Aralık 2011 - Sahil Güvenlik Komutanlığı

Transkript

Aralık 2011 - Sahil Güvenlik Komutanlığı
İÇİNDEKİLER
TCSG-95’in Poti ve Batum/Gürcistan Liman Ziyareti ve Karadeniz Bölgesel Delta Tatbikatı (GEODELTA2011)’na İştiraki
|6|
TCSG-93 Ukrayna Balaklava Liman Ziyareti
Kutsal Yolculuğu ve Yukarı Denizin İncisine Dair Acı Bir Öykü
İğneada’da Yaşam
|26|
|11|
|14|
Van Gölü İnci Kefallerinin
Blacksea Hawk-11
|22|
Tsunami’nin Oluşumu ve Tsunami Oluştuğunda Alınması Gereken Önlemler
|34|
Müzelerde Yaratıcı Drama Etkinlikleri
|46|
GBET Gezisi
Atatürk Köşesi
Pencere
|52|
|62|
|82|
|37|
Bilişim Teknolojileri
Ziyaretler ve Etkinlikler
Fotoğrafçılık
|88|
|42|
Zehirli Balıklar
Çocuk Yetiştirme Tutumları
Denize Bir Bakış
|78|
Beraber Eğlenelim, Beraber Öğrenelim
|56|
Bir Çift Büyülü
|90|
14
46
Van Gölü’nün henüz tatlı su gölü olduğu ve inci kefallerinin
de üreme dahil tüm yaşamını gölde geçirdiği yıllarda, ilk defa
yumurta bırakacak ... DEVAMI 14’TE...
Zehirli balıklar, birçok şekilde sınıflandırılabilir. Özellikle zehri kullanım
şekline göre aktif ve pasif zehirli balıklar olarak sınıflandırma yapılabilir.
Dünya denizlerinde yaşayan balık türlerinin... DEVAMI 46’DA...
11
ZEHİRLİ BALIKLAR
37
TCSG-93 UKRAYNA BALAKLAVA LİMAN
ZİYARETİ
MÜZELERDE YARATICI
DRAMA ETKİNLİKLERİ
TCSG–93 ailesi olarak Ekim 2009’da TCSG-93’ün bayrağını ilk kez toka
ettiğimizde başlayan heyecanımız; liman/seyir tecrübelerinde, geçici/kati
teslim... DEVAMI 11’DE...
YAYIN SAHİBİ VE GENEL
Aralık 2011 • Sayı: 15 • Dört ayda bir yayımlanır. YAYIN YÖNETMENİ
Yayın Türü: Yerel Süreli Yayın Sahil Güvenlik Komutanlığı adına
Personel Başkanı
ISSN: 1307-4253
|54|
|70|
VAN GÖLÜ İNCİ KEFALLERİNİN KUTSAL
YOLCULUĞU VE YUKARI DENİZİN
İNCİSİNE DAİR ACI BİR ÖYKÜ
SAHİL GÜVENLİK DERGİSİ
Ters Lojistik Kavramı
Müze kavramı; toplum ve onun gelişiminin hizmetinde, halka açık, insana
ve yaşadığı çevreye tanıklık eden malzemeleri araştıran, toplayan, koruyan,
bilgiyi paylaşan ve sonuçta... DEVAMI 37’DE...
GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ
VE YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ
SG Kd. Alb. Ahmet KENDİR
Dz. Kur. Kd. Alb. Ü.Engin UYANIK
GENEL YAYIN KOORDİNATÖR
YARDIMCISI
SG Yb. Engin KUNTAY
YAYIN İNCELEME KURULU
GRAFİK TASARIM
YÖNETİM MERKEZİ
BASIM YERİ
Dz. Kur. Kd. Alb. Olcay UYAR
Dz. Kd. Alb. İlhan KAYIŞ
SG Kur. Bnb. Barış YILDIRIM
SG Eln. Kd.Bçvş. Murat ÖZKAYA
İst. Me. Suna ERTEKİN
Svl. Me. Türkan COŞKUN
SG İda. Bçvş. Servet ALTAN
Svl. Me. Zarife Tolunay KAYHAN
Sahil Güvenlik Komutanlığı
Dikmen Cd. Merasim Sk. No: 10
Bakanlıklar/ANKARA
Anadolu Yayıncılık
Süleyman Bey Sk. No: 31/10
Maltepe/ANKARA
Telefon
Belgegeçer
Internet
E-posta
Telefon
: (0312) 230 83 45
Belgegeçer : (0312) 230 83 46
Internet
: www.anadoluyayincilik.com
REKLAM KOORDİNATÖRÜ
SG İk. Ütğm. E.Kutluhan DOĞAN
(0312) 416 45 05
: (0312) 417 50 50
: (0312) 417 28 45
: www.sgk.tsk.tr
: [email protected]
BASIM TARİHİ: 23.12.2011
ÖNEMLİ NOT
Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf,
harita, illüstrasyon ve konuların
her hakkı saklıdır. Kaynak
gösterilerek alıntı yapılabilir.
Dergideki yazılar yazarlarının özel
fikirlerini kapsar.
Sahil Güvenlik Komutanlığının
görüşünü yansıtmaz.
KÜNYE
POTİ LİMANI’NA İNTİKAL
6
[ Hazırlayan ] TCSG-95 Komutanlığı
TCSG-95, 2011 Yılı İkili İlişkiler Uygulama Planı
kapsamında Türk Sahil Güvenlik Komutanlığı ile
Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı arasında
işbirliğini geliştirmek, bilgi ve tecrübe paylaşımını
arttırmak, müşterek eğitimler icra etmek ve
Karadeniz Bölgesel Deniz Kirliliğine Müdahale
(Geodelta-2011) Tatbikatı’na iştirak etmek
maksadıyla 13-16 Eylül 2011 tarihleri arasında Poti
ve Batum/Gürcistan liman ziyaretinde bulunmuştur.
TCSG-95 personelinin yanı sıra, Sahil Güvenlik
Komutanlığı Harekat Şube Müdürü, Poti ve Batum/
Gürcistan liman ziyaretlerine ve Geodelta-2011
Tatbikatı süresince İntikal Birlik Komutanı olarak
faaliyetlere iştirak etmiştir.
12 Eylül 2011 günü saat 22:00 sularında Trabzon
Limanı’ndan avara edilerek yeni gelin gibi süslenmiş
gemimizle, Poti ve Batum/Gürcistan liman ziyareti
ve Geodelta-2011 Tatbikatı’na iştirak etmenin
gururlu, zevkli, eğlenceli ve bir o kadar da öğretici
sürecinin güzel hikayesini sunuyoruz.
Poti Limanı’na güneşin ilk ışıkları ile girişimizle
beraber, sahilde hazır bulunan Poti Sahil Güvenlik
Üssü personeli halatlarımızı alıyor. Poti Sahil
Güvenlik Üssü’nde görevli üst rütbeli subaylar
tarafından samimi bir şekilde karşılanıyoruz. Bize
mihmandar tayin edilen ve ileri derecede Türkçe
bilen irtibat subayı Alia, Kendisini bize İlyas olarak
tanıttı. İhtiyaçlarımızı, merak ettiklerimizi öğrendi
ve daha sonra ne zaman kendisinden bir talepte
bulunsak slogan haline gelen meşhur cevabını verdi:
“Problem yok.”
Karşılamanın ardından bizler için hazırlanan
programa başlıyoruz. Önümüzdeki üç günlük süre
13 Eylül 2011 Tarihindeki Faaliyetler :
Poti Sahil Güvenlik Üssü’nde, Gürcistan ve Türk
milli marşları çalınarak her iki ülkenin bayrakları
göndere çekilmiş ve sonrasında saygı duruşu
yapılarak karşılama töreni icra edilmiştir.
Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığının tanıtılması
maksadıyla Gürcistan Sahil Güvenlik Personeli
tarafından brifing verilmiş, böylece Gürcistan Sahil
Güvenlik Komutanlığının teşkilat, konuş, kuruluş ve
çalışma sistemi hakkında bilgi edinilmiş, Gürcistan
Sahil Güvenlik yetkilileriyle karşılıklı hediye teatisi
yapılmış ve müteakiben İntikal Birlik Komutanımız
tarafından şeref defteri imzalanmıştır.
08-12 Ağustos 2008 tarihleri arasında Kodori Vadisi
(Güney Osetya Savaşı) Çatışması’nda hayatını
kaybeden denizciler anısına çelenk sunma töreni icra
edilmiş ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları olarak
dost ülke Gürcistan’ın şehitleri saygıyla anılmıştır.
Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı Bölgesel
Harekat Başkanı Yardımcısı ev sahipliğinde İntikal
Birlik Komutanı ve Komutanlığımız personelinin bir
kısmının iştiraki ile öğle yemeğine iştirak edilmiş,
Gürcistan yerel mutfağının enfes çeşitliliği tadılmış
7
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
TCSG-95’İN POTİ VE BATUM/GÜRCİSTAN LİMAN
ZİYARETİ VE KARADENİZ BÖLGESEL DELTA
TATBİKATI (GEODELTA-2011)’NA İŞTİRAKİ
Sahil Güvenlik Komutanlığının yeni gözbebeği,
TCSG-95 Komutanlığı ile gecenin karanlığında
Karadeniz’de Poti Limanı’na doğru usul usul
ilerliyoruz. Poti Limanı’na ulaşmanın sabırsızlığı
içindeyken güneşin heybetli bir şekilde üzerimize
doğuşunu büyük bir zevkle izliyoruz. Gürcistan
karasularına yaklaşırken, Türkiye’de bulunan Yonca
Onuk Tersanesi’nde üretilmiş olan ve görünce
gururlandığımız “P-24” borda numaralı Gürcistan
Sahil Güvenlik botu gemimizin etrafında dönerek
bizleri selamlıyor ve telsizden Gürcistan’a hoş
geldiniz diyerek karşılıyor.
içerisinde personelimiz için yoğun ve güzel bir
program hazırlandığını anlıyoruz.
ve Gürcistan yerel mutfağının Türk yerel mutfağına
benzerlik gösterdiği görülmüştür.
Poti’nin tanıtılması maksadıyla öğle saatlerinde
kültürel etkinlikler kapsamında Poti şehir
merkezinde bulunan tiyatro ve müzeler ziyaret
edilmiştir.
Poti Limanı’nda Gürcistan Sahil Güvenlik Üssü
personeli ile Komutanlığımız personeli arasında
futbol müsabakası düzenlenmiştir. Maç sonucunda
gülen taraf Türk-Gürcü dostluğu olmuştur.
Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı Bölgesel
Harekat Başkanı Yardımcısı ev sahipliğinde akşam
yemeğine iştirak edilmiştir. Yemek süresince
“Tamada” diye adlandırılan masanın bilge kişisi
ayağa kalkarak dostluk mesajlı konuşmalar
yapmıştır. İki ülke personeli arasında oluşan samimi
bağ ile, karşılıklı sıcak sohbetler yapılmış, Gürcistan
ve Türkiye ilişkileri hakkında olumlu görüşler ifade
edilmiş ve dostluklar kurulmuştur.
8
ve onlar da bizleri ağırlamanın vermiş olduğu
memnuniyet ile selamlamamıza karşılık veriyorlar.
Poti Limanı’nı ardımızda bırakırken “P-002” borda
numaralı Gürcistan Sahil Güvenlik Botu refakatinde
Batum önlerine kadar geliniyor ve “P-104” borda
numaralı Gürcistan Sahil Güvenlik Botu Batum
önlerinde bizleri karşılayarak refakat görevini
“P-002”den teslim alıyor ve adeta Komutanlığımıza
asla yalnız değilsiniz mesajı vererek bize Batum
Limanı’na aborda olana kadar refakat ediyor.
Batum Limanı’na aborda olurken sahilde Türkiye
Cumhuriyeti Başkonsolosu ve Gürcistan Sahil
Güvenlik Komutanı Harekat Başkanı Yardımcısı
bizleri karşılamış, aborda olmayı müteakip gemimizi
ziyaret etmiş ve anı objeleri karşılıklı takdim
edilmiştir.
14 Eylül 2011 Tarihindeki Faaliyetler :
16 Eylül 2011 tarihinde Gürcistan Sahil Güvenlik
Botları ile icra edilecek müşterek eğitimler
kapsamında Gürcistan Sahil Güvenlik Komutanlığı
Bölgesel Harekat Başkanlığı binasında koordinasyon
toplantısına iştirak edilmiştir.
Poti Limanı’ndan 14 Eylül 2011 tarihinde sabah
saatlerinde, hayatımız boyunca unutamayacağımız
anılarla avara ederken liman içindeki manevramız
esnasında limanda bulunan Gürcistan Sahil
Güvenlik Botlarını gemi düdüğü ile selamlıyoruz
Sahil Güvenlik Komutanlığı Harekat Başkanı
Yardımcısı ev sahipliğinde Batum sahilinde bulunan
bir restoranda öğle yemeğine iştirak edilmiş,
Gürcistan Sahil Güvenlik yetkilileri ile Türkiye ve
Gürcistan’ın tarihi, kültürü, yaşam standartları
ve gelecekte Türkiye ve Gürcistan arasında
gerçekleşecek diplomatik ilişkiler hakkında sohbet
edilmiş ve sıcak bir ortam oluşturulmuştur.
Kültürel gezi faaliyetinden sonra Komutanlığımız
personeline serbest zaman imkanı verilmiş, havanın
da güzel olmasından istifade eden personelimiz
Batum şehir merkezini ve sahilini gezerek keyifli
anlar yaşamıştır.
Geodelta-2011 tatbikatı kapsamında icra edilen son
koordinasyon toplantısına iştirak edilmiş, toplantı
sonrasında akşam saatlerinde Gürcistan Sınır
Polisi Başkanı’nın ev sahipliğinde Sahil Güvenlik
Komutanı, üst rütbeli heyet personeli ve TCSG-95
Komutanı’nın da katılımı ile akşam yemeğine iştirak
edilmiştir.
15 Eylül 2011 Tarihindeki Faaliyetler :
Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar Dülger,
Gürcistan Sınır Polisi Başkanı Tümgeneral Zaza
Gogova ve beraberindeki heyet Komutanlığımızı
Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar Dülger
ve Gürcistan Sınır Polisi Başkanı Tümgeneral Zaza
Gogova’ya icra edilen faaliyetler, liman ziyaretleri,
icra edilecek Geodelta-2011 tatbikatı, kültürel gezi
programı ve Komutanlığımız hakkında brifing
verilmiş, gemimiz gezdirilmiş ve sahip olduğumuz
sistem ve cihazlar hakkında kısa bilgiler verilmiştir.
Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar Dülger
ve Gürcistan Sınır Polisi Başkanı Tümgeneral Zaza
Gogova’nın Komutanlığımızdan ayrılmasından
sonra Karadeniz’in petrol kaynaklı deniz
kirliliğine karşı korunması maksadıyla Karadeniz’e
sahildar ülkelerin işbirliğini arttırmak ve birlikte
çalışılabilirliğini geliştirmek, Arama Kurtarma,
Tıbbi Tahliye ve Hasarlı Gemilere Yardım Etmek
konularında müşterek eğitimleri pekiştirme ve
koordinasyonun sağlanması ile Karadeniz’in
güvenliğine katkıda bulunmak maksadıyla Sahil
Güvenlik Komutanlığı Harekat Başkanı’nın da
katılımıyla icra edilen Geodelta-2011 tatbikatına
9
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Öğle yemeğinden sonra 16’ncı yy.da Osmanlı
Devleti tarafından yapılan, içerisinde hamam,
camiler ve Hz.İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz
Matthias’ın mezarının da bulunduğu “Ganio Kalesi”
ile “Acara Tarihi Müzesi’’ ziyaret edilmiştir.
ziyaret etmiştir. Sahil Güvenlik Komutanı’mızın
ziyaret ettiği ilk 80 Sınıfı Türk Tipi Sahil Güvenlik
botu olmamız bizleri onurlandırmış ve bu ziyaretin
Gürcistan topraklarında olması da hoş bir anı olarak
belleğimize işlenmiştir.
10
iştirak edilmiş; Komutanlığımızın Karadeniz’de
meydana gelebilecek muhtemel deniz kazalarına
müdahale konusundaki eğitim seviyesi arttırılmıştır.
Akşam saatlerinde Gürcistan Sahil Güvenlik
Komutanlığı tarafından Komutanlığımıza rehberlik
etmesi amacıyla görevlendirilen irtibat subayları
eşliğinde Batum şehri gezilmiştir. Personelimiz
Batum Limanı’ndaki son akşamını en güzel şekilde
değerlendirerek ertesi gün Türkiye’ye dönecek
olmanın sevinciyle gemiye geri dönmüştür.
16 Eylül 2011 Tarihindeki Faaliyetler :
Batum Limanı’ndaki son günümüzde, sabah
saatlerinde Gürcistan Sahil Güvenlik Botları ile
‘‘taktik manevra’’, ‘‘denize adam düştü’’ ve ‘‘arama
kurtarma’’ eğitimlerini icra etmek maksadıyla
avara ederken Gürcistan’dan ayrılmış olmanın
vermiş olduğu buruklukla Batum’a belki de son
kez iç geçirerek bakıyoruz ve bizleri uğurlamak
için sahilde bekleyen Gürcistan Sahil Güvenlik
Komutanlığı personelini ve Batum’u gemi düdüğüyle
selamlıyoruz.
TCSG-95 Komutanlığı ailesi olarak Poti ve Batum
liman ziyaretleri ile Geodelta - 2011 Tatbikatı,
bizlerin hafızasında güzel dostluklar, anılar ve
paylaşılan deneyimler olarak yer edecektir. Bu
ziyaretle Karadeniz’de komşumuz olan Gürcistan
ile iş birliğimizin ve dostluğumuzun ne kadar üst
seviyede olduğunu bir kere daha görme fırsatı
bulduk.
“Mavi Vatanın Güvencesi” ifadesini kendisine slogan
olarak seçen TCSG-95, Türkiye Cumhuriyeti’ni yurt
dışında en iyi şekilde temsil etmenin haklı gururu ile
bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da verilen
görevleri layıkıyla yerine getirmeye devam edecektir.
TCSG-93 UKRAYNA BALAKLAVA
LİMAN ZİYARETİ
[ Hazırlayan ] TCSG-93 Komutanlığı
TCSG–93 ailesi olarak Ekim 2009’da
TCSG-93’ün bayrağını ilk kez toka ettiğimizde
başlayan heyecanımız; liman/seyir tecrübelerinde,
geçici/kesin teslim törenlerinde ve intibak
eğitimlerinde bizleri birbirimize kenetledi.
Gölcük, Karamürsel ve Büyükdere’de gemiyi teslim
alırken yaşadığımız sayısız anılarımıza; Mayıs
2010’dan itibaren, Karadeniz’in Trakyası’nda Bulgar
sınırı kasabası olan “İğneada” ev sahipliği yapmaya
başladı. Gemiyi teslim alan personel olarak bir
çoğumuz görev yerimizde kalırken; yaklaşık bir
sene içerisinde, hem bizlere verilen vazifeleri yerine
getirmeye çalıştık hem de İğneada’nın çetin yaşam
şartlarıyla mücadele ettik.
2011’in Temmuz ayında; her zaman Karadeniz’in
dalgalı denizlerinde icra edeceğimiz görevler için
çalan komutanlık telefonumuz bu sefer müjdeli bir
haber için çalıyordu. Bir çok meşakkatli görevlerde
Karadeniz’in her yerinde seyir icra eden TCSG-93 ile
bu sefer yılın en güzel mevsiminde hafızalarımızdaki
anı defterlerine yeni sayfalar ekleyecektik.
Ukrayna’nın Balaklava Limanı’nı ziyaret maksadıyla
görevlendirilmiştik.
Emri aldıktan sonra son bir ay içerisinde artan
heyecanımız ve görev anlayışımız ile gemimizi
göreve hazırlamaya başladık. Bu süreçte SG
Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanı
ve şube müdürlerimizin sonsuz desteğini gördük.
11
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Geodelta-2011 Tatbikatı’nın başarıyla
tamamlanmasını müteakip Batum Limanı’na aborda
olunmuştur.
Gürcistan Sahil Güvenlik Botları ile müşterek ve
koordineli icra edilen eğitimlerin Türk ve Gürcü
Sahil Güvenlik Botlarının eğitim seviyesini arttırdığı
görülmüş, eğitimlerin bitmesini müteakip irtibat
subaylarımız Gürcistan Botlarına uğurlanmıştır.
Vedalaşmanın ardından içimizdeki aile ve vatan
özlemi ile Trabzon Limanı’na intikale geçilmiştir.
Teşkilatından iki Bölge Komutanı Albay, birçok
subay ve tercümanımız bizlerin ihtiyaçlarıyla bizzat
ilgilendi. Gemideki mükafatlı personel, Kafile
Komutanımız ve Gemi Komutanımız, Balaklava
koyunda imkanlar dahilinde bir otelde konakladılar.
Otelde kalan Türk kafilesi için Ukrayna Sahil
Güvenlik Komutanlığı ev sahipliğinde üç gün
boyunca birçok kültürel gezi ve sosyal faaliyet
düzenlendi. Gemi personeli ise sağlanan ulaşım
vasıtası, tercüman ve rehber personel sayesinde
ziyaret edilen Balaklava şehrini tanıma fırsatı
buldular.
Kırım Harbi’ne ve Sivastapol Kuşatması’na dayanan
tarihi bağların yanısıra bölgede yaşayan Kırım
Türkleri sayesinde, sosyal bağlar da tazeliğini
koruyordu.
Gezimiz süresince Osmanlı mimarisinin izlerini
taşıyan bir çok tarihi binayı barındıran
• Bahçesaray Şehri,
• Kırım Savaşı’nın sergilendiği Panorama Müzesi,
SG Marmara ve Boğazlar Onarım Destek
Komutanlığı ve SG İkmal Merkezi Komutanlığı
bizler için tüm imkanlarını seferber etti.
12
• Yalta Konferansı’na ev sahipliği yapan Libadiye
Sarayı,
• Denize uzanan kayaklıklarda inşa edilmiş ,Yalta
Kuş Yuvası Kalesi,
• Sivastapol yakınlarındaki Kırım-Türk Şehitliği
Ziyaret edilen limanın birçok turistik değer taşıyan
ziyaret noktaları vardı:
• Şehir merkezindeki Musson alışveriş merkezi,
• Sivastapol ve Balaklava’daki sahil restoranları,
Karadeniz bizler için sıradan bir seyirdi. Bordadan
aldığımız Karayel’in 1.5 metrelik dalgaları eşliğinde
beşik gibi sallanarak intikalimizi tamamladık. 15
Ağustos sabahı Sivastapol’un altın boynuzu olan
Balaklava Limanı’ndaydık. Gemide Ukraynalı bir
tercüman ve mihmandar bir subay görevliydi.
Sahilde bizleri karşılamak için gelen bizzat Ukrayna
Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Zhybarev,
bando takımı, karşılama merasim bölüğü, askeri
erkân ve yerel basın vardı. Bizler de bu samimi
karşılamanın gereği olarak en güzel kıyafetlerimizle
manevramızı tamamladık.
Liman ziyaretimiz boyunca Ukrayna Sahil Güvenlik
• Gece boyu bitmeyen eğlencesiyle sahildeki müzikli
mekanları,
• Şehrin birçok kesimindeki hediyelik eşya
dükkanları,
• Dünyadaki bütün bitki türlerinin sergilendiği
Likita Botanik Bahçesi.
17 Ağustos akşamı bizleri en iyi şekilde ağırlayan
Ukrayna heyetini, eşleriyle beraber, gemide
tertiplediğimiz kokteyl/ikram faaliyetleriyle de
gemimizde konuk ettik. İki emekli Koramiral’in
bulunduğu davette yaklaşık 40 kişiyi gemimiz
güvertesinde, Türk mutfağı ve Türk müziği ile
ağırladık. Gemimizin konuşlu bulunduğu İğneada/
Kırklareli/Trakyaya özgü lezzeti olan peynir, bal,
hardaliye, lokum ve sayısız meze ikram edildi.
Güverte boyunca kurduğumuz tentede, ülkemizi
tanıtan afişler yanı sıra hazırladığımız tanıtım
standında misafirlere Rusça, İngilizce ve Türkçe
bilgilendirme yapıldı. Bir yandan da protokol
heyetinin önüne kurulan barkovizyon gösterisiyle,
18 Ağustos 2011 akşamı Ukraynalı dostlarımıza
veda günüydü. Sayısız defa Karadeniz’in ortasında
“Münhasır Ekonomik Bölgemizde” görev ifa
maksadıyla telsizden irtibat kurduğumuz, Ukrayna
Sahil Güvenlik Teşkilatı personelini yakından
tanımış, dostluk bağlarımızı kuvvetlendirmiştik.
Karadeniz’deki iki kardeş ülkenin; ortak
menfaatlerini koruması maksadıyla iş birliği
yapacağımız dostlarımızla güven bağını kurmuştuk.
Güzel günler sayılıydı ve çabuk geçmişti. Ayrılığın
hüznünü de tıpkı üç gün mutluluğu paylaştığımız
gibi Ukraynalı dostlarımızla ve birbirimizle
paylaştık. Şimdi İğneada Limanı’mızda bizlere
tevdi edilen her görevi başarıyla sonuçlandırmak
için azami gayret gösterirken; bizlere bu ödülü
layık gören Bölge Komutanımız’a ve bu görevin
sorumluluğu kadar zevkini de bize layıkıyla yaşatan
Kafile Komutanımız’a şükran ve minnetlerimizi her
daim içimizde yaşıyoruz.
13
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
10 Ağustos 2011’de hazırlıklarımızı tamamlamış
olarak İstanbul Büyükdere’ye intikal ettik.
14 Ağustos 2011’de Kafile Komutanımız emrinde,
mükâfatlı SG personeli ile beraber “Bismillah
Halatlar Fora” dedik. 18 Mart’ta Çanakkale’de
bizlerle en güneye giden TCSG-93; şimdi de en
kuzeye yani Ukrayna’ya gidiyordu. Radar ekranında
Karadeniz bir göl gibi küçülmüştü. Tek bir rotayla 20
saatlik bir intikal bizleri bekliyordu.
konuklara Türkiye’nin eşsiz doğal güzellikleri
temalı görsel ziyafet verildi. Dumlıpınar Denizaltısı
şehitlerimiz için ‘‘Ah Bir Ateş Ver” türküsünü hep
beraber söylerken onlar gece hiç bitmesin istiyordu,
bizler de Ukraynalı dostlarımızla hep beraber
Sivastapol sahillerinin tadını çıkartmak istiyorduk.
Sohbetimiz hep denizcilik, barış ve dostluk
üzerineydi.
• 300.000 insanın hayatını kaybettiği, 2’nci Dünya
Savaşı Kırım Kuşatması’nın sergilendiği Diorama
Müzesi,
VAN GÖLÜ İNCİ KEFALLERİNİN
KUTSAL YOLCULUĞU VE
YUKARI DENİZİN İNCİSİNE
DAİR ACI BİR ÖYKÜ …
Prof. Dr. Mustafa SARI*
[ Fotoğraflar ] Tahsin CEYLAN
[ Yazı ]
Van Gölü’nün henüz tatlı su gölü olduğu ve inci kefallerinin de üreme dahil tüm yaşamını gölde
geçirdiği yıllarda, ilk defa yumurta bırakacak olan bir grup genç inci kefali, delikanlılık cesareti
ile gölü terk edip derelere girmeyi kafalarına koyar. Gençler grubu içindeki uzun tartışmalardan
sonra en gözü pek, en cesur gençlerden yedi ekip kurarak Van Gölü’nü besleyen akarsulara bir
keşif yolculuğu yapmaya, eğer uygunsa yumurtalarını da buralara bırakıp nesillerini gölden
akarsuya da yaymaya karar verirler. Ancak yolculuk her ihtimale karşı gece yapılacak, gün
doğmadan tekrar göle geri dönülecek ve kesinlikle yaşlılara, hele hele her şeye itiraz eden
aksaçlılara hiç duyurulmayacaktır...
16
Gelinciklerin göl çevresini kırmızıya boyadığı, dağ
tepelerindeki karın takke kadar kaldığı bir bahar
gününün akşamında bu çılgın gençler, her biri farklı
koldan bir akarsuyu keşfetmek için yola koyulurlar.
Üç numaralı ekip hepsinden önce Erciş-Deliçay’a
ulaşır. İlk dereye girenler, suyun sığlığına, karanın
bu kadar kendilerine yakın olmasına ve buna
rağmen akıntının bu kadar güçlü olmasına şaşırırlar.
Hatta birden önlerine çıkan küçük bir şelaleye bile
rast gelirler de yine geri dönmek akıllarına gelmez.
Serde gençlik olduğu için akıntı sert olsa da geri
dönmeyi kendilerine yediremez, atlaya zıplaya
küçük şelaleyi de aşar ve kaynağa doğru yollarına
devam ederler. Bir ara dere etrafında insanları da
görürler, selam vermek geçer içlerinden ama her
ihtimale karşı selamsız geçmeyi daha güvenli bulup
yüzmeye devam ederler. Akıntıya karşı yüzmedeki
başarının verdiği heyecan ve derenin gürültülü
akışı yüzünden gün ağardığını fark edemezler ve
göle karanlıkta dönmenin daha uygun olacağını
düşünerek en yakındaki büyük kayanın gölgesinde
saklanarak akşamı beklemeye karar verirler. Ancak
gün ışığında kayanın gölgesinde bile olsalar çok
rahatça görüleceklerini düşünemezler yorgunluktan.
Genç inci kefalleri dinlenirken, ot biçmek için
dere kenarındaki araziye gelen insanlar balıkları
görünce heyecanlanır ve balıkların etrafını çepeçevre
saran bir tuzak yaparlar taşlardan. Henüz güneş
batmadan uyanan genç balıklar tuzağa düştüklerini
anladıklarında artık iş işten geçmiştir. Tuzaktan
kurtulmak için çırpınırlar, atlarlar, zıplarlar ama
bir türlü başarılı olamazlar. Sadece üç numaralı
ekibin en küçüğü taşlar arasında bulduğu küçük
bir delikten zar zor kaçarak göle dönmeyi başarır.
Diğer derelere giden gençleri aramaya başlar göle
döner dönmez kaçan genç balık ve hiç kimsenin
geri dönemediği acı gerçeği ile yüzleşir o gece.
Çaresiz durumu büyüklere aktarır ve aksaçlılar
başkanlığında toplanan büyükler meclisi, tuzakta
hapis kalan gençleri kurtarmak üzere tüm
yetişkinlerin derelere akın yapmasını, önlerine
çıkan engelleri her ne pahasına olursa olsun aşarak
gençleri kurtarmanın bir yolunun bulunmasını
kararlaştırır. Geleceğini gençlere emanet etmiş
inci kefalleri, küçüklere sahip çıkacak birkaç büyük
dışında Van Gölü’nün tüm derelerine akın başlatırlar
yine bir bahar akşamı, gelinciklerin rengi ile ufukta
batan güneşin kızıla boyadığı coğrafyada.
Tahsin Ceylan. Erciş-Deliçay Balık Bendi’nde
inci kefallerinin göçünü kamerası ‘‘Poyraz’’ ile
ölümsüzleştiriyor.
17
Mayıs-Haziran aylarında milyonlarca inci kefali, üreme göçü için
Van Gölü’nün çevresindeki dereleri dolduruyor.
Van Gölü inci kefali göçü, tüm dünyada ilgiyle izleniyor. Göç
zamanı yerli ve yabancı çok sayıda doğa sever inci kefali
göçünü görüntülemeye çalışıyor.
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Akın aylarca sürer derelerde ama kimse bulamaz
cesur ve yürekli gençlerin izini. Sular ısınır ve
dönmek zorunda kalır tüm balıklar tekrar göle. Ama
evlat acısı, hele gencecik fidanların acısı çıkmaz bir
türlü içlerinden. Dönüşte tekrar meclis toplanır ve
yemin ederler gençleri buluncaya kadar derelere
akını sürdürmeye her yıl gelincikler açtığında. Her
yıl yine gençleri bulamadan göle geri döndüklerinde
kaldıktan sonra göle doğru yola çıkar. Hem ergin
balıklar, hem yavrular göle dönerken yine fizyolojik
uyum için mansaplarda bir müddet bekler.
İnci kefalinin şanssızlığı sadece derelerde tuzaklara
düşmekten kaynaklanmıyor. Şanssızlık halen bir
çok ders kitabında “Van Gölü’nde balık yaşamaz”
yanlış bilgisi ile devam ediyor. Geçmişte Milli Eğitim
Bakanlığı tarafından ücretsiz dağıtılan bir kitaptaki
bu yanlış bilgiyi düzeltmek için 4 yıl uğraştım ve
sonunda yayınevi, yanlış bilgiyi düzeltmek yerine o
bölümü kitaptan komple çıkararak sorunu çözdü (!).
Dere içlerindeki kayaların arası, göç zamanı birer ‘‘göç
tüneline’’ dönüşüyor. Bu tüneller inci kefalleri için en
güvenli alanlar.
18
lanet okurlar, beddua ederler insanlara, kurdukları
tuzak yüzünden. Aradan binlerce yıl geçse de
vazgeçmez inci kefalleri, yürekli gençleri aramaktan.
Nesilden nesile bir öğreti olarak devam eder bu akın
ve anlaşılan dünya durdukça devam edecek gibidir.
Van Gölü inci kefali, dünyada sadece Van Gölü
Havzası’nda yaşayan, gölün tuzlu-sodalı sularına
uyum sağlamış tek, endemik bir balık türüdür. En
fazla yedi yıl yaşar ve üç yaşından itibaren üreme
yeteneği kazanır inci kefalleri. Tüm yaşamını
gölün tuzlu-sodalı sularında geçirir. Ancak göl
suları üremesine imkan vermediğinden ilkbahar
aylarında üç yaş ve üzerindeki tüm erkek-dişi
balıklar büyük sürüler oluşturarak akarsulara göç
eder. Ancak göçten önce, balıklar göç için hazırlık
yaparlar. Van Gölü’nün tuzlu-sodalı sularında
yaşayan ergin balıklar göçe hazırlanabilmek için
akarsuların göl suyuna karıştığı noktalarda-biz
buralara mansap diyoruz-belli bir süre bekleyerek
vücutlarında tatlı suya geçişi kolaylaştıracak iyon
dengelenmesi oluncaya kadar beklerler. Vücudu
tatlı suya adapte olan balıklar, akarsuların su
sıcaklığı 12-130C civarına ulaşınca akarsulara
Balıklar kaynağa doğru gitmeye çalışır, çünkü
genetik bir kot ve ilahi bir sevkle bilir ki yumurtaları
kaynağa yaklaştıkça daha güvende olacak. Güçlü
olanlar önü bir engelle kesilinceye kadar kaynağa
doğru yüzerken, zayıflar dere içlerinde hafif çakıllı,
kumlu alanları buldukları ilk yere yumurtalarını
bırakarak geri döner. Balıklarda dış döllenme olduğu
için bu göçe dişi ve erkek balıklar birlikte çıkar.
Genellikle iki erkek bir dişiyi takip eder. Dişi çakıllı
zemine karın bölgesini yaklaştırarak yumurtalarını
bırakırken, erkeklerden birisi de aynı anda sütünü
bırakır. Döllenen yumurtalar yapışkan bir yapıya
kavuşur, ağırlaşır ve dere tabanına ya da dere
yatağı içindeki, kenarındaki bitkilere yapışarak
kalır. Döllenmiş yumurtadan yavrunun çıkması su
sıcaklığına bağlı olarak 3 veya 7 günlük bir süreyi
alır. Yumurtadan çıkan yavrular derelerin akıntısı
az, hafif gölcüklü kıyı kısımlarında kısa bir süre
İnci kefali, gölde 8-12 m boylarındaki tekneler ve
fanyalı, sade uzatma ağları ile avlanır. Yıllara göre
değişmekle birlikte toplam 10 bin ton civarında inci
kefali avcılığı gerçekleşir her yıl. Bu avcılık miktarı,
1996 yılı rakamlarını dikkate alırsak toplam 15 bin
ton inci kefalinin sadece 3 bin tonu yasal, geriye
kalan 12 bin tonu yasa dışı olarak avlanıyordu. Nasıl
mı?
Van Gölü çevresinde inci kefalinin üreme göçü
yaptığı dereler ve mansapları, üreme zamanında
devlet eliyle ihaleyle satılıyordu. Hatta üreme
dönemi balıkçılığı yapmak üzere devlet eliyle göl
çevresinde 12 adet kooperatif kurdurulmuştu.
Çünkü balığın sonu olabileceğini kimse
düşünmüyordu. 1992 yılında Van’a ilk geldiğimde
Erciş’te karşılaştığımız yaşlı bir köylü “Bu balıkları
19
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Siz hiç tuzak kurdunuz mu bir balığa, kekliğe,
ördeğe, tavşana ya da başka bir canlıya? Cevabı zor
bu soruya cevap vermeyin isterseniz. Ama ben size
yüreği evlat acısıyla yanık inci kefallerini biraz daha
ayrıntılı anlatmaya devam edeyim.
girmeye başlar. Akarsuya giren balık, göç boyunca
yem almaz ve hızla kaynağa doğru gitmeye çalışır.
Bu göç esnasında önüne çıkan yapay veya doğal
engelleri aşmak için inanılmaz bir çaba sarf eder.
Erciş-Deliçay üzerinde Balık Bendi olarak bilinen
noktadaki yaklaşık 80 cm yüksekliğinde küçük
şelaleyi aşmak için milyonlarca balık binlerce kez
sıçrar ve bu esnada harika manzaralar ortaya çıkar.
Bu yüzden Van Gölü inci kefali, sık sık basında “uçan
balık” olarak yer alır.
İnci kefali, üremesini tamamlayıp göle döndükten
sonra, güz sonuna kadar gölün en fazla 35 m
derinliğe kadar olan besince bol bölümlerinde
yaşar; beslenir ve kışa hazırlanır. Yavrular daha
sığ, kıyı kesimlerde güze kadar hızla beslenerek
büyür. Havalar soğuduğunda, genellikle Kasım ayı
civarında kışlama alanı olarak kullandıkları gölün
daha derin yerlerine geçerler. Kış aylarında genelde
50-70 m derinlikleri tercih ederler. Şubat ayından
itibaren havaların ısınmaya başlaması ile birlikte
göl kıyılarına yaklaşarak bir anlamda göç hazırlığını
başlatmış olurlar.
Türkiye iç su balıkları üretimi olan yaklaşık 40
bin tonun dörtte birisi kadardır. Diğer bir ifade ile
Türkiye’nin gölleri, nehirleri, baraj gölleri, göletleri
ve diğer su ortamlarından avlanılan balığın dörtte
birisi tek başına inci kefalidir. Sazanın her yıl sucul
ekosisteme üretilerek milyonlarca yavru halinde
doğal avcılığı desteklemek üzere salındığını dikkate
aldığımız zaman aslında inci kefali, Türkiye iç
sularında doğal yolla en çok avlanan türdür. Ancak
bu avcılığın tamamı ne yazık ki yasal yollardan
yapılmaz. Toplam avın halen yaklaşık %35’i
üreme zamanında, yasa dışı olarak yapılmaktadır.
Göl çevresinde yaklaşık 15 bin insan, 165 tekne
tarafından profesyonel olarak avlanılan inci kefali
balıkçılığından geçimini sağlar.
2011 yılı İnci Kefali Göçü Kültür ve Sanat Festivali esnasında
15 bin kişi, inci kefali göçünü izleyerek çabasına şahit oldu.
biz tutmazsak su olur mühendis bey, rızkımıza
mani olma!” demişti bana. Öyle ya devletin ihale ile
sattığı, üreme dönemi balıkçılığı için kooperatifler
kurdurduğu bir ortamda, üreme dönemi
dışında balığı hiç görmeyen yaşlı köylü başka ne
düşünecekti?
20
O yıllarda katıldığım bir yurt dışı toplantıda yasa
dışı avcılığın %90 civarında olduğunu ifade ettiğim
zaman birisi şaşkınlıkla “sizde balığı koruyacak bir
yasa yok mu” diye sordu. Evet haklıydı, yasa vardı
ama bu yasada av yasaklarının ne zaman başlaması
gerektiğine balıkçılar karar veriyordu. Yani kuzu,
kurda teslim edilmişti.
Ya şimdi?
İnci kefali, halen tam olarak kaçak avcıların
elinden kurtulabilmiş değil, ama 1996 yılı ile
kıyaslanamayacak kadar büyük ilerleme var
balığın korunması ile ilgili. Günümüzde inci
kefali av yasaklarına kaçak avcılar değil, Yüzüncü
Yıl Üniversitesi’nin önderliğinde sivil toplum
kuruluşları ve tarım teşkilatı mensupları birlikte
karar veriyor. Artık mansaplar devlet eliyle
kiraya verilmiyor; üreme dönemi balıkçılığı
için kurdurulmuş olan kooperatiflerin hepsi
lağvedildi. Profesyonel balıkçılığın payı günümüzde
toplam avcılığın %65’ine ulaşmış durumda. Eski
alışkanlıklarını devam ettiren insanlar olsa da her yıl
üreme döneminde yapılan yasa dışı avcılığın oranları
düşüyor. Van Valiliği, kaçak avcılığın önlenmesi için
her yıl bütçe ayırıyor. Valimiz, göl çevresindeki ilçe
kaymakamlarımız inci kefalinin korunması için
ellerinden geleni yapmaya çalışıyor. Eskiden üreme
Derelerde kayaların, su bitkilerinin üzerine
tutunan inci kefali yumurtaları, gerçek ‘‘inci
taneleri’’ gibi parlıyor.
Üreme göçü esnasında inci kefalleri akıntıya karşı
yüzerken yem almıyor ve inanılmaz bir çaba sarfediyor.
zamanında kamyonlarla balık yüklenen ve bir tek
balığı bile atlarken göremediğimiz Erciş-Deliçay
Balık Bendi’nde AB desteği ile nefis bir göç gözlem
alanı oluşturuldu. Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin
önderliğinde Van Valiliği, Erciş Kaymakamlığı, Erciş
Belediyesi ve Doğa Gözcüleri Derneği iki yıldır “İnci
Kefali Göçü Kültür ve Sanat Festivali” düzenliyor. Bu
yıl festival alanını yaklaşık 15 bin kişi ziyaret ederek
inci kefalinin göçünü izledi. Eskiden Van yıllıklarına
bile giremeyen inci kefali, şimdilerde basının baş
tacı, Van’ın yeni markası haline geldi. 1992 yılında
1.2 milyon ABD doları olan inci kefali cirosu,
2010 yılında 10 milyon ABD dolarına ulaştı. İnci
kefalinin korunması için çalışma yapılan köylerde
bebek ölüm oranları düştü, kızların okullaşma oranı
arttı. Kaçak avcılığın önlenebildiği, profesyonel
balıkçılığın yaygınlaştığı köylerde göç durdu. Yani
aslında hedeflemediğimiz, hayal bile edemediğimiz
noktalara, sosyal hedeflere ulaştı inci kefalini
koruma çalışmaları.
Tüm bunlar nasıl mı oldu?
Bizler, inci kefallerinin öyküde ettikleri yeminini geç
öğrendik ama azimlerini, yılmadan her türlü engele
rağmen sürdürdükleri üreme çabasından ders aldık.
Üniversite bilim üretti; sivil toplum kuruluşları
lobi yaptı; yöneticilerimiz, jandarma-emniyet gibi
güvenlik birimlerimiz ağzı-dili olmayan balıkların
korunması için kaynak ayırdı, inisiyatif aldı; tarım
teşkilatımız yasal düzenlemelerle uygulamaları
sürekli güçlendirdi; Van Gölü çevresinin gerçek
balıkçıları kendi bindikleri dalı kesmeye çalışanlara
karşı durdu; dünyanın dört bir yanından inci
kefalinin hazin halini duyanlar manevi duygularını,
dualarını gönderdi; ulusal ve uluslar arası düzeyde
bir çok kurum-kuruluş destek oldu ve inci kefali bu
günlere geldi. Yani merkezinde samimi gönüllülüğün
olduğu, kurumsal işbirliğine dayalı minik bir
“kalkınma modeli” ortaya çıktı sonunda.
Her şey güllük gülistanlık olmadı inci kefali için ama
gidiş hep iyiye doğru bu günlerde. Umarım bu iyiye
gidiş sürer. Ülkemizin en doğusundan iyiye doğru
giden inci kefalinin başarı öyküsü yayılır ülkenin en
ücra köşelerine.
Eğer siz de inci kefali için bir şey yapmak isterseniz,
her yıl Haziran ayı içinde yapılan inci kefali göçü
kültür ve sanat festivaline katılarak, inci kefallerinin
cesur gençlerini aramak için derelere nasıl akın
ettiğini, yeminlerinden nasıl dönmediklerini görüp,
inci kefalinin çabasına şahit olabilirsiniz.
(*) Van Yüzüncüyıl Üniversitesi, Su Ürünleri Fakültesi Dekanı.
21
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Yukarıda nedenini açıkladığım göç öncesi fizyolojik
uyum için bekleme esnasında, mansaplarda inci
kefali daha dereye bile giremeden manyat dediğimiz
ağlarla avlanıyordu. Ancak köylüler bunu bile az
bulup, Karadeniz’de hamsi sezonu kapandığında
kamyonlara yükledikleri hamsi gırgır teknelerini
Van Gölü’ne getiriyor ve inci kefalini de aynen hamsi
gibi avlıyordu. Kazara manyatlardan, gırgırlardan
kurtulup akarsulara girebilenleri ise başka insafsızlar
bekliyordu dere boylarında. Akıntıya karşı yüzen
balıklar, yem de almadıkları için göç süresince,
yoruluyorlar ve akıntısı az yerlerde toplanarak
dinleniyorlardı. Bunu fark eden çevre sakinleri,
dereler üzerine taşlarla bentler kuruyor, sadece
balığın girebildiği ama çıkamadığı şekilde onları
tuzaklara dönüştürüyorlardı. Kendisi dere kenarında
keyif yaparken, akıntısı kasıtlı olarak azaltılmış
bu alanlarda kısa sürede toplanan inci kefallerini
çuvallarla kamyona yüklüyorlardı. Buralardan
yüklenmiş balık kamyonları yolda giderken
arkalarında balık yumurtalarından oluşmuş iki
sıralık bir utanç izi bırakıyorlardı. Bu ürküten
manzaralar, havalar iyice ısınıp ot biçme zamanı
gelinceye kadar devam ediyor, sonra insanlar balık
avlamaktan bıktıkları için av yasakları başlıyordu.
eden TCSG-87 sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Rusya
Federasyonu kara sularına girmiş bulunuyordu.
Sabah 06.30 itibariyle bulunduğumuz planlı
mevkide Rusya Federasyonu’na ait “Rubin” isimli
Taktik Komuta Gemisi ile randevu tesis ederek
Kafile Komutanımız’ı diğer katılımcı ülkelerin
komutanlarıyla birlikte tatbikatı izlemek üzere
Rubin’e uğurladık.
Tatbikatın başlamasını müteakip en heyecanlı
anlar saat 09:20’de lastik botun mayna edilmesiyle
gelişti. Tatbikat senaryosu kapsamında DAGOT-1 ve
TCSG-87 personelinden oluşturulan Kontrol Timi
lastik botla şüpheli gemiye intikale geçti. Gemiyi
bordalayarak çıkış yapan personelimizin icra ettiği
kontrol ve olası yasa dışı faaliyetlerin tespitine
yönelik yapılan aramada yakalanan kaçak mallar
komuta gemisine rapor edildi ve lastik bot şüpheli
gemiden ayrılarak DAGOT-1 personelini gemimize
bıraktı. Bu esnada şüpheli gemiden 2 kişinin denize
atlaması üzerine, denizde bulunan şüpheli şahıslar
önce lastik bota alınarak kurtarıldı ve etkisiz hale
getirilmelerini müteakip 09:50’de gemimize alındı.
Tatbikat sona erdiğinde, üstlendiğimiz görevi
başarı ile yerine getirmenin mutluluğunu yaşayan
22
[ Hazırlayan ] Taner MERMER | SG Tğm.
TCSG-87 Personeli olarak Blacksea Hawk-11
Tatbikatı’na iştirak edeceğimizi öğrendiğimizde Türk
Bayrağı’nı hırçın Karadeniz’in kuzey sularında da
dalgalandırma imkanı bulacak olmamızın gurur ve
mutluluğunu yaşamaya başladık.
TCSG-87 ailesi olarak taktik, teknik, lojistik ve
materyal yönünden yoğun bir eğitim ve hazırlık
dönemi geçirip, eksikliklerimizi tamamlama
aşamasında azami gayret ve özveri gösterdik.
Bizimle birlikte tatbikata katılan DAGOT-1
Komutanı ve DAGOT-1 2’nci Arama Birim
Amiri ile birlikte icra ettiğimiz kontrol tim
eğitimleri tatbikatta üstlendiğimiz görevlerin
icrasına hazırlanmamızda çok faydalı oldu.
Hazırlık periyodumuz boyunca yegane amacımız
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni, Sahil Güvenlik
Komutanlığını ve SG Karadeniz Bölge Komutanlığını
layıkı ile temsil etmek ve eğitim seviyemizi tatbikata
yansıtmaktı.
05 Temmuz 2011 günü saatler 21.00’ı gösterirken
SG Karadeniz Bölge Komutanlığı önünden avara
ederken, limanda bizleri uğurlamaya gelenler
vedalaşmanın burukluğunu yaşayarak Rusya
Federasyonu sularına doğru ileri harekete geçtik.
İntikal seyrimizde Kafile Komutanı olarak katılan
S.G. Karadeniz Bölge Komutanlığı Harekat Şube
Müdürü ile Sahil Güvenlik Komutanlığı Harekat
Şube Müdürü’nü misafir ediyorduk.
Zorlu deniz şartlarında gece boyu intikaline devam
Novorossiysk Limanı’nda önceden koordine edilen
rıhtıma tüm katılımcı ülke gemileri aborda olarak
limanda icra edilen karşılama törenlerine iştirak
ettiler. Başkonsolos Yavuz Kül, Konsolos Muavini
Fethi Cindoğlu ve Moskova Hava Ateşesi’nin
bizleri karşılamak üzere orada bulunmalarıyla
onurlandık. Törene ev sahipliği yapan Rus General,
Gemi Komutanımıza hediyelerini takdim ettikten
sonra ülkemiz Sahil Güvenlik Komutanlığının
Karadeniz’de üstlendiği etkin rolü başarıyla icra
ettiğini belirten konuşmasını yaparken tüm
personelimiz gururla dinledi.
Törenlerin sonlanmasını müteakip tatbikat icra eden
tüm birlikler ile birlikte Novorossiysk şehir gezisine
iştirak edildi. Komutanlarımız da verilen resmi
yemeğe katıldılar.
Novorossiysk kentini Rusya’nın deniz ticaretinde
23
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
BLACKSEA HAWK-11
personelimiz sancak taraftan çimariva yerlerini
aldı. Rubin gemisinin selamlanmasını müteakip
Novorossiysk Limanı’na intikal etmek üzere
tatbikata katılan Bulgaristan, Romanya, Rusya
Federasyonu ve Ukrayna Sahil Güvenlik gemileriyle
birlikte nizam halinde ileri harekete geçildi.
personelimiz rekabeti elden bırakmadan dostluğu
ön planda tutarak diğer ülkelerin personeli ile
başarıyla mücadele etti ve denizlerdeki başarılarını
yeşil sahalara da taşıyarak bir kez daha göğsümüzü
kabarttı.
Sosyal faaliyetlerin hitamında Görev Analiz Kritik
Toplantısı tüm heyetlerin katılımı ile icra edildi ve
Rusya Federasyonu’nda bulunan yüzer unsurlar
heyetler tarafından yerinde görüldü.
Tatbikatlarda taktik komuta görevini üstelenen
Rubin gemisinde tüm gemi komutanlarının davet
edildiği yemeğe Komutanımız ve Başçarkçımız
tarafından iştirak edilerek dost ülkelerin gemi
komutanlarıyla kurulan ikili ilişkilerle dostluk
ortamı pekiştirildi ve aynı denizde görev icra eden
ülkelerin farklı Sahil Güvenlik birimlerini yakından
tanıma fırsatı bulundu.
24
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
etkin bir rol oynayan küçük bir liman kenti olarak
bilen personelimiz tatbikatın liman periyodu
esnasında şehrin sahip olduğu tarihi ve turistik
değerleri de yakından tanıma fırsatı buldu. Özellikle
aborda olduğumuz limanda müze gemi olarak
bulunan II’nci Dünya Savaşı’nda aktif görevlerde
bulunmuş Rus Zırhlısı, üzerinde bulundurduğu
onlarca topun ihtişamıyla oldukça dikkat çekiciydi.
Samsun’dan gelen ticari gemilerin yoğun deniz
trafiğine alışık olan bu şehrin Samsun Belediyesi ile
kardeş kent ilan edildiğini öğrenmek de bizleri pek
şaşırtmadı.
07 Temmuz 2011 sabahı sıcak bir yaz gününe
uyanan personelimiz, tatbikata katılan diğer ülkeler
ve Sahil Güvenlik birimleri ile birlikte Novorossiysk
kentinde bulunan Kahramanlık Anıtı’na çelenk
koyma törenlerine iştirak ettiler ve hitamında ülke
heyetleri tarafından Novorossiyk Belediye Başkanı
ziyaret edildi.
14.00 - 17.00 saatleri arasında tüm gemilerin
iştiraki ile halat çekme yarışması ve mini futbol
turnuvası düzenlendi. Bu faaliyetlere Karadeniz
Bölge Komutanlığının yeni formalarıyla katılan
08 Temmuz 2011 günü saat 16:30 ’da Novorossiysk
Limanı’ndan Ana Vatanımıza intikal etmek üzere
hazırlıklarımızı tamamlamış bulunurken, limanda
icra edilen uğurlama töreninin de sonlanmasını
müteakip Sahil Güvenlik Komutanlığı Harekat
Başkanı’nın da aramıza katılmasıyla birlikte avara
ettik. İntikal seyrimiz esnasında Sahil Güvenlik
görevlerine olan ünsiyetimizi arttırmak maksadıyla
rotalarımızı Türk karasularına girmemizle birlikte
sorumluluk sahamızda bulunan kıyıları kontrol
edecek şekilde tesis ederek 09 Temmuz 2011 günü
saat 06:30’da Samsun liman girişi yaptık. Liman
içinde demir atarak gümrük heyetinin kontrollerinin
neticelenmesini müteakip saat 08:00’da Samsun
Limanı Sahil Güvenlik iskelesine aborda olduk.
Tevcih edilen görevi başarıyla yerine getirmenin
vermiş olduğu gurur ve mutluluk, yuvamıza geri
dönmenin yaşattığı mutluluğun ötesine geçiyordu.
Personelimizin verilen görevleri her zaman layıkıyla
yerine getirebileceğine olan inancı gözlerinden
okunuyordu.
KAYNAKLAR :
1. Su Ürünleri Mühendisleri Derneği
2. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı
İĞNEADA’DA YAŞAM
[ Hazırlayan ] Serkan SARI | SG Tğm.
Karadeniz kıyısında Bulgaristan ile komşu şirin bir belde olan İğneada, İstanbul’a 250
km, Kırklareli’ne 100 km ve kendisinden daha az gelişmiş olan Demirköy ilçesine 26 km
mesafededir. Çevresinde bulunan Erikli ve Mert Gölleri 1’inci derece doğal sit alanı ve
milli parktır. Ayrıca çevresini saran ormanlar içerisinde Saka, Hamam ve Pedina gölleri
bulunmaktadır. Bu bölgedeki Longoz (Su Basar) Ormanları’na Avrupa Coğrafyası’nda çok ender
rastlanmaktadır. Soyu tükenmekte olan bir çok bitki ve hayvana ev sahipliği yapmaktadır.
26
27
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
28
SARI: Komutanım, bizlere Karadeniz ve İğneada
hakkında neler söyleyebilirsiniz?
SEZGİN: Aslında hem Karadeniz hem de
İğneada hakkında söylenecek çok şey var. Şu
anda Komutanı olduğum TCSG-93’ü iki yıl önce
Gölcük Tersanesi’nden teslim aldığımızda bu gemi
bizim kızımız oldu. Bir nevi kucağımıza doğdu.
Karadeniz’deki görev süremiz boyunca Karadeniz’in
zor hava ve deniz şartlarında yaptığımız görevlere
yönelik birçok anımız var. Ama bugün daha çok
İğneada’yı konuşacağız sanırım.
SARI: Evet Komutanım, İğneada’yı konuşacağız.
İğneada’ya ilk geldiğinizde intibanız nasıldı?
SEZGİN: Geçen sene Mayıs ayıydı. İlk kez denizden
gelebildim İğneada’ya. Üzülerek söylüyorum,
Karadeniz’de 30 km’lik bir kumsal olduğunu
bilmiyordum ve tahmin edemezdim.
SARI: Peki doğası hakkında ne düşündünüz?
SEZGİN: Tabiî ki muhteşem. Alabildiğince orman,
yemyeşil dağlar, karşı yakası gözükmeyen bir deniz.
SARI: İnsanları nasıl?
SEZGİN: Doğası ne kadar Karadeniz ise, halkı da
o kadar tipik Trakyalı; lehçeleri, görüşleri ve sosyal
yaşam tarzları…
SARI: İğneada’da hayat şartları nasıl?
SEZGİN: Sosyal açıdan tabii ki yaz sezonu ve
kış sezonu çok fark ediyor. Ama temel ihtiyaçlar
tatmin için, gerek çok sevdiğim yalnız yaşam için
sınırsız fırsat benim için İğneada. Doğanın tadını
çıkarıyorum, doktora tezimi yazıyorum, az ve öz
dostluklar kuruyorum.
SARI: İğneada’ya dair ilginç anılarınız var mı?
SEZGİN: Görev, deniz ve gemi hayatı zaten her gün
yeni bir macera bizim için. Ama İğneada’nın da yeri
ayrı tabii. İlk aklıma gelenler; İğneada’ya gemiyle
ilk geldiğimiz gün sahildeki kalabalığı görünce çok
sevinmiştik. Ama yaklaştıkça bölgenin ayrı bir rengi
olan ve serbest dolaşım hakkı bulunan ineklerin
sahilde güneşlendiklerini fark ettik. Yol kenarındaki
çadır kalabalığı ise kampa gelen turistler değildi.
İğneada halkı sezonda evlerini pansiyon yapmak
üzere boşaltarak çadırlara yerleşmişlerdi. Bunun
dışında; çilingir olmadığı için 3 gün eve girememem,
senelik izne çıkma heyecanıyla sabaha karşı yola
çıkıp 3 saat benzinliğin açılmasını beklemem….
SARI: İğneada’daki bunca doğal zorluğa karşın sizi
görevinize bağlayan nedir?
SEZGİN: Konuşlandığımız liman; konumu itibariyle
hassasiyeti ve lüzumu sorgulanamayacak kadar
önemli. Hepimiz bunun bilincindeyiz ve yaptığımız
görevin öneminin farkındayız. Bu görevi elbet
birileri yapacak ve onlar şimdilik bizleriz. Ben
de, arkadaşlarım da; elbet meslek hayatımızın
ileriki yıllarında emrimizde bir çok personel ile
yönetici kadrolarda görev icra edeceğiz. Sanırım
29
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
2000 nüfuslu İğneada’nın başlıca geçim kaynakları;
ormancılık, hayvancılık, arıcılık, turizm ve kısmen
tarımdır. Eylül ayında yasağın kalkmasıyla lüfer
ve palamut balıkları tezgâhları doldurur. Ayrıca
mevsimine göre kalkan, tekir, mezgit, istavrit ve
kefal de avlanmaktadır.
Yaz sezonunda birkaç günlüğüne tatile gelen
yerli turistlerin hayran kaldığı doğa harikası
İğneada’yı bir de yılın tamamında burada yaşayan
biz Sahil Güvenlik ailesi gözüyle sizlere aktarmaya
çalışacağım. İlk olarak İgneada’da konuşlu TCSG93 Bot Komutanı SG Yüzbaşı Murat Sezgin ile
başlıyoruz.
SG Tğm. SARI: Komutanım öncelikle Sahil
Güvenlik dergisi okuyucuları için sizi kısaca
tanıyabilir miyiz?
SG Yzb. SEZGİN: 2001 yılında Deniz Harp
Okulu’ndan mezun oldum. Bugüne kadar 4 farklı
Sahil Güvenlik Botunda 7 yıl boyunca görev yaptım.
Yaklaşık 3 yıldır da Sahil Güvenlik sınıfı subayım .
SARI: Sahil Güvenlik Botlarında Komutan olarak
mı görev yaptınız?
SEZGİN: Komutanlığımın 8’inci yılındayım. KAAN,
SAR, 80 sınıfı Sahil Güvenlik botlarında komutanlık
yapma onurunu yaşadım. Daha önce, Deniz
Kuvvetleri Komutanlığı LCT çıkarma gemilerinde de
Komutanlık yapmıştım.
açısından çekilen zorluklar pek çok görev yerine
kıyasla daha fazla.
SARI: Ne gibi zorlukları var İğneada’da
yaşamanın?
SEZGİN: Aslında bu zorluklar tam anlamıyla
doğanın zorlukları. Örneğin, en yakın doktorumuz
26 km. uzaklıkta, en yakın hastanemiz 100 km.
uzaklıkta. Donanımlı ambulans yok. Zaten olsa
da kışın gidebileceği herhangi bir yol yok. Eğitim
imkanı olarak sadece ilköğretim okulu var. Resmi
dairelerin tümü ilçe merkezinde. Sosyal imkânlar
ise bir Sahil Güvenlik personelinin gemisinden
ayrılamayacağı mesafede.
SARI: Peki, personeliniz bu zor doğa şartlarında
nasıl bir yaşam sürüyor?
SEZGİN: Aslında İğneada’da yaşamı onların
ağzından dinlemenin daha uygun olacağını
düşünüyorum. Çünkü medeni durumlarına göre
yaşadıkları zorluklar da farklılık taşıyor. Altı evli
personelimiz var. Tabiîki nişanlı ve bekar olanlar
da var. Nişanlılar genellikle gemide kalıp para
biriktirmeyi tercih ediyorlar. Bekar arkadaşlarımız
ise kiraladıkları evlerde oturuyorlar.
SARI: Onlarla da konuşacağız Komutanım
ama daha önce sizin hayata dair hissettiğiniz
zorluklardan biraz bahseder misiniz?
SEZGİN: Elbette, Istıranca Dağları’nın virajlı
yokuşlarında araç kullanmayı, yılın 2-3 ayı kapalı
kalan yollarda zincir takmayı öğrendim. Odun
kırmasını ve soba yakmasını bilmeyen kalmadı.
Sahil Güvenlik ailesi olarak hepimiz bir yandan
sağlığımıza dikkat ediyoruz, bir yandan da birimizin
bir derdi olduğunda hepimiz koşturuyoruz.
SARI: Komutanım, İğneda’da lojman imkanınız
var mı?
SEZGİN: Açıkçası İğneada, garnizon süresi 2 yıl
olan bir bölgemiz. Hâlihazırda Sahil Güvenlik
Komutanlığımıza tahsisli bir arazimiz var ve
yine Komutanlarımızın desteği ile yakında
lojman inşaatına başlayacağız. Lojman inşa
süreci düşünülürse şu anki personelin bu imkânı
kullanabilmesi uzak görünüyor. Ancak, bu yıl
içerisinde kira yardımı almaya başladık.
SARI: Komutanım, İğneada’nın doğa
zorluklarından bahsettik, peki siz bu koşullarda
nasıl vakit geçiriyorsunuz?
SEZGİN: Öncelikle söylemek isterim ki, zorluklarına
rağmen İğneada’yı seviyorum. Gerek Garnizon
Komutanlığı’nın sağladığı yüksek mesleki
30
o gün geldiğinde bizlere zor şartlardan bahseden
astlarımıza sadece gülümseyeceğiz.
Istıranca Dağları’na mahpus olmuş İğneada
Beldesi’ndeki yaşamı Komutanımız kısaca özetledi.
Bir de evli ve yeni baba olan Silah Astsubayımız’a
İğneada’yı soracağız.
SG Tğm. SARI: Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
SG Slh. Üçvş. ÇAL: Üstçavuş Erkan ÇAL. 6 yıllık
astsubayım. Mezuniyetimden itibaren Sahil
Güvenlik sınıfındayım.
SARI: İlk personelsiniz, İğneada’ya TCSG-93’le
birlikte geldiniz. Evli çift olarak herhalde ilk işiniz
ev bulmak olmuştur.
ÇAL: Evet ama hiç de kolay olmadı. Lojman olmadığı
için kiralık ev aradım. Fakat evler 1988 tarihli
gecekondu/imar kanunu kapsamında. Sadece
sahiplerinin kullanımına tahsisli. Bu sebeple tapu
olmadığından kira yardımı alamıyorum.
SARI: Ev bulmakta epeyce zorlanmışsınız, peki
bulduğunuz evin durumu nasıldı?
ÇAL: İğneada’da kaloriferli ev yok, mecburen sobalı
bir ev tuttuk. Ayrıca İğneada’da doktor olmaması ve
çocuk beklerken eşimin evi ısıtması zor olduğu için
eşimi doğum yapmadan 2 ay önce Uşak’a göndermek
zorunda kaldım. Yollar kışın kapandığı için burada
ufak bir sağlık problemi bile büyük sorun haline
geliyor. Bu aile düzensizliği de ister istemez moral
düşüklüğüne sebep oluyor.
SARI: Size bu zor günlerinizde en moral verici şey
nedir?
ÇAL: Zor günlerin en büyük yardımcıları gemideki
arkadaşlarım. Her sıkıntımızda birbirimize destek
oluyor ve arkadaşlığın kıymetini böyle zor günlerde
daha çok anlıyoruz.
Erkan Astsubayımız’ın ve saygıdeğer eşi Emine
Hanım’ın çocuklarının kendilerine huzur ve
mutluluk getirmesini diliyor ve bir de yeni
evli personelimiz Uzman Çavuş Tuncay TAŞ’a
yöneltiyoruz sorularımızı.
SG Tğm. SARI: Okuyucularımız için kendinizi
tanıtabilir misiniz?
SG Mot. Uzm. Çvş. TAŞ: 2 yıllık uzman erbaşım.
İğneada’ya TCSG-93’ün gelişi ile beraber geldim.
Geldikten 7 ay sonra da evlendim. Şu anda bir
senelik evliyim.
SARI: Yeni evli bir çift olarak İğneada’da eşiniz ile
vakit geçirebileceğiniz sosyal bir ortam var mı?
TAŞ: Burada sosyal ortam olarak vakit
geçirebileceğimiz tek yer otelin çatı barı diyebilirim.
Orası da biraz pahalı olduğu için her zaman
gidemiyoruz. Yazın iki aylık tatil sezonunda geçici
olarak açılan kafelerde vakit geçirme imkânımız
oluyor. Kışın da burasının soğukluk, hastane
yokluğu ve ulaşım zorluğu gibi ağır şartları
dolayısıyla eşimi ailesinin yanına göndermek
zorunda kalıyorum.
SG Tğm. SARI: Sizi tanıyabilir miyiz?
Derya DEMİRCİ: Ben 2006 yılında Atatürk
Üniversitesi Coğrafya Bölümü’nden mezun oldum.
2007 yılında eşim Tarık Demirci ile evlendim. 2010
yılında eşimin tayini sebebiyle İğneada’ya geldik.
SARI: Görev dolayısıyla eşinizden ayrı kaldığınız
zaman oldu mu?
DEMİRCİ: Evet malesef oldu. Geminin tersanede
kaldığı 7 ay, İstanbul’da kaldığı 2 ay içerisinde
eşimi hiç göremedim. Dershanede öğretmen olarak
çalıştığım için işimi de bırakamadım. Dolayısıyla
hem ailemi hem de eşimi uzun süreler göremedim.
SARI: Peki İğneada’ya geldiğinizde iş bulabildiniz
mi?
DEMİRCİ: Bir üniversite mezunu olarak İğneada’da
çalışabileceğim hiçbir meslek olmadığı için yüksek
lisans yapmak istedim. Fakat ulaşım sıkıntısından
dolayı onu da yapamadım. 3’üncü kattaki
evimize odun taşıyıp soba yakmak dışında bir şey
yapamıyorum.
SARI: Çocuğunuz var mı?
DEMİRCİ: Evet 3,5 yaşında Hatice Nehir isminde bir
kızımız var. Kreş imkânı olmadığı için, iş bulsam bile
bırakıp gitmem çok zor.
SARI: Peki bunca olumsuzluğa rağmen sizi burada
mutlu eden şeyler var mı?
DEMİRCİ: Elbette; İğneada’nın havası ve doğası
harika olduğu için zaman zaman doğa yürüyüşleriyle
31
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
SARI: O halde eşinizi çok sık göremiyorsunuz.
TAŞ: Evet malesef. Burada kışın yaşamak pek kolay
olmadığı için en azından eşim rahat etsin diye
ailesine göndermeyi tercih ediyorum.
SARI: Peki aileleriniz buraya sizi ziyarete
gelebiliyor mu?
TAŞ: Yollar kışın kötü olduğu için pek gelemiyorlar.
Yazın tatil sezonunda kısa süreliğine geldiler,
ancak kışın onları görmemiz için bizim gitmemiz
gerekiyor.
SARI: İğneada’da personel dışında halktan
görüşebildiğiniz kimse var mı?
TAŞ: Evet var ama ev sahibi ve bir iki komşudan
ibaret olduğu için çok sık görüşemiyoruz. Tabii halk
olarak bizlere ellerinden gelen yardımı yapıyorlar,
bunu da söylemek gerekir.
Aslında İğneada’nın şartlarına en çok katlanan
hanımefendilerdir. Yani personelimizin değerli
eşleri. Tüm sosyal faaliyetlerde bizleri yalnız
bırakmazlar. Birlikte köy kahvaltısı, piknik mangal
gibi eğlencelerimiz olur. Ancak gün gelir bizler
gemimizle göreve çıktığımızda, eşler İğneada’nın
zorluklarıyla kendileri mücadele ederler. Soğuk
hava, zor ulaşım, elektrik kesintisi, vahşi hayvan
gibi doğa engellerine bir de iş bulma, çocukların
eğitimi ve sosyal imkân yetersizliği eklenir. Şimdi de
Vardabandıra Uzman Çavuş Tarık DEMİRCİ’nin eşi
Derya Hanım’dan dinleyelim İğneada’yı.
32
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
gerginliğimizi atmak çok iyi geliyor. Ama tabii
bunu yaparken kendimizi de vahşi hayvanlardan
sakınmamız gerekiyor.
Derya Hanım’a teşekkür ediyor ve şimdi de TCSG93 ailesinin miniklerine geliyoruz. Komutanımız’ın
4 yaşında oğlu Poyraz, Silah Astsubayımız’ın 1
aylık oğlu Ferhan, Vardabandıra Uzmanımız’ın 3,5
yaşındaki kızı Hatice Nehir, Aşçı Uzmanımız’ın 10
yaşında oğlu Tuna ve 6 yaşında kızı Ada. Bu minikler
arasında en büyüğü olan Tuna’ya yöneltiyoruz
sorularımızı.
SG Tğm. SARI: Kendini tanıtır mısın bize?
Tuna YALÇIN: Ben Tuna. 10 yaşındayım ve 4.
Sınıfa gidiyorum. 7 yıldır İğneada’dayım. Burada
doğmadım ama buradan öncesini hatırlamadığım
için burada doğmuş gibiyim. Tüm arkadaşlarım
buradan.
SARI: 7 yıldır burada olduğuna göre İğneada’nın
sokaklarını da iyi biliyorsundur.
YALÇIN: Evet, zaten okula da yürüyerek gidip
geldiğim için sokaklar bana çok yakın geliyor.
Özellikle de kışın çamurlu, karlı ve buzlu
yollarda gidip geldikçe sanırım hayata daha iyi
hazırlanıyorum.
SARI: Peki okuldan ve ödevlerden arta kalan
zamanlarını nasıl geçiriyorsun?
YALÇIN: Kardeşimle ve arkadaşlarımla oyunlar
oynuyoruz. Toprakla ve yeşille iç içeyiz. İğneada’nın
tamamen doğal olan sokaklarında oyun oynamak
çok güzel bir şey. Bu bizi çok mutlu ediyor.
SARI: Başka neler yapıyorsun?
YALÇIN: Gölge adında bir köpeğimiz var. Ona
bakıyor ve oyunlar oynuyorum.
SARI: Demek ki sen buraları seviyorsun.
YALÇIN: Evet İğneada’yı çok seviyorum.
Arkadaşlarımla güzel vakitler geçiriyorum.
İğneada’nın dört mevsimde farklı farklı renkleri var.
Hepimiz farklı çerçeveden bakıyoruz bu renklere.
Tıpkı hayatın kendisi gibi, burada da mutlu, güzel
günlerimiz ve zor zamanlarımız var. Bu söyleşide
size bu yaşamı anlatmaya çalıştım. Öte yandan
zamanımızın çoğunu gemimizde ve icra ettiğimiz
görevlerde geçiriyoruz. Karadeniz’de görev icra
edebilmek ise; bambaşka bir zorluk. TCSG-93
ailesiyle yaşadıklarımızın, konuştuklarımızın,
paylaştıklarımızın ancak bir kısmını aktarabildim
sizlere. Daha fazlası için sizleri bekliyoruz buraya.
Özellikle kışın hasretiz misafire.
karekökü ile doğru orantılıdır. Yani derinlik
azaldıkça, tsunaminin hızı da derinlikle doğru
orantılı olarak azalır. Derin sularda hızlı (saatte
ortalama 450km), sığ sularda ise yavaş hareket eder.
Fakat yavaş hareket etmesi, tsunamiden koşarak
kaçılabileceği anlamına gelmez. Yavaş hareketi
halinde bile, kıyıda normal bir insanın koşma
hızından çok daha hızlı ilerler. Kıyılara gelen dalga,
denizin önce geri çekilmesine, sonra karada dalga
tırmanması ve su taşınımına neden olur. Bunun
sonucu olarak da kıyılarda şiddetli akıntılar ve su
düzeyi değişimleri gerçekleşir. Dalganın zarar veren
etkisi sığ sularda şiddetli akıntılar yaratması olup,
dalga yüksekliği zayıf bile olsa genellikle limanlar
ve küçük tekne barınakları bu şiddetli akıntılardan
etkilenerek zarar görür.
34
[ Hazırlayan ] Derya Itır DİLMEN | Yer ve Uzay Bilimleri Bölümü, Washington Üniversitesi, Seattle, ABD
Japonca’da “liman (tsu) dalgası (nami)” anlamına
gelen “Tsunami” sözcüğü, sualtı depremleri, sualtı
zemin kaymaları, göçmeler, volkanik aktiviteler
ve nadiren de olsa su yüzeyine meteor düşmesinin
yarattığı enerji sonucu deniz, okyanus veya
göl sularında oluşan dalgalara verilen isimdir.
Tsunami’nin Liman Dalgası olarak adlandırılmasının
sebebi, zayıf şiddetli bir tsunaminin kıyılarda ve sığ
sularda şiddetli akıntılar oluşturabilme ve özellikle
limanlarda hasara yol açabilme özelliğidir. 1896
yılında, 20.000 kişinin ölümüne sebep olan Meiji
Tsunamisi, bu kelimenin Japonca’dan diğer dillere
değişmeden aktarılmasını sağlamıştır.
Tsunami, genel kanının aksine, bir tane değil, birden
fazla dalgayı temsil eder. Tsunami ilk oluştuğunda
tek bir dalga, kısa bir süre içerisinde ise birden çok
dalgaya bölünerek su baseninde yayılmaya başlar.
İlk dalganın etkisi genelde küçük, ikinci ve üçüncü
dalgalar ise maksimum enerjiye sahiptir ve bu
yüzden maddi ve manevi verdikleri zarar birinci
dalgaya göre çok daha büyüktür.
Depreşim dalgasının hızı, bulunduğu derinliğin
Ülkemizin çevresindeki denizlerde tarihsel
tsunami olayları çeşitli makalelerde ayrıntılı olarak
incelenmiştir (Ambraseys, (1962), Papadopoulos,
(1999) Altınok ve Ersoy (2000)). Anadolu çevresi
denizlerde 90 tsunami olduğu tarihsel kayıtlarda
yer almıştır. Ege Denizi’nde son bin yılda 35 adet
tsunamiye ait bilgi listelenmiştir. Kataloglar,
basılı eserler ve tarihsel belgeler üzerinde bugüne
kadar yapılan incelemeler ve arşiv taramalarında,
çoğunluğu İzmit ve Gemlik Körfezleri, Kapıdağ
Yarımadası, İstanbul ve Gelibolu kıyılarında
yoğunlaşmak üzere Marmara Denizi’nde tarih
boyunca 30’un üzerinde tsunami oluştuğu
saptanmıştır.
Türkiye kıyılarında 1999 İzmit Depremi’nin
ardından tsunami meydana gelmiştir. Tsunami
araştırmaları konusunda deneyimli ve farklı bilimsel
disiplinlerden gelen uluslararası uzmanlar grubu
35
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
TSUNAMİNİN OLUŞUMU VE
TSUNAMİ OLUŞTUĞUNDA
ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER
Tsunami’nin en çok meydana gelme olasılığı olan
yer Pasifik Okyanusu’dur. Bunun en son örneğini
11 Mart 2011 tarihinde 18.000 kişinin can kaybına
yol açan, 8.9 şiddetli Japonya Depremi’nin yarattığı
tsunamidir. Denizlerimizin iç deniz olmasından
dolayı tsunami yaratamayacağına dair yaygın bir
kanı vardır. Okyanusta olma ihtimalinden düşük
olmakla beraber, günümüzde tsunaminin Akdeniz
(Ege ve Marmara Denizini de kapsayacak şekilde)
ve Karadeniz’de oluşma olasılığı bulunmaktadır.
Geçmişte İsa’dan önce 1400 yıllarından günümüze
kadar Akdeniz ve Karadeniz’de 200’e yakın olay,
tarihsel belgeler, görgü tanıkları ve paleotsunamik
bölge çalışmalarıyla tespit edilmiştir. Ege
Denizi’ndeki volkanik aktiviteler ve Ege Denizi’nin
güneydoğu baseninde yer alan “Helen Yayı”
tsunami yaratan başlıca fay hattı iken, Karadeniz’de
çoğunlukla denizaltı toprak kaymaları tsunamilerin
oluşmasına sebep olmaktadır.
tahmin edilebilmektedir. Bu bilgiler bilgisayar
modellerinde veri olarak kullanılarak dalganın
oluşum, hareketi ve kıyılardaki davranışları
incelenir. Gelecekte oluşabilecek tsunamiler için ise
yine aynı veriler, oluşabilecek tsunaminin şiddetinin
saptanmasında ve etki altında kalabilecek bölgelerin
idari birimleriyle işbirliği içerisine girilerek, gerekli
tahliye güzergâhlarının belirlenmesinde kullanılır.
Ülkemizde ise bu çalışmalar yeni olduğundan,
henüz tahliye güzergâhları belirlenmemiştir. Bu
yüzden, halkın depremin ardından gelen tsunamiye
karşı, korkuya kapılmadan, bilinçli davranarak
aşağıda sıralanan basit temel kuralları göz önünde
bulundurmaları gerekir.
KORUNMA KONUSUNDA BİLİNMESİ
GEREKENLER:
36
Tsunami hakkında genel bilgilere sahip olmak,
hayatta kalmak için yeterli değildir. Birçok insan
bu bilgiye sahip olmakla beraber, tsunamide ölen
ya da yaralananların bir bölümü, kıyıda tsunami
oluşumunu merak edip izlemeye çalışmalarından
ya da tsunamiden koşarak kaçabileceklerini
düşünenlerden kaynaklandığı saptanmıştır.
Bu yüzden tsunami oluşumunun öncesinde ve
sonrasında nasıl önlemler alınması gerektiğine
değinmekte fayda vardır.
2. Dalganın karada ilerleme hızı, insanın koşma
hızından daha fazladır. Merak edip dalganın
kıyılardaki davranışlarını izlemek çok tehlikelidir.
Kaçmak için zaman geç olabilir. Depreşim dalgası
nedeniyle yaşamını yitirenlerin bir bölümü meraklı
kişilerdir.
3. Depreşim dalgası konusundaki uyarıları ciddiye
almak zorunludur. Unutulmamalıdır ki, 1960 yılında
Hawaii Hilo’da meydana gelen depreşim dalgası
için 10 saat önceden uyarı verilmiş ve korunma
yöntemleri tekrarlanmış iken 61 can kaybı olmuştur.
TSUNAMİ ÖNCESİ:
Geçmiş yıllarda meydana gelmiş tsunamilerin
yarattığı jeolojik izlerinden, bu konuda yazılmış
tarihsel belgelerden ve görgü tanıklarından bilgi
edinilerek dalganın nerede, nasıl, neden oluştuğu
KAYNAKLAR :
(1) Derya Itir Dilmen, Ms. Tezi, GIS Tabanli Tsunami Baskin Haritalarinin olusturulmasi;
Fethiye Ornegi, 2009.
(2) Ahmet Cevdet Yalciner, Depresim Dalgarinin Olusumu ve Korunma Yontemleri, 2001.
MÜZELERDE
YARATICI DRAMA ETKİNLİKLERİ
[ Hazırlayan ] Lider HEPGENÇ | SG U/B Üçvş.
MÜZE-MÜZECİLİK
Müze kavramı; toplum ve onun gelişiminin
hizmetinde, halka açık, insana ve yaşadığı çevreye
tanıklık eden malzemeleri araştıran, toplayan,
koruyan, bilgiyi paylaşan ve sonuçta inceleme,
eğitim ve zevk alma doğrultusunda sergileyen,
kazanç amacı gütmeyen ve sürekliliği olan bir kurum
olarak tanımlanabilir. (Atagök, 2005’ten akt. Öztürk
2007)
Müze, Uluslar Arası Müzeler Komitesi (ICOM)
tarafından; “kültürel değer taşıyan unsurlardan
oluşan bir bütünü türlü biçimde korumak,
incelemek, değerlendirmek ve özellikle halkın
beğenisinin yükselmesi ve eğitimi için sergilemek
amacıyla toplum yararına, sürekli yönetilen
kurumdur” olarak tanımlanmaktadır.
Müze, Eski Yunan dilinde ‘‘museion’’dan türemiş bir
sözcüktür. Helenistik çağın bir ürünü olan museion,
ilk çağ Grek kültüründe düşüncelere dalınacak
bir yer, bir felsefe kurumu, bir başka deyişle esin
perileri, Musaların Tapınağı idi. Milattan önce 306–
285 yılları arasında Mısır’da hüküm süren Yunan
asıllı Ptolemaios Soter, Pharos kanalı ile Mareotis
37
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
içinde, Türkiye’den Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
İstanbul Üniversitesi, Afet İşleri Genel Müdürlüğü,
ABD’den Güney Kaliforniya Üniversitesi Tsunami
Araştırma Grubu, Japonya’dan Tohoku Üniversitesi
Afet Kontrol Araştırma Merkezi, İtalya’dan Bologna
Üniversitesi kuruluşlarından araştırmacılar
birlikte yer almıştır. Bu yöntem izlenerek yapılan
değerlendirmeler sonucunda 17 Ağustos 1999
depremi ile İzmit Körfezi’nde tsunami oluştuğu
saptanmıştır.
1. Depreşim dalgası fark edildiğinde ya da uyarı
alındığında en kısa zamanda kıyı çizgisinden
uzaklaşılmalıdır. Karada bulunan kişilerin kıyıdan
100-150 m. uzaklığa, denizde teknede bulunan
kişilerin ise su derinliği en az 50 m. veya derin
yerlere doğru uzaklaşarak olası dalga ve akıntı
etkilerinden kurtulmaları olanaklıdır.
1924 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla, Topkapı
Sarayı’nın mevcut eşyasıyla müze olarak
düzenlenmesi ve ziyarete açılması kararlaştırılır.
Cumhuriyet döneminin ilk müze binası olan
Ankara Etnografya Müzesi ise 1930 yılında halka
açılır. 1950 yılında Uluslar Arası Müzeler Konseyi
(ICOM)’nin Türkiye Milli Komitesi kurulur. 1960’lı
yıllara kadar ağır-aksak yürüyen Türk Müzeciliği
1960’lı yıllarda yeni müze binalarının yapımıyla
hızlanmıştır (Atasoy, 1992’den akt. Beştepe, 1995).
2011 yılı T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine
göre, bakanlığa bağlı 189 müze, 131 ören yeri ve 151
özel müze vardır.
YARATICI DRAMA
38
Ülkemizde ilk müze, Tophane-i Amire Müşiri Ahmed
Fethi Paşa tarafından 1845 yılında İstanbul’da
Saint-Irene (bugün Aya İrini olarak bilinmekte)
Kilisesi’nde, çeşitli yerlerden getirilen eserlerin
bu kilisede depolanmasıyla kurulmuştur (Önder,
1973’ten akt. Beştepe 1995). 1869 yılında Sadrazam
Ali Paşa zamanında Aya İrini deposu müze haline
getirilerek Müze-i Hümayun adı verilmiştir (Atasoy,
1992’den akt. Beştepe 1995).
Türkiye’nin ilk müze binası, Osman Hamdi Bey
tarafından mimar Valaury’e çizdirilen ve 1891
yılında açılan İstanbul Arkeoloji Müzesidir.
Yaratıcı drama tiyatro değildir. Kavram olarak drama
kelimesinin dram türüyle karıştırılıyor olması,
yaratıcı drama denildiği zaman insanların aklına
tiyatroyu getirmektedir. Oysaki birbirlerinden
yararlanmakla beraber, tiyatro ve yaratıcı drama
birbirinden farklı şeylerdir. Her şeyden önce tiyatro
sonuç odaklıdır. Yapılan prova süreçlerinin sonunda
seyirciye sunulan bir gösteri söz konusudur. Yaratıcı
drama ise sonuç değil süreç odaklıdır. Yapılan
çalışmalarda seyirci kabul edilmez. Çünkü birey,
atölye boyunca kendi içsel yolculuğuna çıkarak
kendini ortaya koyar. “Ben” olma kavramından “biz”
olma kavramına doğru bir süreç işlenir. Tiyatro
sanatıyla ilgilenmek için oyunculuk yeteneğine
sahip olmak gerekirken yaratıcı dramada herhangi
bir yeteneğe gerek yoktur. Tiyatroda, oyuncuya
istediğini yaptıran yazar ve yönetmen ikilisinin
aksine yaratıcı dramada bireye istediğini yaptıran
değil onu yönlendiren drama lideri vardır. Tiyatro
genellikle bir sahneye ihtiyaç duyarken (ki sahneye
gerek duymayan “görünmez tiyatro” gibi farklı
tiyatro türleri de mevcuttur) yaratıcı drama her
yerde yapılabilir. Okullar, sergiler, müzeler, hayvanat
bahçeleri, ormanlar, alışveriş merkezleri…
Yaratıcı dramada bazı temel kavramlar vardır.
Bunlar;
• Katılımcılar; her atölyenin bir katılımcı grubu
vardır. Katılımcılar gönüllülük esasıyla bir araya
gelmiş olmalıdırlar. Atölyeye katılacak olan
katılımcıların yaşları birbirine yakın olmalıdır.
Çocuklarla yapılacak olan çalışmalarda uygun
görülen yaş grupları; 3–4 yaş, 5–6 yaş, 7–9 yaş,
10–12 yaş. 13–15 yaş ve 16–18 yaş grupları iken
yetişkinlerde bu durum daha esnektir. Yetişkinlerde,
grubun hazır bulunuşluk durumuna bağlı olarak 20
yaşında bir katılımcı ile 35 yaşındaki bir katılımcı
aynı atölyede bulunabilir.
• Kazanım; her bir yaratıcı drama atölyesinin
kazanımı olmak zorundadır. Yaratıcı drama
liderinin grupla beraber ne öğreteceği önceden
belirlenmelidir.
• Teknikler; yaratıcı drama çalışmalarında kullanılan
birçok teknik vardır. Bu tekniklerden en önemlileri,
her yaratıcı drama çalışmasında kesinlikle olması
gereken “doğaçlama” ve “rol oynamadır”. Bu iki
teknik olmadan yaratıcı drama çalışmasından söz
edilemez. Bunun dışında, fotoğraf karesi, donuk
imge, uzman rolde, geriye dönüş-ileriye gidiş, bilinç
koridoru, rol içinde yazma, rol kartı gibi birçok
teknik vardır.
• Aşamalar; bir yaratıcı drama atölyesi 3 bölümden
oluşur. Isınma, canlandırma ve değerlendirme.
Kazanım belirlendikten sonra, kazanıma uygun
oyunlar ısınma bölümünde uygulanır. Isınma
bölümü bir başka açıdan bakıldığı zaman
canlandırma bölümüne katılımcıları hazırlar.
Canlandırma bölümünde kazanıma hitap eden
çalışma yapılır. Kazanıma hitap eden canlandırmalar
bu bölümde yapılır. Son olarak, tüm süreci
değerlendirmek adına değerlendirme aşamasında
tüm katılımcılardan süreç ile ilgili değerlendirme
alınır. Bu değerlendirme sözlü olacağı gibi resimler,
heykeller, danslar v.s. gibi farklı şekillerde de
yapılabilir.
• Mekân; yaratıcı dramanın yapılacağı mekân
önceden drama lideri tarafından incelenmelidir.
Mekânın hava şartları, yapılacak çalışmadaki
oyunlara/tekniklere uygun olup olmadığı (büyüklük,
küçüklük veya başka sebepler) gibi şartlar göz
önünde bulundurulmalıdır. Diğer taraftan bir
yaratıcı drama atölyesi 4 duvar arasında yapılmaz.
Müzeler, sergiler, alışveriş merkezleri, ormanlar,
açık alanlar, hayvanat bahçeleri gibi farklı farklı
mekânlarda da çalışmalar yapılabilir.
39
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Gölü arasında birkaç yıl içinde kurduğu kente
Büyük İskender’in adını verir; İskenderiye olarak
bildiğimiz bu kentin en önemli yolunun üzerinde,
sarayın bahçesinin ortasına bir museion yaptırır.
Museion’un çevresinde kitaplı, amfi tiyatro, gözlem
evi, yemek ve çalışma odaları, botanik ve hayvan
bahçeleri yer alır. Hem üniversite, hem akademi,
hem de manastır niteliği taşıyan bu Museion’da
Yunanistan’ın ve doğu ülkelerinin eski ve yeni sanat
yapıtları yavaş yavaş toplanır, belgelenir ve korunur.
Aynı zamanda şairler, coğrafyacılar, bilim adamları
ve sanatçılar İskenderiye Sarayı’nda toplanırlardı.
Bir anlamda İskenderiye Müzesi günümüz müze
kavramının çekirdeği sayılmaktadır. (Atik, 2008)
Yaratıcı drama, doğaçlama, rol oynama vb. tiyatro
ya da drama tekniklerinden yararlanılarak, bir
grup çalışması içinde, bireylerin bir yaşantıyı, bir
olayı, bir fikri, kimi zaman bir soyut kavramı ya
da bir davranışı, eski bilişsel örüntülerin yeniden
düzenlenmesi yoluyla ve gözlem, deneyim, duygu ve
yaşantıların gözden geçirildiği “oyunsu” süreçlerde
anlamlandırması, canlandırmasıdır. (San, 1991)
Ülkemizde müze etkinliklerine dair ne yazık
ki çok fazla bir şey yapılmamaktadır. Müzeler,
toplumun birçok kesimi tarafından soğuk ve sıkıcı
bir yer olarak algılanmaktadır. Hafta sonu alışveriş
merkezlerinde gezmek yerine müzeleri ziyaret
etmeyi tercih eden kesim yok denecek kadar azdır.
Bu ilgisizliğin birçok sebebi bulunmakla beraber
bu gidişata dur diyecek bir yöntem son yıllarda
ülkemizde uygulanmaya başlamıştır.
40
• Lider; yaratıcı drama atölyesinde, katılımcılara
yol gösteren bir lider mevcuttur. Yaratıcı dramanın
temel kavramlarını oluşturan; katılımcı grubu,
kazanım, teknikler, mekân gibi tüm durumları göz
önünde bulundurarak süreci tasarlar ve uygular.
Eğitim-öğretim yalnızca okulda verilmemektedir.
Günümüzde, eğitim 4 duvarın dışına taşmış ve farklı
mekânlar farklı amaçlara hizmet edecek şekilde
birer eğitim-öğretim mekânı haline gelmiştir. Bu
mekânların başında müzeler gelmektedir.
Müzeler; değişen ve gelişen eğitim-öğretim
yöntemleri içerisinde birer eğitim-öğretim mekânı
olarak kullanılmaya başlanmıştır. Müzelerin;
toplamak, belgelemek, saklamak ve sunmak olan
görevlerinin dışında müzelere bir eğitim mekânı
olma sorumluluğu da yüklenmiştir. Müzelere
yapılan ziyaretler sadece müzeyi gezmek, bakmak ve
bir rehber eşliğinde anlatılanları dinlemekten öteye
geçmiştir. Yurt dışındaki birçok müzenin eğitim
birimleri bulunmakta ve bu birimler, müzelerde
farklı etkinlikler düzenleyerek halkın ilgisini
müzelere çekmekte ve bu ilgiyi sürekli canlı tutmaya
çalışmaktadırlar.
26 Kasım 2000 tarihinde 12 kişilik bir öğretmen
grubuyla İstanbul Askeri Müze’de bir çalışma
gerçekleştirilmiştir. Çalışma ilk olarak müzenin
bahçesinde oynanan birkaç ısınma oyunuyla
başlamıştır. Daha sonra grup üyelerinin müzeyi
dışarıdan incelemeleri için süre verilmiş ve müze
binasının yapısı tartışılmıştır. Müze içerisine
girilmiş ve giriş bölümünde 3’erli gruplar
oluşturulmuştur. Her gruba içinde çeşitli konuların
yer aldığı kartlar verilmiş ve onlardan bu sınırlı iki
sözcükle müzeyi dolaşmaları ve bilgi toplamaları
istenmiştir. Topladıkları bilgilerden yola çıkarak
birer doğaçlama hazırlamaları istenmiştir. (Verilen
kelimeler; Barınma ve Eğlence, Eğitim ve Aile,
Ölüm ve Müzik) Doğaçlamalar izlendikten sonra
tüm katılımcılar ikili eş olmuştur. Eşlerden birinin
gözleri kapalıyken diğer eş müzedeki objeleri
eşlerine anlatmıştır. Bu çalışma esnasında objeler
ile katılımcılar arasında doğrudan ve dolaylı iletişim
sağlanmış olup, tüm duyularını kullanarak aktif
öğrenme ortamı gerçekleştirilmiştir. (Adıgüzel,
2010)
personel ailelerine ve daha birçok kesime müzede
farklı etkinlikler uygulanarak keyifli dakikalar
geçirmeleri sağlanabilir. Müzede keyifli zaman
geçiren birey tekrar müzeyi ziyaret etmek isteyecek
ve toplumumuz müze sever bir toplum haline
gelecektir.
SONUÇ
Dünya sürekli bir değişim ve gelişim içerisindedir.
Buna paralel olarak müzelerin işlevleri de
değişmekte ve gelişmektedir. Müzeler toplamak,
saklamak, arşivlemek, bakımını yapmak, sergilemek
gibi işlevlerine ek olarak birer eğitim mekânı olarak
da kullanılmaya başlanmıştır. Müzeler halkın
dikkatini çekebilmek için kendi bünyelerinde eğitim
birimleri oluşturmakta ve etkinlikler planlayarak
halkın ilgisini müzelere çekmektedirler.
KAYNAKLAR :
1. ADIGÜZEL, Ömer; “Askeri Müze’de ve Ankara Cumhuriyet Müzesi’nde Tarih: Müzede
Drama Uygulaması” Yaratıcı Drama Yazılar 1999-2002 Yazılar, Ed.:Ömer Adıgüzel, Naturel
Yayıncılık, İstanbul, 2010
Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE)
Başkanlığı’na bağlı, İstanbul Harbiye semtinde
bulunan Askeri Müze, 10 Şubat 1993 yılından
itibaren halka hizmet etmektedir. Ülkemizdeki
hemen hemen tüm müzelerde olduğu gibi bu
müzemizde de herhangi bir eğitim birimi yoktur.
Müze bünyesinde oluşturulacak bir eğitim birimi
ile askeri öğrencilere, çevre okullardaki öğrencilere,
2. ATİK, Şeniz “Çağdaş Sanat Konuşmaları-4 Koleksiyon, Koleksiyonerlik ve Müzecilik”
Hz.:Levent Çakıroğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009
3. BEŞTEPE, Nami Eren, “Müze Eğitbilimi (Pedagojisi) ve Türkiye’deki Arkeoloji
Müzelerinin Eğitim Ortamı Olarak Etkililiğinin Değerlendirilmesi” Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Programları ve Öğretim Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi,
Ankara, 1995
4. ÖZTÜRK, Ali, “İlköğretimde Drama” Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir, 2007
5. SAN, İnci; “Yaratıcı Dramanın-Eğitsel Boyutları” Yaratıcı Drama 1985-1998 Yazılar”
Ed.:Ömer Adıgüzel, Naturel Yayınları, Ankara, 2002
41
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
MÜZEDE YARATICI DRAMA
Yaratıcı drama yöntemi ile yapılan bir müze gezisi,
ziyaretçilerin müzelere bakış açısını ciddi boyutlarda
değiştirmektedir. Normal bir şekilde yapılan müze
gezisinde ziyaretçiler müzeyi sessiz bir şekilde
gezerler, bir rehber varsa anlatılanları dinlerler,
varsa eserler hakkında yazılmış bilgilendirmeleri
okurlar ve müzeyi terkederler. Bu gezilerin
süresi, müzenin büyüklüğüne ve insanların
sıkılma durumuna göre değişiklik gösterir. Gezi
sonrası yapılan geri bildirimlerde, akıllarında
ne kaldıkları sorulduğunda çok az cevap alınır.
Oysa yaratıcı drama yöntemi ile yapılan bir müze
gezisinde ziyaretçiler müzede oyunlar oynarlar.
Müzedeki eserlerden yola çıkarak canlandırmalar
yaparlar. Süreç boyunca sürekli yeni fikirler üretip,
geliştirirler. Yaratıcı dramanın temelinde olan
oyun ve doğaçlama, müze ortamında gerçekleştiği
zaman katılımcılar için unutulmayacak deneyimler
yaşanmasına sebep olur.
Böyle bir süreç sonunda alınan geri bildirimler
ise normal bir müze ziyareti sonrası alınan geri
bildirimlerden daha farklıdır.
Lojistik faaliyetleri her geçen gün artan bir ilgi
görmektedir. Teknoloji ve konfor talebinin en üst
düzeyde olduğu şu dönemde, tüketicilerin bir ürünü
tercih sebeplerinin başında ‘’memnuniyet odaklı
ticaret’’ anlayışının geliyor olması, tüketiciden
üreticiye bilgi ve memnuniyet geri dönüşünü
çok önemli bir hale getirmiştir. Bu anlayışla ilk
uygulamaları 70’li yıllarda başlayan ‘’Ters Lojistik’’
kavramı 1990 yılında Lojistik Yönetim Konseyi
tarafından ‘’Hammaddelerin, halen süreçte bulunan
envanterlerin, bitmiş malların ve bunlar hakkındaki
bilginin; tekrar değer elde etme ile verimli ve
maliyet avantajlı bir şekilde elden çıkarma amacıyla
tüketiciden üreticiye akışını planlama, yürütme ve
kontrol etme sürecidir’’ şeklinde tanımlanmıştır.
Ters Lojistik kavramı literatürde Tersine Lojistik
(reversed logistics), Geri Dönüş Lojistiği (return
lojistiği) ve Ters Dağıtım (reverse distribution) gibi
genellikle aynı anlama gelen farklı kavramlarla da
ifade edilmektedir.
42
[ Hazırlayan ] Mustafa CAN | SG İk. Kd. Ütğm.
Doğal kaynakların dünyaya eşit olarak dağılmamış
olması, insanların başka ülkeleri görme arzusu
ve savaşlarda kullanılacak malzemelerin bir
yerden başka bir yere nakledilmesi ihtiyacı ile
lojistik kavramı ortaya çıkmıştır. İlk uygulamaları
askeri alanlarda olmasına karşın ithalat ve
ihracat kavramlarının hız kazanmasıyla birlikte
tüm sektörlerde uygulanan önemli bir faktör
haline gelmiştir. Lojistiğin literatürde pek çok
tanımı olmasına karşın Lojistik Yönetim Konseyi
tarafından yapılanı en çok kabul gören tanımların
başında gelmektedir. Bu tanıma göre lojistik,
ihtiyaçları karşılamak için ilk noktadan son tüketim
noktasına kadar her türlü hammadde, yarı mamul,
bitmiş ürün, servis ve ilgili tüm bilgilerin etkin
ve verimli akışını ve depolanmasını sağlamak için
gerçekleştirilen planlama, uygulama ve kontrol
süreçlerinin tümü olarak tanımlanmıştır. Tanımdan
da görüleceği üzere ürünün tüketiciye teslim
edilmesi ile ‘’Lojistik’’ faaliyeti son bulmaktadır.
Ancak her şeyin hızla değişmekte olduğu
günümüzde artan çevre sorunları ve artan rekabet,
ürünün tüketiciye teslim edilmesinin yanı sıra
tüketiciden üreticiye malzeme ve bilgi akışını da
büyük bir ihtiyaç haline getirmiştir.
TERS LOJİSTİK NEDİR?
Dünya nüfusunun artmasının karşısında hammadde
miktarının azalması, çevresel kirlenmenin
endişe verici boyutlara ulaşması ve artan rekabet
ortamında şirketlerin maliyetlerini en küçükleme
ihtiyaçları nedeniyle ortaya çıkmış olan Ters
ile, satmış olduğu ürünü belirli bir süre içerisinde
herhangi bir sebep sormaksızın değiştirme veya geri
iade alma garantisi vermektedir. Bu firmalarca, iade
edilen ürünlerden tekrar kazanç sağlamak amacıyla
uygulanan Ters Lojistik yöntemleri ise şunlardır:
• Outlet ile Satış : Geri alınan ürünler gerekli
işlemden geçirildikten sonra kendi outlet
mağazalarında satılmaktadır.
• İkincil Pazarlara Satış : Ürünler mevcut haliyle
orijinalinden düşük fiyata perakendecilere
satılmaktadır.
• Kurumlara Bağış : Kullanılabilir ürünler belirli
kurumlara yardım veya vergi avantajı sağlamak
maksadıyla verilmektedir.
• Geri Dönüşüm : Yeni ürün üretiminde kullanılmak
üzere geri dönüşüm yapılmaktadır.
• E-Ticaret : Ürünün mevcut haliyle internette açık
arttırma ile satışı yapılmaktadır.
• Gömmek : En son seçenek olarak uygulanmakta
olup en az maliyetli ve çevreye en az zarar verecek
yöntem tercih edilmektedir.
43
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
TERS LOJİSTİK KAVRAMI
ÖZEL SEKTÖRDE TERS LOJİSTİK
Aslında ürün ve materyallerin yeniden kullanılması
yeni bir durum değildir. ‘’Geri Dönüşüm’’ (Geri
dönüştürülebilir artık malzemelerin tekrar
üretim sürecine kazandırılması), ‘’Atık Yönetimi’’
(Atıkların çevre ve insan sağlığına zarar vermeden
yönetimlerinin sağlanması), ‘’Yeşil Lojistik’’
(Üretim faaliyetlerinin çevreye en az zarar verecek
şekilde planlanması) gibi faaliyetler uzun yıllardır
bilinmekte ve uygulanmakta olan kavramlardır.
Son yıllarda çıkarılan yasal düzenlemeler ile daha
bilinçli bir planlama yapılması hedeflenen bu
uygulamalarda genel olarak atık malzemelerin
yönetimi amaçlanmaktadır. Ters Lojistik ise, tüm
bu faaliyetleri kapsamakla birlikte tüketiciden
orijine (üretici/tedarikçi) geri dönen her aşamadaki
ürünün tedarik zincirine yeniden dahil edilmesini ve
yeniden değer yaratılmasını hedeflemektedir. Daha
geniş bir bakış açısıyla bakacak olursak Ters Lojistik,
materyallerin yeniden kullanımı, değişimi, geri
dönüşümü, imhası ve kaynak kullanımını azaltmayı
içeren tüm faaliyetleri kapsamaktadır. Sağladığı
mali avantajları ve çevreci yönü anlaşıldıkça
günümüzdeki uygulamaları gitgide hız kazanmakta
olan bu sistemin, aslında herkesin günlük hayatta
karşılaştığı uygulamaları mevcuttur. Bir örnek
vermek gerekirse; bazı firmalar %100 müşteri
memnuniyetini hedefleyen bir pazarlama politikası
44
KAMU KURUMLARINDA TERS LOJİSTİK
Kamu kurumlarının lojistik birimleri ile lojistik
destek verilen birlikleri arasında bir nevi üreticitüketici ilişkisi mevcuttur. Her ne kadar kamu
kurumları tarafından çoğu malzeme iç piyasadan
hazır olarak temin edilmekte olsa da bu durum Ters
Lojistik uygulanmasına engel bir durum değildir.
Çünkü burada amaç envantere girmiş ve zaman
içerisinde bir şekilde kullanımından vazgeçilmiş
ürünlerden değer elde etmektir. Bugün Türk
Silahlı Kuvvetleri’nde yürütülmekte olan müzecilik
faaliyetleri de bir Ters Lojistik örneğidir. Tarihi,
ilmi ve askeri yönlerimizin gözler önüne serildiği
müzelerimizdeki malzemelerin bir kısmı da bir
zamanlar kullanılmakta olan fakat zaman içerisinde
emekliye ayrılmış malzemelerdir. Bu malzemeler
kullanıcı birliklerden geri alınarak, manevi değeri
sayesinde, hem devlet bütçesine maddi getiri
kaynağı haline getirilmiş hem de kurum kültürünün
bir parçası olarak tarihi eser niteliği kazandırılmıştır.
Komutanlığımızca da bu alanda 2010 yılı içerisinde
örnek bir uygulama gerçekleştirilmiştir. Sahil
Güvenlik Komutanlığı bağlısı birliklerin ihtiyacı olan
5 adet taşıt, Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu’ nda yer
alan ‘’Mübadele Yöntemi’’ uygulanarak envanterde
yer alan 10 yaşından büyük 5 adet taşıt ile mübadele
edilerek tedarik edilmiştir. Farklı birliklerin
envanterinde mevcut eski taşıtlar bir araya
getirilmiş ve tedarikte tasarruf sağlamak amacıyla
kullanılmıştır. Böylece eldeki mevcut kaynaklar atıl
duruma gelmeden belirli bir değer karşılığında elden
çıkarılmış ve böylece bütçeden harcanacak ödenek
miktarı azaltılmış, kamu kaynağının en ekonomik
biçimde kullanılması adına örnek bir Ters Lojistik
uygulaması gerçekleştirilmiştir.
Buna ilave olarak Sahil Güvenlik K.lığı bağlısı
birliklerin envanterinde yer alan ve HEK (Hurda,
Enkaz, Köhne) statüsü kazanan bazı malzemeler
(elektronik eşya, pil, akü, araç lastiği, halat,
usturmaça, bidon v.b.) ilgili mevzuatında
belirtildiği üzere HEK ambarlarına teslim edilir.
Niteliğine göre ayırma işlemine tabi tutulan bu
malzemeler yeniden değer elde edilmek üzere
Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE)’ na
teslim edilir. Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu
(MKE), 20.031971 tarih ve 7/5472 sayılı MKE
Kurumu Hurda Malzeme Alımına Ait Kararname
ile 31.10.1972 tarih ve 7/5472 Stok Fazlası
Malzemeler Hakkında Kararname kapsamında
tüm kamu kurumlarına ait hurda malzemeleri
toplamaya, değerlendirmeye, kullanmaya, satmaya
ve gerektiğinde yok etmeye yetkilendirilmiştir. MKE’
nin bu alandaki faaliyetlerine ait ayrıntılı bilgilere
www.mkehurdasan.com.tr adresinden ulaşılabilir.
SONUÇ
Çok yakın zamana kadar bilinçsiz ve sistemsiz bir
şekilde yapılagelmiş olan ürün ve materyallerin
toplanması ve yeniden kullanılması faaliyeti, Ters
Lojistik kavramı ile ayrı bir anlam kazanmıştır.
Sağladığı ticari avantajlara yasal zorunlulukların da
eklenmesi, bu alanda sistematik yollar izlenmesi
gerekliliğini de beraberinde getirmiştir. Ancak
kullanılmış ürünlerin geri dönüş zaman ve
miktarındaki belirsizlikler, ürünlerin her birinin
ayrı işlem gereksinimleri, ikincil pazarlardaki talep
belirsizlikleri ve daha birçok faktör eksiksiz bir Ters
Lojistik planlanması yapılmasını ve yönetilmesini
zorlaştıran faktörler olarak ortaya çıkmaktadır.
Bununla beraber doğru çözüm modellerinin, hem
ülke ekonomisi hem de doğal çevrenin korunması
açısından ne derece faydalı olduğu düşünüldüğünde,
doğru modeller geliştirilmesi ayrı bir önem
kazanmaktadır. İşletme ve kurumlarca tüm bu
avantajlardan faydalanmak maksadıyla yapılması
gereken ise geleneksel tedarik zinciri planlarına, iyi
planlanmış Ters Lojistik uygulamalarını dahil ederek
lojistik sürecine daha etkin bir rol kazandırmaktır.
KAYNAKLAR :
1. Baki BİRDOĞAN, ‘’Tersine Lojistik Zorunluluk mu, Kazanç mı?”, Dokuz Eylül Üniversitesi
İşletme Fakültesi Dergisi, (ISSN:1303-0027),4(1) s.s.18-38
2. Ümran ŞENGÜL, ‘’Tersine Lojistik Kavramı ve Tersine Lojistik Ağ Tasarımı’’, Kafkas
Üniversitesi İ.İ.B.F. İşletme Bölümü
3. Gülsün KARAÇAY, ‘’Tersine Lojistik: Kavram ve İşleyiş’’, Çukurova Üniversitesi İ.İ.B.F.
İşletme Bölümü
45
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Ters Lojisitk süreçleri uygulanmayan durumlarda
ise geri dönen ürünler genellikle toprağa gömülür.
Ürünlerin toprağa gömülmesi için belirli bir harcama
yapılması gerektiğinden dolayı da ilave bir maliyet
ortaya çıkacaktır. Sonuç olarak da çevreye verilen
zarar artacak ve gömmek için yapılan masraflar
ile maliyet yükselecektir. İşte bu yüzdendir ki Ters
Lojistik faaliyetleri tedarik zincirinin vazgeçilmez
bir halkası olmalıdır.
balıkların ürettikleri zehirler insan için tehlikeli,
hatta öldürücü düzeye varabilmektedir. Ancak
bazı türler, derileri yüzülerek yenildiklerinde ya da
haşlandıklarında zehir etkilerini kaybederler.
Ülkemizde rastlayabileceğimiz zehirli balıklara
bakıldığında kıkırdaklı ve kemikli zehirli balıklar
olarak ikiye ayrılır. Belli başlı kıkırdaklı zehirli
balıklar, iğneli vatoz, rina balıkları, folya ya
da çuçuna balıkları, inek burunlu vatoz ve
kazıkkuyruktur. Kemikli zehirli balıklar ise; üzgün ,
iskorpit, sokar, tiryaki ve trakonya balıklarıdır.(1)
Bu balıklar 30 cm’den 400 cm’ye kadar değişen
vücut çaplarına sahiptirler. Yaşam alanları dibi
kumlu, çamurlu, yani yumuşak zemini olan sığ
sahillerden, derinliği 200 metreye kadar olan yerleri
kapsamaktadır.
Zehirleme aygıtı vücutla kuyruğun birleştiği bölgede
bulunur. Zehirlenme, genellikle bu hayvanın
üzerine yanlışlıkla basılması sonucu balığın zehrini
boşaltması ile meydana gelir. Özellikle yazın dibi
kumlu yerlerde denize girenler bu tür bir tehlikeyle
karşı karşıya kalabilirler. Sırt ve göğüs yüzgeçlerinde
geriye doğru uzamış olan dikenleri, şiddetli sancı ve
hatta spazmlar meydana getiren, oldukça kuvvetli
bir zehri taşımaktadırlar (1).
46
Bu tür balıkların sokmalarında eğer yara derin
değilse ve kanama problemi yoksa sıcak suya
daldırma yöntemi kullanılabilir. İğnesi genellikle
kırılıp içeride kaldığı için mümkünse çıkartılmalı,
kolayca çıkartılamıyorsa da fazla kurcalanmamalı,
bir sağlık merkezine gidilmelidir (2).
TRAKONYA
İngilizce adı Weever Fish’ tir. Denizlerimizde
yaşayan en zehirli balıklardandır. Denizlerimizde
üç türü yaşamaktadır ve bu türler birbirine
çok benzerler. Vücutları yanlardan hafifçe
yassılaşmış olup, gözler başın üzerinde yer alır.
Renk üst kısımlarda mavi-kırmızıdan kırmızıgri’ye değişmekte, karın kısımlarında kirli beyaz
olmaktadır. Ortalama 17-18, en çok 35-40
santimetre boya erişmektedir. Dünyada yakalanan
en büyük trakonya 53 cm ile karasularımızda ele
geçirilmiştir. Kumlu, çamurlu zeminlerde kendilerini
zemine gömerek yaşarlar. En sığ sahillerden 150
metre derinliğe kadar dağılım gösterirler. Genel
olarak yazın sığ yerlere, kışınsa derinlere çekilirler.
Hareketsiz bir balıktır. Fakat deniz dibinde avlarına
karşı çok süratlidir. Zehirleri bir insanı sakat
bırakabilir. Bu nedenle çok dikkat edilmelidir.
Denizden çıktıktan, hatta öldükten sonra dahi
zehirliliği devam eder. Aynı zamanda çarpan balığı
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Balon Balığı. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN
ZEHİRLİ BALIKLAR
[ Hazırlayan ] Özlem AÇIKALIN GÖL | Su Ürünleri Öğretmeni
[ Fotoğraflar ] Tahsin CEYLAN
| Su Altı Fotoğrafçısı
Zehirli balıklar, birçok şekilde sınıflandırılabilir.
Özellikle zehri kullanım şekline göre aktif ve pasif
zehirli balıklar olarak sınıflandırma yapılabilir.
Dünya denizlerinde yaşayan balık türlerinin 225
tanesinin aktif zehirli olduğu tahmin ediliyor.
Türkiye denizlerindeyse yaklaşık 450 balık türünden
yalnızca 26’sının aktif zehirli olduğu bildirilmiş
durumdadır.
Aktif zehirli balıklar; genellikle diken gibi bir
zehirleme aygıtına sahiptirler. Zehir dikenine,
genellikle yavaş yüzen, dibe bağımlı yaşayan türlerde
rastlanır. Dipten bağımsız yaşayan türlerdeyse bu
tip uyumlar kuyruk bölgesinde bulunup, çok ender
olarak gözlenir. Ayrıca tropik ve ılıman bölgeleri,
zehirli balıklar açısından karşılaştırmak gerekirse:
tropik bölgelerde ılıman denizlere göre daha fazla
zehirli tür bulunduğu bilinmektedir. Ülkemiz
sahillerinde bilinen en zehirli balıklar trakonyalardır.
Bu familyadan varsam balığı (Echiichthys vipera)
gerek zehrinin şiddeti, gerekse plajlara yakın
bulunması bakımından en tehlikeli balık olarak
kaydedilmiştir.
Pasif zehirli balıklarsa, balığın yenmesiyle
pasif olarak zehir (toksik) etkisi yaratan grubu
oluşturmaktadır. Zehirlerini etlerinde, kanlarında,
deri ve yumurtalarında bulundururlar. Bu tip
47
Trakonya. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN
olarak da adlandırılan trakonya, küçük balık ve
kabuklularla beslenir. Eti lezzetli olmakla beraber az
avlandığından ekonomik değeri yoktur (3).
nedenle plajlarda yürürken ayağı zeminde sürümek
balıkların ürküp kaçmasını sağlayacak ve tehlikeyi
kısmen uzaklaştıracaktır.
Sahillere yaklaştıkları dönem, deniz faaliyetlerinin
yoğun olduğu yaz dönemine rastladığından
yüzücüler, dalıcılar ve balıkçılar için tehlike
yaratırlar. Birinci sırt yüzgecinin 1-2-ve 3. dikeni
ile solungaç kapağının ucundaki dikenler (yüzgeç
dikeni) zehirlidir. Özellikle solungaç kapağının zehri
diğerine oranla 10 kat daha güçlüdür (4).
Bu tip balıkların çok yaygın olduğu plajlardaysa elde
taşınacak bir sopa yardımıyla zemini yoklamak,
balıkları ürküterek kaçıracaktır.
Dinlenme halindeyken sırt yüzgeci ışınları yatık
konumdadır. Ancak ürkütüldüğünde veya tahrik
edildiğinde yüzgeç ve solungaç kapaklarını açarlar.
Yapılan gözlemlerde, balığın, solungaç kapağı
dikenlerini vücut eksenine göre 35-40 derece
açabildiği izlenmiştir. En hafif dokunma bile bu
balıkların kurbanlarını sokmaları için yeterli
olmaktadır. Yapılan bir araştırmaysa, zehirlerinin
0,0004 ml’sinin 250 fareyi öldürebilecek güçte
olduğunu ortaya koymuştur (4).
48
Korunma Yolları: Trakonya, Üzgün, Rina ve
Tiryaki gibi balıklar çoğunlukla kum ya da çamura
tamamen gömülü olarak yatarlar. Bu tip balıkların
yayılım gösterdiği plajlarda dolaşan insanlar için
en büyük tehlike, balıkların üzerine basmaktır. Bu
Zehirli balıkların oluşturduğu bir diğer tehlike de,
bu balıkların olta veya ağlarla yakalanması sırasında
ortaya çıkar. Balık sudan dışarıya çıkarılırken,
korunma içgüdüsüyle dikenlerini, solungaç
kapaklarını açar. Bu yüzden zehirlenmeler genellikle
dikkatsizce elleme nedeniyle balık ağdan ya da
oltadan çıkarılırken ortaya çıkar (2).
İSKORPİT
İskorpit balıkları, ülkemizde trakonyalardan sonra
en kuvvetli zehre sahip balıklardır. İngilizce adı
Scorpion Fish’ tir. Rengi koyu kahverengi olup
boyları 5-50 cm arasında değişir. Kafa büyük
olup, vücudun yarısı kadardır. Kafasında sayısız
diken ile girinti ve çıkıntı vardır. Vücut rengi koyu
kırmızıdan, açık pembeye kadar değişme gösterir.
Göğüs yüzgeci fazla geniş ve yuvarlaktır. Birinci
sırt yüzgecinin onbir, anüs yüzgecinin üç, karın
yüzgecinin bir dikeni zehir taşır (3).
Sokar Balığı. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN
sayesinde kabukluları rahatlıkla yiyebilmekte ve
ağları parçalamaktadır.
Ekonomik değeri çok yüksektir ve ülkemizde
oldukça fazla miktarda tüketilir. Genelde kayalık
alanları yaşam alanı olarak tercih ederler (1).
Bu balıklar Avustralya, Japonya, Hint Okyanusu,
Doğu Afrika ve Kızıldeniz kökenlidir. Süveyş Kanalı
vasıtasıyla 10 tür balon balığının Akdeniz’e geçtiği
bildirilmiştir. İskenderun’dan Muğla’ya kadar olan
sahillerimizde sayıları gün geçtikçe artmaktadır.
Balık, tetrodotoksin zehirlenmesine yol açar.
Kendisi zehir üretmez ancak aldığı zehri depolar. Bu
zehirli maddeye kırmızı alglerde de rastlanılmıştır.
Balon balığının da bakteriyi bu bitkiyi yiyerek aldığı
sanılmaktadır. İşin ilginç yanı balon balığı bu toksine
karşı dayanıklıdır. Söz konusu zehirli madde, balığın
derisi, karaciğeri ve bağırsaklarında bulunmaktadır.
Bütün denizlerimizde yaşamaktadırlar. Çok etkin
bir zehir içermemekle birlikte dikenleri battığında
kişinin duyarlılığına bağlı olarak, çok acı veren ve
geç kapanan bir yara oluşmaktadır. Bu durumda eğer
diken yaranın içinde kırılıp kalmışsa çıkarılmalı, yara
sabunlu su ile yoksa amonyak ile yıkanmalıdır (5).
BALON BALIĞI
İskorpit. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN
Bilimsel adı Lagocephalus Sceleratus olan balon
balığı, Tetraodontidae familyasındandır. (Eski
Yunanca’da tetra= dört ve odous= diş demektir.)
Pulsuz ve çok esnek bir deriye sahiptir. Sırt yüzgeci
yoktur, kuyruğunun çatalları gri, ortası ise sarı ve
üzerinde siyah noktalar vardır. Alt yarısı kurşuni,
üst ve sırt kısmı ise siyah beneklerle dolu olup
koyu gridir. Yöremizde “kurbağa balığı” adıyla da
bilinen bu balık, kendini tehlikede hissettiği an, bir
balon gibi şişmektedir. Dişler, üst çenede iki adet,
kartal gagası gibi, öne doğru, alt çenedekiler ise içe
doğrudur. Oldukça kuvvetli ve keskin olan bu dişleri
Balon balığı zehirlenmesinde; önce karın ağrısı,
ishal, dudaklarda ve ağız içerisinde uyuşma daha
sonra da nefes darlığı ortaya çıkmaktadır. Bunun
yanında, Kanadalı bilim adamları, balon balığından
elde edilen ve siyanürden daha etkili olan bir
maddeden, kanser hastalarının ağrılarını dindirmek
ve uyuşturucu bağımlılarını bu alışkanlıktan
kurtarmak amacıyla yararlanmayı planlamaktadır.
Bu balığın yenilmemesi öneriliyor ama
yine de yenilecekse, derisinin yüzülmesi, iç
49
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
En sığ yerlerden 2000 metreye kadar değişebilen çok
geniş bir yayılım gösterirler (4).
Elektrik Balığı. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN
Tiryaki Balığı. Fotoğraf,Tahsin CEYLAN
50
Fakat Trakonya’daki tehdit ediciler bu balıkta da
mevcut olduğundan Trakonya’ya göre daha zarif
olan sırt yüzgeç dikenleri ile kendisini hemen ele
verir. Varsam, Avrupa Denizleri’nin en keskin zehirli
Trakonya türüdür ve karasularımızda da mevcuttur
(1).
SOKAR BALIĞI
ÜZGÜN BALIĞI
Sokar balığı Kızıldeniz göçmenidir. Ekonomik değeri
vardır. Boyu genellikle 15-20 cm arasında değişir.
Diğer zehirli balıkların aksine otçul olarak beslenen
tek zehirli balıktır. Sırt ve karın yüzgeçlerinin
tümü zehir bezleri taşır. Bir ilginç özelliği de
öldükten sonra bile zehrinin etkisini dikenlerinde
korumasıdır. Bu yüzden balıkları ağdan alırken bile
zehirlenmek mümkün olduğundan azami dikkat
edilmelidir (1).
Üzgün balıkları genelde derin sularda yaşarlar ve
zehir etkileri diğerlerine göre çok azdır. Bu nedenle
yüzücüler ve dalgıçlar için bir tehlike oluşturmazlar.
Denizlerimizde 4 türü vardır. Boyları 5 - 50 cm
arasında değişir (1).
VARSAM
Bu sınıfın en tehlikelileri kategorisinde rahatlıkla
anabileceğimiz bireylerden biri de aynı aileye
mensup olduğu halde, ismi çok duyulan ama
kimsenin görmediği, tanımadığı bir tür olan
Varsam’dır.
Trakonya’ya göre daha seyrek oltaya geldiği içindir
ki pek bilinmez, tanınmaz. Bu da bu tehlikeli sınıfı
tanımayanlar için oldukça büyük bir risk taşır.
TİRYAKİ BALIĞI
Tiryaki balığı kumlu ve çamurlu zeminlerde
kendini zemine gizleyerek sadece gözleri ve ağzının
hemen yanında sahte yem olarak kullandığı deri
parçası dışarıda kalacak şekilde yaşar. Zehir etkisi
diğerlerine oranla daha azdır. Genelde 20-25 cm
boylarındadır (1).
ELEKTRİK BALIĞI
Bir köpek balığı türüdür. Sıcak ve ılıman denizlerin
100 – 150 m’ye varan diplerinde fazla göç etmeden
yaşar. Boyu 150 cm. olabilir. Genelde avlanmak için
veya tehlike halinde 100-220 volt’a varan, insan için
tehlikeli fakat öldürücü olmayan kısa süreli elektrik
çarpması yapar. Bahar – yaz aylarında çiftleşerek
ürer. Dişileri 14-15 yavru yapar. Eti yenilebilir, fakat
ülkemizde fazla tüketilmez (3).
Zehirli balık çarpmalarında tedavi acıyı hafifletme,
zehrin etkisini önleme ve enfeksiyona karşı önlem
alma yönünde gerçekleştirilmeli ve tedaviye zaman
geçirmeden derhal başlanmalıdır.
1. Yarada gözle görülebilen herhangi bir diken,
deri parçası veya yabancı bir cisim varsa yara
temizlenmelidir.
Alınan tüm önlemlere ve olanca dikkate rağmen
yine de bu zehirli canlılar tarafından sokulmak
mümkündür. Zehirlenmeyle ilgili hiçbir şey bilmesek
bile ülkemizde bu konuda bize yardımcı olabilecek
bir Zehir Danışma Merkezi bulunmaktadır.
Herhangi bir zehirlenme durumunda (gıda
zehirlenmesi, arı sokması, yılan sokması gibi her
türlü zehirlenmeye karşı) 24 saat faaliyette olan bu
merkeze telefon edip doktor yardımıyla ilk yardımı
kendiniz yapabilirsiniz.
2. Yarayı temizlemek amacıyla temiz içme suyu
tercih edilmelidir, yoksa deniz suyu kullanılabilir.
3. Sıcak (45 ºC - 60ºC) uygulaması da pek çok deniz
canlısının zehrini etkisiz hale getirir. Yaralanan
bölge, dayanılabilecek en sıcak suda 30-90 dakika
bekletilmelidir. Acının devam etmesi durumunda
sıcak su tedavisi tekrarlanmalıdır.
4. Kanama yoksa yaranın üzeri kesinlikle
kapatılmamalı; kanama varsa hemen
durdurulmalıdır. Mekanik yaralanmalar da kan
akışı durdurulduktan sonra temizlenip pansuman
edilmelidir.
5. Yarada enfeksiyon belirtileri varsa bir tıp doktoru
gözetiminde tedaviye başlanmalıdır (1).
KAYNAKLAR :
(1) http://www.denizce.com.
(2) http://www.denizveyelken.com/showthread.php?357-Zehirli-Balıklar-Nasıl-TedaviEdilir?
(3) http://www.mailce.com/en-zehirli-baliklar.html
(4) Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı: 414, mayıs-2002
(5) http://www.scubaturk.8m.com/new_page_9.htm
(6) http://www.nkfu.com/balon-balığına-dikkat/
51
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
organlarının patlatılmadan dikkatlice çıkarılması
gerekmektedir. Japonya’da bu balıktan yapılan
fugu adı verilen yemek, diplomalı aşçılar tarafından
hazırlanmaktadır. Diploma bir sınav sonrası verilir.
Sınavda aşçı bu yemeği hazırlayıp yiyor ve ölmüyorsa
diplomayı hak etmektedir (6).
52
GBET GEZİSİ
[ Hazırlayan ] Orhan NİŞANCI| SG Yb.
Mustafa GÜMÜŞİĞNE| SG Bnb.
Genelkurmay Başkanlığı tarafından koordine edilen
Ekim 2011 Dönemi Görev Başı Eğitimi ve Tetkik
(GBET) Gezisi 13-20 Ekim 2011 tarihleri arasında
Belçika ve İtalya’da icra edilmiştir.
Geziye Belçika ve İtalya Grubu olarak 20 kişiden
oluşan iki grup halinde eşli olarak iştirak
edilmiş olup Belçika Grubu’nda kontenjan
dahilinde Genelkurmay Başkanlığı Karagahından
1 , Kara Kuvvetleri Komutanlığından 8,
Deniz Kuvvetleri Komutanlığından 2, Hava
Kuvvetleri Komutanlığından 2, Jandarma
Genel Komutanlığından 4, Özel Kuvvetler
Komutanlığından 2, Sahil Güvenlik
Komutanlığından 1 personel katılmıştır.
Gezi öncesi Genelkurmay Başkanlığı Karargahında
bilgilendirme toplantısı yapılmış, bu toplantıda
geziye ilişkin detaylı program açıklanmıştır.
20 aileden oluşturulan İtalya Grubu’nda
Genelkurmay Başkanlığı Karargahından
1, Kara Kuvvetleri Komutanlığından 8,
Deniz Kuvvetleri Komutanlığından 2, Hava
Kuvvetleri Komutanlığından 2, Jandarma
Genel Komutanlığından 4, Özel Kuvvetler
Komutanlığından 2, Sahil Güvenlik
Komutanlığından 1 personel eşli olarak geziye
iştirak etmiştir.
İtalya gezisi kapsamında ilk 3 gün Roma (Collesium,
Venedik Meydanı, Eski Roma Meydanı, Aşk Çeşmesi,
İspanyol Meydanı ve Merdivenleri, Novano Meydanı,
Melekler Kalesi, Tiber Adası, Vatikan), 4’üncü gün
Floransa ve Pisa, 5’inci gün Venedik, son 3 gün Napoli
Kriterleri dikkate alındığında müteakip dönemde
TSK personelinin başarma azminin pekiştirilmesi,
değişik kuvvetlerden tefrik edilen personelin
birliklerini daha yakından tanıması, yurt dışında
görev yapan TSK personeli ve ailelerinin çalışma ve
yaşam şartlarının yerinde görülmesi ve yurt dışına
hiç çıkmamış ya da çok az çıkmış personelin görgü
ve bilgisinin artırılması açısından çok yararlı olduğu
değerlendirilmektedir.
53
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
(Pompei, Müşterek Kuvvet Komutanlığı Karargahı,
Napoli Şehir Merkezi) gezilmiştir.
Roma Silahlı Kuvvetler Ateşeliği ve Napoli Türk
Kıdemli Subaylığı personelinin yakın ilgisiyle biraz
yorucu ama çok keyifli bir gezi olmuştur.
Gezi süresi dikkate alındığında 4 ülkeyi kapsaması
açısından çok iyi planlandığı görülen GBET
Gezisi personel ve ailelerinin göreve yönelik
motivasyonlarının artırılması, Personel Seçim
BİLİŞİM
BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİ
54
[ Hazırlayan ] Murat GÜLCAN | SG Tek. Kd. Bçvş.
Bugün için Bilişim Teknolojileri (BT)’ni yalnızca
bilgisayar sistemlerinin kurulması ve yazılımların
yapılandırılması ile sınırlamak doğru bir
yaklaşım olmayacaktır. BT, güncel bir bakışla;
bilgisayar donanımı, yazılımı, networkler, iletişim
teknolojileri, bu alanda yetişmiş insan gücü,
prosedürler, internet, intranet ve iletişim araçları
gibi çok sayıda bileşene sahiptir.
Bilişim, bilgi ve teknolojinin birlikte kullanılarak
üretilen sonuçlar olarak tanımlanabilir. Bilişimin
alt elementleri olarak bilgisayar yazılımı, bilgisayar
donanımı, bilgisayar kullanıcısı ve bilgi toplumunu
sayabiliriz.
Bilgi paylaştıkça çoğalan bir etkiye sahiptir.
Bildiklerimizi paylaştıkça diğer insanların bu
bilgilerin üzerine bir şeyler koyarak yeni bilgiler
üretmesine olanak sağlanır. Aslında bilişim
sektörünü bu kadar önemli bir yere getiren özelliği
de budur.
İnternet ağı bilgisayarların birtakım bağlantı
sistemleri ile birbirlerine bağlanarak veri
göndermesini sağlar. Veriler elektrik kabloları gibi
kablolar ve telefon hatları gibi bağlantı şekillerinden
bilgisayarlar arasından taşınır. İnternet bu genel
iletişim ağının adıdır. Bu ağ bilgisayar üzerinden
veri göndermemize, görüntü göndermemize veya
ses göndermemize yarar. Artık günümüzde internet
üzerinden telefon-sohbet-görüntülü konuşma gibi
imkanları bize sağlayan bilgisayar programları
vardır. Bu programlar bilgimizi başkaları ile
paylaşmamıza yardımcı olmaktadır.
Sözlük anlamı “bilginin, sanayideki işlemlerde
sistematik olarak uygulamaya alınması” demek olan
Bilgi teknolojilerinde ise geçen 15 yılın şüphesiz
en önemli gelişmesi internetin hayatımıza girmesi
oldu. Gerek bilgisayarların ve diğer donanımların
gelişimi, gerekse yazılım dünyasının bu derece
zenginleşmesi internet sayesinde oldu diyebiliriz.
Üstelik internet sadece bunları yapmakla kalmadı.
İnsanları, kurumları ve ülkeleri birbirlerine
yakınlaştırarak rekabeti artırıp, yine bilgi
teknolojilerinin üretkenliği daha fazla geliştirmesi
için gerekli şartları sağlayarak bir döngü oluşturdu.
Bilişim teknolojilerindeki süreci düşündüğümüzde
unutmamamız gereken nokta şudur ki : Gelecek,
bilişim ile gelecek. Günümüzde internetin etkisinin
kuşakları nasıl değiştirdiğine tanıklık ediyoruz. Kısa
sürede bu kadar hızla ilerleyen bilişim teknolojisinin
bundan sonraki süreçte ulaşabileceği seviye insanı
gerçekten heyecanlandırıyor ve umutlandırıyor.
KAYNAKLAR :
(1) http://www.teknolojide.com
(2) http://www.bilgisite.com
55
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Bilişim Teknolojileri aslında bilgisayar sektöründeki
gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmış ve verileri
saklamak, iletmek ve işlemek için kullanılan
donanım ve yazılım teknolojilerini içeren bir alandır.
teknoloji, geniş anlamda, araştırma, geliştirme,
üretim, pazarlama, satış ve satış sonrası hizmeti
kapsayan bir sanayi sürecinin, etkin ve verimli bir
biçimde gerçekleştirilmesi için kullanılabilecek bilgi
ve becerilerin tümü olarak tanımlanabilir.
56
[ Hazırlayan ] Evrim ELİAÇIK | Psikolog
Anne-babanın temel görevi, çocuğun fiziksel,
psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayarak sağlıklı
bir çocuk yetiştirmek, toplumun kültürel değerlerini
ve kurallarını çocuğa aktarmaktır. Peki, bu kadar
kutsal ve önemli bir görevin sorumluluğunu
üstlenen genç anne-baba adaylarının kaçı bu zor
iş için yeterli bilgi ve beceriye sahiptir ? Annebabaların çocuk yetiştirme konusundaki bilgi ve
becerileri arttıkça yeni nesillerin çok daha sağlıklı
yetişecekleri aşikardır.
Anne-baba olma sürecinde ebeveynlerin tutum
ve davranışları bir çok faktörden etkilenir: Bir
bebeğin planlanmış-beklenen bir bebek olup
olmadığı, cinsiyeti, mizacı, sağlık durumu, kaçıncı
çocuk olduğu, doğduğunda ebeveynlerinin yaşları,
fiziksel-psikolojik sağlıkları, bebekle ilgili önceki
beklentileri, ailenin sosyoekonomik durumu,
çekirdek veya geniş aile olması gibi pek çok faktör
anne baba tutumlarını etkiler.
Bebek doğmadan önce adeta anne-babanın
kafasındaki imajlarla ve beklentilerle başlayan
ebeveyn-çocuk ilişkisi, bebeğin doğumuyla birlikte
somut eylemlerde kendini göstermeye başlar.
Anne-baba ilk günden itibaren yeni doğan bebeğin
ihtiyaçlarını gidermeye çalışırken bir yandan da
anlaşılması zor sözel olmayan iletişim biçimlerini
sürdürürler. Zorluk her iki tarafın da birbirinin dilini
anlamamasından kaynaklanmaktadır. Kısa bir süre
içinde ebeveyn, hangi ağlamanın ne anlama geldiği,
bebeğin ne zaman acıktığı, ne zaman uykusu geldiği
Çocuk yetiştirme tutumları toplumdan topluma,
kültürden kültüre farklılıklar gösterdiği gibi, aynı
toplumdaki aileler arasında da farklılaşabilir.
Örneğin Amerikalı ve Japon aileler çocuklarını
farklı anlayışlarla yetiştirir. Amerikan çocukları
daha bağımsız ve rekabete dayalı yetiştirilirken,
Japon çocukları genelde içinde bulundukları grubun
menfaatlerini önemseyerek ve daha bağımlı olarak
yetiştirilir. Aynı toplum içinde de aile yapısına göre
tutumların farklılaşacağını söylemiştik. Örneğin
Türkiye’de köyde büyüyen bir çocuğa daha çok
sorumluluk yüklenip çocuktan daha çok inisiyatif
kullanması beklenirken, şehirde yetişen bir çocuk
daha el bebek gül bebek yetiştirilip kendisine daha
az sorumluluk verilebilir.
Anne babanın çocukla ilişkisi üzerine yapılan bir çok
araştırma, anne babanın çocukla olan etkileşiminin,
çocuğun fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel
gelişimiyle kişiliğinin yapı taşlarını oluşturduğunu
göstermiştir.
Dünyada ne kadar çok anne baba varsa bir o kadar
da çocuk yetiştirme biçimi olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak bu yetiştirme biçimlerinin ortak özelliklerini
ele alarak tutumları 5 grupta sınıflandırabiliriz:
Aşırı koruyucu – müdahaleci anne baba tutumu,
aşırı otoriter-baskıcı tutum, izin verici tutum,
reddedici tutum ve demokratik tutum. Şimdi bu
tutumları tek tek irdeleyelim.
AŞIRI KORUYUCU VE MÜDAHALECİ ANNE
BABA TUTUMU
Bu tutumu benimseyen anne babalar çocukları için
adeta koruyucu bir kalkan veya pembe bir atmosfer
oluşturarak onu dünyadaki tüm zararlardan
korumaya çalışırlar. Çocuklarına hiç sorumluluk
vermez, çocuğun yapabileceği bir çok şeyi çocukları
yerine kendileri yaparlar. Çocuklarının yalnız
başına hiçbir şeyi beceremeyeceklerini, hiçbir
zorluğun üstesinden tek başlarına gelemeyeceklerini
düşünürler. Örneğin kendi kendine yiyebilecek
yaşta olmasına rağmen çocuğun ağzına kaşıkla
yemek vermek, yorulmasın diye onun yerine ev
ödevini yapmak gibi. Hatta bu tutumu abartan kimi
57
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
ÇOCUK YETİŞTİRME TUTUMLARI
gibi konularda bebekle sözel olmayan ortak bir dil
oluşturur. Bebek bakımı konusunda daha önceden
hiçbir deneyimi olmayan anne-babalar bile kısa bir
süre sonra son derece aciz ve kendine bile yetemeyen
bu varlığın, istek ve arzularını yaptırabilmek için
onları ne kadar zorladığının farkına varır. Özellikle
yüksek sesle ağladığı zaman bu zorluk dayanılmaz
boyutlara ulaşabilir ya da bazen bebeğin sevimli bir
gülüşü sonrası onun isteğini yerine getirmemek
mümkün olmayabilir. İşte tam bu noktada gelecekte
her yönden sağlıklı bir çocuk yetiştirmek için
nasıl bir tutum benimsemek gerektiğini bilmenin
önemine geliyoruz.
ebeveynler, 30 yaşındaki evlenmiş çocuklarının ev
yaşamına karışmaya varan uygunsuz müdahalelerde
bile bulunabilirler. Bu tutumla yetiştirilen çocuklar,
kendilerini koruyacak yetişkinlerin olmadığı yaşıt
grupları içinde, oyun ve arkadaş ortamlarında
varlık gösteremezler, diğer çocuklar tarafından alay
edilebilir, dışlanabilir ve tartaklanabilirler.
Çoğu zaman bu tutumla yetiştirilen çocuklar,
yetişkinlik dönemlerinde kendi kendine yetemeyen,
destek olmaksızın birçok işi beceremeyen, daima
başkalarının desteğine ihtiyaç duyan, girişimci
olmayan, korkak, çekingen, kendine güvensiz,
sosyal ilişkilerde pasif bireylere dönüşürler.
Aşırı koruyucu ve müdahaleci anne babalar,
çocuklarını adeta kendi uzantıları olarak görür,
onun bireyselliğini asla kabul etmezler. Özellikle kız
çocuğu üzerinde daha da fazla kontrol sağlamaya
çalışırlar, çünkü kız çocuğunun bağımsızlığının daha
çok tehlike içerdiğini düşünürler. Bu tip tutumun
kaynağında çocuğun ölen bir bebeğin arkasından
doğması, tehlikeli bir hastalık geçirmiş olması gibi
travmalar, eşler arasındaki çatışmalar veya anne
babanın kendi çocukluğunda yeteri kadar sevgi ve
ilgi görmemesi gibi durumlar olabilir.
58
Aşırı koruyucu ve müdahaleci tutum, uzmanlarca
hiç uygun bulunmayan anne baba tutumlarından
biridir.
2. AŞIRI OTORİTER VE BASKICI ANNE BABA
TUTUMU
Bu tutumu benimseyen anne babalar da, tıpkı aşırı
koruyucu tutumda olduğu gibi çocuklarının ayrı
bir birey olduğu olgusunu hiç dikkate almazlar.
Ancak bu tutumun temel ayırt edici özelliği çocuğa
uygulanan yoğun baskılardır. Hiçbir açıklama
yapılmaksızın koyulan katı kurallar vardır ve
çocuğun bu kurallara koşulsuz itaat etmesi beklenir.
Aksi takdirde çocuğa psikolojik baskı ve hakaretten
fiziksel şiddete kadar uzanan çeşitli cezalar
uygulanır. Çocuklarına karşı sürekli bir hata arama,
denetleme ve şekil vermeye çalışma durumu söz
konusudur. İletişim tek yönlüdür. Baskıcı tutum,
anne-baba-çocuk ilişkisindeki sevgi ve ilgiye dayalı
ilişkiyi engeller, korku ve kızgınlık duyguları
ebeveyn-çocuk arasındaki ilişkinin temelini
oluşturur.
Bu şekilde yetiştirilen çocuklar, duygularını kolay
ifade edemeyen, otorite varlığında sinen, ancak
otoritenin olmadığı yerlerde kurallara aykırı
davranan kişilere dönüşürler. Kendilerinden güçlü
kişilere itaat eder, güçsüz kişilere karşı ise saldırgan
davranışlar sergilerler. Üzerlerine uygulanan baskıyı,
kendilerinden güçsüz olan başkalarının üzerine
aktararak stres yükünü boşaltmaya çalışırlar. Bu
tutum tarzı da uzmanlarca kaçınılması gereken anne
baba tutumlarına örnek gösterilebilir.
İZİN VERİCİ TUTUM
Bu tutuma sahip ebeveynler, okul yıllarına kadar
çocuklarıyla ilişkilerini sorunsuz sürdürseler bile,
okul çağıyla beraber çatışma yaşamaya başlarlar,
çünkü okuldaki öğretmenler ve arkadaşları, izin
verici tutumla yetiştirilmiş çocuğun tüm isteklerini
hemen yerine getirmezler. Ayrıca yaş büyüdükçe
isteklerin boyutu ve maddi değeri de büyür. 3
yaşında iken bir şekerle, 5 yaşında iken oyuncak
bir ayıcıkla susturulabilen çocuk, 14 -15 yaşına
geldiğinde cep telefonu, motosiklet gibi objelerle
susturulabilir. Kısacası çocuğun isteklerinin sonu
yoktur, dizginler baştan sıkı tutulmazsa sonra
çok büyük problemler yaşanır.Bir diğer sorun, bu
tutumla yetiştirilen ve her istediğini hemen elde
etmeye alışmış çocukların hiçbir şeyden kolay
tatmin olmamaları ve bu tatminsizlik sonucunda
sürekli yeni arayışlar içine girmeleridir. Bu arayışlar
onları özellikle ergenlik döneminde sigara, alkol,
uyuşturucu kullanma, arabayla hız yapma gibi
59
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Bir diğer problemli anne baba tutumu da izin
verici tutumdur. Bu tutumu benimseyen anne
babalar, genellikle çocuklarının her yaptığını
hoş karşılar. En önemli özellikleri çocuklarını
hiçbir şekilde denetlememeleri ve çocuklarının
istedikleri her şeyi yapmalarına izin vermeleridir.
Bu çocukların yeme, uyku, televizyon seyretme gibi
davranışları tamamen onların isteklerine göredir.
Bu davranışlar aile içinde sorun yaratmasa dahi,
toplumsal kuralların başladığı, okul, iş, arkadaş
ortamı gibi sosyal ortamlarda sorun olmaya başlar.
Arzu ve isteklerini denetlemesini öğrenememiş
olan çocuk, kendi anne babasından gördüğü izin
verici tutumu diğer insanlardan göremeyince hayal
kırıklığına uğrar, ev dışındaki ortamlarda istekleri
karşılanmayınca ne yapacağını şaşırır. Böyle bir
durumda saldırgan davranışlar gösterebilir, ya da
arkadaşları tarafından dışlanabilir.
Bu tip çocuklar istek ve arzularını denetlemeyi
öğrenemedikleri için, dikkat ve çaba gerektiren işleri
yapmaktan hemen sıkılırlar, örneğin derslerine
yeterince konsantre olamazlar. Anne babalar
ise çocuğun tüm isteklerini yerine getirmelerine
rağmen neden hala onu memnun edemediklerini
veya derslerine ilgi göstermediğini anlayamazlar.
Anne babalar her şeye izin vererek çocuğa ne kadar
pembe bir dünya yaratmaya çalışsalar da gerçek
dünyada çocuk zorluklarla mücadele etmek zorunda
kalır ve bu zorluklara karşı dayanıklı olmak için de
isteklerini geciktirmeyi, sabırlı olmayı, hayatta her
istediğini elde edemeyeceğini öğrenmesi gerekir.
olduğunu kabul eder, onu kimseyle kıyaslamaz, aile
içinde özgür bir şekilde gelişmesini, yeteneklerini ve
potansiyellerini en üst düzeyde açığa çıkarmasını,
diğer bir deyişle kendini gerçekleştirmesini sağlar.
Karşılıksız sevgi gösterilir. Fikirlerini özgürce ifade
etmesi yönünde desteklenir. Katı kurallar koymak
yerine, esnek davranmayı da bilir, arkadaşça
yaklaşırlar, onunla bir çok şeyi paylaşır, çocuğa
onun ayrı bir birey olduğunu hissettirirler. Yaşına
ve gelişimine uygun çeşitli sorumluluklar verip,
inisiyatif almasını sağlarlar. Örneğin 3 yaşında bir
çocuktan dışarıdan geldiğinde pabucunu yerine
kaldırması, 8 yaşında bir çocuktan yemek masasını
toplamaya yardım etmesi istenebilir.
60
Başarısızlıkların cezalandırılması yerine başarılar
ödüllendirilir. Çocuğun yaptığı hatalar üzerine
yoğunlaşmak yerine öncelikle olumlu davranışları
takdir etmek, çocuğun olumlu bir benlik duygusu
geliştirmesine yardımcı olur. Ceza asla dövmek,
sövmek, odaya kapatmak gibi olumsuz somut bir
eylem olmamalıdır. Ceza ancak bir ödülden mahrum
bırakmak şeklinde olabilir. Örneğin hatalı davranan
çocuğa bağırmak yerine, ona bu yaptığının neden
kötü bir davranış olduğunun mantıklı açıklaması
sakin bir ses tonuyla yapılarak, hafta sonu gidilmesi
planlanan lunaparktan vazgeçilebilir veya seyretmek
REDDEDİCİ TUTUM
Çocuğun anne baba tarafından istenmediği ve nadir
görülen çok olumsuz bir tutum biçimidir. Bu durum
istenmeyen bir gebelik, evlilik dışı ilişki, tecavüz gibi
olaylar sonucu ortaya çıkan doğuma bağlı olabilir. Bu
tip ebeveynler çocuklarına ilgi ve sevgi göstermezler,
çoğu kez de çocuktan nefret ettiğini açıkça gösteren
davranışlar sergilerler. Aşağılayıcı hakaretler, dayak,
tehdit, çocuğu terk etme gibi çok çeşitli tepkilerde
bulunabilirler.
Böyle olumsuz bir ortamda yetişen çocukta gelecekte
psikolojik sorunlar ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Bu çocuklar kendileri sevgi görmedikleri için, sevgi
göstermeyi de bilmezler, diğer insanlara karşı
güvensiz olurlar. İlişki kurmakta zorluk çekerler,
sürekli kızgınlık, nefret duyguları yaşarlar. Adli
boyutları da olan bu tip bir tutuma evde maruz
kalan çocukların, Sosyal Hizmetler’e bağlı çeşitli yurt
ve kurumlarda büyümeleri onlar için çok daha uygun
olacaktır.
DEMOKRATİK ANNE BABA TUTUMU
Demokratik anne baba tutumu, sağlıklı bir çocuk
yetiştirmek için en uygun yoldur ve psikologlar
tarafından da tavsiye edilen yegane tutumdur. Bu
tutuma sahip anne babalar davranışlarını çok daha
akılcı bir biçimde yönetirler. Demokratik tutum
asla izin verici tutumda olduğu gibi çocuğun her
istediğini yapmasına izin veren bir tutum değildir.
Demokratik tutum sahibi anne babalar, insanların
grup halinde yaşamak için ilişkilerini düzenleyen
belirli kurallar olması gerektiğini bilir, çocuğuna
mantıklı açıklamasını yaptığı kuralları öğretir.
Çocuk bu kurallara uyduğu sürece özgürdür.
Buradaki önemli nokta kuralların çocuk tarafından
anlaşılmasını sağlamak ve tutarlı olmaktır.
Bu tutuma sahip anne babalar, çocuklarını ayrı
bir kişi olarak kabul edip onlara değer vermekte,
bağımsız bir kişilik geliştirmelerini teşvik
etmektedir. Çocuğun kendine has ve biricik
Demokratik tutumun olmazsa olmaz bileşeni
empatidir. Empati, kişinin kendisini karşısındakinin
yerine koyabilme ve onun duygularını hissedebilme
kapasitesidir. Çocuğuyla başarılı bir biçimde empati
kurabilen ebeveynler, onlarla daha sağlıklı ilişkiler
kurarlar. Bir diğer önemli konu etkin dinlemedir.
Etkin dinlemede hem konuşan hem dinleyen
etkindir, çocuğun duygu ve düşüncelerini ifade
etmesine izin verilir. Çocuğun içinde bulunduğu
duygu durumu anlaşılmaya çalışılır. Kaba tabirle
etkin dinlemede çocuk adam yerine konduğunu
hisseder.
Demokratik tutumla yetiştirilen çocukların,
temel güven duyguları gelişmiş, bağımsız,
girişken, sorumluluk sahibi, okul başarısı yüksek,
toplumsal uyuma sahip, saygılı, yaratıcı bireylere
dönüştüklerini söyleyebiliriz.
KAYNAKLAR:
1. Çocuk, Ergen ve Anne – Baba, Doç. Dr. Gül ŞENDİL. Çantay Yayınları, 2003
61
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
davranışlara sevk edebilir. Dolayısıyla bu tutum
tarzının da asla tavsiye edilen bir tutum olmadığını
söyleyebiliriz.
istediği çizgi filmi seyretmesine izin verilmeyebilir.
Bu disiplin yönteminde sevgiden mahrum bırakmak
asla söz konusu olamaz. ‘Böyle yaparsan seni
sevmem, artık senin annen olmam’ gibi cümleler
asla kurulmamalıdır.
ATATÜRK’ÜN ASKERİ
KİŞİLİĞİNİN OLUŞUMUNDAKİ
ETKENLER
[ Hazırlayan ] 62
Ahmet ÖZKURT | Svl. Me.
Atatürk, bunalımlı bir devirde doğdu,
bunalımlı zamanları yaşadı ve onlarla
çarpışarak başarıya ulaştı. 1881 yılında
Selanik’te dünyaya geldiği vakit Osmanlı
İmparatorluğu dağılma aşamasındaydı.
Doğumundan üç yıl önce, 1877-1878
Osmanlı-Rus savaşı sonunda, Balkanlar’da
Sırbistan, Karadağ, Romanya imparatorluktan
ayrılıp bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi.
Anadolu’nun kuzeydoğusunda Batum, Kars,
Ardahan Ruslar’ın eline geçmiş; Güneyde
de Kıbrıs adasına İngilizler yerleşmişti.
Bu büyük toprak kayıplarını Fransa’nın
Tunus’a, İngilizler’in de Mısır’a yerleşmesi
izledi. Sultan II.Abdülhamit, geri kalan
imparatorluk topraklarının korunması için
selametin baskıcı bir yönetim ile gelebileceği
fikrine kapılmış ve Meşrutiyet idaresine son
vermişti. Özgürlüğü ulus için bir zehirden
farksız görmekteydi. İlk Anayasa’nın babası
Mithat Paşa’yı Yıldız Sarayı’nda kurdurmuş
olduğu bir mahkemede sudan bahanelerle
ölüme mahkum ettirmek için her türlü baskıyı
yapmaktaydı.
Abdülhamit’in baskıcı siyaseti Batı’nın
sömürgecilik taraftarı kalem sahiplerinin işine
kendisini yetiştirmek için ailesinden bir şey
bekleyemezdi.
Atatürk Askeri Rüştiye’de, İdadi’de ve Harp
Okulu’nda zeki, çalışkan ve öğrenmeye
meraklı bir öğrenci olarak sivrildi. Harp
Akademisi’nde askeri uzmanlık bilgileri
yanında hitabet, yabancı dil ve sosyolojiye
merak sardı. Bu arada, baskı idaresinin
yasaklamış olduğu devrimci edebiyata da ilgi
gösterdi. Fransız İhtilali bildirilerini okuyor,
Namık Kemal’in vatan ve özgürlük ile ilgili
şiirlerini ezberliyordu. Ali Fuat (Cebesoy)
anılarında, onun Namık Kemal’de şu beyti sık
sık okuduğunu hatırlamaktadır:
Vatanın bağrına dayamış düşman hançerini
Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini
Bu beyit Atatürk’ün üzerinde o kadar derin
bir etki yapmıştı ki, devrinin gençlerini sarmış
olan ihtilal havası onu da sardı. Memleketin
kurtuluşu için çare düşünenler ve tedbir
arayanlara o da karıştı. Gizli cemiyet kurdu
ve gazete çıkardı. Ne var ki, bu çalışmalar da
kendisini tatmin etmedi. Sanki ulusun başına
gelen bütün felaketlerin sorumlusu kendisi
imiş, devleti kurtarmak kendi görevi imiş
gibi bir ruh hali içinde yaşıyordu. Geceleri
yatağında gözüne uyku girmiyor, memlekete
getirilmesi gereken düzen üzerine düşünüyor
ve ancak sabaha karşı uykuya dalabiliyordu.
Bu sıkıntılarını yatıştırmak için, hayatı
boyunca sürdüreceği alışkanlık olan içkiye
başladı.
Mustafa Kemal, Harp Akademisi’ni bitirdiği
sırada 24 yaşındaydı. Bilgi dağarcığında büyük
komutan olmak için gerekli temel bilgiler
mevcuttu. Ayrıca karakteri de gelişmişti:
özgür, ileri ve geniş görüşlüydü. Düşünceleri
kesin ve onları belirtme biçimi askerliğin
gerektirdiği sertlikle birlikte berraklık ve
sıcaklık ta taşıyordu. 1905’te kurmay yüzbaşı
63
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
yarıyordu. Türkler’e karşı giriştikleri yıkıcı
propagandada isnat ve iftiraları şu noktalarda
yoğunlaşmakta idi:
“Türkler sarı ırktandır; Asyalı’dır, göçebe ve
zalim bir güruhtur, uygarlığa düşmandır,
Avrupa uygarlığı için varlıkları bile lekedir.
Avrupa’dan kovulmalıdırlar’’. Ve kovulmaları
için de büyük ve küçük devletler arasında
pazarlık yapılmakta, planlar hazırlanmakta
idi.
Atatürk böylesine bunalımlı bir zamanda
doğdu. Çocukluk yıllarını geçireceği Selanik
bir ordu merkezi idi. Askerler, subaylar ve
savaş araçları kentin günlük yaşantısına renk
ve hareket vermekte idi. Balkan uluslarının
yayılma ihtiraslarının ilk tepkileri Selanik’te
duyulur, komitacıların vahşetleri Selanik’teki
Türkler’in ruhunda derin yankılar bırakırdı.
Abdülhamit’in baskıcı yönetimi Selanik’te
tartışılır, imparatorluğun kurtuluşu
için tedbirler düşünülürdü. Bu dekor ve
atmosferin Atatürk üzerinde etki yapması
olağandı.
Atatürk’ün doğuşunda bir ulus kurtarıcısının
doğumuna işaret eden mucizeler belirmediği
gibi, sonradan da uydurulmadı. Zaten
onun doğduğu yüzyıl mucizelerin, hayatta
“uğraşmak, didinmek, düşünmek, aramak,
yaratmak” ile meydana geldiği bir devirdi. Ve
bu mucizeler de artık mistik duygularla değil,
akıl ve mantık ile çözümlenmeye başlamıştı.
Atatürk bir halk çocuğuydu. Kendisine,
ailesinden ne servet, ne şöhret, ne de
silinmez eğitim birikimi kalmıştı. Annesine
ve babasına bir hayat borcundan başka bir
borcu yoktu. Meslek seçme yaşına geldiği
zaman babası ölmüştü. Annesi çoktandır
hafız olmasını istiyordu. O ise subay olmaya
karar vermişti. Annesinin direneceğini
hesaba katarak, ondan habersiz Askeri
Rüştiye’ye girdi. Böylece askerlik mesleği
kendi iradesinin bir mükafatı oldu. Bu
mesleğin verdiği klasik eğitim dışında,
olarak görevine gitmek üzere İstanbul’dan
ayrılacağı sırada, kendisini uğurlayan kurmay
arkadaşına: “Benim için hayat yeni başlıyor”
demişti.
Atatürk Osmanlı İmparatorluğu sınırları
içerisinde bir çok yerde görev almıştır.
Bu görevlerinden her biri bağımsız bir
yapıt özelliği taşır. Atatürk ilk başarısını,
İtalyanlar’a karşı Trablusgarp’ta kazandı.
İlk büyük zaferini İngilizler’e ve Fransızlar’a
karşı Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale’de
sağladı. Bu zaferi, Ruslar’dan Van ve Muş’un
kurtarılması izledi. Birinci Dünya Savaşı
sonunda da Suriye cephesinde, İngiliz
kuvvetleri karşısında başarılı bir geri çekilme
ile Yıldırım Grubu Orduları’nı ezilmekten
kurtardı ve Misak-ı Milli’nin Güney Anadolu
sınırını Türk süngüleriyle çizdi. Dünyanın
büyük devletlerinin büyük orduları
karşısında kazandığı bu başarılar, daha Harp
Akademisinde iken Ali Fuat (Cebesoy)’a
64
söylemiş olduğu şu sözü hatırlatır:
“Bir gün gelecek biz de paşa olacağız.
Mesleğimizde şerefle hizmet ederek
belki yavaş, belki de süratle yükseleceğiz.
Fakat rütbelerimizi savaş meydanlarında
kazanacağız, yoksa baskıcı bir padişaha kul
olarak değil…”
Bu sözlerin söylendiği sırada Osmanlı
Ordusu’nda 40 Mareşal, 60 General vardı.
Ayrıca Abdülhamit’in yaverleri arasında 21
General, çeşitli rütbelerden 21 yaver ile 121
fahri yaver bulunmakta idi.
Atatürk, rütbelerini, askeri kişiliği geliştikçe,
düşman orduları karşısında kan ve ateş
içinde elde etti. Ona göre askerlik mesleği,
şeref ve kahramanlık mesleğidir. Şeref ve
kahramanlık hiçbir zaman para karşılığı
değildir. O’nun bu düşüncesi, asker kişiliğinin
temelidir. Kahramanlığa verdiği anlam ise
savaşta gösterilen kahramanlıktan çok daha
geniştir. Özgür düşünebilmek, gerçekleri
enerjisini en yüksek düzeye çıkartan sadece,
savaştır. Savaş, kendisine gözünü kırpmayan
başkana ve uluslara bir asalet damgası
vurmaktadır”
Hitler de, fazileti savaşta gören savaşçı
felsefelerin ateşli taraftarlarındandır. Osmanlı
İmparatorluğu’nda ise savaş, Allah uğruna ve
cennet için yapılırdı.
Atatürk, bu görüşlerden hiçbirine
benzemeyen ve hatta onlarla çelişen bir savaş
görüşüne sahipti. Ona göre savaş, ne Tanrının
belası, ne insanlık için bir erdem, ne de
cennet karşılığı bir mücadeleydi. Savaş, insan
iradesinin bir verimidir, oluşumu bakımından
da bir cinayettir.
Atatürk’ün savaş felsefesi ve topyekün savaş
teorisinin yüzyıllardan beri sürüp gelen
geleneksel düşünceler ile çatışması normaldi.
Geleneklerden paçalarını kurtaramayan kimi
arkadaşları, onun karşısına daima basmakalıp
fikirlerle çıkmakta bir rahatlık duymuşlardır.
Bu basmakalıp fikirlerin başında para konusu
gelmekteydi.
65
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
dolandırmadan, yalana tenezzül etmeden
söylemek de bu kavrama dahildir. “Cesaret
benim karakterimdir” sözü bu nedenle
medeni cesareti de kapsar.
Atatürk’ün askeri kişiliğinin oluşmasında bir
başka etken de, hayatın düşünce dinamizmine
ayak uydurması, ömrü boyunca bir okul
öğrencisi gibi okuması ve bir öğretmen gibi
çevresindekileri eğitmesidir. Atatürk, daha
İstiklal Savaşı başlarında Çankaya’da eski
köşkte bir kitaplık kurmuştu.
Atatürk’ün askeri kişiliği, askerlik bilim ve
sanatı ile ilgili düşüncelerine yansımakta ve
bu düşünceler, şu noktalara odaklanmaktadır:
savaşın hak ile bağlantısı, savaşın yönetimi,
zafer ve anlamı.
Atatürk’ten önce Yakınçağ’a kadar, savaşın
gerekli olup olmadığı, akıl ve mantık sınırları
içinde tartışma konusu yapılmamıştı.
Ortaçağ’da savaşın Tanrı tarafından, bir veba
veya kolera gibi, insanlara nasip kılındığı
inancı vardı. Bu inancın kapsadığı dinsel
bir tevekkülle savaşın korkunç sonuçlarına
katlanılmaktaydı. Mussolini’ye göre: “insan
Atatürk’e göre, ulus hayatının kurtuluşu
yolunda bir savaş için ordu kurma fikri
paradan önce gelir, bu nedenle O, önüne
çıkan çeşitli çeşitli mali engelleri bir yana
itmede güçlük çekmez. Yeri geldiğinde
angaryayı ve müsadereyi bile meşru görür. Bu
tedbirlere karşı kanunu siper yaparak bağırıp
çağıranlara şu karşılığı verir:
“İhtiyaç ve tehlike bize her şeyi meşru
göstermektedir. Savaş zorunluluğu, ordunun
ihtiyacı için millete angarya yaptırmayı
gerektiriyorsa bunu yaparız ve en doğru
kanun da budur. Milletin ve ordunun mağlup
olmaması için kanun buna manidir diye
gerekli gördüğüm tedbiri almakta tereddüt
etmeyeceğim.”
Savaş hazırlıkları ve yönetimi üzerindeki
genel düşüncelerini Atatürk, meydan
muharebesinin karakterine ilişkin olarak şu
sözleriyle açıklamaktadır:
66
“Meydan muharebesi, milletlerin bütün
varlıklarıyla, ilim ve fen alanındaki
seviyeleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, sözün
kısası bütün maddi ve moral güçleriyle ve
faziletleriyle ve her çeşit araçlarıyla çarpıştığı
bir imtihan alanıdır. Bu alanda çarpışan
milletlerin gerçek kuvvetleri ve değerleri
ölçülür. Sonuç, yalnız maddi gücün değil,
bütün kuvvetlerin, en çok moral ve kültürel
kuvvetin üstünlüğünü de gösteren bir
örnektir. Bu nedenle meydan muharebesinde
yenilen taraf, milletçe ve memleketçe bütün
maddi ve moral varlığı ile de mağlup edilmiş
sayılır.”
Atatürk’e göre savaş elemanları, savaşan
taraflar arasında, madde ile moralden oluşan
değerlerin çarpışmasıdır.
“Ben askerliğin her şeyden çok sanatkarlığını
severim” sözünü açıklayıcı düşüncelerini de
“Zabit ve Kumandan ile Hasbihal” yapıtında
görmekteyiz:
…”İnsanlar nasıl yönetilir diye bir daha
kendime soruyorum…İnsanları istediği gibi
kullanan kuvvet: fikir ve bu fikirleri kavrayan
ve yayan kimselerdir”…
…”Şimdi bizim yöneteceğimiz insanların
emelleri, fikirleri, ruhlarında saklı duyguları
nedir? Biz, komuta edeceğimiz insanların
hangi emellerini kendimize yansıtarak
onların kalplerini kazanacağız ve onlara
güven kazandıracağız? Ve onlara moral
kuvvetler yaratacak araçları tayin edeceğiz…”
…”Herhalde askerlerimizin ruhunu
kazanmak bizim için bir vazife olduğu gibi
ilkin, onlara da bir ruh, bir emel, bir karakter
yaratmak ta bize düşüyor.”
Bu düşüncelerinde Atatürk’ün başarılarının
sırrını görmek ve anlamak mümkündür.
Yönetilecek insanların ruhlarında saklı
duyguları bilmek; komuta edilecek askerlerin
kalplerini kazanmak; onlarda bir ruh
yaratmak… Bütün bunlar, bir sanatkar için
çözülmesi gereken problemler değil midir?
Atatürk’ün burada sözünü ettiği, “Askerlerde
bir ruh yaratmak” işinin mistik bir anlamda
kullanılmadığına da işaret etmek doğru olur.
Savaşı yapmak ve kazanmak, kuvvet ile
hareket arasındaki dengeye bağlanınca, askeri
eğitimin önemi belirir. Atatürk’ün bu konuyla
ilgili düşünceleri, 1908 ile 1918 yıllarında
yazdığı “Takımın Muharebe Talimi”, “Bölüğün
Muharebe Talimi”, “Zabit ve Kumandan ile
Hasbihal”, Cumalı Ordugahı, Süvari, Bölük,
Alay, Liva Talim ve Manevraları”, “Beşinci
Kolordu, Erkanı Harbiye, Tabiye ve Tatbikat
Seyahati” yapıtlarında, ayrıca raporlarında,
söylev ve demeçlerinde ve Büyük Nutuk’ta
bulunmaktadır.
Atatürk askeri eğitim üzerine düşüncelerini
açıklarken ordu kavramı üzerinde sıklıkla
durmaktadır. O’na göre ordu bir okuldur.
Orduya yetiştirilmek için getirilen insanların
ordudaki fonksiyonları üzerine söylediği şu
sözler oldukça anlamlıdır:
67
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
“Milletin evlatları bir sürü gibi değil
şanlı şerefli insanlar olarak şan ve şerefe
yöneltilebilir. Bu orduyu oluşturan her
kişi canlı bir makinenin canlı organları,
parçalarıdır. Bu makineyi işleten her organ,
her parçasını harekete geçiren araç buharla
işleyen bir motor değildir. O hareket ettirici
araç, ordu makinesini meydana getiren
canlı organları dimağlarındaki kuvvet ve
kanlarındaki ruhtur. Bu dimağlarda ve bu
kanlarda gerekli olan kuvvet ve hızlı akım
bulunmazsa makine durur ve başka hiçbir
kuvvet onu işletemez.”
Atatürk, subayın yetiştirilmesi için Harp
Okulu’nda verilen eğitimi normal kabul
etmektedir. Çünkü subay, subaylık ile ilgili
temel ödev ve görevlerini bu okulda öğrenir.
Atatürk, subay için okul ile kıta hizmeti
arasındaki eğitim ayrıntısını şu şekilde
belirtmektedir:
68
…”Bence gerçek feyiz verebilecek asıl okul
kıtadır.”
Atatürk, askerlik sanatında subaya
komutanlık yolunun açık olduğunu, ancak
bu yolun her aşamasında eylemin meslek
bilgisine üstün bulunduğunu da işaret
etmektedir.
Atatürk’e göre emir vermek çözümü istenen
bir sorunun ortasıdır. Emirden önce bu
sorunun bir hazırlık aşaması, emir verildikten
sonra da bir izleme aşaması vardır. Hazırlık
aşaması, sorunun inceleme ve araştırılma
aşamasıdır. Bir emrin verilmesinde
komutan için olduğu kadar o emrin yerine
getirilmesinde komuta edilenler için de
teşebbüs ve cesaret elzemdir. Çünkü büyükküçük her birlik içinde her subay ve her
küçük subay ve hatta her er, hareket tarzı
için üstünden hiçbir emir ve hiçbir fikir
alamadığı durumlar karşısında kalabilir.
İşte bu nedenledir ki, gerek komutanların
gerekse erlerin düşünerek, kendiliklerinden
iş görmeleri gerekir. Atatürk, inisiyatif
(teşebbüs) diye nitelediği bu hareket
tarzının, askerlik sanatının temel savaş
kuralları arasında bulunması gereken dengeyi
bozmaması gerektiğini de şöyle anlatır:
“İnisiyatif, haddini bilmezlik düzeyine
vardırılmamalıdır. Vardırıldığı takdirde,
herkes amir olur. Üst yoktur, ast yoktur…
Bundan ötürü de saygı ve disiplin dahi
kurulamaz.”
Atatürk, bu ulusun ordunun bağımsızlık
savaşında kazanmış olduğu zaferleri, bu
savaşa hakim olan zihniyetle değerlendirir.
Zihniyet, ulusal davamızın haklı olduğuna,
hakkın kuvvete üstün bulunduğuna dair olan
inançtır.
Kendi çağdaşlarından birçoğu, hayattaki
başarılarının sırrını talihte, ilhamda ve mistik
eğitimde ararken; Atatürk her başarının
temeli olarak fikri görmüş, olayları da daima
fikir yönünden incelemiş ve başarısının sırrını
fikre bağlamıştır. Bu yönü, onun biyografisini
yazmış olan yabancı yazarların da dikkatini
çekmiştir. Bu yazarlardan biri olan Dr.Herbert
Melzig de Atatürk ile fikri arasındaki ilişkiyi
belirtmek için şu satırları yazmaktan kendini
alamamıştır:
“Antik devrin büyük filozofu Eflatun’un
‘Hükümdarlar filozofların ve filozoflar
hükümdarlarının tahtına otursa idi…’
biçimindeki dileği, iki bin yıllık bir tarihte
gerçekleşmedi. Oysa ki 20.yüzyılda, ilk defa
olarak Atatürk’ün şahsında, Eflatun’un
istediği gibi, kelimenin tam manası ile bunu
görmekteyiz. Atatürk bir düşünür olarak bir
ulusun yani, Türk Ulusu’nun kaderini eline
almış ve bu ulusla atıldığı İstiklal Savaşı, bu
ulusun medeni durumunu da değiştirip bir
inkılap ve diğer ulusların haklarını koruyan
bir barış ile insanlığa muhteşem bir örnek
vermiştir.”
KAYNAKLAR :
1. Atatürk ve Devrim, Ord.Prof. Enver Ziya KARAL
69
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
ZİYARETLER
VE
ETKİNLİKLER
26
70
AĞUSTOS
RÜTBE TERFİ TÖRENİ
2011
07
EYLÜL
İÇİŞLERİ BAKANI SAYIN İDRİS NAİM ŞAHİN’İN ZİYARETİ
2011
İçişleri Bakanı Sayın İdris Naim ŞAHİN, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret etmişlerdir.
27
21
AĞUSTOS
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞINI TANITICI STANT
2011
Zafer Haftası kutlamaları kapsamında Ankamall Alışveriş Merkezinde Sahil Güvenlik Komutanlığını tanıtıcı stant
açılmıştır.
EYLÜL
2011
jANDARMA GENEL KOMUTANI
ORGENERAL BEKİR KALYONCU’NUN ZİYARETİ
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir KALYONCU, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i
ziyaret etmişlerdir.
71
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahında görevli personelden 30 Ağustos tarihi itaberiyle bir üst rütbeye terfi edenler için
Rütbe Terfi Töreni icra edilmiştir.
ZİYARETLER
VE
ETKİNLİKLER
25-30
72
EYLÜL
2011
İTALYA SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI
KORAMİRAL MARCO BRUSCO’NUN ZİYARETİ
13
EKİM
2011
22’NCİ DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI
(E) ORAMİRAL METİN ATAÇ’IN ZİYARETİ
22’nci Deniz Kuvvetleri Komutanı (E) Oramiral Metin ATAÇ, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i
ziyaret etmişlerdir.
04-06
20
EKİM
2011
BULGARİSTAN SINIR POLİSİ DİREKTÖRÜ
BAŞMÜFETTİŞ ZAHARİN PENOV’UN ZİYARETİ
Bulgaristan Sınır Polisi Direktörü Başmüfettiş Zaharin PENOV ve beraberindeki heyet 2011 yılı Müşterek Komisyon
Toplantısı kapsamında Sahil Güvenlik Eğitim ve Öğretim Komutanlığını ziyaret etmiştir.
EKİM
2011
102’NCİ DÖNEM GENERAL-AMİRAL
ORYANTASYON SEMİNERİ
102’nci Dönem General - Amiral Oryantasyon Semineri kapsamında Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahında tanıtıcı
brifing verilmiştir.
73
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
İtalya Sahil Güvenlik Komutanı Koramiral Marco BRUSCO ve beraberindeki heyet 2011 yılı İkili İşbirliği Toplantısı
kapsamında Sahil Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmiştir.
ZİYARETLER
VE
ETKİNLİKLER
01
KASIM
2011 YILI AYKO TOPLANTISI
2011
2011
13’ÜNCÜ SAHİL GÜVENLİK KOMUTANI
(E) TÜMA. İZZET ARTUNÇ’UN ZİYARETİ
13’üncü Sahil Güvenlik Komutanı (E) Tümamiral İzzet ARTUNÇ, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i
ziyaret etmişlerdir.
10
KASIM
ATATÜRK’Ü ANMA TÖRENİ
2011
Büyük Önder M.Kemal ATATÜRK’ün 73’üncü ölüm yıldönümü anma töreni Sahil Güvenlik Komutanlığı personelinin
katılımıyla icra edilmiştir.
75
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
02
KASIM
2011
DENİZ KUVVETLERİ KOMUTANI
ORAMİRAL E. MURAT BİLGEL’İN ZİYARETİ
Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral E.Murat BİLGEL, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret
etmişlerdir.
Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargahında “AYKO Toplantısı” icra edilmiştir.
74
02
KASIM
ZİYARETLER
VE
ETKİNLİKLER
11
76
KASIM
2011
ASTSUBAY ÜST KARARGAH HİZMETLERİ EĞİTİM MERKEZİ
MÜDAVİMLERİ’NİN SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞINI ZİYARETLERİ
22
KASIM
2011
KAMU DÜZENİ VE GÜVENLİĞİ MÜSTEŞARI
BÜYÜKELÇİ MURAT ÖZÇELİK’İN ZİYARETİ
Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Büyükelçi Murat ÖZÇELİK, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i
ziyaret etmişlerdir.
16
25
KASIM
2011
EMNİYET GENEL MÜDÜRÜ
SAYIN VALİ MEHMET KILIÇLAR’IN ZİYARETİ
Emniyet Genel Müdürü Sayın Vali Mehmet KILIÇLAR, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret
etmişlerdir.
KASIM
2011
HAVA KUVVETLERİ KOMUTANI
ORGENERAL MEHMET ERTEN’İN ZİYARETİ
Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet ERTEN, Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Serdar DÜLGER’i ziyaret
etmişlerdir.
77
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Astsubay Üst Karargah Hizmetleri Eğitim Merkezi Müdavimleri ve öğretim elemanları Sahil Güvenlik Komutanlığını ziyaret etmişlerdir.
SİNEMA
VE
FOTOĞRAF
DENİZE BİR BAKIŞ
[ Hazırlayan ]
Engin İNANAN | Svl. Me.
“
Deniz
78
Pablo NERUDA
79
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Burada mı deniz? Güzel, kapat içeri.
Ver bana en büyük çanı, evet, yeşil olanı,
Hayır, onu değil, öbürünü,
Bronz ağzında çatlak olanı,
Ve tamam! Yalnız kalmak istiyorum
Denizin kendisiyle ve çanla.
Uzun zaman bir şey söylemeyeceğim,
Sessizce, öğreneceğim daha birçok şeyi,
Öğreneceğim var olup olmadığımı.
SİNEMA
VE
FOTOĞRAF
çarpmaktadır. İlginç olan nokta ise bu toplumların
o dönemde birbirleriyle hiçbir ortaklığı olmadığı
halde aynı mitolojilere sahip olmasıdır. Bilinen
dünyanın en batısındaki İskandinav ve AngloSakson toplumlarındaki Ejderha figürleriyle, en
doğudaki Çin ve Japon toplumlarındaki Ejderha
figürlerinin neredeyse aynı olmasıdır. Bu inanışta iki
ayrı coğrafyadaki uygarlıkların ana faaliyet alanının
deniz olması şüphesiz ki belirleyici olandır. Yine
burada da bu olağan dışı yaratığa yüklenen özellikler
denize olan saygı ve korkunun yansımalarını
taşımaktadır. Ejderhaların denizlerin ötesinden
gelerek korkunç bir yıkıma neden olacak güce sahip
olması korku vericidir. Bunun yanında bu canlılar
kadim zamanlardan gelen bilgelikleriyle ve mucizevi
güçleriyle büyük saygı da görmektedir. Günümüzde
denizlerin tedavi edici, gençleştirici ve insana iyi
gelen açıklanamaz güçlerine olan inancın hemen her
toplumda ortak olduğunu da bilmekteyiz.
çıkarları çatışan toplumların savaş alanı, ulusların ve
toplumların kaderlerinin belirlendiği alan olmuştur.
Deniz aynı zamanda üretim ilişkilerinin değişim ve
dönüşümünde de kritik roller üstlenmiştir. Tarım
toplumundan sonraki en büyük sosyo-ekonomik
dönemeç olan Sanayi Devrimi, kaderi denizde
belirlenen küresel ticaret kapitalizmi sayesinde
mümkün olabilmiştir. Modern dünyayı anlamak
istiyorsak denizi, onun tarihini ve kültürünü
anlamaya mecburuz.
Modern dünya insanı ve atasının sosyo-ekonomik
olarak denizden etkilenmesi; hayal gücüne ve estetik
duygularına da yansımıştır. Yaşadığı dünyanın
3/4’üne hükmeden, kendi vücudunun yarısını
kaplayan bu bilinmez kütleye olan hayranlığı ve
korkusu; elbette düşüncesinde, bakış açısında ve
inanışlarında da kendini göstermiştir.
80
Bilinmezliği, tekinsizliği korkutucudur. Ama
insanoğlunun bilinmezliğe merakı, meydan okuma
hırsı, hükmetme arzusu, ölümsüzlük arayışı
(erkeklik rüştünü ispat isteği) yine denize karşı
olmuştur. Odysseus’un, Herakles’in, Perseus’un…
kahramanlık imtihanlarında önemli mekanları
denizlerdir.
İnsanın denize yüklediği dişi ve erkek karakter
özellikleri aşikardır. Birçok ülkede deniz sözcüğünün
yazımı ve kullanımı unisexliğin zirvesidir. Dişi ve
erkek evrenin ve dünyanın iki ayrı yarısıdır. Birlikte
bütünü oluştururlar. Bizde de “Deniz” ismi kız ve
erkeklere ortak konulan nadir isimlerdendir.
Tüm yabancılığına rağmen insanoğlu kendisini
insan yapan eşsiz uyum yeteneği ile en uzak
uygarlıklarda bile olsa ortak değerler ve inançlarla
ahenk yakalama mucizesi göstermiştir. Yine tarihi
inanç ve mitolojilere bakıldığında denizlerin
etkinliği burada da göze çarpmaktadır. Bir efsane
olan ejderhaların yer aldığı hikayelerin deniz
ile yakın ilişkili uygarlıklarda yer aldığı göze
İnsanoğlunun dünyaya hayranlığının,
mükemmelliğine saygısının ve onu anlama
çabasının sonucu taklit etme isteğine yol açmıştır.
Doğanın mükemmelliğini birebir yakalaması ve
onu yapabilmesi (şuan için) imkansızdır. Ama
içerisindeki dayanılmaz yaratma arzusu onun
doğayı taklit etmesine ve sanatını ortaya koymasına
dayanak olmaktadır. Doğanın sesini, güneşin ışığını,
dünyanın renklerini taklit ederek; duygularını
aktarmıştır. Bu aktarmaların önemli bir kısmında
ilhamı denizden almıştır. Sonuçta denizden karaya
çıkmış ve asıl yaşama başladığı yere olan özlemi
hiç bitmemiştir. J.R.R.Tolkien’in yarattığı modern
mitolojinin önemli eseri olan Silmarillion’da ifade
edilen şekliyle Ainu’nun müziğini gömdüğü yer
denizlerdir. Bundan dolayı hala Elf’ler (ve tabi
insanlar) çok mutlu şekilde denizin, dalgaların sesini
dinlerler ve neden dinlediklerini bilmezler. Denizin
sesi ve görüntüsü karşısında coşkusunu resimle,
sonsuzluğu ve özgürlüğünü şiirle, kişileştirmelerini
romanla, macera ve dramlarını da sinemayla
defalarca anlatmıştır.
Bir sonraki yazının konusu Deniz ve Sinema’dır.
81
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Yaşamın doğduğu yerdir deniz... Sonsuz ufuk
boyunca uzanan, esrarlı bordo-mavi rengiyle, içinde
barındırdığı ve insanoğlunun belki yüzde birini
ancak çözebildiği, tanıdığımız hayvan ve bitkileri
ile dünyamız içinde ayrı bir dünyadır. İnsanoğlu
bilincini kazanıp üretim yapmaya başladığı ilk
anlardan itibaren denize mıknatıs gibi çekilmiştir.
Onu hem delice sevmiş hem de evriminden gelen
varoluşsal yabancılığı nedeniyle ölesiye korkmuştur.
Üstünde yaşadığı toprağın sırlarını binlerce yıllık
kayıtlı tarihi boyunca yavaş yavaş çözerken; denizi
anlamakta epey zorlanmıştır. Denizler hakkındaki
bilgimizin kara ile karşılaştırılmayacak oranda
kısıtlı olması herhalde deniz ile insanoğlunun
arasındaki bu zorlu ilişkinin bilimsel düzlemdeki
kanıtıdır. Ancak tüm bu yabancılığına rağmen
insanoğlu kendisini insan yapan o eşsiz uyum
yeteneğini de bir şekilde denizden faydalanmak
için kullanabilmiş, yeni teknolojiler ve seyahat
yöntemleri geliştirebilmiştir. Tarih boyunca en
uzak uygarlıkları bile birbirine bağlayan bir ana yol,
Bilinen ilk uygarlıklar deniz kenarlarına
kurulmuştur. Yüksek medeniyet düzeylerine
ulaşmış, çağının özgür düşünce ve bilim alanlarında
kayda değer gelişmeler göstermişlerdir. Antik
medeniyetlerde olağan veya olağanüstü durumlar,
doğrudan veya dolaylı denizle ilişkilendirilerek
sanat, inanç ve mitoslarında yer almıştır. Üç
kudretli Antik Yunan Tanrısı’ndan Poseidon’un
denizlere hükmettiğine; önemli askeri ve ticari
liman şehirlerinin koruyucusu olduğuna;
toplumlarında etkin yeri olan denizci sınıfına yol
gösterdiğine inanılmıştır. Baş tanrıları Zeus’un
ise dünyayı kaos ve zorbalıkla yöneten Titanlar’a
açtığı savaşı kazanarak, onları okyanusun en derin
yerine hapsettiği bilinmektedir. Bir başka ünlü
mitoslarında ise yüksek medeniyet düzeyine ulaşmış
fantastik Atlantis şehrinin kontrolden çıkarak
deniz tarafından yutulmasıdır. Antik medeniyetlere
ait mitosların ortak noktaları denizin hayatlarına
ve hayal güçlerine önemli etkileridir. Varoluş,
düzen, refah ve yokoluş. İnanır ki saygı gösterirse
deniz dünyadaki kötülükleri hapsedecek (anne
koruyuculuğu ve şefkatiyle); iyilik ve güzelliklerle
onu ödüllendirecektir.
SİNEMA
VE
FOTOĞRAF
BİR ÇİFT BÜYÜLÜ PENCERE
[ Yazı ve Fotoğraflar ]
Ecz. Atğm. Burak Rıza AVCI
Yumurtadan henüz çıkmıştı kumru, her yavru gibi o da
küçücüktü, şirindi. Islak tüyleri rüzgarda yavaş yavaş kururken
kendisi hafifçe titriyordu. Başı sallana sallana birkaç adım
atabildi ve yuvanın daha az rüzgarlı kenarına sindi.
82
83
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
SİNEMA
VE
FOTOĞRAF
84
gagasıyla tüylerini düzeltiyor ve temizliyordu.
Yuvayı da temiz tutuyor, başka kuşlara temiz olarak
bırakmak istiyordu. Geri dönmeyecekmiş gibiydi. Bir
gece gökyüzünü daha uzun seyretti, yıldızlara son
kez bakıyormuşcasına. Tüm hazırlıklarını yapmış,
sabahın ilk ışıklarıyla uçmaya karar vermişti.
Güçlenen kanatlarına da güveniyordu artık.
Böyle bir günde kararını vermişti. Keşfetmeli,
görmeli ve yaşamalıydı. Minicik kalbindeki bu
heyecanı dizginlemenin başka yolu yoktu, biliyordu.
Goncanın rengârenk bir çiçeğe dönüşmesini izledi.
Kendini ona benzetti bir an. Yumurtadan çıktığı
zamanları hatırlamıştı, gözünü ilk açtığı günü. Çiçek
için üzülmüştü biraz. Bir yanı toprağa bağlı olduğu
için bırakın çiçeğin yürüyebilmesini, hareket dahi
edemediğini görüyordu. Kumrunun ise kanatları
vardı, zamanı gelince süzülecekti rüzgârla beraber,
bulutlara tırmanıp gözlerini kapatacak ve goncayı
düşünmeyi de ihmal etmeyecekti.
Gecenin lacivert örtüsü henüz gökyüzünü
terketmemişti yuvanın kenarına tırmandığı zaman.
Bugün yuvadan ayrılık günüydü. Güneşi bekliyordu
belli ki. Gözü dağların da ötesinde, güneşin
yuvasındaydı. Her sabah gelmişti güneş. Gökyüzü
yavaş yavaş maviye dönerken, ufku da güneşin
kızıl kanatları kaplamıştı. Gelmesi an meselesiydi
güneşin. Kumru kanatlarını kaldırıp birbirine çarptı.
Çiçeğe hoşçakal der gibiydi, doğduğu topraklara,
yuvasına. Dağları yırtarak gelen güneşin ilk ışıkları
gözünde parladığı an bıraktı kendini. Rüzgarla
beraber uçmaya başladı. Sağa sola selam vererek
uçuyordu, gözlerini kırpmadan,saatlerce uçtu.
Günler geçtikçe kumrunun heyecanı giderek
artıyordu. Uzayan kanatlarını daha sık çırpıyor,
çırptıkça hafiflediğini hissedebiliyordu. Hergün
Nihayet yorulup bir yere kondu. Artık iyi güzel
uçuyordu fakat hiç görmediği, bilmediği diyarları
85
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sisli bir seher vakti gözlerini açabildi. Şaşkın
bakışlarında ürkeklik de gizliydi biraz. Burası
neresiydi, nasıl bir yerdi, hiçbir fikri yoktu. Ta ki
güneş yükselip sisleri dağıtana kadar . Öyle büyülü
geliyordu ki sis dağılırken yavaş yavaş ortaya çıkan
manzara, gözlerini daha da açıyor, hayret ve merakla
izliyordu.
farkedilebildiği sisle kaplı bir ormandan geçtiler.
Daha da yükseldiler, bulutların üzerindeki rengarenk
çiçeklerle bezenmiş yaylaları ve yemyeşil dağları
izlerken içinde büyük bir mutluluk vardı. Yolculuk
çok uzun ve zor sürmüştü ama buna değmişti.
Oradan bir göle gittiler. Gölün etrafında sarı ve
yeşilin her tonundan bitkiler vardı. Mavi gökyüzüne
karışmış bembeyaz bulutların altındaki orman,
gölün berraklığıyla ayna gibi yansıyıp büyüleyici bir
görüntü oluşturmuştu. Boş bir alanda da insanlar
uçmak istiyormuş gibi el ele tutuşmuş, kollarını
yukarı aşağı sallıyorlardı. Kumru onlar için de
üzülmüştü.
Karlarla kaplı dağların üzerinden yoluna devam
eden kumru tekrar insanların yaşadığı yerlere uçtu.
Nedense küçük olanları daha çok ilgisini çekiyordu
kumrunun. Aslında nedeni belliydi; küçük olanları
kumruyu daha çok fark ediyor, uçarken onu takip
ediyorlardı. Babasının elinden tutmayıp kendisini
izleyen çocuk buna bir örnekti.
86
Yolculuğuna devam ederken, yapraksız bir ağacın
önüne geldi. Serçeler ağacın dallarında birbirleriyle
oynarken, kumrunun gözleri ağacın etrafındaki
hayata takılmıştı. Bulutların arasından sızan
güneşin hemen altındaki ihtişamlı bir camii ve
insanların koşuşturması serçelerin gözünden kaçmış
gibiydi. Kaldırımın üstünden uçmaya devam etti.
Bir kedi gördü. Üzerinden geçerken kedinin de onu
izlediğini fark etti. Kedinin uçamadığı için üzgün
olduğunu düşünüyordu, çünkü üzerinden geçerken
kedi de havaya zıplamış fakat uçamayıp yere
düşmüştü.
Şehirden uzaklaşıp bir atmacanın peşine takıldı
kumru. Atmaca yalnız uçardı, kumru için tehlike
de oluşturuyordu üstelik. Onun uçtuğu yerleri
de çok merak ediyordu kumru. Arkasından takip
ettiği atmacayla beraber uzaklara ve yükseklere
uçuyorlardı. Yapraksız ağaçların sadece silüetinin
87
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
nasıl görebilirdi, oralara nasıl gidebilirdi bilmiyordu.
Gözü serçelere takılmıştı. Aklına onları takip etmek
geldi. Böylece serçelerin dolaştığı, yaşadığı yerleri
görebilirdi. Beraber uçmaya başlamalarından kısa
süre sonra bir kapının üstünde iki tane kuş gördü.
Onlar da kendisi gibi kumruydu. Bu çifte kumrular
her ne kadar binaların ve karmaşanın arasında
olsalar da, gözleri sadece birbirlerini görüyor gibiydi.
En çok da ağlayan bir çocuğu izlemişti, gözlerinden
yaşlar akarken bunun sebebini merak etmişti.
Düşündü ve cevabını yine kendisi verdi. Çocuk
uçamıyordu.
SİNEMA
VE
FOTOĞRAF
geçirgen hale getiriyor ve klorlu gümüş kağıtlara
pozitif baskı alıyordu. Genel olarak bulduğı yöntem
bugünkü baskı yöntemi ile aynıdır.
88
FOTOĞRAFÇILIK
[ Hazırlayan ] Okyay ALTIOK | Svl. Me.
Fotoğraf, ışık anlamında kullanılan Yunanca
“phos”veya “photos” ile çizim anlamında kullanılan
“graphis” kelimelerinin birleşmesinden oluşur ve
“ışıkla çizmek” anlamına gelir. Fotoğraf kelimesinin
anlamından da anlaşılacağı üzere en önemli unsur
“ışık” olmaktadır. Işık olmadan fotoğraf olmaz.
Fotoğrafçılığın tarihsel gelişimi:
Leonardo Da Vinci 15.yüzyılda “karanlık oda” ile
ilgili şunları yazıyordu: “Aydınlatılmış cisimlerin
görüntüleri çok karanlık bir hücreye küçük bir
delikten girdiğinde, bölmenin ötesine beyaz bir
kağıt yerleştirin, bu kağıdın üzerinde o cisimleri
gerçek şekil ve renkleriyle görebilirsiniz” Da Vinci bu
ifade ile fotoğraf makinesinin en temel optik kuralını
ortaya koymuştur.
Karanlık odanın içinde oluşan bu fiziksel olayı,
16’ncı yüzyılda sanatçılar görüntüleri kağıt üzerine
yansıtarak kopya etmek için kullandılar. Bundan
tam üçyüz yıl sonra, Niepce, Daguerre ve Talbot gibi
azimli araştırmacılar karanlık odayı, görüntüleri
duyarlı bir yüzey üzerine kaydedebilen ve fotoğraf
makinesi adı verilecek bir alet haline getirdiler.
1727’ de Alman doktor, Profesör Johann Heinrich
Schulze, tebeşir tozu ve gümüş nitrat sürülmüş bir
kağıt üzerine bir şekil konulup, güneşe tutulduğu
takdirde, kağıt üzerinde bu şeklin görüntüsünün
meydana geldiğini tespit etmiştir. O zamana kadar
gümüş tuzlarının ışık etkisi ile değil, ısıtılmakla
değişime uğradığını düşünüyorlardı.
1834’te William Henry Fox Talbot isimli İngiliz
bir fizikçi negatif kağıt resimleri balmumu ile yarı
İlk kalıcı fotoğraf 1825 yılında Fransız mucit
Nicéphore Niépce tarafından oluşturulmuştur ama
pozlama 8 saat sürdüğü için pratik kullanımdan
uzaktı. Niépce, gümüş bileşenlerini kullanarak Louis
Daguerre ile araştırmalarına devam etmiştir. 1833’de
Niépce’nin ölümü ile Daguerre çalışmaları tek başına
sürdürmüştür.
1837 yılında Louis Daguerre gümüş kaplanmış
bakır levhaları küçük bir kutu içerisinde iyot
buharına tutarak; ışığa hassas olan iyotlu gümüş
tabakası meydana getiriyordu. Bu tabaka üzerinde
fotoğraf makinası ile fotoğraf çekiliyordu. Tekrar
küçük bir kutu içerisinde civa buharına tutularak
çekilen resim meydana çıkarılıyor ve hiposülfit
ile sabitleştiriliyordu. Daguerre yöntemi olarak
adlandırılan bu yöntem ile elde edilen fotoğraflar
bir tane oluyor, kopya edilemiyor ve sadece ışığın
belirli bir yönden gelmesi ile görünebiliyordu.
Daha sonraları iyotlu gümüş yerine bromlu gümüş
Daguerre’nin Paris’te yaptığı ve daha sonraları
başkalarının benzerlerini yaptığı ilk fotoğraf
makinası, birbiri içine giren iki kutuydu. Kutunun
birinde ince kenarlı basit mercekten oluşan objektif,
diğerinde de buzlu cam vardı. Bu kutular iç içe
sürülerek uzaklık değiştiriliyor ve netlik ayarı
yapılıyordu. Buzlu camın arkasında 45 derece eğimli
duran bir ayna vardı.
Günümüzde ilk fotoğraf olarak kabul edilen
çalışma ise Lois Daguerre tarafından 1839 yılında
Paris’te çekilen fotoğraftır. Bu fotoğraf çekilirken
sokakta pek çok insan olmasına karşın sadece
ayakkabı boyacısı ve ayakkabısını parlatan bir adam
görülebilmektedir. Pozlama süresinin çok uzun
olması nedeniyle diğer hareket halinde olan nesneler
görülmemektedir.
Fotoğraf makinesi icat edildiği günden bu yana çok
önemli gelişmeler kaydetmiş, ışığı ve görüntünün
netliğini arttıran bir objektif, karanlık oda
deliğinin yerini almıştır. Ama temel olarak bütün
fotoğraf makinalarının birer karanlık odası ve ışığı
geçiren bir delik işlevi olan objektifi vardır. Dijital
fotoğrafçılıktan önce, fotoğraf çekildikten sonra
duyarlı yüzey (fotoğraf kağıdı, film vs.) üzerine
kaydedilmiş olan görüntü henüz sabitlenmemiş
durumdadır ve gözle görülmez. Kaydedilen bu
görüntüyü ortaya çıkarmak ve daha sonra sabit hale
getirmek için bir dizi kimyasal işlem gerekir.
Bir film ancak bütün bu işlemlerden sonra fotoğraf
kartına basılabilir.
KAYNAKLAR :
1. Thema Larousse
2. http://www.bascek.com/ (01.11.2011)
89
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Fotoğraf, teknolojinin gelişmesine paralel olarak son
yıllarda çok fazla kullanılan bir “anı yakalama”aracı
olmuştur. Fotoğraf makinelerinin ilk zamanlarda
kullanılan hantal ve kullanışsız yapılarından,
günümüz cep telefonlarına bile entegre edilmesiyle
kolayca taşınabilen ve kullanılabilen bir yapıya
kavuşmuştur. Bu kolaylık, beraberinde çekilen
fotoğraf sayılarının inanılmaz rakamlara ulaşmasına
neden olmaktadır.
Thomas Wedgwood (1771-1805) kalıcı malzeme
üzerine görüntü kopyalamayı düşünen ve bunun
için bir yöntem geliştiren bir bilim insanıdır.
Wedgwood’un çocuk eğitim yöntemlerine olan ilgisi
ve bu alandaki çalışmaları, onu çocukların en etkili
öğrenmeyi görsel yoldan gerçekleştirdiği sonucuna
ulaştırdı. Bu sonucu pratiğe dökmek için ışık
kullanarak kalıcı görüntüler elde etme deneylerine
başlamıştır. 1790’larda gümüş nitratla kaplanmış bir
kağıda belli nesnelerin şekillerin lekesini pozlamayı
ve oluşan görüntüyü karanlık odada saklamayı
başarmıştır. Tekrarlanabilen bu yöntem filmli
fotoğrafçılığın doğumudur. Wedgwood’un genç yaşta
ölümü tekniğini geliştirmesine engel olmuştur.
kullanılarak poz süresi kısaltıldı ve bu yönteme
“Daguerreotypie” adı verildi.
BERABER EĞLENELİM,
BERABER ÖĞRENELİM
KARİKATÜR
[ Hazırlayan ] İlyas KOÇAK | (E) Dz. Kur. Kd. Alb.
TEŞEKKÜR MEKTUPL ARI
90
91
Size 16 Eylül 2011 tarihinde göstermiş olduğunuz ilginiz karşılığında teşekkürlerimi iletmek
amacıyla yazıyorum.
Türkiye’nin güneybatısında yer alan Göcek Körfezi yakınlarında kano gezintisi yaparken büyük
bir dalga tuttuğum küreğe çarparak omzumun yerinden çıkmasına ve kanomun devrilmesine
sebep oldu. Yanımda bulunan rehber kanoya yeniden yerleşmeme yardım ettiyse de artık kürek
çekemiyordum. Rehber bu sebeple Sahil Güvenliği arayarak destek istedi.
Sahil Güvenlik timi geldiğinde omzumun incinmesi ve denizin dalga durumu sebebiyle kanodan
Sahil Güvenlik aracına geçemedim. Bu sırada akla yatkın bir davranış sergilenerek, orada bulunan
küçük bir balıkçı teknesinden destek istendi. Önce bu küçük tekneye geçip, denizin daha sakin
olduğu bir mevkiye gelindiğinde Sahil Güvenlik botuna geçtim. Bu etkili çalışma sonucu beni
Göcek’te bekleyen ambulansa yetiştirildim.
Sahil Güvenlik botu ve balıkçı teknesinin personeline teşekkürlerimi iletiniz.
Saygılarımla.
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sayın Yetkili,
BERABER EĞLENELİM,
BERABER ÖĞRENELİM
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
[ Hazırlayan ] Hidayet ÖZTEKİN | İda. Kd. Üçvş.
ŞİİR
[ Hazırlayan ] Mahmut BAL | Svl. Me.
Onlar,
• Ahşap yapılarda yaşayanların fizyolojik ve psikolojik açıdan kendilerini çok daha sağlıklı
ki
hissettiklerini?
herhangi bir cümleye asla özne olamayacak
• Ahşabın insanla birlikte soluk aldığını, romatizma, astım, böbrek hastalıkları ve dolaşım
bozuklukları üzerine olumlu etkileri olduğunu?
Geceleri sessizce toplayıp
kelimeleri,
• Japon deprem uzmanlarının tüm dünyada depreme karşı en dayanıklı yapının Osmanlı ahşap
... diri diri gömüyorlardı
karkas sistemi olduğunu açıkladıklarını?
hatıraların dipsiz kuyularına...
• 1894 İstanbul depreminde, kalitesiz ahşap yapıların bile yıkılmadığını yanlarındaki güzel, yeni ve
92
olanlar,
Bizler;
ki hiçbir zaman onlardan olmamış
demirle bağlanmış beton yapıların tümüyle yıkıldığını?
gönüller,
• ABD’deki konutların yaklaşık %90’ının ahşap olduğunu?
her bir hecesine hasret şırınga edip
• Şiddetli bir deprem sonrasında hasar gören betonarme bir yapının yıkılmak zorunda olduğunu,
Ve bir tek yar anlıyordu bizi,
aşka devrik cümleler kuruyorduk...
hasar gören ahşap bir yapının ise kısa sürede onarılıp, tekrar içinde yaşanılabileceğini?
özenle toplayıp kederimizi
• Betonarme-karkas dışında kalan tüm yapım sistemlerinde, zaman içinde hasar gören taşıyıcı
yüreğinin en derin yerinde
Beyaz bir kağıttır düş!
saklıyordu
Umut,
cümlelerimizi...
kağıttaki parmak izlerimiz...
elemanların yapı tümüyle yıkılmadan onarılabildiğini hatta değiştirilebildiğini?
ki
öldürmediğini?
düşlerimize
• Bir depremde başlıca ölüm nedeninin yalnızca betonun ağırlığı olduğunu?
başka nasıl dokunabiliriz?
• Betonarmenin ahşaba göre 5 misli, çeliğin 13 misli ağır olduğunu?
kalemdir...
• Marmara ve Bolu depreminde ahşap yapılarda yaşayanlardan hiç kimsenin yaşamını
yitirmediğini?
aşk dersen
hasret ise
kalemi alıp
parmak izlerini bıraka bıraka
• Tarihten günümüze ulaşan en güzel sarayların, tapınakların ve diğer görkemli yapıların hiçbirinde
beyaz kağıda
beton kullanılmadığını ve yüzlerce yıldır ayakta kaldıklarını?
bir gemi çizmektir...
• 13 ve 14’üncü yüzyıllarda yapılan ahşap kolon ve çatıları olan Kastamonu Mahmutbey, Beyşehir
Eşrefoğlu ve Afyon Ulu Camileri’nin özel bir bakım yapılmaksızın 600-700 yıldır ayakta olduğunu?
ikrar,
ol gemiye binmektir
dönmek ise ikrardan...
• Dünyanın en büyük tarihi üç ahşap yapısından bir tanesinin, 100 m. boyu ve sekiz katlı bir binaya
beyaz kağıdı
eşdeğer yüksekliğiyle tam 100 yıldır ayakta olan Büyükada’daki Rum Yetimhanesi olduğunu?
kara kalemle
silmektir..
93
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
• Ahşap yapıların çok hafif olduğunu, kolay kolay çökmediğini, çökse bile içinde bulunanları
BERABER EĞLENELİM,
BERABER ÖĞRENELİM
GO KURALLARI
[ Hazırlayan ] M. Kutay ELDEMİR | Svl. Me.
GENEL BİLGİLER VE SON
[ Hazırlayan ] Engin KUNTAY | SG Yb.
BRİÇ’TE TEMEL KURALLAR
ÇIKIŞLAR - 1
Uzunca bir süre bir strateji ve akıl oyunu olan Go’yu tanıtmaya ve kuralları ile teknikleri hakkında bilgi vermeye çalıştım. Yeni başlayanlar
için basit ve sade olarak, örneklerle tanıtmaya çalıştığım Go oyununun bilinmesi ve ülkemizde de yaygın bir şekilde oynanması dileğiyle
Rakipler arkadan SA söylemiş bile olsalar ortağın rengini çıkın.
bu son buluşmamızda kısa bilgiler ve seviyelendirme sistemi hakkında bilgi vermek istiyorum.
B
K
D
1
HANDİKAP
Pas
3 SA
G
1SA
Herkes Pas
Go oyununun önemli özelliklerinden birisi de güçlü oyuncunun zayıf oyuncuya handikap (avans) vermesidir. Avans verilen taşlar, tahta
üzerindeki işaretli noktalara yerleştirilir. Avans verilen taş sayısı, oyuncular arasındaki seviye farkına göre 2’den 9’a kadar arttırılabilir.
KOMİ ( Beyaz taşlarla oynayan oyuncuya verilen ek puan)
Go oyununda, handikapsız oyunlarda ilk hamleyi daima siyah taşları alan oyuncu yapar. Siyahın ilk hamleyi yapma avantajını eşitlemek
amacıyla, beyaz taşları alan oyuncuya ek bir puan verilir. Bu verilen puana ‘‘komi’’ denir. Komi’nin miktarı ülkeden ülkeye değişmekle
beraber 9’luk tahtada komi genellikle 0,5 puandır. 19’luk turnuvalarda komi genellikle 6,5 puan olarak kabul edilmektedir. Kominin tam
Batı şöyle bir elden hangi kağıdı çıkmalıdır?
a)
V 10 7 3 2
82
D4
6543
b)
10 7 3 2
82
AR3
654
sayı olmamasının sebebi oyunun berabere bitmesini engellemek içindir. Komi, oyun bitiminde alanlar sayıldıktan sonra beyazın puanına
eklenir.
NİGİRİ
94
Go oyununda hangi oyuncunun siyah taşları, hangi oyuncunun beyaz taşları alacağını belirlemek için yapılan yönteme ‘‘nigiri’’ denir.
1. Beyaz taşların bulunduğu oke (go taşlarının bulunduğu kap) hangi oyuncunun önündeyse, o oyuncu rakibine miktarı belli etmeden bir
avuç beyaz taş alır.
A9
754
A V 10 9 6
ARD
2. Diğer oyuncu rakibin elindeki taş adedinin ‘‘çift’’ mi ‘‘tek’’ mi olduğunu tahmin için; tahtaya tek için bir, çift için iki adet siyah taş koyar.
3. Beyaz taşları tutan oyuncu elindeki taşları tahtaya koyar ve ikişer dizerek çift sayıda mı tek sayıda mı olduğunu gösterir.
4. Tahminde bulunan oyuncu doğru tahmin etmişse siyah taşları aksi halde beyaz taşları alır.
SEVİYELENDİRME SİSTEMİ
Seviyelendirme, bir oyuncunun Go oyunundaki beceri seviyesinin bir göstergesidir. Go oyununda seviyelendirilme, kyu ve dan sıralaması
kullanılarak yapılır. Kyu; öğrenci, Dan; usta anlamına gelmektedir. Oyuna yeni başlayan kişinin seviyesi genel olarak 30 kyu olarak kabul
edilir. Oyunu öğrendikçe seviyesi yükselir. En güçlü öğrenci seviyesi 1 kyu’dur. Kyu’dan sonra Dan başlar ve 1’den 7’ye kadar gider. 7’den
sonra profesyonel 1 Dan seviyesine ulaşılır.
V 10 7 3 2
82
D4
6543
D84
RDV93
R53
98
R65
A 10 6
872
V 10 7 2
30 kyu, 29 kyu.......... 1 kyu, 1 dan, 2 dan.................7 dan..................1 pro, 2 pro..........................9 pro
Kyu
: Öğrenci seviyesi (k)
Dan
: Usta (d)
Pro
: Profesyonel (p)
Yukarıdaki arttırmadan sonra kör çıkışı 3SA’yı batıracaktır. Başka herhangi bir çıkış üzerine oynayıcı
normal bir oyunla en az 10 el alacaktır.
95
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Seviyeleri yani güçleri eşit olan oyuncular arasında yapılır. Şu şekilde gerçekleşir :
Normal olan ortağın rengini açılmaktır. Ancak ortağın üste konuşmasının ardından oynayıcı taraf, bu
renkte en az bir keser göstermek üzere SA söylemişse bir çok oyuncu kontratın batarını başka renkte
arar. Böyle bir strateji kısa görüşlülük olur. Onların bu renkte bir keserlerinin bulunduğu doğru olmakla
birlikte sizin göreviniz o keseri ortadan kaldırmaktır. Ortağın rengini açılmazsanız o keser rakibin elinde
öylece durur. Örneğin :
BERABER EĞLENELİM,
BERABER ÖĞRENELİM
[ Hazırlayan ] Engin KUNTAY | SG Yb.
BRİÇ’TE TEMEL KURALLAR
1
Ortağın RDV10x ya da ADV10x gibi bir rengi varsa oynayıcının bir keseri olacaktır. Çıkışınız üzerine o
keser ortadan kalkar ve ortağın renginde kalan kağıtların tümü sağlanmış olur.
Ortağın rengi RV10xx ya da RD10xx gibiyse, oynayıcının elinde de ADx ya da AVxx varsa oynayıcının
iki keseri var demektir. O zaman bu keserleri ortadan kaldırmak için ortağın rengini iki kez oynamak
gerekecektir. Ancak ortağın iyi rengini açılmaktan kaçınırsanız o keserler oynayıcının elinde öylece
kalacaktır.
Ne zaman bu tür bir arttırmadan sonra ortağın rengini açılmaktan kaçınmanız gerekir? İyice bir beşli ya
da altılı renginiz ve antreleriniz varsa o zaman kendi renginizi açılmayı yeğleyebilirsiniz. Renginiz iyi bile
olsa, ele antreniz yoksa kendi renginizi açılmanız bir yarar sağlamayacaktır.
(b)’deki el ile pik çıkışı, karodaki onörleriniz nedeniyle kör çıkışına sağlam bir seçenek oluşturmaktadır.
Nasıl oynayıcı atak edebilecek birden çok renk arasında antresi olan eldeki uzun rengi seçmek zorundaysa
savunucular da aynı ilkeye uymalıdır. Örneğin:
[ Hazırlayan ] Servet ALTAN | SG İda. Bçvş.
BULMACA
2
3
4
5
6
7
8
SOLDAN SAĞA
1. Alelusul, Sathi.... 2. Kıl, Tüy...Yeni,Kullanılmamış.... 3. Hastalık
anlamında eski sözcük...Rusça’da ‘‘Evet’’...Büyükanne, Nine, Kabil,
Kabile.... 4. Gidiş, Yürüyüş.... 5. Hile, Düzen, Dek.... 6. (Şinah) Suda
Yüzme.... 7. Çıplak vücut resmi... ‘‘Ancak’’, ‘‘Fakat’’ anlamında sözcük....
8. Koca-Zevç-Zevce-Refika-Kan-Hatun-Emsal-Küfüv,Kül döken...
Hanay, Hol.... 9. Anlaşma, Uyuşma....
9
1
2
3
YUKARIDAN AŞAĞI
1. Valide, Ana, Anne, Mader, Üm... Alevi bektaşi törenlerinin adı....
2. Ab, Ma/ Kenar süsü... Antik bir Japon parası/ Saka Türklerinin
ünlü destanı.... 3. Sakal.... 4. Amik, Jerf, Umk, Amak.... 5. Ağaçlıklı
geniş yol.... 6. Eski Mısır’da insanoğlunun hayati dayanağı olan üretici
güç/ Mezopotamya’da kullanılmış eski bir hacim ölçüsü birimi...
Çekinme,Sakınma... İslam ülkelerinde kullanılan tahıl ölçüsü... Nazi
hücum kıtası.... 7. Bahis, İddia, Rihan... İri ve ağır kitle.... 8. İlkbahar
ve sonbaharda oturulan bahçeli ev... Yapma, etme, yerine getirme.... 9.
Faiz, Nema, Riba, Güzeşte, Getiri... Aşık ve bilye oyunlarında kullanılan
boyalı kemik....
4
5
6
7
8
9
SUDOKU
96
5
6
D96
R75
974
D987
9
8
7
2
6
1
4
7
3
6
9
3
2
6
6
8
4
8
2
7
4
3
ZORLUK
ÇOK ZOR
8
3
9
1
2
6
4
5
7
1
4
7
9
5
3
2
6
8
2
5
6
7
8
4
1
3
9
4
9
1
5
6
7
8
2
3
5
2
8
4
3
1
9
7
6
6
7
3
8
9
2
5
1
4
9
1
5
3
7
8
6
4
2
3
6
4
2
1
9
7
8
5
7
8
2
6
4
5
3
9
1
DİLBİLGİSİ
adisyon
agresif
bandrol
bibliyografya
faks
font
free-shop
GEÇEN SAYININ
ÇÖZÜMÜ
GEÇEN SAYININ ÇÖZÜMÜ
TÜRKÇEMİZİ DOĞRU KULLANALIM
Yukarıdaki arttırmadan sonra oynayıcı kör çıkışı üzerine hiç kuşkusuz kontratını yapacaktır, çünkü
doğunun elinde hemen kullanılabilecek bir antre yoktur. Buna karşılık küçük bir pik çıkışı üzerine Doğu
ruayla alıp pik döndüğünde 3SA batacaktır. 1.elde oynayıcı yerden A’sını koysa bile Doğu R’nı
debloke ederek kontratını yine batırabilir.
9
9
1
R8
D V 10 9 4 3
85
V 10 2
6
Sudoku (Rakam Yerleştirme diye de bilinir) standart
olarak 9x9 boyutlarında bir diyagramda çözülür ve
her satır, her sütun ve her 3x3’lük karede 1’den 9’a
rakamların birer kez yer alması gereklidir.
: hesap
: saldırgan
: denetim pulu
: kaynakça
: belgegeçer
: yazı karakteri
: gümrüksüz mağaza
[ Hazırlayan ] Dent. ve Değ. Bşk. lığı
happy hour
indikatör
kalifiye
kemoterapi
manipülasyon
off-line
printer
: indirim saatleri
: gösterge
: nitelikli
: kimyasal tedavi
: yönlendirme
: çevrim dışı
: yazıcı
1
2
3
4
1
K
A
P
I
2
A
T
İ
R
E
3
V
A
M
S
4
A
S
A
R
5
S
Ö
Z
Z
A
L
Ü
R
E
A
N
R
G
6
7
S
8
U
9
K
A
5
A
K
A
6
7
8
9
Z
E
H
R
S
A
K
A
L
U
S
İ
T
O
U
R
A
T
L
İ
U
C
U
Z
Ş
A
R
P
İ
M
97
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011
A54
A6
D V 10 6 2
AR3
V 10 7 3 2
82
AR3
654
[ Hazırlayan ] Tolga DEMİRCAN | SG İda. Kd.Çvş.
98
Sahil Güvenlik Dergisi ° Aralık 2011

Benzer belgeler