tıklayın - İşçi Kardeşliği Gazetesi

Transkript

tıklayın - İşçi Kardeşliği Gazetesi
ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!
İSCİ
.
. . KARDESLİĞİ
www.iscikardesligi.org
İşçi Kardeşliği Partisi merkezi
gazetesidir
Sayı 54 • Ekim 2011 • 2 TL
mazluma dini, milliyeti sorulmaz!
YAPILACAK OLAN KARŞI DEVRİM ANAYASASIDIR! KARŞI ÇIKALIM!
ÇÖZÜM: BARAJSIZ, YASAKSIZ
KURUCU MECLİS SEÇİMİ!
K
enan Evren, 12 Eylül 1980 askeri darbesini Pentagon’un
ve Türkiye patronlar sınıfının arzusu üzerine gerçekleştirdikten bir süre sonra, yeni bir anayasa yapmak için bir danışma meclisi tayin etmişti. Ve bu sözde meclisin yaptığı anayasa halkın yüzde 92’sinin onayını alarak resmileşmişti. AKP
de aynen Kenan Evren gibi halkın yüzde 58’in onayını alarak
yeni bir anayasa yapıyor.
Kenan Evren, 1982’de yaptırtacağı anayasanın meşruluk
kazanması için bütün kurumlara çağrı yapmış ve hesapta on-
ların görüşlerini de dikkate almıştı. O sıralar bazı saf insanlar
bunu ciddiye almış ve kendi görüşleri de dikkate alınır sanarak anayasa komisyonuna bildiriler sunmuşlardı. Tabii hiçbiri dikkate alınmadı ve zaten daha önceden kararlaştırılmış
olan anayasa metni olduğu gibi referanduma götürüldü.
O sıralar Kenan Evren anayasasına oy verenlerin -bugün eğer
hayattaysalar- kendileri ve çocuklarının önemli bir bölümü
içeriğine bile bakmadan AKP’nin anayasasına oy verme niyetinde. O gün 1982 ana- devamı sayfa 2’de
Petrol-İş 26. Genel Kongresi ve Röportajlar. .. . . .. . .Sayfa 4-5
Libya’da farklı bir işgal............................... . . .. . .. Sayfa 6
GÜNCEL
DİSİPLİN
yasası nasıl antidemokratik bir
çerçevede oylandıysa, bugün yapılacak yeni anayasa da ondan pek farklı olmayan antidemokratik bir çerçevede oylanacak.
Aradaki fark; Kenan Evren’in atadıklarının yerini Tayyip Erdoğan’ın atadıklarının almış olması! Yüzde 10 seçim barajıyla ve AKP lehine yürütülen, son derece eşitsiz koşullar altında gerçekleştirilen seçim kampanyalarıyla oluşmuş bir
meclisten söz ediyoruz. Bu Meclis meşru değildir. Dolayısıyla anayasa yapamaz. Onun yapacağı anayasaya katkı sunan da en az onun kadar suçlu olacaktır!
Kenan Evren’den demokratik bir anayasa beklemek nasıl bir ahmaklık idiyse, onun devamcısı olan ve demokrasiden zerre kadar nasibini almamış Tayyip Erdoğan’dan demokrasi beklemek de
daha az bir ahmaklık değildir!
12 Eylül’ün günümüzde varlığını sürdürüyor olmasının esas nedeninin, Kenan Evren ve şürekâsının hapiste olmamasından ziyade yüzde 10 seçim barajının varlığını sürdürüyor olması olduğunu defalarca anlattık. AKP de muhalefet
de bu seçim barajına yaklaşık 30 yıldır
el sürdürtmediler. Hepsi 12 Eylülcüdür!
Üstelik Erdoğan 12 Eylül’ü ve onun anayasasını da yeterli bulmadığı için başkanlık sistemine geçmenin hesaplarını
yapıyor. Yani yüzde 10 barajı yetmedi,
Baş yazının devamı
başkanlık sistemiyle barajı fiilen yüzde
50’ye yükseltmek istiyor!
İşte, başta işçi örgütleri olmak üzere bütün demokratik yapılar bu meclisin
anayasa yapmasına karşı çıkmalı, AKP
ile anayasa maddeleri konusunda kesinlikle pazarlığa girilmemelidir. Yapılması gereken; herkesin kendi tuttuğu partiden başka partiye oy vermek zorunda bırakıldığı bu barajlı seçim sisteminin kaldırılıp, bütün partilere eşit propaganda imkânının sunulacağı bir seçim sistemiyle gerçekleştirilecek bir kurucu meclis seçiminin yolunun açılmasıdır. Bütün işçi ve halk örgütleri böyle
bir kurucu meclis hareketini inşa etmek
için seferber olmalı ve böylelikle oluşacak egemen bir meclis ülkenin geleceğine sahip çıkarak ne yapacağına kendisi
karar vermelidir. Ancak böyle bir meclis emperyalistlerin hesabına çalışmayacak, yabancı ülkelere savaş açmayacak, halklar arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırarak ulusun işçi sınıfının etrafında kenetlenmesine imkân sunacak
bir meclis olabilir. Ancak böyle bir meclis emperyalizmle bütün bağlarını kopararak işçilerin, yoksul köylülerin, kamu
çalışanlarının, küçük esnafın, emeklilerin, gençlerin ve kadınların onurlarıyla
hayatlarını sürdürmelerine imkân sunacak bir düzene yol açabilir.
İKP Merkez Yürütme Kurulu
İşçi Kardeşliği
Sayı: 54 • Ekim 2011
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
İşçi Kardeşliği Partisi adına Engin Bodur
Yönetim Yeri:
İKP Genel Merkezi
Öncebeci Mh. İncesu Cd. Doğan Apt. 7/B
Çankaya/Ankara
Telefon: (312) 430 32 68
İstanbul
İl Merkezi: Rasimpaşa Mahallesi, Nüzhet Efendi
Sokak, No: 12/5, Kadıköy, İstanbul
Telefon: (216) 700 16 30
Eskişehir
İl Merkezi: İstiklal Mahallesi, Demirciler Sokak, Verem
Savaş İşhanı, No:10, Kat:2, Daire:30.
Telefon: (222) 233 55 46
İnternet:
http://www.ikp.org.tr
[email protected]
Hesap Bilgileri:
PTT Posta Çeki: 1051319
ING Bank, Soğanlık Şubesi:
TR63 0009 9008 4616 8400 1000 00
Baskı:
Ofis Matbaa Yayın Kağıt Sanayii Ltd.
Davutpaşa Kışla Cd. Güven Sanayi Sitesi No: 388
Topkapı, İstanbul. Telefon: (212) 576 47 15
İşçiler ve
İşçi Örgütleri
Engin Bodur
Hangi taraftasınız?
Dünya insan hakları ve demokrasi yalanlarıyla yıkılıp yutulurken eyleme geçemeyen ülkelerde yalanlar, gerçeklerin üstünü örtmeye
devam ediyor. En büyük yalan, demokrasi yalanı. Afrika açlık ve susuzluktan ölürken tüm
aşiretleri silahlandırıp iç savaşa sürükleyen emperyalistler bir yandan da Libya ve Suriye örneğindeki gibi “demokrasi getirmek, zalim diktatörleri yıkmak” için çalışıyorlar. Bizim sözde demokrasi savunucusu, egemenlerin dostu, büyük Ortadoğu sözcüsü başbakanımız da
bu trende rol kapmaya çalışıyor. Sudan’ın, Suudi Arabistan’ın ve Ürdün’ün katil ve zalim diktatörleri şimdilik dost ve demokrasi cephesindeler! Daha önce Saddam ve Kaddafi de dost değil miydi? Emperyalist efendileri ne emrederse o oluyor. Önceleri “dost” dediklerine sonra
“düşman” diyorlar. Libya’da aşiretlere bağlı çapulcular NATO’nun korumasında daha ilk günden elde silah sözde kahramanlık yaparken, insanca yaşamak ve haklarından vazgeçmemek
için direnen kardeş Yunan işçi sınıfı ortalığı karıştırıp düzen bozduğu söyleniyor. Çapulcular
silahlı demokrasi havarileri, işçilerse gaz bombaları ve polis coplarıyla etkisiz kılınması gerekenler mi? Soru basit; işçilerden ve ezilenlerden
mi yanasınız, yoksa efendinin yönettiği uşakların yalanlarıyla mı besleniyorsunuz? Dostlarınız zalimler ve dünyayı yok edenler mi, yoksa
ezilenler mi?
Unutmayalım Saddam zalim ve katildi. Şiilere zulmetti, Kürtlere kimyasal bombalarla saldırdı ve emperyalizmin emrinde İran’la yıllarca
savaştı. Ama Irak’a barış getirdiğini iddia eden
emperyalistler bu azılı katilden daha fazla insan öldürdüler ve öldürmeye de devam ediyorlar. Değişen önceden de sömürdükleri Irak tüm
kaynaklarına el konulmuş ve ulusal bağımsızlığını kaybetmiş bir ülke artık. Ülkedeki bütün
işçi örgütleri yıkıldı ve Irak halkları sürekli bir
iç savaşla yaşayacak tıpkı Afganistan’daki gibi.
Bir yanda Tunus ve Mısır’da yaşanan devrimler ve Avrupa’da Yunanistan, İspanya, Portekiz, Fransa ve tüm kıtada yaşanan işçi sınıfı mücadelesi öbür yanda sömürenlerin yalanları. Biz
ezilen ve sömürülenlerin yanındayız, sen hala
demokrasi yalanıyla zulmü ve zalimi örten yalanlara karşı çıkmayacak mısın?
Abone Formu
İşçi Kardeşliği gazetesine abone olmak istiyorum.
İmza:
İsim, Soyisim:
Görev:
Adres:
Posta Kodu:
İlçe, İl:
Telefon, Faks:
E-Posta:
Abonelik Bedeli (Asgari 20 TL):
ING Bank Soğanlık Şubesi TR63 0009 9008 4616 8400 1000 01 hesabına yatırdığınız abonelik ücreti dekontunuzu bu formla beraber faks veya posta yoluyla bize ulaştırın. (Bilgiler künyededir.)
2 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
DİSİPLİN
GÜNCEL
Kapitalizmin krizinde yeni aşama:
Küresel Kamu Borç Krizi
Y
az başından bu yana gerek dünya gerekse
Türkiye ekonomisinde ciddi bir ekonomik
kriz beklentisinin giderek yükseldiği bir atmosfer içerisindeyiz. Dünya ve Türkiye borsalarında
ABD’den ve AB ülkelerinden gelen ekonomik veri
haberleriyle büyük düşüşler yaşanıyor, altın fiyatı
rekor üstüne rekor kırıyor, Dolar ve Euro’nun değeri giderek artıyor, her gün ekonomi uzmanlarının ABD ve AB ekonomilerinin ciddi bir krize sürüklendiğine dair yorumlarını okuyor ve dinliyoruz, öte yandan başbakan ve bakanları krizin bu
sefer teğet bile geçmeyeceğini söylüyor. Ekonomik
gelişmelerin sınıf mücadelelerinin seyrini belirleyen en önemli etken olduğunu aklımızın bir köşesinde tutup, dünya ekonomisinde neler olup bittiğini, Türkiye’nin olası bir dünya krizinden nasıl
etkileneceğini detaylı bir şekilde irdelememiz gerektiğini düşünüyoruz.
Küresel kamu borç krizi, trilyon Dolarlık
kurtarma paketlerinin ve 30 yıldır
uygulanan neo-liberal politikaların
kaçınılmaz bir sonucudur
Öncelikle dünya ekonomilerinde son aylarda
yaşananları kısaca hatırlamakta yarar var. ABD
hazinesi Ağustos ayında tarihinde ilk kez borçlarını ödeyememe riskiyle karşı karşıya kaldı. Hararetli tartışmaların ardından mecliste iki partinin
anlaşmasıyla hazinenin borçlanma yetkisinin üst
sınırı bir yıllık borçları karşılayacak şekilde yükseltildi. Ancak ABD, kredi notunun düşürülmesinden kaçamadı. Dünya ekonomisinin üçte birini oluşturan ABD’nin borçlarını ödeyemez duruma gelmesi ve kredi notunun düşmesi hiç de
öyle yabana atılacak bir durum değil. Bu durum,
ABD tahvillerinin riskini arttıracak ve ellerinde
ABD tahvili bulunduran bankalar ve ülke hazineleri bu tahviller için çok yüksek miktarda karşılık
ayırmak zorunda kalacak; bu da bankaların ciddi sermaye yeterlilik sorunları yaşamalarına, ülkelerin de ödemeler dengesi sorunları yaşamalarına neden olabilir. Bu senaryo dünya mali sisteminin kilitlenmesi olasılığını da içeriyor. ABD Merkez Bankası Başkanı bundan sonra Dolar basarak
borçları ödeme zamanının geride kaldığını, artık
kamu harcamalarının azaltılmasıyla bütçe dengesinin sağlanması gerektiğini buyurdu; bu da demek oluyor ki artık ekonomilerde kanayan yaralar
para politikalarıyla pansuman edilmeyecek.
Yine son aylarda Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İtalya ve İspanya’nın kamu borç krizleri giderek ağırlaştı. Örnek vermek gerekirse son verilere göre Yunanistan’ın kamu borç toplamının gayrisafi yurtiçi hasılaya (GSYİH) oranı yüzde 120
civarında ve kamu bütçesi de GSYİH’sinin yüzde 10’undan fazla açık veriyor. AB’nin amiral gemileri Almanya ve Fransa bu ülkelerin borçlarının nasıl ödeneceğini kara kara düşünüyor ve toplantı üstüne toplantı yapıyor. Üstüne üstlük kriz
AB için bir borç krizi olmanın çok ötesine geçti,
krizdeki ülkelerin borçlarının ödenebilmesi için
ortak AB tahvillerinin çıkartılması gündeme geldi ancak Almanya buna kesin bir dille karşı çıkıyor. Öyle ki artık bir Euro krizinden bahsediliyor, borçlu ülkeler kendi
paralarını basıp borçlarını ödeyemedikleri
için (Euro sadece Frankfurt’taki Avrupa
Merkez Bankası tarafından basılabiliyor) Euro’yu terk edip ulusal
paralarına dönmeyi düşünmeye başladılar. Diğer yandan, bu ülkelerin hükümetleri borçlarını ödeyebilmek
için IMF’ye de avuç
açıyor, tabi IMF de
kapısını çalan her
ülkeye dayattığı
acı reçete karşılığında para
musluklarını açabileceğini söylüyor: Kamu
harcamalarını azaltabilmek için
sosyal güvenlik harcamalarını
azalt, kamu çalışanlarını işten çıkart, kamu varlıklarını özelleştir! Bizim gazete ve televizyonlarımızda da bu ülkelerin halklarının tembelliklerine, har vurup harman savurduklarına dair haberler her gün manşetlerde, sanki bundan 10 yıl öncesine kadar Türkiye çok daha
beter günler yaşamamış gibi.
Şimdi bu borç krizinin nereden kaynaklandığını anlamaya çalışalım. Aslında son aylarda tüm
dünyada etkisini arttıran kriz, 2008 yılında yaşanan küresel finans krizinin kamu yardım paketleri sayesinde ötelenmesinin doğrudan bir sonucu.
Hatırlayacak olursak, 2008’de ABD’de konut kredilerinin ödenememesiyle başlayıp dev finans tekellerinin iflasıyla derinleşen kriz tüm dünyaya yayılmış, devletler bankaları ve finans şirketlerini iflastan kurtarmak için kapitalizm tarihinde görülmemiş büyüklükte kamu fonlarını yardım paketleri şeklinde piyasaların hizmetine sunmuştu. Bugünkü krizi iyi anlayabilmek için 2008’de başlayıp
2009 sonuna kadar süren krizi ve alınan önlemleri unutmamak gerekir. Bu dönemde devletlerin
finans piyasalarına aktardığı kurtarma paketlerinin toplam miktarı 18 trilyon Dolardı, yani dünya yıllık GSYİH’sinin yüzde 30’u; bunun 13 trilyon
Doları ABD’ye aitti ve bu rakam ABD’nin yıllık
GSYİH’sine eşit. 2008’den beri devletlerin harcamalarının ulusal ekonomilerdeki payı giderek arttı. Şüphesiz, gelişmiş ekonomilere sahip bu ülkeler
destek paketleriyle dünya mali sisteminin kontrol
dışına çıkarak çökmesini ve arkası gelmeyen banka iflaslarını engelleyebildiler. Burada aslı amaç
parasal sermayeyi ucuzlatmak ve finans piyasa-
ları ve
dolayısıyla reel
sektör için
likit para sıkışıklığına
son vermekti.
Bir başka deyişle, krize karşı önlem olarak piyasalara para sürülerek para miktarı
arttırıldı ve faizler düşürüldü, ancak bu durum devletler eliyle devasa bir spekülatif sermayenin doğmasına da sebep oldu.
Öte yandan, kamudan bu denli yüksek miktardaki fon çıkışı doğal olarak kamu bütçe dengelerini olumsuz
etkileyecekti, bu büyük risk göze alınarak genişletici para ve maliye politikaları uygulandı. Bugün dünyada birçok devletin borç krizine girmesini işte bu trilyonlarca Dolarlık kurtarma paketleri ve genişletici politikalarla açıklama konusunda artık
kimsenin en ufak bir şüphesi yok.
Devletlerin borçlarını ödeyemez duruma gelmelerindeki bir diğer neden ise çok daha yapısal bir temele sahip. Tüm dünyada olduğu gibi
bu ülkelerde de son 30 yılda dizginlenemez bir
neo-liberal ekonomi politikası dalgası yaşandı.
Sosyal ve iktisadi kamu harcamaları kısılarak ve
kamu varlıkları özelleştirilerek devletin ekonomi
alanından eli eteği tamamen çekildi. Ayrıca özel
sektörü teşvik etme kisvesi altında şirketlerden ve
yüksek gelir grubundan alınan vergiler düşürüldü, buna karşılık kitlelerin üzerindeki vergi yükü
dolaylı vergiler aracılığıyla arttırıldı. Güvencesiz
ve esnek çalışma, sendikal hakların yok edilmesi
gibi iş yerinde sömürüyü daha da arttıran saldırılarla ücretli çalışanların milli gelirden aldığı pay
hızla düşürüldü. Uygulanan bu politikalar sonucunda kamu gelirlerinde ciddi azalmalar meydana geldi, gelir dağılımında muazzam bir adaletsizlik oluştu. Yukarıda bahsi geçen borç batağına
saplanmış Avrupa ülkelerinin ortak özelliklerinin
medyadaki yorumların tam aksine diğer AB ülkelerinin ortalamalarına kıyasla daha düşük devlet gelirine sahip olmasının, kamu harcamalarının
GSYİH’lerine oranla çok daha düşük olmasının ve
gelir dağılımlarının daha adaletsiz olmasının tamamen bir tesadüf olduğunu ve içerisine düştükleri krizle bir ilişkisi olmadığını söylemek en hafif
ifadeyle safdillik olur kanaatindeyiz.
Alican Zorbozan
(Yazının küresel kamu borç krizinin Türkiye işçi
sınıfını nasıl etkileyeceğine dair analizini içeren
devamını gazetemizin gelecek sayısında okuyabilirsiniz.)
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
3
SENDİKA
DİSİP
“Birlikte Mücadele
Edelim”
P
etrol-İş 26. Olağan Genel Kongresi 17-18 Eylül’de
İstanbul’da gerçekleşti. Katılımın yoğun olduğu ilk günkü
oturum gece yarısına kadar devam etti. İkinci gün ise seçimlerle genel kurul sonlandı.
korunması, kadına karşı şiddetle
savaşılması için toplumsal cinsiyet eğitimlerinin verilmesi, sendikada kadın bürolarının açılması Petrol-İş sendikasının görevleri arasına eklendi. Çocuk
işçiliğin önüne geçilmesi ve genç
işçilerin haklarının korunmasını da artık kendine görev edinen
sendikaya bunun için işçi büroları ve lokaller açma yetkisi de
verildi.
Mustafa Öztaşkın’ın yeniden
genel başkanlığa seçildiği kongrede önemli tüzük değişiklikleri
gerçekleşti. Bunlardan en önemlisi ise kadın-erkek eşitliğinin
Kongrenin ilk gününde yapıtüzüğe eklenmesi oldu. Evde, işyerinde ve sendikada eşitliğin lan konuşmalarda ise Tek Gıdaİş genel başkanı
Mustafa Türkel’in konuşması
büyük alkış aldı.
Mücadeleci
Sendikalar Güç Birliği
Platformu’ndan
bahseden Türkel önemli bir
sürecin başında olduklarını
Yalansız
Dolansız
Şadi Ozansü
Petrol-İş Kongresini İzlerken
Geçenlerde Türk-İş’e bağlı Petrolİş sendikasının kongresi gerçekleştirildi. Delege ve izleyici katılımının yoğun olduğu bir kongreydi. Ben
de İşçi Kardeşliği Partisi (İKP) Genel Başkanı sıfatıyla bu güzel kongreyi izleme fırsatını elde etim. Kongrenin önemi Türk-İş’in hükümet yanlısı yönetimine karşı mücadele bayrağı açan 10 sendikanın muhalefet platformlarını açıklamalarına imkân sunacak olmasıydı.
Kongrede yaşananlarla ilgili iki
gözlemim oldu, bunları sizlerle paylaşmamın anlamlı olacağı kanısındayım.
İlk gözlemim şu: Maalesef bütün haklılığına rağmen muhalefet
4 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
platformu yıl sonunda gerçekleşecek olan Türk-İş kongresinde seçimleri kazanma konusunda pek umutlu değil. Bu konuda pek de haksız sayılmazlar, zira karşılarındaki birçok
büyücek sendikacının yönetimi Tayyip Erdoğan’ın arkasına dizilmiş durumda, üstelik AKP kuyrukçuluğu
yaptıkları takdirde, bunun Türkiye’de
mevcut sendikaları bile tümüyle ortadan kaldıracağını bile bile.
Bu aktardığım tabloyla tümüyle zıt
olan ikinci gözlemim ise şu: Türk-İş
içinde muhalefet yürüten sendikaların mevcut yönetimleri bile Türkiye
siyaset sahnesinde boy gösteren AKP,
CHP ve MHP yönetimlerine ve onların sözcülüğüne soyunmuş olan siyasetçilerine göre daha çaplılar ve hem
ajitasyon hem de propaganda yetenekleri itibariyle onlardan çok üstünler.
O zaman bu zıtlığı ortadan kaldır-
belirtti. Türkİş’in hükümetin arka bahçesi olduğunu
söyleyen Türkel, iktidarın
Türk-İş’i maşa
olarak kullandığını ve bu anlayış ve işleyişe karşı çıkmak
için Güç Birliği Platformu’nu
oluşturduklarını söyledi. “Bizim kimseden
korkumuz yok. İç hesaplaşmamızı tamamladık, kimseye borcumuzda yok” diyen ve kuralsızlaştırmaya karşı birlikte durulmazsa bu gidişin önüne geçilemeyeceğini söyleyen Türkel
her şeye rağmen geleceğe ümitle baktıklarını da ekledi. Genel
grevin sinyallerini ise “Türk-İş,
Hak-İş nasıl bakarsa baksın, kıdem tazminatı hakkımıza dokunulduğunda, bölgesel asgari ücmak sağlıklı bir adım atmanın da tek
yolu olmalı.
Eğer muhalif sendikalar Türk-İş
genel kurulunun sonucuna ilişkin karamsar bir düşüncedeyseler, bunun
nedeninin politik olduğunu seziyorlar demektir. Bu şu anlama gelir: İşçi
sınıfının bağımsız sesinin olmadığı bir ülkede muhalefet ve işçi haklarının savunusu da CHP’den bekleniyor! Oysa aynı kongrede “ana konuşmacı” olarak kendisine söz verilen
Kılıçdaroğlu, “biz hem işçinin hem
işverenin avukatı olacağız!” dedi. Demek ki sorun, işçilerin kendi sesi olacak bir siyasi partinin inşasına cesaret edebilmek. Yani yerli veya yabancı
patronlara hiçbir diyet borcu olmayacakların partisi. Bu partinin CHP olmayacağı ya da olmadığı iki kere ikinin dört ettiği kadar açık. Bunun kadar açık olan ikinci konu da Türkiye
siyasi tarihinin en işçi düşmanı par-
Fotoğ raf : İş ç i Kard e şliğ i
Petrol-İş 26. Olağan Kongresi’nde Türk-İş’in içinde bulunduğu kötü durum
işaret edilerek birlikte mücadele etmenin önemi üzerinde duruldu.
ret uygulaması başladığında biz
şalterleri indirip greve başlarız.
O gün rafineriler çalışmayacak,
fırınlar ekmek çıkarmayacak,
hiç bir fabrika da üretim olmayacak” diyerek verdi.
Uluslararası konukların da
konuşmalar yaptığı genel kongrenin ilk gününde Petrol-İş için
hazırlanan “Sendika Geleceğindir” adlı filmin oyuncularına da
teşekkür plaketleri verildi.
Ceyhun Seval
tisi olan AKP’nin CHP tarafından geriletilemeyeceği. AKP’nin tarikat, cemaat, mafya örgütlenmesini bozguna
uğratacak tek güç işçi sınıfının siyasal birliğidir. İşte bu yüzden de Türkİş kongresinin ne pahasına olursa olsun kaybedilmemesi gerekir. Kaldı ki, kaybedilse bile, eğer buradan
10 sendikanın yöneticilerinin kararlı bir şekilde bağımsız bir işçi partisi kurulması doğrultusunda hareket
edecekleri kararı çıkarsa, bu, işçi sınıfının bütün bir milleti peşine takarak AKP’yi iktidardan düşürecek yolu
açması anlamına gelecektir. CHP’nin
25 milyon işçisi hiçbir zaman olmayacaktır, ama işçi sınıfı partisi için bu
yol sonuna kadar açıktır. Zaten işçi
sınıfının örgütlenmesi de bu anlama
geleceğindendir ki, böyle bir gelişmeden AKP’nin ödü patlamaktadır. Parti kurulsun, adı bile AKP’yi titretmeye yetecektir!
ALARIMIZ
PLİN
İstanbul 1 No.lu Şube Delegesi Nihat Can:
Fotoğ raf : İş ç i Kard e şliğ i
“Bu zamana kadar hükümete yakın olarak ne çözüldü?”
“Bu dönem kongre bizim beklediğimiz gibi olmadı. Bir araya
gelip, nerelerde sorunlar olduğu
konuşmak yerine bir grup kişisel görüşmeler yapıyor. Bu grupla bir araya gelmek mümkün değil. Diğer grup ise kendi içinde
bireysel adayların nereye geleceğini konuşuyor sadece. Yani işçilerden, örgütten bahseden yok.
Grupların yanı sıra CHP’nin
ağırlığı sürerken AKP de kongreye tüm ağırlığı ile girmeye çalışıyor. Kongreleri hiç sevmediğini belirten, ayrılmış eski arkadaşları daha iyi anlıyorum ar-
tık. Sendikalaşmak, örgütlenme,
mücadele anlayışı, politika artık
tartışılmıyor.
Başkanın hükümete yakın bir
isim olmasını isteyen delegeler
var. Onlara sormak gerekiyor,
bu zamana kadar hükümete yakın olarak ne çözüldü? Türk-İş
tarafından hangi yasanın çıkması engellendi? Türk-İş’in küçüğünü burada, Petrol-İş’te oluşturmanın ne anlamı var? Umarım
kongrenin ilerleyen saatlerinde
daha çok örgütlenmenin, sorunların dile getirildiği konuşmalar
dinleriz.”
Petrol-İş Bayer İşyeri Eski Baştemsilcisi Cumhur Altay:
“Bu kongre, sorunların tartışıldığı bir
kongreden ziyade sadece bir seçim kongresi
havasında geçiyor”
burada da sürdürüyor. Bu konuda Türk-İş zaten apaçık gözler
önünde bir örnek. Bu kongrede
de böyle bir arkadaş genel sekreter adayı oldu. Herkesin aday
olma hakkı var ama bu arkadaşın dışarından hükümet desteğini de görmemek mümkün değil.
Ama her şeye rağmen ayakta
kalmış örgütlerden bir
tanesi de Petrol-İş. Şu
anda sendikamız Türkiye sendikal hareketinde
lider konumunu devam
ettiriyor. Dileğim bu
kongreden sonra da bu
liderliğini sürdürmesi.”
Fotoğ raf : İş ç i Kard e şliğ i
“Bu kongre örgütün önünü açacak, sorunların tartışıldığı bir kongreden ziyade sadece bir seçim kongresi havasında geçiyor. Olumsuzluklar bütün diğer sendikaları etkilediği gibi bizi de etkiliyor. Hükümet bütün sendikalarda yürüttüğü ele geçirme çalışmalarını
Trakya Şubesi Delegesi Arif Oruç:
Fotoğ raf: İş ç i Kard e şliğ i
“Biz çalışanlar birlik olmadığımız sürece, örgütlenip iktidara
gelmediğimiz sürece haklarımızı bir bir kaybetmeye devam edeceğiz.”
Şu anki yapılan siyasete baktığınız
zaman Türkiye işçi sınıfının kayıpları kolayca görülebiliyor. Sendikamızın
işçilerin kendi partilerini kurmaları
ile ilgili söylemler vardı, ama işçilerden destek gelmedi. Bu çok tezat bir
durum. İşçilerin haklarını savunacak,
kazanımlarını ileriye taşıyabilecek bir
araca bu kadar ihtiyaç varken işçilerin
bu fikrin arkasında durmamaları çok
garip bir durum.
Türkiye’de yürütülen siyasetin işçi
sınıfı üzerine etkilerini görmek için
haklarımıza bakmamız, eskiden nerede, şimdi nerede olduğumuza bakmamız yeter. Hükümetin yönetimde olduğu bunca sene içerisinde yeni haklar kazanılması bir yana, eldeki haklar
da bir bir gitti. Şu an da gündemde kıdem tazminatları var. Neymiş, Avus-
turya modeli seçilmiş. Burada amaç
açık: Kıdem tazminatlarını ortadan
kaldırmak. Bu sadece sendikalı işçileri etkileyecek bir düzenleme de değil.
Mavi yakalı, beyaz yakalı bütün çalışanlar bu düzenlemeden etkilenecek.
Biz çalışanlar birlik olmadığımız sürece, örgütlenip iktidara gelmediğimiz
sürece haklarımızı bir bir kaybetmeye
devam edeceğiz.
Petrol-İş, Türkiye’deki sendikal harekete her zaman ivme kazandıran bir
sendika oldu ve sendikal hareketin
“delikanlısı” olmaya da devam edecek. Bu yüzden bu kongrede görevimiz, koltuk savaşını izlemek değil, örgütümüzü gelecekte de şu anki delikanlı yapısını koruyarak daha ileri taşımak. Bunun için de elimizden geleni yapacağız.
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
5
DİSİPLİN
ULUSLARARASI
M
Libya’da Farklı Tür Bir İşgal
ısır ve Tunus devrimlerine emperyalizmin de, 2009’da ABD’ye gidip oradaki şirketlere ülkecevabı demek olan Libya iç savaşı Kaddafi’nin sinden paylar vermiş, 2004’te de Brüksel’e gitmişti.
iktidardan düşmesiyle yeni bir safhaya girdi.
2007’deki Fransa gezisini ve Paris’te kurduğu çadırını zaten hepimiz hatırlıyoruzdur.
Kaddafi nasıl düştü?
Kaddafi’yi iktidardan düşüren temel neden elOlayların seyrini kısaca hatırlarsak, Kaddafi’ye
bette
Mısır ve Tunus devrimleri oldu. Bu devrimkarşı ilk protesto gösterisi 15 Şubat’ta Bingazi’de yapıldı. Başta barışçıl olan bu gösteriler kısa sürede si- ler ABD’nin Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nin
lahlı eyleme dönüştü. Bunda Kaddafi’nin egemenli- (GOP) istikrarını bozdu. Mübarek istemeyerek de
ğinden çıkmak isteyen kabilelerin muhalefete katıl- olsa bu projeyi uyguluyordu, Bin Ali ise hevesli bir
ması da etkili oldu. Birkaç hafta içinde ülke UGK’yi katılımcısıydı. Bunların devrilmesi ve kitle hareke(Ulusal Geçiş Konseyi) oluşturan doğudaki muha- tinin iktidara gelmesi riski emperyalizmi huzursuz
lif kabileler ile batıda Kaddafi’ye bağlı Libya ordusu etti. Üstelik kendi ülkelerinde de (ABD’nin güneyi,
arasındaki bir iç savaşa, büyük bir kıyıma girmiş- Yunanistan, İspanya, Portekiz, İngiltere) muhaleti. Nitekim UGK Trablus’un düşmesinden sonra 25 fet güçleniyordu. Mısır ve Tunus’un tam ortasında
yer alan, kabilelere bölünmüş bir halde olan Libya,
bin kişinin öldüğünü açıklayacaktı.
Libya ordusu Bingazi’ye girerek muhalif güçleri
yenmenin eşiğine geldiği anda emperyalist ordular
Erdoğan hükümeti nasıl tavır
imdada yetişti. 19 Mart’ta Fransa ve İngiltere’nin lideğiştirdi?
derliğinde ve ABD’nin büyük desteğiyle Libya bombalanmaya başladı. Müdahalenin sivilleri korumak • 28 Şubat 2011 - Erdoğan: “NATO’nun
için yapıldığı söyleniyordu ama UGK’ye destek için
Libya’da ne işi var?”
yapıldığı düpedüz ortadaydı. Libya ordusunun ha• 22 Mart 2011 - Erdoğan: “NATO
vaalanları bombalanırken UGK’nin uçuşa yasak
harekatı Libya’nın zenginlikleri için
bölgede uçak uçurmasına müsaade ediliyordu. Beş
olmamalı.”
aydan fazla süren bombardımanın sonunda, 22
Ağustos’ta UGK başkent Trablus’a girdi. Kaddafi • 24 Mart 2011 - Libya’ya iki savaş
gemisi ve bir denizaltı gönderildi. İki
halen ülke içinde olduğunu iddia ederek direniyor.
Ülkenin ortasında kalan Akdeniz kıyısındaki Sirte
geminin meclisten izin çıkmadan önce
ve daha içerdeki Bin Velid halen NATO bombardıgönderildiği ortaya çıktı.
manı altında ve UGK’ye direniyor.
• 7 Nisan 2011 - Erdoğan: “Derhal
Savaşın bundan sonra nasıl süreceği tarateşkes olmalı.”
tışma konusu. Sirte ve Bin Velid düşseler bile • 3 Mayıs 2011 - Erdoğan: (Kaddafi’ye)
Saddam’ınkinden daha büyük bir silah stokuna sa“İktidarı bırak.”
hip olduğu söylenilen Kaddafi’nin gerilla savaşı
• 9 Haziran 2011 - UGK’ya 300 milyon
başlatabileceği söyleniyor. UGK için bir diğer sodolar yardım gönderildi.
run kabileler arasında Kaddafi’nin kurmuş oldu•
16 Eylül 2011 - Erdoğan’ın Libya
ğu dengeyi tekrar oluşturabilmek. Zira Kaddafi’nin
ziyareti. UGK’ya direnen Sirte ve Bin
tehdit ve tavizlerle kurmuş olduğu bu birliği tekrar
Velid’e ‘teslim ol’ çağrısı yaptı.
kurmak oldukça zor. Öte yandan, emperyalizmin
çıkarları açısından Libya’nın bölünmüşlüğü daha Aslında başbakanı çok da yadırgamamak
elverişli ve emperyalizme göbekten bağlı UGK’nin lazım, emperyalizm Kaddafi’ye karşı 180
de buna karşı çıkacak iradesi yok.
derece dönerken o da dönmek zorunda
Kaddafi niye düştü?
Libya iç savaşıyla ilgili asıl sorulması gereken bu
savaşın niye patlak verdiği. Kaddafi geçmişte sorunlar yaşamış olsa da son on yıldır emperyalizmle sıcak ilişkiler kurmuş, ülkesinin yağmalanması
için aktarma kayışı rolünü üstlenmişti. Bunun karşılığında ABD ve Avrupa’da çok iyi ağırlanıyordu.
Trablus’un düştüğü 22 Ağustos’tan daha bir sene
önce İtalya’ya gitmiş, kadınlara özel yaptığı toplantıda onları İslam’a davet etmişti. Ayrıca Libya’dan
getirdiği atlarla İtalyan dostları için bir gösteri düzenletmişti. Aynı zamanda İtalyan Eni şirketinin Libya’da petrol çıkarma haklarını 2042’ye kadar uzatmış, İtalyan UniCredit Bankası’nın Libya’da
şube açmasının yolunu açmış ve Avrupa’ya gitmek isteyen kaçak göçmenler için Libya’da bir toplama kampı açmayı kabul etmişti. Benzer şekil-
6 İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
kaldı, sadece biraz ağır kaldı.
emperyalizmin tam müdahale etmek istediği yerdi.
Buradan Tunus’a ve Mısır’a askeri müdahalede bulunabilir veya farklı şekillerde bu devrimler üzerinde basınç uygulayabilirdi. Nitekim bombardımanın
önemli bir kısmı Tunus sınırında oldu ve 200 bin
Libyalı mülteci Tunus sınırına dayandı.
Dahası, içinde İsrail de yer alacağı için
Kaddafi’nin karşı çıktığı Akdeniz Birliği projesi bu
şekilde hayata geçirilebilirdi. UGK’nin 2 Haziran’da
İsrail’e gönderdiği ‘iktidara gelirsek sizi tanırız
ve size askeri üs için yer verebiliriz’ mesajı da bu
yöndeydi. Diğer yandan, ABD’nin Afrika’yı askeri olarak kontrol etmek için kurduğu ancak halen
Afrika’da bir yer bulamadığından komuta merkezini Almanya’da tuttuğu Africom (ABD Afrika Ko-
mutanlığı) da Libya’ya yerleşebilirdi.
İşte bu hesaplar emperyalizmin Kaddafi’yle kurduğu sıcak ilişkilere üstün geldi ve Kaddafi’nin devrilmesinin yolunu açtı.
Emperyalizmin yeni işgal yöntemi
Tayyip Erdoğan “Libya, Irak olmamalı” açıklamasını yaptı. Emperyalist güçler de aynı fikirde,
Irak’tan sonra bir de Libya batağına saplanmak istemiyorlar. Özellikle yaşanılan kriz sırasında bunun sonuçları emperyalizm için çok ağır olur. Bunun için kendileriyle işbirliği yapacak yerel ve bölgesel güçleri arıyorlar. Bu güçlerin yardımıyla doğrudan işgale başvurmadan ülkelerdeki rejimleri
değiştirmenin ve oralarda askeri kontrol noktaları oluşturmanın hesabını yapıyorlar. ABD Mısır’da
Müslüman Kardeşler’le, Libya’da UGK ile, Tunus’ta
da Nahda Partisi ile görüşüyor.
ABD’nin kendine yandaş bulma çabası o kadar
yoğun ki UGK içindeki eski El Kaidecilerle bile işbirliğine gidiyor. Abdülhakim Belhac, Abdülhakim
el Esadi ve İsmail el Salabi isimli UGK yöneticileri eski Libya İslamcı Savaş Grubu’na mensup ve bu
grubun El Kaide bağlantısı El Zevahiri tarafından
doğrulanmış durumda. El Kaide’nin Afganistan’da
SSCB’ye karşı savaşması için ABD tarafından kurdurulduğu düşünüldüğünde insan “eski dost, düşman olmuyor” diyor.
Her ülkede farklı koşullar olsa da bu siyasi grupların hepsi AKP’yi ve Türkiye’yi kendilerine model
aldıklarını söylüyorlar. Yani bir tarafta sınırlı bir siyasal İslamcılık, öbür tarafta emperyalizmle tam
işbirliği. Ülkeler arasındaki farklı siyasi koşullar
Erdoğan’ın ziyareti sırasında ortaya çıktı. Mısır ziyareti kapsamında planlanan Tahrir Meydanı’ndaki
konuşma provokasyon olabileceği nedeniyle gerçekleşmedi, oysa Erdoğan halen iç savaşın sürdüğü Libya’da eski Yeşil Meydan’da konuşabildi. Bu
durum, Erdoğan’ın Mısır’da aslında söylendiği kadar coşkuyla karşılanmadığını ortaya seriyor. Müslüman Kardeşler her ne kadar seçimlerde iktidardan büyük bir parça alacak gibi gözükseler de ayağa kalkmış kitlelerin güvenini kazanmış değiller,
ara ara yeniden patlak veren olaylar da buna işaret
ediyor. Tunus’ta ise Erdoğan Mısır’dakinden de sönük karşılandı.
Emperyalizmin küresel krizi tüm dünyada yankılanıyor. Piyasalar kendi beceriksizliklerinin pençesinde çökerken çareyi tüm dünya işçi sınıfının ve
haklarının haklarına saldırmakta ve savaşlarda buluyor. Halklar ve işçi sınıfı buna direniyor ve direnecek. “Arap Baharı” diyerek Arap ülkelerine sınırlandırmak istedikleri bir devrim yok, Avrupa ülkelerinde, ABD’nin güneyinde, Kuzey Afrika’da başlamış, tüm dünyayı sarmak üzere ilerleyen bir devrim dalgası var. Bu dönemde emperyalizmin gizli
işgallerine, entrikalarına kanmayalım. Haklarımız
için birleşelim.
Doğan Fennibay
DİSİPLİN
ULUSLARARASI
Kürt Sorununda Son Durum ve
AKP’nin “Yeni” Tavrı
A
KP hükümetinin 2009 yılında giriştiği aslında Kürt hareketini tasfiye etmeye
çalışan “açılım” politikası Kürt hareketi dahil
herkesi beklenti içine sokmuştu. AKP, resmi
ideolojinin on yıllardır söyleye geldiği inkârcı
politikanın dışında ilk kez yeni bir dille soruna yaklaşıyordu. Kürtler yıllardır talep ettikleri kültürel ve demokratik haklarının tanınacağı izlenimini edindiler. 2011 seçimlerinden sonra yapılacak olan “sivil ve demokratik” anayasa ile bu sorunun nihai bir çözüme kavuşturulacağı beklentisi, AKP’yi Kürt illerinde ikinci parti haline getirdi. “Açılım”ın
özü görünür olmaya başladığında Kürtlerin
de AKP ile arası açılmaya başladı.
Kürt sorununun çözümü konusunda kendini muktedir gören AKP neden çözümün
önündeki en büyük engel haline geldi? Çünkü AKP’nin her türlü yönteme başvurarak bitirmeye çalıştığı Kürt özgürlük hareketi hala
Türkiye’de en örgütlü ve dinamik güçtür. Hareketin güçlü olduğu bir dönemde sorunun
çözülmesini istememektedir. 2011 seçimlerinde BDP’nin başarısı ve Kürt halkındaki hareketlenme AKP’nin “açılım”ı için uygun ortamı sağlamadı. AKP işte tam da bu yüzden
bu başarıyı krize dönüştürerek kendi lehine
dengelemeye çalışıyor. Nitekim seçim ertesinde R.Tayyip Erdoğan’ın ağzından 1990’lı yılların faşist, asimilasyoncu, inkârcı söylemlerini sık sık duymaya başladık. Seçim öncesinde
oluşan “geçici barış” atmosferi yerini çatışma-
Suriye’ye Savaşa
Karşı Anti-Emperyalist
Birleşik Cephe
Yasin Kaya
lara ve operasyonlara bıraktı. Savaş tamtamlarını her ağızdan duymaya başladık. Bunlarla beraber Kürtler içindeki farklı unsurları öne çıkarak bölme girişimleri ve gizli pazarlıklar hız kesmeden devam ediyor. Tutuklu sayısı dört bini bulan ve her gün artan KCK
operasyonları ile Kürt hareketini teslim alma
operasyonu devam ederken; “PKK başka ülkelerin taşeronudur” eski söylemine yeni olarak “Ergenekon ve PKK işbirliği yaptılar” söylemi de eklendi. Artık dümeni AKP’nin eline geçmiş olan devlet, Kürt hareketine bütün
alanlarda yükleniyor. Hatip Dicle’nin milletvekilliğini onaylamayan Yüksek Seçim Kurulu (YSK), KCK davalarında en uzlaşmaz tutumu takınan yargı, operasyonlarda sınır tanımayan TSK hükümetin ayak izinden gidiyor. AKP’nin demokratikleşme, normalleşme,
sivilleşme söylemlerinin uygulamada neye
denk düştüğünü ve son tahlilde Kürt sorununda tekrar bir keşmekeşin içine girildiğini
görmüş olduk.
Ayrıca ABD’nin ve diğer emperyalist ülkelerin henüz Ortadoğu’da işi bitmemiştir.
Türkiye’nin Ortadoğu’da soyunduğu yeni role
uygun bir orduya ihtiyacı var. Bu keşmekeş ortamı ordunun yeniden dizaynına da imkan tanımaktadır. Profesyonel orduya geçişin bölgemizde emperyalizmin çıkarları açısından ne
anlama geldiğini İşçi Kardeşliği sayfalarında
defalarca yazmıştık. İstenen, operasyon gücü
yüksek ve doğrudan iktidarın emrinde olacak
bir orduydu. Kiralık askerlere yaslanan özel
ordu uygulaması için düğmeye çoktan basıldı. “Süper savcı”lardan sonra OHAL’i andıran
“süper valilerin” atanacak olması, özel harekatçı polislerin operasyonlara dahil edilmesi
savaşın yeni dönemde yeni taktiklerle sürdürüleceği göstermektedir.
Kardeşler; bugün iç savaş, savaşın en
yoğun yaşandığı 1990’lardan bile daha yakın bir ihtimalse bunu sorumlusu en başta
dokuz yıldır iktidarda olan AKP hükümetidir. AKP hükümetinin sinsice uyguladığı
oyalama, sindirme ve kontrol altına alma
politikalarıdır. Ama artık bu politikaların
ve bölge düzleminde yapılan hesapların
tutmayacağını bilmeleri gerekir. Kürt halkı hiç olmadığı kadar haklarının bilincinde olduğunu referandum oylamasında ve
2011 seçimlerinde fazlasıyla göstermiştir.
Tarihi geriye çeviremezsiniz. Kürtler, artık talep etmenin ötesine geçtiler; demokratik ve kültürel haklarını kullanmak istiyorlar. Türkiye’de yaşayan bütün halkların eşit ve kardeşçe bir arada yaşayabilmesi için; ne emperyalistlerin desteğine ne de
onların uşaklığını yapan yerli hükümetlerin “açılım”ına ihtiyacı vardır. Çözüm ezilenlerin ve emekçilerin ortak mücadelesinde. Çözüm Washington ve Brüksel’den
bağımsız kurucu mecliste!
Mahir Hamdi
Yarın Ortadoğu’da ne olacağını bugünden
kestirmek neredeyse imkansız hâle geldi. Öyle
ki, halk kitlelerindeki öngörülemez dalgalanmalar emperyalistleri ve işbirlikçilerini sürekli taktik değiştirmeye zorluyor. Küresel ekonomik krizle birlikte iktidar krizi iyice derinleşen,
bilhassa Tunus ve Mısır’daki devrimlerle sarsılan
Amerikan emperyalizmi, can çekişen bir hayvanın öfkesiyle etrafına sardırıyor.
Bu belirsiz koşullar içerisinde Suriye’ye ilişkin
net olan iki şey var: Emperyalizm, Suriye halkının isyanının Mısır ve Tunus’taki devrimci süreçlerle ve hatta Avrupa’daki grev ve eylemlerle
birleşip uluslararası bir devrimci dalga yaratmaması için çabalıyor.
Yasin Kaya’nın yazısının devamı için
“iscikardesligi.org” adresini ziyaret edebilirsiniz.
İŞÇİ KARDEŞLİĞİ
7
TÜRK-İŞ’İN MUHALİF SENDİKALARINA AÇIK MEKTUP
İşçi Sınıfının Biri Ekonomik, Diğeri Siyasi
Olan İki Ayrı Mücadelesi Yoktur!
İşçi Sınıfının Tek Bir Mücadelesi Vardır ve
Ona da Sınıf Mücadelesi Denir!
G
eçtiğimiz günlerde Petrol-İş sendikasının
gerçekleştirilen genel kurulunda, Türk-İş’in
mevcut yönetimine karşı tutum alan 10 sendikanın sözcüleri görüşlerini en açık biçimiyle dile getirdiler. Türk-İş’in başındaki Kumlu yönetiminin
hükümetle nasıl bir işbirliği içinde olduğunu ve
hükümetinse işçi hareketini ezip yok etmek için
elinden geleni bugüne kadar ardına koymadığını
bundan sonra da aynı yolda devam edeceğini en
yalın haliyle ifade ettiler. Türk-İş’in mevcut yönetiminin değişmemesi halinde Erdoğan hükümetinin işçilerin kıdem tazminatına nasıl saldıracağını, bölgesel asgari ücret uygulamasını nasıl hayata
geçireceğini, bütün sendikaları nasıl kendi kuklası haline getirmek isteyeceğini herkesin anlayabileceği bir üslupla dillendirdiler.
taben ne diyor: “Biz CHP olarak işçinin de işverenin de avukatı olacağız!”
Yahu senelerdir hep işçi davacı, patron davalı.
Peki, sen ikisinin de avukatı nasıl olacaksın? Bu
demektir ki, arabulucu olacaksın. O zaman senin
sendikalara ilişkin korporatizm anlayışından ne
farkın olacak?
Değerli arkadaşlar,
AKP’nin patronların nasıl genel çıkarlarının
savunucusu olduğunu hepimiz biliyoruz. Patronların şu ya da bu kesimini desteklemenin öncesinde onların sınıfsal çıkarlarına hizmet etmeyi
görev bilen bir parti AKP. Kuşkusuz bazı ihalelerde kendi cemaatine öncelik tanıyor, ama en büyük ihalelerin çokuluslu şirketlerle içli dışlı olan
Türk-İş’in muhalif sendikaları,
Siz şu anda sadece Türk-İş içindeki 10 küsur sendikayı temsilen davranmanın çok
ama çok ötesinde bir görevle karşı karşıyasınız. Sadece sendikalarınızdaki işçileri değil
Türkiye’nin bütün işçilerini temsil etmek durumundasınız, çünkü ortaya attığınız sorunlar sadece sizin işçilerinizin değil Türkiye’nin
doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine
yaklaşık 25 milyon işçinin kaderini belirleyecek olan sorunlardır. Kıdem tazminatı ya da
bölgesel asgari ücret uygulaması Türkiye’nin
bütün işçilerinin sorunudur. Ve siz madem
bu işe soyundunuz, o halde bütün işçiler adına davranmak durumundasınız.
Sendikacı arkadaşlar,
Tek başına Petrol-İş sendikası bile Batman’daki,
Aliağa’daki, Kırıkkale’deki ve Tekirdağ’daki örgütlenmesiyle ülkenin birliğinin güvencesidir.
Petrol-İş zayıflarsa ülkenin birliği sarsılır. Petrolİş’i zayıflatmak isteyen ülkeyi parçalamak isteyendir. Aynı durum diğer sendikalar için de geçerlidir. Ama bu sadece bizde değil, başka ülkelerde
de böyledir, hatta emperyalist ülkelerde bile. Emperyalizmin kapitalist ulus-devletleri bile parçalamak istemesinin en yakıcı örneği Belçika’dır.
Bugün eğer Belçika hâlâ parçalanmamışsa bu
sadece ve sadece Avrupa Birliği’nin arzusuna rağmen buna direnen Belçika işçi sınıfı ve
onun sendikal konfederasyonu sayesindedir.
Arkadaşlar,
Değerli sendikacı arkadaşlar,
AKP hükümeti büyük patronların çıkarları doğrultusunda sendikalarda korporatist bir
anlayışı hâkim kılmak için elinden gelen her
türlü çabayı gösteriyor. Kendi emri altında bir
sendikal yapılanmayı Türk-İş içinde de dışında da
geliştirmeye çalışıyor. Ama Erdoğan hükümeti o
kadar işçi düşmanı ki, kendi emri altında faaliyet gösterecek sendikalara bile geçici olarak tahammül ediyor, onları sizin gibi emri altına girmemiş olanları zapt-ü rapt altına almak için kullanıyor. Sizin işinizi bitirdiğinde onları da buruşturup çöpe atacak. Üstelik buna Kumlu’nun başkanlığını yaptığı Tes-İş gibi Demiryol-İş sendikası da dahil.
Peki, AKP hükümeti böyle de muhalefet partileri çok mu farklı? MHP Genel Başkanı kendi
üyelerinin delege olarak bulundukları kongrelere gelmeye bile tenezzül etmezken bakın ana muhalefet partisinin başkanı Kılıçdaroğlu işçiye hi-
sı ve partisidir. İşçi, sermayeden ve devletten bağımsız örgütüyle işçi sınıfı olur. İşçi, bugün bizde
olduğu gibi cemaati ya da tarikatıyla da bir işe yaramaz, yani sınıf olamaz ancak ve ancak patronların hizmetinde bir topluluk olur.
geleneksel büyük patronlara gitmesini engelleyemediği gibi bunu ne kadar isteyebileceği de şüpheli. Ama bir konu kesin: Bugüne kadar yaptığı ve
bundan sonra yapacağı bütün uygulamalar genel
olarak büyük patronlar sınıfının çıkarlarına denk
düşüyor ve düşmeye devam edecek.
Arkadaşlar,
Patronlar, partileri ve hükümetleriyle tam bir
sınıf gibi davranıyorlar. İşçilerse sendikalı bile
olamadıklarında, yani en temel örgütlenme halkasına ulaşamadıklarında sınıf olmaktan çıkıyorlar, sıradan bir vatandaş haline geliyorlar. Bakkallarla manavların topluma öncülük edemeyeceklerini biliyoruz. Tek başına bir işçinin bir bakkalla
manavdan farkı yoktur, onu güçlü kılan sendika-
İşçi sınıfının biri ekonomik ve diğeri de siyasi olan iki ayrı mücadelesi yoktur. İşçi sınıfının tek bir mücadelesi vardır ve onun adı
da sınıf mücadelesidir. Ekonomik mücadeleyi sendikalar, siyasi mücadeleyi de siyasi partiler yürütürler diye bir kural da yoktur. Evet,
ekonomik mücadeleyi sendikalar yürütürler, siyasi mücadeleyi de zaman zaman pekala
her ikisi de yürütebilirler. Günümüzde en basit ekonomik mücadele bile artık siyasi bir anlam taşıyor. Dolayısıyla sendikalarımızın artık siyasi mücadeleden kaçma lüksü bulunmuyor. Ve bu mücadeleyi de patron partilerinde sürdürmeye imkânları yok. Artık bıçak
kemiğe dayandı ve işçilerin hükümetlerden ve
patronlardan bağımsız kendi partilerini kurmaları gerekiyor. Bu yapıldığında karşınızda Kumlu
duramayacağı gibi AKP dahil hiçbir hükümet de
duramayacaktır. İşçi sınıfı, aileleri hariç 25 milyon kişidir. Bunun karşısında duracak hiçbir güç
yoktur. Ama sendikacı arkadaşlar sizde bu cesaret
var mı? Varsa hem siz hem Türkiye işçi sınıfı çok
şey kazanabilirsiniz. Yoksa, bırakın hükümet karşısında başı dik durmayı iki kelimeyi doğru dürüst bir araya getirmeyi bile beceremeyen mevcut
Türk-İş yönetimi karşısında bile yenilgiyi şimdiden kabullenmek zorunda kalacaksınız. Tercih sizin.
İşçi Kardeşliği Partisi