Savaş suçluları yargılanmalı

Transkript

Savaş suçluları yargılanmalı
Milletvekili ayrıcalıkları
kaldırılsın
H
alkın Kurtuluş Partisi milletvekili ayrıcalıklarını, kaldırılması
için Anayasa Mahkemesine başvurdu.
HKP yaptığı başvuruda, milletvekillerine tanınan ayrıcalık ve imtiyazlar sonucunda eski ve yeni milletvekillerinin tüm toplum içerisinde ayrıcalıklı bir grup haline geldiğini, bu durumun eşitlik, adalet ve
sosyal hukuk devleti prensiplerine uygun düşmediğini, asgari ücretin
947 TL olduğu ve işçilerin yüzde 70’ine yakınının bu ücret veya buna
yakın bir ücretle çalışması nedeniyle sosyal adaletten uzaklaşıldığı
kaydetti.
HKP Genel Başkanı
Nurullah Ankut:
Halkımızdan
bir tek şey
istiyoruz:
Anlaşılmak
6’da
Yıl: 10 Sayı: 89 1 Temmuz 2015
Siyasi Gazete
www.kurtulusyolu.org
1 TL
8’de
Halkın Kurtuluş Partisi, Tayyipgiller hakkında Lahey’e suç duyurusunda bulundu:
Savaş suçluları
yargılanmalı
H
alkın Kurtuluş Partisi, Türkiye’den
Suriye’ye Ortaçağcı örgütlere
gönderilen mühimmat ve silah
yardımlarının somut kanıtlarıyla gün
yüzüne çıkmasından sonra Tayyipgiller’in
yargılanması için suç duyurularında
bulunmuştu.
İ
ç hukukta şüpheliler hakkında hiçbir
yargılanma olmaması, bütün yolların
tıkanması nedeniyle HKP, Uluslararası
Ceza Mahkemesine suç duyurusunda
bulundu. HKP, gönderilen silahlarla sivil
halkın katledilmesinin önüne geçmek için
bir an önce savaş suçluların yargılanması
talebinde bulundu.
7’de
Bir zamanlar
Yemen (III)
İşte Türkiye
Ekonomisinin
hali pür melali
3’te
İşte Pahalı Devlet
Budur
4’te
4’te
HKP, Ermenek’teki
İşçi Katliamının
peşini bırakmıyor
AB-D Emperyalistlerinin
hizmetkârıydı,
devrimci düşmanıydı,
vatan satıcıydı
10’da
E
rmenek’te, 28 Ekim 2014’te yaşanan maden
cinayetinin ardından Halkın Kurtuluş Partisi
olarak, başta dönemin Başbakanı Recep
Tayyip Erdoğan olmak üzere, dönemin Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ve ilgili bürokratlar
ve madeni işleten Has Şekerler Madencilik Limitet
Şirketi Yöneticileri ve Yetkilileri hakkında suç
duyurusunda bulunmuştuk.
15’te
HKP:
2 Temmuz 1993...
Sivas Katliamı’nı
Unutmadık!
Unutmayacağız!
Ölüm Demirel’i
günahlarından
arındıramaz
10’da
Tavşana Kaç
Tazıya Tut!
16’da
Başyazı
HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’tan seçim değerlendirmesi:
Eninde sonunda halklar
kazanacak, insanlık kazanacak
Sevgi ve Saygıdeğer Arkadaşlarım,
Sözlerime namuslu şairimiz Attila
İlhan’ın dizeleriyle başlamak istiyorum:
O sözler ki acıdır
Mahpushane avlularında
Demirli kırbaçlar gibi şaklar
Keşke sizlere iyi, güzel sözler
söyleyebilseydim. Ama ne yazık
ki gerçekler acı, ortaya çıkan tablo vahim. Parababalarının bir seçim oyunu daha, bir kandırmacası
daha sonuçlandı.
Bu oyunun galibi, satılmışlar
medyasının da çok açık olarak
alkışlayarak belirttiği gibi, Amerikancı Kürt Hareketinin temsilcisi
PKK’nin siyasi plandaki partisi
HDP oldu. Ve Kontrgerilla’nın özel örgütü MHP oldu. Tayyipgiller hırpalandı, onların AKP’si tek başına hükümet
kurma imkânını kaybetti.
Bu sonuç ne anlama gelir yoldaşlar?
Çok açık bir şekilde şu anlama gelir;
Türkiye, Yeni Sevr’e doğru biraz daha
yaklaştırıldı, o yolda bir virajı daha
döndü yani Yeni Sevr cehennemine biraz daha yaklaştırıldı.
Türkiye parçalanacak ve Amerikancı Kürt Devleti ortaya çıkacak. Yani
Ortadoğu’da yeni bir İsrail, Müslüman
bir İsrail oluşturulacak. ABD’nin ikinci
bir petrol bekçisi oluşturulacak Ortadoğu’da.
PKK, bildiğimiz gibi, 1991’de
Sosyalist Kamp’ın yıkılışıyla birlikte
dümeni Amerika’ya kırdı ve ABD’nin
hizmetine girdi.
8’de
2
Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
HKP: 4 eski bakan hakkında derhal soruşturma açılmalı
Cezai dokunulmazlıkları kalkan dört eski bakan hakkında İstanbul Cumhuriyet
Savcılığına başvuran Halkın Kurtuluş Partisi, derhal soruşturma yürütülmesi, tüm
delil, bilgi ve belgelerin de toplanarak ivedilikle iddianame hazırlanması talebinde
bulundu.
İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığına
Suç Duyurusunda Bulunan:
Halkın Kurtuluş Partisi
Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av.
Metin Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av.
Ali Serdal Çıngı,
Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran,
Av. Azime Ayça Alpel, Av. Halil
Ağırgöl,
Av. Doğan Erkan, Av. Pınar Akbina
Atatürk Bulvarı Emlak Bankası
Blokları B Blok K: 4 D: 16 Fatih/
İstanbul
Şüpheliler:
1- Egemen Bağış
2- Muammer Güler
3- Zafer Çağlayan
4- Erdoğan Bayraktar
Suç:
Suç işlemek için Örgüt Kurmak
(TCK 220. Md.)
Zimmet (TCK 247. Md.)
İrtikâp (TCK 250. Md.)
Görevi Kötüye Kullanma (TCK
257. Md.)
Konusu:
17-25 Aralık Yolsuzluk eylemleri
suçlamasıyla başlayan ancak “etkili
soruşturma” prensibinin ve “etkili
başvuru hakkı”nın ihlal edilmesiyle
takipsizlik kararları verilerek kapatılan ve bu sebeplerle Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi’ne götürdüğümüz İstanbul C. Başsavcılığı’nın
2014/120653 ve 2014/111868 dosyalarında, soruşturma dönemindeki dokunulmazlık zırhı sebebiyle
TBMM’den Yüce divan oylaması
AKP’nin oylarıyla reddedilen dört
şüpheli hakkında işlem yapılamadığından, 07.06.2015 tarihli 25. Dönem
Milletvekili Genel Seçimi ile birlikte
milletvekili dokunulmazlıkları düşen dört şüpheli hakkında soruşturma başlatılması talebimizin sunulmasıdır.
Beyanlarımız:
Bilindiği gibi bazı kamu kurumlarına ve savcılığa yapılan rüşvet, görevi
kötüye kullanma ve ihalelere fesat karıştırma ihbarı üzerine 13 Eylül 2012,
21 Eylül 2012 ve 14 Şubat 2013 tarihlerinde yolsuzluk soruşturmaları başlatılmıştı. Başsavcılık tarafından görevlendirilen Cumhuriyet Savcısı Celal
Kara’nın talimatı üzerine, 17 Aralık
2013 tarihinde şüphelilerin ev ve
işyerlerinde arama yapılarak ele
geçirilen çeşitli eşya ve paralara
el konulmuştu. Dönemin İçişleri
Bakanı Muammer Güler’in oğlu
Barış Güler, dönemin Ekonomi
Bakanı
Zafer
Çağlayan’ın
oğlu Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve Şehircilik
Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın
oğlu Oğuz Bayraktar, işadamı Ali Ağaoğlu, Halkbank Genel
Müdürü Süleyman Aslan ve Rıza
Sarraf gözaltına alınmıştı.
Soruşturma kapsamında gözaltına alınan 71 şüpheliden 24’ü
çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmış, 38’i de adli kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı.
Şüpheliler arasında bulunan İçişleri
Bakanı Muammer Güler, Ekonomi
Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve
Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar
ve Avrupa Birliği Bakanı Egemen
Bağış hakkında cezai kovuşturma
yapılabilmesi için hazırlanan fezlekeler, TBMM‘ye gönderilmek üzere Adalet Bakanlığına sunulmuştu.
25 Aralık’ta Savcı Muammer
Akkaş yolsuzluk ve rüşvet iddiasıyla başlattığı soruşturma kapsamında
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
oğlu Bilal Erdoğan’ı şüpheli sıfatıyla
ifadeye çağırmak üzere bir belge hazırlamıştı. Ancak, Emniyet Müdürü
Selami Altınok, gözaltı ve arama talimatını, gerekçe ve delillerinin yetersizliği nedeniyle geri çevirmişti. Yeni
atanan İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın,
Erdoğan’ların evinin çevresine Özel
Tim yerleştirerek olası gözaltına almaları engellediği basına yansımıştı.
Tutuklanan
şüpheliler,
28
Şubat 2014’te serbest bırakılmıştı.
İçişleri Bakanlığı’nca, savcılığın
gözaltı ve mahkemenin arama ka-
Erdoğan Bayraktar ve Avrupa
Birliği Bakanı Egemen Bağış
hakkında cezai kovuşturma
yapılabilmesi için hazırlanan
fezlekeler,
TBMM’ye
gönderilmek üzere Adalet
Bakanlığına
sunulmuştu.
Fakat Hırsızlar İmparatorluğu’nun adalet sisteminde gerçek
bir yargılanma olmadığı için yolsuzlukları gün yüzüne çıkmış
şüpheliler cezasız kalmıştır.
7 Haziran 2015 tarihinde yapılan genel seçimlerin ardından
milletvekilliği düşen dört
eski bakan hakkında
suç
duyurusunda
bulunmadan önce Halkın
Kurtuluş Partisi olarak
Çağlayan
Adliyesi
önünde basın açıklaması
yaptık.
Yapılan
açıklamamızda, Hırsızlar
İmparatorluğu’nun
yapmış
olduğu
yolsuzlukların
ve
halklara
uyguladıkları
zulümlerin
hesabını
Halkın
İktidarında
soracağımızı bir kez
daha dile getirdik. Basın
açıklamasından
sonra
avukat
arkadaşlarımız
aracılığıyla savcılığa suç
duyurusunda bulunduk.
Bizler Halkın Kurtuluş Partisi olarak Tayyipgiller’in
yapmış oldukları yolsuzlukların, hırsızlıkların ve katlettikleri
insanlarımızın hesabını soracağız ve Halkın İktidarını
kuracağız. 15.06.2015
HKP, dokunulmazlığı sona eren dört
bakanın peşini bırakmıyor
Ü
lkemizin bütün yeraltı ve yer üstü zenginliklerini
kendi kazançları uğruna yerli yabancı Parababalarına
peşkeş çeken Tayyipgiller’in dört bakanı hakkında
suç duyurusunda bulunduk.
Hırsızlar İmparatorluğu’nun gerizi 17-25 Aralık sürecinde
patladı, hepimizin bildiği gibi. Aralarında Rıza Sarraf,
Ali Ağaoğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan,
dönemin İçişleri Bakanı’nın oğlu Barış Güler, dönemin
Ekonomi Bakanı’nın oğlu Kaan Çağlayan, dönemin Çevre ve
Şehircilik Bakanı’nın oğlu Oğuz Bayraktar’ın da bulunduğu
birçok kişi hakkında gözaltı kararı çıkmıştı. Şüpheliler
arasında bulunan dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler,
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı
İstanbul’dan
Kurtuluş Partililer
rarlarını yerine getiren adli kolluk
amir ve memurlarının önemli bir kısmının görev yerleri değiştirildi, görevden alındı veya meslekten ihraç
edildi. 29 Ocak 2014’te soruşturma
savcısı Celal Kara 1 Şubat 2014 tarihli HSYK kararnamesi ile de, soruşturma iznini veren İstanbul Cumhuriyet
Başsavcıvekili Zekeriya Öz‘ün aralarında bulunduğu 166 hâkim ve savcının
görev yeri değiştirildi.
Celal Kara 16 Ocak 2015’de soruşturma nedeniyle açığa alındı. Kara, 24
Ocak 2014’de Can Dündar ile yaptığı
söyleşide Rıza Sarraf’ın lider sıfatıyla örgütün faaliyetleri kapsamındaki
tüm suçlardan sorumlu olduğunu, polis fezlekelerinde ve Meclise yollanan
bilgi notunda yer almasa da dönemin
başbakanı Erdoğan’ın da işin içinde olduğunu düşündüğünü söyledi: “Dönen
işlerin Başbakan’dan habersiz, bilgisiz ve izinsiz dönmesine imkân ve
ihtimal yok. Telefon konuşmalarına,
aralarındaki diyaloglara bakınca
kesinlikle diyorsunuz ki, perde arkasından bu işlere yol ve izin veren,
Başbakan’dır” açıklamasında bulundu.
Bu sürecin ardından HSYK’nin
yapısında değişiklik öngören bir yasa
çıkartıldı. Düzenlemeyle HSYK bünyesinde Adalet Bakanına hâkim, savcı
ve adalet müfettişlerinin atanması, disiplin soruşturmaları, vb. birçok konuda geniş yetkiler verildi. Ayrıca düzenleme HSYK Kurullarının yapısında
değişiklik öngörüyordu ve düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle yönetim ve
denetim kurulları ile Adalet Akademisi
üyelerinin görevlerine son verilmesini
içeriyordu.
Yeni durum kamuoyunun büyük bir
bölümü tarafından “hükümet yargıyı
kendine bağladı” olarak yorumlandı.
AB Komisyonu da hükümeti, atılan
adımın “hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı” ilkelerine uymadığı gerekçeleriyle eleştirdi. Ayrıca HSYK
Başkanvekili Ahmet Hamsici, 66 sayfalık bir açıklama yaparak, değişikliğin
Anayasa’ya aykırı olduğunu söyledi.
Anayasa Mahkemesi, bu düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle yapılan iptal başvurusu üzerine, 11 Nisan 2014’te verdiği kararla,
düzenlemenin Adalet Bakanına verdiği
olağanüstü yetkileri Anayasaya aykırı
bularak iptal etti.
17 Aralık sürecinden sonra istifa
eden ya da görevden alınan bakanları araştırmak üzere 5 Mayıs 2014’te
TBMM’de 15 kişilik bir komisyon kuruldu. Komisyon 5 Ocak 2015’e kadar
çalıştı. Gelinen noktada Mecliste yapılan oylama sonucu AKP’lilerin oyla-
rıyla, bakanların Yüce Divan’a gitmemeleri yönünde karar çıktı.
Diğer yandan, süren soruşturmalarda, polis ve savcılara gerekli gözdağı
verilip yeni ve revize edilmiş HSYK tarafından atanan yeni savcılarca iki ayrı
dosyada verilen “kovuşturmaya yer olmadığı” yönündeki kararlara, müvekkil
parti tarafından itiraz edilmiş, itirazlarımızın reddi üzerine de “etkili soruşturma” prensibinin ve “etkili başvuru
hakkı”nın ihlalleri gerekçesiyle konu
önce Anayasa Mahkemesine, ardından
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine
gönderilmiştir. Ancak bu dosyalarda
dört şüpheli, dokunulmazlıkları bahanesiyle soruşturma geçirmemişlerdir.
Bu kere, 25. Dönem Milletvekilliği
seçimleriyle birlikte, adı geçen dört
şüpheli hakkında cezai soruşturma yapılması önünde hiçbir engel kalmadığı
gibi, CMK Madde 160/1 uyarınca
“Cumhuriyet savcısı, kamu davasını
açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen İŞİN GERÇEĞİNİ
araştırmaya başlar” görevi hayat bulmalıdır.
Aynı Kanunun 161/1 fıkrası uyarınca “Cumhuriyet Savcısı her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün
kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi
isteyebilir.”
Yine aynı kanunu 161/4 emredici
hükmü çerçevesinde “Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet
savcısına vakit geçirmeksizin temin
etmekle yükümlüdür.”
Özetle, cezai dokunulmazlıkları
kalkan dört şüpheli hakkında cumhuriyet savcılığı, derhal soruşturma yürütmeli, ve numarası verilen dosyalardaki
deliller de dahil olmak üzere, haklarındaki tüm delil, bilgi ve belgeler de toplanarak hakkında ivedilikle iddianame
hazırlanmalıdır.
Bu neden ve taleplerle, dört eski bakan hakkında soruşturma açılması için
makamınıza başvuruyoruz.
Sonuç ve İstem:
Dokunulmazlıkları kalkan dört şüpheli hakkında soruşturma başlatılarak,
atılı suçlardan cezalandırılmalarını
bilvekale talep ederiz. Saygılarımızla.
12.06.2015
Halkın Kurtuluş Partisi
Vekilleri
Av. Ayhan Erkan
Av. Ali Serdar Çıngı
Av. Pınar Akbina
Selam Olsun Bizden Önce Geçene!
Selam Olsun Savaşırken Düşene!
Mehmet Köroğlu
Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Değer Yıldız
ISSN 1305-8975 Yayın Türü: Yaygın Süreli
Yönetim Yeri: İnebey Mah. İnkılap Cad. Otohan No: Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık/Telsizler Mevkii Beşyol Mah.
43/514 Fatih-İSTANBUL Telefaks: (0212) 512 43 95 Akasya Sok. No: 23/A K. Çekmece/ İstanbul. Tel: (0212) 426 63 30
Mehmet Eker
web: www.kurtulusyolu.org
e-posta: [email protected]
facebook:www.facebook.com/halkinkurtulusyolu
twitter: www.twitter.com/KurtulusYoluGz
3
5 Yıl:10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
ı
ı
l
u
n
e
a
i
t
ı
ı
n
i
i
t
n
ı
i
Bir zamanlar Yemen... (III)
Yemen Halkının
birleşme çabaları
Bu süreci sizlere gazetemizin bir önceki
sayısındaki bölümde de aktarmalar yaptığımız Yöntem Yayınları’ndan Kasım 1976’da
yayımlanmış olan bir kitaptan aktaracağız.
Kitabın adı: “Güney Yemen Kurtuluş Mücadelesi”. Kitap derleme. İki metinden oluşuyor. Birinci metin, Yemen Demokratik Halk
Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Daimi
Heyeti Başkanı Abdullah El Eştel’in bir çalışması. İkincisi Güney Yemen’in Kurtuluşunu sağlayan “Ulusal Cephe Siyasal Örgütü
Genel Sekreteri Yoldaş Abdul Fattah İsmail ile 22 Haziran Tasfiye Hareketinin 5. Yıldönümü dolayısıyla 1974 yılında yapılan
ve Lübnan’da yayımlanan EL HÜRRİYE
adlı dergide yer alan görüşme metni”.
Görüşmede A. F. İsmail’e sorulan 12’nci
soruya verdiği cevabı aktarıyoruz:
“Soru 12: Birleşik Demokratik bir Yemen’in yaratılması için, demokratik görevlerin bölge düzeyinde tamamlanması olasılığı
üzerindeki görüşleriniz nedir?
“Cevap 12: Yemen Halkının iki ulusal devrimin, 26 Eylül 1962 ve 14 Ekim
1963 devrimlerinin zaferiyle ulusal kurtuluşlarını gerçekleştirmelerinden sonra, yeni bir yaşam kurma sürecinde, ileri
doğru gelişme yolları açılmış oldu. Ama
hâlâ, Sanaa’daki dinsel imamlık rejimi ve
Aden’deki yarıfeodal sömürgeci rejim Yemen kitlelerinin devrimci yükselişi önünde
büyük bir engel olarak duruyordu.
“Tarihsel, öznel ve nesnel koşullardan
dolayı siyasal örgütlerin faaliyeti ülkenin
bütününde yürütüldüğü halde, Yemen ulusal mücadelesi, ülkenin iki ayrı siyasal varlık oluşturmasına yöneldi.
“Osmanlıların ve İngiliz sömürgecilerinin vatanımız Yemen’de yarattıkları bölünme, iki ayrı düzenin kurulmasına yol
açtı: Sanaa’daki dinsel ve feodal düzenle,
Aden’deki sömürgeci yarıfeodal düzen.
Bununla birlikte emekçilerle yoksullar
arasındaki ortak Yemen ulusal ruhunu
parçalayamadılar. Tek bir vatan umudu
tüm Yemenli mücadelecilerin ve ilericilerin
ereği olmaya devam etti.
“Zincirin zayıf halkası Sanaa’daki Hamidüddin ailesinin imamlık rejimiydi. Ve
biz, bu rejimin devrilmesinin, güneydeki kitlelere İngiliz sömürgecilerine karşı
mücadeleye girme fırsatı verdiğine inanmaktayız. Yemen Siyasal Örgütlerinden
hiçbiri, aynı anda hem imamlık hem de sömürge rejimine karşı kurtuluş mücadelesine girişemezdi; çünkü 1950’lerin sonuna
e
n
,
ı
.
kadar Yemen toprakları yakınında ulusal
mücadeleye destek olabilecek devrimci tek
bir müttefik yoktu.
“Hâsılı, 26 Eylül 1962’de Sanaa’da
gerçekleştirilen devrim Yemen Halkının
mücadelesinin sürekliliği ve İngiliz sömürgecilerini kovarak tam kurtuluşlarını
sağlamaları için bir temel yaratmış oldu.
Böylece 14 Ekim 1963 devrimi (Güney’de –
Kurtuluş Yolu), İngiliz sömürgeciliğine karşı uzun bir silahlı mücadele başlattı; dört
yıldan fazla süren bir mücadele sonunda,
1967 Kasımı’nda sömürgeciler ülkeden kesin olarak kovuldu.
“Yemen Halkının ulusal kurtuluş mücadelesi iki biçimde gelişti: İlki Ordunun
Sanaa’da giriştiği askeri hareket biçimiydi. Eylül Devrimi’ni korumak ve cumhuriyetçi rejimi savunmak amacı güden bu
hareketi, bir halk devrimi niteliği kazanan
kitle mücadelesinin yükselişi izledi. Ulusal
kurtuluşun başarılması ve sömürgecilerin
kesin olarak kovulmasıyla sonuçlanan,
Aden’deki örgütlü ve uzun silahlı mücadele ise diğer biçimi oluşturuyordu.
“26 Eylül ve 14 Ekim devrimlerinin tek
bir Yemen Siyasal Örgütü tarafından yönetilmediğine dikkat etmeliyiz. Kuzeydeki
devrim, emekçi kitlelere hükmeden dinsel
imamlık rejiminin boyunduruğunu yıkmayı amaçlayan Özgür Ulusçu Subaylar
Örgütü tarafından gerçekleştirildi ve sonunda Yemen Arap Cumhuriyeti kuruldu.
“Güneydeki silahlı mücadeleler ise
Ulusal Cephe Siyasal Örgütünce yönetildi
ve 1967 Kasımı’nda İngilizler ülkeyi terk
etmek, halkın ulusal bağımsızlığını ve Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin
kuruluşunu kabul etmek zorunda kaldılar.
“26 Eylül ve 14 Ekim devrimlerini yürüten ulusal kurtuluş güçleri, birleşik bir
siyasal örgüt altında toplanmadığı halde,
halkın ulusal kurtuluş mücadelesi tek bir
rota izlemiştir: Yemen ulusal davasının
birliği ve birleşik demokratik bir Yemen’in
kurulması.
“Devrimin ve Eylül Cumhuriyeti’nin
savunulduğu yıllar boyunca, Güney ve
Kuzey Yemen’in her kesiminden gelen iş-
çiler, yoksul köylüler, askerler ve devrimci
aydınlar, kralcı güçlerden ve Suudi gericiliğinden oluşan ortak düşmana karşı ortak
barikat kurdular. Güneydeki silahlı mücadele yıllarında, tüm Yemenliler İngiliz
sömürgeciliğine ve onun uşağı sultanlara
karşı elde silah yan yana direndiler.
“Bununla birlikte, tek bir devrimci
aracın bulunmayışından dolayı, Yemen’in
iki kesiminde iki ayrı siyasal varlığın oluşması doğaldır.
“Sonuç olarak, her iki kesimde ulusal
kurtuluştan sonraki hedefler de farklı olmuştur. Güneyde milli demokratik devrim
aşamasının görevleri öne çıkarken, kuzeydeki Eylül Devrimi’nin önüne, ulusal kurtuluşun tamamlanmasına ilişkin görevler
çıkmakta; devrimin ve cumhuriyetçi sistemin emperyalist güçlerin ve Suudi gericiliğinin istilasından ve diğer tehlikelerden
korunması konusu önem kazanmaktadır.
“Beşinci Genel Kongre sırasında, Ulusal Cephe Siyasal Örgütü, Yemen milli
demokratik devrim mücadelesi deneyi
üzerinde durdu ve birleşik demokratik Yemen’in kurulması ve Yemen devrim stratejisinin saptanması amacıyla bir birlik
perspektifi çizmeye çalıştı.
“Yemen’in güney kesiminde şimdi geçmekte olduğumuz milli demokratik devrim
aşamasına, kuzeyde de er geç girileceğine
inanıyoruz.
“Suudi gericiliği ve savaş kışkırtıcısı
uşaklarının yarattığı Eylül 1972 savaşından sonra, Kahire’de kuzeyli kardeşlerimizle imzalanan Birlik Anlaşması bu konuda atılmış olumlu bir adımdır; emperyalistler ve gericiler Yemen Halkını iç savaş
kazanına itmek, onların mücadelelerini
saptırmak istiyorlardı.
Anlaşmanın imzalanmasından ve çeşitli ortak komisyonların oluşturulmasından
sonra, birçok ekonomik, anayasal ve toplumsal konularda görüşleri yaklaştırma
açısından önemli ilerlemeler sağlanmıştır.
“Siyasal örgüt, birleşik demokratik bir
Yemen’in kurulması için yurtseverlerin,
ilericilerin ve kitle örgütlerinin çabalarını
kesin olarak birleştirmeleri açısından, bu
demokratik diyalogun sürmesini içtenlikle
istemektedir.
“Yemen Halkının birlik ve gelişmesini
engelleyen zincirleri kırmayı amaçlayan
her türlü çaba ve eylemin -ister resmi düzeyde, ister ulusal hareket düzeyinde olsun- yanında yer aldık. Ulusal mücadele
çabasının başarıya ulaşması için, halkın
demokratik haklarını kullanıp, mücadele
için seferber olmasını, kitle örgütlerinin
güçlendirilmesini, ulusal hareketlerin birleştirilmesini ve birleşik
demokratik Yemen’in
gerçekleştirilmesini
amaçlayan doğru bir
hareketin oluşturulmasına gittikçe daha
fazla ihtiyaç duyulmaktadır.” (agy, s. 7578)
Yaptığımız aktarmada Ulusal Cephe
Siyasal Örgütü Genel
Sekreteri Abdul Fattah İsmail’in de açıkça
belirttiği gibi, Güneyde
İngiliz sömürgecileri yenip işgali sona erdiren ve Yemen’i birleştirmeyi amaçlayan devrimci-halkçı bir iktidar kurulunca, Kuzeyde
de cumhuriyetçi bir rejim olduğundan Yemen
Halkı birleşmenin gerçekleşeceğini umuyordu. Ancak, Kuzeyde yaşanan iç savaşta Cumhuriyetçilerin yenilmesi ve Suudi gericiliğinin ve ABD’nin desteklediği bir yönetimin
iktidara gelmesi birleşmeyi engelledi.
Yemen Demokratik Halk
Cumhuriyeti ve halka
sağladığı kazanımlar
İktidara gelen Ulusal Cephe, hızla halkın
ekonomik ve sosyal koşullarını değiştirmeye
yöneldi. Başta işçiler, balıkçılar ve köylülerin
yaşamını ve çalışma şartlarını iyileştirmeye
yönelik bir dizi önlem aldı. Ülkenin içinde
bulunduğu ekonomik zorluklar yüzünden,
var olan ücretler düşürüldü ve buradan elde
edilen paralar ekonominin ve sosyal hayatın
geliştirilmesine harcandı. Üstelik de görece
daha yüksek ücret alan bu kesimler ücretlerinin düşürülmesini gönüllü olarak önerdiler:
“1972 Ağustosunda, yabancı ekonomik
ve siyasal baskılara karşı direnmek ve kendine güven politikasını uygulayabilmek
için ücretlerin indirilmesini talep eden yedi
günlük halk gösterilerinden sonra, devlet
girişimlerindeki tüm ücretler üçte bir oranında azaltıldı. Yedi günlük halk gösterileri sırasında Aden’de bulunan bir Japon
turisti, ilk kez ücret artışı yerine kesinti
isteyen işçiler gördüğünü söylüyordu. Kent
merkezlerindeki yapay ekonomik bolluğun
azalması, işçilerin kırsal alanlara göç etmesine neden oldu; bu ise gelişmekte olan
ülkeler içinde benzeri olmayan bir durumdu.” (age, s. 16-17)
Yeni yönetim Kamu sektörünü geliştirmek için milleştirmeler gerçekleştirdi.
Köylülere yönelik olarak özellikle Kooperatifçiliğe büyük önem verdi. Ülke çapında 21
kooperatif ve 24 devlet çiftliği kuruldu.
“Ordu yavaş yavaş üretici siyasal bir
güce dönüştürüldü; halkla ilgili projelerin
gerçekleştirilmesini, okul, yol, sulama tesislerinin yapımını sağladı. Diğer yandan
işçiler ve köylüler, milis birlikleri içinde
örgütlendiler; bir yandan askeri açıdan yetiştirilirken, bir yandan da siyasi eğitimden
geçtiler. Halkın seçtiği bölgesel savunma
komiteleri oluşturuldu. Bu komiteler, gelişme planlarıyla ilgili çeşitli toplumsal, ekonomik, eğitim faaliyetlerinde çok önemli
rol oynadılar. Cehaleti yenmek için bir
kitle hareketine girişildi. Gönüllü çalışma,
yeni devrimci gelenekler arasında yer aldı.
Yeni bir aile yasası, çokeşli evliliği yasakladı ve cinsiyet ayrımı yapılmaksızın herkes
eşit toplumsal, siyasal ve ekonomik haklar
sağladı.” (age, s. 15)
“1969 Kasımında yayımlanan millileştirme kararları, Tasfiye Hareketinden sonra alındı ve millileştirilen şirketler ulusal
kamu sektörünün çekirdeğini oluşturdu.
“Kamu sektörünün kurulmasıyla birlikte birçok şirket, örgüt ve banka devletin
malı oldu. Bunun yanında iç ve dış ticaretin
belirli bir yüzdesi de kamu sektörü tarafından temsil olunan Devletin doğrudan denetimi altına girdi.
“Bu süreç yalnızca ulusal ekonominin
yabancı tekelci şirketlerin egemenliğinden kurtarılmasıyla sınırlı değildi, çünkü
devrim öncelikle ekonomik hayatta ulusal
ekonominin planlanıp programlanmasına
girişmişti. Üç yıllık plan tarımsal ve sınai
alanlar için yapıldı ve halkın maddi ve manevi yaşantısıyla doğrudan ilgili hayati birçok proje hazırlandı.” (age, s. 58)
Ya Kadınlar? Onlar için ne yaptı devrimci
iktidar?
“Kadınlar ilk defa Yüksek Halk Meclisi’ne katıldılar. Bize göre bu katılma, Ulusal Cephe’nin kadın kitleleri karşısındaki
ilkeli davranışını ve genel olarak devrim
süreci içinde kadının oynayabileceği devrimci role duyduğu inancı gösteriyordu.
Kadınların Demokratik Yemen Halk Meclisi’nde yerlerini almaları ve bir kadının
hâkim olarak atanması, bütün bunların
İslam geleneklerine aykırı olduğuna inanan güçlerin, özellikle de Suudi gericiliğinin beslediği kini daha da yoğunlaştırdı.
Yemenli kadınların demokratik haklarını
kullanmaları karşısında gerici güçlerin
beslediği korku, kadınların kendi siyasal ve
toplumsal haklarını ele geçirmek için mücadele etmelerinden duydukları korkudan
ileri geliyordu. Çünkü Yemenli kadınların
mücadelesi ve çeşitli toplumsal alanlarda
erkeklerle eşit haklar kazanmaları, baskı
altında tutulan ve günlük yaşamında her
türlü haklarını kullanmaları engellenen
toplumlardaki cinsdaşlarının mücadelesi
için bir simge oldu.” (age, s.63)
Özetçe bütün bu alanlarda büyük başarılar sergileyen devrimci iktidar hep söylediğimiz gibi ne yazık ki bu başarılarını sürekli
kılamadı. Kendi içinde de çelişkiler yaşadı.
Bu da mücadelesini yavaşlattı. Diğer yandan dünya çapındaki olumsuz gelişmeler de
bu süreci hızlandırdı. Ve Yemen Demokratik
Halk Cumhuriyeti, Yemen Halkının birliğini
sağlayamadı.
Sancılı birlik süreci
1972 yılında iki Yemen arasında kısa
süreli bir savaş yaşandı. Bunun üzerine Libya’da 1969 yılında (Mısır, Kuzey Yemen,
Suriye, Irak gibi) bir Politik Devrim gerçekleştirerek iktidara gelen ve Arap Ulusu’nun
birliğini savunan antiemperyalist, yurtsever,
halksever Muammer Kaddafi’nin aracılığı ile
28 Kasım 1972’de Trablus’ta, iki Yemen devletinin birleşmesi için bir anlaşma imzalandı.
Başkenti de Sanaa olacaktı. Ancak bu anlaşmayı uygulamak mümkün olmadı.
1979 yılında iki Yemen arasında yeniden
bir savaş yaşandı. Bunun nedeni Kuzeydeki
yönetimin ABD ve Suudi yanlısı politikaları
ve Yemen Halkının birliğini engellemesiydi.
Yaşanan savaşta ABD ve Suudi Arabistan Kuzeydeki yönetimi her türlü silahla, araç gereçle destekledi. Güneydeki Yemen Demokratik
Halk Cumhuriyeti’ni ise Küba ve Sovyetler
Birliği destekledi. Savaşta iki taraf da üstünlük sağlayamadı ve sonuçta Arap Birliği’nin
aracılığıyla ateşkes imzalandı.
Ateşkesten 14 gün sonra iki Yemen devlet
başkanı bir birleşme anlaşması imzaladı fakat
bu anlaşmayı da uygulamak fiilen ve resmen
mümkün olmadı.
Yani emperyalistler Suudi gericiliğine
dayanarak ve onu kullanarak Yemen Halkının arasına kan davaları sokmaya devam
ediyordu. Sovyetler Birliği’nin ve Sosyalist
Kamp’ın da kendi can derdine düşerek enternasyonalizmden hızla uzaklaşmasıyla birlikte
Güney Yemen’de de olumsuz gelişmeler yaşanmaya başlandı. Ve ne yazık ki ülkede bir
iç savaş çıktı. Savaşı kaybeden yöneticiler
Kuzey Yemen’e kaçtılar.
maktan çıkmıştı o an için. Aksine tüm dünya
halkları esen gerici rüzgârlara kapılmıştı. Artık dünyada ABD’nin borusu ötüyordu. “Yen
Dünya Düzeni” denilen bir düzen vardı. Ve
bu yeni dünyanın tartışmasız başhaydudu
ABD’ydi. ABD’nin hedefi de daha önce de
söylediğimiz gibi: “bin devletli bir dünya”
idi. Dolayısıyla Yemen Halkının gerçek birliğine kavuşamaması için elinden gelen her
Güneyde bunlar olurken, Kuzeyde Haziran 1974’te bir darbeyle yönetime el koyan
Suudi Arabistan yanlısı Albay İbrahim Hamdi, anayasayı askıya almanın yanı sıra Güney
Yemen’e karşı Suudi Arabistan’dan daha geniş çapta yardım alma yoluna gitti.
Ekim 1975’te Hamdi, Haşitler Kabile
Konfederasyonu başkanı Abdullah el-Ahmer’e yakın subayları hedef alan geniş bir
temizliğe girişti ve Abdullah el-Ahmer’in
başkanlık ettiği Danışma Konseyi’ni dağıttı.
Bu eykemin yeniden canlandırdığı kabile çelişkileri, 1977’de iç savaşa dönüştü.
Asiler ülkenin kuzeyini hızla denetim altına aldılar. Suudiler’in arabuluculuğu sayesinde ateşkes sağlandıysa da, merkezi hükümet
ve kabileler arasındaki görüşmelere başlandığı sırada Cumhurbaşkanı el-Hamdi öldürüldü
(11 Ekim 1977). Ve Binbaşı Ahmet el-Gaşmi
şeyi yaptı AB-D Emperyalistleri. Sınıfsal çelişkileri, kabile çelişkilerini, zaten var olan ve
etkin olan mezhep çelişkilerini kışkırttı. Artık
halklar arasında sınıfsal çelişkiler değil, mezhepsel çelişkiler başrolü oynamaya başladı
150 yıllık ayrılığın getirdiği alışkanlıklarla da
Güney ve Kuzey arasındaki çelişkiler artarak
devam etti. Bunun üstüne ise Mezhep çelişkileri tuz biber ekti.
Bunun sonucu olarak bu kez de 1994 yılında yeni bir iç savaş yaşandı. İktidardak
Amerikancı Salih rejimi, Güneyli devrimc
askerleri ve subayları zorunlu olarak emekl
daha doğrusu tasfiye etti. Ayrıca devrimci iktidarın halka sağladığı bütün kazanımları da
geri almak için davranışa geçti. Bu karşıdevrimci girişimlere yönelik protestolar başlamış
ve daha sonra bu protestolar bu kez de Kuzey’den bağımsızlık talebine dönüşmüştür.
başkanlığında üç üyeli bir Başkanlık Konseyi kuruldu. Suudi Arabistan’ın desteğinden
yararlanan el-Gaşmi, kabile liderleriyle yapılan görüşmeleri sonuçlandırdıktan sonra
bir Kurucu Meclis tarafından Şubat 1978’de
cumhurbaşkanlığına seçildi. Bununla birlikte,
kabile liderlerine verilen ödünler iç gerginliklere ve Güney Yemen’le ilişkilerde, el-Gaşmi’nin öldürülmesiyle sonuçlanan bir bunalıma yol açtı.
Temmuz 1978’de başa geçen Ali Abdullah Salih, içeride istikrarı sağladıktan sonra
daha dengeli bir dış politikaya yöneldi. Sivil
organların oluşturulmasına karşın ordunun
yönetimdeki ağırlığının sürdüğü bu dönemde,
ülkenin Suudi Arabistan’a ekonomik bağımlılığı daha da arttı. 1983’te Ali Abdullah Salih
beş yıllık bir dönem için yeniden cumhurbaşkanlığına getirildi. 5 Temmuz 1988’de ülke
tarihinde ilk kez Meclis seçimleri yapıldı.
Cumhurbaşkanlığı’na, üçünü kez Salih seçildi.
27 Nisan 1993’te gerçekleştirilen 301 kişilik Parlamento seçimlerinde Abdullah Salih’in partisi (General People’s Congress-Genel Halk Kongresi-GPC) 123 sandalye kazanırken, Islah 62, Güney Yemen’deki bütün
partilerin derlenerek, birleşerek kurduklar
Yemen Sosyalist Partisi 57, Baas 7 (Irak taraftarı), Nasırcı partiler 4 ve içerisinde Şii milletvekillerinin de bulunduğu bağımsızlar 47
sandalye kazandılar.
Gösterilen tepkilere rağmen yapılan bütün
seçimleri kazanan Ali Abdullah Sâlih 2000 yılında anayasayı değiştirerek iki defa daha yeniden seçilme hakkı kazandı. Halk tarafından
seçilen Meclisin yanı sıra, üyeleri cumhurbaşkanı tarafından belirlenen bir Şûra Meclis
(Senato) kuruldu.
2000’li yıllarda ülkede pek çok isyan çıktı. Eylül 2006’daki seçimleri de kazanan Al
Abdullah Sâlih, Zeydî Hüseyin Husî’nin “Şebâbü’l-mü’minîn” adlı hareketiyle uğraşmak
zorunda kaldı. 2009’da Güney Yemen’de ortaya çıkan hareket silâhlı direnişe geçti. Yan
Yemen, bir kez daha 150 yıldır süren bölünmenin, parçalanmanın sonuçlarıyla karşılaştı.
İki Yemen arasındaki ve bu Yemen’lerin kendi aralarındaki ayrılıklar, çatışmalar
1980’lerin sonuna kadar devam etti. Ayrılık
devam ediyor ama birleşme isteği de sürekli
canlı kalıyordu. Bunun sonucunda, emperyalistlerin de bastırmasıyla (çünkü onlar artık
Güney Yemen’in devrimci, halkçı yönetimini alt edebileceklerine inanıyorlardı) birlik
sağlandı. Önce taslak bir Anayasa metni üzerinde uzlaşıldı ve nihayet 22 Mayıs 1990’da
Kuzeydeki Yemen Arap Cumhuriyeti ve
Güneydeki Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti, başkenti Sanaa olan yeni devlette
birleştiler. Yeni devletin adı: Yemen Cumhuriyeti oldu.
Günümüzde Yemen Sorunu
Kuzey ve Güney arasında sağlanan birlik, pamuk ipliğine bağlı, zoraki bir birlikti.
Bu birleşme, gerçekte Yemen Halkının gerçek
birliğini sağlamaktan uzaktı. Ve o birliği zorlayan devrimci ideoloji artık etkisini yitirmiş,
kadrolar yok olmuşlardı.
Çünkü 1990 yılında Sovyetler Birliği ve
Sosyalist Kamp dağılmaya başlamıştı. Sovyetler Birliği başta olmak üzere Sosyalist
Kamp ülkeleri kendi can dertlerine düşmüşlerdi. Ve sosyalizm halklar için bir umut ol-
“Arap
Baharı” ve Yemen’e
etkileri
Yemen, 2011 yılı başlarında Tunus’ta
başlayıp Arap dünyasına yayılan “Arap Baharı”ndan etkilenen ilk ülkelerden birisiydi
Uzun süren protesto gösterileri ve çatışmalar
sonucu, Kasım 2011’de imzalanan Körfez
İşbirliği Konseyi Antlaşması’yla devlet başkanı Ali Abdullah Salih, 33 yıldır sürdürdüğü
iktidarını terk etmek ve ağababası Suudilere
sığınmak zorunda kaldı. Göreve Başkan Yardımcısı Abdürabbih Mansûr el-Hâdî getirildi
21 Ocak 2012’de yapılan seçimlerde Abdürabbih Mansûr el-Hâdî cumhurbaşkanı seçildi.
Yemen Halkı büyük bir başarı kazanmıştı
Gerici iktidarı devirmişti kitle gösterileriyle
Ama AB-D Emperyalistleri ve başta Suudiler
olmak üzere gerici Ortadoğu rejimleri bu durumu kabullenmediler ve Müslüman nüfusun
tahminen % 65’ini Sünnilerin, % 35’ini Şiilerin oluşturduğu ülkede mezhep çelişkilerin
kışkırttılar bir kez daha.
4
Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
İşte Türkiye ekonomisinin
hali pür melali
Pahalı Devlet
işte budur
Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO), 2010’da yüzde 9,2 olan büyüme oranının
2014’te yüzde 2,9’a gerilediğini açıkladı.
Peki niye böyle?
Var olan sanayimiz yerli, milli değil. Yabancı Tekelci şirketlerin acentesi
durumunda. Çünkü “bizim” sanayicimiz, üretim yapmıyor. Yerli gibi gözüken
şirketler de yabancıların hâkimiyetinde. Üretim yapan şirketler ise yabancıların.
Onlar yaptığı üretim ise montajdan ibaret.
T
ayyipgiller hançerelerini yırtarak
diyorlar ki; “Türkiye ekonomisi
iyi yolda. Şu anda dünyanın 17’nci
büyük ekonomisi, 2023 yılında da dünyanın
en büyük 10’uncu ekonomisi olacak!”
Bunun ham hayalden ya da büyük bir
yalandan, aldatmadan, kandırmacadan
ibaret olduğunu anlamak için “büyük”
“anlı şanlı” ekonomist olmaya gerek yok.
İstatistikler, raporlar okumaya, araştırmalar
yapmaya da gerek yok. Kimi gazetelerde
yayımlanan rakamlara bakıvermek yeter de
artar bile.
İşte bu konuya ilişkin 18 Haziran’da
Yurt Gazetesi’nde bir haber yayımlandı.
Haber şöyleydi:
“500 büyük, bir Wall-Mart etmedi
“(...)
“İstanbul Sanayi Odası (İSO)
tarafından dün açıklanan “Türkiye’nin
da yer yok bu rakamlar karşısında.
Zaten sadece bu rakamlar değil
bütün rakamlar, olgular da bu gerçekliği
kanıtlıyor. Avrupa İstatistik Ofisi
verilerine göre, Türkiye en hızlı büyüyen
15 ülke arasında 14’üncü.
Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO),
2010’da yüzde 9,2 olan büyüme oranının
2014’te yüzde 2,9’a gerilediğini açıkladı.
Peki niye böyle?
Var olan sanayimiz yerli, milli değil.
Yabancı Tekelci şirketlerin acentesi
durumunda. Çünkü “bizim” sanayicimiz,
üretim yapmıyor. Yerli gibi gözüken
şirketler de yabancıların hâkimiyetinde.
Üretim yapan şirketler ise yabancıların.
Onlar yaptığı üretim ise montajdan ibaret.
Oysa bir zamanlar, Birinci Ulusal
Kurtuluştan sonra, 1930’lu ve sonraki
yıllarda, Sovyetler Birliği’nin mali,
500 Büyük Sanayi Kuruluşu” (İSO 500)
araştırmasının 2014 yılı sonuçlarına
göre, söz konusu listede yer alan
şirketlerin toplam üretimden satışları
421 milyar 155 milyon 976 bin 571 lira
oldu.
“Forbes
dergisinin
2015
yılı
“Dünyanın En Büyük 2000 Şirketi”
listesinde ise 485,7 milyar dolarla
Amerikan
perakende
sektörünün
önde gelen şirketlerinden Wall-Mart
Stores ilk sırada yer alıyor. Söz konusu
şirketin satışları 485,7 milyar dolar
olarak kayıtlara geçerken, bu rakam
İSO 500’de yer alan şirketlerin toplam
satışlarının 2,7 katı düzeyinde bulunuyor.
Böylece Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi
Kuruluşu’nun toplam üretimden satış
değeri, Wall-Mart Stores’in sadece
yüzde 37,2’sini karşılayabiliyor.”
İşte gerçek bu! Başka söze gerek yok.
Atmaya tutmaya, aldatmaya, kandırmaya
teknoloji ve teknik eleman katkılarıyla
yerli, ulusal bir sanayi kurma yolunda
adımlar atılıyordu. Şeker fabrikaları,
kömür madenleri, et ve süt ürünleri
işleyen fabrikalar, Sümerbank, Kâğıt
fabrikaları kuruluyor; sanayi geliştirilmeye
çalışılıyordu. Ama ne yazık ki 1950 yılında
Demokrat Parti (DP)’nin ABD tarafından
iktidara getirilmesiyle birlikte, özellikle
1980’li yıllardaki Turgut Özal döneminde
ve en yoğun .şekilde de Tayyipgiller
iktidarı sırasında bu kamu kurumları, kamu
fabrikaları yerli ve yabancı Parababalarına,
esas olarak da yabancı Parababalarına,
peşkeş çekildi. 1986 yılından 2002 yılına
kadar olan 16 yıllık sürede 8 milyar
dolarlık özelleştirme yapıldı. 2002 yılından
2014 yılına kadar olan sürede yapılan
özelleştirmelerin toplam tutarı ise 61.8
milyar doları buldu.
Bu ne demektir?
Neredeyse bütün Kamu Mallarının yerli
yabancı Parababalarına peşkeş çekilmesi,
kamunun üretimden çekilmesi, var olan
fabrikalarımızın (iletişimden, madenlere,
yollara, köprülere, limanlara, bankalara
kısacası aklınıza gelen her alanda)
kapatılması, üretim dışı kalması demektir.
Bunun sonucu olarak da artık üretim
yapılmadığını, şirketlerin elde ettikleri
kârların da üretimden değil, üretim dışı
gelirlerden kaynaklandığını bakın EBSO
Başkanı Ender Yorgancılar nasıl itiraf
ediyor:
“KÂRLILIK KİRALARDAN
“Genel olarak baktığımızda, bu
kârlılık üretimden kaynaklanmıyor,
firmalar kârlılıklarını üretim dışı al-sat
veya kira gibi gelirlerle gerçekleştiriyor.”
İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı
Erdal Bahçıvan da bu gerçeği şöyle itiraf
ediyor:
“Sanayici
olarak
inşaata
ve
inşaatçıya
karşı değiliz, herkesin
inşaatçı olmasına karşıyız.
Elbette Türkiye gibi bir
ülkede doğru yapılan
inşaatın sanayiye artı
değer getirdiği muhakkak.
Ancak sanayi faaliyetlerini
bırakıp geleceği inşaatta
arama eğiliminin giderek
artıyor
olması
hem
Türkiye’nin
geleceği
hem de sanayinin ve
inşaatın sürdürülebilirliği
açısından bizi son derece
endişelendiriyor.”
Gerçek
bu
olunca,
ülkenin en büyük 500
şirketinin üretimden satışı,
bir Wall-Mart etmiyor. Böyle
olunca da dünyanın 10’uncu
büyük ekonomisi olunamaz tabiî ki.
Şu anda dünyanın en kırılgan
ekonomisine sahip, parası dolar karşısında
en çok değer yitiren ülkesi ne yazık ki
Türkiye. İç ve dış borç miktarı (onlar
“stoku” diyorlar) 624 milyar lira olan ülke
Türkiye.
Daha ne diyelim...
Ama bu böyle gitmeyecek. Halkın
İktidarında bunların hepsinin hesabı
sorulacak. Özelleştirilen Kamu Mallarımız
tekrar Kamuya verilecek ve tekniğin en
son sözüyle donatılmış fabrikalar, en
modern teknikler ve bilimsel yöntemler
uygulanarak verimli hale getirilecek,
ülkemizin ekonomice kanatlanıp sanayice
gelişkin, insan haklarına saygılı, gelirin
adaletlice paylaşıldığı bir ülke haline
gelmesinin yolunu açacağız. Bunu mutlaka
başaracağız.q
Bir zamanlar Yemen... (III)
Baştarafı sayfa 3’te
ABD Emperyalistleri, gerici, işbirlikçi Suudiler eliyle Sünni İslamı, onun Yezid yorumunu Yemen’de hayata geçirmek,
egemen kılmak istediler. Buna karşılık ise
Şiiliğin bir kolu olan Zeydiliği benimseyen
Husili kabileler, bu politikalara karşı çıktılar
ve karşı çıkmaya devam ediyorlar. Ve bugün
Yemen’de etkili bir güç halindeler. Devrimci, halkçı hareketin yerini bu kez Mezhep
yanı ağır basan bu hareket aldı. AB-D Emperyalistlerine ve Suudilere göbekten bağlı
yönetime karşı mücadele veriyorlar ve başarı kazanıyorlar. Başkent Sanaa’yı ele geçirdiler, Aden’i de ele geçirmek üzereler.
İşte bu yüzden Suudiler öncülüğünde
oluşturulan gerici Arap koalisyonu (Körfez
ülkeleri, emirlikleri, krallıkları, şeyhlikleri
ve Mısır gibi ülkeler), oluşturdukları ortak
ordu gücüyle Yemen’e askeri bir müdahale
başlattı. Bu gerici ordu Husilere saldırıyor,
Yemen Halkını bombalıyor. Yemen Halkı
acı çekiyor bu yüzden. Bir yandan yüzlerce
masum Yemenli (Kuzeyli-Güneyli) hayatını
yitiriyor, binlerce insan yaralanıyor, diğer
yandan kendi ülkesinde mülteci durumuna
düşüyor. Ve Yemen bir bütün olarak kanıyor,
kanıyor...
Sonuç
Yemen, özel olarak da Aden, yukarıda belirttiğimiz gibi Kızıl Deniz’in güney
çıkışını tutmaktadır. Ve Arap bölgesinden
çıkan petrol ve doğalgaz yüklü tankerler bu
boğazdan geçerek Amerika’ya, Japonya’ya
ulaşmaktadır. Petrol demek ise bildiğimiz
gibi her şey demektir.
George Friedmann’ın da açıklıkla belirttiği gibi Okyanuslara hâkim olan dünyaya
hâkim olur. Okyanuslara hâkim olan dünya
ticaretine hâkim olur. İşte Yemen’in özellikle güney bölgesinin bir diğer önemi de buradan kaynaklanmaktadır.
Yemen Sorunu; önce İngiliz Emperyalistlerinin, sonra ABD Emperyalistlerinin
yarattıkları idari, siyasi ve ideolojik ve mezhepsel ayrılıkların, bölünmelerin ve Sosyalist Kamp’ın yokluğunun bir sonucudur.
(Osmanlı’nın rolü etkili olmaktan uzaktır.)
İşte yazımızın başında o yüzden dedik ya,
1990 öncesi dünya daha iyi bir dünyaydı
diye.
Okuduk, bir zamanlar Güney Yemen
Ortadoğu’nun biricik Marksist-Leninist ideolojiyi benimseyen devletiydi. Bu devlet,
Sovyetler Birliği, Sosyalist Kamp ve Küba’yla işbirliği içinde devrimci politikaları
hayata geçirmeye uğraşıyordu. Yemen Halkı
yüzlerce yıllık ayrılıktan sonra artık birleşeceğine, bir tek Yemen Cumhuriyeti olacağına inanıyordu. Ama ne yazık ki hayat öyle
akmadı. Sovyetler Birliği’nin ve Sosyalist
Kamp ülkelerinin, Marksist-Leninist ideolojiyi terk etmelerinden ötürü acıklı çöküşü,
yıkılışı Güney Yemen başta olmak üzere
dünyanın mazlum halklarını AB-D Emper-
yalistleri ve onların işbirlikçisi,
uşağı devletler karşısında savunmasız, korunaksız bıraktı.
Ve bu ülkelerin yöneticileri
kurtuluşu AB-D Emperyalistlerine sığınmakta buldular. Onların politikalarını hayata
geçirirlerse başarılı olacaklarına, iktidarlarını sürdüreceklerine inandılar. Ama yanıldılar. AB-D Emperyalistleri ve onların işbirlikçileri hiçbir zaman halklara özgürlük,
eşitlik getirmez. Onlar sadece bu ülkelerin
yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirmek
isterler. Kendi çıkarlarına kullanırlar bu
halkları.
Yemen Sorunu’nun çözümü de, halklar
arasındaki bölünmelerin çözümü de insanın
insanı ezmediği, sömürmediği, soymadığı,
zulmetmediği bir dünyayı yaratmaktan geçiyor. Bu dünya; Sosyalist Dünyadır. Tüm
insanlığın sosyalist bir aile olarak yaşadığı
dünyadır.
Bu dünyayı mutlaka kuracağız. Emperyalistlerin ulusları, ülkeleri bölmelerine,
parçalamalarına, birbirlerine düşman etmelerine ve aralarına nifaklar sokarak birbirleriyle boğazlaşmalarına sebep olmalarına son
vereceğiz.
Sıra kendi coğrafyamızda, Türkiye’dedir. Türkiye de 3’e bölünmek istenmektedir bugün AB-D Emperyalistlerince. Buna
da izin vermeyeceğiz. Kürt kardeşlerimizle
birlikte Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti’ni kuracağız. Ve birleşik bir ülke olarak yenilmez-yıkılmaz bir kale oluşturacağız; anti
emperyalist-sosyalist ülkeler ve halklar arasındaki onurlu yerimizi alacağız q
P
arababaları devleti israfçıdır. Kamu
kaynaklarını har vurur harman
savurur. Kamu kaynaklarını adaletlice dağıtmaz. Aksine Parababalarına
peşkeş çeker. Yeyim eder. Bu yüzden de
“pahalı devlet”tir.
Bunun örneklerini her gün görüyoruz.
Son günlerde ayyuka çıkan birkaç örneği
vermek istiyoruz.
Bildiğimiz gibi, Diyanet İşleri Başkanına devlet lüks, zırhlı bir Mercedes
otomobil satın aldı makam arabası olarak.
Bu çok pahalı bir arabaydı. Ve yapılan bu
iş, kamuoyunda çok büyük tepkiye neden
oldu. Üstelik de bu makam aracı, bir din
adamına alınmıştı...
Oysa, İslam dininin kurucusu Hz. Muhammed kamu kaynaklarını israf etmediği gibi, kamu kaynaklarının kişicil kullanımına da müsaade etmezdi. Kendi kişicil
olarak asla kullanmadığı gibi, kendisi için
kullanılmasına da izin vermezdi-kullandırtmazdı.
Dolayısıyla ülkenin en büyük din yetkilisinin böyle bir makam aracı kullanması dinen asla kabul edilemezdi. Ama bunlar sahte dindar oldukları için kullanmakta bir beis görmemişlerdi. Geri vermemek
için de direndiler. Ancak kamuoyu baskısı
galip geldi.
Fakat onlarla aynı anlayışta olan,
kamu kaynaklarını israf etmekte hiçbir
sakınca görmeyen, kamu kaynaklarını
hem kendisi kullanan, hem de yakınlarına
ve yandaşlarına kullandırtan bir Cumhurbaşkanına sahibiz. O aşamada o devreye
girdi ve “Ben önceden konudan haberdar olsaydım geri verilmesine izin vermezdim.” dedi. Ve akabinde Cumhurbaşkanlığı uhdesinde olan araçlardan, tabiî ki
yine çok lüks, bir otomobili verdi Diyanet
İşleri Başkanına. O da tepe tepe kullanıyor şimdi.
Oysa daha mütevazı bir araç neyine
yetmez insanın? Kime, ne gösterişi yapacak Diyanet İşleri Başkanı? Aksine tasarrufu teşvik etmesi, israfı kınaması gerekmez mi? “İsraf haramdır” diyen, dinin
kurucusu Hz. Muhammed değil midir?
Bir başka örnek bizzat Cumhurbaşkanının kendisidir. O da kamuoyu tarafından KaçAK Saray diye adlandırılan
ve israfın en tepeye çıktığı bir “Külliye”
yaptırdı kendisine. Maliyeti bir yana,
döşemesi, malzemeleri, her gün yapılan
masraflarıyla devletin kaynaklarını yiyip
bitiriyor. Ama o aldırmıyor...
Bununla da yetinmiyor bildiğimiz
gibi. Uçaklar, helikopterler, çok lüks zırhlı araçlar gırla gidiyor. Kamu kaynaklarını kullanıyor hovardaca, kullandırtıyor
aynı zamanda.
Basına yansıyan son örnek ise Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığının yaptığı
savurganlık ve kamunun kaynaklarının
İnşaat’tan kiralanmış ve aylık kirası ne
kadar biliyor musunuz?
Tam 850 bin TL!
Yıllık kira gideri ne oluyor bu durumda?
10 milyon 200 bin lira.
Kamunun gideri sadece bununla sınırlı mı pekiyi?
Olur mu hiç?
Temizlik ve Güvenliğe her ay 520 bin
TL veriliyor.
Onun bir yıllık masrafı ne?
6 milyon 240 bin TL.
Peki iki giderin toplamı ne?
10.200.000+6.240.000=16.440.000.
(On altı milyon dört yüz kırk bin TL.)
Bu para bir bakanlığın sadece bina kirası, temizlik ve güvenlik gideri. Ya basına yansımayan diğer bakanlıklar? Genel
müdürlükler? Vb. vb...
Peki bu para kimin parası? Kamunun
değil mi? O zaman nasıl bu kadar bonkörce harcanıyor? Denetleyen bir kimse,
kurum yok mu?
Yok! Olmaz da. Çünkü Parababaları devleti yukarıda da söylediğimiz gibi
böyle bir devlettir. Yani Pahalı Devlet’tir.
Kamunun kaynaklarını Parababalarına
peşkeş çekmek, bu arada kendileri için de
vurgun vurma alanıdır devlet.
Üstelik de israf, vurgun sadece bunlarla sınırlı kalsa neredeyse öpüp başımıza koyalım diyeceğiz. Bu gibi israflar iktidarda bulunan Tayyipgiller için “çerez
parası”dır kendilerinin söyleyişiyle.
Maliye Bakanı İngiliz Memet, Diyanet İşleri Başkanlığına tahsis edilen araç
söz konusu olunca 23 Mayıs’ta Gaziantep’te yaptığı açıklamada: “Araç saltanatı diye ortalıkta bu işin istismarını
yapanlar, topu topuna genel müdür
ve üstünden bahsediyor. Taş çatlasa 2
bin genel müdür var. Hadi 40 müsteşar
ve 100 müsteşar yardımcısı olsa abartıyorum, 26 bakan bunların hepsini
toplasanız Türkiye’nin milli gelirinde,
bütçesinde çerez parası değil, çerez.
Bakın 2014 yılında Türkiye’deki bütün
araçların satın alınması, kiralanması,
bakımı, onarımı ve yakıtı 3 milyar 300
milyon liradır. Türkiye’nin bütçesi 473
milyar liradır.” dedi, diyebildi... Tabiî
onun için bir sorun yok. Nasıl olsa iktidarın nimetlerinden yararlanıyor kendisi.
Bakana göre burada verilen rakamlar
merkezi hükümete ait araçlar içinmiş. O
zaman soralım bakalım bakana: KİT’lere,
belediyelere, Milletvekillerine vd.lerine
harcanan paralar ne olacak?
Sözü uzatmayalım. İşte biz Proletarya
Devrimcileri, Halkın Kurtuluş Partililer,
Halkın İktidarında bu Pahalı Devlet’in
yerine Ucuz Devlet’i geçireceğiz.
Kamunun kaynaklarının israf edilmesine, peşkeş çekilmesine asla izin verme-
akla hayale sığmayacak oranlarda Parababalarına peşkeş çekilmesidir.
Hürriyet Gazetesi’nde yer alan Hacer
Boyacıoğlu’nun haberine göre, Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanlığı, Ankara Söğütözü’nde “Via Twins” adlı 33 katlı bir
binada hizmet veriyor. Bina Bayraktar
yeceğiz. Buna yelteneni anında cezalandıracağız Halkın Adaletiyle.
O zaman kamu kaynakları adaletlice
kullanılacak, kaynaklar üretime ve yatırıma aktarılacak ve bunun sonucunda ülkemiz hızla büyüyecek, gelişecek..
Sözümüzdür: Kuracağız o iktidarı!q
5
5 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
HKP: Bilderberg emperyalist
bir savaş örgütüdür
Cumhuriyet Başsavcılığına
Ankara
Suç Duyurusunda Bulunan: Halkın
Kurtuluş Partisi
Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin
Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar
Çıngı,
Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran, Av.
Halil Ağırgöl, Av. Azime Ayça Alpel,
Av. Pınar Akbina, Av. Doğan Erkan
Kızılırmak Cad. 7/9 Kavaklıdere /ANKARA
Şüpheliler:
1- Mustafa KOÇ
2- Ali BABACAN
3- Kemal DERVİŞ
4- İlhan Kesici
5- Soli ÖZEL
6- Nuray Mert
7- Ahmet Üzümcü
8- Mesut Yılmaz
9- Selin Sayek Böke
10- Gönenç Gürkaynak ve suça karıştığı tespit edilen diğer kişiler.
S u ç:
Suç Örgütüne Üye Olma TCK 220. Md,
Temel Millî Yararlara Karşı Faaliyette Bulunmak İçin Yarar Sağlama TCK 305. Md
A ç ı k l a m a l a r:
Son günlerde basına yansıdığı üzere adına Bilderberg toplantıları denilen
organizasyon bu yıl 11-14 Haziran 2015
tarihleri arasında Avusturya’da yapılacaktır. Bu yıl yapılacak toplantıya, ABD’nin
IŞİD’le Mücadele Küresel Koalisyon Özel
Temsilcisi John Allen, Danimarka İstihbarat Servisi Direktörü Thomas Ahrenkiel, Avrupa Komisyonu eski Başkanı Jose
Manuel Barrosso, Shell CEO’su Ben van
Beurden, Carnegie Uluslararası Barış Vakfı Başkanı William Burns, Avrupa Merkez
Bankası Yönetim Kurulu üyesi Benoit Coeure, AB Ticaret Komiseri Karel De Gucht,
Hollanda Finans Bakanı Jeroen Dijsselbloem, Axel Springer CEO’su Mathias Döpf-
İ
ner, Google Başkan Yardımcısı Regina
Dugan, Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz
Fischer, Siemens Başkanı ve CEO’su Joe
Kaeser, ABD’li diplomat ve siyaset bilimci
Henry Kissinger, Almanya Savunma Bakanı Ursula von der Leyen, Belçika Başbakanı Charles Michel, Hollanda Başbakanı
Mark Rutte, NATO Genel Sekreteri Jens
Stoltenberg ve Finlandiya Finans Bakanı
Alexander Stubb’ın katılacağı açıklanmıştır. (http://www.ntv.com.tr/dunya/avusturyadaki-bilderberg-toplantilarina-turkiyeden-katilacak-isimler-belli-oldu,kOZXqcXRSkmcyPkZknVBFw)
Ayrıca diğer tüm katılımcı listesi de
“http://www.bilderbergmeetings.org/participants.html“ internet adresindeki listede
ilan edilmiştir.
Türkiye’den de bu toplantıya bu
yıl CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin
Sayek Böke, CHP’den milletvekili seçilen İlhan Kesici, Koç Holding Yönetim
Kurulu Başkanı Mustafa Koç, Google ve
Twitter’in Türkiye’deki avukatı Gönenç
Gürkaynak, gazeteciler Nuray Mert ve Soli
Özel ve Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü Genel Direktörü Ahmet Üzümcü’nün katılacağı bu listeden anlaşılmaktadır.
Bu yıl yapılacak toplantılarda kimyasal silahlar, Rusya, Ortadoğu, İran, Yunanistan, NATO gibi gündemler olduğu da
basına duyurulmuştur. (http://www.bilderbergmeetings.org/press-release.html)
Bilderberg Toplantılarının masumane
tartışma toplantıları olmadığını bugün tüm
dünya kamuoyu bilmektedir. 1954 yılından
beri aralıksız toplanan bu oluşum, katılımcılarından da anlaşılacağı üzere tüm dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda dizayn
etmeye çalışan Uluslararası Finans-Kapitalistlerin, yani Tekelci Şirketlerin temsilcilerini kapsamaktadır. Bu toplantıyı düzenleyenler ve katılımcılar dünya sermayesinin
% 70’e yakınını elinde tutan kişilerdir. Her
ne kadar bir kısım katılımcı ve idarecilerin
ismi açıklansa da toplantılar gizli olarak
yapılmakta ve görüşme içerikleri açıklanmamaktadır. Öyle ki toplantılarda telefon
gibi haberleşme araçlarıyla bulunmak bile
Türk Telekom işçisi direnişte
nternet sitemizde bu yazıyı okumanızı
sağlayan internet servisinin arızasız
çalışması için gece gündüz demeden
çalışan Türk Telekom çalışanları, dört
bir yandan gelen baskılardan dolayı
direnişte. Her
biri bunalmış
ve patlamaya
hazır
Türk
Te l e k o m
işçileri, taşeronundan patronlarına, sarı
sendikasından
devlet baskısına kadar dört
bir yanda karşılaştığı sömürgenlere karşı mücadeleye
girişti.
Türk Telekom işçileri, tepkilerini
duyurmak için #direntürktelekomteknikeri etiketi ile sosyal medyada duyurularını
gerçekleştirdi. Duyuru sırasında işçiler,
yaşadıkları sorunları gerek yazı, gerek fotoğrafla anlattılar. Ancak sorunlar kötü iş
koşulları ve psikolojik baskı ile bitmiyor.
İşçilerin karşısına çıkarılan diğer iki engel,
kadrolu çalışan sayısının üç katına çıkmış
olan taşeron işçi sayısı, taşeron şirketlerin
rant amacıyla hizmet kalitesini düşürmesi
ve işveren ile işbirliği içinde olan Türk-İş’e
bağlı Haber-İş adlı sendika. İşçilerin ücretlerini ve haklarını belirleyen Toplu İş Sözleşmesi hâlâ imzalanmayı bekliyor. Ancak
sendika, kabul ettiremeyeceği bilinen pazarlık maddelerini zamana yayarak işçilerin
tepkilerini azaltmaya
çalışıyor ve görüşmeleri işçilere aktarmıyor.
Türk Telekom işçisinin yaşadığı bu olay,
hem taşeron cehenneminin meydana getirdiği yangını, hem sarı
sendikaların yarattığı
hayal kırıklığı ve güvensizliği, hem de Parababaları devletinin kendi çıkarları adına her türlü sömürü
yöntemini kullanacağını göstermekte. Hiç
kuşkusuz içimizden geçen şudur, eğer ki
bu adaletsizliğe karşı, Türk Telekom’un
önüne on binlerce işçiyi, hatta memuru dökebilecek bir sendika olsaydı, Parababaları
asla bu tür işlere girişemezdi bile. Ancak
gün onların günü, tabiî ki o günler de “bu
düzen böyle gitmez” diyenler arttıkça gelip
geçecektir.
İstanbul’dan
Kurtuluş Partili Bir İşçi
yasaktır. Katılımcılardan
hiçbiri bu güne kadar neler konuşulduğu konusunda basına, kamuoyuna bir
bilgi vermemiştir, yapılan
görüşmeler hep gizli tutulmuştur.
Bilderberg isimli bu
oluşum; yabancı tekelci
şirketlerin
(emperyalist
şirketlerin) ve ABD ve
AB ülkeleri gibi emperyalist devletlerin ve bunların
kurmuş olduğu örgütlerin
güdümünde ve yönetiminde olan gizli bir yapılanma, teşkilattır. Bu yapılanma temsil ettiği şirket
ve devletler namına diğer
yabancı ülkelerin iç işleyişine müdahale etmekte ve
yön vermektedir. Yugoslavya, Irak, Libya,
Suriye ve benzeri ülkelerde iç savaşların
çıkması ve ülke bütünlüğünün bozulması
konusunda pay sahibidirler. Bu nedenle bu
oluşum bir suç örgütüdür.
Basına açıklanan gündem maddelerinden bile “toplantı” adı taşıyan bu yapılanmanın amacı ve faaliyet alanı açığa
çıkmaktadır. Yunanistan’dan İran’a, Rusya’ya ve tüm Ortadoğu’ya kadar bütün
coğrafyalardaki siyasi ve ekonomik düzen,
bu emperyalist şirketlerin aldıkları karara
göre şekillendirilmek istenmektedir. Yönetimini ABD Merkezi Haber Alma Teşkilatı
(CIA)’nın yaptığı bu organizasyon, Türkiye gibi ülkeler için projeler belirlemekte ve
katılımcılar, üyeleri aracılığıyla bu projeleri hayata geçirmektedir.
Bunun için de Türkiye’nin de içinde
bulunduğu birçok ülkeden temsilci ve üyeleri vardır. Şüpheliler olarak bir kısmını
verdiğimiz kişiler Türkiye’den bu toplantılara katılarak bu örgütlenmede alınan kararlar neticesinde Türkiye’nin ekonomik
ve siyasi olarak konumlandırılmasını sağlamışlardır. Son 50 yıl boyunca Türkiye’yi
yönetenlerin çoğunluğu, Ali Babacan, Kemal Derviş, Erdal İnönü, Hikmet Çetin,
Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, İsmail Cem,
Ümit Boyner, Fehmi Koru, Gazi Erçel gibi
isimler ya bu yapıya üye olmuş, ya da toplantılarına katılmış kişilerdir.
Ayrıca 2004 yılından beri bu toplantıya
katılan Türkiye’nin önemli tekelci sermayedarlarından Mustafa Koç, bu oluşumun
yönetici komitesinde yer almakta, bunun
yanında Ahmet Üzümcü, Ali Babacan, Soli
Özel gibi kişiler de daimi olarak bu toplantılarda bulunmaktadırlar.
Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi madde
2-a’ya göre; “Örgütlü suç grubu” doğrudan veya dolaylı olarak mali veya diğer
bir maddi çıkar elde etmek amacıyla belli
bir süreden beri var olan ve bu Sözleşmede
belirtilen bir veya daha fazla ağır suç veya
yasadışı eylemi gerçekleştirmek amacıyla
birlikte hareket eden, üç veya daha fazla
kişiden oluşan yapılanmış bir grup anla-
mına gelmektedir. (Kanun No: 4800 Kabul
Tarihi: 30.01.2003)
Türk Ceza Kanunu 220/1. maddesinde
de örgütlü suç; “Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya
yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından
amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası
ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı
için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Dolayısıyla bu yapının bu yasal tanımlarda belirtildiği şekliyle bir suç örgütü olduğu açıktır. Zira sayısı birkaç yüz kişiyi
geçmeyen tekelci boyut kazanmış uluslararası şirketlerin ve dünyada hegemonya
kurmak isteyen ABD ve AB ülkelerinin
çıkarları doğrultusunda hareket edilmekte,
üyeler eliyle diğer ülke politikalarına yön
verilmektedir. Bu yapılırken de dünya ölçeğinde tekelleşmiş şirketlerin tüm maddi
olanakları kullanılmaktadır.
Bu suç örgütüne dahil olan şüpheli
konumdaki Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşları da bu uluslararası örgütlü yapıdan
aldıkları talimatlarla Türk Halkının çıkarları yerine bu şirket ve ülkelerin çıkarları
doğrultusunda hareket ederek Türk Ceza
Kanun madde 305’te belirtilen “Temel
millî yararlara karşı faaliyette bulunmak
için yarar sağlama” suçunu işlemektedirler.
“Temel millî yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama” başlıklı Türk Ceza Kanunu Madde 305- “(1)
(Değişik fıkra: 29.6.2005 – 5377/38 md.)
Temel millî yararlara karşı fiillerde bulunmak maksadıyla veya bu nedenle, yabancı
kişi veya kuruluşlardan doğrudan doğruya
veya dolaylı olarak kendisi veya başkas
için maddi yarar sağlayan vatandaşa ya da
Türkiye’de bulunan yabancıya, üç yıldan
on yıla kadar hapis ve on bin güne kadar
adlî para cezası verilir. Yarar sağlayan
veya vaat eden kişi hakkında da aynı cezaya hükmolunur.
“(2) (Değişik fıkra: 29.6.2005 –
5377/38 md.) Fiilin savaş sırasında işlenmiş olması hâlinde, verilecek ceza yar
oranında artırılır.
“(3) Suç savaş hali dışında işlendiğ
takdirde, bu nedenle kovuşturma yapılmas
Adalet Bakanının iznine bağlıdır.
“(4) Temel milli yararlar deyiminden;
bağımsızlık, toprak bütünlüğü, milli güvenlik ve Cumhuriyetin Anayasada belirtilen
temel nitelikleri anlaşılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Sonuç ve İstem:
Belirtilen nedenlerle uluslararası gizl
bir suç örgütünden talimat alan, ellerindek
maddi olanakları ve devlet yönetimindek
mevkilerini kullanarak ulusal çıkarlarımıza aykırı hareket eden şüpheliler hakkında soruşturma başlatılmasını ve kamu
davası açılmasını vekaleten talep ederiz.12.06.2015
Suç duyurusunda bulunan
Halkın Kurtuluş Partisi
Vekilleri
Av. Metin Bayyar
Av. Sait Kıran
Av. Ayça Alpel
Av. Doğan Erkan
Bilderberg toplantılarına
katılanlara suç duyurusu
K
urulduğu günden bu yana görevi,
emperyalist çıkarları doğrultusunda dünya halklarına zulmetmek, kan kusturmak olan Bilderberg bu
sene de 11-14 Haziran’da Avusturya’nın
Tirol eyaletinde toplanıyor.
Bilindiği gibi bu toplantılara her yıl
diğer ülkelerin yanı sıra ülkemizden de
yerli hainler katılmaktadır. Bu sene ülkemizi temsilen toplantıda yer alan katılımcıların bazıları şunlardır: Koç Holding
Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç,
CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin
Sayek Böke, CHP’nin yeni milletvekili İlhan Kesici, Kimyasal Silahların
Yasaklanması Örgütü Genel Direktörü
Ahmet Üzümcü, Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Habertürk gazetesi yazarı Soli
Özel ve Hukukçu -T24 yazarı Gönenç
Gürkaynak.
Halkın Kurtuluş Partisi olarak, Bilderberg Toplantılarında alınacak halk
düşmanı kararlara ortaklık edecek ve bu
halk düşmanı kararları
hayata geçirmek için çalışacak olan hainler hakkında 12 Haziran Cuma
günü Ankara Adliyesi
önünde yaptığımız basın
açıklamasının ardından
suç duyurusunda bulunduk.
“Bilderberg “Yerli”
Katılımcıları “Temel
Milli yararlara karşı
faaliyette
bulunmak
için yarar sağlama suçunu işlemektedirler”
ozalitimizle,
“Bilderberg Örgütlü Suç Grubudur”, “Bilderberg Emperyalist Örgüttür” dövizlerimizle, bayraklarımızla
bu halk düşmanı örgütü ve bu oluşuma
gönüllüce katılan yerli satılmışları teşhir
ettik. 12.06.2015
Ankara’dan
Kurtuluş Partililer
Nakliyat-İş’ten Eskişehir’de Eylem:
Sarp Lojistik’te sendika ve sözleşme hakkımıza saygı gösterilsin!
Yetki itirazı geri çekilsin!
D
İSK/Nakliyat-İş Sendikası, ağırlıklı olarak Eti Grup olmak üzere
Pınar, Yaşar Grup, Tüpraş, Paşabahçe gibi gıda firmalarına lojistik ve
dağıtım hizmeti yapan 700 işçinin çalıştığı Sarp Havacılık Loj. Turz. San. Tic.
AŞ’de 2013 Aralık ayında örgütlenmişti.
Yoğun çabalar sonucu Sarp Lojistik işçilerinin çoğunluğu Nakliyat-İş’e üye
olmuştu.
Üye çoğunluğunu sağladıktan sonra
Çalışma Bakanlığına yapılan yetki
başvurusu Bakanlık tarafından kanunsuz
biçimde olumsuz sonuçlanmıştı. Bunun
üzerine Eskişehir 2. İş Mahkemesine
başvurulmuş ve mahkeme Nakliyat-İş’in
Sarp Lojistik’te yetki alması yönünde
karar vermişti. Ne var ki Yargıtay 22.
Hukuk Dairesi haksız biçimde bu kararı
bozmuştu.
Gelinen noktada Nakliyat-İş Sendikası Çalışma Bakanlığına tekrar yetki
başvurusu yapmış ve Bakanlık 670 işçiden 422’sinin sendika üyesi olduğunu
tespit ederek Nakliyat-İş’e yetki vermişti. Bunun üzerine Sarp Lojistik İşvereni
süreci uzatmak için Eskişehir 1. İş Mahkemesine tekrar başvurmuştur.
Yaşanan süreçler göstermektedir ki
işveren, İş Mahkemesinin ve Bakanlığın
kararlarını hiçe sayarak işçilerin
en doğal hakkı olan örgütlenme
hakkını gasp etmek ve toplusözleşme sürecini uzatmak için
elinden geleni yapmaktadır.
İşverenin
bu
tutumunu
protesto etmek için Nakliyat-İş
Sendikası Eskişehir’de kitlesel
bir yürüyüş ve basın açıklaması
gerçekleştirdi. Saat 16.00’da
DİSK Bölge Temsilciliği önünde toplanan sendika üyelerine
diğer sendikalar ve demokratik kitle örgütleri de destek verdi.
DİSK Bölge Temsilciliği önünde
toplanan kitle şehir merkezindeki tramvay yolunu trafiğe kapatarak Sarp Lojistik’le yoğun bir iş hacmine sahip olan
Eti Grup’a ait plazanın önüne kadar sloganlar eşliğinde yürüdü.
Burada Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu tarafından basın açıklaması gerçekleştirildi. Küçükosmanoğlu açıklamasında
Sarp Lojistik İşvereninin toplu iş
sözleşmesini geciktirmek ve işçileri
mevcut koşullara mahkûm kılmak için
özel çaba harcadığını vurguladı. İşvereni
mahkeme ve Bakanlığın kararlarına uy-
maya çağıran Küçükosmanoğlu, bu tür
yöntemlerin Nakliyat-İş Sendikası’nı
yıldıramayacağını ve eninde sonunda
Sarp Lojistik’te örgütlü mücadelenin
gücüyle, işçileri daha iyi koşullara kavuşturacak toplu iş sözleşmesinin yapılacağını söyledi.
Kurtuluş Partili İşçiler olarak bizler
de Nakliyat-İş Sendikası’nın bu haklı
mücadelesini desteklemek için yürüyüşe ve basın açıklamasına katıldık. “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek”,
“İşçiyiz, Haklıyız, Kazanacağız” sloganlarını hep bir ağızdan haykırdık.
28.06.2015
Eskişehir’den
Kurtuluş Partili İşçiler
6
Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
Milletvekili ayrıcalıkları kaldırılsın
HKP, Anayasa Mahkemesine yaptığı başvuruda, anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olan tüm milletvekili ayrıcalıklarının iptal edilmesini istedi. Yapılan başvuruda;
milletvekilleri ayrıcalıklarının ve maddi olanakların eşitlik, adalet ve sosyal hukuk
devleti prensiplerine uygun düşmediği, asgari ücretin 947 TL olduğu ve işçilerin
yüzde 70’ine yakınının bu ücret veya buna yakın bir ücretle çalışması nedeniyle
sosyal adaletten uzaklaşıldığı kaydedildi.
Anayasa Mahkemesi
Başkanlığına
Başvuruda
Kurtuluş Partisi
Bulunan:
Halkın
Vekilleri: Av. Orhan Özer, Av. Metin
Bayyar, Av. Ayhan Erkan, Av. Ali Serdar
Çıngı,
Av. Tacettin Çolak, Av. Sait Kıran, Av.
Halil Ağırgöl, Av. Azime Ayça Alpel, Av.
Pınar Akbina, Av. Doğan Erkan
Kızılırmak Cad. No: 7/9
Kavaklıdere /Ankara
Konu: Anayasaya açıkça aykırı olan
ve milletvekilleri için bir kısım ayrıcalıklar getiren bir kısım yasa hükmünün iptali
istemidir.
A ç ı k l a m a l a r:
7 Haziran 2015 tarihinde Anayasanın
75. Maddesinde belirtildiği şekliyle 25.
Dönem Milletvekili Genel Seçimleri yapılmıştır. Yapılan seçimler sonucunda yasama görevini yerine getirecek 550 milletvekili belirlenmiştir.
Ancak aşağıda yalnızca bir kısmını belirtebildiğimiz yasalar gerekçe gösterilerek tüm vatandaşlar adına yasama yetkisini elinde tutan kişiler anayasada belirtilen
“demokratik hukuk devleti” ilkesini çiğnenmektedirler. Bu ayrıcalık ve imtiyazlar
sonucunda eski ve yeni milletvekilleri tüm
toplum içerisinde ayrıcalıklı bir grup halini almaktadırlar. Ömür boyu sürecek hatta
öldükten sonra varislerinin de kullanacağı
imtiyazlarla kısa bir dönem yaptıkları görev tüm yurttaşlar için bir yüke dönüşmektedir.
Bu ayrıcalıklarının başında milletvekillerinin aldıkları maaş ve diğer aylık ödenekler gelmektedir. Anayasanın
86. Maddesi ve 3761 Sayılı Yasanın 1.
Maddesiyle en yüksek devlet memuru maaşına endekslenen milletvekili maaşları
bugün için 15.000 TL olarak uygulanmaktadır. Aynı anda hem emekli aylığı hem de
milletvekili maaşı alan vekiller ise aylık
23.190 TL aylık almaktadırlar.
Bu aylık maaşa ek olarak ayrıca
Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerine
aylık ödenek tutarının yarısı yolluk olarak
da ödenmektedir.
3761 Sayılı Yasaya göre parlamenter-
lerin maaşları görevlerini yerine getirmeseler bile üç aylık olarak peşin ödenmektedir. Örneğin 24. Dönem milletvekillerine
görev yapmamalarına rağmen 1,5 aylık
fazladan ödeme yapılmıştır. 15 Nisanda,
15 Temmuza kadar görev yapılıyormuş
gibi ücret tahakkuk ettirilmiştir.
Bunun yanında yine özellikle 5510
Sayılı Yasada yapılan değişikliklerle yasama gücünü elinde tutan milletvekilleri
kendi lehlerine ancak anayasal ve demokratik ilkelere aykırı şekilde düzenlemelerle emeklilik haklarını düzenlemişlerdir.
5510 Sayılı yasanın 43., Geçici 38 ve Ek
7. Maddesiyle diğer vatandaşların sahip
olmadığı haklar parlamenterler için sağlanmıştır.
Bugün itibariyle Milletvekillerinin 2
yıl vekillik görevi yapmaları emeklilik
hakkına sahip olmaları için yeterlidir. 25
yıllık bir çalışma hayatı ve yaş sınırını sağlayan milletvekilleri de hem milletvekili
maaşı hem de emekli aylığı alabilmektedirler. Bu yöntemle yüzlerce milletvekili,
çifte maaş alırken sade vatandaşın, TC
Emekli Sandığından hem emekli aylığı hem de normal maaş alması hukuken
mümkün değildir.
Bu maddi ayrıcalıklardan milletvekillerinin yakınları da yararlanmaktadırlar.
Örneğin 3671 sayılı Kanunun 7. maddesi
gereğince, milletvekillerinin ölümü hâlinde yakınlarına 12 aylık tutarında yardım
yapılmaktadır.
Milletvekillerine bunların yanında başka ayrıcalıklar da sunulmaktadır. Bunların
bir kısmı;
-5682 sayılı Pasaport Kanununun 13.
maddesi gereğince milletvekilleri ile eş ve
çocuklarına “Diplomatik Pasaport” verilmektedir.
-Giderleri devlet tarafından karşılanmak üzere sekreter, danışman ve yardımcı personel sağlanmaktadır. (6253 Sayılı
Yasa md 30/3 Kapsamında
-Mecliste sunulan sosyal imkanlardan
(lokanta, berber, sağlık merkezi gibi) yararlandıkları gibi Meclis dışında da kamu
kurum ve kuruluşların tüm sosyal imkanlarından yararlanabilmektedirler.
-İletişim ve ulaşım konusunda belli
miktara kadar ücretsiz hizmet olanaklarından faydalanmaktadırlar.
Dolayısıyla milletvekilleri için belir-
Bir Başar Sabuncu geçti...
“... Hatırlarsınız, hani bir mahkeme direnişleri olmuştu. Hatırlarsınız canım… Hani
işçiler toptan işleri bırakmışlardı… Şu MGM
mi? DGM mi? İşte o günlerden bir gün bu
bizim Ahmet var ya, zaten sık sık görüşürüz
onunla, bana bir gazete gösterdi. Gazetede
bir fotoğraf vardı… Bir baktım… Amanın
durun! Yahu olamaz! Ama olmuş… Bir fabri-
lenmiş hak ve ayrıcalıklar demokratik bir
görevi yerine getiren
kişiler için sağlanacak
ayrıcalıkları geçmiştir.
Antidemokratik yasalar
ve uygulamalarla birlikte milletvekilliği, kolay
yoldan geçimini sağlama, eşe dosta maddi
olanaklar yaratma, çalışmadan emekli olma
yoluna dönüşmüştür.
Oysa bu durum
anayasamıza ve evrensel anlamda tüm dünyanın kabul ettiği
demokrasi anlayışına aykırıdır;
-Anayasanın Başlangıç bölümünde;
“Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki
temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli
kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde
onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve
manevi varlığını bu yönde geliştirme hak
ve yetkisine doğuştan sahip olduğu belirtilmiştir.
-Anayasanın 2. Maddesinde; “Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan
haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine
bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere
dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir
hukuk Devletidir.” hükmü yer almaktadır.
- Anayasanın “Devletin temel amaç ve
görevleri” başlıklı 5. Maddesi; “Devletin
temel amaç ve görevleri, Türk milletinin
bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah,
huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin
temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk
devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik
ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın
maddi ve manevi varlığının gelişmesi için
gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
şeklindedir.
-Anayasanın “Kanun önünde eşitlik”
başlıklı 10. Maddesi ise; “Herkes, dil,
ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi
inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle
ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
-Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya
sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”
Denilmektedir.
-Egemenlik başlıklı Madde 6’da
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette
hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı belirtilmiş ve hiçbir kimse
veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı
düzenlenmiştir.
-Bunların
yanında
Anayasanın
“Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sı-
kanın önünde işçilerle
polisler çatışmışlar ve
de bu bizim kız var ya!
Hah işte! Onunla Selim
iti gırtlak gırtlağa dövüşüyorlar. İşte o zaman
dedim ki “Ulan Lütfü şu kız kadar olamadın!
Yuh olsun senin pehlivanlığına!” dedim ve o
anda ayrılmaya karar verdim. Bu Selimgiller
benim kızımın gırtlağına sarılsınlar, ben de
onlara hizmet edeyim! Bu olamaz dedim! Ayrılmaya karar verdim.”
Söz konusu tiradı, “Zengin Mutfağı” adlı
oyunu ya da filmi izleyen herkes hatırlayacaktır. O unutulmaz sahnelerde rol alan oyuncuların
dışında, o sahneyi her türlü sansür ve otosansüre
rağmen oynatmayı başarmış bir yönetmen var.
Onun adı Başar Sabuncu.
Daha çok genç yaşlarda sanata olan yeteneğinin hakkını vermek için, yüksek öğrenimini yarıda bırakarak tiyatro deryasına daldı.
TRT’de, Devlet Tiyatrosunda, Şehir Tiyatrolarında ve politik sürgün olarak gittiği yerlerde
birçok oyunun yönetmenliğini yaptı.
Ancak onu diğer yönetmenlerden ayrı kılan
özelliği, her türlü baskıya, zorbalığa rağmen toplumcu gerçekçilik çizgisinden ödün vermeyerek
Nazım Hikmet’i, Bertolt Brecth’i izleyicilerle
buluşturmasıdır. Birçok tiyatro oyunu Sabuncu
sayesinde Türkçe ile buluştu ve sahnelendi. 12
nırları başlıklı” 65. Maddesinde; “Devlet,
sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa
ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin
amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek
malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde
yerine getirir.” hükmü mevcuttur.
Buna göre; parlamenterler için üstün
ve kazanılmamış haklar sağlamak çabası içine girildiği pek açıktır. Demokratik
Hukuk Devleti ilkesini Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayan bir Devlet yapısı
içinde Yasama Meclisi üyelerinin “üstünlük ve imtiyaz” istemeleri düşünülemez.
Böyle bir isteğe dayanan kanun maddelerinin özellikle Anayasanın 2. maddesindeki Hukuk Devleti ve 10. maddesindeki
eşitlik ilkelerine aykırılığı açıktır.
Bir kısmını yukarıda belirttiğimiz
Milletvekilleri için belirtilen ayrıcalıklar
ve maddi olanaklar eşitlik, adalet ve sosyal hukuk devleti prensiplerine uygun düşmemektedir. Asgari ücretin ülkemizde 947
TL olduğu ve işçilerin % 70’ine yakınının
bu ücret veya buna yakın bir ücretle çalıştığı düşünüldüğünde sosyal adaletten ne
kadar uzaklaştığımız görülecektir.
Milletvekilleri, yasama yetkilerini kullanılarak eşitlik ve hukuk devleti ilkelerini
çiğneme pahasına kendileri için imtiyazlı
bir konum yaratmışlardır. Bugün bu uygulamalarla adeta millet egemenliği imtiyazlı bir kesimin eline geçmiştir.
Devletin maddi olanakları bu imtiyazlı
şahıslar için seferber edilmiş durumdadır.
Sınırlı mali kaynaklar milletvekilleri için
değerlendirilmektedir. Oysa bu maddi imkanlar ve ayrıcalıklarla daha fazla kamusal
hizmet yerine getirmek mümkündür.
Modern bir toplumda milletvekilliği bir “meslek” değildir ve olmamalıdır.
Ülkemizde de milletvekilleri, halkın geçici
temsilcileri haline gelmeli ve ortalama gelire sahip bir yurttaştan daha fazla maddi
olanaklara sahip olmamalıdır.
Belirttiğimiz ayrıcalıklar daha öncede
Anayasa Mahkemesinin önüne gelmiştir. Her seferinde Anayasa Mahkemesi
Milletvekillerinin imtiyazlarla donatılmasını Anayasaya ve demokratik işleyişe
aykırı bulmuştur. Anayasa Mahkemesinin
1971/44 E., 1986/22 E., 1988/11 E. Sayılı
dosyalarda verdiği kararlar hep bu yönde
olmuştur.
Ancak ne yazık ki Anayasaya aykırı
davranmayı “aklına koymuş” yasama organı üyeleri Anayasanın 86. Maddesini
değiştirerek bunu gerçekleştirebileceklerini düşünmüşlerdir. Ancak böyle bir yöntemle, Anayasaya madde ekleme suretiyle
Anayasada yer alan eşitlik ilkesini göz
ardı etmek mümkün olamayacaktır. Bu
düzenlemeye rağmen, milletvekillerinin
emekliliği ile ilgili kanuni düzenlemeler
kanaatimizce eşitlik ilkesine ve Anayasa
m. 2 ve 153 hükümlerine aykırıdır. Çünkü
milletin temsilcilerinin AY m. 10 a rağmen
milletten daha iyi emeklilik haklarına kavuşturulmasının Anayasaya ve demokratik
hukuk devletine ve eşitlik ilkesine aykırılığının iddia edilebileceği görüşündeyiz.
Anayasada milletvekillerinin emekliliklerinin ve özlük haklarının özel bir yasa
ile düzenleneceğine ilişkin düzenlemenin
varlığı Yasama organına Anayasanın 10.
Maddesine aykırı bir düzenleme yapma
hakkı veremeyecektir.
Müvekkil parti, ülkeyi demokratik
prensiplerle ve eşitlik ilkesiyle yönetmeye
adaydır.
Eşitlik ilkesine aykırılık ve imtiyaz,
müvekkil partinin güncel hakkının ihlalidir.
Başvuru yollarının tüketilmesine
ilişkin aşamalar:
Başvurumuzun konusu yasa ve uygulamalar, yukarda açıkladığımız nedenlerle, güncel ve kişisel haklarımızı (tüm
vatandaşların haklarını) doğrudan zedelemektedir. Ancak, herhangi bir resmi
kuruma veya yargı merciine yapacağımız
başvurumuzun, taraf veya ilgili kişi olmadığımız gerekçesiyle reddedileceği açıktır.
Bu nedenlerle bugüne kadar ihlal edilen
ve bugünden sonra da ihlal edilmesi olası
haklarımızın korunması için doğrudan bireysel müracaat hakkımızın kullanılması
bir zorunluluk olmuştur. Dolayısıyla başka bir başvuru yolu tüketilmemiştir.
Sonuç ve İstem:
Belirtilen
nedenlerle
EŞİTLİK
İLKESİNİN İHLALİNİN TESPİTİYLE,
Anayasaya aykırı olan;
-3671 Sayılı TÜRKİYE BÜYÜK
MİLLET
MECLİSİ
ÜYELERİNİN
ÖDENEK,
YOLLUK
ve
EMEKLİLİKLERİNE DAİR KANUN’un
tüm maddelerinin,
-5510 Sayılı Yasanın 43., Geçici 38 ve
Ek 7. Maddelerinin,
-5682 sayılı Pasaport Kanununun 13.
Maddesinin,
-6253 Sayılı TÜRKİYE BÜYÜK
MİLLET
MECLİSİ
BAŞKANLIĞI
İDARİ TEŞKİLATI KANUNUnun 30/3.
Maddesinin Hükümlerinin öncelikle
yürürlüğünün durdurulmasını ve iptaline
karar verilmesini vekâleten talep ederiz.
21.06.2015
Başvuruda Bulunan
Halkın Kurtuluş Partisi
Vekilleri
Av. Metin Bayyar
Av. Sait Kıran
Av. Doğan Erkan
Av. Azime Ayça Alpel
HKP, Anayasa Mahkemesine başvurdu
Halkın Kurtuluş Partisi olarak, emekçi
halkımızın vergileriyle şatafatlı yaşam süren ve sadece kendilerinin değil neredeyse tüm sülalesinin geleceğinin de garanti
altına alınması demek olan milletvekili
Eylül Faşizmi, onu da düşüncelerinden ve çırılçıplak gösterdiği gerçeklikten dolayı yargıladı,
sansürledi, yasakladı.
12 Eylül sonrasında yeteneklerini beyaz perdeye yansıtmaya karar verdi ve yazdığı senaryolar beyaz perdeye taşındı. Kendi yazdığı senaryoların yanı sıra, yönetmenlik çalışmalarını da
gerçekleştirdi Sabuncu. “Çıplak Vatandaş” ve
Vasıf Öngören’in yazdığı “Zengin Mutfağı”,
özellikle o dönemlerde son derece değerli iki
film olarak seyircilerle buluştu. Özellikle Zengin Mutfağı, pek anılmayan 15-16 Haziran günlerini anlatması bakımından, İşçi Sınıfı davasına
gönül verenlerce de değerliydi.
Mücadelesini, sadece teorisini ortaya koyduğu eselerinde değil, 12 Eylül sürecinde ayrıldığı
Şehir Tiyatrolarına geri dönerek yaşam pratiğiyle de taçlandırdı. Geri dönüşü ile birlikte birçok
oyunun yönetmenliğini yaptı ve kendi ilkelerinin çiğnendiğini gördüğünde, yine onuru makamdan önemli sayarak 2004 yılında istifa etti.
Ortaçağcı gericiliğin ve modern gericiliğin
alabildiğine güçlendiği dönemde, Başar Sabuncu gibi bir değerin daha fazla eser üretmesi
mümkün olmadı. Ürettiklerine sahip çıkılması
ve üstüne konulması da, gelecekte bir o kadar
önemli olacaktır.
İstanbul’dan
Kurtuluş Partili Bir Yoldaş
ayrıcalıklarını, kaldırılması için Anayasa
Mahkemesine taşıdık.
Bununla ilgili basın açıklamasını Anayasa Mahkemesi önünde yaptık. “Tüm
Milletvekili Ayrıcalıkları Kaldırılsın”,
“Halk Gibi Yaşamayan Halkın
Halinden Anlamaz” ozalitimizle, “Utanın Utanın Asgari Ücret
949 TL” dövizimizle, bayraklarımızla ve sloganlarımızla halkımızın
parasıyla sefa sürenleri protesto ettik.
Ankara’dan
Kurtuluş Partililer
“Çarşı Davası” ertelendi
H
atırlanacağı gibi Gezi
Direnişi’miz
AB-D
uşağı Ortaçağcı bir iktidara karşı milyonların ayaklanmasıyla sonuçlanan bir halk
hareketi haline gelmişti. İşte o
halk hareketinin en renkli ve
dinamik unsurlarından biri de
Çarşı Grubu’ydu. Alanlarda
binlerce insanı coşturmuş ve
peşinden sürüklemişti. Halka
saldıran Tayyipgiller’in Çevik
Kuvvet Polislerine karşı da direnişin en ön saflarındaydı Çarşı Grubu.
İşte bu sebepten dolayı Çarşı Grubu üyeleri, Gezi Direnişi
sırasında “hükümeti devirmeye
teşebbüs” etmekle suçlandılar. Böylece dünya tarihinde
ilk kez bir taraftar grubu bu
tür bir gerekçeyle yargılanmaya başladı.
Bir taraftar grubu olmanın çok ötesine geçerek yüzbinlerce insanın gönlünde
taht kuran Çarşı Grubu’nun
yargılandığı davanın üçüncü duruşması bugün İstanbul
Çağlayan Adliyesinde 13. Ağır
Ceza Mahkemesinde görüldü.
Duruşma, çeşitli tetkiklerin yapılabilmesi için 11 Eylül 2015
tarihine ertelendi.
İstanbul’dan Kurtuluş Partililer olarak Çarşı Grubu’nu bu
düzmece yargılama sırasında
bizler de yalnız bırakmadık.
“Çarşı vicdandır, yargılanamaz!” sloganını hep bir ağızdan haykırdık. 26.06.2015
İstanbul’dan
Kurtuluş Partililer
7
5 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
Savaş ve saldırı suçluları
Lahey’de yargılanmalı
Halkın Kurtuluş Partisi “Tırlar dolusu ağır silah ve mühimmatın açık savaş ilanı
olmadan başka bir komşu ülkeye gönderildiği artık aşikârdır. Bu silahların IŞID,
El-Nusra gibi uluslararası alanda da terörist grup sayılan ulaştırıldığı ve masum
sivil komşu ülke halkının bu silahlarla öldürüldüğü tüm uluslararası kamuoyunca
artık bilinmektedir. Bu suçların soruşturulmasını sağlayacak iç hukuk
mekanizmaları da şüpheli kişiler tarafından devlet gücü kullanılarak ortadan
kaldırılmıştır” diyerek Uluslararası Ceza Mahkemesine başvuruda bulundu.
Uluslararası
Ceza Mahkemesi Savcısı’na
(To the prosecutor of
international crimanal court)
Savaş
Suçu
İhbarinda
Bulunan
(The Institution Reporting The
War Crime):
Halkın
Kurtuluş
Partisi
Genel
Başkanlığı
Karanfil Sokak No:24/15 Kızılay/
Ankara
Vekilleri: Av. Metin Bayar, Av. Sait
Kıran, Av. Doğan Erkan
Necatibey Cad. Sezenler Sokak. No:
4/15Sıhhıye/Ankara
İhbar Edilenler
(Suspicious Persons):
1- Recep Tayyip Erdoğan (President of
The State of Turkish Rupublic)
2- Ahmet Davutoğlu (Prime Minister
of Turkey)
3Efkan
Ala
(The
Former Interior Minister of Turkey)
4- Hakan Fidan (Head of National
Intelligence Organization)
İhbara Konu Olaylar
(The Cirminal Complaints Are Based
On The Facts):
Hürriyet Gazetesi’nde, OdaTv haber
sitesine atıf yapılarak yapılan bir habere
göre:
“AK Parti Siirt milletvekili adayı ve
AK Parti Dış İlişkiler’den Sorumlu Genel
Başkan Yardımcısı YASİN AKTAY, Adana
ve Hatay’da durdurulan MİT TIR’larının
Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) gittiğini
söyledi.
“Odatv
internet
sitesinde
yer
alan görüntülü habere göre, Siirt’te
seçim çalışmalarını sürdüren Aktay,
esnaf ziyaretinde tepkiyle karşılaştı.
Görüntülere göre Aktay, bu tepkiler
üzerine
Cumhurbaşkanı
Tayyip
Erdoğan‘ın Kobani ile ilgili geçmişteki
açıklamasına
ilişkin
açıklamalarda
bulunuyor.
“Bunun ardından bir vatandaşın
“Oraya giden TIR’lar nerede? O TIR’lardan
ne çıktı? Silahlar. IŞİD’e giden silahlar”
demesi üzerine ise AKTAY’IN, “ÖZGÜR
SURİYE ORDUSU’NA GİDİYORDU”
DEDİĞİ DUYULUYOR.” (http://www.
hurriyet.com.tr/gundem/29036154.asp)
Bu gelişmenin hemen ardından “CHP
Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, MİT
TIR’larındaki bombaların görüntülerini
izlediğini söyledi. Yasin Aktay’ın “O
TIR’lar ÖSO’ya gidiyordu” sözlerini
doğrulayan Kılıçdaroğlu, ”Dolayısıyla
bunların gizlenecek bir yanı yok. Onun
söylemesiyle de insani yardım olmadığı
çıkıyor ortaya” ifadelerini kullandı.
“CHP
Genel
Başkanı
Kemal
Kılıçdaroğlu, Genel Başkan Başdanışmanı
Erdoğan Toprak ile birlikte Hürriyet’i
ziyaret etti. Kılıçdaroğlu, Hürriyet
Ankara Temsilcisi Deniz Zeyrek, Temsilci
Yardımcısı Şükrü Küçükşahin ve Uğur
Ergan, Haber Müdürü Saffet Korkmaz,
CHP muhabiri Okan Konuralp’in sorularını
yanıtladı.
“TIR’LARDAKİ
SİLAHLARI
SEYRETTİM
“Kılıçdaroğlu MİT TIR’ları ile ilgili
şunları söyledi:
“Yasadışı yollardan sınır geçişlerine
izin vermeyeceğiz. MİT TIR’ları da
gidip gelmeyecek. Silah taşımayacaklar.
Yani Yasin Aktay doğruyu söylüyor.
Filmleri var, kamyonlardaki kasaların
nasıl
açıldığının,
bombaların
görüntüleri var. Ben de seyrettim.
Dolayısıyla bunların gizlenecek bir
yanı yok. Onun söylemesiyle de insani
yardım olmadığı çıkıyor ortaya.” (http://
odatv.com/n.php?n=o-goruntuleri-ben-deizledim-2005151200)
29 Mayıs 2015 tarihli Cumhuriyet
Gazetesi’nde bahse konu tırlarda ele
geçirilen ağır silah ve mühimmatın
listesi ve görüntüleri yayımlanmıştır.
Bu görüntüler ihbar ettiğimiz şüpheliler
tarafından yalanlanmazken bu haberleri
yapan gazeteciler en ağır dille şüpheliler
tarafından açıkça tehdit edilmişlerdir.
Ayrıca bu konuda soruşturma yapan
Cumhuriyet savcıları ve Jandarma
görevlileri de şu anda tutuklanarak hapse
atılmışlardır.
Sonuç olarak, şüphelilerin emir ve
talimatlarıyla tırlar dolusu ağır silah ve
mühimmatın açık savaş ilanı olmadan
başka bir komşu ülkeye gönderildiği artık
aşikârdır. Bu silahların IŞID, El-Nusra
gibi uluslararası alanda da terörist grup
sayılan ulaştırıldığı ve masum sivil komşu
ülke halkının bu silahlarla öldürüldüğü
tüm uluslararası kamuoyunca artık
bilinmektedir. Bu suçların soruşturulmasını
sağlayacak iç hukuk mekanizmaları da
şüpheli kişiler tarafından devlet gücü
kullanılarak ortadan kaldırılmıştır.
Hukuksal Değerlendirme:
1-24 Ekim 1970 tarihinde toplanan
1883. BM Genel Kurulu’nda kabul
edilen “BM Antlaşması Doğrultusunda
Devletler Arasında Dostça İlişkiler ve
İşbirliğine İlişkin Uluslararası Hukuk
İlkeleri Konusunda Bildirge” Ekinde
belirtilen;
“Her devlet uluslararası ilişkilerinde
herhangi bir Devletin ülke bütünlüğü
ya da siyasi bağımsızlığına karşı güç
kullanma tehdidinde bulunma ya da güç
kullanmaktan ya da Birleşmiş Milletler’in
amaçlarıyla ters düşen herhangi bir
biçimde
davranmaktan
kaçınmak
yükümlülüğündedir. Böyle bir güç tehdidi
ya da güç kullanımı uluslararası hukukun
ve Birleşmiş Milletler Antlaşmasının
ihlali anlamına gelir ve hiçbir zaman
uluslararası sorunların çözümünde bir
araç olarak kullanılmamalıdır.
“Saldırıdan kaynaklanan bir savaş,
uluslararası hukuka göre sorumluluğu
olan, barışa karşı işlenmiş bir suçtur.
“Birleşmiş Milletler’in amaç ve
ilkeleri uyarınca Devletlerin, saldırıdan
kaynaklanan savaş lehinde propaganda
yapmaktan kaçınma yükümlülüğü
vardır.
“Her Devletin, başka bir Devletin var
olan uluslararası sınırlarını ihlal etmek
amacı ile ya da toprak anlaşmazlıkları ve
Devletlerin sınırları ile ilgili sorunlar dahil
olmak üzere uluslararası anlaşmazlıkların
çözümünde araç olarak güç tehdidi ya da
güç kullanımından kaçınma yükümlülüğü
vardır.
“Her Devletin, kendisinin taraf
olduğu ya da başka bir şekilde saygılı
olmak durumunda olduğu uluslararası
bir antlaşma ile oluşturulmuş ya da bu
antlaşma gereğince ortaya çıkmış ateşkes
sınırları gibi uluslararası sınır tayinlerini
ihlal etmek amacı ile güç tehdidi ya da güç
kullanmaktan kaçınma yükümlülüğü vardır.
Yukarıda belirtilenlerin hiçbiri, kendi
özel rejimleri altındaki bu gibi sınırların
mevcut durum ve etkileri açısından
tarafların konumlarına zarar verecek ya
da geçici niteliklerini etkileyecek şekilde
yorumlanamaz.
“Devletlerin güç kullanımını içeren
misilleme
hareketlerinden
kaçınma
konusunda bir yükümlülükleri vardır.
“Her Devlet, eşit haklar ve kendi
geleceğini tayin etme ilkelerinin işlenmesi
sırasında sözü edilen halkları, kendi
geleceklerini tayin etme, özgürlük ve
bağımsızlık haklarından yoksun bırakan
herhangi bir zora dayalı eylemden kaçınma
yükümlülüğüne sahiptir.
“Her Devletin, başka bir Devletin
toprağına saldırı amacını taşıyan, ücretli
askerler de dahil olmak üzere, düzensiz
güçler ya da silahlı grupları örgütlemek
veya örgütlenmelerini teşvik etmekten
kaçınma yükümlülüğü vardır.
“Her Devlet, bir başka Devletin
içindeki sivil mücadele hareketleri
ya da terörist hareketleri örgütlemek,
kışkırtmak, bunlara yardımda bulunmak
ya da bunların içinde yer almaktan ya da
bu tür hareketlerin yürütülmesine yönelik
olarak kendi toprakları içinde yürütülen
örgütlü etkinliklere rıza göstermekten,
bu paragrafta sözü edilen hareketler
güç tehdidi ya da güç kullanımı içerdiği
zaman, kaçınmakla yükümlüdür.
“Bir Devletin toprağı, Antlaşmanın
hükümlerine aykırı bir biçimde güç
kullanılmasından kaynaklanan askeri
işgalin hedefi olmamalıdır. Bir Devletin
toprağı, güç tehdidi ya da güç kullanılması
sonucunda, bir başka devletin ele geçirme
hedefi olmamalıdır. Güç tehdidi ya da
güç kullanılması sonucunda sağlanan
hiçbir toprak kazanımı yasal olarak
kabul edilmeyecektir.” Şeklinde ilkeler
belirtilmiştir.
Yukarıda
belirttiğimiz
eylemlerin bu ilkelere aykırı olduğu açıktır.
Hemen her gün bir yeni örneği ile
karşılaştığımız uygulamalarla, egemen
bir devletin (Suriye’nin) toprağına
saldırı amacı taşıyan güçlerin ülkemizde
örgütlendiklerini hatta bu güçlerin
kontrolsüz bir şekilde kendi halkımıza
karşı da saldırganlaştıklarını görmekteyiz.
Bir başka anlatımla, 42 yıl önceki BM
toplantısında kabul edilen bu ilkelerin
bütün üye ülkeleri bağlayıcı hükümleri
ortadayken, şüphelilerin temsil ettiği
yürütme organının ne kendilerini bu
taahhütlerle bağlı hissetmemesi, tümüyle
uluslararası hukuku tanımamalarından
kaynaklanmaktadır.
2–Terörizmin Finansmanının
Önlenmesine Dair Uluslararası
Sözleşme:
“9 Aralık 1994 tarih ve 49/60 Kararı
ile uluslararası terörizmin ortadan
kaldırılmasını hedefleyen beyannamesini
içeren ekinde, BM’e üye Devletlerin,
nerede ve kim tarafından yapıldığına
bakılmaksızın devletler ve halklar
arasındaki dostane ilişkileri ve Devletlerin
güvenliğini ve toprak bütünlüğünü
tehlikeye düşürenler de dahil olmak üzere
tüm terörist eylem, yöntem ve uygulamaları
suç oldukları ve haklı gösterilemeyecekleri
gerekçesiyle açık bir şekilde ve teyiden
kınadığını keza hatırlatılarak,
“Uluslararası
terörizmin
ortadan
kaldırılmasını
hedefleyen
tedbirler
beyannamesinde, Kurul’un, Devletleri, bu
sorunun tüm veçhelerini kapsayacak genel
bir yasal çerçevenin mevcudiyetini temin
etmek amacıyla, terörizmin tüm şekil ve
tezahürleriyle önlenmesi, cezalandırılması
ve ortadan kaldırılmasına ilişkin olarak
yürürlükte bulunan uluslararası hukuki
düzenlemelerin kapsamını acilen gözden
geçirmeleri için de teşvik ettiğini not
edilerek,
“Terörizmin,
finansmanının
engellenmesi ve faillerinin kovuşturulması
ve cezalandırılması suretiyle tecziyesine
yönelik etkili önlemlerin oluşturulması ve
benimsenmesi amacıyla devletler arasında
uluslararası işbirliğinin geliştirilmesine
acilen ihtiyaç duyulduğuna kani olarak”
Türkiye
Devletinin
de
taraf
olduğu
Terörizmin
Finansmanının
Önlenmesine
Dair
Uluslararası
Sözleşme imzalanmıştır.
Ancak Türkiye Devleti, Suriye’deki
silahlı Uluslararası alanda da Terörist
sayılan grupları (IŞID, El Nusra Cephesi
ve El Kaide gibi uluslar arası Terörist
Gruplar) koruyarak, dahası bu gruplara
kendi ülkesinden katılımı da sağlayarak ve
silah mühimmat yardımında bulunarak,
Terörizmin Finansmanının Önlenmesine
Dair Uluslararası Sözleşme’nin aşağıdaki
maddelerini ihlal etmiştir.
Madde 2’de belirtilen Niteliği veya
kapsamı itibariyle, bir halkı korkutmak, ya
da bir hükümeti veya uluslararası örgütü
herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye veya
gerçekleştirmekten kaçınmaya zorlamak
amacını gütmesi halinde, bir sivilin ya da
bir silâhlı çatışma durumunda muhasemata
doğrudan katılmayan herhangi başka
bir kişiyi öldürmeye veya ağır şekilde
yaralamaya yönelik diğer tüm eylemler
Suriye Halkı üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Sözleşmenin
7’inci maddesinde
belirtilen; Her Taraf Devlet aşağıdaki
hallerde 2 nci Maddede belirtilen suçlara
ilişkin suç topraklarında işlendiği halde,
suç vatandaşları tarafından işlendiği halde
yargılama yetkisini tesis etmek için gerekli
önlemleri almamıştır.
Türkiye Devleti, İşlenen suçun amaç
veya sonucunun topraklarında işlenmesine
rağmen yargılama yetkisini tesis etmemiştir.
Kaldı ki ortaya çıkan kayıtlardan yargı
yetkisinin kullanılmasından ziyade nasıl
terörizme destek olunduğu ortadadır.
Yine Madde 9’da belirtildiği
üzere 1. 2. Maddede belirtilen bir suçun
failinin veya fail zanlısının topraklarında
bulunabileceği bilgisini alan ilgili Taraf
Devletin bilgisine getirilen hususların
soruşturulması için iç hukukuna göre
gerekli olabilecek önlemleri alması gerekir.
Ancak Türkiye Devleti bu maddeye de
aykırı davranarak Suriye’de sivil halka
karşı saldırılarda bulunan radikal gruplara
destek olmuş bu gruplardan kişilerin
Türkiye’de yaşamasına, tedavi görmesine
göz yummuştur.
3- Cenevre Sözleşmesi:
Sivil şahısların harp zamanlarında
himayesi
için
yapılan
Cenevre
Sözleşmesinin genel prensiplerine de
Türkiye Hükümeti aykırı davranmıştır.
Henüz bir açık savaş ilanı olmamasına
rağmen Türkiye’den gönderilen mühimmat
ve silah yardımları sonucunda taraf
olmayan sivil halk Suriye’de açıkça
katledilmiştir.
Türkiye
Hükümetinin
sağladığı
destekle özellikle Suriye’de yaşayan Alevi
ve Hıristiyan yerleşim yerleri saldırıya
uğramış bu bölgelerdeki insanlar açıkça
katledilmiştir.
4Uluslararası
Ceza
Mahkemesi Roma Statüsü giriş
bölümünde:
“Bu Statü’ye taraf devletler,
Bütün insanların ortak bağlarla
birleştiği, ortak bir miras dahilinde
kültürlerinin bir araya geldiği ve bu hassas
mozaiğin her an dağılabileceğinden endişe
duyulduğunun bilincinde olarak,
Bu yüzyıl süresince milyonlarca
çocuk, kadın ve erkeğin, insanlık
vicdanını derinden etkilemiş, hayal
edilemeyen
katliamların
kurbanı
olduğunu akılda tutarak,
Bu tür ağır suçların, dünyadaki barış,
güvenlik ve esenliği tehdit ettiğini kabul
ederek,
Uluslararası toplumu bir bütün
olarak yakından ilgilendiren, en ciddi
suçların cezasız kalmaması ve ulusal
düzeyde ve uluslararası işbirliğinin
güçlendirilmesi suretiyle, bu suçların etkin
bir şekilde kovuşturulmasının, güvence
altına alınması gerektiğini teyit ederek,
Bu suçların faillerinin, cezasız
kalmasına son verme ve böylece bu
tür suçları önleme konusunda kararlı
olarak,
Uluslararası suçların sorumluları
üzerinde yargı yetkisinin kullanılmasının
her
devletin
görevi
olduğunu
anımsayarak,
Birleşmiş Milletler ŞartıAmaç ve İlkeler
ile özellikle tüm devletlerin, herhang
bir devletin toprak bütünlüğü ve siyas
bağımsızlığına karşı güç veya tehdit
kullanmaktan veya Birleşmiş Milletler
Amaçlarına uymayan müdahalelerden
kaçınmaları gereğini tekrar teyit ederek,
Bu
bağlamda
Statünün
hiçbir
maddesinin, hiçbir devlete başka bir
devletin içişlerine ya da silahlı çatışmalarına
karışma yetkisi vermediğini vurgulayarak,
Şimdiki ve gelecek nesillerin iyiliğ
için, uluslararası toplumu bir bütün olarak
ilgilendiren, en ciddi suçlar üzerinde yarg
yetkisi olan, Birleşmiş Milletler Sistem
ile ilişki içinde, bağımsız ve daimi bir
Uluslararası Ceza Mahkemesi kurulmas
konusunda kararlı olarak,
Bu Statü altında kurulacak olan Uluslar
arası Ceza Mahkemesi’nin, ulusal ceza
yargı yetkisinin tamamlayıcısı olduğunu
vurgulayarak,
Uluslararası adaletin uygulanacağına
ilişkin, sonsuz güveni sağlama konusunda
emin olarak,
Aşağıdaki
hususlarda
mutabık
kalmışlardır” denilmiştir.
Uluslararası Ceza Mahkemesi bu Statü
ile kurulmuştur.
Mahkemenin kuruluşunu düzenleyen
1. Maddesi ise: “Mahkeme, daim
bir kurumdur ve bu Statüde sözü
edilen, uluslararası toplumu ilgilendiren
en ciddi suçları işleyen kişiler üzerinde
yargı yetkisine sahiptir ve ulusa
ceza yargı yetkisini tamamlayıcıdır
Mahkemenin yargı yetkisi ve işlevleri bu
Statü hükümleri çerçevesinde belirlenir.”
Düzenlemesini havidir.
“Mahkemenin Yargı Yetkisine Giren
Suçlar” başlıklı 5. Maddesi ise
“Mahkemenin yargı yetkisi, uluslararas
toplumu bir bütün olarak ilgilendiren en
ciddi suçlar ile sınırlıdır. Mahkeme, bu
Statü’ye uygun olarak, aşağıdaki suçlar
hakkında yargı yetkisine sahiptir:
(a) Soykırım suçu;
(b) İnsanlığa karşı suçlar;
(c) SAVAŞ SUÇLARI;
(d) SALDIRI SUÇU.”, şeklindedir.
Statü’nün ”savaş suçu” başlıklı 8
Maddesinin 2/a-(ii) bendi: Askeri olmayan
yani askeri maksatlı olmayan sivil hedeflere
karşı kasten saldırı düzenlenmesi”;
iv bendi: “Tahmin edilen somut ve
doğrudan askeri avantajlara kıyasla, aşır
olacak şekilde, sivillerin yaralanmasına
veya ölmesine veya sivil nesnelerin zarar
görmesine yol açacağı ve geniş çapta, uzun
vadeli ve ağır bir biçimde doğal çevreye
zarar vereceğinin bilincinde olarak saldır
başlatılması”;
v bendi: “Savunmasız veya askeri hedef
oluşturmayan kent, köy, yerleşim yeri veya
binaların bombalanması veya bu yerlere
herhangi bir araçla saldırılması” suçların
düzenlemektedir.
“Saldırı suçu” başlıklı madde ise
1. Fıkrasında ise “Bu statünün amac
bakımından
“saldırı
suçu”,
bir
Devletin siyasi veya askeri eylemlerin
etkili biçimde kontrol edebilme veya
yönetebilme konumunda bulunan bir
kimse tarafından, karakteri, ağırlığ
ve boyutu itibariyle Birleşmiş Milletler
Şartı’nı açıkça ihlal eden bir saldır
fiilinin
planlanması,
hazırlanması
başlatılması
veya
icrasını
ifade
eder” denilmektedir.
SONUÇ OLARAK; Yukarıda anlatılan
eylemler SAVAŞ SUÇU ve SALDIRI
SUÇU
kapsamında
bulunduğundan
iç hukukta şüpheliler hakkında hiçbir
yargılama
yapılmadığından
ve
iç
hukuk yolu tıkandığından, Uluslararas
Mahkemenin amacındaki “Bu suçların
faillerinin, cezasız kalmasına son
verme ve böylece bu tür suçları önleme
konusunda kararlı olmak” vurgusu
dahilinde, şüphelilerin yargılanmasın
talep etmek üzere mahkemeniz savcılığına
başvurma
zorunluluğu
doğmuştur
02.06.2015
Halkın Kurtuluş Partisi
Vekilleri
Av. Metin Bayar
Av. Sait Kıran
Av. Doğan Erkan
8
Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
Başyazı
Eninde sonunda halklar
kazanacak, insanlık kazanacak
Baştarafı sayfa 1’de
Etle tırnak gibi kaynaştılar ABD’yle
ve o günden bu yana tüm eylemlerini, tüm
plan, proje ve programlarını Amerika hazırlamaktadır, CIA hazırlamaktadır, Pentagon, Washington hazırlamaktadır.
Bu sonuç nasıl yaratıldı?
1- Parababalarının siyasi ve ekonomik
örgütleri tarafından yaratıldı,
2- Parababalarının medyası tarafından
yaratıldı.
Amerika Türkiye’yi:
1- Parababaları aracılığıyla yönetir.
TÜSİAD’la, MÜSİAD’la, TİSK’le, TOBB
yöneticileriyle, onlar aracılığıyla yönetir.
2- Bunların Meclisteki siyasi temsilcileriyle yani Amerikancı AKP’yle, Amerikancı CHP’yle, Amerikancı MHP’yle ve
Amerikancı HDP’yle yönetir.
3- Satılmışlar medyasının CIA tarafından devşirilmiş yazarçizerlerinin yönetiminde olan gücüyle yönetir.
Ve bu sonuç böyle yaratıldı. Onlar kullanılarak yaratıldı.
Yine Attila İlhan’ın dediği gibi “Türk
basını, Türk medyası Türk değildir.”
Onların Türklükle ilişkileri, sadece o
devşirilmiş ajanların adlarının Türk adı
oluşundan ve kullandıkları dilin Türkçe
oluşundan ibarettir. Yoksa halkımızla, vatanımızla zerre ilgileri yoktur bunların. İşte
onlar bayram ediyor. “Halk kazandı seçimi” diyorlar.
Hayır! Bu bir kandırmaca, aldatmaca,
bir ahlâksızlık, bir yalan, bir dümen.
Aylardan bu yana Selahattin Demirtaş’ı
parlatıyorlar, cilalıyorlar, yoldaşlar. Oysa
Demirtaş da tıpkı Tayyip Erdoğan gibi su
içer gibi, nefes alır gibi yalan söyler ve ikili
oynar.
Hani ne demişti seçim sürecine girildiğinde?
“Diyaneti kaldıracağız.”
Bu ne amaca yönelikti?
Alevi insanlarımızı avlamaya, onların
oyunu almaya yönelikti.
Sünni insanlarımızdan tepki gelince hemen söylediğini inkâr etti. “Ben Diyaneti
kaldıracağız demedim”, dedi. “Ben Müslüman bir ailede büyüdüm, benim dinim,
Kâbe’m birdir. Benim eşim de beş vakit
namaz kılar” diyerek Sünni insanlarımızı
avlamaya, onları kandırmaya girişti.
“AKP’yle hiçbir şekilde koalisyon kurmayacağız”, dedi laik, demokrat insanlarımızın oyunu alabilmek için.
Ama seçimlerin hemen sonrasında ne
dedi?
“AKP’yle koalisyon kurmayız demiştim ama Türkiye’de hükümet boşluğu oluşmaması için, böyle bir durumun doğmaması için elimizden geleni yaparız. Azınlık
hükümeti dâhil”, dedi.
Yine hatırlardadır, Ermeni Soykırımı
Emperyalist Yalanı konusunda da böyle
ikili oynamıştı. Başlangıçta tereddütsüz;
“Bu bir soykırımdır ve ben hep böyle dedim”, demişti. Sonrasında tepki gelince hemen bu sözünü yalayıp yuttu. “Ben 1915
bir soykırımdır demedim. Bu araştırılır,
halkımız buna göre bir karar verir, siyasiler olarak biz bu sonuca, bu karara uyarız
dedim”, dedi.
Yani yoldaşlar, Meclisteki bu burjuva
partilerinin, Amerikancı partilerin birbi-
rinden zerrece farkları yoktur ve bunlarda siyasi, insani ahlâktan, namustan zerre
bulamazsınız. Bunlar sahtekâr kalplerini
sahtekâr yüzleriyle gizlemeyi çok iyi başarırlar. Selahattin Demirtaş’ın yüzüne baktığınız zaman bir çiçek gibi masum görünür
ama altında yılan saklayan bir çiçek. Bunlar böyledir.
Oysa biz farklı bir dünyanın insanıyız.
Biz ar dünyasında yaşarız. Onlarsa kâr,
çıkar, koltuk, makam. Bizim ağzımızdan
zerrece yalan çıkmaz. Bizim her sözümüz
bilincimizden, yüreğimize geçer, oradan
süzülür dilimizden, dudaklarımızdan kelimelere bürünür. Biz bir sözümüzü, boynumuzu vuracak olsalar bile asla inkâr etmeyiz. Biz dürüstlükler hareketiyiz, mertlikler
hareketiyiz, yiğitlikler hareketiyiz.
Ne diyor yine ozanımız Attila İlhan?
O sözler ki kalbimizin üstünde
Dolu bir tabanca gibi
Ölüp ölesiye taşırız
O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan
Uğrunda asılırız.
Biz inancımızı, ideolojimizi, davamızı
işkence odalarında da savunduk hiç tereddüt etmeden. Bıyıklarımız demetiyle yolunurken işkenceciler elinde de savunduk
açıkça, yiğitçe. Ve onların her türlü hakaretine, katmerli küfürlerle karşılık verdik.
Çünkü insan şöyle ya da böyle ölecek. Öyleyse insana yakışan onuruyla, namusuyla,
ahlâkıyla yaşamaktır. O yüzden biz, “onur
yaşamdan önemlidir” deriz.
İşte bu anlayışımız, bu farklılığımız
yüzünden Parababaları medyası, Parababaları, Amerikan Emperyalistleri bize sonsuz
düşmanlık ve kin güderler. Adımız bu satılmışlar medyasının sayfalarında, ekranlarında bir kere olsun geçmez, suretimiz görünmez. Bizi susuş suikastıyla katletmek,
yok etmek isterler.
Oysa biz karıncalar gibi halkımızın davası için, çıkarları için durup dinlenmeden
dövüşürüz. Ama bizim bu eylemlerimiz, bu
mücadelemiz, bu kavgamız ne yazık ki halkımıza ulaşmaz, iletilmez ve bir zindanın
taş ve yaş duvarına vurulmuş yumruk gibi
yankısız kalır. O yüzden halkımız bizi duyamaz, bilemez, anlayamaz.
İşte biz seçimlere sadece bu amaçla
girdik. Halkımızın bizi biraz daha duymasına, anlamasına, tanımasına yardımcı olur,
diye girdik. Yoksa bu aşağılık Amerikan
oyunundan bir şey beklediğimiz yoktu ve
HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut:
Halkımızdan bir tek şey istiyoruz: Anlaşılmak!
Ülkemizi yarısömürgeleştiren, halkımızı işsizlik pahalılık cehenneminde inleten bu yerli yabancı Parababalarıdır. Bunları ülkemizden defetmeden Türkiye, ekonomik ve siyasi bağımsızlığını kazanamaz. Ve halkımız
rahat bir nefes alamaz.
İşte biz devrimci savaşımızın zaferiyle ilk iş olarak bunu gerçekleştireceğiz.
HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un TRT’de gerçekleştirdiği İkinci
Seçim Konuşmasının orijinal metnini
yayımlıyoruz:
Ey bütün dünyayı kana ve ateşe boğan,
yüz milyonlarca masum insanın katili, insan soyunun başdüşmanı Amerikan ve
Avrupa Emperyalistleri, cani ellerinizdeki
kanları yıkamaya, okyanusların bütün suları yetmez.
Ey ülkemizin, bölgemizin ve mazlum
dünya halklarının başbelası haydutlar, yıkılacaksınız, defolup gideceksiniz ülkemizden, bölgemizden, Asya’dan, Afrika’dan,
Latin Amerika’dan... İnsan içine çıkamayacaksınız sonunda. Tarih lanetli sayfalarında
yazacak adınızı.
Ey ülkemizdeki ekonomik ve siyasi
çıkarını Amerikan ve Avrupa Emperyalistlerinin çıkarlarıyla ortaklaştırmış hainler
güruhu, ey Parababaları, ey Meclisteki siyasi hayatları Amerikan Emperyalistlerine
hizmetle geçmiş dört sermaye partisi, ey
Türk ve Kürt Halkının düşmanı, ihanetin
bedenlerinde bir inme gibi dolaştığı Amerikan işbirlikçileri, belki bu seçimde de aldatacaksınız halkımızı bir kez daha. Ve doluşacaksınız Meclisin ceylan derisiyle kaplı
koltuklarına yeniden. Oynadığınız hainane
ortaoyununun yalandan kavgasını sürdürmeye devam edeceksiniz bir süre daha.
Ama şunu hiç aklınızdan çıkarmayın ki, elbet bir sonu olacak oynadığınız bu hayâsızca oyunun sonunda efendilerinizle beraber
siz de yenileceksiniz. Ve ihanetlerinizin,
vurgunlarınızın, hırsızlıklarınızın hesabını
vermekten kaçıp kurtulamayacaksınız.
Saygıdeğer halkımız,
Bu emperyalist işbirlikçiliğini, onlara
hizmeti ve halkımıza ihaneti siyasi meslek
edinmiş bu sermaye partilerinin AKP, CHP,
MHP ve HDP’nin sözcüleriyle aynı ekranlarda, aynı yayın akışı içinde görünecek
olmak bize ağır geldi. Çünkü biz, 48 yıllık
siyasi hayatımızın tamamını, ruhlarını zalimliğin en kötüsüyle doldurmuş bu emperyalist çakallara ve onların yerli işbirlikçisi
olan Parababalarına ve siyasilerine karşı
mücadeleyle geçirmiştik. Katılmak istemedik bu programa. Ama arkadaşlar ısrar etti,
geldik.
Ülkemizi
yarısömürgeleştiren,
halkımızı
işsizlik pahalılık cehenneminde
inleten bu
yerli yabancı
Parababalarıdır. Bunları
ülkemizden
defetmeden
Türkiye,
ekonomik
ve siyasi bağımsızlığını
kazanamaz.
Ve halkımız rahat bir nefes alamaz.
İşte biz devrimci savaşımızın zaferiyle
ilk iş olarak bunu gerçekleştireceğiz.
Saygıdeğer halkımız,
Bu işbirlikçilerin nüfusumuzdaki oranı
binde birdir. Yani 78 milyonluk Türkiye’de
bunlar sadece 78 bin kişiciktir. Demek ki
Türkiye insanının binde biri oranındaki bu
hainler, 78 milyon insanımızı esir almakta,
onun alın terini, yarattığı emeği, komisyon
karşılığında Batılı efendilerine peşkeş çekmektedir.
Saygıdeğer halkımız,
Yaralısın, acılar içindesin, vatanın parçalanmanın eşiğinde, kime güveneceğini
bilemez durumdasın.
Biz bu sonucu hak etmedik. Hayır etmedik! Ülkemiz bu talanı yaşamamalıydı.
Neylersiniz!
Biz Halk İktidarını kurunca neler mi
yapacağız?
Şunu:
Tüm devlet yöneticileri ortalama işçi
ücretine denk bir maaş alacaktır. Çünkü
bugün olduğu gibi, ortalama ücret alan bir
işçiden on-on beş kat, ortalama gelire sahip
bir köylüden otuz-kırk kat fazla maaş alan
milletvekilleri, halkın dertlerini, çektiği
acıları, sıkıntıları asla anlayamazlar. Atasözümüz de der ya; “tok acın halini bilmez”,
diye.
İnsanın empati yapabilmesi için karşısındaki insanın acılarını, sıkıntılarını hissetmesi, yaşaması gerekir. Ancak o zaman
devlet yöneticileri halkın dertlerine çareler
bulmaya çalışır.
2005 yılında, Parti Programı’mızda Asgari Ücreti, Ortalama Geçim Endeksine
bağlantılı biçimde, 1500 lira olarak belirlemiştik. Bu geçim endeksi bugünse dört
kişilik bir aile için 4339 liradır. Öyleyse
asgari ücret bu rakamdan aşağı olamaz.
Olur ise bu, insani olmaz. Tabiî Parababaları düzeninde ve onların siyasi temsilcilerinde, Meclisteki dört Amerikancı kardeş partide insanlıktan, vicdandan, acımadan eser
aramayacaksınız. Bulamazsınız çünkü. Onların yöneticileri
his yoksunu robotlardır.
Biz ise insan şefkatinin sütüyle dopdoluyuz. Kahroluruz
acı çeken bir insan ya da hayvan gördük mü… Katledilmiş
ağaçlar, ormanlar, nehirler,
göller, denizler gördük mü…
Belki bunu nasıl yapacaksınız, denilebilir.
Biz yerli-yabancı Parababalarının sömürü, vurgun ve
talan düzenini yıkacağız. Örgütlü halkın gerçek iktidarını
kuracağız. Kardeşçe üreteceğiz, kardeşçe paylaşacağız.
Kur’an’ın ve Hz. Muhammed’in
buyruğu ve öngördüğü ekonomik sistem
de aynen budur.
Delilimiz ne midir?
Şudur: Bakara Suresi Ayet 219:
“Helal kazancınızın kendinizin ve
bakmakla yükümlü olduklarınızın zaruri ihtiyaçlarına yetecek kadarını alıkoyun gerisini dağıtın.”
Yani ihtiyaç sahiplerine verin.
Kur’an’ın hiçbir Ayetinde gelirinizin
kırkta birini vereceksiniz zekât olarak diye
bir ibare geçmez. İnfak, sadaka, yardım,
buradan çıkacak sonuç apaçık, besbelliydi
bizim için.
Ne yazık ki yoldaşlar, ABD Emperyalistleri ve onların hain işbirlikçileri amaçlarına ulaşacaklar. Amerikancı Kürt devletini
de kuracaklar, ülkemizi parçalayacaklar,
halklarımızı birbirinden koparıp ayıracaklar. Ama bu bir süre devam edecek. Ondan
sonra Türk ve Kürt Halkı anlayacak aşağılık oyunun içyüzünü ve yeniden Birinci
Kuvayimilliye’de olduğu gibi yan yana
gelip, omuz omuza verip bu hain Batılı
Emperyalist çakallara karşı ve onların yerli
işbirlikçilerine karşı savaşa girişeceğiz ve
zafer kazanacağız. O günler mutlaka gelecek yoldaşlar, buna inancımız tam. O günler geldiği zaman şairimizin şu dizelerinin
içeriğiyle sesleneceğiz sizlere:
O sözler ki sırasında
Çiçek açmış bir nar ağacıdır
Dağ ufkuna vuran deniz aydınlığı
Ama o günler gelinceye kadar sizlere
sadece şu dizelerle seslenebileceğiz:
O sözler ki
Hayallerin sonsuzluğunun
Ateşten gülüdürler
Parababaları medyasının bütün ablukasına rağmen bizi duyup, görüp ve bize
inanıp oy veren kardeşlerimize en içten
duygularımla şükranlarımı sunarım. Ve o
kardeşlerimizi devrimci yüreğimin olanca
ateşiyle kardeşane kucaklarım. Kendim ve
yoldaşlarım adına o kardeşlerimize selam
ve sevgilerimizi iletirim.
Peki, bizim için seçimin sonucu nedir?
derseniz, şunu derim, yoldaşlar:
Ülkemiz ve halkımız için görevlerimizi yapabilmiş olmanın mutluluğu ve onun
verdiği kalp huzuru en büyük ödüldür. En
büyük kazanımdır.
Emperyalist çakallar ve onların pervane, dönek, ikiyüzlü, hain, işbirlikçileri
eninde sonunda yenilecekler.
Eninde sonunda halklar kazanacak, insanlık kazanacak.
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
09.06.2015
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Başkanı
Nurullah Ankut
zekât onlarca defa geçer ama kırkta bir diye
bir oran geçmez. Yukarıdaki aktardığımız
Ayetteki buyruk geçer.
Peki nereden çıktı bu kırkta bir diyeceksiniz. Ne yapsın sevgili Hz. Muhammed?
Kur’an emrini kimse dinlemiyor. Zorlasa
dinden çıkacaklar. Hiç değilse kırkta birini idarenin zoruyla alabilelim diye böyle
bir yola başvurmuştur. Kaldı ki, Hz. Muhammed öldükten sonra onu bile vermeye
yanaşmayan kabileler olmuştur. Hz. Ebu
Bekir, onların üzerine asker göndererek
bastırmıştır isyanlarını.
Mehmet Görmezler ve benzeri din
adamları, hocalar anlatmazlar, Kur’an’ın
esasını teşkil eden sosyal düzeni ve onun
temeli olan “infak”ı.
Demek ki, Hz. Muhammed’in ve Sosyal İslam’ın da gerçek, meşru temsilcisi ve
savunucusu biziz.
Halk İktidarımızda bir tek insanımız
işsiz kalmayacak.
Hiç kimse evsiz olmayacak.
Eğitim ve sağlık, herkese eşit ve parasız olacak.
Sanayimiz, milli olduğu için füze hızıyla gelişecek. 5, en geç 10 yıl içinde en
gelişkin füzeyi de, uçağı da, bilgisayarı da,
telefonu da, otomobili de yapar hale geleceğiz.
Köylümüz, devletten aldığı faizsiz ve
uzun vadeli kredilerle, parasız hizmet veren binlerce ziraat mühendisimizin rehberliğinde bugün ürettiğinin en az on misli
ürün üretecek. Ve kendi örgütü aracılığıyla,
araya hiçbir aracının girmesine izin vermeksizin, Türkiye’nin her yerindeki tüketiciye yine onların örgütleri aracılığıyla ürününü ulaştırabilecek. Böylece de emeğinin
karşılığını tam olarak alacak.
Yarımız olan Kadın, toplumda hak ettiği yere, öneme, değere tam olarak kavuşacak.
Kürt Meselesi, emperyalistlerin elinden alınacak; iki halk kendi aralarında, gerçek anlamda eşitlik, özgürlük ve kardeşlik
temelinde bu meseleyi çözecekler.
Özetçe kardeşler,
Hür, Güçlü, Mutlu Türkiye’yi kuracağız…
Oy moy filan da derdinde değiliz. Halkımızdan bir tek şey istiyoruz: Anlaşılmak!..
Halkız, Haklıyız, Başaracağız…
9
5 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
Ne ulusal ne de uluslararası
hiçbir kanun tanımıyorlar
Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı Nurullah Ankut Yoldaş’ın Reuters
Muhabiri ile yaptığı röportajı aynen
yayımlıyoruz:
Reuters: Sayın Genel Başkan, bu bir
başvuru, Lahey’e yapılan başvuru. Gerçi
savcılığa yaptınız ama. Genel olarak sizden
dinleyelim, amacı nedir? Bu MİT TIR’ları
ile ilgili başvurunun?
Nurullah Ankut: Şimdi Türkiye’yi
13 yıldan beri yöneten bu iktidar ve onun
büyük reisi Tayyip Erdoğan kriminal bir
tip yani ahlâki, vicdani, insani hiçbir değer,
kural, kanun tanımayan bir tip. Bugüne kadar yüzlerce defa suç işlemiştir. Daha Bele-
diye Başkanlığı yaptığı dönemde altı tane,
hepsi de ahlâk dışı, yüz kızartıcı suçlardan
dolayı davası var ama dokunulmazlık sayesinde dondurulmuş durumda şu anda. Ve
bir milyar dolarlık yolsuzluk yaptığı iddiası
var. Bunu Rahmi Koç söylemiştir. O zamanın İstanbul Ticaret Odası Başkanı Mehmet
Yıldırım söylemiştir. Serveti var, yolsuzluk
yaptı, demiştir. Yani iktidara geldikten sonra bizzat AKP’nin kurucusu, programının
yazarı Abdullatif Şener sadece kendisinin ve ailesinin yüz ila yüz yirmi milyar
e
dolar arasında serveti var, kamu malı çalz
mışlığı var, diyor. Seksen milyardan aşağı
düşemez bu serveti, diyor. Ve AKP yöneticilerinin iki trilyonluk gayrimeşru servet
?
edindiklerini söylüyor. Yani bu denli yola
suzluğa batmış bir insan. Eğer Türkiye’de
hukukun zerresi olsa bu adamların bırakae
lım devletin tepesinde olmalarını, yüzlerce
yıllık hapis cezalarıyla mahkûm edilmiş ve
e
hapishanelerde cezalarını çekiyor olmaları
gerekirdi.
k
n
n
Reuters: Bu MİT TIR’ları başka bir
şey tabiî.
geldi.
Suriye’de kaç yüz bin insanın katledildi
şu anda?
İki yüz elli veya üç yüz bin insan hayatını kaybetmiş durumda Suriye’de, masum
insanlar bunlar.
Reuters: Dediğim gibi, MİT TIR’ları
ile ilgili olarak bu yardımlar nereye ulaştı?
Nurullah Ankut: Oraya geleceğim.
Biz, Türkiye’deki AKP ve Tayyip Erdoğan
yönetimini tepeden tırnağa suça batmış bir
iktidar olarak niteliyoruz. Onlarca hem yerel mahkemelerde hem uluslar arası mahkemelerde dava açtık bugüne kadar. Yerel
mahkemeler jet hızıyla, on gün içerisinde
reddediyorlar. Uluslararası mahkemelerden de sonuç çıkmıyor.
Niye çıkmıyor?
Ne yazık ki uluslararası mahkemeler de
özgür iradesiyle uluslararası hukuka uygun
düşünüp kararlar oluşturamıyorlar. Yani bu
bakımdan ben bu MİT TIR’ları olayını da
sadece Tayyip Erdoğan yönetiminin işlediği uluslararası bir suç olarak görmüyorum.
Aynı zamanda Amerika’nın, İngiltere’nin,
Avrupa Birliği’nin de ortaklaşa işledikleri
mahkemelerden de bir şey beklemiyoruz,
ona rağmen bu başvuruya yaptınız.
Nurullah Ankut: Bekliyoruz. Oraya geliyorum şimdi. Şimdi o tapeler niye
bugüne kadar düşmedi? 2013’de bu suçlar
işlenmiş. Bu biliniyor, ortaya çıkmış.
CIA’nın elinde yok muydu, MI6’nın
elinde yok muydu, MOSSAD’ın elinde
yok muydu bu tapeler? Hatta Fettullah’ın
tarikatının elinde yok muydu? Ki iç içe çalışıyorlar CIA’yla.
Vardı?
Niye bugüne kadar gizlediler de bu görüntüleri, bugün ortaya çıkarıp Cumhuriyet
Gazetesi’ne verdiler?
Şimdi Tayyip Erdoğan’ın kullanım süresinin dolduğunu gösteriyor bu. Bu yüzden uluslararası mahkemelerden
de bir sonuç çıkabilir. Bu
apaçık, uluslararası hukuku apaçık hiçe sayan bir
şey. Devletlerin bağımsızlığı, iç işlerine karışmama
ilkesi, sınırların dokunulmazlığı, biliyorsunuz ki
üç önemli ilkedir bunlar,
uluslararası hukukta. Tüm
bunları hiçe sayan bir davranıştır bu açıkça.
Reuters: Şimdi diyorsunuz ki Uluslararası
işlerde beraber hareket
etti, diyorsunuz. Peki, şimdi onlar diyorlar ki, terör
örgütlerine silah gitmesine karşıyız falan. BM’den
açıklama geldi mesela.
Nurullah Ankut: Yani şimdi Tayyip
Erdoğan gibi söylediklerine değil yaptıklarına bakmak lazım. Dedim ya bir ülkeyi
de bir yönetimi de değerlendirirsek siyasi
eyleminin muhtevasına, içeriğine bakmak
lazım.
Şimdi bunlar biz demokrasi ve özgürlük getiriyoruz, diyorlar değil mi bütün Ortadoğu’ya saldırırken?
Ama onların bu iddia ile girdikleri bü-
“Uluslararası hukukun hiçe sayılması, bağımsız bir
devletin toprak bütünlüğüne, egemenliğine ve sınırlarına doğrudan bir saldırı olarak görüyoruz. Ki bunlar,
uluslararası hukuk ile devletler hukukunun en temel
ilkeleridir. Bunların hiçe sayılması olarak görüyoruz.
Uluslararası en ağır suçu işlemiştir. Yani Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanıp mahkûm edilmesi
gerekir.”
Nurullah Ankut: MİT TIR’ları bu
suçlarından bir tanesi. Kendileri her türlü
kanun dışı işi yaptıkları için, ne ulusal ne
uluslararası kanun tanımadıkları için MİT
TIR’ları kolayca komşumuz Suriye’ye karşı kullanılmak üzere gönderiliyor.
Ki en iyi komşularımızdan biriydi Suriye. Beşşar Esad diyordu ki, 2011’de, ilk
Suriye’ye karşı Batının taarruzu başladığında diyor ki: “Ben Türkiye’yi ziyaret
ettim ve Türklerden gördüğüm dostluğu
n
hayatımda hiçbir insandan, hiçbir halktan
,
görmedim”, diyordu.
Hatay anlaşmazlığı vardı, sınır anlaşmazlığı. Fransızlardan kalma bir anlaşmaze
lık. Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını, özgür
iradesi ile katılmasını kabul etmemişlerdi
Suriye yönetimi. Beşşar Esad’ın babası
i
Hafız Esad da kabul etmemişti. O zaman,
ki Suriye televizyonlarının hava durumu
raporları verilirken Hatay Suriye sınırları
içinde, Suriye toprağı olarak gösteriliyordu
ve alınması gereken bir hedef olarak gösn
teriyordu. Ve Beşşar Esad, bir anlaşmayla
bizim sınırlarımızı kabul etti ve bu anlaşmazlık giderildi. Ve Hatay Türkiye toprağıdır, bizim orada bir hak iddiamız yoktur,
denildi. Yani bu denli Türkiye’ye ve Türklere dostluk göstermiş bir insan.
Arap dünyasına baktığımız zaman da
k
şu an Esad yönetimi Arap dünyasının en
laik yönetimi. Ve gelir adaleti, gelir eşitliği bakımından en iyi durumda olan yönetim Beşşar Esad yönetimi. Ama buna
rağmen, ABD BOP haritası çerçevesinde
planını yürürlüğe koymaya başlayınca, işte
Irak’tan başladı. Irak’ta hedefine ulaştı, üç
parçaya böldü. Libya’ya gitti. Libya’da hedefine ulaştı. Şu an üç parçaya bölünmüş
durumda ve her gün yüzlerce insan katlediliyor Libya’da da. Ondan sonra Suriye’ye
bir suç olarak görüyorum. Çünkü Türkiye’deki iktidarları getiren de götüren de
Amerika’nın kendisidir.
Bu MİT TIR’larıyla ilgili, ilk defa
2013’te medyaya düşen tapelere göre, diyor ki Hakan Fidan: “iki bin sefer yaptı”
diyor. İki bin TIR dolusu silah gönderildi,
diyor, Suriye’deki bu şeriatçı, Ortaçağcı
insanlıktan çıkmış insan sefaleti, canavarlaştırılmış canilere gönderildi diyor ki onları canavarlaştıranlar da CIA’dır, Afganistan’daki sosyalist iktidarı yıkmak için.
İki bin TIR dolusu silah gitti IŞİD’e.
Bunu CIA bilmiyor mu, götürüldüğünü?
Adamlar otuz kırk yıl önce uydularındaki
gözetleme istasyonlarıyla arabaların plakasını tespit edebiliyordu, yani bir tavşanın
hareketini tespit edebiliyorlardı. Şimdi bu
MİT TIR’larının her gün, hangi bölgeye,
ne denli silah götürdüğünü, kimlere teslim
edildiğini CIA da MI6 de MOSSAD da
avucunun içi gibi biliyor.
Ama bugüne kadar niye gizledi?
Tayyip Erdoğan’ı kullanması gerekiyordu bugüne kadar. Yani BOP planının
Türkiye’de de uygulanması için onun yönetiminin bir süre daha iktidarda kalması
gerekiyordu. Ama Tayyip Erdoğan kontrolden çıktı. Özellikle 2013 bizim Gezi İsyanı’mız sonrası, zaten ruh sağlığı yerinde
değildi, mitoman bir tipti. İyice ruh sağlığı
bozuldu, kontrolden çıktı. Onun için Batı
kamuoyunu da, Tayyip Erdoğan’ın Ilımlı
İslamın temsilcisi diye inandırmak, yutturmak imkânı kalmadı.
Reuters: Sayın Genel Başkan, şöyle
bir şey var. Siz diyorsunuz ki uluslararası
tün ülkeler ölüm tarlalarına dönüşüyor. Ve
cehennemin en kara dumanları yükseliyor
o ülkelerden. Ve kan denizine dönüyor.
Yüz binlerce, milyonlarca mazlum insan
hayatını kaybediyor. Demek ki demokrasi
ile özgürlükle zerre kadar alakaları yok.
dınların aslında, kadın örgütlerinin infial
halinde, isyan halinde Meclisin önünü doldurmaları gerekir.
Reuters: Şimdi o başka bir konu.
Şimdi Lahey’den bahsediyorduk. CHP’nin
niye aklına gelmedi de sizin aklınıza geldi?
Neden biz böyle yapalım, dediniz?
Nurullah Ankut: Şimdi biz gerçek
anlamda devrimciyiz. Onlar gibi sahte
değiliz. Bizim ağzımızdan çıkan her söz,
bilincimizden yüreğimize geçer, oradan
süzülüp süzülüp dilimize ve kelimelere geçer. Ama onlar hep ikiyüzlü yani ruhlarında
sakladıkları çürümüşlüğü, ihaneti, Amerika’nın kendilerine takmış olduğu, nakletmiş olduğu ikinci yüzleriyle maskelerler,
gizlerler. Yani siz bu oyunu oynayacaksınız, muhalefet edeceksiniz deniyor. Onlar
da muhalefet yapıyor yani. Ölümüne bir
muhalefet yapmıyorlar yani.
Reuters: Bu başvurudan ne bekliyorsunuz sayın genel başkan, gerçi daha önce
söylediniz ama?..
Nurullah Ankut: Bu başvurudan
olumlu sonuç çıkabilme olasılığı yüksek.
Çünkü Amerika, Tayyip Erdoğan’ın kullanım süresinin dolduğuna karar verdi. Şimdi
yerlerine yeni partiler hazırlıyor. Bunlardan biri HDP, biri CHP biliyorsunuz. Bunları artık sahneye sürüyor. Biliyorsunuz
bunların belli kullanım süreleri var ABD
için tıpkı eşya gibi. Onları kullanır belli
bir süre, onlar artık halkı kandıramaz hale
gelince onun yerine yeni bir oyuncu sürer.
Reuters: Aslında siz Lahey’e de güvenmiyorsunuz. Ama şimdi ortam uygun
olduğu için…
Nurullah Ankut: Biz her zaman
hukuktan bir şey çıkması için, halkımıza
teşhir etmek için elimizden gelen bütün
çabayı gösteriyoruz. Mahkemelere mesela,
güvendiğimizden değil, onlarca kez arkadaşlarımız suç duyurusunda bulunmuştur.
Yirmiyi, otuzu geçti. Yani bir şey çıkacağından değil, amaç teşhir etmek…
Reuters: Yani Lahey’e güvenmiyoruz ama şu anda ortam uygun, diyorsunuz.
Nurullah Ankut: Yani hem ortam
uygun hem de teşhir etmek için. Yani en
azından bunların içyüzünü bin kişi, iki bin
kişi görüp anlayabilir. Yani halkımıza bir
Bunların hiçe sayılması olarak görüyoruz
Uluslararası en ağır suçu işlemiştir. Yan
Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanıp mahkûm edilmesi gerekir.
Şimdi herkes, dünya ve Amerika, Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu bunlara
methiye düzerken, biz bunların içyüzünü
gördük ve gösterdik. Bunu kaç yılında yayınlamışız?
Birinci baskısı 2006 mesela. Tayyipgiller I, II. İki cilt kitap yayınlamışız. Bugün
bunlar hakkında ne denmesi gerekiyorsa
o günden göstermişiz. Bunların içyüzünü
göstermişiz. Bir de devrimci teorimiz var
bizim. Bu teorinin ışığında bütün sınıf ve
tabakaların, bütün siyasi partilerin kimliklerini net bir şekilde görürüz, bu yönde
davranabiliriz biz, yani oradan kaynaklandı.
Reuters: Peki Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanması, zamanlaması öneml
değil mi?
Nurullah Ankut: Çok önemli. Şimd
dikkat edersek, artık medyada reyting sıralamasında 17’nci sıraya düşmüş. Yani medyayı da bize göre ABD yönettiği için, oradan aldığı sinyale göre, Tayyip Erdoğan’ın
eskiden olağanüstü meziyetleri demokra
olduğu vesairesi anlatılırdı. Ama şimdi artık diktatör olduğu, despot olduğu, kanun
tanımaz, hukuk tanımaz olduğu anlatılmaya başlandı medyada da, yerel medyada da
Yani tüm bunlara bir bütünlük içinde baktığımız zaman Tayyip Erdoğan’ın kullanım
süresi doldu. Ve artık yolcu edilecek.
Reuters: Yani bundan dolayı uluslararası anlamda bir karar çıkar, diyorsunuz.
Nurullah Ankut: Çıkabilir, çıkma
olasılığı var.
Reuters: Yani ne gibi bir karar çıkar
ne gibi bir yaptırım uygulanır?
Nurullah Ankut: Şimdi eğer gerçek
anlamda bir karar çıkarsa bu adamın uluslararası suçlu ilan edilip İnterpol tarafından
kırmızı bültenle aranması gerekir ve görüldüğü yerde tutuklanıp mahkeme karşısına
çıkarılması gerekir. Sadece kendisinin değil, ekibinin. Hakan Fidan’ın, Dışişleri Bakanı Efkan Ala’nın, kendisiyle işbirliği yapan genelkurmay temsilcisinin. Bu TIR’lar
da hep genelkurmayın gözetimi altında
gidiyor. Bunların hepsinin hatta Bakanlar
Kurulunun da toptan ceza mahkemesi karşısına çıkarılması gerekir.
Reuters: Şey nereden aklınıza geldi
Lahey’e başvuralım… Mesela Ana Muhalefet yapmadı Lahey savcılarına başvurmayı.
Nurullah Ankut: Türkiye’de bir
demokrasicilik oyunu oynanıyor. Demokrasinin zerresi yok aslında Türkiye’de.
Şimdi Amerika seçimlerden bir kombinasyon çıkarıyor. Tamam sen iktidar olacaksın, sizler muhalefet olacaksınız. Yani bir
tiyatronun değişik aktörleri bunlar. Tıpkı
Sheakespare’in Macbeth’i gibi ki benim
en sevdiğim oyunlardan biridir. Nasıl ki
orada Kral Duncan var, Macbeth var, Leydi Macbeth var, Macduff var. Yani hepsi
kendine verilen (oyunu izlediğimiz zaman,
hepsi kendilerine verilen) rolü çok başarılı oynarlar. Yani aynen öyle bir trajedinin
Mecliste oynanmasından ibaret Türkiye’de
demokrasi denen şey. Onlar da uyumlu
muhalefet yapıyorlar. Mesela ağzı bir lağım kadar iğrenç konuştuğu zaman. En son
biliyorsunuz Kürt kadınlara küfretti Tayyip
Erdoğan. O küfrün içeriğini de biliyorsunuz yani bir Türk olarak…
Reuters: Yani anlaşılıyor zaten ne
demek istediği.
Nurullah Ankut: Yani bütün ka-
mesaj vermek istiyoruz. O bakımdan biz
bunlara karşı, en ölümcül kararlı muhalefeti yaptık. Mesela Tayyipgiller 1, Tayyipgiller 2 kitaplarını bir zahmet arkadaşlar
getirsinler.
Reuters: Peki bu arada da onu konuşalım sayın genel başkan. MİT TIR’larıyla
işlenen suçu tam olarak ne olarak görüyorsunuz?
Nurullah Ankut: Uluslararası hukukun hiçe sayılması, bağımsız bir devletin toprak bütünlüğüne, egemenliğine ve
sınırlarına doğrudan bir saldırı olarak görüyoruz. Ki bunlar, uluslararası hukuk ile
devletler hukukunun en temel ilkeleridir.
Reuters: Savaş ve saldırı suçu iddiasında bulunuyorsunuz yani.
Nurullah Ankut: Evet uluslararas
hukuku hiçe saydığı iddiasında bulunuyoruz.
Reuters: Tamamdır Sayın Başkanım
Sağ olun, çok teşekkür ederiz.
Nurullah Ankut: Bilmukabele, siz
sağ olun.q
10
Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
Ölüm Demirel’i günahlarından
arındıramaz
A
rkasında ihanet dolu bir geçmiş
bırakarak giden Demirel, görsel ve
yazılı medya tarafından neredeyse
evliya düzeyine çıkarıldı. Kimileri
yaptıklarının tümünü sevap kefesine
koyup kantarın topuzunu iyice kaçırdılar.
Kimileri sevaplarını koydukları kefenin,
günahlarının kefesine ağır bastığını yazdı,
söyledi. Kimileri kefeleri eşitledi. Kimileri
de günah kefesinin ağır bastığını fakat
elbette sevaplarının da olduğunu belirtti.
Oysa Demirel’in bütün siyasi hayatının
tek bir özeti vardır:
O bir Halk Düşmanı, ABD Uşağıydı...
Bunun dışındaki tüm tanımlamalar
zorlamadır. Demirel’in kim olduğunu
anlatmaktan uzaktır.
Biz burada Demirel’in tüm günahlarını
ikincil önem taşır.
Asıl göze batırmak istediğimiz ise
şudur:
NATO legal planda kurulurken
onunla birlikte bir de genel adıyla Süper
NATO olarak anılan ve ülkeden ülkeye
adı değişen; örneğin İtalya’da Gladio,
Türkiye’de Kontrgerilla adını alan gizli;
kanun dışı, kanunlar üstü bir örgüt kurulur.
Daha doğrusu ABD, NATO’ya üye olacak
ülkelerin bu örgütü de kurmalarını zorunlu
kılar.
Bildiğimiz gibi Menderes Hükümeti bu
NATO denen emperyalist örgüte katılmak
için can atar. Müracaatları karşılık bulmaz
pek. Bunun üzerine TBMM’den karar
çıkarmaya bile gerek görmeden Kore’ye
Mehmetçik’i gönderir. ABD askerleri,
sayıp dökmeyeceğiz. Yalnızca Kontrgerilla
konusundaki
ihanetini
anlatmakla
yetineceğiz. Bu bile onun nasıl bir
halk düşmanı ve ABD uşağı olduğunu
anlatmaya yetecektir.
zayiatsız geri çekilebilsin diye özellikle
Kunuri’de Mehmetçik feda edilir. Bunlar
bilinen konulardır.
Menderes Hükümetinin bu uşaklığı
karşılığında Türkiye NATO’ya 1952
yılında alınır.
Ve 1953 yılında “Seferberlik Tetkik
Kurulu” adıyla Süper NATO örgütlenmesi
hayata geçirilir. Sonra bu örgüt önce “Özel
Harp Dairesi” adını alacak, sonra da
“Kontrgerilla” adıyla ünlenecektir.
Bu Süper NATO denen gizli örgütün
foyası, tüm Avrupa’da, ancak Sovyetler
Birliği yıkıldıktan sonra ortaya çıktı:
Süper NATO için ABD’nin üye
ülkelere dayattığı şartlar vardı. Bu şartlar
özetçe şöyleydi:
Bu örgüt kesinlikle gizli olacak, dar
bir kadro dışında devlet görevlileri bile
bu örgütten haberdar olmayacaktı. Yani
Ecevit’in deyimiyle; “Devletin içinde
olacak ama resmi devlet örgütlenmesi
içinde yer almayacaktı.”
Tabiî halk zaten hiçbir şekilde bu
örgütü bilmeyecek, bilemeyecekti.
Bir diğer şart, bu örgüt mensupları,
cinayet işlemek dahil, antiemperyalist
güçlere ve sosyalistlere karşı kullanılacaklar
fakat bu eylemlerinden dolayı ne
tutuklanacaklar, ne de yargılanacaklardı.
Süper NATO ya da
Kontrgerilla nedir?
ABD, İkinci Emperyalist Paylaşım
Savaşı’nın emperyalist cenahtaki en büyük
galibidir. (Ondan da büyük galip Sovyetler
Birliği’dir. Fakat onun emperyalist
dünyayla bir ilgisi yoktur. Konumuzu
emperyalist dünya oluşturmaktadır.) Yani
ABD artık emperyalizm kenefinin kayıtsız
şartsız jandarmasıdır.
Bu jandarma, emperyalist alemi
sosyalist devrimlerden korumak için
Kuzey Atlantik Paktı (NATO) adında bir
örgüt kurar. Kuruluşunda (4 Nisan 1949)
bu örgütte yer alan ülkeler şunlardır:
Belçika,
Kanada,
Danimarka,
Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg,
Hollanda, Norveç, Portekiz, İngiltere,
ABD.
16 Şubat 1952’de Yunanistan ve
Türkiye üye olurlar. 9 Mayıs 1955’te
Almanya, 30 Mayıs 1962’de ise İspanya
üye olurlar.
Bu bilgiler de konumuz bakımından
T
Bu örgütün ordu, polis ve istihbarat
örgütleri içinde örgütlenmeleri olacaktı.
Ve bir de sivil örgüt, yani parti
örgütlenecek, tabiî bu partinin de yan
örgütleri olacaktı.
İşte 1953 yılında Menderes’in kabul
ettiği ve yürürlüğe koyduğu örgüt böyle
halk düşmanı bir örgüttü.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, bütün
bu örgütlenmeler de sosyalist ve
antiemperyalist güçlere karşı en etkin
biçimde kullanılacaktı.
Demirel ve Kontrgerilla
Süper NATO için belirlenen bu
örgütlenme şeması Türkiye’de aynen
gerçekleşti ve kendine görev düşene kadar
beslenip büyütüldü, küçük bazı eylemlerle
yetinildi.
1960 Politik Devrimi sonrası Türkiye’de
sosyalizme muazzam bir yöneliş ve
antiemperyalist uyanış oluştu. Bu durum
Süper NATO için göreve başlama zamanı
demekti. Kuruluş amacına hizmet zamanı
gelmiş demekti.
1960
sonrası,
özellikle
1965
Seçimlerinden sonrası, Türkiye’de Demirel
Dönemi demektir.
1960 Anayasası için; “Bu anayasa
ile ülke yönetilemez.” diyen Demirel,
bu halka az da olsa demokrasi getiren
Anayasayı ortadan kaldırmak, böylece
sosyalizm düşünce ve davranışı yönünde
her türlü örgütlenmeyi yasaklayacak bir
düzene ulaşmak için ABD’nin bütün
emirlerini harfiyen yerine getirmekte bir an
bile tereddüt etmemiştir. Süper NATO’nun
Türkiye kolu olan Kontrgerilla’yı bütün
bileşenleriyle dizginlerinden boşaltmıştır.
Kontrgerilla’nın
resmi
güçleri
tarafından devrimci gençler faili meçhul
cinayetlerle şehit edilirken sivil kanadı
MHP’liler de cinayetler işlemişlerdir.
Tabiî ABD’nin Süper NATO’nun işleyişi
için dikte ettiği şartları-emirleri gereği bu
cinayetler de faili meçhul kalmıştır. Kalmak
zorundadır daha doğrusu. İşte Demirel’in
meşhur; “Bana sağcılar cinayet işliyor
dedirtemezsiniz.” sözünün gerçek anlamı
budur. Bu cümlenin tercümesi şudur:
ABD,
bana
bunu
söylemeyi
yasakladı. Ben bu canilerin ne cinayet
işlediklerini söyleyebilirim, ne bu canileri
tutuklayabilirim, ne yargılayabilirim,
ne de mahkûm edebilirim. Hasbelkader
yakalanan olursa da “hapisten kaçtılar”
kılıfıyla onları özgürlüklerine tekrar
kavuşturmaya ve onların devlet güçlerinin
himayesinde eylemlerine devam etmelerini
sağlamaya mecburum, memurum.
Bunun ne kadar somut bir gerçeklik
olduğunu anlamak için Abdullah Çatlı’nın
hatıra getirilmesi yetecektir.
Demirel’in günahı yalnızca pasif
bir uygulayıcı olarak Kontrgerilla’yı
kucağında bulmak ve onun eylemlerine
göz yummaktan ibaret değildir. O aynı
zamanda Kontrgerilla’nın en aktif, en
gönüllü savunucusu, geliştiricisidir de.
MHP, halk çocuklarını kara gömlekler
giydirerek “Komando Kampları”nda
faşist eğitimle zehirlerken ve devrimcilere
karşı nasıl mücadele vereceklerini silahlı
eğitimlerle öğretirken Demirel bunlara
göz yummuş, bu kanunsuz örgütlenmeleri
görmezden gelmek bir yana gizliden
gizliye devlet olanaklarıyla desteklemiştir.
Birinci MC (Milliyetçi Cephe)
Hükümetinde 3 milletvekili bulunan
MHP’ye 2 bakanlık vererek devlet
kadrolarına MHP’lilerin doluşmasını ve bu
faşist güruhun palazlanmasını sağlamıştır.
Kurduğu İkinci MC Hükümetinde de farklı
davranmamıştır.
Demirel ve Darbeler
12 Mart ve 12 Eylül Darbeleri
görünürde
Demirel
Hükümetlerini
devirmiş darbelerdir. Ama bu ancak
görünürde böyledir. Bu darbeler Demirel’in
de hizmetkârı olduğu yerli-yabancı
Parababalarının çıkarlarını korumak için
yapılmıştır. Yani bu darbeler ABD’nin ve
onun güdümündeki yerli Parababalarının
çıkarlarını koruduğu kadar onların
uşaklarının da çıkarlarını korumuştur.
Bu görevini yerine getirebilmesi
için de halkın faşist darbelere ve o
darbelerin
getireceği
antidemokratik
yani halk düşmanı ekonomik ve politik
kararlara ikna edilmeliydi. Bunun için de
CIA’nın geliştirdiği ve Kontrgerilla eliyle
uygulamaya koyduğu, David Galula’nın
“Ayaklanmaları Bastırma Hareketleri
Teori ve Tatbikatı” adıyla kitaplaştırdığı
halk düşmanı eylemlerin yine halk
düşmanı Kontrgerilla eliyle uygulanması
gerekiyordu. Bu eylemler özetçe şunlardı:
“Cinayete varan eylemler” yapılarak,
AB-D Emperyalistlerinin hizmetkârıydı,
devrimci düşmanıydı, vatan satıcıydı
üm Amerikan uşakları, halk
düşmanları devrimci kanı içmiş satılmış caniler gibi ardında iğrenç bir leş bırakarak ufkumuzdan çekildi bu Morrison Süleyman
da...
Halklar böyle anacak, böyle hatırlayacak Moarrison Süleyman lakaplı Süleyman Demirel’i. Satılık medyanın satılık
kalemşorları, Bin Kalıplılar, Demokrat
geçinen zavallılar, ne kadar aklamaya çalışırlarsa çalışsınlar, ellerinde devrimci kanı
bulunan bu AB-D Uşağını ne kadar temizlemeye çalışırlarsa çalışsınlar Süleyman
Demirel katildir, faşisttir, Vatan Satıcıdır,
Halk Düşmanıdır, emekçi düşmanıdır. Ve
tarihteki yerini de bu sıfatlarla alacaktır.
Şu bir gerçektir ki, 1950 sonrası iş
başına gelen Amerikancı Parababaları iktidarlarının liderlerinin en zekisidir Süleyman Demirel. Bilir kendini kimlerin iktidara taşıdığını. İsmet İnönü açıklar bu gerçekliği 1965’de; “Amerika Ankara’da
benim yerime bir başbakan aradı ve
buldu.” diyerek. Morrison Süleyman bilir
uşaklık yaparsa AB-D Emperyalistlerine,
iktidarda kalır. Bilir hizmette kusur etmez
ise, AB-D Emperyalistlerinin Halk düşmanı politikalarına ses çıkartmaz, onay verirse, destek olursa bu aşağılık projelere, işte
o zaman AB-D Emperyalistleri adamı altı
kere götürürler yedi kere getirirler. AB-D
Emperyalistlerinin aradığı işte böyle uşaklardır. Namustan yoksun olacaksın, ahlaktan yoksun olacaksın, cesaretten yoksun
olacaksın, insan yüreğinden yoksun olacaksın. Zekânda olunca biraz Süleyman
Demirel gibi Cumhurbaşkanlığına kadar
yükselebiliyorsun.
27 Mayıs Politik Devriminin ve 61 Anayasasının sonucudur İşçi Sınıfımıza kırıntı
kabilinden de olsa tanınan
sendikal haklar. Bu hakları
budamada başrolü oynayanlardandır Demirel. İşçi Sınıfımızın kılıcını ortaya attığı 1516 Haziran Şanlı direnişinde
şehit verdiğimiz canların,
emekçilerin de sorumlusudur.
Kılı kıpırdamaz, yüreğinde
acıma hissi uyanmaz emekçiler katledilince bu emekçi
düşmanının.
Üç fidanımız Deniz, Yusuf, Hüseyin’in idamlarına
parmak kaldıranların, parmak
kaldırtmak için uğraşanların başındadır
Morrison Demirel. Sonrasında hiçbir pişmanlık da duymaz, içi sızlamaz, yüreği
acımaz, gök ekini biçer gibi biçilen yiğitlere. Morrison AB-D Uşağı Menderesgillerin intikamı olarak görür Denizlerin
idamını. Denizler isyan ederler Savunma-
larında ve haykırırlar: “Süleyman Demirel’in Anayasayı ihlaline, despotizmine
ve ülkeyi Amerika’ya satmasına ses
çıkarılmadı. Ve meydanlarda bunlara
karşı bizler dövüşmek mecburiyetinde
kaldık, bizler kurşunlandık. Ve sonunda
idam isteği ile buraya getirildik” diye.
Kızıldere’de Mahirler katledildiğinde
de duvardır Morrison Süleyman’ın yüreği.
Acıma işlemez bu duvardan yüreğe. Çünkü devrimci düşmanıdır Morrison. Çünkü
Devrimcilere düşmanlık etmezse, Halka
düşmanlık etmez ise iktidara taşınmazlar
satılıklar, uşaklar. Kızıldere Katliamını yöneten, Mahir’ine karşı son görevini yerine
getirmek isteyen acılı anneye ağır hakaretler eden, Cenazeyi taşıyan kamyon şoförünü “Bir teröristin leşini niye arabana
alıp taşıyorsun” diyerek tekme tokat döven Tevfik Türün gibi, Denizler’in idam kararını veren ve
idamı sigara içerek izleyecek
kadar insanlıktan çıkmış olan
mahkemenin başkanı Ali
Elverdi gibi faşist cellatları
övgülere boğan, 1950’deki
Kore Savaşı’na ABD Emperyalistlerinin safında gönüllü
katılan, 12 Mart işkencecilerinin başı Faik Türün gibi,
Mahkemenin savcısı faşist
Baki Tuğ gibi yığınla satılmışı, ABD ajanını Meclise
taşımış, onlara partisinin üst
yönetiminde koltuklar vermiş
biridir Morrison Süleyman.
Emekçilerin
maaşlarından yapılan kesintilerle
oluşturulan İlksan paralarını Parababası
Kemal Ilıcak’a aktarıp “Verdimse ben verdim” diyerek işi pişkinliğe vuran da Morrison Süleyman’dır.
“Bana sağcılar da cinayet işliyor dedirtemezseniz” diyerek Devrimcilerin katledilmesine göz yuman, bu insanlık suçuna
hatta halk tarafından sevilen kişiler
öldürülerek, halktan rastgele insanlar,
bazen sağdan da olmak üzere, katledilerek,
toplu katliamlar yapılarak halk can derdine
düşürülecek; devrimcilerden soğutulacak,
devlet güçlerine yanaşmaları sağlanacaktır.
Böylece halk, celladına kurtarıcı olarak
sarılacaktır. Bu teorinin özeti budur.
12 Eylül’e meşru zemin oluşturmak,
daha doğru bir deyişle halkı 12 Mart ve 12
Eylül Faşizmine ikna etmek için bu insanlık
dışı eylemler Türkiye’de Kontrgerilla
eliyle en acımasız biçimde uygulanmıştır.
Bahçelievler, Balgat, Maraş, Çorum
katliamları, 1 Mayıs Katliamı, Doğan
Öz, Bedreddin Cömert, Cavit Orhan
Tütengil, hatta Malatya Belediye Başkanı
Hamit Fendoğlu (Hamido) suikastları
vb. vb… bu amaçla yapılmıştır. 12 Eylül’e
gelinceye dek 5000 masum insanımız bu
katillerce katledilmiştir. Bu katliamların
tamamında Demirel, en aktif uygulayıcı
ya da uygulatıcı kişidir. Bu cinayetleri
kim işlemiş olursa olsun silahı tutan, tetiğe
dokunan ikinci el, daha da doğrusu asıl
fail Demirel’dir. Yani Demirel’in ellerinde
bu 5000 masum insanın kanı vardır. Ve
ölüm bile Demirel’in elindeki bu kanı
temizleyemez. İnsanların ve halkların
belleğinde o her zaman bir Halk Düşmanı,
ABD Uşağı olarak lanetle anılacaktır.
Kısacası burjuva basını ve kendini sol
diye satmaya çalışan CIA Sosyalistlerinin-
Bin Kalıplılar’ın yutturmaya çalıştığı
gibi, bu darbeler Demirel’e karşı değil,
Demirel’in
arzusu
doğrultusunda
halklarımıza karşı yapılmıştır.
Sonsöz:
“Ölünün ardından kötü konuşulmaz”
sözü siyasette geçerli değildir. Nasıl
Hitler, Mussolini, kötü söz söylenmeden
anılamazsa Demirel de anılamaz.
Tarihin ve halklarımızın değiştirilemez
hükmü budur, bu olacaktır…q
azmettiren, Devrimci düşmanlığını her
daim canlı tutan Morrison Süleyman’dan
başkası değildir.
Dünyanın en büyük acısı olan evlat
acısı yaşamış Analara “Oğlunuz cebimde
mi ki, çıkarıp vereyim” diyecek kadar insan sevgisinden yoksun yönünü de göstermiştir bu AB-D Hizmetkârı.
İktidarda kalabilmek için AB-D Emperyalistlerinin bin ülkeli bir dünya projesi çerçevesinde ülkemizi en az üçe bölme,
yani Sevr’in yeniden hortlatılmasına da
ses çıkartmamıştır Morrison Süleyman.
En fazla İmam Hatip açmakla övünen,
bu açtığı okullarda Ortaçağcı Tayyipgiller’in yetişmesinin de mimarlarındandır
Morrison. Din alıp satmanın, dini siyasete
alet etmenin, Halkları afyonlamanın, halktan biri gibi gözüküp halka zulüm etmenin,
Halktan alıp yerli yabancı Parababalarına
aktarmanın ustasıdır Morrison Süleyman.
Siyasi ömrünü AB-D Emperyalistlerinin hizmetine vakfetmiş, Halklarımıza
acılar çektirmiş, “Dün dündür bugün bugündür” omurgasızlığını siyasi literatüre
yerleştirmiş Morrison Süleyman, ne kadar
aklanmaya çalışılırsa çalışılsın, ne kadar
ellerindeki devrimci kanı temizlenmeye
çalışılırsa çalışılsın, ne kadar Halk Dostu
gösterilmeye çalışılırsa çalışılsın, kanlı
geçmişi için ne kadar ağıtlar yakılırsa yakılsın, Halklarımız bu AB-D Uşağını tarihe
“faşist, Vatan Satıcı, Halk Düşmanı, emekçi düşmanı, Parababalarının dostu” olarak
kaydedecektir. Ve eninde sonunda Halkın
İktidarı Morrison Süleyman’ın yaptıklarının hesabını soracaktır. 17.06.2015
HKP Genel Merkezi
11
5 Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
Kuş Gribi ve tavuk üretimi-tüketimi
Tayyipgiller iktidarı döneminde samanı bile ithal eder olduk ne yazık ki. Bir
zamanların tarım ve hayvancılık ülkesi olan, dört bir yanı doğal zenginliklerle dolu
ülkemizde tavuk üreticiliğinde ithal yeme bağlı olmamız içler acısı.
eçtiğimiz ay Balıkesir’in Bandırma ilçesinde bazı tavuk çiftliklerinde kuş gribinin yeniden
görüldüğü bildirildi. Bandırma’nın Edincik Mahallesi’nde 40 bine yakın tavuğun
kuş gribi nedeniyle telef olduğu tespit edildiği ve bunun üzerine bölgedeki tavukhanelerde tavuk itlaflarının yapıldığı da basına yansıyan haberler arasındaydı. Böylece,
100 bine yakın tavuk gerek telef olarak
gerek itlaf edilerek ölmüş oluyordu. Hastalığın görüldüğü işletmelerin bulunduğu
bölge karantina altına alınıyordu.
Kuş gribi daha önce 2005 yılında görülmüştü ülkemizde. O dönem tavuk çiftliklerinden köylümüzün serbest dolaşan
tavuklarına kadar yüz binlerce tavuk itlaf
gelmişti. Öyle ki, kimi köylüler gözü gibi
baktığı tavuklarını Tarım İl-İlçe Müdürlüklerinin itlaf ekiplerinden kurtarabilmek
için saklamak zorunda kalmıştı. Tayyipgiller o dönem, köylerde tavuk bırakmadılar.
Bunun sonucu olarak da, birkaç yıl sonra
kırsal alanlarda kene istilası başladı. Kenelerin ısırmasıyla bulaşan Kırım Kongo
hastalığından insanlarımız hayatını kaybetti. Doğanın dengesini bozuverince, doğa
bunu acı bir şekilde ödetiyor. Doğadaki
keneleri yiyen tavuklar, kene sayısında bir
denge sağlıyordu. Tavuklar gidince, keneler sardı her yanımızı.
Ayrıca, kuş gribinin tavuk etinden ve
yumurtasından insana geçme olasılığı olmamasına rağmen, Tayyipgiller’in hainane
politikaları sonucu tavuk tüketimi ve üreti-
kelerine beyaz et ihraç edilir olmuştu. AB
ülkelerine bile ihracat yapılması hedefleniyordu.
Kuş gribinin göçmen kuşlardan çiftlik
kanatlılarına bulaştığı tahmin ediliyor, yapılan araştırmalara göre. Farklı ülkelerde
de görülmesinin en önemli sebebinin bu
olduğu kabul ediliyor. Göçmen kuşlar göç
yolları üzerindeki hayvanlara bulaştırıyor.
Balıkesir’in Bandırma ilçesinden
sonra geçtiğimiz günlerde de Kocaeli’nin
Gebze İlçesine bağlı Molla Fenari Mahallesi’nde (eskiden köydü) bir tavuk işletmesinin Balıkesir’den getirdiğini söylediği
2 bin tavuktan 800’ü telef oldu. Durum
Kocaeli İl Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğüne bildirildi. İl Müdürlüğünden
gelen ekipler, ancak gece yarısı geldi ve
edilmişti. İktidarda o dönemde de yine hatırlarsak bugünkü gibi Tayyipgiller vardı.
Tavuklar hasta olup olmadığına bakılmaksızın canlı canlı toprağa gömülerek itlaf
edilmişti. Tavuk itlafları vahşet haline
mi durma noktasına geldi. Yerli üreticilerden iflas edenler oldu. Tavuk ithal edilmesi
gündeme geldi. Hâlbuki, o zamana kadar
yerli üreticiler kanatlı et sektöründe bir
ilerleme kaydetmiş, özellikle Ortadoğu ül-
kaymakamlığın yaptığı açıklamaya göre
2103 tavuğu itlaf ettiler. Kaymakamlığın
bu açıklamasına karşın mahalle sakinleri,
itlaf gerçekleştirilen sadece bir işletmede
4 bin civarında tavuk olduğunu ve gerçek
sayının 10 bin civarında olduğu bilgisini
G
Kurtuluş Partililer piknikte buluştu
İ
stanbul İl Örgütü olarak, 7 Haziran seçimlerin ardından Milletvekili
adaylarımızın ve yoldaşlarımızın katıldığı bir piknik düzenledik. Pikniğimiz
Akpınar Ormanı’nda gerçekleşti. Düzenlediğimiz piknikte, yoğun ve yorucu geçen seçim çalışmalarının yorgunluğunu
atmak için yoldaşlarımızla bir araya geldik.
Pikniğimiz Sancaktepe İlçe Örgütü
Başkanı Durmuş Pala arkadaşımızın
yapmış olduğu açılış konuşması ile başladı.
Daha sonra yoldaşlarımızın hep birlikte hazırladığı yemekler yenildi.
Yemekler yenildikten sonra MYK
Üyemiz ve İstanbul İl Örgütü Başkanı
Pınar Akbina Yoldaş’ımız seçimleri ve
ülkemizin durumunu değerlendiren bir
sunum gerçekleştirdi.
Yapmış olduğu sunumda, seçimlerde
almış olduğumuz on binlerce oyun bizler
için önemli olduğunu ve üzerimizde uygulanan her türlü ablukaya rağmen halklarımızın bizi desteklediklerinin göstergesi olduğunu söyledi.
Pınar Yoldaş’ımız konuşmasında,
daha fazla mücadeleye sarılmamız gerek-
tiğini, AB-D Emperyalistlerinin ve onların işbirlikçilerinin Ortadoğu ve ülkemiz
üzerinde oynadıkları oyunları gün yüzüne
çıkarmamız ve bunlarla mücadele etmemiz gerektiğini dile getirdi.
Yoldaş’ımızın sunumu soru cevap
şeklinde devam etti.
Konuşmanın ardından pikniğe katılan
arkadaşlarımız duygu ve düşüncelerini
dile getirdi. Bir arkadaşımız kendi yazdığı şiiri bizlerle paylaştı.
Etkinliğimiz düzenlenen bilgi yarışması ve çeşitli oyunlarla devam etti. Daha
sonra Partili arkadaşlarımızın hazırladığı
müzik dinletisine geçildi. Yoldaşlarımız,
her zaman dile getirdiğimiz halkların kardeşliğini yansıtan türkülerle, marşlarla
müzik dinletisini bizlerle paylaştı. Pikniğimiz çekilen halaylarla son buldu.
Bizler Kurtuluş Partililer olarak mücadelemize devam edeceğiz ve ülkemizi
cehenneme çevirmek isteyenlerin karşısında olacağız. Eninde sonunda zafer kazanacağız! 22.06.2015
K
veriyor kendileriyle görüşen muhabirlere.
Ayrıca, tıpkı 2006 yılında olduğu gibi tavukların canlı canlı poşetlere doldurulup gömüldüğünü belirtiyorlar.
Kuş gribi hayvandan hayvana bulaşan
bir hastalık. Bu yüzden özellikle, dar alanda çok sayıda kümes hayvanının bir arada
yaşadığı tavuk çiftliklerinde virüs çok kolay ve kısa sürede yayılıyor.
Fakat, bilim insanlarının verdiği bilgiye
göre, kuş gribi insan sağlığı için bir tehlike
yaratmıyor. Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim
Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet
Akan, göçmen kuşların mevsimsel geçişiyle tüm dünyada kuş gribi vakalarının
yaşandığını söylüyor. Kuş gribinin Türkiye’de insan sağlığı için risk oluşturmadığını belirterek, “Dünyada insanlara kanatlı
ürünlerinin tüketimiyle bulaşan kuş gribi
vakası yok” diyor. Yani tavuk eti yiyerek
ya da yumurta tüketerek kuş gribine yakalanan hiç kimse olmamış bugüne kadar.
Akan, ABD, Kanada, Almanya, Romanya,
Bulgaristan gibi pek çok Avrupa ülkesindeki tavuk çiftliklerinde de görülen kuş gribinin, insan sağlığını tehdit etmesinin söz konusu olmadığını belirtiyor. Prof. Dr. Akan
“Sadece hasta hayvanlarla yoğun ve bire
bir temas halinde kuş gribi insana bulaşabiliyor. Türkiye’de 2006’daki kuş gribi salgınında kaybedilen 4 kişinin hasta
hayvanlarla yoğun temasta olmaları bulaşmada rol oynamıştır. Hasta hayvanla
uzun süreli direkt temas, virüsü insanlara
bulaştırmıştı” diyor.
Deneysel çalışmalara göre kuş gribi
virüsü 70 derece sıcaklıkta, 2 dakikada
yani pişirmeyle ölüyor. Aldığımız tavukların da kaynağını bilmekte, güvenilir üreticilerden almakta fayda var.
Kuş gribi gibi bir hastalıkla mücadele
ederken de, Tayyipgiller’in yaptığı gibi
önüne çıkan kanatlı hayvanı canlı canlı
toprağa gömmek değil çözüm. Üreticilere
gerekli desteği sağlayarak öncelikle hayvan sağlığı için uygun, sıkışık olmayan,
hastalığa karşı gereken tedbirin anında
alınabileceği teknolojiyle donatılmış tesislerde üretim yapmak gerekiyor. Bilimin tüm imkânlarını kullanarak gerçekten
hasta olan, hastalığı taşıyan hayvanları
ayırıp onları itlaf etmek, bunu da yine
hayvanlara eziyet etmeden, işi bir hayvan katliamına çevirmeden yapmak gerekiyor.
Tavuk ve yumurta erişebildiğimiz en
ucuz protein kaynağı. Ülkemizde piliç tüketimi ne yazık ki, kimi ülkelerle kıyaslayınca çok gerilerde kalıyor. Beyaz Et Sanayicileri ve Damızlıkçıları Birliği (BESDBİR)’in verilerine göre, dünya piliç eti tü-
ketiminde Amerika, Brezilya, Hong Kong
Arjantin ve Avustralya gibi ülkeler ilk 5 sırayı paylaşırken Türkiye 10. sıralarda yer
alıyor. Yukarıda adı geçen ilk 5 ülkede kiş
başına piliç eti tüketimi ortalama 35-43 kg
civarındayken Türkiye 19,39 kilogramla
henüz bu miktarların yarısını yakalayabilmiştir.
BESD-BİR’in verilerine göre, Kümeslerdeki et tavuğu sayıları 2005 yılında
yaklaşık 257 bin adetken, ilerleyen dönemlerde önemli miktarda düşüşler yaşanmıştır. Bunun başlıca nedeni 2005 ve
bunu takiben 2007 yıllarında ortaya çıkan kuş gribi vakalarıdır. Kuş gribi hem
toplam hayvan sayısında azalmaya hem de
tüketimde talebin azalmasına yol açmıştır
2002, 2003 ve 2006 yıllarında piliç eti ihracatı da azalmıştır. AB ülkelerine ihraca
yapmaya hazırlanan tavuk eti üreticiler
AB’nin kuş gribini fırsat bilerek Türkiye’y
yasaklı ülkeler listesine alıvermesiyle bir
darbe almış oldu.
Dünyadaki iki büyük tavuk eti ihracatçısı ülke, bu alandaki tekel diyebiliriz
ABD ve Brezilya.
ABD ve AB ülkeleri ihracatta üreticiye
ton başına destek sağlıyor. Ülkemizde piliç eti ve yumurta üretiminde üreticiler
yemi ithal ediyor. Özellikle mısır ve soyaya dayalı karma yem kullanılıyor tavuk
işletmelerinde. Soyanın tamamı, mısırın
belli bir kısmı ithal ediliyor. Yem maliyeti toplam maliyetin yüzde 70’ini oluşturuyor. Bu da piliç etinin maliyetinin Türkiye’de ABD ve AB ülkeleriyle kıyaslandığında daha yüksek olmasına sebep oluyor.
Bu konuda da çözüm elbette, öncelikle
üreticilerin ithal yeme bağımlılığının ortadan kaldırılması. Üreticilerin yerli yem
kullanması için gerekli çözümler üretilmeli. Üreticilerimizin kooperatifler yoluyla
örgütlenmesi sağlanarak, halkımızın güvenli, sağlıklı ve ucuz beyaz ete doğrudan
ulaşması sağlanmalı.
Tayyipgiller iktidarı döneminde saman
bile ithal eder olduk ne yazık ki. Bir zamanların tarım ve hayvancılık ülkesi olan
dört bir yanı doğal zenginliklerle dolu ülkemizde tavuk üreticiliğinde ithal yeme
bağlı olmamız içler acısı. Tayyipgiller’in
ortaya koyduğu bütün uygulamalar ABD
AB Emperyalistlerinin ve yerli Parababalarının kâr ve sömürü düzeninin devam etmesine dönüktür. Bu kâr ve sömürü düzeninin bekçisidir onlar. Hal böyle
olunca onlardan beyaz üretimini ve tüketimini teşvik edecek çözümler üretmesin
beklemek abesle iştigal etmek olur. Bunu
da ancak HKP’nin öncülüğünde kurulacak Demokratik Halk İktidarı çözer.q
Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı
Nurullah Ankut’un bir “Kedi Davası”
daha görüldü
edilere ve sokak hayvanlarına baktığı için, hayvan,
ağaç, doğa ve insan sevgisinden nasibini almamış
bazı komşularının düzmece şikâyetleri üzerine Partimiz Genel Başkanı ve Partimiz üyesi melek eşi emekli öğretmen Hacer Ankut hakkında açılan davalardan biri daha
görüldü.
İstanbul Anadolu 58. Asliye Ceza Mahkemesinde bugün
görülen ve iki tanığın dinlendiği davada bu kez eşinden ayrı
olarak sadece Genel Başkanımız yargılanıyor.
Ayrıca Genel Başkanımızın hakaret ve bıçakla yaralama
suç isnadı ile yargılandığı davada Genel Başkanımız hakkında şikâyette bulunan komşusu da hakaret ve tehdit suçlarından yargılanıyor.
Şikâyetçi komşunun tanığı bile bugün mahkeme huzu-
İstanbul’dan
Kurtuluş Partililer
rundaki anlatımlarında Genel Başkanımıza atfedilen suçlamaları çürütecek beyanlarda bulunmuştur. Genel Başkanımızın tanığı ise Genel Başkan hakkındaki suçlamaların doğru
olmadığını beyan ederken, komşusu hakkındaki suçlamaları
doğrulayan beyanda bulunmuştur.
Bir sonraki duruşma 22 Ekim 2015 günü saat 11.00’e bırakılmıştır.
Genel Başkanımız ilk Kedi Davasından beraat etmişti.
Eşiyle birlikte yargılandığı ikinci davada, yalancı tanık
beyanlarına dayanılarak, bu beyanların düzmece olduğu ke-
sinkes kanıtlanmış olmasına rağmen cezaya çarptırılmıştı,
hem eşi hem de Genel Başkan’ımız.
Halen derdest olan üçüncü davada ise gene Genel Başkanımız ve eşi birlikte yargılanmaktadır. Bu davaya bakan
hâkim hakkında, ikinci davada yalan tanık beyanlarına dayanarak ceza verdiği için reddi hâkim talebinde bulunuldu avukatlar tarafından. Reddi hâkim talebi reddedildiği için bu davadan da ceza çıkması kuvvetle muhtemel. Bu davanın şikâyetçileri ikinci davada Genel Başkanımız ve eşi aleyhinde
yalan tanıklık yapan komşularıdır. Bu dava Hacer Ablamıza
hakaret eden bu komşular hakkında yapılan şikâyet üzerine
açılmış bir dava olmasına rağmen ne hikmetse Genel Başkanımız ve eşi bu davada da aynı zamanda suçlanan konumundadırlar. Hem de tehdit ve hakarete uğrayan şikâyetçi Hacer
Ablamız, bu şikayetini tanık ifadesiyle kanıtladığı, şikayet olunanların
hiçbir delil sunamadığı, yer ve tarih
gösteremediği soyut atfı cürümlerine
dayanılarak en ağır ithamla yargılanmaktadır bu davada da.
Anılan davaların ilkinin şikâyetçisi ve sonraki davalarda da şikâyetçi olan diğer komşuları yönlendiren
kişi, Belediye Başkanı Tayyipgiller’den olan bir belediyede çalışmaktadır. Bunların hayvan, bitki, doğa
düşmanı olmaları daha doğrusu kişisel çıkardan başka hiçbir şey düşünmeyen Tefeci-Bezirgân sınıf yapılarından gelir. Şanlı Gezi İsyanı’mız da
bunların hayvan, bitki, doğa düşmanlıklarına bir tepki olarak
patlamadı mı zaten?
Yüreği insan, hayvan, doğa, ağaç sevgisiyle dolu Genel
Başkanımız ve eşinin yargılandığı bu davalar Tayyipgiller’in
elinde Yargının geldiği içler acısı durumu da sergilemektedir.
Ne yaparlarsa yapsınlar! Tayyipgiller’in mahkemeleri
ne kararlar verirse versin, eninde sonunda kazanan, yenen
biz olacağız, insanlık olacak, insanseverlik, hayvanseverlik,
ağaçseverlik, doğaseverlik olacaktır. 16.06.2015
Kurtuluş Partili Hukukçular
12
A
Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
Katil Devlet İsrail’in
Dünya Sendikalar Federasyonu’na
yönelik saldırısını lanetliyoruz
BD Emperyalistlerinin Ortadoğu’daki jandarmalığını üstlenen
katil devlet İsrail, sınıf temelli
sendikal mücadele veren ve antiemperyalizmi vazgeçilmez bir ilke olarak benimseyen Dünya Sendikalar Federasyonu’na yönelik saldırılarına bir yenisini daha ekledi.
Dünya Sendikalar Federasyonu
(DSF) bünyesinde çalışan Alexandra
Liberi Yoldaş, Filistin’de gerçekleştirilecek bir eğitim çalışmasına giderken Tel
Aviv’de İsrail polisi tarafından tutuklandı.
Seyahatle ilgili tüm resmi belgelerin tam
olmasına rağmen İsrail polisi hukuk dışı
lesini engelleyemeyecekler. Liberi Yoldaş
şahsında DSF’ye, Filistin İşçi Sınıfına ve
Filistin Halkına yönelik dayanışma duygularımızı ifade ediyoruz.
biçimde Liberi’nin üzerini aramaya çalıştı. Havalimanının karakolunda 11 saat
boyunca alıkonulan Liberi, İsrail polisinin
eşliğinde sınır dışı edilerek ülkesi Yunanistan’a dönmek zorunda bırakıldı.
İsrail polisi bu kanunsuz uygulamaya
gerekçe olarak “Dünya Sendikalar Federasyonu’nun İsrail Devletinin güvenliğine yönelik bir tehdit olduğu”nu ileri
sürdü.
Dünya Sendikalar Federasyonu, sendikal mücadele verirken aynı zamanda
emperyalizme ve Siyonizme karşı da mücadele vermektedir. İşte İsrail yetkililerinin
“devlet güvenliğine yönelik tehdit” dedikleri şey tam da budur.
Yıllar boyunca Filistin Halkı başta gelmek üzere tüm dünya halklarına kan kusturan katil devlet İsrail’in bizzat kendisi
dünya halkları için en büyük tehditlerden
biridir. Onlar ABD’nin Ortadoğu’daki
emperyalist çıkarlarının bekçiliğini yapmaktadırlar. ABD Emperyalistleriyle el ele
vererek milyonlarca masum insanın kanını
dökmüşlerdir. Kısacası İsrail devleti meşru
bir devlet değil, ABD Emperyalistleri tarafından görevlendirilen bir katliam örgütüdür.
Halkın Kurtuluş Partisi olarak katil
devlet İsrail’in DSF’ye yönelik bu saldırısını lanetliyoruz. Emperyalistler, Siyonistler ve yerli işbirlikçileri ne yaparlarsa yapsınlar İşçi Sınıfının Uluslararası Mücade-
***
Kahrolsun Emperyalizm!
Kahrolsun Siyonizm!
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası
Kurtuluş Mücadelesi!
19.06.2015
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
İsrail Devleti’nin güvenliğini tehlikeye
atması” idi. Ancak şu gerçekliği kuşku
duymaksızın biliyoruz ki, böylesine bir
muamelenin ardında yatan gerçek sebep
DSF’nin Siyonizme karşı verdiği etkili ve
kararlı mücadeledir.
Bize göre bu durum artık küstahlığın,
yüzsüzlüğün ulaştığı en yüksek aşamadır.
Terörist ülke İsrail’in kanlı tarihi insanlık
dışı eylemlerden ibarettir. Bu sözde devletin en temel işlevi ABD ve AB ülkeleri
gibi emperyalist ülkelerin Ortadoğu’daki
çıkarlarını güvence altına almaktır. Bu
sözde devlet emperyalistler tarafından,
Arap halkına ait topraklar işgal edilerek
Arap halkının tam ortasına yerleştirilmiştir. Bu yüzden İsrail meşru bir devlet değildir.
Her zaman ifade ettiğimiz gibi “İsrail
ABD’dir”. Kanlı tarihi boyunca Amerika’yla işbirliği yaparak Filistin’de, tüm
Ortadoğu’da ve dünyanın dört bir yanında
milyonlarca masum insanı katletmiştir. İsrail’in işlediği savaş suçlarını tek tek saymak mümkün değildir.
Biz tüm bu nedenlerden dolayı “Dünya Sendikalar Federasyonu hiçbir ülkenin güvenliğine yönelik bir tehlike
değildir, aksine terörist ülke İsrail tüm
insanlığın güvenliği için bir tehlikedir”,
diyoruz.
Alexandra Yoldaş’ın maruz kaldığı
Ali Rıza Küçükosmanoğlu:
DSF, Siyonizme karşı verdiği
mücadele nedeniyle
hedef oldu
Konu ile ilgili Dünya Sendikalar
Federasyonu’na bağlı TUI Transport
(Uluslararası Taşımacılık Enternasyonali) ve Nakliyat-İş Sendikası Genel
Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun
dayanışma mesajını da aynen yayımlıyoruz:
Değerli yoldaşlar;
İsrail’in kanlı tarihi boyunca yaptığı
binlerce provokasyondan birini daha yaptığını öğrenmiş bulunuyoruz. Biliyoruz İsrail tarafından yapılan bu provokasyon ne
ilktir ne de son olacaktır.
Bu kez de, yasal açıdan gerekli olan
tüm belgeleriyle birlikte Filistin’e yolculuk etmekte olan, DSF’nin fedakar çalışanı
Alexandra Liberi Yoldaş’ı Tel Aviv’de tutukladılar. Aldığımız bilgilere göre İsrail
polisi yoldaşımızı 11 saat boyunca havalimanının güvenlik departmanında alıkoydu.
Daha sonrasında ise hiçbir mantıksal ve
hukuki gerekçe olmaksızın Alexandra Yoldaş’ı polis eşliğinde sınır dışı ettiler.
Bu davranışlarına uydurdukları gerekçe
ise “Dünya Sendikalar Federasyonu’nun
muamele asla kabul edilemez. Nakliyat-İş
Sendikası olarak İsrail’in yaptığı bu provokasyonu lanetliyoruz. Bu, sendikal
harekete yönelik doğrudan bir saldırı ve
Filistin’de sayısız etkinlik gerçekleştirmiş
olan Dünya Sendikalar Federasyonu’na
yönelik bir terörize etme taktiğidir.
Alexandra Yoldaş’a, DSF’ye, Filistin
İşçi Sınıfına ve Filistin Halkına yönelik
dayanışmamızı ilan ediyoruz.
Bu tür terörize etme girişimleri büyük
tekellere ve emperyalizme karşı mücadelemizi asla engelleyemeyecek.
Yaşasın DSF!
Yaşasın İşçi Sınıfının Uluslararası
Dayanışması!
Dünyadaki tüm işçilerin birliği emperyalistleri yenecek!
Şanlı 15-16 Haziran Direnişi’ni Yaratan
İşçi Sınıfımıza Selam Olsun!
Ve eylemin sonunda tutuklamalar yapıldı. Onlarca işçi önderi tutuklandı. İşçiler
ve sendikacılar dışında tutuklananlar arasında siyasi olarak yalnızca Eneski Sosyalizmin savunucuları vardı. Çünkü Eneski
Sosyalizmin temsilcisi Usta’mız Hikmet
hareketine, bilinçlice katılıp; o eylemlere
Sosyalist bir içerik vermek için öncülük
edenler de yalnızca onlar oldular.
İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği
(İPSD)’nin Genel Başkanı, Genel Sekreteri ve iki üyesi (ki bunlardan biri, o günlerin
gençlik önderlerinden, bugün Partimizin
Genel Başkanı olan Nurullah Ankut’tur)
tutuklandı. Tutuklanma sebepleri: o günkü
Kıvılcımlı ve O’nun önderliğindeki öğrencileri, İşçi Sınıfının Sosyal Varlığını ve
Devrimci Potansiyelini bilinçlice kavrayan
tek Devrimci Hareketti. O yüzden 15-16
Haziran’da İşçi Sınıfının kendiliğinden
Polis Siyasi Büro Şefinin deyişiyle: “İşçileri kışkırtmak”tı. “Genel Direniş diye
diye işçileri kışkırttınız, işin varacağı
yer burasıydı.” demişti, aynı şahıs.
Çünkü bugün olduğu gibi, o gün de İşçi
Sınıfının, devrimin özgücü-öncüsü oldu-
Baştarafı sayfa 16’da
ğuna inanan bizler, eylemler başlamadan
önce İşçi Sınıfı içinde çalışmalar yapmış,
halk içinde bilinçlendirme faaliyetleri yürütmüş; halkımızı, getirilmek istenen gerici
yasalara karşı harekete geçmeye çağırmıştık. Nitekim 17 Haziran günü dağıtmak
üzere teksir makinesiyle bastığımız 10.000
bildiriyi de ilan edilen sıkıyönetim ve tutuklamalar yüzünden dağıtamamıştık. Eylemler başlayınca
da bilinçli ve sonuç alıcı bir yönde
yürümesi için önderlik etmeye çalışmış, elimizden
geleni yapmıştık.
İşçilerle
birlikte
polisin ve askerin
kurduğu barikatları
aşanlardandık.
16
Haziran
1970 tarihinde İstanbul ile Kocaeli
Merkez ve Gebze
ilçesinde sıkıyönetim ilan edildi. 3 ay
süren sıkıyönetim
sonunda işten çıkarılan işçi sayısı 5 bini
aştı. Sonraki süreçte DİSK yöneticileri ve
arkadaşlarımız açılan davalardan beraat etmişlerdir. Söz konusu yasa değişikliklerini
içeren hükümler ise 2 yıl sonra, Anayasa
Mahkemesince Anayasaya aykırı buluna-
PTT’de taşeron işçilerine
kanunsuz, hukuksuz sözleşme
dayatması
P
PTT’de ki sorumlu yöneticilerle alt işveren
yöneticiler tarafından hazırlanmış 4857
Sayılı İş Kanuna aykırı, kazanılmış hakları
ortadan kaldırmaya yönelik kanunsuz, hukuk dışı bir sözleşmedir.
Özellikle, İstanbul Anadolu Yakası ve
Kocaeli PTT Taşeron İş Sözleşmelerini
1.42 1.12 ’de ki düzenlemeler tamamen kanunsuz, hukuksuz, kazanılmış hakları ortada kaldıran düzenlemedir. İşçilerin geçmiş
dönemle ilgili, almadıkları kıdem-ihbar,
yıllık ücretli izin haklarını aldıklarına ilişkin ibra etmeleri ve dava açma hakkından
da feragat etmeleri istenmektedir.
Bu hukuksuzluk, kanunsuzluk, keyfilik
kazanılmış hakların ortadan kaldırılması,
Sendikamız Nakliyat-İş üyesi olan işçilere, “Personel aynı işyerinde Üst İşverene daha önce hizmet ifa etmiş olması
halinde; gerek önceki işvereninden ve
gerekse Üst İşverenden herhangi bir
hak ve alacağı (maaş, mesai, prim, ihbar-kıdem tazminatı izin alacağı vs.)
bulunmadığı ve tahsil ettiğini beyanla,
beyan etmediği bir hak ve alacağı olma-
PTT gibi bir kamu işletmesinde yaşanmaktadır.
Bu sözleşmeyi imzalamayan üyelerimiz, işçiler işten atmakla birkaç kişinin
yapacağı işi bir kişiye yaptırmakla farklı
birimlere, işyerlerine gönderilmekle tehdit
edilmektedir. Üyelerimiz sözleşmeyi imzalamamıştır.
DİSK/Nakliyat-İş Sendikası olarak
PTT ve Alt İşveren/ Taşeron
bu hukuksuz, kanunsuz sözleşme dayatmasına karşı her
türlü hukuki, fiili mücadeleyi vermektedir.
PTT’de taşeron cehennemine yıllardan beri örgütsüz
bırakılan işçiler artık sendikamızda örgütlenerek haksızlığa, hukuksuzluğa baskılara karşı mücadele etmekte,
direnmektedir.
TT (Posta ve Telgraf Teşkilatı
A.Ş.)’ye bağlı Kocaeli PTT Baş
Müdürlüğü tarafından ihalesi yapılan dağıtım-kargo işi alt işveren/ taşeron
olarak İstanbul Anadolu Yakası’nda 5M
Kurumsal Hizmetler İnşaat Turizm Araç
Kiralama Hizmetleri Sanayii Tic. Ltd. Şti.
ve Bilişim Grup Sosyal Hizmetler İnşaat
San. Tic. A.Ş. İş Ortaklığı ve Kocaeli’nde
Pikbay İnşaat Nakliyat Petrol Ürünleri
San Ve Tic Ltd. Şti. tarafından yapılmaktadır.
Yıllardan beri PTT’nin değişik birimlerinde ki işyerlerinde farklı alt—işveren/
taşeronlarda çalışan ve büyük çoğunluğu
sı durumunda tüm bu geçmiş dönemden kaynaklanan hak ve alacaklarından dolayı İşverene karşı kullanabileceği tüm yasal haklarından gayrı kabili
rücu feragat ettiğini kabul ve taahhüt
eder.” 1.42 ve 1.12 maddelerin de olduğu
“Belirli Süreli Hizmet Sözleşmesi” baskı
ile imzalatılmak istenmektedir.
Bu sözleşme, üst İşveren olarak
rak iptal edilmiştir. Parababaları o dönem
yapmak istediklerini, ancak 12 Eylül 1980
Faşist Darbesinden sonra DİSK’i kapatıp, yasaları işverenler lehine değiştirerek,
İşçi Sınıfını yalnızca sarı-gangster sendika
Türk-İş’e mahkûm ederek uygulayabildiler.
Bugüne baktığımızda ise İşçi Sınıfımız yeni 15-16 Haziranlar yaratmak için,
mücadelelerine, direnişlerine, grevlerine
devam ediyorlar. Bursa’da Renault İşçileri 15 Mayıs 2015 günü gece yarısından
itibaren sarı-gangster Türk Metal Sendikası’na karşı isyan bayrağını açtı, üretimi
durdurdu. Bursa’da başlayan bu isyan dalgası ülkenin dört bir yanına yayıldı. Delphi, Ototrim, Coşkunöz, Tofaş, Ford, Türk
Traktör, CMS işçileri de ilerleyen günlerde, üretimi durdurarak, içinde bunaldıkları
kölelik düzenine isyan etmeye başladılar.
Metal İşçilerinin bu isyanı diğer işkollarına
da örnek oldu. Bursa’da metal işçilerinin
yaktığı mücadele ateşi Kocaeli, Gebze, Ankara, Eskişehir ve diğer kentlerdeki metal
fabrikalarına sıçradı.
Bu direnişlerden birisi olan ve 226 gündür soğuk sıcak demeden onlarca baskıya
karşı direnişlerini onurluca İşçi Sınıfı mücadele tarihine geçecek şekilde yürüten Zet
Farma’da 15-16 Haziran geleneği yaşıyor,
yaşayacaktır da…
Partimizin üyeleri, yöneticileri de sizler
gibi Direnişlerden, Grevlerden, İşgallerden
gelen kişilerdir. Yakın tarihimize baktığımızda Partimiz onlarca direnişi; Şanlı
Aras Kargo Direniş, İşgal ve Grevini,
Pirelli Ekolas Direnişini, Rozi Kâğıt
Direnişini; yine aynı bölgede Dudullu’da
PTT’de Taşeron Cehennemine Son!
PTT’de Baskılara, Haksızlıklara
Karşı Direneceğiz ve Kazanacağız!
Yaşasın DİSK, Yaşasın Nakliyat-İş!
Nakliyat-İş Sendikası
Genel Merkezi
bulunan, Dünyanın en büyük emperyalistlerinden olan Coca Cola’ya karşı yürütülen Direniş ve İşgalimizi Türkiye’nin
en büyük Parababalarından olan KOÇ’a
karşı yürüttüğümüz Arçelik Direnişi’ni
ve İş Bankası’na karşı yürütülen Nemtrans Direnişi’ni, Ünsa Çuval Direniş ve
İşgali’ni, LC Waikiki-Meha Tekstil Direnişi’ni başarıyla sonuçlandırmış ve İşçi
Sınıfı Tarihinde yerini almasını sağlamıştır.
Şanlı 15–16 Haziran Direnişi ile İşçi
Sınıfımız büyük deneyler kazanmış, varlığını ve Demokratik Halk Devriminin
özgücü olduğunu çok net bir şekilde dosta da düşmana da kanıtlamıştır. Ancak
bu eylemler; kendiliğinden denen türdendir. Başka deyişle örgütten yoksundur. Bu nedenle biz devrimcilerin bu eylemlere öncülük etmesi gerekmektedir.
Bizler Halkın Kurtuluş Partisi olarak
Ustalardan aldığımız bilinç ile Tarihimizden aldığımız güç ile gerçek İşçi Sınıfı
Partisini kurmak için öncü grup olacak;
İkinci Kurtuluş Savaşımızı başaracağız ve
halkımızı açlığa, yoksulluğa ve sefalete
mahkûm eden Parababaları iktidarını yıkacağız. Ve bu mücadeleyi Demokratik Halk
Devrimi ile taçlandıracağız. Bundan adımız gibi eminiz. Burada, sizlerin huzurunda bir kez daha söz veriyoruz! 15.06.2015
İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!
Şan Olsun 15-16 Haziran’ı Yaratanlara!
Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi
13
5 Yıl: 10 / Sayı: 89/ 1 Temmuz 2015
Nakliyat-iş hukuksuzluğa, sendikasızlaştırma
politikalarına karşı bakanlığa yürüdü
Baştarafı sayfa 16’da
Konuşmaların bitmesinin ardından
Çalışma Bakanlığı’nın önünde oturma
eylemi yapıldı. Sık sık “İşçilerin Birliği
Sermayeyi Yenecek”, “Taşeron İşçisi
Köle Değildir”, “Sözleşme Hakkımız
Gasp Edilemez”, “İşçiyiz Haklıyız
Kazanacağız” sloganları atıldı. Otuz
dakikalık oturma eyleminin ardından
eylem sonlandırıldı.
Halkın Kurtuluş Partisi olarak eyleme
bizler de geniş biçimde destek verdik,
Çalışma Bakanlığının bu sendika düşmanı
uygulamasına karşı kendi sloganlarımızı
haykırdık. Partimizle birlikte Birleşik
Kamu-İş Konfederasyonu ve Birleşik
Metal-İş Sendikası’nın yöneticileri de
eyleme destek verdiler.
HKP olarak şunu çok iyi biliyoruz
ki Çalışma Bakanlığının bu yasadışı ve
keyfi uygulaması tamamıyla Türkiye’de
gerçek anlamda devrimci sendikacılık
yapan Nakliyat-İş Sendikası’nın yoluna
taş koymaya yöneliktir. Parababaları
bu tür aşağılık yöntemlerle işçilerin
devrimci
sendikal
mücadeleye
katılmasını engellemeye çalışmaktadır.
Ancak ne yaparlarsa yapsınlar bunu
başaramayacaklar.
Eninde
sonunda
İşçi Sınıfımızın birleşik, örgütlü gücü,
Parababalarının bu kokuşmuş düzenini
ortadan kaldıracaktır. Zafer eninde sonunda
direnen işçilerin, emekçilerin olacaktır.
25.06.2015
Ankara’dan
Kurtuluş Partili İşçiler
***
Nakliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza
Küçükosmanoğlu’nun Konuşma Metni
Sendikamızda
örgütlenen
2200
taşeron işçisinin toplu iş sözleşmesi
çalışma ve sosyal güvenlik bakanlığı
tarafından hukuksuz, keyfi bir şekilde
engellenmek isteniyor, izin vermeyeceğiz
Çankaya
Belediyesi/Norm
Altaş
İş Ortaklığında 655, İzmir Karşıyaka
Belediyesi taşeronu Altaş Yapı Sanayi Ve
Temizlik Hizmetleri Ticaret A. Ş işyerinde
330, Kadıköy Belediyesi taşeronu Altaş
Yapı Sanayi Ve Temizlik Hizmetleri Ticaret
A. Ş. işyerinde 652, Eskişehir Belediyesi
taşeronu Mehmet Selimoğulları Dermar
Ortaklığı işyerinde 452 ve İlyas Çağıran
işyerinde 26, Siirt Belediyesi taşeronu
Çelikler Tem. İnş. Yem. Bil. Gıda. Pet.
Ürün San. Tic. Ltd. Şti. işyerinde 43 ve Şişli
Belediyesi Taşeronları Ekspres Turizm
Nakliye İnşaat Ve Gıda Dış Ticaret Limited
Şti. işyerinde 28, ICS Turz. Gıda İç ve Dış
Tic. Ltd. Şti. işyerinde 70 olmak üzere
toplam 2200 işçinin çalıştığı, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı kayıtlarına göre
“Taşımacılık” iş kolunda faaliyet gösteren
işyerlerinde sendikamız geçtiğimiz 5 aylık
süre içerisinde örgütlenmiştir. İşyerlerinde
çalışan işçilerin büyük çoğunluğu
sendikamıza üye olmuşlar ve 6356 Sayılı
Yasaya göre Çalışma Bakanlığına yetki
başvurusu yapılmıştır.
Hangi işyerinin hangi iş kolunda olduğu
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
tarafından
Ocak/Temmuz
aylarında
yayımlanan istatistiklerde açıklanmaktadır.
İşçilerde e-devlet şifresi ile Çalışma
Bakanlığının
denetiminde
bulunan
elektronik ortam üzerinden hangi iş kolunda
çalışıyor ise üye olmak istediği sendikaya
üye olmaktadır. Bu sürece sendikaların her
hangi dahili olması 6356 sayılı yasaya göre
müdahalesi söz konusu değildir.
6356 Sayılı Yasa ile ilgili iş kolları
yönetmeliğinde iş kolu değişikliğinin nasıl
olacağı, prosedürü belirtilmiştir. Buna
göre toplu iş sözleşmesi süreci başlayan
işyerlerinde iş kolu değişiklikleri gelecek
dönem toplu iş sözleşmeleri için geçerli
olur. Başlayan toplu iş sözleşmesi sürecini
etkilemez.
6645 Sayılı Yasanın Resmi Gazetede
yayımlanması sonrası tüm işyerlerinde
6356 Sayılı Yasaya göre yetki başvuruları
yapılmıştır. Bakanlık altı işgünü içerisinde
yanıt vermesi gerekirken bir ay sonra ancak
bazı işyerleri için sonuç bildirilmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Anayasa, 6356 Sayılı Sendikalar ve
Nakliyat-İş’ten Konya’daki
Hidrodkon Direnişi’ne destek
K
onya’da kurulu bulunan Hidrokon işyerinde çalışan işçi kardeşlerimiz 2014 yılının şubat ayında
DİSK Birleşik Metal İş Sendikası’na üye
olmuşlar ve örgütlenmişlerdir. Bunu duyan patron 9 işçi kardeşimizi işten çıkartmıştır. Sendikanın çoğunluk tespiti gelmiş
ve patronun itirazı sonucu süreç uzamıştır.
Bu süreçte patron sendikaya üye olduğunu öğrendiği 50’ye yakın işçi kardeşimizi
önce zorla, tehditle sendikadan istifa ettirmiş, sonra da türlü bahaneler öne sürerek
tek tek işten çıkartmıştır. Aradan 1 yılı aşkın bir zaman geçtikten sonra Birleşik Metal İş Sendikası işyerinde yasanın aradığı
çoğunluğu sağlamış, TİS yetkisi gelmiştir.
Bu süreçte de patron 12 sendika üyesi işçiyi daha işten çıkartınca sendika, atılan
işçilerle birlikte fabrika önünde direnişe
geçmişlerdir. Birleşik Metal İş Sendikası
ilk basın açıklamasını 29.05.2015 Cuma
günü fabrika önünde gerçekleştirmiştir. Bu
gün de (05.06.2015) Konya Sanayii Odası
önünde yaklaşık 100 kişi ile bir basın açıklaması daha gerçekleştirmiş, Sanayi Odası
başkanı da olan Hidrokon patronunun işçi
ve sendika düşmanı tavrını protesto etmişlerdir.
Basın açıklamasını Birleşik Metal İş
sendikası Anadolu Şube Sekreteri Satılmış
Yılmaz yapmıştır. Yılmaz, “Hidrokon işçileri keyfe göre, adamına göre, yıldan yıla
o da işine gelirse yapılan zamlarla değil,
adam gibi, altı ayda bir ve kendilerinin de
görüşleri alınarak yapılan toplu sözleşme
düzeni istiyorlar.
“Kelle koltukta değil, insan gibi ve
insan yerine konarak çalışmak istiyoruz”
diyorlar.
Hidrokon işçileri fabrikaya ortak olmak değil, adam yerine konmak ve insanca
çalışıp, evlerine sağlıklı ve mutlu birer aile
babası olarak gitmek istiyorlar.
Bunun için anayasal ve yasal haklarını
kullandılar. Başlarına gelmedik kalmadı,
ama vazgeçmediler. Ve vazgeçmeyecekler.
DİSK/Birleşik Metal-İş olarak her zaman onların yanında olduk. Bir yandan
hukuk mücadelemizi sürdürdüğümüz gibi
onlarla birlikte, onların haklı davalarına
her türlü desteği verdik, esirgemedik.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de yasal ve haklı mücadelemizi sürdürmeye, Hidrokon işçilerinin haklı davalarında yanında olmaya devam edeceğiz” dedi.
Basın açıklamasında sık sık, “İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız”, “Yaşasın
DİSK Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz”,
“Sendika Hakkımız Engellenemez” sloganları atıldı. DİSK’in geleneğine ve tarihine her zaman her yerde sahip çıkan
NAKLİYAT-İŞ Sendikası üyesi işçiler de
basın açıklamasına yoğun ilgi göstererek
direnişin ilk gününden bu yana Hidrokon
İşçileriyle dayanışmasını kararlıca sürdürdüğünü gösterdi.
yetkisini kesin olarak almıştır.
Bu süre zarfında Konya Sanayi Odası
Başkanı Sn. Memiş Kütükçü birçok baskı
ve yasa dışı yöntemlere başvurmuş, sendikalaşmanın başladığı ilk günlerde 9 üyemizi işten çıkarmıştır.
Buna rağmen işçilerin kararlılığı karşısında çaresiz kalan işverenlik yetkinin
Toplu İş Sözleşmesi Kanunu ile iş
kolları yönetmeliğini keyfi bir biçimde
çiğnemektedir.
Bakanlık vermiş olduğu yanıtla bu
işyerlerinin “Genel Hizmetler” iş kolunda
olduğu gerekçesi ile olumsuz tespit
göndermiştir. Bu iş kolu değişikliği bir
anda nasıl olmuştur? Ortada bir müfettiş
incelemesi var mıdır? Hangi hukuki,
yasal kriterlere göre bu
yapılmıştır?
Keyfi bir şekilde elektronik ortamda mı
yapıldı? Nasıl bir hukuk yasa tanımazlık
keyfilik. Kaldı ki yasalara göre bir an iş
kolu değişikliğini kabul edelim. Bu durum
yine yasalara göre örgütlenmiş toplu iş
sözleşmesi prosedürü başlamış işyerleri
Öz-Görkem Sosyal Hiz. Yakındoğu
Temizlik
Amasya Belediyesi alt işveren
Elmakent Toplu Ulaşım A.Ş. işyeri.
Bakanlığın
bu
çifte
standard
Anayasanın eşitlik ilkesine hukuku mevcu
yasalara aykırıdır. Bakanlık hukuka
yasalara, yönetmeliklere göre davranmak
zorundadır. Bakanlık kamu adına özne
sendika tercihlerine siyasi yaklaşımlara
göre karar veremez.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığın
hukuka, yasalara, yönetmeliklere uygun
davranmaya çağırıyoruz.
Sendikamız, örgütlüğü ile Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığının bu yasa
için geçerli olamaz. Ancak gelecek dönem
toplu iş sözleşmeleri için geçerli olur.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Hak-İş’e bağlı Öz Taşıma-İş Sendikasına
benzer işyerleri olan aşağıda ki taşeronlara
toplu iş sözleşmesi yetkileri verilmiştir.
Ankara Büyükşehir Belediyesi alt
işvereni Belka A.Ş.’ye bağlı EGO 1-2-3-45 Bölge
Fen İşlerine bağlı Çevre Korumu
İşyerleri,
Ankara Büyükşehir Belediyesi‘ne bağlı
alt işveren BUGSAŞ AŞ’ye bağlı Metro,
Ankaray ve AŞTİ işyerlerinde
Afyonkarahisar Belediyesin’e bağlı alt
işverenler olan Hazar Sosyal Hizmetler
Ltd. Şti.
Orsis Müh. Ltd. Şti. Adi Ortaklığı
hak, hukuk tanımaz keyfiliğine karş
hukuki, meşru tüm mücadele yöntemler
ile mücadele edecektir. 25.06.2015
Hidrocon işyerinde işçilerinin çalışmalarının karşılığının asgari ücret olmadığını
işveren de bilmekte, ama işçileri asgari
ücretten çalışıyor gösterip üstünü elden
vermek suretiyle kayıt dışı yani yasa dışı
yöntemler uygulamaktadır.
İşte Hidrocon işçileri bu adaletsizliğe
, bu kayıtdışılığa ve bu haksızlığa itiraz
etmekte ve ücretlerine zam istemektedirler.
Hidrocon işçileri keyfe göre, adamına
göre, yıldan yıla o da işine gelirse yapılan
zamlarla değil, adam gibi, altı ayda bir ve
kendilerinin de görüşleri alınarak yapılan
toplu sözleşme düzeni istiyorlar.
nuna kadar kararlı bir duruş demektir.
Biz bugüne kadar hep böyle yaptık ve
hiçbir zorluk karşısında geri adım atmadık
Bunu önce MAHLE’de başardık. Önce
işveren sendikalı olmamızı istemedi. Birliğimizi bozmak için elinden geleni yaptı. Ancak başaramadı. Şimdi MAHLE’de
ikinci dönem toplu sözleşmemizi yaptık
Sorunlarımızı örgütlü gücümüzle, yan
sendikamızla çözüyoruz. Artık fabrikada
bizimle ilgili her konuda söz hakkına sahibiz.
Şimdi sıra HİDROKON’da. Mücadele
etmeden, hakkını aramadan sonuç
“Kelle koltukta değil, insan gibi ve insan yerine konarak çalışmak istiyoruz” diyorlar.
Değerli basın mensupları
Değerli arkadaşlar
Hidrocon işçileri fabrikaya ortak olmak
değil, adam yerine konmak ve insanca çalışıp, evlerine sağlıklı ve mutlu birer aile
babası olarak gitmek istiyorlar.
Bunun için anayasal ve yasal haklarını
kullandılar. Başlarına gelmedik kalmadı,
ama vazgeçmediler. Ve vazgeçmeyecekler.
DİSK/Birleşik Metal-İş olarak har zaman onların yanında olduk. Bir yandan
Hukuk mücadelemizi sürdürdüğümüz gibi
hep onlarla birlikte, onların haklı davalarına her türlü desteği verdik, esirgemedik.
Bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de yasal ve haklı mücadelemizi sürdürmeye, Hidrocon işçilerinin haklı davalarında yanında olmaya devam edeceğiz.
DİSK demek hak demektir, mücadele
demektir, işçinin alınteri, göz nuru için so-
alınamayacağını çok iyi biliyoruz
Yılmadan hakkımızı arıyor, sendikal
çalışma
konusunda
mücadelemiz
sürdürüyoruz.
Fabrika
kapısındak
çadırımız sadece HİDROKON işçilerinin
hakkını arama mücadelesi değil, tüm
Konya sanayisindeki metal işçilerinin hak
mücadelesi için kuruldu. HİDROKON
işçileri olarak kazanacağız ve bizim
kazanımımız tüm KONYA işçilerinin
kazanımı olacak.
Çünkü Konya’da bir kez daha tarih
yazılıyor
Çünkü artık KONYA İŞÇİSİ hakkın
arıyor.
Çünkü artık KONYA İŞÇİSİNİN
SENDİKASI var.
Artık KONYA İŞÇİSİNİN DİSK’İ
VAR, BİRLEŞİK METAL-İŞ’İ VAR.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yolumuz açık olsun. q
Taşeron Cehennemine Son!
2200 İşçinin
Engellenemez!
Sözleşme
Hakk
Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!
Yaşasın Sendikamıza Üye İşçilerin
Örgütlü Mücadelesi!
İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız!
Yaşasın Nakliyat-İş Yaşasın DİSK!
Yaşasın Sınıf Dayanışması
Yaşasın DİSK Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz.
Konya’dan
Kurtuluş Partili İşçiler
Yapılan basın açıklaması aşağıdadır:
Değerli basın mensupları
Değerli işçi arkadaşlarım
Konya dünüyle bugünüyle bu ülkenin
en önemli kentlerinden biri. Her şeyden
önce Mevlana’nın, Şemsi Tebrizi’nin kenti. Tarihiyle, kültürel değerleriyle, mimari
yapılarıyla hep örnek olmuş şehirlerimizin
başında geliyor.
Ancak son yıllardaki gelişimiyle birlikte Konya artık aynı zamanda bir sanayi
şehridir ve bu şehirde emeğiyle geçinen
insanlar, insanca yaşanacak bir ücret, insan
gibi çalışma koşulları istiyorlar.
Fabrikalarda çoluk çocuğunun rızkı
için çalışan işçiler alınterinin hakkını almak için hayatlarını ortaya koyuyorlar.
İşte şimdi bizler bundan 6 yıl önce
ayak bastığımız bu değerli şehrimizde
işçilerin kaderini değiştirmek için, işçilere,
emekçilere reva görülen bu dayatmalara
karşı önce Mahle fabrikasında dur dedik.
Mahle işçilerinin kararlı tutumları sayesinde onların makus talihini yendik. Ücretlerini artırdık, çalışma koşulların iyileştirdik, sosyal haklar alarak refah düzeylerini
geliştirdik.
Şimdi Konya’da tarih yeniden
yazılıyor. Ama bu yazılan işçilerin
çalışma koşullarının tarihidir, endüstriyel
ilişkilerde, sanayide iş koşullarının nasıl
belirleneceğinin tarihidir.
Mahle de değişen, işçiden yana yeniden
yazılan, iyileştirilen koşulları şimdi Hidrocon işçileri için hep birlikte yapacağız.
Hidrocon işyerinde 2014 yılında başlattığımız sendikalaşma mücadelesi sonucu
her türlü engellemeye rağmen sendikamız
gerekli çoğunluğu sağlamış ve bakanlık tarafından verilen toplu iş sözleşmesi yapma
kesinleşmesiyle birlikte geçen hafta içinde
12 üyemizi daha işten çıkarmıştır. Bu işyerinde ne yazık ki toplam 70 üyemiz çeşitli
zamanlarda işten çıkarılmış bulunmaktadır.
Anayasal bir hak olan sendikaya üye
olma ve toplu sözleşme hakkı ne yazık ki
gözler önünde çiğnenmekte, insanlarımız
mağdur edilmektedir.
Yıllardır kaderlerini işverenin iki dudağının arasından çıkacak sözlere bırakan
Hidrocon işçileri yasal haklarını kullandıkları için cezalandırılmaktadır.
Demek ki biz işçilerin iki çift söz söyleme hakkı olması için din kardeşliği bile yeterli olmamakta iş paraya, hakkını aramaya
gelince her şey unutulmaktadır.
Ve bütün bunlar ne yazık ki “ne olursan ol yine gel” diyen Mevlana Celalettin
Rumi’nin türbesinin olduğu kentte yaşanmaktadır.
Hidrocon işçileri yıllardır asgari ücret
düzeyinde, saatlerce fazla mesai yapmadan
evlerine ekmek götürmeye çalışmaktadır.
14
Yıl: 10 / Sayı: 89 / 1 Temmuz 2015
Tavşana Kaç Tazıya Tut!
Baştarafı sayfa 16’da
sınır değişikliği ile oluşturulacak “Free
Kurdistan” olduğunu da mı görmedin?
“Arap Baharı” sonrasında emperyalist saldırı Suriye’ye ulaşınca hemen
ağababalarının gözüne girmek için
komşumuz Suriye’ye olmadık kötülüğü yapan sen değil miydin?
O Suriye ki, İsrail’e karşı tek dik
durabilen ülkeydi, buna rağmen…
Emperyalistlerin böl, parçala, yut
politikasını bilmez misin?
Emperyalizmin bu amaçla her türlü
etnik farklılığı, mezhep farklılıklarını,
sosyal ve kültürel farklılıkları kullanarak halkları birbirine düşüreceğini bilmiyor muydun?
Sen de mezhep ayrılıklarını kışkırtarak (Alevileri dışlayarak) bu politikaya hizmet etmedin mi?
Bütün bunları bile bile, hatta göre
göre, yaşayarak emperyalistlere yalakalık, uşaklık yapan, sadece bölge
halklarını değil, kendi halkını da emperyalizme kurban eden sen değil miydin?
O halde bu ne perhiz, bu ne lahana
turşusu, hafız?
Emperyalist Taktikler
Emperyalizmin stratejisini gördük.
Bu stratejiye varmak için çeşit çeşit
taktikler kullanıyor emperyalizm. IŞİD
ve Amerikancı Kürt Hareketi bunlardan ikisi.
IŞİD, bugün örgüt olarak adlandırmanın hafif kalacağı bir yapı. Devletiz
diyorlar ve bir bakıma öyle de… Bugün kontrol ettiği bölge pek çok Avrupa
ülkesinden, hatta Büyük Britanya’dan
bile daha büyük. Bu topraklarda 6 milyon civarında nüfusu denetiminde tutuyor. Vergi topluyor, asker devşiriyor.
Yakın zamanda, ABD Emperyalizminin bölgedeki bu gelişmeleri tahmin
ettiği bilgisi ortaya çıktı. Hürriyet’te
Tolga Tanış, 30 Temmuz 2012 tarihinde hazırlanarak Beyaz Saray’a gönderilen bir askeri istihbarat raporundan
dem vurdu:
“Suriye’de rejim ayakta kalacak.
“Gelişmeler bir vekalet savaşına
doğru gidiyor: Rusya, Çin ve İran’ın
desteğiyle rejim Tartus ve Lazkiye
gibi kıyı bölgelerini kontrol ediyor.
Muhalefet ise Türkiye sınırındaki
bölgelere ilaveten Irak’ın Musul ve
Enbar eyaletlerine komşu Hasaka
ve Deyrozzor gibi doğu bölgelerini kontrol etmeye çalışıyor. Batı ve
Körfez ülkeleriyle Türkiye de bu çabaları destekliyor.
“Suriye’nin doğusunda ilan edilmiş ya da edilmemiş Selefi bir yönetim (IŞİD doğudaki Rakka’da
yaptı) ortaya çıkabilir. Bu da muhalefeti destekleyen güçlerin, Irak ve
İran’daki Şii yayılmacılığının stratejik derinliği olarak düşünülen Suriye Rejimi’ni izole etmek için tam
istedikleri bir şey.
“Bu da Irak El Kaidesi’ne (IŞİD)
eski hücresi Musul ve Ramadi’ye
dönmesi için ideal bir ortam yaratacaktır. Iraklı ve Suriyeli Sünniler
ile Arap dünyasındaki geri kalan
Sünniler arasında cihat için bir araya gelme konusunda bir momentum
sağlayacaktır. Ayrıca Irak El Kaidesi, Irak ve Suriye’deki diğer terörist
gruplarla oluşturduğu birlikle bir
İslam Devleti de ilan edebilir.” (Hürriyet, 24 Mayıs 2015).
Ve bugün öngörülen gerçekleşti denebilir. IŞİD bugün koca bir devlet görünümünde.
Pekiyi bunun bir önemi var mı?
Var. Hem kendi belirttikleri gibi
Esad güçlerini yıpratmakta, hem de
daha önemlisi Kürt Hareketini güçlendirmekte rolü var.
Bu sayede bugün IŞİD ile Kürtlerin
kesişme noktası neredeyse 900 kilometre uzunluğunda. Bu sürekli “IŞİD
tehdidi” ile Kürt bölgeleri sürekli teyakkuzda tutularak Kürtlerin örgütlenmesi, silahlanması, eğitilmesi, moral
kazanması, bütünleşmesi ve yönlendirilmesi hedefleniyor.
Musul’dan Kobani’ye,
Kobani’den (Ayn El Arab) Tel
Abyad’a ve “Biji Obama”!
ABD Emperyalizmi IŞİD’i hem
Esad’ı düşürmek, hem de kendi Kürt
politikasını hayata geçirmek için kullanıyordu. Dün IŞİD’i Kerkük-Musul yöresine yönlendirmiş, hem Barzani’yi,
hem Amerikan Ordusunu kahraman
yapmıştı. Daha sonra Kürt nüfusun
çoğunlukta olduğu Kobani’ye yönlendirdi IŞİD’i. Kürt nüfusun çoğunlukta
olduğu Kobani’yi (Ayn El Arab) kuşattı IŞİD. Kürt Sorunu’na Amerikancı “çözüm” için dönüm noktalarından
biriydi, Kobani de… Sonra malum.
Sağlığımız ve hastalığımız
H
asta-doktor ilişkileri son yıllarda
iyice bozuldu. On üç yıllık AKP
iktidarı boyunca, bu ilişkileri bozan nedenler iyice arttı. Esas olarak hastalıklar üzerinden para kazanılan düzen
meydana getirilince, ilişikler daha bozuldu. Üstüne bir de Hükümet çevrelerinden
“Doktor efendi dönemi bitti”, “Bu doktorlar ne versen doymaz” gibi açıklama-
lar olunca hastalar, doktorları karşı taraftan
biri gibi görmeye başladılar. Doktorlar ve
sağlık çalışanları olarak, bizler de bu düzene karşı koyan bir örgütlenme oluşturamadığımız için karmaşık bir düzen içinde
çalışmak zorunda kalıyoruz. Bu ortamda
hastanın hastalığını anlamak, çözüm bulmak da zorlaşıyor.
Dünya Sağlık Örgütü, Tababet Uzmanlık Tüzüğü belgelerine göre her hastaya en az 15-20 dakika zaman ayırmak
gerekirken, kamu hastanelerinde bu kurala
uyulmuyor. Doktorlar, alışkanlıklarını bir
tarafa itemiyorlar. “Başhekim bana günde 100 hasta bakacaksın diyor” diye söyleniyorlar. Oysa bir hekimin baktığı hasta
sayısını sınırlandırma hakkı var. Öte yandan, Sosyal Güvenlik Kurumu Özel hastane hekimlerine günde en çok 60 hastaya
bakmaları için provizyon veriyor.
Kamu hastanelerindeki doktorlar için
diğer bir etken de performans baskısı oluyor. Bir doktor ne kadar çok hasta bakıp,
ne kadar çok ameliyat yaparsa ona göre
ücret alıyor. Performansa dayalı olarak
döner sermayeden verilen bu ücret, maaşı
geçiyor. Doktorlar ve sağlık çalışanları bu
şekilde parça başı iş yapan, fason üretim
yapan işyerindeki usulle çalıştırılıyor. Tatile gidildiğinde, hastalık nedeniyle rapor
alındığında bu ücret kesilmiş oluyor. Bu
durum, sağlıkçıların dinlenme ve sağlık
hakkını engelleyen bir kural olmuş oluyor.
Bugün artık sağlık alanımız yarı yarıya
özelleşmiş durumda. Özellikle, büyük ameliyatların
çoğu, özel hastanelerde
yapılıyor. Özel hastanelerin, hastalardan aldığı katkı
payı başlangıçta % 30 iken,
şu anda % 200’e çıkmış
durumda. Halkın cebinden
çıkan, sağlıklı olmak için
harcadığı para her geçen
gün artıyor. On yıl öncesine
göre, hastalar dört kat daha fazla doktora
başvuruyorlar. Hastane hastane, doktor
doktor gezen pek çok hastamız var. Bunun
üstüne, doktorlara güvenmeyip bitkisel
ilaçlardan ve diğer alternatif tıp (hacamat,
kupa tedavisi) gibi bilimsel olmayan yöntemlerle derdine deva arayan çok hasta var.
Tayyipgiller iktidarının çıkardığı bir yasayla, bu alternatif tıp tedavilerinin önü açıldı.
Medyadaki akıldaneler her ne kadar
AKP iktidarının % 10 oyu, sağlık alanında
yaptıkları düzenlemeden geliyor dese de
bu durum gerçekleri yansıtmıyor.
Hasta-doktor, sağlık çalışanları ilişkilerinin gittikçe güçleştiği bu düzen devam
ettikçe, doktorlar ve hastalar için daha dayanılması zor hale geliyor. Yerli-Yabancı
Parababalarının kârına kâr kattığı bu gidişata sağlıkçılar ve vatandaşlar olarak dur
dememiz gerekiyor.
Kurtuluş Partili
Bir Doktor
Amerikan uçakları havadan, Barzani
peşmergesi+YPG+PKK güçleri karadan IŞİD’i püskürttüler. Böylece hem
Barzani, hem YPG, hem PKK moral
kazandı; Kürt güçleri silahlandırıldı ve
organize edildi; Kürt ulusal bilinci bilenerek ileriye hazırlandı. Kobani olayı
ise neredeyse Stalingrad Zaferi ile eş
tutuldu.
Bu hazırlık ürün vermeye başladı.
YPG güçleri şimdi de (Haziran 2015),
Ocak 2014’ten beri IŞİD’in elindeki
Tel Abyad’ı aldı. Tel Abyad, IŞİD’in
merkez bellediği Rakka’nın başlıca ikmal yolu oluşundan önemli. Tayyipgil
bu kanaldan IŞİD’i besliyordu. Hürriyet’te Tolga Tanış yazıyor:
“ Son iki yıldır Türkiye’ye her
gittiğimde Şanlıurfa Akçakale’ye de
geçiyorum.
“(…)
“Gümrükte bitmeyen kamyon
trafiğini hiçbir zaman aklım almadı.
“Her seferinde aynı şeye tanık oldum.
“Çimentodan gıdaya, malzeme
taşıyan kamyonlar Akçakale gümrüğüne geliyor…
“Malı gümrük bölgesine indiriyor…
“Suriye tarafından gelen başka
bir kamyon da malı gümrükten teslim alıp Suriye’nin içine götürüyordu.
“Böylece sınır geçişi yapılmadan
mal ticareti devam ettiriliyordu.
“Bunun karşılığında IŞİD sınıra
bayrak çekmiyordu.
“Kör kör gözüm parmağına olmasın, Türkiye ‘rencide’ olmasın
diye.
“Tel Abyad düşünce bu alışveriş
de bitti.
“IŞİD, Tel Abyad’ın 100 km güneyindeki Rakka için en önemli lojistik
kapısını kaybetti ve Suriye’deki momentum da ilk kez IŞİD aleyhine değişti.
“Bunun sonuçlarını birkaç hafta
içinde göreceğiz.
“Lojistik desteğini kaybeden örgütün çatışmalardaki etkinliği de,
belirgin biçimde düşecektir.
“Amerikalıların Türk tarafına
uzun süredir söylediği, IŞİD’e katılmak isteyen yabancı savaşçılara karşı sınır kontrolü fiilen gerçekleşmiş
oldu. Ancak bu da başlı başına dramatik bir gelişmedir. Tel Abyad’ın
düşmesiyle Amerika ve Batı ülkelerinin Türkiye’den istedikleri sınır gü-
venliğini NATO ülkesi Türkiye değil,
PKK uzantısı PYD sağlamış oldu ”
(Hürriyet, 21 Haziran 2015).
Tel Abyad’ın diğer önemi, Kobani’nin doğudaki Kürt bölgesi ile birleşmesi oldu. Şimdi sıra batıdaki Afrin ile
birleştirmek.
Durum budur. Biji PYD, Biji PKK
yani…
Öte yandan, IŞİD, ortalığı kasıp
kavurarak örgütsüz insan yığınlarını
yerinden yurdundan ediyor. Örgütlü
güçlerse saldırıyı “püskürterek” kahraman oluyor ve haklı duruma geçiyorlar. Örgütsüz halk yığınları, özellikle
Türkmenler, Ezidiler (Tabii Araplar
da), gerek Kuzey Irak’ta, gerekse Kuzey Suriye’de topraklarına geri dönebilecekler mi, şüpheli.
Sonuç
Demek ki, IŞİD emperyalizm tarafından kullanılıyor. Bölgenin emperyalizmin güdümündeki diğer ülkeleri de
kaçınılmaz olarak IŞİD ile düşüp kalkıyor. Bunu Ortaçağcı olmasına rağmen
emperyalizme kafa tutan İran yönetimi
de gördü. Tabii emperyalizme kafa tutması sayesinde. Geçen yıl tam bu zamanlar İran Rehberlik Uzmanlar Meclisi Başkan Vekili Ayetullah Seyyid
Muhammed Haşimi Şahrudi, Irak’ta
IŞİD’in yaptıklarını görünce açıktan
söylemişti: “IŞİD, bir yandan Amerika, İsrail’in ve diğer yandan Suudi
Arabistan, Katar, Türkiye ve Kürtler partisinin piyonudur.” (odatv,
27.06.2014).
Emperyalizmin, kanlı IŞİD katliamlarını medyada ikide bir sansayonal şekilde göstermesi, kendini gizlemenin bir yolu. Güya IŞİD düşman!
Böylece emperyalizmin IŞİD’i kullandığı gizleniyor, ABD güçleri ise
kahraman oluyor (Biji Obama yani…)
Tel Abyad başarısı PYD-ABD ilişkilerini de sıkılaştırmış olsa gerek.
Ortada güçlü bir ittifak var. Tolga Tanış, şöyle devam ediyor yazısında:
“(…) Benim konuştuğum bir
Amerikan yetkilisi, özellikle Kobani’nin düşmesinden sonra PYD
ile yürütülen ortak çalışmaların,
IŞİD’den geri alınan yerleşim yerlerindeki bubi tuzakları ve mayınların temizlenmesi işine kadar
uzandığını anlattı. Amerikalıların
koordine ettiği, ismini verdikleri
ama yazılmasını istemedikleri uluslararası bir örgüt üzerinden. Tel
Abyad, PYD ve ABD arasındaki bu
çalışmaların da devamını sağlayacak bir gelişme oldu.” (Hürriyet, 21
Haziran 2015).
Böyledir. Emperyalizme elini veren kolunu alamaz. Kürt Hareketi emperyalizmin güdümünde sürer gider.
Ancak emperyalizme güven olmaz.
Bugün nasıl IŞİD’i hem besliyor, hem
Kürdistan’ın kurulmasında ve Esad
Yönetiminin yıpratılmasında kullanıyor, hem de yeri geldiğinde vuruyorsa, yarın da Kürt, Türk, Arap demeyip
halkları birbirine kırdıracak veya yeri
geldiğinde kendisi kıracaktır. Bunca
kan döküldükten sonra, emperyalizm
istemese bile Kürt, Türk Arap kanı
dökülecektir. Ne yazık ki acı gerçek
böyle…
Bu yüzden başta kardeş Kürt Halkının, bölge halklarının tehlikeyi görüp sağduyulu davranması şarttır.
Tayyip’e gelince… Suyu ısınmıştır. Davidson ve Tayyip’in “Asla…”,
“Kimse…” ile başlayan sözlerini artık kimse yemiyor. Tayyip’in yapacağı her türlü emperyalist uşaklığı da
kendisini kurtaramayacaktır. Artık her
gün yeni bir belge çıkabilir. Haziran
ayında ortaya çıkan bir belgede 11
Eylül 2012’de Libya’nın Bingazi kentinde Amerikan Büyükelçisi ve yanı
sıra 3 Amerikalının öldürülmesiyle
Tayyip desteği arasında ilişki kuruluyor. Tolga Tanış aktarıyor:
“Judicial Watch’ın edindiği belgeler arasında önemli bir doküman
daha var.
“17 Mayıs 2012’de yine Amerikan
askeri istihbaratı tarafından hazırlanmış bu belge. Ve Libya’nın doğusundaki kıyı kasabası Gara açıklarında şüpheli bir geminin seyrüsefer
bilgileri paylaşılmış.
“Bingazi’den çıkıyor. Gece, uluslararası sularda kıyıya paralel doğuya doğru ilerliyor. Sonra Tobruk’a
yakın Gara’da kıyıya yöneliyor. Karaya 2-3 km mesafede dört saat kalıyor.
“Sonra tekrar kuzeye doğru yol
alıyor. Son dönem şüpheli rota izleyen benzer gemilerden biri, deniyor,
yine Beyaz Saray’a da yollanan belgede.
“Peki gemi ne çıkıyor?
“Türkiye’den Bingazi’ye ‘çimento’ getirdiği söylenen bir yük gemisi.” (Hürriyet, 24 Mayıs 2015).
Ne diyelim? Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz! q
Cansu Kaya’ya yapılan tüm kadınlara
tüm insanlığa yapılmıştır
T
ayyipgiller
iktidarının Ortaçağcı
zihniyetiyle kadına yönelik sömürüsü her
gün artıyor. Her geçen
gün kadına şiddet ve kadın cinayetleri dur durak
bilmeden devam ediyor.
Yine, insanı isyan ettiren Özgecan trajedisiyle
yüreklerimizi dağlayan
vahşetle karşı karşıyayız. Bu seferki caniliğin
adresi Muğla’nın Ortaca
ilçesi…
Dalyan Kanalı’nda bir
kadın cesedi bulunuyor,
Cansu Kaya…
Cansu Kaya 18 yaşında gençliğinin baharında
bir işçi kardeşimizdi. Garson olarak çalıştığı restorandan mesai bitimi ayrıldıktan sonra ailesi kendisinden haber alamaz.
Ailesi kızlarına telefonla
ulaşamayınca jandarmaya başvurur. Cansu Kaya,
geçen Pazar gününden itibaren bütün aramalara rağmen bulunamaz.
Yıllardır uygulanan, kadını aşağılayan,
meta haline getiren bu eğitim sisteminin ortaya çıkardığı yaratıklar; ömrünün
baharındaki Cansu’ya tecavüz edip boğmuşlar ve 2 gün buzdolabında sakladıktan
sonra su kenarına atacak kadar insanlıktan
çıkmışlardır. Cansu Kaya’nın cesedini ablası Burcu Kaya, Dalyan’ın Çandır Geçişi
Mevkii’ndeki su kenarında bulur. Üzerinde sadece iç çamaşırı bulunan Kaya’nın
otopsisinde cinsel organında zorlama tes-
pit edilmiş ve boğulduktan sonra suya atıldığı rapor edilmiştir.
Tayyipgiller her gün yeni bir fetvayla
çıkıyorlar karşımıza; kadın kahkaha atmasın, gülmesin, 6 yaşındaki çocukla evlenilebilir, hamile kadın sokakta gezmesin
vb… İmam nikahını meşru sayan ve bunu
yasal dayanaklarla destekleyen bir gerici
zihniyet hakim ne yazık ki ülkemizde.
Tayyipgiller atılan çığlığı duyabilir mi
ya da yüreği yanan, ölümden beter acılara
gark olan bir annenin çığlığını, feryadını
duyabilir mi?
Asla!
Tecavüzcülerin, kadınları katledenlerin aldıkları ya da almadıkları cezalar ortada! İşte biz bu
yüzden, bu katillerin, canilerin her
defasında sırtını sıvazlayan, laik ve
bilimsel eğitimi dinamitleyerek insanlıktan çıkmış canavar ruhlu sapıkların yetişmesini sağlayan asıl
sorumlular olarak emperyalizmin
kuklası Tayyipgiller’i görüyoruz.
Halkın Kurtuluş Partisi programı bu tip yaratıklar için şöyle der:
“Kadının sosyal açıdan ezilmişliğini fırsat bilen, sömürücü, vurguncu, yani alınteriyle para kazanmayan, her türden ahlâk anlayışından uzak sermaye sınıfına mensup
erkekler, kadını cinsel zevklerini
doyuracak obje olarak görmekte ve
kullanmaktadır. Irz suçunun cezası
idamdır.”
Bugün gencecik hayat dolu
bir arkadaşımızı daha sonsuzluğa
uğurladık, kimimizin gözyaşları
sel olup aktı, kimimiz gözyaşlarımızı yutkunarak içimize akıttık ve
bir kez daha söz verdik. Mutlaka
hesap soracağız. İnsanlık suçlarında zaman aşımı olmaz, zamanı geldiğinde bir bir yargılayacağız bu insanlık
düşmanlarını ve onların yetişmesini sağlayanları!
Öfkemizi bileyip mücadeleye daha sıkı
sarılacağız ve kadınlar olarak bize biçilen
bu hayatın bütün duvarlarını yıkacağız,
tüm zincirleri parçalayacağız! 18/06/2015
Cansu Kaya’nın Hesabı Sorulacak!
Kurtuluş Partili Kadınlar
15
5 Yıl: 10 / Sayı: 89/ 1 Temmuz 2015
1
2
Abdocan’ın Hesabı Sorulacak!
013 yılı Haziran ayında, AKP iktida-
rının; rantcı, baskıcı, gerici ve işbir.
likçi politikalarına karşı Türkiye’nin
m
d her tarafında ayağa kalkarak isyan eden
Emekçi Halklarımız, Tayyipgiller saltanatını derinden sarsmış ve düzenin hâkimi
p olan Parababalarına büyük korkular yaşatmıştı.
i
İşte bu Şanlı Gezi İsyanı’mız sürecina de, bir yandan Tayyipgiller’le ve üzerimize
m sınırsız yetkilerle saldığı polislerle mücaı dele ediyor, bir yandan da ne yazık ki genk cecik fidanlarımızı yitiriyor ve şehitler veriyorduk.
İşte o şehitlerden bir tanesiydi Abdul-
yakınlarını yıldırmaktı tabiî ki Tayyipgiller’in. Davayı ne kadar uzak bir yere taşırsak gerçekleri o kadar çok gizleriz zannediyorlardı akılları sıra.
Ancak; Halkın Kurtuluş Partisi olarak
biz söz vermiştik şehit düşen yoldaşlarımıza. “Kanınız yerde kalmayacak” ve “Davalarınızın takipçisi olacağız” demiştik.
“Er ya da geç hesap soracağız Tayyipgiller’den” demiştik.
Bu nedenle Tayyipgiller bu davaları nereye taşırlarsa taşısınlar bizden kaçamazlar. Kaçamadılar da!
Çabaları boşunadır...
12 Haziran Cuma günü, şafak daha sök-
,
a
r
n
1
ı
e
n
lah Cömert Yoldaş. Hatay’da, halkın en
ön saflarında günlerce mücadele vermişti
n Tayyipgiller iktidarına karşı. Yine o mücadele esnasında, bir polis aracından atılan
biber gazı kapsülü nedeniyle başından vurulmuş ve şehit düşmüştü yiğit yoldaşımız.
12 Haziran Cuma günü, Balıkesir’de
davası vardı Abdullah Yoldaş’ın. Sözde
- güvenlik gerekçesiyle Hatay’dan yüzlerce
kilometre uzaktaki bir şehre taşıdılar bu
a davayı. Amaçları; davayı gizli tutmak ve
meden indik Balıkesir sokaklarına. Adliye
etrafında geniş güvenlik önlemleri alınmıştı erken saatlerde. Bizler de bayraklarımızla, sloganlarımızla adliye çevresinde
yerlerimizi aldık ve duruşmanın başlamasını bekledik. Avukatlarımız da mahkeme
salonundaki yerlerini aldılar.
Saat 09.30’da duruşma başladı. Sanık
polis Ahmet Kuş telekonferans yöntemiyle
katıldı duruşmaya, oturduğu yerden, takım
elbisesiyle…
Abdocan’ın yoksul ailesi ise iki bebekle, yüzlerce kilometre yol gelerek oğullarının, kardeşlerinin davasını takip ediyorlardı. Sanki suçlu Abdocanmış gibi sürgünde
duruşması görülüyordu.
Duruşmada çeşitli kurumlardan gelen
evraklar okundu. Emniyetten gelen evraklarda bilgi verilmiyordu. Bunun üzerine
HKP Başkanlık Kurulu Üyesi ve İzmir
İl Başkanı Av. Tacettin Çolak söz alarak:
Öldürülen Kuş değil bir İnsan! Emniyet
göz göre göre suç işlemektedir, suç duyurusunda bulunulsun, dedi.
Ailenin avukatları ise gelen belgelere itiraz ederek sanığın tutuklanması için
tüm unsurların gerçekleştiğini söyleyerek
tutuklanmasını talep ettiler. Ancak sanık
polisin tutuklanma talebini Mahkeme reddetti. Abdocan’ın garip Anası ve kardeşleri
isyana durdu bu sırada. Mahkeme başkanına ve heyetine içlerindeki isyanı döktüler.
Öldürülen kuş değil diye bağırdılar. Mahkeme duruşmayı 19 Ekim 2015 tarihine
erteledi.
Duruşma çıkışında ağlaya ağlaya “Oğlumun Davasının son nefesime kadar
takipçisiyim. Katillerin peşini bırakmayacağım” diyen Hatice Ana’nın sesi kulaklarımızda ayrıldık Balıkesir’den.
Tayyipgiller şunu iyi bilmelidir ki; ne
yaparlarsa yapsınlar, bu davaları nerelere
taşırlarsa taşısınlar biz Gezi Şehitleri’mizin
davalarını yakından takip etmeye devam
edeceğiz. Bu dava diye oynattıkları tiyatroları çok yakın bir süreçte başlarına yıkacağız!
Ne Abdocan’ın ne de diğer Gezi Şehitleri’mizin kanı yerde kalmayacak!
Gezi Şehitleri Ölümsüzdür!
Halkız, Haklıyız, Kazanacağız!
Kurtuluş Partililer
Özgecan Aslan davası başladı!
1
1 Şubat 2014 tarihinde, Ortaçağcı Tayyipgiller iktidarının uyguladığı politikaların bir sonucu olarak, faşist-sapık katiller tarafından hunharca işlenen bir cinayete kurban giden Özgecan kızımızın-kardeşimizin davasının ilki bugün (12 Haziran) Tarsus Adliyesinde başladı.
Çeşitli kadın örgütleri, halkımız, Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu Genel Merkez Yöneticileri ve Tarsus, Mersin, Adana Eğitim-İş Şubeleri, Büro-İş, Tüm Yerel-Sen yönetici ve üyeleri, ADD, ÇYDD vb.
dernekler adliye önünü doldurarak Özgecan’ın ailesine destek verdi.
Biz de Partimiz HKP’nin bayrağını alanda dalgalandırdık, sloganlarımızı haykırdık.
,
Özgecan’ın Katili Parababaları Düzenidir!
Kadının Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız
Değildir!
Mersin’den Kurtuluş Partililer
İşkenceciler karşısında
onuruyla direnen
Kazım Sümer Yoldaş’ı andık
Baştarafı sayfa 16’da
Ermenek Hastanesinde de o dönemlerde görev yapan faşist doktorlar ilk müdahaleyi yapmayıp, eve gönderince arkadaşımız göz göre göre katledildi. Yoldaş’ımız,
bir önceki gün Karakolda aldığı darbeler
nedeniyle beyin kanaması geçirmişti.
Yoldaş’ımızın aramızdan ayrılmasından sonra yapılan otopside, kendisine ilk
müdahaleyi yapmayan faşist doktor ısrarla
ölüm nedenini “kalp krizi” yazmak isteme-
sine karşın, otopside bulunan yeni mezun
bir başka doktorun namuslu davranması
sonucu Yoldaş’ımızın karakoldaki işkence
nedeniyle öldüğünü otopsi raporuna yazmak zorunda kaldı.
Olaydan üç ay sonra 12 Eylül oldu.
Ama ailesi ve köyündeki yoldaşlarımız katillerin peşini bırakmadılar. İşkenceciler 12
Eylül mahkemelerinde yargılandılar. Kendilerine verilen cezalar almaları gereken
gerçek cezalar olmasa da göstermelik de
olsa cezalandırıldılar.
Aradan geçen 35 yılda Kazım Yoldaş’ımızı her yıl gazetemizde zaten anıyorduk.
Bu yıl o yöredeki yoldaşlarımızın isteği ve
yaptıkları güzel organizasyonla Yoldaş’ımızı kendi köyü olan Sarıveliler ilçesine
bağlı Çevrekavak’ta bulunan mezarı başında andık.
Anma programımız 21.06.2015 saat
15.00’da köy merkezinde kendi köylüleri
ve çevre köylerden toplanan bölge hal-
kıyla birlikte mezarlığa hareketle başladı.
Mezarlıkta Parti bayraklarımızla “Kazım
Sümer Yoldaş Ölümsüzdür” pankartımızı
ve Parti Pankartımızı açtık.
Mezar başında açılış konuşmasını o dönem aynı anda göz altına alınan Muhittin
Yoldaş yaptı.
Yoldaş’ımız o dönemin koşullarına ve
Kazım Yoldaş’ın yaşantısına vurgu yaptı.
Bu arada Göktepe Belediye Başkanı da
söz alarak görüşlerine belirtti.
Ardından sözü HKP Merkez Yönetim
Kurulu Üyesi ve İzmir İl Başkanı Av. Tacettin Çolak Yoldaş’a bıraktı.
Tacettin Yoldaş da bu topraklarda devrim mücadelesinde şehit düşen yoldaşların
isimlerini tek tek sayarak Hikmet Kıvılcımlı geleneğinin her daim var olduğuna ve
mücadelenin en önünde yer aldığına vurgu
yaptıktan sonra ülke ve dünya gündeminin
kısaca değerlendirmesini yaptı.
Anma programımız yine bu topraklardan çıkmış 80 öncesi TÖBDER Konya
Şube Başkanı Devrimci Derleniş neferlerinden Bahri Akbulut Yoldaş’ın Göktepe Beldesindeki mezarı ziyaret edilerek
devam ettik.
Anma programımız Göktepe Beldesinde belde halkıyla sohbetten sonra sona erdi.
Konya, Antalya ve
Ermenek’ten
Kurtuluş Partililer
Soma Davası
yine ertelendi
Baştarafı sayfa 16’da
Ardından duruşma başladı.
Ancak bazı avukatların birden fazla
sanığın vekilliğini üstlendikleri, sanıklar
arasında çıkar çatışmaları olmasından
dolayı sanıkların yeni avukat tayin edebilmeleri için makul süre verilmesi gerekçe
gösterilerek duruşma 16 Haziran’a ertelendi.
Akhisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde
ikinci duruşması görülen Soma Katliamı Davasında adalet yine ertelendi. Birinci oturumu 15 Haziran 2015’de görülen dava, ailelerin sanıklara tepkileriyle
başladı. Tutuklu sanıkların salona alındıkları sırada aileler; “katiller, siz daha
ölmediniz mi, beş yüz çocuğu öksüz
bıraktığınız, çocuklarımız baba diye
toprağa sarılmaktalar” diye feryat ettiler. Katil işveren ve adamlarını protesto ettiler. Ardından duruşma başladı.
Ancak bazı avukatların birden fazla
sanığın vekilliğini üstlendikleri, sanıklar arasında çıkar çatışmaları olmasından dolayı sanıkların yeni avukat tayin
edebilmeleri için makul süre verilmesi
gerekçe gösterilerek duruşma 16 Haziran’a ertelendi.
İkinci gün ise; duruşma salonunun
dışında kurulan polis barikatları, birinci
gün oldukları yerin daha ilerisine, yani
dışarıda bekleyen madenci yakınları ve
demokratik kitle örgütlerine çok dar bir
alan bırakılacak şekilde kurulmuştu.
15 ve 16 Haziran günlerinde madenci yakınları ve davayı takip etmeye gelenler Akhisar Tren Garı önünden duruşma salonunun bulunduğu bölgeye kadar
yürüyüş yaparak geldiler. Her iki gün de
Parti olarak Soma Davası’na destek vermeye gittik. Önceki davalarda olduğu
gibi yürüyüş sırasında; “Somanın Katili; Tayyipgiller’in Bekçiliğini Yaptığı
Sömürü Düzenidir” pankartımızı ve
bayraklarımızı taşıdık.
Bu duruşmaların ikinci oturumunda
da müdafii krizi çözülemedi ve sanık
avukatlarından beşi müdafiliklerden istifa ettiklerine dair mahkemeye dilekçe
göndermişlerdi. Avukatların bu istifala-
rından sonra avukatsız kalan sanıkların,
yeni avukat tutmak için süre istemeleri
üzerine mahkeme, tüm tutuklu sanıkların tutukluluklarının devamına karar
vererek, üçüncü duruşmayı 18 Ağustos
2015 Salı gününe erteledi.
Duruşma çıkışında, önceki duruşmalarda ifade veren sanıkların neredeyse tamamının kendi suçlarını yıkmaya
çalıştıkları, katliamda vefat eden Mühendis Mehmet Efe’nin babası ve diğer madenci aileleri ile Genel Sekreter
Yardımcımız Av. Tacettin Çolak yargılamanın gidişatı ile ilgili sohbet ettiler.
Avukatsız kalan sanıkların kendilerine
müdafii tayin etmek için süre istemelerinin doğal olduğunu, mahkemenin bu durumu aslında ilk duruşmalarda çözüme
kavuşturması gerektiği halde hatasından
bugün dönmekle doğru yaptığını, ancak
bu tür gidip gelmelerin de insanları canından bezdirdiğini belirten Çolak; asıl
suçlular yargılanmıyorlar, onlar bir eli
yağda bir eli balda vurgunlarına devam
ediyorlar dedi.
İşçilerin aileleri de bu duruşmanın
dört beş yıl sürebileceğini, bunu bildiklerini ancak adaletli bir karar verilmesini beklediklerini belirttiler. Görüşmede aileler; Soma’daki ocakların, Ciner
Grubu’nun elinden çıkarttığı halde AKP
tarafından bu şirkete ucuz bir şekilde
peşkeş çekildiğini, bunun karşılığında
ise hiçbir işgüvenliği önlemi almadan
ve üretim zorlaması yapılarak çıkartılan
tonlarca kömürün halktan oy avcılığı
yapmak için kullanıldığını söylediler.
Göz göre göre gelen bu katliamı önlemeyen Patron Alp Gürkan’ın tahliye
talebinde bulunmasının ise utanmazlık
olduğunu söylediler.
Parti olarak İşçi Sınıfımıza yapılan
tüm saldırıların karşısında olduğumuzu,
olacağımızı ve Soma Davalarının da takipçisi olacağımızı kendilerine bir kez
daha belirttik. 16.05.2015
İzmir’den
Kurtuluş Partililer
HKP, Ermenek’teki
İşçi Katliamının
peşini bırakmıyor
Baştarafı sayfa 1’de
15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin 45. yıldönümüne denk gelen 15
Haziran 2015 Pazartesi günü davanın ilk
duruşması başladı. Halkın Kurtuluş Partisi olarak duruşmayı takip ettik.
16 Haziran 2015 saat 12.30’da Erme-
nek adliyesi önünde işçi ailelerin de katılımıyla basın açıklaması gerçekleştirdik.
Genel Başkan Yardımcısımız Av. Orhan Özer ve Ankara İl Başkanımız Av.
Sait Kıran da basın açıklamasında hazır
bulundu. Parti adına basın açıklaması-
nı okuyan Sait Kıran, yaşanılanın kaza
değil resmen cinayet olduğunu, 15 bin
liralık bir sondaj makinesi maliyetinden
kaçınıldığı için bu cinayetin gerçekleştiğini söyledi. Ve Halkın Kurtuluş Partisi
olarak davanın takipçisi olacağımızı vurguladı.
Basın açıklaması sırasında işçi ailele-
rinden kadınlar parti bayrağımızı ellerine
alarak basın açıklamamıza katılıp onlar
da acılarını haykırdı.
Konya’dan
Kurtuluş Partililer
Tavşana Kaç Tazıya Tut!
Şanlı 15-16 Haziran Direnişi’ni Yaratan
İşçi Sınıfımıza Selam Olsun!
Geçtiğimiz günlerde Tayyip gene höykürdü:
“(…) Bu tür ithamlarla Türkiye’yi yanı başında
olup bitenlerin dışında bırakmaya zorlayarak bölgenin demografisini değiştirme
operasyonunu tamamlamak
istiyorlar. Buradan Türk
milletine, dünyaya sesleniyorum. Suriye’nin kuzeyinde
bir devlet kurulmasına asla
müsaade etmeyeceğiz.”
uzun vadeli değişikliklere kilitlendiğini”, ama “artık yeni
bir bölgede uzun vadeli değişikliklere kilitlendiğini” ve
bu bölgenin de 22 ülkenin yer
aldığı Ortadoğu olduğunu vurguluyordu (Washington Post,
Ağustos 2003).
Bu plan emperyalizmin
Büyük Ortadoğu Projesi değil miydi ve sen de bu projenin
Eşbaşkanı değil miydin?
Çalımla, böbürlenerek böy-
Tel Abyad düşmeden önce bölgedeki güçlerin ve etkinlik alanlarının durumu.
Türkiye işçi sınıfına
selâm!
Selâm yaratana!
Tohumların tohumuna,
serpilip gelişene selâm!
Bütün yemişler dallarınızdadır.
Beklenen günler, güzel
günlerimiz ellerinizdedir,
haklı günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan,
ekmek, gül ve hürriyet
günleri.
Türkiye işçi sınıfına
selâm!
Meydanlarda hasretimizi
haykıranlara,
toprağa, kitaba, işe hasretimizi,
hasretimizi, ayyıldızı esir
bayrağımıza.
Düşmanı yenecek işçi sınıfımıza selâm!
Paranın padişahlığını,
karanlığını yobazın
ve yabancının roketini
yenecek işçi sınıfına selâm!
Türkiye işçi sınıfına
selâm!
Selâm yaratana!
diyordu Devrimci Ozan Nazım
Hikmet 12 Ağustos 1962’de.
O zamanlar Türkiye’de İşçi
Sınıfının var olup olmadığı
tartışılıyordu. Ancak 1970 yılının 15-16 Haziran günlerinde,
Şanlı Gezi İsyanı’mızda olduğu gibi bir anda bir patlama
yaşandı.
İşçi Sınıfımız yumruğunu
bir balyoz misali Parababalarının beynine vurdu. Ordu
Gençliği’nin ilerici geleneği ile
yapılan 27 Mayıs Politik Devrimi’nin getirdiği kırıntı kabilinden de olsa demokrasi, İşçi
Sınıfımızın örgütlenmesinin
önündeki engelleri kaldırmış,
İşçi Sınıfımız hızla bilinçlenmeye başlamıştı. Böylece
1967’de DİSK kuruldu. Ancak
bundan rahatsızlık duyan Parababaları, 1961 Anayasası’nın
getirdiği kazanımları budamak
için 1970 yılında 274 sayılı
Sendikalar Yasası ve 275 sayılı
Toplu İş Sözleşmesi Grev ve
Lokavt Yasalarında değişiklikler yaparak İşçi Sınıfının örgütlenmesini engellemek istedi.
Yapılan değişiklikler ile İşçi
Sınıfının başı, tâ 1952 yılında
ABD tarafından kurdurulan
sarı sendika Türk-İş ile bağlanmak isteniyordu ve Türk-İş
dışındaki sendikalara yaşama
hakkı tanınmıyordu. Nitekim
o dönemin Çalışma Bakanı
Seyfi Öztürk “çok yakında
DİSK’in çanına ot tıkayacağız” demiştir.
Türkiye İşçi Sınıfı, örgütlenme haklarının elinden alınmasına, sendikaları DİSK’in
kapatılmasına karşı mücadeleye girişti. “DİSK kapatılamaz” sloganları ile 168 fabrika ve 150 bine yakın işçiyi
kapsayan direnişte, işçiler İzmit ve Gebze’den Kadıköy’e,
Levent’ten Mecidiyeköy ve
Taksim’e, Bakırköy’den Topkapı ve Edirnekapı’ya kadar
yürüdüler. Öyle ki İstanbul’un
iki yakasındaki işçilerin bir
araya gelememesi için vapur
seferleri bile iptal edildi; Galata Köprüsü açılarak geçişe
kapatıldı. İşte Şanlı 15-16 Haziran İşçi Direnişi böyle yaratıldı.
12’de
İşkenceciler karşısında
onuruyla direnen
Kazım Sümer Yoldaş’ı andık
1
2 Eylül Faşizmine gelinen süreçte antifaşist mücadelenin yoğun olarak yaşandığı
Ermenek ve çevresinde gözaltına alınan
ve işkence sonucu şehit olan, ser verip sır
vermeyen, Devrimci Derleniş neferlerin-
mızı ayrı yerlere alarak alçakça saldırmaya
başladı. Yaptığı galiz küfürlerin karşılığını
kendisi de görünce iyice kuduruyor ve rastgele saldırısını sürdürüyordu. Yoldaşlarımızın haksız yere gözaltına alınması köyde
15-16 Haziran’ın ruhu
Zet Farma İşçilerinin
mücadelesinde sürüyor
B
u topraklarda görülen en büyük işçi
hareketi olan 15-16 Haziran Şanlı
İşçi Direnişi’mizin 45. yıldönümünü, 15-16 Haziranları günümüzde yaşatan
Nakliyat-İş ve Direnişteki Zet Farma İşçileriyle birlikte kutladık.
226 gündür Parababalarının zulmüne
göğüs geren Zet Farma İşçilerini ziyaret
ettik. Ziyaretimiz direniş alanına yaptığımız yürüyüşümüzle başladı. Sloganlarla,
coşkumuzla Zet Farma İşçisinin yalnız
olmadığını, mücadelelerinin er geç zafere
ulaşacağını bir kez daha haykırdık. Direniş çadırında bulunan işçiler de sloganlarla
bizleri karşıladılar.
Direniş alanında bulunan Nakliyat-İş
Sendikası Örgütlenme Uzmanı Mehrali
Bozgun bir konuşma yaptıktan sonra,
sözü Partimiz İstanbul İl Başkanı
Av. Pınar Akbina’ya verdi. Pınar
Yoldaş’ımız açıklamamızı okuyarak, Zet
Farma İşçilerinin mücadelelerinde haklı
olduklarını ve 15-16 Haziran ruhunu
devam ettirdiklerini dile getirdi.
Daha sonra direnen işçilerden Fermani
Serçeşme söz alarak duygu ve düşüncelerini
anlattı, zafer kazanana kadar mücadeleden
vazgeçmeyeceklerini söyledi.
Ziyaretimiz sırasında sık sık “İşçilerin
Birliği Sermayeyi Yenecek”, “Zet Farma
İşçisi Yalnız Değildir” sloganları atıldı.
Açıklamadan sonra işçilerle birlikte direniş
halayı çektik. Ziyaretimizi işçilerle birlikte
yemek yiyerek ve onlarla sohbet ederek
sonlandırdık. 15.06.2015
İyi de hafız, bu durumu yaratanlardan biri de sen değil
misin?
Amerikan oyununa çanak
tutan sen değil misin?
Hatta hevesle başrol oyunculuğuna soyunan, kraldan çok
kralcı olan sen değil misin?
Senin iktidara yeni geldiğin günlerde, 2003 yılında, o
sıra ABD Dışişleri Bakanlığı
Danışmanı, daha sonra Dışişşleri Bakanı olan Condoleezza
Rice ne diyordu?
II. Emperyalist Savaş sonrasında “ABD’nin Avrupa’da
le diyordun.
Daha sonra Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde
bu coğrafyanın yeni haritasını
görmemiş olamazsın; burada
bu haritanın hayata geçirilebilmesi için ortalığın hallaç
pamuğu gibi atılacak olduğunu
da sezmemiş olamazsın.
Bu haritada en büyük çapta değişiklik düşünülen toprak
parçasının, Irak ve Suriye’nin
yanı sıra Türkiye’yi de kapsayan (sonra tabiî İran’ı da) bir
14’te
Nakliyat-iş
hukuksuzluğa,
sendikasızlaştırma
politikalarına karşı
bakanlığa yürüdü
H
atırlanacağı gibi DİSK/
Nakliyat-İş
Sendikası
Ankara, İzmir, İstanbul,
Eskişehir ve Siirt Belediyelerinin
taşeron işyerlerinde örgütlenmiş
fakat Çalışma Bakanlığı tarafından
hiçbir gerekçe gösterilmeden bu
işyerleri iş kolundan alınmış ve
Nakliyat-İş’in örgütlediği 2200 işçi
bir anda Nakliyat-İş üyesi olmaktan
çıkarılmıştı.
Nakliyat-İş’in
Nakliyat-İş üyesi yüzlerce
işçi önce TRT Arı Stüdyolarında
toplandı, daha sonra ise Çalışma
Bakanlığına doğru yürüyüşe geçti.
“2200 Taşeron İşçisinin Toplu İş
Sözleşme Hakkı Gasp EdilemezTaşeron Cehennemine Son”
yazılı pankartın arkasında yürüyen
işçiler Ankara sokaklarını attıkları
sloganlarla çınlattılar.
Çalışma Bakanlığı önünde
sınıf temelli sendikal mücadele
geleneğini çok iyi bilen Bakanlık
benzer işleri yapan taşeronlarda
Hak-İş’e bağlı Öz Taşıma İş
Sendikası’na yetki vermekte hiçbir
sakınca görmedi, doğal olarak.
Çünkü bir tarafta yandaş sendika,
diğer tarafta onlarca işgal, grev ve
direnişe imza atmış Disk/Nakliyatİş Sendikası. Elbette yandaşı
seçecekti Bakanlık.
Tamamıyla
Nakliyat-İş’in
önünü kesmeyi amaçlayan bu
uygulamaya karşı elbette ki
Nakliyat-İş de tepkisiz kalamazdı.
Bakanlığın bile bile uyguladığı
bu çifte standarda, Anayasaya ve
mevcut yasalara aykırı uygulamaya
karşı harekete geçen Nakliyatİş Sendikası Ankara’da kitlesel
bir yürüyüş, basın açıklaması ve
oturma eylemi gerçekleştirdi.
Nakliyat-İş
Genel
Başkanı
Ali Rıza Küçükosmanoğlu bir
basın açıklaması gerçekleştirdi.
Küçükosmanoğlu
bu
haksız
uygulamaya
asla
müsaade
etmeyeceklerini,
bunun
için gereken tüm mücadele
yöntemlerini kullanacaklarını ifade
etti. Ayrıca Çankaya Belediyesi
Taşeronu Norm Altaş’tan ve
Kadıköy Altaş Yapı işyerinden
birer işçi de konuşma yaparak
Çalışma Bakanlığının bu tavrının
kabul edilemez olduğunu, haklarını
alıncaya kadar mücadelenin devam
edeceğini, sendikalarından ve
haklarından vazgeçmeyeceklerini
belirttiler.
İstanbul’dan
Kurtuluş Partililer
Soma Davası
yine ertelendi
A
khisar Ağır Ceza Mahkemesi’nde
ikinci duruşması görülen Soma
Katliamı Davasında adalet yine
ertelendi. Birinci oturumu 15 Haziran
2015’de görülen dava, ailelerin sanıklara
den Kazım Sümer Yoldaş’ı andık.
Kazım Yoldaş, bundan 35 yıl önce (21
Haziran 1980’de) köylerindeki bir olay nedeniyle yanında diğer bir yoldaşımızla birlikte
Göktepe Jandarma Karakolunda gözaltına
alındı. Aslında Jandarma Karakol Komutanı
Uzman Çavuş, kavgaya karışanların yoldaşlarımız olmadığını bildiği halde, “bunlar komünist” diyerek hem cezalandırmak hem de
işkence ile isim öğrenebilir miyim düşüncesiyle keyfi bir şekilde yoldaşlarımıza yönelmişti.
Daha karakola gelir gelmez, yoldaşları-
duyulunca da Köy Halkı köyün en yaşlılarından oluşan bir heyetle kamyona binerek,
Karakolu basmaya geldi. Çevrekavak Halkının jandarma karakolunu basmaya geldiğini
haber alan işkenceci şerefsiz komutan, hiçbir
gözaltı kaydı tutmadan yoldaşlarımızı serbest
bırakmak zorunda kalmıştı.
Karakoldaki bu alçak saldırı sırasında Kazım Yoldaş başından ciddi bir darbe almıştı.
Geceyi evinde geçiren Yoldaş’ımız, sabah bir
toprak kazısı işini yaparken yere düşerek yığılıp kaldı.
15’te
tepkileriyle başladı. Tutuklu sanıkların salona alındıkları sırada aileler; “katiller, siz
daha ölmediniz mi, beş yüz çocuğu öksüz bıraktığınız, çocuklarımız baba diye
toprağa sarılmaktalar” diye feryat ettiler.
Katil işveren ve adamlarını protesto ettiler.
15’te
13’te

Benzer belgeler

Parababalarının seçim oyunu sürüyor ülkemiz Sevr bataklığına

Parababalarının seçim oyunu sürüyor ülkemiz Sevr bataklığına Dokunulmazlıkları kalkan dört şüpheli hakkında soruşturma başlatılarak, atılı suçlardan cezalandırılmalarını bilvekale talep ederiz. Saygılarımızla.

Detaylı