamıştı. Bouve'in battığı yerin yakınında manevra yapmakta olan Inflexible bir mayına çarpıştığını rapor etti ve
çok tehlikeli bir şekilde yan yatmaya başladı ve üç dakika sonrada Irrestible'nda yana yatmakta olduğu ve sancak tarafından mayına
çarpıştığını bildiren yeşil flamanın sancak seren cundasında dalgalandığı görüldü. Daha sonra da mürettebatı kurtarılan gemi boğazın sularına
gömüldü.
Muhteşem armada üç büyük gemisini (Irrestible, Ocean, Bouve) kaybetmiş, üç tanesi de (Inflexible, Golva, Suffen) ağır yaralanmış şekilde
eldeki gücün üçte biri yitirilmişti. Nusret'in yapmış olduğu görev tarihi değiştirmişti.
Müttefik donanması 18 Mart günündeki başarısızlıklarından çok şey öğrendiler. İngilizler bu yenilginin tüm faturasını son keşfini yapıp mayın
yoktur raporunu veren pilota çıkardılar ve onu idam ettiler. Nusret'in 7-8 Mart gecesi bir şehit vermek uğruna yaptığı iş ve Türk topçusunun
başarısı, bir vatanın selametini sağlamış ve düşman donanmasının Marmara'ya bayraklarını dalgalandırarak girmesine izin vermemişti.
YABANCI GÖZÜYLE 18 MART İngiliz general Oglander'in, "Çanakkale-Gelibolu Askeri Harekatı" adlı eserinin birinci cildinde: "Pek uygun
başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının o olağanüstü ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden, tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu yirmi
mayının seferin talihi üzerindeki etkisi ölçülemez."
Sir Ccolyen Corbet'in, "Harekatı Bahriye" adlı eserinin ikinci cildinden: "Felaketlerin hakiki sebebi keşif ve tayin olununcaya kadar çok geçmedi.
Hakikat şu idi ki, 8 Mart gecesinde Türkler, haberimiz olmadan Erenköy Koyuna paralel olarak 20 mayın dökmüşler ve balıkçı gemilerimiz,
aramaları esnasında bunlara rastlamamışlardı. Türkler bu mayınları özel amaçla manevra sahamıza koymuşlar, gösterdiğimiz bütün ihtiyat ve
sağgörüye rağmen baş döndürücü bir zafer kazanmışlardır."
Bahriye Nazırı Churchill 1 Ağustos 1930 tarihli "La Revue de Paris" dergisinde şöyle der: "Nusrat Gemisinin gizlice döktüğü 20 demir kap,
İngilizler tarafından başarı ile başlanmış olan Çanakkale Harekatını durduran bir takım pisikolojik karışıklıklar doğurdu. Yalnız başına bu
engeldir ki, Türkiye'yi bir bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Bu yüzden mağluplar kadar muzaffer Avrupa'da sarsıldı. Kendilerini Fransa,
Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye ve Kuzey Italya topraklarının örttüğü 6-7 milyon insan, düşmanlarının kurşun ve gülleleri ile değil,
18 Mart sabahı Çanakkale'nin kuvvetli akıntısı altında, ağırlıklarına bağlı bulundukları tel halatları üzerinde gerili duran 20 demir kap yüzünden
yok olup gitti."
TARİH: 4.10.2002 Nusrat'ın çileli yolculuğuna Yiğit TARSUS'lular son noktayı koyuyor. Yapılan ihalenin ardından Koca Nusrat 3 Parçaya
ayrılıp Tırlarla Tarsus'a yola çıkarılıyor. Mesafe 27 km. Tarsus'a varış süresi 4.5 saat. Koca Nusrat kendisi için yapılan Çanakkale parkına
konuyor. 8 kişilik heyet Çanakkaledeki maketini incelemeye gidiyor ve tüm kaynakları araştırıyor. Dönüşte çalışmalara başlanılıyor. Koca
Nusrat orjinaline en yakın haline dönüyor. Esaret görmemiş Şanlı Türk Milletinin bir değeri olan Nusrat Mayın gemisini, Tarsuslular uçurumun
kenarından alıyor. Böylece büyük bir vefasızlık son buluyor.
"Şimdi Ey kahraman Gazi Nusrat, Bundan sonraki ebedi mekanın olan “Tarsus Çanakkale parkı’nda” rahat uyu. Çileli yolculuğun sona erdi.
Tarsus ve Tarsus’lu seni sahiplendi. Sana kucak açtı. Seni bağrına bastı. Kim bilir? Belki de seni Tarsus’a çağıran bir sebep
vardı."
Üç Güzeller Mozaiği: Narlıkuyu
koyunda hemen deniz kıyısında bulunan hamam
IV. Yüzyıl Roma dönemine aittir. İmparatorluk
yönetiminde etkin bir kişi olan Poimenios
tarafından yaptırıldığı bilinmektedir.
Cennet obruğu içindeki yeraltı deresinin denize
ulaştığı yerdeki tatlı su kaynağından
yararlanılarak burada yaptırılan hamamın
yıkanma bölümünün tabanında yarı tanrıça üç
kızkardeş tasvir edilmektedir. Baskın renkleri
beyaz, siyah, kahverengi ve sarı olan mozaikte
Zeus''n kızları Aglaia, Euphrosyne ve Thalia
çıplak olarak kumru ve keklikler arasında dans
ederken görülmektedir.
Mozaik tablonun üst kenarındaki Grekçe yazının
Türkçesi şöyledir.
Ey konuk dost! Bu mucizeli suyu kimin bulduğunu, saklı kaynağını kimin gün ışığına çıkardığını merak ediyorsan,
bil ki O, imparatorların dostu ve Kutsal Adalar'ın dürüst yöneticisi Poimenios'tur.
Yazıttan da anlaşılacağı gibi Poimenios, Roma imparatorları Arcadius ve Honorius'un dostu ve bugünkü Büyükada,
Kınalıada ve Heybeliada'nın o dönemlerdeki yöneticisi imiş.
Narlıkuyu'dan kuzeye doğru giden asfalt yolun 2. Kilometresinde antik şehir kalıntıları ile mağaraların bulunduğu
yere ulaşılır. Roma ve Bizans dönemlerine ait yapı kalıntıları arasında hala ayakta duran üstü hatıllı kapı söğeleri ile
taş kemerler, sarnıç ve Cennet Obruğu'nun hemen yanında Zeus Tapınağı bulunmaktadır.
ST PAUL KİLİSESİ (saint paul anıt
müzesi)
İncil’de iki kez Tarsuslu olduğunu
yineleyen St. Paul adına mutlaka değişik
dönemlerde kiliseler yapılmıştı. Ancak
bunlardan herhangi bir iz bulmak mümkün
değildir. Tarsus’ta bugün onun adını taşıyan
tek kilise ise, kentin güneyinde 20. yüzyılın başlarına değin Hıristiyan
cemaatin yaşadığı Cami-i Nur Semti’ndedir.
Yapım tarihi kesin olmamakla birlikte 18. yüzyılın son çeyreğinde ve doğu batı yönünde, üç sahınlı
olarak inşa edilmiştir. Esas girişi batıdaki revaklı bölümden sağlanmaktadır. Oldukça sade bir mimari
tarzı yansıtırken, iç süslemelerinde belki de yerli bir kaç ressamın boyadığı resimler yer almaktadır.
Tavanda Hz. İsa, Yohanna, Matta, Luca ve Marcos’un freskleri ve “İlahi Göz” tavanın merkezinde yer
almaktadır. Apsisin üzerinde bulunan daire şeklindeki ışıklıkların her iki yanında ise melekler tasvir
edilmiştir.
Uzun dönem askerlik şubesi olarak kullanılan ve günümüzde restorasyonu tamamlanan yapının üzeri
kırma çatı ile kapatılmıştır. Doğu bölümünde oval bir çıkıntı oluşturan apsisin üzerinde ise yarım daire
şeklinde üç kubbe yer alır. Yapının kuzeydoğu köşesinde ise çan kulesi bulunmaktadır.

Benzer belgeler