Ekli dosyayı indirmek için tıklayınız.

Transkript

Ekli dosyayı indirmek için tıklayınız.
ve Beyin Fırtınası
P R O F. D R . Ö Z C A N Y E N İ Ç E R İ
Dayatılan Paradigmaların
Temelinde
Bir Türkiye Kurgusu
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
(*)
Giriş
Şair Nedim “Hal kâfir, zülf kâfir, çeşm kâfir el-aman!” der. Ülkenin
bugün içinde bulunduğu zihinsel iklim, Nedim'in tasvir ettiği çıkmazla
birebir örtüşmektedir. Bugünlerde etkili medya aktörleri, siyaset figürleri ve
kendisine aydın sıfatı yüklenenler her anlamda kendi halkına “el aman”
dedirtecek tavırların altına imza atmaktadır. Cumhuriyet tarihi boyunca bu
denli milli kimliğe, milli tarihe, milli benliğe ve varlığa kâfir (yaban) davranış
görülmemiş dense yeridir. Aydının içinden çıktığı halkına, halkının kendi
devletine, siyaset adamlarının kendilerini var eden kimliğine olan yabanlığı
“el insaf ” dedirtecek boyutlara ulaşmıştır.
Binlerce yıllık tarihi olan köklü bir halk, köksüzlük temelinde geleceği
belirsiz (meçhul), rotası felç olmuş (mefluç), istikameti olmayan (münhal)
bir sevdanın peşinden bir çıkmazdan başka bir çıkmaza savrulmaktadır. İşin
en acı yanı geçmişte “açıl susam açıl” masallarıyla avutulmuş olanların
bugünlerde de sanal rüyalarla oyalanmaya rıza gösterir gibi görünmeleridir.
Türkiye gibi üzerinde dünyanın en köklü kültürlerinin yaşadığı bir
ülkenin aydın ve yöneticilerinin durumu daha da vahimdir. Onlar, kendi
kültür ve tarihine yabanlık bakımından ecnebileri dahi geride bırakmışlardır.
Hala ülkenin tepesindeki bürokrat ve aydınların hangi millete mensup
oldukları konusunda tereddüt içinde bocaladıkları görülmektedir.
Medyanın durumu bir başka faciadır. Türkiye medyası Ermeni gerçeğiyle,
Kürt (!) gerçeğiyle, azınlık gerçeğiyle, soykırım (!) gerçeğiyle uğraşmaktan
Türk gerçeğine değinecek fırsat bulamamaktadır. Televizyon
programlarının akıl dağıtan aydınları “yaşasın farklı yanlar”, “yüceltilsin
ayrıntılar” ve “yok olsun aidiyet” zihniyetinin sahipleridir. Türkiye;
entelektüel gündemi güdülen, hatta geleceği çalınan bir ülke
(*)
Niğde Üniversitesi öğretim üyesi. 21. Yüzyıl Dergisi Yayın Kurulu üyesi
[211]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
görünümündedir. Türkmen/Kerkük, Kıbrıs/KKTC, Ermeni/Soykırım,
GB/Cari açık, IMF/Dış borçlar, PKK/Barzani, Türk Dünyası/Türkiye
ilişkileri AB/ABD endeksli olarak adeta vekâleten yürütülmektedir.
Memuruna vereceği ücreti, tarlasına ekeceği ürünü İMF ile konuşan;
insanlarının canına kast eden teröristlerle mücadeleyi ABD'nin inisiyatifine
ihale eden; demokrasisi, insan hakları ve diğer özgürlükleri halkına tanımak
için Avrupa'dan baskı ve yardım dileyen bir zihniyetle bu ülke karşı karşıyadır.
Çaresizlik duygusuna kapılmadan ülkenin ve içinde bulunulan kürenin
şartlarıyla yüzleşmek ve onun daha kapsamlı muhtevasını anlayarak ciddi
değerlendirmeler yapmak gerekir. Giydirilmiş ve yönlendirilmiş sözde
küresel gerçeğin öğretilmiş çaresizliğini aşarak olaylara ve küreye Türk gibi
bakmanın, Türkiye çıkarlarından yola çıkmanın kısacası Türkçe bakmanın
yolu bulunmalıdır. Bunun için de işe, ecnebilerin verdiği “ev ödevlerini yapma” esası üzerine oturan klasik güdümlü paraGiydirilmiş ve yönlendi- digmaları sorgulayarak başlamak gerekir.
rilmiş sözde küresel gerçeğin öğretilmiş çaresizliğini aşarak olaylara ve
küreye Türk gibi bakmanın, Türkiye çıkarlarından yola çıkmanın kısacası Türkçe bakmanın
yolu bulunmalıdır.
Dayatılan Paradigmalar!
Türk gibi(Türkiye çıkarlı) düşünebilmek için; uluslar arası kuruluşların, yabancılaşmış yerlilerin ve kamuflajlı etki ajanlarının zihinlere yerleştirdiği paradigmaları terk etmek gerekir. İthal
edilmiş kargo değerlerin etkisiyle sağlanılmış
olan kontörlü kimlikliliğin önüne geçmenin
başka yolu yoktur. Kendine ait düşünce dünyası
oluşturabilmenin yolu ecnebilerin gösterdiklerini kopya etmekten değil, kendi gerek ve gerçeklerinden hareket eden çalışmalardan geçer. Onun için de evrensel değer adı
altında yutturulmaya çalışılan Avrupa ya da Amerika merkezli (çıkarlı) dogmaların hizmet ettiği amaçları çok iyi okumak gerekir.
Aşağıda maddeler halinde ifade edilenler, gerçekte etki ajanları tarafından yerleştirilmiş olan bir kısım dogmalara karşı verilmiş cevaplardır:
1. Medeniyet hiçbir halkın ya da toplumun tekelinde değildir. Dünya üzerindeki bütün ırklar barbarlığa da uygarlığa da eşit derecede yakındır.
2. Demokrasi, kalkınma ve gelişme ithal edilemez; halklar bunları ancak
kendi dinamikleri üzerinden inşa edebilirler. Kalkınma ve gelişme her halkın
kendi gerek ve gerçek dinamikleri üzerinden ancak kendisi tarafından
üretilebilir.
[212]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
3. Toplumlar, uygarlık hedeflerine götüren merdivenleri kendi ayaklarıyla çıkmak zorundadırlar. Başkalarının sırtında bir yerlere yükselmeye
çalışanlar onların ayakları çökünce ayak altında kalırlar.
4. Bilmek, hâkim olmak; tanımak da yenmektir. Hem kendi hem de karşıt çıkar imkân ve yetenekler yeterince tanınmadan isabetli bir strateji üretilemez.
5. Başarı doğruların içindeki yanlışları azaltarak ya da yanlışların içindeki
doğruların etkinliğini artırarak sağlanabilir. Sosyal olayların gözü kapalı peşinden gidilecek mutlak doğruları yoktur.
6. Dünyanın en zengin doğal kaynaklarına sahip ülkeler bu zenginliklerine uygun bir gelişmişlik ve kalkınmışlık içinde değillerdir. Dünyanın
en gelişmiş ülkeleri de genellikle doğal kaynak bakımından yoksul ülkelerdir.
Kalkınmanın kaynağı doğal kaynak zenginliği değil, insan kaynaklarının
kalitesidir.
7. Yeniçağ; ülke ve toprak fatihlerinin değil;
Toplumlar, uygarlık heinsan ve toplum fatihlerinin çağı olacaktır.
deflerine götüren merdi8. Hangi araçla nereye gidildiğinden daha
venleri kendi ayaklarıyla
çok gidilen istikamet önemlidir.
"Batı"lılar diyorsa o halde doğrudur' mantı- çıkmak zorundadırlar.
ğı içinde zihinlere manipülasyon amaçlı olarak Başkalarının sırtında bir
yerleştirilmiş bu paradigmaların çoğu kez tartı- yerlere yükselmeye çalışılması bile gereksiz görülmüştür. Bu paradig- şanlar onların ayakları
maların hiçbir şekilde gerçeğin tamamını yansıtmadığı bilinmektedir. Aslında milli zihinlere çökünce ayak altında
musallat olan bu paradigmalar özgür düşünce- kalırlar.
nin önündeki en büyük engellerdir. Bu nedenle
sözü edilen paradigmaların ciddî bir eleştiriden geçirilmesi gerekmektedir.
Bunlardan bazılarına aşağıda kısaca temas edilmiştir.
İnsanlar eşit(tir) = değildir
“Evrensel” ya da “dinsel” metinlerde insanların bir ve “eşit” olduğu
yazılmasına rağmen; tarihin hiçbir döneminde insanlar eşit muameleye tâbi
tutulmamışlardır. Renginden, ideolojisinden, ırkından, milliyetinden ya da
sınıfından dolayı acı çekmeyen insan topluluğu yoktur. İnsanlara sürekli
ayrımcılık yapılmıştır, hala yapılmaktadır, bundan sonra da yapılmayacağına
yönelik herhangi bir işaret yoktur.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[213]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
Hak haklı olanın(dır) değildir!
Tarihin her döneminde insanları hukuk, inanç ya da hakları değil, daha
çok güçleri korumuştur. Güç bütün çağların belirleyicisi olmuştur. Halkın,
hakkın ve hukukun egemenliğini savunmak doğrudur ama bunu yapabilmek için her şeyden önce güçlü
olmak gerekir. Hemen hemen
her egemen gücün kendi ahlâk
anlayışını yaratmasına karşın, her
ahlâk anlayışı kendi gücünü yaratamamıştır. Zayıf ve güçsüz durumdayken savunulan “hak,
güçlünün değil; hak, haklının
olmalıdır” ilkesini dillendirenlerin hâkimiyeti ele geçirince ilkelerine ihanet ettiklerini tarih söylemektedir.
Sömürü ve savaşın aracı olarak kullanılmayan hiç bir insanî,
ahlâkî ve manevî kavram yoktur.
Yüzyıllar boyunca insanlık değerleri Sezar'ın(Kralın) elinde başka, Spartaküs'ün(kölenin) dilinde ise daha farklı anlam kazanmıştır. Dün olduğu gibi
bugün ve yarın da egemen olanın standardıyla ezilenlerin standardı hep
farklı olacaktır.
Toplumların geçirdikleri insanî, moral ve manevî aşamalar bakımından
birbirlerinden pek de bir farkı yoktur. Milletlerin yapısal olarak birbirlerine
olan üstünlüklerinden değil sahip oldukları tarihi, coğrafî ve manevî avantajlarıyla, insanlarının iyi motive edilmiş olup olmamalarından söz edilebilir.
Batı Herşey! Her şey de Batı'(dır) da değildir!
Gerçekte Doğu ve Batı diye bir şey yoktur. Medeniyeti coğrafyalar değil
insanlar yaratır. Batı'nın tekelinde tuttuğu ve hegemonya aracı olarak
kullandığı uygarlık gerçekte bütün insanlığın ortak malıdır. Batı doğunun
devamı, doğu da batının uzantısıdır.
Batı, coğrafi ve insani değerlerle yüklü bir kavram olarak değil daha çok
ideolojik bir kavram olarak fikir pazarında icrayı sanat etmektedir.
Dünyanın batılılaşmasıyla ile birlikte yaşam tarzları birörnekleşmiş, düş gücü standartlaşmış, kültürün yerini de kalkınma almıştır. Batı'nın uyguladığı
[214]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
ve yaygınlaştırdığı ekonomi-politik, “dinler dışı bir din” haline gelerek sınırsız üretim, başarı ve tüketim hırsı bütün dünyaya pompalanıyor; evrensellik
adına insanların yüzyıllardır edindikleri kültürel kimlikler yok ediliyor; gerçek anlamda “çoğul insanlık arayışı” giderek totaliterleşen Batı yüzenden
tehlikeye giriyor.1
Şurası çok açıktır ki, tarih boyunca kendisini ileri ve medenî ilân eden
Batılı toplumlar; bu kavramları kendilerinden daha geri olan toplumları egemenlikleri altına almanın meşru bir aracı olarak kullanmışlardır. Nitekim
teknolojik gücü elinde bulunduran halklar; medenîlerin barbarlara, yerleşiklerin göçebelere ya da zenginlerin yoksullara hükmetme gibi bir haklarının olduğuna güçsüz toplumları da ikna etmişlerdir. Bu nedenle insanların büyük çoğunluğu; bugün de efendinin köleyi, zenginin yoksulu, gelişmişin geri kalmışı, yüksek teknolojiye sahip olanın olmayanı ezmesine tepkisiz
kalmaktadır.
Artık ne Batı her şeydir ne de her şey Batı'dadır. Tam tersine ulusların
geleceğini, Batı'-nın dayatmalarına karşı koyma yetenekleri belirleyecektir.
İdeolojilerin ve Tarihin Sonuna Gelinm(em)iştir
Efendilik, kölelik, diktatörlük, katliam, savaş gibi olgular tarihin
çöplüğüne atılmış kavramlar değildir. Eşitsizliğin her türü, daha acımasız bir
biçimde farklı kavram ve görüntüler altında küresel dünyada varlığını sürdürmektedir. 19 yüzyıldan daha çok 21 yüzyılda eşitlik, özgürlük ya da kardeşliğe ihtiyaç vardır. İdeolojilerin ve Tarihin sonu gelmemiştir aksine tarih
yeni başlıyor!
AB “Medeniyet Projesi(dir)değildir”
AB, bir “Medeniyet Projesi” değildir. Ekonomik ve siyasî çıkarlar projesi olup aksine Türkiye söz konusu olduğunda da, daha çok medeniyet bitirici
bir proje niteliğindedir. AB medeniyet projesinden daha çok Vatikan projesidir. Üstelik bin yüz yıllık emperyalist gelenek Avrupa ülkelerinin siyasal ve
sosyal genlerine yerleşmiştir. “Kırk yıllık Yani olur mu Kani?” sözü Türk
atasözüdür.
AB Olmadan Türkiye O(lamaz)lur!
Türkiye diye bir ülke varsa batıya rağmen var olmuştur. Türkiye ile Batı'nın ilişkileri işbirliği temelinde değil, sürekli çatışma temelinde şekillenmiştir.
1
Serge Latouche, Dünyanın Batılılaşması, Ayrıntı Yayınları,. İstanbul, 1993, s.,154.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[215]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
AB'nin “müzakere süreci” sopasını kullanarak Türkiye'yi daha demokratik, özgür ve modern kılacaklarını sananlar hem Avrupa hem de Türk tarihine yabancı olanlardır.
Egemenlik Uluslar arası Kuruluşlara Devredile(bilir)mez!
Hiçbir millet kendi bağımsızlık, egemenlik, çıkar ve varlığını başkalarının adalet, hakkaniyet ve merhamet duygusuna emanet edemez. Halkların,
bağımsız ve egemen olma haklarını kendi güçlerinden değil de uluslar arası
meşruiyetten ya da uluslar arası kurumlardan beklemeleri “Godot'u beklemek”ten çok da farklı değildir.
Türkiye diye bir ülke
varsa batıya rağmen var
olmuştur. Türkiye ile Batı'nın ilişkileri işbirliği
temelinde değil, sürekli
çatışma temelinde
şekillenmiştir.
İnsan Hakları İnsanlar İçin(dir)
Değil Beyaz Batılılar İçindir!
BM, İsrail'in katliam ve saldırılarını önleyememekte daha doğrusu önlemek istememektedir. Serebrenica'da binlerce Boşnak, uluslar arası koruma altına alınmış bir bölgede BM'nin ve
bütün dünyanın gözleri önünde katledilmiştir.
Bosna'nın tamamında ise yarım milyona yakın
Müslüman'ın yok edilmesine AB adlı “medenî
milletler” topluluğu göz yummuştur. Hollanda,
Sırpların Serebrenica katliamını seyreden askerlerine ödül vermiştir. 21.
Yüzyılda ABD'nin denetimi altında Irak'ta öldürülen onca insan, Ruanda'da
Tutsi ve Hutuların birbirlerinden bir milyon insanı yok etmesini seyretmekle
kalmayan aynı zamanda örgütleyen Fransa'nın İnsan Hakla-rından söz etmesinin bir anlamı olabilir mi? Olan biten karşısında BM seyirci, AİHM ortada yok, AB ise sessiz kalmaktadır!
İnsan Hakları paradigmasından hâkim güçlerin ne anladığını daha somut olgularla ifade etmek gerekmektedir. Öncelikle dürüst olmak gerekir,
bu konuda büyük ilerlemeler sağlanmıştır. Ancak hala bu dünya; bir Arap'ın
bir İsrailli'ye, bir Müslüman'ın bir Hıristiyan'a ya da bir sıradan dünyalının
bir Amerikalıya eşit kabul edilmediği bir dünyadır. Bu durumda kâğıt üzerindeki insanların eşitliğinden ya da insanların haklarından bahsetmek de
çok da anlamlı değildir.
İnsan Hakları, bugün üzülerek kaydetmek gerekir ki, küresel
güç sahiplerinin ayıplarını kapamakta kullandıkları incir yaprağıdır.
Küresel güç sahipleri her türlü insanî ve ahlâkî değeri, meşruiyetlerini olumlu kılacak şekilde değiştirip, dönüştürebilmektedir.
[216]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
Yeni Tür Emperyalizm Gerekli(dir) Değildir!
İnsan haklarının emperyalizmin aracı olarak nasıl kullanıldığını da Tony
Blair'in dış politika danışmanı Robert Cooper'ın yazdıklarında görmek
mümkündür. O, şunları söylüyor: “Modern dünyada, yeni bir tür emperyalizm gereklidir. Ama bu insan hakları ve çokulusluluk değerleri ile
uyumlu bir emperyalizm” olmalıdır.
Gerçekte ise emperyalizmin varlığı; insan haklarının yokluğu demektir.
İnsan haklarını emperyalizmin aracı olarak değerlendirenler onu kullananlardır. Bu anlayış dünyadaki işgalleri ve savaşları açıklar niteliktedir. İnsan
haklarından en fazla söz eden ülkelerin başında gelen ABD'nin ya da diğer
güçlü ülkelerin insan haklarından ne anladığını yaptıklarından bir kaçını
hatırlatmak ortaya çıkaracaktır.
-ABD, bugün hukuka uygun işkence tanımı yapmaktadır. Cenevre Sözleşmesinin ortak 3. Maddesine göre teröristlerle mücadelede devlet dışı tarafa tanınan hakları teröristlere tanımamak için “YASA DIŞI SAVAŞCI”
kavramını icat etmiştir.
- ABD hükümetinin talimatıyla CIA uçaklarında sanıklara yapılan insanlık dışı muameleler için “ABD sınırları dışında oluyor” diyerek HUKUK
DENETİMİnin dışına çıkarmıştır.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[217]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
- İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarda duvar çekme, yakma, yıkma ve
yok etmeye karşın ABD'nin BM de takındığı tavır ortadadır.
- Çin'in Doğu Türkistan'da Uygur Türklerine, AB üyesi Yunanistan'ın
Batı Trakya Türklerine uygun gördüğü muamele insan haklarının insanın
değil de güçlünün hakları haline geldiğini göstermektedir.
-Almanya'da yapılan vicdan testi uygulamaları ya da orada çalışan Türklerin çocuklarına ana diliyle konuşmayı okul bahçelerinde dahi yasaklayanların insan hakları söylemlerinin hangi anlamı olabilir?
İnsan hakları bugün güçlülerin güçsüz ülkelerin ve kaynaklarının üzerinde tahakkümlerini meşrulaştırma aracı olarak kullanılmaktadır. Bütün
bunların nedeni her şeyde aklı ölçü olarak alan, hesaba, çıkara ve maddeye
dayanan seküler bir medeniyet anlayışıdır.
AB ve ABD “Tanrı Devleti(dir) Değildir
Barış ve Tanrısal bir gelecek için “Yeni
İnsan hakları bugün güç- Dünya Düzeni”, “Büyük Orta-doğu Projesi”,
lülerin güçsüz ülkelerin “Medeniyetler Çatışması” ya da “İttifak” söyve kaynaklarının üzerin- lemleri yetmiyor. Adalet Divanları, ilâhî divanlar
değildir, aksine AİHM ya da BM adaletsizlik ve
de tahakkümlerini meş- haksızlığın kaynağı olabilmektedir. Sanıldığı gibi
rulaştırma aracı olarak
AB “medeniyet projesi”, ABD de Tanrı Devleti
kullanılmaktadır. Bütün değildir!
Gerçeği sloganlar, dogmalar ve ideolojilerbunların nedeni her şeyde aklı ölçü olarak alan, de değil; uygulamalarda aramak gerekir. Güzel
söz ve öğretilerin büyüsüne kapılmak yerine,
hesaba, çıkara ve madde- olguların arka plânını anlamaya çalışmak gereye dayanan seküler bir
kir. Çıktısı kötü olan bir öğretinin girdilerinde de
yanlışlık
ya da bozukluk olduğu düşünülmelidir.
medeniyet anlayışıdır.
Kurt kanunlarının geçerli olduğu bir dünyada, Türkiye nesillerini kuzu olarak yetiştiremez. Zayıf halkların demokrasi, özgürlük, hukuk, barış, kardeşlik ve insan haklarına sarılmaları yetmez;
bunu kendi elleriyle gerçekleştirecek irade ve güce de sahip olmaları gerekir.
Soğuk Savaş Döneminin Paradigmalarından Kurtulmak!
Dün öldü. Ancak insanlar kolay kolay dünü dünde bırakamamaktadır.
Randall'ın ünlü eserinin adını kullanarak söyleyelim dünden bugüne intikal
eden “Bizi Biz Yapan Hikâyeler” vardır. Onlar hayatın içindedir ve bizimle
[218]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
yaşamaktadır. Yalnız dünümüzü değil, bugünümüzü ve yarınımızı da etkilemektedirler. Kimler daha çabuk soğuk savaşın paradigma ve prangalarından
kurtulursa küresel yarışta bir adım daha öne geçmektedir.
Ancak soğuk savaşın sona ermesi, çıkar savaşlarının da sona erdiği anlamına gelmemektedir. Aksine soğuk savaş sonrası çıkar çelişkileri artarak devam etmektedir.
Soğuk savaş döneminin dünyası ideolojilerin dünyasıydı. Bu dünya seküler hiyerarşilerin, inanç kesinliğinin ve geleceğin önceden belirlenebilirliğinin dünyasıydı. İyisi kötüsü; dostu düşmanı; ne yapılacağı ya da yapılmayacağı yüzde yüz belli olan bir dünyaydı. Bugünün
küresel dünyası kavramların Araf dünyasıdır. Soğuk savaşın sona erBurada ne dost belli ne de düşman, gerçeklerle mesi, çıkar savaşlarının
yalanları birbirinden ayırt etmeye yarayan sınır- da sona erdiği anlamına
lar ortadan kalkmıştır. Milletler birbirinin içerisine girerek karışmış, cinsiyetler hem farklılaş- gelmemektedir. Aksine
mış hem de yumuşamış, inançlar ve çıkarlar soğuk savaş sonrası çıkar
hem anlam kaybı-na uğramış hem de birbirine çelişkileri artarak devam
karışmıştır.
etmektedir.
Küresel anlam ve kavram dünyasında bunca
karışıklıktan sonra soğuk savaş dönemine özgü düşüncelerle var olmaya çalışanlar kaybetmeye mahkûmdur. Küresel dünyada ideolojik farklılıklar artık sol ve sağ tanımları içinde değil, siyasîlerin hiçbir biçimde kontrol edemedikleri bir güç olarak küreselleşmenin çeşitli göstergelerini nasıl yönettiklerine, bunlara karşı nasıl direndiklerine ya da bunları nasıl desteklediklerine
göre belirlenmektedir.
21.Yüzyılın dünyası halkları, çıkarları ve kavramları birbirinden ayıran
demirperdelerin olmadığı bir dünyadır. Bireyleri bağımlı kılan ideolojik
prangalar artık yok. İdeolojilerin çatışması da biçim değiştirmiştir. Geleneksel gidiş sona ermiştir. Sona ermeyen gerçek milletlerin çıkarlarının çatışmaya devam etmesidir. Çıkar çelişkileri sürdükçe şu veya bu ölçüde çatışmalar da sürecektir. Ancak yeni çatışmalar daha çok kültürlerin, değerlerin
ve hikâyelerin çatışması şeklinde gerçekleşmektedir. Şeffaflık, demokratikleşme, insan hakları, sivil toplum, bilginin ve düşüncelerin hızla yayılma
eğilimi, internetin sunduğu müthiş özgürlük yeni mücadelenin etkin aktörleridir.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[219]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
Bu bağlamda ayrışmaların, kinlerin, karşılıklı birbirini yok etme stratejilerinin dünyasının geride kaldığı söylenebilir. Çağdaş dünya sentezlerin,
barışın ve birlikte iş yapanın daha büyük imkânlar sunduğu bir dünyadır.
“Küreselleşme süreci, kadim üstünlük varsayımlarını, ırk ve kültür stereo2
tiplerini, gözle görülür biçimde parçalamaktadır”. Yenidünyanın figüranı
değil aktörleri, yeni kurallara göre oyun kurabilenler olacaktır.
Soğuk savaş döneminde milli devlet yöneticileri milletlerine yönelik
değil, ideolojilere yönelik stratejiler ürettiler. Küresel dünyanın siyasetçileri
yerel mücadele etseler bile ekonomilerini ulusal değil küresel bir mücadeleye
hazır hale getirmeleri gerekecektir.
Dünyaya Türkiye'den Bakmak Zorunluluktur
Yabanın yönlendirmeleri ya da desteğiyle yapılan tarih, inanç, sosyal ve
kimlikle ilgili değerlendirmeler gerçeklere değil; ancak yaban amaçlara hizmet eder. Yapılan her çalışmanın bir kimliği ve dolayısıyla da bir amacı vardır. Bu bakımdan hangi amaca hizmet ettiği belli ol(may)an değerlendirmeler Türk Milleti yönünden meçhul olmaya devam eder. Faili meçhul bir
saldırıya kurban gitmek istemeyenlerin “yattığı toprak” ile “tuttuğu bayrak belli” olmalıdır. Onun için gerçekleri içinden çıktığı mekâna dayanmayan bir tasarı kabul edilemez!
2
Wıllıam Greıder, Tek Dünya, İmge Yayınları, Ankara, 2003, s.,22
[220]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
Tarihine yabancı, toprağa yabancı, diline yabancı ve nihayet inancına
yabancı olan bir bakışın yabancıların çıkarına hizmet ettiği açıktır. Kendi
gerek ve gerçekleri üzerine oturmayan bir düşünce kavrayıcı ve kapsayıcı
olamaz. Coğrafyası, halkı ve tarihiyle kendisine has özellikler arz eden ülkelerin kültürleri ya da sorunları ancak kendi dinamikleri üzerinden hareket
edilerek kavranılabilir. Üzerine basılan toprağı, hedef alınan halkı ya da ulusal/yerel kültürü hesaba katmadan yapılan bir çözümlemenin ya da müzakerenin kendisi sorundur. Onun için olgular Türkiye'ye, sorunlarına, geleceğine, bölgesine ve ilişkilerine etkisi yönünden ele alınmalıdır. Bu bakımdan
olaylar ancak kendisini üreten dinamiklerden hareketle kavranabilir. Mademki tarih, zaman, toplum, çevre, gelenek, kural ve mekân; milleti ve kimliğini yaratmaktadır; o halde milletin çıkarlarını da orada aramak gerekir.
Değer, mekân ve zaman-dan kopuş yabancılaşma demektir. Türkiyeli aydınların üzerine basılan mekâna ölü, sabit, hareketsiz ve bağımlı değişken
muamelesi yapması ihanet ölçüsünde yanlıştır. Tarih ancak mekân üzerinden yazılır. Yani Gümüşhane'yi ne Brüksel'den anlamak ne de oradan kurtarmak mümkündür.
Her analiz, yaklaşım ve öngörünün bir gerek ya da gerçeği vardır.
Türkiye'yi ve Türkiye'nin çıkarını esas alan ya da önceleyen çalışmaların gerçekte tek bir anlamı vardır; o da ulusal stratejik çıkara hizmet etmektir. Ulusal çıkarlar hayatî önem taşıdığından her şeyden önceliklidir. Ulusal çıkarlarını koruyamayan bir ülkenin varlığı tehlike altına girmiş olur.
Bu bağlamda Soros ya da sayısız küresel proje sahiplerinin amaçlarına
hizmet edenlerin çalışmalarda hangi bilimsel yöntemi kullandıklarının bir
önemi yoktur. Yıkıcılık, ayırıcılık ve bölücülük için bilimsel gerekçe üretmek Türkiye'nin önceliği değildir.
AB ve ABD çıkarlarının aracı olarak evrensel değerlere ya da doğrulara
hizmet ettiğini sananlar fena halde yanılanlardır. Millinin ya da yerelin karşısına sözde bir dünya vatandaşı gibi evrenseli koyanlar ne millinin ne de
evrenselin farkında olmayanlardır. Aslında milli ve evrensel birbirlerinin
karşıtı değil, devamıdır. Her ikisi de birbirini tamamlar. Bilinmelidir ki milli
yoksa evrensel de yoktur. Mimar Sinan ya da Mevlâna hem milli gurur kaynağıdır hem de Evrenseldir.
Yanlış yerde doğruyu aramak!
Yalnızca AB/IMF/ABD ile olan ilişkiler dikkate alındığında Türkiye'nin geleceğini şekillendirecek oluşumlardaki bütün rollerden yavaş yavaş
Türk halkının iradesinin dışlandığı görülür. Bugün Türkiye'nin AB'ye üyeli21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[221]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
ğine Fransa halkı, Türkiye'nin hangi ülkeye hangi tarifeyle ne kadar mal satacağına karar mekanizmasının içinde Türkiye'nin bulunmadığı AB'nin Gümrük Birliği oligarkları ve nihayet bütçeden memura ya da yatırıma ne kadar
para ayrılacağı konusuna İMF'nin bürokratları karar vermektedir ya da verecektir. Türkiye; bir ülkenin topraklarına el konulmadan geleceğine el konulabileceğini gösteren tipik bir örnek haline dönüşmüştür.
Küresel gelişmeler, günümüzde bir ülkenin topraklarına el koymayı
hem zor, hem de gereksiz kılmıştır. Aslında bir halkın düşünce, davranış ve
inançlarını etkileyen araçlara el koymanın ürettiği sonuçlar, topraklarına el
koymanın üreteceği sonuçlardan çok daha etkilidir. İdrak zaptı toprak zaptından daha kalıcı katma değerler üretir. “Ermeni Soykırım” iddiaları konusunda dışarıdakiler-den daha çok içerdekilerle uğraşmak zorunda kalınması bunun sonucudur. Türkiye'de ekonomi, siyaset, kültür, gösteri ve medya kullanılarak halkın, kendini ve kendine ait olanları korumaya kalkması ya
da savunması dahi engellenmektedir.
Bilindiği gibi, moda, gösteri, film, bilgi, iletiBir halkın düşünce, dav- şim, medya, teknoloji, ulaşım araçları kimin
ranış ve inançlarını etki- elindeyse halkları ikna etme imkânları da onun
leyen araçlara el koyma- tekelindedir. Arzın fizikî kaynaklarına el koymanın yolunun, üzerinde yaşayan insanları ikna
nın ürettiği sonuçlar,
etmekten geçtiğini keşfedenler bu araçları kitletopraklarına el koymanın leri yönlendirmekte kullanmaya başlamışlardır.
Güç odaklarının milli kültür, milli çıkar ve düüreteceği sonuçlardan
çok daha etkilidir. İdrak şüncenin yerine melez bir kültür ve çıkar karışımını ikame etmeye çalışması bu yüzdendir. Bu
zaptı toprak zaptından amaçla
kargo ile dışarıdan taşınan kültür unsurdaha kalıcı katma değer- ları devreye sokularak yarı bir yerel kültür ve çıler üretir.
kar malgaması oluşturulmak-tadır. Amaç ülkede "çıkarımız çıka-rınızdır" diyen bir elit sınıf
yaratmaktır! Bu amaçla sürekli Türkiye'ye dışarıdan üslûp, strateji ve uygulayıcı ithal edilmekte ve bunlar rafine edilip ilgili mahfillerce tüketilmesi için
servis yapılmaktadır.
AB'nin ve ABD'nin bölgeye yönelik fonları da bu amaç için kullanılmaktadır. Bu bağlamda halkın perspektif ve duyguları medyatik piyasa tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Çünkü onlar piyasaya hâkim olanların halka da hâkim olabileceğini düşünmektedir. Onun için halkın elinden tarihini,
kültürünü, geleneklerini ve inançlarını çalmak için akla gelen ya da gelmeyen
her şeyi yapmaktadırlar.
[222]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
“Gerçeklerinizle yüzleşin”, “tarihinizle yüzleşin” dayatmalarının altında
bir dilin ve kültürün musalla taşına yatırılması istekleri vardır. Zira “tarihini,
dilini ve topyekün milli kültür hazinelerini musalla taşı üstüne yatıran bir
millet için bu gök kubbenin altında beka ve devam diye bir şey düşünü3
lemez” . Bir halkı ya-bancı telkin ve etkinliğine açık hale getirebilmek için
öncelikle onun tarihi, dili, gelenekleri, inançları, kimliği ve kültürünün örselenmesi yani kuşkulu hale getirilmesi gerekir. Bu bakımdan o ülkenin kültüründeki misyonerlere, etki ajanlarına, yabancılaşmaya, sömürgeleşmeye karşı olan savunma kodlarının bir bir kırılması gerekmektedir. Bugün Türkiye'de yapılan da budur. “Tarihle yüzleşmek” adı altında Anadolu'yu Türk hâkimiyeti altına sokan tarih; Türk halkının bizzat kendisine mahkûm ettirilmeye çalışılmaktadır. Sözde dinler arasında kurulan diyaloglar da Müslüman
kitlelerin kafalarında inanç karmaşası meydana getirmeye yöneliktir.
Azınlık, mezhep ve etnisite üzerinde yapılan onca çalışmanın amacı da aidiyetleri azalmış, kont- Tarihini, dilini ve topyerol edilebilir guruplara dönüşmüş Türkiye'yi ya- kün milli kültür hazineleratmaktır.
rini musalla taşı üstüne
Böylece yerli ile yabancı, sömüren ile sömüyatıran bir millet için bu
rülen, Müslüman ile Hıristiyan arasındaki düşünce ve inanç farklılıklarının yok edileceği dü- gök kubbenin altında
şünülmektedir. Halkın “Müslüman mahallesin- beka ve devam diye bir
de salyangoz satmak” dediği çelişkiyi yok etme- şey düşünülemez
nin yolu buradan geçmektedir.
Kabul etmek gerekir ki, ecnebilerin bu konulardaki etkin yatırımlarının
sonuçları göz kamaştırıcı olmuştur. Ecnebi çıkarlarını namusunu savunuyor
gibi savunan medya, finans ve akademik mahfillerin etkinliği, bunun kanıtıdır. Son zamanlarda yerli malı kullanmanın ne denli yanlış olduğunu anlatan makaleler, kapitülasyonların kalkınma ve gelişmedeki yerini konu alan
bilimsel (!) çalışmalar, bağımsızlığın kötü yönetim ve diktatörlük anlamına
geldiğini savunan kitaplar, Türkçe şarkı söylemenin ne denli “geri kafalılık”
olduğunu haykıran kültürel ve sanatsal (!) faaliyetler; yapılmak istenilenler
konusunda yeterli fikir verir niteliktedir.
Olaylara Türkçe Bakmanın Gereği!
Bütün olup bitenler olaylara öncelikle Türkiye'nin kendi çıkar ve değer3
Samiha Ayverdi, “Bir Beyannamenin Düşündürdükleri”, Kubbealtı Akademi Mecmuası,
Yıl:1, Sayı:1, 1 Ocak 1972, s.26.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[223]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
leriyle bakmasının ne denli zorunluluk olduğunu ortaya koymaktadır. Birey
ya da toplumların kendi değer ve kavramlarıyla dünyaya bakmaları başkaları
tarafından kullanılma ihtimallerini en aza indirir. Doğal olan herkesin kendi
çıkar ve diliyle kendini ifade etmesidir.
Türkçe bakmak; oyunu kurallarına göre oynamak değil, oyunun kurallarını koymaktır. Kendi mukadderatı hakkında ancak kendisinin karar vermeye yetkili olduğunu düşünenler kendi dilleriyle konuşurlar. Gözlerini kapayıp, vazifesini yapanların ya da görevlerinin “yap denileni yapmak; yapma
denileni de yapmamak” olduğuna inananların hangi dili konuştuklarının
çok da önemi yoktur.
Yalın anlamda Almanların Almancaya, Fransızların Fransızcaya, İngilizlerin İngilizceye yükledikleri anlamı ve gösterdikleri hassasiyeti Türklerin de
Türkçeye göstermeleri halinde sorun halledilmiş olacaktır. “Alman Dilini
Koruma Derneği, İngilizce sloganlarda ısrar edenlere, Almancayı “bir şempanze dili”ne dönüştürdükleri gerekçesiyle her
Türkçe bakmak; oyunu yıl “Dil Bozma Ödülleri” veriyor.../… “İngilizce istilâsı”nı “soykırıma eşdeğer bir suç” olakurallarına göre oynarak tanımlayan Fransız dilbilimci Paul Guth, Pamak değil, oyunun
ris sokaklarındaki İngilizce yazıları, Nazi işgal
kurallarını koymaktır.
dönemindeki Almanca yazılardan bile fazla olduğu kanısında. Fransa'da çıkarılan bir yasayla
medyada, tabelâların, şirket anlaşmalarında, faturalarda, iş ilânlarında Fransızca kullanma zorunluluğu getirildi.4
Bizim o kadar ileri gitmemize gerek yoktur. Türkçenin bu kadarına
ihtiyacı olduğu söylenemez. Türkçe binlerce yıllık tarihinde onlarca kez
ihanete uğramış ama hepsinden de başarıyla çıkmasını becermiş bir bilincin
adıdır. Dahası dil yasayla değil bilinçle, sevgiyle ve yürekle korunur.
Diğer yandan dünyayı, gelişmeleri ve uluslar arası ilişkileri algılamak için
olayları Türkçe değerlendirmek şarttır. Türkler için Türkçe kimliktir; kimlik
de çıkar. Türkçe anlam ortaklığı kadar çıkar ortaklığına da işaret eder. Daha
önemli olanı da ulusal çıkarların ancak ulusal kimlikle var olmasıdır. Kimliğiniz belli değilse çıkarınızın ne olduğu da belli değildir. Türkçe bu anlamda
her şeyden önce, ulusal birliğin cazibe merkezi, aidiyetin yakıtı ve milli
idealin adıdır. Türkçe konuşmak birlik, Türkçe düşünmek aidiyet, Türkçeyi
yaygınlaştırmak ideal yaratır.
4
Can Dündar, 21.12.2006 Tarihli Milliyet Gazetesindeki “Evet Kenan Doğul Bir Eski Kafalıyız
Biraz” Başlıklı Yazısından.
[224]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
Türkçe bakmak; Türk gibi bakmak demektir. Türk gibi bakmak da çağı
yorumlarken içinde bulunulan zamandan ve üzerinde durulan mekândan
kopmadan geçmişle gelecek arasında köprü kurmaktır. Türkçe bakmak;
Göktürk Ata'nın vasiyeti ile Atatürk arasındaki bağlantının farkın varmaktır.
Yalnız aşağıdaki vasiyetin zihinsel sindirimi iyi yapılırsa, nesillere yönelik yapılan psikolojik operasyonlara karşı antibiyotik etki gösterebilir.
“Çin milletinin sözü tatlı, ipeği yumuşak imiş. Tatlı sözü, yumuşak ipeği ile kandırarak uzak milletleri ancak yaklaştırırmış. Yakına
konduktan sonra da fitne bilgisini onlara tatbik edermiş. İyi ve bilgili
kişiyi, iyi ve kahraman kişiyi kandıramazmış. Fakat bir kişi yanılıp
da(sözüne kansa) soyunu, milletini beşiğine kadar koymaz, yok edermiş.
(Çin'in) tatlı sözüne, yumuşak ipeğine Türkçe bakmak; Türk gibi bakmak demektir.
kanan çok Türk Milleti öldü.
Metindeki düşmanın adı değiştirilip; ipeğin Türk gibi bakmak da
yerine de euro fonları konulduğunda bugün vu- çağı yorumlarken içinde
ku bulan birçok olgu açıklanabilir niteliktedir. bulunulan zamandan ve
Türk atalar “helâl süt” emmiş, “iyi ve bilgili kişi
üzerinde durulan mekânkandırılamaz” diyor; çağlar ötesi tespit.
Atatürk; Türk Gençliği'ne ihtiyaç duyduğu dan kopmadan geçmişle
kudretin, Çin'de maçinde; AB'de ABD'de değil, gelecek arasında köprü
kendi gayret ve çalışmasında saklı olduğunu kurmaktır.
söylemiyor mu?
Bu bakımdan Türkiye'yi ve Türk milletini doğrudan ilgilendiren olaylar
söz konusu olduğunda, bu olaylara Türkçe bakmayı terk ederek, tarafsız ve
ilgisiz bir Dünya vatandaşı edasıyla değerlendirmek; ecnebilerin yürüttükleri psikolojik operasyonların başarısını gösterir. Olup/bitene Türkiye'den,
Türkçe olarak milli duyarlılık ekseninde, kendi gerek ve gerçeklerinden hareket eden yaklaşımlar doğal ve esastır. Bölgede, ülkede ya da dünyada meydana gelen olayları Türk Dünyası merkezli ve Türkiye çıkarlı değerlendirebilmek; yön tayin edebilmek ve tedbir üretebilmek bakımından da önemlidir. Ancak bilgi ve iletişim kaynaklarının büyük ölçüde küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda denetlenmesi ve yönlendirilmesi, olayların Türkçe
okunabilmesini güçleştirmektedir. Kabul etmek gerekir ki hemen hemen
bütün girdiler küresel güçlerin tekelindedir. Onlar da sözü edilen girdileri
kendi çıkarlarını maksimize edecek şekilde yönlendirmektedir. Tedavüldeki
bilgilerin sağlıklı ve gerçekçi olup/ olmadığı konusunda şüphe duymak için
yeterli nedenler vardır.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[225]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
Bu bakımdan milli çıkar esaslı analiz ve stratejilerin başarısı; büyük ölçüde bilginin Türkiye kaynaklı olarak üretilmesi, denetlenmesi, paylaştırılması
ve yönetilmesine bağlıdır. Yaban çıkar ve değerlerle yüklü olarak piyasaya
sürülen bilgileri de bir madeni cürufundan ayırır gibi özel bir muameleye
tabi tutmak gerekir.
Türkiye Çıkarlı Düşüncelerin Odaklanması Gereken
Esaslar
Her ülke için olduğu gibi Türkiye'den de milli varlık ve milli çıkarı önceleyen bir yaklaşımla dünyaya bakılmalıdır. Bu noktada “Evrensel bakmak
yerel çözmek” temel bir yaklaşım olabilir. Türkiye gündemini kendi belirleyen, gelişmeleri amaca yönelik olarak ele alan çalışmalara önem verilmelidir.
Çalışmalarda sorunlar en ince ayrıntısına kadar ele alınmalı ancak ayrıntıya
da takılıp kalınmamalıdır. Küreselleşmenin ulusal çıkarlar için tehdit olan
yanlarına karşı gerekli tedbirleri almak; fırsat üreten yanlarından da sonuna
kadar yararlanmak gerekir. Gerçek tehdidin ve düşmanın; kalitesizlik, üretimsizlik, israf ve verimsizlik olduğunu hiçbir çalışmada akıldan çıkarmamak gerekir. Ülkenin en büyük düşmanının güçsüzlük olduğunu, ülkenin
sanılanın ötesinde bir güç potansiyeline sahip olduğunu unutmamak gere[226]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
kir. Bu bağlamda Türkiye'nin kendi gücünü farkına varması, görünmeyen
kalemlerinin yeniden keşfetmesi; öksüz bilginin ve suskun yaratıcılığı ise aktifleştirilmesi için elinden her geleni yapması gerekir. Bu genel çerçeveyi
ayrıntılarıyla aşağıda irdelemek yararlı olacaktır.
1.Evrensel Bakmak Ulusal Çözmek
Başka ulusların tecrübe ve birikimlerinden yararlanmak küresel dünyanın sağladığı bir avantajdır. Yabancılara ait olan şart, ortam, gerek ve
gerçeklerin ürünü olan uygulamaları alırken de akılcı olmak esastır. Dünyadaki tecrübelerin en iyilerini almak ve köklü milli gelenekleri -bu anlamdasosyoekonomik kalkınma için harekete geçirmek şarttır.
Son zamanlarda AB ile üyelik müzakereleri
çerçevesinde eğitim, tarım, sanayi, hukuk, yöne- Her ülke için olduğu gibi
tim, bürokrasi vb. sahalarda Türkiye tek yanlı bir Türkiye'den de milli varuyarlama ile sisteme dahil edilmeye çalışılmak- lık ve milli çıkarı önceletadır. Elbette bireyin hızlandırılmış girişimci ge- yen bir yaklaşımla dünlişimine ve özgür tipte bir ekonomiye bugün için alternatif yoktur. Ancak bu durum AB ülke- yaya bakılmalıdır.
lerinin deneyimlerinin olduğu gibi kopyalanması anlamına da gelmemelidir. Mekanik kopyalama her zaman düşünülerek
üretilmiş stratejiden kötüdür. Asıl sorun AB'ye tam üye olmak gibi bir hukuki süreci tamamlamak değil; AB'ye tam üye olmuş bir ülkenin insan tipolojisini yaratmaktır. Bu karar vericilerin umurunda bile değildir. AB ile olan ilişkilerde bugünün iktidar sahipleri dünkü Tanzimatçıların temsilcileri olarak
Türk insanını bağımlı değişken olarak, görme hatasına devam etmektedir.
Türk ve dünya tarihi bu tür uyarlama teşebbüslerinin başarısız örnekleriyle doludur. Bugün AB'ye uyum adı altında "kopyala-çevir-yasalaştır" türünden yapılan uygulamalar yakın geçmişte sosyalist ülkelerin kendi aralarındaki ilişkilerde egemen bir davranış biçimiydi.
Üniform insan, tek düze hayat, mutlak doğruları ile tarihin amansız yasalarına uygun evrensel bir model olarak sunulan sosyalizm dönemlerinde
yaşananları AB ile Türkiye ilişkilerine örnek olarak göstermek mümkündür.
Boratav'ın ünlü eserindeki bir örnek mekanik uyarlama, ilgili mantığın nasıl
işlediğini gösterir niteliktedir. “1960 yılında Çekoslovakya'dan bir iktisadî
delegasyon Küba'ya gelir ve heyetin üyeleri sosyalist plânlama metotları konusunda, Kübalı iktisat görevlilerine ve uzmanlara bir seri ders verir.
Borstein oradaki izlenimlerini şöyle anlatıyor: “Dersler, savaş sırasında
Texas'ta izlediğim topçuluk okulunu andırıyordu. Çek teknisyenleri plânla21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[227]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
mayı askeri öğretmenlerin topların mekanizmasını açıklamaları gibi anlatıyorlardı. Çeşitli iktisadî örgütler tanımlanıyor ve görevleri 1,2,3,4 diye sayılıyordu.... Bir konferansçı, merkezi bir plânlama dairesinin örgüt şemasının
baştan aşağı okudu. Bir diğeri sınai plânlama üzerine yazılmış teksirler
dağıttı ve sonra onları okudu... Bir konuşmacı döviz plânı modelindeki her
kalemin üzerinde ayrı ayrı durdu. Çekoslovakya'da kullanılan plânlama modelleri başka bir yerde aynen uygulanabilirmiş gibi sunuluyordu. Bir tartışma
sırasında Kübalı bir iktisatçı Çek plâncılarına, Dış Ticaret Bakanlığının limanlarda depolar açmasının rıhtımlarda gözlenen tıkanıklık ve karışıklığı giderip gideremeyeceğini sordu. Cevap olarak, Çekoslovak Dış Ticaret Bakanlığının depo işletmediği söylendi... Yabancı teknisyenler tamamen biçimsel plânlama metotları üzerinde duruyorlar ve Küba'nın somut iktisadî
meselelerini ayırıp ele almaya hiçbir surette teşebbüs etmiyorlardı... Kübalılar için İspanyolcaya çevrilmiş olan dersler pekâlâ, küçük değişikliklerle,
İranlılar için Farsçaya çevrilebilirdi.”5 Sosyalistler belki de evrensel bakıp yerel çözüm üretebilselerdi bu kadar çok çelişki ile yüz yüze gelmezlerdi. Zira
yerel olmak gerçekçi olmakla doğrudan ilişkilidir.
Türkiye'nin AB'ye uyarlanması daha doğrusu yuvarlanması aynı yasalara tâbidir. Sorun “madem AB'ye üye olmak istiyoruz, o halde onların öngördüklerine kendimizi uyarlamak için gereken her şeyi yapmalıyız” gibi ucuz
ve bilimsel olmayan yaklaşımlarla çözülemez. Sosyolojik, ekonomik, tarihi,
kültürel ve coğrafî gerek ve gerçekler siyasî kararlarla ortadan kaldırılacak
kadar basit değildir.
Bu nedenledir ki, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ
“Küreselleşmenin gereği olarak günümüzde uluslar arası sistemlerde bulunmak ne kadar zorunlu ise, küreselleşme olgusunun getireceği olumsuz etkilerle baş etmek de o kadar zorunludur. Bu nedenle ülkeler tarafından izlenecek en gerçekçi yol; “Küresel düşünmek ancak ulusal hareket etmek” olma6
lıdır” diye yazmıştır. “Evrensellik, bizi genellikle başkalarının gerçekliğinden koruyan, geçmişimizin, dilimizin ve ulusallığımızın bize sağladığı kesinliklerin ötesine geçmek için risk almak anlamına gelir”.7 Türk kültürü bu riski alacak kadar güçlüdür. Ancak güçlü kültürler de güçsüz ve beceriksiz takipçileri elinde heba edilebilirler. Bu bakımdan hangi şartlar altında olursa
olsun içerikte milli biçimde evrensel davranmayı esas alan bir stratejiyi benimsemek gerekir.
5
Korkut Boratav, Sosyalist Planlamada Gelişmeler, Savaş Yayınları, Ankara,
1982, s.,21-22.
[228]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
2.Küreselleşmenin İmkânlarını Kullanmak
Kavramlar yalın anlamda iyi ya da kötü değildir, onları iyi ya da kötü yapan uygulayıcılarıdır. Vaclav Havel “Küreselleşmenin kendisi ahlâk açısından nötrdür. Bizim ona verdiğimiz içeriğe bağlı olarak iyi ya da
kötü olabilir” der. Küreselleşme, yaşanılan süreçte daha iyi bir gelecek garantisi vermeden, toplumsal hayatı radikal bir biçimde etkilemektedir. Küreselleşme yüksek teknolojinin ve özgürlüğün ürünü olup; onlarla birlikte
yürür. Teknolojinin de kendisine has özellikleri vardır: “Teknoloji nazik
değildir; “lütfen” demez, var olan sistemlerin içine dalar ve yenilerini
yaratırken eskilerini yok eder. Ülkeler ve bireyler ya bu güçlü değişim
dalgasında sörf yapmalıdır ya da onu durdurmaya çalışırken parçala8
nırlar”.
“Küreselleşme dış politika değildir; insanın Teknoloji nazik değildir;
ağaçlardan inip mağaralardan dışarı çıkmasıyla “lütfen” demez, var olan
ve toplayarak, avlanarak, eşya ve fikirlerini değiş sistemlerin içine dalar ve
tokuş ederek yaşamını düzenlemeye başlamayenilerini yaratırken eskisıyla ortaya çıkmış bir süreçtir”9 ve geriye dönüşü yoktur. Küreselleşme daha önce ideokratla- lerini yok eder.
rın, burjuvanın ve monarkların denetimi altında
bulunan bilgi ve iletişimi büyük ölçüde demokratikleştirmiştir. Bu bakımdan umutsuzca küreselleşmenin meydana getirdiği hastalıklara ilaç aramak
yerine, bu süreci milli çıkarları maksimize etmekte kullanmak daha akıllıcadır. Esas olan küresel deneyimlerden yararlanmak, onların en uygunlarını
almak ve ulusal çıkarları etkinleştirmekte kullanmaktır.
3.Türkiye'nin Yeniden Keşfedilmesi!
Türkiye'nin küreselleşen dünyada kendisini ve imkânlarını yeniden keşfetmek ve değerlendirmek gibi bir mecburiyeti vardır. Bunun yolu da çaresiz
bir biçimde içe kapanmak, geçmişe sığınmak ve korunmaya çalışmak değil
tam tersine meydan okur bir tarzda kendi kültür coğrafyasına yeniden dönmekten geçmektedir.
Meydana gelen teknolojik, sosyolojik, eko-lojik ya da ideolojik olgular
6
İlker Başbuğ, “Biz Küresel Düşünür, Ulusal Hareket Ederiz”, Barem Dergisi, Yıl:3, Sayı;27,
Ekim 2006.S.8.
7
Edward W. Said, Representations of the Intellectual, New York, Pantheon, 1994. Aktaran,
William Greıder, Tek Dünya, İmge Yayınları, Ankara, 2003, s.,18.
8
Mike Moore, Sınırların Olmadığı Dünya, İstanbul, 2003, S.18.
9
Mike Moore, A.g.e.s.20.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[229]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
kendilerini kullan-masını bilmeyenleri kullanırlar. İnsanlar gelişmelerin ya
efendisi ya da uşağı olmak durumundadır. Yoğun, etkin ve hızlı değişimlerin
travmaları nedeniyle ürken kitlelerin korkusunu sömürerek iç sorunlar konusunda dış güçleri suçlayan politik oportünizm çıkar yol değildir. Türkiye
küreselleşme bağlamında gerekirse suçlayan değil suçlanan bir ülke olmayı
tercih edecek kadar cüretkâr olmalıdır.
Çağın imkânlarını kullanabilmek için Türkiye'nin girişim yeteneklerini
sınırlar ötesi mücadeleye sonuna kadar açmak gerekir. Marmara ya da kabotaj çerçevesiyle sınırlı bir alanda avlanarak büyük balıkları avlamanın imkânsızlığını bilmek gerek.
Ancak bunun bir de ölçüsü olmalıdır o da ancak ülkenin etkilediği kadar
dışarıdan etkilenilmesine izin vermektir.
Türk insanının 780 bin kilometre karelik bir
coğrafya içinde düşünmeye zorlanması uzun
yıllar ülkenin ufkunu karartmıştır. Yıllarca sürdürülen Anadoluculuk ideolojisi Türk insanının
Türk Dünyası ve Türk algısında büyük travmalara neden olmuştur. İmparatorluk bakiyesi bir
ülkede “sınırların dışında Türkler vardır” diyen
insanları cesaretlendirmek gerekirken cezalandırmanın bedelini bu ülke daha çok uzun yıllar
ödemeye devam edecektir. Gelinen bu aşamada küresel dünyanın sonsuz
imkânlarından yararlanmak mümkündür.
Türkiye'nin küreselleşen
dünyada kendisini ve imkânlarını yeniden keşfetmek ve değerlendirmek
gibi bir mecburiyeti
vardır.
Bu, yabancılara ülkenin topraklarını, kurumlarını ve kaynaklarını peşkeş çekme şeklinde sürdürülen yaklaşımlara karşı çıkmamak anlamına gelmez. Bu konuda çok daha duyarlı olmak, stratejik kurumlarını büyük lâkaytlık ve umursamazlık şeklinde elden çıkaranlardan bunun hesabı sormayı da
gerektirir. Ülkenin çıkarına olan gerçek özelleştirmeler ve doğrudan yabancı
sermaye yatırımları elbette teşvik edilmelidir. Uluslar arası pazarlarda dişe
diş ya da boğaz boğaza bir mücadele için Türk girişimcilerine yeni akıncılık
görevleri verilmeli ve onların rekabet gücünün artırmaları için elden gelen
her şey yapılmalıdır.
Türk dünyasının bilge liderlerinden Nazarbayev'in aşağıdaki sözleri bu
anlamda oldukça manidardır. O diyor ki, “Kapalı toplum, kafeste uçabilmektir. İsterse çok büyük olsun kafes. Açık toplum ise gökyüzünde uçabilmektir. Bizim tarih ve ruhumuza uygun olan ve bize yakışan; bir kartal gibi
[230]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
parlak güneşin altında, sonsuz bozkır semalarında süzülmektir”.10 Uçsuz
bucaksız bozkır ve okyanusların üzerinde uçmak ve uçurtmak bütün mesele
budur. Küreselleşmeyi bu anlamda kullanmak gerekir.
4.Türkiye Gerçek Düşmanlarını Keşfetmelidir!
Çağ; kalitenin, verimliliğin, üretkenliğin, etkinliğin ve akılcılığın istilâsı
altındadır. Bütün ülkelerin firmaları ve insanları; iyiyi, en iyiyi, daha iyiyi
üretmek için birbirleriyle kıran kırana yarışmaktadır. Dünya kalite savaşları,
verimlilik savaşları, yenilik savaşları, buluş savaşları, marka savaşları, firma
savaşlarıyla karşı karşıyadır. Doğru yerde doğru zamanda doğru malı bulundurmak en büyük savaş stratejisi haline gelmiştir. Artık ülkeleri diplomatları
değil tacirleri temsil etmektedir. Klasik dönemde askerlerin yanında tacirler
vardı, şimdilerde tacirlerin yakınında deniz piyadeleri var…
Küresel çağda savaşlar; damak zevki, tüketici tercihi, kanaati ve alışkanlıklarıyla teçhiz edil- Kapalı toplum, kafeste
miş ürünler arasında yapılmaktadır. Firmalar; uçabilmektir. İsterse çok
daha iyisini, daha hızlısını, daha ucuzunu, daha büyük olsun kafes. Açık
kullanışlısını daha çabuğunu, daha farklısını ve
daha değerlisini üretmek suretiyle halkları etki toplum ise gökyüzünde
altına almaktadırlar. Bir ülkenin insanlarının uçabilmektir.
zevklerini, kanaatlerini ve tercihlerini ele geçirmenin sağlayacağı avantaj; o ülkeyi klasik savaşlarla işgal ederek ele geçirmekten çok daha fazladır. Kalite ve ileri teknoloji ise toplumları ayartma ve
cezbetmede kullanılan en önemli unsurlardır. Onlar vasıtasıyla halkların
gönüllü itaatkârlığı sağlanır.
Üretim, yönetim, teknolojik kalite vb. ülkenin ekonomik ve malî gücünü
yükseltmekle kalmaz aynı zamanda halkın kendine güven duymasını da sağlar. Böylece malî, moral ve milli yapı sağlam bir zemine oturmuş olur. Bu tür
imkânlara sahip ülkelerin de düşmanı olmaz. En büyük düşmanı güçsüzlük
üretir.
Bu bağlamda Türkiye toprakları üzerinde gözü olan sayısız ülke ve halktan söz edilebilir. Ancak onlar güçlü bir Türkiye'ye düşmanlık etmenin maliyetinin büyüklüğünü bildiklerinden dost bir söylem içine girmeyi kendileri
açısından daha karlı göreceklerdir. Esas olan yukarıda ifade ettiğimiz kalemlerde Türkiye'nin güçlü olmasıdır. Güçlü Türkiye'nin güçsüz düşmanı olmaz!
10
Nursultan Nazarbayev, Kritik On Yıl, Asam Yayını, Ankara, 2003.S.160.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[231]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
Üretmek yerine tüketmeyi, tasarruf etmek yerine harcamayı, geliştirmek yerine tekrar etmeyi teşvik eden yaklaşımlar ülkeleri güçsüz düşürerek
düşmanların iştahlarını kabartırlar. Üretkenlik yerine asalaklık, aktiflik yerine pasiflik, etkinlik yerine edilgenlik, özne olmak yerine nesne olmayı tercih;
sonuçta düşmanın yapamayacağı tahribatı yapar. Bu anlamda en büyük düşman yine güçsüzlüktür.
Düşüklük, uşak ruhluluk, korkaklık, tembellik, edilgenlik ve dilencilik
gibi aşağılık tavırlar doğuştan değil sonradan öğrenilir, daha doğrusu bunları birileri öğretir. Halkta geriliğin ve yoksulluğun aşılamayacağı yönünde bir
bilinç üreterek yabancıya kul olmaya mecbur olunduğuna inandırılmak bir
halka yapılabilecek en büyük düşmanlıktır. Bir halka muhtaç olduğu gücün
kendi yetenek ve çalışmasında değil de başkasına baş eğmek, onun emri altına girmek ve ondan dilenmekle sağlanacağını inandırılmaktan geçtiğini savunan düşünceden daha zalimi olabilir mi? Kendi insanlarını kullanılmaya
uygun hale getiren her sistem gerçekten halkın düşmanıdır.
Halklara askeri işgallerin yaptıramadığını; eKüresel çağda savaşlar; konomik, ticarî ve malî krizler yaptırtmaktadır.
Bir ülkede insanlarının karınlarını doyurmak ve
damak zevki, tüketici
onlara iş bulabilmek için yabancıya el avuç açtercihi, kanaati ve alışmaya mahkûm eden her olgu, politika ve davrakanlıklarıyla teçhiz edil- nış o ülkenin en büyük düşmanıdır.
miş ürünler arasında
Dış yardım olarak ülkelerin aldıkları borçlar
yapılmaktadır.
bugünün nesillerini ve onların torunlarını birer
rehine durumuna sokmaktadır. Bu ülkeler sırf
dış borçlarını geri ödemek için, ulus ötesi şirketlerin doğal kaynaklarını talan
et-melerine izin vermek zorunda kalmaktadır. Ülkeler dış borçlarını ödemekten; eğitim, sağlık, yatırım ve diğer sosyal hizmetleri finanse etmek imkânı bulamamaktadır. Bir ülkeye ve halkına bundan daha büyük kötülüğü
hangi düşman yapabilir? Türkiye'nin gerçek düşmanı Türkiye'yi krize düşüren ekonomik, sosyal, kültürel ve idarî yetersizliklerdir. Türkiye'yi ekonomik, sosyal, kültürel ve malî yönden güçten düşüren yabancı finans ve uluslar arası ekonomik kuruluşların denetimi altına sokan her politika halk düşmanıdır.
Gerçek düşmanı; üretim-tüketim; çalışkanlık-tembellik; tasarruf-harcama; nimet-külfet; haz-elem; onur-konfor arasındaki bir yerde aramak gerekir. Bu anlamda Türkiye'nin gerçek düşmanları; kalitesizlik, bilgisizlik, değersizlik, umutsuzluk, güvensizlik, yoksulluk, verimsizlik, adaletsizlik, israf,
hortumculuk ve bütün bunları besleyen damarlardır.
[232]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
Yoksulluk, işsizlik, kalitesizlik, verimsizlik, etkisizlik, israf, hortumculuk, rüşvet ve kalitesizlik yenildiğinde gerçek düşmanın yenilmiş ol-duğu
görülecektir.
5.Türkiye'nin Gücünü Fark Etmesi!
Türkiye'yi, yabancıların gözüyle ve gözlüğüyle tanımaya kalkışmak en
büyük yanlıştır. Türkiye'yi coğrafyasından, tarihinden, kültüründen, dününden ve dininden kopararak tanım(lam)ak mümkün değildir. Ezcümle Türkiye yalnız bugünü ve bugünkü sorunlarıyla hem anlaşılamaz hem de değerlendirilemez. Türkiye'yi gerçek anlamda tanımak; Türkiye'yi var eden tarihi,
manevî, geleneksel ve moral kaynakları tanımakla mümkündür. Bu anlamda
her şeyden daha çok Türk milletini ve onu var eden kültürün esas kuvvet
kaynaklarını anlamaya ve bilmeye ihtiyaç vardır. Ancak kendi kültür, kimlik
ve tarihi kaynaklarının farkında olabilenler yabancılaşmaktan ve başka kültürlere iltica etmekten kendilerini kurtarabilirler.
Kendi kültür coğrafyası içinde kendi değerlerine yaban olarak yaşayanları kulluğa hazırlamak çok daha kolaydır. Yeni nesilleri böyle bir tehlikeden
kurtarmak için önce kendini sonra da diğer kültürleri bilmeleri sağlayıcı
tedbirler alınmalıdır. Önce kendini ve dünyayı tanı!
Kendini tanımak rakipleri ya da dünyayı ihmal etmek anlamına gel-mez.
Sun Tzu yıllar ötesinden şöyle der: “Düşmanı ve kendinizi iyi tanıyor-sanız,
yüzlerce savaşa girseniz bile sonuçtan emin olabilirsiniz. Kendinizi tanıyıp,
düşmanı tanımıyorsanız, kazanacağınız her zafere karşın yenilgiyi de tadabilirsiniz. Ne kendinizi ne de düşmanı bilmiyorsanız, sizin için gireceğiniz her savaşta yenilgi kaçınılmazdır”.
Türkiye, imparatorluklar bakiyesi bir ülkedir. Aynı zamanda Selçuklu,
Osmanlı ve Bizans'ın sıklet merkezi üzerinde oturmaktadır. Sonsuz denecek kadar zengin bir birikime ve mirasa sahiptir. Farklılıkları yönetme, anlamları ortaklaştırma ve toprakları vatanlaştırma konusunda da deneyimlidir. Aile yapısı, gelenekleri, manevî, insanî ve moral değerleri yönünden
güçlü bir ülkedir. Türk milleti farklı kültürleri çatıştırmadan başarıyla yönetme deneyimine de sahiptir. Böyle bir ülke konjonktürel olguların yarattığı
krizlerin etkisi altında strateji üretemez. Bir olgu anlaşılmaya çalışılırken onun yalnızca mevcut haline değil tarihi süreç içindeki ilişkilerine, etkinliğine
ve kökenlerine de bakılması gerekir. Bu anlamda yalnızca görünenlerine ya
da aktif enerji yataklarına değil görünmeyenlerine ve potansiyeline de bakmak gerekir. Türkiye'nin bu bakımdan görünen kalemlerinden daha çok görünmeyenleri; aktiflerinden daha çok potansiyelleri vardır. Bor ve Toryumdan söz etmiyoruz!
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[233]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
6. Türkiye'nin Görünmeyen Kalemlerinin Gücü
Paraya çevrilemeyen, somut olmayan, bilânçoda gösterilemeyen ve rakamlarla ifade edilemeyen değerlerin dışındaki zenginlikler milletlerin potansiyel gücünü gösterir. Her ülkenin olduğu gibi Türkiye'nin de görünen/
bilinen değerlerinin yanında o değerleri ve mevcut halini yaratan ve üreten,
dışarıdan kolayca görünmeyen kaynakları vardır. Bunlar; toplumsal bütünlük, ortak hedef, kendine güven, milli hırs, başarma azmi, bağımsızlık duygusu, başına buyrukluk, asabiye şuuru, aidiyet, inanç, ideal ve ortak tarihe
olan bağlılıktır. Lee, toplumun “çok çalışmanın önemine olan inancı, tasarruf geleneği, aileye bağlılık ve milli gururunu” da temel görünmeyen kalemler arasında sayar.
Türkiye, görünmez kalemler bakımından
Türkiye'yi gerçek anlam- dünyanın en zengin ülkelerinden birisidir. Unutulmamalıdır ki Türkiye, en büyük gücün iman
da tanımak; Türkiye'yi
var eden tarihi, manevi, olduğuna inanan insanların yaşadığı bir ülkedir.
Zamanının en zalim emperyalist güçlerinin topgeleneksel ve moral kay- yekün
saldırısına karşı “Ulusun, korkma nasıl
nakları tanımakla müm- böyle bir imanı boğar”, “iman dolu göğsüm gibi
kündür.
serhaddim var!” diyerek var olabilmiştir. Türkiye, onca psikolojik operasyona rağmen hala inanmışlar ve adanmışların ülkesi olmaya devam etmektedir.
Türkiye; Kafkasya, Ortadoğu ve Orta Asya'nın -hem sosyolojik hem
coğrafî hem de tarihi olarak- Anadolu'daki uzantısıdır. Bu topraklar tarihi,
coğrafyası, inancı, aidiyeti ve değer benzerlikleriyle aktifleştirilmeyi bekleyen imkânlar menbaıdır.
Ülkeleri, yalnızca fizikî, askeri, ekonomik, maddî, estetik ve somut unsurlarından ibaret görmemek gerekir. Bir toplumun bağımsız yaşama, manevî değerleri, müşterekleri, sosyal yapılarındaki dayanışma derecesi ve var
olma hırsı en büyük zenginlikleri arasında yer alır. Türkiye, sözü edilen değerleri yaşam biçimi edinmiş bir halkın vatanıdır.
Diğer yandan toplumların gerçek güçleri her şeyden önce onları birbirine bağlayan -somut unsurlardan daha çok soyut- değerlerin gücüyle ölçülür. Bir toplumun pazarlanamayan, devredilemeyen, paraya dönüştürülemeyen müştereklikleri ne kadar güçlü ise o toplumun, o kadar güçlü olduğu
söylenebilir. Milletlerin ortak değer alanlarının genişliği bağımsızlık ve geleceklerinin sigortasıdır. Kül-türler; egoizm (bencillik), narsisizm (kendi kendine hayranlık), hedonizm (zevkçilik) ya da nihilizm (hiçlik/değersizlik) ile
[234]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
gelecek değil ancak geçmiş olurlar.
Türkiye coğrafyasının kendisine özgü nitelikleri vardır. Bu coğrafya âdeta medeniyet tüketen, kültür eriten ve kavim yok eden bir anafordur. Bu topraklarda tutunabilmek için görünenden daha çok görünmeyen değerlere sahip olmak gerekir. Anadolu coğrafyası, ekonomik ya da fizikî gelişmişlikten
daha çok kültürel gelişmişliği ve kalkınmışlığı zorunlu kılmaktadır. Bu coğrafyada yaşayanlar tarih boyunca askerlerinden daha çok kültürleriyle çatışmışlardır. Üst kültür her defasında kendisinden geride olan alt kültürleri Anadolu arazisinden sürüp çıkarmıştır. Anadolu ancak Lee'nin söylemiyle
“görünmeyen kalemleri” güçlü olanların var olmalarına izin vermiştir. Bağnazlık yerine hoşgörü, entrika yerine sadakat, ayrılık yerine birlik, ihtilâf yerine uyum, pasiflik yerine aktiflik ve nihayet baş eğmek yerine baş eğdirmek
gibi değerleri olanlar bu coğrafyada ancak var olabilmişlerdir. Anadolu'da
tutun-mak her zaman sanıldığı gibi pazı işi değil kafa işi olmuştur.
Bilânçolar, döviz rezervleri ve borçlar çoğu
zaman bir ülkenin gerçek durumunu ve konu- Türkiye, en büyük gücün
mumu göstermezler. Hatta bir ülkenin toprak- iman olduğuna inanan
ları, maddî kaynakları ve askeri kuvveti de o mil- insanların yaşadığı bir
letin gerçek gücünü göstermek için yeterli deülkedir.
ğildir. Çoğu zaman bir toplumun ortak iradesini
üreten güçlü bir rıza hiçbir maddî ve ekonomik
kaynağın sağlayamayacağından daha fazla barış, başarı, zenginlik ve refah
getirebilir. Görünmeyen kalem niteliğindeki bu değerler ülkelerin gerçek
gücünü gösterirler.
Türkiye, görünür kalemlerinden daha bu çok görünmeyen kalemlerinin
gücüyle var olmaya devam etmektedir. Bir arada yaşama iradesi, ortak değerlerinin gücü, dayanışma duygusu ve ortak tarih Türk toplumunu birbirine
yapıştıran temel faktörlerdir. Bu yüzden onca bölücü, yıkıcı ve ayrımcı
gayrete rağmen Türk halkının birbirine karşı olan tavrı değişmemiştir.
7.Türkiye'deki Öksüz Bilgi ve Suskun Yaratıcılık Zenginliği
Türkiye'nin yetenek, kabiliyet, liyakat ve değerler mezarlığına dönüşmesinin doğal sonucu olarak bu tür yeteneklerle donatılmış bilgi sahipleri de
doğal olarak öksüz kalmaktadır. Bilgi ve yetenek sahipleri de kendisini kullanmasını beceremeyen yerleri ve ülkeleri terk etmektedir. Bu gelişmenin
doğal sonucu olarak Türkiye müthiş bir “beyin göçü”ne sahne olmaktadır.
En iyiler; en iyinin değerini bilen yerlere doğru akıp gitmektedir. Beynini,
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[235]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
bilincini ve kaynaklarını kullanamayanlar umutsuzca vasatlarıyla geri kalmışlıklarını aşmaya çalışmaktadırlar. Kullanılmayan bilgi ya da yetenek demek; en yalın haliyle heba edilen gelecek, çalınan zenginlik demektir. Bu
anlamda gelişmiş ülkelerde bilginin kullanılması esas, arşiv haline gelmesinin ise istisnaî olmasına karşın Türkiye'de bilginin kullanılması istisna,
arşive tıkılması ise kuraldır. Türkiye'de bütün bakanlık arşivlerinin ağzına
kadar kapağı açılmamış projelerle dolu olması bunun kanıtıdır.
Gelişmeler bizi öksüz bilgi ve susturulmuş yaratıcılık üzerine değerlendirme yapmayı zorunlu kılmaktadır.
Öksüz bilgi; kaybolan bilgi değil, daha çok unutulan, kullanıl(a)mayan,
görmezlikten gelinen ya da ihmal edilen bilgi demektir. Öksüz bilgi organizasyonun içerisindedir fakat organizasyon için henüz kaybolmamıştır. Kaybolan bilgiyle örgüt içinde izole olmuş durumda olan ve gözden kaçan bilgiyi birbirine karıştırmamak gerekir. Kaybolan
bilgi ile öksüz kalan bilgi arasındaki fark, öksüz
Türkiye coğrafyasının
kendisine özgü nitelikleri kalan bilginin “bilgi madenciliği” gibi teknikler
açığa çıkarılmasının mümkün olmavardır. Bu coğrafya âdeta kullanılarak
11
sıdır” . Kaybolan bilgi ise örgütün bilgi tabamedeniyet tüketen,
nında meydana gelen daha sürekli bir eksikliktir.
kültür eriten ve kavim
Kaybolan bilginin yeniden açığa çıkarılması deyok eden bir anafordur. ğil yeniden üretilmesi gerekir.12
Bilgi stokunu kullanamayan ülkeler ya da
örgütler için sahip olunan bilgi bir imkân değil gerçek bir sorundur. Sahip
olduğu bilginin yüzde 80'nini üretime, yönetime, pazarlamaya dönüştürebilenler başarı ve etkinliğini en üst seviyeye çıkartmaya aday haline gelmektedir. Unilever şirketinin başkanının aşağıdaki sözleri bilginin öksüz
bırakılmamasının ne denli önemli ol-duğuna vurgu yapmaktadır.
“Büyük organizasyonların çoğu, firma ve çalışanlarında bulunan bilginin büyük olasılıkla, yalnızca yüzde 20-30 kadarını kullanabiliyorlar. Biz
50,60,70'lere çıkartma konusunda oldukça kararlıyız. Bu kendini beğenmişlik gibi görünse de, bizim dünya çapında farklı sektörlerde müşteriler hakkında rakiplerimizden, hatta tipik bir küresel teşebbüsten çok daha fazla işe
yarar bilgiye sahip olduğumuz ortadadır. Asıl soru bunu, çalışma birimleri
içerisinde nasıl uygulayacağımız ve Unilever'deki tüm çalışanlara için nasıl
11
I. Caddy., “Intellectual Assets and Liabilities”, Journal of Intellectual Capital, Vol:2, No.1,
2000. pp. 237.
12
Famil Şamiloğlu, Entelektüel Sermaye, Ankara 2002, S.,141.
[236]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
erişilebilir kılacağımızdır. Büyüme hedeflerimize ulaşmak istiyorsak, bunu
yapmak zorundayız. Unilever'in en iyisini yapmadığı teknik veya ticarî herhangi bir işlem yok gibidir. Can alcı nokta, bu bilgi hazinesini yakalamak ve
her yerde uygulandığından emin olmaktır. Bu sınav heyecanlı, ödülü ise olağanüstüdür”.13
Hatta liderin etkinliğinin büyük ölçüde öksüz bilgiye bağlı olduğunu
ileri süren yazarlar vardır. Sözgelimi Nitta, Barrett, Belhedi “en iyi liderleri,
gizli bilgiyi nasıl bulacağını, ona nasıl ulaşacağını ve onu çalışacak
14
duruma nasıl getireceğini bilen” kimselerin olacağını söylemişlerdir.
Türkiye kaynaklarını amaca uygun kullanması halinde kısa sürede borç
alan değil, borç veren bir ülke konumuna gelebilir. Ancak bunun için gizli,
örtük, kapalı ya da öksüz olarak nitelenen bilgilerin ve bunları kullanma
becerisine sahip olan insanların potansiyelini çok iyi kavramak gereklidir.
İnsanlardaki öksüz, saklı ya da ülkenin emrine sunulmaya hazır potansiyel yeteneklerini gönüllü olarak ortaya koyabilmeleri ise tamamen örgütte
hâkim olan iklim ve yaklaşımlarla ilişkilidir. Bunun için bazı soruların cevaplandırılması ile işe başlamak gerekir. Çalışanlar işlerini yapacak heyecan ve
enerjiye sahip mi? Ne ölçüde memnuniyet ve bağlılık hissediyorlar? Amirlerinden hoşlanıyorlar mı? Kuruluş insanları sisteme karşı durmaya, risk almaya teşvik ediyor ve Bilgi stokunu kullanamabu konuda onları destekliyor mu? Gönüllü ça- yan ülkeler ya da örgütler
banın kullanımı insanların kendi ellerinde olma- için sahip olunan bilgi
sına rağmen, bu çabanın harcanması veya esirgenmesi kuruluşların eylemlerinden etkilenebi- bir imkân değil gerçek
15
bir sorundur.
lir ve etkilenmekte-dir.
8. Bütünün Sinerji Yaratan Gücünden Yararlanmak
Bütün her zaman parçalarının toplamını aşan bir sinerji gücü yaratır.
Parça, bölüm ve ayrıntı üzerinde aşırı yoğunlaşma bütünün sağlayacağı büyük enerjiyi yok eder. Parçayı ve onun etkinliğini göz ardı etmeden, onu bütüne sağladığı katkı ile değerlendirmek sistem bakışının gereğidir. Sosyal ve
ekonomik ilişkilerde olduğu gibi siyasal ilişkilerde de aynı yöntem geçerlidir.
13
NialL W.A. FitzGerald, Merkezden Gelen Değer, CEO'ların Bilgeliği, Sistem Yayını, İstanbul
2002. S.,31.
14
G.J. Bamber., “Konwledge-Driven Work: Unexpected Lessons from Japanese and United States
Work Practices”, Administrative Science Qurterly; Vol:46, no;3, Ithaca, Sep 2001, p. 563.
15
Robert H. Rosen, İnsan Yönetimi, Mess Yayını, İstanbul 1998. S.,136.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[237]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
İş, ekonomi ve siyaset düşüncesi bütüncül bakışı zorunlu kılar. Birliği,
bütün düşüncesi üretir. Birlik aynı zamanda bir örgütün ya da toplumun gücünün göstergesidir.
Üretim, düşünce ve siyasetteki perakendeci bakış hareketleri güçten düşürür. Örgütleri verimsiz kılmak, toplumlara tahakküm edebilmek için ilk
önce onların bütünlüğünü bozmak gerekir. Bunu ancak parça ya da perakendeci yaklaşımlarla yapmak mümkündür. Nitekim arasına tefrika, bölücülük, bozgunculuk, başkalık, ayrılık, aykırılık, münafıklık, haset, fesat sokulmuş toplumların birbirlerini mahvetmeleri için başka neden aramalarına
gerek yoktur. Emperyalist güçlerin tarih boyunca farklılık, kısım ve ayrıntılara büyük ilgi göstermesinin nedeni budur. Her türden farklılıklar tarihin
her döneminde toplumları bölmenin aracı olarak kullanılmıştır. Toplumlar
arasına bu yüzden sunî ya da doğal sınırlar farklılıklara göre konulmuş, milli
birliğin oluşması farklılıklar kışkırtılarak engellenmiştir. Birlik ve bütünlüğün sağlanması farklılıklar abartılarak engellenmiştir. Böylece bütünler parçalar haline parçalar da lokma biçimine sokulmuştur. Bölünerek güçten düşenlerin denetim altına alınarak güdülmesi de kolaylaşmıştır.
Yavuz Sultan Selim, milletin arasına sokulmuş
ayrılık tohumlarının mezarında dahi kenTürkiye kaynaklarını
amaca uygun kullanması disini rahatsız edeceğini söyler. Bir başka Türk
bilgesi “Birleşen halk asla tanımaz düşman/ Ayhalinde kısa sürede borç rılan
halkın yeri düşmana olur mekân”16 der. Aalan değil, borç veren bir kif; “Girmezse tefrika bir millete; düşman giülke konumuna gelebilir. remez/ Toplu vurdukça yürekler; onu top sindiremez!” diye ikaz eder.
Tarih boyunca toplumları tefrikacılık, haset, bozgunculuk, iftira ve klik
gibi negatif kavramların tükettiği bilinmektedir. Ayrımcılık en küçük farklılığın mümkün olabildiğince abartılması, benzerliklerin ise alabildiğince küçültülmesi yoluyla yapılır. Bölücüler, bozguncular ve ayrıştırıcılar farklılıkları
mümkün olduğunca büyütmeye çalışırlar. Görevleri de odur. Toplumları
varlıklarının ayırıcı/buyurucu yanları ile değil birleştirici, bütünleştirici ve
toparlayıcı yanları ile sağlar. Başarı için bir ideale ait olanları ya da bir topluma ait olanları bir araya toplamak son derece önemlidir. Topluma ait
olanı ifade etmesi “aidiyet”i, herkesin çıkarını esas alması “bütünselliği”,
“ben”i ihmal etmeden aşması “biz”i önemli kılar.
Toplumu birleştirmek, bütünleştirmek ve yüksek idealleri taşımak
16
Rahmankul Berdibay, Baykal'dan Balkan'a, Bilig Yayını, Ankara, 1997, s, 42.
[238]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
amacında olanlar önce kendi içlerinde bütünlüğü sağlamak zorundadırlar.
Bencillik, narsistlik, megalomanlık, tepe-den inmecilik ayırdığı için bütünsel
değildirler. Bütünselliği ayırmaya, bölmeye, parçalamaya, bozmaya yönelik
tavırlar değil ortak payda üret-meye yönelik tutumlar üretir.
Bu yüzden değerleri, kaynakları ve anlamları bireyler arasında ortaklaştırmayı esas alan tavırlar ancak bütüncül olabilir. Bütüncül düşünce feda etmeye değil yaşamaya ve yaşatmaya endeksli bir düşüncedir. Böyle bir düşünce birbiri aleyhine büyüme ve küçülmeyi değil birlik ve beraberlik içinde yürümeyi ve yücelmeyi esas alır. Birlikte yücelmek ancak yüreklerin birlikte
vurmasıyla mümkündür. Yürekler bireyler ya da onların çıkarları için değil
ancak davalar ve değerler için vurduğunda toplumlar yücelir. Esas olan geçici olarak “ete” ve “kemiğe bürünmüş” olanların çürümeye mahkûm bedenleri değil onların taşıdıkları düşünceler ile kendilerini adadıkları ülkülerdir. Taşınan idealler ve değerler bireyleri önemli kılar. Değerler ve ülkülerle
yola çıkanlar kendilerini değerler yerine koydukları an amaçlarına ihanet
etmiş olurlar.
Ancak hangi şart altında olursa olsun her Örgütleri verimsiz kılparçanın hakkının da kendisine teslim edilmesi
mak, toplumlara tahakgerekir. Bütün adına hareket edenlerin görmezlikten gelen, yok sayan, ayıran, bölen, iten, hır- küm edebilmek için ilk
palayan ya da örseleyen anlayışı bütünsel bir an- önce onların bütünlüğülayış değil perakendeci bir anlayıştır. Bir kad- nü bozmak gerekir.
ronun bir kısmı, bir işin bir bölümü, bir bütüBunu ancak parça ya da
nün bir yanı, bir coğrafyanın bir bölgesi üzerinden yapılan değerlendirme perakendeci bir de- perakendeci yaklaşımlarğerlendirmedir. Bir fikrin bir kısmını, bir coğ- la yapmak mümkündür.
rafyanın bir bölümünü, bir tarihin bir dönemini, bir toplumun bir yanını, bir inancın bir esasını temel alarak davranan yönetimlerin aynı zamanda zihinsel sorunları da var demektir.
Bütünleştirmeyen, birleştirmeyen, ortak hedefe yöneltmeyen, heyecan
yaratmayan, sinerji üretmeyen, toparlamayan bir tavır tarihin yargısına muhatap olmaktan kendini kurtaramayacak perakendeci bir tavırdır.
9. Amaca Yönelik ve Dışa Dönük Olmanın Sağladığı Gücü
Kullanmak
Kendi içine iltica etme, iç çelişkilerine odaklanma sonuçta bir kapanma
ve dış dünyadan kopmayı peşinden getirir. Düşünceler ve mücadeleler
“derinin dışı”na çıkabildiği, hedeflere odaklanabildiği ölçüde etkin olabilir21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[239]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
ler. Asil mücadele bireysellikten soyutlanmış ilkesi ve amacı belli olan hedeflere karşı yapılır.
Bir ülke ya da toplum kendi gündemini kendisi belirleyemiyorsa başarısız olmak için başka hata yapmasına gerek kalmaz. Bu anlamda Türkiye yirmi yıldır gündemi çalınmış bir ülke görünümündedir. Bir elin parmağı kadar
sorun ve iç çelişkiye yönelik bitmek tükenmek bilmeyen tartışma hoşgörüsüz bir ortamda sürüp gitmektedir. Bu ülkede hiç kimsenin bu tartışmalara
bir nokta koymak aklına dahi gelmemektedir. Bu nedenle de uzun yıllardır
Türkiye'nin gündemi dünyanın gündeminden kopuktur. Soğuk Savaş sonrası küresel güçler SSCB'nin bıraktığı boşluğu doldurmaya kilitlenmişken
Türkiye “türban” ve “laiklik” çelişkileriyle uğraşmakta bir sakınca görmemiştir. Küre yeni küresel güç tarafından yeniden istimlâk edilirken Türkiye
“kimlik”, “ılımlı Müslümanlık”, “diyalog” gibi konularla üstüne vazifeymiş
gibi- umarsızca tartışmaya devam etmiştir. Türkiye'de halen hiçbir amaca
hizmet etmeyen ilkesiz ve anlamsız tartışmalar bütün şiddeti ile sürmektedir. Bu durum Türkiye'yi gerçek sorunlarından koparmıştır. Böylece Türkiye arka bahçesi olan Kıbrıs'ta inisiyatifi Rum tarafına, Irak'ta da Barzani/Talabani ikilisine kaptırmıştır. Türk halkı ve geleceği üzerinde Brüksel'deki bürokratların etkisi giderek artmaktadır.
İç çelişkilerini kurumsallaştırıp, tartışmalarını sürekli hale getiren ülkeler sonuçta ya yok, ya da etkisiz bir eleman olurlar. Enerjisini “mezhep-etnisite-sen-ben” gibi iç çelişkilere yöneltenler dış tehdit ve fırsatlara karşı kullanacak ne zaman ne de enerji bulabilirler. Sosyal ve ekonomik başarı her şeyden önce içe yönelik tartışmaların bitirilmesini ya da belirli bir dengede tutulmasını zorunlu kılar.
Tartışmaların sistem ve genel üzerinden değil de şahıs ve olgular üzerinden yapılması da işlerin giderek çığırından çıkmasına neden olmaktadır.
Uygulama ya da bireylere karşı oluşan tepkilerin sonunda ulusal çıkara, bütünlüğe ve değerlere muhalefete dönüşme riski her zaman vardır. İnanç ve
ideal ortaklığı ancak içerideki birliğin sağlanması suretiyle amaca odaklanarak sağlanabilir. Bunun yolu da dışarıda sanal düşmanlar yaratarak değil;
içeride heyecanların, değerlerin ve manaların mensuplar arasında ortaklaştırılmasından geçer.
Bu anlamda bir toplumun başkalarından daha çok kendi iç çelişkilerine
karşı verdiği mücadeleyi kazanması gerekir. Ego yenilmeden düşman yenilemez. İçeride birlik sağlanmadan dışarıda zafer kazanmak hayaldir. Güven
olmadan birlik de olmaz dirlik de…
Diğer yandan yönetimleri kendi dışındaki gelişmeler ve süreçler üze[240]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Dayatılan Paradigmaların Temelinde Bir Türkiye Kurgusu
rinde yoğunlaşmalarıyla, özne olarak iç çelişkilerinden uzaklaşırlar. Bunun
tam tersi eğer özne olarak yönetimler yalnız kendi iç çelişkileri üzerine yoğunlaşırsa bu kez de çevreden ve dünyadan kopmuş olur.
Yoğunlaşma yeteneğini içten gelen izlenimler üzerine odaklayanların
çevre ve dünya algısının eksik kalacağı da bir gerçektir. Hiçbir toplumun dış
dünyanın baskısı ya da basiret ve feraset yoksunluğu yüzünden içine kapanıp, kendi benliğinin ya da birliğinin alabildiğince hasara uğramasını seyretmesi kabul edilemez. Tam tersi kendi benlik ve gerçeğinden hareketle dış
dünyanın şart ve ilişkilerini yöneten yetenekte stratejilerin uygulanması esas
olma-lıdır. "Ailenle birlik ol, mahalleye karşı koy! Mahallenle birlik ol, Kente
karşı koy! Ülkenle birlik ol, dünyaya karşı koy! Sözleriyle atalar bunu bilgece
ifade etmişlerdir.
Kendi köklerinin farkında olan aydın dış dünyayı kendi tercihleri ve
amaçları doğrultusunda yorumlamak zorundadır. Bu dönüştürme sürecinde benliği yitirmek şöyle dursun, tam tersine, kendi kendisini ötekine taşımak gibi bir fonksiyonu da yerine getirmek durumundadır. Ancak dış çevreyle ya da karşıt değerlerle mücadele sırasında da kendisini kaybedecek ölçüde çevredeki gelişmelere gömülüp kalınması “ötekileşme” gibi bir tehlikeyi de bünyesinde taşır. Bu şartlar altında güdümsüz aydınlar aktif bir biçimde yerel ve milli hasletlerin merkezine çekilerek çevresinde gelişen süreçler ve onlara egemen olacak fikirleri üretmek durumundadır. Bu durumdaki iç hesaplaşma gelecekteki eylemleri tasarlama anlamına gelir.
Sonuç
Condoleezza Rice, ABD için “hayali bir uluslar arası topluluğun çıkarları doğrultusunda hareket etmekten ziyade sağlam olan ulusal
çıkar zemininde ilerlemek gerektiğine vurgu yapmaktadır”. 17ABD gibi küresel güç için bile hayali ve sanal çıkarlar peşinde koşmak yanlış görülüyorsa Türkiye için niçin görülmesin?
Türkiye için kendi milli çıkarları zemininde hareket etmekten başka çıkar yol olamaz. Türkiye; Türkiye'den yönetilmelidir ve Türk halkı kendi kaderi üzerinde tam egemen olmalıdır. Sadece Türkiye için değil hiçbir tarihi
halk için uluslar arası kuruluşlar ya da yabancı tahakkümü ve denetimi; çıkış
yolu ola-rak görülemez. Etkilendiği kadar etkileyemeyen bir ülkenin istiklâl
ve istikbali her zaman başkalarının iki dudağı arasında demektir. Türkiye
malî kaderini İMF, siyasî kaderini ise AB'nin vb. kurumlara bırakamayacak
kadar köklü, büyük ve tarihi bir ülkedir.
17
Joseph S. NYE Jr, Amerikan Gücünün Paradoksu, çev; G. Koca, İstanbul, 2003. S.169/170.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[241]
Prof. Dr. Özcan Yeniçeri
Türkiye'nin geleceğinden umutlu olmak için yeterli nedeni de vardır. Ülke görünen ve görünmeyen kaynaklarını tam kapasite ile kullanma yeteneğine ulaştığında sosyal ve ekonomik sorunlarının rahatlıkla üstesinden gelebilecektir. Kalkınmanın yolu israftan kaçınmak, istikrarlı politikaları devreye sokmak ve inatla çalışmaktan geçmektedir.
Toplumların var olma iradeleri ile rahatlarına kıyma yetenekleri arasında
doğru bir ilişki vardır. Onun için yeni nesillere öncelikle rahatlarına kıyma
bilinci verilmelidir. Bir ülkenin gerçek zenginliği; o ülke insanlarının sahip
olduğu ideallerinin ve iddialarının kalitesinin toplamından ibarettir. Türkiye'yi umutlar, iddialar, ütopyalar, rüyalar, tezler, değerler, anlamlar ve iddialar ülkesi haline getirmek gerekir. Küreden kopmadan, küresel-leşmenin parıltıları arasında da kaybolup gitmeden bunu yapmak gerekir. Aksi takdirde
umutlar tükenir, beklentiler uzar, zaman akıp giderse; toplumsal çatışma
hızlanır ve kültürel yarılmalar önlenemez.
Küresel dünyada ülkelerin ve kültürlerinin çapı o ülkeyi temsil edenlerin
çapıyla ölçülmektedir. Bu yüzden ülkeler varlık ve egemenliklerini ancak
onu taşıyabilecek omuz ve onura sahip yönetimlere emanet edebilirler.
[242]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Enstitü Faaliyetleri
12 Ocak 2007'de, 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü yönetim kurulu üyesi
Sadi Somuncuoğlu Kanal B televizyonunda “Lokmacı Geçidinin
kaldırılması ve KKTC'de Yeni
Dönem” konulu programa katıldı.
13 Ocak 2007'de Ankara'da 21. Yüz
Yıl Türkiye Enstitüsü tarafından düzenlenen faaliyetler çerçevesinde
“Kerkük'ü Unutma” sempozyumuna 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, Irak Türkmen Cephesi Ankara
temsilcisi Ahmet Muratlı, 21. Yüz
Yıl Türkiye Enstitüsü Yönetim Kurulu üyesi E. Tümg. Alaeddin Parmaksız, 21. Yüz Yıl dergisi editörü
Vedat Yenerer katıldılar. Toplantıya
Irak Türkmen Cephesi Genel Baş-
kanı Saadettin Ergeç de katıldı.
Toplantı Türkmeneli Televizyonu
tarafından bütün Ortadoğu'da naklen yayınlandı.
18 Ocak 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü yönetim kurulu üyesi
Sadi Somuncuoğlu Başkent TV'de
“Türkiye Gündemi ve Hırant
Dink” konulu programa katılarak
görüşlerini açıkladı.
22 Ocak 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü yönetim kurulu üyesi
Sadi Somuncuoğlu Avrasya TV'de
“Türkiye-AB ilişkileri” konulu
programa katılarak görüşlerini kamuoyu ile paylaştı.
27 Ocak 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü yönetim kurulu üyesi
Sadi Somuncuoğlu, Türk Ocakları
İzmir şubesinin düzenlediği toplantıda “Yunan Yayılmacılığı ve Türkiye-AB ilişkileri” konulu bir konferans verdi.
2 Şubat 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye
Enstitüsü yönetim kurulu üyesi Sadi Somuncuoğlu, Başkent TV'de
“KKTC ve Kıbrıs'ın Geleceği”
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[243]
Enstitü Faaliyetleri
konusunda açıklamalar yaptı.
6 Şubat 2007'de 21. YYTE Yönetim
Kurulu üyesi E. Tümgeneral Alaeddin Parmaksız Antalya-Gazipaşa Kültür Sarayı'nda "Psikolojik
Harekât Kıskacında Türkiye"
konulu bir konferans vermiştir.
8 Şubat 2007'de 21. YYTE Başkanı
Prof. Dr. Ümit Özdağ, TV 7'de
Nazlı Ilıcak tarafından yönetilen
“Sözün Özü” adlı programda Hırant Dink cinayeti konusunda görüşlerini açıkladı.
9 Şubat 2007'de 21. YYTE Başkanı
Prof.Dr. Ümit Özdağ, Kanal D'de
“32. Gün” Programında Türk milliyetçiliği ile ilgili görüşlerini açıkladı.
Enstitüsü Yönetim Kurulu üyesi
Cüneyt Öztürk, 21. Yüz Yıl Dergisi
editörü Feridun Yıldız, Prof. Dr.
Abdulhaluk Çay, Prof. Dr. Şener
Üşümezsoy, Prof.Dr. Enis Öksüz ve Tuğrul Türkeş katıldılar.
17 Şubat 2007'de İstanbul'da 21.
Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü'nün Princess Hotel'de düzenlediği “Kerkük'ü Unutma” sempozyumuna
21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, 21.
Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Yönetim
Kurulu üyeleri ve 21. Yüz Yıl Dergisi editörü Vedat Yenerer katıldılar.
19 şubat 2007'da 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof. Dr.
Ümit Özdağ, Enstitü'nün hazırladığı “Kerkük Krizi ve Türkiye'nin
Irak Politikası” konulu raporu vermek ve Türkiye'nin Irak politikasını
görüşmek amacı ile ANAP Genel
Başkanı Erkan Mumcu'yu ziyaret
etti.
20 Şubat 2007'da 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof. Dr.
Ümit Özdağ, Enstitü'nün hazırladığı “Kerkük Krizi ve Türkiye'nin
Irak Politikası” konulu raporu
vermek ve Türkiye'nin Irak politika10 Şubat 2007'de Ankara'da 21 Yüz sı hakkında fikir alışverişinde bulunYıl Türkiye Enstitüsü tarafından mak amacı ile BBP Genel Başkanı
rahmetli Muzaffer Özdağ anısına Muhsin Yazıcıoğlu'nu ziyaret etti.
düzenlenen “5. Türk Strateji Günü” çevrevesinde “Hedef Türk 20 Şubat 2007'da 21 Yüz Yıl Türkiye
Birliği” konulu sempozyuma ko- Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit
nuşmacı olarak 21. Yüz Yıl Türkiye Özdağ, Enstitü'nün hazırladığı
[244]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
Enstitü Faaliyetleri
“Kerkük Krizi ve Türkiye'nin Irak Politikası” konulu raporu vermek ve Türkiye'nin Irak politikası ile
ilgili görüş alışverişinde bulunmak
amacı ile CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ı ziyaret etti.
6 Mart 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye
Enstitüsü İstanbul şubesinde Ömer
Lütfü Mete'nin değerlendirmeci olarak katıldığı beyin fırtınası toplantısında Türkiye'de derin devlet tartışmalarının niteliği ele alındı.
24 Şubat 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, Ankara'da, Türkiye Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı'nda “Kerkük Krizi ve Türkiye'nin Irak Politikası” konulu bir
konferans verdi.
7 Mart 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye
Enstitüsü Güvenlik Komisyonu
Ankara'da yaptığı toplantıda Ortadoğu'daki son gelişmeleri ele aldı.
8 Mart 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye
Enstitüsü yönetim kurulu üyesi
Sadi Somuncuoğlu 12 Eylül son1 Mart 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye rasındaki gelişmeleri ve Kenan EvEnstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit ren'in eyaletlerle ilgili son açıklamaÖzdağ İstanbul'da, Beytepe Üni- larını ele aldı.
versitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından düzenlenen panelde
“Dünya Enerji Kaynakları Üzerinde Küresel Hâkimiyet Mücadeleleri” konusunda bir tebliğ sundu.
2 Mart 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye
Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit
Özdağ Kanaltürk Teleczyonu'nda
Ceviz Kabuğu prgramına katılarak,
7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in
açıklamalarını ve AKP'nin Irak poli- 12 Mart 2007'de İngiltere Dış İşleri
Bakanlığı'nda araştırmacı olarak götikasını değerlendirdi.
revli Anne McNess 21. Yüz Yıl
5 Mart 2007'de 21. Yüz Yıl Türkiye Tür-kiye Enstitüsü'nü ziyaret
Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Ümit ederek, Rusya ve Türkiye-ErmenisÖzdağ Brezilya'nın önde gelen ha- tan ilişkileri konularında Enstitü
ber kanalı “Globo News”a Türki- Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ ile
ye'nin AB politikası konusunda de- görüştü.
ğerlendirmelerde bulundu.
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007
[245]
[246]
21. YÜZYIL Ocak / Şubat / Mart 2007

Benzer belgeler