beslenme

Transkript

beslenme
İHLAS KOLEJİ BİREYSEL GELİŞİM VE EĞİTİM DERGİSİ
Sayı
13
İÇİNDEKİLER
04
ÇOCUKLARDA
SAYGI EĞİTİMİ
08
HAYIR DEYİNCE KÖTÜ
EBEVEYN OLMAZSINIZ!
12
ÇOCUK VE OBEZİTE
İMTİYAZ SAHİBİ
Hami Koç
İhlas Eğitim Kurumları Genel Müdürü
GENEL YÖNETMEN
Azmi AKSOY
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
16
Server Gürsoy
SANAT YÖNETMENİ
Aytekin Karaca
YAZ AYLARINDA
BESLENME
18
SICAK HAVALARDA
ÇOCUKLARI KORUMAK
20
ANAOKULU ve
ANAOKULUNA UYUM
DANIŞMA KURULU
Hamdi Özakay
Sebahattin Kazaz
Müge Kılıç
Sıtkı Çelik
REKLAM SORUMLUSU
Ali Oğuz Çelikörs
0212 639 68 70
22
YAZI İŞLERİ
A. Faruk Levent
Esin Özer
Şaban Yılmaz
Elif Tuğçe Eyikoçak
Ahmet Kenar
Kübra Hamdioğlu
Bahar Engin
KARNEYİ NASIL
DEĞERLENDİRMELİ?
GRAFİK TASARIM
Ozan Gürel
KATKIDA BULUNANLAR
Levent Çelik, İsmail Baş
YAPIM
DVC Reklam Ajansı
0 212 452 24 90 - 452 77 68
BASKI
İhlas Gazetecilik A.Ş.
Yenibosna/İstanbul - 0 212 454 35 08
24
“YALNIZ” ÇOCUKLAR
26
ÇOCUKLARDA
DEPRESYON
28
YÜKSEK IQ HERŞEY
DEMEK DEĞİLDİR
40
32
ELEKTROMANYETİK
TEHLİKENİN
FARKINDA MISINIZ?
ÇOCUKLAR NEDEN
EBEVEYNLERİYLE
BİRLİKTE UYUMAK
İSTERLER
42
HAYATI
KALİTELİ YAŞAMAK
36
ANNENİN ÇOCUĞUN
YAŞAMINDAKİ YERİ
44
ANNEME MEKTUP
38
GÜLER YÜZLÜ
ÇOCUKLAR
45
FATİH’İ FATİH
YAPAN ÖĞÜTLER
46
AİLE STRES TESTİ
YORUM
ETKİLİ
01
Sayı
13
EDİTÖRDEN
Server GÜRSOY
Sevgiyi
Göstermek...
Sevgi, her çirkinlikte bile,
bir güzellik görebilmektir.
Sevgi, yorulmak nedir,
usanmak nedir bilmemektir.
Sevgi,nedeni ne olursa olsun,
kin beslememek, nefret etmemek,
ettirmemektir.
Sevgi, incinsen de, kırılsan da,
asla küsmemektir.
Sevgi, kendini onun
yerine koyabilmektir.
Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu
yaşayanlar arasında fark vardır.
***
Bir grup genç bilmek istemişler sevgiyi,
“Bakın göstereyim” demiş, bilge kişi.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş
olanları çağırmış ve onlara bir sofra
hazırlamış.
Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve
arkasından da bir metre boyunda kaşıklar.
Bilge, “bu kaşıkların ucundan tutup
öyle yiyeceksiniz” diye bir de şart koşmuş.
Peki demişler, gelenler ve içmeye teşebbüs etmişler.
Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden
bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlarmış ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine şimdi demiş bilge kişi,
“sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım
yemeğe.”
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş, oturmuş
sofraya. Bu defa “Buyurun” deyince
bilge kişi, her biri uzun boylu kaşığını
daldırıp tasa, sonra karşısındakine uzatarak içirmiş çorbayı. Böylece her biri
diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
İşte demiş bilge, “Kim ki sofrasında
yalnız kendini görür ve doymayı, düşünürse, o aç kalkacaktır ve kim kendi
dışındakini düşünür ve doyurursa, o
da, diğeri tarafından doyurulacaktır
şüphesiz.
***
Sevgi, kendinden çok başkalarını düşünmektir.
Sevgi, yüreğin tüm kapılarını açık tutmaktır...
Sevgilerimizle...
YORUM
ETKİLİ
3
Prof. Dr. Nevzat TARHAN
«OCUKLARDA
SAYGI
EĞİTİMİ
Saygılı olmak iyi bir
insanın taşıması gereken
temel ˆzelliklerden
birisidir. Saygı, insanın
kendi kişiliği ile
başkalarının kişiliğinin
arasındaki sınırı bilip o
sınırı aşmaması, kendi
aleyhine dahi olsa
başkasının hakkına,
hukukuna ˆzen
gˆstermesidir. Her anne
baba Áocuklarının etrafa
ve kendilerine karşı
saygılı olmasını ister.
Ancak saygının sınırının
ne olduğu; kimlere,
nereye kadar saygı
gˆsterilmesi gerektiği
konusunda bazı soru
işaretleri olabilir.
S
aygı ölçütleri kültürden kültüre
farklılık gösterir. Bizim kültürümüzde yaşlılara saygı göstermek
önemsenirken başka kültürlerde önemsenmeyebilir. Yine bizim kültürümüzde
yardımlaşmak, ihtiyacı olanlara bağışta
bulunmak çok önemlidir. Fakat örneğin
Japonya’da yaşayan bir insana yardım
etmek, para vermek onun kişiliğine yapılmış bir hakaret ve saygısızlık olarak
kabul edilebilir. Saygı ölçütlerini bu
kültürel farkları göz önüne alarak belirlemek gerekir.
Aynı kültürün içinde de ölçütlerde birtakım değişiklikler olabilir. Zaman içinde
4
YORUM
ETKİLİ
değer yargılarında değişmeler görülebilir. Örneğin, itaat kültürü ve otoriteye
gösterilen aşırı saygı kişinin özsaygısı
aleyhine işlediği için bu konudaki ölçütleri yeniden düzenlemek gerekir.
Saygı Eğitiminde Yapılan Hatalar
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi kültürümüzde itaat ve büyüklere saygı önemli
bir yer tutar. Sadece büyüklere değil,
nefes alıp veren her şeye saygılı olmak
elbette çok güzel bir davranıştır. Ancak
bunu özsaygıyı önemsememe noktasına
götürmek kendine güvensiz, girişimci
olmayan, inisiyatif kullanamayan, de-
ğişimi sorgulamayan, zora talip olmayan,
yeteneklerini geliştiremeyen insanlar
ortaya çıkarır. Baskıcı kültürel özelliklerimiz nedeniyle ailede baba baskısı
şeklinde başlayan bu sürece ilerleyen
yıllarda toplum baskısı, koca baskısı,
kayınvalide baskısı da eklenir. Kişi
kendi özsaygısını kaybeder ve kendisini
bir çeşit paspas gibi görür. Kendi kişiliğinin sınırlarını bilemeyen, sadece kurallara uymak zorunda hisseden; ama
kuralları sorgulamayan bir insan ortaya
çıkar.
Anne babalar kendi haklarına sahip çıkabilen, silik olmayan, kendine güvenen
Sayı
13
çocuklar yetiştirmek isterler. Ama hayatın
içinde yaşanan olayları alıp incelediğimizde, genellikle o anda sorunu çözmek
için çocuğun kendine güvenini zedeleyeceği tavırlar takınıldığını görürüz. İnsanların çoğu başkalarını kırmamak,
gücendirmemek için kendi çocuklarını
kırar ve çoğu zaman bunun yanlış bir
davranış olduğunu fark bile edemez.
Çocuklara saygı eğitimini hak duygusuyla birlikte vermeliyiz. Çocuk hem
kendi hakkını talep etme, hak arama
becerisini kazanmalı, hem de başkasının
hakkına zarar vermeme bilincini benimsemelidir.
Çocuğa körü körüne itaat alışkanlığı
kazandırmak yerine doğru olana, hakka,
akla uygun olana saygı alışkanlığı kazandırılmalıdır. Çocuğun zihninde iyikötü, doğru-yanlış kavramlarının oluşması için ona kuralların nedenleri, gerekçeleri izah edilmelidir. Çocuk kurala
anne babası öyle istediği için değil,
doğru olduğuna inandığı için uymalı,
başka insanlara da bu motivasyondan
hareketle saygı göstermelidir. Körü körüne uygulanan kurallarda neyin neden
yapıldığı bilinmediği için tutarsızlıklar
olacaktır. Aslolan çocukta kalıcı bir davranış değişikliği ve saygı bilinci geliştirmektir. Aksi halde çocuk sadece anne
babasının yanında onların istediği gibi
davranıp yalnızken canının istediğini
yapabilir.
Çocuklarda saygı eğitiminde anne babaların tutumları çok önemlidir. Çocukların benmerkezci olduklarını biliyoruz.
Benmerkezcilik, çocukların bencilce
davranmalarına, hata yapmalarına neden olur. Çocuklar davranışlarının sonucunu düşünmeden hareket ederler.
Kendilerini nasıl iyi hissederlerse öyle
davranırlar.
Çocuk için o anda korkunun gitmesi,
incinme ihtimalinin ortadan kalkması,
kendini daha iyi hissedebilmesi saygısız
bir davranışta bulunması için yeterli
nedendir. Davranışının iyi mi, kötü mü
olduğunu, uzun vadeli sonuçlarını düşünmez. O nedenle anne baba çocuğa
doğru rehberlik yapma görevini yerine
getirebilmelidir. Büyükler rehberlik rolünü doğru üstlenebilirlerse çocuk hayatı
tanır; nerede, nasıl davranacağını öğrenir. Aileler saygısızlık, haksızlık yapan
çocuğa mutlaka müdahale etmelidirler;
fakat bunu çocuğa konuyla ilgili farkındalık kazandırarak, yaptığının neden
yanlış olduğunu anlatarak yapmalıdırlar.
Çocuğun saygısızlık yapmayı bir yöntem
haline getirmemesi, huy edinmemesi
için çaba göstermek gerekir.
Aileler çocuğa saygının sınırlarını iyi
çizmeli; nerede, ne yapılacağını öğretmelidir. Gülünecek yerde gülünecek,
ağlanacak yerde ağlanacak, saygı gösterilecek yerde saygı gösterilecek gibi
zaman kavramını iyi öğretmek gerekir.
«ocuklara saygı eğitimini hak duygusu ile birlikte
vermeliyiz. «ocuk hem kendi hakkını talep etme, hak
arama becerisini kazanmalı, hem de başkasının
hakkına zarar vermeme bilincini benimsemelidir.
«ocuğa kˆr¸ kˆr¸ne itaat alışkanlığı kazandırmak
yerine, doğru olana, hakka, akla uygun olana saygı
alışkanlığı kazandırılmalıdır.
YORUM
ETKİLİ
5
İyilik yapana iyilikle karşılık verilir.
Kˆt¸l¸k yapana kˆt¸l¸k yapmak değil de
haksızlık yapmamaya Áalışmak, haksızlık
yapmadan hatasını gˆstermek idealdir.
«ocuğa sadece iyilere saygılı olmayı değil
kˆt¸l¸k yapana haksızlık yapmama
kaygısını da ˆğretmek gerekir. «ocuklara
haklarını ararken saygı sınırları iÁinde
kalmayı ˆğretmek iÁin anne babaların bu
konuda da model olmaları gereklidir.
İnsanın kişilik gelişiminde sosyal sınırları
çizebilmek çok önemlidir.
Saygılı Davranarak Hakkını Aramak
Saygılı davranmayla hak arama arasındaki sınır önemlidir. Hak aramak illa ki
zor kullanmak, şiddete başvurmak değildir. İyilik yapana iyilikle karşılık verilir.
Kötülük yapana kötülük yapmak değil
de haksızlık yapmamaya çalışmak, haksızlık yapmadan hatasını göstermek
idealdir. Çocuğa sadece iyilere saygılı
olmayı değil kötülük yapana haksızlık
yapmama kaygısını da öğretmek gerekir.
Çocuklara haklarını ararken saygı sınırları içinde kalmayı öğretmek için
anne babaların bu konuda da model
olmaları gereklidir. Kavgacı bir ailede
yetişen çocuk ister istemez bunun sorun
çözmek için doğru yöntem olduğunu
düşünür, öyle hareket eder. Nasıl ki
aile içi ilişkilerde haklı olmak yetmiyor,
haklı olanın kendisini doğru bir üslupla
ifade etmesi gerekiyorsa aynı şekilde
6
YORUM
ETKİLİ
sosyal ilişkilerde de kullanılan yöntem
önemlidir. İnsanların medeniyet ölçüsünü gösteren en önemli özellik doğru
yöntemle hak arama bilinci ve hukuka
saygı anlayışıdır. Hukukun geçerli olduğu toplumlarda haksızlığa uğrayan
kişi, karşısındakinin boynuna sarılmaz.
Hatayı Kabul Edebilmek
Günümüzde insanlar arasında yaygın
olan bir tavır, kişilerin haksız oldukları,
hata yaptıkları durumlarda bunu kabul
etmeme eğilimi göstermeleridir. Bu
davranışın temelinde hata yapmanın
insanın değerini azaltacağı düşüncesi
yatmaktadır. Oysa ki hata yapmak çok
doğal bir şeydir. Önemli olan insanın
hatasını fark edip düzeltmesi ve aynı
hatayı bir daha yapmamaya çalışmasıdır. Hiç kimsenin her durumda haklı
olması mümkün değildir. Hatalı olduğu
halde “ben hep haklıyım” duygusu
içinde hareket eden insan çevresindekileri kendisinden uzaklaştırır. Bazı
insanlar teşekkür etmeyi ve özür dilemeyi zayıflık olarak görürler. Sürekli
haklı olduklarını savunma çabası içindedir. Bu davranışın arkasındaki dinamiği araştırdığımızda şunu görürüz:
Kendilerinde birtakım eksiklikler gören
insanlar kontrolü başkalarına bırakmamak için sürekli haklı olduklarını
kanıtlamaya çalışırlar. Daima kendisinin haklı, başkalarının haksız olduğunu kanıtlamaya çalışan kendini beğenmiş kişiler kendilerini yalnızlığa
mahkum ederler. Halbuki bir insanın
hatasını kabul etmesi kendisine değer
katar ve başkaları tarafından daha çok
sevilmesini sağlar.
Yetişkinlerin bu bilinçte olup hem kendi
sosyal hayatlarında hem de aile içi
ilişkilerinde özür dilemeyi bilmeleri ve
bunu uygulamaları, çocuklarına doğru
örnek olma bakımından önemlidir. Hatasını kabul etmek hem hak duygusuna
uygun bir davranıştır, hem de kişiye
duyulan saygıyı arttırır.
Psk. Şeyda ÖZDALGA
HAYIR
DEYİNCE
K÷T‹
EBEVEYN
OLMAZSINIZ!
Annenin ve babanın ortak tavır
alması, birinin hayır dediğine
diğerinin evet dememesi, kararlı
ve tutarlı davranmaları,
Áocuklarının istenen davranışları
geliştirmesine yardımcı
olacaktır. Hadi bu seferlik izin
veriyorum. Al da sus yeter ki!
yaklaşımları tutarsız
yaklaşımlardır. «ocuğa verilen
mesajlar karışır; «ocuk neyin
doğru, neyin yanlış olduğunu
anlamakta g¸Ál¸k Áeker.
Anne Babaların Çocuk Disiplininde
Yapması Gerekenler Nelerdir?
Aile üyelerinin belli bir düzene göre yaşaması için oluşturulan disiplin, genel
anlamıyla kişilerin içinde yaşadıkları
topluluğun genel düşünce ve davranışlarına uymalarını sağlamak amacıyla
alınan önlemlerin tümüdür. Bu, evin ve
ailenin değer, düşünce ve davranışlarına
uygun, yapılması ve yapılmaması ge-
8
YORUM
ETKİLİ
reken davranışları içeren önlemler yani
bir davranış düzeni demektir. Akşam
yatma saati, yeme düzeni, tv seyretme,
diş fırçalama gibi durumların sağlıklı
ve bilinçli düzenlenmesi kısıtlama engelleme değil, düzenli bir yaşam sistemi
kurmaktır. Bazı ailelerin disiplini(düzeni)
daha katı, bazılarının ise esnektir. Burada önemli olan bu düzenin nasıl yapıldığıdır. Kuralların yerleşmesini sağ-
lamak için davranış öncesi, davranış
sırasında ve davranıştan sonra yapılması
gerekenler vardır.
Davranıştan Önce;
l Önleyici açıklama yapmak, kuralları
öğretmek (Sokakta ağlayarak bir şey
istemesinden ne kadar rahatsız olduğunuzu, nasıl davranması gerektiğini
belirtmek)
Sayı
13
melerinizi karıştırıyorsa ona benzer çocuk
malzemeleri almak, ablasının defterini
karalıyorsa ona başka bir defter almak)
l Duygularınızı belirtmek (“Yemeğini
yemediğin zaman üzülüyorum, beslenemediğini düşünüyorum.””Arkadaşına
vurduğun zaman onun canı yanıyor, çok
üzülüyor.”)
Sorundan Sonra;
l Sonuçları değerlendirmek (“Bak odan
toplu olmayınca, aradığın oyuncağı bulamıyorsun.”)
l Sonuçları yaşamasına izin vermek
(Duvarını boyayan çocuğun, duvarı
temizlemesini sağlamak)
Annelerin ve babaların bu stratejileri
oluştururken ortak tavır alması, birinin
“hayır” dediğine diğerinin “evet” dememesi, kararlı ve tutarlı davranmaları istenen davranışları geliştirmesine yardımcı olacaktır. “Hadi
bu seferlik izin veriyorum.” “Al da
sus yeter ki !” yaklaşımları tutarsız
yaklaşımlardır. Çocuğa verilen mesajlar karışır; çocuk neyin doğru,
neyin yanlış olduğunu anlamakta
güçlük çeker. Deneme ve isyanı
körükler, öğrenmeyi ve sorumluluk kazanmayı engeller.
malarını beklemesi, çocuklarının küfürlü
konuşmasını istemeyen anne babanın,
kendisinin küfürlü, argo konuşması
gibi)
l Aşamaları öğretmek (Odasını toplama
beklentiniz ne kadar gerçekçi ? Odasını
nasıl toplaması gerektiğini aşama aşama öğretmelisiniz. Arabalar buraya, Legoların kutusu bu, şeklinde yardım etmelisiniz)
l Çevreyi, koşulu değiştirmek. (Sokağa
çıkar çıkmaz tuvalet ihtiyacını gidermek
için tuvalet aramamak için evden çıkmadan önlem almak, yemek zamanında
zor yemek yiyorsa yemek öncesinde
abur cubur yemesini engellemek ya da
yemek saatini değiştirmek)
l Örnek olmak (Anne Baba olarak model
olmak. Kitap okuma alışkanlığı olmayan
ebeveynlerin çocuklarının kitap oku-
Sorun Sırasında;
l Gerçek sebebi anlamaya çalışmak.
(Çocuk için sorunu ortaya çıkaran durumun altında bir engellenmişlik ya da
başka istek ve ihtiyaçlar olabilir. Annebabasının yanında korku sebebiyle yatmak isteyen çocuk, doyuma ulaşmamış
bir sevgi gereksiniminde olabilir.)
l Alternatifler sunmak (Makyaj malze-
En Çok Hangi Hataları Yaparlar?
Hata tanımı çocuğun yaşına,
mizacına, aile yapısına göre değerlendirilmelidir. Anne babasına 3-4 yaşında tekme atan, ona sen
pissin, çöpsün diye kendince öfkesini
gösteren çocukla, 9 yaşındakinin benzer
davranışları aynı değildir.
Ebeveyni rahatsız eden genelde, ağlayarak isteklerini belirtmesi, nedensiz
huzursuz ağlaması, arkadaşlarına vurması, ısırması, küfürlü konuşması ev
eşyalarına zarar vermesi, tuvalet eğitimini aldığı halde evde yere tuvaletini
yapması, bir başkasının yanında farklı
davranışlar sergilemesi, yatma saatinde
yatmaması, tv’nin başından kalkmaması, yemeğini yememesi gibi davranışlardır.
Bu hataların devamını sağlayanlar ise
ailelerin şu tür yaklaşımlarıdır;
l Çocukta görülen istenmeyen davranışın bir süre sonra kendiliğinden geçeceği inancı
l Çocuğun anneyi, babayı duymazdan
YORUM
ETKİLİ
9
gelmeye neden olan bıktırıcı tekrarlar
ve hatırlatmalar
l Konuşmalar, ders vermeler, söylevler
l Onaylandığını düşündüren, yanlış
davranışı görmezden gelmek
l Açık olmayan direktifler (“birbirinizle
güzel güzel oynayın”)
Çocuğa Hangi Noktada
“Hayır” Denmelidir?
Kabul sınırlarınızı aşan durumlarda,
davranıştan önce kuralı öğrettiğiniz durumlarda, sık tekrarlanan durumlarda
kararlı ve tutarlı “hayır” denmesi davranışın yeniden düzenlenmesine başlangıç olacaktır. Hayır demek ceza demek değildir. Çocuğa gösterilen bir tavırdır. “Hayır” çocuğun yaşına, kişilik
yapısına ve özel durumlara göre düşünülmelidir.3 yaşında yemeğini üstüne
dökmeden yemesi beklenemez. Çocuğa
kuralların nedeni anlatılmalıdır. Beklenen davranış açıklanmalı, hangi davranışın, ne zaman beklendiği açık bir
dille öğretilmelidir. Kuralların uygulanmasında çocuğa aktif rol ve sorumluluk
verilmelidir. Beklendik davranışlar veya
ona yakın olanlar ve çabası takdir edilerek pekiştirilmelidir.
Bazı İsteklerine Hayır Demenin Yarar
ve Zararları Nelerdir?
Kısıtlayıcı sınırlar ve aşırı kontrol, denemek ve keşfetmek için çocuğa çok
az özgürlük sunar. Tamamen yetişkine
ait bir kontrol çocuğun özdenetimi geliştirmesini engeller. Öğrenme ve sorumluluk kazanmayı engeller, çocukta
isyanı körükler.
“Hayır” lar çocuklara sınırları öğretmek,
elindekilerle tatmin olmasını sağlamaktadır. Sorumluluk ve özgürlüğün aile
bireyleri arasında sağlıklı dağılımı söz
konusudur. Anne baba ve çocuğun hakları güvence altındadır. Sınırların ihlal
edilmesi durumunda nelerle karşılaşacağı, önceden tüm taraflar tarafından
bilinir. Ağlayarak oyuncağa ulaşamayacağını bilir. Öğrenmeyi ve sorumluluk
kazanmayı arttırır, işbirliğini ve ilişkileri
düzenler.
Ebeveyn Çocuğun İsteklerini
Yapmadığında Suçluluk Psikolojisinden
Nasıl Kurtulabilir?
Suçluluk psikolojisi yanlış yaptığına
10 YORUM
ETKİLİ
inanmaktır. Çocuğun özdenetimini sağlayacak yaklaşımların sonuçları ebeveynin doğru yaptığını gösterecektir.
Eğer sorun sürüyorsa ya fazla katı, ya
tutarsız ya da sınırsız bir yaklaşım söz
konusudur.
Çocuğa sınır koymak, yanlış davranışları
önlemek, kuralları net ve anlaşılır şekilde öğretmek için ihtiyaç duyulan
yöntemleri sağlar. Sağlıklı sınırlar konulduğunda öğütlere, tehditlere, cezalar, rüşvetlere gerek kalmayacaktır.
Çocuklar yaşadıkları dünyanın kurallarını anlamak isterler ve buna ihtiyaçları
vardır. Onlardan ne beklendiğini, insanlarla birlikteyken nerde duracaklarını, ne kadar ileri gidebileceklerini ve
çok ileri gittiklerinde nelerle karşılaşacaklarını bilmek isterler. Sınırlar ço-
cukların araştırma yapmalarına yardımcı
olur. Neden sonuç ilişkilerine bu şekilde
ulaşırlar. Sınırlar ilişkileri tanımlar kim
ebeveyn? Kim çocuk? Ve sınırlar güvenlik sağlar.
Çocuklar anne babalarından “annebaba” olmalarını isterler. Anne babalarının sınırları belirlemede kararlı olmalarını ve kendilerine güvenecekleri
sınırları sağlamalarını beklerler.
l Kararlı ve tutarlı bir tutum sergileyiniz.
l Mesajlarınız çocuğu davranışı üzerine
olsun.
l Doğrudan ve belirgin ifadeler kullanınız.
l Normal bir ses tonu kullanınız.
l Sonuçlarla yüzleştiriniz.
l Sözlerimiz davranışlarımızla desteklenmelidir.
Tamer MADEN
«OCUK
VE
OBEZİTE
G¸n¸m¸zde insanlar yoğun iş temposu, şehirlerdeki kargaşa, ses kirliliği, hava kirliliği,
iş stresi, ekonomik şartların yetersizliği ve dengesiz, yanlış beslenme alışkanlığı
nedeniyle Áeşitli sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının başında ise
geleceğimiz olan Áocuklarımız arasında da oran olarak Áok b¸y¸k bir artış gˆsteren,
hatta baş edilemez hale gelen obezite (şişmanlık) sorunu gelmektedir.
İ
nsanoğlu için her zaman fiziksel ve
duygusal açıdan sağlıklı olmak çok
önemlidir. Özellikle sanayi toplumuna geçişten sonra önemini biraz
daha artırmış ve bilişim çağında önemi
bir kat daha fazlalaşmıştır. Günümüzde
insanlar yoğun iş temposu, şehirlerdeki
kargaşa, ses kirliliği, hava kirliliği, iş
stresi, ekonomik şartların yetersizliği
ve dengesiz, yanlış beslenme alışkanlığı
nedeniyle çeşitli sağlık sorunları yaşamaktadır. Bu sağlık sorunlarının başında
ise geleceğimiz olan çocuklarımız arasında da oran olarak çok büyük bir artış
gösteren, hatta baş edilemez hale gelen
obezite (şişmanlık) sorunu gelmektedir.
Obezite, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka
12 YORUM
ETKİLİ
tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.
Obezite, besinlerle alınan enerji miktarının, metabolizma ve fizik aktivite
ile tüketilen enerji miktarını aştığı durumda ortaya çıkar. Obezite, insan vücudunda kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim
sistemi gibi sistemleri etkileyen ve
birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlar.
İnsan hayatını kısaltır ve hayat kalitesini
olumsuz bir yönde etkiler. Özellikle son
yirmi yılda ülkemizde de bir salgın hastalık gibi yayılmıştır.
Türkiye’de Her 3 Kadından Biri ve
Her 5 Erkekten Biri Şişman
Ülkemizde şişmanlığın son on yılda kadınlarda % 65 oranında, erkeklerde %
30 oranında artış gösterdiği görülmüştür. Her üç kadın ve her beş erkekten
birinin şişman olması düşündürücü bir
durumdur.
Şişmanlığın giderek artmasının nedeni
fiziksel aktivitelerin azalması, hareketsizliğin giderek artması, beslenme alışkanlıklarının değişmesi, lezzetli ve yağ
içeriği yüksek yiyeceklerle ve fast food
türü gıdalarla beslenmenin artmasıyla
bağlantılıdır.
Çocuklarımızın eğitimde sınav sisteminin getirdiği yoğun tempo ve çalışma
nedeniyle okul içi ve okul dışı tüm spor
aktivitelerinden geri durması, ders çalışma sırasında atıştırarak beslenme
ve bu beslenmede tercih ettiği besinlerin
yanlışlığı, fast food beslenmenin önle-
Sayı
13
nemez yükselişi, organik besinlerin giderek azalması, okul kantinlerinin öğrencilere sunduğu beslenme yanlışlıkları
obezitenin tüm hızıyla artmasına neden
olmaktadır.
Şişmanlıkta Kalıtımın-Genetiğin Rolü
Yapılan çalışmalar şişmanlık oluşumunda kalıtım veya genetik faktörlerin %
25-40 oranında rol oynadığını göstermiştir. Şişman kişilerin çocuklarında
şişmanlık görülmesi 2-3 kat fazladır.
Anne ve babanın her ikisinin şişman
olması durumunda çocuklarının
%80’ninde erişkin yaşta şişmanlık gelişir. Anne veya babadan biri şişman
ise çocuklarda %40, her ikisi normal
kilolu ise %10 oranında şişmanlık gelişme riski vardır. Çocukluk çağında (310 yaş arası) aşırı kilolu olan çocukların
%50’ sinde erişkin dönemde aşırı kilolu
olma riski vardır.
Erkek tipi şişmanlık, yağların karında
ve iç organlarda toplanması, vücudun
üst yarısının şişmanlığıdır. Kadın tipi
şişmanlık, yağların kalça veya uylukta
toplanmasıyla oluşan şişmanlık türüdür.
Kalp hastalığının, şeker hastalığının,
kan yağlarında yüksekliğin daha sık
görüldüğü ve mutlaka tedavi edilmesi
gereken şişmanlık türleridir. Şişmanlığı
anlayabilmek için bel çevresi ölçümü
yapılabilir; göbek hizasından ölçülür
ki bu erkeklerde 102 cm. kadınlarda
88 cm’den fazla olursa risk oluşturur.
spor uzmanının vereceği program doğrultusunda yapılmalıdır.
Pratik Egzersiz Bilgileri;
lEgzersizi sabah aç karnına yapılmalı.
lGöbeğiniz sarkıyorsa, karın hareketleri
yaparak kaslarınızı güçlendirin.
«ocuklarımızın eğitimde sınav sisteminin getirdiği
yoğun tempo ve Áalışma nedeniyle okul iÁi ve okul dışı
t¸m spor aktivitelerinden geri durması, ders Áalışma
sırasında atıştırarak beslenme ve bu beslenmede
tercih ettiği besinlerin yanlışlığı, fast food beslenmenin
ˆnlenemez y¸kselişi, obezitenin t¸m hızıyla artmasına
neden olmaktadır.
Şişmanlığın Tedavisi
1. Diyet Tedavisi: Diyetler genelde 3
ana ve 3 ara öğün olacak şekilde düzenlenir. Fakat ana öğünler kadar önemli
olan ara öğünler her zaman ihmal edilir.
Kan şekeri, kişi öğününü tükettikten 2
- 2,5 saat sonra yavaş yavaş düşmeye
başlar ve böylece açlık hissi doğar. Buradaki ara öğünlerin amacı da kan şekerinin düşmesini ve açlık duyulmasını
engellemektir. Bu nedenle de ara öğünlere gereken önemi verilmelidir. Asıl
önemlisi mutlaka ama mutlaka bir uzman diyetisyenle görüşülmeli ve verilen
programa uyulmalıdır.
2. Egzersiz: Egzersiz, kuvvet, dayanıklılık
ve esnekliğe sahip olmanız demektir.
Egzersiz diyetle beraber olmalı ve mutlaka sağlık kontrolü yapıldıktan sonra
YORUM
ETKİLİ
13
÷zellikle Áocuklarda giderek artan
obezite yetişkin yaşlarda daha fazla
daha ˆnemli sağlık sorunlarının
meydana gelmesine sebep
olmaktadır. Unutulmamalıdır ki
obeziteyi engelleyen en b¸y¸k
g¸c¸n¸z dengeli - sağlıklı
beslenme ve bilinÁli egzersiz
yapmanızdır.
lOturduğunuz yerde kol ve bacak hareketleri yapın.
lHer zaman hızlı tempoyla yürüyün.
lEgzersiz 20-30 dakika 4-5 kez veya
45-60 dakika haftada 2-3 kez yapılmalıdır.
Egzersiz İçin Bahanelerimiz;
lÇok meşgulum
lÇok zor bunu yapamam
lEgzersize değil rahatlama ve dinlenmeye ihtiyacım var
lSportif yapıda birisi değilim
lÇok yaşlıyım
lKendi başıma yapamam
lSpor kıyafetleriyle güzel gözükmem,
yadırganırım
Bahane Yok;
lAlışveriş ve gezmek için vaktiniz varsa
egzersiz için de vardır
lKolay olan egzersizleri seçin
lEgzersiz Rahatlama ve dinlenmenin
en iyi yoludur
lYapınıza uygun sporları seçebilirsiniz
lYaşın asla bir önemi yoktur
lHiçbir zaman tek olmazsınız
lRahat kıyafetler seçin
14 YORUM
ETKİLİ
Egzersizin Faydaları;
lKalp ve akciğeri kuvvetlendirir
lKalp dolaşım sistemini verimli çalıştırır
lİyi bir fiziksel uygunluğa sahip olmanızı sağlar
lKaslarınız kuvvetli, eklemleriniz esnek
olur
lZinde tutar, straesten uzaklaştırır
lKemiklerinizin sağlamlığını korur
lSigara ve alkolün bırakılmasında
önemlidir
Öneriler;
Yürüyüş: Her fırsatı değerlendirin, yakın
olan okulunuza, marketinize, iş yerinize
yürüyerek gitmeyi ihmal etmeyin.
Jog (Hafif Koşu): Kendinizi sıkmadan,
hız olmadan nefes kontrolünüzü yaparak hafif koşular yapınız.
Yüzme: Fırsat buldukça yaz-kış yüzmeye
mutlaka gidiniz. Havuz tercihlerinizde
hijyene özen gösteriniz.
Aşırı Zorlamayın: Egzersizin hangi türünü yaparsanız yapın asla zorlamalardan kaçının. Spor uzmanlarının programını dikkate alın.
Açık Alanları Tercih Edin: Mevsime
göre spor kıyafeti giydikten sonra açık
alanlar en güzel egzersiz alanlarıdır.
Özellikle yaz aylarında kapalı mekanlardan uzak durun.
3. Davranış Tedavisi: Davranış tedavisi
obezite tedavisinde çok önemlidir. Şişmanların %40-60’ında üzüntü ve sıkıntı
zamanında atıştırmalar olur. Hareketsiz
bir yaşam obezitenin en önemli kaynağıdır. Günlük hayatta hareketi artırmalıdır.
Televizyon ve bilgisayar başında geçen
zamanın fazla olması da şişmanlığın
önemli nedenlerindendir.
Bütün bunların yanında ilaç tedavisi
ve cerrahi tedaviler de vardır. Bu tür
tedaviler için en verimli önerimiz tabiî
ki doktora danışmaktır.
Yukarıda belirtilen konular aslında hiç
de küçümsenmeyecek aksine özenle
üzerinde durulması gereken hususlardır. Özellikle çocuklarda giderek artan
obezite yetişkin yaşlarda daha fazla
daha önemli sağlık sorunlarının meydana gelmesine sebep olmaktadır.
Unutulmamalıdır ki obeziteyi engelleyen en büyük gücünüz dengeli - sağlıklı
beslenme ve bilinçli egzersiz yapmanızdır.
Diyetisyen Seçil KENAR
YAZ AYLARINDA
BESLENME
Yaz aylarında sıcaklığın artması ile birlikte v¸cuttan ter ile
ˆncelikle sıvı, potasyum ve sodyum gibi birÁok mineral kayıpları olur. Su v¸cudumuzda, cildin nem ve elastikiyetinin
d¸zenlenmesinde metabolik olaylarda, v¸cut ısısının
dengelenmesinde, v¸cuttan zararlı maddelerin
uzaklaştırılmasında, sel¸litin ˆnlenmesin gibi
birÁok hayati v¸cut işlevlerinde gˆrev alır.
H
avaların ısınması ile beslenme
düzenimiz de değişmektedir.
Peki, yazın beslenme alışkanlıklarımız nasıl olmalı, hangi besinlerden
fazla tüketmeli, hangi besinleri tüketmemeli ve besinleri hazırlarken nelere
dikkat etmeliyiz.
Öncelikle Sıvı Tüketimi Arttırılmalı
Yaz aylarında sıcaklığın artması ile bir-
16 YORUM
ETKİLİ
likte vücuttan ter ile öncelikle
sıvı, potasyum ve sodyum gibi birçok
mineral kaybı olur. Su vücudumuzda,
cildin nem ve elastikiyetinin düzenlenmesinde metabolik olaylarda, vücut ısısının dengelenmesinde, vücuttan zararlı
maddelerin uzaklaştırılmasında, selülitin
önlenmesi gibi birçok hayati vücut işlevlerinde görev alır. Vücutta fazla su
kaybı sonucunda bayılma hissi, bulantı,
baş dönmesi gibi sağlık problemleri
baş gösterir. Özellikle yaz aylarında terleme ile artan sıvı kaybını karşılamak
amacıyla günde 2.5-3 l su içilmelidir.
Ayrıca yaz aylarında egzersiz ve spor
yapılırken kış aylarına göre daha fazla
sıvı kaybı yaşanacağı için egzersize
başlamadan 15 dk. önce 1-1.5 bardak,
egzersiz sırasında ise 10-15 dakikada
bir yarım bardak su içmek gereklidir.
Sayı
13
Ayrıca ter ile kaybedilen minerallerin
de yerine konulması açısından ayran
da tüketilebilir. Bunun yanında vücudun
ihtiyacından fazla su tüketmesinin, böbreklerin zarar görmesine ve vücutta
ödem oluşmasına sebep olabileceği
unutulmamalıdır.
Yağlı, Ağır Gıdalardan Uzak Durun
Yaz aylarında sıcakların artması ile
besin seçimlerinde dikkatli davranmak
gerekmektedir;
lKızartmalar, aşırı yağlı gıdalar, sakatatlar yerine ızgara, buğulama, haşlama
olarak hazırlanmış, yağı alınmış etleri
tercih ediniz.
lBağışıklık sistemini güçlendirmek için,
zararlı maddeleri vücuttan uzaklaştırmada görevli Omega-3 yağ asitlerini
içeren balığı haftada 2 kez tüketiniz.
lKışa göre tabaklarınızdaki yemek porsiyonlarını daha küçük tutunuz.
lKan şekerinin hızla yükselip, hızla
düşmesine sebep olan yağlı, şekerli,
ağır tatlıları tüketmek yerine; protein,
karbonhidrat ve yağın yanı sıra A, B, C,
D ve E grubu vitaminlerle birlikte kalsiyum, fosfor, magnezyum, sodyum, potasyum, demir ve çinko gibi mineraller
de zengin olan dondurma veya sütlü
tatlıları tercih edin.
lKarbonhidrat (şeker)kaynağı olarak
yağlı, kızartılmış, ağır olan hamur işleri
yerine kan şekerinizi daha iyi düzenleyen
kepek ekmek, bulgur, kepekli makarna
gibi gıdaları tüketiniz.
lYağ oranı yüksek gıdalar yerine bağırsakların çalışmasını kolaylaştıran,
doygunluk veren salata, tam buğday
ekmeği, sebze yemekleri, meyve gibi
posalı gıdaları tercih ediniz.
lSerinlemek için çok tükettiğimiz gazlı,
şekerli, kafein içeren içecekler yerine
taze sıkılmış meyve suyu, soda ve bol
su tüketiniz. Fazla tüketilen kafein kalp
çarpıntısı, uykusuzluk, huzursuzluk gibi
sağlık problemlerine neden olur.
Bol Meyve-Sebze Tüketiniz
Özellikle yaz aylarında meyve-sebze
çeşidindeki artışlardan yararlanmak gerekir. Başta kanser, kalp hastalıkları,
sindirim sistemi hastalıkları gibi birçok
hastalığın önlenmesinde, yüksek posa
içeriği ile kan şekerinin düzenlenmesi,
kabızlık gibi hastalıkların engellenme-
sinde ve vitamin-mineral içerikleri yö
nünden zengin olan meyve ve sebzeler
günde 6-7 porsiyon tüketilmelidir. Son
yıllarda vücut için öneminin altının çizildiği antioksidanlardan zengin meyve
ve sebzelerin tüketilmesine yaz aylarında da özen gösterilmelidir. Yeşil
biber, maydanoz, çilek, erik gibi meyve
ve sebzelerde bol miktarda bulunan C
vitamini de antioksidandır. Yumurta,
süt ve türevleri, havuç, kayısı gibi besinlerde bulunun A vitamini ve tahin,
kurubaklagil, fındık, badem gibi yağlı
tohumlarda bol miktarda bulunan E vitamini antioksidandır.
Özellikle yaz aylarında kolay ulaşabileceğimiz meyve-sebzelerin vücuda yararları:
Üzüm: Vücudu zararlı madde etkilerine
karşı koruyan, fitokimyasallardan flavonoidleri içeren kalp hastalıkları ve
kansere karşı koruyan üzümü bol bol
tüketilebilir.
Karpuz: İçerdiği laykopen maddesinin,
kansere karşı koruyucu özelliği olduğu
bilinen A ve E vitaminlerinden daha
etkili olduğu görülmüştür. Yazın tüketimi
yararlıdır.
Kayısı: İçindeki bet karaton adlı madde
hücrelere saldıran molekülleri kontrol
altına alarak, kanseri önler. Bağırsakların
çalışmasına yardımcı olur. Bir kayısı
ne kadar parlaksa, içindeki beta karoten
oranı o kadar yüksektir.
Domates: Karotenoidlerden özellikle
laykopen yönünden zengindir. Laykopenin antioksidan etkisi nedeniyle göğüs, sindirim sistemi, serviks, mesane,
deri kanser riskini azalttığı bildirilmektedir. Antioksidan öğeler, tekli oksijenin
oluşmasını önleyerek ya da oluştuktan
sonra bağlayarak etkinlik gösterir.
Biber: Bol miktarda A ve C vitamini içerir
Çilek: Bol miktarda A, B1, B2, C ve K vitamini, protein, şeker, meyve asidi, demir, fosfor, sodyum, kalsiyum ve potasyum içerir.
Şeftali: Bol miktarda A ve C vitaminlerini
içerir. Pektin içeriği yüksektir.
Yaz Aylarında İshal ve
Besin Zehirlenmelerine Dikkat!
Sıcakların artması ile besin zehirlenmeleri ve ishal vakalarında artışlar görülmektedir. İyi yıkanmayan sebze ve
meyvelerin tüketilmesi, temiz olmayan
suların kullanılması, açıkta satılan gıdaların tüketilmesi, pişmiş yemeklerin
buzdolabı dışında bekletilmesi gibi birçok nedenden dolayı besin içinde toksin
ve bakteri oluşumlarının vücuda alınması ile ishal ve besin zehirlenmeleri
görülebilmektedir.
lYiyecekleri buzdolabında belirli ısı
derecelerinde saklamaya özen gösterilmelidir.
lSebze ve meyveler bol akan su altında
yıkanmalıdır.
lDışarıdan açıkta satılan gıdalar alınmamalıdır.
lBesin satın alınırken son kullanma
tarihleri kontrol edilmelidir.
lAlınan besinler taze ve kısa sürede
tüketilmelidir. Uzun süre saklanan besinlerde mikroorganizma üremesi ve
vitamin kayıpları artmaktadır.
YORUM
ETKİLİ
17
Dr. Şükrü CİDO
Sıcak havaların yetişkinler ¸zerinde bile
olumsuz etkiler oluşturduğunu biliyoruz,
bu durumdan Áocukların nasıl etkilenebileceğini tahmin etmek hiÁ de zor olmuyor. «ocukların v¸cutlarında su kaybı
daha hızlı gerÁekleştiği iÁin onlar sıcak
havalardan yetişkinlere oranla daha
Áabuk etkilenebiliyorlar.
SICAK HAVALARDA
«OCUKLARI KORUMAK
S
on günlerde hava sıcaklıkları artmaya başladı. Sıcak ve bol güneşli
havaların, insanın psikolojik durumunda olumlu etkileri olduğu gibi,
biyolojik durumunda da bazı olumsuz
sonuçlara yol açabildiği biliniyor. Sıcak
havaların yetişkinler üzerinde bile olumsuz etkiler oluşturduğunu biliyoruz, bu
durumdan çocukların nasıl etkilenebileceğini tahmin etmek hiç de zor olmuyor. Çocukların vücutlarında su kaybı
daha hızlı gerçekleştiği için onlar sıcak
havalardan yetişkinlere oranla daha çabuk etkilenebiliyorlar.
Bu Konuda Neler Yapabilirsiniz?
1- Çocukların rahat, geniş, hafif ve açık
renkli giysiler giymesine özen gösterin.
2- Çocuğunuza, güneşten korunması
için mutlaka bandana gibi bir başlık
giydirin.
3- Bol sıvı almalarını sağlamak amacıyla
sık sık sıvı içecekler verin
18 YORUM
ETKİLİ
4- Açık havada oynanacak oyunların
zamanlarını saat 11:00’den önce ve
14:00’ten sonra olmak üzere düzenleyin
ve çocuğunuzun gölge olan yerlerde
oynamasına özen gösterin.
5- Çocukların, çok sıcak ortamlardan
çok soğuk ortamlara (ya da tam tersi)
geçmelerine izin vermeyin. Ani ısı değişikliklerine maruz kalmak enfeksiyonlara zemin hazırlar.
6- Çocukların bulundukları ortamlarda
eğer klima ya da fan gibi araçlar çok
fazla çalıştırılıyorsa derecelerinin iyi
ayarlanmış olmalarına özen gösterin.
7- Dışarı çıkarken eğer uzun süre güneşli
ortamda kalacaksanız çocuğunuzun cildine çocuklar için hazırlanmış güneş
kremlerinden bulunmasına dikkat edin.
Ciltleri çok hassas olduğu için güneş
yanıkları oluşabileceğinden 30 koruyucu
faktör ve üzeri kullanılabilir.
8- Çocukların sıcak havalarda çok soğuk
yiyecekler yemelerini ya da içecekler
içmelerini engelleyin. Dondurmanın,
külahta azar azar yenmesi ve arkasından
bir bardak su içilmesi durumunda hiçbir
zararı yoktur.
9- Onlara sık sık duş aldırın. Böylece
terlemenin yol açabileceği pişik ve
çeşitli kızarıklıkların önüne geçmiş olursunuz. Çocuklarınızın ense bölümünde
sık sık terleme ve buna bağlı döküntü
oluyorsa saçlarını kestirebilirsiniz.
Güneş ışınlarının yoğun olduğu saatler
dışında yüzme aktivitesi çocuğunuzun
sıcak havalarda bunalmasını engelleyecektir. Ancak dikkat etmeniz gereken
en önemli konulardan bir tanesi yüzülen
yerin temiz olup olmamasıdır. Denizler
için genelde temizlik problemi söz konusu değil iken havuzlar için bu problem
oldukça önemlidir. Çocuğunuzun girdiği
havuzun temiz olmasına özen gösterin,
temizliğinden emin olmadığınız havuzlarda çocuğunuzun yüzmesine müsaade
etmeyin.
Uzm. Psk. Aynur SAYIM
ANAOKULU ve
ANAOKULUNA
UYUM
20 YORUM
ETKİLİ
Anaokulları 3-6 yaş
arası Áocukların
eğitimini veren
kurumlardır. Fra
Ebelíin deyişiyle,
"anaokulunun
amacı ˆğrenmeye
ilgi uyandırmaktır."
Sayı
13
«ocuğun ilk yaşam deneyimleri ailesiyle başlar. Aile iÁinde g¸vendedir. Korunur,
ihtiyaÁları karşılanır. Aile iÁinde koşullar ne derece iyi olursa olsun, kişilik gelişimi,
sosyalleşme s¸recinde okul ˆncesi eğitimin ˆnemi b¸y¸kt¸r.
Ç
ocuk her şeyden önce kendisini
tanır, kendisini nasıl ifade ettiğini,
fark eder. Okul öncesi eğitim paylaşmayı öğrenmesi, dil gelişimi duygusal
gelişim sosyal ve bilişsel gelişiminin
daha iyi olması ve genel uyum sürecini
öğrenmesini ifade eder. Aynı zamanda
ilkokula hazırlanma sürecidir. Bu eğitim
isteğe bağlıdır. Çocuğun, dürtü kontrolünü kazanması önemli bir gelişmedir.
Pek çok psikiyatrik sorun çocuğun bunu
öğrenememesinden kaynaklanabilmektedir. Anaokulları, bu süreçte de faydalı
olmaktadır. Çocuk beklemeyi, isteklerini
ertelemeyi, ısrar etmemeyi, kendisini
yönlendirebilmeyi öğrenmelidir.
Anaokulları, 3-6 yaş arası çocukların
eğitimini veren kurumlardır. Fra Ebel’in
deyişiyle, "Anaokulunun amacı öğrenmeye ilgi uyandırmaktır." Anaokulunda
bilgiler çocuğun gelişimine uygun bir
şekilde somuta inilerek verilir. Çocuk
en iyi ve örgütlenmiş oyun ortamını
anaokulunda bulur. Çocuğun yaşıtlarıyla
oynaması onun gelişimini destekleyen
en önemli unsurdur.
Çocuk oyunla kendini geliştirir, tanır;
işbirliği, yardımseverlik duygularını öğrenir. Üreticiliği gelişir, duygusal boşalım
gerçekleşir. Anaokulu duygusal gelişimde önemli rol oynar. Çocuğun bu
süreçte iyi bir öğretmen modeline ihtiyacı vardır. Bu nedenle anaokulu öğ-
retmeninin iyi bir model olması yanında,
pedagojik formasyonunun olması ve
mesleğini sevmesi gerekir.
Anaokulunda birtakım psikiyatrik-psikolojik sorunlar ilkokula başlamadan
fark edilir.
Ebeveynlere aşırı bağlılık, uyum sorunları, dikkat eksikliği, hiperaktivite, davranış sorunları, zeka engeli, depresyon
gibi sorunların erken dönemde fark
edilmesi, tedavi sürecinin erken başlamasını ve çocuğun ilkokul dönemine
daha sağlıklı girmesini sağlamaktadır.
Öğretmen- çocuk - aile işbirliği, çocuğun
uyumu ve var olan sorunların çözümü
için son derece önemlidir.
Okul olgunluğu önemli bir kavramdır.
Her çocuğun kapasitesi farklıdır. Beklenti
düzeyi de bu doğrultuda olmalıdır. Çocuğun okul için belli bir olgunluğa ulaşması gereklidir. Bu süreçte bu durumu
gözlemek mümkün olabilmektedir.
Bazı çocuklarda, anaokulu yaşantısıyla
birlikte sosyal ilişkilerinde sorunlar, ayrılma anksiyetesi veya çekingenlik,
utangaçlık görülebilir.
Okul, çocuğun ilk kurallı
sosyal ortamıdır. Çocuğa
baskıcı davranmamak, öğretmenin güven veren tarzı,
yine aile ve öğretmenin kararlı tavrı önemlidir. Sorun
bu şekilde çözülemiyorsa
bir çocuk-ergen psikiyatristinden yardım alınmalıdır.
Çocuğun çekingenliği, utangaç tavırlarının altında aile
sorunları, kendi psikiyatrikpsikolojik sorunları ya da okuldan kaynaklanan sorunlar olabilir. Öncelikle bu durumun
tespiti önem taşımaktadır.
YORUM
ETKİLİ
21
Esin ÖZER / PSİKOLOG
KARNEYİ NASIL
DEĞERLENDİRMELİ?
Karne, bazı ˆğrenciler iÁin sevinÁ iÁinde evlerine gˆt¸recekleri bir araÁken,
bazıları iÁin anne babalarına gˆstermeye Áekindikleri bir kazanım
belgesidir. Burada kastedilen kazanımlar, ˆğrencilerin, derslerinde
ˆğrenmeleri gereken bir takım bilgi ve becerilerdir. Karne sayesinde veli,
ˆğrencinin başarılı olduğu alanlar ile geliştirilmesi gereken alanlar
konusunda bilgi sahibi olur.
22 YORUM
ETKİLİ
Sayı
13
Ç
ocuklar yaşlarına uygun yeni bilgiler öğrenmek ve beceriler kazanmak için okula gelirler. Bu
çocukların anne ya da babaları gibi ev
dışında geçirdikleri bir zaman bölümüdür. Nasıl ki büyükler evi geçindirmek için çalışıyorlarsa, çocuk ve ergenler de bir iş olarak okula gitmekte
ve öğrenmektedirler. Bu nedenle okul
bilgi edinilen bir kaynak olması yanında
çocuğun kendisi ve çevresi ile uyum
becerilerini kazanacağı bir yerdir.
Karne Göstergedir
Öğrenciler, dönem sonunda, takip ettikleri tüm derslerdeki başarılarının değerlendirildiği; tüm sözlü, yazılı ve
ödev notlarının ortalamasının belirtildiği
karnelerini alırlar. Karne, bazı öğrenciler
için sevinç içinde evlerine götürecekleri
bir araçken, bazıları için anne babalarına göstermeye çekindikleri bir kazanım
belgesidir. Burada kastedilen kazanımlar, öğrencilerin, derslerinde öğrenmeleri gereken bir takım bilgi ve becerilerdir.
Karne sayesinde veli, öğrencinin başarılı
olduğu alanlar ile geliştirilmesi gereken
alanlar konusunda bilgi sahibi olur.
İyi bir karne öğrenciye “bundan sonraki
dönemlerde aynı şekilde çalışmaya devam etmesinin uygun olacağını”, düşük
notların bulunduğu karne ise öğrenciye
“başarılı olabilmek için daha farklı ve
daha uygun yaklaşımlar geliştirmesinin
gerekli olduğunu” bildirir. Bazı durumlarda çok başarılı bir karne getiren bir
öğrenci, sonraki yıllarda aynı başarıyı
gösteremeyebilir. Bazen de, öğrencinin
başarısını yükseltmesi gerektiğinin bildirildiği karneler, okul-öğrenci-veli işbirliği ile uygun şekilde ele alınarak
değerlendirildiğinde öğrencinin akademik hayatında hiç beklenmedik olumlu sonuçlara yol açabilir. Dolayısıyla,
hem iyi karneler, hem de başarısızlık
gösteren karneler, tüm bir dönemin
değerlendirmesi olarak ele alınmalı ve
gelecekteki başarı ya da başarısızlıkların
göstergesi olarak kabul edilmemelidir.
Karnedeki başarısızlığın nedenleri çocukla birlikte araştırılmalıdır. Çocuğa
yardım teklif etmek onu motive etmenin
bir yoludur. Aile, çocuğa bu süreçte
onun yanında olacakları mesajını verebilmelidir.
Bilgi Sahibi Olmak
Velilerin çocuklarının okul başarısı ile
ilgili olarak öncelikli sorumluluklarından
biri, çocuğunun okul hayatındaki başarısını sürekli olarak ve yakından takip
etmektir. Veliler, çocuklarının okul hayatı
içindeki bilişsel, duygusal, sosyal gelişimleri ve arkadaşları, öğretmenleri,
dersleriyle kurdukları ilişkiler hakkında
bilgi sahibi olabilmelidirler. Bunu gerçekleştirebilmek için de yargılamadan,
hemen çözüm üretmeye ya da akıl vermeye çalışmadan çocuklarını dinleyebilmeleri, çocuğunun kendisiyle konuşabileceği, paylaşabileceği ve gerektiğinde yardım isteyebileceği aile ortamını
hazırlamalıdırlar.
Böylece veliler, çocuklarının okul hayatında yaşayabileceği zorlukları zamanında fark edip, çocuğunun ihtiyaçları
doğrultusunda ortaklaşa çözüm üretebilme, dönem sonunda olumsuz bir
karneyle karşılaşmadan önce çocuklarını
destekleyebilme şansını elde etmiş
olurlar.
Çocukla kurulacak sağlıklı bir annebaba-çocuk ilişkisi yanında, öğretmenlerle yapılacak düzenli görüşmeler sayesinde çocuğun eksiklerini fark etmek,
öğretmenlerin beklenti, uyarı ve yönlendirmelerini dikkate almak da başarısız karneleri engelleyebilmek adına
uygulanması gereken önlemlerdendir.
Çocuklarının okul hayatını yeterince iyi
takip edebilen veliler, karne ellerine
geçmeden çok önce çocuklarının olası
başarısızlık nedenlerini fark edebilmiş
olurlar. Sadece takip etmekle kalmayan
ve başarısızlığı önlemek adına okulöğrenci-veli işbirliği doğrultusunda gerekli önlemleri alabilen veliler de çoğunlukla başarısız karnelerle karşılaşmazlar.
Düşük Notların Olduğu Bir
Karneyle Karşılaştığınızda,
Azarlama, aşağılama gibi sert tepkiler
verirseniz, çocuğunuz kendine olan güveniyle birlikte, anne babaya olan güvenini de kaybeder. Bu, duygusal zedelenmelere, karne döneminde evden
kaçmalara, intihar girişimlerine bile neden olabilir. Karnesi kötü diye çocuğun
tatilini zehir edecek ağır eğitim programları uygulamanız, çocuğu okuldan
büsbütün soğutabilir.
Cezalandırmak Çözüm Değil
Velilerin, kötü niyet içermemesine rağmen sıklıkla başvurarak başarısız oldukları bir diğer yöntem de, başarısız
olan çocuğu cezalarla tehdit etmek ya
da başarılı çocuğu ödüllere boğmaktır.
“Okulda başarısız olursan tatile çıkamazsın!”, “Sınıfını geçemezsen seni
okuldan alırım!”, “Dersine çalışmazsan,
her türlü hakkını elinden alırım”, “Başarılı olursan, istediğin her şeyi yerine
getiririm, istediğin şeyi alır, istediğin
yere götürürüm!” gibi söylemler çoğun-
lukla işe yarayan söylemler değildirler.
Tabi ki her anne baba çocuğunun başarılı olmasını ister ve bunu sağlamak
için bir çok fedakarlıkta bulunur. Buna
rağmen öğrencinin başarı veya başarısızlığı öncelikle öğrencinin kendi hayatı
için önemlidir. Bu durumun okul yıllarının başından itibaren çocuğa uygun
şekilde anlatılabilmesinde fayda vardır.
Böylece çocuk etrafındakileri memnun
etmek ya da cezalandırmak için değil,
kendi hayatı için başarılı olabilme motivasyonunu kazanabilir. Unutulmaması
gereken, başarısız bir karne getiren öğrencinin de, diğer öğrenciler kadar tatil
yapmaya ve dinlenmeye ihtiyacı olduğudur. Bu noktada velilere düşen görev,
çocuklarının payına düşen üzüntü miktarını arttırmak değildir. Önemli olan
her şeyden fazla değer verdikleri çocukları için umutsuzluğa kapılarak sonradan kendilerinin de pişman olacağı
gereksiz cezalardan kaçınmak ve çocuklarının başarısını arttırabilmek için
çocuklarıyla ortaklaşa hareket edebilecekleri çözümler üretebilmektir.
YORUM
ETKİLİ
23
Psk. Ayça İYİGÜN
“YALNIZ”
«OCUKLAR
S
osyal fobi, toplum içerisinde hata
yapma, eleştirilme, küçük düşmeye ilişkin yoğun kaygı ve korku
duyma ve bu nedenle sosyal ortamlara
girmekten, insanlarla ilişki kurmaktan
kaçınma olarak tanımlanabilir. Sosyal
fobiye sahip bir birey, başkalarının
önünde konuşma, sunum yapma, genel
yerlerde yeme içme, sınava girme, yazı
yazma, genel tuvaletleri kullanma gibi
durumlarda yoğun kaygı duyar ve bunun
sonucunda titreme, terleme, çarpıntı,
yüz kızarması, baş dönmesi, karın ağrısı,
bulantı, tuvalete gitme ihtiyacı gibi fiziksel belirtiler ortaya çıkar. “Güçsüzüm”, “Yetersizim”, “Beğenilmiyorum”,
“Sevilmeye layık değilim”, “Mükemmel
olmalıyım”, “Asla hata yapmamalıyım”,
“Kaygılı olduğumu belli etmemeliyim”,
“Kusursuz görünmeliyim”, “Kimseyi gücendirmemeliyim”, “Herkesin beğenisini
kazanmalıyım” sosyal fobisi olanların
aklından geçen düşünceler arasındadır.
Korkulan ortama girmeme, korkulan ortamı terk etme, göz temasından kaçınma, ilgisiz şeyler düşünme, hayallere
dalma, konuyu değiştirme de kaygıdan
uzaklaşmak için sergiledikleri davranışlardır.
Sosyal fobisi olan bir insan, “yalnız”
olduğunda rahattır, topluluk içine çıkmak, insanlarla bir arada olacağı ortamlara katılmak onun için oldukça zor
bir durumdur.
Sosyal fobinin nedenleri
Sosyal fobinin oluşmasında birçok faktör
bir arada bulunabilir. Özellikle çocukluk
çağında anne babaların sergiledikleri
tutum ve davranışları, kayıplar, ebeveyn
tarafından uygun davranışı sergileme
konusunda sürekli uyarılma ya da her
davranışın onaylanması, aşırı koruma,
sosyal yoksunluk, sorun çözme bece-
rileri konusunda yeterince destek olmama; alay konusu olma, küçük düşürücü şakalar gibi travmatik sosyal
yaşantılar sosyal fobinin olası etkenleri
arasındadır. Özellikle, anne baba tutumlarının ön plana çıktığını söylemek
mümkündür. Kişiliğin oluşumunda anne
babanın en büyük paya sahip olduğu
düşünüldüğünde, çocuğun davranışlarını, düşüncelerini, değerlerini onların
şekillendirdiği görülmektedir. Anne babalarının söyledikleri ve yaptıkları her
şey çocuklar için bir modeldir ve çocuklar farkında olmadan bunu içselleştirirler. Baskıcı otoriter, ihmalkâr ve
aşırı koruyucu anne baba tutumları,
sosyal fobinin oluşumuna neden olabilecek anne baba tutumları arasındadır.
İhmalkâr anne babaya sahip çocuğun
önünde model alacağı kişiler yoktur,
dolayısıyla çocuk sosyal yönden zayıf,
kendine dönük bir birey olarak yetişir.
Aşırı koruyucu anne babaysa, çocuğun
tüm sorumluluk, ihtiyaç ve görevlerini
onun yerine getirdiği için çocuk kendi
başına kaldığında nasıl başa çıkacağını
Baskıcı otoriter, ihmalkar ve aşırı koruyucu anne baba
tutumları, sosyal fobinin oluşumuna neden olabilecek
anne baba tutumları arasındadır. İhmalkar anne babaya
sahip Áocuğun ˆn¸nde model alacağı kişiler yoktur,
dolayısıyla Áocuk sosyal yˆnden zayıf, kendine dˆn¸k bir
birey olarak yetişir.
24 YORUM
ETKİLİ
Sayı
13
bilemez ve bağımsızlığını kazanamaz,
kendi başına kararlar alıp uygulamaktan
korkan çekingen bir birey olarak yetişir.
Baskıcı otoriter bir tutumla büyüyen
çocuk duygularını saklamayı ve pasif
konumda durmayı öğrenir.
Olduğu gibi kabul edilmeyen, nasıl olduğuna değil, nasıl olması gerektiğine
önem verilen, sözleri önemsenmeyen,
duygularını olduğu gibi ifade etmesine
izin verilmeyen, ana babasının istediği
kalıplara girmek zorunda bırakılan bir
çocuk zamanla kendi özünden kopar
ve duygularına yabancılaşır. Çocuğun
isteklerini bastırarak ona neyi, ne zaman
yapması gerektiğini dayatan bir ana
baba, çocuğa onda bir eksiklik, bozukluk
olduğu mesajını verir ve hissettiklerine
güvenmemeyi öğretir. Kendi duygularına
yabancılaşan ve hislerine güvenmemeyi
öğrenen çocuk, kendi içinden gelenleri
yapmakta zorlanır. Korku merkezli bir
anlayış hakim olduğundan, kişi, kendisini değersiz bulan, sevilmeye layık
görmeyen, insanlarla iletişim kurarken
rahat davranmakta zorlanan ve aşağılık
duygusuyla ya çekingen, haklarını korumakta sıkıntı yaşayan ya da başkalarını ezmeye çalışan, baskın, saldırgan
bir kimliğe bürünebilir. Hata yapmaktan
ve eleştirilmekten korktuğu için kendini
ifade etmekten kaçınır, örneğin okulda
yanlış yapmaktan korktuğu için parmak
kaldırmaz; arkadaşları tarafından kabul
görmek için sessiz durup, pasif bir rol
benimser ya da kabul görmek için saldırgan tutumlar sergiler. Okulda başarısızlık ve akademik hayatın erken bitmesi de görülebilen sonuçlar arasındadır. Başkalarıyla etkileşime girmekten
kaçınma ve yalnızlık; kendisinden beklenen performansı gösterememek, başarısızlık hissi sonucunda depresif duygular ön plana çıkabilir. Sonuç olarak,
ortaya mutsuz ve yalnız bireylerin çıktığını söylemek mümkündür.
Peki, sosyal fobiyi aşmada bireyin ya
da ailenin yapabilecekleri nelerdir?
Öncelikle, anne babanın çocuğunu sahip
olduğu kapasite ve becerileriyle kabul
etmesi ve olumlu özelliklerinin üzerinde
durması gerekmektedir. Yaşına ve becerilerine uygun sorumluluklar verilmelidir ki çocuk bunları başararak, üstesinden gelerek kendine güvenmeyi öğrensin. Bunların yanında, anne baba,
çocuğu tiyatroya, sosyal kulüp ve etkinliklere, spor faaliyetlerine (özellikle
takım sporları) yönlendirmelidir. Ona
topluluk içinde konuşma fırsatı tanımalı,
konuşması için teşvik etmelidir. Aktif
olacağı her alan çocuk için bir fırsattır,
akranlarıyla bir arada olduğu oyun ortamları, grup çalışmaları bu çocuklar
için doğal bir terapidir. Geniş ve zengin
bir kelime haznesi, kendini yeteri kadar
ve istediği gibi ifade edebildiğini hissettirecektir, bunun için bol kitap okuması teşvik edilmelidir. Anne baba çocuk
olarak yapılacak üçlü sohbetler, konuşmalar hem çocuğunuzu daha iyi tanımaya, hem de onun kendini ifade etmesine olanak sağlayacaktır. Anne baba
olarak birçok problemin çözümü aslında
sizde, yapacağınız küçük yardımlar ve
çabalarınızla onun gelişimini, kişiliğini
kısacası tüm hayatını belirleyecek olan
sizsiniz. Bunu bilerek çocuğunuzu desteklemeniz çoğu problemin üstesinden
gelmenize yardımcı olacaktır.
YORUM
ETKİLİ
25
Psk. Sengül DURMUŞOĞLU
«OCUKLARDA
DEPRESYON
Depresyon b¸y¸k bir
¸z¸nt¸, suÁluluk,
kendini
değersiz hissetme,
uyku ve iştah kaybı,
başkalarından
uzaklaşma ya da her
zamanki faaliyetlere
karşı ilgisizlikle
belirginleşen bir
duygu durumu olarak
tanımlanabilir.
D
epresyon büyük bir üzüntü, suçluluk, kendini değersiz hissetme, uyku ve iştah kaybı, başkalarından uzaklaşma ya da her zamanki faaliyetlere karşı ilgisizlikle belirginleşen bir duygu durumu olarak
tanımlanabilir.
26 YORUM
ETKİLİ
Hepimizin zaman zaman yaşadığı bu
duygu durumunun depresyon tanısı
alabilmesi için gereken ise belirtilerin
hemen her gün 2 hafta süreyle devam
etmesi ve kişide aşağıdaki belirtilerin
en az beşinin gözlenmesidir;
l Olumsuz benlik kavramı, kendini yer-
me ve itham etme, değersizlik ve suçluluk duyguları
l Her günkü faaliyetlere karşı ilgi kaybı
l İştah azalması ve kilo kaybı
l Günün büyük kısmında kendini üzgün, çökkün hissetme
Sayı
13
l Düşüncede yavaşlama, kararsızlık,
dikkati toplamada güçlük çekme
l Enerji kaybı ve aşırı yorgunluk
l Uyumada güçlükler (insomnia); uykuya dalamama, gece uyanıp bir daha
uyuyamama, bazı kişilerde ise zamanın
çoğunu uyuyarak geçirme
l Faaliyet düzeyinde azalma (psikomotor yavaşlama)
l Yinelenen ölüm ve intihar düşünceleri
Depresyonda olan kişi için dikkat etmek
çok yorucu bir çabadır. İzledikleri filmleri,
okuduklarını veya başkalarının onlara
söylediklerini anlamakta çoğu zaman
zorluk çekerler. Dikkatleri hep dağınıktır
bu yüzden yaptıkları işlere konsantre
olamazlar. Bu dönemde birey içine kapanmayı tercih ettiği için karşılıklı konuşma içine girmekten mümkün olduğunca kaçınır. Konuştuğu zaman ise
yavaş, duraksayarak, monoton bir sesle
ve mümkün olduğunca az sözcük kullanarak konuşma eğilimindedir. Çoğu
zaman ise tamamen keyifsiz, umutsuz,
inisiyatiften yoksun, endişeli ve ümitsiz
bir hal alabilirler.
Tabi bahsettiğimiz bu belirtiler yaşa,
cinsiyete ve kültürel faktörlere göre değişiklik gösterebilmektedir. Kadınlarda
ve alt sosyo-ekonomik düzeydeki bireylerde depresyona yakalanma oranı
daha yüksektir.
Benzer şekilde çocuklarda depresyon
genellikle baş ağrısı, mide ağrısı gibi
bedensel yakınmalar şeklinde gözlenirken, ileri yaştaki yetişkinlerde dikkat
dağılması ve bellek kaybı ile karakterize
edilebilir. Ergenlerdeki depresyon tablolarında ise erişkinlerden farklı olarak
aşırı bir tedirginlik ve huzursuzluk hali,
öfke patlamaları, sabırsızlık, çabuk bıkma ve sıkılma, dikkat dağınıklığı, aşırı
bir hareketlilik, düşünmeden çok sayıda
amaçsız girişimde bulunmak ve kurallara
karşı çıkma eğilimi ön planda olabilir.
Peki, Bireyi Depresyona İten
Sebepler Nelerdir?
Bu noktada;
l İnsanların olumsuz yaşam olaylarını
kalıcı ve genel nedenlere yükleme eğilimi
l Engellenme
l Çaresizlik
l Yaşanan olaylardan kendini sorumlu
Depresyonda olan kişi iÁin dikkat etmek Áok yorucu
bir Áabadır. İzledikleri filmleri, okuduklarını veya
başkalarının onlara sˆylediklerini anlamakta Áoğu
zaman zorluk Áekerler. Dikkatleri hep dağınıktır bu
y¸zden yaptıkları işlere konsantre olamazlar. Bu dˆnemde birey iÁine kapanmayı tercih ettiği iÁin karşılıklı konuşma iÁine girmekten m¸mk¸n olduğunca
kaÁınır. Konuştuğu zaman ise yavaş, duraksayarak,
monoton bir sesle ve m¸mk¸n olduğunca az sˆzc¸k
kullanarak konuşma eğilimindedir.
tutma gibi birçok faktör sıralamak mümkün olabilir. Sevilen bir kişinin kaybı
da özellikle bağımlı kişilerde suçluluk
duyma, kendini itham, aşağılama ve
depresyon sürecine dönüşebilmektedir.
Bu süreçte etkili olan bir başka faktör
ise düşünce ve inançlarımızın duygusal
duruma olan etkileridir.
Bireyin edindiği olumsuz şemalar yada
inançlar çeşitli olaylarla karşılaştıklarında harekete geçer ve kişinin gerçeği
çarpıtmasına neden olan bazı bilişsel
yanlılıkları uyarır. Bu bilişsel yanlılık ve
olumsuz şemalar kişinin bütün ters giden işlerde kendilerine sorumluluk yüklemesine dolayısıyla depresyona yol
açar.
Bu yüzden tedavide amaç bireye kendini
suçlamayla ilgili içgörü kazandırmaya
çalışmaktır. Bireye olumsuz, mantık
dışı düşünme yerine olaylara ve kendine
daha gerçekçi bakma yolları öğretilir.
Bunların yanı sıra birey hayatındaki acil
sorunları çözebilirse ve daha zevkli etkinliklerde bulunursa depresif duygudurumunun olumlu yönde değişim gösterebileceği de unutulmamalıdır. Bireyin
dünyayla ilgili düşünme örüntüleri ya
da son zamanlardaki olan olayları algılayışına konsantre olması yerine, onun
özgül davranışları daha başarılı şekilde
yapabilmeyi öğrenmesi gerekmektedir.
Mevcut sağlıksız davranışları sağlıklı
olanlarla değiştirmek, yeni davranışlar
edinmek örneğin; bir arkadaşla birlikte
kahve içerek sohbet etmek, dinlemekten
zevk alacağı bir müziği dinlemek, yürüyüşe çıkmak ya da güneşin doğuşunu
izlemek gibi basit etkinlikler bile bu
dönemde kişinin içinde bulunduğu
olumsuz ruh halinden kurtulabilmesi
için faydalı olabilir.
YORUM
ETKİLİ
27
Pedegog Ali ÇANKIRILI
Y‹KSEK IQ
HERŞEY DEMEK
DEĞİLDİR
Bir insanın y¸ksek entellekt¸el zekaya (IQ) sahip olması, o insanın iÁinde yaşadığı
topluma faydalı olacağı anlamına gelmez.
A
merika’da çalıştığım üniversitede
çoğu öğrencilerin çarpım tablosunu ezbere bilmediklerini gördüm. Her öğrencinin cebinde hesap
makinesi vardı. Basit bir toplama ve çıkarma işlemini bile makine ile yapıyorlardı. Bütün işlemleri makine ile yaptıkları için ilkokulda ezberledikleri çarpım
cetvelini artık hatırlayamıyorlardı. Bir
öğrenciye sordum: " En basit işlemleri
bile makine ile yapıyorsun, çarpım cetvelini ezbere bilmiyorsun; makine bo-
28 YORUM
ETKİLİ
zulsa ne yaparsın?" Hiç düşünmeden
cevap verdi: "Çarşıya gider yenisini alırım."
Üretim araçlarının toplum hayatı üzerinde etkili olduğu ve yaşam biçimini
değiştirdiği bir gerçek. Sanayi devriminden sonra Avrupa toplumu hızla
makineleşmeye başladı. Teknolojinin
son hârikası "bilgisayar" çağa damgasını
vurdu. Yaşadığımız çağa "bilgisayar
çağı", bilgisayar kullanan topluma da
"bilgi toplumu" deniyor. İnternet üze-
rinden istediğiniz bilgiye saniyeler içinde
ulaşabiliyor, dünyanın öbür ucundaki
bir insanla sohbet edebiliyorsunuz.
Görsel bilgi araçları dediğimiz "multimedia", saniyeler içinde bilgiye ulaşmamızı sağlarken aynı zamanda bizleri
zihinsel tembelliğe alıştırıyor. Günümüzün bilim adamı, artık neyin ne olduğunu bilen değil, neyin nerede olduğunu bilen insandır. Amerika’da üniversite öğrencilerinin çarpım tablosunu
bilmedikleri gibi...
Sayı
13
Bilgisayarı gözünde büyüten öğrencilerime diyorum ki: "Bilgisayar efendisinin verdiği emirlere uyan IQ’su yüksek, EQ’su düşük bir köledir." Entellektüel veya akademik zekâya IQ (Intelligence Quantity), duygusal zekâya
da EQ (Emotional Quantity) diyoruz.
Bilgisayar mekanik bir araçtır ve dolayısıyla duygusal zekâdan yoksundur.
Biliyorsunuz, yüzlerce kilometre uzaktaki hedefe ulaşabilen bombalı füzeler
bilgisayarla donatılmıştır. Bilgisayar,
fırlatılan bombalı füzenin tam istenilen
hedefe ulaşmasını sağlar. Bu hedefin
askerî olup olmadığı bilgisayarı ilgilendirmez. Vurduğu hedef yüzlerce mâsum çocuğun yaşadığı "kimsesizler
yurdu" da olsa bilgisayar üzülmez...
Geçen gün, bir öğrenci tahtaya kalkarken
ayağı sürçüp yere düştü. Yere düşen
insanın psikolojisini bilirsiniz. Düşüp
bir yeri incindiği için değil, düşerken
görüldüğü için üzülür. Sınıftaki öğrencilerin hemen yarıya yakını düşen arkadaşlarına güldüler. Gülen öğrencilere
hiç bir şey demeden tahtaya İngilizce
şu cümleyi yazdım: "Those who laughed
at their falling down friend showed that
they have a low EQ." (Düşen arkadaşlarına gülenler, düşük bir EQ’ya sahip
olduklarını gösterdiler.)
Yaralı bir hayvanı görüp üzülmeyen,
hatta bir de tekme atan, karınca yuvalarını bozan, kedilerin kuyruğuna teneke
bağlayıp eğlenen çocukların EQ’ları çok
düşüktür ve acınacak haldedirler. Yine
belediye otobüsünde, yaşlı insanlara
ve çocuklu bayanlara yer vermemek
için, oturduğu koltukta uyur numarası
yapan gençler, beş yaşındaki çocuğunu
yanına oturtan ve "bileti var" diyerek
yaşlı insanlara yer vermesini istemeyen
anneler, kapıya gelen dilenciye hakaret
ederek kovan insanlar da EQ yönünden
fakirdirler.
Yüksek IQ Her Şey Demek Değildir
Bir insanın yüksek entellektüel zekâya
(IQ) sahip olması, o insanın içinde yaşadığı topluma faydalı olacağı anlamına
gelmez. Eğer bu insanın düşük bir duygusal zekâsı varsa, entellektüel zekâsını
kendi ihtirasını ve egosunu tatmin etme
yolunda harcar. Kısa yoldan servete ve
üne kavuşmak için toplum zararına da
olsa, her türlü gayri meşru yolu dene-
mekten çekinmez. Bankaların içini boşaltarak binlerce insanın birikimini
kendi kasalarına indirenler entellektüel
zekâsı yüksek kimselerdir.
Batılı eğitim uzmanları, içinde yaşadığımız makine medeniyetinin, insanları
mutlu etmeye yetmediğini, maddi yönden doyuma ulaşan insanların manevi
yönden aç olduklarını ifade etmektedirler. Araştırmalar, mutlu bir aile ortamında yetişen, seven, sevilen, paylaşmasını bilen, inançlı, faziletli, kendisiyle
ve içinde yaşadığı toplumla barışık insanların yüksek duygusal zêkaya sahip
olduklarını, en zor şartlar altında bile
ümitlerini yitirmediklerini göstermektedir. Duygusal zekânın temelleri ancak
bebeklik ve çocukluk yıllarında atılabiliyor. Ailede adam yerine konmayan,
sevilmeyen, horlanan, şiddete ve baskıya maruz kalan çocukların duygusal
zekâları gelişmiyor.
Bu çocukların insanlara güveni olmadığı
gibi, kendilerine de güvenleri yoktur.
Sevgi ve güven duygusu ancak yaşanarak kazanılıyor.
"Eti sizin kemiği benim." diyerek çocuklarını bize teslim eden anne babalara
YORUM
ETKİLİ
29
Batılı eğitim uzmanları,
iÁinde yaşadığımız
makine medeniyetinin
insanları mutlu etmeye
yetmediğini, maddi
yˆnden doyuma ulaşan
insanların manevi
yˆnden aÁ olduklarını
ifade etmektedirler.
Araştırmalar, mutlu bir
aile ortamında yetişen,
seven, sevilen,
paylaşmasını bilen,
inanÁlı, faziletli,
kendisiyle ve iÁinde
yaşadığı toplumla
barışık insanların
y¸ksek duygusal zekaya
sahip olduklarını, en zor
şartlar altında bile
¸mitlerini yitirmediklerini
gˆstermektedir.
diyorum ki: "Kusura bakmayın, yanlış
geldiniz, burası kasap dükkanı değil;
okul." Anne babaların en büyük yanlışı,
çocuk adına ve çocuğa sormadan her
şeye kendilerinin karar vermeleri. Savunma olarak da,"Biz onun için her
türlü fedakârlığa katlanıyoruz ve en iyisini yapmaya çalışıyoruz." derler.
Çocuklarını yatılı okula veren anne babalar çok iyi düşünmeli, çocuğa
sormadan ve onun onayını almadan karar vermemelidir. Eğer çocuğa yeterli sevgiyi ve güveni verememiş iseniz, çocuk yaptığınız
fedakârlığı bilemez. Sevilmediği
ve istenmediği için yurda verildiğini
zanneder. Yatılı okullarda bu tür
çocukların sayısı az değildir. Kendilerini evden uzaklaştıran anne
babalarından intikam almak için
ders çalışmazlar. Yurttan atılmak
için bilerek kuralları çiğnerler. Yatılı
okulda kalan çok zengin bir ailenin
tek erkek çocuğu hırsızlık yaparken
yakalandı ve bize getirildi. Çocuk,
yaptığı işten utanmadığı gibi adeta
zevk alır gibi bir hâli vardı. Yaptığımız
30 YORUM
ETKİLİ
psiko terapide çocuğun babadan intikam almak için hırsızlık yaptığı ortaya
çıktı. Baba, hırsız bir oğlu olduğu için
toplum içinde utanç duyacak ve yıkılacaktı.
Aileden problemli gelen çocuklar, duygusal zekâları düşük olduğu için, bizi
çok uğraştırıyor. Onlara sevgi ve güven
duygusunu kazandırma-
da zorlanıyoruz. Aileler, çocuklarını özel
okullarda okutmakla, markalı mağazalardan giyindirmekle ve ceplerine bol
harçlık koymakla görevlerini yaptıklarını
zannetmesinler. Çocuklar, maddi yönden doyuma ulaşmış, ancak manevi
yönden açtırlar. Manevi açlık başarısızlığı da beraberinde getiriyor. Zengin
aileler, bu sırrı bilemedikleri için çocuklarının başarısızlığını bir türlü hazmedemezler. Sebebini okulda ve öğretmenlerde ararlar. "Çocuğum çok
zeki, çalışsa yapar; ama çalışmıyor.
Yaptığımız bunca fedakarlık boşa gidiyor" derler. Çocuğun manevi yönden açlık çektiğini, kendisine güveni
olmadığını, sorumluluk duygusu kazanamadığını bilmezler. Söyleseniz
de kabul etmek istemezler. Her şeyi
okuldan beklerler.
Çocuklarınızın başarılı olmaları için
yüksek IQ’ya sahip olmaları ve maddi ihtiyaçlarının giderilmesi yetmez.
Onlara yeterli sevgiyi, ilgiyi, güveni,
yardımlaşmayı ve paylaşmayı kazandırarak EQ’larını yükseltmeniz
gerekir.
A. Faruk LEVENT
ELEKTROMANYETİK
TEHLİKENİN
FARKINDA MISINIZ?
Her yanımız elektromanyetik dalgalarla kuşatılmış durumda. SaÁ kurutma
makinesinden bebek gˆzleme cihazına, ev iÁi kablosuz internet erişiminden onunla
kullandığımız diz¸st¸ bilgisayara, elimizden d¸ş¸rmediğimiz cep telefonundan
evimizdeki telsiz telefona kadar hayatımıza girmiş her t¸rl¸ elektrikli cihaz
elektromanyetik dalga yayıyor. Bazı evlerin tepesinden geÁen y¸ksek gerilim hatları da
aynı şekilde bir elektromanyetik alan kaynağı. Dolayısıyla g¸nl¸k hayatımızda doğada
bulunanın Áok ¸st¸ndeki seviyelerde elektromanyetik dalgalara maruz kalıyoruz.
32 YORUM
ETKİLİ
Sayı
13
H
ayatımızda önemli bir yere sahip
olan elektrikli araçların kullanımı,
teknolojinin gelişimine bağlı olarak gittikçe artıyor. Elektrik akımıyla
çalışan her araç veya ona enerji taşıyan
kablolar; çevresinde elektrik, manyetik
veya elektromanyetik alan oluşturur.
Bu aletlerin çalışması sırasında yakınındaki canlıların aletlerden kaynaklanan elektromanyetik alan etkisinde kaldığı bilinmektedir. Yapılan araştırmalar
sonucunda elektriğin iletimi ve kullanımı
sırasında ortaya çıkan manyetik alanların
insan sağlığı üzerinde olumsuz etkileri
olduğu sık sık ifade edilmektedir.
Elektromanyetik Alanın Canlılar
Üzerindeki Etkileri Nelerdir?
Elektromanyetik dalgaların sağlık üzerindeki etkileri son zamanlarda tartışılan
bir konudur. Bu konuda karamsar bir
tablo çizip sizi yanlış yönlendirmek istemiyorum. Bu yüzden sizleri öncelikle
temel kabuller, daha sonra en son gelişmeler ve ardından ufuk açıcı bilgilerle
donatıp son kararı size bırakıyorum.
Elektromanyetik radyasyonun göreceli
olarak düşük frekanslı biçimleri olan
görünen ışık, kızılötesi radyasyon ve
radyo frekans dalgaları iyonlaştırıcı olmayan radyasyona örnektir. Ortamdaki
iyonlaştırıcı olmayan elektromanyetik
dalgaların etkisinde kalma sonucunda
canlılarda iki tür etki oluşabilir: Isıl
etkiler ve ısıl olmayan etkiler.
Isıl etkiler, vücut tarafından yutulan
elektromanyetik enerjinin ısıya dönüşmesi ve vücut sıcaklığını arttırması olarak tanımlanır. Bu sıcaklık artışı, ısının
kan dolaşımı ile atılarak dengelenmesine kadar sürer. Cep telefonları gibi
radyo frekans kaynaklarının sebep ola-
bileceği sıcaklık artışı gerçekte çok düşüktür ve büyük olasılıkla vücudun normal mekanizmaları ile kolayca etkisizleştirilebilir. Isıl olmayan etkilere bağlı
olarak radyo frekans dalgaların etkili
olduğu iddia edilen bozukluk ve hastalıklar arasında beyin aktivitelerinde
değişiklikler, uyku bozuklukları, dikkat
bozuklukları ve baş ağrıları bulunmaktadır. Ancak bu riskler çok yüksek deneysel dozlar ve sürelerde geçerli olabilir.
Yüksek enerjili iyonlaştırıcı elektromanyetik dalgalar, DNA ve genetik malzemeyi
kapsayan biyolojik dokuda hasara yol
açabilen moleküler değişikliklere yol
açabilirler. Bu etkinin olabilmesi için
dokunun x-ışınları ve gama ışınları gibi
yüksek enerjili fotonlarla etkileşmesi
gerekir. İyonlaştırıcı radyasyonun hücrelerin genetik malzemesini (DNA) etkileyerek mutasyon ve kansere yol açtığı
bilinmekle birlikte, radyo frekans dalgaların benzer etkiler yaptığı kanıtlanmamıştır. Son yıllarda cep telefonlarının
özellikle beyin tümörlerini arttırıp arttırmadığı konusu gündeme gelmiş, ancak bugüne kadar yapılan incelemelerde
cep telefonu kullanımının kansere yol
açtığını gösterecek kesin deliller bulunamamıştır.
Günlük yaşamda maruz kalınan radyo
frekans seviyelerinin başağrısı, uykusuzluk gibi sorunlara yol açtığı kesin
olarak gösterilememiştir. Ancak çeşitli
çalışmalarda, sınır değerlerin altında
mobil telefon sinyallerinin beynin elektriksel aktivitelerinde ve algılama fonksiyonlarında (dikkat, hatırlama, tepki
verme gibi) kısa süreli değişimlere
neden olduğu gösterilmiştir.
Gizlenen Gerçek!
Türkiye'de 2009 sonu itibariyle toplam
80 bin kadar GSM ve 3G baz istasyonu
bulunmaktadır. Bu istasyonların yüzde
70 kadarı şehirlerde (yüzde 45'i 3 büyük
şehirde), yüzde 20'si ise İstanbul'da
kuruludur. Bu rakam 16 bin adettir.
Buna WiFi, WiMAX ve DECT baz istasyonlarını da eklersek rakam basit bir
hesapla ikiye katlanacaktır. Bu durumda
baz istasyonlarından kaçamayacağımızı
tespit etmiş olduk. 1980'lerde yeni bir
olgu olan kablosuz haberleşme teknolojileri ısısal etkiler dışında bir denetlemeye tabi tutulamamıştır. Üretici firmalar izinlerini gerekli sağlık araştırmalarına destek sözü üzerine almıştır.
Bir başka deyişle, mobil teknolojiler
YORUM
ETKİLİ
33
test edilmeden pazara sunulmuştur.
Nasıl ki ilk tütün zararı 1950'de yayınlandı ve sigara üreticileri bunu 50 yıl
bastırmayı başardıysa, mobil iletişim
piyasasında da benzer bir oyunun oynanacağı varsayılabilir. Yani insan sağlığına zararları 2030'lara kadar gizlenmeye çalışılabilir.
Elektromanyetik Alanın İnsan
Sağlığına Etkileri
Anten hüzmelerinin 350 metreye
kadar önünde yaşayan insanlarda kanser
riski 10 kat artmaktadır.
Bilgi taşıyan dalgalar beyindeki uyku
sırasında salgılanan melatonin hormonunu azaltmaktadır. Melatoninin bağışıklık sistemini uyarma olasılığı azalmaktadır. Bu da kanser riskini arttırmaktadır.
Elektromanyetik alan, DNA’da tek
ya da çift sarmal kırılmalarına sebep
olmaktadır. Bu da genetik kodun uzun
vadede dejenerasyonu anlamına gelmektedir.
Elektromanyetik alanın etkileri çocuklarda çok daha fazla görülmektedir.
Bunun sebebi çocuk kafatasının 5-20
yaş arasında yüzde 70 kalınlaşması
yani beyin büyüklüğünün sadece yüzde
10 artmasıdır. Ayrıca kırmızı kemik iliği
sadece çocuklarda bulunmakta ve lenf,
kemik ve ilik kanseri vakalarının çocuklarda daha sık görülmesi buna bağlanmaktadır.
Klinik deneylerde elektromanyetik
alan sonrası; diyabet hastalarındaki
kan şekeri seviyesinin yükselmesi, gözde
katarakt rahatsızlığı sıklığının artışı, iris
ve retinada bozukluklar; kulakta ise sinirsel hasar ve çınlama şikayetleri; beyinde beyin kan engelinin çalışmasının
bozulması, konsantrasyon eksikliği,
uyku bozuklukları, melatonin salgısının
düşmesi, kısa zaman hafızasının bozulması, depresyon etkilerinin artması,
DNA hasarı, kalp ritim değişikleri, büyüme hormonu azalması şikayetleri çoğalmıştır.
Peki Elektromanyetik Alanın Etkilerinden
Nasıl Korunabiliriz?
Bilgisayar, telsiz telefon, cep telefonu, mikrodalga fırın, elektrikli battaniye, saç kurutma makinası gibi gündelik
hayatın vazgeçilmezlerini mümkünse
34 YORUM
ETKİLİ
uzun süreler kullanmamalıyız. Ev ve
daire alırken yüksek gerilim hatlarının
nerelerden geçtiğine dikkat edip bu
hatlara en az 500 metre uzaklık olmasına
dikkat etmeliyiz. Baz istasyonlarının
bulunduğu noktaların tam karşısında
veya hemen yanlarındaki yerleri tercih
etmemeliyiz.
Bilgisayar kullanırken, hem x-ışınlarından hem de elektromanyetik radyasyondan korunmak için ekrandan en
az bir kol boyu uzaklıkta çalışmalıyız.
Manyetik alanların duvarlardan (metal
dahil) geçebileceği de göz önüne alınarak, yatak odalarımız veya uzun süre
oturduğunuz yerlerin yakınında çok
akım çeken aletleri bulundurmamalıyız.
Elektrikli tıraş makinesi veya saç
kurutma makinesi gibi aletlerin, çok
kısa süreli kullanılmalarına karşın, yaydıkları elektromanyetik radyasyon yüksektir. Bu nedenle elektrikli tıraş makinesini mümkünse şarjlı kullanmalıyız.
Saç kurutma makinesini uzun süreli
kullanmak yerine aralıklarla kullanmalıyız. Uyku düzeninizin bozulmaması
için saç kurutma makinesini yatmadan
önce kullanmamalıyız.
Elektrikle çalışan radyolu çalar saatleri başımızdan mümkün olduğunca
uzak tutmalı, pille çalışanlarını tercih
etmeliyiz.
Dinlendirici bir uyku için yatak odasında televizyon ve bilgisayar bulundurmamalıyız. Özellikle yatarken bu cihazları tamamen kapatmalıyız.
Açma-kapama düğmelerinden tam olarak kapatılan aletler elektromanyetik
alan yaymaz, ancak fişleri takılı olduğu
sürece elektrik alanı oluşturmaya devam edebilir. Bu sebeple mutlaka elektrikli cihazlarımızı ya açma kapama
düğmesinden kapatmalı ya da fişini
çekmeliyiz.
Geleneksel ampullerin alanları düşüktür ancak floresan gibi lambalar için
aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Floresan lambalar, en çok elektromanyetik radyasyon yayan aletler listesinde
ön sıralarda yer almaktadır. Halojen ve
floresan gibi ekonomik lambaları kullanmamaya özen göstermeliyiz.
Telefonla konuşurken başparmağımızı cep telefonu ile kulağımızın arasına koyarak, telefonumuzun kulağımıza yapışmasına engel olmalıyız. Eğer
telefonumuz çekmiyor ya da düşük
anten seviyesinde gösteriyorsa, arama
yapmakta ısrar etmemeliyiz. Çünkü ısrar edilmesi halinde, cep telefonu şebekeyi aramak için çok daha güçlü bir
elektromanyetik alan yayacak, vücudumuz her aramada elektrik yüklemesine maruz kalacaktır.
Son olarak anne karnındaki bebeklerde
bağışıklık (savunma mekanizması) sistemi tam olarak gelişmediği için vücut
koruma sağlayamaz. Bu nedenle anne
adaylarının hamilelik sürecinde uzun
süre cep telefonuyla görüşme yapmaması elektromanyetik dalgalara maruz
kalmaması açısından önerilebilir.
Psk. Elif Tuğçe EYİKOÇAK
ANNENİN «OCUĞUN
YAŞAMINDAKİ YERİ
Bebek ile annesi arasındaki ilişkiden doğan g¸ven duygusu, Áocuğun gelecekte
kuracağı bireylerarası ilişkilerin temelini oluşturur. Bebek iÁin anne d¸nyanın
tamamıdır. Anne g¸l¸msedikÁe bebek de g¸l¸mser ve karşılıklı sıcak bir ilişki
başlar. İşte bu karşılıklı olumlu ilişki g¸venin temelini oluşturur.
A
nne ile çocuk ilişkisindeki süreklilik, tutarlılık, aynılık çocukta
temel güven duygusunun özünü
oluşturur. Bebeklik çağında elde edilen
güven duygusunun niceliği, bebeğe verilen besinlerin ya da yapılan sevgi gösterilerinin niceliğine değil, daha çok
anne çocuk ilişkisinin niteliğine bağlıdır. Yaşamın ilk yılında çocukla kurulan
36 YORUM
ETKİLİ
duygusal iletişim, çocukta güven ya da
güvensizlik duygularının oluşumuna
neden olur. Bu dönemde bebeğin psiko-sosyal görevi güvenmeyi öğrenmektir. Bebek ile annesi arasındaki
ilişkiden doğan güven duygusu, çocuğun gelecekte kuracağı bireylerarası
ilişkilerin temelini oluşturur. Bebek
için anne dünyanın tamamıdır. Anne
gülümsedikçe bebek de gülümser ve
karşılıklı sıcak bir ilişki başlar. İşte
bu karşılıklı olumlu ilişki güvenin temelini oluşturur. Bebekte bu duyguyu
hisseden anneler kendini güveni olmayan kişilerin yetişmesine ortam
hazırlar.
Kısaca anne bebeğin davranışlarına
duyarlıysa, bebek anneye güvenle bağ-
Sayı
13
lanmakta, bebeğin etkileşime girme
isteklerini reddediyorsa, bebek bu
güven duygusundan yoksun kalmaktadır. Dört çeşit anne yaklaşımından
söz edebiliriz;
1- Duyarlı Anne:
Bebekten gelen işaretlere ve iletişim
simgelerine olumlu tepki verir. Sağlıklı
bir etkileşim ortamını hazırlar. Buna
karşılık duyarsız anne, son derece
keyfi bir yaklaşımla ilişkiye katılır. Kendi
arzuları ön plandadır.
2- Kabul Eden Anne:
Çocuğuna bakma ve ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğunu genellikle üstlenir. Ara sıra sinirlilik belirtileri gösterir.
Buna karşılık reddeden anne, çocuğa
karşı sevgi ve şefkatini gölgede bırakan
öfke ve içerleme duyguları ile doludur.
Çoğunlukla çocuğa sinirlenir ve ceza
ile bir denetim sağlamaya çalışır. Çocuğunu kucağına almaz, okşamaz. Bebek için tensel temas kurmaz, onunla
bir bakıcının ilgilenmesini sağlayarak,
kendi yaşantısını sürdürür.
3- İşbirliğine Açık Anne:
Çocuğun özerkliğine saygı duyar. Nadiren onun üzerinde denetim kurmaya
çalışır. Buna karşılık mücadeleci anne,
çocuğun o andaki psikolojik durumunu
yeterince dikkate almadan, kendi arzularını ona zorla benimsetmeye çalışır.
Annenin isteklerinin aşırılılığı karşısında
başarısızlığa uğrayan çocuk, bir yandan
kendi gözünde de değersizleşirken,
öte yandan cesareti kırıldığı için, başarı için çaba göstermez.
4- Erişilebilir-Ulaşılabilir Anne:
Çocuğun iletişim girişimlerini tanır ve
belli uzaklıktan da bunları fark eder,
dolayısıyla dikkati kolaylıkla çocuğa
çevrilir. İlgisiz, kayıtsız anne ise kendi
etkinlikleri ve düşünceleriyle fazlasıyla
meşgul olduğundan, çocuğun iletişim
girişimlerini çoğunlukla fark etmez.
Annenin mutluluğu ve ruh sağlığı,
çocuk yetiştirmedeki etkinliği açısından
da özel bir önem taşır.
Annenin Mutluluğu Çocuğuna Yansır
İlgili anne, sadece çocuğu doğrultusunda yaşamak yerine, kendisi için
yeni şeyler öğrenmekle ilgilenip, kendisi için de bir şeyler yapıyorsa,
çocuk da kendi adımlarıyla gelişip
öğrenmeyi başaracaktır. Kendi ilgilerini
geliştirmeye devam eden anneler, çocuklarında da benzer girişimi destekler.
Annenin kişisel yaşamı iyi gittiğinde,
çocuğuyla çok daha iyi bir ilişki
içine girer. Sözgelimi, mesleğini icra
etmenin mutluluğunu yaşayan ve
eşiyle iyi ilişkiler içinde olan bir annenin, çocuğuna karşı tutumu olumludur. Buna karşılık anne bir şeylerden
endişe duyduğunda, çocuğun hareketleri daha fazla canını sıkacaktır.
Ev işleri dışında başka hiçbir uğraşı
olmayan ya da eşiyle mutsuz bir birliktelik içerisinde olan bir annenin
çocuğuna karşı tavrı olumsuz olabilir.
Böyle bir durumda yaşanan bir problem, çocuğun davranışından çok,
annenin ruh haline bağlı olabilir.
olması gerekir. İnsanların zihninde çalışan annelerin yetersiz olduklarına
dair inançlar vardır; fakat çalışan ve
zamanını doğru kullanan anne için
böyle bir yetersizlik söz konusu değildir. Çalışan ve ekonomik bağımsızlığı
olan anne, suçluluk duygusuyla çocuğu şımartmadığı takdirde, ideal
annedir. Yeter ki, geri kalan zamanını
çocuğuyla geçirmiş olsun ve mutlaka
mutfakta yemeğini yaparken bile çocukla olan birlikteliğini sürdürsün.
Bu nedenle çalışan annenin zamanını
doğru kullandığı takdirde yetersizliği
söz konusu değildir. Önemli olan ‘çok
zaman’ın değil, ‘kaliteli zaman’ın birlikte geçirilmesidir.
Babanın Rolü Önemli
Babanın ‘dolaylı görevlerinden biri’
de sıcak anne-çocuk ilişkisinin zeminini hazırlayabilmektir. Yapılan bazı
araştırmalara göre böyle bir ilişkinin
gerisinde, ‘destekleyen baba’ faktörünün olduğu görülmektedir. Eğer
baba, sorumluluklarının bilincinde bir
bireyse, bu durum annenin rahatlamasına ve çocuğuyla sıcak ilişkiler
geliştirmesini sağlar. Mutlu ve huzurlu
çocuklar yetiştirebilmek için öncelikle
annenin mutlu ve huzurlu bir birey
Babanın dolaylı gˆrevlerinden biri de sıcak anneÁocuk ilişkisinin zeminini hazırlayabilmektir.
Yapılan bazı araştırmalara gˆre bˆyle bir ilişkinin
gerisinde,destekleyen baba faktˆr¸n¸n olduğu
gˆr¸lmektedir. Eğer baba, sorumluluklarının
bilincinde bir
bireyse, bu
durum annenin
rahatlamasına
ve Áocuğuyla
sıcak ilişkiler
geliştirmesine
sebep olur.
YORUM
ETKİLİ
37
Yusuf DURSUN
G‹LER Y‹ZL‹
«OCUKLAR
Bir anne çocuktan uzak,
Taş büyütür yüreğinde.
Bir çocuk anneden ayrı,
Bulamaz evini
Yerli yerinde.
Bir dünya çocuktan uzak,
Üzerinde ot bitmez.
Bir çocuk dünyaya küskün,
Ne verseniz
Kâr etmez.
Bir baba çocuktan uzak,
Ne bilsin yaşadığını?
Bir çocuk babaya hasret,
Söyleyemez her gece
Üşüdüğünü.
Bir bahçe ister çocuk,
Çiçeği anne.
Bir yuva ister çocuk,
Direği baba.
Ve bir dünya...
Bayrağında,
Güler yüzlü çocuklar.
38 YORUM
ETKİLİ
Psk. Aynur SAYIM
40 YORUM
ETKİLİ
Sayı
13
«OCUKLAR NEDEN
EBEVEYNLERİYLE
BİRLİKTE UYUMAK
İSTERLER?
Aileler Áocuklarını Áeşitli
nedenlerle yanlarında
yatırıyorlar. Bunu bazen
Áocuk, bazen de
ebeveynler talep
edebiliyorlar. Annebabalar genellikle
ˆzellikle bebeklik
dˆneminde kendi
kontrol¸nde olmasını
istedikleri iÁin aynı odada
ya da aynı yatakta
yatabiliyorlar.
A
ileler çocuklarını çeşitli nedenlerle yanlarında yatırıyorlar. Bunu
bazen çocuk, bazen de ebeveynler talep edebiliyorlar. Anne-babalar genellikle çocuğun üstü açılmasın, üşümesin diye, özellikle bebeklik döneminde kendi kontrolünde olmasını istedikleri için aynı odada ya da aynı yatakta yatabiliyorlar. Çocuğun, annesinin
ya da babasının yanında yatma nedenleri
farklı olabilir. Bu ihtiyaç, yaşa ve çocuğun
duygusal gelişimine göre farklılık gösterebilir. Zaman zaman buna kontrollü
bir şekilde izin verilebiliriz. Ancak, alışkanlık, bağımlılığa dönüşmemelidir.
Nedenler Neler Olabilir?
Ü Çocuk, korkuları nedeniyle kendini
güvende hissetmek için birlikte yatmak
isteyebilir.
Ü Anneden ve babadan ilgi ve paylaşım
ihtiyacı varsa yakın olmak isteyebilir.
Ü Ebeveyne bağlılığı varsa, anneden
ve babadan ayrılma kaygısı yaşıyorsa
birlikte yatmak isteyebilir.
Ü Cinsel kimlik gelişimiyle ilgili ebeveyn birlikteliğini kıskanma- izin vermek istememe nedeniyle beraber uyumak isteyebilir.
Ü Kardeş doğumuyla birlikte çocuk,
kardeş kıskançlığı yaşayabilir. Annebabaya yakın olmak, onları kardeşiyle
paylaşmak istemediği için birlikte yatmak isteyebilir.
Ü Fiziksel rahatsızlıklar döneminde
anneye ve babaya daha çok ihtiyaç
duyabilir.
Ü Veya anne ya da baba çocuğuna
bağlı- aşırı korumacı olabilir. Annebaba çocukla yatmak isteyebilir.
Bu durumda çocuğun bireyselleşmesi
engellenir. Çocukta korkular ve kendine
güvensizlik oluşabilir.
Yaş ve gelişim dönemleri, çocuğun yaşadığı sorunun derecesi önemli olmakla
birlikte, nedenler tespit edildikten sonra aşama aşama bu soruna çözüm getirilmelidir.
Sorun çözülmüyorsa, bir uzman yardımı
alınmalıdır. Öncelikle bir çocuk-ergen
psikiyatristinin desteği, beraberinde
aile -çocuk- okulla yapılacak çalışmalarda psikolog desteği alınması gereklidir.
Pratik Öneriler Neler Olabilir?
Ü Çocuğunuza mutlaka özel zaman
ayırın. Bu zamanın kaliteli olmasına,
iletişim içermesine dikkat edin. Yapacağınız etkinlik için istekli olduğunuzu
ona hissettirin.
Ü Çocuk için kritik dönemler vardır. 2-3
yaş, okula başlama, yaşantısındaki değişimler, cinsel gelişim dönemleri-kardeş
doğumu-aile sorunları gibi- Bu dönemleri
iyi takip edin. Yaşanan sorunlarda sabırlı
ve bilinçli davranmaya çalışın.
Ü Annenin ve babanın kaygılı yapısıkorumacı ya da baskıcı tutumları da bu
sorunu ortaya çıkarabilir. Evdeki stres
çocuğun anksiyetesini artırır. Kaygı düzeyi yükselebilir, korkular oluşabilir. Annenin veya babanın ruhsal durumu ve
tutumları son derece önemlidir. Sakin
ve sabırlı olun, sorunları birlikte çözmeyi
teklif edin.
Ü Uyku öncesi ortamı sakinleştirin.
Ü Kapıyı aralık bırakmak, ışığı açık bırakmak, çocuğun oyuncağıyla uyuması
sağlamak çözüm olabilir.
Ü Çocuk uyuyuncaya kadar anne ya da
baba yanında kalabilir (kitap okuyabilir
vs.)
Ü Onu anladığınızı hissettirin.
Ü Sorunun çözümüne aşama aşama
gidilmeli -önce kaygı- korku çalışılmalısonra davranış çalışmaları ve ödüller
kullanarak önce ayrı yatakta aynı odada,
sonra oradan ayrı odaya geçiş yapılmalıdır.
Ü Tabii, çocuğa baskı-yargılama yapılmamalı yanındayız mesajı verilmeli,
ama açıklama yaparak KARARLI olunmalıdır.
YORUM
ETKİLİ
41
Azmi AKSOY
HAYATI
KALİTELİ YAŞAMAK
Hayatı anlamlı kılan ve insanı
y¸celten en ˆnemli gaye; onu,
adeta b¸t¸n evreni
kucaklayacakmış gibi dışa dˆn¸k
ve maksada uygun
,
olarak yaşamaktır. Hz. Mevlana yı
t¸m d¸nyaya tanıtan ve sevdiren
de bu anlayış değil midir?
Hayatı sadece kendine dˆn¸k
olarak, ben-odaklı yaşayanlar,
Áevresindekileri hiÁe sayan,
kendi dışındaki olayları
ˆnemsemeyen, onlarla sadece
Áok ihtiyacı olduğu zaman bile
zoraki bir l¸tfen tavrı ˆlÁ¸s¸nde
iletişim kuran ve kendi dışındaki
b¸t¸n ˆtekiler ona hizmetle
y¸k¸ml¸ym¸ş tavrı ve beklentisi
iÁinde olan zavallı insancıklardır.
42 YORUM
ETKİLİ
Sayı
13
G
eriye doğru bakılarak ileriye doğru mesafe alınan tek yolculuk
hayat yolculuğudur. Diğer bir
deyişle hayat, ileriye doğru yaşanır ama
yalnız geriye dönük olarak anlaşılır. Bu
anlaşılma, şuurlu bir idrak ve yaşananlardan ders alabilme düzeyinde olursa
ve bu düzey devamlı yükselirse, yoldaki
sapmalar o nispette az, yolculuk ise o
nispette çalkantısız, sarsıntısız ve hasarsız olur. Hayatı anlamlı kılan ve insanı
yücelten en önemli gaye; onu, âdeta
bütün evreni kucaklayacakmış gibi dışa
dönük ve maksada uygun olarak yaşamaktır. Hz. Mevlâna’yı tüm dünyaya tanıtan ve onu sevdiren de bu anlayış
değil midir? Hayatı sadece kendine dönük olarak, ben-odaklı yaşayanlar, çevresindekileri hiçe sayan, kendi dışındaki
olayları önemsemeyen, onlarla sadece
çok ihtiyacı olduğu zaman bile “zoraki
bir lütfen” tavrı ölçüsünde iletişim kuran
ve kendi dışındaki bütün ötekiler ona
hizmetle yükümlüymüş tavrı ve beklentisi içinde olan zavallı insancıklardır.
Koskoca kâinatta bir sivrisinek kanadındaki nokta kadar bile yer tutmadığı
halde, lügatinde “ben” sözcüğünden
başkasına yer vermeyen o kibir abidesinin, hiç beklemediği bir anda, çıkabileceği en tepe noktasından kafa üstü
yere çakıldığına tarih çok defa şahit olmuştur. Kendi gözünde önemli kıldığı,
değer olarak kabul ettiği şeyler bir şekilde elinden çıktığı zaman çırılçıplak
kalacak, tüm fiziksel ihtiyaçları eksiksiz
olarak karşılandığında ise hayatı anlamsız olmaya başlayacaktır. Bu, içinden
çıkılması öyle zor bir paradoks ki, olması
da, olmaması da ayrı bir dert. Çünkü
bedensel tatminden sonra ister istemez
yaşadığı hayat için bazı anlam arayışları
başlıyor insanoğlunda. Zira; onu rahat
bırakmayan, ama elle tutamadığı ve
adını koyamadığı bir “ben” daha var
görünenin ötesinde, içinin ta derinliklerinde. O bedensiz “ben’e” ruh deyin,
can deyin, nefis deyin, ne derseniz
deyin, her dilde, her kültürde ismi değişse de, özü aynıdır onun. İnsanı değerli
kılan da o zaten. Zira beden, bir canide
de, bir âlimde de anatomik olarak çok
farklı değil. Şu var ki, nasıl beden, kendini soğuktan, sıcaktan koruyan giysiye,
güçlü ve zinde tutacak yiyeceğe, içeceğe
ihtiyaç duyuyorsa, bedeni ayakta tutan
o bedensiz “Ben” de benzer ihtiyaçları
hissediyor ve istiyor. Ama çok önemli
bir farkla ki, onun giysisi, gıdası her
beden için ayrı değil. Standart ve asla
değişmez bir formatta. Onun giysisi,
kullandıkça eskimeyen, aksine değer
kazanan, sabırdır, kanaattir, hoşgörüdür. Paltosu, hataları örtmek ve görmemek, görse bile affetmektir. Sofrasının en sevdiği yiyeceği karşılıksız verebilmek, lezzet veren çeşnisi ise tevazudur, tatlı dildir, güler yüzdür. Kullandığı sözlükte “haklıyım” fiilinin birinci tekil şahsı bir daha okunmamacasına silinmiştir adeta.
O giysi bir işverende olursa eğer, işçisinin
evindeki kedisinin ayağına batan kıymıktan çatısındaki kırık kiremidine kadar
ilgisiz kalamaz. Bir öğretmende olursa
eğer, yetişkin olduklarında topluma yön
verebilecek, mensubu olduğu millete
değer katabilme derdinde ve şuurunda
olan bireyler yetiştirmek en büyük gayesi
olur onun. Toplumda yer alan her fert,
akıl, zekâ, kültür ve psikolojik özellikleri
nedeniyle toplum ağacının belki en
güzel ve en tatlı meyvesi olamayabilir.
Ama o elbiseyi giydiği sürece ağacın
bütününe zarar verebilecek, hastalıklı,
ben-odaklı iri bir dal yerine, o ağacı
oluşturan sayısız dokulardan biri olmayı
yeğleyecektir. İnsan hayatının nihai hedefine götüren pusulası ve feneri kıymetindeki bu standart ve değişmez değerler insanoğluna en baştan bedelsiz
olarak verilmişti. O, bunu kısmen unuttu
ya da yok saydı veyahut değerini bilemedi. Sis ve pus içinde rotasını, yönünü,
yanını belirleyemediği hedefsiz yolculuğunda başına gelenler için hep suçlu
aradı. Bir aynaya bakmayı bile akıl edemedi. Bu değerlerden bir şekilde haberdar olanların bir kısmı, onu yanlış
yerlerde aradılar. Zira işportaya düşmesi
düşünülemezdi. Diğer bir kısım ise bu
değerlere sahip insanları dost ve arkadaş
edindiler. Çünkü onlar biliyorlardı ki,
vagonun lokomotife bağlanmaktan başka alternatifi yoktur. Zaten başka türlüsü
yanlış olurdu.
İnsan hayatının nihai hedefine gˆt¸ren pusulası ve
feneri kıymetindeki bu standart ve değişmez değerler
insanoğluna en baştan bedelsiz olarak verilmişti. O,
bunu kısmen unuttu ya da yok saydı veyahut değerini
bilemedi. Sis ve pus iÁinde rotasını, yˆn¸n¸, yanını
belirleyemediği hedefsiz yolculuğunda başına
gelenler iÁin hep suÁlu aradı.
YORUM
ETKİLİ
43
Nesrin BİLKAN
ANNEME MEKTUP
A
nneciğim, hep sana seni ne kadar sevdiğimi, küçücük yüreğimdeki kocaman yerini anlatmak
isterdim. Ama başaramadım. Çünkü hiç
anlamaya çalışmadın. Bir gün sana bahçeden çiçek topladım. Bardağa koydum,
sana getiriyordum ki, bardak birden
bire elimden düştü, kırıldı. Çiçekle sana
sevgimi anlatacaktım. Kırılan bardak
için o kadar çok bağırdın ki, bir daha
kimseye çiçek vermemeye yemin ettim.
Anne, benim küçük yüreğimde herkesi
sevecek kadar yer vardı. Ben herkesi
çok seviyordum. Ama sen insanların
hep kötü olduklarını, onlara güvenilmemesi gerektiğini söyledin.
Ben de artık insanları sevmiyorum. Anneciğim, bir türlü küçük kafam almıyor,
bana başkalarına vurmayı sen öğrettin.
Ben doğduğumda vurmayı bilmiyordum
ki, neden şimdi kardeşime vurmama
kızıyorsun. Ben ona vurunca elime vuruyorsun. Anne, babamı hiç sevmiyor
musun? Hep beni onunla korkutuyorsun,
onu sevmemi istemiyor musun? Ben
bir şeyi bağırmadan istersem vermiyor-
44 YORUM
ETKİLİ
sun. Bağırarak istersem veriyorsun, o
yüzden ben de hep bağırarak, ağlayarak
istiyorum. Hem de dediğini yapmak için
bağırmanı bekliyorum. Biliyor musun
seni bağırtmak hoşuma gidiyor. O zaman
benimle ilgilendiğini düşünüyorum.
Anne sana güzel bir haberim var: Artık
yemeklerimi yiyeceğim. Bir an önce büyümek istiyorum. Neden mi? Seninle
konuşurken yukarılara bakmaktan bıktım. Artık boynum ağrıyor. Eğer büyümem daha çok sürecekse, neden sen
çömelerek benimle konuşmuyorsun? O
zaman kendimi daha iyi hissedeceğim.
Konuşurken gözlerini görmek istiyorum.
Gözlerinin derinliğinde sevildiğimi anlamak istiyorum.
Anne beni neden dinlemiyorsun? Benim
çizgi film kahramanlarım, kırılan oyuncağım, kaybolan kalemim neden seni
ilgilendirmiyor? Beni de senin şefin, arkadaşının yeni aldığı çanta ilgilendirmiyor... Onları dinlemek istemiyorum.
Senin beni dinlemeni, onların benim
için ne kadar önemli olduğunu anlamanı
istiyorum. Sadece büyüklere ait şeyler
mi önemlidir? Anne, yeni bakıcımı hiç
sevmedim. Saçlarımı senin taradığın
gibi taramıyor, bana eski bakıcımın baktığı gibi şefkatle bakmıyor. Anne sen
bana neden şefkatle bakmıyorsun?
Anne, evdeki eşyaları, sehpayı, kül tablasını, televizyonu kıskanıyorum, onları
kırmak, yok etmek istiyorum. Onlar olmazsa, beni daha çok seveceğini düşünüyorum. Hem de rahatça, onları kırma korkusu olmadan evin içinde koşup
oynayabileceğim. Onları temizlemek
için ayırdığın vakti bana ayırmıyorsun.
Demek ki onları benden daha çok seviyorsun. Anneciğim, evde oynamaktan
bıktım. Dışarılarda koşup oynamak, minik su birikintilerine ayaklarımı sokmak,
dökerek pasta yemek, elimle makarna
yemek, ayranı üstüme dökmek istiyorum.
Anne ben yaşamak istiyorum. 'Yapma'ların, 'etme'lerin olmadığı, sevginin çok
olduğu, annelerin çocuklarını anladığı
bir yer istiyorum. O yeri bulmak için buradan gitmek istiyorum. Belki bir kuşun
kanadında, belki bir çiçeğin yaprağında
belki de bir balığın akvaryumunda...
Canten Kaya'nın"Çocuk Eğitiminde Anne Babaya Öneriler" adlı kitabından alınmıştır.
Sayı
13
Vehbi Tülek
,
FATİH İ FATİH
YAPAN ÷Ğ‹TLER
,
Murad Han, Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinden, İstanbul u bu Áocuk alacak m¸jdesini
,
aldıktan sonra oğlu II.Mehmed in eğitimine Áok ˆnem verir. Artık onunla bir Baba olarak
değil, Devlet politikası onu gerektirdiği iÁin ilgilenir ve ona altın ˆğ¸tler sunar.
O
smanlı Sultanı ll. Murad Han,
gelecekte “Fatih” olacak oğlu
Şehzade ll. Mehmed’e şöyle bir
öğütte bulunuyor:
“- Ey benim sevgili oğlum! İnsanoğlunun
her birinde, başkalarıyla çeşitli münasebetler kurmaya yarayan normal bir
akıl bulunmalıdır. İşte bu akıl, bütün
saadet ve mutluluğun tükenmez kaynağıdır...
Hayata doyum olmaz, az veya çok olması, onun kıymetini azaltmaz. Bir meyve ancak olgunlaştığı zaman güzelce
yenir. Bunun gibi insanların da güngörmüş, tecrübeler geçirmiş olanları
her zaman tercihe şayandır...
“Kuvvet Aklın Emrinde Olmalı!”
Gençlik çağında duyulan zevk ve sefayı,
ben uyuz hastalığına yakalanmaya benzetirim. Bu hastalığa tutulan, ancak kaşındığı zaman rahata kavuşur. Tabii ki
böyle bir kaşınma sonunda, daha da
kötü bir duruma düşer. Kişi, gençlik
yıllarında işlediği kabahatleri de, genellikle düşünüp taşınmadan işler. Fakat
sonraları bunları hatırlayınca, bu suçlar
kişinin kalbine hançer gibi saplanır ve
kişinin canını sıkarlar...
Gençliklerinde, doğru ve iyi yolda gidenler bunun karşılığı olarak, yaşlılıklarında hürmet ve ikram görürler.
Güçlü ve kuvvetli olmak iyidir. Fakat
kuvvet aklın emrine verilmelidir.
Şunu da iyi bilmeni isterim: Bu dünyada
üç türlü insan vardır, birincisi; akıl ve
fikirleriyle yerinde, geleceği az çok gören
ve düşünen, hiçbir anormallikleri olmayan kişilerdir. İkincisi; yolların doğru
veya eğri olduğunu bilmekten uzak olan
kimselerdir. Ama bu duruma kendi istekleriyle değil, çevrenin etkisiyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde kabul
eder ve söz dinlerler. Üçüncüleri ise;
ne kendileri bir şeyden haberdardır
ve ne de yapılan ikazlara, nasihatlere
kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar diğerlerinden daha zavallıdır.
Sen Padişah Olunca...
Ey oğul! Yüce Allah, eğer seni ilk sırada saydığım kişiler arasında yaratmışsa sevinirim. İkinciler gibiysen,
sana yapılan nasihatlere kulak vermeni tavsiye ederim. Sakın üçüncü
gruba dahil olmayasın! Onlar ne Allah’a, ne de insanlara karşı iyi bir
durumda değildirler...
Padişahlar, elinde terazi tutmuş bir
kimseye benzerler. Sen Padişah olunca teraziyi doğru tutmanı isterim...”
Sizce Şehzade Mehmed, bu öğütleri
tutmuş mudur? “Tutmasa ‘Fatih’ olur
muydu?” dediğinizi duyar gibiyim...
YORUM
ETKİLİ
45
Kaynak: BB Psikolojik Danışmanlık
Aile Stres Testi
T¸m aileler stres altındadır. Stres ailenin gelişimine katkıda bulunabilir. Fakat
stres ya Áok yoğunsa? Ailenizle birlikte aşağıdaki testi uygulayıp stres d¸zeyinizi
gˆrebilirsiniz. Alacağınız sonuÁ tamamen size aittir.
Aşağıdaki cümlelerden size en uygun cevapları sağdaki sütunda işaretleyip, alınan
sonucu testin altındaki ölçekte değerlendirip ailenize ait stres durumunuzu görebilirsiniz.
1. Sık sık duygularımızı paylaşırız.
2. Öyle gözüküyor ki çok tartışıyoruz.
3. Çocuklarım için neyin önemli olduğunu bilirim.
4. (Çiftler için) Bazen evlilik bir hayal kırıklığıdır.
5. (Boşanmış aile) Bekarlık sultanlıktır.
6. Tartıştığımızda çocuklar olumsuz etkilenir.
7. Önemli ihtiyaçlarımız için gerekli gelirimiz var.
8. Nerelere ve ne kadar çok harcadığımız konusunda tartışırız.
9. İş önemlidir fakat ailemiz hepimiz için çok daha önemlidir.
10. Birbirimizi yeterince dinlemiyoruz.
11. (Çiftler için) Hepimiz ailemizdeki rollerimizden hoşnutuzdur.
12. (Boşanmış aile) Flört etmem çocukları olumsuz etkiler.
13. (Çiftler için) İlişkimiz çok güçlüdür.
14. Ailemizde birimiz huzursuzsa diğerini de huzursuz eder.
15. (Boşanmış aile) Çocuklar birlikte olduğum kişiyi severler.
16. Çok çalışmak beni bunaltır.
17. Evimizde gerginlik yoktur.
18. (Boşanmış aile) Bekarlık benim için çok zor.
19. Çocuklar okulda başarılı.
20. Asla yeterli zaman yoktur.
21. Ailemizde herkesin işi vardır, hiçkimse bu durumdan şikayetçi değildir.
22. (Çiftler için) Çocuklar için ne yaptığımız konusunda tartışırız.
23. Yemeğimizi her zaman birlikte yeriz.
24. Çocukların her istediklerini yapmaları mümkün değildir.
25. Tatilden mutlu döneriz.
26. Çocuğumun davranışları ile ilgili olarak okula çağrılırım.
46 YORUM
ETKİLİ
Asla
0
Bazen
1
Sık
Sık
2
Her
Zaman
3
Sayı
13
Aldığınız stres puanı
Yukarıdaki sorulara verdiğiniz “asla” cevabının 0 puan, “bazen” cevabının 1 puan, “sık sık” cevabının 2 puan ve
“her zaman” cevabının 3 puan değeri vardır. Tümünü toplayarak aldığınız puanının açıklamasını aşağıdaki
tabloda görebilirsiniz.
33 ve yukarısı tek sıra numaralı sorular için:
veya
17 den az çift sıra numaralı sorular için:
Tebrikler! Aileniz çok iyi durumda. Bu durum yaşamınızı
zenginleştirip sizleri doyumlu bir yaşama getirebilir.
25-32 arası tek sıra numaralı sorular için:
veya
18-24 arası çift sıra numaralı sorular için:
Harekete geçip aile içindeki uyumu artırmak için çaba sarf
etmelisiniz .
18-24 arası tek sıra numaralı sorular için:
veya
25-32 arası çift sıra numaralı sorular için:
Yoğun stres altında olmanız mümkündür . Yukarıdaki soruları
dikkatlice tekrar inceleyip stres skorunu artırmanın yollarını
düşünmelisiniz .
17 ve daha az tek sıra numaralı sorular için:
veya
33 ve fazla çift sıra numaralı sorular için:
Derhal harekete geçip bir aile terapisi almalısınız, aile birliği
ve mutluluğu için.
YORUM
ETKİLİ
47