32. Ulusal Klinik Nörofizyoloji Bildiri Özetleri Kitabı için tıklayınız.

Transkript

32. Ulusal Klinik Nörofizyoloji Bildiri Özetleri Kitabı için tıklayınız.
-1-
İÇİNDEKİLER
Kongre Düzenleme Kurulu
3
Bilimsel Program
4
Sözel Sunumlar
11
Poster Sunumlar
47
İndeks
90
-2-
KONGRE DÜZENLEME KURULU
Türkiye Klinik Nörofizyoloji EEG-EMG Derneği
Onursal Başkan
Prof. Dr. Cumhur ERTEKİN
Başkan
Prof. Dr. Jale YAZICI
II. Başkan
Prof. Dr. Betül BAYKAN
Sekreter
Doç. Dr. Vildan YAYLA
Sayman
Prof. Dr. İbrahim AYDOĞDU
Üyeler
Doç. Dr. Münevver GÖKYİĞİT
Prof. Dr. Hilmi UYSAL
Prof. Dr. Nurten Uzun ADATEPE
Kongre Düzenleme Kurulu
Prof. Dr. İbrahim AYDOĞDU
Doç. Dr. Ebru AYKUTLU
Prof. Dr. Betül BAYKAN
Prof. Dr. Feza DEYMEER
Doç. Dr. İrsel TEZER FİLİK
Prof. Dr. Derya KARADENİZ
Prof. Dr. Meral KIZILTAN
Prof. Dr. A. Emre ÖGE
Prof. Dr. Hilmi UYSAL
Doç. Dr. Vildan YAYLA
Prof. Dr. Jale YAZICI
Prof. Dr. Naz YENİ
-3-
32. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG - EMG KONGRESİ
27 NİSAN 2016 ÇARŞAMBA
SAAT
13:00-14:20
SALON A
SALON B
EMG KURSU
TEMEL EEG KURSU
Oturum Başkanı:
Feray Karaali Savrun
Oturum Başkanları:
Naz Yeni, İbrahim Bora
EMG yöntemleri
Münevver Gökyiğit
EEG çekilme standartları
polarite ve montaj
Gülnihal Kutlu
Periferik sinirlerin yaygın
etkilenmesi-PNP, MNM
Feray Karaali Savrun
Oturum Başkanı:
Zeki Odabaşı
14:40- 16:00
Spinal ön boynuz
hastalıklarında EMG
Tülin Tanrıdağ
Sinir kökü hastalıklarında EMG
Cengiz Tataroğlu
Kas hastalıklarında EMG
Zeki Odabaşı
Aktivasyon yöntemleri
İbrahim Bora
Artefaktlar
Sevim Baybaş
Oturum Başkanları: Sibel
Velioğlu, Veysi Demirbilek
Temel EEG dalgaları
Sibel Velioğlu
EEG maturasyonu ve çocuğa
özel iktal paternler
Veysi Demirbilek
Normal varyantlar/sıkça
yapılan hatalar
Özden Kamışlı
SALON C
UYKU HASTALIKLARI VE
POLİSOMNOGRAFİ KURSU
2014 ULUSLARARASI UYKU
BOZUKLUKLARI SINIFLAMASI
VE UYKU VE İLİŞKİLİ
OLAYLARIN SKORLAMASI
Oturum Başkanı:
Derya Karadeniz
SAAT
SALON D
Uyku laboratuarı standartları
Derya Karadeniz
Polisomnografide kaydedilen
parametreler, kullanılan
elektrotlar, filtreler, kayıt
protokolleri
İbrahim Öztura
Uyanıklık-uyku evre skorlaması
Utku Oğan Akyıldız
PEROPERATUAR
NÖROMONİTORİZASYONUN
İLKELERİ
Oturum Başkanı: Murat Aksu
Uyku ile ilişkili hareketlerin
skorlaması
Murat Aksu
Uykuda hareket
bozukluklarının tanı kriterleri
ve tanısal testler
Derya Karadeniz
Oturum Başkanı:
Berrin Aktekin
14:00-16:00
Parasomnilerin tanı kriterleri
ve tanısal testler
İrsel Tezer
18:00-18:30
İntraoperatif EEG
monitorizasyonu
Berrin Aktekin
INTRAOPERATİF
NÖROMONİTÖRİZASYON
ÇALIŞTAYI
Açılış konuşması
Kubilay Varlı
Intraoperatif
nöromonitörizasyonun genel
prensipleri
Elif Ilgaz Aydınlar
Suprantentoriyel cerrahilerde
nöromonitörizasyon
Burcu Örmeci
Köşe tümörü cerrahisinde
nöromonitörizasyon
Kubilay Varlı
Omurga cerrahisinde
nöromonitörizasyon
Pınar Yalınay Dikmen
Panel: Soru ve Cevaplar
16:30-18:30
Oturum Başkanları: Hacer
Oturum Başkanı: Vildan Yayla
Bozdemir, Zeki Gökçil
16:20-17:40
Fokal nöropatilere genel
İnteriktal EEG değişiklileri
yaklaşım, fokal nöropatiler: üst
Hacer Bozdemir
ekstremite
Vildan Yayla
İktal EEG değişiklikleri
İrem Çapraz
Fokal nöropatiler: alt
ekstremite
Ensefalopatilerde EEG
Fikret Bademkıran
Zeki Gökçil
Ekstraoperatif invazif EEG
monitorizasyon ve kortikal
stimülasyon
Candan Gürses
Oturum Başkanı:
Barış Baklan
16:30-16:40
Hipersomnilerin tanı kriterleri
ve tanısal testler
Barış Baklan
16:40-17:00
Uyku ile ilişkili solunum
olaylarının skorlaması
Deniz Tuncel
17:00-17:20
Uykuda solunum
17:20-17:40
bozuklularının tanı kriterleri ve
tanısal testler
Utku Oğan Akyıldız
17:40-18:00
Oturum Başkanı:
İbrahim Öztura
Oturum Başkanı:
Kayıhan Uluç
18:00-19:00
Pleksus hastalıklarında EMG
Kayıhan Uluç
Uyandırılmış potansiyellerin
klinik uygulamaları
Zeliha Matur
19:00
EEG raporlama
Ayşın Dervent
Biyoelektrik uyanıklık ve siklik
alternan pattern skorlaması
Nida Taşcılar
Çoklu uyku latans testi ve
uyanıklığı sürdürme testi
Kezban Arslan
Uyku hastalıklarında PSG
raporlama özellikleri
İbrahim Öztura
AÇILIŞ KOKTEYLİ
-4-
32. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG - EMG KONGRESİ
28 NİSAN 2016 PERŞEMBE
SAAT
SALON A
08:30-09:00
AÇILIŞ KONUŞMASI
Dergi Devir Töreni
Jale Yazıcı
SAAT
SALON B
Oturum Başkanları: Jale Yazıcı, Betül Baykan
09:00-10:30
10:30-11:00
TMS-EEG and EEG-TMS
Ulf Ziemann
Startle disorders
Mark Hallet
KAHVE ARASI
Oturum Başkanları:
Burhaneddin Uludağ, Bülent Cengiz
11:00-12:30
Transcranial magnetic stimulation at the interface
with other techniques: a powerful tool for studying
the human cortex
Ulf Ziemann
Physiology of myoclonus
Mark Hallet
12:30-14:00
ÖĞLE YEMEĞİ
MİYOKLONİK EPİLEPSİLERE GÜNCEL YAKLAŞIM
Oturum Başkanları: Gülay Nurlu,
İbrahim Aydoğdu
14:00-15:30
Juvenil miyoklonik epilepsi: sık ve heterojen bir
tabloyu ne kadar iyi tanıyoruz?
Betül Baykan
Multiple kranial nöropatiler ve elektrofizyolojisi
Gülay Nurlu
Çocukluk çağının diğer miyoklonik epilepsileri
Özlem Çokar
KAHVE ARASI
SÖZEL BİLDİRİLER (EMG)
Oturum Başkanları: Aysun Soysal, Figen Güney
17:30-17:40
17:40-18:30
15:50-17:30
SÖZEL BİLDİRİLER (EEG)
Oturum Başkanları: Candan Gürses, Kadriye Ağan
KAHVE ARASI
POSTER TARTIŞMALARI
19:30-20:30
21:00-22:30
14:00-15:30
Progresif miyoklonik epilepsilere ülkemizde
yaklaşım
Serap Saygı
Fasial sinir elektrofizyolojisi
Zafer Çolakoğlu
15:30-15:50
15:50-17:30
Oturum Başkanları: Serap Saygı, İbrahim Bora
Uyku ve uyanıklık durumlarında spontan yutma:
Poligrafik metod
Spontaneous swallowing in awake and sleep states:
A polygraphic method.
Cumhur Ertekin
17:40-18:30
POSTER TARTIŞMALARI
AKŞAM YEMEĞİ
EMG OLGU SUNUMLARI
Oturum Başkanları: Reha Kuruoğlu,
Meral Kızıltan
-5-
32. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG - EMG KONGRESİ
29 NİSAN 2016 CUMA
SAAT
SALON A
SALON B
Oturum Başkanları: Nilgün Araç, Mehmet Demirci
08:30-10:00
Neuroplasticity induction in human brain
Kaz Ugawa
Spasticity
David Burke
10:00-10:20
KAHVE ARASI
Oturum Başkanları: Hilmi Uysal, Vildan Yayla
Cerebellar stimulation in humans
Kaz Ugawa
10:20-12:35
Aksonal excitability
David Burke
Clinical neurophsiology of the vestibular system
Michael Halmagyi
12:35-14:00
ÖĞLE YEMEĞİ
Genç Nörofizyologlar Toplantısı
KRİTİK HASTALIK TABLOLARINDA EEG-MONİTORİZASYON
Oturum Başkanları: Neşe Dericioğlu, Ebru Altındağ
Oturum Başkanları: Reha Kuruoğlu, Münevver Gökyiğit
14:00-15:30
Nodopatiler, paranodopatiler
Reha Kuruoğlu
Yoğun Bakım Ünitesinde (YBÜ) EEG monitorizasyonunda
ritmik periyodik paternler ve önemi
Ebru Altındağ
Status epileptikusda EEG paternleri ve fizyolojik temelleri
Kadriye Ağan
Kritik hastalık elektrofizyolojisi
Çağrı Temuçin
YBÜ’de EEG monitorizasyonundaki bulguların kantitatif
değerlendirmesi ve klinik önemi
Neşe Dericioğlu
15:30-15:50
15:50-17:30
KAHVE ARASI
SÖZEL BİLDİRİLER (EMG)
SÖZEL BİLDİRİLER (EEG)
Oturum Başkanları: Bülent Cengiz, Elif Kocasoy Orhan
Oturum Başkanları: Nerses Bebek, İrsel Tezer
17:30-17:40
17:40-18:30
KAHVE ARASI
POSTER TARTIŞMALARI
19:30-20:30
20:30-22:30
POSTER TARTIŞMALARI
AKŞAM YEMEĞİ
EEG OLGU SUNUMLARI
Oturum Başkanları: Betül Baykan, Barış Baklan
-6-
32. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG - EMG KONGRESİ
30 NİSAN 2016 CUMARTESİ
SAAT
SALON A
SALON B
YÜKSEK FREKANS OSİLASYONLARI VE EPİLEPSİ
Oturum Başkanları: Demet Kınay, İbrahim Aydoğdu
08:30-09:15
Update ALS
Reinhard Dengler
Yüksek frekans osilasyonlarının zaman-frekans analizi ile
invazif EEG de otomatik saptanması yoluyla nöbet başlangıç
bölgesinin tahmini
Fırat İnce
İMMÜN EPİLEPSİLERDE EEG BULGULARI
Oturum Başkanları: Demet Kınay, İbrahim Aydoğdu
Oturum Başkanları: Reha Kuruoğlu, Meral Kızıltan
09:15-10:00
Rasmussen sendromu ve sistemik immun hastalıklarda
epilepsi ve EEG özellikleri
Demet Kınay
Neurophysiological markers of physiological and
pathological ageing brain
Paolo Rossini
Nöronal otoantikorlarla ilişkili tablolarda EEG bulguları
Leyla Baysal Kıraç
10:00-10:20
KAHVE ARASI
EEG LABORATUARINDA SORULAR (SORUNLAR)
Oturum Başkanları: Ayşen Gökyiğit, Gülnihal Kutlu
Oturum Başkanları: Hilmi Uysal, Nurten Uzun Adatepe
10:20-12:35
TMS clinical applications
Paolo Rossini
Paroksismal olay anamnezi veren hastalardan istenmiş olan
rutin EEG bize ne söyler?
Kemal Tutkavul
Peripheral neuropathies, especially sensory neuropathies
Renato Verdugo
EEG’de doğru indikasyon doğru yorum
Ayşen Gökyiğit
Nerve conduction in GBS
Liying Cui
Video-EEG monitorizasyon indikasyonları ilkeleri ve getirileri
Naz Yeni
İlaçlar ve EEG
Nerses Bebek
12:35-13:00
GENEL KURUL
13:00-14:00
ÖĞLE YEMEĞİ
TRANSKRANYAL DOĞRU AKIM STİMÜLASYONU
FİZYOLOJİSİ VE KLİNİK ARAŞTIRMALAR
14:00-15:30
Oturum Başkanları: Jale Yazıcı, Münevver Gökyiğit
Oturum Başkanları: Sacit Karamürsel, Bülent Cengiz
Nörojenik hastalıklarda MUP değişiklikleri
Barış Baslo
Beyin uyarımı nesneleri: alanlar, parçacıklar ve dalgalar
Adnan Kurt
Santral sinir sistemi lezyonlarında MUP patolojileri,
elektrofizyolojik değişiklikler
Arzu On
TDCS sinir dokusu ve beyne etkileri
Sacit Karamürsel
TDCS’nun inmede klinik kullanımı
Bülent Cengiz
Motor ünite ateşleme değişiklikleri
Mehmet Demirci
TDCS’nin diğer klinik çalışmalarda kullanım alanları
Pınar Tektürk
15:30-15:50
KAHVE ARASI
-7-
32. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG - EMG KONGRESİ
30 NİSAN 2016 CUMARTESİ
SAAT
15:50-17:30
17:30-17:40
SALON A
SALON B
SÖZEL BİLDİRİLER (EMG)
SÖZEL BİLDİRİLER (EMG)
Oturum Başkanları: Cengiz Tataroğlu, Hıdır Ulaş
Oturum Başkanları: Nurten Uzun, Zeliha Matur
KAHVE ARASI
NÖROLOJİK HASTALIKLARIN PATOGENEZ VE
PROGNOZUNDA UYKU HASTALIKLARININ ROLÜ VE TEDAVİ
YAKLAŞIMLARI
Oturum Başkanları: Derya Karadeniz, Barış Baklan
Oturum Başkanları: Feza Deymeer, Fikret Aysal
17:30-19:00
Nöromusküler kavşak hastalıkları - tanı tedavi
Hacer Durmuş
Nörodejenerasyonda prodromal belirteç olarak atonisiz
REM uykusu ve tedavi endikasyonları
Murat Aksu
Motor son plak hastalıklarında repetetif uyarımın yeri
Burhaneddin Uludağ
Epilepsi ayırıcı tanı ve tedavisine uyku penceresinden bakış
Barış Baklan
Konsantrik iğne elektrod ile SFEMG tecrübesi
Barış Baslo
Kas hastalıklarında polisomnografi endikasyonları ve tedavi
yaklaşımları
Derya Karadeniz
İnme ve uyku hastalıkları ilişkisinde patojenik mekanizmalar
ve tedavi yaklaşımları
Kezban Arslan
20:30
AKŞAM YEMEĞİ
21:30
AKŞAM KEYFİ
-8-
32. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG - EMG KONGRESİ
30 NİSAN 2016 CUMARTESİ
SAAT
SALON C
SALON D
EMG TEKNİSYEN KURSU
EEG/PSG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanı: Vildan Yayla
Oturum Başkanı: Nerses Bebek
14:00-14:30
EMG biyolojik temel
Ferah Kızılay
EEG aygıtını tanıma, cihaz ayarları, cihazın bakımı (teorik ve
uygulama)
Leyla Baysal Kıraç
14:30-15:00
Cihaz bakım ayar
Ferrube Şimşek
EEG elektrotları, elektrotların temizlenmesi, elektrot
yerleştirme prensipleri, montajlar
Yasemin Gömceli
15:00-15:30
Hasta karşılama, bilgilendirme, planlama
Vildan Yayla
Artefaktların tanınması, giderilmesi
Nerses Bebek
15:30-16:00
KAHVE ARASI
Oturum Başkanı: Nurten Uzun
Oturum Başkanları: Ebru AltIndağ, Kezban Aslan
16:00-16:30
Sinir iletimleri
Fikret Bademkıran
Normal, varyant ve patolojik EEG aktiviteleri
Ebru Altindağ
16:30-17:00
İğne EMG
Nurten Uzun
Aktivasyon yöntemlerinin önemi, uygulanması (HV, FS, GAGK kısa süreli uyku ve uyku sağlama yolları)
İrem Çapraz
17:00-17:30
Özel durumlar (Çocuk, ameliyathane)
Elif Kocasoy Orhan
Polisomnografi ıle kaydedilen parametreler, kayıt
protokolleri uyku EEG’si ve uykunun evrelendirilmesi
Kezban Aslan
Oturum Başkanı: Aysun Soysal
17:30-18:00
VEP-BAEP
Aysun Soysal
Özel hasta grubuna yaklaşım ve ilk yardım (Çocuklar, bilinç
bozukluğu, davranış bozukluğu gösterenler, komada olanlar,
enfeksiyon hastaları, yeni beyin ameliyatı geçirmiş olanlar,
kalp ve solunum yetmezliği olanlar, nöbet geçirmekte
olanlar vb.)
Kemal Tutkavul
18:00-18:30
SEP-MEP
Zeliha Matur
32. ULUSAL KLİNİK NÖROFİZYOLOJİ EEG - EMG KONGRESİ
1 MAYIS 2016 PAZAR
SAAT
SALON A
SAAT
EMG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanı: Aysun Soysal
SALON B
EEG/PSG TEKNİSYEN KURSU
Oturum Başkanları: Yasemin Gömceli, Aylin Bican
Demir
09:00-10:30
Cihaz başı uygulama-sinir iletimleri
Zeliha Matur-Ferrube Şimşek
09:00-09:30
İki kıdemli teknisyen tarafından EEG-PSG için hasta
karşılama-bilgilendirme-karşılaşılan sorunlar (sunum-interaktif)
Sefer Sert, İlkay Alanci
10:30-11:00
KAHVE ARASI
09:30-10:00
Uzun süreli video-EEG monitorizasyon ve karşılaşılan sorunlar nöbet -muayenesi ve diğer beklenmedik durumlar, bunlarla başa çıkma
Aylin Bican Demir, Sefer Sert
11:00-12:30
Cihaz başı uygulama - uyandırılmış potansiyeller
Aysun Soysal - Ferrube Şimşek
10:00-12:00
Pratik uygulama
Cihaz başında çalışma
EEG/PSG
Sefer Sert, İlkay Alanci
-9-
SÖZEL SUNUM NO
SS-001
SS-002
SS-003
SS-004
SS-005
SS-006
SUNUM TÜRÜ
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
SUNUM TARİHİ
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
SS-007
EMG
28-Apr
SS-008
SS-009
SS-010
SS-011
SS-012
SS-013
SS-014
SS-015
SS-016
SS-017
SS-018
SS-019
SS-020
SS-021
SS-022
SS-023
SS-024
SS-025
SS-026
SS-027
SS-028
SS-029
SS-030
SS-031
SS-032
SS-033
SS-034
SS-035
SS-036
SS-037
SS-038
SS-039
SS-040
SS-041
SS-042
SS-043
SS-044
SS-045
SS-046
SS-047
SS-048
SS-049
SS-050
SS-051
SS-052
SS-053
SS-054
EMG
EMG
EEG
EEG
EEG
EEG
EEG
EEG
EEG
EEG
EEG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EEG
EEG
EEG
EEG
EEG
EEG
EEG
EEG
EEG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
EMG
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
28-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
29-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
30-Apr
-10-
OTURUM SAATİ
SALON
15:50-17:30
A
15:50-17:30
B
15:50-17:30
A
15:50-17:30
B
15:50-17:30
A
15:50-17:30
B
SÖZEL SUNUMLAR
-11-
-12-
[SS-001]
Kas Lifi İletkenliğinin Bir Ölçütü: Tek Kas Lifi Aksiyon Potansiyellerinin Süresi
Onur Akan1, Mehmet Barış Baslo2
1
TC Sağlık Bakanlığı İstanbul Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği,İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Tek-lif EMG elektrodu (TLEMG) ile yakın alan potansiyeli olarak kaydedilen tek kas lifi aksiyon potansiyeli
(TKLAP), kas lifi üzerinde akmakta olan öncü ve artçı dipollerden oluşmuş bir kuadripol şeklinde modellenebilir. Bu
kuadripolün kas lifi üzerindeki iletim hızı, kaydedilen TKLAP’nin faz değişiminin çabukluğunu; başka bir deyişle,
süresini belirleyecektir. Kas lifinin çapı ince ise, yüksek iç direnç yüzünden kuadripolün seyri yavaş ve kaydedilen
TKLAP’nin süresi uzun olacaktır. Aksine kas lifi hipertrofik ise de bu kez, iç direnç düşük olacak ve kuadripol daha
hızlı seyredeceğinden kaydedilen TKLAP’nin süresi kısalacaktır. Aynı kasta, süresi kısa ve uzun TKLAP’lerinin birlikte
varlığı, bu kas için lifler arası çap farkının arttığına işaret edebilir. Bu çalışmada, sağlıklı gönüllülerde ve kas lifleri
arasında artmış çap farkı beklenen hastalık modellerinde, TLEMG elektrodu ile kaydedilen TKLAP süresinin ayırt ettirici rolü araştırılmıştır.
Yöntem: Çalışmaya 20 sağlıklı gönüllü, 10 kas ve 10 ön boynuz hastası katılmıştır. Katılımcıların ekstensor digitorum
komunis kasından TLEMG elektrodu ile 20’şer tek lif potansiyeli istemli kası sırasında “trigger-delay line” kullanılarak
kaydedilmiştir. Alt kesim filtre 500 Hz frekansına ayarlanmıştır. TLEMG elektrodu motor son plak kuşağından 1 cm
uzağa batırılmış ve 3 farklı insersiyon yapılarak potansiyeller kaydedilmiştir. Yükselme zamanı 0.3 ms’den kısa, genliği 200 µV’tan büyük, şekli sabit potansiyeller TKLAP olarak kabul edilmiş ve analize alınmıştır. Kaydedilen TKLAP’lerinin süre (temel çizgiden ayrıldığı ve geri döndüğü noktalar arası süre) ve pik süresi (ilk ve son pozitif çukurlar arası
süre) ile genlik ve yükselme zamanı değerleri hesaplanmıştır. Gruplar arasında TKLAP’lerinin ölçülen parametreleri
arasındaki farklar araştırılmıştır.
Bulgular: Sağlıklı gönüllüler, kas ve ön boynuz hastalarından kaydedilen TKLAP’nin yükselme zamanları arasında
fark bulunmamıştır. TKLAP’nin süresi sağlıklı gönüllülerde 1.07±0.19 ms, kas hastalarında 1.52±0.55 ms ve ön boynuz hastalarında 1.19±0.53 ms bulunmuştur. Pik süreleri de sağlıklı gönüllülerde 0.37±0.08 ms, kas hastalarında
0.40±0.12 ms ve ön boynuz hastalarında 0.40±0.17 ms ölçülmüştür. Süre parametresi bakımından ön boynuz ve
kas hastaları sağlıklı gönüllülere göre anlamlı derecede daha uzun değerler vermektedir. Diğer önemli bir bulgu,
özellikle kas hastalarında süre parametresinin dağılımında izlenen dispersiyondur.
Sonuç: TLEMG elektrodu ile bir kastan kaydedilen tek kas lifi aksiyon potansiyellerinin süreleri arasındaki farkın artması bu liflerin iletkenliğinin değiştiğini göstermektedir. Bu bulgu, o kas için kas lifleri arasındaki çap farkının arttığı
lehine yorumlanabilir.
Anahtar Kelimeler: Tek lif EMG, tek kas lifi aksiyon potansiyeli (TKLAP), TKLAP süresi
[SS-002]
Amyotrofik Lateral Skleroz Hastalarında Tekrarlayan F Yanıtlarının Görsel ve Yazılımsal
Değerlendirilmesi
Emel Oğuz Akarsu1, Nermin Görkem Şirin2, Hava Özlem Dede1, Tuğrul Artuğ3, İmran Göker4, Lale Mehdikhanova1, Elif
Kocasoy Orhan1, Halil Atilla İdrisoğlu1, Mehmet Barış Baslo1, Ali Emre Öge1
1
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı.
2
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
3
İstanbul Arel Üniversitesi, Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Anabilim Dalı
4
İstanbul Arel Ünüversitesi, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Biyomedikal Mühendisliği Anabilim Dalı
Amaç: F yanıtı incelemesi, ön boynuz hücre havuzu ve uyarılabilirliği hakkında bilgi veren bir yöntemdir. Şekil
ve latans değişikliğinin esas olduğu F yanıtları arasında izlenen aynı latans ve konfigürasyondaki F yanıtları “tekrarlayan F yanıtı” olarak bilinir. Amiyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalarında alt motor nöron kaybı ve üst motor
nöronların eksitabilite değişikliğine bağlı olarak, tekrarlayan F yanıtlarının görülme sıklığı artmıştır. Bu çalışmada,
tekrarlayan F yanıt parametrelerinin görsel olarak ve özel geliştirilmiş bir yazılım ile değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı EMG laboratuvarına yönlendirilen 5 ALS hastası ve 4 sağlıklı gönüllü çalışmaya katıldı. Hastaların az etkilenmiş tarafında, abdüktör digiti minimi (ADM) ve abdüktör
pollisis brevis (APB) kaslarından her bir kas için 90 adet F yanıtı supramaksimal uyarım ile Synergy, Medelec cihazında
kaydedildi. F yanıtlarının latans, amplitüt ve persistansları ölçüldü. Her bir kas için tekrarlayan F yanıtları görsel olarak
değerlendirilerek “tekrarlayan nöron indeksi” ile “tekrarlayan F yanıt indeksi” hesaplandı. F yanıtları, veri dosyası olarak
MATLAB’a aktarıldı ve özel bir yazılım geliştirilerek tekrarlayan F yanıtları ayrıştırıldı. Bu amaçla, her bir F yanıt ikilisi için,
fark traselerinin rektifiye alanları hesaplanarak benzerlik olasılığı belirlendi ve fark trase alanlarının, F yanıt amplitüdü-13-
ne göre dağılım grafikleri çizdirildi. Hasta ile kontrol grupları arasında hesaplanan F yanıt parametreleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Awaji kriterlerine göre hastaların ikisi kesin, biri olası, ikisi mümkün ALS’ydi. Hastalık başlangıç süresi
11,2 aydı. Hasta grubunda sağlıklı kontrol grubuna göre, ADM ve APB kaslarından kayıtlanan F yanıt latansları daha
uzun, amplitüdleri daha yüksek ve persistansları daha düşük bulundu (p<=0,05). Ulnar ve medyan sinir tekrarlayan
nöron indeksi ve tekrarlayan F indeksi, ALS grubunda anlamlı derecede yüksekti. ALS grubunda F yanıt persistansı,
medyan sinirde %66 ve ulnar sinirde %89 iken, sağlıklı kontrol grubunda sırasıyla %89 ve %99’du. Tekrarlayan F
yanıt parametrelerinde ise iki kas grubu arasında anlamlı farklılık izlenmedi.
Sonuç: F yanıt incelemelerinde, tekrarlayan F yanıtlarının fazla olması ve F yanıt persistansının düşük olması ALS’de
izlenen parametrelerdir. Yazılımsal olarak tekrarlayan F yanıtlarının otomatik değerlendirilmesi, ALS hastalarında
takip amacıyla kullanılabilir. Tenar kasta F yanıt persistansının hipotenar bölgeye kıyasla düşük olması, ALS hastalarında görülen ‘split hand’ fenomeni ile açıklanabilir. Tekrarlayan F parametreleri açısından tenar ve hipotenar bölgeler arasında fark bulunmaması, hastaların üst ve alt motor nöron tutulum bulgularının heterojen dağılımı ile ilişkili
olabilir.
Anahtar Kelimeler: amyotrofik lateral skleroz, tekrarlayan F yanıtları, yazılımsal değerlendirme
[SS-003]
Tibial Sinir Aksonal Uyarılabilirlik Değerlendirmesinin Tip 1 Diyabetik Polinöropati Tanısına
Katkısı
Hilmi Uysal1, Pınar Gençpınar2, Gamze Çelmeli3, Özgür Duman2, Şenay Haspolat2
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı
3
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı Anabilim Dalı, Çocuk Endokrin Bilim Dalı
Diabetik polinöropati en sık görülen periferik sinir sistemi nöropatilerinden birisidir. Genellikle DM Tip 2 ye bağlı
olarak gelişmekte ve hastalığın süresi ve kan şeker düzenlemesindeki bozukluklar ile bağıntılı olarak diabetik hastaların önemli bir kısmında ortaya çıkmaktador. Henüz palinöropati gelişimine yol açan patofizyolojik mekanizmalar
tümüyle açıklanabilmiş olmasada diabete bağlı kompleks etkilenmelerin periferik sinir tutulumunda etkili olduğu
konusunda ortak bir görüş oluşmuştur. Tip 1 diabetes mellitus çocukluk yaş grubunda sık görülen T-hücrelerinin
aracılık ettiği, insülin üretiminde görev alan pankreasın beta hücrelerinin süregelen otoimmün veya otoimmun dışı
nedenlerle haraplanması sonucu gelişen, insülinopeni ve hiperglisemi ile karakterize kronik metabolik bir hastalıktır. DM Tip 1 lerde ise daha seyrek polinöropati gelişmekte ve mekanizması ile ilgili ortak bir görüşde oluşmamıştır.
Bu çalışmada Tip 1 DM si olan olgularda aksonal uyarılabilirlik parametreleri incelenmiştir. Çalışmaya Tip 1 DM si olan
ancak PNP si olmayan 12 olgu (15.3±1.7 yaş) ile Tip 1 DM si ve PNP si olan 8 olgu (18.8±3.2 yaş ) katılmıştır. TROND
protokolu ile bu olgulara ayrı ayrı Median ve tibial sinirden uyarım ile aksonal uyarılabilirlik parametreleri çalışılmıştır.
Median sinirden uyarım ile elde edilen aksonaluyarılabilirlik parametrelerinde SDTC da bir yükselme eğilimi bulunmakla
birlikte istatistiksel anlamlı bir farklılık saptanmamıştır. Ancak tibial sinir uyarımı ile EMNG de polinöropatisi saptanmayan 10 olgu (17.8±0.6 yaş) PNP si olan 5 olgu (18.6±2.2 yaş) çalışılmış ve herhangi bir nörolojik yakınması olmayan
16.6±0.8 yaş ortalamalı 10 olgu kontrol grubu olarak değerlendirildiğinde SDTC da normallerde 0.333±0.01 msn, PNP
si olmayanlarda 0.354±0.01 msn saptanırken PNP si olan grupta 0.438±0.03 msn olarak bulunmuş ve aradaki fark
istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0.02). Ayrıca belirgin depolarizayonla uyumlu The(90-100), Ted (10-20)
msn, Ted pik, supereksitabilite, Ted(40-60), The(10-20) msn deki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
Tip DM deki polinöropatinin median sinir uyarılabilirliğinde belirgin değişim yapmaz iken tibial sinirde belirgin patolojik bulgular gösterecek şekilde ortaya çıkmasının, Tip1 PNP nin uzunluğa bağlı polinöropati modeli ile uyumlu olduğu
görüşünü desteklemektedir.
Anahtar Kelimeler: Diabetik Polinöropati, Tip 1 DM, Aksonal Uyarılabilirlik, Tibial sinir
[SS-004]
Sigaranın Periferik Sinir Sistemi Üzerine Akut Ve Kronik Etkileri
Hilmi Uysal1, Fatih Üzer2, Muzaffer Türkeş Demir3, Melike Yıldırım Yıldız4, Abir Alaamel5, Gizem Kızılay5, Hale Ay5,
Ömer Özbudak2
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Gögüs Hastalıkları Anabilim Dalı
3
Antalya Atatürk Devlet Hastanesi
4
Antalya Serik Devlet Hastanesi
5
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi
Sigara kullanımına bağlı sağlık sorunları önemli bir halk sağlığı sorunudur. Sigaranın periferik sinir sistemi üzerine
-14-
etkileriyle ilgili çalışmalar dolaylı olarak çoğunlukla da kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH) ile ilgili bulgulardan
elde edilmiştir. Ancak KOAH lılarda gözlenen duysal ağırlıklı nöropati bulgusu eğer sigara ile ilişkili ise daha çok toksik etkilenmelerde gözlenen bulguyu anımsatmaktadır. Bu durumda da sigara dumanında bulunan maddelerden bir
kısmının doğrudan aksonotoksik etkiye sahip olması beklenir. Kan pH’sının asidoza kayması, periferik sinirin iskemide
olduğu gibi uyarılabilirlik özelliklerini değiştirir. Sigara kullanımı KOAH da en önemli risk faktörüdür. Sigara öyküsü
olan ve ilerleyici nefes darlığı, kronik öksürük öyküsü olan hastalar KOAH için önemli risk grubudur. Bu çalışmada
sigaranın periferik sinir sistemi üzerindeki akut ve kronik etkileri incelenmiştir. Çalışmada yöntemsel olarak periferik
sinir lezyonlarını araştırmada çok güçlü bir araç olan sinir ileti çalışmalarının yanı sıra aksonal uyarılabilirlik çalışması
ile etkinin mekanizmaları araştırılmıştır.
Çalışmada 2015 yılı içinde Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalına başvuran hastalardan KOAH tanısı almış, DM ve KBY
gibi diğer sistemik hastalıkları dışlanmış 24 olgu incelenmiştir. Olguların 6 sında EMNG ile polinöropati (PNP) ile
uyumlu bulgular saptanmıştır. PNP(+) si olan grupta yaş ortalaması 65±3 yıl, PNP(-) olan grupta 60±2 yıldır ve
cinsiyet açısından fark bulunmamaktadır. KOAH lı olgular, 22 sağlıklı kontrol grubu ve 17 sigara içen ancak nörolojik
yakınması olamayan sağlıklı kontrol grubu olmak üzere iki kontrol grubu ile karşılaştırılmıştır.
Aksonal uyarılabilirlik çalışmasıda PNP(-) grupta SDTC 0.420±0.02 msn iken PNP(+) grupta 0.512±0.03 msn bulunmuş ve aralarındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlıdır. Bunun yanı sıra Reobaz, Uyarım yanıt eğrisi, RRP, süpereksitabilite ve S2 akkomodasyon parametrelerindeki farkta istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.
Sigara kullanan ve sigara içim öncesi sonrası aksonal uyarılabilirliklerinin incelendiği kontrol grubunda ise sigara
içimi ardından hiperpolarizasyona ait TEh (90-100), TEh(20-40) TEh eğim, supereksitabilitedeki farklılıklar anlamlı
bulunmuştur.
Tüm bu bulgular KOAH ın neden olduğu polinöropatinin aksonal depolarizasyonla seyrettiğini ve sigara içimine bağlı
değişimin de özellikle invard rektifiye kanallarla bağıntılı olabileceğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Aksonal Uyarılabilirlik, Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı, Polinöropati, Sigara
[SS-005]
Dejeneratif Üst Motor Nöron Hastalıklarında Subklinik Alt Motor Nöron Tutulumunun
Elektrofizyolojik Bulguları
Hava Özlem Dede, Nermin Görkem Şirin, Elif Kocasoy Orhan, Halil Atilla İdrisoğlu, Mehmet Barış Baslo
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Klinik Nörofizyoloji Bölümü
GİRİŞ: Nöronlarda afferent liflerin hasarlanmasıyla sinaptik input kaybolur ve sonuçta postsinaptik nöron dejenerasyona uğrar (transsinaptik dejenerasyon). Primer lateral skleroz (PLS) saf üst motor nöron (ÜMN) tutulumuyla giden
ilerleyici bir hastalık iken herediter spastik paraparezi (HSP) kort,kospinal traktus tutulumu izlenen yavaş progresyon
gösteren spastik paraparezi ile karakterize bir grup hastalıktır. PLS gibi ÜMN tutulumuna ait klinik bulgular gösteren
herediter spastik paraparezide de geleneksel EMG yöntemleriyle elde edilecek bulgular sınırlıdır. Çalışmamızda ÜMN
tipi tutulum olan hastalarda, transsinaptik dejenerasyonunkliniğe yansımayan olası alt motor nöron (AMN) tutulumu
elektrofizyolojik olarak incelenmiştir.
Yöntem: Elektromiyografi labaratuvarımıza yönlendirilen 10 PLS, 5 HSP hastası prospektif olarak incelendi. Alt ve
üst ekstremitelerde duysal ve motor ileti incelemelerini takiben yaygın iğne elektromiyografisi yapıldı. Bu incelemelerde alt motor nöron tipi tutuluma ait bulgu saptanmayan hastalarda, sağ ekstansor digitorum komunis kasından
istemli kası sırasında 25mm, 30G konsantrik iğne ile, alt kesim frekans filtresi 1 kHz olacak şekilde ayarlanarak tek lif
benzeri potansiyeller kaydedildi ve jitter hesaplandı. Her hastada 20 potansiyel çifti kaydedildi. Bireysel jitter değeri
43µs üzerinde olduğunda yüksek jitter olarak kabul edildi.
Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen 10 (K/E: 3/7) PLS hastasının yaş ortalaması 50.7 ± 0.6 yıl, ortalama takip süresi
6.4 ± 0.3 yıl; 5 (K/E:3/2) HSP hastasının yaş ortalaması 39.2 ± 0.7 yıl ortalama takip süreleri 16.6 ± 0.3 yıl idi.
PLS grubunun ortalama jitter değeri 27.1 ± 1.1 HSP grubunun ortalama jitter değeri 30.5± 3.5 idi. İki grup arasında ortalama jitter değerleri bakımından anlamlı fark saptanmadı. Bireysel olarak yüksek bulunan jitter sayısı (>43
mikrosn) HSP grubunda 9/100, PLS grubunda 19/200 olarak saptandı. Nöromuskuler tipte blok görülen potansiyel
sıklığı ise (bireysel jitter değeri> 100 µs) HSP grubunda 7/100 iken PLS grubunda 1/200 idi.
Sonuç: Çalışmamızda ÜMN tipi tutulumu olan, AMN tipi tutuluma ait klinik bulgusu olmayan hastalarda AMN tipi
tutuluma ait bulgular saptanabileceğini gösterdik. ÜMN tipi tutulum olan bu hastalarda uzun takip süreleri ardından
saptanan subklinik AMN tutulumunun transsinaptik dejenerasyon mekanizmasıyla açıklanabileceği görüşündeyiz.
Anahtar Kelimeler: alt motor nöron tutulumu, tek lif EMG, yüksek jitter, transsinaptik dejenerasyon
-15-
[SS-006]
VGKC-Kompleksine Karşı Oto-antikor Saptanan Epilepsi Hastalarında Periferik Sinir
Hipereksitabilitesinin Araştırılması
Zeliha Matur1, Leyla Baysal Kıraç2, Lale Mehdikhanova3, Ebru Nur Vanlı Yavuz4, Erdem Tüzün5, Betül Baykan3, Ali
Emre Öge3
1
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
2
Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı
3
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
4
Koç Üniversitesi Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı
5
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü Sinirbilim Anabilim Dalı
Amaç: Voltaj kapılı potasyum kanal kompleksi oto-antikorları (VGKC-kompleksi Ak) Morvan sendromu, edinsel
nöromiyotoni, kramp-fasikülasyon sendromu gibi periferik tabloların yanısıra limbik ensefalit başta olmak üzere
santral sinir sistemini tutan oldukça geniş bir çeşitlilikteki klinik tablolara yol açabilir. Kronik epilepsi hastalarında
nöronal oto-antikor araştırıldığında %14 oranında VGKC-kompleks Ak pozitifliği saptanmıştır. Bu çalışmanın amacı
VGKC-kompleksi Ak pozitifliği saptanmış olan epilepsi hastalarında periferik sinir hipereksitabilitesinin (PSH) klinik
ve elektrofizyolojik bulgularının araştırılmasıdır.
Yöntem: VGKC-kompleksi Ak pozitifliği saptanan, epilepsi tanılı 12 hasta (9 kadın, yaş ortalaması 40,1 yıl, ortalama epilepsi süresi 25,4 yıl) onamları alınarak çalışmaya dâhil edildi. Hastaların 9’u mesial temporal skleroz, ikisi nedeni bilinmeyen fokal epilepsi, biri ise kortikal displazi tanılıydı. Dokuz hastada kontaktin ilişkili protein-2 antikoru (CASPR-2), 3 hastada ise VGKC-kompleks Ak pozitifliği vardı. Hastaların biri dışında tamamı antiepileptik ilaç kullanmaktaydı. Hastaların
kramp, fasikülasyon, hiperhidroz ve duysal yakınmaları sistematik olarak sorgulandı ve nörolojik muayeneleri yapıldı.
Bütün hastalarda rutin duysal ve motor sinir iletim çalışmaları, sempatik deri yanıtları (SSR) ve R-R interval değişkenlikleri (RRIV) değerlendirildi. Ard boşalımların belirlenmesi için posterior tibial sinir ve ulnar sinirden 0,5,1,3,5,
ve 10 Hz frekanslı ardışık elektriksel stimülasyon yapıldı. Stimülasyon bitiminden sonraki 200 ms içerisinde ard boşalımlar sayıldı.
Bulgular: Hastaların birinde kramp, ikisinde kabızlık ve hiperhidroz gibi otonom belirtiler izlenirken, 3 hastada ekstremitelerde subjektif uyuşma hissi mevcuttu. Sinir iletim çalışmaları hafif şiddette karpal tünel sendromu saptanan
iki hasta dışında normaldi. Minimum F latansı ortalaması ulnar sinirde 24,1 ms, tibial sinirde 46,1 ms olarak normal
sınırlarda ölçüldü. RRIV, sadece 2 hastada yaşa göre düşük bulundu. SSR amplitüdü el için 4 hastada, ayak için ise
5 hastada tanımlanan normal değerlere göre yüksek bulundu. Hastaların 3’ünde 0,5 Hz frekanslı stimülasyondan
itibaren tüm uyarımlarda, birinde ise 5 Hz frekanslı stimülasyon sonrası kısa süreli ard boşalımlar izlendi.
Sonuç: VGKC-kompleksi Ak pozitifliği olan epilepsi hastalarında, hastaların belirgin bir yakınması olmasa bile yaklaşık % 25’inde elektrofizyolojik PSH bulguları görüldüğü saptanmıştır. Bu hastalarda PSH belirtilerinin olmaması veya
hafif seyretmesi, nöbetler için kullanmakta oldukları antiepileptik ilaçların PSH belirtilerini baskılaması ya da bazı
olgularda bu antikorların sadece santral sinir sistemini etkilemiş olmasıyla ilişkili olabilir.
Anahtar Kelimeler: VGKC antikorları, periferik sinir hipereksitabilitesi, ardışık uyarım testi
[SS-007]
Migren Hastalarında Ağrı Atağı Sırasında İşitsel İrkilme Refleksi
Melis Sohtaoğlu Sevindik1, Ayşegül Gündüz1, Uğur Uygunoğlu1, Devrimsel Harika Ertem2, Derya Uludüz1, Baki Göksan1, Sabahattin Saip1, Aksel Siva1, Meral E. Kızıltan1
1
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
2
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Algoloji Bilim Dalı
Amaç: Migren atağı sırasında farklı modalitedeki uyaranlara karşı oluşan (görsel, taktil, işitsel) kortikal ve subkortikal düzeylerdeki duyarlılık değişiklikleri nörofizyolojik yöntemlerle gösterilmiştir. İşitsel irkilme refleksi (İİR) ani,
beklenmeyen ve yoğun bir ses karşısında kasların hızlı ve istemsiz kasılması ile şekillenen bir kaçınma refleksidir.
İnsanda İİR, pontomedüller retiküler formasyonda oluşarak retikülospinal yol ile omuriliğe iletilmekte ve modülasyonu bazal ganglionlar, kortikal yapılar, süperior kollikulus ve omurilikten kaynaklanan girdiler ile çoklu seviyede
düzenlenmektedir. Biz migren hastalarında işitsel uyarana karşı oluşan İİR cevabındaki değişiklikler ile beyin sapı
eksitabilitesini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmamıza, muayene sırasında migren atağında olan ya da son 48 saat içerisinde migrenöz atak geçirdiği
belirlenen, ICHD-II kriterlerine göre auralı/aurasız migren tanısı almış, 16 hasta (14 kadın(%87.5); 2 erkek(%12.5);
-16-
yaş: 36.06±10.48) ile başağrısısız 30 sağlıklı gönüllü (18 kadın(%60); 12 erkek(%40); yaş: 38.73±12.1) alındı.
Yüzeyel kayıt elektrodlar ile iki yanlı orbikularis okuli (OO), sternokleidomastoid (SKM) ve biseps brachii (BB) kaslarından kayıt alındı. Sekiz çeşit sesli uyaran serisi bir ya da üç dakikalık aralar ile kulaklık yoluyla verildi. Yanıt olasılıkları, toplam olası yanıt sayısına aktüel yanıt sayısının bölünmesi ile yüzde (%) olarak hesaplandı. Cevap olasılıkları,
latansları, süresi ve amplitüdü kaydedilerek kontrol grubu ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Migren atağı sırasında OO kayıtlı İİR latansları ve sıklıkları kontroller ile benzerlik gösterirken, yanıt süresinin ve amplitüdünün ağrılı bireylerde arttığı (süre; migren:96.06±64.9 msn, kontrol:72.53±55.6 msn, p=0.19;
amplitüd: migren:498.38±438.11 µV; kontrol: 339.63±182.82 µV, p=0.35) izlendi. İstatistiksel olarak anlamlılık göstermemekle birlikte SKM-İİR amplitüdü ve süresi ağrılı grupta yüksekti (migren:360±550.6 µV; kontrol:
186.55±113.41 µV; p=0.72; süre: migren: 80.5±52.15msn; kontrol: 67.27±51.12; p=0.46). BB kayıtlı İİR sıklığı
migren hastalarında kontrollere göre anlamlı derecede artmış bulundu (p=0.04).
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda migren atağı sırasında irkilme yanıtlarındaki artış, ağrı çeken bireylerde dış uyaranlara karşı oluşan aşırı duyarlılık ve buna bağlı bedensel kaçınma cevabındaki şiddetlenme ile ilişkili olabilir.
Anahtar Kelimeler: Beyin sapı refleksleri, İşitsel İrkilme Refleksi, Migren
[SS-008]
Huzursuz Bacaklar Sendromunda Trigeminoservikal Refleks
Yeşim Gülen Abanoz1, Yasin Abanoz1, Ayşegül Gündüz1, Hayal Ergin2, Gülçin Benbir Şenel1, Derya Karadeniz1, Meral
Erdemir Kızıltan1
1
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
2
Memorial Ataşehir Hastanesi, İstanbul
Bilimsel zemin ve Amaç: Trigemino-servikal reflex (TSR), yüze gelen herhangi bir uyarana karşı savunma amacıyla
ortaya çıkan kaçınma reaksiyonudur. Bu refleks, trigeminal sistem ve servikal motonöronları arasındaki ilişki sonucu
ortaya çıkar. Bu çalışmada, sensori-motor entegrasyon bozukluğu olduğu kabul edilen huzursuz bacaklar sendromunda (HBS) beyin sapında kompleks sensori-motor entegrasyon sistemi, GABA ve dopamin kontrolü altında olduğu
bilinen TSR’nin değişimlerini incelemeyi amaçladık.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya, ilaç tedavisi kullanmamış 15 HBS hastası (K/E:9/6) ve 16 sağlıklı gönüllü (K/E:9/6,
p=0,833) dahil edildi. Ortalama yaşlar, sırasıyla 44.0±12,8 ve 41,0±11,8 idi (p=0,502) TSR, sağ ya da sol trigeminal
sinir infraorbital dalının elektriksel uyarımı sonrası iki yanlı sternokleidomastoid (SKM) ve splenius kapitis (SK) kaslarından kayıt yapılarak elde edildi. İki grup arasında yanıt görülme olasılığı, başlangıç latansları, genlikler ve yanıt
süreleri karşılaştırıldı.
Sonuçlar: Tüm sağlıklı gönüllülerde bilateral SKM ve SK yanıtları elde edilmesine karşın sadece bir hastada yanıt
elde edilmedi. Yanıt latans ve amplitüdleri iki grup arasında benzer olmasına karşın yanıt süreleri HBS grubunda istatiksel olarak anlamlı ölçüde uzundu. Bu artış simetrik olarak gerçekleşmişti.
Yorumlar: HBS’de TSR daha uzun süreli yanıtlar şeklinde elde edilmektedir. Yanıt sürelerinin uzaması ilgili döngüde
eksitabilite artışı ile ilişkili olabilir. Bu bulgunun simetrik olarak ortaya çıkması ise bu refleksi kontrol eden merkezin
eksitabilitesinin HBS’de arttığını düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: beyin sapı, huzursuz bacaklar sendromu, trigeminoservikal refleks
[SS-009]
Servikal Distoni Olgularında Somatosensiyel Ve İşitsel İrkilme Refleksi
Yasin Abanoz, Yeşim Gülen Abanoz, Ayşegül Gündüz, Meral Erdemir Kızıltan
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İstanbul
Giriş-Amaç: İrkilme refleksi (İR), vücudun herhangi bir uyarana karşı savunma reaksiyonu olarak baş ve gövdede
fleksiyon ile yanıt vermesidir. En iyi bilinen ve en çok çalışılan uyarı çeşidi işitsel (İİR) olmakla birlikte somatosensoriyel uyarının da İR’yi (SİR) tetikleyebildiği bilinmektedir. Bu çalışmada, amacımız, somatosensoriyel girdilerin işlenmesinin özel olarak bozulduğu bilinen servikal distoni hasta grubunda SİR ve İİR yanıtlarının değişimini incelemektir.
Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya 41 servikal distoni hastası ve yaş ve cinsiyet uyumlu 33 sağlıklı birey dahil edildi
(ortalama yaş: 40,0±11,4 ve 42,2±16,1; p=0,554). Elektrofizyolojik incelemeler, işitsel uyarım (105 dB) ya da tek
taraflı el bileğinde median sinirin elektriksel uyarımı sonrası iki yanlı orbikülaris okuli (O.oc) ve sternokleidomastoid
-17-
(SKM) kaslardan kaydedilerek yapıldı. Yanıt olasılıkları ve latansları iki grup arasında karşılaştırıldı.
Sonuçlar: Somatosensoriyel uyarı sonrası O.oc ve SKM kasları üzerinden kaydedilen yanıt oranları ve latansları iki
grup arasında benzerdi. Distonik kasılmalar işitsel uyarı sonrası elde edilen refleks yanıtların ayırt edilmesini zorlaştırmaktaydı. Ancak elde edilebilen yanıtların latanslarının servikal distoni grubunda daha kısa olduğu ve bu farkın iki
yanlı O.oc ve sol SKM kasları üzerinden elde edilen yanıtlar da istatistiksel anlamlılık gösterdiği saptandı.
Yorumlar: SİR, üst ya da alt ekstremite somatosensoriyel uyarımı sonrası elektrofizyolojik olarak kaydedilmiş ve üst
ekstremite uyarımı sonrası elde edilen yanıt paterninin İİR ile oldukça benzer olduğu gösterilmiştir. Yolakları kısmen
ortak olan bu iki refleksin jeneralize distoni olgularında benzer düzeyde disinhibe olduğu da bilinmektedir. Ancak
servikal distonide İİR ve SİR eksitabilitesinin farklı yönlerde etkilenmesi dikkat çekicidir. SİR yanıt oranları ve latanslarının sağlıklı bireylere benzer olması, servikal distonide, muhtemelen duyusal hiledekine benzer şekilde, duyusal
girdilerin modulatuvar etkisinin ön planda olduğunu göstermektedir.
Anahtar Kelimeler: distoni, irkilme refleksi, somatosensoriyel
[SS-010]
Yavaş Dalga Uykusunda Status Epileptikus (ESES) ‘ta EEG Özelliklerinin Klinik Özellikler İle
İlişkisi
Özdem Ertürk1, Derya Uludüz1, Sema Saltık2, Nimet Dörtcan3, Ayşe Deniz Elmalı1, Betül Tekin Güveli4, Özlem Çokar5,
Hatice Kurucu1, Veysi Demirbilek1, Ayşın Dervent1
1
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı,Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı
3
Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
4
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, Nöroloji Kliniği
5
Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
Amaç: Yavaş dalga uykusunda status epileptikus (ESES); nöropsikolojik işlevlerde bozukluk, epilepsi ve yavaş dalga uykusu sırasında elektroensefalografide değişiklikler ile karakterize olan yaşa bağlı başlangıç ve bitiş gösteren
bir sendromdur. Klinik ve EEG özellikleri heterojen niteliktedir. Hastaların %80’inde nöbet ilk bulgu iken, %20’sinde
nöropsikolojik bulgular başlangıç bulgusudur. EEG bulguları nöbetlerden 1-2 yıl sonra da ortaya çıkabilir. EEG’de yavaş uykuda biyoelektik status görüntüsü ortaya çıkar. Eğer ESES tüm uyku EEG’sinin %85’ten fazlasını kapsıyorsa
klinik tablo daha ağır seyreder. Bazı hastalarda ESES asimetrik veya tek hemisfere sınırlı olabilmektedir. Bu çalışmada ESES’in uykudaki oranı ve dağılımına göre, hastaların klinik ve nöbet özellikleri arasındaki farklılıklar olup olmadığı
araştırılacaktır.
Yöntem: İstabul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Çocuk Nörolojisi polikliniğinden takipli
110 hastanın klinik ve EEG verileri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Toplam 1056 EEG değerlendirilmiştir. ESES
tablosu, tüm uyku EEG’sinde kapladığı yüzdeye (ESES indeksi) göre; %50-85 ve %85’in üzeri olmak üzere iki gruba
ayrılmıştır. ESES dağılımı; simetrik, baskın olarak asimetrik ve hemiESES olarak üçe ayrılmıştır. ESES spektrum hastalıkları kendi içinde karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Hastaların %45 erkek, %55’i kız idi. Hastaların %82’sinde MR normal iken, %12’sinde MR lezyonu mevcuttu. EEG’lerin 442 tanesinde ESES oranı %50’nin üzerindeydi. Hastaların %56,8’inde ESES indeksi %50-85 arasında iken, %43,2’sinde %85’in üzerindeydi. Hastalarda parsiyel, jeneralize, atipik absans ve atonik tipte nöbetler izlendi. Hastaların %52 kadarında ESES simetrik iken, diğerlerinde asimetrik veya hemiESES şeklinde izlendi. ESES’in
unilateral veya asimetrik olması ile hastalarda MR lezyonu olması arasında ilişki saptanmadı. ESES indeksi ile ESES’in
simetrik veya asimetrik olması arasında ilişki saptanmadı.
Sonuç: ESES spektrumu hastalıkları heterojen bir hastalık grubudur. Geniş hasta serileriyle yapılmış çalışma sayısı
azdır. Geniş hasta serileriyle yapılacak çalışmalar hastalığın klinik özelliklerin daha net tanımlanması, olası alt grupların belirlenmesi ve dolayısı ile prognoz hakkında fikir sahibi olabilmek açısından önem taşır.
Anahtar Kelimeler: ESES, epilepsi, EEG
-18-
[SS-011]
İnvaziv Elektrotlarla İnceleme Sonrası Epilepsi Cerrahisinde Komplikasyon ve Başarı: Erişkin
Hastalarda Hacettepe Deneyimi
Olcay Tosun Meriç1, Nalan Öztürk Küçükşahin1, F. İrsel Tezer1, Burçak Bilginer2, Kader Karlı Oğuz3, Eser Lay Ergün4,
Figen Söylemezoğlu5, Nejat Akalan6, Belkıs Erbaş4, Serap Saygı1
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
2
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara
4
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Ankara
5
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Ankara
6
Medipol Üniversitesi Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahisi, İstanbul
İntrakranial elektrotlarla yapılan video EEG monitörizasyonu, seçilmiş bazı ilaca dirençli fokal epilepsilerde epileptojenik bölgeyi belirlemede kullanılır. Ayrıca lezyon kaynaklı fokal epilepsilerde invaziv monitörizasyon sırasında haritalama yapılarak lezyonun eloquent korteks ile ilişkisi değerlendirilebilir. Ancak pahalı ve yoğun emek
gerektiren bir uygulamadır. 2003 yılından bu yana Hacettepe Erişkin Nörolojinin vakaları Epilepsi ekibimizce incelenebilmektedir. Burada yaptığımız çalışmaların sonuçlarını gözden geçirmeyi ve sonuçları paylaşmayı amaçladık.
Haziran 2003-Mart 2015 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi erişkin epilepsi merkezinde invaziv
monitorizasyon uygulanan 60 hastanın dosyaları retrospektif olarak tarandı. Hastaların 25’i erkek 35’i kadındı. Yaş
ortalaması 29,6; nöbet başlangıç yaşı 10,4; epilepsi süresi 23 yıl idi. İnvaziv monitörizasyon süresi ortalama 5,8
gün; invaziv elektrot sayısı ortalama 76 idi. 25 hastaya derinlik elektrotları da eklendi. 25 hastaya sağ hemisfere,
14 hastaya sol hemisfere ve 19 hastaya her iki hemisfere elektrot yerleştirildi. 30 hastanın invaziv olmayan VEMÜ
kayıtları ile MRG bulguları aynı tarafa işaret etmekteydi. 5 hastanın MRG’si normaldi. 26 hastanın ise invaziv olmayan
VEMÜ bulguları ile MRG bulguları birbiriyle uyumsuzdu. Verilerine ulaşılabilen 41 hastanın 6’sında invaziv monitorizasyon sırasında komplikasyon (sinüs trombozu, bilateral bazal ganglia geçici ödemi, subelektrot hematom, insizyon
yerinden sızıntı, göz kapağı ödemi, baş ağrısı), opere olan 47 hastanın 7’sinde postoperatif komplikasyon (sağ presantral hematom+SAK, menenjit, meningoensefalit, intrakranial apse, yara yeri enfeksiyonu) gelişti. Patolojik olarak
21 hastada kortikal displazi, 4 hastada hipokampal skleroz, 15 hastada diğer bulgular( ensefalomalazi, tümör…),
5 hastada hipokampal skleroz+displazi rapor edildi. Opere olan 47 hastanın, 2’sine vagal sinir stimülatörü, 45’ine
rezektif cerrahi uygulandı. 45 hastanın 35’inin ortalama 65 aylık takibinde nöbetsizlik oranı %62.9 olarak saptandı.
Epilepsi cerrahisinde invaziv monitörizasyon yüksek maliyetli olup deneyimli ekip gerektirse de merkezimizde son
13 yıldır özveri ve başarı ile uygulanabilmektedir. Derinlik elektrotları da uygulama ve ortalama konan elektrot sayısına bağlı olarak komplikasyonlar literatürde de bildirildiği oranda görülmüş ancak kalıcı sekel olmamıştır. İncelenen
hastaların yaklaşık % 75’i opere olabilmektedir ve bu oran literatürle uyumludur. Opere olan vakalar en zor vakalar
olmasına rağmen nöbetsizlik oranı tatmin edicidir.
Anahtar Kelimeler: epilepsi cerrahisi, erişkin, invaziv monitorizasyon
[SS-012]
Epilepsi ve Psikoz Tanısıyla İzlenen Olgularda Video-EEG Bulgularının ve Klinik Verilerin
İncelenmesi
Lale Mehdikhanova1, Ebru Nur Vanlı Yavuz1, Uğur Çıkrıkçılı2, Nerses Bebek1, Candan Gürses1, Ayşen Gökyiğit1, Işın
Baral Kulaksızoğlu2, Betül Baykan1
1
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, İstanbul
Amaç: Epilepsi hastalarında psikoz insidansı (% 9) genel popülasyona (%1) kıyasla anlamlı derecede yüksektir. Bu
ilişki uzun yıllardır bilinmekle birlikte, bağlantının altında yatan mekanizmalar ve prediktif faktörler net olarak belirlenememiştir. Epilepsi ve psikoz birlikteliği olan hastalarda elektrofizyolojik özelliklere dair çalışmalar çok sınırlıdır.
Çalışmadaki amacımız, epileptik psikozu olan hastaların klinik ve elektrofizyolojik bulgularını incelemek ve bu olguların özelliklerini psikozu olmayan epilepsi hastaları ile karşılaştırmaktır.
Yöntem: Bu amaçla, 2002-2015 yılları arasında merkezimizin video EEG monitorizasyon ünitesinde (VEMÜ) değerlendirilen epilepsi hastaları retrospektif olarak tarandı. Epilepsi ve psikiyatri kliniklerinde takip edilen epileptik psikoz
tanılı 15 hasta (yaş 40+9,92 yıl; %66,7’si kadın; nöbet başlangıç yaşı 9,37±7,04 yıl) çalışmaya alındı. Kontrol grubu
olarak ise, yine VEMÜ’de incelenmiş olan ve psikozu olmayan 67 epilepsi hastası (yaş 36,2±7,95 yıl; %61,2’si kadın;
nöbet başlangıç yaşı 12,99±9.5 yıl) rastgele seçildi. Tüm epilepsi hastalarının klinik ve ayrıntılı elektrofizyolojik özellikleri hasta dosyalarından ve VEMÜ arşivinden elde edildi.
Bulgular: Gruplar arasında yaş, cinsiyet, nöbet başlangıç yaşı, aura varlığı, aura tipi, febril nöbet öyküsü, ailede epilepsi
öyküsü, nörolojik muayenede patolojik bulgu varlığı açısından anlamlı fark saptanmadı. Bilinç kaybı ile giden fokal nöbet-19-
ler açısından karşılaştırıldığında, her iki grup arasında belirgin bir fark yokken, sekonder jeneralize konvülziyon psikoz
olgularında daha sıktı, ancak istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p:0,063). Öyküde status epileptikus (p:0,002) ve
doğum travması (p:0,04) psikoz olgularında anlamlı olarak fazla, ancak dirençli epilepsi öyküsü daha azdı (p:0,034).
EEG bulguları açısından incelendiğinde, yetersiz temel aktivitenin psikoz olgularında anlamlı derecede sık olduğu
(p:0,009) ve bu grupta bilateral interiktal frontotemporal epileptojenik odakların fazlalığı (p<0,000) dikkati çekti.
Frontal intermittan delta aktivitesi, hızlı ritmik aktivite varlığı açısından karşılaştırıldığında ise, gruplar arasında anlamlı fark görülmedi. İki grup arasında iktal başlangıcın lateralizasyonu ve lokalizasyonu açısından da anlamlı fark
saptanmadı.
Oroalimentar otomatizmalar kontrol grubunda daha fazlayken (p:0.001), manuel ve pedal otomatizmlar açısından iki
grup arasında belirgin bir fark yoktu. Kontralateral distoni ve postiktal burun silme psikotik olmayan grupta anlamlı
olarak daha fazlaydı (p:0.002).
Epileptik psikoz tanılı 15 olgudan 5’i opere edilmişken, kontrol grubunda 67 hastanın 43’ü opere edilmişti (p:0.04).
Engel sınıflamasına göre postoperatif nöbet kontrolü açısından her iki grup arasında anlamlı bir fark yoktu.
Sonuç: Olgu sayımız az olmakla birlikte, epileptik psikoz hastalarında klinik olarak status epileptikus ve doğum travması gibi inisyal presipitan faktörlerin sıklığı yanısıra, elektrofizyolojik olarak temel aktivite yetersizliği ve bilateral
interiktal frontotemporal epileptik odakların daha sık olması, bu olgularda psikozun daha yaygın bir tutulumla ilişkili
olduğunu, her iki hemisferin frontal-limbik sistemleri arasındaki devrede bozukluk sonucu ortaya çıktığını düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Epilepsi, Psikoz, Elektrofizyolojik özellikler, Video EEG monitorizasyon
[SS-013]
Video EEG Monitorizasyon Ünitesinde Takip Edilen Epilepsi Hastalarının Retrospektif EKG
Kayıtlarının Ritm Bozukluğu Açısından İncelenmesi
Pınar Uzun, Aylin Bican Demir, İbrahim Bora
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı
Amaç: Video EEG monitorizasyon (VEM) ünitelerinde hastalara EEG ile eş zamanlı EKG monitörizasyonu yapılmaktadır. EKG kaydının olması, EEG artefaktlarının epileptik deşarjlardan ayırımının yanı sıra, bu hastaların interiktal ya
da periiktal dönemde ortaya çıkabilicek kardiyak ritm bozukluğunu da gösterebilmektedir. Bu ritm bozuklukları ani
beklenmeyen ölümlerin (SUDEP: Sudden unexpexcted death of epilepsy) altında yatan bir neden olarak da düşünülmektedir. Ayrıca video-EEG kayıtları sırasında tespit edilen aritmi tipleri; taşikardi, bradikardi ve asistol gibi bilgiler
epileptik odağın lokalizasyonu hakkında fikir verebilmektedir. Bu çalışmada VEM ünitelerinde takip edilen hastaların
eş zamanlı EEG-EKG kayıtları retrospektif değerlendirilerek ritm bozukluklarının tanımlanması ve ilişkili olabilecek
faktörlerin belirlenmesi amaçlandı.
Gereç ve Yöntem: Mart 2014 ve Şubat 2016 tarihleri arasında VEM’ de takip edilen hastaların EEG- EKG ve nöbet
semiyolojisini içeren görüntü kayıtları ünitenin mevcut data sisteminden retrospektif incelendi.
Hastaların yaş, cinsiyet, nöbet sınıflandırması, nöbet sayısı, aritmi varlığı, ortaya çıkış zamanı ve tiplendirmesi yapılarak, bunların birbiri ile ilişkisi değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya toplam 165 hasta dahil edildi. Ortalama yaşları 46’ydı. Hastaların 75’i kadındı. Tüm bu hastaların EEG- EKG ve nöbet bulguları değerlendirildi. Hastaların 127 ‘si fokal ve sekonder epilepsi iken 38 i primer jeneralize epilepsiydi. Kayıt edilen toplam 370 fokal nöbetin 233 ü temporal, 92 si frontal, 30’u parietal ve 5 i oksipital
kaynaklıydı. Temporal lob kaynaklı nöbetlerin 82 sinde, frontal lob nöbetlerin 46 sında parietal nöbetlerin 4 ünde iktal
taşikardi saptandı. Tespit edilen 79 jeneralize nöbetin 69 unda iktal taşikardi tespit edildi. Sekonder jeneralize olan
iki nöbette asistoli, postiktal dönemde 23 hastada bradikardi, periiktal 34 hastada ventriküler ekstrasistol görüldü.
Tartışma: İnsular korteks ve limbik sistemin elektriksel uyarımının kalp üzerinde bradiaritmi, taşikardi ve asistoli
gibi ritim bozukluklarına yol açabildiği bilinmektedir. Ortaya çıkan ritm bozukluğuna bağlı SUDEP gelişebileceğine
dair birçok çalışma vardır. Kontrol edilemeyen epilepsinin en kötü sonuçlarından birisi olan SUDEP’in risk insidansının
0.9-93/100.000 arasında değiştiği belirlenmiştir. Çalışmamızda SUDEP e yol açabilecek ritm bozukluklarının sıklık,
nöbet semiyolojisi ve EEG ile ilişkisinin saptanması ve SUDEP i azaltmaya yönelik yapılabilecek çalışmalara katkı
sağlanması amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: iktal EKG, SUDEP, iktal taşikardi
-20-
[SS-014]
Postiktal Generalize EEG Supresyonu İçin Ön Belirteçler
Hava Özlem Dede, Leyla Baysal Kıraç, Lale Mehdikhanova, Nerses Bebek, Candan Gürses, Betül Baykan
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Amaç: Postiktal generalize EEG supresyonu (PGES), epilepside ani beklenmedik ölüm (SUDEP) için iktal kayıtlardan
elde edilen patofizyolojik bir belirteç olarak düşünülmektedir. Yakın dönemde yapılan çalışmalarda PGES varlığının
ve süresinin SUDEP riskini arttırabileceği üzerinde durulmaktadır. PGES patofizyolojisiyle ilgili halen pek az şey bilinmektedir ve SUDEP riskini ortaya koyabilecek her belirteç hayati önem taşımaktadır
Yöntem: Video-EEG ünitemizde 2013 – 2015 yılları arasında kaydedilmiş 27 hastanın 30 jeneralize konvulzif nöbeti retrospektif olarak incelendi. Nöbetten hemen sonra EEG’de zemin aktivitesi amplitüdünün 20 saniyeden uzun
süreyle, 10 µV’un altında seyretmesi PGES olarak tanımlandı. PGES bulgusunun sıklığı, süresi, ayrıca yaş, cinsiyet,
toplam nöbet süresi, tonik ve klonik fazların süreleri, nöbet tipi, istirahat-iktal-postiktal dönemdeki kalp hızı değişimi
ve SUDEP 7 skoru ile ilişkisi değerlendirildi.
Bulgular: Yirmi yedi hastanın kaydedilen 30 nöbetinin on üçünde (% 48,1 ve 43,3 sıklıkta) PGES saptandı. Ortalama
PGES süresi 23,54 ± 5,1 s idi. PGES varlığıyla yaş, cinsiyet, toplam nöbet süresi, tonik ve klonik faz süreleri, nöbet
tipi ve SUDEP 7 skoru arasında istatistiksel bir ilişki gösterilemedi.
İktal ve istirahat dönemleri arasında nabız farkı PGES olmayan grupta, PGES grubuna kıyasla belirgin olarak daha
yüksekti (p:0.007). İstirahat ve post iktal dönemlerde ortalama nabız değerleri iki grup arasında farklı değilken (72
± 4.2 ve 70.5 ± 4.4; p:0.81 ve 0.95, sırasıyla), ortalama iktal nabız PGES saptanmayan grupta 122.7 ±7.6, PGES
saptanan grupta 88.8 ± 10.2 idi ve iki grup arasında anlamlı fark vardı (p:0.016).
Sonuç: PGES jeneralize konvulzif nöbetlerde sıklıkla karşılaşılan ve SUDEP mekanizmasında önemli rolü olabilecek
bir tablodur. Jeneralize konvulzif nöbetlerde nöbet sırasında beklenen kalp hızı artışı, çalışmamızda PGES grubunda
belirgin olarak daha az bulunmuştur. PGES saptanan nöbetlerde kalp hızı değişkenliğinin azalmış olması SUDEP mekanizması ile ilişkili olabilir. Genetik bulguların da SUDEP açısından daha önemli bir rolü olabilir. Postiktal dönemin
PGES varlığı açısından dikkatle incelenmesinin önemli olduğu akılda tutulmalıdır. PGES bulgusunun öneminin farkında
olmak SUDEP riskini azaltmada faydalı olabilir.
Anahtar Kelimeler: PGES, SUDEP, iktal nabız, kalp hızı değişkenliği, postiktal EEG değişiklikleri
[SS-015]
Juvenil Myoklonik Epilepsi Hastalarında Ekokardiyografi ve Holter Bulgularının
Değerlendirilmesi
Fatma Genç1, Ahmet Genç2, Elif Küçükseymen1, Abidin Erdal1, Yasemin Biçer Gömceli1, Şakir Arslan2, Gülnihal Kutlu3
1
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Antalya
2
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Antalya
3
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji AD, Nörofizyoloji BD, Muğla
Amaç: Epilepsi iktal ve interiktal periyotta otonom fonksiyonları sıklıkla etkilemektedir. Nöbet geçiren hastalarda
epileptik deşarjların, santral otonomik ağ yolu ile normal otonomik vital kardiyak fonksiyonları bozduğu veya değiştirdiği düşünülmektedir.
Yöntem: Epilepsi polikliniğimizde takipli juvenil myoklonik epilepsi (JME) ve sağlıklı kontrol grubuna 24 saat ambulatuar ritm holter monitörizasyonu yapıldı. Sonuçlar kardiyoloji uzmanı tarafından değerlendirilerek heart rate variabilite açısından SPOWER, rMSSD, SDNN, pNN50, VLF, LF, HF, LF-HF parametreleri incelendi. Yine hasta ve kontrol
grubuna kardiyolog tarafından, sol lateral supin yatış pozisyonunda transtorasik ekokardiyografi (TTE) yapıldı, 2-D,
M-Mode, CW, PW, doku doppler görüntüleri alındı. Her parametre için 3 ölçüm gerçekleştirildi ve ortalama değerler
elde edildi. Ortalama değerler vücut yüzey alanına göre hesaplandı. Heriki grubun 5 dakikalık istirahat sonrası oturur
pozisyonda kan basınçları ölçüldü. Heriki grubun boy, kilo ve bel çevresi ölçülüp vücut kitle indeksi (VKİ) ve vücut
yüzey alanı (VYA) hesaplandı.
Bulgu: Çalışmaya, 51 hasta (34 (%66.7) kadın, 17 (%33.3) erkek) ve 45 kontrol grubu (30 (%66.7), 15 (%33.3)
erkek) alındı. Hasta grubunun yaş ortalaması 26±7.58 iken kontrol grubunun 26.71±5.14 idi. Heriki grubun boy,
kilo, VKİ, VYA, kan basınçlarının ortalamaları arasında anlamlı fark yoktu. Holterde ve TTE’ da bakılan tüm parametreler arasında anlamlı fark yoktu.
Sonuç: Literatürde JME hastalarında heart rate variabiliteyi ve sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonlarını
değerlendiren herhangi bir çalışmaya rastlamadık. Primer jeneralize epilepsilerde genellikle heart rate variabilitede
-21-
bozulma ve sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonlarında olumsuz yönde etkilenme saptanmasına rağmen bizim
JME hasta grubumuzda bu yönde bir bulguya rastlamadık.
Anahtar Kelimeler: Juvenil myoklonik epilepsi, transtorasik ekokardiyografi, holter
[SS-016]
Juvenil Miyoklonik Epilepside Status Epileptikus’un Sıklığı ve Belirleyicileri Nelerdir?
Emel Oğuz Akarsu1, Zeynep Aydın Özemir2, Nerses Bebek1, Candan Gürses1, Ayşen Gökyiğit1, Betül Baykan1
1
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
2
Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
Amaç: Juvenil miyoklonik epilepsi (JME) hastalarında status epileptikus (SE) çok nadir olarak bildirilmiştir ve SE’u
tetikleyen faktörler, tipleri, yatkınlık yaratan süreçler ile ilgili bilgilerimiz sınırlıdır. Bu çalışmada JME tanısı ile izlenen
hastaların SE görülme sıklığını, tiplerini ve ayırt ettirici özelliklerini incelemek amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmamız, epilepsi polikliniğimize 1990-2015 yılları arasında başvuran JME tanısı ILAE (International
League against Epilepsy 2010) sınıflamasına göre konmuş hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenerek yapıldı. Öyküde dominant nöbet tipi olarak miyokloni ve EEG’lerinde jeneralize tipik diken-dalga aktivitesi izlenmiş olan
kesin JME tanılı hastalar çalışmaya alındı. Bütün olguların demografik özellikleri, aile öyküleri, atipik özellikler, nöbet
başlangıç yaşı, nöbet sıklığı, semiyolojisi araştırıldı. Hastaların dosyaları taranarak SE varlığı, tipi, sayısı, tetikleyen
faktörler, SE olan dönemde kullandığı antiepileptik ilaçlar belirlendi.
Bulgular: Kesin JME tanılı 135 hastanın (54 erkek, 81 kadın) dosyasına ulaşıldı. Miyoklonik SE öyküsü olan 2 hastanın, takiplerinde progresif miyoklonik epilepsi tanısı aldığı tespit edilerek çalışma dışı bırakıldı. Hastalarımızın ortalama hastalık başlangıç yaşı 15±3,98 idi.. 13 hastada miyoklonilerin fokal özellik gösterdiği (%9,7), 12 hastanın
nöbetlerinin dirençli olduğu (%8,95) gözlendi. 41 hastanın öyküsünde uygunsuz antiepileptik tedavi (fenitoin, karbamazepin) kullanımı (%30,8), 22 hastada düzensiz (%16,5) ilaç kullanımı mevcuttu. Hastaların % 54’ü uykusuzluk
ve yorgunluk ile miyoklonilerinin artmasından yakınmakta idi. 5 hastada ILAE 2015 sınıflamasına göre SE varlığı (%
3,76) tespit edildi. SE saptanan beş hastanın 3’ünde EEG ile SE kaydı yapıldı. Öyküsü net olan iki hastada da öykü
özelliklerine dayanılarak SE tanısı kondu. 4 olguda en sık miyoklonik SE tablosunun görüldü. 1 olguda ek olarak JKSE,
1 olguda ise ASE saptandı. SE hastalarının hepsinin iyi seyirli grupta olduğu izlendi. Bir hastada uygunsuz ilaç kullanımı ile, 2 hastada uykusuzluk, bir hastada ilaç aksatma ve uykusuzluk ile SE’un tetiklendiği gözlendi. Karbamazepin
kullanan bir hastada ilaç değişimi sırasında SE atağının tetiklendiği izlendi. Üç hastada SE tablosunun tekrarladığı ve
miyoklonilerin fokal özellikte olmasının anlamlı olarak sık izlendiği (p: 0.0125) dikkati çekti. Ayrıca SE saptanan 3
hastada ailede epilepsi öyküsü mevcuttu.
Sonuç: Çalışmamızda JME’de SE sıklığı % 3,76 olarak saptandı. Bu oran literatürdeki nadir çalışmalar ile benzerdi.
Genellikle iyi seyirli olan bu sendromda hastalığın seyrinden bağımsız olarak SE görüldüğünü gözlemledik. SE görülen hastalarda fokal özellik gösteren miyokloniler anlamlı oranda sıktı. Ayrıca SE görülen hastalarda SE tekrarlama
eğilimindeydi. Benzer tetikleyiciler birçok JME hastasında nöbeti tetikleyen faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır, bu
nedenle SE olan hastalarda bu etkenlerin yanısıra bir takım genetik faktörlerin de JME hastalarında SE’a yatkınlığı
arttırdığı düşünüldü.
Anahtar Kelimeler: Juvenil miyoklonik epilepsi, status epileptikus, miyoklonik status
[SS-017]
İdyopatik İntrakranyal Hipertansiyon Beyinsapında Kalıcı Hipereksitabiliteye mi Yol Açıyor?
Bedia Samancı, Güneş Altıokka Uzun, Elif Kocasoy Orhan, Esme Ekizoğlu, Ali Emre Öge, Betül Baykan
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
Amaç: İdyopatik intrakranyal hipertansiyon(İİH) nedeni bilinmeyen intrakranyal basınç artışı ile karakterize bir
sendromdur. Kalıcı vizyon kaybı, kronik başağrısı ya da nükslerin izlenebilmesi, tekrarlanan lomber ponksiyonların
yaşam kalitesini düşürmesi nedeniyle, vizyon ve görme alanı dışında takipte kullanılabilecek objektif ölçümlere ihtiyaç duyulmaktadır. İİH’de 2. ve 6.kranyal sinir başta olmak üzere bazı kranyal sinirlerin etkilenebildiği bilinmektedir.
Bu çalışmadaki amacımız, İİH hastalarının blink(göz kırpma) refleks incelemelerinin migren hastaları ve sağlıklı
kontrollerle karşılaştırılması ve İİH grubunda blink refleks verilerinin klinik bulgularla ilişkisini değerlendirerek takip
ve prognoz tahminindeki rolünün araştırılmasıdır.
Yöntem: Revize Friedman tanı kriterlerine göre tanı almış 23 İİH hastası ile kontrol grubu olarak 15 aurasız migren
hastası ve 16 sağlıklı gönüllü, yazılı onam formlarının alınması sonrası çalışmaya dahil edildi, iki taraflı ikili uyarımlarla blink refleks çalışıldı ve bu uyarılara cevaben blink refleksin toparlanması değerlendirildi. Elde edilen tüm sonuçlar
-22-
istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: İİH hastalarının(21K, 2E) ortalama yaşı 37,6±10,98yıl, ortalama hastalık süresi 53,6±54,23ay idi. Hastaların 18’inin başvuru yakınması başağrısı, 5’inin ise bulanık görme idi. İki hasta dışında tüm hastalarda papilödem, 10
hastada vizyon kaybı/görme alanı defekti saptandı. Takiplerde 8 hastada nüks görülürken, 6 hastada ayda 4’ten fazla
devam eden başağrısı atağı, 4 hastada ise devam eden/yeni başlayan vizyon kaybı/görme alanı defekti mevcuttu.
İİH hastalarının klinik özellikleri ile 200, 300, 500 ve 800ms ISI ile yapılan ikili uyarımlar sonucu ipsilateral(IL) ve kontralateral(KL) yanıtlarda 2.R2 dalgasının alanının 1.R2 dalgasının alanına oranı (2R2/1R2 alan) hesaplandığında elde edilen veriler
karşılaştırıldığında, başlangıçta görme bulanıklığından yakınan hastalardan 500ms ISI ile alınan IL yanıtın, başağrısı olan
hastalara göre anlamlı yüksek olduğu görüldü(p=0,045). Diğer klinik ve elektrofizyolojik bulgular arasında ilişki görülmedi.
Her üç grup değerlendirildiğinde, İİH grubunda 500ms ISI ile alınan IL 2R2/1R2 alan oranı sağlıklı kontrol grubuna
göre anlamlı olarak yüksek bulundu(p=0,001). Atak ve remisyon hastaları ayrı gruplarda olmak üzere, 2R2/1R2
alan oranları açısından ikili gruplar arası karşılaştırmalar yapıldığındaysa, atak dönemindeki hastalarda 500ms ISI ile
alınan IL (p=0,027), 200ms ISI ile alınan KL (p=0,042) yanıtların; remisyondaki hastalarda ise 300ms(p=0,029),
500ms(p=0,001) ve 800ms(p=0,011) ISI değerlerinde IL yanıtların sağlıklı kontrollere kıyasla anlamlı derecede
yüksek olduğu görüldü. İİH ve migren hastaları arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark saptanmadı.
Sonuçlar: İİH hastalarında sağlıklı kontrollere göre R2 toparlanmasında anlamlı artış görülmesi ve remisyondaki
hastalarda bu anlamlılığın devam etmesi, bu hasta grubunda daha önce migrenli ve allodinili hasta gruplarında gösterilene benzer şekilde trigeminal yapılardaki eksitabilitenin arttığını ve bunun kronik dönemde kalıcı hale geldiğini
düşündürmektedir. Bulgularımız İİH mekanizmasına yönelik yeni bir bakış açısı sunmak ve yeni takip ve tedavi stratejilerini değerlendirmek açısından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Beyinsapı, blink refleks, göz kırpma refleksi, hipereksitabilite, idyopatik intrakranyal hipertansiyon
[SS-018]
Epilepsi Hastalarında Beynin Kaotiklik Seviyesini İnvaziv İktal EEG Veri Analizi İle Belirleme
Gülsüm Akdeniz1, Şadiye Gümüşyayla2, Gönül Vural2, Hesna Bektaş3, Orhan Deniz2
1
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı, Ankara
2
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Ankara
3
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Departmanı, Ankara
Giriş: Epilepsi hastalarında nöbet sırasında beyin biyodinamikleri değişmektedir. Beynin yüzeyine/içine veya saçlı
deri yüzeyinden elektrotlar vasıtası ile beynin biyofiziksel potansiyellerinin ölçümü elektroensefalogram (EEG) sinyalleri olarak adlandırılır. Fizyolojik olan veya olmayan artefaktlar nedeni ile zaman zaman nöbete neden olan beyin
bölgesi ile ilişkili epileptik aktiviteyi ve beynin kaotiklik seviyesini tanımlamak zor olmaktadır. Amacımız, epilepsi
hastalarında invaziv iktal EEG verileri kullanarak beynin kaotiklik düzeyi hakkında bilgi sağlamak ve sağlıklı bireylerle
karşılaştırılarak aradaki farkın ortaya konmasıdır.
Materyal ve Yöntem: On epilepsi hastasının invaziv iktal EEG verileri ile on sağlıklı bireyin EEG sinyallerine kantitatif hale dönüştürmek için dört seviye dalgacık dönüşümü yapılmıştır. İnvaziv iktal EEG verileri Bonn Üniversitesinden
(http://epileptologie- bonn.de/cms/upload/workgroup/lehnertz/eegdata.html) elde edilmiştir. Her bir dizi için beynin
kaotiklik seviyesi hesaplanarak, sağlıklı ve epilepsi bireylerin kaotiklik değerleri grafik üzerinde gösterilmiştir.
Bulgular: İnvaziv EEG verilerinin kantitatif analizinden elde edilen bulgularda, epilepsi hastalarının kaotiklik değerleri, sağlıklı gönüllü katılımcıların kaotiklik değerlerine göre daha yüksek bulunmuştur. En yüksek kaotiklik seviyesi
dördüncü seviyede elde edilmiştir. Dalgacık dönüşümünde seviye arttıkça kaotikliğin arttığı saptanmıştır.
Tartışma ve Sonuç: Sınırlı sayıdaki az veri ile elde edilen bu bulguların sonuçları ön çalışma sonuçları olmasına
rağmen kantitatif EEGnin kullanımı ile beynin kaotiklik seviyesi hakkında bilgi verici olduğu görülmüştür. Çıplak gözle
bakıldığında karar verilemeyen EEG sinyallerinde, kantitatif EEGden kaotiklik değerlerine bakılarak EEG aktivitelerinin durumundan hareketle beyin kaotiklik seviyesine karar verilebilir. Elde edilen sonuçlar, bireyin o zaman diliminde
nöbet geçirip geçirmediği hakkında bilgi sağlayabilecektir. Özellikle elektriksel kaynak yerelleştirme çalışmalarında
EEG ön analizi olarak kaotiklik hesabının kullanımı epilepsi hastalarında nöbete neden olan beyin bölgesinin araştırılmasında fayda sağlayabilecektir.
Anahtar Kelimeler: EEG, epilepsi, kantitatif EEG, kaotiklik, beyin
-23-
[SS-019]
Serebral Kitle Lezyonlarının Ameliyatlarında Nörofizyolojik İzleme
Kubilay Varlı1, Fatma Gökçem Yıldız2, Melike Mut3
1
Hacettepe Üniversitesi; Nöroloji Anabilim Dalı
2
Hacettepe Üniversitesi; Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü
3
Hacettepe Üniversitesi; Nöroşirürji Anabilim Dalı
Giriş: Intraoperatif noromonitorizasyon kitle cerrahisi rezeksiyonlarında morbiditeyi en aza indirmek icin kullanılmaktadır. Kortikal kitlesi olan hastalarda kritik anatomik yapıların elektrofizyoljik takibi operasyon ekibine daha fazla
güven vermekle birlikte prognozun başarı oranını arttırmaktadır.
Bu sunumda, kortikal kitle cerrahisi esansında uygulanan intraoperatif nöromonitorizasyon tecrübemiz paylaşılmıştır.
Yöntemler: İntraoperatif monitorizasyon uygulaması hastanın kitle lokalizasyonu, rezeksiyon cerrahisinin uygulandığı alan, genel anestezi uygulanmış olup olmamasına göre her hasta için özelleştirilmiş olarak uygulanmıştır. Genel
olarak MEP,median SEP, serbest EMG takibi uygulanmıştır.
Sonuçlar: 2012-2016 yılları arasında değişik kortikal alanlarda kitlesi bulunup rezeksiyon cerrahisi yapılan 7 hastaya
intraoperatif nöromonitorizasyon uygulaması yapılmıştır. Hastanın 5’inde intraoperatif monitorizasyon modalitelerinden MEP, serbest EMG takibi, median SEP uygulamaları birlikte kullanılmıştır. 2 hastada uyanık cerrahi yapılması
nedeniyle MEP takibi yapılamamıştır. Bu 2 hastaya ek olarak peroperatif kortikografi, 2 hastaya da faz reversal
uygulaması yapılmıştır. Hastaların 2’sinde operasyon esnasında nörofizyolojik değişiklikler gözlenmiştir. Operasyon
sonrası hastaların hiçbirinde nörolojik defisit gözlenmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Intraoperatif monitorizasyon, SEP, MEP, Serebral kitle
[SS-020]
Spinal Tümör Ameliyatlarında Nörofizyolojik İzleme
Kubilay Varlı1, Fatma Gökçem Yıldız2, Melike Mut3
1
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
2
Hacettepe Üniversitesi, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi,Nöroşirurji Anabilim Dalı
Giriş: Spinal cerrahi yöntemlerinin son yıllarda oldukça gelişmesine ragmen kitle rezeksiyonları esnasında nörolojik
defisit gelişme oranı oldukça yüksektir. Biz bu çalışmada merkezimizde spinal kitle cerrahisi uygulanmış vakaların
operasyonları esnasında kullanılan intraoperatif monitorizasyon uygulamalarının sonuçlarını retrospektif olarak inceledik.
Yöntem: İntraoperatif monitorizasyon uygulaması esnasında kullanılan yöntemler her hasta için özelleştirilmiştir.
Takip edilen kasların seçimi kitlenin lokalizasyonu, hastanın nörolojik durumu ve kullanılan cerrahi teknik durumuna
göre seçilmiştir. Hastaların geneline çoklu intraoperatif monitorizasyon standart uygulaması tercih edilmiştir.
Sonuçlar: 2012-2016 yılları esnasında 9 hastaya spinal kitle cerrahisi esnasında intraoperatif nöromonitorizasyon
uygulanmıştır. Hastaların 4’ünde servikal, 4’ünde torakal, 1’inde lomber kitle mevcuttu. Hastaların hepsinde MEP,
tibial SEP, serbest EMG uygulamaları kullanıldı. 2 hastaya ek olarak anal sfinkter MEP uygulaması yapılmıştır. Takibi
yapılan hastaların hepsinde nörofizyolojik MEP değerlerinde amplitüt artışı gözlenmiştir. Anal sfinkter kası takibi yapılan 2 hastanın rezeksiyon sonrası MEP amplitüt artışının en belirgin düzelme olduğu gözlenmiştir. Operasyon sonrası
yeni nörolojik defisit gözlenmemiştir.
Anahtar Kelimeler: Intraoperatif monitorizaston, SEP, MEP, Spinal kitle
[SS-021]
Elim Gerçekten Sanale Kayarken Beynim Ne Yapıyor?
Halil Can Alaydın, Bülent Cengiz
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Nöroloji A.B.D., Klinik Nörofizyoloji B.D.
Giriş ve Amaç: Kauçuk el yanılsaması (KEY) eş zamanlı uygulanan görsel ve taktil uyarı ile kişinin gördüğü kauçuk
elin görmediği kendi eliyle yer değiştirdiğini hissetmesidir. KEY ile vücut aidiyetinde geçici ve sanal bir bozukluk
oluşturulmuş olur. Bu çalışmada KEY sırasında motor kortekste ve sensörimotor entegrasyonda gelişen değişikliklerin incelenmesi amaçlanmıştır. Hipotezimize göre KEY sırasında sensörimotor entegrasyonun bozulması sonucu kısa
-24-
intervalli aferent inhibisyon(SAI) ve kısa intervalli intrakortikal inhibisyonun(SICI) azalması beklenmektedir.
Yöntem: Çalışmaya herhangi bir nörolojik hastalığı olmayan 12 sağlıklı gönüllü dahil edilmiştir. Çalışma iki kısımdan
oluşmuştur:
1. KEY-SAI etkileşimi: KEY sırasında SAI inceleyebilmek için kauçuk elin işaret parmağına LED ışığı yerleştirildi ve
ölçüm sırasında parmaktan verilen periferik uyarı ile eş zamanlı kauçuk eldeki LED lamba yandı. Belli bir sayıda elektriksel uyarıdan sonra kişide KEY oluştu. Yanılsama sırasında ve yanılsama bozulduktan hemen sonra SAI ölçümleri
tekrarlandı.
2. KEY-SICI etkileşimi: Bu oturumda kauçuk el işaret parmağı ve gerçek el işaret parmağı altlarına süngerler yerleştirilerek her iki işaret parmağa, eş zamanlı olarak, pasif hareket yaptırılmış ve bu eş zamanlı hareket sonucu gönüllüde
KEY oluşturulmuştur. Kısa intervalli intrakortikal inhibisyon (SICI), intrakortikal fasilitasyon (ICF) ve 200 uV MEP için
istirahat motor eşik (RMT); KEY öncesinde, yanılsama sırasında ve yanılsamadan hemen sonra ölçülmüştür.
Her iki yöntemin kontrol oturumu aynı sayıda periferik uyarının yanılsama oluşturulmadan verilerek tekrarlanmasıyla
yapılmıştır. KEY’nın şiddeti bir anketle ve yanılsama sırasında kişinin gerçek eli ile hissettiği yer arası mesafe ölçülerek(proprioseptif drift) değerlendirilmiştir.
Bulgular: Hem SAI hem SICI analizinde yanılsama oturumunda yapılan tek yönlü tekrarlayan ANOVA testinde ölçüm zamanı (yanılsama öncesi x yanılsama sırasında x yanılsamadan hemen sonra) SAI ve SICI üzerinde anlamlı
derecede etkili (p<0.05) faktör olarak saptandı. Post-hoc analizde bazal SAI ile yanılsama sırasında, yanılsamadan
hemen sonra inhibisyon değerlerinde artma saptandı. SICI’da ise yanılsama sırasında inhibisyon değerlerinde anlamlı derecede azalma saptandı. Yanılsama olmaksızın yapılan kontrol SAI ve SICI oturumlarında ölçüm zamanı her
iki parametre için de etkili faktör değildi (p>0.05). ICF ve RMT analizinde ne yanılsama oturumunda ne de kontrol
oturumunda ölçüm zamanı etkili bir parametre olarak saptanmadı (p>0.05).
Sonuç: Çalışmanın bulguları, hipotezimizin aksine, KEY sırasında SAI’de artmaya işaret etmektedir. Motor korteks
uyarılabilirlik parametresi olan ortalama SICI değerlerinde ise azalma saptanmıştır. Bu iki bulgu beraber değerlendirildiğinde KEY ile afferent uyarının bozulması sonucu bir kompanzasyon mekanizması olarak sensorimotor inhibisyonun arttığı, muhtemelen yanılsamaya bağlı olarak gelişen kortikal plastisite değişikliği nedeniyle intrakortikal
inhibisyonda(SICI) azalma geliştiği yani yanılsamanın motor kortekste “geçici bir lezyon tablosu” oluşturduğu düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Kauçuk El Yanılsaması, Kortikal Eksitabilite, SAI, Sensörimotor entegrasyon, SICI
[SS-022]
Serebelluma Uygulanan Transkranial Manyetik Stimulasyonun Kortikal Eksitabilite Üzerine
Etkisinin Değerlendirilmesi
Filiz Azman1, Vıldan Yayla1, Arsıda Bajramı1, Nejla Sozer1, Aslı Demırtaş Tatlıdede1, A. Emre Öge2
1
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
Amaç: Serebellar TMS, serebellum ve motor kontrol mekanizmaları anlamanın yanı sıra tedavi ve rehabilitasyonda
fonksiyonel iyileşmeye yönelik çalışmalarda önemli yer tutmaktadır. Bu çalışmalarda farklı serebellar TMS protokollerinin kortikal eksitabilite üzerine etkilerini ölçmenin ve bu protokoller arasında karşılaştırma yapmanın zor olduğu
öne sürülmüştür. Teta Burst Stimulasyon yönteminin (TBS), konvansiyonel rTMS yöntemlerine göre daha etkili ve
kalıcı olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada, serebelluma, sürekli TBS (cTBS), aralıklı TBS (iTBS) ve sham uygulamalarının kortikal eksitabilite üzerine etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Yaş aralığı 17-44 yıl olan 20 erkek sağlıklı gönüllülerin rastgele sırayla en az 1 hafta arayla lateral serebellum üzerine cTBS, iTBS ve sham TBS uygulandı. Her bir TBS uygulaması öncesi ve sonrası kortikal eksitabilite
değerlendirmesi için, kontralateral M1’den istirahat motor eşikleri (RMT), aktif motor eşikleri (AMT), MEP amplitüdleri, kortikal sessiz periyod (KSP) değerleri ölçüldü ve istatistiksel olarak karşılaştırıldı: Sayının az olması nedeniyle
non-parametrik testler (gruplararası karşılaştırmalarda Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney, rTMS öncesi ve sonrası
karşılaştırmalarda Friedman ve Wilcoxon testleri) kullanıldı. Anlamlılık p<=0,05 olarak kabul edildi.
Bulgular: Aktif motor eşik değerlerinde çoklu karşılaştırmada anlamlı fark (p=0,002) bulunması üzerine yapılan
ikili değerlendirmelerde, cTBS ve iTBS gruplarında işlem öncesi vesonrasıarasında anlamlıfark saptandı (sırasıyla
p=0,012, p=0,043). İstirahat motor eşik değerlerinde gruplar arası ve grup içi karşılaştırmalarda anlamlı farklılık
saptanmadı. MEP amplitüd değerlerinde ise, iTBS grubunda işlem sonrası anlamlı azalma gözlenirken (p=0,028),
cTBS ve sham gruplarında anlamlı değişiklik saptanmadı. KSP değerlerinde, hem çoklu hem de ikili karşılaştırmalarda
-25-
gruplar arası veya rTMS öncesi ve sonrası arasında anlamlı fark bulunmadı. Deneklerde, uygulanan işleme bağlı yan
etki gözlenmedi.
Sonuç: Serebellum üzerine uygulanan konvansiyonel rTMS veya TBS çalışmalarında değişik sonuçlar elde edilmiştir.
PMC üzerinde doğrudan uygulandığında inhibitör etkili olduğu bilinen cTBS, çalışmamızda MEP değerlerinde anlamlı
değişiklik oluşturmamıştır. Sham uygulaması da parametrelerin hiçbirisinde beklenildiği gibi anlamlı bir değişiklik
oluşturmamıştır, bu da uygulanan cTMS ve iTMS yöntemlerinin etkililiği açısından önem arz etmektedir. PMC üzerine
doğrudan uygulandığında MEP amplitüdlerinde artışa neden olarak eksitatör etki gösteren iTBS yöntemi, bu çalışmada serebellum üzerine uygulandığında MEP amplitüdlerinde ve AMT değerlerinde anlamlı azalmaya neden olmuş
ve inhibitör etki göstermiştir. Bu sonucun, Purkinje hücrelerine uygulanan manyetik uyarımın eksitatör etkisi nedeniyle, dentatotalamokortikal yol üzerindeki inhibisyonu arttırması ve böylece kortikal eksitabiliteyi azaltmasına bağlı
olabileceği düşünülmüştür. Motor korteks üzerindeki etkileri iyi bilinen TBS yöntemlerinin serebellum üzerine farklı
protokollerle uygulanmasıyla elde edilen sonuçlar ortak protokollerin oluşturulmasına yardımcı olacaktır. Ağrısız, güvenilir, uygulaması kolay olan bu yöntemle yapılan bu çalışmalar hem protokollerin oluşturulmasına hem de tedavi
ve rehabilitasyona katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler: serebellum, tms, tbs
[SS-023]
30 hz Sürekli Tetha Burst Stimülasyon Uygulamasının İnsan Motor Korteksi Üzerine Etkileri
Zeynep Özdemir, Güneş Altıokka Uzun, Nermin Görkem Şirin, Mesude Özerden, Erkan Acar, Aysun Soysal
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, 3.Nöroloji Kliniği
Amaç: Repetetif Transkraniyal Manyetik Stimülasyonun (TMS) teta frekansında gruplar halinde uygulanmasının
insan motor korteksi üzerinde nöroplastisitede değişikliklere neden olduğu gösterilmiştir. Ancak son zamanlarda
yapılan çalışmalarda 50 Hz sürekli teta burst stimülasyonun (sTBS) hem kişiler hem de uygulamalar arasında değişkenlik gösterdiği bildirilmektedir. Bu çalışmada 30 Hz sTBS uygulamasının insan motor korteksi üzerindeki etkilerinin
araştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: Dokuz normal gönüllü denekte (7 Kadın, ort yaş 31.56) dominant hemisfer motor korteks üzerinden uyarı
verilip kontralateral el abduktor digiti minimi (ADM) kasından alınan kayıtlarla istirahat motor eşik (ME), intrakortikal
inhibisyon (İKİ), intrakortikal fasilitasyon(İKF), MEP amplitüdü ve kortikal sessiz periyot (KSP) kayıtları yapıldı. Çift
uyarı çalışmalarında koşullandırıcı uyarı ME’nin %70’i, test uyarı ise ME’nin %140’ı olarak uygulandı. Bazal çalışmayı
takiben ME’nin %80 i ile 30 Hz sTBS uygulanarak bu parametreler hemen işlem sonrasında ve 30 dk sonrasında
yeniden değerlendirildi.
Bulgular: MEP amplitüdünde sTBS öncesine göre hemen sonrasında anlamlı değişiklik gözlenmezken, 30 dk sonrasında anlamlı bir düşüş (p=0.017) saptandı. sTBS öncesine göre sTBS sonrası 30.dk’da inhibisyonda artış fasilitasyonda
anlamlı bir düşüş gözlendi (p=0.021 ve p=0.032). KSP’de ise anlamlı bir değişiklik gözlenmedi (p=0.484). sTBS den
hemen sonra 1 kişide İKİ’de, 2 kişide İKF’de; 30 dk sonrasında 2’şer kişide İKİ ve İKF’de değişiklik görülmedi.
Sonuç: Bu bulgular; 30 Hz sTBS uygulamasının kişiler arasında farklılığının düşük olduğunu ve bunun yanında İKİ
ve İKF parametrelerinde artışa sebep olduğunu göstermiştir. Sonuçlarımız, sTBS’nin motor korteks üzerinde plastisitede değişikliklere yol açtığını ve çeşitli klinik uygulamalarda potansiyel tedavi edici rolünün araştırılması gerektiğini
düşündürmüştür.
Anahtar Kelimeler: TMS, inhibisyon, fasilitasyon
[SS-024]
Miyotonik Distrofi Hastalarında TMS ile Kortikal Eksitabilite Değerlendirilmesi
Vildan Yayla, Arsida Bajrami, Filiz Azman, Nejla Sözer, Sultan Çağırıcı
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
Giriş: Miyotonik distrofi 1 (DM1), kas tutulumu ile birlikte kognitif bozukluğun görülebildiği, santral sinir sistemi
(SSS) dahil birçok sistemi etkileyen ilerleyici multisistemik bir hastalıktır. SSS ile ilgili belirtilerin patogenezi tam
olarak aydınlatılamamıştır. Farklı görüntüleme teknikleri ile frontal ve temporal ak maddede hiperintens lezyonlar
(AMHL) gösterilmiş olmakla birlikte klinik ile korelasyonu henüz net değildir. Bu çalışmada, fenotipik ve elektrofizyolojik olarak klasik DM1 tanılı 8 gönüllüde kraniyal MR görüntülerinin ve transkraniyal manyetik stimulasyon (TMS) ile
motor kortikal eksitabilitelerinin değerlendirilmesi planlandı.
Yöntem: Yaş aralığı 17–52 yıl olan 8 DM1 gönüllü çalışmaya dahil edildi. Kortikal eksitabilite çalışmaları için, kont-26-
ralateral M1’den istirahat motor eşikleri (RMT), aktif motor eşikleri (AMT), MEP amplitüdleri, kortikal sessiz periyod
(KSP) değerleri ölçüldü ve ikili uyarım (ISI 2, 3, 10, 12,100ms) ile intrakortikal inhibisyon ve fasilitasyon değerlendirildi. Üç tesla kraniyal MR (T1 / T2 / difüzyon–ağırlıklı sekanslar) ile ak madde tutulumu değerlendirildi. Her
hemisfer,beş bölgeye ayrılarak değerlendirildi ve 0 ile 3 arasında derecelendirme yapıldı: [0 (lezyon yok) – 3 (yaygın
tutulum)]. Az sayıda gönüllüde non-parametrik testler kullanıldı. Anlamlılık p<=0,05 olarak kabul edildi.
Bulgular: İki kadın, 6 erkek toplam 8 hastanın yaş ortalaması….. yıl idi. TMS ile kortikal eksitabilite çalışmalarında
DM1 grubu ile sağlıklı gönüllüler arasında AMT ve RMT değerleri arasında anlamlı fark saptandı (p0,001, p=0,001).
Değerlendirilen diğer parametrelerde sağlıklı gönüllüler ile DM1 grubu arasında anlamlı fark saptanmadı. Kraniyal MR
görüntülerinde 5 olguda temporal lobda daha belirgin AMHL saptandı.
Sonuç: DM1, izole bir kas hastalığı olmayıp multisistemik bir hastalıktır. Kraniyal görüntülerde saptadığımız lezyonlar
SSS etkilenmesini desteklemektedir. Kortikal eksitabilite çalışmalarında hasta ve sağlıklı gönüllüler arasında AMT ve
RMT değerleri dışında anlamlı fark bulmamamız hasta sayısı ile ilişkili olabilir. Daha fazla hasta sayısı ile subklinik SSS
disfonksiyonun tespit etmede yardımcı olabileceği kanaatindeyiz.
Anahtar Kelimeler: Ak maddede hiperintens lezyonlar (AMHL), Miyotonik distrofi 1; santral sinir sistemi (SSS),
transkraniyal manyetik stimulasyon (TMS)
[SS-025]
Serebellum Motor Korteks Uyarılabilirlik İlişkisi Üzerine Serebeller Transkranial Doğru Akım
(tDCS) Çalışması
Bülent Cengiz1, Mehlika Panpallı Ateş2, Halil Can Alaydın1
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji ABD Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı Motor Kontrol Laboratuvarı
2
Dışkapı Yıldırım Beyazıt E.A.H. Nöroloji Kliniği
Giriş: Serebellum hareketin planlama ve organizasyonunda rol alır. Dentatotalamokortikal yolla kontrlateral motor
korteks (M1) üzerine fasilitatör etki gösterir. Öte yandan, 5-7 ms aralıkı iki transkranial manyetik uyarı (TMS) (ilk
uyarı serebelluma 5-7 ms sonraki uyarı motor kortekse) verilince motor uyarılmış potansiyel (MEP) amplitüdü küçülür.
Serebellumun transkranial doğru akımla uyarılması (ctDCS) görece yeni bir uygulama olup polarite bağlı etki söz
konusudur.
Bu çalışma ctDCS kullanılarak zayıf doğru akım uyarısı ile serebellumun motor korteks üzerine olan etkisinin nasıl
değiştiğini incelemek üzere planlanmıştır. Hipotezimiz anodal, yani uyarılabilirliği arttırıcı, ctDCS ile karşı taraf M1
uyarılabilirliğinde azalma olacağıdır.
Yöntem: Çalışmaya 16 sağlıklı gönüllü dahil edilmiştir.
1. TMS: sol M1, 1 dorsal interosseoz kası için en uyarılabilir noktadan (hot spot) verilmiştir.
2. Serebeller tDCS: aktif elektrod union 3 cm lateraline, sağa pasif elektrod çene-masseter kası önüne yerleştirildi.
Uyarı anodal (1 mA, 20 dk) ve çakma (sham) olmak üzere iki ayrı modalite şeklinde, iki ayrı oturumda verildi.
3. İncelenen parametreler: kısa intervalli intrakortikal inhibisyon (SICI), kısa intervalli intrakortikal fasilitasyon (SICF), intrakortikal fasilitasyon(ICF), istirahat motor eşik ve uyarı-yanıt eğrisi (input-output curve)
Tüm kortikal uyarılabilirlik parametreleri bilgisayaralı aksonal eşik izleme yöntemi ile, QTRAC yazılımı kullanılarak yapıldı.
İstatistiksel analizde SICI, ICF ve SICF için önce temel bileşenler analzi yapıldı. Analiz skorları ile elde edilen bileşenler üzerinden ANOVA testi uygulandı.
Sonuçlar:
1. Temel bileşenler analizi
SICI ve ICF için tek temel bileşen,SICF için iki temel bileşen elde edildi
2. ANOVA Sonuçları
a. SICF: 3 yönlü tekrarlayan ANOVA testi SICF için polarite (anodal x çakma), zaman (uyarı öncesi ve sonrası) ve
fasilitasyon faktörleri (erken x geç) arasında anlamlı etkileşim olduğunu (p<0.05) ortaya koydu. 2 yönlü ANOVA testi
anodal uyarı sonrası geç fasilitasyon faktöründe anlamlı derecede azalma olduğunu gösterdi (p<0.05).
b. SICI: 2 yönlü tekrarlayan ANOVA testi SICI için polarite zaman faktörleri arasında anlamlı etkileşim olduğunu
ortaya koydu p<0.05. Gruplararası karşılaştırmada anodal uyarı sonrası SICI faktöründe anlamlı derecede azalma
saptandı (p<0.05)
c. ICF için 2 yönlü tekrarlayan ANOVA testinde polarite, uyarı yanıt eğrisi için 3 yönlü tekrarlayan ANOVA testinde
polatire, zaman ve ISI arasında anlamlı etkileşim saptanmadı.
Yorum: Anodal ctDCS sonrası SICF azalması saptanması, hipotezimizi doğrular nitelikte, motor korteks uyarılabilirliğinde azalma olduğunu düşündürmektedir. Ancak çalışma sonuçları aynı zamanda anodal ctDCS sonrası SICI
azalmasını da ortaya koyduğundan, ctDCS nin motor korteks üzerine etkisi öngörümüzden daha karışık olmalı. Muhtemelen ctDCS hem Purkinje liflerini hem de derin serebellar nükleusları uyararak kontrlateral motor korteks üzerine
-27-
hem uyarıcı hem inhibe edici etkiye yol açmaktadır.
Anahtar Kelimeler: “Serebellum”, “motor korteks”, “transkranial doğru akım uyarımı”, “kortikal uyarılabilirlik”
[SS-026]
Amyotrofik Lateral Skleroz Hastalarında Üçlü Uyarım Tekniği ile Üst Motor Nöron Tutulumunun
Tenar ve Hipotenar Kasta Değerlendirilmesi
Nermin Görkem Şirin1, Hava Özlem Dede2, Emel Oğuz Akarsu2, Lale Mehdikhanova2, Elif Kocasoy Orhan2, Halil Atilla
İdrisoğlu2, Mehmet Barış Baslo2, Ali Emre Öge2
1
İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı.
2
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı.
Giriş: Üçlü uyarım tekniği (TST), üst motor nöron kaybının kantitatif olarak gösterilmesi amacıyla kullanılan bir
tekniktir ve amyotrofik lateral skleroz (ALS) hastalarında uzunca süredir çalışılmaktadır. Diğer transkranyal manyetik stimülasyon (TMS) incelemelerine oranla kantitatif özelliği ve kolayca tekrarlanabilir olması, üst motor nöron
tutulumunun tespiti ve takibinde faydalı olarak kabul edilmektedir. Abdüktör digiti minimi (ADM) kası kayıtlı TST
incelemesi, diğer konvalsiyonel TMS tekniklerine oranla üst motor nöron tutulumunu göstermekte daha kullanılışlı
bulunmuştur. ALS hastalarında ‘split hand’ fenomeni olarak da bilinen hipotenar grup kasların tenar gruptan fazla etkilenmesi hem kortikal eksitabilite çalışmaları, hem de motor ünite sayımı çalışmaları ile gösterilmiştir. Bu çalışmada,
ALS hastalarının tenar ve hipotenar kas kayıtlı TST incelemeleri ve motor uyandırılmış potansiyel (MEP) incelemelerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Yöntem: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı EMG Laboratuvarına ALS ön tanısı ile gönderilmiş hastalar içerisinde çalışmaya katılmayı kabul eden 5 hasta ve 4 sağlıklı kontrolde ADM ve abductor pollisis
brevis (APB) kaslarından kayıtlamayla yapılan TST ve MEP yanıtları değerlendirildikaydedildi. TST, bilek, Erb noktası
ve kortikal uyarım ile gerçekleştirildi, Kontrol ve test uyarısınında kaydedilen potansiyellerin amplitüdlerinin oranları
(TSTtest/kontrol) hesaplandı. İstirahat motor eşiğinin %140’ı ile elde edilen MEP yanıtlarının minimum latansı belirlendi. Hasta ve sağlıklı grupta veriler istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Awaji kriterlerine göre hastaların biri kesin, ikisi olası ve ikisi muhtemel ALS’ydi. Hastalık başlangıç süresi
8 aydı. Hastaların tümünde klinik olarak farklı ağırlıkta üst motor nöron tutulumu bulguları mevcuttu. Tüm parametreler içerisinde hasta grubunda APB kası kayıtlı TSTtest/kontrol değeri, kontrol grubuna oranla istatistiksel olarak
daha düşük bulundu (p<=0,05).
Sonuç: TST incelemesi ALS hastalarında erken dönemde üst motor nöron tutulumunun varlığını ve ağırlığını göstermekte ve daha sonraki seyrini takip etmekte diğer konvansiyonel TMS tekniklerine oranla daha duyarlı olabilir. ALS
hastalığındaki tutulum paterni dikkate alındığında, teknik güçlüklere rağmen tenar kas kayıtlı TST’nin incelemeye
eklenmesi bu duyarlılığı arttırabilir.
Anahtar Kelimeler: Amyotrofik lateral skleroz, üçlü uyarım tekniği, tenar kas, hipotenar kas, split hand
[SS-027]
Multipl skleroz hastalarının OCT, VEP, EDSS skorlarının korelasyonu
Tuğba Sema Şimşek1, Şahinde Fazilet Hız2, Emine Mercan Sakar2, Ayşe Özpınar3
1
Nevşehir Devlet Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Nevşehir
2
Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
3
Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göz Hastalıkları Kliniği, İstanbul
Multipl skleroz (MS) genellikle genç erişkin yaşta başlayan, periventriküler ak maddeyi, beyin sapı, korteks, spinal kord,
serebellum ve optik sinirleri etkileyen enflamatuar demiyelinizan ve aksonal dejenerasyonla seyreden bir hastalıktır.
Multipl sklerozdaki akson kaybının, hastalığın erken evrelerinde ortaya çıkması nöroprotektif ilaçların hastalığın erken
evrelerinde kullanılmaya başlanmasının temelini oluşturmakta ve oluşan akson kaybının monitorize edilmesini önemli
hale getirmektedir. Hastalığın progresyonunu değerlendirmede, objektif ve kantitatif yöntemlere ihtiyaç duyulmaktadır.
Optik koherens tomografi (OCT) invaziv olmayan, kullanımı kolay ve tekrarlanabilir olması yanında retina sinir lifi tabakası (RSLT) üzerinden akson kaybı hakkında bilgi vermektedir. Görsel uyandırılmış potansiyeller (VEP) inceleme ise
demiyelinizasyonun gösterilmesi, takibi ve sessiz lezyonlar hakkında fikir edinme yönünde yardımcı olmaktadır. OCT ve
VEP beraber kullanıldığında sensitivite artarak daha değerli sonuçlar elde edilmektedir. Genişletilmiş özürlülük durumu
ölçeği (EDSS) ise fonksiyonel sistemlerin takibi ve hastaya klinik açıdan kantitatif bir değerlendirme sağlamaktadır.
Çalışmamızda Gaziosmanpaşa Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği’ne başvuran, takip edilmiş ve
McDonald kriterlerine göre kesin MS tanısı almış hastaların kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş,
cinsiyet, hastalık süresi, VEP P100 latans değerleri, RSLT kalınlığının OCT ile 4 kadran ve total ortalama kalınlık öl-28-
çümleri ile EDSS skorları arasındaki korelasyonu istatistiksel olarak değerlendirdik.
Çalışmamızda 60 RRMS hastasının 44’ü kadın 16’sı erkekti. Yaş aralığı 21-65 arasında olup hastalık süresi 4-272
ay arasında olduğu izlendi. MS hastalarının RSLT kalınlıkları OCT cihazımızın normatif data bilgileri aracılığı ile incelendiğinde en fazla temporal kadranda sonrasında sırayla inferior, superior ve nazal kadranlarda incelme saptandı.
Çalışmaya alınan hastaların %85’in de VEP incelemelerinde P100 latans uzaması izlenirken, %80’i ise EDSS skorlarında minimal özürlülük oranı ( EDSS 2.0 ve altında) olarak değerlendirildi.
Yaş ile OCT – VEP – EDSS skorları karşılaştırıldığında sol nazal kadran RSLT incelmesi ve sol P100 latansları yaş ile
negatif yönde korele iken, EDSS skorları ile yaş ilişkisi pozitif yönde korele saptandı.
Hastalık süresi ile temporal –inferior - total ortalama RSLT ölçümleri negatif korele bulunurken, EDSS, P100 latans
değerleri hastalık süresi ile pozitif korele bulundu.
EDSS skorları ile OCT ölçümleri arasında inferior kadran ve total ortalama RSLT kalınlığı EDSS değerleri ile negatif korele izlendi.
Bilateral temporal - sağ nazal - bilateral inferior kadranlar - total ortalama RSLT kalınlıkları ile P100 latans ölçümleri
negatif yönde korele saptandı.
Sonuç olarak çalışmamızda MS hastalarımızın takibinde kullandığımız yaş, cinsiyet, hastalık süresi, P100 latans değerleri, RSLT kalınlığının OCT ölçümleri, EDSS skorları arasındaki korelasyonu değerlendirdik. Bu parametrelerin MS
hastalarında açığa çıkmamış nörodejenerasyonun tespiti, hasta takibi ve tedavi izlemlerinde yardımcı olması kantitatif ve objektif bilgiler ışığında ilerlememizi sağlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: EDSS, NÖRODEJENERASYON, VEP, OCT, SÜRE
[SS-028]
Hipokampal Sklerozlu Hastalarda Nöronal Otoantikor Varlığının EEG Bulgularıyla İlişkisinin
Araştırılması
Ebru Nur Vanlı Yavuz1, Leyla Baysal Kıraç2, Esme Ekizoglu2, Ece Erdağ3, Canan Ulusoy3, Nerses Bebek2, Candan
Gürses2, Ayşen Gökyiğit2, Erdem Tüzün3, Betül Baykan2
1
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Norofizyoloji Bilim Dalı, İstanbul; Koç
Üniversitesi Hastanesi, Nöroloji Bölümü, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Norofizyoloji Bilim Dalı, İstanbul
3
İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Sinir Bilim Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş: Son yıllarda nöronal proteinlere özgü antikorlar aracılığı ile gelişen nöbet ve epilepsi kavramları üzerinde sık
durulmaya başlanmıştır. Limbik ensefalit sürecinde gelişen enflamasyonun uzun vadede hipokampal skleroza (HS)
neden olduğu, sklerotik değişikliklerin ensefalit gelişimini takiben 6-12 ay sonra görülmeye başladığı bildirilmiştir. Bu
mekanizmanın anti-epileptiklere dirençli mezyal temporal lob epilepsisinin (MTLE) altında yatan temel nedenlerden
biri olduğu düşünülmektedir.
Amacımız, HS ile seyreden MTLE olgularında olası otoimmun mekanizmaları araştırmaya yönelik olarak nöronal kökenli proteinlere karşı gelişmiş antikorların saptandığı veya saptanmadığı olguların EEG özelliklerinin ayrıntılı olarak
kıyaslanmasıdır.
Yöntem: Epilepsi polikliniğimizden takipli en az bir EEG incelemesi olan, uluslararası epilepsi topluluğu (ILAE) sınıflamasına göre MTLE tanısı konmuş, yapılan MRG incelemelerinde HS tanısı için mezyal temporal yapılarda T1 ağırlıklı kesitlerde atrofi, T2/FLAIR ağırlıklı kesitlerde hiperintensite ve internal yapının bozukluğu saptanan ardışık hastalar dahil edildi.
Hastaların serum örneklerinde N- metil- D- aspartat (NMDAR), voltaj bağımlı potasyum kanalı (VGKC) kompleksi antijenleri [ve alt tipleri olan contactin- associated protein- like 2 (CASPR2), Leucin rich- glioma inactivated 1 (LGI-1)],
glutamik asit dekarboksilaz (GAD), alfa- amino-3-hidroksi- 5- metil-4- isokzazolpropionik asit reseptörü (AMPAR),
gama-aminobütirik asid-A (GABAA) ve glisin reseptörüne (GLY-R) karşı olan antikorlar araştırıldı. Aynı ölçütlerle çalışmaya alınan ve nöronal otoantikor saptanan hasta grubu ile saptanmayan hasta grubunun elektrofizyolojik (rutin
ve video EEG) parametreleri; temel aktivite, interiktal epileptik odak, interiktal temporal odak, ekstratemporal odak,
interiktal nonspesifik yavaş dalga varlığı, FIRDA, TIRDA, interiktal hızlı aktivite, epileptik odağın hiperventilasyon,
fotik stimulasyon ve uykuda aktive olup olmadığı, iktal EEG’de ortalama nöbet süresi, nöbet başlangıç ve sonlanım
paterni, dominant nöbet ritmi, postiktal bulguları, “switch-off” fenomeni varlığı, “delta-brush” paterni, otomatizma
varlığı ve otomatizma tipleri, elde distoni, postiktal burun silme gibi çeşitli semiyolojik ve elektrofizyolojik özellikler
açısından gözden geçirilip, gruplar arasında istatistiksel karşılaştırma yapıldı.
Bulgular: Kırk yedi sağ HS, 46 sol HS, 18 bilateral HS olmak üzere toplam 111 MTLE-HS olgusu dahil edildi. Onbirinde CASPR-2,
4’ünde VGKC kompleksi, 5’inde GLY-R, 4 ‘ünde NMDAR ve 1’inde GABAA reseptörüne karşı olmak üzere 25 hastada otoimmun
antikor saptanırken 180 kişiden oluşan farklı hastalık ve normal kontrol grubunda antikor saptanan olmadı/saptanmadı.
Seropozitiflerle ile seronegatifler arasında ve VGKC alt grup analizlerinde (CASPR2 ve VGKC kompleksi antikoru pozitif 15 olgu) pozitiflerle ile seronegatif grup kıyaslamasında elektrofizyolojik ve semiyolojik yönden istatistiksel olarak
anlamlı farklı bulguya rastlanmadı.
-29-
Sonuç: Bulgularımız MTLE-HS’li hastalarda nöronal otoantikorların (%22.5) ve özellikle potasyum kanal antikorlarının yüksek oranda saptandığını, ancak elektrofizyolojik bulgular açısından farklı bulgulara işaret etmediğini göstermektedir. Bu antikorların taranması, tedaviye dirençli MTLE-HS hastalarında immün tedavi seçeneklerinin denenmesi
açısından önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: epilepsi, hipokampal skleroz, otoimmunite, EEG
[SS-029]
NREM Parasomni Olgularında Klinik, EEG ve Polisomnografik Özellikler; Sık EEG Bozukluğu ve
Gereksiz Antiepileptik İlaç Kullanımı
Sevda İsmailoğulları1, Ayşe Çağlar Sarılar2, Hüseyin Per3, Ferda Füsun Erdoğan1, Murat Aksu4
1
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Kayseri
2
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Kayseri
3
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediyatri Ana Bilim Dalı, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı, Kayseri
4
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: NREM parasomni hastalarında EEG bozukluğunun eşlik edebileceği bilinse de bu konudaki yayınlar ve EEG
bozukluğunun natürü hakkında örnekler sunan yayın sayısı oldukça az ve genelde erişkinlerdedir. Bu sunumda çocuk
ve erişkin NREM parasomni EEG’lerinden örnekler verilecek ve ülkemizde tipik parasomni olgularındaki gereksiz antiepileptik kullanımına vurgu yapılacaktır.
Yöntem: Retrospektif
Sonuçlar: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı bünyesindeki Uyku Hastalıkları Merkezi’ne Ocak
2013 – Mart 2015 tarihleri arasında başvuran ve NREM parasomni tanısı konulan 34 hasta değerlendirmeye alındı.
Hastaların 15’inde (%44.1) uyurgezerlik, 11’inde (%32.4) konfüzyonel arousal ve 8’inde (%23.5) uyku terörü mevcuttu. Erkek oranı %70.6, yaş ortalaması 16.3±11.5 olarak hesaplandı. Sadece yedi hastada tanımlanan olay çekim
gecesi gerçekleşti. Hastaların %35.3’ünde parasomni ile birlikte epilepsi tanısı da mevcuttu, ve bu grupta febril
konvulzyon öyküsü %41.7 iken sadece parasomni olan grupta bu oran %18.1 idi. Hastaların %20.6’sında tariflenen
olay tipik parasomni olduğu halde özellikle uyku esnasında EEG bozukluğu eşlik etmekteydi. Bu yedi hastanın üçü
antiepileptik ilaç kullanmakta, dördü kullanmamaktaydı. Toplamda klinikte tipik parasomni tarifleyen yedi hastada
antiepileptik ilaç kullanımı vardı. NREM parasomninin tipik semiyolojik özellikleri dışında ayrıca sorgulanan bulgulardan kaşınma 2 (%5.9), esneme 7 (%20.6) hastada tariflenmekteydi. Uykunun makro yapısı normal sınırlardaydı; uyku latansı 12.9±11.2 dak, uyku etkinliği %87.4±10.7, evre N1 % 7.9±4.9, evre N2 %67.1±14.2, evre N3
%17.3±13.9, evre R %7.2±6.5. Uykuda periyodik bacak hareketi indeksi ortalama 2.8±6.7, apne hipopne indeksi
ortalama 1.4±2.9 olarak hesaplandı.
Sonuç: Tipik NREM parasomni olgularında uyku esnasında EEG bozukluğu eşlik etmedir ve gereksiz aptiepileptik
kullanımı sıktır
Anahtar Kelimeler: Antiepileptik ilaç kullanımı, EEG bozukluğu, NREM parasomnileri
[SS-030]
Dejeneratif Ataksi Hastalarının Video-Okülografi ile Değerlendirilmesi
Zerrin Karaaslan, Başar Bilgiç, Haşmet Hanağası, Hakan Gürvit
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Giriş: Serebellum görsel hedefin fovea üzerine düşmesi ve böylece en net ve keskin görüşün sağlanması amacıyla
göz hareketlerinin ince ayarı ve baş hareketleri ile koordinasyonunda görev alır. Serebellumun özellikle sakkadik göz
hareketleri ve yavaş takip ile ilişkili olduğu çeşitli elektrofizyolojik çalışmalar sayesinde uzun zamandır bilinmektedir.
Bu nedenle okülomotor anomaliler spinoserebellar ataksi (SCA) kliniğinin bir parçası olarak karşımıza çıkmaktadır ve
SCA tiplerinin ayırıcı tanısına ve lezyon lokalizasyonuna yardımcı olmaktadır. Nörolojik muayene ile tespit edilemediği
evrelerde okülomotor anomalilerin elektrofizyolojik olarak gösterilmesi erken tanıya yardımcı noninvaziv bir yöntem
olarak kullanılabilir. Bu amaçla kliniğimizde takip edilen dejeneratif ataksi hastalarının sakkadik ve yavaş takip göz
hareketleri elektrofizyolojik olarak incelenmiş ve sağlıklı kontrollerle karşılaştırılmıştır.
Yöntem: İstanbul Tıp Fakültesi Hareket Bozuklukları polikliniğinden dejeneratif serebellar ataksi tanısı ile takip
edilen 15 hasta ile yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş, bilinen sinir sitemi hastalığı ve göz hareketlerini etkileyen
ilaç kullanım öyküsü olmayan sağlıklı kontroller bu çalışmaya dahil edildi. Hastaların sakkadik ve yavaş takip göz
hareketleri, kamera ve ataletsel ölçüm ünitesi monte edilmiş bir gözlük içeren video-okülografi ile kaydedilerek, 100
-30-
ve 200 açılarda horizontal ve vertikal sakkadik göz hareketlerinin hız, latans ve amplitüd değerleri ile yavaş takip
paternleri değerlendirildi.
Sonuçlar: Hasta ve sağlıklı kontroller arasında 10○ ve 20○ açılarda aşağı vertikal sakkadların hız ve latans değerleri
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklar elde edildi. Diğer göz hareketlerinde incelenen parametrelerde anlamlı
fark saptanmadı. Bireysel olarak sonuçlar incelendiğinde 3 hastanın(%20) vertikal sakkad hızlarının yavaş olduğu,
8/15 hastada(%60) yavaş takip hareketini sakkadik paternde olduğu izlendi.
Tartışma: Serebellum ve bağlantıları göz hareketlerinin kontrolünde görev alır. SCA hastalarında sakkadik ve yavaş takip göz hareketlerindeki bozulma rutin muayene ile tespit edilemediği aşamada elektrofizyolojik yöntemlerle
gösterilebilir. Video-okülografi bu dejeneratif hastalık grubunda ayırıcı tanıya ve klinik takibe yardımcı noninvaziv bir
teknik olarak kullanılabilir. Bu kesitsel çalışmada hasta grubunun heterojen olması ve hasta sayısının düşük olması
nedeniyle elde edilen veriler kısıtlı olmakla birlikte geniş hasta ve sağlıklı grupların karşılaştırıldığı çalışmalar ile bu
yöntemin güvenilir bir muayene tekniği olarak rutin kullanıma girmesi söz konusu olabilir.
Anahtar Kelimeler: ataksi, sakkad, yavaş takip, video-okülografi
[SS-031]
“Boş Boş” İzlemekle “Yaşayarak” İzlemek Arasındaki Fark
Bülent Cengiz1, Murat Zinnuroğlu2, Hassan Golmohammadzadeh3, Gözde Bayer3, Bülent İrfanoğlu3, Ali Emre Turgut4,
Kutluk Bilge Arıkan3
1
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Nörololi ABD, Klinik Nörofizyoloji BD, Motor Kontrol Laboratuvarı
2
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi FRT ABD
3
Atılım Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği
4
ODTÜ Makine Mühendisliği
Giriş: Ayna nöronlar hem hareket sırasında hem de hareketi izlerken aktive olan nöron toplulukları olup hareketin
amacını, seyrini kavramaya yönelik faaliyet gösterirler. Herhangi bir hareketi pasif olarak izlemek ayna nöron aktivasyonuyla motor kortekste uyarılabilirliği arttırır. Motor imgelem (imagery) kişinin herhangi bir motor aktiviteyi kas
hareketi olmaksızın kafasında yapıyormuş gibi düşünmesi, hayal etmesidir. Bu sırada motor hareketi gerçekleştirirken aktive olan yollar, daha az derecede de olsa, aktive olduğundan kortikal uyarılabilirlik artar.
Çalışma şu hipotezleri test etmek üzere planlanmıştır:
1. Hareketi pasif olarak izlerken motor kortekste uyarılabilrilik artar ve bu uyarılabilrilik artışı Transkranial Manyetik
Uyarım (TMS) ile saptanabilir
2. Hareketi imgelem yaparak izlemek ayna nöron aktivitesinde dolayısıyla motor kortikal uyarılabilrilikte ek bir artışa
neden olur ve bu artış TMS ile ölçülebilir
3. Hem pasif izlem hem de imgelem yaparak izlem sırasında gözlenen kortikospinal aktivite artışı kasa özgüdür.
Yöntem: Çalışmaya 14 sağlıklı gönüllü (5 kadın) çalışmaya dahil edildi. Yaş aralığı 27-78 olup ortalama yaş 48.3 dü.
Hastalara 11 farklı hareketten oluşmuş 16 hareket videosu izlettirildi. Videolar çimdikleme (pinch) hareketinin değişik motor çıktıları olarak tasarlandı. Her videoda hareketin başlangıcı, motor çıktı ve video sonunda siyah ekrana
denk gelecek şekilde 3 TMS uyarısı verildi.
Çalışma iki ayrı oturumda gerçekleşti: hastalar bir oturumda pasif izlem yaparken ayrı gün yapılan başka bir oturumda videoları imgelem yaparak izlemeleri istendi. Her oturumda video izlemeden önce 1 mV MEP için uyarılma eşiği
saptandı. Çalışma boyunca bu şiddette uyarı verildi. Motor kortikal uyarılabilirlik motor uyarılmış potansiyel (MEP)
amplitüdlerindeki artma/azalma ile değerlendirildi. Çalışmada hareket sırasında aktif olan 1 dorsal interosseoz (1Dİ)
ve görece sessiz olan abduktor digiti quinti (ADQ) kaslarından kayıt alındı. Her oturumda 20 bazal MEP amplitüdü
video izlerken verilen MEP amplitüdleri ile oranlandı.
Sonuçlar: 3 yönlü tekrarlayan ANOVA analizi kas (1Dİx ADQ) x hareket evresi ( başlangıç, motor çıktı, siyah ekran)
x imgelem (var x yok) faktörleri arasında anlamlı etkileşim göstermemiş (p>0.05) olup hareket evresi ve imgelem
MEP amplitüdü üzerine anlamlı etkide bulunan iki faktör (p<0.05) olarak saptanmıştır. İmgelem varlığında MEP
amplitüdü, pasif izlemedeki MEP amplitüd ortalamalarına göre anlamlı derecede (p<0,05) artış gösteriyor. Post Hoc
analizde hareket başlangıcı, motor çıktı ve siyah ekrana bakarken ölçülen MEP amplitüdleri istirahate göre anlamlı
derecede (p<0.05) artmış saptandı.
Yorumlar: Çalışmanın sonuçları birinci ve ikinci hipotezlerimizi doğrularken üçüncü hipotezimiz doğrulanmamıştır.
Motor uyarılabilrilikteki artışın kasa özgün olmamasının imgelem sırasında hareketin bir bütün olarak tasarımlanmasıyla ilgili olabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Pasif izleme, motor imgelem, kortikal uyarılabilirlik, TMS
-31-
[SS-032]
Epilepside Kortikal Gecikme Zamanı ve Kortikal Eksitabiliteyi Yansıtan Diğer Elektrofizyolojik
Metodların Değerlendirilmesi
Nesibe Tilek, Cengiz Tataroğlu, Mehmet Eskici, Utku Akyıldız
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji AD
Biz bu çalışmada kortikal nöronal fizyoloji ile ilişkili bir hastalık olan epilepside, transkranial manyetik uyarım ile
kortikal motor eşik, kortikal sessiz periyod ve daha önce hiç çalışılmamış parametreler olan uzun latanslı refleksin kortikal geçiş zamanını yansıttığı düşünülen kortikal gecikme zamanını (KGZ) ve uzun latanslı refleksleri
(ULR) değerlendirmeyi amaçladık. Ayrıca antiepileptiklerle bu parametrelerde değişim olup olmadığını araştırdık.
ILAE tanı kriterlerine göre epilepsi tanısı almış 52 hasta (39’ u kadın, 13’ü erkek) ve 20 gönüllü denek (12 ‘si kadın, 8’i erkek) çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya katılan tüm bireylere uygulama ile ilgili bilgi verildikten sonra yazılı onamları alındı.
Transkraniyal manyetik uyarım (TMS) öncesi standart EEG incelemesi yapıldı. TMS ile motor eşik (ME), motor uyarılmış
potansiyel (MUP) amplitüdü, MUP latansı, santral motor iletim zamanı (SMİZ) ve kortikal sessiz periyod (KSP) süreleri
ölçüldü, ayrıca ULR ve somatosensoryel uyarılmış potansiyel N20 komponenti (SUP) amplitüdü, N20 latansı çalışıldı.
Uzun latanslı refleks ikinci komponenti (ULR II) latansından MUP ve SUP latansları toplamı çıkartılarak KGZ hesaplandı.
Bizim çalışmamızda KGZ, JME dışı jeneralize epilepsili grupta kontrol grubu, fokal epilepsili grup ve JME’li gruba kıyasla uzun, JME’li grupta daha kısa bulundu. Ancak gruplar arası farklılık istatiksel olarak anlamlı bulunmadı. ULR II
amplitüdü JME de en yüksek, JME dışı jeneralize epilepsili grupta en düşük bulundu. Bu fark istatiksel olarak anlamlı
bulundu. ULR II latansı kontrol grubunda en uzun, JME’li grupta en kısa bulundu. Gruplar arası farklılık istatiksel
olarak anlamlı bulunmadı. JME’li grupta ME, diğer gruplar ile kıyaslandığında anlamlı olarak düşük bulundu. Bu sonucu, JME’li hastalarda inhibitör internöronal devrelerin fonksiyonunda bozukluk sonucu gelişen bir hipereksitabilite
ile ilişkili olabileceği düşünüldü. En sık kullanılan antiepileptiklerden valproik asit ve levetiresetamın bu parametreler
üzerindeki etkileri karşılaştırıldı, elektrofizyolojik veriler üzerinde istatiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı. Çalışılan elektrofizyolojik parametreler içinde bir tek ME’nin kortikal eksitabilitenin değerlendirilmesinde güvenilir bir
parametre olduğu düşünüldü. Kortikal elektrofizyolojinin değerlendirilmesinde önemli bir parametre olabileceğine
inandığımız KGZ’nın olası bu öneminin değerlendirilmesi için ilaç öncesi ve sonrası daha çok sayıda epileptik hastanın
incelenmesi ileriki çalışmalar açısından uygun olabilir.
Anahtar Kelimeler: Epilepsi, kortikal gecikme zamanı, motor eşik, motor uyarılmış potansiyel
[SS-033]
Göz Kapağı Miyoklonili Genetik Jeneralize Epilepsi Olgularında Göz Kırpma Refleksi İncelemesi
Güneş Altıokka Uzun, Esme Ekizoğlu, Elif Kocasoy Orhan, Nerses Bebek, Candan Gürses, Ayşen Gökyiğit, Ali Emre
Öge, Betül Baykan
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Giriş: Göz kapağı miyoklonisi (GKM), genetik jeneralize epilepsilerde (GJE) görülebilen, absans nöbetlerinin de eşlik
edebildiği, “International League Against Epilepsy” (ILAE) sınıflamalarında farklı bir nöbet tipi olarak yerini almış
ancak az araştırılmış bir tablodur. Çalışmamızda, göz kırpma refleksi incelemesi ile, bu özel nöbet tipinin ortaya çıkmasına beyin sapı yapılarının katkılarının araştırılması hedeflenmiştir.
Yöntem: Çalışmaya ILAE 2010 kriterlerine göre GJE tanısı almış ve GKM tarif eden ardışık 16 hasta dahil edilmiş,
beyin sapı yapıları göz kırpma refleksi incelemesi ile incelenmiştir. GKM-GJE grubunda yapılan göz kırpma refleksi incelemesi sonuçları, yaş ve cins olarak benzer kontrol gruplarını oluşturan sağlıklı bireyler ve absans nöbeti olmayan,
benzer antiepileptik ilaç alan juvenil miyoklonik epilepsi (JME) olguları ile karşılaştırılmıştır.
Bulgular: GKM-GJE olgularında, sağlıklı kontrol ve JME olgularına göre göz kırpma refleksi toparlanmasının eşik
değer, alan ve amplitüd oranlarında istatistiksel anlamlılık saptanmamıştır.
Tartışma: Çalışmamızda, GKM-GJE olgu grubunda interiktal olarak, ilişkili beyin sapı yapılarında belirgin bir hipereksitabilite olmadığı, GKM’nin muhtemelen oksipital korteks ve diğer kortikal alanlar ile ilişkili mekanizmaların sonucu
olarak ortaya çıkabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: epilepsi, göz kapağı miyoklonisi, göz kırpma refleksi, beyin sapı
-32-
[SS-034]
Kompleks Parsiyel Nöbeti Olan Hastaların Yaşam Kalitelerinin Sağlıklı Bireylerle Karşılaştırılması
Gülfer Atasayar1, İsa Boztemir2, Aylin Bican Demir1, İbrahim Bora1
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Bursa
2
Yıldız Teknik Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, İstatistik Lisans, İstanbul
Giriş: Epilepsi yaygın görülen, kronik nörolojik bir hastalıktır, sıklıkla genç yaşta başlar ve hasta yaşamında belirgin
fiziksel, sosyal ve emosyonel sınırlamalara yol açar. Son yıllarda epilepside dâhil olmak üzere pek çok hastalıkta
gerek hastanın memnuniyeti ve yaşam standardını yükseltmek gerekse hastalığın neden olduğu maliyeti azaltmak
amacıyla yaşam kalitesi ölçekleri geliştirilmiştir. Epilepsi hastalarının yaşam kalitesi; nöbet şekli, nöbet sıklığı, tedavi
şekli, çalışma durumu, bilişsel fonksiyonlar, sosyal destek, emosyonel durumlar, fiziksel kısıtlılık, yaş, cinsiyet, sosyoekonomik durum gibi demografik değişkenlerden etkilenir. Biz bu çalışmamızda epilepsinin yaşam kalitesi üzerine
etkisini sağlıklı kontrol grubuna göre karşılaştırarak inceledik. Çalışmada yaşam kalitesi ölçeği olarak kısa yaşam
kalitesi ölçeğini ( SF-36) kullandık.
Materyal-Metod: Epilepsi hastaları ile epilepsi hastası olmayan bireylerin arasından rasgele seçilmiş 154 epilepsi
hastası ve 29 sağlıklı kişinin yaşam kaliteleri arasında önemli fark olup olmadığı incelenmiştir. Yaşam kalitesi “Fiziksel
Fonksiyon”, “Fiziksel Rol Güçlülüğü”, “Ağrı”, “Genel Sağlık”, “Enerji”, “Sosyal Fonksiyon”, “Duygusal Rol Güçlülüğü”
ve “Zihinsel Sağlık” değişkenleri ile anlaşılmaya çalışılmıştır. Epilepsi hastalarının cinsiyet, yaş, medenî hâl, eğitim
durumu, gelir düzeyi, meslek, yaşadığı yer, nöbet sıklığı, nöbet zamanı, tedavi durumlarının (bağımsız değişkenler)
bir önceki testte yer alan yaşam kalitesi değişkenleri (bağımlı değişkenler) üzerinde anlamlı bir etkisi olup olmadığı
araştırılmıştır. Çalışmada SPSS 22 programı kullanılmıştır.
Bulgular: Hasta ve sağlıklı bireylerin fiziksel fonksiyonları arasında anlamlı bir fark görülmemiş olup Fiziksel Rol Güçlülüğü, Ağrı, Genel Sağlık, Enerji, Sosyal Fonksiyon ve Duygusal Rol Güçlülüğü değişkenlerine göre hasta ve sağlıklı
bireylerin yaşam kaliteleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmektedir (p ˂0,05). Epilepsi hastalarının
cinsiyet, yaş, medenî hâl, eğitim durumu, gelir düzeyi, meslek, yaşadığı yer, nöbet sıklığı, nöbet zamanı, tedavi durumlarının (bağımsız değişkenler) bir önceki testte yer alan yaşam kalitesi değişkenleri (bağımlı değişkenler) üzerinde anlamlı bir etkisi olup olmadığı araştırılmıştır. Yaş, medeni hal ve gelir düzeyi bağımsız değişkenlerinin etkisi Roy’s
Largest Root testine göre anlamlı çıkmıştır (p<=0,05).
Sonuç: Epilepsi, yaşam kalitesi çalışmalarının oldukça önemli bir kısmını teşkil etmektedir. Pek çok çalışma epilepsi hastalarının sağlıklı kontrol katılımcılarına ya da genel referans popülasyonuna oranla daha düşük yaşam kalitesi değerlerine
sahip olduğunu göstermiştir. Bizim çalışmamız bu bağlamda literatür ile uyumlu bulunmuştur. Yapılan birçok çalışmada epilepsi hastalarında yaşam kalitesi üzerine etki gösteren faktörler çeşitlilik göstermektedir. Bizde yaşam kalitesini
etkileyebilecek sosyodemografik değişkenlikler ile birlikte, nöbet sıklığı ve nöbet zamanını lietratür eşliğinde inceledik.
Sonuç olarak epileptik bireylerin yaşam kalitesinin sağlıklı bireyler gibi yüksek olması için sosyodemografik farklılıkların ortadan kaldırılması ve hastaların takip ve tedavilerinde multidisipliner yaklaşımın benimsenmesi gerektiğini
saptadık.
Anahtar Kelimeler: Epilepsi yaşam kalitesi, SF-36, Sosyodemografik özellikler
[SS-035]
Hacettepe Üniversitesi Yoğun Bakım Birimleri ve Servislerinde SIRPID Görülme Sıklığı,
Hastaların Klinik Özellikleri ve Prognozları
Neşe Dericioğlu, Ethem Murat Arsava, Mehmet Akif Topçuoğlu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Amaç: Stimulusla indüklenen ritmik, periyodik veya iktal deşarjlar (SIRPID) ilk kez 2004 yılında tanımlanan ve
ağırlıklı olarak yoğun bakımlardaki kritik hastalarda ortaya çıkan bir EEG paternidir. Klinik önemi henüz tam olarak
bilinmemektedir. Bu çalışmada Nöroloji yoğun bakım ünitesiyle (NYBÜ) birlikte diğer yoğun bakım birimleri ve servislerde uzun süreli video-EEG çekimi sırasında SIRPID saptanan hastaların klinik özellikleri ve prognozları incelenmiştir.
Yöntem: Ekim 2009-Şubat 2016 yılları arasında yoğun bakım veya servislerde açıklanamayan bilinç-davranış bozukluğu yada non-konvulzif status epileptikus ön tanısıyla uzun süreli video-EEG çekimi yapılan hastaların EEG raporları incelenerek SIRPID bulgusu saptanan hastalar belirlendi. EEG özellikleri, demografik verileri ve prognozları
dosya kayıtlarından belirlendi.
Bulgular: NYBÜ’nde 163 hastanın 4’nde ve yine diğer yoğun bakımlar yada servislerde izlenen 57 hastanın 4’nde
(8/220; %3.6) SIRPID saptandı. Hastaların tümü kadındı (yaş:23-83; ort. 60). Yatış tanıları sistemik kanser, status epileptikus, serebrovasküler hastalık vb. gibi oldukça değişkendi. Glasgow koma skala skoru 3/15 (n=4), 6/15
-33-
(n=1), 11/15 (n=1) ve 12/15 (n=2) idi. Üç hasta genel anestezi almış yada almaktaydı. Altı hastada (%75) EEG’de
ek olarak fokal/multifokal epileptiform anomali, bir hastada (%12.5) FIRDA ve yine bir hastada (%12.5) izole iktal
kayıtlar görüldü. Bir hasta defisitsiz taburcu edilirken, diğer hastalarda (%87.5) modifiye Rankin skoru 4-6 arasında
değişmekteydi.
Sonuç: SIRPID ender görülen bir EEG paternidir. İlginç olarak bu çalışmada tüm hastaların kadın oldukları görülmüştür. Yaş aralığı ve tanılar oldukça değişkendir. Hastaların önemli bir kısmında EEG çekimi sırasında bilinç değişikliği
ağırdır. EEG’de ek olarak izole epileptiform deşarjlar sıktır. Hastaların çoğunluğunda prognoz oldukça kötüdür.
Anahtar Kelimeler: video-EEG, yoğun bakım, kritik hasta, SIRPID, prognoz
[SS-036]
Nöroloji Yoğun Bakım Ünitesinde İnme Nedeniyle İzlenen Hastalarda Frontal İntermittan
Ritmik Delta Aktivitesi Görülme Sıklığı ve Bunu Etkileyen Parametreler
Neşe Dericioğlu, Farid Xasiyev, Ethem Murat Arsava, Mehmet Akif Topçuoğlu
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Amaç: Frontal intermittan ritmik delta aktivitesi (FIRDA), ilk kez 1946 yılında tanımlanan ve elektrofizyologların
pek de ender olmayarak karşılaştıkları bir EEG paternidir. Orta hat beyin lezyonları, artmış kafa içi basıncı, değişik
metabolik bozukluklar, inme vb. pek çok değişik durumda bildirilmiştir. Bu nedenle klinik anlamı çok da iyi bilinmemektedir. Bu araştırmada Nöroloji yoğun bakım ünitemizde (NYBÜ) primer olarak inme nedeniyle izlenen hastalarda
FIRDA paterninin görülme sıklığı ve bunu etkileyebilecek parametreler araştırılmıştır.
Yöntem: Ekim 2009-Şubat 2016 tarihlerinde NYBÜ’nde inme nedeniyle yatırılarak izlenen ve bilinç değişikliği yada
olası non-konvulzif nöbet nedeniyle video-EEG çekimi yapılan hastaların EEG raporları retrospektif olarak incelendi.
EEG’de FIRDA saptanan (Grup 1) ve saptanmayan (Grup 2) hastaların demografik özellikleri, inme tipi ve zamanı,
lezyon lokalizasyonu, eşlik eden metabolik bozuklukları, EEG’de ek olarak gözlenen diğer bulguları ve prognozları not
edildi. Gruplar arasındaki veriler istatistiksel olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: Çalışmaya Grup 1’de 23 (11K, 12 E; yaş: 25-82) ve Grup 2’de 64 (37K, 27E; yaş: 26-91) olmak üzere
toplam 87 hasta alındı. Veriler incelendiğinde EEG kayıt günü ve süresi, inme tipi (iskemik yada hemorajik) yada
zamanı, Glasgow koma skala (GKS) skoru, eşlik eden diğer metabolik bozukluklar, EEG’de ek olarak saptanan farklı
bulgular (epileptik deşarj, trifazik dalga, iktal kayıt) ve taburculuk modifiye Rankin skorlarında (mRS) gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmadı. Lezyon lokalizasyonuna bakıldığında izole anterior dolaşım inmelerinin Grup 1’de
daha az görüldüğü dikkati çekti (p=0.003).
Sonuç: NYBÜ’nde izlenen inme hastalarının yaklaşık ¼’nde FIRDA paterni saptanmıştır. EEG’de bu paternin gözlenmesi demografik verilerle, inme tipi yada zamanı, GKS skoru, metabolik bozuklukların varlığı, taburculuk mRS ile
ilişkilendirilememiştir. Ancak anterior dolaşım ile posterior dolaşım ayrımının FIRDA üzerine anlamlı bir etkisi olabileceği düşünülmüştür.
Anahtar Kelimeler: yoğun bakım, inme, video-EEG, FIRDA
[SS-037]
Spinoserebellar Ataksilerde Yutma İşlevinin Elektrofizyolojik Yöntemlerle İncelenmesi
İlay Hilal Kılıç, Fatma Akkoyun Arıkan, Ahmet Acarer, İbrahim Aydoğdu, Cumhur Ertekin
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir
Amaç: Spinoserebellar atakside (SCA) aspirasyon pnömonisi ölümün başta gelen nedenlerinden biridir. Disfaji, bu
olgularda sık görülen ve aspirasyon pnömonisine yol açabilen önemli bir sorundur. SCA’lerde yutma fonksiyonlarına
yönelik kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır.Bu çalışmada SCA’lı olgularda elektrofizyolojik yöntemlerle ortaya konulan
disfajinin sıklığının ve derecesinin belirlenmesi; disfaji yakınması olmayan olgularda subklinik etkilenmenin ortaya
konulması amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmaya 34 spinoserebellar ataksili (kadın/erkek oranı 19/15)( ort. Yaş:44,6) olgu dahil edilmiştir. Olgular hastanemize başvuran; öykü, muayene,laboratuar ve görüntüleme yöntemleriyle spinoserebellar ataksi tanısı
konmuş olgulardan oluşmaktadır. Bu olguların 25’inin bilgilerine retrospektif olarak dosya verilerinden ulaşılmıştır.
34 olguya Yutma EMG laboratuarında toplam 40 yutma EMG testi ve her test öncesinde disfajiye yönelik sorgulama
yapılmıştır. Yutma EMG testleri ‘tek yutma analizi’, ‘disfaji limiti’, ‘bardaktan su içme testi’, ’50 sn ve 100sn spontan
solunum kayıtlaması’, ‘bardaktan su içme sırasında solunum kayıtlaması’nı içermektedir. 40 testin 6’sında solunumu
ilgilendiren testler yapılamamıştır.
-34-
Bulgular: Yutma EMG öncesi yapılan sorgulamada disfaji yakınması oranı %60 iken disfaji lmiti yöntemi ile % 85
olguda değişken derecelerde disfaji saptandı. Disfaji limiti disfaji yakınması olanlarda olmayan gruba göre daha belirgin olmak üzere (9,5 ml ve 17.5 ml) normallere göre (>20 ml) düşük bulundu. Hastalık süresi arttıkça disfaji limitinin düştüğü saptandı(r:-0,47). Bardaktan su içme testinde normal kontrol grubuna göre yutma hızında düşme ve
kapasitesinde azalma saptandı (ort. yutma hızı:7,9 ml/sn; ort. yutma kapasitesi:11,0 ml/yutma). Bardaktan su içme
sırasında %24 olguda yutma solunum ilişkisi bozuktu. Yutma apnesinin kesintisiz olduğu olgularda total apne süresi
normal kontrollere (7,9 sn) göre ılımlı uzamış (10,3 sn) bulundu. 100sn istirahatte spontan solunum kayıtlaması
yapılan 30 hastanın % 40’ında Cheynes-Stokes benzeri solunumun da gözlendiği düzensiz solunum paterni saptandı.
Sonuç: SCA grubunda disfaji oldukça sık bir yakınma olup elektrofizyolojik yöntemlerle değerlendirildiğinde bu
oran artmaktadır. Bununla birlikte disfaji olguların yaklaşık yarısında şiddetli düzeydedir. Hastalık süresinde artış ile
disfaji oranı artmaktadır. Yutma solunum ilişkisinde bozulma ve solunum paterninde anormallikler SCA olgularında
saptanılan diğer patolojilerdir. Disfajiye yönelik çalışmaların oldukça az ve kısıtlı olduğu SCA grubunda disfajinin
elektrofizyolojik olarak değerlendirilmesi pratik yararları yanında, klinik bulgular ve alt tiplendirme verileri ile birlikte
fizyopatolojinin ortaya konmasına yardımcı olabilir.
Anahtar Kelimeler: disfaji, elektrofizyoloji, solunum, spinoserebellar ataksi, yutma EMG
[SS-038]
Parkinson Hastalarında Spontan Yutmanın Tüm Gece Uyku Kayıtlaması Yapılarak İncelenmesi
İrem Fatma Uludağ1, Bedile İrem Tiftikcioğlu1, Cumhur Ertekin2
1
TCSB İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İzmir
2
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Elektrofizyoloji Bilim Dalı, İzmir
Giriş: Spontan yutma özellikle uyku esnasında oluşur. Parkinson hastalarındaki spontan yutma işlevinde meydana
gelen değişimler nadiren dikkati çekmiş ve incelenmiştir. Üstelik tüm gece uyku EEG kaydı yapılarak hiç incelenmemiştir. Nörolojik hastalıklarda disfajinin tanısı için bir gecelik uyku boyunca spontan yutmanın incelenmesi faydalı bir
yöntem olabilir.
Hastalar ve Yöntem: Toplam 21 Parkinson tanılı hasta ile 18 yaş-uyumlu sağlıklı kontrol bireyi çalışmaya dahil
edilmiştir. Tüm gece video-EEG kaydı yapılarak spontan yutma ve öksürük frekansı incelenmiştir. Siyalore ve disfaji
uygun ölçekler yardımıyla sorgulanmıştır. Teknik olarak, bir gecelik uyku sırasında 12-kanallı video-EEG kayıtlaması
yapılmış, yutma ile ilişkili kasların EMG’si yanı sıra nazal hava akımı kayıtlanmış ve vertikal larinks hareketleri tiroid
kartilaj üzerine yerleştirilen yüzeyel kayıt elektrotları yardımıyla kaydedilmiştir.
Sonuçlar: Parkinson hastalarında ortalama uyku süresi sağlıklı kontrollerle karşılaştırıldığında anlamlı derecede
azalmışken, toplam spontan yutma sayısının arttığı görülmüştür. Siyalore ve klinik disfaji açısından gruplar arasında
fark saptanmamıştır. En dikkat çekici bulgu ise “salvo tipi spontan yutma” olarak adlandırılan gruplar halinde meydana gelen ardışık spontan yutma hareketlerinin varlığının saptanmış olmasıdır. Bu hastalarda salvo tipi spontan
yutmanın hemen ardından gelen öksürme sayısının da belirgin şekilde yüksek olduğu dikkati çekmiştir.
Tartışma: Bu çalışmada ilk kez Parkinson hastaları ve sağlıklı kontrollerde spontan yutma fizyolojisi tüm gece yapılan multimodal elektrofizyolojik kayıtlama yöntemleri kullanarak incelenmiş ve karşılaştırılmıştır. Bu çalışmanın
sonucunda salvo tipi yutma denilen, tek bir yutma eylemi sırasında oluşan artarda 4 ya da daha fazla spontan
yutma hareketi ile karakterize yeni bir yutma paterni tanımlanmıştır. Parkinson hastalarındaki spontan yutma sayısı
orofaringeal disfaji gibi bir yutma bozukluğunu gösterecek derecede yüksek bulunmamış olsa da, salvo tipi spontan
yutma sayısı hastalarda belirgin olarak yüksek saptanmıştır. İleriki çalışmalar ile salvo tipi yutmanın Parkinson ve
diğer nörolojik hastalıklardaki sessiz aspirasyonun bir işareti olup olmadığının araştırılması gereklidir.
Anahtar Kelimeler: Yutma, disfaji, Parkinson hastalığı, uyku, öksürük
-35-
[SS-039]
Wallenberg Sendromunda Yutma ve Solunum İşlevinin Elektrofizyolojik Özelliklerinin
Değerlendirilmesi: Şiddetli Disfaji Yanında Subklinik Solunum Tutuluşu
Fatma Akkoyun Arıkan1, İlay Hilal Kılıç1, Cenk Eraslan2, İbrahim Aydoğdu1
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İzmir
2
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, İzmir
Bu çalışmada yutma ve solunum nörofizyolojisini ve birbirleri ile olan ilişkisini incelemek, Wallenberg Sendromu ve
diğer beyinsapı infarktı tanılı hastaların orofaringiyal yutmalarının, istirahat solunumlarının, yutma solunum ilişkisinin elektrofizyolojik olarak incelenmesi, infarkt lokalizasyonuna göre ve zaman içinde nasıl değiştiğinin saptanması
amaçlanmıştır.
Çalışmaya 32 Wallenberg Sendromu (WS), 10 bulbus dışı beyinsapı infaktı, 26 sağlıklı gönüllü alındı. Hastaların
nörogörüntülemesi, disfaji ve dispneye yönelik sorgulamaları yanında yutma ve solunuma yönelik elektrofizyolojik
incelemeleri yapıldı. Elektrofizyolojik olarak laringiyal sensör, submental yüzeyel EMG ve solunum için nazal hava
akımı sensörü kullanılarak tek yutma analizi, disfaji limiti, bardaktan su içme, solunumla eş zamanlı bardaktan su
içme ve istirahat sırasında solunum kaydı yapıldı.
WS grubunda %76, bulbus dışı beyinsapı infarktı grubunda %70 olguda disfaji yakınması vardı. 3 ml su yutma
analizinde WS grubunda orofaringiyal yutmanın refleks fazının, bulbus dışı beyinsapı infarktı olgularında ise yutmanın tetiklenme süresinin uzadığı saptandı. WS olgularında disfaji limiti değeri 7,8 ml, bulbus dışı beyinsapı infarktı
olgularında ise 14,1 ml olmak üzere WS grubunda disfaji daha şiddetliydi. WS grubunda DL’i patolojik olanlarda
hıçkırık, hipofoni ve vertigo daha sıktı. WS olguları yutma hız ve kapasiteleri düşük ve 100 ml suyu daha çok sayıda yutma yaparak, daha uzun sürede içmekteydi. WS olgularının %65’inde beyinsapı infarktı olgularının %40’ının
yutma solunum ilişkisi bozuktu. Spontan solunum paternlerine bakıldığında WS grubunda %67, bulbus dışı beyinsapı infarktı grubunda % 30 olguda solunum patolojikti. WS grubunda Cheyne-Stokes solunum yanında zaman
zaman ataksik solunumu düşündüren paternler saptandı. WS grubunda disfaji şiddeti arttıkça yutma solunum ilişkisi ve spontan solunum paterni bozulmaktaydı. Hıçkırığı olan olgularda spontan solunum bozukluğu daha sıktı.
Kraniyal MRG’de Nükleus ambiguus (NA) ve/veya nükleus traktus solitarius (NTS) tutuluşu olan olgularda disfaji
daha sık ve şiddetliydi. KrMRG’de rostral ve/veya orta düzeyde tutuluşu olan olgularda kaudal tutuluşu olanlara
göre disfaji daha sık ve şiddetliydi. 30 WS olgusundan 19’una izlem yapıldı. DL’i patolojik olan 18 olgunun 15’inin
DL’inde ortalama 3 ayda, yutma-solunum ilişkisi patolojik olan 14 olgunun 11’inde ortalama 6 ayda düzelme oldu
Bu çalışmada WS’da disfaji ve subklinik solunum bozukluğunun oldukça sık bir bulgu olduğu, disfajisi şiddetli olgularda yutma solunum ilişkisinin bozulduğu gösterilmiştir. Bu çalışmadaki önemli bir bulgu da subklinik olarak uyanık
durumdaki WS olgularında Cheyne Stokes benzeri spontan solunum patolojilerinin saptanmış olmasıdır. Bu bulgular
ventrolateral bölgedeki respiratuvar merkezin etkilenmesi ya da diğer respiratuvar nükleuslarla ilişkisinin bozulması
kaynaklı olabilir. Sonuç olarak WS olgularında özellikle akut dönemde ciddi mortalite ve morbidite nedeni olabilecek
disfaji yanında solunumsal patolojiler açısından da dikkatli olunmalı ve gerekirse izlem yapılmalıdır.
Anahtar Kelimeler: disfaji, solunum bozukluğu, Wallenberg Sendromu
[SS-040]
Parkinson Ve Parkinson Plus Olgularında Yutma Ve Solunum İlişkisinin Elektrofizyolojik
Özelliklerinin İncelenmesi Ayırıcı Tanıya Katkı Sağlar mı?
Fatma Akkoyun Arıkan, Ahmet Acarer, Leyla Baysal Kıraç, Sezin Alpaydın Baslo, Zeynep Tanrıverdi, İlay Hilal Kılıç,
Zafer Çolakoğlu, İbrahim Aydoğdu, Cumhur Ertekin
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İzmir
Parkinson hastalığı (PH) ve progresif supranükleer felç (PSP) multiple sistem atrofi (MSA) gibi Parkinson plus sendromları başlangıç dönemlerinde ortak özellikler gösterebilen hastalıklardır. Disfaji bu hastalıklarda ortak bir problem
olup malnütirasyon ve aspirasyon pnömonisine neden olarak mortalite ve morbiditeye yol açar. Bu çalışmada PH ve
Parkinsonizm gruplarında yutmanın ve yutma solunum ilişkisinin elektrofizyolojik olarak ayırt edici özelliklerini ortaya
koymak amaçlanmıştır.
Çalışmaya PH tanılı 45 olgu, PSP tanılı 43 olgu ve MSA tanılı 38 olgu (21 MSA-P, 17 MSA-C) ve normal kontrol olarak
70 olgu (ort y:54) alındı. Hastaların disfaji ve dispneye yönelik sorgulamaları yanında yutma ve solunuma yönelik
elektrofizyolojik (EF) incelemeleri yapıldı. Elektrofizyolojik olarak laringiyal sensör, submental yüzeyel EMG ve solunum için nazal hava akımı sensörü kullanılarak tek yutma analizi, disfaji limiti, bardaktan su içme, solunumla eş
zamanlı bardaktan su içme ve istirahat sırasında solunum kaydı yapıldı.
PH, MSA ve PSP olgularında 3 ml bolus yutma testinde ortak özellik total orofaringiyal yutma süresinde ve yutmanın
tetiklenmesinde uzamaydı. PSP grubunda öne çıkan özellik yutmanın tetiklenmesinde uzamanın yanısıra olguların
çoğunun (%84) refleks yutma paterni göstermesiydi. Bu oran MSA ve PH grubunda %11-30 arasındaydı. Disfaji limiti
PSP ve MSA grubunda belirgin olarak daha düşüktü (NK: 25 ml, PH:16,8 ml, PSP: 7,9 ml, MSA: 10,4 ml). Bardaktan
su içme testinde Parkinson plus ve PH gruplarında NK grubuna göre yutma hızında düşme ve kapasitesinde azal-36-
ma saptandı. Bardaktan su içme sırasında MSA grubunda daha belirgin olmak üzere (% 43 ve 56) yutma solunum
ilişkisi bozuktu. Bu oran PH grubunda % 10, PSP grubunda ise % 25 olarak saptandı. Yutma apnesinin kesintisiz
olduğu olgularda total apne süresi NK’ya göre (7,9 sn) uzamış (12,9-14,8 sn) bulundu. Spontan solunum sayıları
NK ve PH grubunda benzer iken diğer gruplarda kısmen artmıştı. Buna karşılık özellikle MSA-C olgularında (%45)
istirahatte solunum patolojileri saptandı. Bu grupta Cheyne-Stokes benzeri solunum yanında amplitüd ve frekansta
oynamalarla belirli düzensiz paternler saptandı. Solunumda düzensizlikler PH ve PSP grubunda daha az sıklıktaydı.
Parkinsonizm olgularında disfaji yakınması PH’ye göre daha erken çıkan ve daha şiddetli bir bulgudur. Hem PH hem
de Parkinson-plus grubunda yutma hızında ve kapasitesindeki azalma orofaringiyal devinimin ekstrapiramidal etkilenme ile yavaşlaması ile ilişkili olabilir. PSP grubunda refleks yutma paterninin belirgin sık olması, yutma solunum
ilişkisi ve istirahatte spontan solunum patolojilerinin PH’ye göre daha fazla buna karşılık MSA grubuna göre daha az
sıklıkta görülmesi, MSA grubunda ise spontan solunum anormalliklerinin ve yutma solunum ilişkisinde bozuklukların
ön planda olması bu elektrofizyolojik çalışmanın ortaya koyduğu ayırıcı tanıda yardımcı olabilecek bulgulardır.
Anahtar Kelimeler: disfaji, Parkinson Hastalığı, Parkinson Plus Sendromlar
[SS-041]
Spastisitede Patella T Refleksinin Değerlendirilmesi İçin Yeni Bir Cihaz Tasarımı
Serkan Uslu1, Tunca Nüzket1, Can Özcan4, Süha Yağcıoğlu3, Hilmi Uysal2
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı
4
Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü
Amaç: Spastisite üst motor nöron lezyonu sonrası gelişen bir hareket bozukluğudur. Ekstremite kaslarının hareket
hızına bağlı tonus artışıdır. Çalışmada spastisite hastlarında Patella T Refleksini çekiç vuruş gücü, bu vuruş sonrası
oluşan vibrasyon ve Bileşik Kas Aksiyon Potansiyeli (BKAP) EMG ile değerlendiren bir sistem tasarımı gerçekleştirildi.
Yöntem: Vuruş gücü, klinisyen tarafından çekiç aracılığı ile Patella T Tendonuna uygulanan kuvvet olarak tanımlanabilir. Vibrasyon, bu vuruş gücü ile kasta oluşan titreşim ve BKAP EMG kasın elektrofizyolojik yanıtı olarak değerlendirilmiştir. Bu üç parametreyi aynı anda değerlendirebilen yeni bir sistem tasarlanmıştır. Tasarlanılan sistem spastisite
rahatsızlığı bulunanlarda ve normal olgularda denenmiştir. BKAP EMG ölçümü için elektrotlar rektus femoris ve biceps
femoris kaslarına konulmuştur. Vibrasyon sensörü rektus femoris kasına yerleştirilen referans elektrodunun önüne
yerleştirilmiştir. Spastisite derecelendirmesi Ashworth skalasına göre yapılmıştır. 20 spastisite olgusu (10 Ashworth
1, 10 Ashworth 2) ve 20 normal olgudan ölçüm alınmıştır.
Bulgular: Klinisyen tarafından altı farklı vuruş gücü Patella T tendonuna uygulanmıştır. Kuvvet aralığı 5 - 17.5 N
arasında 2.5 N artış ile belirlenmiştir. Spastisite olgu grubunda BKAP EMG amplitudlarının M yanıtlarına oranı 5 N
için 0.59±0.23, 7.5 N için 0.53±0.28, 10 N için 0.61±0.24, 12.5 N için 0.59±0.15, 15 N için 0.55±0.18, 17.5 N
için 0.53±0.14’ tür. Vibrasyon genlikleri 5N’dan 17.5N’a sırasıyla 847.7±222.34, 671.0±170.27, 746.1±172.28,
900,95±226, 655,97±72.93, 568.72±144.32, 737.81±76.12 mV’tur. Normal olgularda 5N’dan 17.5N’a sırasıyla
BKAP EMG genliklerinin M yanıtlarına oranı 0.22±0.12, 0.19±0.11, 0.17±0.15, 0.18±0.12, 0.17±0.13, 0.22±0.27;
vibrasyon genlikleri ise 325.12±176.58, 329.58±150.60, 390.35±181.19, 397.63±132.22, 450.02±210.8 mV’tur.
Sonuçlar Şekil 1 ve Şekil 2’ de gösterilmiştir.
Tartışma ve Sonuç: Patella refleksi T yanıtları normallerden belirgin şekilde yükselmiştir ve bu yükseliş çekiç vuruş
gücü ile doğru orantılı değildir. Belirli bir düzeyin üzerinde hemen doygunluğa ulaşmaktadır. Çekiç vuruşu ile oluşan
vibrasyon ile elde edilen yanıtın genliği arasında erken dönemde bir korelasyon görülmekle birlikte aynı doygunluk
eşlik etmektedir. Vuruş kuvvetinin oluşturduğu vibrasyonun ölçülmesi, spastik olgulardaki T refleks yanıtının normallerden farklılığını göstermekte ve tanıda yardımcı bir araç olabileceğini desteklemektedir. Bulgular doğrultusunda görülmektedir ki vuruş kuvvetinin büyük ya da küçük olması alınan yanıt için büyük bir önem arz etmemektedir. Ayrıca
aynı kişiye aynı kuvvetle vurulduğunda bile farklı BKAP EMG yanıtları ve farklı vibrasyon değerleri gözlemlenmiştir.
Bilgilendirme: Bu çalışma TUBİTAK ARDEB projeleri kapsamında 214S175 proje numarası ile desteklenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Spastisite, Patella T Refleks, BKAP EMG
-37-
[SS-042]
Serabral Spastisitede Rektus Femoris Motor Ünite ve Büyüklük İndeksinin İncelenmesi
Serkan Uslu1, Tunca Nüzket1, Can Özcan4, Süha Yağcıoğlu3, Hilmi Uysal2
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
3
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyofizik Anabilim Dalı
4
Boğaziçi Üniversitesi Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü
Amaç: Spastisite üst motor nöron lezyonu sonrası gelişen bir hareket bozukluğudur. Spastisite, tonusta artma ve
refleks canlılığı ile tanımlanmaktadır. Motor nöron havuzunun uyarılabilirliğindeki değişiklikler nedeniyle refleks yanıtlardaki değişime M yanıtındaki değişimin nasıl eşlik ettiği ise henüz tam olarak aydınlatılamamıştır. Spastisite olgularında, motor yanıtı (M yanıtı) ortalamasının normal olgulara göre daha düşük olduğu bildirilmektedir. Motor nöron
havuzunu değerlendirmede kullanılabilecek invivo yöntemlerden bir tanesi motor nöron sayısı tahmin çalışmalarıdır.
Proximal kaslarda çalışma şansı veren metod ise motor ünite indeksi yöntemidir. Motor ünite sayısı ile spastisitedeki
ilişkiyi araştıran çalışma sayısı çok sınırlıdır. Bu araştırmada spastisitede M yanıtı, motor unite indeksi (MUNIX) ve
motor unite büyüklük indeksi (MUSIX) arasındaki ilişki incelenmiştir.
Yöntem: Çalışmaya 12 serabral kökenli spastisite olgusu ve 12 nörolojik rahatsızlığı bulunmayan sağlıklı birey katılmıştır. Ölçümler Medelek Synergy EMG cihazı ile alınmış olup matematiksel analizler MATLAB programı ile yapılmıştır.
Çalışmada M yanıtları, MUNIX ve MUSIX ölçümleri rektus femoris kasından kayıt edilmiştir. M yanıtları, femoral sinirden supramaksimal elektriksel stimülasyon ile elde edilmiştir. Rektus femoris kasından yüzey elektrotlar ile aktif
elektrot kasın göbeğinde referans elektrot ise tendonda olacak şekilde unipolar olarak kaydedilmiştir. MUNIX ve
MUSIX ölçümleri Nandedkar ve ark. tarafından geliştirilen M yanıtı ve istemli kas aktivitesine dayalı bir yöntemdir.
Beş farklı seviyede (%10,%25,%50,%75,%100) iki set halinde istemli kası yaptırılmaktadır. Alınan ölçümler doğrultusunda ilgili matematiksel işlemler ile motor ünite indeksi ve motor ünite büyüklük indeksi elde edilmektedir.
Bulgular: Normal olgular için M yanıtı ortalaması 21.71±4.24 mV, MUNIX ortalaması 274.42±55.33, MUSIX ortalaması 43.28±6.62 uV iken; spastisite olguları için M yanıtı ortalaması 16.73±3.67 mV, MUNIX ortalaması 221.6±54.42,
MUSIX ortalaması 37.00±6.49 uV olarak elde edilmiştir. M yanıtı, MUNIX ve MUSIX parametleri için normal ve spastisite grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (sırasıyla, p<0.01, p<0.05, p<0.05).
Tartışma ve Sonuç: Sağlıklı bireylere kıyasla spastisite olgularında rektus femoris kası için, MUNIX ve MUSIX değerleri istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde küçülmüştür. Ayrıca spastiklerde M yanıtı amplitüdleri de normallerden düşüktür. Bu bulgular motor nöron havuzunda da değişim olduğunu destekler. Bu bulgular, motor nöron havuzunun uyarılabilirliğindeki değişim ile havuzun niceliksel değişimi arasındaki ilişki olduğunu düşündürür niteliktedir.
Bilgilendirme: Bu çalışma TUBİTAK ARDEB projeleri kapsamında 214S175 proje numarası ile desteklenmektedir.
Anahtar Kelimeler: Spastisite, MUNIX, MUSIX
[SS-043]
Serebellar Dejenerasyon Olgularında Median Sinir Uyarımı ile Trapezius Kasından Elde Edilen
Uzun Latanslı Refleksler
Aysel Çoban, Ahmet Şair, Zehra Arıkan, Nesibe Tilek, Cengiz Tataroğlu
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji AD
Median mikst sinir uyarımı ile tenar kastan elde edilen uzun latanslı refleksler yanı sıra proksimal kaslardan da geç
yanıtlar elde edilebilmektedir. Bu yanıtlar özellikle trapezius kasından daha belirgin olarak elde edilmektedir. Trapeziustan elde edilen bu yanıtlar postür değişiklikleri ile de değişkenlik göstermiştir. Postüral instabilitesi olan Parkinson
olgularında da bu yanıtlarda ortaya çıkan değişiklikler daha önce sunulmuştur. Bu çalışmada serebellar etkilenmesi
olan olgularda bu reflekslerin incelenmesi planlanmıştır.
Serebellar dejenerasyon tanısı alan dokuz hasta (6 erkek 3 bayan) çalışmaya alındı. Bu olguların birisi anti Hu antikoru pozitif paraneoplastik serebellar dejenerasyon olgusu idi. Diğerleri ise serebellar dejenerasyon tanısı alan olgulardı. Serebellar tutuluş dışında piramidal etkilenme ve periferik sinir tutuluşu olan olgular çalışmaya alınmadı. Klinik
olarak tüm olgular ekstremite ataksisi ve trunkal ataksi bulguları gösteriyordu (panserebellar sendrom). Elektrofizyolojik olarak bu olguların rutin periferik sinir iletileri yapıldıktan sonra bilek düzeyinde median mikst sinir uyarımı ile
tenar kas ve trapezius kaslarından uzun latanslı refleks yanıtlar yüzeyel elektrodlar kullanılarak kaydedildi. Ayrıca 22
sağlıklı kontrol olgusundan bu elektrofizyolojik kayıtlamalar yapıldı. Tenar ve trapezius kaslarından elde edilen uzun
latanslı reflekslerin başlangıç latans değerleri ve pikten pike amplitüd değerleri analiz edildi.
Trapezius kasından elde edilen uzun latanslı refleksler 2 komponentli olarak elde edildi. İlki yaklaşık 35 ms ci-38-
varında ikincisi ise 52 ms civarında idi. Amplitüdleri ise 60 ile 80 mikroV civarında bulundu. Serebellar dejenerasyonu olan olgularda ise bu yanıtlar hiçbir olguda kayıtlanamamıştır. Tenar kastan elde edilen uzun latanslı reflekslerin en stabil komponenti olan 2. komponenti incelendi. Kontrollerde ikinci komponent yaklaşık 48 ms
de kayıtlanırken ilk komponent (H refleksi) yaklaşık 25 ms de kayıtlandı. Trapeziustan kayıtlanan refleks yanıtlardan farklı olarak hasta grubunda bu yanıtların latans ve amplitüd değerleri değişkenlik göstermemiştir.
Serebellar etkilenmesi olan olgularda trapeziustan elde edilen uzun latanslı refleksler tenar kastan elde edilen uzun
latanslı reflekslere göre oldukça farklı bir sonuç göstermiştir. Bulgularımız trapeziustan kayıtlanan bu uzun latanslı
refleks yanıtların oluşumunda rol oynayan jeneratörün serebellum veya bağlantılı nöral yapılarla ilişkisi olabileceğini
düşündürmüştür. Serebellumun kaslar ve eklemler arasındaki koordinasyondaki rolü burada önemli olabilir.
Anahtar Kelimeler: Uzun latanslı refleks, trapezius, postural instabilite, serebellar dejenerasyon
[SS-044]
Göz Kırpma Refleksinin Prepulse İnhibisyonu Ve Peripersonal Alanda Etkilenmesi
Oya Öztürk1, Meral E. Kızıltan2
1
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, 1. Nöroloji Kliniği, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Prepulse inhibisyon (PPI) bir refleksin o refleksi oluşturan uyarının öncesindeki eşik altı bir uyaranla baskılanması olarak tanımlanabilecek bir nörofizyolojik yöntem olup bazal ganglia ve beyin sapı retiküler nükleus arasındaki
bağlantıları kapsayan bir devrenin aracılık ettiği, pedinkulopontin tegmental nukleusla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Dış dünyada ekstremitelerimizin ulaşabileceği şekilde vücudun etrafını saran alan peripersonal alan olarak
bilinmektedir. Kapsamlı multisensoriyel etkileşimlerden kaynaklanan peripersonal alanın temsilinin beyinde ventral
premotor korteks ve postreior parietal korteksi kapsayan yaygın bir fronto-parietal ağda yer aldığı bildirilmektedir.
Somatosensoriyel göz kırpma refleksinin (SGKR) uyaran yüze yakın olarak uygulandığında boyutunun artması peripersonel alanın bu reflekse etkisi olarak tanımlanmıştır (Sambo ve ark, 2011). Bu çalışmada, sağlıklı bireylerde
oluşturulan GKR PPI’nun şartlayıcı uyaran peripersonal alana taşındığında değişimin olup olmadığını araştırdık.
Yöntem: Çalışmaya 22 sağlıklı birey (10 kadın, yaş ortalaması 37,3±10,6) alındı. GKR bazal koşullarda supraorbital sinir uyarımı ile çalışıldıktan sonra esas uyarı öncesinde 100 ve 300 ms uyarı aralıklarında median sinirin bilekte
düşük şiddette elektriksel uyarımı ile GKR R2 yanıtındaki boyut küçülmesi (PPI) değerlendirildi. Ayrıca elin pozisyonu
değiştirilerek başın aynı tarafına yaklaşık 4 cm uzaklıkta iken (peripersonal alanda) GKR - PPI çalışıldı. Bütün istatistiksel analizler için SPSS 18 kullanıldı.
Bulgular: Yüz ms ve 300 ms uyarı aralıklarında elde edilen GKR R2 yanıtı alanlarında anlamlı küçülme saptandı
(p<0,05). PPI oranları 100 ms uyarı aralığında %68.7±22.8, 300 ms uyarı aralığında %64,8±25,5 idi. Peripersonal
alanda PPI uygulaması ile bakılan GKR R2 yanıtı amplitüd ve alanlarında da istatistiksel olarak anlamlı olmamakla
birlikte artış saptandı. R2 yanıtı alanındaki artışlar 100 ms uyarı aralığında %37.6, 300 ms uyarı aralığında %31.4
oranında idi.
Sonuç: Çalışmamızda 100 ms ve 300 ms uyarı aralıklarında R2 yanıtında saptanan PPI literatürle uyumludur. Literatürde peripersonal alanda elde edilen somatosensoriyel GKR yanıt boyutunda bazal şartlara göre görülen artışa
yüzü çevreleyen alanın kodlanmasından sorumlu olan kortikal bölgelerin GKR’ye aracılık eden beyinsapı ara nöronları
üzerindeki tonik, yukarıdan aşağıya bir modülasyonunun aracılık ettiğini bildirmişlerdir. İstatiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte peripersonal alanda test yanıt boyutunda saptadığımız artışlar PPI’nin görece azalması olarak yorumlanabilir; bu durum korteksin PPI’a aracılık eden devrelerin uyarılabilirlik düzeyinde etkili olduğuna işaret edebilir.
Anahtar Kelimeler: göz kırpma refleksi, peripersonal alan, prepulse inhibisyon
[SS-045]
Migren Baş Ağrısı ve Peri-Personal Alan
Melis Sohtaoğlu Sevindik1, Ayşegül Gündüz1, Uğur Uygunoğlu1, Devrimsel Harika Ertem2, Derya Uludüz1, Baki Göksan1, Sabahattin Saip1, Aksel Siva1, Meral E. Kızıltan1
1
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
2
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Algoloji Bilim Dalı
Amaç: Peri-personal alan (PPA), bedenlerimizin hemen çevresindeki, dış dünya ile temas eden alan olarak tanımlanmakta ve bu alan, kişinin görünmeyen koruma sınırlarını oluşturmaktadır. Rahatsızlık verici uyarılar karşısında koruyucu refleksler/davranışlar oluşturmak üzere PPA’dan gelen bilgiler beyinde özel bölgelerde işlenir. PPA’nın kodlandığı
presantral girus ve ventral intraparietal alan gibi assosiasyon korteksleri, aynı zamanda non-stereotipik ve komplike
defansif refleks yanıtların oluşumunda da görev yapmaktadır. Migren başağrısı hastalarında multimodal duysal en-39-
tegrasyon bozukluklarının kortikal ve beyinsapı uyarılabilirlik değişikliklerinden ileri geldiği nörofizyolojik çalışmalar
ile gösterilmiştir. Biz, çalışmamızda migren atağı sırasında duysal somatik uyaranların PPA sınırları içerisinde ve dışarısında verildiğinde beyinsapı döngülü göz kırpma refleksindeki değişiklikleri araştırarak, migren hastalarında PPA’nın
duysal entegrasyondaki rolünü belirlemeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmamıza muayene sırasında migren atağında olan ya da son 48 saat içerisinde migrenöz atak geçirdiği
belirlenen, ICHD-II kriterlerine göre auralı/aurasız migren tanısı almış, 15 hasta (14 kadın (%93.3); 1 erkek (%6.7);
yaş: 37.67±9.46) ve baş ağrısı olmayan 17 sağlıklı birey (11 kadın (%64.7); 6 erkek (%35.3); yaş: 37.24±10.35)
alındı. Yüzeyel kayıt elektrodlar iki yanlı orbikularis okuli (OO) kasına motor nokta ve 2 cm lateraline yerleştirildi.
İlk deneyde bireyler rahat bir koltukta gözleri açık oturur pozisyonda iken bilekte median sinir, bant ile bileğe sabitlenmiş yüzey bipolar elektrod ile elektriksel olarak uyarılarak somatosensoriyel göz kırpma refleksi (SGKR) elde
edildi. İkinci deneyde elin yüze değmeden yaklaştırılması istendi ve kişi bu pozisyonu korur iken median sinir bilek
seviyesinde elektriksel olarak uyarılarak elde edilen SGKR kaydedildi. Ekstra-personal alan (EPS) ve PPA uyarımı ile
oluşan SGKR’nin parametreleri grupların içerisinde ve birbirleriyle karşılaştırıldı.
Bulgular: EPS uyarımı ile hastaların 11’inde (%73.3) SGKR elde edillirken, PPA uyarımı ile tümünde refleks elde edildi (p>0.05). Uyarının EPA verilmesine göre PPA uyarımı ile SGKR amplitüdünün ve alanının hem hasta hem de sağlıklı kontrollerde anlamlı derecede arttığı saptandı (migren: EPA amplitüd: 117.01±119.54µV, PPA: 186.2±137.59µV,
p=0.045; EPA alan: 1.77±2.67, PPA 4.3±5.47, p=0.035; kontrol: EPA amplitüd: 123.63±106.14µV, PPA:
154.71±116.92µV, p=0.032; EPA alan: 1.43±1.76, PPA: 1.95±1.77, p=0.05 ). İstatistiksel olarak anlamsız bulunsa
da migren grubunda ağrısız bireylere göre PPA-SGKR amplütüdünün ve alanının arttığı dikkati çekti.
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda migren atağındaki ve ağrısız bireylerde PPA uyarımı ile göz kırpma refleksinde
anlamlı değişiklikler izlenmiştir. Refleksteki fasilitasyon ağrı çeken hastalarda daha belirgindir. Bu durum migren hastalarının özellikle atak sırasında multimodal duysal entegrasyon sistemlerindeki hiperkesitabiliteden kaynaklanıyor
olabilir.
Anahtar Kelimeler: Migren baş ağrısı, Peri-personal alan, Somatosensoriyel göz kırpma refleksi
[SS-046]
Lateral Femoral Kutanöz Sinirin İnguinal Segment Sinir İleti Çalışması
Aysel Çoban, Ahmet Şair, Cengiz Tataroğlu
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji AD
Lateral femoral kutanöz sinir (LFCN) elektrofizyolojik çalışmalar açısından özellikle sinirin anatomik varyasyonlarından dolayı incelenmesi zor bir sinirdir. Ancak bu sinirin meralji parestetika (MP) olarak bilinen tuzak nöropatisi nadir bir klinik durum değildir. MP daha çok LFCN ‘in inguinal kanaldaki tuzak nöropatisi sonrası ortaya çıkmaktadır. Ancak sinirin bu segment dışında daha proksimal ya da daha distal
segmentlerde etkilenmesi söz konusu olabilir. Biz bu çalışmada lateral femoral kutanöz sinirin spina iliaka anterior superior (SİAS) düzeyi ve cilt altına yaklaştığı SİAS 6-10 cm distali düzeylerinden olmak üzere 2 farklı noktadan uyarım ile inguinal kanal segmenti ve distal segmentin ayrı ayrı iletim çalışması yapılması planlanmıştır.
Bu amaçla öncelikli olarak 23 sağlıklı insanda LFCN’in duysal sinir iletim çalışması yapılmıştır. Ayrıca MP olarak değerlendirilen 18 hasta çalışmaya alınmıştır. Duysal iletim çalışması için öncelikle SİAS 6-10 cm distalinden elektrik
uyarım yapılmıştır. Kayıtlama için SIAS-patella dış kenarı hattı üzerinde uyarım yerinden yaklaşık 20-25 cm distalde
yüzeyel plak elektrodlar yerleştirilmiştir. Proksimal uyarım yeri olarak ise SIAS düzeyi seçilmiştir. Kayıt ve uyarım
için yüzeyel elektrodlar kullanılmıştır. 2 gönüllüde SİAS düzeyinden monopolar iğne kullanılarak uyarım yapılmıştır.
Elde edilen kayıtlar en az 20 averajlama yapılarak ve her bir sinir en az kayıtlanarak yapılmıştır. Elde edilen yanıtların
başlangıç latansları, LFCN distal ileti hızı, pikten pike amplitüd değerleri ve SİAS ile 6-10 cm distali segment ileti hızı
değerleri hesaplanmıştır. Eğer başlangıç noktası belirgin değilse pik latansı ileti hızı hesaplamak için kullanılmıştır.
Kontrol olgularında LFCN distal latansı yaklaşık 3.8 ms proksimal latansları yaklaşık 4.8 ms civarında bulunmuştur. Segment ileti hızı ortalama 65 m/sn dir. Amplitüd değerleri ise distalde ortalama yaklaşık 3.2 mikroV,
proksimalde ortalama 2.3 mikroV civarında bulunmuştur. Tüm olgularda distal uyarım ile yanıtlar elde edilmiş
iken İki denekte proksimal uyarımla yanıt alınamamıştır. Klinik olarak MP düşünülen 19 hasta çalışmaya alındı. Bu hastalarda toplam 21 ekstremitede MP kliniği mevcuttu. MP olgularında toplam 10 ekstremitede proksimal ve distal uyarımla yanıt elde edilememiştir. Beş olguda sağlıklı tarafta da LFCN inguinal segmentte ileti hızı
yavaşlaması saptanmıştır (subklinik olgular). Dört olguda distal ileti normal iken proksimal segment yavaşlaması gözlenmiştir. Dört hastada ise distalde iletiler normal iken proksimal uyarım ile yanıt elde edilememiştir.
Sonuç olarak lateral femoral kutanöz sinirin uyluk distalinden kayıtlama ile beraber daha proksimalden, SIAS düzeyinden elektrik uyarımı ile sinir iletim çalışmaları yapılabilir. Bu metod LFCN etkilenmesi kliniği durumunda lokalize
edici değer taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: Lateral femoral kutanöz sinir, meralji parestetika, sinir ileti çalışması
-40-
[SS-047]
Amyotrofik Lateral Sklerozda A-Delta Duysal Liflerin Tutulumu
Barış Işak1, Hatice Tankisi1, Birger Johnsen1, Kirsten Pugdahl1, Nanna Brix Finnerup2, Anders Fuglsang Frederiksen1
1
Aarhus Üniversitesi Hastanesi, Klinik Nörofizyoloji Departmanı, Aarhus, Danimarka
2
Aarhus Üniversitesi Hastanesi, Danimarka Ağrı Araştırma Merkezi, Klinik Tıp Departmanı, Aarhus, Danimarka.
Amaç: Amyotrofik lateral sklerozda (ALS) A- beta duysal sinir liflerinde hafif düzeyde tutulum gösterilmiş olmasına
rağmen A-delta duysal sinir lifleri tutulumuna ait birbiriyle çelişen çalışmalar yayınlanmıştır. Bu çalışmada, lazerle
uyandırılmış potansiyel(LUP) kayıtlamaları kullanılarak ALS hastalarında A-delta liflerinin tutulumu araştırılmıştır.
Yöntem: 18 ALS hastası ve 31 sağlıklı birey bu çalışmaya dâhil edilmiştir. Neodymium-doped yttrium aluminium perovskite (Nd:YAP)-lazer üst (UE) ve alt (AE) ekstremitelerde LUP leri uyarmak için kullanılmışlardır. N1 potansiyelleri
karsı insuler korteksten ( T3 ya da T4), N2/P2 kompleksi ise verteksden (Cz) kaydedilmişlerdir. LUPler N1,N2, P2
latanslari ve N1, N2/P2 amplitudleri kullanılarak değerlendirilmiştir.
Bulgular: Kontrollerle karşılaştırıldığında ALS hastaları AE-LUP için daha uzun N2 ve P2 latanslarına, daha küçük N2/
P2 amplitüdlerine sahiptiler. UE-LUPlerde 10 (55.5%) hastada, AE-LUPlerde 11 (61.1%) hastada anormallik saptanmıştır. UE-LUP lerde N1amplitudu, AE-LUP lerde N2- ve P2- latanslari ALS fonksiyonel engellilik skorları ile anlamlı
ilişkiler göstermiştir.
Sonuç: LUP yanıtları ALS hastalarında A-delta liflerinde tutulum olduğunu göstermişlerdir. Nosiseptif yolların tutulumu ALS şiddetindeki artışla ilişkili gözükmektedir.
Anahtar Kelimeler: Amyotrofik lateral skleroz, duysal sinir, lazerle uyandırılmış potansiyel, A-delta
[SS-048]
Non-Alkolik Karaciğer Siroz Hastalığı İle Periferik Polinöropati Arasındaki İlişki
Reyhan Sürmeli1, Emel Oğuz Akarsu3, Adil Niğdelioğlu2, Kamil Özdil2, Ayşe Destina Yalçın1
1
Sağlık Bakanlığı, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Aaraştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği
2
Sağlık Bakanlığı, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Aaraştırma Hastanesi Gastroenteroloji Kliniği
3
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nörofizyoloji Kliniği
Amaç: Karaciğer sirozun periferik sinir sistemi üzerine olan etkileri, daha az oranda araştırılmıştır. Siroz ile periferik
nöropati arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmaların çoğunda alkolizm, B12 eksikliği, diyabet, tiroid hastalığı gibi nöropati yapabilecek diğer nedenlerin elimine edilmediği bilinmektedir. Biz bu çalışmada periferik polinöropati yapabilecek
diğer nedenler dışlandıktan sonra, non-alkolik karaciğer siroz hastalığı ile polinöropati ilişkisini araştırmayı amaçladık.
Gereç-Yöntem: Non-alkolik karaciğer siroz tanısı almış 18-80 yaş aralığında polinöropati klinik bugu ve semptomu
olmayan 32 hasta ile birlikte benzer yaş ve cinsiyet dağılımlı 28 sağlıklı kontrol grubu alındı. Her bir hastaya iki yanlı
süperfisyal peroneal, dorsal sural, mediyal plantar sinir ileti çalışması ile birlikte diğer üst ve alt ekstremite duysal-motor sinir ileti, F yanıt çalışmaları sağ taraflı olarak yapıldı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması, 52,93±10,98 yıl, sağlıklı kontrol grubunda 46,28±11,54 yıldı. Non-alkolik
karaciğer siroz hastalarının elektofizyolojik bulgularının sağlıklı kontrol grubu ile kıyaslama yapılarak elde edilen
bulgularında, mediyan duysal sinir amplitüd (p<0,01), ulnar duysal sinir amplitüd (p<0,01), sağ sural sinir amplitüd (p<0,01), sol sural sinir amplitüd (p<0,01), iki yanlı süperfisyal peroneal sinir amplitüdleri (p<0,01), iki yanlı
mediyal plantar sinir amplitüdleri (p<0,01), mediyan motor sinir amplitüd (p<0,01), ulnar motor sinir amplitüd
(p<0,01), tibiyal motor sinir amplitüd (p<0,01), peroneal motor sinir amplitüd (p<0,01) değerleri istatistiksel olarak
anlamlı şekilde düşük olarak elde edildi. Mediyan motor sinir ileti hızı (p<0,01), ulnar motor sinir ileti hızı (p<0,01),
tibiyal motor sinir ileti hızı (p=0,02), peroneal motor sinir ileti hızı (p<0,01), iki yanlı mediyal plantar sinir ileti hızı
(p<0,01), sol superfisyal peroneal ileti hızı (p<0,01), sağ superfisyal peroneal ileti hızı (p=0,008), sol sural sinir ileti
hızı (p=0,035), sağ sural sinir ileti hızı (p<0,01), ulnar duysal sinir ileti hızı (p<0,01) değerleri istatistiksel olarak
anlamlı şekilde yavaş olarak bulundu. Mediyan motor sinir distal latansı (p<0,01), mediyan, ulnar motor sinir F mean
latans (p<0,01), tibiyal motor sinir F mean latans (p<0,01) değerleri istatistiksel olarak anlamlı şekilde uzun olarak
kayıt edildi.
Sonuç: Bu bulgular, non-alkolik karaciğer sirozunda, polinöropati sıklığı açısından elektrofizyolojik bulguların beklenenden daha sık olduğunu göstermektedir. Karaciğer sirozunun bir komplikasyonu olarak nöropati, hastalarda yaşam
kalitesini etkilediğinden hastaların hepsinde dikkate alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Non-alkolik karaciğer sirozu, polinöropati, EMG
-41-
[SS-049]
Kronik Böbrek Yetmezliğinde Demiyelinizan Özellikte Elektrofizyolojik Bulgular
Yasin Pektezel, Çağrı Mesut Temuçin
Hacettepe Üniversitesi Nöroloji AD
Giriş: Demiyelinizan polinöropatiler, etiyopatogenezleri ve tedavi seçenekleri açısından aksonal polinöropatilerden
farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle, elektrofizyolojik olarak demiyelinizan polinöropatilerin tanınması klinik yaklaşımı etkilemektedir. Herediter nedenler dışında kazanılmış demiyelinizan polinöropatilerin önemli bölümünü ise
immün aracılı hastalıklar oluşturmaktadır. Diğer yandan, EMG laboratuvarımıza polinöropati araştırılması için başvuran kronik böbrek yetmezliği (KBY) olan hastalarda da demiyelinizan özellikler sık gözlenmektedir. Demiyelinizan
özellikler gösteren hastalar içinde KBY’nin sıklığının araştırılması için geriye dönük sistemik bir tarama planlanmıştır.
Yöntem: 2003-2016 yılları arasında HÜTF EMG laboratuvarında demiyelinizan özellikler saptanan hasta grubu içinde
KBY tanılı hastaların sıklığı ile ENMG ve diğer laboratuvar bulguları geriye dönük olarak incelenmiştir. KBY tanısında 3
aydan uzun süre ile glomerül filtrasyon hızı değerinin < 60 ml/dk/m2 olması dikkate alınmıştır. Sinir iletim çalışmalarında ulnar, median, tibial ve peroneal motor sinirlerde distal latans, minimum F dalga latansı, birleşik kas aksiyon
potansiyeli (BKAP) genliği ve motor iletim hızı ile ulnar, median ve sural duyu sinirlerinde duyu siniri aksiyon potansiyeli (DSAP) genliği ve iletim hızları incelenmiştir.
Sonuçlar: ENMG çalışmalarında demiyelinizan özellikler gözlenen 638 kişilik hasta grubu içinde 40 hastada KBY tanısı bulunmakta idi. Bu hastaların ortalama ± SS yaşı 60,1 ± 11,5 olup 32’si erkek, 8’i kadındı. 17 (%42,5) hastada
diabetes mellitus (DM) tanısı mevcuttu. Hastaların ortalama ± SS kreatin değerleri 3,254±1,775 mg/dl ve 16 hasta
diyalize girmekte idi.
Hastaların sinir iletim çalışmaları incelendiğinde,
-distal latansı normal değerin üstünde 32 hasta,
-minimum F dalga latansı normal değerin üstünde veya F dalgası elde edilemeyen 40 hasta,
-motor sinir iletim hızı normal değerin altında ise 40 hasta saptandı.
Amerikan Nöroloji Akademisi’nin(AAN) demiyelinizasyon kriterleri göz önüne alındığında ise,
-normal üst sınırın %125/150 üzerinde distal latansı olan 17 hasta,
-normal üst sınırın %120/150 üzerinde minimum F dalga latansı olan veya elde edilemeyen 34 hasta,
-normal alt sınırın %80/70 altında motor sinir iletim hızı olan ise 18 hasta saptandı.
Bu bulgular birlikte değerlendirildiğinde ise demiyelinizan polinöropati için elektrofizyolojik tanı kriterlerini karşılayan
9 hasta vardı. Klinik olarak kronik inflamatuar demiyelinizan polinöropati (CIDP) tanısı konulan hasta ise bulunmamakta idi.
Yorum: Çoğunda kesin elektrofizyolojik tanı kriterlerini karşılamakla birlikte, KBY’li hastalarda demiyelinizan elektrofizyolojik özellikler izlenebilmektedir. Bulguların DM olmayan ve diyalize girmeyen KBY’li hastalarda da izlenmesi
sorunun böbrek yetmezliğinin kendisinden kaynaklandığını akla getirmektedir. Hızlı ileten kalın miyelinli lif kaybına
bağlı değişiklikler ile açıklanamayacak bu bulguların Schwann hücre disfonksiyonu ile ilgili olabileceği ileri sürülmüştür.
İlginç olarak literatürde oldukça sınırlı bilginin mevcut olduğu bu konunun, KBYli hastaların elektrofizyolojik incelemeleri sırasında göz önünde bulundurulmasının önemli olduğunu düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Kronik böbrek yetmezliği, Polinöropati, Demiyelinizan
[SS-050]
Ardısıra Uyarımda Oksipital Kas Kullanımı
Turgut Adatepe1, Nurten Uzun2, Ayşegül Gündüz2, Ahmet Yıldırım3
1
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Poliklinik Elektromiyografi Laboratuvarı
2
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
3
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Elektrofizyoloji Bilim Dalı
Giriş: Ardı sıra uyarım (ASU) peş peşe presinaptik asetil kolin salınımına neden olur. Normal koşullarda her uyarım
sonrası aksiyon potansiyeli oluşturulabilirken patolojik durumlarda güvenlik faktörü azaldığından dört ya da beş uyarı
sonunda amplitüd belirgin ölçüde düşer. Çok çeşitli sinir-kas kombinasyonu bu testte kullanılabilir. Burada amacımız,
oksipital kasın ASU kayıtlarında güvenilirlik ve tekrar edilebilirliğini göstermektir.
Bireyler ve Yöntem: Çalışmaya toplam 23 sağlıklı birey dahil edildi (Ortalama yaş 44,7±13,8 yıl ve yedi erkek).
Tüm olgularda ayrıntılı muayene ile nazal ve oksipital kaslardan kayıtla ASU incelemesi yapıldı. Amplitüd ve alan
kayıtlarındaki dekrement ölçüldü. Sağ ve sol tarafta kaydedilen değerler ve nazal ve oksipital kaslar üzerinde kaydedilen değerler karşılaştırıldı.
-42-
Sonuçlar: Sağ ve sol tarafta kaydedilen yanıtlardaki dekrement değerleri benzerdi. Her iki kas üzerindeki kayıtlarda
hem dekrement hem inkrement görüldü. Nazal kastaki maksimum inkrement ve dekrement değerleri sırasıyla %8,1
ve %11,9 olarak saptandı. Oksipital kastaki değerler de istatistiksel farklılık göstermedi ve %11,8 ve %5,9 şeklinde
saptandı. Tekrar edilen incelemeler ile benzer sonuçlar elde edildi.
Yorum: Oksipital kas üzerinden kaydedilen ASU basit, uygulaması kolay, invazif olmayan, tekrar edilebilen bir tetkiktir. ASU incelemesinde, proksimal yerleşimli, kraniyal sinir innervasyonlu ve ilave bir fasiyal sinir innervasyonlu
kasın kullanımı gerektiğinde uygun bir alternatif olabilir.
Anahtar Kelimeler: ardı sıra uyarım, miyastenia gravis, oksipital kas
[SS-051]
Myastenia Gravis Tanılı Hastaların Ardışık Sinir Uyarım İncelemelerinde Oksipital Kasın Kullanımı
Ahmet Yıldırım1, Turgut Adatepe2, Ayşegül Gündüz3, Orhan Yağız4, Nurten Uzun3
1
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Elektrofizyoloji Bilim Dalı
2
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Poliklinik Elektromiyografi Laboratuvarı
3
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
4
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
Giriş: Miyastenia Gravis (MG), postsinaptik tipte bir motor son plak hastalığıdır. Ardışık sinir uyarımı (ASU), MG tanısında kullanılan elektrofizyolojik bir testtir. ASU testinin tanısal kapasitesi, proksimal ve semptomatik kasların çalışmaya dahil edilmesi, kasın doğru ısıda olması ve mümkün olduğunca çok kasın çalışmaya dahil edilmesine bağlıdır.
Kraniyal sinirler içinde ASU testi için en sık kullanılan fasiyal sinir olup kayıt kası için de genellikle nazalis ve orbikülaris
okuli kasları tercih edilir. Bu çalışmada, fasiyal sinir innervasyonlu oksipitofrontal kasın oksipital parçasının kayıt kası
olarak kullanılmasının diğer kas-sinir kombinasyonlarının ASU sonuçlarıyla karşılaştırılması ve klinik bulgularla fasiyal
sinir-oksipital kas kombinasyonu kullanılarak yapılan ASU yanıtları arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır.
Hastalar ve Yöntem: Haziran 2012 ve Ağustos 2013 tarihleri arasında jeneralize MG tanısıyla takip edilen 32 hasta
çalışmaya alındı. Tanı, klasik klinik bulgulara farmakolojik, immünolojik ya da elektrofizyolojik bulgulardan ikisi eşlik
ettiğinde kondu. Elektrofizyolojik inceleme sırasındaki Myasthenia Gravis Foundation of America klinik sınıflamaları
ve MG kompozit skorlamaları yapıldı. Fasiyal sinir innervasyonlu oksipital ve nazalis, aksesör sinir innervasyonlu trapezius, median sinir innervasyonlu abduktor policis brevis (APB) ve ulnar sinir innervasyonlu abduktor digiti minimi
(ADM) kaslarında ASU testi yapıldı. ASU ile tanı koyma oranı, her bir kas kaydıyla ASU testinin tanı koyma oranı,
dekrement oranları ve klinik bulgularla ASU yanıtları arasındaki ilişki araştırıldı.
Sonuçlar: Hastaların 25’inde (%78,1) en az bir kastan kayıtla anlamlı dekrement saptandı. Tanısal potansiyeli en
yüksek kombinasyon, fasiyal sinir- nazal kastı (%68,8). Bunu sırasıyla aksesör sinir- trapezius kası (%53,3), fasiyal sinir-oksipital kas (%50), median sinir-APB kası (%30) ve ulnar sinir-ADM kası (%16,7) izlemekteydi. Nazalis
kas-fasiyal sinir kombinasyonuna üstün değildi. Trapezius kası- aksesuar sinir kombinasyonunda anlamlı dekrement
görülmeyen 4 (%12,5) olguda fasiyal sinir-oksipital kas kayıtlı ASU incelemesi tanı koydurucuydu. Klinik bulgularla,
fasiyal sinir–oksipital kas kayıtlı ASU yanıtları arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı.
Yorum: Proksimal yerleşimli ve fasiyal sinir innervasyonlu oksipital kasın ASU incelemelerinde kullanılması önermekteyiz. Özellikle nazalis kasının atrofisi, artefaktının engellenemediği, operasyon/ travmatik nedenler veya botulinum toksin uygulamaları ile kullanılamadığı durumlarda bu kas iyi bir seçenek olabilir. ASU incelemesinde bu kasın
tek dezavantajı, egzersiz sonrası incelemelerin yapılamamasıdır. Ancak bunun da tetanik yorma ile aşılabileceğini
düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Ardışık sinir uyarımı, dekrement, miyastenia gravis, oksipitofrontal kas
[SS-052]
Mutad Olmayan Kasta Ardışık Sinir Uyarımı
Fikret Aysal1, Nimet Dörtcan2, Ahmet Altunhalka3, Ümmühan Altın3, Nesrin Helvacı Yılmaz1, Emre Öge4
1
İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
2
Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
3
Özel Bakırköy Nöroloji Merkezi, İstanbul
4
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Sinir-kas bileşkesi (SKB) ileti bozukluklarının tanısında ardışık sinir uyarımı (ASU) sık kullanılır. Rutinde birçok
kastan kayıtlanarak uygulanmasına karşın vastus lateralis (VL) kası bu amaçla hemen hiç kullanılmamaktadır. Altı
-43-
hastamızda sadece veya daha belirgin VL kasından anlamlı dekrement elde edilmiştir. Bu nedenle VL kasından ASU
testini tartışmayı amaçladık.
Yöntem: Bu çalışmada yaşları 5-56 arasında değişen, üç erkek, üç kadın hasta incelendi. Hastalığın başlangıcı 1.525 yaşlar arasında değişiyordu. Hastalık süresi 3.5- 50 yıl arasında idi. Dikkatli anamnez alındığında tüm hastalarda
fluktuasyon, beş hastada genetik geçiş düşündüren akrabalık ilişkileri vardı. Tüm hastalarda bir alt ve bir üst ekstremitede en az bir motor sinir ve bir duyusal sinir iletim çalışması yapıldı. Tüm hastalarda femoral sinir kasıktan 3
Hz frekansında supramaksimal şiddette uyarılıp VL kası üzerinden bar elektrod ile kayıt alınarak ASU testi çalışıldı.
Ayrıca tüm hastalarda ulnar sinir-abduktor digiti minimi (ADM), üç hastada aksesuar sinir-trapezius, bir hastada yüz
siniri-orbikularis okuli, bir hastada peroneal sinir- ekstensör digitorum brevis kaslarından standart yöntemlerle ASU
yapıldı.
Bulgular: Tüm hastalarda ekstremite proksimal kaslarında zaaf vardı (dördünde alt>üst, birinde üst>alt, bir diğerinde sadece alt). İkisinde daha hafif olarak ekstremite distal kaslarında, ikisinde boyun kaslarında, birinde levator
palpebra kasında zaaf eşlik ediyordu. Tüm hastalarda VL kasından anlamlı dekrement elde edildi. Bir hastada ADM, iki
hastada trapezius kasından daha düşük oranda dekrement elde edildi. Diğer kaslarda dekrement görülmedi. Tümünde SKB hastalığı tanısına varılan hastalardan kardeş olan ikisinde homozigot GFPT1 (glutamine fructose-6-phosphate
transaminase 1) mutasyonu saptandı. Tüm hastalar pridostigminden yararlandı.
Sonuç: Tipik bir miyopati hastası gibi proksimal kaslarda baskın zaafı olan, az çok fluktuasyon anamnezi veren ve
kreatin kinazı normal veya hafif yüksek bulunan hastalarda SKB hastalığı akla gelmelidir. Vastus lateralis kası, doğrudan veya rutin kasların yanında ASU için kullanılabilir.
Anahtar Kelimeler: ardışık sinir uyarımı, sinir-kas bileşkesi, vastus lateralis
[SS-053]
Yeni Tanılı Myasthenia Gravis Hastalarında Ardışık Sinir Uyarım Testinde Dekrement Paternleri
Nermin Görkem Şirin1, Elif Kocasoy Orhan2, Sezin Alpaydın Baslo3, Oya Öztürk3, Aysun Soysal3, Hacer Durmuş2, Feza
Deymeer2, Mehmet Barış Baslo2
1
İstanbul Üniversitesi Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı
2
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
3
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Amaç: Myasthenia Gravis (MG) hastalarında düşük frekanslı ardışık sinir uyarım (ASU) testinde dekrement izlenmektedir. Bu dekrement paterni, presinaptik nöromüsküler kavşak hastalıklarındaki ilk dokuz uyarıda görülen progresif
düşme paterninin aksine, postsinaptik hastalıklarda 4-5. uyarı sonrası plato çizmekte veya bir miktar düzelmektedir.
ASU testinde egzersiz sonrası, nöromüsküler kavşağa salınan asetilkolin miktarındaki artış nedeniyle birleşik kas
aksiyon potansiyeli (BKAP) amplitüdünde artış (fasilitasyon) izlenir. Bu çalışmada, yeni tanılı ve immünomodülatuar
tedavi kullanmayan MG tanılı hastalarda, ASU testinde değişik frekanslarda ve egzersiz sonrası dekrement paternlerinin incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Haziran 2015-Mart 2016 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim
Dalı ve Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji polikliniklerine başvuran kesin tanı almış MG hastalarından, nazalis, orbikülaris okuli, addüktör digiti minimi veya trapez
kaslarının en az birinde 3Hz. ASU incelemesinde anlamlı ve tekrar eden dekrement tespit edilen 12 hasta çalışmaya
dahil edildi. Dekrement izlenen kasta, 10 saniye maksimal kası sonrası 1Hz. ASU testi 9-100 uyarı ile uygulandı. Dekrement oranları, birinci ile dördüncü, birinci ile dokuzuncu ve birinci ile en son uyarı arasında hesaplandı. İstirahat ve
10 saniye egzersiz sonrası BKAP amplitüdlerindeki artış (fasilitasyon) değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların, hastalık başlangıç süresi 9 aydı ve Composite skor ortalaması 7,3 olarak hesaplandı. On iki
hastanın toplam 21 kasında 3Hz. ASU’da dekrement izlendi. On saniye maksimal kası sonrasında 21 kasın 7‘sinde
BKAP amplitüdlerinde %4-25 oranında fasilitasyon saptandı. Yedi kasın 5’inde (%71) 10 saniye maksimal kası sonrasında 1Hz. ASU testinde 1-4 ve 1-9 uyarı arası dekrement oranı artış göstermekteydi. On saniye maksimal kası
sonrası fasilitasyon izlenmeyen 14 kasın dördünde (%29) dekrement oranı dokuzuncu uyarıda artış gösterirken diğerlerinde değişiklik izlenmedi. Dokuzdan fazla uyarı verilen hastalarının son uyarı ile elde edilen dekrement oranları
ya artış göstermedi ya da değişmeden kaldığı görüldü.
Sonuç: On saniye maksimal kası sonrası 1Hz. ASU testinde BKAP amplitüdünde fasilitasyon sonrası ilk dokuz uyarıda
görülen progresif dekrement paterni presinaptik kompansasyon mekanizmalarının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Dokuzdan fazla uyarı ile izlenen dekrement paterni ise tükenme fenomeni ile ilişkili olabilir.
Anahtar Kelimeler: Myasthenia gravis, düşük frekanslı ardışık sinir uyarım testi, fasilitasyon
-44-
[SS-054]
Nöromüsküler Kavşak Bozukluğunda Jitterdeki Zamansal Değişiminin Ölçümü
Olcay Tosun Meriç1, F. Gökçem Yıldız2, Gülay Nurlu1, Çağrı Mesut Temuçin1
1
Hacettepe Üniversitesi Nöroloji AD
2
Hacettepe Üniversitesi Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü
Giriş: Tek lif EMG (TLEMG) incelemesi başta Myestania Gravis (MG) olmak üzere nöromüsküler kavşak hastalıklarının
elektrofizyolojik tanısı için duyarlılığı yüksek bir testtir. Rutin inceleme sırasında her bir potansiyel çifti için, genellikle
100 traseden elde edilen potansiyeller arası interval değerlerinden ”mean consecutive differences “ (MCD) hesaplanmaktadır. MCD, bir potansiyel çiftinin, motor ünitenin ateşlenmesi süresince jitterindeki değişimi ise doğrudan
yansıtmamaktadır. Bu çalışma, MG hastalarında motor ünite ateşlemesinin devam etmesiyle birlikte klinikte gözlenen
yorulma fenomeninin, jitter ölçümlerine da yansıyacağı düşüncesiyle gerçekleştirilmiştir.
Yöntem: Nisan-Aralık 2015 tarihleri arasında EMG laboratuvarında TLEMG incelemesi yapılan hastalar çalışmaya dahil edildi. TLEMG’si bozuk olan MG grubundaki 9 hastanın 5’i kadındı; 4’ünde AChR antikoru, bir hastada ise
Anti-Musk antikoru pozitifti. Hastaların yaş ortalaması 50,3; ortalama semptom süresi 25,7 aydı. 7 kişi ise kontrol
grubu olarak alındı (5 kadın, yaş ortalaması 43,5).
Her bir potansiyel çifti için 100 ardışık trase kayıt edildi. İlk 10 [0-10 MCD] ve son 10 [90-100 MCD] traseden MCD
değerleri ayrı olarak hesaplandı. Kontrol grubunda 20, hasta grubunda ise en az 4 potansiyel çifti için bu ölçümler
gerçekleştirildi. Her iki grupta, potansiyel çiftlerinden elde edilen bu MCD değerleri arasındaki aritmetik farkın ([90100 MCD] - [0-10 MCD]) ortalaması, standart sapması ve maksimum değerleri hesaplandı.
Sonuçlar: Bireylerde potansiyel çiftlerinden elde edilen ortalama ([90-100 MCD] - [0-10 MCD]) değerleri ile bu
değerlerin standart sapması hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti. (Ortalama) ± (SS)
range; kontrol grubu bireyleri için (-1,05 - 5,3) ± (8,03 - 11,2) us iken hasta grubunda (4,42 - 30,5) ± (7,92 - 60,1)
us idi (p <0,005). Maksimum [90-100 MCD] - [0-10 MCD] değeri ise kontrol grubunda 9-18 us arasında değişirken
hasta grubunda ise 25-121 us arasında idi.
Yorum: Çalışmamızda, MG hastaları ile normaller arasında ([90-100 MCD] - [0-10 MCD] değerleri anlamlı derecede
farklılık göstermektedir. Rutin TLEMG çalışmasında sırasında 100 traseden elde edilen MCD değerleri ortalamayı yansıtmakta olup bir potansiyel çiftinin ardışık 100 ateşlemesi sırasında jitterdeki varyasyonu doğrudan yansıtmamaktadır. Oysa MG hastalığında klinikte gözlenen yorulma fenomeninde de olduğu gibi, nöromüsküler jitterdeki zamansal
değişim ek bilgiler sağlayabilir. MCD ölçümünde ise bu bilgi ortalama alınması ile ortadan kalkmakta ve nöromüsküler
bir kavşaktaki iletimin zaman içindeki değişimi konusunda fikir verememektedir. Bu amaçla çalışmamızda gerçekleştirildiğimiz, aynı potansiyel çiftinin farklı zaman kesitlerinde elde edilmiş MCD değerlerinin karşılaştırılmasının ise
nöromüsküler kavşak iletimi ile ilgili ek bir bilgi sağlayabileceğini düşünmekteyiz. Özellikle rutin TLEMG si normal
sınırlarda olan hastalarda bu ek ölçüm duyarlılığa katkıda bulunabilir.
Anahtar Kelimeler: Nöromüsküler kavşak, Jitter, Myastenia Gravis, Tek lif EMG
-45-
-46-
POSTER SUNUMLAR
-47-
-48-
[PS-001]
EEG Laboratuvarında 3 Yıl Boyunca Çekilen EEG Sonuçlarının İncelenmesi
Hasan Hüseyin Ulukan, Erkan Tokgöz
Elazığ Asker Hastanesi
Giriş: Saçlı deriye yerleştirilen elektrodlar ile beynin biyoelektriksel aktivitesinin elektroensefalografi ile kaydedilmesi ilk kez 1929 yılında Hans Berger tarafından keşfedilmiştir. Bu incelemede mikrovolt düzeyinde çok düşük
amplitüdlü dalgaların amplifikasyonu ve filtre sistemlerinin uygulanması gerekmektedir. Eskiden trase kağıt çıktıya
alınmaktayken günümüzde dijital EEG ile trasenin daha ayrıntılı değerlendirilmesi ve artefaktların uzaklaştırılması
mümkün olmaktadır. Epilepsinin klinik özellikleri yüzyıllardır bilinmekle birlikte, epilepsi tanısı ve tedavinin takibinde
EEG tetkiki 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren giderek daha yaygın ve etkin bir şekilde kullanılagelmektedir. Özellikle epilepsiyi taklit edebilen diğer paroksismal olayların ayırıcı tanısında en önemli incelemedir. Epilepsi tanısında en
önemli testlerden biri olan EEG’de epileptiform deşarjların (diken, keskin, diken-dalga deşarjları) varlığı araştırılır. Bu
çalışmada hastanemiz EEG laboratuvarında çekilen EEG traselerinin incelenerek spesifik bulguların tanıya ne kadar
yardımcı olduğunun paylaşılması amaçlanmıştır.
Bulgular-Sonuç: 1 Kasım 2012 - 31 Ocak 2016 tarihleri arasında nöroloji ve diğer polikliniklerden bayılma sebebiyle EEG laboratuvarında EEG çekilen hastaların sonuçları incelendi. Toplam 256 EEG sonucundan 220’si normal olup
36’sı anormaldi. Anormal sonuçların 18’i fokal, 18’i jeneralize anormalliklerden oluşmaktaydı. 13 EEG’de jeneralize
diken-dalga, 3’ünde jeneralize keskin-dalga, 4’ünde lokalize diken-dalga ve 2 sinde lokalize keskin-dalga kompleksleri şeklinde spesifik epileptik anormallik izlendi. 1 hastada fotik stimülasyon ile tetiklenen klinik epilepsi nöbeti
oldu. Ayrıca 3 hastada postiktal dönemde bakılan EEG’de delta dalgaları izlendi. Diğer anormal EEG’lerde nonspesifik
bulgular izlendi. Bu sonuçlarla bayılma yakınması ile EEG’si çekilen hastaların 27’sinde EEG tetkiki epilepsi tanısına
destekleyici oldu. Jeneralize diken-dalga kompleksi izlenen hastalardan 1’inde trasedeki anormallik fotik stimülasyon
ile ortaya çıkarken; lokalize diken-dalga kompleksi izlenen hastalardan 1’inde anormalliğin hiperventilasyon aktivasyonundan sonra ortaya çıktığı izlendi.
Tartışma: Literatürde interiktal dönemde çekilen rutin EEG’lerde epileptiform değişiklik olasılığının kabaca %50 olduğu belirtilmektedir. Sağlıklı erişkinlerde rutin EEG çekiminde ise bu oran %0.5’dir. Nöbet geçiren hastaların EEG’lerinin normal olması tanıyı dışlamamaktadır. Birçok epileptik hastanın interiktal dönemde çekilen EEG’leri normal
olarak saptanabilir. Çalışmamızda bayılma ile müracaat eden hastaların %10.5’inde epileptiform anomali saptandı.
Testin duyarlılığının literatüre göre düşük çıkmasına; bayılma anamnezi epilepsi ile uyumlu olan hastaların yanında
nonepileptik bayılma anamnezi olan hastaların da ayırıcı tanılarında EEG’lerinin çekilmesinin sebep olduğu düşünüldü. EEG çekilen hastaların anamnezleri incelendiğinde 62 hastanın anamnezinin epilepsi ile uyumlu olduğu görüldü.
Böylelikle çalışmamızda EEG duyarlılılığının aslında %43.5 olduğu hesaplandı. Rutin EEG incelemesi halen epilepsi
tanısında en geçerli yöntem olarak önemini korumaktadır. Standardize protokollerin ve aktivasyon yöntemlerinin de
kullanılması tetkikin duyarlılık ve güvenilirliğini arttırdığı unutulmamalıdır.
Anahtar Kelimeler: EEG, EPİLEPSİ, DİKEN-DALGA KOMPLEKSİ
[PS-002]
Valproik Asid Toksisitesine Bağlı Hiponatremi
Özden Yener Çakmak1, Rabia Sedef Üre2
1
Bozüyük Devlet Hastanesi, Nöroloji
2
Eskişehir Devlet Hastanesi, Nöroloji
Hiponatremi,birçok nedene bağlı olarak ortaya çıkabilen, sıklıkla karşılaşılan bir klinik antitedir,
Bu olguda valproik asid toksisitesine bağlı hiponatremi gelişen bir olgu sunmak istiyoruz.
Kliniğe nöbet sıklığında artış ile başvuran, bilnen epilepsi, HT, KOAH öyküsü olan kadın hasta antiepileptik tedavi
olarak levatirasetam 2x1500 mg tb ve valproik asid 2x500 mg tb kullanmaktaydı. Yapılan değerlendirmede hiponatremiyi açıklayacak başka neden bulunamayan, replasmanla serum Na düzeyi yükseltilemeyen ( Na: 126 mmol/L)
hastanın valproik asid düzeyi 126,4 mikrogram/ml(50-100) olarak saptandı.Valproik asid dozunun azaltılması sonrası sodyum düzeyi normal sınırlara yükselen (138 mmol/L) hastanın takibinde nöbeti olmadı. Takipte tedaviye topiramat eklendi.
Valproik asid yüksek dozları hipernatremiye neden olabilir. Ayrıca ters olarak kronik valproik asid kullanımı ise uygunsuz ADH sendromu (SIADH) ve hiponatremi ile ilişkilidir.
Bu vakayı klinikte sık karşılaşılan bir durum olmadığı için hiponatremi ile karşılaşıldığında valproik asid toksisitesinin
de akla gelmesi için sunmak istedik.
Anahtar Kelimeler: Hiponatremi, valproik asid toksisitesi, ilaç toksisitesi
-49-
[PS-003]
Epilepsi Tanılı Gebe Hastaların MRG Ve EEG Anormalliğinin Malformasyon Oranı İle İlişkisi
Aygül Tantik, Kezban Aslan, Hacer Bozdemir
çukurova üniversitesi tıp fakültesi
Giriş: Epilepsi tanılı gebelerin, diğer sağlıklı gebe olgulara göre daha düzenli takip gerektirmektedir. Epilepsi tanılı
annelerin normal gebe popülasyona göre malformasyonlu bebek sahibi olma riskinin daha yüksek olduğu bilinmektedir. Ancak gebe epileptik annede EEG ya da görüntüleme (MRI) anormallikleri ile bebek anormallikleri korelasyonu
hakkında çelişkili veriler bulunmaktadır. Çalışmanın amacı,anormal MRG ve (elektroensefalografi) EEG bulguları olan
gebe epilepsi tanılı annelerin bebeklerinde malformasyon sıklığını anlamlı düzeyde olup olmadığını belirlenmek.
Materyal-Metod: Nöroloji ve Kadın Doğum Kliniklerine başvuran gebe ve epilepsi tanılı hastaların 9 aylık gebelik
süreci ve doğum sonrası 1. ay sonunda muayeneleri sonucu annede klinik, elektrofizyolojik, nöroradyolojik, sonuçları
ile bebekte malformason ve tiplerinin korelasyonu yapıldı.
Bulgular: Çalışmaya katılan 55 kadın hastanın yaş ortalaması 28,51± SD (min:17, max:40) dir.Hastaların %45,5
inde parsiyelözellikte, %52,72’dejeneralizeözellikte epileptik nöbet saptandı. Serebral görüntülemede sadece olguların %19,6’da fokal lezyon saptandı. EEG’de% 76.4’de anormal bulgular belirlendi. EEG ve MRI birlikte anormal olan
hasta oranı % 10.9’du. Sadece EEG anormalliği olan annelerin % 7.1’de, MRI anormalliği olanların % 10’da, EEG ve
MRI birlikte anormal % 16.6 ‘da malforme olan bebek doğumu oldu.
Sonuçta; Bu çalışmada, EEG ve MRG bulguları birlikte anormallik gösterdiği olgularda, malforme bebek doğurma riski
artmaktadır. Ancak malformason nedenleri içerisinde epileptik sendromlar, nöbet sıklığı ve kullanılan antiepileptik
ilaçlarında göz önünde bulundurulması gerkiği bilinmektedir.
Anahtar Kelimeler: Gebe, Epilepsi, EEG, MRI
[PS-004]
Viral Ensefalit Hastalarının Klinik ve Elektroensefalografik Özellikleri
Hülya Ertaşoğlu Toydemir, İbrahim Acır, Vildan Yayla, Metin Mercan, Damla Çetinkaya
Bakırköy Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul, Türkiye
Amaç: Ensefalitler, başağrısı, ateş, davranış değişiklikleri, kognitif bozukluklar, nöbetler ve hatta psikiyatrik semptomlar ile karakterize nörolojik hastalıklardır. Bu hastaların EEG’lerinde zemin aktivitesinde yavaşlama, ritmik yavaş
dalga aktivitesi, periyodik epileptiform anomali, diken ve keskin dalga aktivitesi gibi farklı bulgular saptanabilmektedir. Son yıllarda otoimmün ensefaliti olan hastaların EEG’lerinde daha fazla saptanan delta brush paterni vurgulanmaktadır. Çalışmamızda, viral ensefalit tanısı ile servisimize yatırılmış olan hastaların klinik ve elektroensefalografik
özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Viral ensefalit tanısı ile, 2014-2016 yılları arasında servisimizde yatırılmış ve antiviral tedavi verilmiş olan
hastalar çalışmamıza dahil edilmiştir. Hastaların klinik, elektroensefalografik, radyolojik ve laboratuvar bulguları değerlendirilmiştir.
Bulgular: Çalışmamıza dahil edilen 11 hastanın, 6’sı erkek, 5’i kadındı. Yaşları 24-85 yıl (ortalama 57,2±21,03
yıl) arasında değişmekteydi. Başvuruları esnasında hastalarımızın ateş 8’inde, başağrısı 4’ünde, bilinç değişiklikleri
10’unda, nöbet 6’sında mevcuttu. Bir hastamızda HSV PCR pozitif saptanmıştı. Dokuz hastamızda BOS bulguları, ensefalit tanısını destekler nitelikteydi. Hastalarımıza antiviral tedavi uygulandı ve bir hasta dışında tümünde tedavi 14
ya da 21 güne tamamlandı. Sadece iki hastamızın manyetik rezonans görüntülemelerinde temporal lobda ensefalit
ile uyumlu olan sinyal değişiklikleri izlendi. Hastalarımızın EEG’lerinde 5 olguda temel biyoelektrik aktivite normaldi,
7 hastamızda zemin ritmi teta frekansında yavaşlamıştı. Periyodik lateralize epileptiform deşarj saptadığımız 2 hastamızın, radyolojik bulguları ensefalit tanısını destekleyen hastalarımız olması dikkat çekici idi. Bir hastamızda tek
taraflı fronto-temporo-pariyetal bölgede oldukça sık şekilde tekrarlayan epileptojenik odak saptandı. Hastalarımızdan
birinde iki yanlı fronto-temporal bölgelerde çok yüksek amplitüdlü, 2 Hz frekanslı delta dalgalarının üzerine süperimpoze olmuş beta ritmi (delta brush paterni) dikkati çekmekteydi. Tüm hastalarımızda tam iyileşme hali gözlendi.
Sonuçlar: Viral ensefalitli hastaların tanı ve takiplerinde EEG önemli yer tutmaktadır. Hastaların EEG bulguları, ensefaliti destekleyebilir nitelikte olabileceği gibi nonspesifik paternler de sergileyebilmektedir. Bu EEG çeşitliliği nedeniyle
EEG bulgularının klinik özellikler ve prognoz ile ilişkisini araştıracak, hasta sayısının daha fazla olduğu, çalışmalara
ihtiyaç vardır.
Anahtar Kelimeler: ensefalit, EEG, herpes simplex virüs
-50-
[PS-005]
EEG İncelemesinde PLED Saptanan 6 Hastanın Dökümü
Seyda Erdoğan1, Zerin Özaydın Aksun1, Aytaç Yiğit2
1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
2
Medikal Park Hastanesi, Gaziosmanpaşa, İstanbul
Giriş: Periyodik lateralize epileptiform deşarjlar (PLED), bir hemisferde dağılım gösteren, genellikle 0,5-2 Hz frekansında keskin dalga deşarjlarıdır.
Yöntem: Biz, bu çalışmada EEG laboratuvarımızda son 5 yılda EEG sonucu PLED olarak raporlanan 6 hastanın dosyasını gözden geçirdik. Hastaların yaşı, cinsiyeti, epileptik nöbet olup olmadığı, tanıları, takipte çekilen EEG’leri ve
epilepsi gelişip gelişmediği kaydedildi.
Sonuçlar: EEG’sinde PLED saptanan 6 hastanın 4’ü erkek, 2’si kadın idi. Hastaların yaş ortalaması 64,6 (53-81) idi.
Bir hasta akut iskemik inme, 1 hasta Creutzfeldt Jacob Hastalığı (CJH), diğer 4 hasta ise herpes ensefaliti (HE) tanısı
almıştı. HE tanısı alan hastaların 2’sinde nöbet yok iken diğer hastalarda klinik olarak nöbet tariflenmişti. Sadece 1
hastanın takibinde epilepsi gelişti. CJH tanısı alan hasta tanıdan 2 ay sonra kaybedildi.
Tartışma: Tüm EEG kayıtlarının sadece % 0,1-0,4’ünde PLED saptandığı bildirilmiştir. Daha çok ileri yaşlarda görülür. Genellikle akut inme ya da ensefalit gibi akut destrüktif bir lezyon ile birliktedir. Bununla birlikte PLED saptanan
hastaların %1’inde CJH tanısı olduğu bildirilmiştir. Prognoz, altta yatan hastalık ile yakından ilişkilidir.
Anahtar Kelimeler: PLED, EEG, Herpes ensefalit, Creutzfeldt Jacob Hastalığı
[PS-006]
Mezial Temporal Lob Epilepsili Hastalarda Koku Disfonksiyonunun Değerlendirilmesi
Bedia Samancı1, Mine Sezgin1, Merih Karbay1, Cömert Şen2, Yavuz Samancı3, Elif Kocasoy Orhan1, Kadir Serkan
Orhan2, Betül Baykan1
1
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul
3
İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Kliniği, İstanbul
Amaç: Temporal lob epilepsili hastalarda (TLE) aura şeklinde olfaktör halüsinasyonlar yanı sıra kokuların ayrımı ve
tanınmasında kronik bozulmayı içeren bazı olfaktör bozuklukların olduğu bilinmektedir. Meziyal temporal lob memeli
beyninde santral olfaktör süreçlerde oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Bu çalışmadaki amacımız, meziyal temporal lob epilepsili (MTLE) hastalar ile koku duyusunda etkilenmeleri olabildiği bilinen idyopatik intrakranyal hipertansiyon (İİH) ve migren hastaları arasında koku eşiği, ayrımı ve tanınması açısından fark olup olmadığının araştırılması,
ayrıca MTLE hastalarında klinik ve demografik özelliklerin koku duyusundaki değişiklikler ile ilişkisinin incelenmesidir.
Yöntem: Herhangi bir cerrahi girişim geçirmemiş 17 MTLE hastası ile 24 İİH, 51 atak döneminde olmayan migren
(14’ü auralı), 43 yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş sağlıklı gönüllü, yazılı onamları alınarak çalışmaya dahil edildi.
Tüm katılımcılara koku duyusunun ayrıntılı değerlendirilmesi amacıyla Kulak Burun Boğaz muayenesini takiben yapılandırılmış bir anket uygulandı. Koku eşiği, ayrım ve tanımayı değerlendirmek amacıyla tüm hastalara her iki burun
deliğine eşit mesafede olacak şekilde tam ortadan Sniffin’ Sticks koku testi uygulanarak tüm sonuçlar istatistiksel
olarak karşılaştırıldı.
Bulgular: MTLE hastalarının (11K, 6E) ortalama yaşı 38,1±12 yıl ortalama hastalık süresi 22,1±16,5 yıl idi. Hastalardan 6’sının özgeçmişinde febril nöbet, birinde menenjit, birinde zor doğum öyküsü vardı. Yedi hasta sigara
kullanıyordu. Hastaların 6’sında sağ, 9’unda sol, 2’sinde ise bilateral mezial temporal skleroz (MTS) mevcuttu. Test
esnasında 3 hasta tekli, 5 hasta ikili, 8 hasta ise 3 veya daha fazla sayıda antiepileptik ilaç (AEİ) tedavisi altındaydı.
Yapılandırılmış koku anketlerinde anlamlı bir bulguya rastlanmayan hastaların klinik ve koku testi sonuçları karşılaştırıldığında kullanılan ilaç sayısı ile koku ayrımının negatif korelasyon gösterdiği görüldü (r= -0,540, p=0,025).
Cinsiyet, yaş, öykü (febril nöbet, menenjit, zor doğum), hastalık süresi ve sigara kullanımı ile test sonuçları arasında
anlamlı ilişki yoktu. Ayrıca test sonuçları MTS tarafı, iktal ve interiktal EEG’deki patolojik taraf ile de ilişki göstermiyordu.
MTLE hastalarında, kontrol grupları ile karşılaştırıldığında İİH, migren ve sağlıklı kontrol gruplarının her üçüne göre
kokuyu tanımada anlamlı düzeyde bozulma olduğu görüldü (sırasıyla p=0,014, p=0,003, p=0,018). Buna ek olarak
sağlıklı grupta koku eşiği MTLE grubuna göre düşük saptandı (p=0,008). MTLE ile auralı migren grubu arasında fark
yoktu.
-51-
Sonuçlar: MTLE’de etkilenen hippokampus, piriform korteks, amigdala ve entorinal korteks gibi bölgeler, santral olfaktör işlemede özellikle koku belleğinde oldukça önemli yer kaplamaktadırlar. Bulgularımız kokuyu tanımanın, ayrım
ve eşiğe göre koku belleğiyle daha yakın ilişkili olduğunu desteklemektedir. Ayrıca koku ayrımının eşik ve tanımaya
göre AEİ kullanımından daha fazla etkilendiğini düşündürmektedir.
Anahtar Kelimeler: Koku, koku belleği, koku disfonksiyonu, mezial temporal lob epilepsisi, MTLE
[PS-007]
Nonkonvulzif Status Epileptikus Tanısında EEG’nin Önemini Gösteren Olgu Sunumu
Ahmet Özkan, Gazi Yozgatlı
Eskişehir Asker Hastanesi Nöroloji Kliniği
Elektroensefalografi (EEG) beyindeki nöronlar tarafndan hem uyanıklık, hem de uyku halindeyken üretilen elektriksel
faaliyetin kağıt üzerine ya da bilgisayar ekranına beyin dalgaları halinde yazdırılmasıdır. Nonkonvulzif status epileptikus (NKSE); nörolojik defisit oluşturan, tedavi edilebilen, geri dönüşlü klinik bir tablo olup EEG’de nöbet aktivitesinin
görüldüğü, klinik olarak konvülziyonların eşlik etmediği durumdur. EEG çekimi sırasında intravenöz (İV) benzodiazepin tedavisiyle EEG’deki epileptik aktivitenin suprese olup klinik durumun düzelmesi tanıyı desteklemektedir.
Acil servisimize 35 yaşındaki kadın hasta 2 gündür devam eden anlamsız konuşma ve yersiz ağlama yakınmaları
ile başvurdu. Vital bulguları ve kan tetkikleri normal olan hastanın nörolojik değerlendirme sonrasında NKSE tablosunda olabileceği düşünüldü ve EEG’sinin çekilmesine karar verildi. Hastanın çekilen EEG’sinde sol temporopariyetal
bölgede sürekli iktal aktivite izlendi ve NKSE tablosunda olduğu düşünüldü. İV diazem infüzyonu sonrasında hem
yakınmaları hem de EEG’si düzeldi. Yaklaşık 5 yıl önce hemorajik serebrovasküler hastalık geçirdiği ve bir dönem
antiepileptik tedavi aldığı ancak tedaviyi bırakmış olduğu öğrenilen hastanın tedavisi 1000 mg/gün levetirasetam
şeklinde düzenlendi. Halen takibimizde ve son altı aydır nöbeti olmamıştır.
NKSE’nin ana klinik bulgusu genellikle konfüzyon ve uykuya eğilimdir. Bu bulgulara ağlama, gülme, şarkı söyleme,
ajitasyon, ekolali, konuşmada azalma, mutizm ve impulsif davranışlar gibi bulgular eşlik edebilir. NKSE nöroloji pratiğinde az görülen bir klinik durumdur.Tanısının konulabilmesi ve uygun tedavinin verilebilmesi için öncelikle bu tanının
akla gelebilmesi ve EEG çekimi ile tanının netleştirilmesi önemli olduğundan olgu sunulmaya değer bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: EEG, epilepsi, nonkonvulzif, status
[PS-008]
Nonkonvulzif Status Epileptikus Tanılı Beş Olgu: Klinik Ve Elektroensefalografik Özellikleri
Emel Ur Özçelik, Fulya Başoğlu, Ayten Dirican, Yavuz Altunkaynak, Sevim Baybaş
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastanesi
Giriş: Nonkonvülzif status epileptikus (NKSE) davranışlar ve mental durumda açıklanamayan bir değişiklik ile konfüzyondan komaya kadar varabilen klinik bulgulara EEG’de sürekli nöbet aktivitesinin eşlik ettiği tablo olarak tanımlanmaktadır. NKSE ‘un erken dönemde tanınması ve tedavisi hastanın prognozu açısından önemlidir.
Olgu: Son 6 ay içinde acil servisimize başvuran ve kliniğimize interne edilen yaşları 54-75 arasında değişen, farklı
etyoloji ve EEG bulguları olan nonkonvulzif status epileptikus tanısı koyduğumuz ikisi erkek olmak üzere beş olguyu
sunmak istedik. Olgulardan birincisinin epilepsi öyküsü vardı ve üst solunum yolu enfeksiyonu için sefalosporin grubu
antibioterapi almaktaydı. Antibioterapiden üç gün sonra başlayan anormal davranışlar, iletişim kurulamama ile acil
servise getirildi. EEG’inde kayıt süresince saniyede 1-2 kez yineleyen jeneralize diken yavaş dalga dejarları izlendi.
İkinci olgumuz akut pons infarktı nedeniyle interne edildi. Diabeti ve hafif böbrek yetmezliği olan hastaya enfeksiyon
hastalıkları önerisi ile idrar yolu enfeksiyonu nedeniyle sefalosporin grubu antibioterapi başlandı. Takibi sırasında sol
koldan başlayıp tüm vücuda yayılan jeneralize tonik klonik nöbet geçirdi. Postiktal konfüzyonel dönemde yapılan
EEG’sinde her iki hemisferde teta-delta dalgalarından kurulu yüksek amplitüdlü yavaş dalga aktivitesi zemininde
yaygın olarak ortaya çıkan ve süreklilik gösteren diken dalga-keskin dalga veya trifazik benzeri dalgalar izlendi.
Üçüncü olgu; sol subdural hemoraji nedeniyle kraniektomi operasyonu geçirmişti ve profilaktik olarak antiepileptik
kullanmaktaydı. Mental durumunda değişiklik ve sağda hemiparezi saptanan hastanın EEG’sinde sol temporoparietooccipital bölgede belirgin 1-2 saniyede bir tekrar eden keskin yavaş dalga aktivitesi izlendi. Olgulardan dördüncüsü
sağ kolda olup geçen güçsüzlük, iletişim kurulamama nedeniyle başvurdu. Özgeçmisinde diabeti, hipertansiyonu ve
demansı olan hastanın altı ay önce de kısa süreli benzer bir tablodan geçtiği öğrenildi. İlk EEG’sinde her iki hemisferde yaygın delta ve teta frekansında dalgalar izlendi. İkinci EEG’sinde ise her iki hemisferde saniyede bir kez yineleyen
jeneralize periyodik keskin dalga aktivitesi izlendi. Son olgumuz ise ateş, başağrısı, uyuklama nedeniyle başvurdu.
Klinik ve görüntüleme bulguları ile viral ensefalit öntanısı ile servise interne edildi. Tekrarlanan EEG’lerinde heriki
hemisferde hafif bioelektrik yavaşlama ve sol frontotemporal bölgede belirgin keskin yavaş dalga aktivitesi izlendi.
-52-
Bu beş olguya klinik ve EEG özellikleri ile nonkonvulzif status epileptikus tanısı konuldu.
Tartışma: Farklı klinik özellikleri ve etyolojileri olan, ve nonkonvulzif status epileptikus tanısı konulan beş olguyu
EEG özellikleri ile birlikte sunarak tanı ve tedavisinde güçlükler olan bu tabloya dikkat çekmek istedik.
Anahtar Kelimeler: nonkonvulzif status epileptikus, klinik, eeg
[PS-009]
Ağır Obstrüktif Uyku Apneli Hastalarda Olaya İlişkin Potansiyeller Kognitif Bozukluğu Erken
Evrede Belirleyebilir Mi?
Deniz Yerlikaya1, Behice Bircan Kurşun2, Arife Gökçeoğlu1, Derya Durusu Emek Savaş3, İbrahim Öztura2, Görsev G.
Yener2
1
Dokuz Eylül Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilimler Anabilim Dalı, İzmir
2
Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir
3
Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü, İzmir
Amaç: Obstrüktif uyku apne sendromu (OSAS), üst solunum yollarında apne ve hipopneler ile seyreden ve zamanla
kognitif süreçlerde bozulmaya sebep olan bir uyku bozukluğudur. Hipoksiye bağlı olarak yaşanan nöronal kayıp kognitif süreçlerdeki bozulmanın temelini oluşturmaktadır. Bu çalışmada, ağır OSAS hastalarında nöropsikolojik testler
ve olaya ilişkin potansiyellerin birlikte kullanımı ile meydana gelen kognitif hasarın incelenmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Çalışmamıza 23 ağır OSAS hastası (yaş ortalaması: 40,01) ve yaş, eğitim, cinsiyet eşleştirmeli 18 sağlıklı
kontrol (yaş ortalaması: 39,22) katılmıştır. Tüm katılımcılara ayrıntılı bir nöropsikolojik değerlendirme uygulanmıştır.
Ardından ses yalıtımı bulunan izole bir odada EEG kayıtları alınmıştır. EEG, uluslararası 10-20 sistemine göre 30 Ag/
AgCl elektrottan kaydedilmiştir. Deneylerde görsel seyrek uyaran paradigması kullanılmıştır. N200 ve P300 genlik
ve latans değerleri F3, Fz, F4, C3, Cz, C4, P3, Pz, P4, O1, Oz ve O2 kanallarından ölçülmüştür. Değerler tekrarlayan
ölçümlerle ANOVA ve nöropsikolojik test skorları ve elektrofizyolojik verilerin ilişkisi Pearson korelasyon analizi ile
incelenmiştir.
Bulgular: 1) NPD skorları açısından gruplar arasında fark gözlenmemiştir. 2) P300 genlik yanıtları açısından grup
farkı gözlenmiştir [F(1,39)= 6,003; p=0,019]. OSAS hastalarının F3, Fz ve F4 kanallarından kaydedilen P300 genlik
yanıtları sağlıklı kontrollere oranla anlamlı düzeyde düşük bulunurken, P300 latans değerleri ise gruplar arasında
farklılaşmamaktadır. 3) N200 genlik değerleri açısından grup farkı gözlenmemiştir. OSAS hastalarının N200 latans
yanıtları (F4, Cz, C4 ve P4) sağlıklı kontrollere oranla gecikmektedir. 4) Tedavi edilmeksizin hastalığa maruz kalınan
süreye göre oluşturulan erken ve geç tanılı OSAS altgruplarında, sağlıklı kontroller frontalde her iki gruba göre ve
paryetalde sadece geç tanılı OSAS hastalarına göre daha erken yanıt vermişlerdir. 5) NPD skorları ile elektrofizyolojik
ölçümler arasında çeşitli korelasyonlar saptanmıştır.
Sonuç: OSAS patolojisi ile uyumlu olarak frontal bölgede P300 genlik yanıtlarında gözlenen düşüş çalışmamızın en
güçlü bulgusunu oluşturmaktadır. Alt grup analizleri elektrofizyolojik bozulmanın öncelikle frontal bölgede başladığını
ve tedavisiz süre uzadıkça parietale doğru yayılım gösterdiğini ortaya koymaktadır. P300 latansında fark gözlenmezken OSAS hastalarının N200 latansında gözlenen gecikme, sensoriyel işlemleme sorununa işaret ediyor olabilir. Bu
çalışma, nöropsikolojik testlerle henüz tespit edilemeyen kognitif süreçlerdeki bozulmanın elektrofizyolojik yöntemler ile gösterilebilmesi açısından önemli bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Obstrüktif Uyku Apne Sendromu, Olaya İlişkin Potansiyeller, P300, N200, Nöropsikolojik Değerlendirme
[PS-010]
Juvenil Myoklonik Epilepsi ve Temporal Lob Epilepsi Olgularında İnteriktal Duygudurum
Bozukluklarının Karşılaştırılması
Aslı Akyol Gürses, Emine Genç, Bülent Oğuz Genç
NEÜ Meram Tıp Fakültesi Nöroloji ABD, Konya
Amaç: Epilepsi hastalarında duygudurum bozukluklarının sağlıklı kontrollere ve diğer sistemik kronik hastalıklara
kıyasla daha sık gözlendiği bilinmektedir. Özellikle temporal lob epilepsili olgularda bu sıklığın depresyon için %38,
anksiyete ve diğer duygudurum bozukluları için %34’e kadar arttığı bildirilmektedir. Serotonin ve ilişkili nörotransmitter sistemin anormal aktivitesi, temporal ve frontal loblardaki yapısal değişiklikler, hipotalamo-pituiter-adrenal
aksın anormal fonksiyonu bu sürece katkıda bulunan nörobiyolojik faktörler arasında sayılmaktadır. Odağın tarafından bağımsız olarak, fokal epilepsilerde interiktal psikopatolojilerin, primer jeneralize epilepsilere oranla daha yüksek
-53-
olduğunu kaydeden yayınlar mevcuttur. Bu çalışmada, juvenil myoklonik epilepsi ve temporal lob epilepsi hastalarında duygudurum bozukluğuna katkıda bulunabilecek temel koşullar benzer olduğunda, depresyon ve anksiyete
durumu yönünden fark bulunup bulunmadığı araştırılmıştır.
Yöntem: Aralık 2015 ve Şubat 2016 tarihleri arasında hastanemiz Video-EEG Monitorizasyon Ünitesinde izlenen
12 juvenil myoklonik epilepsi ve 12 temporal lob epilepsi hastası değerlendirmeye alındı. Tanı yaşı, hastalık süresi,
nöbeti tipi ve kontrolü ile mevcut antiepileptik tedaviler her gurupta kaydedildi. Anksiyete ve depresyon düzeyi Beck
Depresyon Ölçeği ve Beck Anksiyete Ölçeği uygulanarak değerlendirildi. Aylık bir veya daha fazla nöbet “sık”, daha
az nöbet ise “seyrek” olarak tanımlandı.
Bulgular: Juvenil myoklonik epilepsi ve temporal lob epilepsi hastaları arasında yaş, cinsiyet, hastalık süresi ve
nöbet sıklığı açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Juvenil myoklonik epilepsi olgularının hepsi monoterapi
almakta iken; temporal lob epilepsi olgularından beşi (%41,7) monoterapi, kalan yedisi (%58,3) kombine tedavi
almaktaydı. Anamnez ve interiktal EEG bulguları, temporal lob epilepsi olgularının yedisinde (%58) sol hemisferik
odağı, dördünde (%33) sağ hemisferik odağı işaret ediyordu. Temporal lob epilepsi ve juvenil myoklonik epilepsi hastaları arasında Beck Depresyon skorları (sırasıyla 19,7±9,4 vs. 17±6,5; p=0,80) ve Beck Anksiyete skorları (sırasıyla
16,4±9,6 vs. 14,5±7,7; p=0,61) yönünden istatistiksel anlamlı fark saptanmadı
Sonuç: Duygudurum bozuklukları ve depresyonun; nörobiyolojik temelleri nedeniyle temporal lob epilepsisine, özellikle de sol temporal lob epilepsisine eşlik ettiği yıllardan beri bilinmektedir. Buna karşın çalışmamızın sonuçları;
benzer sosyal ve çevresel risk faktörlerinin varlığında, juvenil myoklonik epilepsi ve temporal lob epilepsi olgularının
depresyon ve anksiyete değerlendirmesinin benzer sonuçlar verdiğini ortaya koymuştur. Dolayısıyla uygun antiepileptik tedavi ve takip ile nöbet sıklığı gibi değiştirilebilir risk faktörlerinin yönetimi, ileri sınıflamadan bağımsız olarak
tüm epilepsi hastalarında, olası duygudurum bozukluğu yönünden olumlu katkıda bulunabilir.
Anahtar Kelimeler: JME, TLE, anksiyete, depresyon
[PS-011]
Migrende Vestibuler Etkilenmenin Videonistagmografi ile Değerlendirilmesi ve
Denge Üzerindeki Etkisinin Analizi
Yürüme ile
Öznur Yıldırım1, Necdet Karlı1, Gülfer Atasayar2, Mehmet Zarifoğlu1
1
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı
2
Bursa İnegöl Devlet Hastanesi
Amaç: Migrene sıklıkla eşlik eden vertiginöz semptomlar ve denge bozukluklarının oluş mekanizmasını anlamak,
migren ve denge sistemi arasındaki etkileşimi analiz etmek, bu araştırmalar doğrultusunda mekanizmanın anlaşılmasına dolayısı ile tedavi protokollerinin geliştirilmesi yönünde katkı sağlamak amaçlanmıştır.
Materyal-metod: Çalışmaya IHS III Beta kriterleriyle tanı konulmuş aurasız, auralı ve vestibüler migren hastaları
ile bir başağrısı olmayan sağlıklı bireyler alındı. Vertijinöz yakınmaların migrenle ilişkisini ortaya koyabilmek için
başağrısı ve başdönmesi sorgu formları olgulara uygulandı. Olgulara Videonistagmografi testi (VENG), Berg denge
ölçeği (BDÖ) ve fonksiyonel yürüme testi (FYT) uygulandı. Sonuçların analizinde Kruskal-wallis / Ki-kare test (Fischer test) kullanıldı.
Bulgular : 42 auralı 42 aurasız 17 vestibuler migren ve 23 sağlıklı bireyin kontrol grubu olarak alındığı calışmamızda VENG kalorik test sonuçları tablo 1 de sunulmuştur .
Aurasız migren grubunda 1 ( %2,8 ) olguda auralı migren grubunda 1 ( %2,9 ) vestibüler migren grubunda 2 olguda ( %13,3 ) Optik Fiksasyon Supresyonu < %60 olarak bulunmuştur (p>0,05).Bu hastaların hiçbirinde ek santral
okulomotor patoloji bulgusu saptanmamıştır. Bu sonuç migren hastalarında vestibüler etkilenişin periferik düzeyde
olabileceğini düşündürmüştür. Vertigo yakınması ve taşıt tutması olan migrenlilerde KP oranı vestibüler migren gubunda auralı ve aurasız gruba göre yüksek saptanmıştır .(p>0,05)
Denge yönünden değerlendirildiğinde vestibuler migrenlilerin sağlıklı bireylere ve auralı aurasız migrenlilere göre
gözler kapalı dengede duruşu ve çeşitli yürüme aktivitelerini gerektiren BDÖ skorlarında düşüklük olduğu tespit edilmiştir (p >0,05). Vestibuler migrenli oılgularda atak sırasında dengesizlik düşecek gibi olma ve /veya düşme öyküsü oranı (%47,1 diğer migren gruplarına göre yüksek saptanmıştır. (p>0,05)
Sonuç: Migrenli hastalardaki kalorik test sonuçları ; periferik düzeyde bir etkilenmeye işaret etmektedir. Olgular
ataklar arası dönemde değerlendirilmiş olup, ileriki çalışmalarda atak döneminde de değerlendirilerek ; ortaya çıkan
işlevsel farklılıkların incelenmesi ve geniş hasta gruplarında vestibuler sistemi bütünüyle değerlendiren , objektif
kantitatif sonuçlar öngören testlerle çalışmalar yapmak daha sağlıklı veriler ortaya koyulmasına yardımcı olacaktır.
-54-
[PS-012]
Farklı Risk Faktörleri Olan Karpal Tünel Sendromlu Olgulardaki Sinir İletim Çalışmalarının
İncelenmesi
Volkan Solmaz1, Selçuk Yavuz2, Ahmet İnanır3, Dürdane Aksoy4, Elmas Pektaş4, Aslan Tekatas1
1
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
2
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı
3
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı
4
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
Giriş: Karpal tünel sendromu (KTS), mediyan sinirin karapal tünelde sıkışmasıyla gerçekleşen, en sık görülen tuzak
nöropatisidir. KTS için Diyabetes mellitus (DM), hipotroidi, fibromiyalji (FMJ), romatoid artrit (RA) gibi çeşitli risk
faktörleri daha önceki çalışmalarda tanımlanmıştır. Çalışmamızda amacımız, DM, guatr, FMJ, RA ve idiopatik karpal
tünel sendromu olgularını sinir iletim çalışmalarıyla (SİÇ) kıyaslayarak hangi durumda sinir iletim çalışmasının daha
fazla etkilendiğini ortaya koymaktır.
Metod: Çalışmamıza uygun koşullarda elektrofizyolojik çalışmalar (elektromiyografi) ile KTS tanısı konulan 47´si
hipotroidi, 47´si DM, 49´u RA ve 52´si FMJ, 50’ si idiopatik KTS hastası ve 50 tane sağlıklı gönüllü kontrol grubu,
toplam 293 hasta ve 586 el alındı. Belirtilen risk faktörleri dışında herhangi bir risk faktörü olanlar çalışmamıza alınmadı. Sosyodemografik verileri, hastalık süresi, KTS evreleri kaydedilen hastaların SİÇ’ ları karşılaştırıldı.
Bulgular: Gruplar arasında cinsiyet açısından anlamlı fark yoktu (p>0.05). Ancak idiyopatik ve FMS grupları kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha gençti (p=0,002), diğer gruplar arasında yaş açısından
anlamlı fark tespit edilmedi (p>0.05). Vücut kitle endekslerine (VKİ) göre gruplar kıyaslandığında DM ve hipotroidi
grupları anlamlı olarak VKİ leri yüksekti (p=0.001). KTS grupları kontrol grubu ile kıyaslandığında sağ mediyan motor latans ve 3. Parmak duyusal hızlar tüm gruplarda istatistiksel olarak farklıydı (hepsinde p<0.05), mediyan motor
amplitüdler arasında anlamlı fark yokken (hepsinde p>0.05), mediyan motor hız (bilek dirsek seviyesinde) sadece
DM grubunda anlamlı olarak farklı bulundu (p<0.05). Aynı istatistikler sol elde yapıldığında sağ taraftaki bulgulara
ek olarak, mediyan motor amplitüdlerde FMJ ve hipotroidi grubunda anlamlı olarak farklı olduğu görüldü (p<0.05).
Sol tarafta ve sağ tarafta KTS si olan hastaların SİÇ kendi aralarında ayrı ayrı kıyaslandığında RA, DM, hipotroidi, FMJ
si olan gruplar ile idiopatik grup arasında, mediyan motor latans ve amplitüd ile mediyan duyusal hız ve amplitüdler
arasında, ne sağ tarafta ne de sol tarafta istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (herbiri için p>0.05). ek
olarak risk faktörü olan KTS grupları arasında KTS evreleri açısından da anlamlı görülmedi.
Sonuç: Sonuç olarak çalışmamızda RA, DM, hipotroidi, FMJ gibi KTS açısından risk faktörü olan hastalar idiopatik
KTS si olan hastalar ile kıyaslandığında, SİÇ’ da elektrofizyolojik etkilenim olarak anlamlı farkın olmadığını gördük.
Anahtar Kelimeler: Karpal tünel sendromu, sinir iletim çalışmaları, risk faktörleri
[PS-013]
Karpal Tünel Sendromlu Postmenopozal Kadınlarda Sempatik Deri Yanıtları
Orhan Sümbül1, Semiha Kurt1, Volkan Solmaz2, Betül Çevik1, Dürdane Aksoy1, Gülay Soykök1
1
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilimdalı, Tokat
2
Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilimdalı, Edirne
Amaç: Postmenopozal dönem kadınların yoğun otonomik semptomlar yaşadığı dönemdir. Karpal tünel sendromuna
(KTS) otonomik semptomların da eşlik ettiği bilinmektedir. Otonomik semptomları değerlendirmede Sempatik Deri
Yanıtları (SDY) en sık kullanılan testlerden biridir. Bu çalışmada karpal tünel sendromlu postmenopozal kadınlarda
sempatik deri yanıtlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Median sempatik deri yanıtları bilekten uyartılarak kaydedildi. Eldeki otonomik semptomlar sorgulandı
ve sempatik sistem skorları hesaplandı. 75 postmenopozal KTS’li kadının verileri, 30 adet klinik ve elektrofizyolojik
olarak KTS bulgusu olmayan postmenopozal kadınla karşılaştırıldı. Hasta ve kontrol grubundaki postmenopozal kadınların hiç biri hormon replasman tedavisi (HRT) almıyordu.
Bulgular: KTS’li postmenopozal kadınların SDY amplitüdleri kontrol grubundan istatistiksel olarak anlamlı derecede
daha yüksekti (p<0.001). Hasta ve kontrol grubu arasında SDY latansları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark
saptanmadı (p=0,154). SDY amplitüdü ile toplam sempatik sistem skoru, median sinir motor ve duyu iletileri ve SDY
latansı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı.
Sonuç: Daha önceki iki çalışmada HRT almayanların SDY amplitüdleri, HRT alanlardan anlamlı derecede daha yüksek
bulunmuştur. Her iki çalışmada da mediyan sinir SDY çalışıldığı halde bu hastaların KTS olup olmadıklarına dair bir
-55-
veriden bahsedilmemiştir. Oysa ki KTS ileri yaştaki kadınların hastalığıdır. Bizim çalışmamız, HRT almayan postmenopozal kadınlarda KTS varlığında SDY amplitüdlerinin anlamlı derecede daha yüksek olduğunu göstermiştir.
Anahtar Kelimeler: karpal tünel sendromu, sempatik deri yanıtı, hormon replasman tedavisi
[PS-014]
Yemin Eden El Bulgusu; Nadir Bir Olgu Sunumu
Mehlika Panpallı Ateş, Selim Selçuk Çomoğlu
Dışkapı Yıldırım Beyazıt E.A.H.
Median sinir brakial pleksus C5-T1’den köken alır. Median sinir nöropatileri arasında en sık bilek seviyesinde gözlenen karpal tünel sendromu ile karşımıza çıkar. Aksilla civarı ve ön kol proksimalindeki median nöropatiler ile nadiren
karşılaşmaktayız.
71 yaşında erkek hasta, sabah kalktıktan sonra fark ettiği sağ el ilk iki parmakta fleksiyon zayıflığı olması nedeniyle
polikliniğimize başvurdu. Özgeçmişinde sol pnömonektomi mevcuttu. Soygeçmişinde özellik yoktu. Nörolojik muayenesinde sağ üst ekstremitede pronasyonda hafif güçsüzlük, ilk iki parmakta fleksiyon güçsüzlüğü, ilk üç parmakta
ve tenar bölgede hipoestezi bulundu. Yapılan elektronöromiyografisinde (ENMG) sonucunda hastada önkolda median
sinir nöropatisi ve bu özel el pozisyonu ile de Yemin Eden El düşünüldü. Etyolojiye yönelik görüntüleme istendi.
Bu olgu sunumu ile hastamızda olduğu gibi bu özel el pozisyonu ve median sinirin nadir görülen nöropatisine dikkat
çekerek ENMG’nin tanısal katkısı vurgulanmak istenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Median Sinir, nöropati, ENMG
[PS-015]
Parafin Kullanımına Bağlı Median Sinirin Rekürren Dalında Gelişen Lezyon
Ahmet Çetiz1, Serdar Taşdemir2, Ümit Hıdır Ulaş1
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
2
Beytepe Asker Hastanesi, Nöroloji Departmanı, Ankara
Giriş: Median sinirin rekürren dalı motor bir sinirdir ve tenar kasları uyarır. Opponens pollisis, abdüktor pollisis brevis
ve fleksör pollisis brevisin süperfisiyel parçasının motor uyarımları bu dal vasıtasyla gerçekleşir. Karpal tünel sendromu çok sık görülse de median sinirin rekürren dalının lezyonları nadir olarak gözükmektedir. Bu vaka sunumunda
parafin kullanımına bağlı median sinirin rekürren dalında lezyon gelişen bir hastayı muayene ve elektromiyografik
(EMG) bulguları ile tartıştık.
Vaka: 65 yaşında kadın hasta sol başparmakta kuvvetsizlik şikayeti ile başvurmuş. Romatoid artrit hastalığına bağlı
ağrılardan dolayı parafin solüsyonu kullanıyormuş. Nörolojik muayenesinde; sol el tenar kaslarda atrofi mevcuttu.
EMG’de sinir ileti çalışmasında sol median sinirin abductor pollisis brevisten kayıtlı bileşik kas aksiyon potansiyeli
(BKAP) amplitüdü düşük çıkmıştır (1.4 mv). İğne EMG’de opponens pollisis, abdüktor pollisis brevis ve fleksör pollisis
brevisin süperfisiyel parçasında fibrilasyon ve pozitif keskin dalgaların eşlik ettiği nörojenik değişiklikler gözlemlendi.
Median sinir ve C8-T1 uyarımlı diğer kasların iğne EMG’si normaldi. Median sinir duyu iletimi normaldir. Sol median
sinir rekürren dalı lezyonu tanısıyla hasta fizik tedaviye yönlendirildi.
Tartışma: Parafin mumu el ve ayaklarda ısıtma ve nemlendirme için kullanılmaktadır. Özellikle el ve parmaklarda
eklem hareket açıklığının sağlanması ve ağrı için kullanılmaktadır. Muhtemelen tenar bölgede sıcaklık artışı ve ödemin etkisiyle median sinirin rekürren dalı tuzaklanmış olabilir. Bu vaka sunumunda median sinir karpal tüneli geçtikten sonra rekürren dalı parafin maruziyeti sonrası tuzaklanmış ve hasarlanmış bir hastayı tartışmak istedik.
Anahtar Kelimeler: Parafin, Median Sinir, Median Sinir Rekürren Dalının Tuzak Nöropatisi
[PS-016]
Median Sinir ve Ulnar Sinir Tarafından Uyarılan Proksimal ve Distal Yerleşimli Kaslarda Sinir
İletim Parametrelerinin Karşılaştırılması
Nedim Ongun1, Attila Oğuzhanoğlu2
1
Denizli Devlet Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Denizli
2
Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Denizli
Amaç: Bu çalışma ile aynı bölgeden uyarılan ve proksimal ve distal yerleşimli iki farklı kastan elektrofizyolojik kayıtlama yapılan, aynı seyirde ve aynı periferik sinir içerisinde bulunan ancak farklı çaptaki sinir liflerinin iletim paramet-56-
relerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
Yöntem: Tüm katılımcılarda sağ üst ekstremitede median sinir ve ulnar sinirde sinir iletim çalışması yapıldı. Dirsek
üstü ve aksiller bölgelerden ayrı ayrı uyarı verilerek, ulnar sinir ile innerve olan proksimal yerleşimli fleksor karpi
ulnaris kası ve distal yerleşimli abduktor digiti minimi kasından; median sinir tarafından uyarılan proksimal yerleşimli
pronator teres kası ve fleksor karpi radialis kası ile distal yerleşimli abductor pollisis brevis kasından kayıt alındı. Her
farklı kastan kayıt için sinir iletim hızı, BKAP amplitüdü ve yanıt süresi hesaplandı.
Bulgular: Çalışmaya alınan 30 erkek ve 30 kadın olgunun yaş ortalamaları sırasıyla 35,9± 8,2 ve 35,5± 9,0 olarak
saptandı (p>0,5). Aynı sinir tarafından innerve edilen proksimal yerleşimli kaslarda, distal yerleşimli kaslara göre
istatistiksel olarak anlamlı olarak daha düşük amplitüd değerleri, daha uzun yanıt süresi değerleri ve anlamlı olarak
daha yüksek sinir iletim hızı değerleri saptandı (p<0,005). Çalışmaya alınan tüm grupta, aynı kastan kayıtla proksimal ve distal uyarımla elde edilen BKAP amplitüd ve yanıt süresi değerleri kendi aralarında karşılaştırıldı. İncelenen
tüm kaslarda proksimal uyarımla elde edilen BKAP amplitüd değerleri distal uyarımla elde edilen değerlere göre
anlamlı olarak daha düşük; proksimal uyarımla elde edilen BKAP yanıt süresi değerleri distal uyarımla elde edilen
değerlere göre anlamlı olarak daha yüksek saptandı (p<0,005).
Sonuçlar: Aynı sinir içerisinde hızlı ve yavaş ileten lifler birlikte seyretmektedirler. Aynı sinir tarafından innerve edilen proksimal yerleşimli kaslarda, distal yerleşimli kaslara göre daha düşük BKAP amplitüd ve daha uzun yanıt süresi
değerleri, aynı sinir içerisinde seyreden farklı sinir iletim hızına sahip liflerin neden olduğu temporal dispersiyonun
büyüklüğü nedeni ile oluşan desenkronizasyon sonucudur. Uyarım ve kayıtlama noktası arasındaki mesafe ile orantılı
olarak, elde edilen aksiyon potansiyelinin amplitüd değeri düşmekte, alanı azalmakta ve yanıt süresi uzamaktadır. Bu
durum temporal dispersiyon ile ilişkilidir. Uzak bir mesafeye iletim sırasında periferik sinir içerisindeki yavaş liflerin
ileti hızı ile hızlı liflerin ileti hızı arasındaki fark, kısa mesafeli iletime göre daha belirgin hale gelir. Bu nedenle uyarım
noktası ve kayıtlama bölgesi arasındaki mesafe arttıkça, her bölgede aynı sayıda lif aksiyon potansiyeline katkıda
bulunsa bile yanıt amplitüdü düşer ve süresi uzar.
Anahtar Kelimeler: Median sinir, Ulnar sinir, Sinir iletim çalışması, Temporal dispersiyon
[PS-017]
Palmar Proper Digital Sinir İncelenmesi
Hava Özlem Dede, Emel Oğuz Akarsu, Elif Kocasoy Orhan, Mehmet Barış Baslo, Ali Emre Öge
İstanbul Üniversitesi istanbul Tıp Fakültesi, Klinik nörofizyoloji bölümü
Giriş: “Palmar proper digital” sinirleri (PPDS)değerlendirebilmek için standart bir elektrofizyolojik yöntem tanımlanmamıştır. Çalışmamızda PPDS değerlendirmesine yönelik duyarlı, güvenilir ve kolay uygulanabilir bir yöntem belirlemeyi hedefledik.
Yöntem: PPDS her iki elde 2-3-4 ve 5. parmak medyal ve lateral taraflarından yüzeyel olarak uyarıldı. Yanıtlar ortodromik olarak avuç içinden yüzeyel elektrotla kaydedildi. Toprak elektrot uyarı ve kayıt arasına yerleştirildi. On
sağlıklı kontrol ve avuç içinde kesi olmuş 2 hastada duysal cevap amplitüdleri değerlendirildi. Elde edilen bulgular
klasik ortodromik duysal ileti tekniğiyle elde edilen sonuçlarla karşılaştırıldı.
Bulgular: Sağlıklı kontrollerden elde edilen sağ ve sol 2,3,4 ve 5. Parmakların lateral ve medyal yüzlerinin duyusunu
alan PPDS’nin duysal cevap amplitüdleri ortalama değerleri arasında anlamlı fark yoktu.
Avuç içinde kesi öyküsü olan 2 olgudan elde edilen bulgular ise:
1. Olgu: Semptomatik olan sağ 3. parmak medyal yüzden uyarımla kaydedilen medyan sinir DSAP amplitüdü 9.3 µV
iken karşı taraftan elde edilen DSAP amplitüdü 29.4 µV’tu. Bu hastada klasik yöntemle; yüzük elektrotla ortodromik
olarak kaydedilen iki yanlı medyan sinir DSAP değerleri arasında anlamlı fark yoktu ( 27.2 µV ve 28.2 µV).
2. Olgu: Semptomatik olan sol 3.parmak medyal yüzden PPDS duysal cevap elde edilemezken sağda 5.7 µV olarak
elde edildi. Solda dördüncü parmak lateral yüzden uyarımla kaydedilen PPDS duysal cevap amplitüdü 3.5 µV iken,
karşı tarafta 5.9µV olarak elde edildi. Klasik yöntemle 3. Parmaktan yüzük elektrot uyarımıyla elde edilen duysal
cevap amplitudleri solda 5.1µV, solda 23.4µV idi.
Sonuç: PPDS’ lerin parmak üzerinden uyarılarıp avuç içinden kaydedilmesi ile elde edilen DSAP amplitüdlerinin
asemptomatik tarafla kıyaslandığı taktirde PPDS hasarını gösterebileceği görüşündeyiz.
Anahtar Kelimeler: interdigital sinir, duysal ileti incelemesi, elektrofizyolojik yöntem, periferik sinir kesisi
-57-
[PS-018]
Anterior İnterossei Nöropatisinde Pronator Kuadratus Kasından M Yanıtını Kayıtlama Tekniği
Emel Oğuz Akarsu, Hava Özlem Dede, Elif Kocasoy Orhan, Mehmet Barış Baslo, Ali Emre Öge
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Klinik Nörofizyoloji Bölümü
Giriş: Anterior interoseus siniri (AİS) median sinirin, mediyal epikondil 2-8 cm distalinden ayrılan en geniş motor dalıdır. Pronator kuadratus(PQ) ve fleksor pollisis longus kaslarını innerve eder. Bu sinirin izole nöropatisinde bu iki kasta motor zaaf oluşur. AIS nöropatinin elektrofizyolojik olarak incelenmesi klasik olarak pronator kuadratus kasından
M yanıtının iğne elektrotla kaydedilmesi ile tanımlanmıştır ve teknik zorluklar içerir. Çalışmamızda PQ kasından yüzeyel elektrotla kaydedilen motor cevapların AİS nöropatisinde güvenilir bulgu verebileceğini göstermeyi hedefledik.
Yöntem: Çalışmamıza 10 sağlıklı kontrol ve bir AIS nöropatisi olan hasta dahil edildi. Tüm katılımcıların standart
rutin yöntemle değerlendirilen median ve ulnar sinir motor ve duysal ileti incelemeleri normaldi. AIS nöropatisi incelemek amacıyla ön kol dorsal yüzde orta hatta radiyal stiloidden 2 cm proksimale yüzeyel kayıt elektrodu yerleştirildi
(G1). Referans elektrodu (G2) ön kol ön yüzünde G1 elektrodun izdüşümüne konuldu. Antekubital fossadan median
sinir supramaksimal şiddette uyartıldı. Toprak elektrot uyarı ve kayıt elektrotlarının arasına yerleştirildi. Ayrıca yöntemin seçiciliğini sınamak amacıyla ulnar oluktan ulnar sinir ve ön koldan radiyal sinir uyarımıyla oluşan M yanıtları
da kaydedildi.
Bulgular: On sağlıklı kontrolden iki yanlı elde edilen 20 PQ kası kayıtlı median sinir M yanıtının ortalama amplitüdü
solda 3.59 ± 0.34 mV, ortalama distal latansı 2.98 ± 0.31 ms; sağda sırasıyla 3.95 ± 0.5 mV, 3.18 ± 0.33 ms idi.
Bireysel değerlendirmede taraflar arasında anlamlı fark yoktu.
AİS nöropatisi saptanan bir olgumuzda PQ kasından yüzeyel elektrotla kaydedilen median sinir M yanıtı amplitüdü ve
distal latansı semptomatik tarafta sırasıyla 2.1 mV ve 3.1ms, asemptomatik tarafta ise 5.1 mV ve 3.4 ms elde edildi.
Sonuç: Görece nadir görülen bir tablo olan AİS nöropatisinde yüzeyel PQ kasından kaydedilen median sinir motor
yanıtları hastalığın şiddetiyle ilgili güvenilir bilgiler verebilmektedir. AİS iletiminin PQ kasından yüzeyel elektrotla
kaydedilerek güvenilir ve kolay bir yöntemle incelenebileceği görüşündeyiz.
Anahtar Kelimeler: anterior interossei nöropatisi, periferik sinir hasarı, elektrofizyolojik yöntem, median sinir tuzak
nöropatisi
[PS-019]
Kanat Skapulanın Nadir Bir Nedeni: Supraskapular Sinir Paralizisi: Olgu Sunumu
Nihal Güzelay, Hilmi Uysal, Ferah Kızılay
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji ABD, Antalya
Kanat skapula (skapula alata) (KS) sık görülen skapulotorasik bozukluklardan biri olup, skapulanın medial kenarının
veya inferior açısının torakstan uzaklaşması ile karakterize bir durumdur. KS nedenleri primer ve sekonder olarak
sınıflandırılmaktadır. Primer nedenler olarak; nörolojik hasarlanma, kemik veya periskapuler yumuşak dokudaki
patolojik değişikliklere, sekonder KS, glenohumeral ve subakromial patolojilere bağlı olarak oluşabilir. Tanı fizik muayene sonrası görüntüleme ve elektrodiagnostik çalışmalar ile konur. Sıklık sırasına göre uzun torasik sinir tarafından
innerve olan serratus anterior, spinal aksesuar sinire bağlı trapezius, dorsal skapular sinire bağlı romboid kasların
paralizisi ile KS gelişir. Bu olgu ile infraspinatus kasının paralizisine sekonder gelişen kanat skapulanın nadir görülen
bir durum olmasından dolayı sunmak istedik.
21 yaşında erkek hasta skapula asimetrisi olması üzerine nöroloji polikliniğine başvurdu. Yapılan nörolojik muayenesinde sağda kanat skapula saptandı ve elektrofizyolojik test uygulandı. Sağ median, ulnar, radial sinir yüzeyel
elektrot ile yapılan duysal ve motor ileti çalışmaları normal sınırlarda idi. Yüzeyel elektrot ile bilateral deltoid kaslarından yapılan aksiller sinir ileti çalışması; bilateral romboid kaslarından yapılan dorsal skapular sinir ileti çalışmaları
ve bilateral trapezius kaslarından yapılan spinal aksesuar sinir ileti çalışmaları arasında fark saptanmadı. İğne EMG
ile serratus anterior, romboid, trapezius ve supraspinastus kaslarında patoloji saptanmadı. İnfraspinatus kasında
fibrilasyon ve pozitif keskin dalga ile karakterize denervasyon potansiyelleri izlendi. İstemli aktivite izlenmedi.
Kanat skapulanın sık görülen sinir paralizileri dışında nadir bir nedene sekonder gelişmiş olmasından dolayı literatür
eşliğinde tartışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: kanat skapula, supraskapular sinir paralizisi, infraspinatus kas etkilenmesi
-58-
[PS-020]
Radyoterapiye Sekonder Bilateral N. Accessorius Paralizisi: Olgu Sunumu
Nihal Güzelay, Hilmi Uysal
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji ABD, Antalya
Radyoterapinin (RT) brakial ve lumbosakral pleksopati gibi periferik sinir sistemi üzerinde yan etkileri olmakla beraber kanser tedavisinde önemli bir yeri vardır. Nadir ve az biliniyor olsa da alt kranial nöropati de radyoterapinin
diğer bir komplikasyonudur. En sık hipoglosal sinir etkilenmekte olup n.vagus, n.laringeal ve nadiren de n.aksesuar sinirler de etkilenebilir. Bu bildiride RT’ye sekonder nadir gelişen bilateral aksesuar sinir paralizisi sunulacaktır.
36 yaşında, 6 yıl önce nazofarenks kanseri tanısı alan ve RT uygulanan erkek hasta, kollarını yukarı kaldıramama
şikâyeti ile nöroloji polikliniğine başvurdu. Yapılan nörolojik muayenesinde boyunda pelerin görünümü ve bilateral
üst ekstremitede abduksiyon kısıtlılığı ve kanat skapula saptandı. 6 ay aralıklarla yapılan PET incelemeleri sonucunda nüks saptanmadı. Yapılan sinir ileti çalışmasında yüzeyel elektrot ile kayıtlanan bilateral median, ulnar, radial ve
deltoid sinir distal motor latans ve BKAP amplütüdleri normal sınırlarda elde edildi. İğne EMG incelemesinde bilateral
trapez kasında miyokimik deşarjlar, bilateral sternokleidomastoid (SCM) kasında miyokimik ve pseudomyotonik deşarjlar ve fibrilasyon ve pozitif keskin dalga ile niteli denervasyon potansiyelleri izlendi. Bilateral deltoid ve supraspinatus kaslarında patoloji gözlenmedi. Bulgular bilateral aksesuar sinirin spinal dalının paralizisi ile uyumlu bulundu.
Spinal aksesuar sinir, arka boyun üçgeninde yüzeyel seyretmesi nedeniyle spinal aksesuar paralizinin en sık nedeni
radikal boyun diseksiyonu, tümör eksizyonu, lenf nodu biyopsisi gibi boyun operasyonlarıdır. Nadiren de bazı spor
aktiviteleri, boyun masajlarından, RT den sonra ya da idiyopatik aksesuar sinir paraliziside görülebilir. RT ye sekonder gelişen kranial nöropatinin altta yatan nedeni tam olarak aydınlatılamamış olmakla birlikte retroparotid bölgede
gelişen fibrozis ve sinirlerin boyundaki seyirleri sorumlu tutulmaktadır.
Anahtar Kelimeler: kanat skapula, spinal aksesuar sinir paralizisi, radyoterapi
[PS-021]
Rejyonel Anestezi Sonrası Düşük Ayak Gelişen Meningoselli Hasta: Olgu Sunumu
Şeyda Çankaya1, Barış Çankaya2
1
Alanya Devlet Hastanesi, Nöroloji, Alanya
2
Marmara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anezteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş: Düşük ayak, hastalarda düşmeye ve yaralanmaya neden olabilen, nadir olmayan ve rahatsız edici bir sorundur.
En sık nedeni fibula boynunda hasara bağlı peroneal nöropati olmasına rağmen, ön boynuz motor nöron hastalığı,
lomber pleksopati, L5 radikülopati ve parsiyel siyatik nöropatide de görülebilir.
Olgu: 31 yaşında bayan hasta sağ ayağını kaldıramama yakınması nedeniyle Kadın-Doğum Servisi’nde konsulte edildi. Öyküsünde, 2. doğumu olan hastanın, epidural anesteziyle yapılan sezaryenden 6-7 saat sonra sağ ayağını kaldıramadığı öğrenildi.Hasta hayatında ilk defa epidural yoldan anestezi almıştı.37 haftalıkken erken membran rüptürü
ve fetal bradikardi nedeniyle sezaryen uygulanmıştı. Hasta, iğnenin girişi esnasında keskin bir ağrı ve bıçak batması
tarzında yanma hissetiğini söyledi. Hastanın özgeçmişinde, meningoselli doğduğu ve defektinin 3 günlükken fleple
kapatıldığı öğrenildi. Nörolojik muayenesinde, sağ ayak dorsifleksiyonda 1/5, plantar fleksiyonda-inversiyonda 4/5
kuvveti ve gluteal ile hamstring grubu kaslarda hafif kuvvetsizlik mevcuttu. Ayak dorsumunda,bacağın lateralinde
ve uyluk arkasında hipoestezisi vardı. Ayırıcı tanıda L4-5 disk herniasyonu, epidural enjeksiyona bağlı kök hasarı ve
ameliyat sırasında uzamış diz fleksiyona bağlı peroneal sinir basısı olabileceği düşünüldü.Çekilen lumbar MR’ında spinal epidural hematom veya başka bir patoloji saptanmadı. Erken dönemde yapılan EMG incelemesinde; normal bulgular saptandı.Hastada öykü ve muayene bulguları ile rejyonel anesteziye bağlı olarak L5 sinir kökünde hasar olduğu
düşünüldü.Medikal tedavide öncelikle yükleme 160 mg,sonra idame metilprednisolon 40 mg 2*1, oral vitaminB12
2*1 başlandı.Geç dönemdeki kontrol muayenesinde; ayak dorsifleksiyondaki kuvveti 2-3/5 di.Plantar flexiyon tama
yakın düzelmişti.Kontrol EMG’sinde, tibial sinir kısmen korunmuş olmakla beraber peroneal sinirle birlikte aksonal
hasar saptandı.Duysal yanıtlar normaldi.Kas incelemesinde; Tibialis anterior,extensor hallucis longus, peroneal kaslar, tibialis posterior kasında, gluteal ve hamstring grubu kaslarda, paraspinal bölgede, spontan denervasyon ve
nörogenik unit değişiklikleri görüldü.
Tartışma: Meningosel, leptomeninksin intervertebral aralıktan,dışa doğru herniasyonu sonucu oluşan ve beyin-omurilik sıvısı içeren kistik bir lezyondur. Rekonstrüktif cerrahiyle düzeltilebilir ve genelde sinir hasarı gözlenmez. Hastamızda da olay gününe kadar herhangi bir nörolojik sekel yokmuş.Ancak bu tür vakalarda sinir köklerinin anestezik
maddeye karşı duyarlılığı artmış olabilir.Ayrıca enjeksiyon alanındaki anatomik defekt ve deri flebi, epidural aralığa
iğneyle girerken teknik hataya yol açabilir.Biz, bu tür vakalarda genel anestezinin tercih edilmesiyle ortaya çıkabilecek nörolojik hasarların azalabileceğini düşünüyoruz.
Sonuç: Hastaya doğru tanı konulabilmesi ve malpraktis riski nedeniyle santral sinir bloğu (SSB) planlanan her has-59-
taya blok öncesi ve sonrası düzenli nörolojik muayene yapılmalıdır.SSB sırasında veya sonrasında nörolojik komplikasyonlar nadirdir, fakat sonuçları ciddi olabilir.SSB yapılan hastada eğer nörolojik komplikasyon görülürse aksi
kanıtlanana kadar sinir bloğu nedenli olduğu düşünülmelidir.Erken dönem elektrofizyolojik bulguların klinik ile birlikte
değerlendirilmesi ve olguların uzun süreli yakın takibi önem taşımaktadır.
Anahtar Kelimeler: düşük ayak, spinal anestezi, meningosel
[PS-022]
Aksesuar Derin Peroneal Sinir: Olgu Sunumu
Semra Arı
Eskişehir Yunus Emre Devlet Hastanesi, Eskişehir
Ekstansör digitorum brevis kası, derin peroneal sinir tarafından innerve olmaktadır. Bazı vakalarda ise bu kasın
lateral kısmı veya tamamı, superfisiyal peroneal sinirin varyant bir dalı olan aksesuar derin peroneal sinir (ADPS)
tarafında innerve edilmektedir. ADPS’ in varlığı, peroneal sinir lezyonlarının ayırıcı tanısında karışıklığa neden olabilir.
Bu nedenle elektrofizyolojik çalışmalarda, bu varyant sinirin tanımlanması, tanı ve cerrahi açısından büyük öneme
sahiptir. Sinir ileti çalışmalarında ayak bileğinde derin peroneal sinirin uyarılması ile, dizde komün peroneal sinirin
uyarılmasına göre daha düşük amplitüdlü bileşik kas aksiyon potansiyeli elde edilmesi, klinisyeni bu anomaliden
şüphelendirmelidir. Biz burada elektrofizyoloji laboratuvarımıza, polinöropati ön tanısı ile yönlendirilen ve sinir ileti
çalışmasında ADPS varlığını tespit ettiğimiz olguda, literatür eşliğinde, ADPS ‘in elektrofizyolojik, anatomik ve klinikteki patolojik özelliklerinden söz etmek istedik.
Anahtar Kelimeler: aksesuar derin peroneal sinir, derin peroneal sinir, peroneal nöropatiler
[PS-023]
Bilateral Peroneal Sinir Tuzak Nöropatisi: Olgu Sunumu
Semir Mazman, Muammer Korkmaz, Ümit Hıdır Ulaş, Şeref Demirkaya
GATA Eğitim Hastanesi Nöroloji Servisi, Etlik Ankara
Peroneal sinir, anatomik seyri nedeniyle sıkça dış basılara maruz kalmaktadır. Bası en sık fibula başında meydana
gelmektedir. Eksternal kompresyon, travma, bacak bacak üzerine atma, çömelme gibi pozisyonel sebepler peroneal
sinir tuzaklanma tablosuna neden olabilir. Nekrotizan pankreatit tanısı ile günlük ihtiyaçlarının dışında uzun süre istrahat önerilen 72 yaşında erkek hasta, son 20 gündür her iki ayakta düşme ve yürüme güçlüğü olması üzerine müracat etmiş ve yapılan EMG de iki yanlı peroneal tuzaklanma tespit edilmiştir. Öyküsünden, hastanın istirahat esnasında
sürekli bacak bacak üstüne attığı öğrenilmiştir. Nörolojik muayenesinde her iki ayak dorsofleksiyonu ve eversiyonu
1-5 motor gücünde, alt ekstremite kasları atrofik değerlendirildi. İki yanlı düşük ayak tablosu nadir görülen bir klinik
tablo olup, ayırıcı tanıda radikülopatiler, polinöropatiler ve motor nöron hastalıkları dışında tuzak nöropatilerin de var
olabileceğini göstermek açısından olgu tartışılmaya uygun görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Peroneal tuzak, düşük ayak, nekrotizan pankreatit
[PS-024]
Siyatik Sinir Hasarı Olan Olguların Retrospektif Olarak Değerlendirilmesi
Hatice Kübra Avcı Gülen1, Ufuk Emre1, Ahmet Yıldırım2, Osman Özgür Yalın1, Turgut Adatepe3
1
İstanbul Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Servisi
2
Karadeniz Teknik Üniversitesi Nöroloji Ana Bilim Dalı, Trabzon
3
Özel Hekim
Giriş: Siyatik sinir hasarı, enjeksiyon nöropatileri başta olmak üzere birçok farklı etyolojik nedene bağlı olarak gelişebilir. Elektrofizyolojik inceleme sinir hasarının tipi ve derecesinin saptanmasında ve ayırıcı tanıda yer alan diğer olası
durumların dışlanmasında büyük önem taşır. Biz bu çalışmada siyatik sinir hasarı olan olguları retrospektif olarak
değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmaya 2011-2014 yılları arasında Elektrofizyoloji Laboratuvarına siyatik sinir hasarı ön tanısı ile yönlendirilen 76 hasta dahil edildi. Tüm hastaların yaş, cinsiyet, etyolojik neden, lezyon tarafı, nörolojik muayene, elektromiyografi (EMG) kayıtları, sinir hasarının tipi, şiddeti ile ilgili veriler retrospektif olarak kayıt edildi.
Bulgular: Hastaların 63’ü erkek (%82.9), 13’ü kadın (% 17.1), yaş ortalamaları 45.8 idi. Etyolojik nedenlere bakıldığında
hastaların 38’inde (% 50) enjeksiyon nöropatisi, 12’sinde (%15.7) ateşli silah yaralanması, 8’inde (%10.5)) travma (düşme
-60-
ve trafik kazasına bağlı), 2’sinde (% 2.6) kalça protez ameliyatı, 1’inde (%1.3) hipogastrik arter kateterizasyonu, 1’inde
(1.3) avasküler nekroz, 3 (% 3.9) hastada belirgin bir neden bulunamadı. 3 (% 3.9) hastanın ise dosya bilgilerine ulaşılamadı.
EMG sonuçlarına göre sinirin hasarlanma şekline bakıldığında ise olguların 23’ünde (%30.2) peroneal+tibial sinir
eşit düzeyde etkilenirken, 18’inde (%23.6) pür tibial sinir, 15’inde (%19.7) pür common peroneal sinir, 9 hastada
( %11.8) peroneal>tibial sinir, 4 hastada (%5.2) ise tibial >peroneal sinir hasarı şeklinde idi. 8 hastanın (%10.5)
EMG incelemesi normal sınırlarda idi. Hastaların 53’ünde (%69.7) hasarlanma parsiyel aksonal, 15’inde(%19.7) total
aksonal şeklinde idi. Siyatik sinirin hasarlanma şiddetine bakıldığında ise hastaların 33’ünde (%41.3) ağır, 11’inde
(%14.4) çok ağır, 10’unda (%13,1) orta, 14’ünde (%18.4) hafif şiddette idi. Nörolojik muayene bulguları açısından
değerlendirildiğinde, hastaların büyük çoğunluğunda 49 (%64.4) hasta düşük ayak saptandı. Şikayetlerin başlamasından EMG incelemesinin yapılmasına kadar geçen süre ortalama 100 gün idi.
Tartışma: Siyatik nöropati alt ekstremitede en sık görülen nöropatilerden birisidir. Siyatik nöropatinin en sık görülen
klinik prezantasyonu düşük ayaktır. Tanı nörolojik muayene ile birlikte EMG çalışmaları ile daha güvenli bir şekilde
konabilir. Ayrıca EMG ile siyatik sinirin hangi dalının etkilendiği, hasarın tipi ve derecesi saptanabilir.
Anahtar Kelimeler: Aksonal hasarlanma, Elektromiyografi, Siyatik sinir
[PS-025]
“Fıçıdaki Adam” Sendromu: Rekürren Mikrotravma Sonrası Akut Bilateral Brakial Pleksopati
Gönül Vural1, Şadiye Gümüşyayla1, Hesna Bektaş2, Gülsüm Akdeniz3, Hatice Ferhan Kömürcü2, Orhan Deniz1
1
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Ankara
2
Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Ankara
3
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı, Elektronörofizyoloji Departmanı, Ankara
“Fıçıdaki adam sendromu” brakial dipleji ile karakterizedir. Alt ekstremitelerin kas gücü tamdır, ya da göreceli olarak
korunmuştur. Hasta sanki fıçı içinde gibidir. Oldukça nadir olan bu sendrom, klasik olarak anterior ve orta serebral
arter sulama sahaları arasındaki sınır zon enfarktları ile neticelenen serebral hipoperfüzyonla ilişkilidir. Piramidal
kortiko-spinal yolağın üst ekstremiteyi ilgilendiren liflerini leze eden natürü farklı pek çok serebral lezyonun yanısıra
servikal spinal kord lezyonları ve periferik sinir hastalıkları da bu klinikle prezente olabilir.
Biz “fıçıdaki adam sendromu” ile prezente olan, tekrarlayan mikro travmaların yol açtığı bilateral brakial plexopatili
bir vakayı sunuyoruz.
Ellibir yaşında erkek hasta, enseden başlayıp kollara yayılan ağrı, uyuşma ve akabinde sağ kolda daha belirgin her
iki kolda güçsüzlük yakınmasıyla başvurdu. Semptomlar 2 gün içinde tedricen ilerlemişti. Hastanın muayenesinde her iki üst ekstremitede kas gücü proksimalde 1/5, distalde 3/5 idi; alt ekstremitelerde kas gücü tamdı. Derin
tendon refleksleri üst ekstremitelerde hipoaktif iken alt ekstremitelerde normoaktifdi. Taban derisi cevabı bilateral
fleksördü. Duyu muayenesi her iki elde dizestezi ve allodiniyi ortaya koydu. Hasta belediyede masa başı işten emekli
olduktan sonra 3 aydır cam fabrikasında çalışmaya başlamıştı. Değişik ebatlardaki cam levhaları bir makinadan diğerine aktarıyor, bu işlem sırasında her iki omuz abduksiyon ve dış rotasyonda gergin kalıyordu. Şikayetleri 8 saatlik
mesai sonrası istirahatteyken başlamıştı. Major travma hikayesi yoktu. Kranial, servikal ve brakial pleksus manyetik
rezonans görüntülemesi (MRG) normaldi. Laboratuar incelemesinde serum biyokimya, hemogram, sedimentasyon,
troid fonksiyon testleri, HIV serolojisi, tümör belirteçleri, vaskülit paneli normaldi. BOS biyokimyası ve mikroskobik
incelemesi doğaldı.
Hastanın elektronöromyografisinde (ENMG) bilateral ulnar sinir M cevabı amplütüdleri düşüktü. Erb noktasından n.
radialis ve n. axillaris bilateral olarak uyartılamazken n. musculokutaneus motor distal latansı sağda belirgin olarak
uzun, amplütüd ise bilateral düşük bulundu. İğne EMG de bilateral olarak C5-6-7-8 myotomlarında spontan denervasyon bulguları olmaksızın nörojenik MÜP değişiklikleri ve MÜP kaybı izlendi. Alt ekstremitelerin ENMG incelemesi
normaldi. Hastada mevcut bulgularla bilateral brakial pleksopati düşünüldü. 5 gün 1000mg/gün metilprednizolon
tedavisi akabinde kas gücü her iki üst ekstremitede 5/5 e ulaştı ve kontrol EMG, amplütüdleri düşük olmakla birlikte
artık Erb noktasından uyarı ile n.radialis ve n.axillarisin M cevabı amplütüdlerinin kaydedilmeye başladığını ortaya
koydu.
Brakial plexopatiye bağlı FAS, radyasyon plexopatisi ve postoperatif gelişen plexopatinin prezentasyonu olarak sunulmuştur. Rekürren mikrotravmalara bağlı brakial plexopatinin akut bir manifestasyonu olarak FAS bizim bilgimize
göre şimdiye dek sunulmuş değildir.
Bu sendromun prognozunun bahsi geçen etyolojik nedenler de göz önünde alındığında çoğu zaman pek iyi seyirli
olmadığı aşikardır. Bu sebepledir ki tedavi edilebilir sebeplerin ivedilikle tespiti oldukça önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Brakial dipleji, brakial pleksopati, fıçıdaki adam sendromu, rekürren mikrotravma
-61-
[PS-026]
İlk Bulgu olarak Neoplastik Brakiyal Pleksopati: Olgu sunumu
Hülya Aydın Güngör1, Figen Yavlal2, Nuri Onat Demirci2, Nihal Işık2, Nazire Afşar2
1
Lifemed Tıp Merkezi
2
Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Medical Park Hastanesi
Neoplastik brakiyal pleksus tutulumu kanser hastalarında nadir olarak görülür. Sıklıkla meme ve akciğer maligniteleri
ile birlikte görülmektedir. Sıklık %0.43 oranındadır. Omuz ve aksiler bölgede ağrı ilk bulgulardır.
59 yaşında erkek hasta sol omuzda ağrı, sol kolda güçsüzlük nedeni ile başvurdu. 7-8 aydır sol el 4.-5. parmakta
uyuşma, sonrasında omuz ve kolda ağrı ve güçsüzlük başlamış.
Nörolojik muayenede; ön kol fleksiyon-ekstansiyon ve omuz abduksiyonunda kas gücü.3/5 idi.Atrofisi mevcuttu.
Solda refleksler azalmış ve fasikülasyon vardı.
Elektrofizyolojik değerlendirmede; sol antebrakial, median ve ulnar duyu ve median BKAP amplitütü azalmıştı. İğne
EMG de sol biseps kasında akut denervasyon gösteren tek osilasyonla niteli nörojenijk bulgular, triseps, FDI, APB,
ADM, EDB kaslarında nörojenik MUP kaybı saptandı. Bu bulgular; sol brakiyal pleksusta (üst trunkusta akut denervasyon gösteren) parsiyel lezyon ile uyumlu olarak değerlendirildi...
Brakiyal pleksusa yönelik yapılan MR incelemede; C5-D1 arasında nöral foramenler ile ilişkili ve foramenleri genişleten,
sol paravertebral bölgede başlıca infraklavikular fossayı dolduran ve akciğer apeksine invazyon gösteren kraniokaudal
boyu 9 cm çapında solid tümöral kitle saptandı. Opere edilen hastada patoloji sonucu akciğer adeno ca olarak belirlendi
Olgu; ilk bulgu olarak brakiyal pleksus tutulumuna neden olan, sistemik malignite olması ve nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: brakiyal pleksus, malignite, neoplastik brakiyal pleksopati
[PS-027]
Herpes Zoster Sonrası Geç Dönemde Ortaya Çıkan Brakial Pan-Pleksus Tutulumu
Dürdane Aksoy, Orhan Sümbül, Semiha Kurt, Betül Çevik, Gülay Soykök
Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Tokat
Giriş: Zona, dorsal kök ganglionunda sessiz olarak yerleşen Varisella zoster virüsünün (VZV) reaktivasyonu sonucu
gelişir. Primer enfeksiyondan yıllar sonra virüs transaksonal olarak ilerler ve ilgili dermatomda karakteristik veziküler
döküntüsünü oluşturur. VZV reaktivasyonunun motor nöropati, miyelit, ensefalit, vaskülopati gibi nadir komplikasyonları vardır. Çok az sayıda vakada brakial pleksus tutulumu bildirilmiştir. Burada, zona geçirdikten 2 ay sonra sağ
kolda güç kaybı şikayeti ile gelen ve sonrasında pan-brakial pleksus tutulumu tespit edilen bir hasta sunulmuştur.
Vaka: Elli yedi yaşında erkek hasta polikliniğimize sağ kolundaki güçsüzlük şikayetiyle geldi. İki ay önce sağ kolunda
zona döküntüleri olmuş, baş vurduğu klinikte asiklovir, gabapentin başlamış. Zamanla döküntüler ve ağrısı azalmış.
İki hafta önce sağ kolunu hareket ettirirken zorlandığını fark etmiş. Eşyaları kaldırırken zorlanmış, gömleğini düğmeleyememiş. Özgeçmişinde Diabetes mellitus ve hipertansiyonu vardı, insülin kullanıyordu. İki yıl önce renal hücreli
karsinoma ameliyatı geçirmiş ve tam kür sağlanmıştı. Fizik muayenede sağda omuzdan ön kola kadar uzanan kahve-kırmızı renkte döküntüleri mevcuttu. Nörolojik muayenede kraniyal sinirlerin muayenesinde özellik yoktu. Motor
muayenede, sağda deltoid, biseps ve triseps kaslarında kuvvet 4/5 idi. Ön kol kaslarında, abduktör pollisis brevis ve
elin interosseal kaslarında kuvvet 4/5-3/5 arasındaydı. Duyu muayenesinde C5-T1 dermatomlarına uyan hipoestezi
tarifledi. Sol üst ekstremite ve alt ekstremitelerde kuvvet ve duyu muayenesinde özellik saptanmadı. Rutin kan testleri kan şekeri yüksekliği dışında normaldi. Servikal MR tetkikinde normaldi. Üç hafta sonra yapılan elektronöromiyografisinde sağda brakial pleksusun alt trunkusunun orta, orta ve üst trunkusunun hafif düzeyde etkilendiği brakial
pan-pleksus tutulumu saptandı.
Tartışma: Herpes zosterde motor tutulum nadirdir, özellikle brakial pleksus tutulumu çok az sayıda hastada gözlenmiştir. Parezinin gelişmesinden arka kök ganglionundan ön boynuz hücrelerine veya daha distale yayılımın ve
sonrasında ilgili bölgedeki inflamasyonun sorumlu olduğu bildirilmiştir. Bizim hastamızda döküntülerinin arkasından
daha geç bir dönemde, yaklaşık altı hafta sonra brakial pan-pleksus tutulumu dikkat çekici idi. Motor tutulumun,
Zona döküntülerinin hemen arkasından veya iki hafta sonrasına kadar hatta bazen döküntülerden önce gelişebileceği
bildirilmiştir. Hastalarda şiddetli ağrı nedeniyle hareket kısıtlılığının olması motor kaybın tespit edilmesini geciktirebilmektedir. Ancak bizim hastamızda ağrıların azaldığı dönemde güç kaybı başlamıştı. Segmental zoster parezisinde genellikle prognozun iyi olduğu bildirilse de 1/3’ e yakın hastada tam düzelme sağlanamamaktadır. Dolayısıyla herpes
zosterin postherpetik nevralji gibi sık görülen komplikasyonu dışında daha seyrek görülen nörolojik komplikasyonları
açısından dikkatli olmak ve ayırıcı tanıda akılda tutmak önemlidir.
Anahtar Kelimeler: Brakial pleksus, Varisella zoster virüs, Zona
-62-
[PS-028]
Metronidazol’e Bağlı Periferik Nöropati Olgusu
Refah Sayın
Ufuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Ankara
Metronidazol Entamoeba histolytica, Giardia lamblia, Trichomonas vaginalis ve Balantidium coli gibi bazı protozoalar ve anaerobik bakterilere karşı potent bir ilaçtır. Alkolizm, Crohn hastalığı, Romatoid artrit, rozasea ve akne gibi
diğer başka hastalıklarda da kullanımı mevcuttur. Olabildiğince iyi tolere edilebilen bu ilacın yaygın olarak görülen
yan etkileri karın ağrısı, baş ağrısı, bulantı ve ağızda metalik tat olup; daha ciddi ve daha nadir olan yan etkileri
psödomembranöz kolit, epileptik nöbet, ensefalopati ve periferik nöropatidir. Bu yan etkiler geliştiğinde ilaç hemen
kesilmelidir. İlacın bu yan etkileri genellikle geri dönüşümlüdür. Yetmişyedi yaşında bayan hasta 3 ay önce cildindeki
döküntüler nedeniyle Dermatoloji polikliniğine başvurmuş. Hastaya Rozasea tanısıyla 3 ay boyunca metronidazol
kullanması önerilmiş. Hastanın o zamana kadar hiçbir şikayeti yok iken ilacı kullanmaya başlamasıyla birlikte el ve
ayaklarda yanma, keçelenme ve karıncalanma şikayetleri başlamış. Ancak hasta bu şikayetlerin ilaçla ilgisini olduğu
düşünmediği için bize 2,5 ay sonrasında başvurmuştu. Yapılan nörolojik muayene, anamnez bilgileri ve elektromiyografi bulguları bize ilaca bağlı bir durum olduğunu düşündürdü ve ilacı Dermatoloji konsültasyon sonucu kesildi.
Şikayetlerinde önce azalma ve sonrasında tamamen düzeldi.
Biz 77 yaşında 2,5 aydır Rozasea tanısıyla metronidazol kullanan ve periferik nöropati gelişen nadir olarak görülen
bayan hastayı sunmayı amaçladık.
Anahtar Kelimeler: Metronidazol, rozasea, periferik nöropati
[PS-029]
Gümüş İntoksikasyonuna Bağlı Polinöropati: Bir Olgu Sunumu
Mehmet Yücel1, Zafer Özkan1, Hakan Akgün1, Bülent Kurt2, Ahmet Çetiz1, Ümit Hıdır Ulaş1, Şeref Demirkaya1
1
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
2
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara
Giriş: Polinöropati, periferik sinirlerin çeşitli etyolojik nedenlere bağlı olarak miyelin ve/veya akson kaybıyla sonuçlanan bir hastalığıdır. Toksin ve ağır metal maruziyetine bağlı gelişen polinöropatiler nadir de olsa görülebilmektedir.
Bu vaka raporunda kolloidal gümüş alımı sonrası polinöropati gelişen bir hastayı tartıştık.
Vaka: 50 yaşında kadın hasta ellerde ve ayaklarda güçsüzlük ve uyuşukluk şikayeti ile hastanemiz polikliniğine başvurdu. Nörolojik muayenesi, kuadriparezik, ekstremite distallerinde hipoestezi, derin tendon refleksleri abolik olarak
değerlendirildi. Elektromiyografi (EMG): Elektrofizyolojik bulgular sekonder aksonal hasarla seyreden sensorimotor
demiyelinizan polinöropati ile uyumludur. Lomber ponksiyon yapıldı. Beyin omurilik sıvısında (BOS) protein 281 mg/
dl olarak sonuçlandı. İntravenöz immünglobulin tedavisi başlandı. Tedaviden fayda görmemesi üzerine plazmaferez
tedavisi verildi. Tedavilerden fayda görmeyen hastanın nörolojik muayenesinde kötüleşme oldu ve solunum yetmezliği gelişmesi üzerine mekanik ventilatöre bağlandı. Sural sinir biyopsisi aksonal nöropati ile uyumlu olarak sonuçlandı.
Süreç içerisinde hastanın dört aydır gastrointestinal ve karpal tünel sendromu nedeniyle her gün kolloidal gümüş
aldığı öğrenildi. Gümüş atomik absorpsiyon incelemesi: İdrar: 130 mmol/L, 14.05 mg/L (referans değeri: <7.42
nmol/L), serum: 38.978 nmol/L, 4.2 mg/L (referans değeri: <2.8 nmol/L). Dimerkaprol tedavisi başlandı. Hastanın
genel durumundan bir değişiklik olmadı ve septik şok ve polinöropatiye bağlı kardiak otonomik disfonksiyona bağlı
olarak ex oldu.
Tartışma: Bilgimiz dahilinde gümüşün toksik kullanımına bağlı olarak gelişen ilk polinöropati olgusunu bu vaka raporunda nörolojik muayene, laboratuvar bulguları ve EMG’si ile birlikte tartışmak istedik.
Anahtar Kelimeler: Toksik polinöropati, gümüş intoksikasyonu, ağır metal intoksikasyonuna bağlı polinöropati
[PS-030]
Nadir Bir Hastalık: Charlevoix-Saguenay’a Elektrofizyolojik Bakış
Lale Mehdikhanova1, Elif Kocasoy Orhan1, Başar Bilgiç2, Haşmet Hanağası2, A. Nazlı Başak3, M. Barış Baslo1
1
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Hareket Bozuklukları ve Davranış Birimi, İstanbul
3
Boğaziçi Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, NDAL Laboratuvarı, İstanbul
Giriş: Charlevoix-Saguenay hastalığı (ARSACS) spinoserebellar ataksi, dizartri, nistagmus ve spastik paraparezi ile
ortaya çıkan, yavaş ilerleyen, otozomal resesif genetik bir hastalıktır. EMG ile ARSACS hastalarında demiyelinizan
-63-
özelliklere sahip aksonal nöropati bulguları gösterilmiştir.
Çalışmamızda SACS geninin 8. ekzonunda Arg2574fsX4 mutasyonu homozigot olarak saptanarak ARSACS tanısı alan bir
ailenin demiyelinizan özelliklerin ön planda olduğu polinöropati ile uyumlu olan elektrofizyolojik bulguları tartışılmıştır.
Olgular
Olgu 1. Kırk bir yaşında erkek, 15 yaşında şikayetleri başlayan hasta, indeks vakadır. Progresif serebellar bulgular
ile kırk yaşında tekerlikli sandalyeye bağımlı olduğu öğrenilen hastanın nörolojik muayenesinde serebellar dizartri,
horizontal nistagmus, distalde 4-3/5 zaaf, vibrasyon hissi ve reflekslerde azalma ile taban derisi refleksi cevapsız
olarak bulundu. Çekiç parmak ve pes cavus deformasyonu vardı. Parmak-burun ve diz topuk testleri beceriksizdi.
Romberg testi pozitifti. Adımlama yapamıyor, destekle yürüyordu. MR incelemesinde serebellar atrofi görüldü.
Olgu 2. Elli beş yaşında erkek, benzer yakınmaları 15 yaşında başlayan hasta yatağa bağımlı olduğu için hastaneye
getirilemedi ve tanısı genetik olarak verifiye edildi.
Olgu 3. Kırk dokuz yaşında kadın, 4 yaşında poliomiyelit tanısı alan hastanın dengesizlik ve peltek konuşma
yakınmalarının eklenmesiyle on yıl içinde destekle yürür hale geldiği öğrenildi. Nörolojik muayenesinde indeks vaka
ile benzer bulgulara ek olarak sağ alt ekstremitede L3-S1 segment kaslarında belirgin zaaf ve atrofi izlendi.
Olgu 4. On sekiz yaşında kadın, şikayetleri 10 yaşında başlayan hastanın klinik süreci diğerlerine göre daha ılımlıydı.
Günlük aktivitelerinde bağımsız ancak indeks vaka ile benzer serebellar bulguları vardı. Kranial MR incelemesi serebellar atrofi ile uyumluydu.
Tartışma: Charlevoix-Saguenay hastalığı, erken başlangıçlı, otozomal resesif, spastik ataksilerden biri olup genetik
ve klinik özelliklerini içeren kısaltmasıyla ARSACS olarak literatüre geçmiştir. Bazı hastalarda daha geç yaşta ortaya
çıkmakla birlikte, bulgular nadiren 12 yaşından sonra belirmektedir.
ARSACS tanısında destekleyici elektrofizyolojik bulgular, etnik kökenden bağımsız olarak demiyelinizan özellikler
gösteren aksonal nöropatiler olarak bildirilmiştir.
Bu bildiride, sunulan olguların elektrofizyolojik özellikleri gözden geçirildiğinde ise ön planda demiyelinizan etkilenmenin olduğu ancak sekonder aksonal dejenerasyon bulgularının da eşlik ettiği polinöropati ile uyumlu bulgular
dikkati çekmiştir.
Anahtar Kelimeler: Charlevoix-Saguenay hastalığı, ARSACS, elektrofizyolojik özellikleri
[PS-031]
İdiopatik Hipereozinofili Sendromuna Bağlı Bir Polinöropati Olgusu
Zerin Özaydın Aksun1, Seyda Erdoğan1, Sefer Ryzayev1, Osman İlhan2, Hüseyin Özden Şener1
1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Ankara
2
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara
İdiyopatik Hipereozinofilik Sendrom (HES), nadir bir hastalık olup, sinir sistemi tutulumu; ensefalopati, tromboembolik
hastalıklar, polinöropati gibi klinik belirtilerle kendini gösterir.
Olgu: 63 yaşında erkek hasta 3 aydır giderek artan güçsüzlük, el, ayaklarda uyuşma ve karıncalanma şikayetleri ile
kliniğimize başvurdu.
Öyküsünde 2 ay önce karın ağrısı nedeni ile yapılan tetkiklerde kolon CA tanısı almış ve opere edilmişti. Eozonofilisi
(%38.5) saptanan hastaya hematoloji tarafından İdiopatik Hipereozonofili Sendromu tanısı konulmuş, 1 mg/kg dozunda metilprednizolon tedavisi başlanmıştı. Hastanın nörolojik muayenesinde eldiven çorap tarzı hipoestezisi vardı,
derin tendon refleksleri distallerde alınamadı, derin duyu distallerde azalmış, bilateral üst extremitede kas gücü
proksimalde 4/5 distalde 3/5, alt extremite distal ve proksimalde 4/5 idi. ENMG incelemesi; kronik sensorimotor aksonal polinöropati ile uyumlu olarak değerlendirildi. Hastanın paraneoplastik nedenlere yönelik yapılan tetkiklerinde
BOS biyokimyası normal olup hücre saptanmadı. Porfiri açısından yapılan tetkikleri normaldi. Kanda Brucella ve Borellia IgG ve IgM negatifti, serum protein elektroforezi ve immünfiksasyon elektroforezinde anlamlı patoloji saptanmadı. Hasta HES’e bağlı sensörimotor aksonal polinöropati olarak değerlendirildi ve hematoloji tarafından başlanan
prednizolon tedavisine devam edildi ve takibimize alındı.
Sonuç: Sensörimotor aksonal polinöropatilerin etyolojisinde idiyopatik hipereozinofilik sendrom nadir nedenler arasındadır. Bununla birlikte HES’li hastaların yarısında polinöropati vardır. Polinöropati bulguları steroid tedavisine yanıt
verebilir. Bu nedenle yeni başlangıçlı aksonal polinöropatisi olan bir hastada tam kan tetkikinde eozinofili görülmesi
-64-
durumunda hipereozinofilik sendrom tanısı akılda bulundurulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Hipereozinofilik Sendrom, ENMG, Polinöropati
[PS-032]
Kronik Progresif Duyusal Ataksik Nöronopati ve Sistemik Skleroz-Sjogren İlişkisi: Olgu sunumu
Fatma Zehra Büyüksoy, Fatma Genç, Fikriye Tüter Yılmaz, Cenk Altunç, Abidin Erdal, Aylin Yaman, Yasemin Biçer
Gömceli
Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği,Antalya
Giriş: Sjögren sendromu (SS) ve ağız kuruluğu gibi sikka semptomları ile sonuçlanan lakrimal bez ve tükrük bezlerinin mononükleer infiltrasyonu ve yıkılımı ile giden, kronik inflamatuar otoimmün bir hastalıktır. SS hastalarının
%10-15’inde polinöropati görülmektedir. Bu polinöropati motor ve duyusal lifleri birlikte tutabileceği gibi saf duyusal
bir tutulumda da olabilmektedir. Sunmak istediğimiz olguda da duyusal nöropati ile prezente olan SS olduğu için ilgi
çekici bulduk.
Olgu: 76 yaşında erkek hasta nöroloji polikliniğine 3-4 yıldır olan ve son 2 aydır şiddetlenen dengesiz yürüme, karanlıkta düşme ve uyuşma şikayetleri ile başvurdu. Özgeçmişinde sadece travmatik subdural hematomu olan hastanın nörolojik muayenesinde DTR’leri global alınamıyordu, romberg bulgusu pozitifti. Yürüyüşü geniş tabanlı ve derin
duyu özellikle alt ekstremitelerde azalmıştı. Sistemik muayenesinde her iki el ve ayak parmaklarında ülserleri vardı
ve heriki elinde raynoud fenomeni mevcuttu. Hastanın kan tetkiklerinde ANA diffüz paterni pozitifliği dışında patoloji
yoktu. Kranial MR’da diffüz serebellar atrofi vardı. Lomber ponksiyonunda anlamlı bir özellik yoktu. Yapılan EMG’si
duyusal ağırlıklı periferik nöropati ile uyumluydu. Hastanın paraneoplastik taraması yapıldı; serum immun elektroforezi normaldi. Tümör markerları ve paraneoplastik paneli negatifti. Tiroid fonksiyon testleri ve tiroid otoantikorları
normaldi. Hastanın toraks BT’de intersitisiyel akciğer hastalığı saptanınca sistemik muayene bulguları da dikkate
alınarak romatoloji bölümüne danışıldı. Ön planda sistemik skleroz düşünüldü. Hastada sjögren sendromu açısından
detaylı araştırıldı; shimmer testi ve Anti-SSa ile anti-SSb negatif olmasına rağmen tükrük bezi biyopsisi; fokus skor
1, inflamatuar grade 3 olarak raporlandı. Bunun üzerine hastada SS düşünülerek immünoterapi planlandı ve tedavi
öncesi hastanın sural sinir biyopsisi yapıldı.
Tartışma: Saf duyusal veya duyusal ağırlıklı nöropati etyolojisinde SS, paraneoplastik, infeksiyöz nedenler, ilaçlar
ve Friedreich sendromu düşünülmelidir. Saf duyusal nöropati ile giden tek bağ dokusu hastalığı sjögren sendromudur. SS sikka semptomları ve nörolojik tutulum %53 oranında birlikte görülür. Hastamızda sikka semptomları yoktu,
ancak duyusal baskın periferik nöropatisi vardı. SS periferik sinir sistemi tutulumu olan hastaların incelendiği bir
çalışmada hastaların %46’sında Anti-SSa antikoru pozitif olarak bulunmuştur. Aynı çalışmada Anti-SSb antikoru ise
%19 pozitif saptanmıştır. Hastada mevcut bulgularla Sistemik skleroz zemininde, sikka semptomları görülmeden,
Shimmer testi, Anti SSa ve anti SSb pozitif olmaksızın tükrük bezi biyopsisi sonucu ile SS düşünülerek hastanın duyusal nöropatisi ilişkilendirilmiş oldu.
Sonuç: SS periferik nöropati sıklığı nadir olmakla birlikte sistemik bulguları olmadan duyusal ağırlıklı nöropati ile
prezente olan olgumuzu ayırıcı tanıda güçlüklere yol açabileceğinden dolayı sunmaya değer bulduk.
Anahtar Kelimeler: Polinöropati, sjogren sendromu, sistemik skleroz, ataxi
[PS-033]
Tolüen (Bally) Toksisitesine Bağlı Gelişen Polinöropati: Bir Olgu Sunumu
Ahmet Çetiz, Semih Alay, Mehmet Yücel, Şeref Demirkaya, Ümit Hıdır Ulaş
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Giriş: Bu vaka sunumunda 25 yıl boyunca tolüen (bally) inhale etmesi sonucu gelişen toksik polinöropatili bir hastayı
tartıştık.
Vaka: 39 Yaşında erkek hasta, 2 ay önce ağır efor sonrası başlayan el ve ayaklarda uyuşma, giderek artan yürüme
güçlüğü yakınmaları ile hastanemiz polikliniğine başvurdu. Hastanın yakınmaları ilk önce bel ve bacaklarda ağrı şeklinde başlamış. Sonrasında el ve ayaklarda uyuşma şikayeti gelişmiş. Elleri ile iş yapamamaya ve yürümede zorlanmaya başlaması üzerine hastaneye başvurmuş. Hastanın yaklaşık 25 yıldır haftada 3-4 defa bally (tolüen) soluduğu
öğrenildi. Nörolojik muayenesi; üst ekstremite el bileği ve distali 4/5 kas kuvvetinde, alt ekstremite her iki ayak
dorsifleksiyon ve plantar fleksiyonu 3/5 kas kuvvetinde, el parmak uçlarında ve diz altlarında hipoestezi, DTR’ler alt
ekstremitede azalmış, TDY bilateral endifere, yürüyüş bilateral stepaj şeklinde, tandem gait beceriksiz şeklindeydi.
EMG: Sekonder aksonal dejenerasyonla seyreden sensorimotor demiyelinizan polinöropati ile uyumlu olarak değerlendirildi. Kan ve beyin omurilik sıvısı (BOS) incelemeleri normal sınırlardaydı. Sural sinir biyopsisinde toksik nöropati
-65-
ile uyumlu bulgular tespit edildi. Hastaya B vitamini başlandı ve fizik tedaviye yönlendirildi
Tartışma: Tolüen gibi inhale edilen ve günlük hayatta sıkça kullanılan solvent yapıştırıcılar kronik kullanımda nadir
olarak polinöropati yapabilmektedir. Kronik tolüen inhalasyonuna maruz kalan bu hastayı EMG ve biyopsi sonuçları
ile tartıştık.
Anahtar Kelimeler: Tolüen toksisitesi, polinöropati, Toksik nöropati
[PS-034]
Herpes Zoster Enfeksiyonu Sonrası Periferik Sinir Tutuluşu Olan 6 Olgunun Elektrofizyolojik
Bulguları
Ayçin Yıldız Tabakoğlu1, Gökçe Kavasoğlu1, Aslı Köşkderelioğlu2, Fikret Bademkıran1, İbrahim Aydoğdu1
1
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir
2
Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir
Herpes Zoster dorsal kök ganglionlarında latent halde bulunan varisella zoster virüsünün reaktivasyonu ile ortaya çıkan
ağrılı, segmental veziküler döküntülerin görüldüğü bir hastalıktır. Zona Zoster ile ilişkili ekstremite güçsüzlüğü, herpes zoster
enfeksiyonun nadir görülen bir komplikasyonudur. Literatürde bu komplikasyonun olguların %3 ünde görüldüğü bildirilmekle birlikte, dorsal kök ganglionunda gelişen viral aktivasyonun distal aksonal yayılım ana etken olarak suçlanmaktadır.
Olgularımız 2010-2015 yılları arasında Ege üniversitesi hastanesi EMG laboratuvarında herpes zoster enfeksiyonu
sonrası ekstremite güçsüzlüğü gelişen 6 olgu elektrofizyolojik olarak değerlendirildi. Hastalarımızın hepsinde ağrı şikayeti mevcut idi. Güçsüzlük şikayeti döküntüden birkaç gün sonra gelişmişti. Hastalarımızın 3’ü mononöropati, 2’si
radikülopati ve 1 ‘i ise pleksopati tanısı aldı.
Biz herpes zoster enfeksiyonuna bağlı ekstremite paralizisi geliştiği düşünülen olguların elektrofizyolojik bulgularını
tartışarak nadir görülen bu komplikasyona dikkat çekmek istedik.
Anahtar Kelimeler: Herpes Zoster, mononöropati, radikülopati
[PS-035]
Poliradikülopati Bulguları ile Nüks Olan Bir ALL Olgusu
Seyda Erdoğan1, Zerin Özaydın Aksun1, Sevil Hüseynova1, Önder Arslan2, Hüseyin Özden Şener1
1
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Ankara
2
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara
Otopsi çalışmalarında lösemi hastalarında leptomeninks ve spinal kök tutulumu sık olarak bildirilmiştir. Bununla birlikte klinik bulgu veren SSS tutulumu otopsi sonuçlarında bildirildiği kadar sık değildir. Biz burada remisyonda ALL
nedeni ile takip edilen ve nörolojik tutulum ile ALL nüks tanısı konan bir hasta sunmaktayız.
21 yaşındaki erkek hasta Cushing Sendromu ön tanısı ile Endokrinoloji kliniğinde yatırılarak takip edilirken, yürüme
zorluğu, bacaklarda uyuşma ve karıncalanma nedeni ile Nöroloji’ye danışıldı. Hastanın bu şikayetleri yaklaşık 20
gündür vardı. Özgeçmişinde 2 yıl önce ALL tanısı almıştı ve 1,5 yıldır Hematoloji tarafından tam remisyonda takip
edilmekte idi. Nörolojik muayenesinde, alt ekstremitelerde kas gücü proksimalde 3/5, distalde 4/5 idi, derin tendon
refleksleri üst ekstremitelerde hipoaktif olup alt ekstremitelerde alınamadı, duyu muayenesi normaldi. Polinöropati
ve Guillain-Barre Sendromu ön tanıları ile hastanın ENMG incelemesi yapıldı. Sinir iletim çalışmaları normaldi. İğne
EMG’de yaygın spontan potansiyeller ve MÜP sürelerinde artma tespit edildi. Klinik bulgular ile birlikte değerlendirildiğinde poliradikülopati düşünülen hastaya LP yapıldı. BOS’ta protein 58 mg/dl ve glukoz 5 mg/dl (eş zamanlı kan
şekeri:110) idi. BOS’un sitolojik inceleme sonucunun ALL infiltrasyonu ile uyumlu olması üzerine hastanın spinal
MRG’si çekildi. Alt torakal bölgede spinal kord intensitesinde hafif artış, konus medullaris çevresinde subaraknoid
mesafede intensite artışı saptandı. Kontrastlı kranial MRG’si normaldi. ALL nüks tanısı ile hastanın tedavisi Hematoloji
tarafından planlandı.
Akut lösemilerde patolojik olarak SSS tutulumu gösterilmiş hastaların sadece %5-14 kadarında klinik olarak tespit edilebilir sinir sistemi hastalığı olduğu bildirilmiştir. Bizim hastamızda kas güçsüzlüğünün olması, derin tendon
reflekslerinin alt ekstremitelerde alınamaması polinöropati ve Guillain-Barre Sendromu ön tanılarını düşündürmüş
ancak ENMG bulguları ile bu tanıdan uzaklaşılarak etyolojik incelemeler sonucu spinal kord ve radiks tutulumu ile
ortaya çıkan ALL nüks tanısı konmuştur. Hastaya ALL nüks tanısı konmasında ENMG bulguları yol gösterici olmuştur.
Anahtar Kelimeler: ALL, ENMG, Poliradikülopati
-66-
[PS-036]
Spina Bifidalı Hastalarda Nörofizyolojik Bulgular
Zeliha Matur1, Ezgi Tuna Erdogan2, Hüseyin Canaz3, Kerem Özel4, İbrahim Alataş3
1
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
2
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spina Bifida Araştırma Merkezi, Nörofizyoloji Bölümü
3
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spina Bifida Araştırma Merkezi, Pediatrik Nöroşirurji Bölümü
4
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Spina Bifida Araştırma Merkezi, Pediatrik Üroloji Bölümü
Amaç: Nöral tüp defektlerinin sık görülen bir formu olan spina bifida, değişen derecelerde omurilik malformasyonlarına yol açabilir. Bu çalışmada Spina Bifida Araştırma Merkezimizden takipli çocukların nörofizyolojik bulguların
sunulması amaçlanmıştır.
Yöntem: Hastalar, merkezimizin kuruluşundan itibaren, altı ayda bir, pediatrik, nörolojik, nörofizyolojik, ürolojik,
fizyoterapi ve psikolojik açıdan düzenli olarak takip edilmektedir. Yaşları 2,5 ile 14 arasında (yaş ortalaması: 7,5 yıl)
değişen 33’ü erkek 62 çocuk (12’si 2 kez) incelenmiştir. Tümüne bilateral tibial SEP, tolere edebilen çocuklara alt
ekstremitelerde duyusal (14 hasta) ve motor (27 hasta) sinir iletim çalışmaları (SİÇ), tibial F yanıtı (20 hasta) ve
pudendal SEP (2 hasta) incelemeleri yapılmıştır.
Bulgular: %79’u miyelomeningosel ve gergin kord sendromu nedeniyle daha önce opere edilmiş ve %21’i okült spina bifida nedeniyle takip edilmekte olan hastalardan oluşmamaktadır. Eşlik eden diğer anomaliler: Diastometamyeli
(4 hasta), skolyoz (2 hasta), syringohidromiyeli (2 hasta), dermal sinüs (1 hasta), Chiari malformasyonu (1 hasta).
Boy ortalaması 116±25 cm, ortalama ağırlık 26±17 kg’dır. Tibial SEP’te kortikal yanıtlar 18 hastada bilateral, 5 hastada tek yanlı olarak kayıptır; kortikal yanıt latansları 5 hastada tek, 1 hastada bilateral uzundur; lomber yanıtlar
hastaların 38’inde bilateral, 6’sında tek yanlı olarak kayıptır. Duyusal SİÇ 4 (%33), motor SİÇ 14 (%52), tibial F
yanıtı incelemesi 6 (%30) hastada anormaldir. Pudendal SEP, 2 hastada da normaldir.
Sonuçlar: SEP ve SİÇ incelemeleri spina bifidalı hastaların değerlendirilmesinde ve takibinde, lumbosakral köklerin,
sinirlerin ve omuriliğin işlevleri hakkında değerli bilgiler vermektedir.
Anahtar Kelimeler: Spina bifida, myelomeningosel, tibial SEP, tibial F
[PS-037]
İnflamatuar Barsak Hastalığında Polinöropatinin Saptanmasında Mediyal Plantar Sinir İleti
Çalışmasının Önemi Nedir?
Reyhan Sürmeli1, Emel Oğuz Akarsu3, Adil Niğdelioğlu2, Kamil Özdil2, Ayşe Destina Yalçın1
1
Sağlık Bakanlığı, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Aaraştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği
2
Sağlık Bakanlığı, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Aaraştırma Hastanesi Gastroenteroloji Kliniği
3
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nörofizyoloji Kliniği
Amaç: İnflamatuar Barsak Hastalığı, kronik tekrarlayıcı ve multipl organ tutulumları ile giden bir hastalıktır. İnflamatuar Barsak Hastalığı’nın kompleks patogeneze sahip en yaygın iki subtipi, Crohn ve Ülseratif Kolittir. Crohn ve
Ülseratif Kolit hastalıklarının çok çeşitli ekstraintestinal tutulumları mevcuttur. Periferal nöropati, İnflamatuar Barsak
Hastalığı’nın en sık nörolojik komplikasyonudur. Bu çalışmamızda, İnflamatuar Barsak Hastalığı’nda polinöropatinin
elektrofizyolojik olarak saptanmasında mediyal plantar sinir ileti çalışması ile ilişkisini göstermeyi amaçladık.
Gereç-Yöntem: İnflamatuar Barsak Hastalığı tanısı almış 18-80 yaş aralığında polinöropati klinik bugu ve semptomu olmayan 21 Crohn, 23 Ülseratif Kolit hastası ile birlikte benzer yaş ve cinsiyet dağılımlı 28 sağlıklı kontrol grubu
alındı. Her bir hastaya iki yanlı süperficial peroneal, dorsal sural, mediyal plantar sinir ileti çalışması ile birlikte diğer
üst ve alt ekstremite duysal-motor sinir ileti, F yanıt çalışmaları sağ taraflı olarak yapıldı.
Bulgular: Hastaların yaş ortalaması, Crohn hastalığında 41,28±12,62 yıl, Ülseratif Kolit hastalığında 41,20±15,54
yıl, sağlıklı kontrol grubunda 46,28±11,54 yıldı. Ülseratif Kolit hastalarının elektofizyolojik bulgularının sağlıklı kontrol grubu ile kıyaslama yapılarak elde edilen bulgularında, mediyan duysal sinir amplitüd (p=0,042) ve ulnar duysal
sinir amplitüd (p=0,028), sağ mediyal plantar sinir amplitüd (p<0,01), sol mediyal plantar sinir amplitüd(p<0,01),
mediyan motor amplitüd (p=0,042), tibiyal motor sinir amplitüd (p=0,024) değerleri düşük, mediyan motor ileti
hızı (p=0,023), ulnar motor sinir ileti hızı (p=0,016), peroneal motor sinir ileti hızı (p<0,01), sağ mediyal plantar
sinir ilet hızı (p=0,037) değerleri yavaş, mediyan motor sinir distal latans (p=0,011), le mediyan, ulnar ve tibiyal
mean F latans (p<0,01), değerleri uzamış olarak bulundu. Crohn hastalarının elektofizyolojik bulgularının sağlıklı
kontrol grubu ile kıyaslama yapılarak elde edilen bulgularında, ulnar duysal sinir amplitüd (p=0,035), mediyan motor
amplitüd (p=0,035), tibiyal motor sinir amplitüd (p<0,01) değerleri düşük, mediyan, ulnar ve tibiyal mean F latans
(p<0,01), değerleri uzamış olarak bulundu. Ayrıca Crohn hastalık grubunda 6 hastada iki yanlı süperfisyal peroneal
-67-
ve dorsal sural sinir değerleri normal iken mediyal plantar değerleri düşük olarak saptandı.
Sonuç: İnflamatuar Barsak Hastalığı’nda polinöropati klinik bulgu ve semptomu olmayan hastalarda elektrofizyolojik
olarak değişiklikler gözlenebilir. Mediyal plantar sinir ileti çalışması ile birlikte yapılan elektrofizyolojik çalışmalarda
polinöropati varlığının erken saptanabileceği görüşündeyiz.
Anahtar Kelimeler: İnflamatuar Barsak Hastalığı, Polinöropati, Mediyal Plantar Sinir
[PS-038]
Fibromiyaljide Kutanöz Sessiz Periyot
Korhan Baklacı
Etimesgut Asker Hastanesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Kliniği
Amaç: Bu çalışmanın amacı, fibromiyalji hastalarında kutanöz sessiz periyot (KSP) değişimlerinin elektrofizyolojik
olarak ortaya konulmasıdır. KSP; kutanöz sinirlerin güçlü elektriksel uyarımı sonrasında, istemli kas kontraksiyonunda görülen kısa süreli duraksama olarak tariflenebilir. KSP’nin klinik süreçte önemi; ince sinir lifi nöropatisi gibi özellikle standart elektrodiyagnostik yöntemlerin, duysal sinirlerin çeşitli segmentlerini değerlendirmede yetersiz kaldığı
süreçlerde belirginleşmektedir.
Gereç-Yöntem: Çalışmaya 48 fibromiyalji hastası dahil edilmiştir. Ortalama yaş 32.8’di(22-43). Tanı amacıyla American College of Rheumatology (ACR) fibromyalji sınıflama kriterlerleri kullanılmıştır. Kontrol grubu olarak 40 sağlıklı
birey çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcıların standart duysal ve motor sinir iletimleri ile F yanıtları kayıt altına alınmıştır. KSP; üst ekstremitede sağ el 3.parmağın uyarımı ile m.abductor pollicis brevis (APB)’den, alt ekstremitede
sural sinirin uyarılması ile m.tibialis anterior (AT)’den elde edilmiştir.
Bulgular: Konvansiyonel duysal ileti çalışmalarında fibromiyalji ve kontrol grubu arasında anlamlı bir fark elde
edilememiştir. Ancak APB’den elde edilen KSP latansı fibromyalji grubunda (ms) (87.12+5.35) ile kontrol grubuna
göre (64.80+10.40) anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. (p<0.001) KSP süresi ise fibromyalji grubunda (ms)
(41.30+8.70) ile kontrol grubuna (53.38+9.36) göre anlamlı derecede kısalmış olarak kaydedilmiştir.(p<0.001)
AT üzerinden kayıt ile KSP latansı fibromyalji grubunda (ms) (100.20+10.22), kontrol grubu (96.11+10.38) ile
benzer bulunmuştur (0.1<p<0.5), KSP süresi ise fibromyalji grubunda (ms) (38.44+13.12) ile kontrol grubuna
(56.75+13.24) göre anlamlı derecede kısalmış olarak kaydedilmiştir.(p<0.001) Sonuç: Fibromiyaljinin çok çeşitli ve kompleks etyoloji perspektifinde KSP süresinin kısalması, ince sinir liflerinin
patogenezde rol oynayabileceğini düşündürmektedir
Anahtar Kelimeler: Fibromiyalji, Sessiz Periyot, Elektrofizyoloji
[PS-039]
Periferik Fasiyal Paralizide Orbikularis Oküli Kasının Üst Pretarsal-Preseptal ve Alt PretarsalPreseptal Bölümlerinin İncelenmesi
Gönül Akdağ1, Demet İlhan Algın1, Oğuz Osman Erdinç1, Hikmet Başmak2, Nilgün Yıldırım2
1
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Eskişehir
2
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göz Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Eskişehir
Amaç: Periferik fasiyal paralizi (PFP) en sık karşılaşılan kraniyal nöropatilerden biridir. Fasiyal paralizi nedeniyle göz
kapaklarında gelişen göz kapağı pozisyon ve fonksiyon bozuklukları orbikülaris oküli kasındaki değişim nedeniyle
görülmektedir. Çalışmamızda PFP’de orbikülaris kasının üst ve alt, pretarsal ve preseptal parçalarında nörofizyolojik
değişiklikleri araştırmayı amaçladık.
Yöntem: Göz hastalıkları ve nöroloji kliniklerine PFP nedeniyle başvuran ve kapak pozisyon bozukluğu gösteren 26
olguya ENMG yapıldı. Klinik ve demografik özellikler kaydedildi. ENMG’de frontal, orbikülaris oris, orbikülaris oküli
kasının üst pretarsal-preseptal ve alt pretarsal-preseptal bölümlerinde spontan aktivite varlığı, motor ünite potansiyel amplitüdü, rekrüitmanına göre incelendi. Sağlam taraf ile karşılaştırıldı.
Bulgu: Olguların 14’ü (% 53,85) kadın, 12’si (% 46,15) erkek idi. Yaşları 14 ile 78 yıl (ortalama 45,8) arasında
değişiyordu. Hastaların 14’ünde (% 53,85) sağ tarafta, 12’sinde (% 46,15) sol tarafta PFP mevcuttu. PFP’nin başlangıç zamanı ortalama:38,5 gün (minimum:13, maksimum:100 gün) önce idi. 14 (%53,8) hastada üst pretarsal, 7
(%26,9) hastada üst preseptal, 9 (%34,6) hastada alt pretarsal, 10 (%38,4) hastada alt preseptal kaslarda spontan
aktivite gözlendi. BKAP amplitüdü rekrüitmanı sağlam taraf göre düşük saptandı. Üst pretarsal-preseptal ve alt pretarsal-preseptal bölümlerinde nörofizyolojik bulgular arasında anlamlı fark saptanmadı.
-68-
Sonuç: Çalışmamızda hastalarda incelemiş olduğumuz, frontalis, orbikülaris oris ve orbikülaris oküli(üst pretarsal/
preseptal ve alt pretarsal/preseptal) kasları arasında nörofizyolojik değerlendirmede istatiksel olarak anlamlı farklılık
saptanmamıştır.
Anahtar Kelimeler: EMG, orbikülaris oküli, periferik fasiyal paralizi
[PS-040]
İkiz Elektrofizyoloji-İki Farklı Prognoz; Aksonal GBS ve Aksonal Dejenerasyonlu GBS: Olgu
Sunumu
Sezin Alpaydın Baslo, Oya Öztürk, Betül Güveli, Elif Söylemez, Aysu Şen, Dilek Ataklı
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları E.A.Hastanesi
Amaç: Bu sunumda, aksolemma üzerinde iletiyi bloke eden inflamatuvar patofizyolojinin yol açtığı klinik spektruma
dair iki olgu ve bu olguların elektrofizyolojik bulguları üzerinden nodo-paranodopati kavramının irdelenmesi amaçlanmıştır.
Olgu.1: 39 yaşında erkek hasta hızlı progresif, ağrılı ve distal baskın non-piramidal, arefleksik kuadriparezi, eldiven-çorap tarzı duyu kusuru ile başvurdu. Öyküsünden 1 hafta önce üSYE geçirdiği ve 2 gündür yutma güçlüğü
yaşadığı öğrenildi. 2. günde yapılan elektrofizyolojik incelemede duysal cevap ve iletiler normal iken distal uyarımlı
motor cevap amplitudlerinin bazı sinirlerde düşük ve distal latansların uzun olduğu izlendi. Sol ulnar ve sağ tibial
sinirlerde proksimal uyarımla kaydedilen motor cevapların kısmi ileti bloğunu telkin eden nitelikte amplitud kaybına
uğradığı saptandı. IVIG tedavisi başlanan ancak klinik progresyonu devam eden hasta ertesi gün entube edilerek
mekanik ventilasyon desteğine alındı. Yaklaşık 2 ay kuadriplejik halde ve mekanik ventilasyonda izlenen hastanın
yavaş gelişen klinik düzelmesine paralel, hastalığın 7. ayında yapılan elekrofizyolojik incelemesinde duysal cevapların
hiç birisinin kaydedilemediği; motor cevapların da ya kaydedilemediği ya da ciddi genlik kaybına uğradığı saptandı.
İğne elektromiyografisinde distallerde baskın aktif denervasyon ve süregelen reinnervasyon bulguları izlendi.
Olgu.2: 21 yaşında erkek hasta, diyareyi takiben 5. günde gelişen ve 3 günde yerleşen başlangıçta asimetrik non-piramidal kuadriparezi ile başvurdu. 2. Günde yapılan elektrofizyolojik incelemesinde duysal cevap ve iletiler normal,
iki yanlı tibial motor cevap amplitudleri distalden itibaren düşük bulundu ve sol ulnar ve median, iki yanlı peroneal
sinirlerde kısmi iletim bloğu saptandı. Median ve ulnar F yanıtlarının persistansı düşüktü. Bos proteini 78 mg/dl olan
hastaya IVIG tedavisi uygulandı. Tedaviden 5 gün sonra kas gücü tama yakın düzelen hastanın 3. haftasında yapılan
sinir ileti incelemelerinde bir önceki tetkikte saptanan iletim bloklarının kaybolduğu ve distal uyarımlı M yanıtlarının
genlik artışı gösterdiği izlendi.
Sonuç: Edinsel inflamatuvar polinöropatiler periferik sinirlerde myelin kılıfı hedef aldığında klasik demyelinizan elektrofizyolojik bulgulara yol açmaktadır. Oysa ki Ranvier düğümü ve komşuluğundaki sahayı hedeflediklerinde (nodo-paranodopati) motor liflerde geri dönüşümlü ileti bloğuna ya da duysal ve motor liflerde aksonal dejenerasyona
sebep olmaktadırlar. İlk olgu duysal ve motor liflerin aksonal dejenerasyona uğradığı, geç ve sekelli düzelen ‘AMSAN’
profilini yansıtmaktadır. Oysa ki ikinci olguda motor liflerde gözlenen iletim blokları klinik düzelmeye paralel hızla
çözülmüş ve ‘AMAN’ profili ile uyumlu olarak sinir liflerinde aksonal dejenerasyon gelişmemiştir.
Anahtar Kelimeler: AMAN, AMSAN, Nodo-paranodopati, Gullian Barre Sendromu
[PS-041]
Atipik Klinik Seylirli AMAN Olgusu
Semir Mazman, Ümit Hıdır Ulaş, Semih Alay, Şeref Demirkaya
GATA Eğitim Hastanesi Nöroloji Servisi, Etlik Ankara
Akut motor aksonal nöropati (AMAN), Guillain-Barre sendromunun nadir görülen varyant bir formudur. Elektrofizyolojik özelliği, duyusal etkilenmenin olmadığı simetrik Bileşik Kas Aksiyon Potansiyellerinde (BKAP) düşüklük ve ileti
hızında düşmedir. Polinöropati öntanısı ile EMG laboratuarımıza yönlendirilen 15 yaşında erkek hastanın, yaklaşık 4-5
gündür devam eden her iki baldırda ağrı, yürürken zorlanma ve topuk bölgesinde sertlik yakınması mevcuttu. Nörolojik muayenesinde her iki ayak plantar fleksiyonunda çok hafif güçsüzlük vardı, bilateral Achilles refleksi alınamadı,
diğer muayene bulguları tabii idi. Olguda ilk yapılan EMG de tibial amplitüdlerde düşme ve sağda F yanıt uzaması
dışında patolojik bulgu saptanmadığından, 5 gün sonra yapılan kontrol EMG de tüm duyusal ileti incelemeleri normal
bulundu. Altta belirgin motor iletilerinde BKAP lar küçük ve ileti hızları yavaş bulunması üzerine AMAN tanısı konulmuştur. Hastaya 5 gün IVIG tedavisi verilmiş, Bir ay sonraki kontrol EMG sinde kısmi düzelme izlenmiştir. Olgu, atipik
klinik seyirli olması nedeniyle tartışılmaya değer bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: AMAN, PNP, EMG
-69-
[PS-042]
Unilateral Multiple Kraniyal Sinir Tutulumu ile Seyreden Atipik Guillain Barre Sendromu ve
Ayırıcı Tanılar
Meltem Can İke, Demet Aygün
Medicine Hospital, Nöroloji, İstanbul
55 yaşında erkek hasta 2 gün öncesi gelişen sol göz kapağında düşüklük, çift görme, ellerde ve ayaklarda uyuşma yakınması ile değerlendirildi. Özgeçmişinde 1 hafta önce ateşli gribal enfeksiyonu olan hastanın nörolojik muayenesinde patolojik olarak sol göz tama yakın pitotik, içe bakış kısıtlılığı, sol nazolabial oluk silikliği, uvulanın
sola deviye olduğu görüldü. Derin tendon reflekleri alınamadı. İki yanlı eldiven çorap tarzı hipoestezi saptandı.
Multıple kraniyal sinir tutulumu nedeni ile santral patolojileri değerlendirmek için çekilen orbita ağırlıklı kontrastlı kraniyal MR-MR angio ve venografi incelemesi normal bulundu. GBS ön tanısı ile elektromiyografi incelemesinde her iki
sural ve superfisyal duysal iletileri elde edilemedi. İki yanlı median ve sağ ulnar sinir duysal aksiyon potansiyeli düşük
amplitüdlü elde edildi. Motor ileti çalışmasında sol tibial ve sağ median sinir proksimalinde ileti bloğu izlendi.Her iki
median ve tibial F latansları normal elde edildi. İki yanlı H yanıtı elde edilemedi. Sağ fasiyal sinir uyarımla solda blink
refleksi kaydedilemedi. Sol fasiyal sinir latansı hafif uzun birleşik kas aksiyon potansiyeli düşük bulundu.İğne EMG
incelemesinde üst ve alt ekstremite distal kaslarında seyrelmiş motor ünit potansiyelleri görüldü. Patolojik spontan
faliyet izlenmedi. Nöromusküler kavşak hastalıkları ayırıcı tanısı için repetetif ve tek lif EMG incelemesi ile Ach reseptör antikoru normal değerlendirildi. Klinik yakınma ve EMG bulguları ile multıple kraniyal sinir tutulumu neden
olan GBS, Fisher sendromu düşünülerek yapılan BOS incelemesi hafif protein yüksekliği (46,7 mg/dl) dışında normal
bulundu. Kültürde üreme saptanmadı. ASYE? ile çekilen toraks BT normal, metabolik patolojiler açıdan yapılan kan
tetkikleri HbA1c değeri, paraneoplastik paneli ( CEA, CA 15-3, CA 19-9, CA 125, AFP, PSA) normal saptandı. Miller
Fisher sendromu açısından istenen gangliosid panel (GM1, GQ1b, GD1b, GT1b, GD1a, GM3,GM2) normal sonuçlandı.
Kraniyal sinir tutulumun eşlik ettiği varyant GBS olarak değerlendirilen hastaya 0,4 gr/kg/g’den 5 gün süreli IVIG tedavisi başlandı. IVIG tedavisinin 2.gününde ekstremite hipoestezisinde 4. günüde pitozda tam düzelme saptandı. Tedavi
bitimiden 1 hafta sonra pitozu düzelen, göz harekteleri rahatlayan hastanın çok hafif fasiyal asimetrisinin devam ettiği görüldü. Tedavi sonrası 7. günde yapılan EMG incelemesinde ileti bloğunun düzeldiği, alt ekstremite duysal aksiyon
potansiyeli düşük amplitüdlü olsada alındığı ve denervasyonların azaldığı 2. ayında blink refleksinin alındığı görüldü.
Bu vaka multiple kraniyal sinir tutulumu ön planda, anti gangliozid antikorları negatif varyant GBS ile ılımlı FS ile
uyumlu ve IVIG tedavisi ile dramatik düzelme gözlendiği için dikkati çekmektedir. Bu tür vakaların takipleri ve ayırıcı
tanı incelemeleri önem teşkil etmektedir.
Anahtar Kelimeler: Kraniyal sinir tutulumu, Guillain Barre sendromu, Miller Fisher sendromu, IVIG
[PS-043]
Tedavi ile İlişkili Fluktuasyon Görülen Guillain-Barre Sendromu vs Akut Başlangıçlı Kronik
İnflamatuar Demiyelinizan Polinöropati: Olgu Sunumu
Nejla Sözer, İbrahim Acır, Filiz Azman, Murat Çabalar, Metin Mercan, Vildan Yayla
Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, İstanbul
Giriş: Guillain-Barre sendromu (GBS) ve akut başlangıçlı kronik inflamatuar demiyelinizan polinöropati (a-CIDP)
olgularının ayırdının yapılabilmesi erken dönemde oldukça zordur. Ancak bu ayırım tedavi stratejilerinin belirlenmesinde önemli yer tutmaktadır. Sunduğumuz olgu ile bu iki sendromun klinik ve elektrofizyolojik özellikleri ile farklı
tedavi seçeneklerini tartışmayı planladık.
Olgu: Her iki el ve ayakta uyuşma, karıncalanma yakınması ile başvuran 45 yaşındaki erkek hastanın nörolojik muayenesinde distal kaslarda baskın kuadriparezi ve derin tendon reflekslerinde kayıp vardı. EMG’sinde erken dönem
bulguları olarak değerlendirilen F latansı uzamaları görüldü. GBS tanısı ile hastaya IVIg tedavisi başlandı (5mg/kg/
gün). Tedavinin 4. gününde klinik tabloya fasiyal dipleji ve bulber semptomların eklenmesi ile motor zaafın belirginleşmesi üzerine plazmaferez uygulanmaya başlandı. Gün aşırı 5 kez uygulanan plazmaferez sonrası hastanın tüm
muayene bulgularında düzelme gözlenerek plazmaferez sonlandırıldı. Yedi gün sonra hastanın klinik tablosu progresyon gösterdi ve plazmaferez 7 kür olarak tekrarlandı, düzelme gözlendi. Klinik tabloda 2. ayda 2. kez progresyon
izlenmesi üzerine steroid tedavisi başlandı (80mg/gün, oral). Rutin biyokimya incelemelerinde özellik saptanmadı ve
anti-gangliozid antikorları pozitif bulundu. BOS’ta albuminositolojik dissosiasyon izlendi. Hastanın tekrarlanan EMG
incelemelerinde demiyelinizan özellikler içeren sensorimotor polinöropati bulguları vardı.
Tartışma: GBS seyrinde hem IVIg hem de plazmaferez sonrası gözlenen iyileşmenin ardından kısa süre içinde kötüleşme olabilmektedir. Tedavi ile ilişkili fluktuasyon (TRF-GBS) olarak değerlendirilen bu tablo kötüleşmenin gerçekleştiği süre, sayı ve klinik özellikleri ile a-CIDP’den ayırt edici özellikler gösterebilir. Olgumuzda progresyon sırasında
-70-
eklenen fasiyal dipleji ve progresyonların gerçekleştiği süre göz önüne alınarak öncelikle TRF-GBS düşünülmüştür.
Takip sırasında ikinci bir progresyon izlenmesi üzerine yine tam olarak ayırıcı tanı yapılamamakla birlikte a-CIDP de
göz önüne alınarak tedavi stratejisi değiştirilmiştir.
Günümüzde halen atakların gerçekleştiği süre ve atak sayısı önemini koruduğundan olguların bu açıdan uzun süreli
yakın izlemi gerekmektedir. Her iki tanıya ait kriterlerin netleştirilmesine yönelik çalışmalar arttıkça erken dönemde
daha rahatlıkla tanıya varabilme umudu artmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Guillain-Barre Sendromu, Kronik İnflamatuar Demiyelinizan Polinöropati, Polinöropati
[PS-044]
Kronik İnflamatuvar Demiyelinizan Polinöropatide Plazma Nötrofil/Lenfosit oranı ve BOS Protein Düzeyinin Değerlendirilmesi
Şevki Şahin, Nilgün Çınar, Sibel Karşıdağ
Maltepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji A.D.
Amaç: Kronik inflamatuvar demiyelinizan polinöropati (KIDP) periferik sinir ve sinir köklerini etkileyen otoimmün bir
hastalıkdır. Nötrofil/lenfosit oranı (NLO) basitçe hesaplanabilen ve kronik inflamasyonla seyreden hastalıklarda son
yıllarda sıklıkla değerlendirilen bir parametre olmuştur. Bu çalışmada diğer bir inflamatuvar yanıt göstergesi olarak
beyin omurilik sıvısı (BOS) total protein düzeyi ve NLO ortalamalarının, sinir ileti çalışmalarının sonuçları arasındaki
ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır.
Metod: Kliniğimizde yatırılarak takip edilen ve tüm bilgilerine ulaşılabilen KIDP olguları çalışmaya dahil edilmiştir.
Hastaların herhangi bir tedavi başlanmadan önceki ilk başvuruları sırasında yapılan lomber ponksiyon, sinir ileti çalışmaları ve hemogram değerleri çalışmaya temel teşkil etmiştir.
Sonuçlar: Toplam 37 (18 kadın/19 erkek) olgunun yaş ortalaması; 55±1 yıl olarak bulundu. Olguların etiyolojik dağılımı, %33’ünde Tip II diyabetes mellitus, % 19’unda monoklonal gammopati, %16’sında paraneoplazi, %5’inde konnektif doku hastalığı iken, 7%’sinde etiyolojik neden saptanmadı. BOS protein düzeyinin ortalama değeri: 60±31mg/
dl olup, olguların %38’ inde değerler, laboratuvar üst değerimiz olan 45 mg/dl’nin üzerinde bulunmuştur. Olguların
yaş ortalaması ile BOS protein değeri ortalaması arasında negatif, NLR ortalaması ile pozitif korelasyon saptanmıştır.
İncelenen tüm motor sinirlerin distal latansı ile BOS protein düzeyi arasında ve median duysal latans ile NLR düzeyi
arasında pozitif korelasyon saptanmıştır.
Tartışma: Çalışmamızda, KIDP olgularında, elektrofizyolojik bulgular ile değerlendirmeye aldığımız inflamatuvar
belirteçler arasında ilişkili olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, sinir ileti çalışmalarında demiyelinizan bulguların artışı ile
BOS proteini ve kısmen de NLR arasında pozitif ilişki saptanmıştır. Daha fazla sayıda olgu ve daha çok inflamatuvar
belirteç içeren ileri çalışmalar gereklidir.
Anahtar Kelimeler: inflamasyon, KIDP, NLR
[PS-045]
İzole Ulnar Sinir Tutulumu ile Başlayan Bir Multifokal Edinsel Demyelinizan Sensorimotor
Nöropati Olgusu
Tahir Kurtuluş Yoldaş, Ceyla Ataç Uçar, Kübra Mehel Metin, Mehmet İlker Yön, Ufuk Atak Dönger, Cemile Sencer Demircan, Hafize Nalan Güneş
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği, Ankara
Giriş: Multifokal edinsel demyelinizan sensorimotor nöropati (MADSAM), asimetrik başlangıçlı, yavaş seyirli kronik
demyelinizan bir nöropatidir. İlk kez 1982’de Lewis, Sumner ve arkadaşları tarafından tanımlanmıştır. İlk tutulum genellikle kollardan başlar, ardından bacaklara yayılım olur. Bazı olgularda tek periferik sinir tutulumu başlangıç bulgusu
olabilir. Biz de ulnar nöropati kliniği ile prezente olan, izlemde klinik ve elektrofizyolojik incelemeler sonucu MADSAM
tanısı alan bir olguyu literatür eşliğinde sunmayı uygun bulduk.
Olgu: 55 yaşında erkek hasta, başvurusundan altı ay önce sağ elinin son iki parmağında uyuşukluk ve güçsüzlük
gelişmiş. Dış merkezde ulnar nöropati tanısı alarak opere edilmiş. Operasyondan bir ay sonra, yavaş yavaş her iki kol
ve bacaklarında güçsüzlük gelişmiş. Bu yakınmalarla Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi (AEAH) Nöroloji Kliniği’ne
başvuran hastanın nörolojik muayenesinde her iki kol ve bacağında proksimalde belirgin kuadriparezi ve sağ elinde hipotenar bölgede ve omuz kuşağı kaslarında atrofi saptandı. Lomber ponksiyon ile BOS ‘da protein artışı tespit
edildi. ENMG incelemesinde asimetrik, duyu ve motor lifleri tutan, demyelizan nöropati ile uyumlu bulgu saptanması
üzerine hastaya MADSAM tanısı konuldu.
-71-
Sonuç: Kronik edinsel demyelinizan nöropatiler grubunda yer almakta olan MADSAM’ın, multifokal motor nöropati
(MMN) gibi asimerik başlangıçlı diğer kronik progresif demyelinizan nöropatilerden ayırımı, MADSAM’ın kortikosteroidlere, MMN’nin ise IVIg’e yanıtlı olması nedeniyle önem arzetmekedir. Mononöropati kliniği ile başvuran, ardından
progresyon gösteren hastalarda MADSAM ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: multifokal edinsel demiyelinizan sensorimotor nöropati (MADSAM), kronik edinsel demyelinizan
nöropati, ulnar nöropati
[PS-046]
Nörofibromatozis Tip 1 ve Edinsel İnflamatuvar Demyelinizan Polinöropati Birlikteliği: Olgu
Sunumu
Sezin Alpaydın Baslo, Oya Öztürk, Mahir Yusifov, Songül Şenadım, Dilek Ataklı
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları E.A.Hastanesi
Amaç: Nörofibromatozis tip 1(NF1); sık görülen, otozomal dominant geçişli (%50 sporadik), deri, iskelet ve sinir
sistemi tutulumları başta olmak üzere çoklu sayıda sistem tutulumu gösteren, bir nörokutanöz sendromdur. Tipik
klinik bulguları; café-au-lait makulleri, aksiller ve/veya inguinal çillenme, Lisch nodülleri ve nörofibromlardır. Kemik
lezyonları, semptomatik optik gliomlar, hipertansiyon ve nörolojik komplikasyonlar zaman içerisinde eklenebilmektedir. Kognitif bozukluklar, öğrenme güçlükleri, otizm, nöbetler, makrosefali ve periferik nöropati başlıca nörolojik
komplikasyonlarıdır. NF1’de periferik nöropati; %4 olguda sinir basısı, %3 olguda spinal kök basısı ile birlikte nadir
olarak bildirilmiştir. Bu sunumda daha önceden NF1 tanısı olmayan deri döküntüleri ve akut polinöropati kliniği ile
başvuran bir olgu sunulacaktır.
Olgu: 38 yaşında erkek, ÜSYE sonrası başlayan ve progresyon gösteren bacaklarda ağrı, ellerde-ayaklarda uyuşma
ve güçsüzlük yakınmaları ile başvurdu. Özgeçmişinde kilo kaybı, diskalkuli ve disleksi tanımlanmaktaydı. Sistemik
muayenesinde café-au-lait makulleri, aksiller ve inguinal çillenme, çoklu sayıda subkutan nörofibromlar mevcuttu.
Nörolojik muayenesinde sağda ılımlı ptoz, iki yanlı göz sıkma zayıf, solda ve distallerde belirgin asimetrik quadriparezi, arefleksi, eldiven- çorap tarzı duyu kusuru ve alt ekstremite distallerinde derin duyu kaybı saptandı. EMG duysal
ve motor liflerin etkilendiği çoklu sayıda parsiyel ileti bloklarının (sağ median, iki yanlı ulnar, sağ tibial ve iki yanlı
peroneal sinir) eşlik ettiği demyelinizan edinsel tipte bir poliradikulonöropati sendromu ile uyumluydu. Dış merkezde
yapılmış bir önceki incelemeye kıyasla elektrofizyolojik kötüleşme mevcuttu. Beyin MRG’de anlamlı patoloji saptanmadı. Servikal MRG’de üst servikal düzeyde spinal sinirlerden birisi kalın izlendi. BOS proteini 214 mg/dl, direk
bakısı asellulerdi. Polinöropati ayırıcı tanısına yönelik yapılan serum ve idrar protein elektroforezi, immunfiksasyon,
vaskulitik belirteçler, tumor belirteçleri, IgA,G,M, enfeksiyöz parametreler normaldi. NF1 ve edinsel inflamatuvar
demyelinizan polinöropati (AIDP? CIDP ilk atak?) tanıları ile IVIG tedavisi verildi, kısmi klinik düzelme ile poliklinik
takibine alındı.
Sonuç: NF1 sık görülen bir genetik sendrom olmakla birlikte olguların ancak yarısı sporadik özellik göstermektedir.
Nörolojik komplikasyonlar arasında bildirilmiş polinöropati olguları sıklıkla eşlik eden nörofibrom ve/veya malign periferik sinir kılıf tümörleri ile ilişkilendirilmiş olup, edinsel inflamatuvar demyelinizan polinöropati birlikteliği enderdir.
Deri lezyonları olan polinöropati kliniğine sahip olgularda hastalığın öngörülen nörolojik komplikasyonları dışında
eşlik etmesi olası edinsel inflamatuvar demyelinizan polinöropati varlığı akla gelmeli, BOS incelemesi ile klinik ve
elektrofizyolojik izlemin önemi hatırlanmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Nörofibromatozis, demyelinizan polinöropati, ileti bloğu
[PS-047]
Spondiloz Nedeniyle Operasyon Planlanan Diyabetik Hastada CIDP Teşhisi
Demet Aygün, Meltem Can İke
Medicine Hospital
63 yaşında kadın hasta yaklaşık iki yıldır giderek artan bacaklarda şiddetli ağrı ve yürüyememe yakınmalarıyla
nöroşirürji birimine başvurdu. L5-S1 vertebra seviyelerinde spondiloz bulgusu nedeniyle değerlendirilen hastanın
görüntüleme bulgularının klinik yakınmayı açıklayacak düzeyde olmaması üzerine elektromiyografi amaçlı nörolojik
değerlendirmesi istendi. Özgeçmişinde 6 yıldır kontrolsüz Tip 2 DM, HT olduğu öğrenildi. Nörolojik muayenesinde
bacak proksimal ve distal kaslarında 4/5 düzeyinde kuvvetsizlik, simetrik eldiven uzun çorap tarzında hipoestezi,
hipoaljezi, alt ekstremitelerde pozisyon ve vibrasyon duyu kaybı tespit edildi. Simetrik olarak derin tendon refleksleri alınamadı. Elektromiyografi incelemesinde alt ekstremitelerde belirgin motor ve duysal ileti hızlarında simetrik
demiyelinizan vasıfta yavaşlama, iletim bloğu, uzun distal latans, BKAP’lar alt esktremitede belirgin düşük, özellikle
sol tibial F latansları uzun bulundu. Konsantrik iğne EMG’de proksimal ve distal kaslarda seyrelmiş motor ünit potan-72-
siyelleri izlendi, patolojik spontan faaliyet izlenmedi. Kronik seyirli, edinsel, ön planda demyelinizan vasıfta motor ve
duysal liferin etkilendiği polinöropati teşhisi alan hastanın BOS incelemesinde protein yüksekliği dışında( 104,6 mg
/dl ), BOS glukoz değeri normaldi, hücre görülmedi. Rutin biyokimyada HbA1c değeri %6,4 idi. CIDP etyolojisi açısından batın MR, torax BT, tümör belirteçleri (CA19,9, CA 125, AFP, CEA, CA 15,3), vaskulit markerları, monoklonal
protein ve immün fiksasyon parametrelerinde anlamlı patoloji izlenmedi.
Kan şekeri takiplerinin yüksek olması nedeniyle kortikosteroid tedavisi alamayan hastaya IVIg 0,4 gr/kg/gün 5 gün
tedavisi verildi. Tedavi sonrası bacak ağrılarında rahatlama izlendi.
Olgumuz diyabetik hastalarda gelişebilen ve klinik, elektrofizyolojik özellikler açısından CIDP’ye çok benzeyen polinöropati tablosunun CIDP mi yoksa bir diyabetik polinöropati formu mu olduğuna karar vermek için ileri tetkik
gerekliliği açısından sunuldu.
CIDP’de en duyarlı laboratuvar yöntemi olan BOS incelemesidir. Olguların %90’nda BOS’ ta hücre artışı olmaksızın
protein yükselmesi mevcuttur.
Tedavide kortikostreoidler, PE ve IVIg arasında seçim yaparken bu tedavilerin yan etki profilleri(steroidlerde en yüksek), hastanın bu yan etkilere karşı toleransı (diyabet ve gastrointestinal problemleri olanlar için steroidlerin, böbrek
yetersizliği olanlar için IVIg’in riskli olması gibi ), göz önüne alınmalıdır.
Anahtar Kelimeler: DM, CIDP, tedavi seçenekleri, IVIG
[PS-048]
Diffüz B Hücreli Non-Hodgkin Lenfoma ve Kronik İnflamatuar Demiyelinizan Polinöropati:
Olgu Sunumu
Demet İlhan Algın, Gönül Akdağ, Oğuz Osman Erdinç
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Eskişehir
Giriş: Kronik inflamatuar demiyelinizan polinöropati (KİDP) paraneoplastik sendromların komplikasyonu olarak da
gelişebilmektedir. Non-Hodgkin malign lenfomalar (NHML), B ya da T hücreli malign lenfoid proliferasyon ile karakterizedir. NHML seyrinde periferik sinir tutulumu Hodgkin hastalığına göre daha nadirdir. Non-Hodkıng Lenfoma ilişkili
KİDP olguları da çok nadir de olsa literatürde bildirilmiştir. Burada KIDP kliniği ile prezente olan B hücreli Non-Hodkıng Lenfoma saptanan olguyu literatür bilgileri ışığında değerlendirmeyi amaçladık.
Olgu: 66 yaşında bayan hasta 1 aydır olan kollarda ve bacaklarda güçsüzlük ve uyuşma şikayeti ile başvurdu.
Hastanın özgeçmişinde ve aile hikayesinde özellik yoktu. Fizik muayenede sağ parotisde şişlik saptandı. Nörolojik
muayenesinde üst extremitede distallerde frust parezi, alt extremitede de 3/5 kas kuvveti, derin tendon refleksleri
azalmış, eldiven-çorap tarzı hipoestezi ve babinsky bilateral lakayt olarak değerlendirildi. Elektromiyografi (EMG)
incelemesi duysal-motor demiyelinizan polinöropati ile uyumlu olarak değerlendirildi. Beyin omurlik sıvısında protein
düzeyi 82 mg/dl idi ve hücre yoktu. Etyolojiye yönelik olarak bakılmış olan hepatit belirleyicileri, VDRL ve anti-HIV
negatifti. Romatolojik (ANA, Anti-DNA, ENA tarama, ANCA) ve tümör belirleyicileri, tiroid fonksiyon testleri, vitamin
B12 ile folik asit düzeyleri ve protein elektroforezi de normaldi. 5 gün İntravenöz ımmun globülin(IVIG) tedavisi sonrası uygulanmasından sonra klinik bulguları tamamen düzeldi. Sağ parotis bezindeki şişlik nedeni Kulak Burun Boğaz
hastalıkları değerlendirdi ve biopsi alındı. 1 ay sonra bacaklarda güçsüzlük yakınmasında artış gözlenen hastanın
patoloji raporunda parotis biopsi sonucu diffüz B hücreli Non-Hodgkin Lenfoma ile uyumlu olarak değerlendirildi.
Hastamızda paraneoplastik sendrom düşünüldü. IVIG ve oral prednol tedavisi ile birlikte kemoterapi tedavisi uygulandı.Kontrollerde klinik ve elektrofizyolojik bulgularda düzelme saptandı.
Tartışma: Paraneoplastik mekanizma ile açıklanan polinöropatiler, hem aksonal hem de demiyelinizan tipte görülebilir. Bazen GBS ve KIDP’ye benzer klinik tablolara da rastlanabilir. Altta yatan bir nedeni bulunamayan KİDP olgularının takipleri sırasında da paraneoplastik süreçler akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: KIDP, non-hodgkin lenfoma, paraneoplastik
[PS-049]
Miyelin Kılıf Kusuru: Herediter Dismiyelinizan veya Edinsel İnflamatuvar?
Merve Yatmazoğlu, Sezin Alpaydın Baslo, Oya Öztürk, Mesrure Köseoğlu Bitnel, Dilek Ataklı
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları E.A. Hastanesi
Amaç: Ailevi basınca duyarlık nöropatisi (HNPP), otozomal dominant geçişli, ataklar halinde seyreden, ağrısız, duysal ve motor defisitlerle karakterize bir sendromdur. Ataklar genellikle tuzak bölgelerinde minor travma ya da bası
sonrası ortaya çıkar. Elektrofizyolojik bulgular semptomatik ve asemptomatik sinirlerde distal latans uzaması ve tuzak bölgelerinde fokal ileti yavaşlamaları ile karakterize duysal-motor dismiyelinizan bir polinöropati ile uyumludur.
Bununla birlikte; aile öyküsü bilinmeyen, kolaylaştırıcı bir travma öyküsünün bulunmadığı hastalarda saptanan ileti
-73-
kusurları yanlışlıkla inflamatuvar karakterde bir demiyelinizan polinöropati sanılabilir. Bu sunumda ulnar nöropati
ile prezente olan, ‘düşük ayak’ öyküsü veren ancak ileti incelemelerinde daha yaygın ileti bozuklukları saptanan bir
hasta ayırıcı tanının önemini vurgulamak üzere tartışılmıştır.
Olgu: 23 yaşında erkek hasta, 2.5 aydır olan sağ kolda güçsüzlük ve uyuşma şikayeti ile başvurdu. Öyküsünden 5
yıl önce sağ bacakta güçsüzlük ve uyuşma olduğu, ayağını yukarı bükemediği ve şikayetlerinin 6 ay kadar devam
ettikten sonra tedavi almaksızın tamamen düzeldiği öğrenildi. Muayenesinde ciddi bir zaafı saptanmayan hastanın
alt ekstremitelerinde tendon refleksleri alınamadı, uzun çorap tarzı yüzeyel duyu kusuru ile distallerde vibrasyon duyusunda kayıp izlendi. Elektrofizyolojik incelemesinde duysal cevaplar kaydedilemedi ya da düşük genlikli ve yavaş
bulundu. Motor cevapların hepsinin distal latansları uzun saptandı. İki yanlı ulnar sinir iletimi dirsek segmentinde
ayrıca yavaşlıyordu. Buna karşın alt ekstremitelerde motor ileti hızları ılımlı derecede yavaştı. En belirgin iletim kusurlarının tuzak bölgelerini seçiyor olması, hastanın özgeçmişinde tedavisiz düzelen ‘düşük ayak’ öyküsünün varlığı
ve klinik muayenesinde zaaf saptanmıyor olmasından hareketle HNPP ihtimali düşünülerek genetik analiz için kan
örneği gönderildi. Hastanın kardeşinde de subklinik elektrofizyolojik inceleme ile ortaya konulabilen iki yanlı bilek
kanalı sendromu mevcuttu. Beyin omurilik sıvısında protein miktarı 67 mg/dl bulunmakla beraber 17. kromozomda
PMP22 gen delesyonu pozitif saptanan hasta HNPP tanısı aldı ve immunomodulatuvar tedaviden vazgeçildi.
Sonuç: Elektrofizyolojik incelemeler periferik sinirlerdeki iletim kusurunun varlığını ve tipini gösterir. Fakat etyoloji
hakkında her zaman kesin bilgi vermez. İncelemeyi yapan hekim klinik özellikler ile birlikte öz ve soygeçmiş bilgilerini
dikkate alarak saptadığı bulguları değerlendirmek durumundadır. Böylelikle inflamatuvar demyelinizan nöropatiler
herediter dismiyelinizan olanlardan ayırt edilebilir ve hasta gereksiz tedavi alternatiflerinden korunmuş olur.
Anahtar Kelimeler: CIDP, HNPP, demyelinizasyon
[PS-050]
Blokla Seyreden Charcot - Marie - Tooth Olgusu
Gökçe Kavasoğlu, Ayçin Yıldız Tabakoğlu, Nilgün Araç, İbrahim Aydoğdu, Ayşe Nur Yüceyar
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İzmir
Olgu: 52 yaşında erkek hasta. Tarafımıza sağ bacakta güçsüzlük şikayeti ile geldi. 15 yıldır diyabet öyküsü mevcut.
Öncesinde sağlıklı iken 3 yıl önce sağ bacakta güçsüzlük başlaması üzerine tarafımıza başvurdu. Alt ekstremitede
sağda belirgin bilateral motor zaaf vardı. Derin tendon refleksleri 4 yanlı alınamadı. Pes kavus, çekiç parmak ve
leylek bacağı görünümü eşlik etmekteydi. Ailede üst ve alt kuşakta benzer akrabaların olduğu öğrenildi. Yapılan
sinir iletim çalışmalarında incelenen alt ve üst ekstremitelerde duysal aksiyon potansiyelleri tümüyle kayıp, motor
latanslar üstte ve atta belirgin olarak yavaş bulundu. Ön kolda bilateral ulnar sinir iletimlerinde %50’ye varan iletim
bloğu saptandı. İğne EMG’de ise alt ekstremite ve distalde belirgin olmak üzere kronik nitelikli parsiyel denervasyon
bulguları bulundu. Saptanan bulgular ile iletim bloğu ile giden ağır demiyelinizan polinöropati düşünülmüştür.
Tartışma: Hastanın aile öyküsü ve nörolojik muayene bulguları CMT grubundan bir herediter nöropatiyi düşündürmektedir. Hastada motor iletim bloklarının saptanması ise akkiz bir inflamatuar nöropatiyi akla getirmektedir. Ancak
literatürde iletim bloğu saptanan CMT olguları da bildirilmiştir.(CMT 4C, CMT X). Bu olguyu sizinle paylaşmak istedik.
Anahtar Kelimeler: CMT, blok, charcot, marie, tooth
[PS-051]
Nadir Görülen P.Ala140Ser Mutasyonu ile İlişkili Familyal Amiloid Polinöropati
Azize Esra Gürsoy1, Gözde Yeşil2, Selma Sönmez Ergun3, Zeynep Tosuner4
1
Bezmialem Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı
2
Bezmialem Üniversitesi, Tıbbi Genetik Anabilim Dalı
3
Bezmialem Üniversitesi, Plastik ve Rekonstruktif Cerrahi Anabilim Dalı
4
Bezmialem Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı
Transtiretin Familyal Amiloid Polinöropati (TTR-FAP), ilerleyici sensorimotor ve otonomik nöropati ile karakterize,
yaşamı tehdit eden nadir bir hastalıktır. Bu sunumda ülkemizde TTR-FAP tanısı konulan Libya uyruklu bir olgunun,
klinik ve elektrofizyolojik özellikleri ile birlikte paylaşılması amaçlanmıştır.
Ellibeş yaşında Libyalı erkek hasta ellerinde kuvvetsizlik, yürürken ayaklarında takılma, el ve ayaklarında uyuşma ve
karıncalanma yakınmaları ile başvurdu. Yakınmalarının 4 yıl önce başladığı ve giderek arttığı öğrenildi. Bu süre içerisinde 30 kg kayıp mevcuttu. Soygeçmişinde babada yürüme güçlüğü olduğu ve 60 yaşında kaybedildiği öğrenildi.
Nörolojik muayenede simetrik distal kaslarda hakim üst ekstremitelerde etkilenmenin daha ağır olduğu tetraparezi
mevcuttu. Derin tendon refleksleri alınamıyordu. Yüzeyel duyu muayenesinde uzun eldiven çorap tarzı hipoestezi
-74-
mevcuttu, ayrıca iki yanlı median sinir alanında hipoestezi daha belirgindi. Hastada otonom fonksiyon bozukluğu
bulguları mevcuttu. Hastanın sinir ileti incelemelerinde median, ulnar, peroneal superfisyal duysal yanıtlar kaydedilemedi. Sural sinir duysal yanıt amplitüdü ileri derecede düşük bulundu. İki yanlı median sinir motor yanıt latansı
uzun, amplitüdleri ileri derecede düşük, iki yanlı ulnar, tibial ve peroneal sinirlerin motor yanıt latansları normal,
amplitüdleri ileri derecede düşük, ileti hızları ılımlı yavaş bulundu. İğne EMG ile incelenen taraf kaslarında istirahatte
pozitif diken ve fibrilasyon potansiyelleri izlendi. İstemli kası ile incelenen kaslarda uzun süreli, yüksek amplitüdlü,
polifazik nörojenik motor ünite potansiyelleri gözlendi. Bu bulgular duysal ve motor sinir liflerinin etkilendiği ağır
şiddette aksonal tip bir polinöropati ve polinöropati zemininde iki yanlı bilek kanalı sendromu ile uyumlu bulundu.
Hastanın yapılan biyokimyasal tetkiklerinde ve BOS incelemesinde özellik saptanmadı. Genetik incelemede TTR gen
dizi analizinde heterozigot p.Ala140 Ser (Ala 120 Ser) değişimi saptandı. Bu çok nadir mutasyonun hastamızda olduğu gibi 62 yaşında Afrika kökenli bir hastada otonomik bulgular ve kardiyomiyopatinin eşlik ettiği periferik nöropatili
bir hastada bildirilmiş olduğu bulundu.
Genotipik ve fenotipik olarak heterojen bir spektrumu olan Transtiretin Familyal Amiloid Polinöropatide tanısal yanlışlıklar veya tanı gecikmesi önemli bir sorundur ve uygun tedavi olanaklarından yararlanım açısından engel oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Familyal amiloid polinöropati, Transtiretin, p.Ala140Ser
[PS-052]
İzole Muskulokutanöz Sinir Paralizisi ile Prezente Olan Herediter Basınca Duyarlı Nöropati
Olgu Sunumu
Gazi Yozgatlı1, Erkan Tokgöz2, Ahmet Özkan1
1
Eskişehir Asker Hastanesi Nöroloji Kliniği
2
Elazığ Asker Hastanesi Nöroloji Kliniği
Herediter basınca duyarlı nöropati (HBDN), periferik sinirlerin akut ve minör travmalar veya bası sonrası tuzak bölgelerinde ortaya çıkan, tekrarlayıcı, mononöropati atakları ile karakterize, otozomal dominant geçiş gösteren bir
hastalıktır. Atakların çoğu ani başlangıçlıdır, ağrısızdır ve haftalar içinde kendiliğinden düzelir. Elektrofizyolojik bulgular bilinen tuzak bölgelerde fokal ileti yavaşlamalarının eşlik ettiği sensörimotor demiyelinizan bir polinöropati ile
uyumludur.
18 yaşında erkek hasta sol kolunda kuvvetsizlik yakınması ile polikliniğimize başvurdu. Yakınmalarının yaklaşık bir ay
önce egzersiz (şınav çekme) sonrasında başladığını ifade etmekteydi. Nörolojik muayenesinde sol önkol fleksiyonunda ağır parezi, derin tendon refleksleri global aboli ve bilateral pes kavus deformitesi saptandı. Ayrıca sol deltoid kası
üzerinde hipoestezi tariflemekteydi. Yapılan EMG’sinde sensörimotor demiyelinizan polinöropati zemininde gelişmiş
akut dönemde muskulokutanöz sinirinde totale yakın ağır derecede parsiyel askonal dejenerasyon saptandı. Sinir
biyopsisi yaptırmak istemeyen ve yakınmalarının yaklaşık bir ay süren istirahat sonrası kendiliğinden düzelen hastanın babasının geçmişinde de benzer klinik süreçlerin olduğunun öğrenilmesi üzerine HBDP olgusu olduğu düşünüldü.
HBDP hastalarında özellikle azalan sıklığa göre sırayla peroneal, ulnar, brakial pleksus, radial ve median sinirleri tipik
olarak etkileyen episodlar halinde izole mononöropati görülmektedir. Ataklar genellikle kompresyon, hafif traksiyon
veya diğer ufak travmalar ile tetiklenir. Egzersiz sonrası gelişen izole muskulokutenöz mononöropatisi ile prezente
olan olgumuz, özellikle genç yaşlarda akut gelişen paralizilerde HBDP’nin akılda tutulmasını vurgulamak amacıyla
sunulmaya değer bulunulmuştur.
Anahtar Kelimeler: bası, herediter, muskulokutanöz, nöropati
[PS-053]
Çocukluk Çağında Herediter Basınca Duyarlı Nöropatide Ayrıntılı Elektrofizyolojik İncelemenin
Önemi
Şeyda Bayil1, Ayşe Oytun Bayrak1, Esra Battaloğlu2, Hande Türker1, Burçak Özeş2, Oğuz Arı2, Ayşe Candayan2
1
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi. Nöroloji Ana Bilim Dalı, Samsun
2
Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, İstanbul
Giriş: Herediter basınca duyarlı nöropati (HNPP) otozomal dominant geçiş gösteren ailesel bir hastalıktır. Duyusal
semptomlar olabilse de, en belirgin özelliği basınca duyarlılık ile oluşan, genellikle ağrısız olan tekrarlayan motor
güçsüzlüktür. HNPP semptomları daha çok adolesan ve erişkin çağında görüldüğü için çocuklukta rastlanan HNPP ile
ilgili az sayıda olgu bulunmaktadır.
Olgu: Yedi yaşında kız çocuğu 15 gündür ailesinin fark ettiği sağ ayağında güçsüzlük şikayeti ile elektrofizyoloji laboratuvarımıza başvurdu. Hastanın hikayesinden güçsüzlük fark edilmeden bir hafta öncesinde uzun araba yolculuğu
yaptığı öğrenildi. Nörolojik muayenesinde sağ ayak bileği dorsifleksiyonu 0/5, sağ ayak parmak dorsifleksiyonu 3/5
kas gücünde idi. Diğer nörolojik muayene bulguları normaldi. Elektrofizyolojik incelemede uniform olmayan demi-75-
yelinizan ağırlıklı sensorimotor polinöropatik tutulum zemininde sağda peroneal sinirin fibula başında tuzaklandığı
saptandı. Hastanın öykü, nörolojik muayene ve elektrofizyolojik bulguları bize HNPP’yi düşündürdü. Hastadan alınan
kan örneği PMP22 genini kodlayan 17p11.2 kromozomunda delesyon varlığını gösterdi.
Sonuç: HNPP birinci dekadda nadir görülen polinöropati nedenlerindendir. Tanının atlandığı olgularda gereksiz medikal ve cerrahi tedaviler uygulanabilmektedir. Biz bu vaka ile tuzak nöropati düşünülen çocuk hastalarda öykü, muayene ve ayrıntılı elektrofizyolojik incelemenin HNPP tanısı koymadaki önemini vurgulamak istedik.
Anahtar Kelimeler: HNPP, PMP22, çocuklärda tuzak noropati
[PS-054]
Otozomal Resesif Geçiş Gösteren Charcot Marie Tooth Tip 1A Olgusu
Erkan Tokgöz1, Gazi Yozgatlı2, Hasan Hüseyin Ulukan1
Elazığ Asker Hastanesi
2
Eskişehir Asker Hastanesi
1
Giriş: Charcot Marie Tooth (CMT) Hastalığı, diğer ismi ile herediter motor ve duyusal nöropati, insidansı 30/100000
olan kalıtsal polinöropatilerdendir. Periferik sinirde schwann hücre veya miyelin kılıflardaki bozukluktan kaynaklanmaktadır. Hastalarda distal kas güçsüzlüğü, atrofi, duyu kaybı, derin tendon reflekslerinde kayıp ve pes kavus gibi
klinik özellikler gözlenir. Çoğu otozomal dominant, az bir kısmı otozomal resesif ve x’e bağlı kalıtım gösterir. Kalıtım
ve elektrofizyolojik özelliklerine göre çok sayıda alt grupları tanımlanmıştır. Bu olguda seyrek görülen ve genellikle
otozomal dominant geçiş gösteren CMT 1A tipinin otozomal resesif geçişli formu muayene ve EMG bulguları ile sunulmuştur. Olgu: 35 yaşında, zor yürüme, bacaklarında güç ve his kaybı ile başvuran erkek hastanın yakınmaları 13 yaşlarındayken başlayıp zamanla artmış. Nörolojik muayenesinde bacaklarında ters duran şampanya şişesi görüntüsü,
alt ekstremite distal kaslarında atrofi ve parezi, pes kavus, alt ekstremite distallerinde hipoestezi mevcuttu, derin
tendon refleksleri altta hipoaktifti, desteksiz 5-10 metre yürüyebilmekteydi. Soy geçmişinde hastanın 5 kardeşinin
sadece birinde benzer şikayetler mevcut olup diğer bütün akrabaları normaldi. EMG›si demiyelinizan nöropati ile
uyumlu olan hastanın yurtdışında yapılan genetik incelemeleri sonucunda CMT 1A hastası olduğu saptandı.
Tartışma: CMT 1A olguları genellikle otozomal dominant kalıtım gösterdiğinden hastanın klinik muayene ve EMG
bulguları yeniden incelendi. Hastanın 2. dekatta başlayıp yavaş seyreden kliniğinin olması, 30’lu yaşlara kadar alt
ekstremite distallerinde sınırlı kalması ve demiyelinizan polinöropati özellikleri CMT 1A’ya uyan özellikler olup sadece
1 kardeşinde aynı hastalığın olması otozomal resesif geçişi göstermektedir. Seyrek görülen CMT 1A hastalığı çoğunlukla otozomal dominant geçiş gösterdiğinden otozomal resesif geçiş gösteren bu olgu sunulmaya değer bulunmuştur.
Anahtar Kelimeler: Herediter nöropati, herediter motor sensöryel nöropati, Charcot Marie Tooth Hastalığı
[PS-055]
5 Olgu Eşliğinde Herediter Basınca Duyarlı Nöropati
Özlem Uzunkaya Ethemoğlu, Mehtap Kocatürk, Özcan Kocatürk, Sedat Yasin, Mustafa Terzi
Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı
Amaç: Herediter basınca duyarlı nöropati otozomal dominanat kalıtılan ve genellikle kompresyon ile ilişkili ataklar ve
iyileşmeler şeklinde nöropatilerle seyreder. Genellikle 2-3.dekatlarda ortaya çıkar. 2013-2015 yılları arasında Harran
Tıp Fakültesi Nöroloji Polikliniğine başvuran ve herediter basınca duyarlı nöropati (HBDN) tanısı alan 5 hasta ve genetik inceleme sonucunda HBDN tanısı koyduğumuz 2 hasta yakını retrospektif olarak değerlendirildi.
Bulgular: Hastalar ve yakınlarının hepsinde genetik incelemede PMP 22 delesyonunu gösterildi. Hastalardan üçünün
yakınına genetik inceleme yapılamadı. Elektrofizyolojik incelemelerinde etkilenmiş ve etkilenmemiş bazı sinirlerde
motor ve duyusal iletimlerde ileti hızlarında yavaşlama, bilinen tuzak bölgelerde fokal iletim yavaşlamaları ve/veya
parsiyel ileti bloğu ile karakterize sensorimotor demiyelinizan polinöropati ile uyumlu bulundu.
Sonuç: Nadir görülen HBDN tuzak nöropatisi olan genç erişkinlerde ayırıcı tanıda akılda tutulmalıdır. Erken tanı hastaların gereksiz medikal ve cerrahi tedavilere maruz kalmasını engelleyecektir
Anahtar Kelimeler: herediter nöropati, tuzak nöropatisi, elektrofizyoloji
-76-
[PS-056]
Karpal Tünel Sendromu Vakalarında Ultrasonografik Olarak Median-Ulnar Sinir Kalınlığının
Elektrofizyolojik Bulgularla Kıyaslanması
Nihal Güzelay, Ali Ünal, Hilmi Uysal
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji ABD, Antalya
Karpal tünel sendromu (KTS), üst ekstremitede en sık görülen tuzak nöropatidir. Median sinirin el bileğinde karpal
tünel içerisinde tuzaklanmasıdır. Ağrı, uyuşma ve karıncalanmaya neden olarak kişinin günlük hayatında sorunlara neden olabilir. KTS orta yaş grubundaki kadın hastalarda daha sık görülmektedir. KTS tanısı, anamnez ve klinik
muayene ile konulabilmektedir. Tanıyı destekleyecek altın standart test elektrofizyolojik değerlendirmelerdir. Görüntüleme tekniklerinden hem ultrasound (USG) hem de manyetik rezonans görüntüleme (MRG), KTS tanısında başvurulabilecek diğer yardımcı testlerdir.
USG ucuz, non-invaziv ve altta yatan patolojiyi tespit etmekte yardımcı olması nedeniyle KTS tanısında yardımcı teknik
olarak ilgi odağı olmaktadır. Daha önce yapılan çalışmalarda median sinir kesitsel alan ölçümü sıkça kullanışmış olup bu
çalışmada median sinir kesit alanı (MSKA) ölçümü dışında ek olarak (MSKA) ulnar sinir kesit alanına (USKA) oranını hesaplayarak EMG ile kıyaslanması hedeflenmiştir. Bir yıllık süre içinde EMG ile KTS tanısı alan 86 hastanın toplam 121 el bileği
USG ile median ve ulnar sinir kesitsel alan ölçümleri yapıldı ve MSKA/USKA oranları hesaplandı. 20 sağlıklı gönüllü ise hem
EMG ile normal sinir ileti çalışmaları olduğu gösterildi hem de USG ile median ve ulnar sinir kesitsel alan oranları hesaplandı.
EMG sonucunda 31 (25,6) el bileğinde hafif, 72 (%59,5) orta ve 18 (%14,9)’inde ağır derecede KTS ile uyumlu idi.
MSKA ve MSKA/USKA değerlerinin sadece orta ve ağır KTS’yi tespit ettiği gözlendi. Yüzeyel prob ile yapılan sonografik inceleme sonucu median sinir kesitsel alanı (MSKA) kesim noktası 0,07 cm² alındığında orta ve ağır derecede
KTS’yi USG ile saptama duyarlılığını %77,78 ve özgüllüğünü %88,24 olarak saptadık. USKA değerlerinde, kontrol
grubu ile KTS grubu arasında fark saptanmamıştır. Örneklerden elde edilen bu iki alan, aynı bilek göz önüne alınarak
birbirine oranlandı. KTS derecesi hafif olanların ve kontrollerin MSKA/USKA değerleri orta ve ağıra göre istatistiksel
olarak daha düşüktür. Bizim çalışma sonucunda da orta-ağır KTS’yi tespit etmek için MSKA/USKA kesim noktasını
2,00 olarak aldığımızda USG’nin duyarlılığını %67,78 ve seçiciliğini %66,67 olarak saptadık. Kesim noktasını 2,23
aldığımızda ise %56,67 ve seçiciliğini %92,16 olarak saptadık.
Sonuçları değerlendirdiğimizde ise MSKA/USKA’nın ek bilgi sağlamadığı gösterilmiştir. Her iki parametre için elde
edilen kesim noktalarının duyarlılığı düşük olduğu için tarama testi olarak kullanılamayacağı gösterilirken yüksek
özgüllük değerleri ile de yanlış pozitiflik oranının düşük olduğu gösterilmiştir. KTS tanısında USG kullanımı anatomik
yapıların değerlendirilmesi, etiyoloji hakkında ek bilgi vermesinden dolayı EMG incelemesi ve kliniğe ek olarak kullanılabilecek yardımcı bir tanı yöntemi şeklinde değerlendirilmelidir.
Anahtar Kelimeler: Karpal tünel sendromu, ultrasonografi, median sinir kesit alanı, median/ulnar sinir kesit alanı
[PS-057]
Myastenia Gravis’li Hastalarda Kalp Hızı Değişkenliğinin Değerlendirilmesi ve Kardiyak Otonomik Profil
Zehra Uysal Kocabaş1, Ferah Kızılay1, Hilmi Uysal1, İbrahim Başarıcı2
1
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Antalya
2
Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Antalya
Bu çalışmanın amacı; Myastenia Gravis (MG)’li olgularda noninvaziv kardiyovasküler refleks testleri kullanarak kardiyak otonomik profili değerlendirmek ve kardiyak otonomik tutuluş saptanırsa bu durumun hastalarda timoma varlığı
veya AChR Ab (Asetilkolin reseptör antikor) pozitifliği ile ilişkili olup olmadığını göstermekti.
Çalışmaya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöromüsküler Hastalıklar Polikliniğinde takipli yaşları 25-69 arasında
değişen 30 MG’li hasta (15 E, 15 K) dahil edildi. Yaş ve cinsiyet uyumlu 30 sağlıklı kişi de kontrol grubu olarak belirlendi. Diabetes mellitus gibi kronik sistemik hastalığı olan, daha önce tanı almış kardiyak hastalığı bulunan, sigara
içen ve otonom sinir sistemini etkileyen ilaç kullanım öyküsü olan kişiler çalışmaya alınmadı. Otonom disfonksiyonu
değerlendirmek için hem Tasc Force Monitör aleti (kardiyak hemodinamik ve otonomik parametreler), hem de Ewing
Batarya Testi kullanıldı. Ayrıca Ewing Batarya Testine iki değişken daha eklenerek Modifiye Ewing Batarya Testi elde
edildi.
Yapılan testler sonucunda MG’li olguların ve kontrol grubunun hemodinamik parametreleri karşılaştırıldığında; MG’li
olgularda sistolik kan basıncı ve diastolik kan basıncı ortalamalarının daha yüksek olduğu görüldü. Kalp hızı değişkenliğinin spektral analiz sonuçlarında ise LF (düşük frekans) ve LF/HF (düşük frekans/yüksek frekans) oranının daha yüksek, HF değerinin daha düşük olduğu ayrıca BRS (baroreseptör duyarlılığı) değerinin de daha düşük
olduğu saptandı. Bu sonuçlar MG’li olgularda sempatovagal dengenin artmış sempatik tonus yönüne doğru bozulduğunu ve parasempatik yetmezliğin daha ön planda olduğu lehine yorumlandı. Çıkan sonuçlar için alt grup
analizleri yapıldığında timoma varlığı ve AChR Ab pozitifliği ile anlamlı bir ilişki gösterilememiştir. Orijinal ve Modi-77-
fiye Ewing Batarya Skoru sonuçları incelendiğinde MG’li olguların hiçbirisinde anormal sonuç yani otonomik tutuluş
izlenmedi. Modifiye Ewing Batarya Skoru sonuçlarında ise sadece 3 MG’li hastada parasempatik bozukluk saptandı.
MG hastalarında noninvaziv yöntemler kullanılarak kardiyak otonomik fonksiyonu belirlemek yüksek prediktif değere
sahiptir. Erken dönemde otonom disfonksiyonu belirleme ve kardiyovasküler hastalığın erken tedavisi ile morbidite
ve mortalite azaltılabilir. Bu sayede otonom disfonksiyona bağlı oluşan ani ölüm ve aritmiler önlenebilir.
Anahtar Kelimeler: Baroreseptör duyarlılığı, Kalp hızı değişkenliği, Kardiyak otonomik tutuluş, Myastenia Gravis
[PS-058]
Obstruktif Uyku Apne Sendromunda Otonomik Tutulum Varlığının Sempatik Deri Yanıtı ile
Araştırılması
Caner Baydar1, Tahir Kurtuluş Yoldaş2, Hafize Nalan Güneş2, Ufuk Şener4, Hikmet Fırat3
1
Van Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi Nöroloji Klinği
2
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği
3
Dışkapı Yıldırım Beyazıd Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göğüs Hastalıkları Kliniği
4
Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği
OSAS(Obstrüktif Uyku Apne Sendromu) üst solunum yolu kollapsı sonucu apne hipopne atakları ile seyreden bir hastalıktır. OSAS birçok sistemi etkilemektedir. Bunlardan birtanesi de otonom sinir sistemidir. Bu çalışmada Obstrüktif
uyku apne sendromunun patofizyolojisi ve komplikasyonları sonucu otonom sinir sisteminde meydana gelen olası
değişiklikleri Sempatik deri yanıtı(SSR) ile göstermek amaçlandı.
Retrospektif olarak yapılan bu çalışmaya, Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi Uyku Bozuklukları Laboratuarına uyku apne semptomları ile başvuran ve tüm gece polisomnografi (PSG)’leri yapılarak OSAS tanısı
alan ve elektrofizyolojik analizi yapılan hastalar arasından, 18 ile 65 yaş arası, AHİ skoru >5 olan 30’u hafif OSAS
(1.grup), 30’u orta OSAS (2.grup), 30’u ağır OSAS (3.grup) olacak şekilde (32 kadın, 58 erkek) 90 hasta alındı. AHİ
skoru<5 olan 30 sağlıklı kontrol (14 kadın,16 erkek) alındı. Bütün olguların nörolojik muayeneleri normaldi.
Her iki gruba da(OSAS ve kontrol), elektromiyografi ile “sempatik deri yanıt” testi yapıldı. OSAS hasta gruplarında
üst ekstremite sempatik deri yanıtı ortalama amplitüt değeri kontrol grubu olgularına göre daha düşük olarak bulunurken, 2.grup ve 3.grup amplitüd değerleri anlamlı şekilde kontrol grubuna göre düşük saptandı. Üst ekstremite
sempatik deri yanıtı ortalama latans değerleri arasında her üç grubun latans değeri kontrol grubuna göre uzun
saptansa da, gruplar arasında istatiksel açıdan anlamlı fark bulunamadı. OSAS hasta gruplarında alt ekstremite
sempatik deri yanıtı ortalama amplitüd değeri kontrol grubu olgularına göre daha düşük olarak bulunurken, 2.grup
amplitüd değerleri anlamlı şekilde kontrol grubuna göre düşük saptandı. Alt ekstremite sempatik deri yanıtı ortalama
latans değerleri arasında her üç grubun latans değeri kontrol grubuna göre uzun saptansa da, 2.grup latans değerleri anlamlı şekilde kontrol grubuna göre uzun saptandı. Sempatik deri yanıtı hastaların 14’ünde (%15,5) en az bir
ekstremitede alınamazken; sağlıklı kontrollerin hepsinde yanıt alındı.
Sudomotor fonksiyon testleri ile yaş ve BKİ parametreleri arasında anlamlı ilişki bulunmadı(p>0.05). Fakat, SSR
yanıtı alınmayan gruptaki olguların AHİ düzeyi, alınan gruptaki düzeyden anlamlı derecede daha yüksek saptandı.
OSAS hastalarında otonomik test bozuklukları normal topluma göre daha sık olarak görülmektedir. Fakat klinik,
otonomik şikayetlerle ilişkili değildir. Sudomotor fonksiyon testlerini hastalığın daha erken dönemlerinde kullanmak
otonomik bozukluğu erken tespit etmek icin yararlı olabilir.
Çalışmamız sonucunda kolay uygulanabilir ve non invazif bir test olan SSR ile OSAS’lı hastalarda otonom fonksiyonları incelemenin mümkün olabileceği ileri sürülebilir
Anahtar Kelimeler: OSAS, Otonom Sinir Sistemi, Sempatik Deri Yanıtı
[PS-059]
Periferik Sinir Hipereksitabilitesi: Olgu Sunumu
Nesrin Çevik1, Aysun Soysal2
1
Bahçelievler Devlet Hastanesi, İstanbul
2
Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul
• Periferik sinir hipereksitabilitesi (PSH), motor sinir liflerinden kaynaklanan, spontan ve devamlı artmış kas aktivitesini tanımlar. Primer ve sekonder olmak üzere iki ana gruba ayrılabilir. Primer grupta eşlik eden kanıtlanmış bir
periferik sinir hastalığı yoktur. Bunlar nöromiyotoni, kramp-fasikülasyon sendromu ve Morvan’s sendromudur.
Sekonder grupta; en sık timoma ve küçük hücreli akciğer kanseri olmak üzere paraneoplastik nedenler, radyasyon
pleksopatisi, multipl skleroz, Guillain-Barre sendromu ve kronik inflamatuar polinöropati gibi hastalıklar yer alır.
• 1 yıldır olan ellerde titreme şikayeti ile nöroloji polikliniğine başvuran 41 yaşında erkek hastanın nörolojik muayenesinde; el kaslarında miyokimi ile uyumlu spontan kas hareketleri görüldü. Kranial alan muayenesi normal, kas
gücü tam, duyu ve serebellar sistem muayenesi normaldi. İki yanlı stiloradial refleksleri hipoaktif, diğer derin ten-78-
don refleksleri normoaktifti. Patolojik refleks yoktu. Elektrofizyolojik incelemede motor ve duyusal ileti incelemeleri
normal bulundu. İğne EMG’de iki yanlı alt ve üst ekstremite distal kaslarda miyokimik boşalımlar izlendi. Sekonder
nedenleri dışlamak amacıyla tetkikleri yapıldı. Biyokimya, hemogram, tiroid fonksiyon testleri, vitamin düzeyleri,
CA12-5, CA15-3, CA19-9 ve CEA normal bulundu. Kontrastlı toraks BT’de patoloji saptanmadı. PET normaldi. Anti-VGKC istendi, sonuç beklenmektedir.
• PSH sendromları klinik ve elektrofizyolojik olarak nadir görülen hastalıklardır. Klinik olarak şüphe edilen hastalara
kesin tanı EMG ile konulur. Tanı konulan vakalarda, özellikle paraneoplastik nedenler başta olmak üzere sekonder
sebeplerin akla getirilmesi erken teşhis ve tedavi açısından önemlidir.
Anahtar Kelimeler: hipereksitabilite, miyokimi, paraneoplastik
[PS-060]
Rigid Spine Sendromu: Bir Olgu Sunumu
Ahmet Çetiz, Oğuzhan Öz, Mehmet Yücel, Şeref Demirkaya, Zeki Odabaşı, Ümit Hıdır Ulaş
Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara
Giriş: Rigid Spine Sendromu omurganın sertleşmesine bağlı olarak boyun ve omurganın hareket kısıtlılığı ile karakterizedir. Bu vaka sunumunda bir rigid spine sendromu hastasının muayene, elektromiyografi (EMG) ve laboratuvar
bulguları ile tartıştık.
Vaka: 20 yaşında erkek hasta çocukluktan beri olan boyun ve sırt ağrısı, boyun ve bel hareketlerinde kısıtlılık nedeniyle hastanemiz polikliniğine başvurdu. Nörolojik muayenesinde baş ve boyun fleksiyon kısıtlılığı, omurganın yana
doğru hareketleri kısıtlı, bilateral kanat skapula, torakal skolyoz, bilateral gastroknemius kaslarında psödohipertrofik
görünüm, kuvvet muayenesi normal olarak değerlendirildi. Elektromiyografi (EMG): Aksiyal kaslarda motor ünit
potansiyelleri (MUP) miyojenik özellikte ve polifazi artışları izlenmiş olup miyopati ile uyumlu olarak değerlendirildi.
Tartışma: Rigid spine miyopatilerde görülebilen klinik bir bulgudur. Rigid spine muskuler distrofi ile diğer miyopatilerde görülen rigid spine arasında aksiyal kas kuvvetsizliği, görüntüleme bulguları, normal kreatin kinaz seviyeleri ve
non-spesifik kas biyopsileri gibi farklılıklar görülebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Rigid Spine, Miyopati, muskuler distrofi
[PS-061]
Hipoparatiroidizme Bağı Hipokalsemi Sonrası Gelişen Periferik Sinir Hipereksitabilitesi
Yasin Pektezel, Çağrı Mesut Temuçin
Hacettepe Üniversitesi Nöroloji AD
Olgu: 54 yaşında erkek hastanın 1 ay önce el ve ayaklarında uyuşmalar başlamış. Gün içinde ellerinde, bacaklarında ve çenesinde kasılma–kramp oluyor ve konuşması bozuluyormuş. Başvurduğu merkezden EMG laboratuvarımıza yönlendirilmiş.
Hastanın nörolojik muayenesinde belirgin bir defisit, otonomik sisteme ait bulgusu veya yakınması yoktu. Sinir iletim
çalışmalarında motor sinirlerin elektriksel olarak uyarımı ile M dalgasını takiben ardıl-boşalımlar izlendi. İğne EMG
çalışmasında gastrokinemius, vastus medialis ve I. dorsal interosseous kaslarında, istirahat sırasında ikili (“doublet”), üçlü (“triplet”) ve çoklu (“multiplet”) miyokimik boşalımlar şeklinde düzensiz aralıklarla spontan motor ünite
aktiviteleri izlendi. Alt ekstremitede minimal bazı miyojenik değişiklikler gözlendi.
CPK değeri yüksek (11.815 U/I) olan hastada İsaacs sendromu düşünülerek gönderilen voltaj-bağımlı potasyum
kanal antikoru negatif olarak geldi. Kan kalsiyum değeri düşük (5,8 mg/dl) olan ve endokrin polikliniğine yönlendirilen hastada inorganik fosfat değerinin yüksek (5,18 mg/dl), 25-OH vit D (26 nmol/L) ve parathormon (13 pg/ml)
değerlerinin ise alt sınırda olması ile idiyopatik hipoparatiroidizm tanısı düşünülerek oral kalsiyum tedavisi başlandı.
Tedaviden 1 ay sonra kan kalsiyum düzeyi (8,86 mg/dl) normale yaklaşan hastanın yakınmalarında belirgin düzelme
izlendi. Tekrarlanan ENMG çalışmasında motor sinirlerde daha önce gözlenen ardıl-boşalımların ve iğne EMG sindeki
miyokimik boşalımların ortadan kalktığı gözlendi.
Yorum: Hipokalseminin periferik sinir uyarılabilirliğini değiştirerek miyokimik-nöromiyotonik boşalımlara yol açtığı
bilinmektedir. Yine literatürde hipoparatirodizme bağlı hipokalsemi sonrası miyopatik değişiklikler bildirilmektedir.
Ancak literatürde hipoparatiroidizme bağlı hipokalsemi sonrası gelişen miyokimi-nöromiyotoni ile ilgili 2009 yılında
tek bir olgu sunumu bulunmaktadır. Olgumuz bu nadir durum ile ilgili yeni bir kanıt oluşturmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Hipoparatiroidizm, Hipokalsemi, Periferik sinir hipereksitabilitesi, Miyokimi, İğne EMG
-79-
[PS-062]
Tek Taraflı Üst Ve Alt Ekstremitenin Tutulduğu Holmes Tremoru Olgusunun Tremor Analizi
Salim Taner Gözükızıl, Zeynep Aydın Özemir, Ayşe Destina Yalçın, Okan Cengiz
T.C. Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
Giriş: Holmes tremoru hareket bozuklukları grubu tarafından semptomatik tremor olarak tanımlanmıştır. Bazen
istirahat sırasında da görülebilen bu tremorun en belirgin özelliği postürle belirginleşmesi ve hareket ile daha da artmasıdır. Merkezi sinir sisteminde (MSS) lezyon oluşumundan 4 hafta-2 yıl sonra ortaya çıkabilir. Holmes tremorunun
sık nedenleri; inme, travma, vasküler malformasyonlar ve multiple sklerozdur.
Altta yatan mekanizmanın serebello-talamo-kortikal ve dopaminerjik nigrostriatal yolların tutulumu olduğu düşünülmektedir.
Literatürde daha çok üst ekstremite tutulumu ile seyreden Holmes tremoru vakaları bildirilmiştir. Bu sunumda sol
alt ve üst ekstremitelerdeki tremoru Holmes tremor olarak yorumlanan hastada tremor analizi ve tremor tipi ile MR
lezyonu arasındaki ilişkinin tartılışılması amaçlanmıştır.
Olgu: 57 yaşında, sağ elini kullanan, erkek hasta. Miyokard infarktüsü geçirme, kardiyak arrest ve resusitasyon
sonrasında başlayan sol kol ve bacakta istemsiz hareketler nedeniyle başvurdu.
Özgeçmişinde; diyabet mellitus, hipertansiyon, konjestif kalp yetmezliği ve kranyal BT’sinde tesadüfen saptanan
asemptomatik bir serebrovasküler hastalık öyküsü vardı. Nörolojik muayenesinde; sol kol ve bacakta proksimalde
belirgin istirahatte olmayan, postür ve hareketle tetiklenen yüksek amplitüdlü, düşük frekanslı, yer yer ani atımların
eklendiği bir tremor izlenmesi dışında özellik yoktu. Kranyal MR’da; sağda kapsula interna ön bacağından sentrum
semiovaleye uzanan, kronik dönemde enfarkt alanı, ayrıca SWI ve granyent eko sekanslarında sağ mesensefalon
krus serebrinin medialinde, substantia nigradan, striatuma uzanan kronik hemoraji ile uyumlu hipointensite izlendi.
Yöntem: İnceleme için 5 kanallı EMG/EP cihazı (CareFusion, Synergy, Middletown, WI, 53562 USA) kullanılarak
hastanın sol üst ve alt ekstremitesinin proximal ve distalinden fleksör ve ekstansör kas gruplarından yüzeyel elektrotlarla, istirahat, postür ve hareket halinde tremor kaydı yapıldı.
Bulgular: Hastanın tremoru, ekstremite proksimallerinde daha belirgindi, yüksek amplitüdlü (2-5 mv), 2-2,5 hz
frekansındaydı, istirahatte tremor yoktu, hastanın üst ve alt ekstremitesinde postür başlangıcında amplitüdün ortaya
çıktığı ancak bir süre sonra bu konumlarda temorun kaybolduğu gözlendi, hareketle tremorun amplitüdünün çok
yükseldiği, düzenli hale geldiği ve ara ara ani şiddetli atımların eklendiği kaydedildi. Hastaya tremorunun karakteri,
tek taraflı oluşu ve saptanan intrakranyal lezyonu nedeniyle hareket bozuklukları sınıflamasına göre Holmes tremoru
tanısı ile klonezepam 2 mg başlandı. Hasta bu tedaviden kısmen fayda gördü, yürüyebilir hale geldi, ancak uyuklama
halinin artması nedeniyle dozu azaltılarak L-Dopa 375 mg /gün başlandı. Hastanın ikili tedavi ile yakınmaları kısmen
kontrol altına alındı.
Sonuç: Literatürde serebello-talamik yolun lezyonlarının Holmes tremorunun aksiyon özelliğini oluşturduğu, nigrostriatal yolun ise istirahat komponenetini oluşturduğu düşünülmektedir. Ancak hastamızın tremor analizinde istirahat
tremoru saptanmadığı halde MR incelemelerinde nigrostriatal yol tutulumuna ait bulgular izlendi. MR’da ayrıca saptanan sentrum semiovale, kapsula interna lezyonunun hastanın postural ve kinetik özellikteki tremorundan sorumlu
olabileceği düşünüldü.
Anahtar Kelimeler: Holmes tremoru, tremor analizi, düşük frekans, aritmik, kinetik tremor
[PS-063]
Oküler Ve Jeneralize Miyasteni Özellikleri: 18 Yıl Nöromüsküler Klinik Deneyim
Belgin Mutluay1, Fikret Aysal2, Aysun Soysal1, Ayhan Köksal1, Mesude Özerden1, Ayten Dirican1, Dilek Ataklı1, Sevim
Baybaş2
1
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları E. A. Hastanesi
2
Istanbul Medipol Universitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Bölümü
Amaç: Retrospektif yapılan bu çalışmada, nöromüsküler kliniğimizde oküler zaaf ile başvuran miyasteni gravis (MG)
hastalarının özelliklerini belirlemek
Yöntem: Kas polikliniğinde 1997-2015 yıllarında miyasteni ön tanısı ile, en az 1 yıl takip edilmiş olan hastaların
klinik, laboratuar ve elektrofizyolojik bulguları incelendi. Göz kapağında düşme, çift görme veya her iki yakınması
birlikte olan hastalar çalışma grubuna alındı. En az 1 yıllık izlemde kalan 116 hastanın (57 erkek, 59 kadın) 43’ü oküler miyasteni (OMG) olarak kalırken, 73’ü jeneralize (GMG) oldu. Tüm hastalarda asetilkolin reseptör antikoru bakıldı
ve repetitif EMG uygulandı. Ayrıca buz testi, piridostigmin testi ve tek lif EMG ile gerekli hallerde tanı desteklendi.
Bulgular: Hastaların %63’ü jeneralize forma dönüştü ve bu süre ortalama 13.6±24.72 ay olarak saptandı. OMG ve
-80-
GMG grupları kıyaslandığında, cins, yaş, hastalık başlangıç yaşı yönünden anlamlı farklılık yoktu (sırasıyla p= 0.47;
0.67; 0.7) Diplopi, pitoz veya her iki bulgunun varlığı iki grupta da aynıydı. Asetilkolin reseptör antikoru OMG’lilerin
%83’ünde, GMG’lerin %67’sinde pozitifti. Timoma 4 OMG ve 6 GMG hastasında saptandı. GMG grubunda immunsupresan tedavi kullanımı daha anlamlı oranda yüksekti (p<0.000).
Sonuç: Yaşam süresi artan MG, asetilkolin reseptör antikoru varlığı ve elektrofizyolojik bulgular eşliğinde tanı konur.
Ancak, oküler yakınmalar ile başlayan formda hastalık seyri konusunda öngörüde bulunmak amacıyla yapılan çeşitli
çalışmalarda hasta yaşı, cinsi ve hatta etnik kökenin etken olduğu öne sürülmektedir. Jeneralize miyasteni genç kadınlarda daha sık, OMG başlangıç yaşı 50 yaş üstü olarak bildirilmektedir. Ancak çalışmamızda gruplar arasında cins
ve yaş farkı görülmemiştir. Araştırmalarda konversiyon süresi ortalama 24 ay olarak bildirilmekle beraber, hastalarımızda bu sürenin daha kısa olması dikkati çekmiştir.
Miyasteni nöromüsküler bileşke hastalığı olmasının yanı sıra, etnik, çevresel etkenlere bağlı da değişkenlik göstermektedir. Hastalık dönüşümünün kısa sürede görülmesi, tedavi planlanmasında kortikosteroid ile birlikte imun baskılayıcı tedavi eklenmesini de tartışmaya açacaktır.
Anahtar Kelimeler: Oküler miyasteni, jeneralize miyasteni, imunterapi
[PS-064]
Oküler Myasthenia Gravis Tanısında Konsantrik İğne Elektrot ile Jitter Ölçümü
Nermin Görkem Şirin, Nilüfer Kale İçen, Yeşim Kaykı, Ruken Şimşekoğlu, Aysun Soysal
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Amaç: Tek lif elektromiyografi (TLEMG), özel olarak tasarlanmış elektrot ile, aynı motor üniteden innerve olan bir
çift kas lifi kaynaklı aksiyon potansiyelinin, motor ünitenin bir çakmasından diğerine, nöromüsküler ileti zamanındaki
değişikliğinin (jitter) ölçümü prensibine dayanır. Bu teknik Myasthenia Gravis (MG) hastaların tanısında %70-100
duyarlılık ve %89 özgünlük ile kullanılmaktadır. Son yıllarda, maliyeti ve bulaşıcı hastalık geçişi konusundaki güvenilirliği nedeniyle konsantrik elektrot ile jitter ölçümü MG hastalarının tanısında alt frekans filtresi yükseltilerek kullanılmaktadır. Oküler MG hastalarının tanısında, ardışık sinir uyarımında düşük dekrement oranları nedeniyle TLEMG
önem kazanmaktadır. Oküler MG hastalarında konsantrik iğne elektrot ile jitter ölçümü yapılan bir çalışmada, tek lif
elektrodu normal değerleri kullanılarak hesaplanan duyarlılık %62, özgüllük ise %97 olarak belirlenmiştir. Bu prospektif çalışmada, oküler MG hastalarında frontal kastan konsantrik iğne elektrot normal değerleri kullanarak TLEMG
incelemesinin duyarlılığı ve özgüllüğünün hesaplanması amaçlanmıştır.
Yöntem: Bu amaçla Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi EMG laboratuarına oküler MG ön tanısı ile gönderilen hastalara 38 mm’lik konsantrik iğne elektrot ile alt frekans
filtresi 2 kHz ayarlanarak istemli kası sırasında jitter ölçümü yapıldı. Her bir hasta için 20 adet tek lif potansiyeli
kriterlerine uygun potansiyeller kaydedildi. Jitter, ardışık farkların ortalaması (MCD) olarak alındı. Bireysel ve ortalama jitter değerleri hesaplandı. İnceleme, %10 üzerinde yüksek bireysel jitter oranı (>=46 µs) ve/veya ortalama
jitter yüksekliği (>=30 µs) varlığında pozitif olarak kabul edildi. MG tanısı dalgalanan kas güçsüzlüğüne ek olarak
ya antikor pozitifliği ya da objektif asetilkolin esteraz cevabı varlığında konuldu. Tüm hastalar, kesin tanılarının konulması amacıyla nöroloji uzmanları tarafından takip edildi. Dört gözlü tablo yapılarak oranlar belirlendi ve duyarlılık
ve özgüllük değerleri hesaptandı.
Bulgular: Aralık 2015-Mart 2016 tarihleri arasında çalışmaya 22 hasta dahil edildi. Bu hastaların 3’ünün tanısı belirlenemedi. On sekiz hastadan, 4 ‘ünde oküler MG tanısı mevcuttu. MG tanısı konulan 4 hastanın 3’ünde konsantrik
iğne elektrot ile TLEMG (TLEMG-CN) incelemesi tanısal olarak pozitifti (duyarlılık %75). TLEMG-CN incelemesi negatif
olan 16 hastanın, 15’inde MG dışı bir tanı mevcuttu (özgüllük %93).
Sonuçlar: Oküler MG hastalarında TLEMG-CN incelemesi duyarlı ve güvenilir bir tetkiktir.
Anahtar Kelimeler: Oküler myasthenia Gravis, tek lif EMG, konsantrik iğne elektrot
[PS-065]
Geç Jeneralize Olan Atipik Bir Oküler Myasthenia Gravis Olgusu
Tuğba Uyar1, Nermin Görkem Şirin2, Hacer Durmuş2, Feza Deymeer2, Mehmet Barış Baslo2
1
Rize Kackar Devlet Hastanesi
2
İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi
Giriş: Oküler belirtilerle başlayan myastenia gravis’te (MG), hastaların yaklaşık %80’inde ilk iki yıl içerisinde,
%90’ında ise 3 yıl içinde jeneralizasyon olmaktadır. Üç yıldan sonra jeneralizasyon olması enderdir. Oküler myas-81-
tenia gravis (OMG) en az iki yıl süreyle, vücuttaki diğer kasları etkilemeden sadece levator palpabrea superioris ve
ekstraoküler kas zayıflığına bağlı olarak ptoz ve diplopiye neden olabilen otoimmun bir hastalıktır. OMG tanısıyla izlediğimiz bu olguyu uzun süre sonra jeneralize olması ve jeneralize olduktan sonra gelişen kas güçsüzlüğündeki atipik
özellikler nedeniyle sunmaktayız.
Olgu: Otuzdört yaşında erkek hastanın, 25 yıldır bulber ve ektremite şikayetinin eşlik etmediği fluktuasyon gösteren
ptoz ve diplopi yakınması mevcuttu. AChR-ak pozitif olan hasta 7 yıldır OMG tanısı ile polikliniğimizden takipli idi.
Hastalık başlangıcından beri uzun dönem prednizolon kullanan hasta son 6 yıldır azatioprin 100 mgr/gün kullanıyordu. Beş ay önce ellerde güçsüzlük ve çabuk yorulma güçlüğü başlayan hastanın kas gücü muayenesinde, sağda
belirgin pupil ortası ptoz ve laterale bakış kısıtlılığı, boyun fleksiyon güçsüzlüğü ile sağ el parmaklarının fleksiyonu
ve sol ayak dorsifleksiyonunda zaaf saptandı. Hastanın piridostigmin kullanımı sonrası yakınmaları ve kas gücü muayenesi belirgin olarak düzeliyordu. Hastanın yapılan EMG incelemesinde ankoneus kası kayıtlı sağ radyal, fleksör
karpi radialis kası kayıtlı iki yanlı medyan, tibialis anterior kası kayıtlı iki yanlı peroneal ve addüktör digiti minimi kası
kayıtlı iki yanlı ulnar sinirin ardışık sinir uyarım testinde motor cevap amplitüdlerinde anlamlı dekrement saptandı.
Jeneralize MG olarak değerlendirilen hastaya timektomi operasyonu yapıldı.
Tartışma: Olgumuzda, MG’nin 25 yıl sadece oküler belirtilerle seyretmesi, bu süreden sonra immünosüpresif tedaviye rağmen jeneralize belirtilerin başgöstermesi çok nadir bir durumdur. Jeneralize MG’de en çok güçsüzlük bulunan
kaslar triseps, el parmak ekstansörleri ve iliopsoastır. Tibialis anterior kaslarının genellikle etkilenmemesi, ancak
iliopsoasların çok zayıflamış olduğu durumlarda bu kaslarda da güçsüzlük saptanabilmesi dikkat çekicidir. Güçsüzlük,
üst ekstremite distal kaslarında asimetrik olabilmesine rağmen alt ekstremitelerde genellikle simetriktir. Olgumuzdaki kas güçsüzlüğü dağılımının dikkat çeken yönleri, el parmak fleksörlerinin etkilenmesi ve alt ekstremitelerde
iliopsoas güçsüzlüğü olmaksızın tibialis anterior kasının asimetrik tutulumudur. Bu prezentasyon özellikleri ile başlı
başına atipik bir MG olarak değerlendirdiğimiz olgunun literatüre katkıda bulunacağını düşünmekteyiz
Anahtar Kelimeler: myasthenia gravis, oküler myasthenia gravis, ardışık sinir uyarımı
[PS-066]
Akut Başlangıçlı, Agresif Seyirli Atipik Bir Myastenia Gravis Olgusu
Ayşe Çağlar Sarılar1, Mehmet Fatih Yetkin2, Sevda İsmailoğulları2, Emel Köseoğlu2, Meral Mirza2
1
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Kayseri
2
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Kayseri
Giriş: Myastenia Gravis (MG) postsinaptik membrandaki nikotinik asetil kolin reseptörlerine karşı gelişen antikor
aracılı otoimmün bir hastalıktır. Miyastenia Gravis ve timus patolojilerinin birlikteliği oldukça sıktır. Timik patolojiler,
timik hiperplazi ve timomalardır. Temel patogenez, timoma hücrelerinin üzerindeki bir epitopa karşı oluşan immün
yanıtın asetilkolin reseptörleri (AChR) ile çapraz reaksiyon göstermesidir. Bu bildiride akut başlangıçlı, agresif seyirli
atipik bir MG olgusu sunulacaktır.
Olgu: Otuz üç yaşında erkek hasta akut başlayan konuşmakta zorlanma, yüz kaslarında güçsüzlük ve gözünü kapatamama yakınması ile başvurdu. Hastanın yaklaşık on gün önce gribal enfeksiyon geçirdiği öğrenildi. Nörolojik muayenesinde fasiyal dipleji ve omuz ve kalça kavşak grubu kaslarda parezi (4/5) saptandı. Akut inflamutar demiyelinizan
polinöropati ön tanısı ile yapılan EMG’de sinir iletim çalışmaları normal bulundu. Ardışık sinir uyarımı testinde fasiyal
sinirde 3 Hz. frekansla % 40’lara ulaşan dekrement izlendi. Hastanın AChR antikor düzeyi 47.50 nmol/Lolarak saptandı (Pozitif > 0.40). Toraks BT’de ön medyastende perikardı invaze eden, en geniş yerinde 9x4,5x7,5cm ölçüsünde
lobüle konturlu yumuşak doku dansitesinde yer kaplayıcı lezyon izlendi. Tüm vücut PET BT’de ekstratorasik tutulum
izlenmedi. Hastaya prednizolon ve pridostigmin tedavisi ile birlikte 5 kez gün aşırı plazmaferez uygulandı. Semptomları düzelen hastaya timektomi yapılması amacı ile göğüs cerrahisi bölümüne devir edildi. Anterior mediastendeki
yaygın lezyonlar, invaze ettiği perikard ve plevra dokularının bir kısmı ile birlikte rezeke edildi. Ancak operasyondan
sonra hastanın kas güçsüzlüğünde belirgin bir şekilde artış oldu ve invaziv mekanik ventilasyon ihtiyacı ortaya çıktı.
Patoloji sonucu Tip B2+B3 yüksek grade timoma ile uyumluydu. Tekrarlanan AChR antikor düzeyi bir önceki teste
göre belirgin bir şekilde artmış olarak saptandı(149,6 nmol/L). Intravenöz immün globülin(IVIG) tedavisi başlanan
hastaya, mevcut tedaviden fayda görmemesi üzerine 7 kez, gün aşırı plazmaferez ile birlikte toraks radyoterapisi
uygulandı. Mevcut tedavi ile hastanın kas gücünde ve AChR antikor düzeylerinde(38nmol/L) belirgin düzelme izlendi.
Sonuç: MG, nöromuskuler bileşkenin iyi tanımlanmış antikor aracılı bir hastalığıdır. Viral enfeksiyonlar timomalı
hastalarda antikor üretimini tetikleyerek MG’nin ortaya çıkmasına yol açabilir. Myastenik krizin tedavisinde IVIG ve
plazmaferezin eşit etkinlikte olduğu kabul edilmesine rağmen uzman görüşleri plazmaferezin daha etkili ve kararlı
bir tedavi seçeneği olabileceği yönündedir. Olgumuzu; bilateral periferik fasiyal paralizi nedeniyle EMG laboratuvarına
yönlendirilen hastalarda myastenik çalışmanın atlanmaması, yüksek AChR antikor düzeyi saptanan agresif seyirli MG
olgularında invaziv timomanın akılda tutulması gerektiği ve agresif seyirli MG’li olgularda myastenik krizin yönetiminde plazmaferez tedavisinin IVIG tedavisinden daha etkili olabileceğini vurgulamak amacıyla sunmak istedik.
-82-
Anahtar Kelimeler: Akut başlangıç, Atipik seyir, Myastenia Gravis
[PS-067]
Lambert Eaten Myastenik Sendromu Elektrofizyolojik Bulguları: Olgu Sunumu
Recep Aygül, Fettah Eren, Gözde Öngün, Ahmet Hakan Ekmekci, Şerefnur Öztürk
Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji A.D., KONYA
Giriş: Paraneoplastik nörolojik sendromlar, tümörün doğrudan ve lokal etkileriyle oluşmayan ve önemli bir kısmının
otoimmün mekanizmalarla oluştuğu kabul edilen nörolojik tablolardır. Lambert-Eaton miyastenik sendromu (LEMS)
presinaptik P/Q tip voltaja bağımlı kalsiyum kanal otoantikorları ile oluşan paraneoplastik bir kas sinir kavşağı hastalığıdır. Ender rastlanır, daha çok 40 yaşın üzerinde görülür. Olguların yaklaşık yarısında malignansi özellikle küçük
hücreli akciğer kanseri ile birliktelik saptanmıştır.
Olgu: 65 yaşında erkek hasta yürüme güçlüğü, oturup kalmada güçlük, merdiven inip çıkmakta zorlanma, baş
dönmesi yakınmalarıyla başvurdu. Beyin MRI ve doppler USG incelemesi normal sınırlardaydı. Nörolojik muayenede
daha çok ekstremite proksimalleri, köklerde hafif kas gücü zafiyeti vardı. Derin tendon refleksleri hipoaktifti. Objektif
duyu bozukluğu yoktu. Elektronöromiyografide duyusal sinir iletileri normaldi. Tüm motor sinir BKAP amplütleri belirgin şekilde düşüktü, 10 saniye egzersizi takiben uyarımda %100’den fazla amplütüd yükselmesi izlendi. Ulnar sinir
uyarımı ile kayıtlanan repetetif sinir uyarımında düşük frekanslarda %10’dan fazla dekrement izlendi. 50 Hz tetanik
uyarımla %200’den fazla amplütüd artışı izlendi. Mevcut verilerle presinaptik nöromusküler patoloji düşünüldü, LEMS
olarak değerlendirildi. Torax bilgisayarlı tomografi ve bronkoskopik örnekler neticesinde akciğer adenokanseri tanısı
konuldu. Primer hastalığa yönelik kemoterapi başlandı.
Sonuç ve Yorum: LEMS nadir görülen bir presinaptik nöromusküler bileşke bozukluğudur. Olgularının yaklaşık %5060’ında malignite ve özellikle küçük hücreli akciğer kanseri saptanmaktadır. Elektrofizyolojik incelemelerde yüksek
frekanslı tetanik uyarımla belirgin amplitüd artışı tanı koydurucudur; kısa süreli egzersizi takiben anlamlı şekilde
inkrement tetanik uyarımın yerini tutabilecek daha kolay bir yöntem olarak akılda tutulmalıdır.
Anahtar Kelimeler: Lambert Eaten Myastenik Sendrom, Kanser, Elektrofizyoloji
[PS-068]
Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı Tanısı İle Takip Edilen Erişkin Pompe Hastalığı Olgusu
Ayşe Çağlar Sarılar1, Murat Kendirci3, Sevda İsmailoğulları2, Emel Köseoğlu2
1
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Kayseri
2
Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, Kayseri
3
Nevşehir İ.Şevki Atasagun Devlet Hastanesi, Nöroloji Bölümü, Nevşehir
Giriş: Erişkin Pompe hastalığı (glikojen depo hastalığı tip II), lizozomal enzim asit alfa glukozidaz (asit maltaz) eksikliğine bağlı olarak lizozomlarda glikojen depolanması ile seyreden otozomal resesif bir metabolik kas hastalığıdır.
Proksimal kas güçsüzlüğünün yanı sıra erken dönemde solunum kasları tutulumu ile solunum yetmezliği görülebilen
bu hastalık, enzim replasmanı ile tedavi edilebilmektedir.
Vaka Sunumu: Elli sekiz yaşında Erciyes Üniversitesi göğüs hastalıkları bölümü tarafından kronik obstruktif akciğer
hastalığı tanısı ile izlenen kadın hasta, nöroloji bölümüne danışıldığında hastanın solunum sıkıntısının yanısıra kol
ve bacaklarında 1/5 düzeyinde proksimal güçsüzlüğü ve hiperlordotik şekilde yürüdüğü tespit edildi. Özgeçmişinde
yaklaşık yirmi yıldır özellikle merdiven çıkarken güçsüzlüğü ve kas ağrıları olduğu, hiperlordozu ve ağrıları nedeni ile
bel fıtığı operasyonu geçirdiği, yaklaşık beş yıldır özellikle yatarken solunum güçlüğü çektiği öğrenildi. Hastanın yapılan değerlendirmeleri ile serum kreatin kinaz seviyesinin hafif yüksek ve iğne EMG’sinin psödomyotoni ile seyreden
myojenik özellikli olduğu belirlendi. Kas biyopsisinde saptanan vakuolar myopati bulgularının yanı sıra kuru kanda
bakılan alfa-glukosidaz düzeyinin düşük olduğu belirlendi. Pompe hastalığı şüphesi ile istenen genetik incelemesinde
p.L369Q’da kayıp mutasyon ile seyreden c.[1106T>A];[1106T>A], (p.[L369Q];[L369Q]) homozigot mutasyonları
saptandı. Erkek kardeşi de bir yıldır Pompe hastalığı tanısı ile izlenen hastanın polisomnografisinde apne-hipopne
indeksi(AHİ) 12.5, REM’de AHİ’si 32.7, solunum olaylarına ağır desatürasyonların eşlik ettiği hem tıkayıcı uyku apnesi hem de nöromüsküler nedenli hipoventilasyon sendromu olduğu saptanmıştır. Altı yıldır iki haftada bir enzim
replasmanı tedavisi alan ve uyurken BPAP cihazını kullanan hastanın son yapılan değerlendirmelerinde, proksimal
kas güçsüzlüğünde ilerleme olmadığı ve solunum yetmezliğinde kısmi düzelme olduğu belirlendi.
Sonuç: Solunum güçlüğü ile başvuran hastalarda muayenede kas gücü defisitleri ve EMG’de özellikle psödomyotoni
ile seyreden myojenik lezyon bulguları varlığında erişkin tip Pompe hastalığı olasılığı akla gelmelidir. Bu hastalıkta
erken tanı enzim replasmanı tedavisi ile hastalığın progresyonu önlenebildiği için önem kazanmaktadır.
-83-
Anahtar Kelimeler: Erişkin Pompe Hastalığı, Enzim replasmanı, Solunum Yetmezliği
[PS-069]
Distal Rimmed Vakuolar Tip Miyopati ve Romatid Artrit Birlikteliği Olan Bir Olgu
Nevin Kuloğlu Pazarcı1, Şenay Aydın2, Emin Timer1, Zeynep Tanrıverdi1, Dilek Necioğlu Örken1
1
Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
2
Yedikule Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji
Distal rimmed vakuolar tip miyopati (DRVM) 9. Kromozomda UDP-N-acetyylglucosamine 2-epimerase and N-acettylmannosamine kinase (GNE) genindeki mutasyon sonucu oluşan genetik bir miyopati tablosudur. Klinik olarak 20
ila 30 yaşları arasında görece geç bir başlangıcı vardır. Herediter inklüzyon body myozit tip II, Nonaka Miyopati veya
GNE miyopatisi olarak da isimlendirilir. Kas güçsüzlüğü distal bacak kaslarından başlar, genellikle tibialis anterior (TA)
kası ağır derecede etkilenirken quatriseps kası görece etkilenmez. Elektromiyografik (EMG) incelemesinde başlıca
miyojenik değişikliklere nörojenik ılımlı etkilenme eşlik eder. Serum kreatin kinaz (KK) normal veya ılımlı yüksektir.
Histopatolojik olarak belirgin distrofik özellikler göstermeyen atrofik kas liflerinde rimmed vakuoller görülür. Biz 35
yaşında homozigot GNE gen mutasyonu ve romatpid artriit (RA) olan hastamızı sunmayı amaçladık.
Olgu: 35 yaşında kadın hasta, 10 yılı aşkın süredir olan progresif yürüme güçlüğünden yakınmakta. Hastanın 3 yıldır
RA nedeniyle takipli olduğu merkezde her iki ayak bileğinde güçsüzlük tespit edilmesi üzerine kliniğimize yönlendirilen hastanın yapılan nörolojik muayenesinde bilateral tibialis anterir kaslarında 4/5 düzeyinde kas gücü tespit edildi.
Hasta desteksiz ve yardımsız yürüyebiliyordu.Diğer muayenelerinde özellik tespit edilmedi. Serum KK düzeyi hafif
yüksek bulundu (333 IU/I). EMG incelemesinde iki yanlı intrinsik el kasları ve tibialis anterior kaslarında miyojenik
değişiklikler tespit edildi. Hastamızın sağlıklı bir kız kardeşi ve 16 yaşında kas hastalığı tanısı alan ve 12 yıllık progresyon sonucunda tekerlikli sandalye ile mobilizasyonu sağlanan bir erkek kardeşi vardı. Yapılan kas biyopsisinde
rimmed vakuoler tipte miyopati saptandı. Genetik incelemede anne ve babasında heterozigot, kardeşi ve hastamızda
homozigot GNE gen mutasyonu tespit edilid.
Tartışma: DRVM genç erişkinleri etkileyen otozomal resesif bir hastalıktır. Patololojik özellikleri normal sitoskeletal
ve membran protein bağlanma paterni ile miyofibriller içinde boşluklar (vakuol) ve mor granüller (rim) şeklindedir.
Hastalıktaki genetik defekt sonucu sialik asit (SA) seviyesinde azama olur. SA çeşitli hücresel iletişim fonksiyonlarında rol alan bir moleküldür. Hayvan deneyleriyle oluşturulan DRVM modelinde farelere SA takviyesi yapıldığında patolojik değişikliklerde belirgin derecede azalma olduğu görülmüştür. RA hastalığında ise akut faz reaktanı gibi davranan
SA seviyelerinde artış olduğu bilinmektedir. Diğer taraftan SA oksidatif hasara ve hücre ölümüne karşı potent bir
defans molekülüdür. Hastamızda birbirlerine karşı mekanizmalarla SA seviyesinde hem artış, hem de azalmaya yol
açan iki hastalık bulunmaktadır. Bu nedenle kardeşi tekerlekli sandalyeye bağlı hale gelmişken hastamız halen minimal zaaf ile günlük yaşam aktivitelerinde bağımsız ve anaokulu öğretmeni olarak çalışabilmektedir. SA replasman
tedavilerinin Çin ve Japonya’da denenmeye başlandığı ve bir tedavi protokolü oluşturulmaya çalışıldığı şu dönemde
olgumuzun bu çalışmalara ışık tutacağını düşünmekteyiz.
Anahtar Kelimeler: Distal Miyopati, Romatoit Artrit, Sialik asit
[PS-070]
16 Yıllık Presenkop Öyküsüyle Prezente Olan Tip 1 Myotonik Distrofi Olgusu
Aslı Akyol Gürses, Figen Güney, Bülent Oğuz Genç, Betigül Yürüten
NEÜ Meram Tıp Fakültesi, Nöroloji ABD Klinik Nörofizyoloji Bilim Dalı, Konya
Giriş: Myotonik distrofi; kas güçsüzlüğü ve myotoniye kardiyak, endokrin, oküler ve gastrointestinal tutulumun eşlik
ettiği multisistemik bir hastalıktır. Otozomal dominant kalıtılan ve CTG trinukelotid tekrarının patolojik artışıyla ortaya
çıkan bu hastalıkta nörolojik tablo oldukça tipik olmakla birlikte, kardiyak ve sistemik bulguların ön planda seyrettiği
olgularda tanı yıllarca gecikebilir. Burada 16 yıllık bradikardi ve ilişkili presenkop epizodları nedeniyle ilk olarak kardiyoloji bölümünde değerlendirilen ve daha sonra tarafımızca myotonik distrofi tanısı konulan bir olgu sunulmuştur.
Olgu: 16 sene önce başlayan bradikardi ve presenkop epizodları nedeniyle dış merkez kardiyoloji bölümünce görülmüş ve medikal tedavi önerilmiş olan 46 yaşındaki erkek hasta, 1.5 yıldır yakınmalarının artması üzerine tekrar ilgili
bölüme başvurmuş. 24 saatlik Holter EKG’de kalp hızının 36/dk olduğu ve en uzunu 24 atım süren sinus bradikardileri ile 240 adet ventriküler ekstrasistol kayıtlanmış. Pace maker endikasyonu konulan ve özgeçmişinde bilinen kronik hastalık tanımlamayan hasta; 1.5 yıldır yavaş ilerleyen yürüme güçlüğü ve çabuk yorulma ifade etmesi üzerine
bölümümüze yönlendirilmiş. İlk nörolojik değerlendirmesinde bilateral krural atrofi, ayak bileği dorsifleksiyon zaafı
ve alt ekstremitelerde refleks kaybı görülen hastanın soygeçmişinde anne-baba arası 2. derece akrabalık bulunduğu
öğrenildi. Bunun üzerine herediter polinöropati ön tanısı ile EMG laboratuarına yönlendirilen hastanın sinir iletim
-84-
çalışmasında motor ve duysal iletim hızları ile BKAP ve BSAP amplitüdleri normal sınırlarda saptandı. İğne EMG’de
hem üst hem alt ekstremitelerde proksimal ve distal kas gruplarında bariz myotonik boşalımlar gözlendi. Detaylı
anamnezde distal zaafla uyumlu olarak ince motor işleri güçlükle yaptığı öğrenildi. Nörolojik muayenesinde bilateral
temporal atrofi, fasial güçsüzlük, yüksek damak arkı, öğürme refleksi kaybı; baş ekstansiyonunda ve ayak bileği
dorsal-plantar fleksiyonunda zaaf izlendi. Hasta 18 yaşındaki erkek çocuğunda da benzer yakınmaların başladığını
tanımladı. Tipik klinik belirteçleri ve elektrofizyolojik bulguları doğrultusunda hastaya myotonik distrofi tanısı konuldu; ilgili konsultasyonları yapılarak takibe alındı.
Tartışma: Kardiyak tutulum myotonik distrofinin en sık sistemik bulgularından biri olup; hastaların %65’inde kardiyak ileti defektlerinin bulunduğu ve %20-30’unun kardiyak sebeplere bağlı kaybedildiği bilinmektedir. Fizik muayene
ve elektrofizyolojik çalışmalarla elde edilen nörolojik bulgular tipik olduğundan, nöroloji polikliniklerinde tanının atlanması genellikle beklenmez; ancak ön planda nöroloji dışı sistemik tutulum bulgularıyla prezentasyon, hem tanının
hem de hastalık yönetiminin gecikmesine yol açabilir. Nedeni açıklanamayan ileti defekti, aritmi veya kardiyomyopati
varlığında, ilgili branş hekimlerinin de nöromuskuler patolojileri ve muskuler distrofileri ayırıcı tanıda düşünmesi ve
hastayı nörolojik değerlendirme için yönlendirmesi kritiktir.
Anahtar Kelimeler: myotonik distrofi, presenkop, aritmi, bradikardi
[PS-071]
Semptomatik Muskuler Distrofi Taşıyıcı Olan Kız Hasta
Figen Baydan1, Berk Özyılmaz2, Filiz Sertdemir3, Bakiye Tunçağ4
1
Tepecik Eğitim Hastanesi Çocuk Nöroloji Kliniği
2
Tepecik Eğitim Hastanesi Genetik Bölümü
3
Tepecik Eğitim Hastanesi Fizik Tedavi Kliniği
4
Tepecik Eğitim Hastanesi Kas Merkezi
8 yaşında kız hasta tonsillektomi operasyonu öncesi kan alındığında karaciğer fonksiyonlarının yüksek çıkması üzerine ayırıcı tanı için bakılan kreatinin kinaz değerinin 2795 U/l bulunması nedeni ile incelendi. Hastanın 11 yaşında
sağlıklı bir erkek kardeşi vardı. Hastanın dayılarında bir yakınma yoktu. Öz geçmişinde uzun yürüyüş yaptığında
yorulduğunu belirtti. Hastanın fizik incelesinde kas güçleri 5/5 idi. derin tendon refleksleri normaldi. Uzun yürüyüş
yaptığında yorulduğunu belirttti. Emg de alt ve üst ekstremitelerde myopatik buğular saptandı. Ast: 11 U/l Alt 70U/l,
GGT: 9 U/l, Karyotip 46 XX, MLPA ile yapılan genetik incelemesinde Exon 45,46,47,48,49 da duplikasyon bulundu.
Annesinde kreatinin kinaz: 98u/l, genetik incelemede Exon 45,46,47,48,49 da duplikasyon bulundu. annede muskuler distrofi geninin inaktif X kromozomu üzerinde taşındığı, hastamızda bu X kromozomun aktif olarak kalıtıldığı erkek
kardeşinde ise kalıtılan X kromozomun sağlam X kromozomu olduğu şeklinde yorumlandı.
Anahtar Kelimeler: muskuler distrofi, genetik, emg
[PS-072]
Servikal distonide somatosensoriyel göz kırpma refleksinin peripersonal alanda etkilenmesi
Oya Öztürk1, Ayşegül Gündüz2, Meral E. Kızıltan2
1
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları E.A. Hastanesi, 1. Nöroloji Kliniği, İstanbul
2
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul
Amaç: Servikal distonide beyin sapı reflekslerinde eksitabilite artışı daha önce gösterilmiştir. Dış dünyada ekstremitelerimizin ulaşabileceği şekilde vücudun etrafını saran alan peripersonal alan olarak bilinmektedir. Beyinde peripersonal alanın temsilinin ventral premotor korteks ve postreior parietal korteksi kapsayan yaygın bir fronto-parietal
ağda yer aldığı bildirilmektedir. Distonide kullanılan duysal hilenin etkinliğinde de paryetal korteksin anahtar bir rolü
olabileceği düşünülmektedir. Peripersonal alan temsili ve duysal hilede etkin olan yapılar anatomik olarak yakın bölgelerdir. Literatürde peripersonal alanda elde edilen somatosensoriyel göz kırpma refleksi (SGKR) yanıtının boyutunda artış olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmada, servikal distonisi olup duysal hile kullanabilen ve kullanamayan hastalar
ile normal olgularda SGKR üzerinde peripersonal alan etkisini araştırdık.
Yöntem: Çalışmaya servikal distonisi olan 19 hasta (14 kadın, yaş ortalaması 39,4±9,4) ve 21 sağlıklı kontrol (11
kadın, yaş ortalaması 36,3±9,9) alındı. İlk olarak el aynı taraf diz üzerinde iken bilekte median sinir üzerinden elektriksel uyarı verilerek SGKR elde edildi. Daha sonra elin pozisyonu değiştirilerek başın aynı tarafına yaklaşık 4 cm
uzaklıkta iken (peripersonal alanda) SGKR yanıtları elde edildi. Gruplar arasında R2 yanıtı latans, amplitüd ve alan
değerleri karşılaştırılarak peripersonal alanda değişiklik yüzdeleri hesaplandı. Bütün istatistiksel analizler için SPSS
18 kullanıldı.
Bulgular: Servikal distonili 19 hastanın 11’i duysal hile kullanabiliyordu. Bazal SGKR R2 yanıtı amplitüdleri hasta
-85-
grubunda kontrol grubuna göre yüksekti (p=0,043). Kontrol grubunda peripersonal alanda R2 yanıtı alanında bazal
şartlara göre %32,5 oranında artış (p=0,009) saptanırken hasta grubunda ise %26,19 oranında azalma (p=0,041)
bulundu. Hasta grubunda duysal hile kullanamayanlarda kullananlara kıyasla R2 yanıtı değerleri daha yüksek olmakla birlikte istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı. Peripersonal alanda bakılan R2 yanıtı değişiklikleri açısından
duysal hile kullanımı olan ve olmayanlar arasında anlamlı farklılık saptanmadı.
Sonuç: Hasta grubunda bazal R2 yanıtı boyutlarının kontrol grubuna göre büyük olması eksitabilite artışını göstermektedir. Kontrol grubunda saptadığımız peripersonal alanda bakılan R2 yanıtı boyutundaki artış literatürle uyumludur. Hasta grubunda ise zıt olarak peripersonal alanda R2 yanıtı boyutunda azalma saptadık. Bu bulgu beyinsapı ve
peripersonal alanı temsil eden yapılar arasındaki etkileşimin servikal distonili hastalarda farklı olduğunu gösterebilir.
Anahtar Kelimeler: distoni, göz kırpma refleksi, peripersonal alan
[PS-073]
Valproik Asit Kullanan Epilepsi Hastalarında İşitsel İrkilme Refleksi
Melis Sohtaoğlu Sevindik, Ayşegül Gündüz, Leyla Köse, Mehmet Şakir Delil, Seher Naz Yeni, Çiğdem Özkara, Meral
E. Kızıltan
İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı
Amaç: Valproik asit (VPA), epilepsi ve bipolar bozukluk başta olmak üzere çeşitli nöropsikiyatrik hastalıkların klinik
tedavisinde uzun yıllardır kullanılan bir ajandır. Postsinaptik gamma-aminobutirik asit(GABA) reseptörleri ile direkt
etkileşmemesine karşın, GABA sentezini arttırıp, metabolizmasını inhibe ederek, bölgesel nöronal GABA konsantrasyonlarını yükseltmektedir. İşitsel irkilme refleksi (İİR) ani, beklenmeyen ve yoğun bir ses karşısında kasların hızlı ve
istemsiz kasılması ile şekillenen, alt beyin sapında oluşarak retikülospinal yol ile iletilen bir kaçınma refleksidir. İrkilme cevabı ve prepulse inhibisyonundaki değişiklikler gerek insan gerek hayvan deneylerinde farklı nöropsikiyatrik
hastalıklarda ve terapilerde incelenmektedir. Biz İİR değişiklikleri üzerinden VPA’nın, epilepsi hastalarında beyin sapı
ve retikülospinal yol üzerindeki etkilerini değerlendirmeyi amaçladık.
Yöntem: Çalışmamıza, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Epilepsi polikliniğinden epilepsi tanısı ile takip edilen, mono- ya da
politerapide VPA kullanmakta olan 36 hasta (18 kadın (%50); 18 erkek (%50); yaş: 32.26±13.9) ile 31 sağlıklı (18
kadın (%58.1); 13 erkek (%41.9); yaş: 38.73±12.1) birey katıldı. Hasta grubunda VPA kan düzeyleri kaydedildi.
Refleks incelemesi, yüzeyel kayıt elektrodlar ile iki yanlı orbikularis okuli (OO), sternokleidomastoid (SKM) ve biseps
brachii (BB) kaslarından yapıldı. Sekiz çeşit sesli uyaran serisi bir ya da üç dakikalık aralar ile kulaklık yoluyla verildi.
Yanıt olasılıkları, toplam olası yanıt sayısına aktüel yanıt sayısının bölünmesi ile yüzde (%) olarak hesaplandı. Cevap
olasılıkları, latansları, süresi ve amplitüdü kaydedilerek kontrol grubu ile karşılaştırıldı.
Bulgular: VPA kullanan grupta, kontrol grubuna göre OO kayıtlı İİR latansları gecikmiş, süreleri uzamıştı (latans:
VPA: 44.42±22.78 msn, kontrol: 38.73±12.13 msn, p=0.07; süre: VPA: 90.76±61.18 msn, kontrol: 72.53±55.57
msn, p=0.01). OO, SKM ve BB kaslarından kayıtlı İİR sıklığı ve toplam İİR olasılığı VPA grubunda kontroller ile kıyaslandığında düşük bulundu, bu düşüklük SKM-İİR için istatistiksel olarak anlamlı saptandı (p=0.004). Monoterapide
(n=12;%33,3) ve politerapide (n=24;%66.7) VPA kullanan hastalar karşılaştırıldığında politerapi altındaki hastalarda toplam İİR olasılığının belirgin düştüğü izlendi (%48.6±18.58, %28.12±15.26, p=0.018). VPA kan düzeyleri ile
toplam İİR olasılıkları arasında istatistiksel bir bağlantı saptanmadı (p=0.24).
Sonuç: Çalışmamızın sonucunda VPA tedavisinin epilepsi hastalarında işitsel uyarana karşı verilen irkilme yanıtlarını
baskılayabildiği gösterilmiştir. Bu inhibisyon VPA’nın beyin sapı ve omurilikteki GABAerjik inhibitör aktiviteyi arttırarak beyin sapı eksitabilitesini değiştirmesinden kaynaklanabilir.
Anahtar Kelimeler: Epilepsi, İşitsel irkilme refleksi, Valproik asit
[PS-074]
Bir Kortikobazal Ganglionik Dejenerasyon Olgusunda Ardışık Teta Burst Stimulasyon
Uygulamalarının Motor Fonksiyona Etkisi
Aslı Demirtaş Tatlıdede1, Zeliha Matur2, Başar Bilgiç1, Haşmet Hanağası1, Murat Emre1, Hakan Gürvit1, A. Emre Öge1
1
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
2
Bilim Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul
Giriş: Ellisekiz yaşında, sağ elli, 11 yıl formal eğitim almış kadın hasta yaklaşık 2 yıldır sağ el hareketlerinde yavaşlama, istemli hareketleri gerçekleştirmede güçlük ve konuşmada değişiklik şikayetleri ile başvurdu. Nörolojik muayenesinde bradimimi, pozitif nazopalpebral refleks, sağ üst ekstremitede parkinsonizm ve ideomotor apraksi saptanan
hastanın refleksleri sağda canlıydı. Bu bulgulara kortikal duyu kaybı ve eforlu, tutuk konuşma eşlik ediyordu. Kranial
-86-
MR görüntülemede sol frontoparietal bölgede atrofi ve sol ventrikülde genişleme izlenirken hastanın PET incelemesi
sol frontal ve parietal bölgelerde ve sol bazal gangliada aşikar bir hipometabolizma olduğunu gösterdi.
Yöntem: On seans gerçek ve on seans plasebo (sham) repetitif transkranial manyetik stimulasyon (rTMS) intermittan teta burst formunda (TBS) ve iki uyarım arasında 3 ay ara olacak şekilde etkilenen hemisferdeki motor kortekse
uygulanmıştır. Ortaya çıkabilecek değişiklikler Purdue Pegboard testi, 9 delik-çubuk testi, Boston Diagnostik Afazi
Muayenesi (BDAE), Western Afazi Bataryası (WAB) ve Tulia apraksi alt skalaları kullanarak araştırılmıştır. Bazı ödevler
sırasında eş zamanlı olarak video kayıtları yapılarak uygulama önce ve sonrasındaki performanslar karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Hastada Purdue Pegboard test performansında ve 9 delik-çubuk test sürelerinde TBS uygulamasından
sonra sham uygulama sonrasında görülmeyen geçici iyileşmeler saptanmıştır. Video kayıtları bazı günlük işlerde
(bardaktan su içme, sürahiden su dökme, vs.) ılımlı ancak farkedilir düzelmeler göstermiştir.
Sonuçlar: Bu vaka kortikobazal ganglionik dejenerasyonda ardışık TBS uygulamaları sonrasında ılımlı düzelmeler
olabileceğini öngörüsünü desteklemektedir. Bu hastalıkta teta burst stimulasyon ile plastisite indüksiyonunun mümkün olup olmadığını ve bu strateji ile hastalık boyunca kortikobazal ganglionik dejenerasyon hastalarının günlük
yaşam aktivitelerini ve fonksiyonelliğini geçici olarak iyileştirme olasılığını araştırmak için ileri randomize kontrollü
çalışmaların yürütülmesi gerekmektedir.
Anahtar Kelimeler: kortikobazal dejenerasyon, transkranial manyetik stimulasyon, teta burst stimulasyon, apraksi
[PS-075]
Farklı Uyarı Şiddetlerinin İntrakortikal İnhibisyon ve Fasilitasyon Üzerine Etkileri Farklı mıdır?
Zeynep Özdemir, Mesude Özerden, Nermin Görkem Şirin, Yeşim Kaykı, Güneş Altıokka Uzun, Aysun Soysal
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi,3. Nöroloji Kliniği
Amaç: Literatürde intrakortikal inhibisyon (İKİ) ve intrakortikal fasilitasyon (İKF) çalışmalarının bir kısmında koşullandırıcı uyarı olarak motor eşiğin(ME) %80’i, test uyarı olarak %120’si kullanılırken bir kısmında ise koşullandırıcı
uyarı olarak ME’in %70’i test uyarı olarak %140 kullanılmıştır. Bu çalışmada ilk amacımız iki farklı koşullandırıcı ve
test uyarı şiddetinde intrakortikal inhibisyon ve fasilitasyon çalışması yaparak bu farklı paradigmaların İKİ ve İKF
üzerinde farklı bir etkisinin olup olmadığını araştırmaktır. İkinci amacımız ise 30 Hz sTBS uygulaması sonrası iki farklı
paradigmanın motor korteks eksitabilite değişiklikleri üzerindeki etkilerini çalışmaktır.
Yöntem: Dokuz normal gönüllü denekte (7 Kadın, yaş ort 31.5±5.8) dominant motor korteks üzerinden uyarı verilip
kontralateral el abduktor digiti minimi kasından alınan kayıtlarla motor eşik(ME ), 2 ms ve 3 ms aralıkla intrakortikal
inhibisyon, 10 ms ve 12 ms aralıkla intrakortikal fasilitasyon,MEP amplitüdü ve kortikal sessiz periyot (KSP) incelemeleri yapıldı. İKİ ve İKF çalışmalarında ilk paradigmada koşullandırıcı uyarı ME’nin %80i, test uyarı ise ME’nin
%120’si (Paradigma 1); ikinci paradigmada ise koşullandırıcı uyarı ME’nin %70i, test uyarı %140’ı (Paradigma 2)
olarak uygulandı. Bazal çalışmayı takiben ME’nin %80 i ile 30 Hz sTBS uygulanarak hemen sTBS sonrası ve 30 dakika
sonra İKİ ve İKF çalışmaları tekrarlandı..
Bulgular: Paradgma 1’de; hem 2 msn, hem 3 msn aralıkla İKİ’de anlamlı bir artış gözlenirken(p=0.008, p=0.028);
sTBS uygulamasından hemen ve 30 dk sonrasında anlamlı bir değişiklik gözlenmedi. 10 msn aralıkla İKF’de anlamlı
bir artış gözlenirken; 12 msn aralıkla anlamlı bir değişiklik bulunmadı (p=0.013, p=0.629). sTBS’dan hemen sonra
fasilitasyonda 10 msn aralıkla uyarımla anlamlı bir değişiklik gözlenmeyip, 12 msn aralıklı uyarımla anlamlı azalma
gözlendi (p=0.125, p=0.038). 30 dk sonra 10 ve 12 msn aralıkta İKF’de anlamlı bir değişiklik bulunmadı (p=0.214,
p=0.110).
Paradigma 2’de; hem 2 msn, hem 3 msn aralıkla İKİ’de anlamlı bir artış gözlenirken (p=0.021, p=0.017) sTBS
den hemen sonra 3msn, 30 dk sonra ise 2msn aralıklı uyarıyla inhibisyonda anlamlı bir artış bulundu (p=0.021,
p=0.028). 10 msn ve 12 msn aralıkla İKF’de anlamlı bir artış; sTBS den 30 dk sonra 12 msn aralıklı uyarıyla da
İKF’da anlamlı artış gözlendi (p=0.003, p=0.001, p=0.028).
Sonuç: Bu bulgular; çift uyarı çalışmalarında koşullandırıcı uyarı olarak ME’in %70’inin, test uyarı olarak %140’nın
kullanılmasının İKİ’de 2msn, İKF’de ise 10 msn aralıklı uyarmanın kortikal eksitabilite değişikliklerini değerlendirmede daha yol gösterici olabileceğini göstermiştir. Ayrıca 30Hz sTBS sonrasında da bu değişikliklerin paradigma 1’e
kıyasla daha anlamlı olduğu görülmüştür. Sonuçlarımız bundan sonraki İKİ ve İKF çalışmalarında paradigma 2 protokolünün kullanılmasının daha uygun olduğunu düşündürmüştür.
Anahtar Kelimeler: TMS, inhibisyon, fasilitasyon
-87-
[PS-076]
Multipl Sklerozlu Hastalarda Siyah Beyaz ve Renkli Görsel Uyandırılmış Potansiyeller (GUP)
Yanıtlarının Karşılaştırılması
Erkan Acar1, Aysun Soysal1, Mesude Özerden1, Zeynep Özdemir1, Selin Kaya2, Ulviye Yiğit2, Nilüfer Kale1
1
Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nöroloji Kliniği
2
Bakırköy. Dr.Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göz Hastalıkları Kliniği
Amaç: Multiple skleroz (MS) hastaları optik nörit (ON) atağı sırasında veya iyileşme döneminde parlak renkleri özellikle kırmızı rengi soluk görmekten yakınırlar. Siyah-beyaz (sb) karelerle yapılan görsel uyarılmış potansiyeller (GUP)
ON tanısını koymada en hassas inceleme yöntemlerinden biridir. Bu çalışmada MS tanısıyla izlenen hastalarda kırmızı
beyaz (kb) ve kırmızı siyah (ks) karelerle GUP incelemesi yaparak ON tanısında duyarlı bir yöntem olup olmadığının
araştırılması planlanmıştır.
Yöntem: Multipl skleroz tanısı ile izlenen 29 hasta (21K, 8E) ile yaş ve cins açısından benzer 35 normal gönüllü
denek(Nl) (24K, 11E) çalışmaya alındı. Nörolojik ve nörooftalmolojik muayeneleri yapılıp görme keskinliği, renkli
görme incelemeleri ve MS’lularda EDSS skorları belirlendi. Sb, kb, ks uyaranla GUP incelemeleri yapılıp P100 latans
ve GUP amplitüdleri değerlendirildi. Optik Koherans Tomografi (OKT) incelemesi ile retinal sinir lifi tabakası (RSLT)
ve ganglion hücre kompleksi(GHK) kalınlıkları ölçüldü.
Bulgular: MS’lular ve normallerde ks uyaranla elde edilen GUP yanıtlarının P100 latansı sb ve kb uyaranla elde
edilenden anlamlı olarak uzundu (MS p=0.002; p=0.007; Nl p=0.000; p=0.000). Sb uyaranla elde edilen yanıtların amplitüdleri MS’lular ve Nl’lerde kb ve ks’dan yüksekti (MS p= 0,000; p= 0,009, Nl p= 0,000; p= 0,000).
MS’lularda sb, kb ve ks uyaranla GUP yanıtlarının p100 latansları Nl’lerden anlamlı olarak uzun (hepsi için p=0.000),
RSLT ve GHK kalınlığı düşük (p= p= 0,045; p= 0,016) bulunurken GUP amplitüdleri arasında anlamlı fark yoktu.
MS’luların 58 gözünün 37’sinde ON öyküsü vardı. ROC analizi ile P100 latansları için kesişim değerleri saptandı. Sb,
kb ve ks uyaranla patolojik latans uzaması ON öyküsü olan ve olmayan gözler ile normaller arasında farklı bulunmadı
(p= 0.838; p= 0.526; p= 0.079).
RSLT ve GHK kompleksinin normallerin ortalamasından 2 standart sapma altında olması patolojik olarak değerlendirildi. ON öyküsü olan ve olmayan gözlerde patoloji saptanma oranı GUP incelemesi ile OKT incelemesinden daha
yüksekti.
Sonuç: Sonuçlarımız sb,kb ve ks uyaranla GUP incelemesinin P100 latanslarının patolojiyi saptamada GUP amplitüdleri ile RSLT ve GHK kalınlığından daha hassas olduğunu göstermiştir. Sb uyaranla yapılan GUP incelemesi yeterli bir
inceleme olup kb veya ks uyaranla yapılan incelemeye üstünlüğü saptanmamıştır.
Anahtar Kelimeler: Görsel Uyandırılmış Potansiyeller, Multipl Skleroz, Optik Nörit
[PS-077]
The Sound Evoked Posterior Auricular Muscle Reflex: A Comparison Of The EMG Response
Evoked By Different Acoustic Stimuli İn Normally Hearing Adults
Timothy Peter Doubell, Fatema Yusuf Ahmed, Mohamed Soliman
Royal College of Surgeons in Ireland-Medical University of Bahrain
Aims: The posterior auricular muscle’s (PAM) main action is to pull the pinna posteriorly, orienting the ear toward
a sound. Although vestigial in humans, the PAM muscle exhibits reflex activity to acoustic stimuli but not vestibular
stimuli. It has been suggested that the acoustic reflex of the PAM in humans is equivalent to the pinna or Preyer reflex seen in other animals. Although the exact reflex pathway is unknown it is likely to be similar to the better studied
middle ear reflex. The PAM reflex pathway begins with transduction of sound at the cochlea, before transmission to
the auditory brainstem and finally synapsing on the facial motor nucleus adjacent to the auditory superior olivary
nucleus. The PAM response has a very short latency and typically gives a biphasic waveform with an initial negative
peak approximately 15 ms after the stimulus followed by a second positive peak at approximately 20 ms. The aim
of the study is to determine the frequency sensitivity of the PAM reflex and evaluate 3 different sound stimuli ability
to evoke a PAM response: chirps, clicks and pure tones.
Methods: We investigated the acoustic properties of the sound evoked PAM reflex using surface electromyography
in 12 normally hearing adults (7 male and 5 female). Short bursts (40ms) of pure tones at 500, 1000, 2000 and
4000 Hz are used to evoke the PAM response. Each stimulus condition is repeated 500 times, in a randomly interleaved order. The PAM peak to peak amplitude is significantly greater for the higher frequency conditions. We further
compared the threshold of chirps, clicks and the 4000 Hz pure tone using 5-6 sound intensities.
Results: The chirp stimulus evoked a PAM response at significantly lower sound intensities compared to clicks or
-88-
tones. Using receiver operating characteristics (ROC) we quantified the discriminative performance of the PAM reflex
at predicting the presence of a sound stimulus, by comparing the distribution of the peak to peak amplitudes during
the sound evoked response period to a baseline response period in the absence of sound. ROC analysis confirmed
the better performance of chirps over clicks/tones.
Conclusion: In conclusion the chirp evoked PAM reflex is a relatively easy brainstem response to record compared
to other auditory measures such as the auditory brainstem response.
Anahtar Kelimeler: acoustic reflex, EMG, facial nerve
[PS-078]
Meraljia Parestetika Tanısında Dermatomal Somatosensöriyel Uyandırılmış Potansiyellerin
Önemi
Murat Erkoca, Mehmet Güney Şenol, Hakan Tekeli, Fatih Özdağ
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Nöroloji Servisi, İstanbul
Giriş: Meraljia parestetika (MP) lateral femoral kutanöz sinirin (LFKS) etkilendiği bir mononöropatidir. Tanı sıklıkla
klinik olarak konulur, ancak elektrofizyolojik testler önemli rol oynar. Bu çalışmadaki amacımız dermatomal somatosensöriyel uyandırılmış potansiyellerin (DSUP) MP tanısındaki rolünü göstermektir.
Metod: GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Nörofizyoloji Laboratuvarına Ağustos 2013 – Kasım 2015 tarihleri arasında klinik olarak MP tanısı konulmuş, 27 hasta geriye dönük olarak incelendi. Genel demografik bilgileri ve DSUP
bulguları araştırıldı.
Sonuç: Hastaların 5’i kadın 22’si erkekti. Kadınların yaş ortalaması 56,2 (40-66) yıl, erkeklerin yaş ortalaması 36,5
(23-83) yıl idi. DSUP 8 hastada tek taraflı, 1 hastada iki taraflı DSUP elde edilemedi. DSUP 13 hastada tek taraflı
olarak uzun olarak kaydedildi. Karşılıklı kayıtlar arasındaki elde edilen latans farkı 2,3 ile 13,9 msn arasında değişmekteydi. DSUP 8 hastada solda 13 hastada sağda ve 1 hastada 2 taraflı patolojik olarak saptandı.
Tartışma: DSUP MP tanısının konulmasında ve proksimal lomber pleksopati dışlamakta başarılı bir inceleme olduğu
kanısına varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Dermatomal Somatosensöriyel Uyandırılmış Potansiyeller, Meraljia Parestetika, Tanı
-89-
İNDEKS
-90-
A
Abidin Erdal 21, 65
Abir Alaamel 14
Adil Niğdelioğlu 41, 67
A. Emre Öge 25, 86
Ahmet Acarer 34, 36
Ahmet Altunhalka 43
Ahmet Çetiz 56, 63, 65, 79
Ahmet Genç 21
Ahmet Hakan Ekmekci 83
Ahmet İnanır 55
Ahmet Özkan 52, 75
Ahmet Şair 38, 40
Ahmet Yıldırım 42, 43, 60
Aksel Siva 16, 39
Ali Emre Öge 13, 16, 22, 28, 32, 57, 58
Ali Emre Turgut 31
Ali Ünal 77
A. Nazlı Başak 63
Anders Fuglsang Frederiksen 41
Arife Gökçeoğlu 53
Arsida Bajrami 26
Arsıda Bajramı 25
Aslan Tekatas 55
Aslı Akyol Gürses 53, 84
Aslı Demirtaş Tatlıdede 86
Aslı Demırtaş Tatlıdede 25
Aslı Köşkderelioğlu 66
Attila Oğuzhanoğlu 56
Ayçin Yıldız Tabakoğlu 66, 74
Aygül Tantik 50
Ayhan Köksal 80
Aylin Bican Demir 20, 33
Aylin Yaman 65
Ayşe Çağlar Sarılar 30, 82, 83
Ayşe Candayan 75
Ayşe Deniz Elmalı 18
Ayşe Destina Yalçın 41, 67, 80
Ayşegül Gündüz 16, 17, 39, 42, 43, 85, 86
Aysel Çoban 38, 40
Ayşen Gökyiğit 19, 22, 29, 32
Ayşe Nur Yüceyar 74
Ayşe Oytun Bayrak 75
Ayşe Özpınar 28
Ayşın Dervent 18
Aysun Soysal 26, 44, 78, 80, 81, 87, 88
Aysu Şen 69
Ayten Dirican 52, 80
Azize Esra Gürsoy 74
B
Baki Göksan 16, 39
Bakiye Tunçağ 85
Barış Çankaya 59
Barış Işak 41
Başar Bilgiç 30, 63, 86
Bedia Samancı 22, 51
Bedile İrem Tiftikcioğlu 35
Behice Bircan Kurşun 53
Belgin Mutluay 80
Belkıs Erbaş 19
Berk Özyılmaz 85
Betigül Yürüten 84
Betül Baykan 16, 19, 21, 22, 29, 32, 51
Betül Çevik 55, 62
Betül Güveli 69
Betül Tekin Güveli 18
Birger Johnsen 41
Bülent Cengiz 24, 27, 31
Bülent İrfanoğlu 31
Bülent Kurt 63
Bülent Oğuz Genç 53, 84
Burçak Bilginer 19
Burçak Özeş 75
Can Özcan 37, 38
Cemile Sencer Demircan 71
Cengiz Tataroğlu 32, 38, 40
Cenk Altunç 65
Cenk Eraslan 36
Ceyla Ataç Uçar 71
Çiğdem Özkara 86
Cömert Şen 51
Cumhur Ertekin 34, 35, 36
D
Damla Çetinkaya 50
Demet Aygün 70, 72
Demet İlhan Algın 68, 73
Deniz Yerlikaya 53
Derya Durusu Emek Savaş 53
Derya Karadeniz 17
Derya Uludüz 16, 18, 39
Devrimsel Harika Ertem 16, 39
Dilek Ataklı 69, 72, 73, 80
Dilek Necioğlu Örken 84
Dürdane Aksoy 55, 62
E
Ebru Nur Vanlı Yavuz 16, 19, 29
Ece Erdağ 29
Elif Kocasoy Orhan 13, 15, 22, 28, 32, 44, 51,
57, 58, 63
Elif Küçükseymen 21
Elif Söylemez 69
Elmas Pektaş 55
Emel Köseoğlu 82, 83
Emel Oğuz Akarsu 13, 22, 28, 41, 57, 58, 67
Emel Ur Özçelik 52
Emine Genç 53
Emine Mercan Sakar 28
Emin Timer 84
Emre Öge 13, 16, 22, 25, 28, 32, 43, 57, 58, 86
Erdem Tüzün 16, 29
Erkan Acar 26, 88
Erkan Tokgöz 49, 75, 76
Eser Lay Ergün 19
Esme Ekizoglu 29
Esme Ekizoğlu 22, 32
Esra Battaloğlu 75
Ethem Murat Arsava 33, 34
Ezgi Tuna Erdogan 67
F
Farid Xasiyev 34
Fatema Yusuf Ahmed 88
Fatih Özdağ 89
Fatih Üzer 14
Fatma Akkoyun Arıkan 34, 36
Fatma Genç 21, 65
Fatma Gökçem Yıldız 24
Fatma Zehra Büyüksoy 65
Ferah Kızılay 58, 77
Ferda Füsun Erdoğan 30
Fettah Eren 83
Feza Deymeer 44, 81
F. Gökçem Yıldız 45
Figen Baydan 85
Figen Güney 84
Figen Söylemezoğlu 19
Figen Yavlal 62
Fikret Aysal 43, 80
Fikret Bademkıran 66
Fikriye Tüter Yılmaz 65
Filiz Azman 25, 26, 70
Filiz Sertdemir 85
F. İrsel Tezer 19
Fulya Başoğlu 52
C
G
Gamze Çelmeli 14
Gazi Yozgatlı 52, 75, 76
Gizem Kızılay 14
Gökçe Kavasoğlu 66, 74
Gönül Akdağ 68, 73
Gönül Vural 23, 61
Görsev G. Yener 53
Gözde Bayer 31
Gözde Öngün 83
Gözde Yeşil 74
Gülay Nurlu 45
Gülay Soykök 55, 62
Gülçin Benbir Şenel 17
Gülfer Atasayar 33, 54
Gülnihal Kutlu 21
Gülsüm Akdeniz 23, 61
Güneş Altıokka Uzun 22, 26, 32, 87
H
Hacer Bozdemir 50
Hacer Durmuş 44, 81
Hafize Nalan Güneş 71, 78
Hakan Akgün 63
Hakan Gürvit 30, 86
Hakan Tekeli 89
Hale Ay 14
Halil Atilla İdrisoğlu 13, 15, 28
Halil Can Alaydın 24, 27
Hande Türker 75
Hasan Hüseyin Ulukan 49, 76
Haşmet Hanağası 30, 63, 86
Hassan Golmohammadzadeh 31
Hatice Ferhan Kömürcü 61
Hatice Kübra Avcı Gülen 60
Hatice Kurucu 18
Hatice Tankisi 41
Hava Özlem Dede 13, 15, 21, 28, 57, 58
Hayal Ergin 17
Hesna Bektaş 23, 61
Hikmet Başmak 68
Hikmet Fırat 78
Hilmi Uysal 14, 37, 38, 58, 59, 77
Hülya Aydın Güngör 62
Hülya Ertaşoğlu Toydemir 50
Hüseyin Canaz 67
Hüseyin Özden Şener 64, 66
Hüseyin Per 30
I
İbrahim Acır 50, 70
İbrahim Alataş 67
İbrahim Aydoğdu 34, 36, 66, 74
İbrahim Başarıcı 77
İbrahim Bora 20, 33
İbrahim Öztura 53
İlay Hilal Kılıç 34, 36
İmran Göker 13
İrem Fatma Uludağ 35
İsa Boztemir 33
Işın Baral Kulaksızoğlu 19
K
Kader Karlı Oğuz 19
Kadir Serkan Orhan 51
Kamil Özdil 41, 67
Kerem Özel 67
Kezban Aslan 50
Kirsten Pugdahl 41
Korhan Baklacı 68
Kubilay Varlı 24
Kübra Mehel Metin 71
Kutluk Bilge Arıkan 31
L
Çağrı Mesut Temuçin 42, 45, 79
Canan Ulusoy 29
Candan Gürses 19, 21, 22, 29, 32
Caner Baydar 78
Lale Mehdikhanova 13, 16, 19, 21, 28, 63
Leyla Baysal Kıraç 16, 21, 29, 36
Leyla Köse 86
-91-
M
Mahir Yusifov 72
M. Barış Baslo 63
Mehlika Panpallı Ateş 27, 56
Mehmet Akif Topçuoğlu 33, 34
Mehmet Barış Baslo 13, 15, 28, 44, 57, 58, 81
Mehmet Eskici 32
Mehmet Fatih Yetkin 82
Mehmet Güney Şenol 89
Mehmet İlker Yön 71
Mehmet Şakir Delil 86
Mehmet Yücel 63, 65, 79
Mehmet Zarifoğlu 54
Mehtap Kocatürk 76
Melike Mut 24
Melike Yıldırım Yıldız 14
Melis Sohtaoğlu Sevindik 16, 39, 86
Meltem Can İke 70, 72
Meral E. Kızıltan 16, 39, 85, 86
Meral Erdemir Kızıltan 17
Meral Mirza 82
Merih Karbay 51
Merve Yatmazoğlu 73
Mesrure Köseoğlu Bitnel 73
Mesude Özerden 26, 80, 87, 88
Metin Mercan 50, 70
Mine Sezgin 51
Mohamed Soliman 88
Muammer Korkmaz 60
Murat Aksu 30
Murat Çabalar 70
Murat Emre 86
Murat Erkoca 89
Murat Kendirci 83
Murat Zinnuroğlu 31
Mustafa Terzi 76
Muzaffer Türkeş Demir 14
N
Nalan Öztürk Küçükşahin 19
Nanna Brix Finnerup 41
Nazire Afşar 62
Necdet Karlı 54
Nedim Ongun 56
Nejat Akalan 19
Nejla Sozer 25
Nejla Sözer 26, 70
Nermin Görkem Şirin 13, 15, 26, 28, 44, 81, 87
Nerses Bebek 19, 21, 22, 29, 32
Neşe Dericioğlu 33, 34
Nesibe Tilek 32, 38
Nesrin Çevik 78
Nesrin Helvacı Yılmaz 43
Nevin Kuloğlu Pazarcı 84
Nihal Güzelay 58, 59, 77
Nihal Işık 62
Nilgün Araç 74
Nilgün Çınar 71
Nilgün Yıldırım 68
Nilüfer Kale 81, 88
Nilüfer Kale İçen 81
Nimet Dörtcan 18, 43
Nuri Onat Demirci 62
Nurten Uzun 42, 43
O
Oğuz Arı 75
Oğuzhan Öz 79
Oğuz Osman Erdinç 68, 73
Okan Cengiz 80
Olcay Tosun Meriç 19, 45
Ömer Özbudak 14
Önder Arslan 66
Onur Akan 13
Orhan Deniz 23, 61
Orhan Sümbül 55, 62
Orhan Yağız 43
Osman İlhan 64
Osman Özgür Yalın 60
Oya Öztürk 39, 44, 69, 72, 73, 85
Özcan Kocatürk 76
Özdem Ertürk 18
Özden Yener Çakmak 49
Özgür Duman 14
Özlem Çokar 18
Özlem Uzunkaya Ethemoğlu 76
Öznur Yıldırım 54
V
P
Yasemin Biçer Gömceli 21, 65
Yasin Abanoz 17
Yasin Pektezel 42, 79
Yavuz Altunkaynak 52
Yavuz Samancı 51
Yeşim Gülen Abanoz 17
Yeşim Kaykı 81, 87
Pınar Gençpınar 14
Pınar Uzun 20
R
Rabia Sedef Üre 49
Recep Aygül 83
Refah Sayın 63
Reyhan Sürmeli 41, 67
Ruken Şimşekoğlu 81
S
Sabahattin Saip 16, 39
Şadiye Gümüşyayla 23, 61
Şahinde Fazilet Hız 28
Şakir Arslan 21
Salim Taner Gözükızıl 80
Sedat Yasin 76
Sefer Ryzayev 64
Seher Naz Yeni 86
Selçuk Yavuz 55
Selim Selçuk Çomoğlu 56
Selin Kaya 88
Selma Sönmez Ergun 74
Sema Saltık 18
Semiha Kurt 55, 62
Semih Alay 65, 69
Semir Mazman 60, 69
Semra Arı 60
Şenay Aydın 84
Şenay Haspolat 14
Serap Saygı 19
Serdar Taşdemir 56
Şeref Demirkaya 60, 63, 65, 69, 79
Şerefnur Öztürk 83
Serkan Uslu 37, 38
Sevda İsmailoğulları 30, 82, 83
Sevil Hüseynova 66
Sevim Baybaş 52, 80
Şevki Şahin 71
Şeyda Bayil 75
Şeyda Çankaya 59
Seyda Erdoğan 51, 64, 66
Sezin Alpaydın Baslo 36, 44, 69, 72, 73
Sibel Karşıdağ 71
Songül Şenadım 72
Süha Yağcıoğlu 37, 38
Sultan Çağırıcı 26
T
Tahir Kurtuluş Yoldaş 71, 78
Timothy Peter Doubell 88
Tuğba Sema Şimşek 28
Tuğba Uyar 81
Tuğrul Artuğ 13
Tunca Nüzket 37, 38
Turgut Adatepe 42, 43, 60
U
Ufuk Atak Dönger 71
Ufuk Emre 60
Ufuk Şener 78
Uğur Çıkrıkçılı 19
Uğur Uygunoğlu 16, 39
Ulviye Yiğit 88
Ümit Hıdır Ulaş 56, 60, 63, 65, 69, 79
Ümmühan Altın 43
Utku Akyıldız 32
-92-
Veysi Demirbilek 18
Vildan Yayla 26, 50, 70
Vıldan Yayla 25
Volkan Solmaz 55
Y
Z
Zafer Özkan 63
Zehra Arıkan 38
Zehra Uysal Kocabaş 77
Zeki Odabaşı 79
Zeliha Matur 16, 67, 86
Zerin Özaydın Aksun 51, 64, 66
Zerrin Karaaslan 30
Zeynep Aydın Özemir 22, 80
Zeynep Özdemir 26, 87, 88
Zeynep Tanrıverdi 36, 84
Zeynep Tosuner 74
-93-

Benzer belgeler