Çağın büyük dramı: Suriyeli mülteciler ve dünya...78

Transkript

Çağın büyük dramı: Suriyeli mülteciler ve dünya...78
Parlamento
TPB
Hakimiyet Milletindir
Mart 2016 Sayı: 34
Ayl ı k sürel i yay ı n
Çağın büyük dramı: Suriyeli mülteciler ve dünya...78
Tarihe sığmayan bir destan: Çanakkale...32
Türk demokrasisinin görkemli anıtı: TBMM Binası...66
Hocalı Katliamı’nın 24. yıldönümü...12
ISSN 2147-6616
9 772147 661000
34
Parlamento
TPB
Mart 2016 Sayı: 34
Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL
Yerel süreli yayın
ISSN 2147-6616
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına
TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü
Eren Safi
Yayın Koordinatörü
Erbay Kücet
Editör
Songül Baş
Yazı İşleri
Çağla Taşkın
Enver Uygun
Evren Özesen
Gökçe Doru
İrem Coşkunseven
Nehir Öztürk
Nil Özben
Orhan Gülenay
Pınar Çavuşoğlu
Zeynep Yiğit
Katkıda Bulunanlar
Dr. Ahmet Tetik
Hakan Arslanbenzer
Dr. Polat Safi
Tasarım
Evrim Uluçay
Sinan Günçiner
Genel Koordinatör
İsmail Demir
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ
GENEL BAŞKAN
Nevzat PAKDİL
22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili
YAYIN KURULU
Yahya AKMAN
21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili
Cahit BAĞCI
23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili
Kadir Ramazan COŞKUN
Genel Sekreter
19. Dönem İstanbul Milletvekili
İlknur İNCEÖZ
Aksaray Milletvekili
Alpaslan KAVAKLIOĞLU
Niğde Milletvekili
Ömer Faruk ÖZ
Genel Sayman
23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili
Ramazan Kerim ÖZKAN
22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili
Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz.
YAPIM
Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti.
Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA
T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82
www.buyukharf.com.tr
BASKI
Özel Matbaası
Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6
İvedik/Ostim/ANKARA
T: 0312 395 06 08
Basım Tarihi: 02.03.2016
MART 2016
İÇİNDEKİLER
32 ÇANAKKALE
TARIHE SIĞMAYAN BIR DESTAN
MILLETVEKILLERINDEN
ÇANAKKALE ZAFERI
DEĞERLENDIRMESI
AVUSTRALYA BÜYÜKELÇISI
JAMES LARSEN VE
PROF. DR. TEMUÇIN FAIK ERTAN
ILE SÖYLEŞI
28 Bir milletvekili, asli görevi
Ertan Yülek:
olan yasama faaliyetlerini
aksatmadan seçmenlerine
zaman ayırmalıdır
GELIBOLU YARIMADASI
TARIHÎ MILLÎ PARKI
TARIHÎ BELGELERDE ÇANAKKALE
74 Demokrasinin vazgeçilmez
Ahmet Küçük:
bir unsuru olan muhalefet,
doğru bir siyasetle iktidar
üzerinde baskı yaratarak
ülke için faydalı hizmetler
yapılmasına katkı sağlar
DEMOKRASİSİNİN GÖRKEMLİ ANITI
66 TÜRK
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BİNASI
78
ÇAĞIN BÜYÜK DRAMI:
SURIYELI MÜLTECILER VE DÜNYA
12 HOCALI KATLİAMI, TBMM GENEL KURULU’NDA KINANDI
90 TBMM TUTANAKLARINDA ISTIKLAL MARŞI’NIN KABULÜ
106MHP SAMSUN MILLETVEKILI ERHAN USTA ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI
4
BAŞKAN’IN MESAJI
5 BIRLIK’TEN
10 HABERLER
16 DÜNYADAN
86 TARIH SAHNESI - 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ
102 KITAP
104 MÜZIK
105
FILM
107
SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI
110 UNUTMAYACAĞIZ
ÖZGÜRLÜK, EŞITLIK, KARDEŞLIK
20 TEMELLI
DEMOKRASI YOLCULUĞU
FRANSA
SEYRİNİ DEĞİŞTİREN
96 ŞİİRİN
BİR GARİP ADAM
ORHAN VELI KANIK
BEYAZ
100 TESPİHİM
EYLERİM NİYAZ
BAŞKAN’IN MESAJI
SURIYELI MÜLTECILER VE
DÜNYANIN INSANLIK SINAVI
İ
nsanların doğup büyüdüğü, ait olduğu toprakları terk etmek zorunda kalmaları çok eski çağlardan
bu yana yaşanan bir durumdur. Tarihin ilk dönemlerinden itibaren topluluklar çeşitli sebeplerle vatanlarından ayrılmış, yeni yurt bulmak için yollara düşmüştür. İnsanların etnik veya dinî kimlikleri
dolayısıyla topraklarını terk etmeye zorlanmalarıyla da sıkça karşılaşılmıştır.
Türkiye’nin tarihî geleneği, göç olgusunun bizim tarafımızdan Batılılardan farklı değerlendirilmesini sağlıyor. Ekonomik şartlara dayalı uzun bir konar-göçer hayatı yaşayan milletin fertleri olmak
konuya bakışımızı etkiliyor. Manevi dünyamızda ise yurdundan edilmenin derin izlerini taşıyoruz.
Öncelikle yüce dinimiz İslamiyet’i benimseyen ilk müminlerin Mekke’deki baskılardan kaçarak başta
Habeşistan olmak üzere farklı topraklara göçtüğünü biliyoruz. Daha sonra yine Mekke’deki zulümden
korunmak üzere Peygamber Efendimizin ümmetiyle birlikte Medine’ye hicret ettiğini unutmuyoruz.
Tarih içinde Türklerin göçle ilişkisinde dikkat çeken başka bir husus ise yurdundan sürülen veya
kaçmak zorunda kalan insanlara sahip çıkmakla ilgilidir. Endülüs’teki hoşgörüye dayalı İslam devletinin yıkılışından sonra bölgede hakimiyet kuran İspanyollar, yüzyıllardır o topraklarda yaşayan
Müslümanlarla birlikte Yahudileri de vatanlarından kovduğunda onlara kucak açan Kanuni Sultan
Süleyman olmuştu. 19. yüzyılın ilk yarısında ülkelerindeki siyasi karışıklıktan kaçan Polonyalılar da
Osmanlı Devleti’ne iltica etmişti. Aynı dönemde Kafkasya’daki Rus yayılmacılığı ve Balkanlar’daki
karışıklık, milyonlarca Müslümanın akın akın Anadolu’ya gelmesine yol açtı.
Uzun yıllara yayılan büyük çaplı nüfus hareketlilikleri II. Dünya Savaşı’na kadar dünya kamuoyunun
gündemine oturmadı. Bunda en büyük sebep Avrupa’nın o güne kadarki göç dalgalarından etkilenmemesiydi. Ne zaman ki göç olgusu Avrupa için ciddi bir sorun teşkil etti, o dönemden sonra meseleye
uluslararası platformlarda çözüm arayışına girildi. 1950’de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği kuruldu.
Ancak 21. yüzyılın başından itibaren Orta Doğu’nun içine düştüğü mülteci krizine çözüm bulunamadı.
5. yılına giren Suriye İç Savaşı ise sorunun vahametini tüm boyutlarıyla gözler önüne serdi.
Türkiye, yanı başında yaşanan bu insanlık dramına ilk günden itibaren kayıtsız kalmadığını gösteriyor. Uyguladığımız “açık kapı” politikasıyla ülkemize sığınan mültecilerin eğitimden sağlığa, sosyal
ihtiyaçlardan istihdama tüm gereksinimlerini karşılamaya, onların yarasını sarmaya çabalıyoruz. Bu
bizim için tarihimizden ve kültürümüzden gelen bir insanlık vazifesidir. Topraklarına mülteci kabul
etmeyen veya ülkelerine sığınmış kişilere insanlık dışı muamele gösteren devletlerin yanında Türkiye insanlığın geleceği adına umut veren işlere imza atıyor. 3 milyona yakın Suriyeliye kucak açan
ülkemiz mülteciler için milyarlarca dolar harcayarak da insanlık onuru adına önemli bir vazifeyi yerine
getiriyor. Temennimiz, kağıt üstünde insan haklarının hamiliğine soyunan, bu konularda kendini
kriter belirleme konumunda gören devletlerin Türkiye’nin tavrından ders almalarıdır.
Şüphesiz ki tarih, yurdunu terk etmek zorunda kalanlara insani bir görev anlayışıyla dinlerine,
dillerine, renklerine bakmaksızın kapılarını açan Türkiye ile onları tel örgüler ardında açlığa, hatta
ölüme sürükleyen devletler arasındaki farkı yazacaktır.
4
Nevzat Pakdil
Türk Parlamenterler Birliği
Genel Başkanı
22, 23, 24. Dönem
Kahramanmaraş Milletvekili
TEMENNIMIZ,
KAĞIT ÜSTÜNDE
INSAN HAKLARININ
HAMILIĞINE
SOYUNAN, BU
KONULARDA KENDINI
KRITER BELIRLEME
KONUMUNDA
GÖREN DEVLETLERIN
TÜRKIYE’NIN
TAVRINDAN DERS
ALMALARIDIR.
BİRLİK’TEN
“DÜNDEN BUGÜNE SOHBETLER”IN ILK KONUĞU
FERRUH BOZBEYLI OLDU
TÜRK Parlamenterler Birliği (TPB) 40’ıncı kuruluş yıldönümü faaliyetleri çerçevesinde “Dünden Bugüne Sohbetler” düzenlemeye başladı.
Belirli aralıklarla devam edecek toplantıların ilk konuğu TBMM eski Başkanı Ferruh Bozbeyli oldu. Duayen siyasetçinin geçmişten günümüze
uzanan sohbeti ilgiyle dinlendi.
9 Şubat’ta İller Bankası Sosyal ve Eğitim Tesisleri’nde gerçekleşen
toplantı, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil’in
sunuş konuşmasıyla başladı. 2016 senesinde düzenlenecek “Dünden
Bugüne Sohbetler”in ilkinde bir siyaset çınarını ağırlamaktan memnuniyet duyduklarını ifade eden Pakdil, Ferruh Bozbeyli’nin hayat ve
siyaset yolculuğuna dair kısaca bilgi aktardı. 1965-1970 yılları arasında
TBMM Başkanlığı yapan Bozbeyli’nin Yalnız Demokrat isimli hatıratında ülkemizin yakın tarihiyle ilgili çok ciddi tespitler ve ilginç anekdotlar
bulunduğuna işaret eden Pakdil, “Büyüğümüz, ağabeyimiz, Sayın
Başkanımız Ferruh Bozbeyli’ye sohbet toplantımıza iştirak ettikleri için
çok teşekkür ediyorum. Türk siyasetinin bir duayeni olarak kendisine
hayırlı ömürler diliyorum” dedi. Nevzat Pakdil, toplantıya katılanlara da
teşekkür etti.
TBMM eski Başkanı Ferruh Bozbeyli konuşmasına Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil ve toplantıya katılanlara teşekkür ederek başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı
yıllardan günümüze çeşitli konulardaki değerlendirmelerini dinleyicilerle paylaşan Bozbeyli, 1946 seçimleriyle ilgili bir anısını
şöyle anlattı: “1946’da seçimler yapıldığında 19 yaşındaydım,
henüz oy hakkım yoktu. Seçimlerde Hatay Yayladağı’da beni
müşahit yazdılar. O zaman ‘açık oy, gizli tasnif’ vardı. ‘Böyle
şey olur mu?’ diye itiraz edince bana kızdılar, ‘Halk oy verir,
devlet sayar’ dediler. Benim müşahit gittiğim köyün sandığından Demokrat Parti için bir tane oy çıktı. ‘Bunu sen attın’ diye
üzerime geldiler. Oysa ben atmamıştım, zaten oy hakkım da
yoktu. Buna rağmen ikna olmadılar. Bizi köyden Yayladağı’na
götürecek taksiye binmemi istemediler. Taksi şoförü de De-
5
mokrat Partiliymiş, benim durumumu öğrenince ‘Sen geç arabaya,
yalnızca seni götüreceğim’ dedi. Biz o şekilde Yayladağı’na geldik.
Esasında Türkiye’nin meselelerinden biri budur; hak arama yolları
kanunda yazılıdır, ama biz hâlâ canımız nasıl istiyorsa öyle yapıyoruz bazı işleri. Beni arabaya bindirmek istemeyenler de, taksi şoförü de canının istediği gibi davranmıştır. Her ikisi de doğru değildir.”
“Yassıada’da karşılaştığım olaylar beni siyasete yönlendirdi”
Ferruh Bozbeyli, sohbet sırasında başta 27 Mayıs 1960 olmak üzere
Türkiye’nin darbe ve muhtıra dönemleriyle ilgili değerlendirmelerde
de bulundu. Yassıada yargılamaları sırasında Trabzon Milletvekili Prof. Dr. Osman Turan’ın avukatlığını üstlendiğini hatırlatan
Bozbeyli, o günlere dair unutamadığı bazı olayları şöyle anlattı:
“Yassıada’da çok garip şeyler oldu. Mesela Adnan Menderes’e bir
soru soruluyor, ‘Hatırlamıyorum beyefendi’ cevabını veriyor, bütün
dinleyiciler gülüyor; serbestti bu hareket. Yassıada’da duruşmalar
bitince iddia makamına bir ay süre verdiler, müdafaaya ise on gün…
Üstelik bu on günün bir günü müvekkillerle görüşmeye ayrıldı.
Hiç unutmuyorum, çarşamba günüydü, biz avukatlar Yassıada’ya
gideceğimiz Fenerbahçe Vapuru’na binmek üzere saat 08:00’de
rıhtıma geldik. Bir de baktık ki müvekkillerimizle görüşeceğimiz
gün vapur bozulmuş. Bize ‘Kendiniz bir motor bulup gidebilirsiniz’
dediler. Bu arada birtakım tartışmalar yaşandı, sonunda bir motor bulundu ve Yassıada’ya gittik. Şimdi, gözünüzle görmezseniz
inanmazsınız, bir basketbol sahasını düşünün. Demokrat Parti’nin
on yıllık grup zabıtlarını bir yere yığmışlar, onun yanına da on yıllık
Meclis zabıtlarını koymuşlar. Başında da bir üsteğmen var. Bu
üsteğmen avukatların her birine istediği belgeleri bulup verecek.
Bu mümkün mü? Herkes rastgele bir zapta bakıyor. Osman Turan
Bey daha evvel bana 1958 senesindeki bir toplantıda yaptığı konuşmadan bahsetmişti. Ben de o seneye ait rastgele bir tarih söyledim. Tesadüf eseri aradığım zabıt karşıma çıktı. İşime yarayacak
6
BIRLIK’TEN
yerleri not alırken müvekkilimle görüşmek üzere ismim okundu.
Üsteğmene ‘Bunu şöyle bir kenara bırakayım da müvekkilimle
görüşüp geleyim’ dedim. Üsteğmen ‘Hayır’ dedi ve pat diye kapattı
dosyayı. Osman Turan Bey’le görüştüğümüz yerde ise gürültüden
neredeyse kimse kimseyi duyamıyordu. Herkes birbirini anlamakta
güçlük çekiyordu. Bunun adı da müvekkille görüşmek oluyordu.
Yassıada’da karşılaştığım olaylar beni siyasete yönlendirdi.”
“Aç midemiz beklerken tarhana çorbası…”
Ferruh Bozbeyli, konuşması sırasında TBMM Başkanlığı dönemindeki hatıralarını da paylaştı. Bozbeyli’nin “Bazen yanlış şeyler de
yapmadık değil” diyerek anlattığı, dinleyicilere tebessüm ettiren
bir hatırası şöyleydi: “Bir Ramazan günü iftara yakın saatlerde
Meclis tenhalaşmıştı. Bütçeyle ilgili konuların açık oylamaya sunulması için bir tasnif heyeti kurmak gerekiyordu. Bir torbanın
içinden milletvekillerinin isimlerini çekiyordum. Fakat tenha bir
saat olduğu için Meclis’te şu milletvekili yok, bu milletvekili yok
diye zapta geçmemesi için torbadan kim çıkarsa çıksın orada bulunan bir kişinin ismini söylüyordum. Elimi torbaya attım ve ‘Necip
Mirkelamoğlu’ dedim. Meğer Mirkelamoğlu da oruçluymuş. İsmini
söylediğim için tasnif bitinceye kadar beklemesi gerekecekti. Bir
süre sonra kendisinden bir not geldi. Şöyle yazıyordu: ‘Aç midemiz
beklerken tarhana çorbası, bize oyun oynadı Bozbeyli’nin tasnif
torbası.’ Sonradan Mirkelamoğlu’na ‘Bu oyunu torba oynamadı,
ben oynadım’ dedim ve hadiseyi anlattım.”
Ferruh Bozbeyli, katılımcıların sorularını da yanıtladığı sohbet
sırasında demokrasi kültürünün benimsenmesinin ve insanların birbirlerine karşı saygılı ve hoşgörülü olmasının önemini
vurguladı. Büyük ilgi gören toplantının sonunda Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Ferruh Bozbeyli’ye
Kahramanmaraş’a özgü sim sırma ile işlenmiş tuğranın yer aldığı
bir tablo takdim etti.
Parlamento
TPB
3 YAŞINDA
TÜRK Parlamenterler Birliği’nin aylık yayın organı TPB Parlamento
dergimiz üç yaşına girdi.
Mart 2013’ten bu yana yayımlanan TPB Parlamento’nun her
sayısında siyasetin dünü ve bugününe dair haber, yazı ve röportajlar yer alıyor. Dergide Türkiye’nin yakın tarihine damga vurmuş
olaylar ve günümüzdeki önemli gelişmeler “Dosya” başlığı altında
sunuluyor. “Dosya” sayfaları, ele alınan konunun çeşitli yönleriyle
değerlendirildiği makale ve röportajların yanı sıra tarihî fotoğraf
ve belgeler içeriyor.
Geçmiş dönemlerde milletvekilliği ve bakanlık yapmış değerli
isimlerle gerçekleştirilen söyleşiler TPB Parlamento’nun en dikkat
çekici bölümleri arasında yer alıyor. Yakın siyasi tarihimizdeki
olayların perde arkasına ışık tutan bu söyleşiler, hatıralarla renkleniyor. “Siyasetten Sivil Topluma” köşesinde milletvekilliği sona
erdikten sonra ülkeye ve topluma hizmet etmeyi bir sivil toplum
kuruluşunun yönetiminde yer alarak sürdüren isimlerle yapılmış
söyleşiler okurlara sunuluyor. TBMM Başkanı, Bakanlar, Komisyon
Başkanları ve Dostluk Grubu Başkanları da çeşitli sayılarda TPB
Parlamento’nun söyleşi konukları arasında yer alıyor.
“Dünya Demokrasi Tarihi” köşesi her sayıda bir ülkeye ayrılıyor.
Kuruluş yıllarından günümüze uzanan süreçte ülkelerin siyasi
tarihinin demokrasi ekseninde ele alındığı bölüm dikkat çekici fotoğraflarla zenginleşiyor. “Dünyadan” sayfalarında ise çeşitli ülkelerden günümüze dair siyasi gelişmelere yer veriliyor.
Türk Parlamenterler Birliği’nin yurt içi ve yurt dışındaki faaliyetleri “Birlik’ten” köşesinde okurlara sunulurken başta yasama
faaliyetleri olmak üzere ülkemizdeki çeşitli gelişmeler “Haberler”
sayfalarında yer alıyor.
TPB Parlamento siyasetle ilgili haber, yazı ve röportajların yanı
sıra kültür, sanat ve sosyal medya köşeleriyle de dikkat çekiyor.
Ülkemizin eşsiz tarihî ve kültürel değerleri “Kültür Varlıklarımız”
bölümünde; raflar ve beyazperdedeki yeni eserler ise “Kitap-FilmMüzik” sayfalarında tanıtılıyor. Her sayıda edebiyat ve sanat
hayatımızda iz bırakmış bir sanatçının portresine yer veriliyor. Bir
milletvekili ile yapılmış “Sosyal Medya Söyleşisi” ve farklı partilerden milletvekillerinin çeşitli konularda attığı tweetlerin yer aldığı
“Sosyal Medya Günlükleri” derginin ilgi çekici bölümleri arasında
bulunuyor. TPB Parlamento, hayatını kaybeden milletvekillerini ise
“Unutmayacağız” köşesinde saygı ve rahmetle anıyor.
7
AVRUPA KONSEYINE ÜYE ÜLKELER
ESKI PARLAMENTERLERI DERNEĞI’NIN DIVAN VE
GENEL KURUL TOPLANTILARI PARIS’TE YAPILDI
TÜRK Parlamenterler Birliği’nin (TPB) üyesi olduğu Avrupa Konseyine Üye Ülkeler Eski Parlamenterleri Derneği’nin (FP-AP) Divan ve Genel Kurul toplantıları 25-27 Şubat 2016 tarihlerinde
Fransa’nın başkenti Paris’te yapıldı. Toplantılarda Türk Parlamenterler Birliği’ni Genel Başkan Nevzat Pakdil, Millî Eğitim eski Bakanı Vehbi Dinçerler ve TPB Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Cahit Bağcı’dan
müteşekkil bir heyet temsil etti.
Yirmi ülkeden eski parlamenterlerin katılımıyla Fransa Meclis
Binası’nda yapılan görüşmelerde
önceki toplantıların tutanakları
onaylandı, 2015 yılı kesin hesabı
ile 2016 yılı bütçesi kabul edildi.
Ayrıca, Ekim ayında Fransa’nın
Lyon şehrinde yapılması öngörülen çalıştayda ele alınacak göç
konusuyla ilgili olarak Raportör
Ilona Graenitz tarafından üyelere
bilgi verildi. Buna göre üye dernekler taslak rapor üzerindeki değişiklik önerilerini 17 Mayıs 2016
tarihine kadar gönderebilecekler.
Taslak raporun son şekli 16-18
Haziran 2016’da İsveç’in başkenti
Stockholm’de yapılacak seminerde ele alınacak.
FP-AP Başkanı seçildi
Genel Kurul’da Avrupa Konseyine
Üye Ülkeler Eski Parlamenterleri
Derneği (FP-AP) Başkanlığı için
seçim yapıldı. Lino DeBono (Malta) ve Jerzy Jaskiernia’nın (Polonya) katıldığı seçim neticesinde
DeBono iki yıllık süre için FP-AP
Başkanı oldu. Başkan yardımcılıklarına ise Michel Fourré (Fransa),
Ilona Graenitz (Avusturya), Rune
Rydén (İsveç) ve Jerzy Jaskiernia
(Polonya) seçildi.
Türk Parlamenterler Birliği heyeti Türkiye’nin Paris Büyükelçisi
Hakkı Akil’i de makamında ziyaret ederek çeşitli konularda görüş
alışverişinde bulundu.
8
BIRLIK’TEN
TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ’NDEN
UMRE ZİYARETİ
TÜRK Parlamenterler Birliği’nin (TPB) üyelerine yönelik faaliyetleri arasında yer alan yurt içi ve yurt dışı ziyaret programları
devam ediyor. Birlik tarafından son olarak 23-30 Ocak 2016 tarihlerinde umre ziyareti düzenlenirken bu tür organizasyonların
önümüzdeki dönemde de gerçekleştirileceği belirtiliyor.
Türk Parlamenterler Birliği, bir zamanlar Osmanlı toprağı olan
Balkan ülkelerine 23-29 Mayıs 2014 tarihlerinde bir gezi düzenledi.
Bu keyifli Balkan gezisinin ardından 13-17 Kasım 2014 tarihlerinde
Endülüs turu yapıldı. Tarihî kentleriyle İspanya’nın en çok turist
çeken bölgeleri arasında yer alan Endülüs’teki gezi programına katılanlar Malaga, Sevilla, Cordoba ve Granada’yı görme fırsatı buldu. Rehber eşliğinde gerçekleştirilen gezi büyük ilgi gördü. TPB,
25 Aralık 2014-3 Ocak 2015 tarihleri arasındaki umre ziyaretinin
ardından ülkemizin birbirinden değerli tarihî ve kültürel mekanlarının gezilip görülebileceği programlar organize etti. Bu çerçevede
son olarak 9-10 Aralık 2015 tarihinde “Gönüllerin Şehri” Konya’ya
bir gezi düzenlendi.
Türk Parlamenterler Birliği’nin üyelerine yönelik faaliyetleri
2016 yılında da devam ediyor. 23-30 Ocak günleri arasındaki umre
ziyaretine katılanlar kutsal toprakları görme ve bu topraklarda
ibadet etme heyecanı ve mutluluğunu yaşadı.
NEVZAT PAKDİL, MTTB’Lİ GENÇLERİ KABUL ETTİ
TÜRK Parlamenterler Birliği (TPB), Millî Türk Talebe Birliği (MTTB)
üyesi gençleri ağırladı.
MTTB’nin Elazığ ve Edirne şubelerinden üniversiteli gençler,
Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil’i Genel
Merkez’deki makamında ziyaret etti. Görüşmede Nevzat Pakdil
ülke gündemindeki konularla ilgili değerlendirmelerini gençlerle
paylaştı. Keyifli bir sohbetin gerçekleştirildiği ziyarette TPB Parlamento Dergisi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet de yer aldı.
9
HABERLER
BAŞBAKAN DAVUTOĞLU
TERÖRLE MÜCADELE
EYLEM PLANI’NI AÇIKLADI
tehdit ederse mutlak surette durdurulacağını ve engelleneceğini vurgulayan
Davutoğlu, “Hepimizin özgürlüğünü,
güvenliğini, hayatını, onurunu teminat
altına alan bir kamu düzeninden bahsediyorum. Herkesin eşit olarak pay
sahibi olduğu bir kamu düzeni... Burada
kesinlikle teröristle halk ayrılacak. Halka şefkat, teröriste kudret ile muamele
edilecek” diye konuştu.
“Bütün yaralar sarılacak”
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, “Kardeşlik Buluşmaları Mardin Konferansı”nda Terörle Mücadele Eylem Planı’nı açıkladı.
Eylem Planı’nın 10 temel esasa dayandığını ve birinci ayağının “psikolojik unsur” olduğunu
belirten Davutoğlu, “Bu dönemde, geçmişte olduğu gibi millet vicdanı ve hikmetiyle devlet
aklını birleştireceğiz. Millet ve devlet arasındaki farklar tümüyle ortadan kalkacak, parçalayıcı
ulusçuluk anlayışı yerine birleştirici, bütünleştirici millet anlayışı ve insan odaklı devlet anlayışını yerleştireceğiz” dedi. Başbakan Davutoğlu, Eylem Planı’nda ikinci önemli ayak olarak
kamu düzeninin inşa edileceğini bildirdi. Hangi gerekçeyle olursa olsun, kamu düzenini kim
10
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Eylem
Planı’ndaki üçüncü temel ayağın kapsamlı bir demokratik reform süreci olduğunu belirterek, Türkiye’nin bütün vesayet kurallarının değiştirilmesi çağrısında
bulundu. Davutoğlu, Eylem Planı’nın
dördüncü ayağı olarak ifade ettiği “sosyal seferberlik” ile ilgili şunları söyledi:
“Bakanlar Kurulu olarak tam bir sosyal
seferberlik ilan ediyoruz. Bütün yaralar
sarılacak. Biz ki Somali’nin, Gazze’nin,
Myanmar’ın yaralarını sarmışız, 2,5
milyon Suriyelinin yarasını sarmışız.
Allah’ın izniyle bu milletin ola ki yerin-
den göç etmek durumunda kalmış her bir ferdinin yarasını sarar,
gözyaşlarını dindirir, bağrımıza basar, geleceğe onları en iyi şekilde
hazırlarız. İlk andan itibaren gerekli hazırlıkları yapmıştık. Şimdi de
çok kapsamlı bir iş bölümüyle Aile Sosyal Destek Programı’nı bölgeden başlatıyoruz. Sur’dan, Cizre’den, Silopi’den çıkıp otellerde ya
da evlerde kalmak durumunda olanlara her ay düzenli kira yardımı
yapılıyor ve yapılacak. Onlar huzur içinde uyumadıkça Ankara’da
bize huzur haramdır. Her türlü ihtiyaçları karşılanacak. Yakılıp yıkılan okulları imar edeceğiz. Hastanelerimizi, sağlık tesislerimizi
en iyi şekilde tekrar imar edeceğiz. Sivil toplum kuruluşlarımızla
birlikte çok ciddi bir sosyal seferlik ilan ediyoruz.”
Davutoğlu, Eylem Planı çerçevesinde beşinci olarak “ekonomik
kalkınma hamlesi” gerçekleştirileceğini açıkladı. 13 yıl içinde ayağa
kaldırılan bölge ekonomisinin daha da güçlendirileceğini belirten
Davutoğlu şöyle devam etti: “Kimse merak etmesin, Diyarbakır
Çarşısı, Mardin ya da Silopi, neresi olursa olsun bütün vatandaşlarımızın terörden kayıplarını telafi edeceğiz. Onlar yangın çıkardılar,
biz yangın yerinde bir gülistan inşa edeceğiz inşallah. Doğu ve
Güneydoğu’da işveren ve sigortalıların ödeme güçlüğü nedeniyle
oluşan prim borçları, hiçbir gecikme zammı ödenmeksizin ertelenecek. Çiftçilerimize ve esnafımıza faizsiz kredi sağlanacak. İstihdam artışını sağlayacak şekilde yepyeni bir hamle başlatacağız.
2016-2018 arasında sadece GAP bölgesine 26,5 milyar Türk Lirası
yatırım yapacağız. Onlar yıkmaya biz yapmaya geliyoruz. Onlar
tahrip etmeye biz inşa etmeye geliyoruz.”
Millî birlik ve kardeşlik
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Terörle Mücadele Eylem Planı’nın
altıncı ayağının mekanların ihyası olduğunu kaydederek, bu çerçevede Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın
yeni bir yasal düzenleme içinde bulunduklarını söyledi. Davutoğlu,
Mardin, Diyarbakır, İznik, Amasya, Sivas, Kırşehir gibi doğu ve ba-
tıdaki tarihî dokuya sahip bütün şehirlerin ihya çalışmalarını yapacaklarını ifade etti. Eylem Planı’ndaki yedinci ayağın algı operasyonlarına karşı etkin bir iletişim stratejisi uygulanması olduğunu
bildiren Davutoğlu, “Her yerde mutlaka bir iletişim birimi oluşacak
ve halkımıza ulusal ve uluslararası düzeyde bütün bir dünyada
olan bitenle ilgili en etkin iletişim stratejileriyle bilgiler aktarılacak”
dedi. Planda sekizinci ayak olarak yeni yasal ve idari düzenlemelerin yapılacağını kaydeden Başbakan Davutoğlu, “Büyükşehir
Yasası, yerinden yönetim anlamında aslında Tanzimat’tan bu yana
en kapsamlı yasaydı, ama istismar edildi. Maalesef öylesine hizmet aksamaları söz konusu oldu ki kendilerinden olmayan ilçe belediyelerine dönük ne tür yaptırımlar uygulandığını görüyoruz. Bu
çerçevede, edinilen tecrübeler ışığında, yerel yönetimlerin yetkileri
genişletilecek, ama yerel yönetimlerin istismar edilmesine de asla
izin verilmeyecek” dedi. Davutoğlu, yapılan her harcamanın en
etkin şekilde denetleneceğini ifade etti.
“Elinde silah olan kimseyi muhatap almayacağız”
Eylem Planı’nın dokuzuncu ayağında millî birlik ve kardeşlik
anlamında yeni bir dönem başlayacağını söyleyen Davutoğlu,
bu konuda gazetecilerin kendisine “Muhatap kim?” sorusunu
yönelttiğini aktararak, “Bütün illerde ve ilçelerde sivil toplum
kuruluşlarından, kanaat önderlerinden, o bölgede herkesin saygı
duyduğu insanlardan oluşan İstişare Meclisi kurulması talimatını
kaymakamlara, valilere verdim. Herkesi muhatap alacağız, ama
elinde silah olan kimseyi muhatap almayacağız. Önce silahları
bırakacaklar” diye konuştu.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Terörle Mücadele Eylem Planı’nın
onuncu ve son ayağıyla ilgili olarak şunları söyledi: “Onuncu olarak,
sadece Türkiye’de değil, bütün Orta Doğu’da yeni bir kardeşlik
döneminin başlaması için Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar bütün
bu bölgede kapsamlı bir birleştirici ruh hareketi başlatıyoruz.”
11
HOCALI KATLİAMI, 24. YILDÖNÜMÜNDE
TBMM GENEL KURULU’NDA KINANDI
24 yıl önce Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı
kasabasında Ermenistan’a bağlı kuvvetler tarafından gerçekleştirilen “Hocalı Katliamı”, TBMM Genel Kurulu’nda kınandı. 26 Şubat
1992 tarihinde 83’ü çocuk, 106’sı kadın, 70’i yaşlı olmak üzere
toplam 613 Azeri sivilin katledildiği olayla ilgili değerlendirmelerde
bulunan milletvekilleri, uluslararası kamuoyuna Hocalı’da yaşananlara karşı duyarlı olunması çağrısı yaptı.
TBMM Genel Kurulu’nun 26 Şubat 2016 tarihindeki birleşiminde
söz alan Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Mehmet
Naci Bostancı, 24 yıl önce Hocalı’da bir insanlık dramı yaşandığını
belirterek, “613 sivil insafsız, vahşice, alçakça saldırılarla hayatını
kaybetti. 1275 kişi yaralandı, 150 kayıp var” dedi. Bu tür katliamlara karşı duyarlı olmanın önemine işaret eden Bostancı, “Hocalı
Katliamı’nı gerçekleştirenleri kınıyor, uluslararası toplumu da bu
konuda daha fazla duyarlılığa davet ediyorum” diye konuştu.
12
HABERLER
Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Levent Gök, Hocalı
Katliamı ve bu katliama benzer olayların barışa ne denli ihtiyaç
duyulduğunu gösterdiğini kaydederek, “Yurtta sulh, cihanda sulh
ilkesini benimsemiş bir partinin mensupları olarak tüm ülkelerin
kendi aralarındaki sorunları siyaseten çözmelerini ve özellikle
masum insanların hayatına kasteden bu tür olayların dünya gündeminden çıkmasını arzu ediyoruz” dedi. Gök, Hocalı Katliamı’nda
hayatını kaybedenleri bir kez daha saygıyla andığını söyledi. Halkların Demokratik Partisi Grup Başkanvekili İdris Baluken “Hocalı’da
yaşanan katliamı Halkların Demokratik Partisi olarak kınıyor,
ülkemizin de içinde bulunduğu bu coğrafyada benzer katliamların
yaşanmamasını temenni ediyoruz” derken, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erkan Akçay şu ifadeleri kullandı: “Hocalı’da
yaşananlar tereddütsüz bir soykırımdır. Milliyetçi Hareket Partisi
olarak bu olayın soykırım olarak kabul edilmesini, Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin bu yönde bir irade göstermesini istiyoruz.”
“İnsanlık tarihine bir utanç belgesi olarak geçmiştir”
TBMM Genel Kurulu’nda Hocalı Katliamı’na yönelik değerlendirmelerde bulunan TBMM Başkanı İsmail Kahraman, konuyla ilgili
bir de mesaj yayımladı. İnsanlık tarihinin en büyük katliamlarından
birinin Dağlık Karabağ’da gerçekleştirildiğini ifade eden Kahraman, “Bilinmelidir ki Türkiye ve Azerbaycan aynı coğrafyada yer
alan kardeş iki devlettir ve Azerbaycan’ın haklı davasına ve mağduriyetine Türkiye’nin kayıtsız kalması düşünülemez. Bu sadece
kardeşlik vecibesi değil, aynı zamanda insanlık borcudur” dedi.
Kahraman, Hocalı’da yaşanan vahşetin insanlık tarihine bir utanç
belgesi olarak geçtiğine işaret ederek, “Millet olarak 20. yüzyılın ilk
çeyreğinde Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Irak’ta ve Yemen’de maruz
kaldığımız katliamlar gibi Hocalı Katliamı da ne yazık ki unutturulmak istenmektedir. Tüm dünya medyasının, tanıklık ettikleri
bu katliamın sorumlularını hatırlamak istememeleri son derece
düşündürücü ve ibret vericidir” yorumunu yaptı. İsmail Kahraman,
Hocalı’da vahşice katledilmiş masum insanları rahmetle andığını
belirtti.
TBMM Dışişleri Komisyonu’nun AK Parti, CHP ve MHP’li üyeleri,
Hocalı Katliamı’nın 24’üncü yıldönümü nedeniyle ortak bir bildiri
yayımladı. Katliamın sorumlularının uluslararası hukukta yargı
önüne çıkarılması ve Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından bir an önce çekilmesi çağrısında bulunulan bildiride şu
ifadelere yer verildi: “Türkiye olarak, Azeri kardeşlerimizin bundan
tam 24 yıl önce Hocalı’da karşı karşıya kaldıkları hunharca saldırı
ve katliamı her zaman kalbimizin en derinlerinde hissediyor, bu
acıyı en içten duygularımızla paylaşıyoruz. Ermenistan Cumhuriyeti birliklerince gerçekleştirilen bu katliamı ve Azerbaycan
topraklarının yıllardan beri devam eden işgalini kınıyoruz. İnsanlık
tarihinin en kara sayfalarından biri olan Hocalı Katliamı, sonuçları
itibarıyla bölge barış, huzur, güvenlik ve istikrarı açısından bugün
için de bir sorun olma niteliğini korumaktadır. Sivil halka yönel-
tilen bu acımasız, insanlık dışı saldırganlık ve işgal neticesinde
1 milyona yakın Azerbaycanlı kardeşimiz yurtlarından ayrılmak
zorunda kalmış ve 20 yılı aşkın bir süreden bu yana kaçkın hayatı
yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Olayın şahitleri, kurbanları hâlâ
hayattadır. Dolayısıyla Hocalı’da yaşanan olaylar tarihî bir olay değil, günümüzün bir gerçeği olarak görülmelidir.”
Bildiride, insanlık adına kara bir leke olan bu tür saldırgan
eylemlerin tekrarlanmaması için uluslararası toplumun Hocalı
Katliamı’na hak ettiği önemi vermesi ve gerekli tepkiyi göstermesi gerektiği de vurgulandı.
Türkiye-Azerbaycan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı
Necdet Ünüvar ise yayımladığı mesajda Türkiye ve Azerbaycan
arasında kardeşlik temeline dayanan ilişkilere değindi. Yakın tarihte çok güzel işlere imza atmanın mutluluğunun ve çok büyük acılara şahit olmanın acısının birlikte yaşandığını ifade eden Ünüvar,
Ermenilerin 26 Şubat 1992 tarihinde masum Azerbaycan halkını
çeşitli işkence yöntemleri kullanarak katlettiğini hatırlattı. Ünüvar, Hocalı’da adaletin tecelli etmesinin gelecekte yaşanabilecek
benzeri katliamların önlenmesi adına önemli olduğunu vurguladı.
13
129 ÜLKEYLE PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU KURULACAK
TÜRKIYE Büyük Millet Meclisi’nde 26. Dönem’de 129 ülkeyle
parlamentolararası dostluk grubu kurulacak. Ülkeler arasındaki
ilişkilerin geliştirilmesine önemli katkıları bulunan dostluk
gruplarının kurulmasıyla ilgili TBMM Başkanlığı Tezkeresi, Genel Kurul’da kabul edildi.
26. Dönem’de parlamentolararası dostluk grubu
kurulacak ülkeler şöyle: ABD, Afganistan, Almanya,
Arjantin, Arnavutluk, Avustralya, Avusturya, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Bangladeş, Belarus, Belçika, Benin, Bolivya, Bosna Hersek,
Botsvana, Butan, Brezilya, Bulgaristan, Burkina Faso,
Cezayir, Cibuti, Çek Cumhuriyeti, Çin, Danimarka, Dominik
Cumhuriyeti, Ekvator, Endonezya, Estonya, Etiyopya, Fas, Fildişi
Sahili, Filistin, Finlandiya, Fransa, Gabon, Gambiya, Gana, Gine,
Guatemala, Güney Afrika, Güney Kore, Gürcistan, Hırvatistan,
Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İran, İrlanda, İspanya, İsveç,
İsviçre, İtalya, İzlanda, Jamaika, Japonya, Kamerun, Kanada, Karadağ, Katar, Kazakistan, Kamboçya, Kenya, Kırgızistan, KKTC,
Kolombiya, Komorlar, Kongo Demokratik Cumhuriyeti,
Kosova, Kostarika, Kuveyt, Küba, Letonya, Litvanya,
Liberya, Lübnan, Mauritius, Macaristan, Madagaskar, Makedonya, Maldivler, Mali, Malta, Meksika,
Moğolistan, Moldova, Moritanya, Mozambik,
Namibya, Nepal, Nijer, Nijerya, Norveç, Oman,
Özbekistan, Pakistan, Panama, Paraguay, Peru, Polonya, Portekiz, Romanya, Ruanda, Senegal, Seyşeller,
Sırbistan, Singapur, Slovakya, Slovenya, Somali, Sri-Lanka,
Sudan, Suudi Arabistan, Şili, Sierra Leone, Tacikistan, Tanzanya,
Tunus, Türkmenistan, Uganda, Ukrayna, Uruguay, Ürdün, Venezuela, Yemen, Yeni Zelanda, Zambiya.
BESTEKAR VE GÜFTEKAR PARLAMENTERLER
“DOSTLAR MECLİSİ”NDE
SIYASETIN yanı sıra müzikle de ilgilenen parlamenterler, beste
ve güfteleriyle TRT Müzik kanalındaki “Dostlar Meclisi” programına konuk oluyor.
Program Danışmanı ve 17. Dönem Sivas Milletvekili Ruşen Işın,
“TRT arşivlerinde, parlamenterlik yapmış arkadaşlarımızın bin
civarında eseri bulunmaktadır. Amacımız, bu eserleri toplumla
buluşturmak ve parlamenterlerin sosyal yönünü halkımıza tanıtmaktır” dedi. “Dostlar Meclisi” programı ile ilgili çalışmaların
2014 yılında başladığını ve 17. Dönem Ağrı Milletvekili İbrahim
Taşdemir’le birlikte proje danışmanlığını üstlendiklerini ifade eden
Ruşen Işın şunları söyledi: “2015 yılında hazırlıklar tamamlandı ve
TRT Arı Stüdyosu’nda çekimler yapıldı. Ali Coşkun, Mehmet Yazar,
Necati Çetinkaya, Güneş Müftüoğlu, Yasin Hatipoğlu, Şükrü Ünal,
Halil Ürün, Mehmet Onur, Yılmaz Karakoyunlu, Faruk Demir, İbrahim Taşdemir ve benim konuk olduğumuz programlar geçtiğimiz
yıl mayıs, haziran ve temmuz aylarında her cuma günü TRT Müzik
kanalında yayımlandı. ‘Dostlar Meclisi’ programı beklenenin üzerinde bir ilgi gördü. TRT Müzik kanalı koordinatörleri de çekimlerden ve yayından memnun kaldıklarını ifade ettiler.”
14
HABERLER
Ruşen Işın, TRT yetkililerinin “Dostlar Meclisi” programının devamı yönünde karar aldığını bildirerek, “2016 yılı programı için 13
parlamenter arkadaşımızla çekimler yapılacak. Biz konuya ilişkin
olarak hem Türk Parlamenterler Birliği hem de Türkiye Büyük
Millet Meclisi’nin ilgili birimi aracılığıyla gerekli duyuruları yapmış
bulunmaktayız. Öte yandan, parlamenterlerimizin eserlerinden
oluşan konserlerimiz de devam etmektedir” dedi.
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI’NDEN
- ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2016 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR.
- BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR.
- BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI
120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE BIRLIĞIMIZIN AŞAĞIDAKI HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR.
- ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR.
TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr
FAX HATTI: 0312 420 66 24
SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI:
ANKARA HOTEL PİNO
BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI
BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA
TEL: 0312 446 36 86
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
15
DÜNYADAN
ABD YENİ BAŞKANINI SEÇİYOR
AMERIKA Birleşik Devletleri’nde dört yılda bir gerçekleştirilen
başkanlık seçimi 8 Kasım 2016’da yapılacak. Seçimde Demokrat
Parti ve Cumhuriyetçi Parti birer adayla temsil edilecek. Partilerin
başkan adayları ise Şubat-Haziran 2016 dönemini kapsayan beş
16
ayda eyalet bazında yapılan ön seçimlerle belirleniyor. Ön seçimlerde izlenecek yöntem ABD yasalarında açıkça tarif edilmezken,
ülkenin yıllar içinde oluşan siyasi geleneği bu yarışın kurallarını
belirliyor. Buna göre partiler eyaletlere göre halkın tamamına açık
“Primary” veya sadece partinin kayıtlı üyelerinin oy verebildiği “Caucus” yöntemini kullanıyor. Hangi eyalette hangi sistemle ön seçim yapılacağı seçim takviminin
hazırlanması sürecinde ilan ediliyor. ABD seçim sisteminin öne çıkan bir özelliği de
seçmenlerin ön seçimde aslında desteklediği adayı seçmek için değil, adayı temsil
edecek olan delegeleri belirlemek için oy kullanması. Her eyalete ayrılmış belli sayıdaki delege ön seçimler sonucu belirleniyor. Bu delegeler seçimden önceki ağustos veya eylül ayında toplanan kurultaylarda partilerinin başkan adayını seçiyor.
Şubat ayında tamamlanan ön seçimlerde Demokrat Parti’de eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Parti’de ise işadamı Donald Trump isimleri öne
çıktı. Clinton’ın en yakın rakibi Senatör Bernie Sanders olurken Trump’la yarışan
aday Ted Cruz. Bugüne kadar Demokrat Parti’de eski vali Martin O’Malley, eski vali
Lincoln Chafee, eski senatör Jim Webb ve Lawerance Lessing adaylığını açıklayan
ancak yeterli desteği bulamadıkları için yarıştan çekilen isimler oldu. Cumhuriyetçi
Parti’de yarışı bırakan aday adayları ise şunlar: Eski vali Jeb Bush, eski vali George
Pataki, Senatör Linsdey Graham, Vali Bobby Jindal, eski vali Jim Gilmore, Vali Chris
Christie, Senatör Rand Paul, eski vali Rick Perry, eski vali Mike Huckabee, eski
senatör Rick Santorum, Vali Scott Walker ve partinin tek kadın adayı Carly Fiorina.
Iowa eyaletinde yapılan seçimlerde Demokrat Parti’de Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Parti’de ise Ted Cruz sandıktan birinci çıktı. Ancak her iki isim de arkalarındaki adayın çok az üstünde oy oranı yakalayabildi. New Hamspire’daki seçimlerde
Demokrat Parti’nin birincisi, Clinton’a ciddi miktarda fark atan Sanders olurken,
Cumhuriyetçi Parti’de Trump’ın ardından ikinciliği Ohio Valisi John Kasich elde etti.
Güney California eyaletindeki seçimde Demokrat Parti’de Clinton, Cumhuriyetçi
Parti’de Trump ipi göğüsleyen isimler oldu.
1 Mart’ta 12 eyalette yapılan seçimlerde de bu iki
aday öne çıktı.
Başkan Yardımcısı yarışa girmedi
2016 ABD seçiminin önemli bir özelliği, mevcut
Başkan Yardımcısı’nın seçime girmemesi olarak değerlendiriliyor. ABD Başkan Yardımcısı
Joe Biden, önemli olanın Demokrat Parti’nin
adayının başkan seçilmesi olduğunu, isimlerin
önemi bulunmadığını kaydetti. Biden, Demokrat Parti’nin öne çıkan başkan aday adayları
Clinton ve Sanders’ın seçim çalışmaları sırasında Barack Obama döneminde elde edilen
ekonomik iyileşmeyi önemsiz gibi gösterdiğini
söyleyerek bu tavrı eleştirdi. Sosyal demokrat
kimliğini vurgulayan Bernie Sanders’ı gelir
dağılımındaki eşitsizlik ve ekonomik gücün siyaset üzerindeki etkisiyle ilgili görüşleri dolayısıyla öven Biden, bu aday adayının “Zenginliğin
bir kesimin elinde yoğunlaşması bir felaket ve
hiç adil değil” sözlerinin geniş kitlelerce kabul
gördüğünü ifade etti.
17
BULGARİSTAN’DA TÜRKLER ÖNCÜLÜĞÜNDE
YENİ BİR PARTİ KURULUYOR
BULGARISTAN’DA üyelerinin çoğunluğu Türklerden oluşan Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisinden ihraç edilen eski genel başkan Lütfi
Mestan, Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü İçin Demokratlar Partisi (DOST)
adlı yeni bir parti kurmak için çalışmalarını sürdürüyor. Mestan partinin
kuruluşuna ilişkin yaptığı açıklamalarda, Bulgaristan yasalarının getirdiği
sınırlandırmalar dolayısıyla siyasi çalışmalarını yürütürken anadili olan
Türkçeyi kullandığı için para cezasına çarptırıldığını belirterek yeni partinin
tüm Bulgaristan vatandaşlarına açık olacağını söyledi. Mestan, “Partimiz,
etnik köken farklılıklarını ülkemizin millî güvenliğine tehdit olarak görmeyen, bunu bir zenginlik olarak algılayan
Bulgarlar, Türkler, Romanlar, Yahudiler ve Ermenilere açık
olacaktır” diye konuştu.
HÖH Onursal Başkanı Ahmet Doğan, Lütfi Mestan’ın
Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesinin ardından parlamentoda NATO ve Türkiye’yi destekleyen bir bildiri okumasını “büyük gaf” olarak nitelemiş, bunun üzerine Mestan partiden ihraç edilmişti. Lütfi Mestan’ın ihracı üzerine
HÖH’ten istifa eden 5 milletvekili de DOST’a katıldı.
HÖH’ten ayrılan Kırcaali Bağımsız Milletvekili ve
Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu
Başkanı Şabanali Ahmed ise şu açıklamayı yaptı: “40-45
gündür halkın içindeyiz. Değişik kesimlerden insanlarla,
HÖH’ü, Mestan’ı ve Ahmet Doğan’ı görüştük. Fikir alışverişinde bulunduk. Sonunda şunu gördük ki, gerçekten
böyle bir oluşuma ihtiyaç var. Böyle siyasi bir partinin
kurulmasına gereksinim duyuldu. Halkın teveccühü bu
yöndeydi. Siyaset boşluğu kabul etmeyeceği için halkımızın teveccühü doğrultusunda, ‘Sorumluluk, Özgürlük
ve Hoşgörü İçin Demokratlar Partisi’ adı altında yeni bir
parti kurmaya karar verdik.”
ALMANYA “SOYKIRIM” TASARISINI GERİ ÇEKTİ
ALMANYA’DA Yeşiller Partisi’nin hazırladığı 1915 Olayları’nın
“soykırım” olarak nitelendirilmesini öngören tasarı Federal
Meclis’ten geri çekildi. Kararın, Alman Hükümeti’nin Türkiye ile
Suriyeli mülteciler konusunda sürdürülen işbirliğinin zarar görmemesi için Yeşiller Partisi’ne baskı yapması sonucu alındığı
ifade ediliyor. Yeşiller Partisi Eş Genel Başkanı Cem Özdemir ile
Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) Federal Meclis Grubu Başkanı
Volker Kauder arasında önergenin 24 Nisan 2016’da tekrar meclis
gündemine getirilmesi konusunda mutabakat sağlandığı bildirildi.
Almanya Parlamentosu’nda 24 Nisan 2015’te 1915 Olayları’nı
anma toplantısında hükümet yetkilileri “Ermenilerin kaderinin
tehcir ve soykırım tarihine bir örnek teşkil ettiğini” dile getiren
bir metin üzerinde anlaşmış, parti yöneticilerinin “soykırım”
18
DÜNYADAN
sözcüğünün sakıncaları hususundaki itirazları üzerine metin
onaylanmamıştı. Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ise
Berlin Katedrali’nde düzenlenen ayinde olayları “soykırım” olarak
nitelendirmişti.
KOSOVA’NIN YENİ CUMHURBAŞKANI THAÇİ
2008 yılında bağımsızlığını ilan eden Kosova’da yeni cumhurbaşkanı Kosova Parlamentosu’nda yapılan seçimlerin üçüncü turu
sonucunda Kosova Demokratik Partisi (PDK) Genel Başkanı ve
Dışişleri Bakanı Hashim Thaçi oldu. İkinci turun sonunda Thaçi’nin
seçileceğinin belli olması üzerine muhalefet milletvekilleri üçüncü
tur oylamaya katılmadı. Seçimin üçüncü turunda 81 milletvekili oy
kullandı. İlk turda 50, ikinci turda 64 oy alan Thaçi’ye son turda 71
oy çıkarken aynı partiden formalite gereği aday gösterilen Rafet
Rama hiç oy alamadı. 10 oy ise geçersiz sayıldı.
Hashim Thaçi 1968 yılında Kosova’nın Skenderaj şehrinde
dünyaya geldi. Priştine Üniversitesi’nde psikoloji ve tarih eğitimi
aldıktan sonra Zürih Üniversitesi’nde tarih ve uluslararası ilişkiler
üzerine yüksek lisansını tamamlayan Thaçi, 1998-1999 yıllarındaki Kosova Savaşı’nda Kosova Kurtuluş Ordusu’nun (UÇK) siyasi
liderlerinden biri olarak tanındı. Kosova’nın Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etmesinden sonra devletin ilk başbakanı olan Thaçi,
2014’teki genel seçimin ardından kurulan koalisyon hükümetinde
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev aldı. Hashim
Thaçi cumhurbaşkanı seçildiği oylamadan sonra, “Etnik ayrım
gözetmeksizin tüm vatandaşlarımıza hizmet ederek ülkem için
çalışacağıma sizleri temin ederim” dedi.
İRAN’DA REFORMCULAR ÖNDE
İRAN İslam Cumhuriyeti’nde 5. Dönem Uzmanlar Meclisi ve 10.
Dönem milletvekillerini seçmek üzere 26 Şubat’ta sandığa gidildi.
Açıklanan resmî olmayan sonuçlara göre Uzmanlar Meclisi seçimlerinde aralarında Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de bulunduğu
reformcu adaylar, muhafazakarların önünde.
Uzmanlar Meclisi seçimlerinde reformist ve ılımlı eğilimler taşıyan Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi (DMTK) Başkanı Haşimi
Rafsancani’nin hazırladığı 16 kişilik listeden 15 kişinin Uzmanlar
Meclisi’ne girmeye hak kazandığı belirtildi. Aşırı muhafazakar
olarak nitelenen kesimin önde gelen isimlerinden Ayetullah Taki
Misbah Yezdi ve Ayetullah Muhammed Yezdi ise seçilmek için
yeterli oyu alamayarak Meclis dışında kaldı. İran Meclisi’ndeki
sandalye dağılımı resmî olmayan sonuçlara göre şöyle oldu: 150
muhafazakar, 95 reformist ve 45 bağımsız.
Parlamentodaki 290 sandalye için dört yılda bir yapılan seçimlere bu yıl katılımın yüzde 60 civarında kaldığı bildirildi. Meclis’te 30
milletvekiliyle temsil edilen başkent Tahran’da ise bu oranın yüzde
50’lerde olduğu açıklandı. Meclis, yıllık bütçenin kararlaştırılması,
bakanlar kurulunun onaylanması gibi yetkileri kullanırken dışişleri
konusunda etki sahibi değil. İran rejiminde büyük ağırlığı bulunan
Uzmanlar Meclisi’nde 99 sandalye yer alıyor. Ülkedeki en yüksek
karar organı olan Uzmanlar Meclisi İran’ın Dinî Lider’ini seçmekle
ve denetlemekle yetkili.
19
ÖZGÜRLÜK, EŞITLIK, KARDEŞLIK
TEMELLI DEMOKRASI YOLCULUĞU
FRANSA
20
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
YÜZYILLARCA MONARŞIK SISTEMIN HÂKIM OLDUĞU FRANSA, 1789’DA
FRANSIZ DEVRIMI’NIN GERÇEKLEŞMESININ ARDINDAN DÖRT CUMHURIYET
DENEYIMI GEÇIRDI. 1958 YILINDA ILAN EDILEN BEŞINCI CUMHURIYET’IN
ILKELERINE SIKI SIKIYA BAĞLI OLAN ÜLKE, AYNI YIL KABUL ETTIĞI
ANAYASAYLA INSAN HAKLARINI TEMINAT ALTINA ALDI, GÜÇLER AYRIMINI
SAĞLADI, ADLI OTORITENIN BAĞIMSIZLIĞINI BENIMSEDI. BUNA EKONOMIK
REFORMLAR VE AVRUPA BIRLIĞI KURUCU ÜYELIĞI DE EKLENINCE FRANSA
DÜNYANIN EN GELIŞMIŞ ÜLKELERINDEN BIRI HALINE GELDI.
PINAR ÇAVUŞOĞLU
21
Ö
zgürlük, insanların elde etmekten asla vazgeçmediği bir kavram. Uğruna savaşılan, kanlar dökülen… Özgürlük için devletler yıkılıyor, yenileri kuruluyor, dünya tarihi değişiyor sürekli. Bugün
bu kavram Amerika Birleşik Devletleri’yle birlikte anılıyor. Halbuki
ilk Fransa gelmeliydi akla. Çünkü Fransa’da
başlayan özgürlük hareketleri tüm dünyada
kişilerin, fikirlerin, sistemlerin evrilmesi için
bir ateş yaktı yüzyıllar önce.
18. yüzyılda daha özgür, daha adil yaşamak
için ayaklanan Fransızların uzun ve çalkantılı bir demokrasi tarihi bulunuyor. Ancak
tarihçiler daha çok 1789’da meydana gelen
Fransız Devrimi’ne odaklanıyor. Bu nedenle
Fransa’nın milattan önceki çağlarına ait
bilgiler araştırmalara daha az konu oldu.
Ayrıca Fransız ulusunu meydana getiren toplulukların kimler olduğu da yakın bir geçmişe
kadar muallaktaydı. Bu topluluklardan birinin
Galyalılar olduğu kesindi, ancak diğerleriyle
ilgili çeşitli görüşler bulunuyordu. Son elli yıl
içinde gerçekleştirilen çalışmalar Fransız ulusunu oluşturan toplulukları neredeyse kesin
bir biçimde ortaya koydu. Bunlar Galyalılar,
Romalılar, Vizigotlar, Burgundlar, Franklar, Bretonlar, Normanlar
ve Araplardı. Bölgedeki en büyük topluluk Galyalılardı.
Roma İmparatorluğu’nun dünya tarihine bıraktığı izler sayılamayacak kadar çok. Toprakları oldukça geniş bir alanı kaplayan
Yüz Yıl Savaşları
22
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
İmparatorluk Fransa’nın şekillenmesinde de büyük bir rol oynadı.
MÖ 2. yüzyılda önce Galya’nın güneyinin, sonraki yüzyıllarda
Sezar komutasındaki ordularca Galya’nın geri kalanının ele geçirilmesiyle bölge Roma İmparatorluğu’nun bir parçası oldu.
Romalıların ardından bölgede bir süre
Franklar hakimiyet kurdu. Galya’da dağınık
halde bulunan Frankları bir araya getiren
I. Clovis (481-511), iktidar döneminde büyük
bir birliktelik oluşturarak bugünkü Fransa’nın
temellerini attı.
Fransa tarihindeki en önemli olaylardan
biri de 1337 ila 1453 yılları arasında cereyan
eden Yüz Yıl Savaşları’dır. Hıristiyanlığın tüm
Avrupa topluluklarında birleştirici güç olarak
görüldüğü yıllarda aynı dinden iki topluluk 116
yıl süren, etkileri ise yüzyıllarca devam edecek bir feodalite yarışına girişti. İngiltere’nin
Avrupa’nın en güçlü krallığı Fransa’ya savaş
ilan etmesi, iki ülkeyi bir dizi savaş ve barış
antlaşmalarıyla yaklaşık bir asır boyunca
meşgul etti. Savaşlar Fransa lehine sonuçI. Clovis
landı. Öyle ki ülkede milliyetçilik körüklendi,
monarşi güçlendi. Bu iki devletin savaşlar
nedeniyle güçlerinin zayıflaması Osmanlı İmparatorluğu için de
olumlu sonuçlar doğurdu. İmparatorluğun Avrupa’da ilerlemesi
kolaylaştı. Yüz Yıl Savaşları topun ilk kez kullanıldığı çatışma
olarak da dünya savaş tarihindeki yerini aldı.
FRANSA’DA YÜZ YIL SAVAŞLARI’NIN ARDINDAN FRANSIZ
DEVRIMI’NE KADAR SÜRECEK BIR MUTLAK MONARŞI EGEMEN
OLDU. I. FRANÇOIS DÖNEMINDE (1515-1547) ÜLKEDE SANAT VE
EDEBIYAT BAŞTA OLMAK ÜZERE BIRÇOK ALANDA
REFORM HAREKETLERI HIZ KAZANDI.
Baskıcı ve adaletsiz yönetim: Ancien Régime
Fransa’da Yüz Yıl Savaşları’nın ardından Fransız Devrimi’ne kadar
sürecek bir mutlak monarşi egemen oldu. I. François’nın (15151547) tahta geçişinin ardından ülkede sanat ve edebiyat başta
olmak üzere birçok alanda reform hareketleri hız kazandı. Kral,
Avrupa’daki düşmanlarına karşı, o dönemde dünyanın en güçlü
devletlerinden olan Osmanlı İmparatorluğu’yla ittifak yaptı.
İç politikada aldığı önlemler, dış politikadaki başarısı, din konusundaki uygulamaları, Fransa tarihine ve Fransızcaya gösterdiği
özen nedeniyle I. François ülke tarihinde oldukça önemli bir kral
kabul edilir. Kral çeşitli eserlerin Fransızcaya çevrilmesini ve ülkede yayımlanmasını desteklediği için de “Edebiyatın Hamisi”
olarak anılır.
Fransa’da I. François’nın tahta geçişinden 1789’a kadar süren
dönem Ancien Régime olarak adlandırılır. Bu rejimde kraldan sonra
din adamları geliyordu. Din adamları siyasi ayrıcalıklara sahip ol-
makla birlikte mali olarak da ellerinde büyük bir güç bulunduruyorlardı. Bu güçlerini köylüden alınan vergilerle sağlıyorlardı. Kendileri
vergi vermiyor, askere gitmiyorlardı. Ülkedeki üçüncü büyük güç
soylulardı. Fransa’nın yüzde 98’ini oluşturan halk ise ülkede hiçbir
söz hakkına sahip değildi. Ağır vergiler ödüyor, günlerinin büyük
bir kısmını çalışarak geçiriyorlardı.
Ancien Régime dönemindeki en önemli krallardan biri de
XIII. Louis’ydi (1610-1643). Kral, Afrika’daki siyahi toplulukları
anlaşmazlığa sürükleme ve Hıristiyanlığı yayma çabasıyla 1534
yılında tohumları atılan Fransız Sömürge İmparatorluğu’nun gelişimine büyük katkılar sundu. Zira XIII. Louis’nin amacı Fransa’yı
dünyanın en güçlü devleti yapmaktı. Bu ideolojiye oğlu XIV. Louis
de destek verdi. 1643 yılında taç giyen ve 72 yıl boyunca Fransa
krallığı yapan XIV. Louis, bu süre boyunca saldırgan ve yayılmacı
bir politika izledi. Ona göre hanedanın saygınlığı, kendi halkının
dünyada saygın bir ulus olarak görülmesindeki en önemli etkendi.
23
I. Napolyon
Kralın ülkede kendinden başka güç görmediğinin en büyük kanıtı,
ona atfedilen meşhur “Devlet benim” sözüydü.
1754 ila 1793 yılları arasında iktidarda olan XVI. Louis, kendi de
kral olmasına rağmen ülkede hâkim despot yönetime karşı çeşitli
reformlar gerçekleştirdi. Sınıf farkını kaldırma çabası ve kölelik
sistemini yanlış bulması XVI. Louis’yi halk üzerinde büyük bir baskı oluşturan Ancien Régime’in bir parçası olmaktan kurtaramadı.
Bu şartlar altında devrim de gecikmedi.
Vive la Commune!
Fransa’da 1789 yılında meydana gelen ihtilal dünya tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eder; zira bu ihtilalle Batılı tarihyazımına göre bir çağ kapanır.
Fransız Devrimi yalnızca despot yönetime karşı gerçekleşmedi.
Krallık tarafından halka ekonomik, sosyal ve askerî bakımdan
büyük baskılar uygulanması ve din adamlarıyla alt tabaka sayılan halk arasında mali dengesizliğin bir uçurum yaratmasının
yanı sıra Fransa’nın sömürgeleştirme politikasında İngiltere’yle
yarışması ve 1756 ila 1763 yılları arasında meydana gelen Yedi
Yıl Savaşları’na bağlı olarak devletin ekonomik gücünün zayıflaması halk ayaklanmasının asıl nedenleri arasında sayılıyordu. 18.
24
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
XVI. Louis’nin idamı
yüzyılda Fransa’da aydın kesimin halkı bilinçlendirme çabaları
ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde görülen demokrasiye dayalı yönetim biçimi Fransızları etkiledi. Aydın kesim ve
dünyadan demokrasi örnekleri Devrim’in görünmeyen nedenleri
arasında sayıldı.
FRANSA’DA 1792 YILINDA KURULAN KONVANSIYON MECLISI,
KRALLIĞI KALDIRDI VE CUMHURIYET’I ILAN ETTI. BIRINCI FRANSA
CUMHURIYETI DÖNEMINDE MAVI-BEYAZ-KIRMIZI RENKLI FRANSA
BAYRAĞI VE “LA MARSEILLAISE” ULUSAL MARŞI KABUL EDILDI.
Devrim bir vergi meselesinden patlak verdi. Soyluların
XVI. Louis’ye vergi ödemeyi reddetmesi, Kral’ın otoritesinin
sarsıldığının da en büyük göstergesiydi. XVI. Louis bu önemli
konuyu görüşmek üzere din adamları, soylular, burjuva sınıfı ve
halk temsilcilerini toplantıya çağırdı; halk sınıfı temsilcilerinin
daha fazla olduğu toplantıda bir sonuç elde edilemedi. Bunun
üzerine temsilciler kendi Millî Meclislerini ilan ettiler. Elbette Kral
bu duruma müsaade etmedi ve Meclis’i dağıttı.
Kral’ın bu tutumu halkı galeyana getiren sebep olarak değerlendirilir. Zira toplantıdan 5 gün sonra bir grup devrimci Bastille
Hapishanesi’ni basarak suçluları serbest bıraktı. Bu grup, çağı
sonlandıracak bir kıvılcım yakmıştı aynı zamanda. Bastille’in seçilme nedeni baskı, acımasızlık ve adaletsizliğin simgesi olmasıydı.
14 Temmuz 1789’da meydana gelen bu olay o gece kimse bilmese
bile Cumhuriyet’i de müjdeliyordu.
Fransız Devrimi, yalnızca baskıdan bunalan yoksul halkın temsilcileri (Enragée-Öfkeliler) tarafından gerçekleştirilmiş bir isyan
hareketi değildi. Jakobenler (Radikal İlerlemeciler) ve Jirodenler
(Liberal ve Ilımlı İlerlemeciler) tarafından da destek görüyordu.
Bu nedenle bir Kurucu Meclis’in oluşturulması ve bir süre sonra
Kral’ın yetkilerinin alınması zor olmadı. Meclis, tüm feodal ku-
rumları hiçe sayarak vergi ayrıcalıklarını ortadan kaldırdı, İnsan
ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni yayımladı. İnsan hakları, özgürlük,
güvenlik gibi konular etrafında şekillenen bildiri, 1791 tarihli Fransa
Anayasası’nın da önsözünü teşkil etti.
Fransa’da 1792 yılında Konvansiyon Meclisi kuruldu. 749 milletvekilinden oluşan Meclis, krallığı kaldırdı ve Cumhuriyet’i ilan etti.
Birinci Fransa Cumhuriyeti döneminde mavi-beyaz-kırmızı renkli
Fransa bayrağı ve “La Marseillaise” ulusal marşı kabul edildi.
1795 yılından 1799’a kadar ülkede Direktuvar yönetimi uygulandı.
Direktuvar iki meclisten oluşuyordu; 250 üyeli Yaşlılar Meclisi
ve 500 üyeli 500’ler Meclisi. Yaşlılar Meclisi’nin yasama yetkisi
bulunmuyordu. Asıl söz sahibi olan 500’ler Meclisi’ydi. Napolyon
Bonapart, Direktuvar’ı ortadan kaldırarak Konsüllük yönetimini
hayata geçirdi. Napolyon’un ilk işi anayasa komisyonlarına hazırlattığı anayasa taslağını onaylamak oldu. Anayasa onu ömür boyu
konsül seçmişti. Napolyon’un 1804 yılında imparatorluğunu ilan
etmesiyle Cumhuriyet rejimi sona erdi. Bu, Fransız Devrimi’nin de
görünürde bittiği olaydı.
Fransız Devrimi yalnızca Fransa tarihi içinde yer alan bir konu
değildir. Devrim, dünya tarihini de yönlendiren sonuçlar doğurur.
İlk olarak “özgürlük”, “eşitlik”, “kardeşlik” düşüncelerinin çevre
25
FRANSIZ DEVRIMI, DÜNYA TARIHINI YÖNLENDIREN SONUÇLAR
DOĞURUR. “ÖZGÜRLÜK”, “EŞITLIK”, “KARDEŞLIK” DÜŞÜNCELERININ
ÇEVRE ÜLKELERDEN BAŞLAYARAK DALGA DALGA TÜM DÜNYAYA
YAYILMASIYLA HALKLARDA BIR “AYDINLANMA” MEYDANA GELIR.
ülkelerden başlayarak dalga dalga tüm dünyaya yayılmasıyla halklarda bir “aydınlanma” meydana gelir. Milliyetçilik düşüncesinin
benimsenmesi ise çok uluslu devletlerin yıkılmasına zemin hazırlar.
Demokrasiye doğru
Napolyon Bonapart’ın en fazla önem verdiği şey güçlü bir orduydu. Kalabalık bir ordu teşkil ederek seferlere başlayan Bonapart
başta Fransa’nın ezeli düşmanı İngiltere olmak üzere Avrupa’da
pek çok ülkeye saldırdı. Daha sonra Orta Doğu’ya seferler düzenledi, ancak Mısır’da Osmanlılar’dan büyük bir yenilgi aldı.
Dünyanın en güçlü devleti olma yolunda ilerleyen Fransa’ya
karşı Rusya, Prusya, İngiltere, İsviçre ve Almanya bir ittifak
kurdu. Avrupa’da yenilgiler almaya başlayan Napolyon pek çok
bölgede geri adım attı. İttifak devletlerinin Paris’e girmesi halkın
Napolyon’a olan güvenini de sarstı ve komutan istifaya zorlandı.
Görevi bırakan Napolyon’un yerine XVIII. Louis (1814-1815) tahta
oturdu. Bu kral döneminde Fransız Devrimi’nden sonra ilk defa
bir parlamenter sistem kurulmaya çalışıldı. Yürütme ve yasama
krala, yasaları ve bütçeyi onaylama yetkisi parlamentoya tanındı.
Gerçi parlamentoda da kralcılar yer alıyordu.
1815’te Napolyon tekrar hükümdar oldu. Bu iktidarı ise 100 gün
sürdü. Ardından XVIII. Louis (1815-1824), X. Charles (1824-1830)
26
DÜNYA DEMOKRASI TARIHI
ve Louis-Philippe (1830-1848) kraliyet tahtına oturdu. 1848
yılında Cumhuriyet ilan edildi.
Fransa’da yönetim biçiminin ikinci defa Cumhuriyet olarak
belirlenmesi yine halk baskısıyla gerçekleşti. Avrupa’nın pek çok
ülkesinde baş gösteren 1848 Devrimleri, Fransa’yı da etkilemiş,
halkı sokağa dökerek hükümet üzerinde büyük bir panik oluşturmuştu. Böylece Yasama Meclisi ve Cumhurbaşkanı’nın seçimlerle
belirlenmesine karar verildi. Seçimlerde yalnızca erkekler oy
kullandı. Napolyon’un yeğeni III. Napolyon cumhurbaşkanı oldu.
Ne yazık ki cumhurbaşkanı 1852’de bir darbe düzenleyerek rejimi
yıktı ve kendini Fransa İmparatoru ilan etti.
1870 yılında Fransa ve Prusya arasında meydana gelen savaş
III. Napolyon’u da tahtından etti. Üçüncü Fransa Cumhuriyeti kurularak yeni bir anayasa yürürlüğe girdi. Anayasa ücretsiz eğitim
ve basın özgürlüğü gibi konularla ilgili temel hükümler içeriyordu.
I. Dünya Savaşı Meclis tarafından başarıyla yürütüldü, Fransa
savaşın kazananlarından olmasına rağmen çok ağır yaralar aldı.
II. Dünya Savaşı’na yorgun giren ülke 1940 yılında Almanya tarafından işgal edildi. Fransa, topraklarının yüzde 60’ını kaybetti,
ordusu dağıtıldı, silahlar Almanya’ya teslim edildi. Ayrıca Fransa
iki bölgeye ayrıldı. Ülkenin yüzde 40’lık bir bölümü kağıt üzerinde
Fransızların tam egemenliği altındaydı. Vichy Fransası adı verilen
yönetim, savaşın sona ermesiyle dağıldı. Savaşın ardından yapılan referandumla Kurucu Meclis’in oluşturulmasına karar verildi
ve böylece Üçüncü Fransa Cumhuriyeti son buldu.
Dördüncü Fransa Cumhuriyeti 1945’ten 1958’e kadar varlığını
sürdürdü. Kabul edilen yeni anayasayla meclis güçlendirildi, ancak
yine de istikrarlı bir yönetim oluşturulamadı. 1946 Anayasası’nda
“Cumhuriyet laiktir” ifadesi yer alıyor, aile kavramının devletin
temeli olduğu vurgulanıyordu. Dördüncü Fransa Cumhuriyeti
döneminde Avrupa Birliği’nin de temelleri atıldı. Kısa bir süre koalisyon hükümetinin başında bulunan Charles de Gaulle, Avrupa
ülkelerinin ekonomik bir birlikteliğe ihtiyacı olduğunu söylemişti.
Nitekim 1951 yılında Fransa, İtalya, Belçika, Federal Almanya,
Lüksemburg ve Hollanda Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adı
altında birleşti.
II. Dünya Savaşı’nın Fransa için olumsuz etkilerinden biri dünyada güçsüz bir durum sergilemesiydi. Bu nedenle sömürgelerine
de söz geçiremez olmuştu. Sırasıyla Lübnan ve Suriye Fransa’dan
bağımsızlıklarını ilan etti. 1952’de ise Cezayir Bağımsızlık
Savaşı’nın başlaması ülkeyi iyice krize soktu. Dördüncü Fransa
Cumhuriyeti döneminde Fransa ekonomisi oldukça istikrarlı bir
tablo sergilemiş, ancak sömürgelerin mali yükünün ne kadar
daha taşınabileceği sorusu gündeme gelmişti. Tüm bunlara
siyasi partiler arasındaki kavgalar da eklenince Beşinci Fransa
Cumhuriyeti’nin kurulması gecikmedi.
Cumhurbaşkanı François Hollande
Başbakan Manuel Valls
Güçlü Fransa doğuyor
1946 yılında siyasetten ayrılma kararı veren Charles de Gaulle’ün
1958’deki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle yeniden politikaya atılışı
Beşinci Fransa Cumhuriyeti’nin başlangıcı kabul edilir. Bu dönemde
yürürlüğe giren 1958 Anayasası da insan hakları açısından daha
kapsamlı bir anayasa olma niteliği taşır.
Beşinci Fransa Cumhuriyeti gerçekleştirdiği ekonomik reformlarla dünya nezdinde yatırım açısından güvenilir bir ülke haline gelir.
Fransa bugün ekonomik bakımdan gelişmiş ülke kategorisinde
değerlendirilir. Gayrisafi yurtiçi hasılası ve satın alma gücü paritesi
açısından gelişmiş ülkeler bazında dahi üst sıralarda yer alır. Kurulduğu günden bu yana siyasi açıdan da pek çok ilerleme kaydeden
Fransa bugün yarı başkanlık sistemiyle yürütülür. Parlamentosu
348 üyeli Senato ve 577 üyeli Ulusal Meclis’ten oluşur. Senato’daki
çoğunluğu Cumhuriyetçiler Grubu (LR) ile Sosyalist ve Cumhuriyetçi
Grup (SOC) oluştururken Ulusal Meclis’te Sosyalist Parti (PS) ve Halk
Hareketi Birliği (UMP) en fazla sandalye sayısına sahiptir.
1958’den bu yana devam eden Beşinci Fransa Cumhuriyeti,
Birleşmiş Milletler’in kurucu üyesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’nin daimi beş üyesinden biri olduğu gibi Frankofon, G8,
Latin Birliği ve NATO’nun katılımcılarındandır.
27
ERTAN YÜLEK:
BIR MILLETVEKILI, ASLI GÖREVI OLAN
YASAMA FAALIYETLERINI AKSATMADAN
SEÇMENLERINE ZAMAN AYIRMALIDIR
SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN
20. DÖNEM ADANA MILLETVEKILI ERTAN YÜLEK, KISA BIR SÜRE
ÖNCE YAYIMLANAN ÖMÜRDÜR GELIR GEÇER ISIMLI HATIRATINDA
TÜRKIYE’NIN YAKIN TARIHINE IŞIK TUTUYOR. YAŞADIKLARI,
GÖRDÜKLERI VE DUYDUKLARINDAN YOLA ÇIKARAK DIKKAT
ÇEKICI DEĞERLENDIRMELERDE BULUNAN YÜLEK, INSAN
ILIŞKILERINDE VE SIYASETTE HOŞGÖRÜLÜ, DÜRÜST, GÜVENILIR
VE SAYGILI OLMANIN ÖNEMINI VURGULUYOR.
28
SÖYLEŞI
Şu sıralar Ömürdür Gelir Geçer isimli hatıratınız gündemde
yer alıyor. Kitapla ilgili konulara değinmeden önce hayat
ve siyaset yolculuğunuzu konuşmak istiyoruz. Sizin için
dönüm noktası olan tarih ve olaylar hangileridir?
1939 senesinde Erzin-Hatay’da dünyaya geldim. Tarihi çok
eskilere dayanan Erzin o yıla kadar Adana’ya bağlıymış.
1939’da Hatay Türkiye’ye ilhak edilince bu ilin sınırlarına dahil
olmuş. Aslında Erzin hem coğrafi hem de kültürel bakımdan
Çukurova’yla daha iç içedir. Ancak o dönemin şartları içinde,
nüfusu dengelemek için böyle bir karar verilmiş. Erzin’de
hayatımızı devam ettirirken Adana’yla bağımız da hiç
kopmadı. Nitekim Erzin’de sadece ilkokul olduğu için tahsil
hayatımın önemli bir bölümü Adana’da geçti. 1958 yılında
Adana Erkek Lisesi’ni bitirdim. Daha sonra İstanbul Teknik
Üniversitesi Makine Fakültesi’nde eğitim gördüm ve makine
yüksek mühendisi oldum. Ege Üniversitesi’nde ise doktoramı
tamamladım.
Siyasete ilginiz üniversite yıllarında mı başladı? Ailenizde
siyasetle ilgilenenler var mıydı?
Rahmetli babam Mehmet Yülek, 1940’larda muhtarlık
yaptığı Erzin’de sözü dinlenen bir kişiydi. Demokrat Partili
biri olarak siyasetle yakından ilgileniyordu. Ben de lise çağlarımda siyasete merak duymaya başladım. Adana Erkek
Lisesi’nde okuduğum yıllarda siyasi partilerin düzenlediği
mitingleri kaçırmazdım. Kasım Gülek, Suphi Baykam, Sinan
Tekelioğlu gibi Adanalı siyasetçileri bu vesileyle tanıdım. 27
Mayıs 1960 darbesi olduğunda üniversite öğrencisiydim. O
dönemde ben ve arkadaşlarım “DP’nin kuyrukları” denilerek
ciddi manada baskıya maruz kaldık, ama yılmadık. O günlere
dair unutamadığım hatıralarımdan biri rahmetli Ali Fuat
Başgil’le ilgilidir. Hoca cezaevindeyken yakın arkadaşlarımızla birlikte her hafta sonu ziyaretine gider ve kendisine
harçlıklarımızla aldığımız bir demet çiçek götürürdük. Ali
Fuat Başgil, bu ziyaretlerimizden duyduğu memnuniyeti
bir pusulayla da bize bildirmiştir. Bu arada 1961’de Adalet
Partisi’nin kuruluşunda bizim grubun da bir kısım hizmetleri
oldu. Ali Fuat Hoca’yı ziyarete gidip geldikçe onun fikirlerini
parti kurucularına iletiyorduk. Ayrıca Adalet Partisi Şişli
Gençlik Kolları’nı kurduk. 1961 seçimleri öncesinde her yerde mitingler yapılıyordu. Eminönü’ndeki muazzam miting
unutamadığım hatıralarım arasındadır. O günlerde ihtilalin
korkusu herkesin üzerindeydi. Söylemek istenenlerin çok azı
söylenebiliyordu. Adnan Menderes’in avukatlarından Talat
Asal’ın, “Çok şey söylemek istiyorum, ama söyleyemiyorum.
Gözüme bakın ne demek istediğimizi anlarsınız” sözü ortalığı yıktı geçirdi.
Bu söz bütün Anadolu’da dalga dalga yayılarak Adalet Partisi’nin ciddi
oranda oy almasına vesile oldu.
Özgeçmişinize baktığımızda üniversiteyi bitirdikten sonra uzun yıllar iş
hayatınızın ön planda olduğunu görüyoruz. Bürokraside önemli görevler üstlendiğiniz o dönemlerden kısaca bahsedebilir misiniz?
Üniversitede okurken Fabrika Organizasyonu, Ekonomi ve İşletme
derslerine büyük ilgi duyardım. İTÜ’den mezun olunca İşletme İktisadı
Enstitüsü’ne gitmeye karar verdim. Bu enstitü, İktisat Fakültesi’ne
bağlıydı ve Harvard Üniversitesi ile işbirliği yapıyordu. Bir yıllık eğitimin
ardından 1964’te mezun oldum. Aynı yıl Ankara’da burslusu olduğum
Sümerbank Genel Müdürlüğü’ne müracaat ettim. 10’a yakın sektörde faaliyet gösteren Sümerbank, Türkiye’nin en büyük iktisadi devlet teşekkülü
ve dünyanın en büyük tekstil holdingiydi. Türkiye’nin sanayileşme tarihi
Sümerbank’la başlamıştır. İlgililerden ricam, Ulus’taki tarihî Sümerbank
Genel Müdürlüğü Binası’nı “Türkiye’nin Sanayileşme Müzesi”ne dönüştürmeleridir. Sümerbank’a müracaat ettiğimde niyetim, ülkemizin en ücra
köşelerine giderek hizmet vermekti. Çünkü talebeliğimiz sırasında, Allah
rahmet eylesin, Nurettin Topçu’nun da tesiriyle “yaşamayı değil yaşatmayı” hedefleyen bir nesil olarak yetişmiştik. Bu idealle Sümerbank’ın en
doğudaki fabrikasında çalışmak istiyordum. Nasip Ankara’da kalmakmış,
doğrusu iyi de olmuş. Çünkü hayatım boyunca çeşitli görev ve mevkilerde
Ağrı’dan Edirne’ye kadar ülkemizin hemen her yerinde hizmet edebilme
imkanına sahip oldum. Sümerbank’ta kademe kademe genel müdür
yardımcılığına kadar yükseldim. Bürokrasi hayatımda Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı Teşvik Uygulama Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatı
Müsteşar Yardımcılığı ve Müsteşar Vekilliği, Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarlığı, Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü gibi önemli görevler
üstlendim. Bu arada özel sektör tecrübelerim de oldu; çeşitli şirketlerde
genel müdürlük, genel koordinatörlük, yönetim kurulu başkanlığı, danışmanlık yaptım. 15 yıla yakın Fırat, Gazi ve Sakarya Üniversitelerinde
öğretim görevlisi olarak ders verdim. Ayrıca cumhurbaşkanlığı zamanında
29
“28 ŞUBAT SÜRECINDE ERBAKAN HOCA ISTIFA ETMEYIP
DIRENEREK EN DOĞRUSUNU YAPMIŞTIR. O ZAMANKI MUHALEFET
PARTILERI ISE MAALESEF DEMOKRASIYE SAHIP ÇIKMAMIŞLARDIR.”
rahmetli Turgut Özal’ın ve başbakanlığı zamanında rahmetli Süleyman Demirel’in başdanışmanlıklarını yaptım.
Sayın Demirel’in başdanışmanıyken Türki Cumhuriyetlerin teknik, ekonomik ve sınai bakımdan koordinasyonundan sorumluydum. Sovyetler Birliği’ni ve Türki Cumhuriyetleri, daha hiç kimsenin
gitmediği yıllarda, 1970’lerde gezmiştim. O nedenle bu ülkelerle
ilgili çok önemli bilgi, gözlem ve tecrübelere sahiptim. 1968-69’da
bir yıl Londra’ya, 1970’te üç ay Moskova’ya gitmiştim. Kapitalizm
ve komünizmin merkezi bu iki şehirde geçirdiğim aylarda ve 85’ten
fazla ülkeye yaptığım seyahatler sırasında Türkiye’nin gücüne,
İslam âleminin Türkiye’den beklentilerine ve ülkemize yönelik sevgiye şahit oldum. Moskova’da camiye girdiğim zaman “Türkiye’den
konuk var” dediklerinde bütün cemaat ayağa kalktı. Bu saygı
esasında bana değil, Türkiye’ye yönelikti. Londra’da Arap asıllı bir
akademisyenin dünyanın her yerinden cuma namazına gelenleri
göstererek “Bütün bu insanların umudu sizsiniz” deyişi; Bakü’de,
Kafkaslar’da Azerilerin sevgi seli; Endonezya’da, Hayber Geçidi’nde
insanların beni bağrına basması; Moritanya Devlet Reisi’nin “Siz
daha potansiyelinizin yüzde 40’ını kullanmıyorsunuz” sözü unutamadıklarım arasındadır.
Aktif siyasetle yolunuz ne zaman ve nasıl kesişti?
1977 seçimlerinde Millî Selamet Partisi’nden (MSP) Adana milletvekili adayı oldum. Kendi isteğimle 5. sırada yer aldım. O zamanlar
devlet memurları görev yaptıkları il dışından aday olduklarında
memurluktan istifa etmiyorlardı. Bu bence doğru bir uygulamaydı
ve devam etmeliydi.
30
SÖYLEŞI
O dönemde MSP Genel Başkanı olan merhum Necmettin
Erbakan’la nasıl tanıştınız?
Rahmetli Necmettin Erbakan, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde
hocamızdı. Onun üniversitede verdiği konferanslar sayesinde millî
sanayi hakkında geniş bilgi sahibi olmuştuk. 1960’tan beri tanıdığım rahmetli Erbakan’la ilgili bir hatıram Refah Partisi’ne üyeliğimle alakalıdır. Rahmetli Süleyman Demirel, başdanışmanlığını
yürüttüğüm dönemde cumhurbaşkanı oldu. Sayın Tansu Çiller’in
başbakanlık görevini üstlenmesinin ardından Eylül 1993’te emekliye
ayrıldım. Bundan kısa bir süre sonra Erbakan Hoca’yla görüşmeye
gittim. Emekli olduğumu ve Refah Partisi’nde aktif olarak çalışmak
istediğimi söyledim. Kendisi bu arzumu memnuniyetle karşıladı.
Rahmetli Erbakan iyi bir siyasetçi ve devlet adamı olmasının yanı
sıra çok kibar biriydi, karşısındaki kişiyi sabırla ve dikkatle dinlerdi.
Refah Partisi’ne üye olduğum dönemde kongre yapılmıştı. Bu
nedenle Merkez Karar Yürütme Kurulu’nda (MKYK) yer almıyordum,
ancak rahmetli Erbakan MKYK toplantılarına beni özel olarak davet
eder, çeşitli konularda fikirlerimi alır ve raporlar hazırlamamı isterdi.
1995 seçimlerinde milletvekili oldunuz. Meclis’teki çalışmalarınız
arasında ön plana çıkanlar hangileriydi?
1994 yılında Adana Büyükşehir Belediye Başkan Adayı oldum.
İyi projeler ortaya koymamıza ve halkla sıcak ilişkiler kurmamıza
rağmen seçimi kazanamadık. Daha sonra 1995 seçimlerinde Refah
Partisi Adana Milletvekili olarak Meclis’te yer aldım. Milletvekilliğim
sırasında Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı yaptım. DPT kökenli
olduğum için bu komisyonun çalışmaları ile Türkiye ekonomisi ve
kalkınma sürecine aşinaydım. Bu dönemde denk bütçe hadisesi
gündeme geldi. Havuz sistemi ve kaynak paketleriyle de oldukça
başarılı olundu. Diğer önemli bir husus da Başbakan Erbakan’ın 1997
bütçe hazırlıkları sırasında bürokratlarla yaptığı toplantılara Plan
ve Bütçe Komisyonu Başkanı olarak beni de davet etmesiydi. Bu,
Türkiye bütçe tarihinde hemen hemen hiç görülmeyen bir durumdur.
Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görev yapmak gerçekten çok
önemlidir. Burada iki dönem görev üstlendiğinizde bir doktora yapmış gibi olursunuz; başta Türkiye’nin ekonomisi olmak üzere tüm
alanlarda geniş kapsamlı bilgi edinirsiniz. Aynı şekilde milletvekilleri
Komisyon’da ve Genel Kurul’daki bütçe görüşmelerini dikkatlice takip ettiklerinde ekonomiden sağlığa, eğitimden iç ve dış güvenliğe
kadar Türkiye’nin hemen her meselesine
hâkim olurlar.
Milletvekilliğiniz döneminde 28 Şubat
postmodern darbesi Türkiye tarihindeki
yerini aldı. Bu konudaki değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
28 Şubat’la ilgili olarak hatıratımda da yer
verdiğim önemli bir hususu sizinle paylaşayım. Zaman zaman “Hoca, Turgut Bey’in
yaptığı gibi bazı generalleri niye emekli etmedi?” diye düşündüğüm olmuştur. Daha
sonradan Hoca’nın buna teşebbüs ettiğini
öğrendim. Erbakan Hoca, Cavit Çağlar’a
“Bazı generalleri emekli etmek için Tansu Çiller’le anlaştık. Cumhurbaşkanı’na
kararnameyi göndereceğim, fakat imzalamaz diye çekiniyorum. Süleyman
Demirel’le bunu konuşup neticeyi bana
bildirin” diyor. Cavit Çağlar, Erbakan’ın
sözlerini Demirel’e iletiyor. Demirel, “Eğer
ben bu kararnameyi imzalarsam benim de
Erbakan’ın da kellesini koparırlar, hepimizi
asarlar” diyor. Cavit Çağlar, Demirel’in
söylediklerini aktarınca Hoca kararnamenin imzalanmayacağını anlıyor. Tarihe
ışık tutacak bir husustur bu. Şahidim de
Cavit Çağlar’dır. Hatıratımı yazarken Cavit
Bey’le konuşarak bu hususun bir kere daha
teyidini aldım.
Parti olarak haksızlığa uğradığımız 28 Şubat sürecinde bazı kişiler Erbakan Hoca’ya
istifa etmesini ısrarla telkin ettiler. Buna rağmen Erbakan Hoca istifa etmeyip direnerek
en doğrusunu yapmıştır. O zamanki muhalefet partileri ise maalesef demokrasiye sahip
çıkmamışlardır. 8 yıllık kesintisiz eğitim Türkiye’de eğitime büyük zarar vermiştir. 28 Şubat
darbesi Türkiye’yi ekonomik olarak büyük sıkıntıya sokmuş ve borç batağına sürüklemiştir.
Size göre siyaset nasıl yapılmalıdır? Milletvekilleri en çok nelere dikkat etmelidir?
Milletvekilleri yasama faaliyetlerine düzenli bir şekilde iştirak etmeye özen göstermelidir.
Siyasette seçmenle iyi münasebetler içinde olmak, onlarla devamlı bir araya gelmek elbette
önemlidir. Fakat seçmene ve yasama faaliyetlerine ayrılan zaman dengelenmelidir. Milletvekilliğim boyunca Meclis’teki toplantıları kaçırmadım. Çünkü yasama faaliyetlerine düzenli
şekilde katılmak ve katkıda bulunmak bir milletvekilinin en önemli görevidir. Bu görev,
seçmenler de ihmal edilmeden layıkıyla yerine getirilmelidir. Bugün Meclis Televizyonu’nu
izlediğimde Genel Kurul Salonu’nu çok dolu görmüyorum. Siyasette dürüst, güvenilir ve
hoşgörülü olmak kadar çizgiyi değiştirmemek de önem taşır.
Bir başka önemli husus ise kanun teklif ve tasarılarının içerik, kapsam ve dil itibarıyla
iyi bir değerlendirme sürecinden geçtikten sonra yasalaşması gerektiğidir. Aksi halde
yönetmelik, tüzük gibi hazırlanan kanun metinlerinde devamlı değişiklik yapmak zorunda
kalınıyor. Kanun metinleri sade ve anlaşılır olmalı, çok fazla teferruata girmemeli ve uzun
vadeli olmalıdır. Ayrıca Torba Kanun’dan da mümkün olduğu kadar kaçınılmalıdır. Temel
hak ve özgürlükleri, fikir, inanç ve teşebbüs hürriyetini garanti altına alan yeni bir anayasa
ise bu yasama döneminde mutabakatla hazırlanmalıdır. Bugünkü seçim sistemi yüksek
baraj nedeniyle temsilde adaleti sağlamamaktadır. Seçim barajı mutlaka düşürülmelidir.
Ömürdür Gelir Geçer isimli hatıratınızla ilgili en çok ne gibi tepkiler alıyorsunuz?
Bu hatırat, benim hayat hikayem etrafında Türkiye’nin özellikle 1960 sonrasındaki ekonomik, siyasi ve sosyal yapısına ışık tutuyor. Herkese hitap edecek bir yanı olduğunu
düşünüyorum. Kitapla ilgili en çok duyduğum sözlerden biri “Uzun olmasına rağmen su
gibi okudum” oluyor. Her kesimden birçok kişi tarafından hatıratıma gösterilen ilgiden
memnuniyet duyuyor ve teşekkür ediyorum.
31
TARIHE SIĞMAYAN BIR DESTAN
ÇANAKKALE
32
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
SIPERLERDEN “ALLAH, ALLAH” NIDALARI YÜKSELIYOR, ÇANAKKALE
BOĞAZI’NIN AÇIKLARI KIZILA BOYANIYORDU. TÜRK ASKERI
CEPHANESI TÜKENDIĞINDE SÜNGÜSÜYLE, ETIYLE, KEMIĞIYLE
VATANINI SAVUNUYOR, BU TOPRAKLAR IÇIN TOPRAĞA DÜŞÜYORDU.
ON BINLERIN KAHRAMANLIK DESTANI YAZDIĞI GELIBOLU, AYNI
ZAMANDA BIR MILLETIN ISTIKLAL MÜCADELESININ EN ŞANLI
ÖRNEKLERINDEN BIRINE TANIKLIK EDIYORDU.
İREM COŞKUNSEVEN
33
“S
avaşın sonunu yalnızca ölüler görebilir” sözü, bırakın iki
büyük Dünya Savaşı’na, ateşli silahların icadına bile tanık
olmamış Antik Yunan filozofu Platon’a atfedilir. Amerika Birleşik
Devletleri’nin kurucularından Benjamin Franklin ise Platon’dan
yaklaşık 2 bin yıl sonra, “Hiçbir zaman iyi bir savaş, kötü bir barış
olmamıştır” der. Savaşın yakıcılığı, yıkıcılığı ve melaneti ister edebiyat ister siyaset, farklı mecralarda konuşuladursun 20. yüzyıl,
insanlık tarihinin en büyük savaşlarına sahne olacaktır. Her biri
kendi sebepleri, çıkarları ve bahanelerini sırtlanarak silahlarını
kuşanan devletler, kitleleri ölüme sürükleyecek; çocukları öksüz,
kuşakları yaralı bırakacaktır.
15. yüzyılda başta İspanya ve Portekiz olmak üzere Avrupalı
devletlerin çoğu, henüz ayak basılmamış toprakları keşfetme
ve bu toprakların zenginliklerini kendi ülkelerine taşıma amacı
güder. Böylece tarihte Coğrafi Keşifler olarak adlandırılan ve sonucunda sömürgecilik kavramının doğduğu süreç başlamış olur.
Amerika’nın Avrupalılarca keşfedilmesi; ilk kez İtalya’da filizlenen
Rönesans akımı; Martin Luther’in önderliğinde Katolik Kilisesi’ne
karşı başlatılan Reform hareketleri; akıl ve mantığı temel alan
ideolojilerin geliştirilmeye başladığı Aydınlanma Çağı; milliyetçilik
akımının doğmasına sebep olan, başta çok uluslu imparatorluklar
olmak üzere tüm dünyayı etkisi altına alan Fransız İhtilali ve teknolojik buluşların önünü açan Sanayi Devrimi bir çorap söküğü gibi
birbirini takip etmiş, Büyük Savaş’a yol açan gelişmeler zincirinin
birer halkası olmuştur.
34
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
Dünya silahlarını kuşanıyor
I. Dünya Savaşı’nın 1914 yılının Temmuz ayında patlak vermesinden önce Avrupalı devletler arasında siyasi ve askerî birlik
anlaşmaları imzalanır. Sömürgecilik yarışında diğer ülkelere
kıyasla geride kalan Alman İmparatorluğu 1879 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile bir antlaşma imzalayarak İkili
Antlaşma adı verilen bir ittifak kurar. 1882 yılında imzalanan
Üçlü İttifak Antlaşması’nın ardından İtalya da bu iki ülkeye katılır ve I. Dünya Savaşı’nın İttifak Devletleri grubu oluşmuş olur.
1870 yılında Prusya ile yaptığı savaştan yenik çıkan ve AlsaceLorraine bölgesinin kontrolünü savaşın ardından kurulan Alman
İmparatorluğu’na devreden Fransa; özellikle Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun topraklarında yaşayan Slavları bir bayrak
altında toplamak ve Boğazlar üzerinde hakimiyet kurmak isteyen
Rusya ve giderek güçlenen Alman İmparatorluğu ile silahlanma
ve sömürge yarışına giren Birleşik Krallık ise 1907 yılında imzaladıkları anlaşma ile İtilaf Devletleri’ni oluşturur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın
1914 yılında Saraybosna’ya yaptığı ziyaret sırasında bir Sırp genci
tarafından öldürülmesi, silahlarını evvelden kuşanan, tarafını çok
önceden belirleyen devletlere savaş başlatmak için bekledikleri
bahaneyi sunar. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilan etmesiyle Büyük Savaş resmen
başlar. Savaşın sona erdiği 1918 yılına kadar, saf değiştiren İtalya,
AVUSTURYA-MACARISTAN İMPARATORLUĞU’NUN VELIAHDI
ARŞIDÜK FRANZ FERDINAND’IN 1914 YILINDA SARAYBOSNA’YA
YAPTIĞI ZIYARET SIRASINDA BIR SIRP GENCI TARAFINDAN
ÖLDÜRÜLMESI I. DÜNYA SAVAŞI’NIN FITILINI ATEŞLER.
Amerika Birleşik Devletleri, Sırbistan ve Belçika dahil olmak üzere
daha pek çok ülke İtilaf Devletleri’ne katılacaktır.
Son yıllarda girdiği savaşlardan yenik çıkan, Balkanlar’daki topraklarının çoğunun kontrolünü kaybeden Osmanlı İmparatorluğu
ise yüzünü halihazırda Berlin’i Bağdat’a bağlayan demiryolları
projesi nedeniyle güçlü ekonomik ilişkiler kurduğu Almanya’ya
döner. Osmanlı Devleti zaten ordusunda yenilik yapmak amacıyla
Almanya’dan yardım istemiş, Almanya da 1913 yılının Kasım’ında
İstanbul’a General Otto Liman von Sanders başkanlığında askerî
bir misyon göndermiştir. 2 Ağustos 1914 tarihinde imzalanan gizli
bir ittifak antlaşması neticesinde Osmanlı İmparatorluğu, son
dönemde kaybettiği toprakları geri alma ve siyasi yalnızlıktan
kurtulma düşüncesiyle Almanya’nın savaş müttefiki haline gelir.
Goeben ve Breslau adlı Alman savaş gemileri, Çanakkale
Boğazı’nı geçerek Marmara Denizi’ne ulaşır. Uluslararası hukuk
uyarınca tarafsız bir ülke olması durumunda bu savaş gemilerini
silahsızlandırmakla yükümlü olan Osmanlı Devleti, bu gemilerin
Boğaz’ı geçmelerine izin vermekle kalmaz, onları Yavuz ve Midilli
olarak yeniden adlandırır. Böylece Almanya’yla kurduğu birliği bir
anlamda dünyaya ilan etmiş olur.
Müttefikleri Avusturya-Macaristan ve Almanya Osmanlı’nın
savaşa girmesi için baskı uygular. Zira yeni bir cephenin açılması
durumunda diğer iki ülkenin yükü hafifleyecek, İtilaf birlikleri
Osmanlı topraklarına kaydırılacak, Birleşik Krallık Mısır ve sömürgelerini korumak zorunda kalacak, Boğazlar kapatılarak Rusya’nın
İtilaf Devletleri’yle bağlantısı koparılacaktır. 29 Ekim 1914’te Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle aralarında Yavuz ve Midilli’nin
de bulunduğu Osmanlı kruvazörleri, Odesa ve Sivastopol gibi Rus
limanlarını bombalar. Bunun üzerine Rusya’nın 2 Kasım, Birleşik
Krallık ve Fransa’nın ise 5 Kasım’da Osmanlı’ya savaş ilan etmesinin ardından Osmanlı resmen ve fiilen I. Dünya Savaşı’na katılır.
Şehit kanıyla sulanan topraklar
Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesine paralel olarak İtilaf Devletleri, Çanakkale Boğazı’ndan geçerek İstanbul’u kontrol altına
almanın yollarını aramaya başlar. II. Dünya Savaşı sırasında
Birleşik Krallık’ın Başbakanı olarak görev yapacak olan dönemin
Bahriye Nazırı Winston Churchill, tarih sahnesine Çanakkale’ye
düzenlenecek saldırıların arkasındaki isim olarak çıkar. Churchill,
Çanakkale Boğazı’nın yalnızca deniz harekatıyla alınabileceği
35
ÇANAKKALE BOĞAZI’NIN SANDIKLARI KADAR KOLAY ELE
GEÇIRILEMEYECEĞININ FARKINA VARAN İTILAF DEVLETLERI,
18 MART’TA BOĞAZ’IN EN DAR NOKTASINI HEDEF
ALAN BIR TAARRUZ DÜZENLER.
fikrini öne sürer. Boğaz’ın rahatlıkla geçileceğine inanan Churchill, daha da ileri giderek
Alman donanmasına karşı koyacak kadar güçlü olmayan gemilerin bu deniz harekatında kullanılması konusunda ısrar eder. Churchill’in bu ısrarı, İtilaf Devletleri’ne pahalıya
patlayacak, kendi itibarının ise sarsılmasına neden olacaktır.
Almanya ile imzaladığı ittifak antlaşmasının ardından ülke genelinde seferberlik
ilan eden Osmanlı Devleti, 20 ila 45 yaş arasındaki erkekleri cepheye çağırır. Demirci ve
nalbant gibi farklı meslek ve zanaatları icra edenler de gönüllülük esasıyla orduda görevlendirilir. Almanya, Osmanlı’ya destek için çok az sayıda asker gönderirken Osmanlı
36
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
ordusuna Anadolu’nun yanı sıra Musul,
Kerkük ve Batum gibi bölgelerden gelen
gençler de dahil edilir.
Aralarında Agamemnon ile Queen Elizabeth gibi dönemin önemli zırhlılarının da
bulunduğu İngiliz ve Fransız gemileriyle
denizaltılarından oluşturulan Birleşik Filo,
3 Kasım’da Gelibolu Yarımadası’nın kıyılarını bombalar. Kesin saldırılar, 19 Şubat 1915
tarihinde Çanakkale Boğazı’nın girişindeki
tahkimatı hedef alır. Hava muhalefeti
nedeniyle sekteye uğrayan harekatı 25
Şubat’taki ikinci ve asıl bombalama takip
eder. İtilaf birlikleri, Osmanlı’nın Kumkale,
Seddülbahir ve Ertuğrul tabyalarını hedef
alır. Osmanlı Devleti ise Müttefikler’in
uzun menzilli zırhlılarının saldırılarına
karşılık vermekte zorlansa ve bazı toplar
aşırı ısınmadan kullanılamaz hale gelse de
mücadelesini sürdürür.
Çanakkale Boğazı’nın sandıkları kadar
kolay ele geçirilemeyeceğinin farkına varan
İtilaf Devletleri, 18 Mart’ta Boğaz’ın en dar
noktasını hedef alan bir taarruz düzenler. Osmanlı Devleti bu taarruzdan önce
Nusrat mayın gemisini elinde kalan son
mayınları yerleştirmesi için görevlendirir.
Nusrat, İtilaf Devletleri’nin Boğaz’dan geçişini engellemek için kıyıya paralel olarak 26
mayın döşer. Takvimler 18 Mart 1915’i gösterdiğinde Birleşik Filo, hiç beklemediği bir
savunmayla karşı karşıya kalır. Filonun en
güvenilir gemilerinden Ocean, Irresistable, Suffren, Gaulois ve Bouvet, Nusrat’ın
döşediği mayınlarla, Seyit Onbaşı’nın
sırtlandığı 275 kilogramlık top mermisiyle
vurulur ve Boğaz’ın işgal kuvvetlerine
geçit vermeyen derin sularına gömülür.
Böylece Türk milleti İtilaf Devletleri’ne karşı kesin bir zafer elde
eder. Tüm dünyaya vatan topraklarını kanının son damlasına
kadar savunacağını, işgal kuvvetlerine boyun eğmeyeceğini,
imkansızlıklar içindeyken bile son nefesine kadar vatanından asla
vazgeçmeyeceğini gösterir. Emin Âli, Yeni Mecmua’nın Çanakkale
Özel Sayısı’na yazdığı makalesinde 18 Mart Zaferi’nin ardından
Çanakkale Boğazı’ndaki manzarayı şöyle betimler: “Artık gece
olmuş, düşman donanması sığınakları olan adalara kaçmıştı. Zafer perisi, İstanbul’un nazlı ve şair gökyüzünden doğan iki günlük
hilali, Çanakkale şehitlerinin cesetleri üzerine nur saçan ilahi bir
kandil gibi yakmış; cesur ve kahraman savunmacılara Boğaz’ın
pırlanta taneleri gibi parlayan yıldızlarla dolu gökyüzünde sancaklarının nurlu yansımasını göstermişti...”
Müttefikler’in beyhude çabaları
Çanakkale’nin “geçilmez” olduğunu kanıtlayan Türk birliklerinin
kazandığı 18 Mart Zaferi, yurtta büyük coşkuyla karşılanır. Fakat Osmanlı Devleti, tedbiri elden bırakmayarak olası bir kara
harekatına yönelik tedbirler geliştirir. Gelibolu’da yaklaşık 80 bin
askerden meydana gelen 5. Ordu oluşturulur ve birliklerin başına
Otto Liman von Sanders getirilir. Almanya, Çanakkale Deniz
Zaferi’nin ardından İttifak Devletleri’ne katılan Bulgaristan’dan
cephane yardımı alarak bunları Gelibolu’ya sevk eder.
Müttefikler, uğradıkları ağır yenilginin ardından Boğazlar’ın
kontrolünü ele geçirmek için yeni arayışlara yönelir. 25 Nisan’da
Gelibolu’ya kara harekatı düzenlemek üzere Akdeniz Seferi
Kuvvetleri oluşturulur, Winston Churchill görevden alınarak yerine İngiliz General Sir Ian Hamilton getirilir. Avustralyalı ve Yeni
Zelandalı askerlerden oluşan ANZAK Kolordusu (25 bin 700), 29.
İngiliz Tümeni (17 bin), 1. Fransız Tümeni (16 bin 700), 1. İngiliz
Deniz Piyade Tümeni (10 bin 800) ve ANZAK Tugayı’ndan (4 bin
800) meydana gelen yaklaşık 75 bin asker bölgeye sevk edilir.
37
“Kum gibi, tûfan gibi kaynayan mahşer”
İtilaf Devletleri taarruz için Seddülbahir ve Arıburnu olmak üzere
iki ana bölge belirler. Bu iki bölgeye çıkarılan birliklerin Alçı Tepe ve
Conkbayırı’nı ele geçirdikten sonra koordine bir şekilde Kilitbahir
platosunu işgal etmeleri hedeflenir. Müttefikler, 25 Nisan 1915’te
Seddülbahir Cephesi’ne çıkarma yapar. Bu cephede Birinci Kirte,
İkinci Kirte, Üçüncü Kirte ve en çok zayiatın verildiği Zığındere
olmak üzere dört muharebe meydana gelir. İtilaf Devletleri hedefledikleri bölgeleri ele geçiremez ve bölgedeki çarpışmalar savaşın
sonuna kadar mevzi muharebesine dönüşür.
25 Nisan sabahı Müttefikler, ANZAK Kolordusu’yla Arıburnu’nda
bir çıkarma daha organize eder. Bu çıkarma öngörülemediğinden
ANZAK birlikleri ciddi bir direnişle karşı karşıya kalmaz ve ilerle-
38
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
me kaydeder. Conkbayırı bölgesinde tatbikat yapan 19. Tümen
Komutanı Yarbay Mustafa Kemal durumu anlar ve derhal ordu
komutanına haber gönderir. Bir yanıt alamayınca Conkbayırı hattının kaybedilmesinin çok ciddi sonuçlar doğuracağının farkında
olarak 57. Alay’ı bölgeye yönlendirir. İşte Mustafa Kemal, cephanesi kalmayan Türk askerine süngülerini kullanmasını emrettiği,
tarihe geçen “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka
kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir” sözünü burada söyler. Tıpkı
Seddülbahir Cephesi’ndeki gibi Arıburnu Cephesi’nde de hedeflerine ulaşamayan İtilaf Devletleri, nihai bir sonuç elde etmek için
Ağustos ayında üçüncü bir cephe açma kararı alır, ki bu cephe
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal’e Anafartalar
Kahramanı unvanını kazandıracaktır.
Dünyaya örnek şanlı bir zafer
Deniz harekatında başarısız olan, aylardır sürdürdükleri kara harekatında da hiçbir
şey elde edemeyen İngiliz birlikleri, 6 Ağustos gecesi Suvla Koyu’na çıkarma yapar.
Arıburnu’nda aldığı inisiyatif doğrultusunda bölgeyi başarıyla savunan 19. Tümen
Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığı’na atanır. Mustafa
Kemal, 9 Ağustos’ta saldırıya geçen İngiliz birliklerine taarruzla karşılık vererek onları
hazırlıksız yakalar. 10 Ağustos’ta ise Conkbayırı’nda ANZAK askerlerine karşı düzenlediği taarruzla ANZAK’ları geri püskürtür. Böylece Anafartalar Cephesi’nin ilk mücadelesi
Birinci Anafartalar Muharebesi kazanılır. Akdeniz Seferi Kuvvetleri’nin Komutanı Ian
Hamilton, Müttefikler’i bekleyen akıbetin farkında olsa da Ağustos ayı boyunca Anafartalar Bölgesi’nin çeşitli yerlerinde taarruzlar düzenler. Ancak işgal kuvvetlerinin bu
çabası bataklıkta batmamak için çırpınırken daha da dibe inmek olarak betimlenebilir.
Müttefikler’in aylar önce masa başında plan yaparken küçümsediği, kolaylıkla ele geçireceğini düşündüğü Boğaz, Anafartalar’ın ikinci muharebesi Tekketepe ve son mücadelesi
İkinci Anafartalar Muharebesi ile bir kez daha savunulur ve Türkler nihai zafer elde eder.
Türk ordusunun İtilaf Devletleri’ni yenilgiye uğratmasının ardından İtilaf birlikleri
yavaş yavaş bölgeden çekilmeye başlar.
Önce General Ian Hamilton görevden alınır.
Ardından Birleşik Krallık’ın Harbiye Nazırı
Lord Kitchener Çanakkale Cephesi’ne gelerek
incelemelerde bulunur. Bulgaristan, Türk zaferinin ardından İttifak Devletleri’nin yanında
savaşa katılır. Sonuçta 1915 yılının Aralık ayı
itibarıyla Çanakkale işgal kuvvetlerinden
arındırılır.
Türk askerinin savunma savaşlarındaki yeteneğine 5. Ordu’nun üstün liderliği eklenince
Türk milleti Çanakkale’de görkemli bir zafer
elde eder. Bu zafer, kadın-erkek, genç-yaşlı
demeden topyekûn vatan toprakları için
canını ortaya koyan Anadolu insanı arasında
Millî Mücadele ruhunun filizlenmesine önayak olacak, Türk milletine özgürlüğü ve bağımsızlığını kazandıran Kurtuluş Savaşı’nın
temeli Gelibolu’da atılacaktır. Öte yandan,
Çanakkale Zaferi, Avustralya ve Yeni Zelanda
halkları başta olmak üzere dünya genelinde,
sömürge yönetimlerine karşı ulusal bağımsızlık fikrinin oluşmasında etkili olacaktır.
Gelibolu’yu, burada ortaya çıkan millî ruhu
ve bu ruhun hangi koşullar altında doğduğunu anlatmanın en iyi yolu belki de Anafartalar Kahramanı’nın sözlerine başvurmaktır:
“Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak...
Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına
kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine
gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal
ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor,
üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak
bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok!
Okumak bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim,
cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler
Kelime-i Şehadet getirerek yürüyorlar. Bu,
Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren
şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin
olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran, bu yüksek ruhtur.”
39
BÜLENT TURAN:
ÇANAKKALE’YI
“MILLÎ ŞUURUN BAŞKENTI”
OLARAK GÖRÜYORUZ
SÖYLEŞI: HÜLYA ÖZMEN KARABAĞLI
Çanakkale doğumlusunuz ve Çanakkale Milletvekili olarak
Meclis’te yer alıyorsunuz. Bir destanın yazıldığı yerde doğmak
ve milletvekili olarak o bölgeye hizmet etmek nasıl bir duygu?
Memleketimizin her bir karışı çok kıymetli. Neresinden olursa olsun tarih boyunca çok farklı medeniyetlere evsahipliği yapmış bir
ülkenin parlamentosunda görev almak başlı başına bir onur. Fakat
Çanakkale öyle özel bir yer ki bütün Türkiye’nin özetini burada görebiliyoruz. Bir milletin tümünün kaderi Çanakkale’yle örtüşüyor.
Dolayısıyla tarihin tahtına kök salmış bir şehirde hizmet etmek,
kelimelerle tarif edilemeyecek kadar anlamlı bizim için.
Ülkemiz ve dünya tarihinde bir dönüm noktası olan Çanakkale
Savaşları’nın önemine ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir
miyiz?
Çanakkale Savaşları emperyalist ülkelere karşı topyekûn vermiş
olduğumuz bir varoluş savaşıydı. Burada belki de en önemli husus,
bu mücadelenin belirli bir kesim tarafından değil, sınırlarımızın
içinde ve dışındaki tüm unsurlarla verilmiş olmasıydı. Çanakkale’de
şehitliklere gittiğinizde mezar taşlarında sadece Türkiye’den
değil, çok geniş coğrafyalardan isimler görürsünüz. Bu nedenle
Çanakkale, milletin hatta İslam dünyasının kaderinin şekillendiği
yerdir. Çanakkale’de hepimizin sahip çıkması, ders alması gereken
konular var.
Çanakkale, 18 Mart Zaferi’nin yıldönümlerinde çok sayıda
ziyaretçiyi ağırlıyor. Ülkemizde 7’den 70’e her yaştan kişi “Çanakkale geçilmez” dedirten şehitlerimize dua etmek, zafer
40
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
coşkusunu yaşamak için Çanakkale’de buluşuyor. Siz bu birlik
ve beraberlik duygusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çanakkale’ye sahip çıkmak vatanını, milletini seven herkesin ödevi olmalı. Çünkü geçmişini bilmeyen geleceğine sahip çıkamaz.
Her yıl binlerce kişi Türkiye’nin dört bir yanından Çanakkale’ye
geliyor. Şehitlerimiz orada bizlere bir vatan bırakma uğrunda
canlarını verdiler. Biz Çanakkale’yi “millî şuurun başkenti” olarak
görüyoruz. Bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz millî şuur işte 100
yıl önce Çanakkale’de karşımıza çıkıyor. Birlik ve beraberlikle en
zor koşullarda nasıl dayanışma örneği sergilendiğini o dönemden
öğreniyoruz. Üstün fedakarlık gösterilmemiş olsaydı “Çanakkale
geçilmez” diyebilir miydik? Dayanışma olmasa, bütünlük olmasa
zaferden söz edebilir miydik?
Tanıştığım herkese “Çanakkale’ye gittiniz mi?” diye soruyorum. Gitmemişlerse sitem ediyorum. Çanakkale her vatan evladının ömründe en az bir kez görmesi gereken bir yer.
Çanakkale Zaferi kutlamaları sırasında yurt dışından da pek
çok kişi gelerek atalarını anıyor. Çanakkale’nin dünya ülkeleri
açısından önemine ilişkin görüş ve izlenimlerinizi öğrenebilir
miyiz?
Çanakkale Savaşları’nın 100. Yılı etkinlikleri Cumhurbaşkanımız
Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın evsahipliğinde 100’den fazla ülke
liderinin katılımıyla gerçekleşti. Böylesine büyük organizasyonlar
artık Türkiye’de başarılı bir şekilde düzenlenebiliyor. Çanakkale’de
100 yıl önce yaşanan savaş belki daha önce birbirlerinin ülkesini
hiç duymamış insanları karşı karşıya getirdi. Bu organizasyonlar
ADALET VE KALKINMA PARTISI GRUP BAŞKANVEKILI VE
ÇANAKKALE MILLETVEKILI BÜLENT TURAN, HER VATAN
EVLADININ ÖMRÜNDE EN AZ BIR KEZ ÇANAKKALE’YI GÖRMESI
GEREKTIĞINI IFADE EDEREK, “GEÇMIŞINI BILMEYEN GELECEĞINE
SAHIP ÇIKAMAZ” DIYOR. TURAN, “ÇANAKKALE ÖYLE ÖZEL BIR
YER KI BÜTÜN TÜRKIYE’NIN ÖZETINI BURADA GÖREBILIYORUZ”
DEĞERLENDIRMESINDE BULUNUYOR.
daha önce yapılan hataların tekrar yaşanmaması, ülkelerin toprak bütünlüğüne
saygı duyulması açısından önem arz ediyor. Çanakkale’de ibretlik bir tarihi yerinde
inceleme imkanı buluyoruz.
Çanakkale Milletvekili olarak bu kentimize yönelik faaliyetleriniz arasında ön
plana çıkanları, önümüzdeki dönemde
hayata geçirmeyi planladığınız projeleri
bizimle paylaşabilir misiniz?
Çanakkale, tarihi, maneviyatı, tarımı, turizmi ve doğasıyla adından çok yönlü söz
ettirmiş marka bir şehir. Bu potansiyeli
bölge bölge artıracak çalışmalar yapıyoruz. Çanakkale birçok konuda “en”lerin
yer aldığı bir kent. Tarımda ön plana çıkan
bölgelerimiz için Gıda İhtisas Organize
Sanayi Bölgesi kurmak istiyoruz. Turizmde, şehitliklere gelen 2 milyonu aşkın
ziyaretçi sayısını daha da artırmak için
çalışıyoruz. Troya, Kaz Dağları ve Assos’a
daha fazla turist çekecek çalışmalar planlıyoruz. Ayrıca Bayramiç doğumlu, Biga
Sancağı’ndan milletvekili seçilen Millî
Şairimiz Mehmet Âkif, Adnan Menderes
gibi demokrasi şehidi olan Dışişleri Bakanı
Fatin Rüştü Zorlu, Biga’daki Parion Antik Kenti, Osmanlı zamanında “Eski İstanbul” diye
anılan Troya Antik Kenti gibi önemli değerlerimize dikkat çekiyoruz. Bunların dışında
Çanakkale’nin kendi özelinde bütün sorunlarını bir bir ele alıyor, çözümler üretiyoruz.
Çanakkale için en büyük proje tabii ki Boğaz Köprüsü olacak. Cumhurbaşkanımız ve
Başbakanımızın da sıklıkla dile getirdiği bu proje tamamlandığında Asya ve Avrupa
Çanakkale’den de birbirine kavuşacak. Çanakkale köprü sayesinde tarihî dokuyu bozmadan hem İstanbul’a ulaşımda hem de lojistik taşımacılıkta Avrupa’ya geçişlerde bir
merkez konumuna sahip olabilecek.
41
YARBAY MUSTAFA KEMAL’IN
19. TÜMEN KUMANDANLIĞI’NA TAYINI
Çanakkale Savaşı’nda gösterdiği üstün başarılarla vatan
sathında tanınırlığa kavuşan Mustafa Kemal’in 19. Tümen’in
başına geçirilmesi I. Dünya Savaşı’nın kaderini doğrudan
etkilemiştir. 1 Mart 1914 tarihinde yarbaylığa terfi eden ve
ataşemiliter sıfatıyla Sofya’da bulunan Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti’nin girdiği büyük savaşta cephede yer almak
istediğini gerekli makamlara yazılı olarak bildirir. Talebine bir
süre cevap alamayan Mustafa Kemal’in görev kararı Harbiye
Nazırı Enver Bey’in Doğu Cephesi’nden çektiği telgrafla çıkar.
Mustafa Kemal’in Üçüncü Kolordu’ya bağlı olarak Tekirdağ
42
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
bölgesinde kurulan 19. Tümen’e komutan olarak atanması
kararı, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) olan, aynı zamanda
Harbiye Nazırı Vekilliğini üstlenen Talat Bey’in 18 Ocak 1915
tarihli emriyle duyurulur.
Mustafa Kemal cepheye intikal ettiğinde 19. Tümen henüz fiilen oluşturulmamıştır. Atatürk, daha sonra anılarında
komuta edeceği tümeni bulmakta hayli zorlandığını ifade
eder. 19. Tümen, 25 Şubat günü Çanakkale Cephesi’ne sevk
edilecek ve Mustafa Kemal’in askerî dehası savaşın seyrini
değiştirecektir.
SAVAŞ KAHRAMANINA 10 LIRA BAĞIŞ
I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın yalnızca cephede
değil, cephe gerisinde, halk nezdinde de kahramanlıklara
sahne olduğu biliniyor. Siperlerde canını hiçe sayarak savaşan askerlerin arkasındaki millet gücünü ortaya koyan
belgelerden biri, Harbiye Nazırlığı’ndan Basın Müdürlüğü’ne
yollanan 11 Mart 1915 tarihli yazıdır. Yazıda, Müdafa-i Milliye
adlı derginin başyazarı Mehmed Zeki Bey’in, Seddülbahir
ve Kumkale saldırılarının püskürtülmesinde büyük yararları
görülen Mustafa oğlu Mehmed Çavuş’a 10 Osmanlı Lirası
bağışta bulunduğu kaydediliyor. Vatan ve millet sevgisiyle
dolu her ferdin göğsünü kabartan Mehmed Çavuş gibi kahramanlara karşı Mehmed Zeki Bey’in örnek davranışından
övgüyle bahsedilen yazıda, bu haberin gazetelerde yayımlanması isteniyor. Savaşlarda psikolojik desteğin öneminin
farkında olan Türk makamlarının askerlerin ve milletin
maneviyatını yüksek tutmak için çeşitli yollara başvurduğu
bu belgeden anlaşılıyor. İletişim imkanlarının bugüne oranla
son derece kısıtlı olduğu I. Dünya Savaşı döneminde cepheden ayrıntılı haberlerin halkla paylaşılması da belgenin ilgi
çekici özelliklerindendir.
43
MILLETVEKILLERINDEN
ÇANAKKALE ZAFERI
DEĞERLENDIRMESI
44
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
BENNUR KARABURUN
ADALET VE KALKINMA PARTISI
BURSA MILLETVEKILI
Y
akın tarihimizdeki kahramanlık destanları
arasında en önemlilerinden biri Çanakkale
Zaferi’dir. Bu zaferin milletimizin tarihinde ayrı
bir yeri ve önemi vardır. Bu büyük olay, adeta bugün meydana gelmiş gibi hafızalarımızda taze ve
canlıdır. Söz konusu zafer, milletimizin iman ve azminin, metanet ve gücünün açık bir göstergesidir.
Çanakkale Zaferi, Rabbimizin “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın” emrine
uyarak bir düğüne gider gibi kurşunlara atılan kahraman askerimizin destanıdır. Bu zafer, Kuran’ı,
vatanı, bayrağı, milleti, dini ve devleti için canını
Allah yolunda feda eden, böylece Hakk’ın rızasına
eren bir milletin şahlanışıdır.
İnanç, vatan sevgisi, dayanışma, birlik ve beraberlik duyguları, zamanın en güçlü ve donanımlı
ordularına karşı koymada en önemli faktörler
olmuştur.
Bugün de aynı ruh ve inanca milletçe çokça
ihtiyacımız var. Çanakkale’de şahlanan ruh, milletimizin mayasını oluşturan ruhtur. Yeni nesilleri
bu duygularla yetiştirmeli, dedelerinin emanetini
torunlarına aktarabilmeliyiz.
İki büyük dedemin de şehadet şerbetini içtiği
bu kutsal mücadeleyi, eğitim dönemlerimden
önce ailemden adeta bir ders niteliğinde öğrenmem, halkımızca bu zafere ne kadar önem
verildiğini göstermektedir.
“Tarihini bilmeyen gençlik tarih yazamaz” diyor bir yazar. Ne kadar anlamlı
bir söz değil mi? Bizler tarihimizi, benliğimizi bildikçe var oluruz, dolayısıyla
ecdadımızı iyi tanıyıp iyi okumalıyız. Düşünen, sorgulayan, okuyan bir nesil
yetiştirmeye ancak bu şekilde ulaşabiliriz.
Biz biliyoruz ve yürekten inanıyoruz ki gençliğimiz bu değerlerimizi unutmayacak, büyüklerimiz de bu değerleri aktarmaya devam edecektir. Yine çok iyi biliyoruz ki her kıymetli şeyin bir bedeli vardır. Bu vatanın bedeli de Çanakkale’de,
Kurtuluş Savaşı’nda şehit kanlarıyla ödenmiştir.
45
YUSUF BEYAZIT
ADALET VE KALKINMA PARTISI
TOKAT MILLETVEKILI
Ç
anakkale Savaşı, bir yazarın ifadesiyle adeta
“Çanakkale Mahşeri”, on binlerce Mehmet’in
eşsiz bir vatan için can verdiği dünyada benzeri
olmayan bir Boğaz Harbi’dir. Bir destandır. Bir
hicrandır.
20. asrın başında yeni bir devrin sayfaları açılmıştır. Üç kıtada hüküm sürdüğümüz, adaleti ve
medeniyeti taçlandırdığımız bir cihan devletinin
ikbal güneşi gurup etmiştir. Bizim olan, biz olan
mübarek diyarlar birer birer elimizden çıkmıştır.
500 yıllık vatan Rumeli kaybedilmiştir. O tarifsiz
acı dinmeden Cihan Harbi çıkmış, yedi cephede
Mehmetler çile doldurmuştur. Çanakkale ise Cihan Harbi’nin en zor durağı olarak tarihteki yerini
almıştır, hem de silinmemecesine...
Çanakkale Cephesi’nde başımıza gelen en acı
olaylardan biri Sultan II. Abdülhamid Han’ın muazzam eğitim seferberliği ile açtığı okullarda yetişen vatan evlatlarının şehit düşmesi olmuştur.
Birinci Cihan Harbi sonunda bir imparatorluk
kaybettik. Elde kalan mübarek vatan Anadolu’ya
dahi yaban eller uzandı. İşte Çanakkale’deki
ruhtur ki Millî Mücadele ateşinin alev almasına
vesile olmuştur.
Galiba, milletimizin ruh kökünden ilham ile hayata mana veren şairlerimizin sözüyle meseleyi
bağlamak en doğrusu… Faruk Nafiz Çamlıbel, Yaşamaz ölümü göze almayan / Zafer göz yumma-
46
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
dan koşana gider / Bayrağa kanının alı çalmayan / Gözyaşı boşana boşana gider
der. Evet, milletimiz göze aldıklarıyla yaşamaktadır. Ve yaşayacaktır inşallah...
Mehmetler sayesinde… O Mehmetler ki son ehl-i salibin kırarak savletini, şarkın
en sevgili sultanı Selahaddin’i, Kılıçarslan gibi iclaline hayran etmişlerdir. Bizi
kuşatıp boğmaya çalışan hüsranı, göğsünde kırıp parçalayarak bize bir gelecek
bırakmışlardır. Allah şefaatlerine nail eylesin. Emanetlerine sahip çıkmak için
bir an bile gayretten geri koymasın. Aziz ruhları şad olsun.
MUHARREM ERKEK
CUMHURIYET HALK PARTISI
ÇANAKKALE MILLETVEKILI
T
arihte her olayın, koşulları içinde değerlendirildiğinde, şüphesiz büyük önemi vardır.
Yalnız, tarihte çok az olay Çanakkale Zaferi kadar
derin, geniş çaplı ve tarihe yayılan bir etkiye neden
olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ve bir ulus olma bilincinin önsözü Çanakkale’de yazılmıştır. Yine,
tarihi değiştirecek büyük devrimci, kahraman bir
komutan olan Mustafa Kemal Atatürk, tarihin
ebeliğinde Çanakkale Savaşı’nda doğmuştur.
Koca bir Dünya Savaşı’nın ve aslında sonrasının tarihi de değişmiştir. Belki İngiliz gemileri
Çanakkale Boğazı’ndan geçseydi, Rusya’da Çar
zor durumda kalmayacak ve Bolşevik Devrimi
olmayacaktı. Yine, ANZAK güçleri olarak gelen
Avustralya ve Yeni Zelandalılar, ulus olma fikrini Çanakkale topraklarında kazılmış siperlerde
öğrenmişlerdir.
Tarihe bir başka çok önemli not düşülmüştür ki
günümüz için en önemli mesajlardan biri de odur:
Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği barışa dayalı
dış politika fikrinin temeli Çanakkale’de atılmıştır. Bakınız, dili, dini, etnik kökeni farklı, neden
düşman olduklarını anlayamayacakları kadar
uzak coğrafyalardan sürüklenip gelen insanlar
orada yaşamlarını kaybetmiş ve koyun koyuna
yatmaktadırlar. Bu nedenle “Yurtta sulh, cihanda
sulh” şiarını bize miras bırakan Mustafa Kemal
Atatürk, 1934 yılında ANZAK annelerine hitaben şöyle bir mektup yazmıştır:
“Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada
dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe
gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur
içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını
verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Mustafa Kemal Atatürk’ün bu barış anlayışı bugün başta ülkemizi yönetenler
olmak üzere tüm dünyaya örnek olmalıdır. Savaş cephelerinde ömrü geçmiş bir
komutanın, dünyaya örnek olacak barış felsefesi, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne
saygınlık kazandırmıştır. İşte bunun temelleri Çanakkale’de atılmıştır. Kaldı ki
bugün Çanakkale’ye barışın ve özgürlüğün kenti denilmesinin tarihsel kökleri
buralardadır.
Dünya ve Türkiye için önemli bir yer olan Çanakkale’ye çok daha fazla özen
göstermemiz gerekmektedir. Şu an Çanakkale Savaşı’nın geçtiği Gelibolu
Millî Parkı için yapılması gereken yüzlerce şey vardır. Ama bunların çoğu yapılmamaktadır. Daha kötüsü, kahramanlıkla manevi gücün birleştiği, stratejik
deha ile kazanılan Çanakkale Savaşı’na ilişkin, bölgeye gelen ziyaretçilere öyle
hurafeler anlatılmaktadır ki bu şanlı destan, bu büyük zafer gölgelenmektedir.
Çanakkale’ye özel önlemler alınması ve uygulamalar yapılması için kapsamlı bir
planlamaya ve çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır.
Bugün Anadolu topraklarında nefes alabiliyorsak, soluduğumuz havanın
önemli bir kısmı Çanakkale’de yaratılmıştır. Zaferimizin 101. yılı tüm ulusumuza
kutlu olsun. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Çanakkale Savaşı’nda
karınca misali bir damla su dahi taşısa da katkısı olan herkesi, şehitlerimizi,
ebediyete intikal etmiş gazilerimizi rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum.
47
ÖZCAN PURÇU
TBMM BAŞKANLIK DIVANI
KATIP ÜYESI,
CUMHURIYET HALK PARTISI
İZMIR MILLETVEKILI
Ç
anakkale Zaferi, tarihin akışını değiştiren, halkımızın verdiği
varoluş mücadelesiyle dünyanın ezilen ve mazlum halklarına örnek olan tarihî bir destandır. Aynı zamanda Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde önemli bir dönüm noktasıdır.
Farklı etnik kökene sahip milyonlarca insanımızın yokluk ve
yoksulluğa rağmen azimle ve özveriyle sürdürdüğü kurtuluş
mücadelesi, imkansızı başarmanın, yoktan var etmenin adıdır.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde yürütülen bu kararlı mücadele bağımsız bir devletin
kurulmasıyla başarıyla sonuçlanmıştır.
Aklın ve bilimin rehberliğinden vazgeçmeden tarihten ders
çıkarmak zorundayız. Anadolu topraklarında verilen mücadele
sayesinde bugün bağımsız bir devlet çatısı altında yaşayabiliyoruz. Farklılıklarımızla bir arada olabilme kültürünü pekiştirmemiz
ise büyük önem taşıyor. Mücadele azmini, imkansız görüneni
başarma kararlılığımızı hiç kaybetmememiz gerekiyor.
Kazanımlarla dolu olan Cumhuriyet tarihine bakıldığında, ne
yazık ki ilerlemenin ve gelişmenin istenilen düzeyde olmadığı
ortaya çıkmaktadır. Çözülmeyi bekleyen sorunlarımız, kronik
hale getirilen ciddi problemlerimiz, görünür olmayan dertlerimiz
için daha çok çaba göstermemiz gerekiyor.
Bugün ülkemizin içinde bulunduğu durumun, yaşadığımız
şiddet ortamının, hoşgörüsüzlük ve önyargı ikliminin sona ermesi için zaferlerle örülü geçmişimize bakmamız yeterli. Bizim
ayrımız gayrımız yok. Zorluklarla kurulan ülkemizde dayanışma,
birlik ve beraberliğe her zamankinden çok ihtiyacımız var. Birlikte
kurduğumuz bu ülkeyi birbirimizi yok saymadan, ötekileştirmeden, birbirimiz üzerinde tahakküm kurmadan birlikte daha iyiye
götürmeye ihtiyacımız var.
Bu duygu ve düşüncelerle başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere şehitlerimizi saygıyla ve minnetle anıyorum.
48
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
OKTAY ÖZTÜRK
MILLIYETÇI HAREKET PARTISI
GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
VE MERSIN MILLETVEKILI
Ç
anakkale’nin bizler için ifade ettiği değerler,
savaşın gerçekleştiği coğrafyanın ve tarihin
çok ötesindedir.
Çanakkale’ye sadece bir vatan savunması
olarak bakmaktan ziyade, onu geçmişten alınan
ders ve güçle geleceği tanzim etmek olarak da
görmekteyiz.
Bu düşüncelerle Çanakkale, Mete Han’ın “Benden atımı isteyin veririm, canımı isteyin veririm,
fakat toprağımı istemeyin vermem” ülküsünün
bir tecellisidir.
Çanakkale, Malazgirt’te, Domaniç yaylalarında
yalın kılıç savaşan yiğitlerin, Kosova’da nefeslenip, “Ya ben İstanbul’u alırım ya da İstanbul beni”
aşkının bir kere daha tezahürüdür.
Çanakkale, Mehmet Âkif’te “Bedrin arslanları”, Yahya Kemal’de “İslam’ın son ordusu” olan,
isimleri Peygamber’e adaş Mehmetlerin, tek dişi
kalmış canavara verdiği derstir.
Çanakkale, Ayasofya minarelerinde ezan,
Sultanahmet kürsülerinde vaaz, Fatih Camii
minberinde hutbedir.
Çanakkale, Dumlupınar’ın, Büyük Taarruz’un,
velhasıl Kurtuluş Savaşı’nın besmele çekilerek
yapılmış bir provasıdır.
Çanakkale, “Ben size ölmeyi emrediyorum”
diyen kahramanı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü
Türk milletine hediye eden muhteşem bir zaferdir.
Çanakkale, top ve tüfek seslerinden çıkan müzikalin şehit kanlarıyla bestelendiği ve kıyamete kadar söylenecek türkünün yazıldığı yerdir.
Çanakkale, Türk’e kefen biçenin akıbetidir.
Çanakkale, Seddülbahir yamaçlarından cennete yapılan yolculuğun adıdır.
Çanakkale, cennette Peygamber Efendimize hediye edilecek şehit kanlarının
döküldüğü yerdir.
Çanakkale, ahlakın ahlaksızlığa, vicdanın vicdansızlığa, onurun onursuzluğa
galip geldiği yerdir.
Çanakkale, bugün yaşadığımız devletimizin, cumhuriyetimizin güçlü temelleridir.
Çanakkale, bir derstir, okumasını ve anlamasını bilene...
49
GELIBOLU YARIMADASI
TARIHÎ MILLÎ PARKI
50
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
TARIHLE ARKEOLOJIYI, DOĞAYLA SPORU BIRLEŞTIREN EŞSIZ
BIR YER GELIBOLU YARIMADASI TARIHÎ MILLÎ PARKI. BURADA
ATILAN HER ADIMDA DOĞANIN BAHŞETTIKLERINE HAYRAN
KALIRKEN NE BÜYÜK FEDAKARLIKLAR SAYESINDE BUGÜN BU
NIMETLERE SAHIP OLABILDIĞININ FARKINA VARIYOR INSAN.
ÇAĞLA TAŞKIN
G
rafikerler, tasarımcılar, bilişim teknolojileriyle ilgilenenler,
resimle uğraşanlar için temel bir kavramdır “RGB Renk
Modeli”. Adını İngilizcedeki red (kırmızı), green (yeşil) ve blue
(mavi) kelimelerinin baş harflerinden alan bu modelin özelliği
doğadaki tüm renklerin kendisinden hareketle belirtilebilmesi
veya oluşturulabilmesidir. Bu sistem fotoğraf makinelerinde,
bilgisayarlarda, internet sitelerinde daha karmaşık şekillerde,
denklemler eşliğinde kullanılır; sanatçıların paletinde ise biraz el
yordamı, biraz el alışkanlığıyla gösterir kendini. Ressam bu ana
renklerle nasıl kombinasyonlar, ne gibi karışımlar yapacağını, bunların sonucunda hangi rengi elde edeceğini adeta sezgisel olarak
bilir. Peki, bir millî park yazısına neden bu teknik bilgiyle başlanır?
Bahsedilecek millî park herhangi bir millî park değildir de ondan.
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı, RGB Renk Modeli’nin elle
tutulur, gözle görülür, kalple hissedilir örneğidir de ondan. Burada
şehit kanı kırmızısı yemyeşil ormanlarda ilerleyip masmavi sulara
akmıştır da ondan…
Savaşın vahşetinin böylesi güzel topraklar üzerinde tezahür
edişinin yarattığı tezat dünyanın belki başka hiçbir yerinde görül-
memiştir. Çanakkale Savaşları dünya tarihinde askerî bakımdan
ayrı bir yerde durmasının, burada kazanılan zaferin bir ulusun
bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinin ilk adımı sayılmasının
yanında bir de bu acı ikilem nedeniyle benzersiz olsa gerek.
Coğrafyanın nimetlerinin dezavantaja dönüşmesinin örneklerinden biridir Gelibolu Yarımadası. Boğazlar’a hâkim konumda
yer almaktadır; Marmara, Akdeniz ve Karadeniz’le bağlantılıdır,
toprakları verimlidir... Hal böyle olunca I. Dünya Savaşı sırasında
İtilaf Devletleri’nin hedefi olması, Osmanlı topraklarını bölüşmenin kilit adımı sayılan İstanbul’u ele geçirme planı için önemli bir
eşik olarak görülmesi şaşırtıcı değil esasen. Böylesi amaçların
boşa çıkarıldığı yer olan Gelibolu ile ilgili ilk yazılı kaynaklar MÖ 5.
yüzyılda bir Makedon şehri olduğu döneme tarihleniyor. Çağlar
boyunca oldukça kritik önem taşıdığı su götürmeyen Gelibolu’da
Makedonlar’dan sonra Bizanslıların ve Venediklilerin hüküm sürdüğünü biliyoruz. Gelibolu’nun Osmanlı topraklarına katılması
ise I. Bayezid dönemine (1389-1403) denk geliyor. Özellikle Rum
nüfusun yoğun olarak bulunduğu Gelibolu bu tarihten sonra
uzun bir süre refah içinde yaşarken bu huzur ortamı 1854 Kırım
51
Savaşı’na kadar devam ediyor. 19. yüzyılla birlikte kıtanın tamamında yavaş yavaş yayılan kaos Osmanlı topraklarına da sirayet
edince Gelibolu’nun stratejik önemi adeta başına bela olmaya
başlıyor. Kırım Savaşı’yla birlikte ortaya çıkan bu sürecin devamı
I. Balkan Savaşı oluyor, ardından da o meşum I. Dünya Savaşı
geliyor. O zamana kadar yeşili soluyan, maviyi seyreden Gelibolu
kırmızıyla tanış oluyor. Dünyanın diğer ucundan askerler geliyor
bu topraklara. Mehmetçiğin savaşın bütün dehşetinin ortasında
dostluk kurduğu askerler… Bu öyle bir dostluk ki aradan yüz
seneden fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ anlatılıyor, hâlâ
kilometrelerce öteden Gelibolu’ya gelen o askerlerin torunlarınca
yerinde yâd ediliyor. İşte Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı yer olmasının yanında biraz da bu yüzden çok kıymetli Gelibolu.
Doğa ve tarihin kucaklaşması
Böylesi değerli bir yerin koruma altına alınması düşüncesi 1973
yılında somutlaşmış ve Gelibolu Yarımadası bu yıl millî park
ilan edilmiş. Çanakkale ili sınırları içinde bulunan, yarımadanın
güneyinde konumlanan ve 33 bin hektardan geniş bir alan kap-
52
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
layan Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı yalnızca Çanakkale
Savaşları’nın hatıralarına değil, zengin bir flora ve fauna çeşitliliğine, arkeolojik kalıntılara ve antik yerleşimlere de evsahipliği
yapıyor.
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı sınırları içindeki ilk yerleşimlerin MÖ 5. ila 3. yüzyıla tarihlenen eski Yunan kentleri olduğu
biliniyor. Ne yazık ki bu antik kentlerden günümüze pek fazla
GELIBOLU YARIMADASI TARIHÎ MILLÎ PARKI YALNIZCA ÇANAKKALE
SAVAŞLARI’NIN HATIRALARINA DEĞIL, ZENGIN BIR FLORA VE
FAUNA ÇEŞITLILIĞINE, ARKEOLOJIK KALINTILARA VE ANTIK
YERLEŞIMLERE DE EVSAHIPLIĞI YAPIYOR.
şey ulaşamamış. Fakat yarımadada Karaağaç Tepe ve Baştepe’nin de aralarında yer
aldığı höyük yerleşimleri, farklı Osmanlı padişahları tarafından bölgenin savunmasını
güçlendirmek amacıyla yaptırılmış kale ve tabyalar gibi arkeoloji ve tarih meraklılarının
gezebileceği birçok yer var.
Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı’nın doğal güzellikleri temiz ve berrak sular,
doğa yürüyüşü sevenleri cezbeden vadi ve ormanlarla sınırlı değil. Buradaki bitki ve
hayvan çeşitliliği de son derece etkileyici. Özellikle Saros Körfezi’nin doğusundaki
lagün gölünü mesken tutan keklik, şahin, ardıç, çulluk gibi türler, kuşların göç yolu
üzerinde konumlanan yarımadanın en önemli turistik değerlerinden. Amatör gözlemcileri de peşinden sürüklüyor kuşlar, akademisyenleri de. Yarımadada en az kuş
kadar zengin olan bir diğer tür ise balık. Gelibolu’nun sularında bulunduğu bilinen
balıklar arasında sazan, kefal, levrek, orfoz, mercan, fener, kalkan yer alıyor. Gelibolu
Yarımadası’nın ayı, sincap, su samuru, yaban kedisi, tilki, tavşan, flamingo, kirpi ve
daha birçok hayvana evsahipliği yapıyor oluşu doğasının hâlâ ne kadar saf olduğunun
göstergesi adeta. Topraklar bu kadar verimli olunca üzerinde yetişen bitki türleri de
oldukça zengin oluyor elbette. Yarımadadaki bitki türlerinin sayısının 500’ü geçtiği
tahmin ediliyor. Bunlar arasında kızılçam, meşe, kestane, karaçam ve kavak gibi ağaç
türleriyle kekik ve defne gibi tipik Akdeniz
bitkileri yer alıyor.
Her adımda şehitlerin hatırası
Gelibolu Yarımadası’nı özel kılan unsurların
başında kuşkusuz Çanakkale Savaşları’nın
izleri geliyor. Yarımadanın dört bir yanındaki
bu izlerin korunması ve gelecek kuşaklara
aktarılması amacıyla 2014 yılında kurulan
Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı (ÇATAB) Gelibolu’nun tarihî mirasının
muhafazası için oldukça önemli çalışmalar
yürütüyor. Faaliyetlerini Kültür ve Turizm
Bakanlığı bünyesinde devam ettiren ÇATAB
sınırları içinde birçok gerçek ve sembolik şehitlik, anıt, kale, tabya ve yabancı askerlere
ait mezar yer alıyor.
53
ASKERLERIMIZIN ÇANAKKALE’DEKI KAHRAMANCA
MÜCADELESININ ANISINA YAPTIRILAN ANITLAR VE
ŞEHITLIKLER GELIBOLU YARIMADASI TARIHÎ MILLÎ PARKI’NI
ZIYARET EDENLERE DUYGU DOLU ANLAR YAŞATIYOR.
ÇATAB bünyesindeki unsurların akla ilk
gelenlerinden biri Hisarlık Tepe’deki Çanakkale Şehitler Abidesi. Adeta Gelibolu
Yarımadası’yla özdeşleşen ve 1960 yılında
tamamlanan abide dört ayak üzerinde yükseliyor. Bu ayaklarda yer alan kabartmalarda
Çanakkale kara ve deniz savaşları anlatılıyor.
Şehitlerimizin Çanakkale’deki kahramanca
mücadelesi ve fedakarlığı anısına yaptırılan
bir diğer anıt ise İlk Şehitler Anıtı. Adından
da anlaşılacağı gibi savaşın Seddülbahir Kalesi’ndeki ilk kayıplarının anısına 1915 yılında,
savaş hâlâ devam ederken yaptırılan anıt
1980’lerde yenilenmiş. Anıtın ön yüzünde
Seddülbahir Kalesi’ne yapılan İngiliz ve Fransız saldırılarını anlatan bir metin yer alıyor.
Seddülbahir Kalesi’nin Çanakkale Savaşları
esnasında en fazla bombalanan noktalardan
olması tesadüf değil. Zira 17. yüzyılda inşa edilen kale Boğazlar’a hâkim konumu nedeniyle
önemli bir gözlem ve savunma noktası olma
niteliği taşıyor. Eceabat’ta yer alan Seddülbahir Kalesi ve civarındaki bölge, savaşın her iki
tarafının da en ağır kayıpları verdiği yerlerin
başında geliyor. Çanakkale Savaşları boyunca
büyük stratejik önem taşıyan bir diğer kale
olan Kilitbahir ise 1452 yılında İstanbul’un
fethi çabalarının bir parçası olarak Fatih Sultan
Mehmed (1451-1481) tarafından yaptırılmış.
Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566), Sultan
Abdülaziz (1861-1876) ve II. Abdülhamid (18761909) dönemlerinde onarılan ve eklemeler
yapılan kaleye yukarıdan bakıldığında üç yapraklı yonca şeklinde olduğu görülüyor.
Çanakkale Savaşları’nda en az kaleler kadar
tabyalar da kritik önem taşımıştır. Gelibolu
sınırları içinde yer alan tabyalardan Rumeli
54
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
Mecidiye Tabyası Sultan Abdülmecid dönemine (1839-1861) tarihlenir. Tabya, önemli bir savunma noktası olmasının yanında
yalnızca Çanakkale Savaşları’nın değil bir bütün olarak bağımsızlık
mücadelemizin simgelerinden biri haline gelmiş Seyit Onbaşı’nın
215 kilogramlık top mermisini sırtladığı yer olarak da büyük değere
sahiptir. Ulusal hafızamızda yer eden bu olay, tam olarak Rumeli
Mecidiye Tabyası’nda gerçekleşir. Savaşta büyük önem taşıyan
diğer tabyalar arasında özellikle denizden gelen İngiliz birliklerinin
püskürtülmesinde kritik rol oynayan Ertuğrul Tabyası ile Kültür ve
Turizm Bakanlığı tarafından restore edildikten sonra 2006 yılında
ziyarete açılan Namazgah Tabyası sayılabilir. Bahsedilen kale ve
tabyaların hepsi Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “korunması
gereken kültürel varlık” olarak tescil edilmiştir.
Gelibolu Yarımadası’nın kuşkusuz en hüzünlü yeri şehitlikler…
Ertuğrul Koyu’na çıkarma yapmaya hazırlanan İtilaf Kuvvetleri’ni
canları pahasına püskürten 26. Alay’ın anısına yapılmış 26. Alay
Yahya Çavuş Şehitlik ve Anıtı’nda; adını savaş devam ederken
yaralanan askerlere ilk tedavinin yapıldığı yer olmasından alan
Sargıyeri’ndeki şehitlikte; Anafarta Köyü’ndeki Büyük Anafarta
Mezarlığı’nda başlar gözler dolmaya. Savaşta en ağır kayıpları
veren birliklerden 57. Alay anısına inşa edilen şehitlik ve anıtta
binin üzerinde askerin isimlerini okurken gözyaşlarını tutmak
çok zordur artık. Soğanlıdere ve Şahindere Şehitlikleri’nin mimarisindeki ortak tema olan, yapıda bir yükseltiyle sembolize edilen
“şehitlerimizin Allah katına ulaşması” düşüncesinde ise bir nebze
teselli bulunur…
55
JAMES LARSEN:
AVUSTRALYA IÇIN BIR MILAT OLARAK
GÖRDÜĞÜMÜZ ÇANAKKALE SAVAŞLARI,
ULUSAL HIKAYEMIZIN MERKEZÎ BIR PARÇASIDIR
SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ-ÇAĞLA TAŞKIN / FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN
AVUSTRALYA BÜYÜKELÇISI JAMES LARSEN, ÇANAKKALE
SAVAŞLARI’NIN TÜRKIYE VE AVUSTRALYA ARASINDAKI GÜÇLÜ
DOSTLUK ILIŞKILERININ TARIHÎ ARKA PLANINI OLUŞTURDUĞUNU
IFADE EDEREK, “BIZ ÇANAKKALE HIKAYESINDEN BIRÇOK
CESARET, GÖREVE BAĞLILIK, ÜLKEYE SADAKAT MESAJI
ÇIKARIYORUZ VE ANAVATANLARINI YIĞITÇE SAVUNAN TÜRKLERE
SAYGI DUYUYORUZ” DIYOR.
56
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
Söyleşimizin başında Avustralya’nın Çanakkale Savaşları’na
katılma sürecine ilişkin bilgi verebilir misiniz?
Bu geçmiş I. Dünya Savaşı öncesine ve Avustralya ile Birleşik
Krallık arasındaki ilişkiye dayanıyor. Avustralya, I. Dünya Savaşı sırasında yalnızca on dört yıldır bağımsız olan bir ulustu.
Biz 1901 yılında bağımsız bir ulus olduk. Uluslararası güvenlik
meselelerini ve dış temaslarımızı Birleşik Krallık’la ilişkilerimiz
çerçevesinde yürütüyorduk. Bunun bir sonucu olarak, Birleşik
Krallık Almanya’yla savaşa girdiğinde biz de o savaşta yer aldık.
Gelibolu Yarımadası’nda bir cephe açma kararı İngilizlere aitti ve
Avustralya da I. Dünya Savaşı’na İngilizler ve İtilaf Devletleri’ne
destek vermek için girdi.
Çanakkale Savaşları’nın bizim tarihimizdeki yeri ve önemi büyüktür. Zira Çanakkale Zaferi, bağımsızlık mücadelemize giden
yolda dönüm noktaları arasında yer alır. Avustralya tarihi için de
benzer bir durum söz konusu mu?
Evet, elbette. Hem Avustralya hem de Yeni Zelanda için durum
böyledir. Fakat özellikle Avustralya için Çanakkale Savaşları, bir
ulus olarak tarihimizin ve hikayemizin ikonik bir unsuru olarak görülmektedir. Çanakkale Savaşları, Avustralyalı askerlerin ilk defa
Avustralya üniformasıyla, Avustralya bayrağı altında çarpıştığı
savaşlar arasında yer alıyordu. Bu savaşa katılan bütün Avustralya
askerlerinin gönüllü olduğunu hatırlamak son derece önemlidir.
Hükümet, gönüllülerin savaşmak için kaydolmalarını teşvik eden
bir kampanya başlatmıştı. Çanakkale o dönemde oldukça öne
çıkan, Avustralya’da oldukça iyi bilinen, yakından takip edilen bir
harekattı.
Askerlere ait kayıtlara -tuttukları günlükler ve evlerine gönderdikleri mektuplara- bakmak son derece enteresan, çünkü
onlarda şöyle bir algı görüyorsunuz: Askerler savaş başladığında
işlerinin kolay olacağını, Türkleri yenmenin hiç zor olmayacağını düşünüyor, çabucak İstanbul’a ulaşmaktan bahsediyorlar.
Askerler öncelikle eğitim için Mısır’a gidiyor, daha sonra oradan
gemilerle Gelibolu Yarımadası’na naklediliyordu. Savaş süresince
zaman ilerledikçe elbette hepsi o toprak parçasının ne kadar güçlü
şekilde savunulduğunu, Türklerin ne kadar cesaretli ve kahraman
olduğunu tecrübe etti.
Avustralya’nın bakış açısıyla, bu savaşın en başarılı kısmının
geri çekilmemiz olduğunu söyleriz, çünkü bu esnada kayıp vermeden başarıyla geri çekildik. Çanakkale Savaşları’nın trajedisi çok
sayıda insanın bir kazanç olmaksızın hayatını kaybetmesiydi. Bu
bağlamda, savaşın Avustralyalılar için ikonik hale gelmiş birçok
unsuru vardır. Örneğin komutanlarının emri üzerine -amaçlarına
ulaşmalarının mümkün olmadığını bilerek- taarruz eden askerlerin
hikayelerini bilirsiniz. Biz Çanakkale hikayesinden birçok cesaret,
göreve bağlılık, ülkeye sadakat mesajı çıkarıyoruz ve anavatanlarını yiğitçe savunan Türklere saygı duyuyoruz. Ve elbette bu
deneyimden iki ülke arasında oldukça sıcak bir dostluk geliştirdik.
Çanakkale Savaşları Türk ve ANZAK askerlerinin “dostluk”
hikayeleri dolayısıyla da ayrı bir yerde durur. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bence bunun içi oldukça dolu, çünkü orijinal belgelere baktığınızda
çok ilginç şeyler görüyorsunuz. Türk subayların ailelerine yazdıkları mektuplara, Avustralyalı asker ve subayların kendi ailelerine
yazdıkları mektuplara baktığınızda pek çok karşılıklı saygı hikayesi
mevcut. Bir anlamda her iki taraf da kelimenin tam anlamıyla
düşman olmadıkları, kişisel düşmanlığın söz konusu olmadığı bir
çarpışmanın içinde bulunduklarını fark etmiş. Onlar yalnızca işlerini yapan askerlerdi. Bu, resmî ateşkes anlarında açığa çıkıyordu.
Avustralya askerleri, Türk tarafının savaş kurallarına uymasına
gerçekten saygı duyuyordu. Çatışma durduğu sırada ölüleri gömüp
yaralıları alma fırsatı doğduğunda Türkler ateşkes kurallarına titizlikle uyuyordu. Bu hikayelerden bazılarını biliyorsunuzdur. Örneğin
çatışmada bir ara olmuş ve gidip yaralı bir Avustralya askerini
57
alma fırsatı doğmuş. Avustralyalılar silah arkadaşlarının bir Türk
battaniyesine sarılı olduğuna ve Türk askerlerinin ona su verdiğine
şaşkınlık içinde tanık olmuş. Türk askerlerinin esasen düşmanlarının hayatlarını kurtarıyor olması hayret verici bir gerçek. Bence
bu iyilik hareketleri, iki tarafta da karşılıklı saygı ve güven ile
taraflarca tanınan bir onur duygusu için güçlü temeller teşkil etti.
Ayrıca 1930’larda Atatürk’ün “Evlatlarınız artık bizim evlatlarımızdır” ifadesinin de yer aldığı sözleri var. Bu sözler her Avustralyalının ve bence Türklere karşı savaşan her müttefik askerinin
kalbine dokundu. Atatürk’ün sözlerinin içten olduğuna dair çok
gerçek bir algı söz konusuydu. Bu sözler özellikle bir savaş bittiğinde ardından gelen nefret duygusuna karşılık çok farklı bir yaklaşıma işaret ediyordu. Bu unsurlar, bugün ülkelerimiz arasındaki
son derece güçlü dostluğa önemli katkıda bulunmuştur.
58
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
Bildiğiniz gibi her yıl Çanakkale Savaşları’nın yıldönümünde
anma törenleri düzenleniyor. Avustralyalılar da atalarını anmak ve onlara saygılarını ifade etmek için Çanakkale’ye geliyor. Bu törenler ve Atatürk’ün az önce dile getirdiğiniz sözleri
Avustralya’da ne kadar biliniyor?
Bence Avustralyalılık bilincinde olan şey, Çanakkale’nin ortak
ulusal hikayemizin merkezî bir parçası olduğu. Genç Avustralyalılara, belki üniversiteyi bitirmiş ve dünyayı gezmek üzere seyahat
edenlere baktığınızda çoğunun Gelibolu’ya gelmeyi bir hac ziyareti
gibi veya büyüme süreçlerinin parçası olarak değerlendirdiklerini
görürsünüz.
Her yıl Gelibolu Yarımadası’na gelen binlerce Avustralyalı var.
Atatürk’ün sözlerini ve Avustralya’nın Çanakkale Savaşları’ndaki
“ATATÜRK’ÜN ‘EVLATLARINIZ ARTIK BIZIM EVLATLARIMIZDIR’
IFADESININ DE YER ALDIĞI SÖZLERI HER AVUSTRALYALININ VE
BENCE TÜRKLERE KARŞI SAVAŞAN HER MÜTTEFIK ASKERININ
KALBINE DOKUNDU. BU SÖZLER ÖZELLIKLE BIR SAVAŞ
BITTIĞINDE ARDINDAN GELEN NEFRET DUYGUSUNA KARŞILIK
ÇOK FARKLI BIR YAKLAŞIMA IŞARET EDIYORDU.”
rolünü son derece iyi biliyorlar. Sfenks kayası gibi birçok Gelibolu simgesi Avustralyalı
aileler için ikonik görüntüler ve bilinen yerlerdir. Gelibolu deneyiminin, siperlerde asker
olmanın, “dostuna yardım etme”nin, cesaretin, adaletin, yiğitliğin ve haysiyetin unsurları -üstelik bu unsurların hepsi yazların inanılmaz sıcak, kışların inanılmaz soğuk
yaşandığı; siperlerin çamurlu, ıslak, sürekli ateş altında olduğu ve ceset koktuğu koşullarda ortaya çıkmıştır- nesiller boyunca Avustralyalıların ulus olarak kim olduğuna
ve Avustralyalı olmanın ne demek olduğuna ilişkin kavramları şekillendirmiştir.
Avustralya’nın Çanakkale Savaşları’yla ilgili yürüttüğü projeler veya etkinlikler var mı?
Birçok proje var. Örneğin, 2014’te, Marmara Denizi’ne giren bir Avustralya denizaltısıyla ilgili çok etkileyici bir projeyi sonlandırdık. AE II olarak bilinen bu denizaltı,
1915’te Türk deniz araçları tarafından köşeye sıkıştırılmış ve Avustralyalı mürettebat
denizaltıyı aceleyle oradan kaçırmış. Denizaltı yıllar içinde arkeolojik olarak tamamen
incelendi. Ayrıca Gelibolu Yarımadası’nın arkeolojik bir incelemesini yaptık. Bu elbette
Türk yetkililerle işbirliği içinde oldu.
Her yıl Çanakkale Savaşları’nın yıldönümünde Avustralya’nın yüksek düzeyde
temsil edildiği törenler düzenleniyor. Avustralya, 24 ve 25 Nisan günlerinde sayısız
Türk ve Avustralya askerinin cesaret ve fedakarlığının layıkıyla anılması için Türkiye’yle
birlikte çalışıyor. Türkiye’nin desteği ve
işbirliği olmasaydı 25 Nisan günü yapılan
anmalarımız gerçekleşemezdi. Geçen yıl 25
Nisan’daki ANZAK Günü törenine katılmak
için ta Avustralya’dan gelen 8 bin Avustralyalı ve 2 bin Yeni Zelandalı vardı. Çoğu
yıl, 25 Nisan’da gelen Avustralyalı sayısı 4
bin ila 6-7 bin arasındadır. Ve bence yılın
neredeyse her günü Gelibolu Yarımadası’nı
gezen, Lone Pine gibi meşhur alanları ziyaret
eden Avustralyalı gruplar bulursunuz. Yani,
Çanakkale Savaşları Avustralya’nın hikayesinin, Avustralya’nın deneyiminin büyük
bir parçasıdır ve her Avustralyalının çok iyi
bildiği bir şeydir.
59
60
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
"Bombasırtı Olayı (14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün
olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak.
Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına şehit düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların
yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz. Bomba,
şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir
çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye
hazırlanıyor. Bilmeyenler ise Kelime-i Şehadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar.
Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor.
Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, dünyanın hiçbir askerinde
bulunmayan, tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebeleri’ni
kazandıran bu yüksek ruhtur."
YARBAY MUSTAFA KEMAL
19. TÜMEN KUMANDANI
61
PROF. DR. TEMUÇIN FAIK ERTAN:
HER GENCIMIZIN TARIHÎ MILLÎ PARKLARIMIZI
ZIYARET ETMESINI SAĞLAYARAK TARIH BILINCINE
SAHIP NESILLER YETIŞTIRMELIYIZ
SÖYLEŞI: ZEYNEP YIĞIT
ANKARA ÜNIVERSITESI TÜRK İNKILÂP TARIHI ENSTITÜSÜ MÜDÜRÜ
PROF. DR. TEMUÇIN FAIK ERTAN, ÇANAKKALE SAVAŞLARI’NIN
MILLÎ MÜCADELE’NIN KOMUTA KADEMESINI ORTAYA ÇIKARMASI
VE ANADOLU COĞRAFYASININ TÜRKLER TARAFINDAN NASIL
SAVUNULDUĞUNU TÜM DÜNYAYA GÖSTERMESI BAKIMINDAN
BÜYÜK ÖNEM TAŞIDIĞINI BELIRTIYOR. ERTAN, “MAZLUM BIR
MILLETIN ELDE ETTIĞI ZAFER, SÖMÜRGELERDEKI BAĞIMSIZLIK
DUYGUSUNU KAMÇILAMIŞTIR” DIYOR.
62
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
Çanakkale Savaşları’nı Millî Mücadele üzerinden değerlendirirsek neler söyleyebiliriz?
Çanakkale Savaşları, her şeyden önce Millî Mücadele’nin komuta
kademesinin ortaya çıkmasında ve çok ciddi bir askerî deneyim
kazanılmasında önemli rol oynamıştır. Bu konuda Çanakkale
Savaşları’nın yanı sıra onun öncesindeki Trablusgarp Savaşı ve
Balkan Savaşları ile I. Dünya Savaşı’ndaki diğer cephelerin etkisi
ve öneminden de söz etmek gerekir. Fakat Çanakkale Savaşları
tüm bunların içinde ayrı bir yerde durmaktadır. Fevzi Çakmak’tan
Kazım Karabekir’e kadar Çanakkale’de görev alan komutanların
hemen hepsi Millî Mücadele’de Mustafa Kemal’in yanındadır.
Bu komutanlar 35 ila 40 yaş arasındadır ve kendilerini çok iyi
yetiştirmişlerdir. İleri yaşta olmamalarına rağmen deneyimleri,
olgunlukları, askerî ve stratejik bakımdan sahip oldukları niteliklerle dikkat çekerler. Kendilerini bu denli iyi yetiştirmelerindeki
en önemli noktalardan biri, almış oldukları askerî eğitimi alana
taşımalarıdır. Bu alanlardan biri de Çanakkale Cephesi olmuştur.
Çanakkale Savaşları, Millî Mücadele’nin komuta kademesini
ortaya çıkarmasının yanı sıra Anadolu coğrafyasının Türkler
tarafından nasıl savunulduğunu tüm dünyaya göstermesi bakımından da büyük önem taşır. Çanakkale Savaşları, Türklerin
vatan topraklarını savunma konusundaki kararlılığını ortaya
koymuş, halkta “Düvel-i Muazzama’yı Çanakkale’den geçirmedik.
Direnirsek yine kazanırız” inancının yerleşmesini sağlamıştır. Bu
da Millî Mücadele ruhunun oluşması bakımından önemlidir.
Çanakkale Savaşları ile ilgili üzerinde durulması gereken en
önemli noktalardan biri, Millî Mücadele’nin önderini ön plana
çıkarmış olmasıdır. Bugünkü gibi haberleşme olanaklarının olmadığı, bilgi ve fotoğrafın kısa sürede bir yerden bir yere ulaşmadığı
bir dönemde Mustafa Kemal’in isminin duyulmasında Çanakkale
Savaşları çok ciddi bir etkiye sahiptir. Mustafa Kemal, Kurtuluş
Savaşı’nı başlatmak üzere Anadolu’ya geçerken hem kendi kadrosu hem de Anadolu’daki insanlar için bir Çanakkale kahramanıdır. Bu nedenle, Millî Mücadele’yi başlattığı zaman “Bu kimdir?”
denilmemiştir. Kısacası, Çanakkale Savaşları, Mustafa Kemal’in
askerî kariyerinde bir dönüm noktası olmuş, onun Çanakkale kahramanı olarak Anadolu’da ve dünyada tanınmasını sağlamıştır.
masını tetiklediğini söyleyebiliriz. Çanakkale yenilgisi İngiltere’de
ise hem siyasi dengeleri altüst etmiş hem de askerî bakımdan
ülkeyi güç durumda bırakmıştır. İngiltere, Çanakkale’de yaşadığı
bozgunu telafi edebilmek için Orta Doğu cephelerine daha fazla
ağırlık vermeye başlamıştır. İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’deki
yenilgisi I. Dünya Savaşı’nın uzamasına neden olmuştur. Bu durum ise sömürgeciliğe, bir başka ifadeyle iktisadi çıkarlara yönelik
savaşın maliyetinin beklenenden fazla olmasına yol açmıştır.
O dönemde İngiltere, artan ekonomik bunalımla karşı karşıya
kalmıştır. Sürecin uzaması, savaş sonrasında İtilaf Devletleri’nin,
özellikle de İngilizlerin, Türklere en acımasız şartları kabul ettirmeye çalışmalarında doğrudan etkili olacaktır.
Çanakkale’ye bir harekat düzenlenmesine başından beri karşı
çıkan Fransa, cephede büyük kayıplar vermiş ve yenilgi sonrasında çok sayıda savaş karşıtı eylemle uğraşmak zorunda kalmıştır.
Türklerin Çanakkale’deki zaferi sömürgelerde sevinçle karşılanıyor. Bu duygunun arka planında neler yatıyor?
Çanakkale Savaşları, ezilen uluslardaki antiemperyalist ve
antisömürgeci duyguları kamçılamıştır. Örneğin, Çanakkale
Çanakkale Zaferi’nin dünyada yarattığı etkiye ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz?
Çanakkale Zaferi’nin çeşitli ülkeler nezdinde kısa, orta ve uzun
vadeli sonuçları olmuştur. Örneğin, Boğazlar’ın açılmaması nedeniyle müttefiklerinden yardım alamayan Rusya’da ekonomik ve
toplumsal bunalım artmış, Bolşevik Devrimi gerçekleşmiştir. Bu
bakımdan Çanakkale Savaşları’nın Rusya’da Çarlık rejiminin yıkıl-
63
“ÇANAKKALE SAVAŞLARI, MILLÎ MÜCADELE’NIN ÖNDERINI ÖN PLANA
ÇIKARMIŞTIR. MUSTAFA KEMAL, KURTULUŞ SAVAŞI’NI BAŞLATMAK
ÜZERE ANADOLU’YA GEÇERKEN HEM KENDI KADROSU HEM DE
ANADOLU’DAKI INSANLAR IÇIN BIR ÇANAKKALE KAHRAMANIDIR.”
Zaferi, İngiltere’nin en büyük sömürgesi Hindistan’da sevinçle
karşılanmıştır. İngilizlerin yenilgisinden cesaret alan Hindular ve
Müslümanlar gösteriler yapmış, sömürgeciliğe tepkilerini dile
getirmişlerdir. Çanakkale Zaferi, sömürgeci devletlerin askerî
bakımdan durdurulabileceklerini göstermiştir. Mazlum bir milletin
elde ettiği başarı, İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki bağımsızlık
duygusunu güçlendirmiştir.
farkındalar. Bu noktada Avustralya ve Yeni Zelanda için ayrı bir
Çanakkale Savaşları’nın dünya tarihi açısından önemi uluslararası anma törenlerinde de kendini gösteriyor. Her yıl çeşitli ülke
liderlerinin yanı sıra atalarını anmak isteyen yabancı ziyaretçiler Çanakkale’de buluşuyor. Dünyadaki Çanakkale algısıyla ilgili
neler söylemek istersiniz?
daşlarının isimlerini yayımlayarak tüm dünyada Çanakkale’de
Tabii Avrupalılar Çanakkale Savaşları’nı bizim kadar ön plana
çıkarmıyorlar, bu konuya I. Dünya Savaşı çerçevesinde pek fazla değinmiyorlar. Bununla birlikte Çanakkale’nin öneminin de
Sorunuzda ifade ettiğiniz gibi her yıl Çanakkale’de uluslara-
64
DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI
parantez açmak gerekiyor. Çünkü Çanakkale Savaşları, Avustralya ve Yeni Zelanda açısından sömürgecilik sonrasında oluşan
uluslaşma sürecinde tarihsel arka planı oluşturuyor. “Mağlup
ama kahraman” olarak görülüyor ANZAK askerleri. İngilizler ise
gerek resmî tebliğlerde gerekse kayıp listelerinde Yeni Zelanda
ve Avustralya askerlerine hiç yer vermiyor, sadece kendi vatanyalnızca İngilizlerin hayatını kaybettiği algısını yaratmayı istiyor.
İngiltere bu yolla hem Çanakkale’deki bozgunun büyüklüğünü
kendi toplumundan saklamak istemiş hem de kendi savaş kahramanlarını üretmeye çalışmıştır.
rası anma törenleri düzenleniyor. Bu törenler bizim açımızdan
Çanakkale Zaferi dolayısıyla bir kutlama, şehitlerimizi yâd etme
“ÇANAKKALE ZAFERI, SÖMÜRGECI DEVLETLERIN ASKERÎ
BAKIMDAN DURDURULABILECEKLERINI GÖSTERMIŞ,
EZILEN ULUSLARDAKI ANTIEMPERYALIST VE ANTISÖMÜRGECI
DUYGULARI KAMÇILAMIŞTIR.”
bakımından da bir anmadır. Bir başka ifadeyle
Çanakkale Savaşları söz konusu olduğunda
coşku ve hüzün iç içedir. Çünkü Çanakkale’de
hem büyük bir zafer kazanılmıştır hem de
70 bin civarında şehit verilmiştir, kayıpların
sayısı ise yaklaşık 250 bindir. Şunu ifade etmek istiyorum, biz Cumhuriyet Tarihi hocaları
Çanakkale Savaşları’nı ne kadar anlatırsak
anlatalım Çanakkale’yi bir kez görmek kadar
etkili olamayacaktır. Bu nedenle bir proje çerçevesinde Türk gençlerinin Çanakkale başta
olmak üzere tarihî mekanlarımızı mutlaka
görmelerini sağlamalıyız. Tarih bilincine sahip
ve tarihî mekanların nasıl ziyaret edilmesi
gerektiğini bilen nesiller yetiştirmeliyiz. Bu
konuyu çok önemsiyorum, çünkü geçmiş
yıllardaki bir Çanakkale ziyaretim sırasında
tarihî millî parkta değil, piknik alanında olduklarını zanneden kişilerle karşılaştım. Bunların yaşanmaması için başta çocuklarımız ve
gençlerimize tarih bilinci kazandırmalı, onların
tarihî millî parklarımızı ziyaret etmelerini
sağlamalıyız.
Biraz önce Çanakkale Savaşları’ndaki kayıp
sayımızın yaklaşık 250 bin olduğundan söz
ettiniz. Diğer ülkeler açısından durum nedir?
Çanakkale Cephesi’ndeki çatışmalara 410
bini İngiltere, 79 bini Fransa adına olmak
üzere 489 bin İtilaf ordusu askeri katılmıştır.
İngilizlerin kaybı 205 bin, Fransızların kaybı
ise 47 bin civarındadır. Yaklaşık 500 bin Türk
askerinin katıldığı çatışmalarda kayıplarımızın sayısı 250 bini aşkındır. Bu rakamlar
Çanakkale Cephesi’ndeki savaşın dehşetini
ve Türk direnişinin ne derece onurlu olduğunu
göstermesi açısından önemlidir.
Bu noktada Mustafa Kemal’in 1934 yılında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya Mehmetçik Abidesi’ni ziyareti sırasında okuması için not ettirdiği şu sözlerini hatırlatmak
istiyorum. “Bu yurdun toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir
dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle
yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır” diyen Mustafa Kemal’in
bu çok anlamlı sözleri, galip bir komutanın Batı’ya tokalaşmak üzere elini uzatması
şeklinde de okunabilir. Mustafa Kemal, gerektiğinde Batı’ya karşı mücadele eden
ve zafer kazanan bir ulusun, aynı zamanda Batı’nın bir parçası olduğuna ve çağdaş
uygarlık yolunda ilerlediğine işaret etmektedir.
65
TÜRK
DEMOKRASİSİNİN
BİR DESTANIN
BAŞLADIĞI YER
GÖRKEMLİ ANITI
TÜRKİYE BÜYÜK
MİLLET MECLİSİ
BİNASI
66
MECLIS BINALARIMIZ
29 EKIM 1923’TE CUMHURIYET’IN ILANININ ARDINDAN DEVLETIN
BAŞKENTININ YENI BIR ANLAYIŞLA TASARLANMASI GÜNDEME GELIR.
BU ÇERÇEVEDE PROJELENDIRILEN YAPILARDAN BIRI DE TÜRKIYE
BÜYÜK MILLET MECLISI BINASI’DIR. MILLÎ IRADENIN TECELLI ETTIĞI
YAPININ INŞASI IÇIN ILK TUĞLA 1939 YILINDA KONULUR.
ENVER UYGUN
FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN
67
K
urtuluş Savaşı’nı yönetmesinden dolayı “Gazi Meclis” olarak
anılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 27 Mayıs 1960 askerî
darbesinden sonra kapatılır. Millet iradesinin üzerine kabus gibi
çöken vesayet döneminin ardından Meclis yeni binasına taşınır.
Yeni TBMM Binası’nın yapılması için ilk adım, 11 Ocak 1937’de
kabul edilen bir kanunla atılır. Kanun, yirminci asrın mimari özelliklerine uygun ve abide niteliğinde
yeni bir parlamento binasının yapımı
için proje yarışması açılması esasına
dayanır. 28 Ocak 1938’de sona eren
yarışmaya 14 proje başvurur. Jüri üyelerinin seçtiği 3 proje Başbakan Celal
Bayar tarafından Cumhurbaşkanı
Mustafa Kemal Atatürk’e sunulur.
Atatürk’ün Bakanlar Kurulu’nun da
görüşünü alarak birinciliğe değer gördüğü eser Avusturyalı mimar Prof. Dr.
Clemens Holzmeister’e aittir.
Eski çağlardan itibaren iskana tâbi Prof. Dr. Clemens Holzmeister
olmuş, çeşitli dönemlerde önemli bir
merkez konumuna ulaşmış Ankara, Osmanlı Devleti’nin son
yüzyıllarında birçok Anadolu şehri gibi bakımsız kalır. Ankara’nın
Millî Mücadele’nin yönetim yeri olarak seçilmesi, Meclis’in burada teşekkül etmesi ve 13 Ekim 1923’te başkent ilan edilmesiyle
68
MECLIS BINALARIMIZ
şehrin kaderi değişir. Cumhuriyet’in ilanını takip eden süreçte
Türkiye’ye yeni bir çehre kazandırma çalışmaları da Ankara’dan
başlar. Mimari ve şehir plancılığı bu alanda başrolü üstlenir.
Şehre Cumhuriyet değerleriyle uyumlu bir görünüm vermek için
sembolik binaların inşası önemsenir. Bu amaçla yurt dışından mimarlar getirilir. Clemens Holzmeister de 1927 yılında Atatürk’ün
emri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya,
milletvekilleri Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Recep Peker’in girişimleriyle
Türkiye’ye davet edilir. Holzmeister
1927-1936 yılları arasında Ankara’da
Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Ticaret Bakanlığı,
Sıhhiye Ordu Evi, Kara Harp Okulu,
Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Merkez
Bankası, İçişleri Bakanlığı, Bayındırlık
Bakanlığı, Yargıtay binalarını inşa
eder. Ayrıca Anton Honak ve Josef
Thorak ile birlikte Güvenpark’taki Güven Anıtı’nı yapar. Böylece başkentin
bugün hâlâ kullanılan estetik ve simgesel değeri yüksek yapıları
ortaya çıkar.
1938 yılına gelindiğinde Clemens Holzmeister Türkiye’nin yeni
parlamento binasını inşa etmek üzere işbaşı yapar. 26 Ekim 1939
AVUSTURYALI MIMAR CLEMENS HOLZMEISTER, 1927 YILINDA
ATATÜRK’ÜN EMRIYLE TÜRKIYE’YE DAVET EDILIR. ANKARA’DAKI PEK
ÇOK YAPIDA IMZASI BULUNAN HOLZMEISTER, TÜRKIYE’NIN YENI
PARLAMENTO BINASINI INŞA ETMEK ÜZERE 1938’DE IŞBAŞI YAPAR.
tarihinde TBMM Başkanı Abdülhalik Renda’nın attığı temelle binanın inşaatı başlar. Ancak ekonomik zorluklar, döviz sıkıntısı, II. Dünya Savaşı’nın zorunlu kıldığı
kısıtlamalar gibi etmenler yüzünden tamamlanması 22 yılı bulan TBMM Binası
6 Ocak 1961’de hizmete açılır. Bu süreçte yarışma projesi ile uygulama arasında
birtakım farklılıklar da söz konusu olur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Yerleşkesi, Güven Anıtı’ndan başlayarak Atatürk
Bulvarı üzerinde sıralanan bakanlık binalarından sonra gelen yükseltide 475 bin
521 metrekarelik arazi üzerine kurulur. Yer seçimi, millî iradenin her şeyin üstünde
olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. TBMM Binası konum itibarıyla şehre
hâkim bir tepeye konuşlandırılır. Meclis Yerleşkesi’ne yukarıdan bakıldığında
ikizkenar üçgen görünümlü bir yeşil alan göze çarpar. Burası şehrin ortasında bir
oksijen kaynağıdır. Aynı zamanda sembolik olarak milletin rahat nefes almasına
gönderme yapar. Meclis ana binasına kuşbakışı bakıldığındaysa millete kollarını
açmış bir görüntüyle karşılaşılır. Yerleşke içinde 19 bin 372 metrekare kullanım
alanıyla inşa edilen parlamento binası Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü ve ölümsüzlüğünü vurgulamak üzere anıtsal yönleri öne çıkan, 5 katlı, ön cephe uzunluğu
248 metre olan bir yapıdır. Ön cephede birbirine paralel iki sıra halinde uzanan
kanatlar ve bu kanatları birleştiren köprüler bulunur.
Meclis Yerleşkesi’nin kuzeyinde TBMM Binası, doğusunda Millî Egemenlik
Parkı yer alır. Yeni Halkla İlişkiler Binası, yerleşkeye sonradan eklenmesine karşın
69
mimari uyum gözetilerek inşa edilmiştir. Meclis’in bahçe alanı
bosajlı kesme taştan kalın bir duvarla çevrilidir. Yerleşkenin Dikmen Caddesi ve Atatürk Bulvarı üzerinden iki girişi vardır. İnönü
Bulvarı üzerindeki giriş ise yalnızca törenlerde kullanılır.
İhtişam, dayanıklılık, estetik
TBMM Binası’nda ihtişamın yakından hissedildiği bölümlerden
biri yan yana sıralanmış 5 kapının yer aldığı alandır. İki yanında
yükselen hasır desenli sütunlarla diğerlerinden ayrılan ve tam
ortada yer alan bronz kapı “Şeref Girişi” olarak adlandırılır.
Binanın bu girişi yalnızca Cumhurbaşkanı ve TBMM Başkanı tarafından kullanılır. Şeref Girişi’nin sağ ve sol taraflarındaki ikişer
kapı milletvekilleri ile devlet protokolüne mensup kişilerin girişi
içindir. Şeref Girişi’nin açıldığı Şeref Holü, iki iç bahçeyi barındıran
mermer salon ve sütunlu galerilere bağlanır. Galeri katındaki geçitler kulis koridorlarının birinci katı ile yan kanatların ikinci katını
bağlar. Geçitlerin yer döşemeleri mermer kaplıdır. Şeref Holü’nün
tavanındaki kirişler çeşitli renk ve motiflerle süslenmiştir. Holün
duvarlarında kullanılan iki renkli mermer etkileyici bir görünüme
sahiptir. Şeref Holü’nden Genel Kurul Salonu’na açılan, Cumhur-
70
MECLIS BINALARIMIZ
TBMM BAHÇESI, TIPKI BINALARDA VE IÇ TASARIMDA
GÖZETILDIĞI GIBI SEMBOLIK ANLAMLAR, ESTETIK DEĞER VE
KULLANIŞLILIK ILKELERINE GÖRE DIZAYN EDILMIŞTIR.
başkanı ve TBMM Başkanı’nın kullandığı “Damlalı Kapı” veya
“Salkım Kapı”, her iki kanadında barındırdığı motiflerle dikkat
çeker. Holzmeister tarafından tasarlanan bu motifler Türk cam
sanatında geleneksel olarak yüzyıllardır kullanılmaktadır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en çok bilinen alanı Toplantı
Salonları Bölümü adıyla anılan, Genel Kurul Salonu ile grup toplantı salonlarını içeren bölümdür. Ortada Genel Kurul Salonu yer
alır. Bugünkü oturma düzenine 1998 yılında kavuşan salondaki
16 avize Clemens Holzmeister tarafından tasarlanmıştır. Tarih
boyunca yaşamış 16 Türk devletini sembolize eden avizeler
Bohemya kristalinden imal edilmiştir. Genel Kurul Salonu’nda
milletvekilleri için 578, izleyiciler için 933 olmak üzere toplam 1511
oturma yeri bulunur. Başkanlık kürsüsünün sağında ve solunda
Cumhurbaşkanlığı Locası, yabancı misyon temsilcileri ile askerî
ve mülki erkana ayrılmış localar yer alır. Kürsünün karşısındaki
localar basın mensupları, geçmiş dönemlerde görev yapmış
milletvekilleri ve aileleri ile vatandaşlara ayrılmıştır. Genel Kurul
Salonu’nun ana girişinin yer aldığı koridorda iktidar ve muhale-
71
BUGÜNKÜ OTURMA DÜZENINE 1998 YILINDA KAVUŞAN
GENEL KURUL SALONU’NDAKI 16 AVIZE, TARIH BOYUNCA
YAŞAMIŞ 16 TÜRK DEVLETINI SEMBOLIZE ETMEKTEDIR.
fet için ayrılmış 3 Grup Toplantı Salonu vardır.
Bu salonlardan en büyüğü başta Cumhuriyet
Senatosu Salonu olarak yapılmış, 1980 askerî
darbesinden sonra Cumhuriyet Senatosu’nun
kapanması üzerine ilerleyen dönemde Meclis’te
en fazla milletvekiliyle temsil edilen siyasi partinin grup toplantılarını yapması için düzenlenmiştir. Diğer toplantı salonları TBMM’de grubu
bulunan siyasi partiler tarafından dönüşümlü
olarak kullanılır.
Bodrum, zemin ve birinci kat olmak üzere üç
kattan oluşan Tören Salonu, TBMM Binası’nın
en gösterişli bölümleri arasında sayılır. Merdivenle inilen bodrum kattan Tören Salonu
giriş holüne ulaşılır. Holde daire kesitli karşılıklı
yerleştirilmiş dörder sütun bulunur. Sütunların
gövdeleri düşey mermer profillerle bezeli, üst
bölümleriyse mantar biçimlidir. Holün güneyindeki mermer basamaklı merdivenlerle zemin
72
MECLIS BINALARIMIZ
kata çıkılır. Zemin katta Cumhurbaşkanlığı Kabul Salonu ile Tören Salonu yer alır.
25x10 metre ölçülerindeki Tören Salonu’nun tavanındaki “Köpük Avize” olarak
anılan büyük kristal avize yine Clemens Holzmeister’in tasarımıdır. Dünyanın en
büyük avizelerinden kabul edilen eser, salona görkemli bir hava katar. Salonun
mermer kaplı duvarları, sütunları ile ahşap yer döşemesi son derece estetik bir
görüntü sunar. Batı yan kanattan açılan geçitle ulaşım sağlanan birinci kattan
salona giriş iki kanatlı cam kapıdan sağlanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası’nın sık kullanılan ve ülke için önem taşıyan
alanlarından biri TBMM Kütüphanesi’dir. Ana binanın doğu kanadında yer alan kütüphane 2 bin 550 metrekarelik bir alanı kaplar. Yılda ortalama 6-7 bin kitabın dahil
olduğu koleksiyonda yaklaşık 298 bin cilt kitap mevcuttur. Koleksiyonda ayrıca 60
bin cilt süreli yayın ve 6 bine yakın mikrofilm yer alır. TBMM Kütüphanesi Türkiye’nin
en büyük derleme kütüphanelerinden biri ve özel ihtisas kütüphanesidir.
TBMM Bahçesi, tıpkı binalarda ve iç tasarımda gözetildiği gibi sembolik anlamlar, estetik değer ve kullanışlılık ilkelerine göre dizayn edilmiştir. Proje mimarisi
Prof. Dr. Yüksel Öztan’a ait olan bahçede çeşitli ülkelerden getirilen 200’ün üzerinde bitki türü bulunur. Bu örnek flora parlamentodaki çeşitliliği ve birleştirici,
toplayıcı özelliği simgeler. Meclis Bahçesi’ndeki anıtlar ve Başkanlar Parkı da birer
kadirşinaslık örneğidir. Mustafa Kemal Atatürk’le beraber elinde bayrak tutan
genç erkek ve meşale taşıyan genç kız figürlerini betimleyen ve kaidesinde “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” özdeyişinin yer aldığı Atatürk Anıtı, 19
Mayıs 1981 tarihinde, Atatürk’ün 100. doğum yıldönümünde açılmıştır. 23 Nisan
2007’de açılan İstiklal Marşı Anıtı Prof. Dr. Ferit Özşen’in eseridir. Anıtın ortasında
İstiklal Marşı’nın ilk iki kıtası ve TBMM logosu yer alır. Logoyu taşıyan eller millî
egemenliği simgelerken yapıdaki çeşitli figürlerle Türk istiklalinin sonsuza dek
süreceği vurgulanır. Ankara’nın çehresinin oluşmasındaki katkılarının yanı sıra
TBMM Binası’nın da mimarlığını üstlenen Prof. Dr. Clemens Holzmeister anısına
TBMM Bahçesi’ne dikilen Holzmeister Anıtı 24
Kasım 2011 tarihinde Avusturya-Türkiye Dostluk Heyeti’nin katılımıyla açılmıştır. Anıtın ön
yüzünde Holzmeister’in rölyefine ve kısa hayat
hikayesine, arka yüzünde ise Ankara’ya kazandırdığı eserlere ait bilgilere yer verilmiştir. Meclis
Bahçesi’nde bulunan TBMM Camii’nde anıtsal
mimari dilden özellikle kaçınılmıştır. Mimar
Behruz Çinici tarafından klasik cami üslubunun
dışında kalınarak tasarlanan cami 1985 yılında
Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görülmüştür.
Bahçesi, dış görünüşü ve iç planlarıyla büyük
ülke olma hedefindeki Türkiye’ye yakışan görkemli TBMM Binası, Türk milletinin geleceğe
güvenle bakmasını sağlayacak bir yapıdır. İnşası
sırasında ve sonraki dönemlerde deprem başta
olmak üzere çeşitli felaketlerde zarar görmemesi
için azami özenin gösterildiği bina görenlerde
güç, ihtişam ve güven duyguları uyandırır.
73
AHMET KÜÇÜK:
DEMOKRASININ VAZGEÇILMEZ BIR UNSURU OLAN
MUHALEFET, DOĞRU BIR SIYASETLE IKTIDAR
ÜZERINDE BASKI YARATARAK ÜLKE IÇIN FAYDALI
HIZMETLER YAPILMASINA KATKI SAĞLAR
SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN
20, 22 VE 23. DÖNEM ÇANAKKALE MILLETVEKILI AHMET
KÜÇÜK, SIYASETTE ELEŞTIRININ KIRICI DEĞIL, YAPICI OLMASI
GEREKTIĞINI BELIRTEREK, “POLITIKADA DOSTLUK ILIŞKILERINI,
INSANLARI INCITMEDEN SIYASET YAPMAYI VE SIRADAN
OLMAMAYI ÖNEMSERIM” DIYOR. KÜÇÜK, PARLAMENTONUN
SAYGINLIĞINI ZEDELEYEBILECEK HER TÜR SÖZ VE DAVRANIŞTAN
KAÇINILMASININ DA ÖNEMINI VURGULUYOR.
74
SÖYLEŞI
Hayat yolculuğumuzda gençlik yılları büyük
önem taşır. Yaşamımızın sonraki dönemlerine
dair pek çok kararı o yıllarda alırız. Siyasete
ilgi duymanızda gençlik çağlarınızın etkisinden söz edebilir miyiz?
Evet, elbette. Ben 1958 yılında Çanakkale’nin
Biga ilçesinin Çakırlı köyünde doğdum. İlkokulu
küçük bir köy okulunda okudum. Tüm sınıflar
aynı derslikte, tek bir öğretmenden eğitim
alıyorduk. Beşinci sınıfa geçtiğim yıl okulumuza
ikinci bir öğretmen tayin edildi. O günün şartları
içinde kendimizi olabildiğince iyi yetiştirmeye
çalıştık. Ben arkadaşlarıma göre biraz daha
şanslıydım, çünkü lisede okuyan ağabeyimin
ve öğretmen okuluna giden amcamın kitaplarını kaynak olarak kullanabiliyordum. Bir başka
avantajım ise köyde radyo bulunan üç evden birinin bizimki olmasıydı. Kitapların yanı sıra radyo da kendimi geliştirebilmeme imkan sağladı.
Beşinci sınıftayken öğretmenimiz bizi parasız
yatılı sınavlarına soktu. Hiç unutmam, test
yöntemiyle ilk kez o sınava girdiğimde karşılaştım. Çanakkale’den yaklaşık bin öğrenci sınava
katılmıştı, benim de aralarında bulunduğum 10
kişi başarılı oldu. Bu sayede Çanakkale Merkez
Ortaokulu ve Çanakkale Lisesi’nde parasız yatılı
okuma imkanı buldum. Köyde hali vakti yerinde
bir ailenin çocuğuydum. Parasız yatılı okumam,
ihtiyaç sahibi bir ailenin evladı olmamdan değil,
o günün şartlarında köy çocuklarının okuyabilmesi için böyle bir imkanın bulunmasından kaynaklanıyordu. Ben de bu imkandan yararlanarak
eğitimime devam ettim. 1975 yılında Çanakkale
Lisesi’nden mezun oldum. Biz kelimenin tam
anlamıyla 78 Kuşağı’yız. Lise yıllarımız ülke
meselelerinin tartışıldığı, hatta küçük küçük
kavgaların yaşandığı bir ortamda geçti. Liseyi
bitirdiğim yaz koşa koşa gidip Cumhuriyet Halk
Partisi (CHP) Gençlik Kolları’na üye oldum. Yani
tam 41 yıllık CHP’liyim.
Siyasete ilginiz üniversitede artarak devam
etmiş olmalı…
Evet, kesinlikle. Liseyi bitirdiğim yıl, 17 yaşımda
üniversite sınavını kazanarak İstanbul Devlet
Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde (İDMMA) okumaya başladım. Üniversite
yıllarımda bir CHP’li olarak seçim çalışmalarının, siyasi tartışmaların, gençlik hareketlerinin içinde yer aldım, ama hiçbir zaman terörize olmuş akımlara ilgi duymadım,
o işlerin içinde bulunmadım.
12 Eylül 1980 darbesi, 78 Kuşağı’nın üzerinden kelimenin tam anlamıyla silindir
gibi geçti. Birçok arkadaşımız cezaevine girdi, işkence gördü, ağır bedeller ödedi. O
dönemde büyük acılar yaşandı. Toplum bizim kuşağa endişeyle, hatta potansiyel
suçlu gözüyle bakar olmuştu. Arkadaşlarımız cezaevinden çıktıktan sonra topluma
karışma, insanlarla kaynaşma imkanı bulamıyordu. Bu şartlarda hepimiz bunalıma
düştük, mesleklerimizi icra etme konusunda cesaretlenemedik, ne yapacağımızı
bilemedik. O dönemde ben memleketime döndüm. İnşaat mühendisi olarak meslek
yaşamıma ve siyaset hayatıma Çanakkale’de devam ettim.
1980 sonrasında siyaset yolculuğunuzun dönüm noktaları neler oldu?
Bugün toplumun hemen her kesimi tarafından eleştirilen 1982 Anayasası’na “hayır”
oyu vermiş biriyim. O günün şartlarında propaganda yapma imkanı olmadığı için
en azından yakın çevremizin “hayır” oyu kullanması konusunda uğraş verdim. 1983
yılında Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kuruldu, Halkçı Parti ise kurduruldu. Ben
SODEP tarafında yer alarak 1983 genel seçimlerinde Halkçı Parti’ye oy vermedim.
Onun yerine Çanakkale’den bağımsız adaylığını koyan bir arkadaşımızı destekledim.
Üyesi olduğum SODEP’in 1984 yerel seçimlerine katılması gündeme gelince Biga’da
partinin seçim çalışmalarında görev aldım. O dönemde halkla kurduğum diyalog,
çeşitli konulara yönelik konuşmalarım ilgi çekmiş olacak ki partililer beni SODEP’in
çalışmalarında aktif olarak yer almaya ittiler. Böylece siyasete tam anlamıyla adımımı atmış oldum. 1984 yılında Biga’da yerel seçimi kazanamadık, ama gelecek için
iyi bir temel oluşturduk. 1985’te SODEP ve Halkçı Parti’nin birleşmesiyle Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) kurulunca ilçe sekreteri oldum. 1988’de ise ilçe başkanı
75
“PARLAMENTONUN SAYGINLIĞI ASLA ZEDELENMEMELIDIR.
BU KONUDA MILLETVEKILLERINE DE, BASIN MENSUPLARINA DA,
DEMOKRASININ ÖNEMINI KAVRAMIŞ HER KESIMDEN KIŞIYE DE
GÖREV VE SORUMLULUK DÜŞMEKTEDIR.”
seçildim. 1989 yılındaki yerel seçimleri Biga’da rahat bir şekilde kazandık. 11 Belediye
Meclis Üyeliği’nin 8’ini alarak ilçede sosyal demokrat bir yerel yönetim oluşturduk. Bu
başarıyla birlikte siyasette yıldızımın parlamaya başladığını söyleyebilirim. Yerel seçimlerin ardından genç bir inşaat mühendisi olarak Biga’nın çehresini değiştirecek projelerin
üretilmesinde Belediye Başkanımızla birlikte çalıştım. O dönemde Biga’nın altyapısının
tamamlanması, 500 konutluk bir kooperatif kurularak ilçe halkının uygun fiyatla ev
sahibi olmasının sağlanması gibi önemli hizmetler gerçekleştirildi.
20, 22 ve 23. Dönemlerde milletvekili olarak Meclis’te yer aldınız. Bu yıllarda ön plana
çıkan çalışmalarınız nelerdir?
1992 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeniden açılması üzerine CHP üyesi oldum. 1995
seçimleri öncesinde partili arkadaşların talebiyle ön seçime girdim. Aslında benim niyetim
milletvekilliği değil, belediye başkanlığıydı. Ancak ısrarlar neticesinde kendimi ön seçimde
buldum ve kazandım. 20. Dönem’de 49 CHP milletvekili içinde en gençleriydim. Henüz 37
yaşında milletvekili seçilmiştim ve parti yönetiminde hızlı bir yükselişim olmuştu. 1999
seçimlerine girildiğinde Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyesiydim. 22. Dönem’de tekrar
Meclis’e geldiğimde TBMM Başkanlık Divanı Katip Üyesi seçildim. 23. Dönem’de ise İdare
Amiri olarak Başkanlık Divanı’nda yer aldım. Siyaset hayatımı taçlandıran bu görevler
benim için büyük bir onur ve gurur vesilesidir.
Siyaset hayatınızda en çok nelere dikkat ettiniz?
Siyasette dilim biraz sivridir, ama eleştirilerimi dile getirirken kimseyi incitmemeye,
sözlerimin hakaret içermemesine özen gösteririm. Politikada dostluk ilişkilerini, insanları
kırmadan siyaset yapmayı ve sıradan olmamayı önemserim. Özellikle bölgemdeki mil-
76
SÖYLEŞI
letvekilleriyle çatışarak değil, konuşarak
siyaset yapma anlayışını benimserim.
Meclis’teyken hep muhalefet milletvekili
olduğumuz için siyaset yapma biçimimiz
de eleştiri temelinde şekillendi. Ancak, bu
eleştirilerin yapıcı olmasına, iktidarı ülkeye hizmete yönlendirmesine, icraatların
hızlanması için katkı sağlamasına dikkat
ettim. Başta alınteriyle çalışanlar, ezilenler, mağdurlar olmak üzere toplumun
her kesiminin sorunlarının giderilmesine
ve ihtiyaçlarının karşılanmasına önem
verdim. İlimin, bölgemin ve ülkemin huzur
ve refah içinde olması konusunda elimden
gelen çabayı göstermeye gayret ettim.
Benim için büyük önem taşıyan bir başka
konu ise parlamentonun saygınlığının asla
zedelenmemesi gerektiğidir. Bu hususta
milletvekillerine de, basın mensuplarına
da, demokrasinin önemini kavramış her
kesimden kişiye de görev ve sorumluluk
düşmektedir.
Siyaset, seçimlerle aldığınız vekaleti
bireyler ve toplum yararına en iyi şekilde kullanmayı, ülkeniz ve milletiniz için
faydalı hizmetlerde bulunmayı gerektirir.
Bu hizmet sadece iktidarda değil, muhalefette de verilir. Bilindiği gibi, iktidar
bütün rejimlerde, muhalefet ise sadece
demokraside vardır. Ülkenin olumlu yönde
gelişmesi ve demokrasinin ilerlemesinde
muhalefetin büyük rolü bulunmaktadır.
Eğer muhalefet doğru bir siyaset ve
yaklaşım ortaya koyarak iktidar üzerinde
baskı yaratabilirse ülke için hedeflediği
birçok önemli projeyi hayata geçirebilir.
Bunun en yakın örneği Cumhuriyet Halk
Partisi’nin 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri
öncesinde gündeme getirdiği ekonomik
vaatlerdir. 7 Haziran’da bu vaatlerle ilgili
olarak “Kaynağı nereden bulacaksınız?”
diye soran iktidar partisi, 1 Kasım’da kendisi benzer vaatlerde bulunmak zorunda
kalmıştır. Seçimler sonucunda CHP iktidar
olamamıştır, ama iktidar partisi üzerinde
yarattığı etki ve baskı neticesinde başta
asgari ücretin artırılması olmak üzere
mağdur kesimler adına birtakım olumlu
gelişmelerin yaşanmasına önemli katkı
sağlamıştır. CHP iktidara gelseydi asgari
ücret 1500 liraya çıkacaktı, ama 1300 lira
olması da bir kazançtır. CHP şimdi diğer vaatlerin de yerine getirilip getirilmeyeceğinin
takipçisi olacaktır.
Milletvekilliğiniz döneminden unutamadığınız anıları bizimle paylaşabilir misiniz?
Tabii pek çok anım var, ama özellikle ikisini
ifade etmek isterim. 1 Mart Tezkeresi’nin
aleyhine ve 8 yıllık kesintisiz temel eğitimin
lehine verdiğimiz mücadele benim için büyük bir onurdur. 1 Mart Tezkeresi’nin kabul
edilmediği oylamada Başkanlık Divanı’nda
görev yapıyordum. O gün Divan’da olmak
heyecanımı daha da artırmıştı. Bugün Orta
Doğu’da yaşananlar Meclisimizin verdiği
kararın doğruluğunu ve o dönemde yaptığımız değerlendirmelerin haklılığını ortaya
koyuyor. Zaten Tony Blair, Hillary Clinton
gibi isimler de o müdahalenin bir hata olduğu konusunda özeleştiride bulundular. Öte
yandan, 8 yıllık kesintisiz temel eğitimden
vazgeçilmesinin faturasını Türkiye’nin çok
acı bir şekilde ödediğini ve ödemeye de
devam edeceğini düşünüyorum.
Size göre ülke gündemindeki en önemli
konular, çözüm bekleyen sorunlar nelerdir?
Bugün Orta Doğu bir cehenneme dönmüş
durumda. Yakın coğrafyamızdaki sorunlar
bizi de derinden etkiliyor. Türkiye’de sayıları 2,5 milyonu geçen Suriyeli sığınmacılar
meselesi, güvenlik başta olmak üzere pek çok konuda ciddi bir sorun olarak karşımızda
duruyor. İktidarı bu konuda daha dikkatli ve daha duyarlı olmaya, Türkiye’nin geleceğini
koruma ve kollama hususunda gerekli tedbirleri almaya davet ediyorum.
2002 yılı sonlarında göreve gelen iktidar partisi kazan-kazan politikasıyla herkesle
sorunsuz bir ilişki kuracağını söylemesine rağmen bugün neredeyse barışık olduğumuz
ülke kalmadı. Ben bu nedenle büyük endişe içindeyim. Öte yandan, terör olayları ülkemizin huzur ve refahını tehdit etmekte, asker ve polislerimizin şehit düşmesine, sivil
vatandaşlarımızın hayatını kaybetmesine neden olmaktadır. Hükümet terörün önlenmesi konusunda üzerine düşen görev ve sorumluluğu tam manasıyla yerine getirmelidir.
2011 yılından bu yana Meclis’te yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki uğraşlarınızı öğrenebilir miyiz?
Şu sıralar en çok kitap okuyarak ve spor yaparak vakit geçiriyorum. Üyesi olduğum sivil
toplum kuruluşlarının faaliyetlerine katılıyorum. Meclis’te yer almasam da siyaseti yakından takip ediyorum ve çeşitli platformlarda görüşlerimi dile getiriyorum. Önümüzdeki
dönemlerde siyasette tekrar yer almakla ilgili benim bir talebim olmayacak, ancak bu konuda bir görev tevdi edilirse ülkem ve partim için hizmette bulunmaya devam edeceğim.
Son sorumuz bu ay 101. yılını kutladığımız Çanakkale Zaferi ile ilgili… Çanakkale’de
doğmuş ve Çanakkale Milletvekili olarak hizmet vermiş biri olarak neler hissettiğinizi
öğrenebilir miyiz?
İnanın, Çanakkale Zaferi’nin hissettirdiklerini kelimelerle ifade etmek çok zor. I. Dünya
Savaşı’nın kaderinin değiştiği, Türkiye’nin önsözünün yazıldığı bu zafer, başta Büyük
Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere şehit ve gazilerimizin yarattığı bir
destandır. Çanakkale’de vatan toprağı kanın son damlasına kadar savunulmuş, burada
ortaya çıkan bağımsızlık ve Millî Mücadele ruhu dalga dalga tüm Anadolu’ya yayılmıştır.
Bize bu vatanı emanet eden Mustafa Kemal Atatürk, şehitlerimiz ve hayatını kaybeden
gazilerimizi sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anıyorum.
77
ÇAĞIN BÜYÜK DRAMI:
SURİYELİ MÜLTECİLER
VE DÜNYA
78
BEŞINCI YILINA GIREN SURIYE İÇ SAVAŞI, DÜNYANIN BUGÜNE
KADAR GÖRDÜĞÜ EN BÜYÜK NÜFUS HAREKETLILIKLERINDEN
BIRINE YOL AÇTI. CAN HAVLIYLE YURTLARINI TERK EDEN
MÜLTECILERIN YAŞAMA HAKKININ SAVUNULMASI KONUSUNDA
BÜYÜK BIR INSANLIK SINAVINDAN GEÇEN DÜNYA ÜLKELERININ
BIR BÖLÜMÜ ŞIMDIDEN SINIFTA KALDI. TÜRKIYE ISE ILK GÜNDEN
ITIBAREN SURIYELI MÜLTECILERE KARŞI IZLEDIĞI AÇIK KAPI
POLITIKASIYLA ÜZERINE DÜŞEN VAZIFELERI YERINE GETIRMEK
IÇIN ELINDEN GELEN HER TÜRLÜ ÇABAYI GÖSTERIYOR.
ORHAN GÜLENAY
79
Y
irminci yüzyılın ilk yarısı o zamana dek görülmemiş büyüklükte, dünyanın önemli bir bölümüne yayılmış iki büyük savaşa
sahne oldu. Bu savaşlarda hayatını kaybeden, yurdundan edilen
insan sayısı uzun yıllar konuşuldu; romanlara, filmlere konu oldu.
Hatta II. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım, Avrupa’da insanın varoluşunun “saçma” olduğu görüşüne dayanan felsefe ve sanat
akımlarını doğurdu. Yüzyılın diğer yarısında bir yandan Soğuk
Savaş sürerken öte yandan Vietnam Savaşı, İran-Irak Savaşı gibi
bölgesel olmakla birlikte dünyayı etkileyen çatışmalar yaşandı.
11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlenen terör
saldırıları, 21. yüzyılda terör ve savaşın artık yeni bir yüze bürüneceğini gösteren ilk işaretlerdendi. ABD, dünya kamuoyunda
“İslami terör” adıyla anılan silahlı güçlerle mücadele etme gerekçesiyle Ekim 2001’de Afganistan’ı işgal etti. 2003 yılında ABD ve
İngiltere’nin başı çektiği koalisyon güçleri, uluslararası güvenliği
koruma iddiasıyla bu kez Irak sınırlarına girdi. Orta Doğu’daki
bu savaş ortamı kısa sürede çeşitli aktörlerin farklı yönlerden
çatışmanın tarafı olmasına yol açtı. Güç dengeleri, ekonomik
ilişkiler, siyasi söylemler savaşın sonuçlarına odaklı duruma geldi.
Bu süreçte ülkesindeki savaştan kaçan insanların meydana getirdiği nüfus hareketliliği dünyanın dikkate almadığı bir olguydu.
Çünkü yer değiştirme büyük oranda Orta Doğu içinde yaşanıyor,
80
Avrupa’ya yönelen az sayıdaki insanaysa ucuz iş gücü gözüyle
bakılıyordu. Oysa göç konusu, akademik alanda disiplinlerarası
çalışmalara konu olan çok boyutlu bir olgudur. Tarihteki örnekler,
Kavimler Göçü gibi büyük göç dalgalarının haritaları değiştirecek,
çok güçlü görünen devletleri yıkıma sürükleyecek etkilerinin
olduğunu gösterir.
II. Dünya Savaşı çok büyük coğrafyaya yayılan, yalnızca
cephelerde değil, savaşa katılan veya işgale uğrayan ülkelerin
sokaklarında da süren bir savaş olarak tarihe geçti. Savaş boyunca işgalciler tarafından yurtlarından sürülen veya çatışmadan
kaçarak ülkelerini terk eden milyonlarca insan çeşitli yerlere
sürüklendi. Etnik kökenleri veya dinleri yüzünden bazı ülkelerin
topraklarına kabul etmediği bu insanların büyük bölümü yollarda can verdi. Bu acı tecrübenin tekrarlanmaması için 1950
yılında kurulan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği
(UNHCR), yurtlarını terk etmek zorunda kalanların haklarını
uluslararası platformda korumayı amaç edindi. UNHCR, Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1950 tarihli toplantısında
kabul edilen, Türkiye’nin de 24 Ağustos 1951’de imzaladığı Cenevre Sözleşmesi’nin uygulanması için farkındalık yaratmaya,
mültecilerin temel insan haklarından mahrum bırakılmamaları
konusunda önlemler almaya çalıştı.
SAVAŞIN DEHŞETINDEN UZAKTA YENI BIR HAYAT KURMAK IÇIN
YOLLARA DÜŞEN SURIYELI MÜLTECILER, GITTIKLERI ÇEŞITLI ÜLKELERDE
TEL ÖRGÜLER VE BARIKATLARLA KARŞILAŞIYOR, ÇAMUR DERYASI
IÇINDEKI ÇADIRLARDA YAŞAMAYA MAHKUM EDILIYOR.
Cenevre Sözleşmesi “mülteci”yi şöyle tanımlıyor: “Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı
sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu
ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu
korku nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu
önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında
bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu
korku nedeniyle dönmek istemeyen kişiler.” Bu tanıma dayanan sözleşme, olağan
şartlarda ülkesinden ayrılan bir grup insanın
başka ülkelerde nasıl muamele göreceğini
ortaya koyar. Ancak olağanüstü şartlar baş
gösterdiğinde ülkelerin mülteciler konusunda nasıl bir tavır takınacağını görmek için
Suriye İç Savaşı’nı beklemek gerekecektir.
Türkiye’nin açık kapısı,
dünyanın kapalı gözleri
Suriye halkının ülkedeki iktidarı eleştiren,
demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukukun
üstünlüğü gibi değerleri talep eden gösteriler
düzenlemesine, ülkede iki kuşaktır süren
Esad rejimi Mart 2011’de şiddetle karşılık
verdi. Bu tarihten itibaren devlet güçlerinin
halkı sindirmeye yönelik saldırıları hızlanmış,
Suriye’de oluşan kargaşayı fırsat bilen terör
örgütleri ülkede faaliyet göstermeye başlamıştır. Ülke topraklarının jeopolitik önemi,
bölgede söz sahibi olmak isteyen kimi devletlerin de oyuna müdahil olmasının önünü
açtı. Suriye kısa sürede kimin kiminle savaştığının, hangi örgütün kime hizmet ettiğinin
anlaşılmadığı bir savaş meydanına dönüştü.
Suriye’de süren güç mücadelesi sırasında savaşa taraf olmadığı halde çatışmadan
doğrudan etkilenen milyonlarca insanın ülke içinde yer değiştirmesi uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmedi. Şubat 2016 itibarıyla ülkede 7 milyon kişinin konutsuz
kaldığı bildiriliyor. Suriye’yi terk eden ve mülteci durumuna düşen insan sayısı ise
yaklaşık 4,5 milyon olarak kaydediliyor. Bu sayı Avrupa Birliği üyesi 8 ülkenin nüfusundan fazla. BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres’in “Bu, bir nesilde tek
bir çatışma nedeniyle yerinden edilmiş en büyük mülteci nüfusu” ifadesi durumun
vahametini ortaya koyuyor.
81
IÇ SAVAŞ NEDENIYLE ÜLKELERINI TERK EDEN VE MÜLTECI
DURUMUNA DÜŞEN SURIYELILERIN SAYISI YAKLAŞIK 4,5
MILYONA ULAŞTI. TÜRKIYE BUGÜNE KADAR 2,5 MILYONDAN
FAZLA SURIYELIYE KAPILARINI AÇARKEN DÜNYA ÜLKELERININ
MÜLTECILERE YÖNELIK TUTUMU ELEŞTIRILERE NEDEN OLUYOR.
Suriye ile 911 kilometrelik kara sınırını paylaşan Türkiye, ilk günden itibaren yanı başında yaşanan bu insanlık dramına kayıtsız
kalmadı. Hatta, olaylar patlak vermeden önce ülkede reformların
bir an önce gerçekleştirilerek geçiş sürecinin sağlıklı bir şekilde
tamamlanması amacıyla Suriye yönetimine gerekli uyarılarda
bulundu. Esad rejiminin Türkiye’yi de uluslararası kamuoyunu da
dinlemediği çok geçmeden anlaşıldı. Birleşmiş Milletler Araştırma
Misyonu’nun 16 Eylül 2013 tarihli raporu ile Birleşmiş Milletler
Güvenlik Konseyi’nin 6 Mart 2015 tarihli kararı Suriye’de kimyasal
silah kullanıldığını ortaya koydu. Bu şartlar altında ülkelerine dönmeleri mümkün olmayan Suriyelilerin Türkiye’ye girişi kimi zaman
dünya basınında da yankı buldu. Sınıra yakın bölgelerdeki sıcak
çatışmadan kaçan gruplar evlerini, ocaklarını terk edip Türkiye
sınırına dayandılar.
82
Türkiye’nin mültecilerle ilgili tutumu, iç savaşın başladığı günlerde dünyaya ilan edilen “açık kapı politikası” çerçevesinde oldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin yaklaşımını
şöyle özetliyor: “Etnik kimliğine, dinine, diline, rengine ve mezhebine bakmadan yaşanan mağduriyetleri gidermenin, yaralara
derman olmanın gayreti içerisindeyiz. Ülkelerindeki şiddetten
kaçan komşularımıza yönelik açık kapı politikası izliyoruz. Sınırdan geri çevirmeme ilkelerini titizlikle hayata geçiriyoruz. Suriye
ve Irak’ta yaşanan krizin ilk anlarından itibaren ilkeli, vicdani,
insani değerlere vurgu yapan bir politika benimsedik.” Başbakan
Ahmet Davutoğlu ise Türkiye’ye sığınmak isteyen Suriyelileri
geri çevirmemenin Türk devlet geleneğinin bir devamı olduğunu
vurgulayarak “Suriye’deki kardeşlerimiz bizim ebediyen dost
ve komşu olarak gördüğümüz kardeşlerimiz, akrabalarımızdır.
Biz bu ‘açık kapı’ politikasını sürdüreceğiz. Bu
bizim için bir onur meselesidir. Ama bu kadar
çok mülteci Türk sınırına gelirken bu konularda
sessiz kalanlar utansın. Uluslararası toplum,
sessiz kalmak konusunda kendini sorgulasın”
ifadelerini kullanıyor.
Erdoğan ve Davutoğlu’nun sözleri, raporlara
geçen sayılarla birlikte değerlendirildiğinde
Türkiye’nin “mülteci krizi”ndeki konumu daha
rahat anlaşılabilir. Başbakan Yardımcısı Yalçın
Akdoğan’ın verdiği bilgiye göre, 4,5 milyon
Suriyeli mültecinin 2 milyon 541 bini Türkiye’de
bulunuyor. Akdoğan, “Kamplarımızda, barınma
merkezlerimizde 260 binin üzerinde Suriyeli var.
Onun dışında, Türkiye’nin farklı şehirlerinde, bu
25 merkezin dışında yaklaşık 2 milyon 300 bin
civarında Suriyeli kardeşimiz var. Toplamda bugün itibarıyla biyometrik kayıt sistemine giren 2
milyon 541 bin Suriyeli Türkiye’de bulunmaktadır. Bunların her türlü meselesiyle, özellikle geçici
barınma merkezinde kalanların tüm sorunlarıyla
ilgilenilmektedir. Diğerlerinin eğitim, sağlık gibi
sorunlarıyla ilgili çaba gösterilmektedir” değer-
lendirmesinde bulunduktan sonra şu bilgileri aktarıyor: “Suriyeli kardeşlerimiz
için bugüne kadar yaklaşık 8 milyar dolar harcama yapılmıştır. Geçici barınma
merkezlerinde kurduğumuz 15 sahra hastanesinde sağlık hizmeti veriliyor. Bugüne
kadar kamp içi ve dışı 10 milyon poliklinik hizmeti sunuldu. Yaklaşık 150 bin bebek
Türkiye’de dünyaya geldi.”
83
TÜRKIYE’YE GELEN SURIYELILERIN BARINMA, SAĞLIK, EĞITIM
BAŞTA OLMAK ÜZERE TÜM IHTIYAÇLARI BAŞBAKANLIK
AFET VE ACIL DURUM YÖNETIMI BAŞKANLIĞI (AFAD)
KOORDINASYONUNDA KARŞILANIYOR.
Türkiye, dünyanın gördüğü en büyük nüfus hareketliliklerinden
birinde tüm varlığıyla çözümün etkin bir tarafı rolünü üstleniyor.
Buna karşılık Avrupa ülkelerinin bu konudaki yaklaşımlarının
beklenen seviyede olumlu olduğunu söylemek güç. Denebilir ki
Avrupa kamuoyu, 2 Eylül 2015’te Bodrum sahiline cansız bedeni
vuran Aylan bebeğin fotoğrafını görene kadar meseleye gözünü
84
yummayı tercih etti. O yürek burkan görüntüden sonra Avrupalıların vicdani kanaatinde değişim olduğundan bahsedilebilse bile
devletler düzeyinde konuya yaklaşım hâlâ güvenlik ve ekonomi
kavramları çerçevesinde ele alınıyor. Avrupa’ya gitmek isteyen
Suriyelilere çıkarılan zorluklar, sınır kapılarında yapılan kötü
muamele, bir yolunu bulup Avrupa ülkelerine giren mültecilere
gösterilen hoşgörüsüzlük, çağımızın bir insanlık sınavı verdiğini
ortaya koyuyor.
Türkiye’nin 8 milyar doları bulan harcamaları karşısında bütün
Avrupa’nın mülteciler için harcadığı miktar 500 bin dolara ulaşmadı. Bunun yanı sıra, Birleşik Krallık’ta devletin verdiği yemek
hizmetinden yararlanmak için mültecilere renkli bileklik takma
zorunluluğu getirilmesi, Macaristan’ın sınırlarına tel örgü çekmesi
ve Suriyelilere sert müdahalede bulunması, Almanya’nın Bavyera
eyaletinde mültecilerin değerli eşyalarına el koyma kararı alınması,
son olarak Danimarka’nın sığınmacıların 10 bin krondan (yaklaşık
4 bin 500 lira) fazla nakit parasına el koyulması yönünde bir kanun tasarısını onaylaması gibi insanlık dışı uygulamalar Cenevre
Sözleşmesi’ni de aşarak meseleyi insan hakları bağlamında tartışmayı da zorunlu kılıyor.
AFAD Modeli
Türkiye’ye gelen Suriyelilerin barınma, sağlık, eğitim başta olmak
üzere tüm ihtiyaçları Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi
Başkanlığı (AFAD) koordinasyonunda karşılanıyor. AFAD’ın 10 ilde
kurduğu çadırkentler ve konteynerkentlerde verdiği hizmetler BM
Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres’in şu sözleriyle takdir
edilmişti: “Suriyelilere sadece sınırlarınızı değil, kalplerinizi ve evlerinizi açtınız.”
AFAD, dünya nüfusunun yüzde 3,2’sini oluşturan 235 milyondan fazla insanın göçmen, yaklaşık yüzde 1’ini oluşturan
60 milyon insanın ise mülteci ya da sığınmacı durumunda
bulunduğunu ortaya koyan uluslararası raporlardan hareketle
mevcut veya gelecekteki mülteci krizleriyle başa çıkmak üzere
özgün bir model ortaya koyuyor. Akdeniz üzerinden Avrupa’ya
geçmeye çalışırken hayatını kaybeden sığınmacı sayısının 2015
yılı sonunda dünya tarihindeki en yüksek seviyeye ulaştığını ifade eden AFAD, “Dünya insani sistemi”ni yeniden yapılandırmak
için Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve G-20 ülkelerine çağrıda
bulunuyor. AFAD’ın önerdiği çözüm modelinin uygulanması, pilot
ülke olarak da Türkiye’nin seçilmesi için ilk somut adım, 23-24
Mayıs 2016 tarihlerinde ilki Türkiye’de düzenlenecek Birleşmiş
Milletler Dünya İnsani Zirvesi’nde atılacak.
AFAD Başkanı Fuat Oktay’ın tartışmaya açtığı “AFAD Modeli:
Kurumsal Sosyal Sorumluluğun Doğrudan Yatırıma Dönüşmesi”
adlı proje, modele katkı veren her aktörün (yatırımcı, mülteci,
ev sahibi halk, bölge ve ülke) kazandığı bir yapıyı inşa etmeyi
hedefliyor. Modelde, BM, AB, G-20 gibi yapıların, yabancı ve çok
uluslu şirketlerin sığınmacılara evsahipliği yapan ülkelerde ve
şehirlerde, kurumsal sosyal sorumluluk çerçevesinde ayırdıkları
bütçeden yatırım yapmalarının teşvik edilmesi öngörülüyor.
AFAD proje çıktılarını dile getirirken şu ifadeleri kullanıyor:
“Şirketler, kurumsal sosyal sorumluluk için ayırdıkları finansal
kaynaklar ile emek yoğun sektörlerde yatırım yapacak. Kurulacak
işletmelerde sığınmacılar, ev sahibi halkla birlikte istihdam edilerek gelir elde edecek. Ev sahibi ülke, şirketler için yatırım ortamını
daha cazibeli kılacak fiziksel ve yasal altyapıyı oluşturacak teşvik
sistemlerini uygulamaya koyacak.” Fuat Oktay, sistemin devamı
ile ilgili şöyle konuşuyor: “Sığınmacılar, gelirleri ile hem kendileri
hem de yakınlarının bakımını üstlenirken, tasarrufları ile de geldiği ülkedeki yakınlarına yardım edebilecek. Yani, hem sığınmacı ve
ailesi hem de ülkesi içinde evinden edilen yakınları başkalarının
yardımına muhtaç olmadan ihtiyaçlarını karşılayabilecek.”
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin hazırladığı
Küresel Eğilimler Raporu’nda dünyada en fazla mülteciye evsahipliği
yapan ülke ifadesiyle anılan Türkiye’deki barınma merkezlerinde
Birleşmiş Milletler standartlarının çok üzerinde hizmetler sunuluyor.
60 binin üzerinde Suriyeliye barınma merkezlerinde açılan meslek
kurslarında eğitim verildiği, 80 bin çocuğun iç savaş nedeniyle
yarım kalan eğitimlerine bu merkezlerdeki okullarda devam ettiği
kaydediliyor. Ayrıca bu kamplarda 280 bine yakın ameliyatın gerçekleştirildiği, 9 milyonun üzerinde poliklinik hizmeti verildiği bildiriliyor.
Türkiye mülteciler konusunda, kendi geleneğinden yola çıkarak
hem komşuluk hukukunun gerektirdiği hem de vicdanın emrettiği
adımları atarken dünyanın sessizliği ve soruna ilgisizliği geleceğin
tarihçilerinin ilgi alanına gireceğe benziyor. Çağın bu büyük dramında insani görevini eksiksiz yerine getiren Türkiye’nin farkı daha
şimdiden ortaya çıkıyor.
85
1 Mart 1921 -
Mehmet Âkif Ersoy’un kaleme aldığı İstiklal Marşı, Maarif Vekili Hamdullah Suphi
Bey tarafından TBMM’de ilk kez okundu. Şiir sık sık alkışlarla kesildi. 12 Mart
günü yapılan oylamada ise İstiklal Marşı,
Türkiye’nin millî marşı olarak kabul edildi.
9 Mart 2007 -
MART
Doğu Perinçek, İşçi Partisi Genel Başkanı olduğu dönemde
sözde Ermeni soykırımını inkar yasasını ihlal ettiği gerekçesiyle İsviçre Ceza Kanunu’na göre hapis ve para cezasına
çarptırıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2013
yılında Perinçek’in suçsuz olduğuna karar verdi. AİHM Büyük
Daire ise Ekim 2015’te “Ermeni soykırımı olmamıştır” demenin
suç sayılamayacağına hükmetti.
1
5
8
8 Mart 1857 -
5 Mart 1920 -
Dönemin Şeyhülislamı İbrahim Haydarizade himayesinde, Dr. Mazhar
Osman Usman ve arkadaşları öncülüğünde alkollü içkilerle mücadele
amacıyla Hilal-i Ahdar kuruldu.
Kurum daha sonra Yeşilay adını aldı.
5 Mart 1933
Almanya’da yapılan genel
seçimlerde Adolf Hitler
liderliğindeki Nasyonal
Sosyalist Alman İşçi Partisi
yüzde 43,9 oy alarak iktidar
oldu. Partinin sloganı “Tek halk,
tek imparatorluk, tek lider”di.
86
9
New York’ta bulunan bir tekstil
fabrikasında kadın işçiler grev yaptı.
Fabrikada çıkan yangından polis barikatı
nedeniyle kaçamayan 129 kadın işçi
hayatını kaybetti. 1910 yılında Uluslararası
Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart
“Emekçi Kadınlar Günü” ilan edildi.
14 Mart 1827 -
İstanbul Şehzadebaşı’nda
ilk tıp okulu olan
Tıphane-i Âmire ve
Cerrahhane-i Âmire
kuruldu. 1919 yılından
bu yana 14 Mart “Tıp
Bayramı” olarak
kutlanıyor.
11 Mart 2011 -
Japonya’nın Tōhoku bölgesinde
9 şiddetinde bir deprem meydana
geldi. Depremle birlikte ülkenin
Pasifik kıyılarında oluşan ve yüksekliği 40 metreyi bulan dev dalgalar
tsunami felaketine yol açtı. Tōhoku
depremi ve tsunamisi Japonya’da
bugüne kadar meydana gelen en
büyük afet olma özelliği taşıyor.
11
12
19 Mart 1980 -
Ankara’da çıkan olaylarda bir jandarma
erini öldürdüğü iddiasıyla yargılanan Erdal
Eren idama mahkum edildi. 18 yaşından
küçük olması nedeniyle kemik yaşı doktor
raporuyla büyütülen Eren’in cezasının infazı
13 Aralık günü gerçekleştirildi.
21 Mart 1995 -
Türkiye’de Nevruz
Bayramı ilk kez “resmen”
kutlandı.
14
18
19
21
25
18 Mart 1915
12 Mart 1971 -
Kuvvet komutanları ülkedeki
“anarşi, kardeş kavgası, sosyal
ve ekonomik huzursuzluklar”
ile “Türkiye Cumhuriyeti’nin
geleceğinin ağır bir tehlike
içine düşürüldüğü”nü gerekçe
göstererek Cumhurbaşkanı
Cevdet Sunay’a muhtıra
verdi. Olay üzerine Başbakan
Süleyman Demirel istifa etti.
Boğazları ele geçirerek
başkent İstanbul’u işgal
etme ve Rusya’ya yardım
ulaştırma amacındaki İtilaf
Devletleri, Osmanlı ordusu
tarafından Gelibolu’da
bozguna uğratıldı. Olay,
Çanakkale Deniz Zaferi
olarak tarihe geçti.
25 Mart 2009
Büyük Birlik Partisi’nin (BBP) kurucusu
ve genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun
helikopteri Kahramanmaraş’ta düştü.
Olayda Yazıcıoğlu dışında 5 kişi daha
hayatını kaybetti.
87
8 MART 1857
DÜNYA
KADINLAR
GÜNÜ
PINAR ÇAVUŞOĞLU
1
857’nin 8 Mart’ında 129 kadın işçinin hayatını kaybetmesiyle
başladı her şey. New York’ta bir tekstil fabrikasında çalışan kadınlar daha iyi koşullar, daha yüksek maaş ve daha uygun çalışma
saatleri için grev yaptı. Çünkü 3 kuruşa, günde 16 saat çalışıyorlardı. Grevdeki kadın sayısı on binleri aştı. Öyle ki bu olay tarihe aynı
zamanda o güne kadarki en büyük kadın
eylemi olarak geçecekti. Amerikan polisi
greve müdahale etti ve büyük bir arbede
yaşandı. Olay sırasında bazı işçiler fabrikada
mahsur kaldı. Ne büyük talihsizliktir ki fabrikada yangın çıktı ve polisin kurduğu barikatı
geçemeyen 129 kadın işçi orada can verdi.
Dünyada kadınların erkeklerle eşit haklar
elde etme mücadelesine Fransız Devrimi’nin
“özgürlük, eşitlik, kardeşlik” fikirleri güç
verdi. 1789’dan sonra sosyal, ekonomik ve
hukuki bakımdan haklarını arayan kadınlar,
özellikle 20. yüzyılın başında birlikler kurarak, toplantılar yaparak, mitingler düzenleyerek daha sağlam bir duruş sergiledi. 1910
yılında Kopenhag’da gerçekleşen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, yaklaşık 50 yıl önce fabrika yangınında hayatını
kaybetmiş 129 kadın işçi unutulmadı. Kadın
hakları savunucusu ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi üyesi
Clara Zetkin, kadın işçilerin öldüğü 8 Mart gününün Kadınlar Günü
olarak kutlanmasını önerdi ve bu öneri kabul edildi.
88
Aslında ilk Kadınlar Günü, Kopenhag’daki konferanstan bir yıl
önce, 28 Şubat’ta kutlandı. Çalışma koşullarının düzelmesi, seçme
ve seçilme haklarının sağlanması, kadınların erkeklerle eşit hukuki
şartlara sahip olması amacıyla Amerikan Sosyalist Partisi, ülkedeki kadınları meydanlara çağırdı. Pek çok kadının katılım sağladığı
bu özel gün Amerika içinde sınırlı kaldı.
Almanya, Danimarka, Avusturya gibi
ülkelerin katılımıyla gerçekleşen uluslararası ilk Kadınlar Günü ise 19 Mart 1911’de
düzenlendi. Pek çok gösterinin yapıldığı ve
kadınların çeşitli isteklerini dile getirdiği
bu günde seçme ve seçilme hakkı talebi
ilk sırada yer alıyordu. Sonraki yıllarda bu
gün İsveç, Hollanda, Rusya ve Fransa’da da
kutlandı.
Şubat sonu veya mart ayı içinde çeşitli
etkinliklerle gerçekleşen Kadınlar Günü’nün
kesin bir tarihte düzenlenmesi gerektiği
ise 1921’de Moskova’daki 3. Uluslararası
Kadınlar Konferansı’nda dile getirildi. Konferansta 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar
Günü olarak belirlendi. Türkiye’de de ilk kez
bu adla, 1921’de kutlandı. 16 Aralık 1977’de
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 8 Mart’ın
Dünya Kadınlar Günü olarak anılmasını kararlaştırdığında zaten
pek çok ülkede hem kapalı mekanlarda hem de meydanlarda bu
özel gün çeşitli etkinliklerle kutlanıyordu. Dünyanın birçok ülkesin-
Clara Zetkin, Rosa Luxemburg
de mimoza çiçeği Kadınlar Günü’nün sembolü
olarak kabul edildi.
Hem bilek gücü hem yürek var
Kadınlar Fransız Devrimi’nden bu yana talep
ettikleri hakları daha güçlü bir biçimde dile
getirmiş ve kendileriyle ilgili bazı reformları
tırnaklarıyla kazıyarak elde etmişlerdir. Eski
Tunç Çağı’na kadar kadın toplumda önemli
bir faktördü; öyle ki arkeolojik araştırmalarda
ortaya çıkarılmış tanrı figürinleri bile kadındı.
Ataerkil toplum yapısının benimsenmesi ve
fiziksel gücün önem kazanmasıyla kadın ikinci
plana itildi. Orta Çağ’a gelindiğinde durum
daha da vahimleşti. “Kadın insan mıdır?” sorusu bile soruluyor, kadınlar pek çok gerekçeyle
kurban ediliyordu.
20. yüzyılın başlarında dünya kadının değerini bir nebze olsun anladı ve onların Kadınlar
Günü gibi belirli zamanlarda meydanlara çıkmalarına ve başkaldırışlarına pek ses çıkarmadı. Bu da I. Dünya Savaşı arifesine denk gelir.
Nedeni ise çok açık: Her alanda kadınlardan
faydalanmak. Konu meşhur bir Alman generalin sarf ettiği “Kadının da savaş meydanı
var. Ulusu için dünyaya getirdiği her çocuk ile
ulusunun davasında savaşır” sözüne indirge-
necek kadar basit olamaz. Kadınlar doğurgan oldukları için değil, bilek ve yürekleriyle
etkin oldular savaşlarda. Eğer bir kısım erkek askerî cephe içinde etkinse geride kalan
erkeklerin ve ülkelerinin kadınlara ihtiyacı vardı. Kadınsız bir sivil cephe düşünülemezdi. Dünyanın bazı ülkelerinde savaşa giden erkeklerin boşalttığı kadrolara kadınlar
yerleştirildi. Çalışma hayatıyla tanışan kadınların savaş bittikten sonra yerlerinden
kımıldamaya pek niyeti yoktu üstelik. İngiltere’de Birinci Futbol Ligi’nin dondurulması
nedeniyle kadınların futbol takımları kurarak ülkede bu sporu canlı tutma çabası ise
altı çizilmesi gereken ayrı bir konudur.
I. Dünya Savaşı sırasında kadınlar yalnızca sivil cephede görev almadı. Savaş sırasında da yaralı askerlere baktı, ambulans kullandı… Osmanlı İmparatorluğu’nda da
kadınlar hemşirelik yapmanın yanı sıra amele taburunda çalıştı, düzenlediği piyes,
konser ve sergilerle orduya yardım parası topladı.
Kadınların oy hakkı elde etmesi pek çok ülkede I. Dünya Savaşı sonrasında mümkün
oldu. Örneğin İngiltere’de 1918 yılında çıkarılan bir yasayla 30 yaşını dolduran ve evli
olan her kadın kendi yöneticisini seçme hakkını elde etti. Kadınların seçilme hakkı
kazanabilmeleri içinse bir süre daha beklemek gerekecekti.
89
12 MART 1921
12 MART
TBMM TUTANAKLARINDA
ISTIKLAL MARŞI’NIN KABULÜ
90
1921
91
12 MART
92
TÜRK
PARLAMENTERLER
BIRLIĞI
SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI
GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91
HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63
ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03
EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06
AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91
GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05
MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86,
0212 631 20 50/4029,
0212 440 10 00/1212
İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27
İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54
KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70
KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22
KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79
YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01
AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36
İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58
MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16
YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16
SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ
BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ.
TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI
TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24
Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001
93
AMERIKA’DAN İKİNCİ GÖRÜŞ
ARTIK BİR “TIK” UZAKTA
AMERIKA’NIN ALANINDA UZMAN DOKTORLARINDAN IKINCI GÖRÜŞ
ALMA IMKANI SAĞLAYAN MEDICOPIN.COM, DÜNYANIN DÖRT BIR
YANINDAN HASTALARA SAĞLIKLI YAŞAMIN KAPILARINI ARALIYOR.
ULUSLARARASI VIP hastalara modern ve güvenilir hizmet
sunan medicopin.com’un ikinci görüş servisi hastalara sağlıklı bir yaşama kavuşmaları için önemli katkılarda bulunuyor.
Amerika’nın alanında uzman doktorlarından ikinci görüş alma
imkanı sağlayan sitede bütün işlemler online olarak gerçekleştiriliyor ve hastayla ilgili her tür bilgi üst düzey güvenlik standartlarıyla koruma altına alınıyor.
Medicopin.com yetkilileri, ikinci görüş servisinden nasıl yararlanılabildiği ve işlemlerin nasıl yürütüldüğü konusunda şu bilgileri
aktarıyor: “Kullanıcılarımız siteye girdiklerinde online işlemlerini
kendi anadillerinde yapabiliyorlar. İkinci görüş servisimizden yararlanmak isteyen Türk hastalar Türkçe dil seçeneğini kullanarak
e-posta adresi, doğum tarihi gibi basit bilgilerle üyelik edinebili-
94
yorlar. Hastanın sağlık geçmişine ait soruları ve cevapları içeren
formlar, hastaya ait bütün görüntülemeler ve medikal raporlar
siteye yükleniyor. Bu işlemleri e-posta kullanmayı bilen biri kolaylıkla yapabiliyor. Sitemizin New York’un önde gelen hastanelerinden birçok branşta ve sayıda doktorla anlaşması bulunuyor.
Medicopin.com’un medikal ekibi vakayı inceleyerek hasta için en
doğru doktorun belirlenmesini sağlıyor. Doktor ve hasta arasındaki iletişimde İngilizce yetersiz olduğunda tercüman hizmeti de
veriliyor.”
Her hastaya vaka temsilcisi
Medicopin.com yetkilileri, sitedeki formların oldukça detaylı
olduğuna işaret ederek sözlerini şöyle sürdürüyor: “Hastanın
mevcut sağlık durumu, kronik hastalıkları, geçirmiş olduğu
Medicopin.com’un önerdiği tedavi
Türkiye’de başarıyla uygulandı
hastalıklar, kullandığı ilaçlar, aile sağlık geçmişi, hatta yaşam şekli ve alışkanlıklarına ilişkin
detaylı bilgiler, yaptırmış olduğu tanı testleri, orijinal görüntülemeler, kısacası değerlendirme sürecinde doktorun ihtiyaç duyabileceği her tür bilgi sisteme yükleniyor. Eğer gerekliyse
hastanın kendi videosu da doktora gönderiliyor. İletilen bilgilerde bir eksiklik veya çelişki
gözlemlenmesi halinde hemen hastayla irtibata geçiliyor. Hastanın anadilinde konuşan vaka
temsilcileri ve pek çok özel fonksiyon, değerlendirme sürecini kolaylaştırıyor.”
Site, Amerikan Federal Kanunlarınca belirlenmiş olan HIPAA hasta gizlilik ve güvenlik
standartlarıyla dizayn edilmesiyle de dikkat çekiyor.
Medicopin.com yetkilileri, Türk Parlamenterler Birliği üyeleri için çok özel bir fiyat politikasıyla hizmet verdiklerini belirterek, “Türk Parlamenterler Birliği üyelerinden gelecek her
değerlendirme talebinde kendilerine Türkçe hizmet sunacak bir vaka yöneticisi atanacaktır.
Bu yönetici hastanın değerlendirme süreci boyunca aynı kişi olacaktır. Birlik üyeleri bize
www.medicopin.com ve [email protected] üzerinden veya 0531 452 23 80 numaralı
telefondan ulaşabileceklerdir. Vaka temsilcimizle ise [email protected] adresinden veya
+1 347 685 39 75 numaralı telefondan görüşülebilecektir” diyor.
İkinci görüş sayesinde 18 yıl sonra şifa buldu
51 yaşındaki Nazengül İnal, medicopin.com’un ikinci görüş servisine başvurarak sağlıklı bir
yaşama kavuşan hastalar arasında yer alıyor. 18 yıldır yüzünde ve başında devam eden
ağrılardan kurtulmanın mutluluğunu yaşayan İnal’ın öyküsünü medicopin.com yetkilileri
şöyle anlatıyor: “Nazengül İnal, henüz 33 yaşında 2 çocuk annesiyken dişine yaptırdığı kanal
tedavisi sırasında yüz sinirlerinin zarar görmesi sonucu trigeminal nevralji hastalığına yakalanıyor. Nazengül Hanım, yüzün yarısında ağrı, sancı ve yanmalara sebep olan bu hastalığa
yıllarca çare arıyor, birçok farklı tedavi görüyor, ancak ağrıları gittikçe kötüleşiyor. Öyle ki
son aylarda dişlerini fırçalayamıyor, saçlarını tarayamıyor, medikal mamalarla beslenmeye
çalışıyor ve başı yukarıda olacak şekilde tek bir pozisyonda uyuyabiliyor. Gelinen noktada yüz
sinirlerinin kesilmesi tek çare olarak ifade ediliyor. Bu ise hastanın yüz felci olması anlamını
taşıyor. Bu aşamada Nazengül Hanım’ın kızının internet üzerinde yaptığı araştırmalar sırasında medicopin.com sitesiyle karşılaşılıyor ve ikinci görüş servisimize başvuruluyor.”
Yetkililer, Nazengül İnal’ın ikinci görüş
servisinden aldığı sağlık hizmetiyle ilgili olarak şu bilgileri aktarıyor:
“İnal Ailesi, Amerika’nın alanında uzman doktorlarını dünyanın her yerinden hastalarla buluşturan medicopin.
com’dan haberdar olduktan sonra
Nazengül Hanım için hemen bir üyelik
ediniyor ve o güne kadarki tüm medikal raporları siteye yüklüyor. Tıbbi
ekibimiz Nazengül İnal’ın tedavisi için
New York’ta alanında uzman dünyaca
ünlü bir doktoru belirliyor. Bu doktor,
hastalıkla ilgili iki ayrı uzmanla birlikte
yaptığı değerlendirmeler sonucunda
Nazengül İnal’a üç aşamalı bir tedavi
öneriyor. İlk aşama olan radyofrekans
tedavisi Türkiye’deki bir hastanede
uygulanmaya başlıyor. Tedavi başlar
başlamaz da Nazengül Hanım’ın ağrıları diniyor, tekrar nüksetmemesi için
ilaç takviyesiyle kontrol altına alınıyor.
Kendisi artık kolaylıkla yemeğini yiyebiliyor ve uyuyabiliyor.”
“Bu sağlık hizmetinden
yararlandığım için çok mutluyum”
Nazengül İnal, sağlığına kavuştuğu
için duyduğu mutluluğu şu sözlerle
ifade ediyor: “Hastalığıma çare aradığımız süreçte ailece maddi-manevi
çok yıprandık. Çocuklarımın en büyük
derdi benim ağrılarım oldu. Medicopin.
com’un ikinci görüş servisinden yararlanmasaydık Amerika’daki uzmanlara
ulaşma şansımız bulunmayacaktı.
Ayrıca, hastalığımla ilgili bir değerlendirme almak için Amerika’ya gitmek
çok daha masraflı ve yorucu olacaktı.
Böyle bir sağlık hizmetinden yararlanarak ikinci görüş aldığım için çok
mutluyum.”
95
ŞİİRİN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN BİR GARİP ADAM
ORHAN VELI
KANIK
96
1940’LI YILLARDA TÜRKIYE’DE ŞIIRLE HAYATIN DIĞER ALANLARINDAKI
ILIŞKININ BUGÜNE ORANLA ÇOK DAHA SIKI OLDUĞU GÖRÜLÜR.
O DÖNEMDE ŞIIRDE GERÇEKLEŞEN DEĞIŞIMLER SANATTAN
SIYASETE BIRÇOK KURUMDA ETKILI OLUR. BU DEĞIŞIMLERIN EN
ÖNEMLILERINDEN BIRI KUŞKUSUZ ORHAN VELI’NIN BAŞINI ÇEKTIĞI
GARIP AKIMIYLA ORTAYA ÇIKAR. ORHAN VELI 36 YILLIK KISA
ÖMRÜNDE TÜRKIYE’NIN KÜLTÜR HAYATINI DERINDEN ETKILEYECEK
BIRÇOK YENILIĞIN ÖNCÜSÜ OLARAK TARIHE GEÇER.
ENVER UYGUN
T
ürkçede şiirin konumu bir edebi tür olmanın çok ötesindedir.
Bunun en önemli gerekçesi bugünkü Türkçenin bir şiir dili
olarak kurulmasıdır. Anadolu Türkçesi Yunus Emre’nin şiirleriyle
vücuda gelir. Konuyla ilgili diğer bir noktanın altı Turgut Uyar
tarafından çizilir: “(Türkiye’de) Bazı ölçülerde toplumun birçok
sorunu açık-kapalı, şiirde tartışılır, şiirde çözülür yahut çözülmez veya bu sorunlardan şiirde vazgeçilir.” Başka bir şairin, İsmet Özel’in
saptamasıyla “Çobanından padişahına şair
olan bir toplum” için şiir hayati önem taşır.
Dolayısıyla şiirdeki dönüşüm yalnız edebiyat çevrelerini ilgilendiren bir konu değildir
Türkiye için.
Modern Türk Şiiri’nin ilk dönüm noktası,
1941 yılında Orhan Veli (Kanık), Melih Cevdet
(Anday) ve Oktay Rifat’ın (Horozcu) müştereken yayımladığı Garip adlı kitaptır. Yahya
Kemal ve Ahmet Haşim’le başlayıp, 40’lı
yıllara kadar Necip Fazıl, Ahmet Muhip, Cahit
Sıtkı, Ahmet Kutsi eliyle geliştirilen lirik şiir
dili Orhan Veli tarafından halkın zevkine uzak
bulunur. Şair, edebiyat tarihimize “Garip Önsözü” olarak geçen
yazısında yeni bir şiir anlayışını savunur. “Garip Önsözü”, şiirde
ölçü, uyak ve ahenk kavramlarına getirilen eleştirilerle başlar.
Orhan Veli’ye göre, bir şiirde eğer takdir edilmesi lazım gelen
bir ahenk varsa, onu temin eden şey ne vezindir ne de kafiye. O
ahenk vezinle kafiyenin dışında da mevcuttur. Ahenk ise şiir için
lüzumsuz, hatta zararlıdır. Orhan Veli nazım dilini “acayip” olarak
niteler. Bu acayipliğin kaynağı olarak da nazım dilinin sözdizimini
gösterir. Bunu “şiir dilinin kendine has yapısı” olarak savunanları
ise dar görüşlülükle suçlar. Ona göre bu dar görüşlü insanlar birtakım şiirleri “konuşma diline benzemiş” diye
reddederler. Oysa Garip’in yapmak istediği
tastamam budur; şiiri konuşma dili içinde
üretilir hale getirmek.
Benzetme, eğretileme ve betimleme konusunda eski şiir anlayışına şöyle karşı çıkar
Orhan Veli: “Benzetme ve eğretilemeden
kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan adamı bugünün aydını garip
karşılamaktadır. Şiirde betimleme bulunabilir.
Ama betimleme şiirde esas unsur olmamalı.”
Orhan Veli’nin en sert eleştirisi şairanelik
kavramınadır. Mısracı şiir anlayışının bütünün
güzelliğini örtmesine ve bunun “şairanelik”
adı altında övülmesine karşı çıkar.
Orhan Veli’nin “Garip Önsözü”nde altını
çizdiği asıl nokta eski-yeni ayrımıdır. Ona göre mevcut Türk Şiiri
eski dünyaya, eski dünyanın zevkine aittir. Yeni dünyayı ve yeni
insanı şöyle ele alır: “Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını devamlı bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey
gibi, şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir. Bu,
97
ORHAN VELI KISA HAYATINA BIRBIRINDEN FARKLI ANLAYIŞLARLA
YAZILMIŞ ONLARCA ŞIIR SIĞDIRIR. İLK ŞIIRLERINDEN ITIBAREN ARUZ
ÖLÇÜSÜNE DE HECE ÖLÇÜSÜNE DE HÂKIM OLDUĞU, TÜRKÇENIN
INCELIKLERINI USTACA KULLANABILDIĞI GÖRÜLÜR.
söz konusu kitlenin istediklerini eski edebiyatların aletleriyle anlatmaya çalışmak
demek de değildir. Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp
sadece zevkini aramak, bulmak, sanata onu hâkim kılmaktır. Yeni bir zevke ancak
yeni yollarla, yeni vasıtalarla varılır. Birtakım kuramların söylediklerini bilinen kalıplar
içine sıkıştırmakta hiçbir yeni, hiçbir sanatkarane hamle yoktur. Yapıyı temelinden
değiştirmelidir.”
36 yıla sığan büyük yenilikler
Geçtiğimiz yüzyıl, milyonlarca insanın hayatını etkileyen savaşlara, sanayileşmenin
getirdiği kirliliğe, şiddetli ekonomik krizlere sahne olur. Öte yandan teknolojideki baş
döndürücü gelişmelerin olumlu ve olumsuz etkileri ortaya çıkar. Tüm bu etmenler
20. yüzyılın başlarında dünyaya gelen kuşağın sanatta yeni arayışlara girmesini
kaçınılmaz kılar. Çünkü dünya, bilinen, bin yıllardır tarif edilen gezegen olmaktan
çıkmış, farklı açıklamalara, değişik açılardan görülmeye ihtiyaç duyar hale gelmiştir.
Günümüzü etkileyen birçok sanat akımı böyle bir ortamda yeşerir. Söz konusu neslin
Türkiye’deki önemli isimlerinden biri de Orhan Veli Kanık’tır.
Orhan Veli 13 Nisan 1914’te İstanbul Beykoz’da hayata gözlerini açar. Babası Mehmet
Veli Bey, o dönemde Mızıka-i Hümayun’da görevlidir. Cumhuriyet’in ilanından sonra yeni
başkent Ankara’ya gelecek, Cumhurbaşkanlığı Armoni Orkestrası’nda, Musiki Muallim
Mektebi’nde ve Ankara Radyosu’nda çalışacaktır. Orhan Veli babasından uzakta ama
sanat camiasının içinde geçirir çocukluğunu. İlkokula Galatasaray Lisesi’nin ilk kısmında başlar. Beşinci sınıfa gideceği yıl annesi ve kardeşleriyle birlikte Ankara’ya taşınır.
Gazi İlkokulu’ndan mezun olduktan sonra Ankara Lisesi’ne kaydolur. Bu okul hem
Orhan Veli hem de Türk Edebiyatı için önemli bir karşılaşmaya evsahipliği yapacaktır.
98
Garip akımını birlikte kuracakları Oktay Rifat
ve Melih Cevdet’le Ankara Lisesi’nde tanışır
Orhan Veli. Üstelik edebiyat öğretmenleri
Ahmet Hamdi Tanpınar’dır.
1932 yılında liseden mezun olan Orhan
Veli, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Felsefe Bölümü’ne girer. Ancak yükseköğrenimini tamamlamadan Ankara’ya döner.
Bir süre PTT Genel Müdürlüğü’nde ve Millî
Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalışır.
1947 yılında görevinden istifa ederek hayatının geri kalan üç yılını yazarlık, yayımcılık ve
çevirmenlik yaparak geçirir.
Orhan Veli kısa hayatına birbirinden farklı
anlayışlarla yazılmış onlarca şiir sığdırır. İlk
şiirlerinden itibaren aruz ölçüsüne de hece
ölçüsüne de hâkim olduğu, Türkçenin inceliklerini ustaca kullanabildiği görülür. Şiirde
müzik ögesini ve yüksek çağrışım gücü olan
söz gruplarını bir arada kullanarak genç yaşında adından söz ettirir. Ancak bu şiir, Orhan
Veli’yi tatmin etmemeye başlar. Değişen
çağda yeni bir şiire ihtiyacı olduğunu düşünür Türkçenin. Arkadaşlarıyla birlikte 1936
yılının sonlarından itibaren Varlık dergisinin
sayfalarında adlarına rastlanmaya başlar.
Derginin kurucusu ve yayın yönetmeni Yaşar Nabi Nayır’ın bu gençlere verdiği destek
de Türkiye’de yayıncılığın tarihi açısından
anılmaya değer niteliktedir. Çünkü sanatta
yeni eğilimler genellikle seslerini duyuracak
yerleşik bir mecra bulmakta zorlanır. Yaşar
Nabi’nin bu tavrı ülkemizde sanat ortamının
çoksesli bir yapıya kavuşması için atılmış
önemli bir adım olarak değerlendirilir.
Orhan Veli şiirinin, Garip’le sınırlı olduğuna
ilişkin yaygın yanlış inanış gün geçtikçe daha
ORHAN VELI’NIN ŞIIRLERI VE ŞIIR ÇEVIRILERININ YANINDA
KÜLTÜR DÜNYAMIZA BIR BÜYÜK HIZMETI DE
1948 YILINDA LA FONTAINE MASALLARINI MANZUM
DILLE TÜRKÇEYE ÇEVIRMESIDIR.
fazla kişi tarafından terk ediliyor. Orhan Veli’nin ikinci şiir kitabı
Vazgeçemediğim 1945’te yayımlanır. Ertesi yıl Destan Gibi’yi çıkaran şair 1947’de Yenisi’ni ve 1949’da son eseri olan Karşı’yı yayımlar.
Şair, Garip’ten önce, onun deyişiyle “eski anlayışla” ve “şairane”
şiirler yazar. Garip’ten sonra da özellikle 1949-50 yılları arası binbir
maddi zorlukla yayımladığı Yaprak dergisinde toplumcu bir çizgide
şiirler kaleme alacaktır.
Orhan Veli’yi hem büyük tartışmaların ortasında bırakan hem
de ona şöhretin kapılarını aralayan 1938 tarihli Yazık oldu Süleyman
Efendi’ye dizesi belki de Türkçede en fazla ezbere bilinen dizedir.
Şair kendisini tanıttığı “Ben Orhan Veli” adlı şiire şöyle başlar: Ben
Orhan Veli / “Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” / Mısra-ı meşhurunun
mübdii... Orhan Veli’nin bugün şiirle yakından ilgilenmeyen kişiler
tarafından bile bilinen şiirlerinin çoğu Karşı’da yer alır. İşim gücüm
budur benim / Gökyüzünü boyarım her sabah / Hepiniz uykudayken
/ Uyanır bakarsınız ki mavi dizeleriyle başlayan “Dalgacı Mahmut”;
Bedava yaşıyoruz, bedava / Hava bedava, bulut bedava / Dere tepe
bedava / Yağmur çamur bedava / Otomobillerin dışı / Sinemaların
kapısı / Camekanlar bedava / Peynir ekmek değil ama / Acı su bedava dizelerini içeren “Bedava” ve İstanbul’da, Boğaziçi’nde / Bir
fakir Orhan Veli’yim / Veli’nin oğluyum / Tarifsiz kederler içinde /
Urumelihisarı’na oturmuşum / Oturmuş da bir türkü tutturmuşum
diyen “İstanbul Türküsü” bu kitaptadır.
Orhan Veli’nin Türk Şiiri’ne getirdikleri, Cemal Süreya’nın “Şiire
kasket giydirdi, sivilleştirdi onu” tespitiyle özetlenebilir. Erkeklerin
şapka taktığı bir döneme ait bu söz, Orhan Veli’nin şiiri yoksul halk
kitleleriyle, büyük kentlerin kenar mahalleleriyle, köylerle tanıştırdığını ifade eder.
Orhan Veli’nin şiirleri ve şiir çevirilerinin yanında kültür dünyamıza
bir büyük hizmeti de 1948 yılında La Fontaine masallarını manzum
dille Türkçeye çevirmesidir. Şair ertesi sene Nasreddin Hoca hikayelerini derleyerek yaşayan Türkçeye aktaracaktır. Ne yazık ki bir
yıl sonra da talihsiz bir kaza sonucu hayatını kaybedecektir. Geride
bıraktığı şiirler, değişimin gücüne inancı ve yaşama sevinciyle
kendinden sonraki kuşaklara yol gösteren şair, şiirin hayatla bağını
ortaya koymak bakımından dünyada da haklı bir üne sahiptir.
99
TESPİHİM BEYAZ
EYLERİM NİYAZ
ERBAY KÜCET
T
espih, başta dinî, kültürel ve iktisadi olmak üzere pek çok
alanda karşılığını bulan bir kelimedir. Gündelik hayatımızda
genellikle dinî vecibelerimizi yerine getirirken elimize aldığımız
tespih, bu çok kıymetli işlevinin yanı sıra kadim medeniyetimizin
kültür miraslarından biri olarak büyük önem taşır. Geçmişten
günümüze ustaların hünerli ellerinde bir sanat eseri hüviyeti
kazanması neticesinde ise bazen dikkat çekici bir aksesuar, bazen
kıymetli bir koleksiyonun parçası olarak da karşımıza çıkar. Bu
noktada tespihin iktisadi değerinden bahsedilebilir.
Türk Dil Kurumu tespih kelimesini şöyle tanımlıyor: “Belirli dinî
sözleri tekrarlamak veya elde oyalanmak için kullanılan, türlü
maddelerden boncuk biçiminde yapılmış, genellikle otuz üç veya
doksan dokuz taneden oluşmuş dizi.” Bu tanımda da belirtildiği
gibi İslam âlemindeki tespihler daha çok 33 ve 99’luktur. Tespih
söz konusu olduğunda nişane, imame ve tepecik kelimelerine de
100
değinmek gerekir. 99’luk tespihlerde her 33 tanenin arasında yer
alan ve diğerlerine göre farklılık gösteren taneye “nişane”, ipin iki
ucunu bir araya getiren uzunca taneye “imame” denir. İmamenin
tepesine takılan, nişaneye benzer, fakat deliği ikili olan parça ise
“tepecik”tir. Çeşitli kaynaklarda, Türk-İslam geleneğinde tespihlerin kullanıcılarına göre farklı adlar taşıdığı belirtilmektedir.
Bunlar Padişah Tespihleri, Vüzera Tespihleri, Vükela Tespihleri,
Zengin Tespihleri ve Fukara Tespihleri’dir.
Yüzyıllar öncesinden günümüze uzanan köklü bir geçmişe
sahip tespih, yapımında kullanılan malzemelere, şekline, rengine
göre farklılık gösterir. Tespih yapımında kıymetli taşlar, kehribar,
yılan ağacı, narçıl, abanoz, mercan, kaplumbağa kabuğu, köpekbalığı dişi, fil dişi gibi çok çeşitli malzemeler kullanılmaktadır.
Tespihler yapılış şekillerine göre yuvarlak, beyzi, şalgami, armudi,
yarım beyzi, yassıca yuvarlak gibi adlar almaktadır.
YÜZYILLAR ÖNCESINDEN GÜNÜMÜZE UZANAN KÖKLÜ
BIR GEÇMIŞE SAHIP TESPIH, YAPIMINDA KULLANILAN
MALZEMELERE, ŞEKLINE, RENGINE GÖRE FARKLILIK GÖSTERIR.
TESPIH USTALARI SABIR, DIKKAT VE INCE IŞÇILIKLE
SANATSAL NITELIK TAŞIYAN ÜRÜNLER ORTAYA KOYAR.
Sabır, dikkat, ince işçilik
Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi tespih yapımı sanatsal
unsurlarıyla da ön plana çıkmaktadır. Tespih çekerken parmaklarımızın arasından akıp giden tanelerin yanı sıra nişaneden
imameye, tepelikten kamçıya tespihin çeşitli kısımları her ustanın elinde farklı bir sanat eserine dönüşür. Bu özelliği tespihi
koleksiyonculuk ve müzecilik açısından da kıymetli bir parça
haline getirir.
Tespih yapımında sabır, dikkat ve ince işçilik olmazsa olmazlar
arasındadır. Tespih ustaları kendileriyle yapılmış söyleşilerde bu
noktalara işaret ettikten sonra tespih yapımındaki emeğe saygı
gösterilmesinin önemini vurgulamaktadır. Tespih çekmenin asıl
gayesinin Allah’ın adını zikrederek ibadet etmek olduğunu belirten
ustalar, “Tespih kullanmanın bir adabı vardır. Tespihin elde gelişigüzel sallanması hem tespihin manasına hem de onu yapan ustanın
emeğine saygısızlık olur” demektedir. İfade ettikleri bir başka konu
ise geçmişte olduğu gibi bugün de tespihin en güzel örneklerinin
başta İstanbul olmak üzere Anadolu topraklarında üretilmesidir.
Bugün bizlere düşen, Türk-İslam medeniyetinin dinî, kültürel,
sanatsal ve iktisadi açılardan önemli bir unsuru olan tespihe
sahip çıkmak ve onun gelecek nesillere kıymetli bir miras olarak
bırakılmasını sağlamaktır.
Yazımızı insan hayatına girişi en manalı ve en kalıcı şekilde
din vasıtasıyla olan tespihle ilgili bir hikayeyi aktararak sonlandıralım:
“Günün birinde bir derviş, kucak dolusu elmayla bayırları aşan
bir genç kıza rastlamış. Bozkırın sıcağında yorgunluktan yanakları al al olmuş kıza, ‘Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?’
diye sormuş. Kız, uzak bir tarlayı işaret ederek ‘Sevdiğim çalışıyor
orada. Ona elma götürüyorum’ demiş. Derviş, ‘Kaç tane?’ diye
sorunca kız bir an duraksamış ve şaşkın bir halde şu cevabı vermiş: ‘İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?’ Kızın bu sözü
üzerine usulca koparıvermiş elindeki tespihin ipini derviş…”
101
KÖY ENSTITÜLERI SISTEMI MEZUNLARI ÜZERINE BIR ARAŞTIRMA
MUSTAFA GAZALCI
BILGI YAYINEVI
ANKARA, 2015
272 S.
Orhan Veli Kanık’ın Ellerinde nasır, yüzlerinde nur / Yarına ümitle yürüyenler dediği Köy Enstitülülerle ilgili eser,
16. ve 22. Dönem Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı’nın imzasını taşıyor. Gazalcı, Hasan Âli Yücel ve İsmail
Hakkı Tonguç döneminde açılan 20 Köy Enstitüsü’nden mezun olmuş 165 kişiyle yaptığı anket çalışmasının
sonuçlarını Köy Enstitüleri Sistemi - Mezunları Üzerine Bir Araştırma adlı kitabında paylaşıyor. Birinci ağızdan
Köy Enstitülüleri ve bu sistemi tanıma olanağı sağlayan eser, ülkemiz eğitim tarihinin önemli bir dönemine
ışık tutuyor. Kitapta Köy Enstitülülerin öğrencilik ve öğretmenlik anıları da yer alıyor.
SULTANIN PAŞALARI (1839-1909)
OLIVIER BOUQUET
İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI
İSTANBUL, 2016
652 S.
Osmanlı İmparatorluğu’nda özellikle Tanzimat ve II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) yapılan yenilikler,
bürokraside de yansımalarını buldu. Çökmekte olan imparatorluğun kurtarılması için Avrupa’ya gönderilen
bürokratların çoğu paşaydı veya sonradan paşa unvanını aldı. Fransız tarihçi Olivier Bouquet, Başbakanlık
Osmanlı Arşivi’nde yaptığı uzun soluklu araştırmalarının ardından, devletin son yıllarında görev alan 282 Osmanlı paşasını Sultanın Paşaları (1839-1909) adlı eserinde bir araya getiriyor. Paşaların yetiştiği toplumsal
ortamı, eğitimlerini ve kariyerlerini inceleyen Bouquet, bulgularını memurların sicillerini içeren Sicil-i Ahvâl
defterleriyle destekliyor ve Osmanlı tarihinin önemli bir dönemine ışık tutuyor.
DÜNYA DEDIKLERI
DAVUT GAZI BENLI
MGV YAYINLARI
ANKARA, 2016
176 S.
Seyahat yazıları pek çoğumuzun ilgisini çekiyor. Gezmediğimiz yerlerle kitap sayfalarında buluşmak veya
gittiğimiz mekanları bir başkasının anlatımıyla tekrar hatırlamak farklı deneyimler yaşatıyor. Bazen bakıp
da görmediğimiz yerlerle karşılaştığımızda şaşkınlık içinde “A, burası da mı varmış?” diyoruz. Çağdaş Evliya Çelebi’lerin kaleme aldığı seyahat yazıları sadece anlatılan yerler bakımından değil, yazarın üslubuyla
da birbirinden ayrılıyor. Yakın zamanda raflardaki yerini alan Dünya Dedikleri, Davut Gazi Benli’nin imzasını
taşıyor. Yazar, gezme imkanı bulduğu ülkeleri sosyal ve siyasal yapıları, insan davranışları ve alışkanlıkları,
çevreye ve tabiata bakış açıları gibi çeşitli özellikleriyle birlikte yansıtıyor.
102
ÇANAKKALE SAVUNMASI SARIKAMIŞ’TA BAŞLAR
YILMAZ KOÇ
PAROLA YAYINLARI
İSTANBUL, 2016
272 S.
Sarıkamış Harekatı ile Çanakkale Savaşları arasındaki ilişki ekseninde bir dönemi derinlemesine irdeleyen
eser, “Çanakkale savunması Sarıkamış’ta başlamıştır” diyor. Yazar Yılmaz Koç, Sarıkamış Harekatı’nın
Rus ordusunu büyük ölçüde yıprattığını belirterek, bu durumun Çanakkale’de elde edilen başarıdaki rolüne
işaret ediyor. Sarıkamış’ta şehit düşen askerlerimizin olağanüstü şartlarda bölgeye nasıl gittiklerini, nasıl
kahramanca savaştıklarını ve Rus ordusuna nasıl darbe indirdiklerini anlatan yazar, harekatı gerçekleştiren
Enver Paşa’ya yönelik eleştirilerle ilgili değerlendirmelerini de paylaşıyor.
TELESAFIR - ANILARLA TÜRK TELEVIZYONCULUĞU
HALIT KIVANÇ
NTV YAYINLARI
İSTANBUL, 2015
216 S.
Türkiye’de televizyon dendiğinde akla ilk gelen isimlerden olan Halit Kıvanç’ın anıları Telesafir’de okurla
buluşuyor. Ülkemizin televizyon tarihindeki “ilk”lerin Kıvanç’ın keyifli anlatımıyla aktarıldığı kitap, iletişim
çağında büyümüş yeni kuşakları siyah-beyaz ekranlı günlere götürürken, eski kuşaklara ise hafızalarını
tazeleme fırsatı veriyor. Sunucu, spiker, gazeteci, yazar kimlikleriyle tanıdığımız Halit Kıvanç, yer aldığı
programlardaki birbirinden ilginç anılarıyla okura tebessüm ettiriyor. Kitabın satır aralarında ise başta disiplinli çalışma olmak üzere “başarının sırrı” okunabiliyor.
HOŞÇA BAK KENDINE
ADEM KARAFILIK-VEDAT GÜNEŞ
YÜKSELIŞ YAYINLARI
ANKARA, 2016
221 S.
Kişisel gelişim ve motivasyon üzerine yayınlar son yıllarda büyük ilgi görüyor. Stres, telaş ve karmaşanın
eksik olmadığı günümüz dünyasında sorunlarla baş etmenin yollarını arayanlar, çalışma hayatındaki
acımasız rekabet ortamında başarının sırrını öğrenmek isteyenler veya doğru ve sağlıklı bir iletişimin
nasıl kurulabileceğini araştıranlar, aradıkları cevapları bulmak için bu tür yayınlara da başvuruyor. Adem
Karafilik ve Vedat Güneş imzalı Hoşça Bak Kendine, hikaye ve şiirler eşliğindeki keyifli anlatımıyla dikkat
çekerken okurun hayata bakışında yeni pencereler açıyor.
103
WOLFGANG AMADEUS MOZART / GUISEPPE VERDI
BORUSAN QUARTET
LİLA MÜZİK
2005 yılında Prof. Gürer Aykal’ın öncülüğünde kurulan ve Esen Kıvrak (keman), Olgu Kızılay
(keman), Efdal Altun (viyola) ve Çağ Erçağ’dan (viyolonsel) oluşan Borusan Quartet, Klasik Batı
Müziği’nin iki ölümsüz ismi Mozart ve Verdi’nin unutulmaz eserlerine hayat veriyor. Yeni albümlerinde Mozart’ın “Do Majör No. 19” ve Verdi’nin “Mi Minör Yaylı Çalgılar Dörtlüsü” başlıklı
eserlerini ustalıkla yorumlayan grup, İdil Biret, Itamar Golan, Valentin Erben ve Gülsin Onay gibi
isimlerle de oda müziği konserleri veriyor.
PLAYS SEZEN AKSU
THE ROYAL PHILHARMONIC ORCHESTRA
EMI TURKEY
Dünyaca ünlü İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası (The Royal Philharmonic Orchestra), geçtiğimiz Aralık ayında Türk Pop Müziği’nin köşe taşlarından kabul edilen şarkıcı ve söz yazarı Sezen
Aksu’nun şarkılarını yorumladığı bir performans ile İstanbullu sanatseverlerle buluştu. Ünlü şef
Marcello Rota’nın yönetiminde gerçekleşen bu performans, albüm halinde dinleyicilerin beğenisine sunuluyor. Aralarında “Masum Değiliz”, “İstanbul İstanbul Olalı”, “Keskin Bıçak” gibi parçaların da bulunduğu albüm, Sezen Aksu’nun 15 sevilen şarkısından meydana geliyor.
FIRE OF LOVE - ATEŞ-İ AŞK
ZİYA TABASSİAN, KİYA TABASSİAN, HOSSEİN OMOUMİ
Z MÜZİK
İranlı tombak sanatçısı Ziya Tabassian, sitar ustası kardeşi Kiya Tabassian ve neyzen Hossein
Omoumi, Klasik İran Müziği’ni icra ettikleri “Ateş-i Aşk” albümüyle dinleyicilerle buluşuyor.
Bir akıl sanatı olarak tanımlanan Klasik İran Müziği, çizgiselden çok birimsel kabul ediliyor ve
merkezine müzisyeni alıyor. Müzisyenlerin felsefi bir arayışla oluşturduğu eserlerin Klasik İran
Müziği’nin çok çeşitli alt sistemleriyle harmanlandığı albüm, Doğu kültürünü yansıtan 13 parçadan meydana geliyor.
104
ANNEMİN YARASI
YÖNETMEN: OZAN AÇIKTAN
SENARYO: UYGAR ŞİRİN, FUNDA ÇETİN, MEHMET TURGUT, OZAN AÇIKTAN,
OZAN GÜVEN, FETHİ KANTARCI
OYUNCULAR: OKAN YALABIK, OZAN GÜVEN, BELÇİM BİLGİN ERDOĞAN,
MERYEM UZERLİ, BORA AKKAŞ
YAPIM: 2015, TÜRKİYE
TÜR: DRAM
On sekiz yaşına geldiğinde babasını bulmak üzere yetimhaneden ayrılan Salih’in (Bora Akkaş)
yolu bir çiftliğe düşer ve burada Borislav (Ozan Güven) ve Marija (Meryem Uzerli) için çalışmaya başlar. Yalnız geçen 18 yılın ardından Salih, hiç beklemediği bir anda, hayatında ilk defa bir
yuvaya kavuşur. Fakat bir bir gün ışığına çıkan sırlar ve geçmiş, Salih’in peşini kolay kolay bırakmayacaktır.
Çekimleri Sırbistan’da yapılan “Annemin Yarası”nın yönetmen koltuğunda “Çok Film Hareketler Bunlar”ın da yönetmenliğini üstlenen Ozan Açıktan oturuyor. Aile, aşk ve kimlik ekseninde
dönen “Annemin Yarası”, savaşın mahvettiği hayatların ortasında Salih’in umut arayışını konu
ediniyor.
DOĞRUYU SÖYLE CONCUSSION
YÖNETMEN: PETER LANDESMAN
SENARYO: PETER LANDESMAN
OYUNCULAR: WILL SMITH, ALEC BALDWIN, ALBERT BROOKS
YAPIM: 2015, ABD, İNGİLTERE, AVUSTRALYA
TÜR: BİYOGRAFİ, SPOR, DRAMA
Nijeryalı adli tıp patoloğu Dr. Bennet Omalu (Will Smith), arabasında ölü bulunan eski Amerikan
futbolu oyuncusu Mike Webster’in cesedine otopsi yapar. Sporcuda ciddi oranda beyin hasarı
meydana geldiğini keşfeden Omalu, Webster’in ölümünün maçlar sırasında kafasına aldığı darbelerden kaynaklandığına karar verir. Webster’in durumuna benzer üç vakayla daha karşılaşan
Omalu, bu hastalığa Kronik Travmatik Ensefalopati (CTE) adını verir ve bulgularını bir makale
halinde yayımlar. Başarılı patolog, araştırmaları neticesinde dünyanın en güçlü kurumlarından
birine karşı duracak, Amerikan futbolunun yol açtığı hastalıklar konusunda toplumsal bir farkındalık yaratmak için zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkacaktır.
Senaryoyu 2009 yılında GQ dergisinde yayımlanan bir haberden ilham alarak yazan Peter Landesman, filmin yönetmenliğini de üstleniyor.
105
Erhan Usta
@55erhanusta
MHP Samsun Milletvekili; AÜ SBF,
ABD Northeastern Üni.
Devlet Planlama Teşkilatı’nda 11 yıl uzmanlık ve 15 yıl üst düzey yöneticilik;
http://facebook.com/55erhanusta
Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasın-
Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu?
da yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve
Özel olarak hatırladığım bir olay yok. Paylaşımlarımdan ötürü
takipçilerimden olumlu ya da olumsuz tepkiler gelebiliyor. Bu
tepkilere verdiğim cevaplar sebebiyle zaman zaman ilginç durumlar yaşayabiliyoruz.
gün içinde hangi sıklıkta kullanıyorsunuz?
Sosyal paylaşım sitelerini kullanmaya başlayalı 3 yıl oldu. İlk
zamanlar bu alanlardan çok sık yararlanmasam da siyasete
atıldıktan sonra oldukça yoğun bir şekilde kullanmaya başladım.
Gündemin yoğunluğuna bağlı olarak gün içinde sosyal paylaşım alanlarında geçirdiğim zaman değişkenlik gösteriyor. Bu
alanlarda insanlarla paylaştığım iletilerin sayısı da gündemdeki
konuların beni ne kadar etkilediğine veya bu konuların hangileri
hakkında fikir beyan etmek istediğime göre değişiyor.
Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir
şekilde kullanması ne bakımdan önemli?
Sosyal paylaşım sitelerini siyasetçilerin politik faaliyetlerini ve
söylemlerini çok geniş kitlelere hızlı bir şekilde iletme olanağı
sağlaması bakımından oldukça önemli araçlar olarak görüyorum.
Aynı şekilde bu siteler ülke ve politika gündemini takip etme
konusunda da siyasetçilere yardımcı oluyor.
Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı
olduğunu düşünüyor musunuz?
Sosyal medya, takip ettiğiniz kişi ya da kurumların sahip olduğu
hesapları nasıl kullandıklarına bağlı olarak gündemi izleme konusunda hem yararlı hem de zararlı olabiliyor. Takip ettiğiniz kaynakların doğruluğu ve üslubu önemli. Sorumluluk makamındaki
insanların ve kurumların sosyal medyayı dikkatli kullanmamaları
halinde ortaya çıkacak sorunların iktisadi ve sosyal karışıklıklara
neden olabileceğini düşünüyorum.
106
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
Murat Alparslan@Murat_Alparslan
Bülent Kuşoğlu @bkusoglu
“Gerçek sevgi, sevilenin iyiliğini ister.”
Umberto Eco. Herkese sağlıklı, mutlu,
huzurlu, başarılı ve iyi bir hafta diliyorum.
Plan ve Bütçe Komisyonu maratonu dün
gece bitti. Günde 15-17 saatlik çalışmalar
hafta sonu da olunca dostlardan, dünyadan uzak kaldık. Merhaba!
Doç. Dr. Ruhi Ersoy @ersoyruhi
Dr. Behçet Yıldırım@yildirimbehcet
Lütfiye İlksen Kurt@ilksen_kurt19
Düşen cemreler memlekete huzur getirsin
temennisiyle…
Pir S. Abdal Kültür Derneği’nin düzenlediği
Hızır Cemi ve Lokması’na katıldık. Lokmanız kabul, Hızır yardımcınız olsun.
Meclis Taksi’nin konuğu olarak bugün saat
20:45’te TRT HABER kanalında olacağım.
İyi seyirler.
Nihat Öztürk @nihat_ozturk
Bedia Özgökçe Ertan @bediaozgokce
Av. Zeyid Aslan @zeyidaslan
Muğla Vali Yardımcımız Kamil Köten ve
beraberindekilerle Akyaka Azmak’ta incelemelerde bulunduk.
Bugün de Edremit-Süphan Mahallesi’nde
kadınlarla beraberdik.
Açılışı geçtiğimiz haftalarda yapılan Başçiftlik Kayak Merkezi’nde ziyaret ve incelemelerde bulunduk.
107
SOSYAL MEDYA
GÜNLÜKLERİ
Nuri Okutan @NuriOkutanMHP
Ziya Pir @ziyapir
Ankara’da gerçekleştirilen hain saldırıda
hayatını kaybeden vatandaşlarımıza
Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı dilerim.
“Gülün Adı” da silinmiş bu dünyadan...
Mehmet Ali Pulcu@AliPulcu
Aytuğ Atıcı @aytugatici
Nurhayat Altaca @nurhayataltaca
Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu çalışmalarından bir hatıra. 18.02.2016
Mersin Erdemli Kargıpınarı Mahallesi. Vatandaşın sorunlarını yerinde tespit ederek
çözüm önerilerimizi aktarıyoruz.
Altınşehir mahallemizin dayanışma kahvaltısında yeni üyelerimize rozet taktık.
Candan Yüceer @CandanYceer
Mevlüt Karakaya @KarakayaMevlut
Muharrem Erkek @MuharremErkek17
Tekirdağımızın güzel yürekli, güzel yüzlü,
vefakar, cefakar kadınlarıyla Meclis’i geziyoruz.
Gıda, Tarım ve Hay vancılık Bakanlığı
bütçesi Plan-Bütçe Komisyonu’nda görüşülüyor.
#Lapseki Cumartesi Pazarı’nda üreticilerimizin, esnafımızın sorunlarını dinliyoruz.
Sohbet ediyoruz.
108
109
UNUTMAYACAĞIZ
Burhan Bozdoğan
12. ve 13. Dönem Mersin Milletvekili Burhan Bozdoğan 1927 Endel doğumludur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren
Bozdoğan serbest avukatlık yaptı ve İmar Bakanlığı Başmüşavirliği görevini üstlendi.
Burhan Bozdoğan’ın cenazesi 25 Şubat 2016 tarihinde Kadıköy Göztepe Çemenzar Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan
cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Şaban Karataş
14. Dönem Konya ve 20. Dönem Ankara Milletvekili Şaban Karataş 1928 Ereğli doğumludur. Ankara Üniversitesi Ziraat
Fakültesi’ni bitiren Karataş, öğretim üyeliği ve dekanlığın yanı sıra Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mütevvelli Heyeti Üyesi, Millî
Prodüktivite Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi, Vakıflar Bankası İdare Meclisi Üyesi ve TRT Genel Müdürü olarak görev yaptı.
Şaban Karataş için 16 Şubat 2016 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Karataş’ın cenazesi aynı gün Kocatepe Camii’nde öğle
namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Zekai Altınay
15. Dönem Zonguldak Milletvekili Zekai Altınay 1927 Bartın doğumludur. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve Gazetecilik
Enstitüsü’nde öğrenim gören Altınay gazetecilik yaptı ve Ocakbaşı ile Hür Bartın gazetelerini yayımladı.
Zekai Altınay’ın cenazesi 15 Şubat 2016 tarihinde Bartın Merkez Şadırvan Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze
namazının ardından toprağa verildi.
110
Mehmet Muhlis Arıkan
17. Dönem Samsun Milletvekili Mehmet Muhlis Arıkan 1931 Bafra doğumludur. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitiren Arıkan, hükümet tabibi, dahiliye mütehassısı ve baştabip olarak görev yaptı.
Mehmet Muhlis Arıkan’ın cenazesi 14 Şubat 2016 tarihinde Bafra Büyük Cami’de ikindi namazını müteakip kılınan cenaze
namazının ardından toprağa verildi.
Mustafa Karslıoğlu
20. ve 21. Dönem Bolu Milletvekili Mustafa Karslıoğlu 1948 Akçakoca doğumludur. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitiren
Karslıoğlu, iç hastalıkları uzmanı, hükümet tabibi ve başhekim olarak görev yaptı. Bolu Tabip Odası Başkanlığı’nı üstlendi.
Mustafa Karslıoğlu’nun cenazesi 14 Şubat 2016 tarihinde Düzce Akçakoca Merkez Camii’de ikindi namazını müteakip kılınan
cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Recep Kırım
11. Dönem Bursa Milletvekili Recep Kırım 1921 Drama doğumludur. Lise mezunu olan Kırım sendika başkanlığı ile İl Genel Meclisi
ve Belediye Meclisi üyeliklerinde bulundu.
Recep Kırım’ın cenazesi 12 Şubat 2016 tarihinde Bursa Yıldırım Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının
ardından toprağa verildi.
111
Raif Güner Sarısözen
12. Dönem Sivas Milletvekili Raif Güner Sarısözen 1928 Sivas doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Sarısözen serbest avukatlık yaptı.
Raif Güner Sarısözen’in cenazesi 10 Şubat 2016 tarihinde Bursa Organize Sanayi Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan
cenaze namazının ardından toprağa verildi.
Turgut Sözer
17. Dönem Sakarya Milletvekili Turgut Sözer 1927 Adapazarı doğumludur. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitiren Sözer, kadın
doğum uzmanı ve başhekim olarak görev yaptı.
Turgut Sözer’in cenazesi 7 Şubat 2016 tarihinde Zincirlikuyu Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının
ardından toprağa verildi.
Fehim Adak
15, 16, 20 ve 21. Dönem Mardin Milletvekili Fehim Adak 1931 Mardin doğumludur. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ni
bitiren Adak, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün çeşitli kademelerinde mühendis ve yönetici olarak çalıştı. Adak, 16. Dönem
TBMM’de Sanayi ve Ticaret Komisyonu Başkanlığı, 37. Hükümet’te Ticaret Bakanlığı, 39. Hükümet’te Bayındırlık Bakanlığı, 41.
Hükümet’te Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 54. Hükümet’te Devlet Bakanlığı görevlerini üstlendi.
Fehim Adak’ın cenazesi 7 Şubat 2016 tarihinde Hacı Bayram Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının
ardından toprağa verildi.
Hasan Karakaya
20. Dönem Uşak Milletvekili Hasan Karakaya 1946 Uşak doğumludur. Serbest ticaretle uğraşan Karakaya, Uşak Ticaret ve Sanayi
Odası Yönetim Kurulu Başkanvekilliği görevinde bulundu.
Hasan Karakaya’nın cenazesi 1 Şubat 2016 tarihinde Uşak Merkez Yücetepe Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi.
ŞUBAT AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN
RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ.
112

Benzer belgeler