Çağın büyük dramı: Suriyeli mülteciler ve dünya...78
Transkript
Çağın büyük dramı: Suriyeli mülteciler ve dünya...78
Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Mart 2016 Sayı: 34 Ayl ı k sürel i yay ı n Çağın büyük dramı: Suriyeli mülteciler ve dünya...78 Tarihe sığmayan bir destan: Çanakkale...32 Türk demokrasisinin görkemli anıtı: TBMM Binası...66 Hocalı Katliamı’nın 24. yıldönümü...12 ISSN 2147-6616 9 772147 661000 34 Parlamento TPB Mart 2016 Sayı: 34 Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Çağla Taşkın Enver Uygun Evren Özesen Gökçe Doru İrem Coşkunseven Nehir Öztürk Nil Özben Orhan Gülenay Pınar Çavuşoğlu Zeynep Yiğit Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner Genel Koordinatör İsmail Demir TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN 21, 22, 23, 24. Dönem Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI 23, 24, 25. Dönem Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Ömer Faruk ÖZ Genel Sayman 23. ve 24. Dönem Malatya Milletvekili Ramazan Kerim ÖZKAN 22, 23, 24. Dönem Burdur Milletvekili Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA T: 0312 395 06 08 Basım Tarihi: 02.03.2016 MART 2016 İÇİNDEKİLER 32 ÇANAKKALE TARIHE SIĞMAYAN BIR DESTAN MILLETVEKILLERINDEN ÇANAKKALE ZAFERI DEĞERLENDIRMESI AVUSTRALYA BÜYÜKELÇISI JAMES LARSEN VE PROF. DR. TEMUÇIN FAIK ERTAN ILE SÖYLEŞI 28 Bir milletvekili, asli görevi Ertan Yülek: olan yasama faaliyetlerini aksatmadan seçmenlerine zaman ayırmalıdır GELIBOLU YARIMADASI TARIHÎ MILLÎ PARKI TARIHÎ BELGELERDE ÇANAKKALE 74 Demokrasinin vazgeçilmez Ahmet Küçük: bir unsuru olan muhalefet, doğru bir siyasetle iktidar üzerinde baskı yaratarak ülke için faydalı hizmetler yapılmasına katkı sağlar DEMOKRASİSİNİN GÖRKEMLİ ANITI 66 TÜRK TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BİNASI 78 ÇAĞIN BÜYÜK DRAMI: SURIYELI MÜLTECILER VE DÜNYA 12 HOCALI KATLİAMI, TBMM GENEL KURULU’NDA KINANDI 90 TBMM TUTANAKLARINDA ISTIKLAL MARŞI’NIN KABULÜ 106MHP SAMSUN MILLETVEKILI ERHAN USTA ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI 4 BAŞKAN’IN MESAJI 5 BIRLIK’TEN 10 HABERLER 16 DÜNYADAN 86 TARIH SAHNESI - 8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ 102 KITAP 104 MÜZIK 105 FILM 107 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI 110 UNUTMAYACAĞIZ ÖZGÜRLÜK, EŞITLIK, KARDEŞLIK 20 TEMELLI DEMOKRASI YOLCULUĞU FRANSA SEYRİNİ DEĞİŞTİREN 96 ŞİİRİN BİR GARİP ADAM ORHAN VELI KANIK BEYAZ 100 TESPİHİM EYLERİM NİYAZ BAŞKAN’IN MESAJI SURIYELI MÜLTECILER VE DÜNYANIN INSANLIK SINAVI İ nsanların doğup büyüdüğü, ait olduğu toprakları terk etmek zorunda kalmaları çok eski çağlardan bu yana yaşanan bir durumdur. Tarihin ilk dönemlerinden itibaren topluluklar çeşitli sebeplerle vatanlarından ayrılmış, yeni yurt bulmak için yollara düşmüştür. İnsanların etnik veya dinî kimlikleri dolayısıyla topraklarını terk etmeye zorlanmalarıyla da sıkça karşılaşılmıştır. Türkiye’nin tarihî geleneği, göç olgusunun bizim tarafımızdan Batılılardan farklı değerlendirilmesini sağlıyor. Ekonomik şartlara dayalı uzun bir konar-göçer hayatı yaşayan milletin fertleri olmak konuya bakışımızı etkiliyor. Manevi dünyamızda ise yurdundan edilmenin derin izlerini taşıyoruz. Öncelikle yüce dinimiz İslamiyet’i benimseyen ilk müminlerin Mekke’deki baskılardan kaçarak başta Habeşistan olmak üzere farklı topraklara göçtüğünü biliyoruz. Daha sonra yine Mekke’deki zulümden korunmak üzere Peygamber Efendimizin ümmetiyle birlikte Medine’ye hicret ettiğini unutmuyoruz. Tarih içinde Türklerin göçle ilişkisinde dikkat çeken başka bir husus ise yurdundan sürülen veya kaçmak zorunda kalan insanlara sahip çıkmakla ilgilidir. Endülüs’teki hoşgörüye dayalı İslam devletinin yıkılışından sonra bölgede hakimiyet kuran İspanyollar, yüzyıllardır o topraklarda yaşayan Müslümanlarla birlikte Yahudileri de vatanlarından kovduğunda onlara kucak açan Kanuni Sultan Süleyman olmuştu. 19. yüzyılın ilk yarısında ülkelerindeki siyasi karışıklıktan kaçan Polonyalılar da Osmanlı Devleti’ne iltica etmişti. Aynı dönemde Kafkasya’daki Rus yayılmacılığı ve Balkanlar’daki karışıklık, milyonlarca Müslümanın akın akın Anadolu’ya gelmesine yol açtı. Uzun yıllara yayılan büyük çaplı nüfus hareketlilikleri II. Dünya Savaşı’na kadar dünya kamuoyunun gündemine oturmadı. Bunda en büyük sebep Avrupa’nın o güne kadarki göç dalgalarından etkilenmemesiydi. Ne zaman ki göç olgusu Avrupa için ciddi bir sorun teşkil etti, o dönemden sonra meseleye uluslararası platformlarda çözüm arayışına girildi. 1950’de BM Mülteciler Yüksek Komiserliği kuruldu. Ancak 21. yüzyılın başından itibaren Orta Doğu’nun içine düştüğü mülteci krizine çözüm bulunamadı. 5. yılına giren Suriye İç Savaşı ise sorunun vahametini tüm boyutlarıyla gözler önüne serdi. Türkiye, yanı başında yaşanan bu insanlık dramına ilk günden itibaren kayıtsız kalmadığını gösteriyor. Uyguladığımız “açık kapı” politikasıyla ülkemize sığınan mültecilerin eğitimden sağlığa, sosyal ihtiyaçlardan istihdama tüm gereksinimlerini karşılamaya, onların yarasını sarmaya çabalıyoruz. Bu bizim için tarihimizden ve kültürümüzden gelen bir insanlık vazifesidir. Topraklarına mülteci kabul etmeyen veya ülkelerine sığınmış kişilere insanlık dışı muamele gösteren devletlerin yanında Türkiye insanlığın geleceği adına umut veren işlere imza atıyor. 3 milyona yakın Suriyeliye kucak açan ülkemiz mülteciler için milyarlarca dolar harcayarak da insanlık onuru adına önemli bir vazifeyi yerine getiriyor. Temennimiz, kağıt üstünde insan haklarının hamiliğine soyunan, bu konularda kendini kriter belirleme konumunda gören devletlerin Türkiye’nin tavrından ders almalarıdır. Şüphesiz ki tarih, yurdunu terk etmek zorunda kalanlara insani bir görev anlayışıyla dinlerine, dillerine, renklerine bakmaksızın kapılarını açan Türkiye ile onları tel örgüler ardında açlığa, hatta ölüme sürükleyen devletler arasındaki farkı yazacaktır. 4 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı 22, 23, 24. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili TEMENNIMIZ, KAĞIT ÜSTÜNDE INSAN HAKLARININ HAMILIĞINE SOYUNAN, BU KONULARDA KENDINI KRITER BELIRLEME KONUMUNDA GÖREN DEVLETLERIN TÜRKIYE’NIN TAVRINDAN DERS ALMALARIDIR. BİRLİK’TEN “DÜNDEN BUGÜNE SOHBETLER”IN ILK KONUĞU FERRUH BOZBEYLI OLDU TÜRK Parlamenterler Birliği (TPB) 40’ıncı kuruluş yıldönümü faaliyetleri çerçevesinde “Dünden Bugüne Sohbetler” düzenlemeye başladı. Belirli aralıklarla devam edecek toplantıların ilk konuğu TBMM eski Başkanı Ferruh Bozbeyli oldu. Duayen siyasetçinin geçmişten günümüze uzanan sohbeti ilgiyle dinlendi. 9 Şubat’ta İller Bankası Sosyal ve Eğitim Tesisleri’nde gerçekleşen toplantı, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil’in sunuş konuşmasıyla başladı. 2016 senesinde düzenlenecek “Dünden Bugüne Sohbetler”in ilkinde bir siyaset çınarını ağırlamaktan memnuniyet duyduklarını ifade eden Pakdil, Ferruh Bozbeyli’nin hayat ve siyaset yolculuğuna dair kısaca bilgi aktardı. 1965-1970 yılları arasında TBMM Başkanlığı yapan Bozbeyli’nin Yalnız Demokrat isimli hatıratında ülkemizin yakın tarihiyle ilgili çok ciddi tespitler ve ilginç anekdotlar bulunduğuna işaret eden Pakdil, “Büyüğümüz, ağabeyimiz, Sayın Başkanımız Ferruh Bozbeyli’ye sohbet toplantımıza iştirak ettikleri için çok teşekkür ediyorum. Türk siyasetinin bir duayeni olarak kendisine hayırlı ömürler diliyorum” dedi. Nevzat Pakdil, toplantıya katılanlara da teşekkür etti. TBMM eski Başkanı Ferruh Bozbeyli konuşmasına Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil ve toplantıya katılanlara teşekkür ederek başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı yıllardan günümüze çeşitli konulardaki değerlendirmelerini dinleyicilerle paylaşan Bozbeyli, 1946 seçimleriyle ilgili bir anısını şöyle anlattı: “1946’da seçimler yapıldığında 19 yaşındaydım, henüz oy hakkım yoktu. Seçimlerde Hatay Yayladağı’da beni müşahit yazdılar. O zaman ‘açık oy, gizli tasnif’ vardı. ‘Böyle şey olur mu?’ diye itiraz edince bana kızdılar, ‘Halk oy verir, devlet sayar’ dediler. Benim müşahit gittiğim köyün sandığından Demokrat Parti için bir tane oy çıktı. ‘Bunu sen attın’ diye üzerime geldiler. Oysa ben atmamıştım, zaten oy hakkım da yoktu. Buna rağmen ikna olmadılar. Bizi köyden Yayladağı’na götürecek taksiye binmemi istemediler. Taksi şoförü de De- 5 mokrat Partiliymiş, benim durumumu öğrenince ‘Sen geç arabaya, yalnızca seni götüreceğim’ dedi. Biz o şekilde Yayladağı’na geldik. Esasında Türkiye’nin meselelerinden biri budur; hak arama yolları kanunda yazılıdır, ama biz hâlâ canımız nasıl istiyorsa öyle yapıyoruz bazı işleri. Beni arabaya bindirmek istemeyenler de, taksi şoförü de canının istediği gibi davranmıştır. Her ikisi de doğru değildir.” “Yassıada’da karşılaştığım olaylar beni siyasete yönlendirdi” Ferruh Bozbeyli, sohbet sırasında başta 27 Mayıs 1960 olmak üzere Türkiye’nin darbe ve muhtıra dönemleriyle ilgili değerlendirmelerde de bulundu. Yassıada yargılamaları sırasında Trabzon Milletvekili Prof. Dr. Osman Turan’ın avukatlığını üstlendiğini hatırlatan Bozbeyli, o günlere dair unutamadığı bazı olayları şöyle anlattı: “Yassıada’da çok garip şeyler oldu. Mesela Adnan Menderes’e bir soru soruluyor, ‘Hatırlamıyorum beyefendi’ cevabını veriyor, bütün dinleyiciler gülüyor; serbestti bu hareket. Yassıada’da duruşmalar bitince iddia makamına bir ay süre verdiler, müdafaaya ise on gün… Üstelik bu on günün bir günü müvekkillerle görüşmeye ayrıldı. Hiç unutmuyorum, çarşamba günüydü, biz avukatlar Yassıada’ya gideceğimiz Fenerbahçe Vapuru’na binmek üzere saat 08:00’de rıhtıma geldik. Bir de baktık ki müvekkillerimizle görüşeceğimiz gün vapur bozulmuş. Bize ‘Kendiniz bir motor bulup gidebilirsiniz’ dediler. Bu arada birtakım tartışmalar yaşandı, sonunda bir motor bulundu ve Yassıada’ya gittik. Şimdi, gözünüzle görmezseniz inanmazsınız, bir basketbol sahasını düşünün. Demokrat Parti’nin on yıllık grup zabıtlarını bir yere yığmışlar, onun yanına da on yıllık Meclis zabıtlarını koymuşlar. Başında da bir üsteğmen var. Bu üsteğmen avukatların her birine istediği belgeleri bulup verecek. Bu mümkün mü? Herkes rastgele bir zapta bakıyor. Osman Turan Bey daha evvel bana 1958 senesindeki bir toplantıda yaptığı konuşmadan bahsetmişti. Ben de o seneye ait rastgele bir tarih söyledim. Tesadüf eseri aradığım zabıt karşıma çıktı. İşime yarayacak 6 BIRLIK’TEN yerleri not alırken müvekkilimle görüşmek üzere ismim okundu. Üsteğmene ‘Bunu şöyle bir kenara bırakayım da müvekkilimle görüşüp geleyim’ dedim. Üsteğmen ‘Hayır’ dedi ve pat diye kapattı dosyayı. Osman Turan Bey’le görüştüğümüz yerde ise gürültüden neredeyse kimse kimseyi duyamıyordu. Herkes birbirini anlamakta güçlük çekiyordu. Bunun adı da müvekkille görüşmek oluyordu. Yassıada’da karşılaştığım olaylar beni siyasete yönlendirdi.” “Aç midemiz beklerken tarhana çorbası…” Ferruh Bozbeyli, konuşması sırasında TBMM Başkanlığı dönemindeki hatıralarını da paylaştı. Bozbeyli’nin “Bazen yanlış şeyler de yapmadık değil” diyerek anlattığı, dinleyicilere tebessüm ettiren bir hatırası şöyleydi: “Bir Ramazan günü iftara yakın saatlerde Meclis tenhalaşmıştı. Bütçeyle ilgili konuların açık oylamaya sunulması için bir tasnif heyeti kurmak gerekiyordu. Bir torbanın içinden milletvekillerinin isimlerini çekiyordum. Fakat tenha bir saat olduğu için Meclis’te şu milletvekili yok, bu milletvekili yok diye zapta geçmemesi için torbadan kim çıkarsa çıksın orada bulunan bir kişinin ismini söylüyordum. Elimi torbaya attım ve ‘Necip Mirkelamoğlu’ dedim. Meğer Mirkelamoğlu da oruçluymuş. İsmini söylediğim için tasnif bitinceye kadar beklemesi gerekecekti. Bir süre sonra kendisinden bir not geldi. Şöyle yazıyordu: ‘Aç midemiz beklerken tarhana çorbası, bize oyun oynadı Bozbeyli’nin tasnif torbası.’ Sonradan Mirkelamoğlu’na ‘Bu oyunu torba oynamadı, ben oynadım’ dedim ve hadiseyi anlattım.” Ferruh Bozbeyli, katılımcıların sorularını da yanıtladığı sohbet sırasında demokrasi kültürünün benimsenmesinin ve insanların birbirlerine karşı saygılı ve hoşgörülü olmasının önemini vurguladı. Büyük ilgi gören toplantının sonunda Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Ferruh Bozbeyli’ye Kahramanmaraş’a özgü sim sırma ile işlenmiş tuğranın yer aldığı bir tablo takdim etti. Parlamento TPB 3 YAŞINDA TÜRK Parlamenterler Birliği’nin aylık yayın organı TPB Parlamento dergimiz üç yaşına girdi. Mart 2013’ten bu yana yayımlanan TPB Parlamento’nun her sayısında siyasetin dünü ve bugününe dair haber, yazı ve röportajlar yer alıyor. Dergide Türkiye’nin yakın tarihine damga vurmuş olaylar ve günümüzdeki önemli gelişmeler “Dosya” başlığı altında sunuluyor. “Dosya” sayfaları, ele alınan konunun çeşitli yönleriyle değerlendirildiği makale ve röportajların yanı sıra tarihî fotoğraf ve belgeler içeriyor. Geçmiş dönemlerde milletvekilliği ve bakanlık yapmış değerli isimlerle gerçekleştirilen söyleşiler TPB Parlamento’nun en dikkat çekici bölümleri arasında yer alıyor. Yakın siyasi tarihimizdeki olayların perde arkasına ışık tutan bu söyleşiler, hatıralarla renkleniyor. “Siyasetten Sivil Topluma” köşesinde milletvekilliği sona erdikten sonra ülkeye ve topluma hizmet etmeyi bir sivil toplum kuruluşunun yönetiminde yer alarak sürdüren isimlerle yapılmış söyleşiler okurlara sunuluyor. TBMM Başkanı, Bakanlar, Komisyon Başkanları ve Dostluk Grubu Başkanları da çeşitli sayılarda TPB Parlamento’nun söyleşi konukları arasında yer alıyor. “Dünya Demokrasi Tarihi” köşesi her sayıda bir ülkeye ayrılıyor. Kuruluş yıllarından günümüze uzanan süreçte ülkelerin siyasi tarihinin demokrasi ekseninde ele alındığı bölüm dikkat çekici fotoğraflarla zenginleşiyor. “Dünyadan” sayfalarında ise çeşitli ülkelerden günümüze dair siyasi gelişmelere yer veriliyor. Türk Parlamenterler Birliği’nin yurt içi ve yurt dışındaki faaliyetleri “Birlik’ten” köşesinde okurlara sunulurken başta yasama faaliyetleri olmak üzere ülkemizdeki çeşitli gelişmeler “Haberler” sayfalarında yer alıyor. TPB Parlamento siyasetle ilgili haber, yazı ve röportajların yanı sıra kültür, sanat ve sosyal medya köşeleriyle de dikkat çekiyor. Ülkemizin eşsiz tarihî ve kültürel değerleri “Kültür Varlıklarımız” bölümünde; raflar ve beyazperdedeki yeni eserler ise “Kitap-FilmMüzik” sayfalarında tanıtılıyor. Her sayıda edebiyat ve sanat hayatımızda iz bırakmış bir sanatçının portresine yer veriliyor. Bir milletvekili ile yapılmış “Sosyal Medya Söyleşisi” ve farklı partilerden milletvekillerinin çeşitli konularda attığı tweetlerin yer aldığı “Sosyal Medya Günlükleri” derginin ilgi çekici bölümleri arasında bulunuyor. TPB Parlamento, hayatını kaybeden milletvekillerini ise “Unutmayacağız” köşesinde saygı ve rahmetle anıyor. 7 AVRUPA KONSEYINE ÜYE ÜLKELER ESKI PARLAMENTERLERI DERNEĞI’NIN DIVAN VE GENEL KURUL TOPLANTILARI PARIS’TE YAPILDI TÜRK Parlamenterler Birliği’nin (TPB) üyesi olduğu Avrupa Konseyine Üye Ülkeler Eski Parlamenterleri Derneği’nin (FP-AP) Divan ve Genel Kurul toplantıları 25-27 Şubat 2016 tarihlerinde Fransa’nın başkenti Paris’te yapıldı. Toplantılarda Türk Parlamenterler Birliği’ni Genel Başkan Nevzat Pakdil, Millî Eğitim eski Bakanı Vehbi Dinçerler ve TPB Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Cahit Bağcı’dan müteşekkil bir heyet temsil etti. Yirmi ülkeden eski parlamenterlerin katılımıyla Fransa Meclis Binası’nda yapılan görüşmelerde önceki toplantıların tutanakları onaylandı, 2015 yılı kesin hesabı ile 2016 yılı bütçesi kabul edildi. Ayrıca, Ekim ayında Fransa’nın Lyon şehrinde yapılması öngörülen çalıştayda ele alınacak göç konusuyla ilgili olarak Raportör Ilona Graenitz tarafından üyelere bilgi verildi. Buna göre üye dernekler taslak rapor üzerindeki değişiklik önerilerini 17 Mayıs 2016 tarihine kadar gönderebilecekler. Taslak raporun son şekli 16-18 Haziran 2016’da İsveç’in başkenti Stockholm’de yapılacak seminerde ele alınacak. FP-AP Başkanı seçildi Genel Kurul’da Avrupa Konseyine Üye Ülkeler Eski Parlamenterleri Derneği (FP-AP) Başkanlığı için seçim yapıldı. Lino DeBono (Malta) ve Jerzy Jaskiernia’nın (Polonya) katıldığı seçim neticesinde DeBono iki yıllık süre için FP-AP Başkanı oldu. Başkan yardımcılıklarına ise Michel Fourré (Fransa), Ilona Graenitz (Avusturya), Rune Rydén (İsveç) ve Jerzy Jaskiernia (Polonya) seçildi. Türk Parlamenterler Birliği heyeti Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Hakkı Akil’i de makamında ziyaret ederek çeşitli konularda görüş alışverişinde bulundu. 8 BIRLIK’TEN TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ’NDEN UMRE ZİYARETİ TÜRK Parlamenterler Birliği’nin (TPB) üyelerine yönelik faaliyetleri arasında yer alan yurt içi ve yurt dışı ziyaret programları devam ediyor. Birlik tarafından son olarak 23-30 Ocak 2016 tarihlerinde umre ziyareti düzenlenirken bu tür organizasyonların önümüzdeki dönemde de gerçekleştirileceği belirtiliyor. Türk Parlamenterler Birliği, bir zamanlar Osmanlı toprağı olan Balkan ülkelerine 23-29 Mayıs 2014 tarihlerinde bir gezi düzenledi. Bu keyifli Balkan gezisinin ardından 13-17 Kasım 2014 tarihlerinde Endülüs turu yapıldı. Tarihî kentleriyle İspanya’nın en çok turist çeken bölgeleri arasında yer alan Endülüs’teki gezi programına katılanlar Malaga, Sevilla, Cordoba ve Granada’yı görme fırsatı buldu. Rehber eşliğinde gerçekleştirilen gezi büyük ilgi gördü. TPB, 25 Aralık 2014-3 Ocak 2015 tarihleri arasındaki umre ziyaretinin ardından ülkemizin birbirinden değerli tarihî ve kültürel mekanlarının gezilip görülebileceği programlar organize etti. Bu çerçevede son olarak 9-10 Aralık 2015 tarihinde “Gönüllerin Şehri” Konya’ya bir gezi düzenlendi. Türk Parlamenterler Birliği’nin üyelerine yönelik faaliyetleri 2016 yılında da devam ediyor. 23-30 Ocak günleri arasındaki umre ziyaretine katılanlar kutsal toprakları görme ve bu topraklarda ibadet etme heyecanı ve mutluluğunu yaşadı. NEVZAT PAKDİL, MTTB’Lİ GENÇLERİ KABUL ETTİ TÜRK Parlamenterler Birliği (TPB), Millî Türk Talebe Birliği (MTTB) üyesi gençleri ağırladı. MTTB’nin Elazığ ve Edirne şubelerinden üniversiteli gençler, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil’i Genel Merkez’deki makamında ziyaret etti. Görüşmede Nevzat Pakdil ülke gündemindeki konularla ilgili değerlendirmelerini gençlerle paylaştı. Keyifli bir sohbetin gerçekleştirildiği ziyarette TPB Parlamento Dergisi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet de yer aldı. 9 HABERLER BAŞBAKAN DAVUTOĞLU TERÖRLE MÜCADELE EYLEM PLANI’NI AÇIKLADI tehdit ederse mutlak surette durdurulacağını ve engelleneceğini vurgulayan Davutoğlu, “Hepimizin özgürlüğünü, güvenliğini, hayatını, onurunu teminat altına alan bir kamu düzeninden bahsediyorum. Herkesin eşit olarak pay sahibi olduğu bir kamu düzeni... Burada kesinlikle teröristle halk ayrılacak. Halka şefkat, teröriste kudret ile muamele edilecek” diye konuştu. “Bütün yaralar sarılacak” BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, “Kardeşlik Buluşmaları Mardin Konferansı”nda Terörle Mücadele Eylem Planı’nı açıkladı. Eylem Planı’nın 10 temel esasa dayandığını ve birinci ayağının “psikolojik unsur” olduğunu belirten Davutoğlu, “Bu dönemde, geçmişte olduğu gibi millet vicdanı ve hikmetiyle devlet aklını birleştireceğiz. Millet ve devlet arasındaki farklar tümüyle ortadan kalkacak, parçalayıcı ulusçuluk anlayışı yerine birleştirici, bütünleştirici millet anlayışı ve insan odaklı devlet anlayışını yerleştireceğiz” dedi. Başbakan Davutoğlu, Eylem Planı’nda ikinci önemli ayak olarak kamu düzeninin inşa edileceğini bildirdi. Hangi gerekçeyle olursa olsun, kamu düzenini kim 10 Başbakan Ahmet Davutoğlu, Eylem Planı’ndaki üçüncü temel ayağın kapsamlı bir demokratik reform süreci olduğunu belirterek, Türkiye’nin bütün vesayet kurallarının değiştirilmesi çağrısında bulundu. Davutoğlu, Eylem Planı’nın dördüncü ayağı olarak ifade ettiği “sosyal seferberlik” ile ilgili şunları söyledi: “Bakanlar Kurulu olarak tam bir sosyal seferberlik ilan ediyoruz. Bütün yaralar sarılacak. Biz ki Somali’nin, Gazze’nin, Myanmar’ın yaralarını sarmışız, 2,5 milyon Suriyelinin yarasını sarmışız. Allah’ın izniyle bu milletin ola ki yerin- den göç etmek durumunda kalmış her bir ferdinin yarasını sarar, gözyaşlarını dindirir, bağrımıza basar, geleceğe onları en iyi şekilde hazırlarız. İlk andan itibaren gerekli hazırlıkları yapmıştık. Şimdi de çok kapsamlı bir iş bölümüyle Aile Sosyal Destek Programı’nı bölgeden başlatıyoruz. Sur’dan, Cizre’den, Silopi’den çıkıp otellerde ya da evlerde kalmak durumunda olanlara her ay düzenli kira yardımı yapılıyor ve yapılacak. Onlar huzur içinde uyumadıkça Ankara’da bize huzur haramdır. Her türlü ihtiyaçları karşılanacak. Yakılıp yıkılan okulları imar edeceğiz. Hastanelerimizi, sağlık tesislerimizi en iyi şekilde tekrar imar edeceğiz. Sivil toplum kuruluşlarımızla birlikte çok ciddi bir sosyal seferlik ilan ediyoruz.” Davutoğlu, Eylem Planı çerçevesinde beşinci olarak “ekonomik kalkınma hamlesi” gerçekleştirileceğini açıkladı. 13 yıl içinde ayağa kaldırılan bölge ekonomisinin daha da güçlendirileceğini belirten Davutoğlu şöyle devam etti: “Kimse merak etmesin, Diyarbakır Çarşısı, Mardin ya da Silopi, neresi olursa olsun bütün vatandaşlarımızın terörden kayıplarını telafi edeceğiz. Onlar yangın çıkardılar, biz yangın yerinde bir gülistan inşa edeceğiz inşallah. Doğu ve Güneydoğu’da işveren ve sigortalıların ödeme güçlüğü nedeniyle oluşan prim borçları, hiçbir gecikme zammı ödenmeksizin ertelenecek. Çiftçilerimize ve esnafımıza faizsiz kredi sağlanacak. İstihdam artışını sağlayacak şekilde yepyeni bir hamle başlatacağız. 2016-2018 arasında sadece GAP bölgesine 26,5 milyar Türk Lirası yatırım yapacağız. Onlar yıkmaya biz yapmaya geliyoruz. Onlar tahrip etmeye biz inşa etmeye geliyoruz.” Millî birlik ve kardeşlik Başbakan Ahmet Davutoğlu, Terörle Mücadele Eylem Planı’nın altıncı ayağının mekanların ihyası olduğunu kaydederek, bu çerçevede Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yeni bir yasal düzenleme içinde bulunduklarını söyledi. Davutoğlu, Mardin, Diyarbakır, İznik, Amasya, Sivas, Kırşehir gibi doğu ve ba- tıdaki tarihî dokuya sahip bütün şehirlerin ihya çalışmalarını yapacaklarını ifade etti. Eylem Planı’ndaki yedinci ayağın algı operasyonlarına karşı etkin bir iletişim stratejisi uygulanması olduğunu bildiren Davutoğlu, “Her yerde mutlaka bir iletişim birimi oluşacak ve halkımıza ulusal ve uluslararası düzeyde bütün bir dünyada olan bitenle ilgili en etkin iletişim stratejileriyle bilgiler aktarılacak” dedi. Planda sekizinci ayak olarak yeni yasal ve idari düzenlemelerin yapılacağını kaydeden Başbakan Davutoğlu, “Büyükşehir Yasası, yerinden yönetim anlamında aslında Tanzimat’tan bu yana en kapsamlı yasaydı, ama istismar edildi. Maalesef öylesine hizmet aksamaları söz konusu oldu ki kendilerinden olmayan ilçe belediyelerine dönük ne tür yaptırımlar uygulandığını görüyoruz. Bu çerçevede, edinilen tecrübeler ışığında, yerel yönetimlerin yetkileri genişletilecek, ama yerel yönetimlerin istismar edilmesine de asla izin verilmeyecek” dedi. Davutoğlu, yapılan her harcamanın en etkin şekilde denetleneceğini ifade etti. “Elinde silah olan kimseyi muhatap almayacağız” Eylem Planı’nın dokuzuncu ayağında millî birlik ve kardeşlik anlamında yeni bir dönem başlayacağını söyleyen Davutoğlu, bu konuda gazetecilerin kendisine “Muhatap kim?” sorusunu yönelttiğini aktararak, “Bütün illerde ve ilçelerde sivil toplum kuruluşlarından, kanaat önderlerinden, o bölgede herkesin saygı duyduğu insanlardan oluşan İstişare Meclisi kurulması talimatını kaymakamlara, valilere verdim. Herkesi muhatap alacağız, ama elinde silah olan kimseyi muhatap almayacağız. Önce silahları bırakacaklar” diye konuştu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Terörle Mücadele Eylem Planı’nın onuncu ve son ayağıyla ilgili olarak şunları söyledi: “Onuncu olarak, sadece Türkiye’de değil, bütün Orta Doğu’da yeni bir kardeşlik döneminin başlaması için Orta Doğu, Balkanlar, Kafkaslar bütün bu bölgede kapsamlı bir birleştirici ruh hareketi başlatıyoruz.” 11 HOCALI KATLİAMI, 24. YILDÖNÜMÜNDE TBMM GENEL KURULU’NDA KINANDI 24 yıl önce Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında Ermenistan’a bağlı kuvvetler tarafından gerçekleştirilen “Hocalı Katliamı”, TBMM Genel Kurulu’nda kınandı. 26 Şubat 1992 tarihinde 83’ü çocuk, 106’sı kadın, 70’i yaşlı olmak üzere toplam 613 Azeri sivilin katledildiği olayla ilgili değerlendirmelerde bulunan milletvekilleri, uluslararası kamuoyuna Hocalı’da yaşananlara karşı duyarlı olunması çağrısı yaptı. TBMM Genel Kurulu’nun 26 Şubat 2016 tarihindeki birleşiminde söz alan Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Mehmet Naci Bostancı, 24 yıl önce Hocalı’da bir insanlık dramı yaşandığını belirterek, “613 sivil insafsız, vahşice, alçakça saldırılarla hayatını kaybetti. 1275 kişi yaralandı, 150 kayıp var” dedi. Bu tür katliamlara karşı duyarlı olmanın önemine işaret eden Bostancı, “Hocalı Katliamı’nı gerçekleştirenleri kınıyor, uluslararası toplumu da bu konuda daha fazla duyarlılığa davet ediyorum” diye konuştu. 12 HABERLER Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Levent Gök, Hocalı Katliamı ve bu katliama benzer olayların barışa ne denli ihtiyaç duyulduğunu gösterdiğini kaydederek, “Yurtta sulh, cihanda sulh ilkesini benimsemiş bir partinin mensupları olarak tüm ülkelerin kendi aralarındaki sorunları siyaseten çözmelerini ve özellikle masum insanların hayatına kasteden bu tür olayların dünya gündeminden çıkmasını arzu ediyoruz” dedi. Gök, Hocalı Katliamı’nda hayatını kaybedenleri bir kez daha saygıyla andığını söyledi. Halkların Demokratik Partisi Grup Başkanvekili İdris Baluken “Hocalı’da yaşanan katliamı Halkların Demokratik Partisi olarak kınıyor, ülkemizin de içinde bulunduğu bu coğrafyada benzer katliamların yaşanmamasını temenni ediyoruz” derken, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Erkan Akçay şu ifadeleri kullandı: “Hocalı’da yaşananlar tereddütsüz bir soykırımdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu olayın soykırım olarak kabul edilmesini, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu yönde bir irade göstermesini istiyoruz.” “İnsanlık tarihine bir utanç belgesi olarak geçmiştir” TBMM Genel Kurulu’nda Hocalı Katliamı’na yönelik değerlendirmelerde bulunan TBMM Başkanı İsmail Kahraman, konuyla ilgili bir de mesaj yayımladı. İnsanlık tarihinin en büyük katliamlarından birinin Dağlık Karabağ’da gerçekleştirildiğini ifade eden Kahraman, “Bilinmelidir ki Türkiye ve Azerbaycan aynı coğrafyada yer alan kardeş iki devlettir ve Azerbaycan’ın haklı davasına ve mağduriyetine Türkiye’nin kayıtsız kalması düşünülemez. Bu sadece kardeşlik vecibesi değil, aynı zamanda insanlık borcudur” dedi. Kahraman, Hocalı’da yaşanan vahşetin insanlık tarihine bir utanç belgesi olarak geçtiğine işaret ederek, “Millet olarak 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Irak’ta ve Yemen’de maruz kaldığımız katliamlar gibi Hocalı Katliamı da ne yazık ki unutturulmak istenmektedir. Tüm dünya medyasının, tanıklık ettikleri bu katliamın sorumlularını hatırlamak istememeleri son derece düşündürücü ve ibret vericidir” yorumunu yaptı. İsmail Kahraman, Hocalı’da vahşice katledilmiş masum insanları rahmetle andığını belirtti. TBMM Dışişleri Komisyonu’nun AK Parti, CHP ve MHP’li üyeleri, Hocalı Katliamı’nın 24’üncü yıldönümü nedeniyle ortak bir bildiri yayımladı. Katliamın sorumlularının uluslararası hukukta yargı önüne çıkarılması ve Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından bir an önce çekilmesi çağrısında bulunulan bildiride şu ifadelere yer verildi: “Türkiye olarak, Azeri kardeşlerimizin bundan tam 24 yıl önce Hocalı’da karşı karşıya kaldıkları hunharca saldırı ve katliamı her zaman kalbimizin en derinlerinde hissediyor, bu acıyı en içten duygularımızla paylaşıyoruz. Ermenistan Cumhuriyeti birliklerince gerçekleştirilen bu katliamı ve Azerbaycan topraklarının yıllardan beri devam eden işgalini kınıyoruz. İnsanlık tarihinin en kara sayfalarından biri olan Hocalı Katliamı, sonuçları itibarıyla bölge barış, huzur, güvenlik ve istikrarı açısından bugün için de bir sorun olma niteliğini korumaktadır. Sivil halka yönel- tilen bu acımasız, insanlık dışı saldırganlık ve işgal neticesinde 1 milyona yakın Azerbaycanlı kardeşimiz yurtlarından ayrılmak zorunda kalmış ve 20 yılı aşkın bir süreden bu yana kaçkın hayatı yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Olayın şahitleri, kurbanları hâlâ hayattadır. Dolayısıyla Hocalı’da yaşanan olaylar tarihî bir olay değil, günümüzün bir gerçeği olarak görülmelidir.” Bildiride, insanlık adına kara bir leke olan bu tür saldırgan eylemlerin tekrarlanmaması için uluslararası toplumun Hocalı Katliamı’na hak ettiği önemi vermesi ve gerekli tepkiyi göstermesi gerektiği de vurgulandı. Türkiye-Azerbaycan Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Necdet Ünüvar ise yayımladığı mesajda Türkiye ve Azerbaycan arasında kardeşlik temeline dayanan ilişkilere değindi. Yakın tarihte çok güzel işlere imza atmanın mutluluğunun ve çok büyük acılara şahit olmanın acısının birlikte yaşandığını ifade eden Ünüvar, Ermenilerin 26 Şubat 1992 tarihinde masum Azerbaycan halkını çeşitli işkence yöntemleri kullanarak katlettiğini hatırlattı. Ünüvar, Hocalı’da adaletin tecelli etmesinin gelecekte yaşanabilecek benzeri katliamların önlenmesi adına önemli olduğunu vurguladı. 13 129 ÜLKEYLE PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU KURULACAK TÜRKIYE Büyük Millet Meclisi’nde 26. Dönem’de 129 ülkeyle parlamentolararası dostluk grubu kurulacak. Ülkeler arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine önemli katkıları bulunan dostluk gruplarının kurulmasıyla ilgili TBMM Başkanlığı Tezkeresi, Genel Kurul’da kabul edildi. 26. Dönem’de parlamentolararası dostluk grubu kurulacak ülkeler şöyle: ABD, Afganistan, Almanya, Arjantin, Arnavutluk, Avustralya, Avusturya, Azerbaycan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Bangladeş, Belarus, Belçika, Benin, Bolivya, Bosna Hersek, Botsvana, Butan, Brezilya, Bulgaristan, Burkina Faso, Cezayir, Cibuti, Çek Cumhuriyeti, Çin, Danimarka, Dominik Cumhuriyeti, Ekvator, Endonezya, Estonya, Etiyopya, Fas, Fildişi Sahili, Filistin, Finlandiya, Fransa, Gabon, Gambiya, Gana, Gine, Guatemala, Güney Afrika, Güney Kore, Gürcistan, Hırvatistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İran, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Jamaika, Japonya, Kamerun, Kanada, Karadağ, Katar, Kazakistan, Kamboçya, Kenya, Kırgızistan, KKTC, Kolombiya, Komorlar, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Kosova, Kostarika, Kuveyt, Küba, Letonya, Litvanya, Liberya, Lübnan, Mauritius, Macaristan, Madagaskar, Makedonya, Maldivler, Mali, Malta, Meksika, Moğolistan, Moldova, Moritanya, Mozambik, Namibya, Nepal, Nijer, Nijerya, Norveç, Oman, Özbekistan, Pakistan, Panama, Paraguay, Peru, Polonya, Portekiz, Romanya, Ruanda, Senegal, Seyşeller, Sırbistan, Singapur, Slovakya, Slovenya, Somali, Sri-Lanka, Sudan, Suudi Arabistan, Şili, Sierra Leone, Tacikistan, Tanzanya, Tunus, Türkmenistan, Uganda, Ukrayna, Uruguay, Ürdün, Venezuela, Yemen, Yeni Zelanda, Zambiya. BESTEKAR VE GÜFTEKAR PARLAMENTERLER “DOSTLAR MECLİSİ”NDE SIYASETIN yanı sıra müzikle de ilgilenen parlamenterler, beste ve güfteleriyle TRT Müzik kanalındaki “Dostlar Meclisi” programına konuk oluyor. Program Danışmanı ve 17. Dönem Sivas Milletvekili Ruşen Işın, “TRT arşivlerinde, parlamenterlik yapmış arkadaşlarımızın bin civarında eseri bulunmaktadır. Amacımız, bu eserleri toplumla buluşturmak ve parlamenterlerin sosyal yönünü halkımıza tanıtmaktır” dedi. “Dostlar Meclisi” programı ile ilgili çalışmaların 2014 yılında başladığını ve 17. Dönem Ağrı Milletvekili İbrahim Taşdemir’le birlikte proje danışmanlığını üstlendiklerini ifade eden Ruşen Işın şunları söyledi: “2015 yılında hazırlıklar tamamlandı ve TRT Arı Stüdyosu’nda çekimler yapıldı. Ali Coşkun, Mehmet Yazar, Necati Çetinkaya, Güneş Müftüoğlu, Yasin Hatipoğlu, Şükrü Ünal, Halil Ürün, Mehmet Onur, Yılmaz Karakoyunlu, Faruk Demir, İbrahim Taşdemir ve benim konuk olduğumuz programlar geçtiğimiz yıl mayıs, haziran ve temmuz aylarında her cuma günü TRT Müzik kanalında yayımlandı. ‘Dostlar Meclisi’ programı beklenenin üzerinde bir ilgi gördü. TRT Müzik kanalı koordinatörleri de çekimlerden ve yayından memnun kaldıklarını ifade ettiler.” 14 HABERLER Ruşen Işın, TRT yetkililerinin “Dostlar Meclisi” programının devamı yönünde karar aldığını bildirerek, “2016 yılı programı için 13 parlamenter arkadaşımızla çekimler yapılacak. Biz konuya ilişkin olarak hem Türk Parlamenterler Birliği hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilgili birimi aracılığıyla gerekli duyuruları yapmış bulunmaktayız. Öte yandan, parlamenterlerimizin eserlerinden oluşan konserlerimiz de devam etmektedir” dedi. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI’NDEN - ÜYE AIDATLARIMIZ 17. OLAĞAN GENEL KURUL KARARIYLA 2016 YILINDA YILLIK 120 TL’DIR. - BANKALAR TARAFINDAN MÜŞTERILERINE ULUSLARARASI BANKA HESAP NUMARASI (IBAN) VERILMEKTEDIR. ÜYELERIMIZIN AIDATLARINI YATIRIRKEN PROBLEM YAŞAMAMALARI IÇIN BIRLIĞIN IBAN NUMARASI AŞAĞIDA BELIRTILMIŞTIR. - BILINDIĞI GIBI 2002’DE YILLIK 30 TL OLAN ÜYE AIDATLARI 2004 YILINDAN ITIBAREN 60 TL VE 2013 YILINDAN BERI 120 TL’DIR. GERIYE DOĞRU AIDAT BORÇLARININ BUNA GÖRE HESAPLANMASI VE BIRLIĞIMIZIN AŞAĞIDAKI HESAP NUMARASINA YATIRILMASI; 5253 SAYILI DERNEKLER KANUNU’NA GÖRE, ALINAN AIDATLARIN BELGESINE ÜYELERIN TC KIMLIK NUMARALARININ YAZILMASI GEREKMEKTEDIR. - ÜYELERIMIZIN TC KIMLIK NUMARALARINI MEKTUP VEYA TELEFONLA BIRLIĞE BILDIRMELERI RICA OLUNUR. TPB HABER PORTALI www.tpb.org.tr FAX HATTI: 0312 420 66 24 SAYIN ÜYELERIMIZ HER KONUDA BIZE ULAŞABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI ANKARA KONUKEVI: ANKARA HOTEL PİNO BAYRAKTAR MAHALLESI VEDAT DALOKAY CADDESI BAYRAKLI SOKAK NO: 35 GOP/ANKARA TEL: 0312 446 36 86 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 15 DÜNYADAN ABD YENİ BAŞKANINI SEÇİYOR AMERIKA Birleşik Devletleri’nde dört yılda bir gerçekleştirilen başkanlık seçimi 8 Kasım 2016’da yapılacak. Seçimde Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti birer adayla temsil edilecek. Partilerin başkan adayları ise Şubat-Haziran 2016 dönemini kapsayan beş 16 ayda eyalet bazında yapılan ön seçimlerle belirleniyor. Ön seçimlerde izlenecek yöntem ABD yasalarında açıkça tarif edilmezken, ülkenin yıllar içinde oluşan siyasi geleneği bu yarışın kurallarını belirliyor. Buna göre partiler eyaletlere göre halkın tamamına açık “Primary” veya sadece partinin kayıtlı üyelerinin oy verebildiği “Caucus” yöntemini kullanıyor. Hangi eyalette hangi sistemle ön seçim yapılacağı seçim takviminin hazırlanması sürecinde ilan ediliyor. ABD seçim sisteminin öne çıkan bir özelliği de seçmenlerin ön seçimde aslında desteklediği adayı seçmek için değil, adayı temsil edecek olan delegeleri belirlemek için oy kullanması. Her eyalete ayrılmış belli sayıdaki delege ön seçimler sonucu belirleniyor. Bu delegeler seçimden önceki ağustos veya eylül ayında toplanan kurultaylarda partilerinin başkan adayını seçiyor. Şubat ayında tamamlanan ön seçimlerde Demokrat Parti’de eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Parti’de ise işadamı Donald Trump isimleri öne çıktı. Clinton’ın en yakın rakibi Senatör Bernie Sanders olurken Trump’la yarışan aday Ted Cruz. Bugüne kadar Demokrat Parti’de eski vali Martin O’Malley, eski vali Lincoln Chafee, eski senatör Jim Webb ve Lawerance Lessing adaylığını açıklayan ancak yeterli desteği bulamadıkları için yarıştan çekilen isimler oldu. Cumhuriyetçi Parti’de yarışı bırakan aday adayları ise şunlar: Eski vali Jeb Bush, eski vali George Pataki, Senatör Linsdey Graham, Vali Bobby Jindal, eski vali Jim Gilmore, Vali Chris Christie, Senatör Rand Paul, eski vali Rick Perry, eski vali Mike Huckabee, eski senatör Rick Santorum, Vali Scott Walker ve partinin tek kadın adayı Carly Fiorina. Iowa eyaletinde yapılan seçimlerde Demokrat Parti’de Hillary Clinton, Cumhuriyetçi Parti’de ise Ted Cruz sandıktan birinci çıktı. Ancak her iki isim de arkalarındaki adayın çok az üstünde oy oranı yakalayabildi. New Hamspire’daki seçimlerde Demokrat Parti’nin birincisi, Clinton’a ciddi miktarda fark atan Sanders olurken, Cumhuriyetçi Parti’de Trump’ın ardından ikinciliği Ohio Valisi John Kasich elde etti. Güney California eyaletindeki seçimde Demokrat Parti’de Clinton, Cumhuriyetçi Parti’de Trump ipi göğüsleyen isimler oldu. 1 Mart’ta 12 eyalette yapılan seçimlerde de bu iki aday öne çıktı. Başkan Yardımcısı yarışa girmedi 2016 ABD seçiminin önemli bir özelliği, mevcut Başkan Yardımcısı’nın seçime girmemesi olarak değerlendiriliyor. ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, önemli olanın Demokrat Parti’nin adayının başkan seçilmesi olduğunu, isimlerin önemi bulunmadığını kaydetti. Biden, Demokrat Parti’nin öne çıkan başkan aday adayları Clinton ve Sanders’ın seçim çalışmaları sırasında Barack Obama döneminde elde edilen ekonomik iyileşmeyi önemsiz gibi gösterdiğini söyleyerek bu tavrı eleştirdi. Sosyal demokrat kimliğini vurgulayan Bernie Sanders’ı gelir dağılımındaki eşitsizlik ve ekonomik gücün siyaset üzerindeki etkisiyle ilgili görüşleri dolayısıyla öven Biden, bu aday adayının “Zenginliğin bir kesimin elinde yoğunlaşması bir felaket ve hiç adil değil” sözlerinin geniş kitlelerce kabul gördüğünü ifade etti. 17 BULGARİSTAN’DA TÜRKLER ÖNCÜLÜĞÜNDE YENİ BİR PARTİ KURULUYOR BULGARISTAN’DA üyelerinin çoğunluğu Türklerden oluşan Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisinden ihraç edilen eski genel başkan Lütfi Mestan, Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü İçin Demokratlar Partisi (DOST) adlı yeni bir parti kurmak için çalışmalarını sürdürüyor. Mestan partinin kuruluşuna ilişkin yaptığı açıklamalarda, Bulgaristan yasalarının getirdiği sınırlandırmalar dolayısıyla siyasi çalışmalarını yürütürken anadili olan Türkçeyi kullandığı için para cezasına çarptırıldığını belirterek yeni partinin tüm Bulgaristan vatandaşlarına açık olacağını söyledi. Mestan, “Partimiz, etnik köken farklılıklarını ülkemizin millî güvenliğine tehdit olarak görmeyen, bunu bir zenginlik olarak algılayan Bulgarlar, Türkler, Romanlar, Yahudiler ve Ermenilere açık olacaktır” diye konuştu. HÖH Onursal Başkanı Ahmet Doğan, Lütfi Mestan’ın Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesinin ardından parlamentoda NATO ve Türkiye’yi destekleyen bir bildiri okumasını “büyük gaf” olarak nitelemiş, bunun üzerine Mestan partiden ihraç edilmişti. Lütfi Mestan’ın ihracı üzerine HÖH’ten istifa eden 5 milletvekili de DOST’a katıldı. HÖH’ten ayrılan Kırcaali Bağımsız Milletvekili ve Bulgaristan-Türkiye Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Şabanali Ahmed ise şu açıklamayı yaptı: “40-45 gündür halkın içindeyiz. Değişik kesimlerden insanlarla, HÖH’ü, Mestan’ı ve Ahmet Doğan’ı görüştük. Fikir alışverişinde bulunduk. Sonunda şunu gördük ki, gerçekten böyle bir oluşuma ihtiyaç var. Böyle siyasi bir partinin kurulmasına gereksinim duyuldu. Halkın teveccühü bu yöndeydi. Siyaset boşluğu kabul etmeyeceği için halkımızın teveccühü doğrultusunda, ‘Sorumluluk, Özgürlük ve Hoşgörü İçin Demokratlar Partisi’ adı altında yeni bir parti kurmaya karar verdik.” ALMANYA “SOYKIRIM” TASARISINI GERİ ÇEKTİ ALMANYA’DA Yeşiller Partisi’nin hazırladığı 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak nitelendirilmesini öngören tasarı Federal Meclis’ten geri çekildi. Kararın, Alman Hükümeti’nin Türkiye ile Suriyeli mülteciler konusunda sürdürülen işbirliğinin zarar görmemesi için Yeşiller Partisi’ne baskı yapması sonucu alındığı ifade ediliyor. Yeşiller Partisi Eş Genel Başkanı Cem Özdemir ile Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) Federal Meclis Grubu Başkanı Volker Kauder arasında önergenin 24 Nisan 2016’da tekrar meclis gündemine getirilmesi konusunda mutabakat sağlandığı bildirildi. Almanya Parlamentosu’nda 24 Nisan 2015’te 1915 Olayları’nı anma toplantısında hükümet yetkilileri “Ermenilerin kaderinin tehcir ve soykırım tarihine bir örnek teşkil ettiğini” dile getiren bir metin üzerinde anlaşmış, parti yöneticilerinin “soykırım” 18 DÜNYADAN sözcüğünün sakıncaları hususundaki itirazları üzerine metin onaylanmamıştı. Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ise Berlin Katedrali’nde düzenlenen ayinde olayları “soykırım” olarak nitelendirmişti. KOSOVA’NIN YENİ CUMHURBAŞKANI THAÇİ 2008 yılında bağımsızlığını ilan eden Kosova’da yeni cumhurbaşkanı Kosova Parlamentosu’nda yapılan seçimlerin üçüncü turu sonucunda Kosova Demokratik Partisi (PDK) Genel Başkanı ve Dışişleri Bakanı Hashim Thaçi oldu. İkinci turun sonunda Thaçi’nin seçileceğinin belli olması üzerine muhalefet milletvekilleri üçüncü tur oylamaya katılmadı. Seçimin üçüncü turunda 81 milletvekili oy kullandı. İlk turda 50, ikinci turda 64 oy alan Thaçi’ye son turda 71 oy çıkarken aynı partiden formalite gereği aday gösterilen Rafet Rama hiç oy alamadı. 10 oy ise geçersiz sayıldı. Hashim Thaçi 1968 yılında Kosova’nın Skenderaj şehrinde dünyaya geldi. Priştine Üniversitesi’nde psikoloji ve tarih eğitimi aldıktan sonra Zürih Üniversitesi’nde tarih ve uluslararası ilişkiler üzerine yüksek lisansını tamamlayan Thaçi, 1998-1999 yıllarındaki Kosova Savaşı’nda Kosova Kurtuluş Ordusu’nun (UÇK) siyasi liderlerinden biri olarak tanındı. Kosova’nın Sırbistan’dan bağımsızlığını ilan etmesinden sonra devletin ilk başbakanı olan Thaçi, 2014’teki genel seçimin ardından kurulan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı olarak görev aldı. Hashim Thaçi cumhurbaşkanı seçildiği oylamadan sonra, “Etnik ayrım gözetmeksizin tüm vatandaşlarımıza hizmet ederek ülkem için çalışacağıma sizleri temin ederim” dedi. İRAN’DA REFORMCULAR ÖNDE İRAN İslam Cumhuriyeti’nde 5. Dönem Uzmanlar Meclisi ve 10. Dönem milletvekillerini seçmek üzere 26 Şubat’ta sandığa gidildi. Açıklanan resmî olmayan sonuçlara göre Uzmanlar Meclisi seçimlerinde aralarında Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de bulunduğu reformcu adaylar, muhafazakarların önünde. Uzmanlar Meclisi seçimlerinde reformist ve ılımlı eğilimler taşıyan Düzenin Maslahatını Teşhis Konseyi (DMTK) Başkanı Haşimi Rafsancani’nin hazırladığı 16 kişilik listeden 15 kişinin Uzmanlar Meclisi’ne girmeye hak kazandığı belirtildi. Aşırı muhafazakar olarak nitelenen kesimin önde gelen isimlerinden Ayetullah Taki Misbah Yezdi ve Ayetullah Muhammed Yezdi ise seçilmek için yeterli oyu alamayarak Meclis dışında kaldı. İran Meclisi’ndeki sandalye dağılımı resmî olmayan sonuçlara göre şöyle oldu: 150 muhafazakar, 95 reformist ve 45 bağımsız. Parlamentodaki 290 sandalye için dört yılda bir yapılan seçimlere bu yıl katılımın yüzde 60 civarında kaldığı bildirildi. Meclis’te 30 milletvekiliyle temsil edilen başkent Tahran’da ise bu oranın yüzde 50’lerde olduğu açıklandı. Meclis, yıllık bütçenin kararlaştırılması, bakanlar kurulunun onaylanması gibi yetkileri kullanırken dışişleri konusunda etki sahibi değil. İran rejiminde büyük ağırlığı bulunan Uzmanlar Meclisi’nde 99 sandalye yer alıyor. Ülkedeki en yüksek karar organı olan Uzmanlar Meclisi İran’ın Dinî Lider’ini seçmekle ve denetlemekle yetkili. 19 ÖZGÜRLÜK, EŞITLIK, KARDEŞLIK TEMELLI DEMOKRASI YOLCULUĞU FRANSA 20 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI YÜZYILLARCA MONARŞIK SISTEMIN HÂKIM OLDUĞU FRANSA, 1789’DA FRANSIZ DEVRIMI’NIN GERÇEKLEŞMESININ ARDINDAN DÖRT CUMHURIYET DENEYIMI GEÇIRDI. 1958 YILINDA ILAN EDILEN BEŞINCI CUMHURIYET’IN ILKELERINE SIKI SIKIYA BAĞLI OLAN ÜLKE, AYNI YIL KABUL ETTIĞI ANAYASAYLA INSAN HAKLARINI TEMINAT ALTINA ALDI, GÜÇLER AYRIMINI SAĞLADI, ADLI OTORITENIN BAĞIMSIZLIĞINI BENIMSEDI. BUNA EKONOMIK REFORMLAR VE AVRUPA BIRLIĞI KURUCU ÜYELIĞI DE EKLENINCE FRANSA DÜNYANIN EN GELIŞMIŞ ÜLKELERINDEN BIRI HALINE GELDI. PINAR ÇAVUŞOĞLU 21 Ö zgürlük, insanların elde etmekten asla vazgeçmediği bir kavram. Uğruna savaşılan, kanlar dökülen… Özgürlük için devletler yıkılıyor, yenileri kuruluyor, dünya tarihi değişiyor sürekli. Bugün bu kavram Amerika Birleşik Devletleri’yle birlikte anılıyor. Halbuki ilk Fransa gelmeliydi akla. Çünkü Fransa’da başlayan özgürlük hareketleri tüm dünyada kişilerin, fikirlerin, sistemlerin evrilmesi için bir ateş yaktı yüzyıllar önce. 18. yüzyılda daha özgür, daha adil yaşamak için ayaklanan Fransızların uzun ve çalkantılı bir demokrasi tarihi bulunuyor. Ancak tarihçiler daha çok 1789’da meydana gelen Fransız Devrimi’ne odaklanıyor. Bu nedenle Fransa’nın milattan önceki çağlarına ait bilgiler araştırmalara daha az konu oldu. Ayrıca Fransız ulusunu meydana getiren toplulukların kimler olduğu da yakın bir geçmişe kadar muallaktaydı. Bu topluluklardan birinin Galyalılar olduğu kesindi, ancak diğerleriyle ilgili çeşitli görüşler bulunuyordu. Son elli yıl içinde gerçekleştirilen çalışmalar Fransız ulusunu oluşturan toplulukları neredeyse kesin bir biçimde ortaya koydu. Bunlar Galyalılar, Romalılar, Vizigotlar, Burgundlar, Franklar, Bretonlar, Normanlar ve Araplardı. Bölgedeki en büyük topluluk Galyalılardı. Roma İmparatorluğu’nun dünya tarihine bıraktığı izler sayılamayacak kadar çok. Toprakları oldukça geniş bir alanı kaplayan Yüz Yıl Savaşları 22 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI İmparatorluk Fransa’nın şekillenmesinde de büyük bir rol oynadı. MÖ 2. yüzyılda önce Galya’nın güneyinin, sonraki yüzyıllarda Sezar komutasındaki ordularca Galya’nın geri kalanının ele geçirilmesiyle bölge Roma İmparatorluğu’nun bir parçası oldu. Romalıların ardından bölgede bir süre Franklar hakimiyet kurdu. Galya’da dağınık halde bulunan Frankları bir araya getiren I. Clovis (481-511), iktidar döneminde büyük bir birliktelik oluşturarak bugünkü Fransa’nın temellerini attı. Fransa tarihindeki en önemli olaylardan biri de 1337 ila 1453 yılları arasında cereyan eden Yüz Yıl Savaşları’dır. Hıristiyanlığın tüm Avrupa topluluklarında birleştirici güç olarak görüldüğü yıllarda aynı dinden iki topluluk 116 yıl süren, etkileri ise yüzyıllarca devam edecek bir feodalite yarışına girişti. İngiltere’nin Avrupa’nın en güçlü krallığı Fransa’ya savaş ilan etmesi, iki ülkeyi bir dizi savaş ve barış antlaşmalarıyla yaklaşık bir asır boyunca meşgul etti. Savaşlar Fransa lehine sonuçI. Clovis landı. Öyle ki ülkede milliyetçilik körüklendi, monarşi güçlendi. Bu iki devletin savaşlar nedeniyle güçlerinin zayıflaması Osmanlı İmparatorluğu için de olumlu sonuçlar doğurdu. İmparatorluğun Avrupa’da ilerlemesi kolaylaştı. Yüz Yıl Savaşları topun ilk kez kullanıldığı çatışma olarak da dünya savaş tarihindeki yerini aldı. FRANSA’DA YÜZ YIL SAVAŞLARI’NIN ARDINDAN FRANSIZ DEVRIMI’NE KADAR SÜRECEK BIR MUTLAK MONARŞI EGEMEN OLDU. I. FRANÇOIS DÖNEMINDE (1515-1547) ÜLKEDE SANAT VE EDEBIYAT BAŞTA OLMAK ÜZERE BIRÇOK ALANDA REFORM HAREKETLERI HIZ KAZANDI. Baskıcı ve adaletsiz yönetim: Ancien Régime Fransa’da Yüz Yıl Savaşları’nın ardından Fransız Devrimi’ne kadar sürecek bir mutlak monarşi egemen oldu. I. François’nın (15151547) tahta geçişinin ardından ülkede sanat ve edebiyat başta olmak üzere birçok alanda reform hareketleri hız kazandı. Kral, Avrupa’daki düşmanlarına karşı, o dönemde dünyanın en güçlü devletlerinden olan Osmanlı İmparatorluğu’yla ittifak yaptı. İç politikada aldığı önlemler, dış politikadaki başarısı, din konusundaki uygulamaları, Fransa tarihine ve Fransızcaya gösterdiği özen nedeniyle I. François ülke tarihinde oldukça önemli bir kral kabul edilir. Kral çeşitli eserlerin Fransızcaya çevrilmesini ve ülkede yayımlanmasını desteklediği için de “Edebiyatın Hamisi” olarak anılır. Fransa’da I. François’nın tahta geçişinden 1789’a kadar süren dönem Ancien Régime olarak adlandırılır. Bu rejimde kraldan sonra din adamları geliyordu. Din adamları siyasi ayrıcalıklara sahip ol- makla birlikte mali olarak da ellerinde büyük bir güç bulunduruyorlardı. Bu güçlerini köylüden alınan vergilerle sağlıyorlardı. Kendileri vergi vermiyor, askere gitmiyorlardı. Ülkedeki üçüncü büyük güç soylulardı. Fransa’nın yüzde 98’ini oluşturan halk ise ülkede hiçbir söz hakkına sahip değildi. Ağır vergiler ödüyor, günlerinin büyük bir kısmını çalışarak geçiriyorlardı. Ancien Régime dönemindeki en önemli krallardan biri de XIII. Louis’ydi (1610-1643). Kral, Afrika’daki siyahi toplulukları anlaşmazlığa sürükleme ve Hıristiyanlığı yayma çabasıyla 1534 yılında tohumları atılan Fransız Sömürge İmparatorluğu’nun gelişimine büyük katkılar sundu. Zira XIII. Louis’nin amacı Fransa’yı dünyanın en güçlü devleti yapmaktı. Bu ideolojiye oğlu XIV. Louis de destek verdi. 1643 yılında taç giyen ve 72 yıl boyunca Fransa krallığı yapan XIV. Louis, bu süre boyunca saldırgan ve yayılmacı bir politika izledi. Ona göre hanedanın saygınlığı, kendi halkının dünyada saygın bir ulus olarak görülmesindeki en önemli etkendi. 23 I. Napolyon Kralın ülkede kendinden başka güç görmediğinin en büyük kanıtı, ona atfedilen meşhur “Devlet benim” sözüydü. 1754 ila 1793 yılları arasında iktidarda olan XVI. Louis, kendi de kral olmasına rağmen ülkede hâkim despot yönetime karşı çeşitli reformlar gerçekleştirdi. Sınıf farkını kaldırma çabası ve kölelik sistemini yanlış bulması XVI. Louis’yi halk üzerinde büyük bir baskı oluşturan Ancien Régime’in bir parçası olmaktan kurtaramadı. Bu şartlar altında devrim de gecikmedi. Vive la Commune! Fransa’da 1789 yılında meydana gelen ihtilal dünya tarihinin dönüm noktalarından birini teşkil eder; zira bu ihtilalle Batılı tarihyazımına göre bir çağ kapanır. Fransız Devrimi yalnızca despot yönetime karşı gerçekleşmedi. Krallık tarafından halka ekonomik, sosyal ve askerî bakımdan büyük baskılar uygulanması ve din adamlarıyla alt tabaka sayılan halk arasında mali dengesizliğin bir uçurum yaratmasının yanı sıra Fransa’nın sömürgeleştirme politikasında İngiltere’yle yarışması ve 1756 ila 1763 yılları arasında meydana gelen Yedi Yıl Savaşları’na bağlı olarak devletin ekonomik gücünün zayıflaması halk ayaklanmasının asıl nedenleri arasında sayılıyordu. 18. 24 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI XVI. Louis’nin idamı yüzyılda Fransa’da aydın kesimin halkı bilinçlendirme çabaları ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde görülen demokrasiye dayalı yönetim biçimi Fransızları etkiledi. Aydın kesim ve dünyadan demokrasi örnekleri Devrim’in görünmeyen nedenleri arasında sayıldı. FRANSA’DA 1792 YILINDA KURULAN KONVANSIYON MECLISI, KRALLIĞI KALDIRDI VE CUMHURIYET’I ILAN ETTI. BIRINCI FRANSA CUMHURIYETI DÖNEMINDE MAVI-BEYAZ-KIRMIZI RENKLI FRANSA BAYRAĞI VE “LA MARSEILLAISE” ULUSAL MARŞI KABUL EDILDI. Devrim bir vergi meselesinden patlak verdi. Soyluların XVI. Louis’ye vergi ödemeyi reddetmesi, Kral’ın otoritesinin sarsıldığının da en büyük göstergesiydi. XVI. Louis bu önemli konuyu görüşmek üzere din adamları, soylular, burjuva sınıfı ve halk temsilcilerini toplantıya çağırdı; halk sınıfı temsilcilerinin daha fazla olduğu toplantıda bir sonuç elde edilemedi. Bunun üzerine temsilciler kendi Millî Meclislerini ilan ettiler. Elbette Kral bu duruma müsaade etmedi ve Meclis’i dağıttı. Kral’ın bu tutumu halkı galeyana getiren sebep olarak değerlendirilir. Zira toplantıdan 5 gün sonra bir grup devrimci Bastille Hapishanesi’ni basarak suçluları serbest bıraktı. Bu grup, çağı sonlandıracak bir kıvılcım yakmıştı aynı zamanda. Bastille’in seçilme nedeni baskı, acımasızlık ve adaletsizliğin simgesi olmasıydı. 14 Temmuz 1789’da meydana gelen bu olay o gece kimse bilmese bile Cumhuriyet’i de müjdeliyordu. Fransız Devrimi, yalnızca baskıdan bunalan yoksul halkın temsilcileri (Enragée-Öfkeliler) tarafından gerçekleştirilmiş bir isyan hareketi değildi. Jakobenler (Radikal İlerlemeciler) ve Jirodenler (Liberal ve Ilımlı İlerlemeciler) tarafından da destek görüyordu. Bu nedenle bir Kurucu Meclis’in oluşturulması ve bir süre sonra Kral’ın yetkilerinin alınması zor olmadı. Meclis, tüm feodal ku- rumları hiçe sayarak vergi ayrıcalıklarını ortadan kaldırdı, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni yayımladı. İnsan hakları, özgürlük, güvenlik gibi konular etrafında şekillenen bildiri, 1791 tarihli Fransa Anayasası’nın da önsözünü teşkil etti. Fransa’da 1792 yılında Konvansiyon Meclisi kuruldu. 749 milletvekilinden oluşan Meclis, krallığı kaldırdı ve Cumhuriyet’i ilan etti. Birinci Fransa Cumhuriyeti döneminde mavi-beyaz-kırmızı renkli Fransa bayrağı ve “La Marseillaise” ulusal marşı kabul edildi. 1795 yılından 1799’a kadar ülkede Direktuvar yönetimi uygulandı. Direktuvar iki meclisten oluşuyordu; 250 üyeli Yaşlılar Meclisi ve 500 üyeli 500’ler Meclisi. Yaşlılar Meclisi’nin yasama yetkisi bulunmuyordu. Asıl söz sahibi olan 500’ler Meclisi’ydi. Napolyon Bonapart, Direktuvar’ı ortadan kaldırarak Konsüllük yönetimini hayata geçirdi. Napolyon’un ilk işi anayasa komisyonlarına hazırlattığı anayasa taslağını onaylamak oldu. Anayasa onu ömür boyu konsül seçmişti. Napolyon’un 1804 yılında imparatorluğunu ilan etmesiyle Cumhuriyet rejimi sona erdi. Bu, Fransız Devrimi’nin de görünürde bittiği olaydı. Fransız Devrimi yalnızca Fransa tarihi içinde yer alan bir konu değildir. Devrim, dünya tarihini de yönlendiren sonuçlar doğurur. İlk olarak “özgürlük”, “eşitlik”, “kardeşlik” düşüncelerinin çevre 25 FRANSIZ DEVRIMI, DÜNYA TARIHINI YÖNLENDIREN SONUÇLAR DOĞURUR. “ÖZGÜRLÜK”, “EŞITLIK”, “KARDEŞLIK” DÜŞÜNCELERININ ÇEVRE ÜLKELERDEN BAŞLAYARAK DALGA DALGA TÜM DÜNYAYA YAYILMASIYLA HALKLARDA BIR “AYDINLANMA” MEYDANA GELIR. ülkelerden başlayarak dalga dalga tüm dünyaya yayılmasıyla halklarda bir “aydınlanma” meydana gelir. Milliyetçilik düşüncesinin benimsenmesi ise çok uluslu devletlerin yıkılmasına zemin hazırlar. Demokrasiye doğru Napolyon Bonapart’ın en fazla önem verdiği şey güçlü bir orduydu. Kalabalık bir ordu teşkil ederek seferlere başlayan Bonapart başta Fransa’nın ezeli düşmanı İngiltere olmak üzere Avrupa’da pek çok ülkeye saldırdı. Daha sonra Orta Doğu’ya seferler düzenledi, ancak Mısır’da Osmanlılar’dan büyük bir yenilgi aldı. Dünyanın en güçlü devleti olma yolunda ilerleyen Fransa’ya karşı Rusya, Prusya, İngiltere, İsviçre ve Almanya bir ittifak kurdu. Avrupa’da yenilgiler almaya başlayan Napolyon pek çok bölgede geri adım attı. İttifak devletlerinin Paris’e girmesi halkın Napolyon’a olan güvenini de sarstı ve komutan istifaya zorlandı. Görevi bırakan Napolyon’un yerine XVIII. Louis (1814-1815) tahta oturdu. Bu kral döneminde Fransız Devrimi’nden sonra ilk defa bir parlamenter sistem kurulmaya çalışıldı. Yürütme ve yasama krala, yasaları ve bütçeyi onaylama yetkisi parlamentoya tanındı. Gerçi parlamentoda da kralcılar yer alıyordu. 1815’te Napolyon tekrar hükümdar oldu. Bu iktidarı ise 100 gün sürdü. Ardından XVIII. Louis (1815-1824), X. Charles (1824-1830) 26 DÜNYA DEMOKRASI TARIHI ve Louis-Philippe (1830-1848) kraliyet tahtına oturdu. 1848 yılında Cumhuriyet ilan edildi. Fransa’da yönetim biçiminin ikinci defa Cumhuriyet olarak belirlenmesi yine halk baskısıyla gerçekleşti. Avrupa’nın pek çok ülkesinde baş gösteren 1848 Devrimleri, Fransa’yı da etkilemiş, halkı sokağa dökerek hükümet üzerinde büyük bir panik oluşturmuştu. Böylece Yasama Meclisi ve Cumhurbaşkanı’nın seçimlerle belirlenmesine karar verildi. Seçimlerde yalnızca erkekler oy kullandı. Napolyon’un yeğeni III. Napolyon cumhurbaşkanı oldu. Ne yazık ki cumhurbaşkanı 1852’de bir darbe düzenleyerek rejimi yıktı ve kendini Fransa İmparatoru ilan etti. 1870 yılında Fransa ve Prusya arasında meydana gelen savaş III. Napolyon’u da tahtından etti. Üçüncü Fransa Cumhuriyeti kurularak yeni bir anayasa yürürlüğe girdi. Anayasa ücretsiz eğitim ve basın özgürlüğü gibi konularla ilgili temel hükümler içeriyordu. I. Dünya Savaşı Meclis tarafından başarıyla yürütüldü, Fransa savaşın kazananlarından olmasına rağmen çok ağır yaralar aldı. II. Dünya Savaşı’na yorgun giren ülke 1940 yılında Almanya tarafından işgal edildi. Fransa, topraklarının yüzde 60’ını kaybetti, ordusu dağıtıldı, silahlar Almanya’ya teslim edildi. Ayrıca Fransa iki bölgeye ayrıldı. Ülkenin yüzde 40’lık bir bölümü kağıt üzerinde Fransızların tam egemenliği altındaydı. Vichy Fransası adı verilen yönetim, savaşın sona ermesiyle dağıldı. Savaşın ardından yapılan referandumla Kurucu Meclis’in oluşturulmasına karar verildi ve böylece Üçüncü Fransa Cumhuriyeti son buldu. Dördüncü Fransa Cumhuriyeti 1945’ten 1958’e kadar varlığını sürdürdü. Kabul edilen yeni anayasayla meclis güçlendirildi, ancak yine de istikrarlı bir yönetim oluşturulamadı. 1946 Anayasası’nda “Cumhuriyet laiktir” ifadesi yer alıyor, aile kavramının devletin temeli olduğu vurgulanıyordu. Dördüncü Fransa Cumhuriyeti döneminde Avrupa Birliği’nin de temelleri atıldı. Kısa bir süre koalisyon hükümetinin başında bulunan Charles de Gaulle, Avrupa ülkelerinin ekonomik bir birlikteliğe ihtiyacı olduğunu söylemişti. Nitekim 1951 yılında Fransa, İtalya, Belçika, Federal Almanya, Lüksemburg ve Hollanda Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu adı altında birleşti. II. Dünya Savaşı’nın Fransa için olumsuz etkilerinden biri dünyada güçsüz bir durum sergilemesiydi. Bu nedenle sömürgelerine de söz geçiremez olmuştu. Sırasıyla Lübnan ve Suriye Fransa’dan bağımsızlıklarını ilan etti. 1952’de ise Cezayir Bağımsızlık Savaşı’nın başlaması ülkeyi iyice krize soktu. Dördüncü Fransa Cumhuriyeti döneminde Fransa ekonomisi oldukça istikrarlı bir tablo sergilemiş, ancak sömürgelerin mali yükünün ne kadar daha taşınabileceği sorusu gündeme gelmişti. Tüm bunlara siyasi partiler arasındaki kavgalar da eklenince Beşinci Fransa Cumhuriyeti’nin kurulması gecikmedi. Cumhurbaşkanı François Hollande Başbakan Manuel Valls Güçlü Fransa doğuyor 1946 yılında siyasetten ayrılma kararı veren Charles de Gaulle’ün 1958’deki cumhurbaşkanlığı seçimleriyle yeniden politikaya atılışı Beşinci Fransa Cumhuriyeti’nin başlangıcı kabul edilir. Bu dönemde yürürlüğe giren 1958 Anayasası da insan hakları açısından daha kapsamlı bir anayasa olma niteliği taşır. Beşinci Fransa Cumhuriyeti gerçekleştirdiği ekonomik reformlarla dünya nezdinde yatırım açısından güvenilir bir ülke haline gelir. Fransa bugün ekonomik bakımdan gelişmiş ülke kategorisinde değerlendirilir. Gayrisafi yurtiçi hasılası ve satın alma gücü paritesi açısından gelişmiş ülkeler bazında dahi üst sıralarda yer alır. Kurulduğu günden bu yana siyasi açıdan da pek çok ilerleme kaydeden Fransa bugün yarı başkanlık sistemiyle yürütülür. Parlamentosu 348 üyeli Senato ve 577 üyeli Ulusal Meclis’ten oluşur. Senato’daki çoğunluğu Cumhuriyetçiler Grubu (LR) ile Sosyalist ve Cumhuriyetçi Grup (SOC) oluştururken Ulusal Meclis’te Sosyalist Parti (PS) ve Halk Hareketi Birliği (UMP) en fazla sandalye sayısına sahiptir. 1958’den bu yana devam eden Beşinci Fransa Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletler’in kurucu üyesi ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin daimi beş üyesinden biri olduğu gibi Frankofon, G8, Latin Birliği ve NATO’nun katılımcılarındandır. 27 ERTAN YÜLEK: BIR MILLETVEKILI, ASLI GÖREVI OLAN YASAMA FAALIYETLERINI AKSATMADAN SEÇMENLERINE ZAMAN AYIRMALIDIR SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN 20. DÖNEM ADANA MILLETVEKILI ERTAN YÜLEK, KISA BIR SÜRE ÖNCE YAYIMLANAN ÖMÜRDÜR GELIR GEÇER ISIMLI HATIRATINDA TÜRKIYE’NIN YAKIN TARIHINE IŞIK TUTUYOR. YAŞADIKLARI, GÖRDÜKLERI VE DUYDUKLARINDAN YOLA ÇIKARAK DIKKAT ÇEKICI DEĞERLENDIRMELERDE BULUNAN YÜLEK, INSAN ILIŞKILERINDE VE SIYASETTE HOŞGÖRÜLÜ, DÜRÜST, GÜVENILIR VE SAYGILI OLMANIN ÖNEMINI VURGULUYOR. 28 SÖYLEŞI Şu sıralar Ömürdür Gelir Geçer isimli hatıratınız gündemde yer alıyor. Kitapla ilgili konulara değinmeden önce hayat ve siyaset yolculuğunuzu konuşmak istiyoruz. Sizin için dönüm noktası olan tarih ve olaylar hangileridir? 1939 senesinde Erzin-Hatay’da dünyaya geldim. Tarihi çok eskilere dayanan Erzin o yıla kadar Adana’ya bağlıymış. 1939’da Hatay Türkiye’ye ilhak edilince bu ilin sınırlarına dahil olmuş. Aslında Erzin hem coğrafi hem de kültürel bakımdan Çukurova’yla daha iç içedir. Ancak o dönemin şartları içinde, nüfusu dengelemek için böyle bir karar verilmiş. Erzin’de hayatımızı devam ettirirken Adana’yla bağımız da hiç kopmadı. Nitekim Erzin’de sadece ilkokul olduğu için tahsil hayatımın önemli bir bölümü Adana’da geçti. 1958 yılında Adana Erkek Lisesi’ni bitirdim. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi’nde eğitim gördüm ve makine yüksek mühendisi oldum. Ege Üniversitesi’nde ise doktoramı tamamladım. Siyasete ilginiz üniversite yıllarında mı başladı? Ailenizde siyasetle ilgilenenler var mıydı? Rahmetli babam Mehmet Yülek, 1940’larda muhtarlık yaptığı Erzin’de sözü dinlenen bir kişiydi. Demokrat Partili biri olarak siyasetle yakından ilgileniyordu. Ben de lise çağlarımda siyasete merak duymaya başladım. Adana Erkek Lisesi’nde okuduğum yıllarda siyasi partilerin düzenlediği mitingleri kaçırmazdım. Kasım Gülek, Suphi Baykam, Sinan Tekelioğlu gibi Adanalı siyasetçileri bu vesileyle tanıdım. 27 Mayıs 1960 darbesi olduğunda üniversite öğrencisiydim. O dönemde ben ve arkadaşlarım “DP’nin kuyrukları” denilerek ciddi manada baskıya maruz kaldık, ama yılmadık. O günlere dair unutamadığım hatıralarımdan biri rahmetli Ali Fuat Başgil’le ilgilidir. Hoca cezaevindeyken yakın arkadaşlarımızla birlikte her hafta sonu ziyaretine gider ve kendisine harçlıklarımızla aldığımız bir demet çiçek götürürdük. Ali Fuat Başgil, bu ziyaretlerimizden duyduğu memnuniyeti bir pusulayla da bize bildirmiştir. Bu arada 1961’de Adalet Partisi’nin kuruluşunda bizim grubun da bir kısım hizmetleri oldu. Ali Fuat Hoca’yı ziyarete gidip geldikçe onun fikirlerini parti kurucularına iletiyorduk. Ayrıca Adalet Partisi Şişli Gençlik Kolları’nı kurduk. 1961 seçimleri öncesinde her yerde mitingler yapılıyordu. Eminönü’ndeki muazzam miting unutamadığım hatıralarım arasındadır. O günlerde ihtilalin korkusu herkesin üzerindeydi. Söylemek istenenlerin çok azı söylenebiliyordu. Adnan Menderes’in avukatlarından Talat Asal’ın, “Çok şey söylemek istiyorum, ama söyleyemiyorum. Gözüme bakın ne demek istediğimizi anlarsınız” sözü ortalığı yıktı geçirdi. Bu söz bütün Anadolu’da dalga dalga yayılarak Adalet Partisi’nin ciddi oranda oy almasına vesile oldu. Özgeçmişinize baktığımızda üniversiteyi bitirdikten sonra uzun yıllar iş hayatınızın ön planda olduğunu görüyoruz. Bürokraside önemli görevler üstlendiğiniz o dönemlerden kısaca bahsedebilir misiniz? Üniversitede okurken Fabrika Organizasyonu, Ekonomi ve İşletme derslerine büyük ilgi duyardım. İTÜ’den mezun olunca İşletme İktisadı Enstitüsü’ne gitmeye karar verdim. Bu enstitü, İktisat Fakültesi’ne bağlıydı ve Harvard Üniversitesi ile işbirliği yapıyordu. Bir yıllık eğitimin ardından 1964’te mezun oldum. Aynı yıl Ankara’da burslusu olduğum Sümerbank Genel Müdürlüğü’ne müracaat ettim. 10’a yakın sektörde faaliyet gösteren Sümerbank, Türkiye’nin en büyük iktisadi devlet teşekkülü ve dünyanın en büyük tekstil holdingiydi. Türkiye’nin sanayileşme tarihi Sümerbank’la başlamıştır. İlgililerden ricam, Ulus’taki tarihî Sümerbank Genel Müdürlüğü Binası’nı “Türkiye’nin Sanayileşme Müzesi”ne dönüştürmeleridir. Sümerbank’a müracaat ettiğimde niyetim, ülkemizin en ücra köşelerine giderek hizmet vermekti. Çünkü talebeliğimiz sırasında, Allah rahmet eylesin, Nurettin Topçu’nun da tesiriyle “yaşamayı değil yaşatmayı” hedefleyen bir nesil olarak yetişmiştik. Bu idealle Sümerbank’ın en doğudaki fabrikasında çalışmak istiyordum. Nasip Ankara’da kalmakmış, doğrusu iyi de olmuş. Çünkü hayatım boyunca çeşitli görev ve mevkilerde Ağrı’dan Edirne’ye kadar ülkemizin hemen her yerinde hizmet edebilme imkanına sahip oldum. Sümerbank’ta kademe kademe genel müdür yardımcılığına kadar yükseldim. Bürokrasi hayatımda Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teşvik Uygulama Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Yardımcılığı ve Müsteşar Vekilliği, Ulaştırma Bakanlığı Müsteşarlığı, Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü gibi önemli görevler üstlendim. Bu arada özel sektör tecrübelerim de oldu; çeşitli şirketlerde genel müdürlük, genel koordinatörlük, yönetim kurulu başkanlığı, danışmanlık yaptım. 15 yıla yakın Fırat, Gazi ve Sakarya Üniversitelerinde öğretim görevlisi olarak ders verdim. Ayrıca cumhurbaşkanlığı zamanında 29 “28 ŞUBAT SÜRECINDE ERBAKAN HOCA ISTIFA ETMEYIP DIRENEREK EN DOĞRUSUNU YAPMIŞTIR. O ZAMANKI MUHALEFET PARTILERI ISE MAALESEF DEMOKRASIYE SAHIP ÇIKMAMIŞLARDIR.” rahmetli Turgut Özal’ın ve başbakanlığı zamanında rahmetli Süleyman Demirel’in başdanışmanlıklarını yaptım. Sayın Demirel’in başdanışmanıyken Türki Cumhuriyetlerin teknik, ekonomik ve sınai bakımdan koordinasyonundan sorumluydum. Sovyetler Birliği’ni ve Türki Cumhuriyetleri, daha hiç kimsenin gitmediği yıllarda, 1970’lerde gezmiştim. O nedenle bu ülkelerle ilgili çok önemli bilgi, gözlem ve tecrübelere sahiptim. 1968-69’da bir yıl Londra’ya, 1970’te üç ay Moskova’ya gitmiştim. Kapitalizm ve komünizmin merkezi bu iki şehirde geçirdiğim aylarda ve 85’ten fazla ülkeye yaptığım seyahatler sırasında Türkiye’nin gücüne, İslam âleminin Türkiye’den beklentilerine ve ülkemize yönelik sevgiye şahit oldum. Moskova’da camiye girdiğim zaman “Türkiye’den konuk var” dediklerinde bütün cemaat ayağa kalktı. Bu saygı esasında bana değil, Türkiye’ye yönelikti. Londra’da Arap asıllı bir akademisyenin dünyanın her yerinden cuma namazına gelenleri göstererek “Bütün bu insanların umudu sizsiniz” deyişi; Bakü’de, Kafkaslar’da Azerilerin sevgi seli; Endonezya’da, Hayber Geçidi’nde insanların beni bağrına basması; Moritanya Devlet Reisi’nin “Siz daha potansiyelinizin yüzde 40’ını kullanmıyorsunuz” sözü unutamadıklarım arasındadır. Aktif siyasetle yolunuz ne zaman ve nasıl kesişti? 1977 seçimlerinde Millî Selamet Partisi’nden (MSP) Adana milletvekili adayı oldum. Kendi isteğimle 5. sırada yer aldım. O zamanlar devlet memurları görev yaptıkları il dışından aday olduklarında memurluktan istifa etmiyorlardı. Bu bence doğru bir uygulamaydı ve devam etmeliydi. 30 SÖYLEŞI O dönemde MSP Genel Başkanı olan merhum Necmettin Erbakan’la nasıl tanıştınız? Rahmetli Necmettin Erbakan, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde hocamızdı. Onun üniversitede verdiği konferanslar sayesinde millî sanayi hakkında geniş bilgi sahibi olmuştuk. 1960’tan beri tanıdığım rahmetli Erbakan’la ilgili bir hatıram Refah Partisi’ne üyeliğimle alakalıdır. Rahmetli Süleyman Demirel, başdanışmanlığını yürüttüğüm dönemde cumhurbaşkanı oldu. Sayın Tansu Çiller’in başbakanlık görevini üstlenmesinin ardından Eylül 1993’te emekliye ayrıldım. Bundan kısa bir süre sonra Erbakan Hoca’yla görüşmeye gittim. Emekli olduğumu ve Refah Partisi’nde aktif olarak çalışmak istediğimi söyledim. Kendisi bu arzumu memnuniyetle karşıladı. Rahmetli Erbakan iyi bir siyasetçi ve devlet adamı olmasının yanı sıra çok kibar biriydi, karşısındaki kişiyi sabırla ve dikkatle dinlerdi. Refah Partisi’ne üye olduğum dönemde kongre yapılmıştı. Bu nedenle Merkez Karar Yürütme Kurulu’nda (MKYK) yer almıyordum, ancak rahmetli Erbakan MKYK toplantılarına beni özel olarak davet eder, çeşitli konularda fikirlerimi alır ve raporlar hazırlamamı isterdi. 1995 seçimlerinde milletvekili oldunuz. Meclis’teki çalışmalarınız arasında ön plana çıkanlar hangileriydi? 1994 yılında Adana Büyükşehir Belediye Başkan Adayı oldum. İyi projeler ortaya koymamıza ve halkla sıcak ilişkiler kurmamıza rağmen seçimi kazanamadık. Daha sonra 1995 seçimlerinde Refah Partisi Adana Milletvekili olarak Meclis’te yer aldım. Milletvekilliğim sırasında Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlığı yaptım. DPT kökenli olduğum için bu komisyonun çalışmaları ile Türkiye ekonomisi ve kalkınma sürecine aşinaydım. Bu dönemde denk bütçe hadisesi gündeme geldi. Havuz sistemi ve kaynak paketleriyle de oldukça başarılı olundu. Diğer önemli bir husus da Başbakan Erbakan’ın 1997 bütçe hazırlıkları sırasında bürokratlarla yaptığı toplantılara Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı olarak beni de davet etmesiydi. Bu, Türkiye bütçe tarihinde hemen hemen hiç görülmeyen bir durumdur. Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görev yapmak gerçekten çok önemlidir. Burada iki dönem görev üstlendiğinizde bir doktora yapmış gibi olursunuz; başta Türkiye’nin ekonomisi olmak üzere tüm alanlarda geniş kapsamlı bilgi edinirsiniz. Aynı şekilde milletvekilleri Komisyon’da ve Genel Kurul’daki bütçe görüşmelerini dikkatlice takip ettiklerinde ekonomiden sağlığa, eğitimden iç ve dış güvenliğe kadar Türkiye’nin hemen her meselesine hâkim olurlar. Milletvekilliğiniz döneminde 28 Şubat postmodern darbesi Türkiye tarihindeki yerini aldı. Bu konudaki değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? 28 Şubat’la ilgili olarak hatıratımda da yer verdiğim önemli bir hususu sizinle paylaşayım. Zaman zaman “Hoca, Turgut Bey’in yaptığı gibi bazı generalleri niye emekli etmedi?” diye düşündüğüm olmuştur. Daha sonradan Hoca’nın buna teşebbüs ettiğini öğrendim. Erbakan Hoca, Cavit Çağlar’a “Bazı generalleri emekli etmek için Tansu Çiller’le anlaştık. Cumhurbaşkanı’na kararnameyi göndereceğim, fakat imzalamaz diye çekiniyorum. Süleyman Demirel’le bunu konuşup neticeyi bana bildirin” diyor. Cavit Çağlar, Erbakan’ın sözlerini Demirel’e iletiyor. Demirel, “Eğer ben bu kararnameyi imzalarsam benim de Erbakan’ın da kellesini koparırlar, hepimizi asarlar” diyor. Cavit Çağlar, Demirel’in söylediklerini aktarınca Hoca kararnamenin imzalanmayacağını anlıyor. Tarihe ışık tutacak bir husustur bu. Şahidim de Cavit Çağlar’dır. Hatıratımı yazarken Cavit Bey’le konuşarak bu hususun bir kere daha teyidini aldım. Parti olarak haksızlığa uğradığımız 28 Şubat sürecinde bazı kişiler Erbakan Hoca’ya istifa etmesini ısrarla telkin ettiler. Buna rağmen Erbakan Hoca istifa etmeyip direnerek en doğrusunu yapmıştır. O zamanki muhalefet partileri ise maalesef demokrasiye sahip çıkmamışlardır. 8 yıllık kesintisiz eğitim Türkiye’de eğitime büyük zarar vermiştir. 28 Şubat darbesi Türkiye’yi ekonomik olarak büyük sıkıntıya sokmuş ve borç batağına sürüklemiştir. Size göre siyaset nasıl yapılmalıdır? Milletvekilleri en çok nelere dikkat etmelidir? Milletvekilleri yasama faaliyetlerine düzenli bir şekilde iştirak etmeye özen göstermelidir. Siyasette seçmenle iyi münasebetler içinde olmak, onlarla devamlı bir araya gelmek elbette önemlidir. Fakat seçmene ve yasama faaliyetlerine ayrılan zaman dengelenmelidir. Milletvekilliğim boyunca Meclis’teki toplantıları kaçırmadım. Çünkü yasama faaliyetlerine düzenli şekilde katılmak ve katkıda bulunmak bir milletvekilinin en önemli görevidir. Bu görev, seçmenler de ihmal edilmeden layıkıyla yerine getirilmelidir. Bugün Meclis Televizyonu’nu izlediğimde Genel Kurul Salonu’nu çok dolu görmüyorum. Siyasette dürüst, güvenilir ve hoşgörülü olmak kadar çizgiyi değiştirmemek de önem taşır. Bir başka önemli husus ise kanun teklif ve tasarılarının içerik, kapsam ve dil itibarıyla iyi bir değerlendirme sürecinden geçtikten sonra yasalaşması gerektiğidir. Aksi halde yönetmelik, tüzük gibi hazırlanan kanun metinlerinde devamlı değişiklik yapmak zorunda kalınıyor. Kanun metinleri sade ve anlaşılır olmalı, çok fazla teferruata girmemeli ve uzun vadeli olmalıdır. Ayrıca Torba Kanun’dan da mümkün olduğu kadar kaçınılmalıdır. Temel hak ve özgürlükleri, fikir, inanç ve teşebbüs hürriyetini garanti altına alan yeni bir anayasa ise bu yasama döneminde mutabakatla hazırlanmalıdır. Bugünkü seçim sistemi yüksek baraj nedeniyle temsilde adaleti sağlamamaktadır. Seçim barajı mutlaka düşürülmelidir. Ömürdür Gelir Geçer isimli hatıratınızla ilgili en çok ne gibi tepkiler alıyorsunuz? Bu hatırat, benim hayat hikayem etrafında Türkiye’nin özellikle 1960 sonrasındaki ekonomik, siyasi ve sosyal yapısına ışık tutuyor. Herkese hitap edecek bir yanı olduğunu düşünüyorum. Kitapla ilgili en çok duyduğum sözlerden biri “Uzun olmasına rağmen su gibi okudum” oluyor. Her kesimden birçok kişi tarafından hatıratıma gösterilen ilgiden memnuniyet duyuyor ve teşekkür ediyorum. 31 TARIHE SIĞMAYAN BIR DESTAN ÇANAKKALE 32 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI SIPERLERDEN “ALLAH, ALLAH” NIDALARI YÜKSELIYOR, ÇANAKKALE BOĞAZI’NIN AÇIKLARI KIZILA BOYANIYORDU. TÜRK ASKERI CEPHANESI TÜKENDIĞINDE SÜNGÜSÜYLE, ETIYLE, KEMIĞIYLE VATANINI SAVUNUYOR, BU TOPRAKLAR IÇIN TOPRAĞA DÜŞÜYORDU. ON BINLERIN KAHRAMANLIK DESTANI YAZDIĞI GELIBOLU, AYNI ZAMANDA BIR MILLETIN ISTIKLAL MÜCADELESININ EN ŞANLI ÖRNEKLERINDEN BIRINE TANIKLIK EDIYORDU. İREM COŞKUNSEVEN 33 “S avaşın sonunu yalnızca ölüler görebilir” sözü, bırakın iki büyük Dünya Savaşı’na, ateşli silahların icadına bile tanık olmamış Antik Yunan filozofu Platon’a atfedilir. Amerika Birleşik Devletleri’nin kurucularından Benjamin Franklin ise Platon’dan yaklaşık 2 bin yıl sonra, “Hiçbir zaman iyi bir savaş, kötü bir barış olmamıştır” der. Savaşın yakıcılığı, yıkıcılığı ve melaneti ister edebiyat ister siyaset, farklı mecralarda konuşuladursun 20. yüzyıl, insanlık tarihinin en büyük savaşlarına sahne olacaktır. Her biri kendi sebepleri, çıkarları ve bahanelerini sırtlanarak silahlarını kuşanan devletler, kitleleri ölüme sürükleyecek; çocukları öksüz, kuşakları yaralı bırakacaktır. 15. yüzyılda başta İspanya ve Portekiz olmak üzere Avrupalı devletlerin çoğu, henüz ayak basılmamış toprakları keşfetme ve bu toprakların zenginliklerini kendi ülkelerine taşıma amacı güder. Böylece tarihte Coğrafi Keşifler olarak adlandırılan ve sonucunda sömürgecilik kavramının doğduğu süreç başlamış olur. Amerika’nın Avrupalılarca keşfedilmesi; ilk kez İtalya’da filizlenen Rönesans akımı; Martin Luther’in önderliğinde Katolik Kilisesi’ne karşı başlatılan Reform hareketleri; akıl ve mantığı temel alan ideolojilerin geliştirilmeye başladığı Aydınlanma Çağı; milliyetçilik akımının doğmasına sebep olan, başta çok uluslu imparatorluklar olmak üzere tüm dünyayı etkisi altına alan Fransız İhtilali ve teknolojik buluşların önünü açan Sanayi Devrimi bir çorap söküğü gibi birbirini takip etmiş, Büyük Savaş’a yol açan gelişmeler zincirinin birer halkası olmuştur. 34 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI Dünya silahlarını kuşanıyor I. Dünya Savaşı’nın 1914 yılının Temmuz ayında patlak vermesinden önce Avrupalı devletler arasında siyasi ve askerî birlik anlaşmaları imzalanır. Sömürgecilik yarışında diğer ülkelere kıyasla geride kalan Alman İmparatorluğu 1879 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile bir antlaşma imzalayarak İkili Antlaşma adı verilen bir ittifak kurar. 1882 yılında imzalanan Üçlü İttifak Antlaşması’nın ardından İtalya da bu iki ülkeye katılır ve I. Dünya Savaşı’nın İttifak Devletleri grubu oluşmuş olur. 1870 yılında Prusya ile yaptığı savaştan yenik çıkan ve AlsaceLorraine bölgesinin kontrolünü savaşın ardından kurulan Alman İmparatorluğu’na devreden Fransa; özellikle Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun topraklarında yaşayan Slavları bir bayrak altında toplamak ve Boğazlar üzerinde hakimiyet kurmak isteyen Rusya ve giderek güçlenen Alman İmparatorluğu ile silahlanma ve sömürge yarışına giren Birleşik Krallık ise 1907 yılında imzaladıkları anlaşma ile İtilaf Devletleri’ni oluşturur. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın 1914 yılında Saraybosna’ya yaptığı ziyaret sırasında bir Sırp genci tarafından öldürülmesi, silahlarını evvelden kuşanan, tarafını çok önceden belirleyen devletlere savaş başlatmak için bekledikleri bahaneyi sunar. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Temmuz 1914’te Sırbistan’a savaş ilan etmesiyle Büyük Savaş resmen başlar. Savaşın sona erdiği 1918 yılına kadar, saf değiştiren İtalya, AVUSTURYA-MACARISTAN İMPARATORLUĞU’NUN VELIAHDI ARŞIDÜK FRANZ FERDINAND’IN 1914 YILINDA SARAYBOSNA’YA YAPTIĞI ZIYARET SIRASINDA BIR SIRP GENCI TARAFINDAN ÖLDÜRÜLMESI I. DÜNYA SAVAŞI’NIN FITILINI ATEŞLER. Amerika Birleşik Devletleri, Sırbistan ve Belçika dahil olmak üzere daha pek çok ülke İtilaf Devletleri’ne katılacaktır. Son yıllarda girdiği savaşlardan yenik çıkan, Balkanlar’daki topraklarının çoğunun kontrolünü kaybeden Osmanlı İmparatorluğu ise yüzünü halihazırda Berlin’i Bağdat’a bağlayan demiryolları projesi nedeniyle güçlü ekonomik ilişkiler kurduğu Almanya’ya döner. Osmanlı Devleti zaten ordusunda yenilik yapmak amacıyla Almanya’dan yardım istemiş, Almanya da 1913 yılının Kasım’ında İstanbul’a General Otto Liman von Sanders başkanlığında askerî bir misyon göndermiştir. 2 Ağustos 1914 tarihinde imzalanan gizli bir ittifak antlaşması neticesinde Osmanlı İmparatorluğu, son dönemde kaybettiği toprakları geri alma ve siyasi yalnızlıktan kurtulma düşüncesiyle Almanya’nın savaş müttefiki haline gelir. Goeben ve Breslau adlı Alman savaş gemileri, Çanakkale Boğazı’nı geçerek Marmara Denizi’ne ulaşır. Uluslararası hukuk uyarınca tarafsız bir ülke olması durumunda bu savaş gemilerini silahsızlandırmakla yükümlü olan Osmanlı Devleti, bu gemilerin Boğaz’ı geçmelerine izin vermekle kalmaz, onları Yavuz ve Midilli olarak yeniden adlandırır. Böylece Almanya’yla kurduğu birliği bir anlamda dünyaya ilan etmiş olur. Müttefikleri Avusturya-Macaristan ve Almanya Osmanlı’nın savaşa girmesi için baskı uygular. Zira yeni bir cephenin açılması durumunda diğer iki ülkenin yükü hafifleyecek, İtilaf birlikleri Osmanlı topraklarına kaydırılacak, Birleşik Krallık Mısır ve sömürgelerini korumak zorunda kalacak, Boğazlar kapatılarak Rusya’nın İtilaf Devletleri’yle bağlantısı koparılacaktır. 29 Ekim 1914’te Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın emriyle aralarında Yavuz ve Midilli’nin de bulunduğu Osmanlı kruvazörleri, Odesa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını bombalar. Bunun üzerine Rusya’nın 2 Kasım, Birleşik Krallık ve Fransa’nın ise 5 Kasım’da Osmanlı’ya savaş ilan etmesinin ardından Osmanlı resmen ve fiilen I. Dünya Savaşı’na katılır. Şehit kanıyla sulanan topraklar Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesine paralel olarak İtilaf Devletleri, Çanakkale Boğazı’ndan geçerek İstanbul’u kontrol altına almanın yollarını aramaya başlar. II. Dünya Savaşı sırasında Birleşik Krallık’ın Başbakanı olarak görev yapacak olan dönemin Bahriye Nazırı Winston Churchill, tarih sahnesine Çanakkale’ye düzenlenecek saldırıların arkasındaki isim olarak çıkar. Churchill, Çanakkale Boğazı’nın yalnızca deniz harekatıyla alınabileceği 35 ÇANAKKALE BOĞAZI’NIN SANDIKLARI KADAR KOLAY ELE GEÇIRILEMEYECEĞININ FARKINA VARAN İTILAF DEVLETLERI, 18 MART’TA BOĞAZ’IN EN DAR NOKTASINI HEDEF ALAN BIR TAARRUZ DÜZENLER. fikrini öne sürer. Boğaz’ın rahatlıkla geçileceğine inanan Churchill, daha da ileri giderek Alman donanmasına karşı koyacak kadar güçlü olmayan gemilerin bu deniz harekatında kullanılması konusunda ısrar eder. Churchill’in bu ısrarı, İtilaf Devletleri’ne pahalıya patlayacak, kendi itibarının ise sarsılmasına neden olacaktır. Almanya ile imzaladığı ittifak antlaşmasının ardından ülke genelinde seferberlik ilan eden Osmanlı Devleti, 20 ila 45 yaş arasındaki erkekleri cepheye çağırır. Demirci ve nalbant gibi farklı meslek ve zanaatları icra edenler de gönüllülük esasıyla orduda görevlendirilir. Almanya, Osmanlı’ya destek için çok az sayıda asker gönderirken Osmanlı 36 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI ordusuna Anadolu’nun yanı sıra Musul, Kerkük ve Batum gibi bölgelerden gelen gençler de dahil edilir. Aralarında Agamemnon ile Queen Elizabeth gibi dönemin önemli zırhlılarının da bulunduğu İngiliz ve Fransız gemileriyle denizaltılarından oluşturulan Birleşik Filo, 3 Kasım’da Gelibolu Yarımadası’nın kıyılarını bombalar. Kesin saldırılar, 19 Şubat 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı’nın girişindeki tahkimatı hedef alır. Hava muhalefeti nedeniyle sekteye uğrayan harekatı 25 Şubat’taki ikinci ve asıl bombalama takip eder. İtilaf birlikleri, Osmanlı’nın Kumkale, Seddülbahir ve Ertuğrul tabyalarını hedef alır. Osmanlı Devleti ise Müttefikler’in uzun menzilli zırhlılarının saldırılarına karşılık vermekte zorlansa ve bazı toplar aşırı ısınmadan kullanılamaz hale gelse de mücadelesini sürdürür. Çanakkale Boğazı’nın sandıkları kadar kolay ele geçirilemeyeceğinin farkına varan İtilaf Devletleri, 18 Mart’ta Boğaz’ın en dar noktasını hedef alan bir taarruz düzenler. Osmanlı Devleti bu taarruzdan önce Nusrat mayın gemisini elinde kalan son mayınları yerleştirmesi için görevlendirir. Nusrat, İtilaf Devletleri’nin Boğaz’dan geçişini engellemek için kıyıya paralel olarak 26 mayın döşer. Takvimler 18 Mart 1915’i gösterdiğinde Birleşik Filo, hiç beklemediği bir savunmayla karşı karşıya kalır. Filonun en güvenilir gemilerinden Ocean, Irresistable, Suffren, Gaulois ve Bouvet, Nusrat’ın döşediği mayınlarla, Seyit Onbaşı’nın sırtlandığı 275 kilogramlık top mermisiyle vurulur ve Boğaz’ın işgal kuvvetlerine geçit vermeyen derin sularına gömülür. Böylece Türk milleti İtilaf Devletleri’ne karşı kesin bir zafer elde eder. Tüm dünyaya vatan topraklarını kanının son damlasına kadar savunacağını, işgal kuvvetlerine boyun eğmeyeceğini, imkansızlıklar içindeyken bile son nefesine kadar vatanından asla vazgeçmeyeceğini gösterir. Emin Âli, Yeni Mecmua’nın Çanakkale Özel Sayısı’na yazdığı makalesinde 18 Mart Zaferi’nin ardından Çanakkale Boğazı’ndaki manzarayı şöyle betimler: “Artık gece olmuş, düşman donanması sığınakları olan adalara kaçmıştı. Zafer perisi, İstanbul’un nazlı ve şair gökyüzünden doğan iki günlük hilali, Çanakkale şehitlerinin cesetleri üzerine nur saçan ilahi bir kandil gibi yakmış; cesur ve kahraman savunmacılara Boğaz’ın pırlanta taneleri gibi parlayan yıldızlarla dolu gökyüzünde sancaklarının nurlu yansımasını göstermişti...” Müttefikler’in beyhude çabaları Çanakkale’nin “geçilmez” olduğunu kanıtlayan Türk birliklerinin kazandığı 18 Mart Zaferi, yurtta büyük coşkuyla karşılanır. Fakat Osmanlı Devleti, tedbiri elden bırakmayarak olası bir kara harekatına yönelik tedbirler geliştirir. Gelibolu’da yaklaşık 80 bin askerden meydana gelen 5. Ordu oluşturulur ve birliklerin başına Otto Liman von Sanders getirilir. Almanya, Çanakkale Deniz Zaferi’nin ardından İttifak Devletleri’ne katılan Bulgaristan’dan cephane yardımı alarak bunları Gelibolu’ya sevk eder. Müttefikler, uğradıkları ağır yenilginin ardından Boğazlar’ın kontrolünü ele geçirmek için yeni arayışlara yönelir. 25 Nisan’da Gelibolu’ya kara harekatı düzenlemek üzere Akdeniz Seferi Kuvvetleri oluşturulur, Winston Churchill görevden alınarak yerine İngiliz General Sir Ian Hamilton getirilir. Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerden oluşan ANZAK Kolordusu (25 bin 700), 29. İngiliz Tümeni (17 bin), 1. Fransız Tümeni (16 bin 700), 1. İngiliz Deniz Piyade Tümeni (10 bin 800) ve ANZAK Tugayı’ndan (4 bin 800) meydana gelen yaklaşık 75 bin asker bölgeye sevk edilir. 37 “Kum gibi, tûfan gibi kaynayan mahşer” İtilaf Devletleri taarruz için Seddülbahir ve Arıburnu olmak üzere iki ana bölge belirler. Bu iki bölgeye çıkarılan birliklerin Alçı Tepe ve Conkbayırı’nı ele geçirdikten sonra koordine bir şekilde Kilitbahir platosunu işgal etmeleri hedeflenir. Müttefikler, 25 Nisan 1915’te Seddülbahir Cephesi’ne çıkarma yapar. Bu cephede Birinci Kirte, İkinci Kirte, Üçüncü Kirte ve en çok zayiatın verildiği Zığındere olmak üzere dört muharebe meydana gelir. İtilaf Devletleri hedefledikleri bölgeleri ele geçiremez ve bölgedeki çarpışmalar savaşın sonuna kadar mevzi muharebesine dönüşür. 25 Nisan sabahı Müttefikler, ANZAK Kolordusu’yla Arıburnu’nda bir çıkarma daha organize eder. Bu çıkarma öngörülemediğinden ANZAK birlikleri ciddi bir direnişle karşı karşıya kalmaz ve ilerle- 38 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI me kaydeder. Conkbayırı bölgesinde tatbikat yapan 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal durumu anlar ve derhal ordu komutanına haber gönderir. Bir yanıt alamayınca Conkbayırı hattının kaybedilmesinin çok ciddi sonuçlar doğuracağının farkında olarak 57. Alay’ı bölgeye yönlendirir. İşte Mustafa Kemal, cephanesi kalmayan Türk askerine süngülerini kullanmasını emrettiği, tarihe geçen “Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir” sözünü burada söyler. Tıpkı Seddülbahir Cephesi’ndeki gibi Arıburnu Cephesi’nde de hedeflerine ulaşamayan İtilaf Devletleri, nihai bir sonuç elde etmek için Ağustos ayında üçüncü bir cephe açma kararı alır, ki bu cephe Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal’e Anafartalar Kahramanı unvanını kazandıracaktır. Dünyaya örnek şanlı bir zafer Deniz harekatında başarısız olan, aylardır sürdürdükleri kara harekatında da hiçbir şey elde edemeyen İngiliz birlikleri, 6 Ağustos gecesi Suvla Koyu’na çıkarma yapar. Arıburnu’nda aldığı inisiyatif doğrultusunda bölgeyi başarıyla savunan 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, Anafartalar Grup Komutanlığı’na atanır. Mustafa Kemal, 9 Ağustos’ta saldırıya geçen İngiliz birliklerine taarruzla karşılık vererek onları hazırlıksız yakalar. 10 Ağustos’ta ise Conkbayırı’nda ANZAK askerlerine karşı düzenlediği taarruzla ANZAK’ları geri püskürtür. Böylece Anafartalar Cephesi’nin ilk mücadelesi Birinci Anafartalar Muharebesi kazanılır. Akdeniz Seferi Kuvvetleri’nin Komutanı Ian Hamilton, Müttefikler’i bekleyen akıbetin farkında olsa da Ağustos ayı boyunca Anafartalar Bölgesi’nin çeşitli yerlerinde taarruzlar düzenler. Ancak işgal kuvvetlerinin bu çabası bataklıkta batmamak için çırpınırken daha da dibe inmek olarak betimlenebilir. Müttefikler’in aylar önce masa başında plan yaparken küçümsediği, kolaylıkla ele geçireceğini düşündüğü Boğaz, Anafartalar’ın ikinci muharebesi Tekketepe ve son mücadelesi İkinci Anafartalar Muharebesi ile bir kez daha savunulur ve Türkler nihai zafer elde eder. Türk ordusunun İtilaf Devletleri’ni yenilgiye uğratmasının ardından İtilaf birlikleri yavaş yavaş bölgeden çekilmeye başlar. Önce General Ian Hamilton görevden alınır. Ardından Birleşik Krallık’ın Harbiye Nazırı Lord Kitchener Çanakkale Cephesi’ne gelerek incelemelerde bulunur. Bulgaristan, Türk zaferinin ardından İttifak Devletleri’nin yanında savaşa katılır. Sonuçta 1915 yılının Aralık ayı itibarıyla Çanakkale işgal kuvvetlerinden arındırılır. Türk askerinin savunma savaşlarındaki yeteneğine 5. Ordu’nun üstün liderliği eklenince Türk milleti Çanakkale’de görkemli bir zafer elde eder. Bu zafer, kadın-erkek, genç-yaşlı demeden topyekûn vatan toprakları için canını ortaya koyan Anadolu insanı arasında Millî Mücadele ruhunun filizlenmesine önayak olacak, Türk milletine özgürlüğü ve bağımsızlığını kazandıran Kurtuluş Savaşı’nın temeli Gelibolu’da atılacaktır. Öte yandan, Çanakkale Zaferi, Avustralya ve Yeni Zelanda halkları başta olmak üzere dünya genelinde, sömürge yönetimlerine karşı ulusal bağımsızlık fikrinin oluşmasında etkili olacaktır. Gelibolu’yu, burada ortaya çıkan millî ruhu ve bu ruhun hangi koşullar altında doğduğunu anlatmanın en iyi yolu belki de Anafartalar Kahramanı’nın sözlerine başvurmaktır: “Mütekabil siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şayanı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler Kelime-i Şehadet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren şayanı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran, bu yüksek ruhtur.” 39 BÜLENT TURAN: ÇANAKKALE’YI “MILLÎ ŞUURUN BAŞKENTI” OLARAK GÖRÜYORUZ SÖYLEŞI: HÜLYA ÖZMEN KARABAĞLI Çanakkale doğumlusunuz ve Çanakkale Milletvekili olarak Meclis’te yer alıyorsunuz. Bir destanın yazıldığı yerde doğmak ve milletvekili olarak o bölgeye hizmet etmek nasıl bir duygu? Memleketimizin her bir karışı çok kıymetli. Neresinden olursa olsun tarih boyunca çok farklı medeniyetlere evsahipliği yapmış bir ülkenin parlamentosunda görev almak başlı başına bir onur. Fakat Çanakkale öyle özel bir yer ki bütün Türkiye’nin özetini burada görebiliyoruz. Bir milletin tümünün kaderi Çanakkale’yle örtüşüyor. Dolayısıyla tarihin tahtına kök salmış bir şehirde hizmet etmek, kelimelerle tarif edilemeyecek kadar anlamlı bizim için. Ülkemiz ve dünya tarihinde bir dönüm noktası olan Çanakkale Savaşları’nın önemine ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Çanakkale Savaşları emperyalist ülkelere karşı topyekûn vermiş olduğumuz bir varoluş savaşıydı. Burada belki de en önemli husus, bu mücadelenin belirli bir kesim tarafından değil, sınırlarımızın içinde ve dışındaki tüm unsurlarla verilmiş olmasıydı. Çanakkale’de şehitliklere gittiğinizde mezar taşlarında sadece Türkiye’den değil, çok geniş coğrafyalardan isimler görürsünüz. Bu nedenle Çanakkale, milletin hatta İslam dünyasının kaderinin şekillendiği yerdir. Çanakkale’de hepimizin sahip çıkması, ders alması gereken konular var. Çanakkale, 18 Mart Zaferi’nin yıldönümlerinde çok sayıda ziyaretçiyi ağırlıyor. Ülkemizde 7’den 70’e her yaştan kişi “Çanakkale geçilmez” dedirten şehitlerimize dua etmek, zafer 40 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI coşkusunu yaşamak için Çanakkale’de buluşuyor. Siz bu birlik ve beraberlik duygusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Çanakkale’ye sahip çıkmak vatanını, milletini seven herkesin ödevi olmalı. Çünkü geçmişini bilmeyen geleceğine sahip çıkamaz. Her yıl binlerce kişi Türkiye’nin dört bir yanından Çanakkale’ye geliyor. Şehitlerimiz orada bizlere bir vatan bırakma uğrunda canlarını verdiler. Biz Çanakkale’yi “millî şuurun başkenti” olarak görüyoruz. Bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz millî şuur işte 100 yıl önce Çanakkale’de karşımıza çıkıyor. Birlik ve beraberlikle en zor koşullarda nasıl dayanışma örneği sergilendiğini o dönemden öğreniyoruz. Üstün fedakarlık gösterilmemiş olsaydı “Çanakkale geçilmez” diyebilir miydik? Dayanışma olmasa, bütünlük olmasa zaferden söz edebilir miydik? Tanıştığım herkese “Çanakkale’ye gittiniz mi?” diye soruyorum. Gitmemişlerse sitem ediyorum. Çanakkale her vatan evladının ömründe en az bir kez görmesi gereken bir yer. Çanakkale Zaferi kutlamaları sırasında yurt dışından da pek çok kişi gelerek atalarını anıyor. Çanakkale’nin dünya ülkeleri açısından önemine ilişkin görüş ve izlenimlerinizi öğrenebilir miyiz? Çanakkale Savaşları’nın 100. Yılı etkinlikleri Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın evsahipliğinde 100’den fazla ülke liderinin katılımıyla gerçekleşti. Böylesine büyük organizasyonlar artık Türkiye’de başarılı bir şekilde düzenlenebiliyor. Çanakkale’de 100 yıl önce yaşanan savaş belki daha önce birbirlerinin ülkesini hiç duymamış insanları karşı karşıya getirdi. Bu organizasyonlar ADALET VE KALKINMA PARTISI GRUP BAŞKANVEKILI VE ÇANAKKALE MILLETVEKILI BÜLENT TURAN, HER VATAN EVLADININ ÖMRÜNDE EN AZ BIR KEZ ÇANAKKALE’YI GÖRMESI GEREKTIĞINI IFADE EDEREK, “GEÇMIŞINI BILMEYEN GELECEĞINE SAHIP ÇIKAMAZ” DIYOR. TURAN, “ÇANAKKALE ÖYLE ÖZEL BIR YER KI BÜTÜN TÜRKIYE’NIN ÖZETINI BURADA GÖREBILIYORUZ” DEĞERLENDIRMESINDE BULUNUYOR. daha önce yapılan hataların tekrar yaşanmaması, ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duyulması açısından önem arz ediyor. Çanakkale’de ibretlik bir tarihi yerinde inceleme imkanı buluyoruz. Çanakkale Milletvekili olarak bu kentimize yönelik faaliyetleriniz arasında ön plana çıkanları, önümüzdeki dönemde hayata geçirmeyi planladığınız projeleri bizimle paylaşabilir misiniz? Çanakkale, tarihi, maneviyatı, tarımı, turizmi ve doğasıyla adından çok yönlü söz ettirmiş marka bir şehir. Bu potansiyeli bölge bölge artıracak çalışmalar yapıyoruz. Çanakkale birçok konuda “en”lerin yer aldığı bir kent. Tarımda ön plana çıkan bölgelerimiz için Gıda İhtisas Organize Sanayi Bölgesi kurmak istiyoruz. Turizmde, şehitliklere gelen 2 milyonu aşkın ziyaretçi sayısını daha da artırmak için çalışıyoruz. Troya, Kaz Dağları ve Assos’a daha fazla turist çekecek çalışmalar planlıyoruz. Ayrıca Bayramiç doğumlu, Biga Sancağı’ndan milletvekili seçilen Millî Şairimiz Mehmet Âkif, Adnan Menderes gibi demokrasi şehidi olan Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Biga’daki Parion Antik Kenti, Osmanlı zamanında “Eski İstanbul” diye anılan Troya Antik Kenti gibi önemli değerlerimize dikkat çekiyoruz. Bunların dışında Çanakkale’nin kendi özelinde bütün sorunlarını bir bir ele alıyor, çözümler üretiyoruz. Çanakkale için en büyük proje tabii ki Boğaz Köprüsü olacak. Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımızın da sıklıkla dile getirdiği bu proje tamamlandığında Asya ve Avrupa Çanakkale’den de birbirine kavuşacak. Çanakkale köprü sayesinde tarihî dokuyu bozmadan hem İstanbul’a ulaşımda hem de lojistik taşımacılıkta Avrupa’ya geçişlerde bir merkez konumuna sahip olabilecek. 41 YARBAY MUSTAFA KEMAL’IN 19. TÜMEN KUMANDANLIĞI’NA TAYINI Çanakkale Savaşı’nda gösterdiği üstün başarılarla vatan sathında tanınırlığa kavuşan Mustafa Kemal’in 19. Tümen’in başına geçirilmesi I. Dünya Savaşı’nın kaderini doğrudan etkilemiştir. 1 Mart 1914 tarihinde yarbaylığa terfi eden ve ataşemiliter sıfatıyla Sofya’da bulunan Mustafa Kemal, Osmanlı Devleti’nin girdiği büyük savaşta cephede yer almak istediğini gerekli makamlara yazılı olarak bildirir. Talebine bir süre cevap alamayan Mustafa Kemal’in görev kararı Harbiye Nazırı Enver Bey’in Doğu Cephesi’nden çektiği telgrafla çıkar. Mustafa Kemal’in Üçüncü Kolordu’ya bağlı olarak Tekirdağ 42 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI bölgesinde kurulan 19. Tümen’e komutan olarak atanması kararı, Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) olan, aynı zamanda Harbiye Nazırı Vekilliğini üstlenen Talat Bey’in 18 Ocak 1915 tarihli emriyle duyurulur. Mustafa Kemal cepheye intikal ettiğinde 19. Tümen henüz fiilen oluşturulmamıştır. Atatürk, daha sonra anılarında komuta edeceği tümeni bulmakta hayli zorlandığını ifade eder. 19. Tümen, 25 Şubat günü Çanakkale Cephesi’ne sevk edilecek ve Mustafa Kemal’in askerî dehası savaşın seyrini değiştirecektir. SAVAŞ KAHRAMANINA 10 LIRA BAĞIŞ I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın yalnızca cephede değil, cephe gerisinde, halk nezdinde de kahramanlıklara sahne olduğu biliniyor. Siperlerde canını hiçe sayarak savaşan askerlerin arkasındaki millet gücünü ortaya koyan belgelerden biri, Harbiye Nazırlığı’ndan Basın Müdürlüğü’ne yollanan 11 Mart 1915 tarihli yazıdır. Yazıda, Müdafa-i Milliye adlı derginin başyazarı Mehmed Zeki Bey’in, Seddülbahir ve Kumkale saldırılarının püskürtülmesinde büyük yararları görülen Mustafa oğlu Mehmed Çavuş’a 10 Osmanlı Lirası bağışta bulunduğu kaydediliyor. Vatan ve millet sevgisiyle dolu her ferdin göğsünü kabartan Mehmed Çavuş gibi kahramanlara karşı Mehmed Zeki Bey’in örnek davranışından övgüyle bahsedilen yazıda, bu haberin gazetelerde yayımlanması isteniyor. Savaşlarda psikolojik desteğin öneminin farkında olan Türk makamlarının askerlerin ve milletin maneviyatını yüksek tutmak için çeşitli yollara başvurduğu bu belgeden anlaşılıyor. İletişim imkanlarının bugüne oranla son derece kısıtlı olduğu I. Dünya Savaşı döneminde cepheden ayrıntılı haberlerin halkla paylaşılması da belgenin ilgi çekici özelliklerindendir. 43 MILLETVEKILLERINDEN ÇANAKKALE ZAFERI DEĞERLENDIRMESI 44 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI BENNUR KARABURUN ADALET VE KALKINMA PARTISI BURSA MILLETVEKILI Y akın tarihimizdeki kahramanlık destanları arasında en önemlilerinden biri Çanakkale Zaferi’dir. Bu zaferin milletimizin tarihinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Bu büyük olay, adeta bugün meydana gelmiş gibi hafızalarımızda taze ve canlıdır. Söz konusu zafer, milletimizin iman ve azminin, metanet ve gücünün açık bir göstergesidir. Çanakkale Zaferi, Rabbimizin “Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın” emrine uyarak bir düğüne gider gibi kurşunlara atılan kahraman askerimizin destanıdır. Bu zafer, Kuran’ı, vatanı, bayrağı, milleti, dini ve devleti için canını Allah yolunda feda eden, böylece Hakk’ın rızasına eren bir milletin şahlanışıdır. İnanç, vatan sevgisi, dayanışma, birlik ve beraberlik duyguları, zamanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı koymada en önemli faktörler olmuştur. Bugün de aynı ruh ve inanca milletçe çokça ihtiyacımız var. Çanakkale’de şahlanan ruh, milletimizin mayasını oluşturan ruhtur. Yeni nesilleri bu duygularla yetiştirmeli, dedelerinin emanetini torunlarına aktarabilmeliyiz. İki büyük dedemin de şehadet şerbetini içtiği bu kutsal mücadeleyi, eğitim dönemlerimden önce ailemden adeta bir ders niteliğinde öğrenmem, halkımızca bu zafere ne kadar önem verildiğini göstermektedir. “Tarihini bilmeyen gençlik tarih yazamaz” diyor bir yazar. Ne kadar anlamlı bir söz değil mi? Bizler tarihimizi, benliğimizi bildikçe var oluruz, dolayısıyla ecdadımızı iyi tanıyıp iyi okumalıyız. Düşünen, sorgulayan, okuyan bir nesil yetiştirmeye ancak bu şekilde ulaşabiliriz. Biz biliyoruz ve yürekten inanıyoruz ki gençliğimiz bu değerlerimizi unutmayacak, büyüklerimiz de bu değerleri aktarmaya devam edecektir. Yine çok iyi biliyoruz ki her kıymetli şeyin bir bedeli vardır. Bu vatanın bedeli de Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda şehit kanlarıyla ödenmiştir. 45 YUSUF BEYAZIT ADALET VE KALKINMA PARTISI TOKAT MILLETVEKILI Ç anakkale Savaşı, bir yazarın ifadesiyle adeta “Çanakkale Mahşeri”, on binlerce Mehmet’in eşsiz bir vatan için can verdiği dünyada benzeri olmayan bir Boğaz Harbi’dir. Bir destandır. Bir hicrandır. 20. asrın başında yeni bir devrin sayfaları açılmıştır. Üç kıtada hüküm sürdüğümüz, adaleti ve medeniyeti taçlandırdığımız bir cihan devletinin ikbal güneşi gurup etmiştir. Bizim olan, biz olan mübarek diyarlar birer birer elimizden çıkmıştır. 500 yıllık vatan Rumeli kaybedilmiştir. O tarifsiz acı dinmeden Cihan Harbi çıkmış, yedi cephede Mehmetler çile doldurmuştur. Çanakkale ise Cihan Harbi’nin en zor durağı olarak tarihteki yerini almıştır, hem de silinmemecesine... Çanakkale Cephesi’nde başımıza gelen en acı olaylardan biri Sultan II. Abdülhamid Han’ın muazzam eğitim seferberliği ile açtığı okullarda yetişen vatan evlatlarının şehit düşmesi olmuştur. Birinci Cihan Harbi sonunda bir imparatorluk kaybettik. Elde kalan mübarek vatan Anadolu’ya dahi yaban eller uzandı. İşte Çanakkale’deki ruhtur ki Millî Mücadele ateşinin alev almasına vesile olmuştur. Galiba, milletimizin ruh kökünden ilham ile hayata mana veren şairlerimizin sözüyle meseleyi bağlamak en doğrusu… Faruk Nafiz Çamlıbel, Yaşamaz ölümü göze almayan / Zafer göz yumma- 46 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI dan koşana gider / Bayrağa kanının alı çalmayan / Gözyaşı boşana boşana gider der. Evet, milletimiz göze aldıklarıyla yaşamaktadır. Ve yaşayacaktır inşallah... Mehmetler sayesinde… O Mehmetler ki son ehl-i salibin kırarak savletini, şarkın en sevgili sultanı Selahaddin’i, Kılıçarslan gibi iclaline hayran etmişlerdir. Bizi kuşatıp boğmaya çalışan hüsranı, göğsünde kırıp parçalayarak bize bir gelecek bırakmışlardır. Allah şefaatlerine nail eylesin. Emanetlerine sahip çıkmak için bir an bile gayretten geri koymasın. Aziz ruhları şad olsun. MUHARREM ERKEK CUMHURIYET HALK PARTISI ÇANAKKALE MILLETVEKILI T arihte her olayın, koşulları içinde değerlendirildiğinde, şüphesiz büyük önemi vardır. Yalnız, tarihte çok az olay Çanakkale Zaferi kadar derin, geniş çaplı ve tarihe yayılan bir etkiye neden olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve bir ulus olma bilincinin önsözü Çanakkale’de yazılmıştır. Yine, tarihi değiştirecek büyük devrimci, kahraman bir komutan olan Mustafa Kemal Atatürk, tarihin ebeliğinde Çanakkale Savaşı’nda doğmuştur. Koca bir Dünya Savaşı’nın ve aslında sonrasının tarihi de değişmiştir. Belki İngiliz gemileri Çanakkale Boğazı’ndan geçseydi, Rusya’da Çar zor durumda kalmayacak ve Bolşevik Devrimi olmayacaktı. Yine, ANZAK güçleri olarak gelen Avustralya ve Yeni Zelandalılar, ulus olma fikrini Çanakkale topraklarında kazılmış siperlerde öğrenmişlerdir. Tarihe bir başka çok önemli not düşülmüştür ki günümüz için en önemli mesajlardan biri de odur: Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği barışa dayalı dış politika fikrinin temeli Çanakkale’de atılmıştır. Bakınız, dili, dini, etnik kökeni farklı, neden düşman olduklarını anlayamayacakları kadar uzak coğrafyalardan sürüklenip gelen insanlar orada yaşamlarını kaybetmiş ve koyun koyuna yatmaktadırlar. Bu nedenle “Yurtta sulh, cihanda sulh” şiarını bize miras bırakan Mustafa Kemal Atatürk, 1934 yılında ANZAK annelerine hitaben şöyle bir mektup yazmıştır: “Uzak memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar; gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.” Mustafa Kemal Atatürk’ün bu barış anlayışı bugün başta ülkemizi yönetenler olmak üzere tüm dünyaya örnek olmalıdır. Savaş cephelerinde ömrü geçmiş bir komutanın, dünyaya örnek olacak barış felsefesi, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne saygınlık kazandırmıştır. İşte bunun temelleri Çanakkale’de atılmıştır. Kaldı ki bugün Çanakkale’ye barışın ve özgürlüğün kenti denilmesinin tarihsel kökleri buralardadır. Dünya ve Türkiye için önemli bir yer olan Çanakkale’ye çok daha fazla özen göstermemiz gerekmektedir. Şu an Çanakkale Savaşı’nın geçtiği Gelibolu Millî Parkı için yapılması gereken yüzlerce şey vardır. Ama bunların çoğu yapılmamaktadır. Daha kötüsü, kahramanlıkla manevi gücün birleştiği, stratejik deha ile kazanılan Çanakkale Savaşı’na ilişkin, bölgeye gelen ziyaretçilere öyle hurafeler anlatılmaktadır ki bu şanlı destan, bu büyük zafer gölgelenmektedir. Çanakkale’ye özel önlemler alınması ve uygulamalar yapılması için kapsamlı bir planlamaya ve çalışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bugün Anadolu topraklarında nefes alabiliyorsak, soluduğumuz havanın önemli bir kısmı Çanakkale’de yaratılmıştır. Zaferimizin 101. yılı tüm ulusumuza kutlu olsun. Başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Çanakkale Savaşı’nda karınca misali bir damla su dahi taşısa da katkısı olan herkesi, şehitlerimizi, ebediyete intikal etmiş gazilerimizi rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum. 47 ÖZCAN PURÇU TBMM BAŞKANLIK DIVANI KATIP ÜYESI, CUMHURIYET HALK PARTISI İZMIR MILLETVEKILI Ç anakkale Zaferi, tarihin akışını değiştiren, halkımızın verdiği varoluş mücadelesiyle dünyanın ezilen ve mazlum halklarına örnek olan tarihî bir destandır. Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinde önemli bir dönüm noktasıdır. Farklı etnik kökene sahip milyonlarca insanımızın yokluk ve yoksulluğa rağmen azimle ve özveriyle sürdürdüğü kurtuluş mücadelesi, imkansızı başarmanın, yoktan var etmenin adıdır. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde yürütülen bu kararlı mücadele bağımsız bir devletin kurulmasıyla başarıyla sonuçlanmıştır. Aklın ve bilimin rehberliğinden vazgeçmeden tarihten ders çıkarmak zorundayız. Anadolu topraklarında verilen mücadele sayesinde bugün bağımsız bir devlet çatısı altında yaşayabiliyoruz. Farklılıklarımızla bir arada olabilme kültürünü pekiştirmemiz ise büyük önem taşıyor. Mücadele azmini, imkansız görüneni başarma kararlılığımızı hiç kaybetmememiz gerekiyor. Kazanımlarla dolu olan Cumhuriyet tarihine bakıldığında, ne yazık ki ilerlemenin ve gelişmenin istenilen düzeyde olmadığı ortaya çıkmaktadır. Çözülmeyi bekleyen sorunlarımız, kronik hale getirilen ciddi problemlerimiz, görünür olmayan dertlerimiz için daha çok çaba göstermemiz gerekiyor. Bugün ülkemizin içinde bulunduğu durumun, yaşadığımız şiddet ortamının, hoşgörüsüzlük ve önyargı ikliminin sona ermesi için zaferlerle örülü geçmişimize bakmamız yeterli. Bizim ayrımız gayrımız yok. Zorluklarla kurulan ülkemizde dayanışma, birlik ve beraberliğe her zamankinden çok ihtiyacımız var. Birlikte kurduğumuz bu ülkeyi birbirimizi yok saymadan, ötekileştirmeden, birbirimiz üzerinde tahakküm kurmadan birlikte daha iyiye götürmeye ihtiyacımız var. Bu duygu ve düşüncelerle başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere şehitlerimizi saygıyla ve minnetle anıyorum. 48 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI OKTAY ÖZTÜRK MILLIYETÇI HAREKET PARTISI GENEL BAŞKAN YARDIMCISI VE MERSIN MILLETVEKILI Ç anakkale’nin bizler için ifade ettiği değerler, savaşın gerçekleştiği coğrafyanın ve tarihin çok ötesindedir. Çanakkale’ye sadece bir vatan savunması olarak bakmaktan ziyade, onu geçmişten alınan ders ve güçle geleceği tanzim etmek olarak da görmekteyiz. Bu düşüncelerle Çanakkale, Mete Han’ın “Benden atımı isteyin veririm, canımı isteyin veririm, fakat toprağımı istemeyin vermem” ülküsünün bir tecellisidir. Çanakkale, Malazgirt’te, Domaniç yaylalarında yalın kılıç savaşan yiğitlerin, Kosova’da nefeslenip, “Ya ben İstanbul’u alırım ya da İstanbul beni” aşkının bir kere daha tezahürüdür. Çanakkale, Mehmet Âkif’te “Bedrin arslanları”, Yahya Kemal’de “İslam’ın son ordusu” olan, isimleri Peygamber’e adaş Mehmetlerin, tek dişi kalmış canavara verdiği derstir. Çanakkale, Ayasofya minarelerinde ezan, Sultanahmet kürsülerinde vaaz, Fatih Camii minberinde hutbedir. Çanakkale, Dumlupınar’ın, Büyük Taarruz’un, velhasıl Kurtuluş Savaşı’nın besmele çekilerek yapılmış bir provasıdır. Çanakkale, “Ben size ölmeyi emrediyorum” diyen kahramanı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü Türk milletine hediye eden muhteşem bir zaferdir. Çanakkale, top ve tüfek seslerinden çıkan müzikalin şehit kanlarıyla bestelendiği ve kıyamete kadar söylenecek türkünün yazıldığı yerdir. Çanakkale, Türk’e kefen biçenin akıbetidir. Çanakkale, Seddülbahir yamaçlarından cennete yapılan yolculuğun adıdır. Çanakkale, cennette Peygamber Efendimize hediye edilecek şehit kanlarının döküldüğü yerdir. Çanakkale, ahlakın ahlaksızlığa, vicdanın vicdansızlığa, onurun onursuzluğa galip geldiği yerdir. Çanakkale, bugün yaşadığımız devletimizin, cumhuriyetimizin güçlü temelleridir. Çanakkale, bir derstir, okumasını ve anlamasını bilene... 49 GELIBOLU YARIMADASI TARIHÎ MILLÎ PARKI 50 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI TARIHLE ARKEOLOJIYI, DOĞAYLA SPORU BIRLEŞTIREN EŞSIZ BIR YER GELIBOLU YARIMADASI TARIHÎ MILLÎ PARKI. BURADA ATILAN HER ADIMDA DOĞANIN BAHŞETTIKLERINE HAYRAN KALIRKEN NE BÜYÜK FEDAKARLIKLAR SAYESINDE BUGÜN BU NIMETLERE SAHIP OLABILDIĞININ FARKINA VARIYOR INSAN. ÇAĞLA TAŞKIN G rafikerler, tasarımcılar, bilişim teknolojileriyle ilgilenenler, resimle uğraşanlar için temel bir kavramdır “RGB Renk Modeli”. Adını İngilizcedeki red (kırmızı), green (yeşil) ve blue (mavi) kelimelerinin baş harflerinden alan bu modelin özelliği doğadaki tüm renklerin kendisinden hareketle belirtilebilmesi veya oluşturulabilmesidir. Bu sistem fotoğraf makinelerinde, bilgisayarlarda, internet sitelerinde daha karmaşık şekillerde, denklemler eşliğinde kullanılır; sanatçıların paletinde ise biraz el yordamı, biraz el alışkanlığıyla gösterir kendini. Ressam bu ana renklerle nasıl kombinasyonlar, ne gibi karışımlar yapacağını, bunların sonucunda hangi rengi elde edeceğini adeta sezgisel olarak bilir. Peki, bir millî park yazısına neden bu teknik bilgiyle başlanır? Bahsedilecek millî park herhangi bir millî park değildir de ondan. Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı, RGB Renk Modeli’nin elle tutulur, gözle görülür, kalple hissedilir örneğidir de ondan. Burada şehit kanı kırmızısı yemyeşil ormanlarda ilerleyip masmavi sulara akmıştır da ondan… Savaşın vahşetinin böylesi güzel topraklar üzerinde tezahür edişinin yarattığı tezat dünyanın belki başka hiçbir yerinde görül- memiştir. Çanakkale Savaşları dünya tarihinde askerî bakımdan ayrı bir yerde durmasının, burada kazanılan zaferin bir ulusun bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinin ilk adımı sayılmasının yanında bir de bu acı ikilem nedeniyle benzersiz olsa gerek. Coğrafyanın nimetlerinin dezavantaja dönüşmesinin örneklerinden biridir Gelibolu Yarımadası. Boğazlar’a hâkim konumda yer almaktadır; Marmara, Akdeniz ve Karadeniz’le bağlantılıdır, toprakları verimlidir... Hal böyle olunca I. Dünya Savaşı sırasında İtilaf Devletleri’nin hedefi olması, Osmanlı topraklarını bölüşmenin kilit adımı sayılan İstanbul’u ele geçirme planı için önemli bir eşik olarak görülmesi şaşırtıcı değil esasen. Böylesi amaçların boşa çıkarıldığı yer olan Gelibolu ile ilgili ilk yazılı kaynaklar MÖ 5. yüzyılda bir Makedon şehri olduğu döneme tarihleniyor. Çağlar boyunca oldukça kritik önem taşıdığı su götürmeyen Gelibolu’da Makedonlar’dan sonra Bizanslıların ve Venediklilerin hüküm sürdüğünü biliyoruz. Gelibolu’nun Osmanlı topraklarına katılması ise I. Bayezid dönemine (1389-1403) denk geliyor. Özellikle Rum nüfusun yoğun olarak bulunduğu Gelibolu bu tarihten sonra uzun bir süre refah içinde yaşarken bu huzur ortamı 1854 Kırım 51 Savaşı’na kadar devam ediyor. 19. yüzyılla birlikte kıtanın tamamında yavaş yavaş yayılan kaos Osmanlı topraklarına da sirayet edince Gelibolu’nun stratejik önemi adeta başına bela olmaya başlıyor. Kırım Savaşı’yla birlikte ortaya çıkan bu sürecin devamı I. Balkan Savaşı oluyor, ardından da o meşum I. Dünya Savaşı geliyor. O zamana kadar yeşili soluyan, maviyi seyreden Gelibolu kırmızıyla tanış oluyor. Dünyanın diğer ucundan askerler geliyor bu topraklara. Mehmetçiğin savaşın bütün dehşetinin ortasında dostluk kurduğu askerler… Bu öyle bir dostluk ki aradan yüz seneden fazla zaman geçmesine rağmen hâlâ anlatılıyor, hâlâ kilometrelerce öteden Gelibolu’ya gelen o askerlerin torunlarınca yerinde yâd ediliyor. İşte Çanakkale Zaferi’nin kazanıldığı yer olmasının yanında biraz da bu yüzden çok kıymetli Gelibolu. Doğa ve tarihin kucaklaşması Böylesi değerli bir yerin koruma altına alınması düşüncesi 1973 yılında somutlaşmış ve Gelibolu Yarımadası bu yıl millî park ilan edilmiş. Çanakkale ili sınırları içinde bulunan, yarımadanın güneyinde konumlanan ve 33 bin hektardan geniş bir alan kap- 52 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI layan Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı yalnızca Çanakkale Savaşları’nın hatıralarına değil, zengin bir flora ve fauna çeşitliliğine, arkeolojik kalıntılara ve antik yerleşimlere de evsahipliği yapıyor. Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı sınırları içindeki ilk yerleşimlerin MÖ 5. ila 3. yüzyıla tarihlenen eski Yunan kentleri olduğu biliniyor. Ne yazık ki bu antik kentlerden günümüze pek fazla GELIBOLU YARIMADASI TARIHÎ MILLÎ PARKI YALNIZCA ÇANAKKALE SAVAŞLARI’NIN HATIRALARINA DEĞIL, ZENGIN BIR FLORA VE FAUNA ÇEŞITLILIĞINE, ARKEOLOJIK KALINTILARA VE ANTIK YERLEŞIMLERE DE EVSAHIPLIĞI YAPIYOR. şey ulaşamamış. Fakat yarımadada Karaağaç Tepe ve Baştepe’nin de aralarında yer aldığı höyük yerleşimleri, farklı Osmanlı padişahları tarafından bölgenin savunmasını güçlendirmek amacıyla yaptırılmış kale ve tabyalar gibi arkeoloji ve tarih meraklılarının gezebileceği birçok yer var. Gelibolu Yarımadası Tarihî Millî Parkı’nın doğal güzellikleri temiz ve berrak sular, doğa yürüyüşü sevenleri cezbeden vadi ve ormanlarla sınırlı değil. Buradaki bitki ve hayvan çeşitliliği de son derece etkileyici. Özellikle Saros Körfezi’nin doğusundaki lagün gölünü mesken tutan keklik, şahin, ardıç, çulluk gibi türler, kuşların göç yolu üzerinde konumlanan yarımadanın en önemli turistik değerlerinden. Amatör gözlemcileri de peşinden sürüklüyor kuşlar, akademisyenleri de. Yarımadada en az kuş kadar zengin olan bir diğer tür ise balık. Gelibolu’nun sularında bulunduğu bilinen balıklar arasında sazan, kefal, levrek, orfoz, mercan, fener, kalkan yer alıyor. Gelibolu Yarımadası’nın ayı, sincap, su samuru, yaban kedisi, tilki, tavşan, flamingo, kirpi ve daha birçok hayvana evsahipliği yapıyor oluşu doğasının hâlâ ne kadar saf olduğunun göstergesi adeta. Topraklar bu kadar verimli olunca üzerinde yetişen bitki türleri de oldukça zengin oluyor elbette. Yarımadadaki bitki türlerinin sayısının 500’ü geçtiği tahmin ediliyor. Bunlar arasında kızılçam, meşe, kestane, karaçam ve kavak gibi ağaç türleriyle kekik ve defne gibi tipik Akdeniz bitkileri yer alıyor. Her adımda şehitlerin hatırası Gelibolu Yarımadası’nı özel kılan unsurların başında kuşkusuz Çanakkale Savaşları’nın izleri geliyor. Yarımadanın dört bir yanındaki bu izlerin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması amacıyla 2014 yılında kurulan Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı (ÇATAB) Gelibolu’nun tarihî mirasının muhafazası için oldukça önemli çalışmalar yürütüyor. Faaliyetlerini Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde devam ettiren ÇATAB sınırları içinde birçok gerçek ve sembolik şehitlik, anıt, kale, tabya ve yabancı askerlere ait mezar yer alıyor. 53 ASKERLERIMIZIN ÇANAKKALE’DEKI KAHRAMANCA MÜCADELESININ ANISINA YAPTIRILAN ANITLAR VE ŞEHITLIKLER GELIBOLU YARIMADASI TARIHÎ MILLÎ PARKI’NI ZIYARET EDENLERE DUYGU DOLU ANLAR YAŞATIYOR. ÇATAB bünyesindeki unsurların akla ilk gelenlerinden biri Hisarlık Tepe’deki Çanakkale Şehitler Abidesi. Adeta Gelibolu Yarımadası’yla özdeşleşen ve 1960 yılında tamamlanan abide dört ayak üzerinde yükseliyor. Bu ayaklarda yer alan kabartmalarda Çanakkale kara ve deniz savaşları anlatılıyor. Şehitlerimizin Çanakkale’deki kahramanca mücadelesi ve fedakarlığı anısına yaptırılan bir diğer anıt ise İlk Şehitler Anıtı. Adından da anlaşılacağı gibi savaşın Seddülbahir Kalesi’ndeki ilk kayıplarının anısına 1915 yılında, savaş hâlâ devam ederken yaptırılan anıt 1980’lerde yenilenmiş. Anıtın ön yüzünde Seddülbahir Kalesi’ne yapılan İngiliz ve Fransız saldırılarını anlatan bir metin yer alıyor. Seddülbahir Kalesi’nin Çanakkale Savaşları esnasında en fazla bombalanan noktalardan olması tesadüf değil. Zira 17. yüzyılda inşa edilen kale Boğazlar’a hâkim konumu nedeniyle önemli bir gözlem ve savunma noktası olma niteliği taşıyor. Eceabat’ta yer alan Seddülbahir Kalesi ve civarındaki bölge, savaşın her iki tarafının da en ağır kayıpları verdiği yerlerin başında geliyor. Çanakkale Savaşları boyunca büyük stratejik önem taşıyan bir diğer kale olan Kilitbahir ise 1452 yılında İstanbul’un fethi çabalarının bir parçası olarak Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) tarafından yaptırılmış. Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566), Sultan Abdülaziz (1861-1876) ve II. Abdülhamid (18761909) dönemlerinde onarılan ve eklemeler yapılan kaleye yukarıdan bakıldığında üç yapraklı yonca şeklinde olduğu görülüyor. Çanakkale Savaşları’nda en az kaleler kadar tabyalar da kritik önem taşımıştır. Gelibolu sınırları içinde yer alan tabyalardan Rumeli 54 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI Mecidiye Tabyası Sultan Abdülmecid dönemine (1839-1861) tarihlenir. Tabya, önemli bir savunma noktası olmasının yanında yalnızca Çanakkale Savaşları’nın değil bir bütün olarak bağımsızlık mücadelemizin simgelerinden biri haline gelmiş Seyit Onbaşı’nın 215 kilogramlık top mermisini sırtladığı yer olarak da büyük değere sahiptir. Ulusal hafızamızda yer eden bu olay, tam olarak Rumeli Mecidiye Tabyası’nda gerçekleşir. Savaşta büyük önem taşıyan diğer tabyalar arasında özellikle denizden gelen İngiliz birliklerinin püskürtülmesinde kritik rol oynayan Ertuğrul Tabyası ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edildikten sonra 2006 yılında ziyarete açılan Namazgah Tabyası sayılabilir. Bahsedilen kale ve tabyaların hepsi Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından “korunması gereken kültürel varlık” olarak tescil edilmiştir. Gelibolu Yarımadası’nın kuşkusuz en hüzünlü yeri şehitlikler… Ertuğrul Koyu’na çıkarma yapmaya hazırlanan İtilaf Kuvvetleri’ni canları pahasına püskürten 26. Alay’ın anısına yapılmış 26. Alay Yahya Çavuş Şehitlik ve Anıtı’nda; adını savaş devam ederken yaralanan askerlere ilk tedavinin yapıldığı yer olmasından alan Sargıyeri’ndeki şehitlikte; Anafarta Köyü’ndeki Büyük Anafarta Mezarlığı’nda başlar gözler dolmaya. Savaşta en ağır kayıpları veren birliklerden 57. Alay anısına inşa edilen şehitlik ve anıtta binin üzerinde askerin isimlerini okurken gözyaşlarını tutmak çok zordur artık. Soğanlıdere ve Şahindere Şehitlikleri’nin mimarisindeki ortak tema olan, yapıda bir yükseltiyle sembolize edilen “şehitlerimizin Allah katına ulaşması” düşüncesinde ise bir nebze teselli bulunur… 55 JAMES LARSEN: AVUSTRALYA IÇIN BIR MILAT OLARAK GÖRDÜĞÜMÜZ ÇANAKKALE SAVAŞLARI, ULUSAL HIKAYEMIZIN MERKEZÎ BIR PARÇASIDIR SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ-ÇAĞLA TAŞKIN / FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN AVUSTRALYA BÜYÜKELÇISI JAMES LARSEN, ÇANAKKALE SAVAŞLARI’NIN TÜRKIYE VE AVUSTRALYA ARASINDAKI GÜÇLÜ DOSTLUK ILIŞKILERININ TARIHÎ ARKA PLANINI OLUŞTURDUĞUNU IFADE EDEREK, “BIZ ÇANAKKALE HIKAYESINDEN BIRÇOK CESARET, GÖREVE BAĞLILIK, ÜLKEYE SADAKAT MESAJI ÇIKARIYORUZ VE ANAVATANLARINI YIĞITÇE SAVUNAN TÜRKLERE SAYGI DUYUYORUZ” DIYOR. 56 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI Söyleşimizin başında Avustralya’nın Çanakkale Savaşları’na katılma sürecine ilişkin bilgi verebilir misiniz? Bu geçmiş I. Dünya Savaşı öncesine ve Avustralya ile Birleşik Krallık arasındaki ilişkiye dayanıyor. Avustralya, I. Dünya Savaşı sırasında yalnızca on dört yıldır bağımsız olan bir ulustu. Biz 1901 yılında bağımsız bir ulus olduk. Uluslararası güvenlik meselelerini ve dış temaslarımızı Birleşik Krallık’la ilişkilerimiz çerçevesinde yürütüyorduk. Bunun bir sonucu olarak, Birleşik Krallık Almanya’yla savaşa girdiğinde biz de o savaşta yer aldık. Gelibolu Yarımadası’nda bir cephe açma kararı İngilizlere aitti ve Avustralya da I. Dünya Savaşı’na İngilizler ve İtilaf Devletleri’ne destek vermek için girdi. Çanakkale Savaşları’nın bizim tarihimizdeki yeri ve önemi büyüktür. Zira Çanakkale Zaferi, bağımsızlık mücadelemize giden yolda dönüm noktaları arasında yer alır. Avustralya tarihi için de benzer bir durum söz konusu mu? Evet, elbette. Hem Avustralya hem de Yeni Zelanda için durum böyledir. Fakat özellikle Avustralya için Çanakkale Savaşları, bir ulus olarak tarihimizin ve hikayemizin ikonik bir unsuru olarak görülmektedir. Çanakkale Savaşları, Avustralyalı askerlerin ilk defa Avustralya üniformasıyla, Avustralya bayrağı altında çarpıştığı savaşlar arasında yer alıyordu. Bu savaşa katılan bütün Avustralya askerlerinin gönüllü olduğunu hatırlamak son derece önemlidir. Hükümet, gönüllülerin savaşmak için kaydolmalarını teşvik eden bir kampanya başlatmıştı. Çanakkale o dönemde oldukça öne çıkan, Avustralya’da oldukça iyi bilinen, yakından takip edilen bir harekattı. Askerlere ait kayıtlara -tuttukları günlükler ve evlerine gönderdikleri mektuplara- bakmak son derece enteresan, çünkü onlarda şöyle bir algı görüyorsunuz: Askerler savaş başladığında işlerinin kolay olacağını, Türkleri yenmenin hiç zor olmayacağını düşünüyor, çabucak İstanbul’a ulaşmaktan bahsediyorlar. Askerler öncelikle eğitim için Mısır’a gidiyor, daha sonra oradan gemilerle Gelibolu Yarımadası’na naklediliyordu. Savaş süresince zaman ilerledikçe elbette hepsi o toprak parçasının ne kadar güçlü şekilde savunulduğunu, Türklerin ne kadar cesaretli ve kahraman olduğunu tecrübe etti. Avustralya’nın bakış açısıyla, bu savaşın en başarılı kısmının geri çekilmemiz olduğunu söyleriz, çünkü bu esnada kayıp vermeden başarıyla geri çekildik. Çanakkale Savaşları’nın trajedisi çok sayıda insanın bir kazanç olmaksızın hayatını kaybetmesiydi. Bu bağlamda, savaşın Avustralyalılar için ikonik hale gelmiş birçok unsuru vardır. Örneğin komutanlarının emri üzerine -amaçlarına ulaşmalarının mümkün olmadığını bilerek- taarruz eden askerlerin hikayelerini bilirsiniz. Biz Çanakkale hikayesinden birçok cesaret, göreve bağlılık, ülkeye sadakat mesajı çıkarıyoruz ve anavatanlarını yiğitçe savunan Türklere saygı duyuyoruz. Ve elbette bu deneyimden iki ülke arasında oldukça sıcak bir dostluk geliştirdik. Çanakkale Savaşları Türk ve ANZAK askerlerinin “dostluk” hikayeleri dolayısıyla da ayrı bir yerde durur. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bence bunun içi oldukça dolu, çünkü orijinal belgelere baktığınızda çok ilginç şeyler görüyorsunuz. Türk subayların ailelerine yazdıkları mektuplara, Avustralyalı asker ve subayların kendi ailelerine yazdıkları mektuplara baktığınızda pek çok karşılıklı saygı hikayesi mevcut. Bir anlamda her iki taraf da kelimenin tam anlamıyla düşman olmadıkları, kişisel düşmanlığın söz konusu olmadığı bir çarpışmanın içinde bulunduklarını fark etmiş. Onlar yalnızca işlerini yapan askerlerdi. Bu, resmî ateşkes anlarında açığa çıkıyordu. Avustralya askerleri, Türk tarafının savaş kurallarına uymasına gerçekten saygı duyuyordu. Çatışma durduğu sırada ölüleri gömüp yaralıları alma fırsatı doğduğunda Türkler ateşkes kurallarına titizlikle uyuyordu. Bu hikayelerden bazılarını biliyorsunuzdur. Örneğin çatışmada bir ara olmuş ve gidip yaralı bir Avustralya askerini 57 alma fırsatı doğmuş. Avustralyalılar silah arkadaşlarının bir Türk battaniyesine sarılı olduğuna ve Türk askerlerinin ona su verdiğine şaşkınlık içinde tanık olmuş. Türk askerlerinin esasen düşmanlarının hayatlarını kurtarıyor olması hayret verici bir gerçek. Bence bu iyilik hareketleri, iki tarafta da karşılıklı saygı ve güven ile taraflarca tanınan bir onur duygusu için güçlü temeller teşkil etti. Ayrıca 1930’larda Atatürk’ün “Evlatlarınız artık bizim evlatlarımızdır” ifadesinin de yer aldığı sözleri var. Bu sözler her Avustralyalının ve bence Türklere karşı savaşan her müttefik askerinin kalbine dokundu. Atatürk’ün sözlerinin içten olduğuna dair çok gerçek bir algı söz konusuydu. Bu sözler özellikle bir savaş bittiğinde ardından gelen nefret duygusuna karşılık çok farklı bir yaklaşıma işaret ediyordu. Bu unsurlar, bugün ülkelerimiz arasındaki son derece güçlü dostluğa önemli katkıda bulunmuştur. 58 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI Bildiğiniz gibi her yıl Çanakkale Savaşları’nın yıldönümünde anma törenleri düzenleniyor. Avustralyalılar da atalarını anmak ve onlara saygılarını ifade etmek için Çanakkale’ye geliyor. Bu törenler ve Atatürk’ün az önce dile getirdiğiniz sözleri Avustralya’da ne kadar biliniyor? Bence Avustralyalılık bilincinde olan şey, Çanakkale’nin ortak ulusal hikayemizin merkezî bir parçası olduğu. Genç Avustralyalılara, belki üniversiteyi bitirmiş ve dünyayı gezmek üzere seyahat edenlere baktığınızda çoğunun Gelibolu’ya gelmeyi bir hac ziyareti gibi veya büyüme süreçlerinin parçası olarak değerlendirdiklerini görürsünüz. Her yıl Gelibolu Yarımadası’na gelen binlerce Avustralyalı var. Atatürk’ün sözlerini ve Avustralya’nın Çanakkale Savaşları’ndaki “ATATÜRK’ÜN ‘EVLATLARINIZ ARTIK BIZIM EVLATLARIMIZDIR’ IFADESININ DE YER ALDIĞI SÖZLERI HER AVUSTRALYALININ VE BENCE TÜRKLERE KARŞI SAVAŞAN HER MÜTTEFIK ASKERININ KALBINE DOKUNDU. BU SÖZLER ÖZELLIKLE BIR SAVAŞ BITTIĞINDE ARDINDAN GELEN NEFRET DUYGUSUNA KARŞILIK ÇOK FARKLI BIR YAKLAŞIMA IŞARET EDIYORDU.” rolünü son derece iyi biliyorlar. Sfenks kayası gibi birçok Gelibolu simgesi Avustralyalı aileler için ikonik görüntüler ve bilinen yerlerdir. Gelibolu deneyiminin, siperlerde asker olmanın, “dostuna yardım etme”nin, cesaretin, adaletin, yiğitliğin ve haysiyetin unsurları -üstelik bu unsurların hepsi yazların inanılmaz sıcak, kışların inanılmaz soğuk yaşandığı; siperlerin çamurlu, ıslak, sürekli ateş altında olduğu ve ceset koktuğu koşullarda ortaya çıkmıştır- nesiller boyunca Avustralyalıların ulus olarak kim olduğuna ve Avustralyalı olmanın ne demek olduğuna ilişkin kavramları şekillendirmiştir. Avustralya’nın Çanakkale Savaşları’yla ilgili yürüttüğü projeler veya etkinlikler var mı? Birçok proje var. Örneğin, 2014’te, Marmara Denizi’ne giren bir Avustralya denizaltısıyla ilgili çok etkileyici bir projeyi sonlandırdık. AE II olarak bilinen bu denizaltı, 1915’te Türk deniz araçları tarafından köşeye sıkıştırılmış ve Avustralyalı mürettebat denizaltıyı aceleyle oradan kaçırmış. Denizaltı yıllar içinde arkeolojik olarak tamamen incelendi. Ayrıca Gelibolu Yarımadası’nın arkeolojik bir incelemesini yaptık. Bu elbette Türk yetkililerle işbirliği içinde oldu. Her yıl Çanakkale Savaşları’nın yıldönümünde Avustralya’nın yüksek düzeyde temsil edildiği törenler düzenleniyor. Avustralya, 24 ve 25 Nisan günlerinde sayısız Türk ve Avustralya askerinin cesaret ve fedakarlığının layıkıyla anılması için Türkiye’yle birlikte çalışıyor. Türkiye’nin desteği ve işbirliği olmasaydı 25 Nisan günü yapılan anmalarımız gerçekleşemezdi. Geçen yıl 25 Nisan’daki ANZAK Günü törenine katılmak için ta Avustralya’dan gelen 8 bin Avustralyalı ve 2 bin Yeni Zelandalı vardı. Çoğu yıl, 25 Nisan’da gelen Avustralyalı sayısı 4 bin ila 6-7 bin arasındadır. Ve bence yılın neredeyse her günü Gelibolu Yarımadası’nı gezen, Lone Pine gibi meşhur alanları ziyaret eden Avustralyalı gruplar bulursunuz. Yani, Çanakkale Savaşları Avustralya’nın hikayesinin, Avustralya’nın deneyiminin büyük bir parçasıdır ve her Avustralyalının çok iyi bildiği bir şeydir. 59 60 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI "Bombasırtı Olayı (14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin hiçbirisi kurtulmamacasına şehit düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz. Bomba, şarapnel, kurşun yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok. Okuma bilenler Kuran-ı Kerim okuyor ve cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise Kelime-i Şehadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak cehennem gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren, dünyanın hiçbir askerinde bulunmayan, tebrike değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebeleri’ni kazandıran bu yüksek ruhtur." YARBAY MUSTAFA KEMAL 19. TÜMEN KUMANDANI 61 PROF. DR. TEMUÇIN FAIK ERTAN: HER GENCIMIZIN TARIHÎ MILLÎ PARKLARIMIZI ZIYARET ETMESINI SAĞLAYARAK TARIH BILINCINE SAHIP NESILLER YETIŞTIRMELIYIZ SÖYLEŞI: ZEYNEP YIĞIT ANKARA ÜNIVERSITESI TÜRK İNKILÂP TARIHI ENSTITÜSÜ MÜDÜRÜ PROF. DR. TEMUÇIN FAIK ERTAN, ÇANAKKALE SAVAŞLARI’NIN MILLÎ MÜCADELE’NIN KOMUTA KADEMESINI ORTAYA ÇIKARMASI VE ANADOLU COĞRAFYASININ TÜRKLER TARAFINDAN NASIL SAVUNULDUĞUNU TÜM DÜNYAYA GÖSTERMESI BAKIMINDAN BÜYÜK ÖNEM TAŞIDIĞINI BELIRTIYOR. ERTAN, “MAZLUM BIR MILLETIN ELDE ETTIĞI ZAFER, SÖMÜRGELERDEKI BAĞIMSIZLIK DUYGUSUNU KAMÇILAMIŞTIR” DIYOR. 62 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI Çanakkale Savaşları’nı Millî Mücadele üzerinden değerlendirirsek neler söyleyebiliriz? Çanakkale Savaşları, her şeyden önce Millî Mücadele’nin komuta kademesinin ortaya çıkmasında ve çok ciddi bir askerî deneyim kazanılmasında önemli rol oynamıştır. Bu konuda Çanakkale Savaşları’nın yanı sıra onun öncesindeki Trablusgarp Savaşı ve Balkan Savaşları ile I. Dünya Savaşı’ndaki diğer cephelerin etkisi ve öneminden de söz etmek gerekir. Fakat Çanakkale Savaşları tüm bunların içinde ayrı bir yerde durmaktadır. Fevzi Çakmak’tan Kazım Karabekir’e kadar Çanakkale’de görev alan komutanların hemen hepsi Millî Mücadele’de Mustafa Kemal’in yanındadır. Bu komutanlar 35 ila 40 yaş arasındadır ve kendilerini çok iyi yetiştirmişlerdir. İleri yaşta olmamalarına rağmen deneyimleri, olgunlukları, askerî ve stratejik bakımdan sahip oldukları niteliklerle dikkat çekerler. Kendilerini bu denli iyi yetiştirmelerindeki en önemli noktalardan biri, almış oldukları askerî eğitimi alana taşımalarıdır. Bu alanlardan biri de Çanakkale Cephesi olmuştur. Çanakkale Savaşları, Millî Mücadele’nin komuta kademesini ortaya çıkarmasının yanı sıra Anadolu coğrafyasının Türkler tarafından nasıl savunulduğunu tüm dünyaya göstermesi bakımından da büyük önem taşır. Çanakkale Savaşları, Türklerin vatan topraklarını savunma konusundaki kararlılığını ortaya koymuş, halkta “Düvel-i Muazzama’yı Çanakkale’den geçirmedik. Direnirsek yine kazanırız” inancının yerleşmesini sağlamıştır. Bu da Millî Mücadele ruhunun oluşması bakımından önemlidir. Çanakkale Savaşları ile ilgili üzerinde durulması gereken en önemli noktalardan biri, Millî Mücadele’nin önderini ön plana çıkarmış olmasıdır. Bugünkü gibi haberleşme olanaklarının olmadığı, bilgi ve fotoğrafın kısa sürede bir yerden bir yere ulaşmadığı bir dönemde Mustafa Kemal’in isminin duyulmasında Çanakkale Savaşları çok ciddi bir etkiye sahiptir. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere Anadolu’ya geçerken hem kendi kadrosu hem de Anadolu’daki insanlar için bir Çanakkale kahramanıdır. Bu nedenle, Millî Mücadele’yi başlattığı zaman “Bu kimdir?” denilmemiştir. Kısacası, Çanakkale Savaşları, Mustafa Kemal’in askerî kariyerinde bir dönüm noktası olmuş, onun Çanakkale kahramanı olarak Anadolu’da ve dünyada tanınmasını sağlamıştır. masını tetiklediğini söyleyebiliriz. Çanakkale yenilgisi İngiltere’de ise hem siyasi dengeleri altüst etmiş hem de askerî bakımdan ülkeyi güç durumda bırakmıştır. İngiltere, Çanakkale’de yaşadığı bozgunu telafi edebilmek için Orta Doğu cephelerine daha fazla ağırlık vermeye başlamıştır. İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’deki yenilgisi I. Dünya Savaşı’nın uzamasına neden olmuştur. Bu durum ise sömürgeciliğe, bir başka ifadeyle iktisadi çıkarlara yönelik savaşın maliyetinin beklenenden fazla olmasına yol açmıştır. O dönemde İngiltere, artan ekonomik bunalımla karşı karşıya kalmıştır. Sürecin uzaması, savaş sonrasında İtilaf Devletleri’nin, özellikle de İngilizlerin, Türklere en acımasız şartları kabul ettirmeye çalışmalarında doğrudan etkili olacaktır. Çanakkale’ye bir harekat düzenlenmesine başından beri karşı çıkan Fransa, cephede büyük kayıplar vermiş ve yenilgi sonrasında çok sayıda savaş karşıtı eylemle uğraşmak zorunda kalmıştır. Türklerin Çanakkale’deki zaferi sömürgelerde sevinçle karşılanıyor. Bu duygunun arka planında neler yatıyor? Çanakkale Savaşları, ezilen uluslardaki antiemperyalist ve antisömürgeci duyguları kamçılamıştır. Örneğin, Çanakkale Çanakkale Zaferi’nin dünyada yarattığı etkiye ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Çanakkale Zaferi’nin çeşitli ülkeler nezdinde kısa, orta ve uzun vadeli sonuçları olmuştur. Örneğin, Boğazlar’ın açılmaması nedeniyle müttefiklerinden yardım alamayan Rusya’da ekonomik ve toplumsal bunalım artmış, Bolşevik Devrimi gerçekleşmiştir. Bu bakımdan Çanakkale Savaşları’nın Rusya’da Çarlık rejiminin yıkıl- 63 “ÇANAKKALE SAVAŞLARI, MILLÎ MÜCADELE’NIN ÖNDERINI ÖN PLANA ÇIKARMIŞTIR. MUSTAFA KEMAL, KURTULUŞ SAVAŞI’NI BAŞLATMAK ÜZERE ANADOLU’YA GEÇERKEN HEM KENDI KADROSU HEM DE ANADOLU’DAKI INSANLAR IÇIN BIR ÇANAKKALE KAHRAMANIDIR.” Zaferi, İngiltere’nin en büyük sömürgesi Hindistan’da sevinçle karşılanmıştır. İngilizlerin yenilgisinden cesaret alan Hindular ve Müslümanlar gösteriler yapmış, sömürgeciliğe tepkilerini dile getirmişlerdir. Çanakkale Zaferi, sömürgeci devletlerin askerî bakımdan durdurulabileceklerini göstermiştir. Mazlum bir milletin elde ettiği başarı, İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki bağımsızlık duygusunu güçlendirmiştir. farkındalar. Bu noktada Avustralya ve Yeni Zelanda için ayrı bir Çanakkale Savaşları’nın dünya tarihi açısından önemi uluslararası anma törenlerinde de kendini gösteriyor. Her yıl çeşitli ülke liderlerinin yanı sıra atalarını anmak isteyen yabancı ziyaretçiler Çanakkale’de buluşuyor. Dünyadaki Çanakkale algısıyla ilgili neler söylemek istersiniz? daşlarının isimlerini yayımlayarak tüm dünyada Çanakkale’de Tabii Avrupalılar Çanakkale Savaşları’nı bizim kadar ön plana çıkarmıyorlar, bu konuya I. Dünya Savaşı çerçevesinde pek fazla değinmiyorlar. Bununla birlikte Çanakkale’nin öneminin de Sorunuzda ifade ettiğiniz gibi her yıl Çanakkale’de uluslara- 64 DOSYA: ÇANAKKALE ZAFERI parantez açmak gerekiyor. Çünkü Çanakkale Savaşları, Avustralya ve Yeni Zelanda açısından sömürgecilik sonrasında oluşan uluslaşma sürecinde tarihsel arka planı oluşturuyor. “Mağlup ama kahraman” olarak görülüyor ANZAK askerleri. İngilizler ise gerek resmî tebliğlerde gerekse kayıp listelerinde Yeni Zelanda ve Avustralya askerlerine hiç yer vermiyor, sadece kendi vatanyalnızca İngilizlerin hayatını kaybettiği algısını yaratmayı istiyor. İngiltere bu yolla hem Çanakkale’deki bozgunun büyüklüğünü kendi toplumundan saklamak istemiş hem de kendi savaş kahramanlarını üretmeye çalışmıştır. rası anma törenleri düzenleniyor. Bu törenler bizim açımızdan Çanakkale Zaferi dolayısıyla bir kutlama, şehitlerimizi yâd etme “ÇANAKKALE ZAFERI, SÖMÜRGECI DEVLETLERIN ASKERÎ BAKIMDAN DURDURULABILECEKLERINI GÖSTERMIŞ, EZILEN ULUSLARDAKI ANTIEMPERYALIST VE ANTISÖMÜRGECI DUYGULARI KAMÇILAMIŞTIR.” bakımından da bir anmadır. Bir başka ifadeyle Çanakkale Savaşları söz konusu olduğunda coşku ve hüzün iç içedir. Çünkü Çanakkale’de hem büyük bir zafer kazanılmıştır hem de 70 bin civarında şehit verilmiştir, kayıpların sayısı ise yaklaşık 250 bindir. Şunu ifade etmek istiyorum, biz Cumhuriyet Tarihi hocaları Çanakkale Savaşları’nı ne kadar anlatırsak anlatalım Çanakkale’yi bir kez görmek kadar etkili olamayacaktır. Bu nedenle bir proje çerçevesinde Türk gençlerinin Çanakkale başta olmak üzere tarihî mekanlarımızı mutlaka görmelerini sağlamalıyız. Tarih bilincine sahip ve tarihî mekanların nasıl ziyaret edilmesi gerektiğini bilen nesiller yetiştirmeliyiz. Bu konuyu çok önemsiyorum, çünkü geçmiş yıllardaki bir Çanakkale ziyaretim sırasında tarihî millî parkta değil, piknik alanında olduklarını zanneden kişilerle karşılaştım. Bunların yaşanmaması için başta çocuklarımız ve gençlerimize tarih bilinci kazandırmalı, onların tarihî millî parklarımızı ziyaret etmelerini sağlamalıyız. Biraz önce Çanakkale Savaşları’ndaki kayıp sayımızın yaklaşık 250 bin olduğundan söz ettiniz. Diğer ülkeler açısından durum nedir? Çanakkale Cephesi’ndeki çatışmalara 410 bini İngiltere, 79 bini Fransa adına olmak üzere 489 bin İtilaf ordusu askeri katılmıştır. İngilizlerin kaybı 205 bin, Fransızların kaybı ise 47 bin civarındadır. Yaklaşık 500 bin Türk askerinin katıldığı çatışmalarda kayıplarımızın sayısı 250 bini aşkındır. Bu rakamlar Çanakkale Cephesi’ndeki savaşın dehşetini ve Türk direnişinin ne derece onurlu olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Bu noktada Mustafa Kemal’in 1934 yılında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’ya Mehmetçik Abidesi’ni ziyareti sırasında okuması için not ettirdiği şu sözlerini hatırlatmak istiyorum. “Bu yurdun toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır” diyen Mustafa Kemal’in bu çok anlamlı sözleri, galip bir komutanın Batı’ya tokalaşmak üzere elini uzatması şeklinde de okunabilir. Mustafa Kemal, gerektiğinde Batı’ya karşı mücadele eden ve zafer kazanan bir ulusun, aynı zamanda Batı’nın bir parçası olduğuna ve çağdaş uygarlık yolunda ilerlediğine işaret etmektedir. 65 TÜRK DEMOKRASİSİNİN BİR DESTANIN BAŞLADIĞI YER GÖRKEMLİ ANITI TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BİNASI 66 MECLIS BINALARIMIZ 29 EKIM 1923’TE CUMHURIYET’IN ILANININ ARDINDAN DEVLETIN BAŞKENTININ YENI BIR ANLAYIŞLA TASARLANMASI GÜNDEME GELIR. BU ÇERÇEVEDE PROJELENDIRILEN YAPILARDAN BIRI DE TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI BINASI’DIR. MILLÎ IRADENIN TECELLI ETTIĞI YAPININ INŞASI IÇIN ILK TUĞLA 1939 YILINDA KONULUR. ENVER UYGUN FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN 67 K urtuluş Savaşı’nı yönetmesinden dolayı “Gazi Meclis” olarak anılan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 27 Mayıs 1960 askerî darbesinden sonra kapatılır. Millet iradesinin üzerine kabus gibi çöken vesayet döneminin ardından Meclis yeni binasına taşınır. Yeni TBMM Binası’nın yapılması için ilk adım, 11 Ocak 1937’de kabul edilen bir kanunla atılır. Kanun, yirminci asrın mimari özelliklerine uygun ve abide niteliğinde yeni bir parlamento binasının yapımı için proje yarışması açılması esasına dayanır. 28 Ocak 1938’de sona eren yarışmaya 14 proje başvurur. Jüri üyelerinin seçtiği 3 proje Başbakan Celal Bayar tarafından Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e sunulur. Atatürk’ün Bakanlar Kurulu’nun da görüşünü alarak birinciliğe değer gördüğü eser Avusturyalı mimar Prof. Dr. Clemens Holzmeister’e aittir. Eski çağlardan itibaren iskana tâbi Prof. Dr. Clemens Holzmeister olmuş, çeşitli dönemlerde önemli bir merkez konumuna ulaşmış Ankara, Osmanlı Devleti’nin son yüzyıllarında birçok Anadolu şehri gibi bakımsız kalır. Ankara’nın Millî Mücadele’nin yönetim yeri olarak seçilmesi, Meclis’in burada teşekkül etmesi ve 13 Ekim 1923’te başkent ilan edilmesiyle 68 MECLIS BINALARIMIZ şehrin kaderi değişir. Cumhuriyet’in ilanını takip eden süreçte Türkiye’ye yeni bir çehre kazandırma çalışmaları da Ankara’dan başlar. Mimari ve şehir plancılığı bu alanda başrolü üstlenir. Şehre Cumhuriyet değerleriyle uyumlu bir görünüm vermek için sembolik binaların inşası önemsenir. Bu amaçla yurt dışından mimarlar getirilir. Clemens Holzmeister de 1927 yılında Atatürk’ün emri ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, milletvekilleri Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Recep Peker’in girişimleriyle Türkiye’ye davet edilir. Holzmeister 1927-1936 yılları arasında Ankara’da Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Ticaret Bakanlığı, Sıhhiye Ordu Evi, Kara Harp Okulu, Cumhurbaşkanlığı Köşkü, Merkez Bankası, İçişleri Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Yargıtay binalarını inşa eder. Ayrıca Anton Honak ve Josef Thorak ile birlikte Güvenpark’taki Güven Anıtı’nı yapar. Böylece başkentin bugün hâlâ kullanılan estetik ve simgesel değeri yüksek yapıları ortaya çıkar. 1938 yılına gelindiğinde Clemens Holzmeister Türkiye’nin yeni parlamento binasını inşa etmek üzere işbaşı yapar. 26 Ekim 1939 AVUSTURYALI MIMAR CLEMENS HOLZMEISTER, 1927 YILINDA ATATÜRK’ÜN EMRIYLE TÜRKIYE’YE DAVET EDILIR. ANKARA’DAKI PEK ÇOK YAPIDA IMZASI BULUNAN HOLZMEISTER, TÜRKIYE’NIN YENI PARLAMENTO BINASINI INŞA ETMEK ÜZERE 1938’DE IŞBAŞI YAPAR. tarihinde TBMM Başkanı Abdülhalik Renda’nın attığı temelle binanın inşaatı başlar. Ancak ekonomik zorluklar, döviz sıkıntısı, II. Dünya Savaşı’nın zorunlu kıldığı kısıtlamalar gibi etmenler yüzünden tamamlanması 22 yılı bulan TBMM Binası 6 Ocak 1961’de hizmete açılır. Bu süreçte yarışma projesi ile uygulama arasında birtakım farklılıklar da söz konusu olur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Yerleşkesi, Güven Anıtı’ndan başlayarak Atatürk Bulvarı üzerinde sıralanan bakanlık binalarından sonra gelen yükseltide 475 bin 521 metrekarelik arazi üzerine kurulur. Yer seçimi, millî iradenin her şeyin üstünde olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. TBMM Binası konum itibarıyla şehre hâkim bir tepeye konuşlandırılır. Meclis Yerleşkesi’ne yukarıdan bakıldığında ikizkenar üçgen görünümlü bir yeşil alan göze çarpar. Burası şehrin ortasında bir oksijen kaynağıdır. Aynı zamanda sembolik olarak milletin rahat nefes almasına gönderme yapar. Meclis ana binasına kuşbakışı bakıldığındaysa millete kollarını açmış bir görüntüyle karşılaşılır. Yerleşke içinde 19 bin 372 metrekare kullanım alanıyla inşa edilen parlamento binası Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü ve ölümsüzlüğünü vurgulamak üzere anıtsal yönleri öne çıkan, 5 katlı, ön cephe uzunluğu 248 metre olan bir yapıdır. Ön cephede birbirine paralel iki sıra halinde uzanan kanatlar ve bu kanatları birleştiren köprüler bulunur. Meclis Yerleşkesi’nin kuzeyinde TBMM Binası, doğusunda Millî Egemenlik Parkı yer alır. Yeni Halkla İlişkiler Binası, yerleşkeye sonradan eklenmesine karşın 69 mimari uyum gözetilerek inşa edilmiştir. Meclis’in bahçe alanı bosajlı kesme taştan kalın bir duvarla çevrilidir. Yerleşkenin Dikmen Caddesi ve Atatürk Bulvarı üzerinden iki girişi vardır. İnönü Bulvarı üzerindeki giriş ise yalnızca törenlerde kullanılır. İhtişam, dayanıklılık, estetik TBMM Binası’nda ihtişamın yakından hissedildiği bölümlerden biri yan yana sıralanmış 5 kapının yer aldığı alandır. İki yanında yükselen hasır desenli sütunlarla diğerlerinden ayrılan ve tam ortada yer alan bronz kapı “Şeref Girişi” olarak adlandırılır. Binanın bu girişi yalnızca Cumhurbaşkanı ve TBMM Başkanı tarafından kullanılır. Şeref Girişi’nin sağ ve sol taraflarındaki ikişer kapı milletvekilleri ile devlet protokolüne mensup kişilerin girişi içindir. Şeref Girişi’nin açıldığı Şeref Holü, iki iç bahçeyi barındıran mermer salon ve sütunlu galerilere bağlanır. Galeri katındaki geçitler kulis koridorlarının birinci katı ile yan kanatların ikinci katını bağlar. Geçitlerin yer döşemeleri mermer kaplıdır. Şeref Holü’nün tavanındaki kirişler çeşitli renk ve motiflerle süslenmiştir. Holün duvarlarında kullanılan iki renkli mermer etkileyici bir görünüme sahiptir. Şeref Holü’nden Genel Kurul Salonu’na açılan, Cumhur- 70 MECLIS BINALARIMIZ TBMM BAHÇESI, TIPKI BINALARDA VE IÇ TASARIMDA GÖZETILDIĞI GIBI SEMBOLIK ANLAMLAR, ESTETIK DEĞER VE KULLANIŞLILIK ILKELERINE GÖRE DIZAYN EDILMIŞTIR. başkanı ve TBMM Başkanı’nın kullandığı “Damlalı Kapı” veya “Salkım Kapı”, her iki kanadında barındırdığı motiflerle dikkat çeker. Holzmeister tarafından tasarlanan bu motifler Türk cam sanatında geleneksel olarak yüzyıllardır kullanılmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en çok bilinen alanı Toplantı Salonları Bölümü adıyla anılan, Genel Kurul Salonu ile grup toplantı salonlarını içeren bölümdür. Ortada Genel Kurul Salonu yer alır. Bugünkü oturma düzenine 1998 yılında kavuşan salondaki 16 avize Clemens Holzmeister tarafından tasarlanmıştır. Tarih boyunca yaşamış 16 Türk devletini sembolize eden avizeler Bohemya kristalinden imal edilmiştir. Genel Kurul Salonu’nda milletvekilleri için 578, izleyiciler için 933 olmak üzere toplam 1511 oturma yeri bulunur. Başkanlık kürsüsünün sağında ve solunda Cumhurbaşkanlığı Locası, yabancı misyon temsilcileri ile askerî ve mülki erkana ayrılmış localar yer alır. Kürsünün karşısındaki localar basın mensupları, geçmiş dönemlerde görev yapmış milletvekilleri ve aileleri ile vatandaşlara ayrılmıştır. Genel Kurul Salonu’nun ana girişinin yer aldığı koridorda iktidar ve muhale- 71 BUGÜNKÜ OTURMA DÜZENINE 1998 YILINDA KAVUŞAN GENEL KURUL SALONU’NDAKI 16 AVIZE, TARIH BOYUNCA YAŞAMIŞ 16 TÜRK DEVLETINI SEMBOLIZE ETMEKTEDIR. fet için ayrılmış 3 Grup Toplantı Salonu vardır. Bu salonlardan en büyüğü başta Cumhuriyet Senatosu Salonu olarak yapılmış, 1980 askerî darbesinden sonra Cumhuriyet Senatosu’nun kapanması üzerine ilerleyen dönemde Meclis’te en fazla milletvekiliyle temsil edilen siyasi partinin grup toplantılarını yapması için düzenlenmiştir. Diğer toplantı salonları TBMM’de grubu bulunan siyasi partiler tarafından dönüşümlü olarak kullanılır. Bodrum, zemin ve birinci kat olmak üzere üç kattan oluşan Tören Salonu, TBMM Binası’nın en gösterişli bölümleri arasında sayılır. Merdivenle inilen bodrum kattan Tören Salonu giriş holüne ulaşılır. Holde daire kesitli karşılıklı yerleştirilmiş dörder sütun bulunur. Sütunların gövdeleri düşey mermer profillerle bezeli, üst bölümleriyse mantar biçimlidir. Holün güneyindeki mermer basamaklı merdivenlerle zemin 72 MECLIS BINALARIMIZ kata çıkılır. Zemin katta Cumhurbaşkanlığı Kabul Salonu ile Tören Salonu yer alır. 25x10 metre ölçülerindeki Tören Salonu’nun tavanındaki “Köpük Avize” olarak anılan büyük kristal avize yine Clemens Holzmeister’in tasarımıdır. Dünyanın en büyük avizelerinden kabul edilen eser, salona görkemli bir hava katar. Salonun mermer kaplı duvarları, sütunları ile ahşap yer döşemesi son derece estetik bir görüntü sunar. Batı yan kanattan açılan geçitle ulaşım sağlanan birinci kattan salona giriş iki kanatlı cam kapıdan sağlanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası’nın sık kullanılan ve ülke için önem taşıyan alanlarından biri TBMM Kütüphanesi’dir. Ana binanın doğu kanadında yer alan kütüphane 2 bin 550 metrekarelik bir alanı kaplar. Yılda ortalama 6-7 bin kitabın dahil olduğu koleksiyonda yaklaşık 298 bin cilt kitap mevcuttur. Koleksiyonda ayrıca 60 bin cilt süreli yayın ve 6 bine yakın mikrofilm yer alır. TBMM Kütüphanesi Türkiye’nin en büyük derleme kütüphanelerinden biri ve özel ihtisas kütüphanesidir. TBMM Bahçesi, tıpkı binalarda ve iç tasarımda gözetildiği gibi sembolik anlamlar, estetik değer ve kullanışlılık ilkelerine göre dizayn edilmiştir. Proje mimarisi Prof. Dr. Yüksel Öztan’a ait olan bahçede çeşitli ülkelerden getirilen 200’ün üzerinde bitki türü bulunur. Bu örnek flora parlamentodaki çeşitliliği ve birleştirici, toplayıcı özelliği simgeler. Meclis Bahçesi’ndeki anıtlar ve Başkanlar Parkı da birer kadirşinaslık örneğidir. Mustafa Kemal Atatürk’le beraber elinde bayrak tutan genç erkek ve meşale taşıyan genç kız figürlerini betimleyen ve kaidesinde “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir” özdeyişinin yer aldığı Atatürk Anıtı, 19 Mayıs 1981 tarihinde, Atatürk’ün 100. doğum yıldönümünde açılmıştır. 23 Nisan 2007’de açılan İstiklal Marşı Anıtı Prof. Dr. Ferit Özşen’in eseridir. Anıtın ortasında İstiklal Marşı’nın ilk iki kıtası ve TBMM logosu yer alır. Logoyu taşıyan eller millî egemenliği simgelerken yapıdaki çeşitli figürlerle Türk istiklalinin sonsuza dek süreceği vurgulanır. Ankara’nın çehresinin oluşmasındaki katkılarının yanı sıra TBMM Binası’nın da mimarlığını üstlenen Prof. Dr. Clemens Holzmeister anısına TBMM Bahçesi’ne dikilen Holzmeister Anıtı 24 Kasım 2011 tarihinde Avusturya-Türkiye Dostluk Heyeti’nin katılımıyla açılmıştır. Anıtın ön yüzünde Holzmeister’in rölyefine ve kısa hayat hikayesine, arka yüzünde ise Ankara’ya kazandırdığı eserlere ait bilgilere yer verilmiştir. Meclis Bahçesi’nde bulunan TBMM Camii’nde anıtsal mimari dilden özellikle kaçınılmıştır. Mimar Behruz Çinici tarafından klasik cami üslubunun dışında kalınarak tasarlanan cami 1985 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’ne layık görülmüştür. Bahçesi, dış görünüşü ve iç planlarıyla büyük ülke olma hedefindeki Türkiye’ye yakışan görkemli TBMM Binası, Türk milletinin geleceğe güvenle bakmasını sağlayacak bir yapıdır. İnşası sırasında ve sonraki dönemlerde deprem başta olmak üzere çeşitli felaketlerde zarar görmemesi için azami özenin gösterildiği bina görenlerde güç, ihtişam ve güven duyguları uyandırır. 73 AHMET KÜÇÜK: DEMOKRASININ VAZGEÇILMEZ BIR UNSURU OLAN MUHALEFET, DOĞRU BIR SIYASETLE IKTIDAR ÜZERINDE BASKI YARATARAK ÜLKE IÇIN FAYDALI HIZMETLER YAPILMASINA KATKI SAĞLAR SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ - FOTOĞRAFLAR: EVREN ÖZESEN 20, 22 VE 23. DÖNEM ÇANAKKALE MILLETVEKILI AHMET KÜÇÜK, SIYASETTE ELEŞTIRININ KIRICI DEĞIL, YAPICI OLMASI GEREKTIĞINI BELIRTEREK, “POLITIKADA DOSTLUK ILIŞKILERINI, INSANLARI INCITMEDEN SIYASET YAPMAYI VE SIRADAN OLMAMAYI ÖNEMSERIM” DIYOR. KÜÇÜK, PARLAMENTONUN SAYGINLIĞINI ZEDELEYEBILECEK HER TÜR SÖZ VE DAVRANIŞTAN KAÇINILMASININ DA ÖNEMINI VURGULUYOR. 74 SÖYLEŞI Hayat yolculuğumuzda gençlik yılları büyük önem taşır. Yaşamımızın sonraki dönemlerine dair pek çok kararı o yıllarda alırız. Siyasete ilgi duymanızda gençlik çağlarınızın etkisinden söz edebilir miyiz? Evet, elbette. Ben 1958 yılında Çanakkale’nin Biga ilçesinin Çakırlı köyünde doğdum. İlkokulu küçük bir köy okulunda okudum. Tüm sınıflar aynı derslikte, tek bir öğretmenden eğitim alıyorduk. Beşinci sınıfa geçtiğim yıl okulumuza ikinci bir öğretmen tayin edildi. O günün şartları içinde kendimizi olabildiğince iyi yetiştirmeye çalıştık. Ben arkadaşlarıma göre biraz daha şanslıydım, çünkü lisede okuyan ağabeyimin ve öğretmen okuluna giden amcamın kitaplarını kaynak olarak kullanabiliyordum. Bir başka avantajım ise köyde radyo bulunan üç evden birinin bizimki olmasıydı. Kitapların yanı sıra radyo da kendimi geliştirebilmeme imkan sağladı. Beşinci sınıftayken öğretmenimiz bizi parasız yatılı sınavlarına soktu. Hiç unutmam, test yöntemiyle ilk kez o sınava girdiğimde karşılaştım. Çanakkale’den yaklaşık bin öğrenci sınava katılmıştı, benim de aralarında bulunduğum 10 kişi başarılı oldu. Bu sayede Çanakkale Merkez Ortaokulu ve Çanakkale Lisesi’nde parasız yatılı okuma imkanı buldum. Köyde hali vakti yerinde bir ailenin çocuğuydum. Parasız yatılı okumam, ihtiyaç sahibi bir ailenin evladı olmamdan değil, o günün şartlarında köy çocuklarının okuyabilmesi için böyle bir imkanın bulunmasından kaynaklanıyordu. Ben de bu imkandan yararlanarak eğitimime devam ettim. 1975 yılında Çanakkale Lisesi’nden mezun oldum. Biz kelimenin tam anlamıyla 78 Kuşağı’yız. Lise yıllarımız ülke meselelerinin tartışıldığı, hatta küçük küçük kavgaların yaşandığı bir ortamda geçti. Liseyi bitirdiğim yaz koşa koşa gidip Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Gençlik Kolları’na üye oldum. Yani tam 41 yıllık CHP’liyim. Siyasete ilginiz üniversitede artarak devam etmiş olmalı… Evet, kesinlikle. Liseyi bitirdiğim yıl, 17 yaşımda üniversite sınavını kazanarak İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi’nde (İDMMA) okumaya başladım. Üniversite yıllarımda bir CHP’li olarak seçim çalışmalarının, siyasi tartışmaların, gençlik hareketlerinin içinde yer aldım, ama hiçbir zaman terörize olmuş akımlara ilgi duymadım, o işlerin içinde bulunmadım. 12 Eylül 1980 darbesi, 78 Kuşağı’nın üzerinden kelimenin tam anlamıyla silindir gibi geçti. Birçok arkadaşımız cezaevine girdi, işkence gördü, ağır bedeller ödedi. O dönemde büyük acılar yaşandı. Toplum bizim kuşağa endişeyle, hatta potansiyel suçlu gözüyle bakar olmuştu. Arkadaşlarımız cezaevinden çıktıktan sonra topluma karışma, insanlarla kaynaşma imkanı bulamıyordu. Bu şartlarda hepimiz bunalıma düştük, mesleklerimizi icra etme konusunda cesaretlenemedik, ne yapacağımızı bilemedik. O dönemde ben memleketime döndüm. İnşaat mühendisi olarak meslek yaşamıma ve siyaset hayatıma Çanakkale’de devam ettim. 1980 sonrasında siyaset yolculuğunuzun dönüm noktaları neler oldu? Bugün toplumun hemen her kesimi tarafından eleştirilen 1982 Anayasası’na “hayır” oyu vermiş biriyim. O günün şartlarında propaganda yapma imkanı olmadığı için en azından yakın çevremizin “hayır” oyu kullanması konusunda uğraş verdim. 1983 yılında Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) kuruldu, Halkçı Parti ise kurduruldu. Ben SODEP tarafında yer alarak 1983 genel seçimlerinde Halkçı Parti’ye oy vermedim. Onun yerine Çanakkale’den bağımsız adaylığını koyan bir arkadaşımızı destekledim. Üyesi olduğum SODEP’in 1984 yerel seçimlerine katılması gündeme gelince Biga’da partinin seçim çalışmalarında görev aldım. O dönemde halkla kurduğum diyalog, çeşitli konulara yönelik konuşmalarım ilgi çekmiş olacak ki partililer beni SODEP’in çalışmalarında aktif olarak yer almaya ittiler. Böylece siyasete tam anlamıyla adımımı atmış oldum. 1984 yılında Biga’da yerel seçimi kazanamadık, ama gelecek için iyi bir temel oluşturduk. 1985’te SODEP ve Halkçı Parti’nin birleşmesiyle Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) kurulunca ilçe sekreteri oldum. 1988’de ise ilçe başkanı 75 “PARLAMENTONUN SAYGINLIĞI ASLA ZEDELENMEMELIDIR. BU KONUDA MILLETVEKILLERINE DE, BASIN MENSUPLARINA DA, DEMOKRASININ ÖNEMINI KAVRAMIŞ HER KESIMDEN KIŞIYE DE GÖREV VE SORUMLULUK DÜŞMEKTEDIR.” seçildim. 1989 yılındaki yerel seçimleri Biga’da rahat bir şekilde kazandık. 11 Belediye Meclis Üyeliği’nin 8’ini alarak ilçede sosyal demokrat bir yerel yönetim oluşturduk. Bu başarıyla birlikte siyasette yıldızımın parlamaya başladığını söyleyebilirim. Yerel seçimlerin ardından genç bir inşaat mühendisi olarak Biga’nın çehresini değiştirecek projelerin üretilmesinde Belediye Başkanımızla birlikte çalıştım. O dönemde Biga’nın altyapısının tamamlanması, 500 konutluk bir kooperatif kurularak ilçe halkının uygun fiyatla ev sahibi olmasının sağlanması gibi önemli hizmetler gerçekleştirildi. 20, 22 ve 23. Dönemlerde milletvekili olarak Meclis’te yer aldınız. Bu yıllarda ön plana çıkan çalışmalarınız nelerdir? 1992 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin yeniden açılması üzerine CHP üyesi oldum. 1995 seçimleri öncesinde partili arkadaşların talebiyle ön seçime girdim. Aslında benim niyetim milletvekilliği değil, belediye başkanlığıydı. Ancak ısrarlar neticesinde kendimi ön seçimde buldum ve kazandım. 20. Dönem’de 49 CHP milletvekili içinde en gençleriydim. Henüz 37 yaşında milletvekili seçilmiştim ve parti yönetiminde hızlı bir yükselişim olmuştu. 1999 seçimlerine girildiğinde Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyesiydim. 22. Dönem’de tekrar Meclis’e geldiğimde TBMM Başkanlık Divanı Katip Üyesi seçildim. 23. Dönem’de ise İdare Amiri olarak Başkanlık Divanı’nda yer aldım. Siyaset hayatımı taçlandıran bu görevler benim için büyük bir onur ve gurur vesilesidir. Siyaset hayatınızda en çok nelere dikkat ettiniz? Siyasette dilim biraz sivridir, ama eleştirilerimi dile getirirken kimseyi incitmemeye, sözlerimin hakaret içermemesine özen gösteririm. Politikada dostluk ilişkilerini, insanları kırmadan siyaset yapmayı ve sıradan olmamayı önemserim. Özellikle bölgemdeki mil- 76 SÖYLEŞI letvekilleriyle çatışarak değil, konuşarak siyaset yapma anlayışını benimserim. Meclis’teyken hep muhalefet milletvekili olduğumuz için siyaset yapma biçimimiz de eleştiri temelinde şekillendi. Ancak, bu eleştirilerin yapıcı olmasına, iktidarı ülkeye hizmete yönlendirmesine, icraatların hızlanması için katkı sağlamasına dikkat ettim. Başta alınteriyle çalışanlar, ezilenler, mağdurlar olmak üzere toplumun her kesiminin sorunlarının giderilmesine ve ihtiyaçlarının karşılanmasına önem verdim. İlimin, bölgemin ve ülkemin huzur ve refah içinde olması konusunda elimden gelen çabayı göstermeye gayret ettim. Benim için büyük önem taşıyan bir başka konu ise parlamentonun saygınlığının asla zedelenmemesi gerektiğidir. Bu hususta milletvekillerine de, basın mensuplarına da, demokrasinin önemini kavramış her kesimden kişiye de görev ve sorumluluk düşmektedir. Siyaset, seçimlerle aldığınız vekaleti bireyler ve toplum yararına en iyi şekilde kullanmayı, ülkeniz ve milletiniz için faydalı hizmetlerde bulunmayı gerektirir. Bu hizmet sadece iktidarda değil, muhalefette de verilir. Bilindiği gibi, iktidar bütün rejimlerde, muhalefet ise sadece demokraside vardır. Ülkenin olumlu yönde gelişmesi ve demokrasinin ilerlemesinde muhalefetin büyük rolü bulunmaktadır. Eğer muhalefet doğru bir siyaset ve yaklaşım ortaya koyarak iktidar üzerinde baskı yaratabilirse ülke için hedeflediği birçok önemli projeyi hayata geçirebilir. Bunun en yakın örneği Cumhuriyet Halk Partisi’nin 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri öncesinde gündeme getirdiği ekonomik vaatlerdir. 7 Haziran’da bu vaatlerle ilgili olarak “Kaynağı nereden bulacaksınız?” diye soran iktidar partisi, 1 Kasım’da kendisi benzer vaatlerde bulunmak zorunda kalmıştır. Seçimler sonucunda CHP iktidar olamamıştır, ama iktidar partisi üzerinde yarattığı etki ve baskı neticesinde başta asgari ücretin artırılması olmak üzere mağdur kesimler adına birtakım olumlu gelişmelerin yaşanmasına önemli katkı sağlamıştır. CHP iktidara gelseydi asgari ücret 1500 liraya çıkacaktı, ama 1300 lira olması da bir kazançtır. CHP şimdi diğer vaatlerin de yerine getirilip getirilmeyeceğinin takipçisi olacaktır. Milletvekilliğiniz döneminden unutamadığınız anıları bizimle paylaşabilir misiniz? Tabii pek çok anım var, ama özellikle ikisini ifade etmek isterim. 1 Mart Tezkeresi’nin aleyhine ve 8 yıllık kesintisiz temel eğitimin lehine verdiğimiz mücadele benim için büyük bir onurdur. 1 Mart Tezkeresi’nin kabul edilmediği oylamada Başkanlık Divanı’nda görev yapıyordum. O gün Divan’da olmak heyecanımı daha da artırmıştı. Bugün Orta Doğu’da yaşananlar Meclisimizin verdiği kararın doğruluğunu ve o dönemde yaptığımız değerlendirmelerin haklılığını ortaya koyuyor. Zaten Tony Blair, Hillary Clinton gibi isimler de o müdahalenin bir hata olduğu konusunda özeleştiride bulundular. Öte yandan, 8 yıllık kesintisiz temel eğitimden vazgeçilmesinin faturasını Türkiye’nin çok acı bir şekilde ödediğini ve ödemeye de devam edeceğini düşünüyorum. Size göre ülke gündemindeki en önemli konular, çözüm bekleyen sorunlar nelerdir? Bugün Orta Doğu bir cehenneme dönmüş durumda. Yakın coğrafyamızdaki sorunlar bizi de derinden etkiliyor. Türkiye’de sayıları 2,5 milyonu geçen Suriyeli sığınmacılar meselesi, güvenlik başta olmak üzere pek çok konuda ciddi bir sorun olarak karşımızda duruyor. İktidarı bu konuda daha dikkatli ve daha duyarlı olmaya, Türkiye’nin geleceğini koruma ve kollama hususunda gerekli tedbirleri almaya davet ediyorum. 2002 yılı sonlarında göreve gelen iktidar partisi kazan-kazan politikasıyla herkesle sorunsuz bir ilişki kuracağını söylemesine rağmen bugün neredeyse barışık olduğumuz ülke kalmadı. Ben bu nedenle büyük endişe içindeyim. Öte yandan, terör olayları ülkemizin huzur ve refahını tehdit etmekte, asker ve polislerimizin şehit düşmesine, sivil vatandaşlarımızın hayatını kaybetmesine neden olmaktadır. Hükümet terörün önlenmesi konusunda üzerine düşen görev ve sorumluluğu tam manasıyla yerine getirmelidir. 2011 yılından bu yana Meclis’te yer almıyorsunuz. Siyaset dışındaki uğraşlarınızı öğrenebilir miyiz? Şu sıralar en çok kitap okuyarak ve spor yaparak vakit geçiriyorum. Üyesi olduğum sivil toplum kuruluşlarının faaliyetlerine katılıyorum. Meclis’te yer almasam da siyaseti yakından takip ediyorum ve çeşitli platformlarda görüşlerimi dile getiriyorum. Önümüzdeki dönemlerde siyasette tekrar yer almakla ilgili benim bir talebim olmayacak, ancak bu konuda bir görev tevdi edilirse ülkem ve partim için hizmette bulunmaya devam edeceğim. Son sorumuz bu ay 101. yılını kutladığımız Çanakkale Zaferi ile ilgili… Çanakkale’de doğmuş ve Çanakkale Milletvekili olarak hizmet vermiş biri olarak neler hissettiğinizi öğrenebilir miyiz? İnanın, Çanakkale Zaferi’nin hissettirdiklerini kelimelerle ifade etmek çok zor. I. Dünya Savaşı’nın kaderinin değiştiği, Türkiye’nin önsözünün yazıldığı bu zafer, başta Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere şehit ve gazilerimizin yarattığı bir destandır. Çanakkale’de vatan toprağı kanın son damlasına kadar savunulmuş, burada ortaya çıkan bağımsızlık ve Millî Mücadele ruhu dalga dalga tüm Anadolu’ya yayılmıştır. Bize bu vatanı emanet eden Mustafa Kemal Atatürk, şehitlerimiz ve hayatını kaybeden gazilerimizi sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anıyorum. 77 ÇAĞIN BÜYÜK DRAMI: SURİYELİ MÜLTECİLER VE DÜNYA 78 BEŞINCI YILINA GIREN SURIYE İÇ SAVAŞI, DÜNYANIN BUGÜNE KADAR GÖRDÜĞÜ EN BÜYÜK NÜFUS HAREKETLILIKLERINDEN BIRINE YOL AÇTI. CAN HAVLIYLE YURTLARINI TERK EDEN MÜLTECILERIN YAŞAMA HAKKININ SAVUNULMASI KONUSUNDA BÜYÜK BIR INSANLIK SINAVINDAN GEÇEN DÜNYA ÜLKELERININ BIR BÖLÜMÜ ŞIMDIDEN SINIFTA KALDI. TÜRKIYE ISE ILK GÜNDEN ITIBAREN SURIYELI MÜLTECILERE KARŞI IZLEDIĞI AÇIK KAPI POLITIKASIYLA ÜZERINE DÜŞEN VAZIFELERI YERINE GETIRMEK IÇIN ELINDEN GELEN HER TÜRLÜ ÇABAYI GÖSTERIYOR. ORHAN GÜLENAY 79 Y irminci yüzyılın ilk yarısı o zamana dek görülmemiş büyüklükte, dünyanın önemli bir bölümüne yayılmış iki büyük savaşa sahne oldu. Bu savaşlarda hayatını kaybeden, yurdundan edilen insan sayısı uzun yıllar konuşuldu; romanlara, filmlere konu oldu. Hatta II. Dünya Savaşı’nın getirdiği yıkım, Avrupa’da insanın varoluşunun “saçma” olduğu görüşüne dayanan felsefe ve sanat akımlarını doğurdu. Yüzyılın diğer yarısında bir yandan Soğuk Savaş sürerken öte yandan Vietnam Savaşı, İran-Irak Savaşı gibi bölgesel olmakla birlikte dünyayı etkileyen çatışmalar yaşandı. 11 Eylül 2001’de Amerika Birleşik Devletleri’nde düzenlenen terör saldırıları, 21. yüzyılda terör ve savaşın artık yeni bir yüze bürüneceğini gösteren ilk işaretlerdendi. ABD, dünya kamuoyunda “İslami terör” adıyla anılan silahlı güçlerle mücadele etme gerekçesiyle Ekim 2001’de Afganistan’ı işgal etti. 2003 yılında ABD ve İngiltere’nin başı çektiği koalisyon güçleri, uluslararası güvenliği koruma iddiasıyla bu kez Irak sınırlarına girdi. Orta Doğu’daki bu savaş ortamı kısa sürede çeşitli aktörlerin farklı yönlerden çatışmanın tarafı olmasına yol açtı. Güç dengeleri, ekonomik ilişkiler, siyasi söylemler savaşın sonuçlarına odaklı duruma geldi. Bu süreçte ülkesindeki savaştan kaçan insanların meydana getirdiği nüfus hareketliliği dünyanın dikkate almadığı bir olguydu. Çünkü yer değiştirme büyük oranda Orta Doğu içinde yaşanıyor, 80 Avrupa’ya yönelen az sayıdaki insanaysa ucuz iş gücü gözüyle bakılıyordu. Oysa göç konusu, akademik alanda disiplinlerarası çalışmalara konu olan çok boyutlu bir olgudur. Tarihteki örnekler, Kavimler Göçü gibi büyük göç dalgalarının haritaları değiştirecek, çok güçlü görünen devletleri yıkıma sürükleyecek etkilerinin olduğunu gösterir. II. Dünya Savaşı çok büyük coğrafyaya yayılan, yalnızca cephelerde değil, savaşa katılan veya işgale uğrayan ülkelerin sokaklarında da süren bir savaş olarak tarihe geçti. Savaş boyunca işgalciler tarafından yurtlarından sürülen veya çatışmadan kaçarak ülkelerini terk eden milyonlarca insan çeşitli yerlere sürüklendi. Etnik kökenleri veya dinleri yüzünden bazı ülkelerin topraklarına kabul etmediği bu insanların büyük bölümü yollarda can verdi. Bu acı tecrübenin tekrarlanmaması için 1950 yılında kurulan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), yurtlarını terk etmek zorunda kalanların haklarını uluslararası platformda korumayı amaç edindi. UNHCR, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1950 tarihli toplantısında kabul edilen, Türkiye’nin de 24 Ağustos 1951’de imzaladığı Cenevre Sözleşmesi’nin uygulanması için farkındalık yaratmaya, mültecilerin temel insan haklarından mahrum bırakılmamaları konusunda önlemler almaya çalıştı. SAVAŞIN DEHŞETINDEN UZAKTA YENI BIR HAYAT KURMAK IÇIN YOLLARA DÜŞEN SURIYELI MÜLTECILER, GITTIKLERI ÇEŞITLI ÜLKELERDE TEL ÖRGÜLER VE BARIKATLARLA KARŞILAŞIYOR, ÇAMUR DERYASI IÇINDEKI ÇADIRLARDA YAŞAMAYA MAHKUM EDILIYOR. Cenevre Sözleşmesi “mülteci”yi şöyle tanımlıyor: “Irkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan ya da söz konusu korku nedeniyle yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen kişiler.” Bu tanıma dayanan sözleşme, olağan şartlarda ülkesinden ayrılan bir grup insanın başka ülkelerde nasıl muamele göreceğini ortaya koyar. Ancak olağanüstü şartlar baş gösterdiğinde ülkelerin mülteciler konusunda nasıl bir tavır takınacağını görmek için Suriye İç Savaşı’nı beklemek gerekecektir. Türkiye’nin açık kapısı, dünyanın kapalı gözleri Suriye halkının ülkedeki iktidarı eleştiren, demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi değerleri talep eden gösteriler düzenlemesine, ülkede iki kuşaktır süren Esad rejimi Mart 2011’de şiddetle karşılık verdi. Bu tarihten itibaren devlet güçlerinin halkı sindirmeye yönelik saldırıları hızlanmış, Suriye’de oluşan kargaşayı fırsat bilen terör örgütleri ülkede faaliyet göstermeye başlamıştır. Ülke topraklarının jeopolitik önemi, bölgede söz sahibi olmak isteyen kimi devletlerin de oyuna müdahil olmasının önünü açtı. Suriye kısa sürede kimin kiminle savaştığının, hangi örgütün kime hizmet ettiğinin anlaşılmadığı bir savaş meydanına dönüştü. Suriye’de süren güç mücadelesi sırasında savaşa taraf olmadığı halde çatışmadan doğrudan etkilenen milyonlarca insanın ülke içinde yer değiştirmesi uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmedi. Şubat 2016 itibarıyla ülkede 7 milyon kişinin konutsuz kaldığı bildiriliyor. Suriye’yi terk eden ve mülteci durumuna düşen insan sayısı ise yaklaşık 4,5 milyon olarak kaydediliyor. Bu sayı Avrupa Birliği üyesi 8 ülkenin nüfusundan fazla. BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres’in “Bu, bir nesilde tek bir çatışma nedeniyle yerinden edilmiş en büyük mülteci nüfusu” ifadesi durumun vahametini ortaya koyuyor. 81 IÇ SAVAŞ NEDENIYLE ÜLKELERINI TERK EDEN VE MÜLTECI DURUMUNA DÜŞEN SURIYELILERIN SAYISI YAKLAŞIK 4,5 MILYONA ULAŞTI. TÜRKIYE BUGÜNE KADAR 2,5 MILYONDAN FAZLA SURIYELIYE KAPILARINI AÇARKEN DÜNYA ÜLKELERININ MÜLTECILERE YÖNELIK TUTUMU ELEŞTIRILERE NEDEN OLUYOR. Suriye ile 911 kilometrelik kara sınırını paylaşan Türkiye, ilk günden itibaren yanı başında yaşanan bu insanlık dramına kayıtsız kalmadı. Hatta, olaylar patlak vermeden önce ülkede reformların bir an önce gerçekleştirilerek geçiş sürecinin sağlıklı bir şekilde tamamlanması amacıyla Suriye yönetimine gerekli uyarılarda bulundu. Esad rejiminin Türkiye’yi de uluslararası kamuoyunu da dinlemediği çok geçmeden anlaşıldı. Birleşmiş Milletler Araştırma Misyonu’nun 16 Eylül 2013 tarihli raporu ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 6 Mart 2015 tarihli kararı Suriye’de kimyasal silah kullanıldığını ortaya koydu. Bu şartlar altında ülkelerine dönmeleri mümkün olmayan Suriyelilerin Türkiye’ye girişi kimi zaman dünya basınında da yankı buldu. Sınıra yakın bölgelerdeki sıcak çatışmadan kaçan gruplar evlerini, ocaklarını terk edip Türkiye sınırına dayandılar. 82 Türkiye’nin mültecilerle ilgili tutumu, iç savaşın başladığı günlerde dünyaya ilan edilen “açık kapı politikası” çerçevesinde oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin yaklaşımını şöyle özetliyor: “Etnik kimliğine, dinine, diline, rengine ve mezhebine bakmadan yaşanan mağduriyetleri gidermenin, yaralara derman olmanın gayreti içerisindeyiz. Ülkelerindeki şiddetten kaçan komşularımıza yönelik açık kapı politikası izliyoruz. Sınırdan geri çevirmeme ilkelerini titizlikle hayata geçiriyoruz. Suriye ve Irak’ta yaşanan krizin ilk anlarından itibaren ilkeli, vicdani, insani değerlere vurgu yapan bir politika benimsedik.” Başbakan Ahmet Davutoğlu ise Türkiye’ye sığınmak isteyen Suriyelileri geri çevirmemenin Türk devlet geleneğinin bir devamı olduğunu vurgulayarak “Suriye’deki kardeşlerimiz bizim ebediyen dost ve komşu olarak gördüğümüz kardeşlerimiz, akrabalarımızdır. Biz bu ‘açık kapı’ politikasını sürdüreceğiz. Bu bizim için bir onur meselesidir. Ama bu kadar çok mülteci Türk sınırına gelirken bu konularda sessiz kalanlar utansın. Uluslararası toplum, sessiz kalmak konusunda kendini sorgulasın” ifadelerini kullanıyor. Erdoğan ve Davutoğlu’nun sözleri, raporlara geçen sayılarla birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’nin “mülteci krizi”ndeki konumu daha rahat anlaşılabilir. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın verdiği bilgiye göre, 4,5 milyon Suriyeli mültecinin 2 milyon 541 bini Türkiye’de bulunuyor. Akdoğan, “Kamplarımızda, barınma merkezlerimizde 260 binin üzerinde Suriyeli var. Onun dışında, Türkiye’nin farklı şehirlerinde, bu 25 merkezin dışında yaklaşık 2 milyon 300 bin civarında Suriyeli kardeşimiz var. Toplamda bugün itibarıyla biyometrik kayıt sistemine giren 2 milyon 541 bin Suriyeli Türkiye’de bulunmaktadır. Bunların her türlü meselesiyle, özellikle geçici barınma merkezinde kalanların tüm sorunlarıyla ilgilenilmektedir. Diğerlerinin eğitim, sağlık gibi sorunlarıyla ilgili çaba gösterilmektedir” değer- lendirmesinde bulunduktan sonra şu bilgileri aktarıyor: “Suriyeli kardeşlerimiz için bugüne kadar yaklaşık 8 milyar dolar harcama yapılmıştır. Geçici barınma merkezlerinde kurduğumuz 15 sahra hastanesinde sağlık hizmeti veriliyor. Bugüne kadar kamp içi ve dışı 10 milyon poliklinik hizmeti sunuldu. Yaklaşık 150 bin bebek Türkiye’de dünyaya geldi.” 83 TÜRKIYE’YE GELEN SURIYELILERIN BARINMA, SAĞLIK, EĞITIM BAŞTA OLMAK ÜZERE TÜM IHTIYAÇLARI BAŞBAKANLIK AFET VE ACIL DURUM YÖNETIMI BAŞKANLIĞI (AFAD) KOORDINASYONUNDA KARŞILANIYOR. Türkiye, dünyanın gördüğü en büyük nüfus hareketliliklerinden birinde tüm varlığıyla çözümün etkin bir tarafı rolünü üstleniyor. Buna karşılık Avrupa ülkelerinin bu konudaki yaklaşımlarının beklenen seviyede olumlu olduğunu söylemek güç. Denebilir ki Avrupa kamuoyu, 2 Eylül 2015’te Bodrum sahiline cansız bedeni vuran Aylan bebeğin fotoğrafını görene kadar meseleye gözünü 84 yummayı tercih etti. O yürek burkan görüntüden sonra Avrupalıların vicdani kanaatinde değişim olduğundan bahsedilebilse bile devletler düzeyinde konuya yaklaşım hâlâ güvenlik ve ekonomi kavramları çerçevesinde ele alınıyor. Avrupa’ya gitmek isteyen Suriyelilere çıkarılan zorluklar, sınır kapılarında yapılan kötü muamele, bir yolunu bulup Avrupa ülkelerine giren mültecilere gösterilen hoşgörüsüzlük, çağımızın bir insanlık sınavı verdiğini ortaya koyuyor. Türkiye’nin 8 milyar doları bulan harcamaları karşısında bütün Avrupa’nın mülteciler için harcadığı miktar 500 bin dolara ulaşmadı. Bunun yanı sıra, Birleşik Krallık’ta devletin verdiği yemek hizmetinden yararlanmak için mültecilere renkli bileklik takma zorunluluğu getirilmesi, Macaristan’ın sınırlarına tel örgü çekmesi ve Suriyelilere sert müdahalede bulunması, Almanya’nın Bavyera eyaletinde mültecilerin değerli eşyalarına el koyma kararı alınması, son olarak Danimarka’nın sığınmacıların 10 bin krondan (yaklaşık 4 bin 500 lira) fazla nakit parasına el koyulması yönünde bir kanun tasarısını onaylaması gibi insanlık dışı uygulamalar Cenevre Sözleşmesi’ni de aşarak meseleyi insan hakları bağlamında tartışmayı da zorunlu kılıyor. AFAD Modeli Türkiye’ye gelen Suriyelilerin barınma, sağlık, eğitim başta olmak üzere tüm ihtiyaçları Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) koordinasyonunda karşılanıyor. AFAD’ın 10 ilde kurduğu çadırkentler ve konteynerkentlerde verdiği hizmetler BM Mülteciler Yüksek Komiseri António Guterres’in şu sözleriyle takdir edilmişti: “Suriyelilere sadece sınırlarınızı değil, kalplerinizi ve evlerinizi açtınız.” AFAD, dünya nüfusunun yüzde 3,2’sini oluşturan 235 milyondan fazla insanın göçmen, yaklaşık yüzde 1’ini oluşturan 60 milyon insanın ise mülteci ya da sığınmacı durumunda bulunduğunu ortaya koyan uluslararası raporlardan hareketle mevcut veya gelecekteki mülteci krizleriyle başa çıkmak üzere özgün bir model ortaya koyuyor. Akdeniz üzerinden Avrupa’ya geçmeye çalışırken hayatını kaybeden sığınmacı sayısının 2015 yılı sonunda dünya tarihindeki en yüksek seviyeye ulaştığını ifade eden AFAD, “Dünya insani sistemi”ni yeniden yapılandırmak için Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve G-20 ülkelerine çağrıda bulunuyor. AFAD’ın önerdiği çözüm modelinin uygulanması, pilot ülke olarak da Türkiye’nin seçilmesi için ilk somut adım, 23-24 Mayıs 2016 tarihlerinde ilki Türkiye’de düzenlenecek Birleşmiş Milletler Dünya İnsani Zirvesi’nde atılacak. AFAD Başkanı Fuat Oktay’ın tartışmaya açtığı “AFAD Modeli: Kurumsal Sosyal Sorumluluğun Doğrudan Yatırıma Dönüşmesi” adlı proje, modele katkı veren her aktörün (yatırımcı, mülteci, ev sahibi halk, bölge ve ülke) kazandığı bir yapıyı inşa etmeyi hedefliyor. Modelde, BM, AB, G-20 gibi yapıların, yabancı ve çok uluslu şirketlerin sığınmacılara evsahipliği yapan ülkelerde ve şehirlerde, kurumsal sosyal sorumluluk çerçevesinde ayırdıkları bütçeden yatırım yapmalarının teşvik edilmesi öngörülüyor. AFAD proje çıktılarını dile getirirken şu ifadeleri kullanıyor: “Şirketler, kurumsal sosyal sorumluluk için ayırdıkları finansal kaynaklar ile emek yoğun sektörlerde yatırım yapacak. Kurulacak işletmelerde sığınmacılar, ev sahibi halkla birlikte istihdam edilerek gelir elde edecek. Ev sahibi ülke, şirketler için yatırım ortamını daha cazibeli kılacak fiziksel ve yasal altyapıyı oluşturacak teşvik sistemlerini uygulamaya koyacak.” Fuat Oktay, sistemin devamı ile ilgili şöyle konuşuyor: “Sığınmacılar, gelirleri ile hem kendileri hem de yakınlarının bakımını üstlenirken, tasarrufları ile de geldiği ülkedeki yakınlarına yardım edebilecek. Yani, hem sığınmacı ve ailesi hem de ülkesi içinde evinden edilen yakınları başkalarının yardımına muhtaç olmadan ihtiyaçlarını karşılayabilecek.” Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin hazırladığı Küresel Eğilimler Raporu’nda dünyada en fazla mülteciye evsahipliği yapan ülke ifadesiyle anılan Türkiye’deki barınma merkezlerinde Birleşmiş Milletler standartlarının çok üzerinde hizmetler sunuluyor. 60 binin üzerinde Suriyeliye barınma merkezlerinde açılan meslek kurslarında eğitim verildiği, 80 bin çocuğun iç savaş nedeniyle yarım kalan eğitimlerine bu merkezlerdeki okullarda devam ettiği kaydediliyor. Ayrıca bu kamplarda 280 bine yakın ameliyatın gerçekleştirildiği, 9 milyonun üzerinde poliklinik hizmeti verildiği bildiriliyor. Türkiye mülteciler konusunda, kendi geleneğinden yola çıkarak hem komşuluk hukukunun gerektirdiği hem de vicdanın emrettiği adımları atarken dünyanın sessizliği ve soruna ilgisizliği geleceğin tarihçilerinin ilgi alanına gireceğe benziyor. Çağın bu büyük dramında insani görevini eksiksiz yerine getiren Türkiye’nin farkı daha şimdiden ortaya çıkıyor. 85 1 Mart 1921 - Mehmet Âkif Ersoy’un kaleme aldığı İstiklal Marşı, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey tarafından TBMM’de ilk kez okundu. Şiir sık sık alkışlarla kesildi. 12 Mart günü yapılan oylamada ise İstiklal Marşı, Türkiye’nin millî marşı olarak kabul edildi. 9 Mart 2007 - MART Doğu Perinçek, İşçi Partisi Genel Başkanı olduğu dönemde sözde Ermeni soykırımını inkar yasasını ihlal ettiği gerekçesiyle İsviçre Ceza Kanunu’na göre hapis ve para cezasına çarptırıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2013 yılında Perinçek’in suçsuz olduğuna karar verdi. AİHM Büyük Daire ise Ekim 2015’te “Ermeni soykırımı olmamıştır” demenin suç sayılamayacağına hükmetti. 1 5 8 8 Mart 1857 - 5 Mart 1920 - Dönemin Şeyhülislamı İbrahim Haydarizade himayesinde, Dr. Mazhar Osman Usman ve arkadaşları öncülüğünde alkollü içkilerle mücadele amacıyla Hilal-i Ahdar kuruldu. Kurum daha sonra Yeşilay adını aldı. 5 Mart 1933 Almanya’da yapılan genel seçimlerde Adolf Hitler liderliğindeki Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi yüzde 43,9 oy alarak iktidar oldu. Partinin sloganı “Tek halk, tek imparatorluk, tek lider”di. 86 9 New York’ta bulunan bir tekstil fabrikasında kadın işçiler grev yaptı. Fabrikada çıkan yangından polis barikatı nedeniyle kaçamayan 129 kadın işçi hayatını kaybetti. 1910 yılında Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda 8 Mart “Emekçi Kadınlar Günü” ilan edildi. 14 Mart 1827 - İstanbul Şehzadebaşı’nda ilk tıp okulu olan Tıphane-i Âmire ve Cerrahhane-i Âmire kuruldu. 1919 yılından bu yana 14 Mart “Tıp Bayramı” olarak kutlanıyor. 11 Mart 2011 - Japonya’nın Tōhoku bölgesinde 9 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Depremle birlikte ülkenin Pasifik kıyılarında oluşan ve yüksekliği 40 metreyi bulan dev dalgalar tsunami felaketine yol açtı. Tōhoku depremi ve tsunamisi Japonya’da bugüne kadar meydana gelen en büyük afet olma özelliği taşıyor. 11 12 19 Mart 1980 - Ankara’da çıkan olaylarda bir jandarma erini öldürdüğü iddiasıyla yargılanan Erdal Eren idama mahkum edildi. 18 yaşından küçük olması nedeniyle kemik yaşı doktor raporuyla büyütülen Eren’in cezasının infazı 13 Aralık günü gerçekleştirildi. 21 Mart 1995 - Türkiye’de Nevruz Bayramı ilk kez “resmen” kutlandı. 14 18 19 21 25 18 Mart 1915 12 Mart 1971 - Kuvvet komutanları ülkedeki “anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar” ile “Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin ağır bir tehlike içine düşürüldüğü”nü gerekçe göstererek Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a muhtıra verdi. Olay üzerine Başbakan Süleyman Demirel istifa etti. Boğazları ele geçirerek başkent İstanbul’u işgal etme ve Rusya’ya yardım ulaştırma amacındaki İtilaf Devletleri, Osmanlı ordusu tarafından Gelibolu’da bozguna uğratıldı. Olay, Çanakkale Deniz Zaferi olarak tarihe geçti. 25 Mart 2009 Büyük Birlik Partisi’nin (BBP) kurucusu ve genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopteri Kahramanmaraş’ta düştü. Olayda Yazıcıoğlu dışında 5 kişi daha hayatını kaybetti. 87 8 MART 1857 DÜNYA KADINLAR GÜNÜ PINAR ÇAVUŞOĞLU 1 857’nin 8 Mart’ında 129 kadın işçinin hayatını kaybetmesiyle başladı her şey. New York’ta bir tekstil fabrikasında çalışan kadınlar daha iyi koşullar, daha yüksek maaş ve daha uygun çalışma saatleri için grev yaptı. Çünkü 3 kuruşa, günde 16 saat çalışıyorlardı. Grevdeki kadın sayısı on binleri aştı. Öyle ki bu olay tarihe aynı zamanda o güne kadarki en büyük kadın eylemi olarak geçecekti. Amerikan polisi greve müdahale etti ve büyük bir arbede yaşandı. Olay sırasında bazı işçiler fabrikada mahsur kaldı. Ne büyük talihsizliktir ki fabrikada yangın çıktı ve polisin kurduğu barikatı geçemeyen 129 kadın işçi orada can verdi. Dünyada kadınların erkeklerle eşit haklar elde etme mücadelesine Fransız Devrimi’nin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” fikirleri güç verdi. 1789’dan sonra sosyal, ekonomik ve hukuki bakımdan haklarını arayan kadınlar, özellikle 20. yüzyılın başında birlikler kurarak, toplantılar yaparak, mitingler düzenleyerek daha sağlam bir duruş sergiledi. 1910 yılında Kopenhag’da gerçekleşen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, yaklaşık 50 yıl önce fabrika yangınında hayatını kaybetmiş 129 kadın işçi unutulmadı. Kadın hakları savunucusu ve Almanya Sosyal Demokrat Partisi üyesi Clara Zetkin, kadın işçilerin öldüğü 8 Mart gününün Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerdi ve bu öneri kabul edildi. 88 Aslında ilk Kadınlar Günü, Kopenhag’daki konferanstan bir yıl önce, 28 Şubat’ta kutlandı. Çalışma koşullarının düzelmesi, seçme ve seçilme haklarının sağlanması, kadınların erkeklerle eşit hukuki şartlara sahip olması amacıyla Amerikan Sosyalist Partisi, ülkedeki kadınları meydanlara çağırdı. Pek çok kadının katılım sağladığı bu özel gün Amerika içinde sınırlı kaldı. Almanya, Danimarka, Avusturya gibi ülkelerin katılımıyla gerçekleşen uluslararası ilk Kadınlar Günü ise 19 Mart 1911’de düzenlendi. Pek çok gösterinin yapıldığı ve kadınların çeşitli isteklerini dile getirdiği bu günde seçme ve seçilme hakkı talebi ilk sırada yer alıyordu. Sonraki yıllarda bu gün İsveç, Hollanda, Rusya ve Fransa’da da kutlandı. Şubat sonu veya mart ayı içinde çeşitli etkinliklerle gerçekleşen Kadınlar Günü’nün kesin bir tarihte düzenlenmesi gerektiği ise 1921’de Moskova’daki 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda dile getirildi. Konferansta 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak belirlendi. Türkiye’de de ilk kez bu adla, 1921’de kutlandı. 16 Aralık 1977’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olarak anılmasını kararlaştırdığında zaten pek çok ülkede hem kapalı mekanlarda hem de meydanlarda bu özel gün çeşitli etkinliklerle kutlanıyordu. Dünyanın birçok ülkesin- Clara Zetkin, Rosa Luxemburg de mimoza çiçeği Kadınlar Günü’nün sembolü olarak kabul edildi. Hem bilek gücü hem yürek var Kadınlar Fransız Devrimi’nden bu yana talep ettikleri hakları daha güçlü bir biçimde dile getirmiş ve kendileriyle ilgili bazı reformları tırnaklarıyla kazıyarak elde etmişlerdir. Eski Tunç Çağı’na kadar kadın toplumda önemli bir faktördü; öyle ki arkeolojik araştırmalarda ortaya çıkarılmış tanrı figürinleri bile kadındı. Ataerkil toplum yapısının benimsenmesi ve fiziksel gücün önem kazanmasıyla kadın ikinci plana itildi. Orta Çağ’a gelindiğinde durum daha da vahimleşti. “Kadın insan mıdır?” sorusu bile soruluyor, kadınlar pek çok gerekçeyle kurban ediliyordu. 20. yüzyılın başlarında dünya kadının değerini bir nebze olsun anladı ve onların Kadınlar Günü gibi belirli zamanlarda meydanlara çıkmalarına ve başkaldırışlarına pek ses çıkarmadı. Bu da I. Dünya Savaşı arifesine denk gelir. Nedeni ise çok açık: Her alanda kadınlardan faydalanmak. Konu meşhur bir Alman generalin sarf ettiği “Kadının da savaş meydanı var. Ulusu için dünyaya getirdiği her çocuk ile ulusunun davasında savaşır” sözüne indirge- necek kadar basit olamaz. Kadınlar doğurgan oldukları için değil, bilek ve yürekleriyle etkin oldular savaşlarda. Eğer bir kısım erkek askerî cephe içinde etkinse geride kalan erkeklerin ve ülkelerinin kadınlara ihtiyacı vardı. Kadınsız bir sivil cephe düşünülemezdi. Dünyanın bazı ülkelerinde savaşa giden erkeklerin boşalttığı kadrolara kadınlar yerleştirildi. Çalışma hayatıyla tanışan kadınların savaş bittikten sonra yerlerinden kımıldamaya pek niyeti yoktu üstelik. İngiltere’de Birinci Futbol Ligi’nin dondurulması nedeniyle kadınların futbol takımları kurarak ülkede bu sporu canlı tutma çabası ise altı çizilmesi gereken ayrı bir konudur. I. Dünya Savaşı sırasında kadınlar yalnızca sivil cephede görev almadı. Savaş sırasında da yaralı askerlere baktı, ambulans kullandı… Osmanlı İmparatorluğu’nda da kadınlar hemşirelik yapmanın yanı sıra amele taburunda çalıştı, düzenlediği piyes, konser ve sergilerle orduya yardım parası topladı. Kadınların oy hakkı elde etmesi pek çok ülkede I. Dünya Savaşı sonrasında mümkün oldu. Örneğin İngiltere’de 1918 yılında çıkarılan bir yasayla 30 yaşını dolduran ve evli olan her kadın kendi yöneticisini seçme hakkını elde etti. Kadınların seçilme hakkı kazanabilmeleri içinse bir süre daha beklemek gerekecekti. 89 12 MART 1921 12 MART TBMM TUTANAKLARINDA ISTIKLAL MARŞI’NIN KABULÜ 90 1921 91 12 MART 92 TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI SAĞLIK PROTOKOLÜ IMZALANAN HASTANELERDEKI TBMM HATTI GAZI ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .............................................................................................................................................0312 202 44 91 HACETTEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0312 305 32 62-63 ANKARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................................0312 508 30 03 EGE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ................................................................................................................................................0232 390 41 06 AKDENIZ ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ...................................................................................................................................0242 249 65 91 GAZIANTEP ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................................0342 360 95 05 MEDIPOL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..................................................................................................................................0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 İSTANBUL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .................................................................................................................................0212 414 22 27 İSTANBUL ÜNIVERSITESI CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...............................................................................................0212 414 34 54 KONYA SELÇUK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ....................................................................................................................0332 224 49 70 KARADENIZ TEKNIK ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:..........................................................................................................0462 377 54 22 KONYA NECMETTIN ERBAKAN ÜNIVERSITESI MERAM TIP FAKÜLTESI HASTANESI:.............................................................................0332 223 79 79 YILDIRIM BEYAZIT ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ..............................................................................................................0312 291 27 01 AFYON KOCATEPE ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: ............................................................................................................0272 246 33 36 İSTANBUL BEZMIALEM ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI:...................................................................................................0212 453 18 58 MARMARA ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI (PENDIK DEVLET HASTANESI):...................................................................................0216 625 47 16 YÜZÜNCÜ YIL ÜNIVERSITESI TIP FAKÜLTESI HASTANESI: .......................................................................................................................0432 216 05 16 SAĞLIK HATTI: SAĞLIK UYGULAMALARI, HASTANELER VE ANLAŞMALI ECZANELERE ILIŞKIN HER TÜRLÜ BILGI IÇIN 0312 420 0 112 VE 0312 420 72 24 NUMARALI TELEFONU ARAYABILIRSINIZ. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 49-50 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 93 AMERIKA’DAN İKİNCİ GÖRÜŞ ARTIK BİR “TIK” UZAKTA AMERIKA’NIN ALANINDA UZMAN DOKTORLARINDAN IKINCI GÖRÜŞ ALMA IMKANI SAĞLAYAN MEDICOPIN.COM, DÜNYANIN DÖRT BIR YANINDAN HASTALARA SAĞLIKLI YAŞAMIN KAPILARINI ARALIYOR. ULUSLARARASI VIP hastalara modern ve güvenilir hizmet sunan medicopin.com’un ikinci görüş servisi hastalara sağlıklı bir yaşama kavuşmaları için önemli katkılarda bulunuyor. Amerika’nın alanında uzman doktorlarından ikinci görüş alma imkanı sağlayan sitede bütün işlemler online olarak gerçekleştiriliyor ve hastayla ilgili her tür bilgi üst düzey güvenlik standartlarıyla koruma altına alınıyor. Medicopin.com yetkilileri, ikinci görüş servisinden nasıl yararlanılabildiği ve işlemlerin nasıl yürütüldüğü konusunda şu bilgileri aktarıyor: “Kullanıcılarımız siteye girdiklerinde online işlemlerini kendi anadillerinde yapabiliyorlar. İkinci görüş servisimizden yararlanmak isteyen Türk hastalar Türkçe dil seçeneğini kullanarak e-posta adresi, doğum tarihi gibi basit bilgilerle üyelik edinebili- 94 yorlar. Hastanın sağlık geçmişine ait soruları ve cevapları içeren formlar, hastaya ait bütün görüntülemeler ve medikal raporlar siteye yükleniyor. Bu işlemleri e-posta kullanmayı bilen biri kolaylıkla yapabiliyor. Sitemizin New York’un önde gelen hastanelerinden birçok branşta ve sayıda doktorla anlaşması bulunuyor. Medicopin.com’un medikal ekibi vakayı inceleyerek hasta için en doğru doktorun belirlenmesini sağlıyor. Doktor ve hasta arasındaki iletişimde İngilizce yetersiz olduğunda tercüman hizmeti de veriliyor.” Her hastaya vaka temsilcisi Medicopin.com yetkilileri, sitedeki formların oldukça detaylı olduğuna işaret ederek sözlerini şöyle sürdürüyor: “Hastanın mevcut sağlık durumu, kronik hastalıkları, geçirmiş olduğu Medicopin.com’un önerdiği tedavi Türkiye’de başarıyla uygulandı hastalıklar, kullandığı ilaçlar, aile sağlık geçmişi, hatta yaşam şekli ve alışkanlıklarına ilişkin detaylı bilgiler, yaptırmış olduğu tanı testleri, orijinal görüntülemeler, kısacası değerlendirme sürecinde doktorun ihtiyaç duyabileceği her tür bilgi sisteme yükleniyor. Eğer gerekliyse hastanın kendi videosu da doktora gönderiliyor. İletilen bilgilerde bir eksiklik veya çelişki gözlemlenmesi halinde hemen hastayla irtibata geçiliyor. Hastanın anadilinde konuşan vaka temsilcileri ve pek çok özel fonksiyon, değerlendirme sürecini kolaylaştırıyor.” Site, Amerikan Federal Kanunlarınca belirlenmiş olan HIPAA hasta gizlilik ve güvenlik standartlarıyla dizayn edilmesiyle de dikkat çekiyor. Medicopin.com yetkilileri, Türk Parlamenterler Birliği üyeleri için çok özel bir fiyat politikasıyla hizmet verdiklerini belirterek, “Türk Parlamenterler Birliği üyelerinden gelecek her değerlendirme talebinde kendilerine Türkçe hizmet sunacak bir vaka yöneticisi atanacaktır. Bu yönetici hastanın değerlendirme süreci boyunca aynı kişi olacaktır. Birlik üyeleri bize www.medicopin.com ve [email protected] üzerinden veya 0531 452 23 80 numaralı telefondan ulaşabileceklerdir. Vaka temsilcimizle ise [email protected] adresinden veya +1 347 685 39 75 numaralı telefondan görüşülebilecektir” diyor. İkinci görüş sayesinde 18 yıl sonra şifa buldu 51 yaşındaki Nazengül İnal, medicopin.com’un ikinci görüş servisine başvurarak sağlıklı bir yaşama kavuşan hastalar arasında yer alıyor. 18 yıldır yüzünde ve başında devam eden ağrılardan kurtulmanın mutluluğunu yaşayan İnal’ın öyküsünü medicopin.com yetkilileri şöyle anlatıyor: “Nazengül İnal, henüz 33 yaşında 2 çocuk annesiyken dişine yaptırdığı kanal tedavisi sırasında yüz sinirlerinin zarar görmesi sonucu trigeminal nevralji hastalığına yakalanıyor. Nazengül Hanım, yüzün yarısında ağrı, sancı ve yanmalara sebep olan bu hastalığa yıllarca çare arıyor, birçok farklı tedavi görüyor, ancak ağrıları gittikçe kötüleşiyor. Öyle ki son aylarda dişlerini fırçalayamıyor, saçlarını tarayamıyor, medikal mamalarla beslenmeye çalışıyor ve başı yukarıda olacak şekilde tek bir pozisyonda uyuyabiliyor. Gelinen noktada yüz sinirlerinin kesilmesi tek çare olarak ifade ediliyor. Bu ise hastanın yüz felci olması anlamını taşıyor. Bu aşamada Nazengül Hanım’ın kızının internet üzerinde yaptığı araştırmalar sırasında medicopin.com sitesiyle karşılaşılıyor ve ikinci görüş servisimize başvuruluyor.” Yetkililer, Nazengül İnal’ın ikinci görüş servisinden aldığı sağlık hizmetiyle ilgili olarak şu bilgileri aktarıyor: “İnal Ailesi, Amerika’nın alanında uzman doktorlarını dünyanın her yerinden hastalarla buluşturan medicopin. com’dan haberdar olduktan sonra Nazengül Hanım için hemen bir üyelik ediniyor ve o güne kadarki tüm medikal raporları siteye yüklüyor. Tıbbi ekibimiz Nazengül İnal’ın tedavisi için New York’ta alanında uzman dünyaca ünlü bir doktoru belirliyor. Bu doktor, hastalıkla ilgili iki ayrı uzmanla birlikte yaptığı değerlendirmeler sonucunda Nazengül İnal’a üç aşamalı bir tedavi öneriyor. İlk aşama olan radyofrekans tedavisi Türkiye’deki bir hastanede uygulanmaya başlıyor. Tedavi başlar başlamaz da Nazengül Hanım’ın ağrıları diniyor, tekrar nüksetmemesi için ilaç takviyesiyle kontrol altına alınıyor. Kendisi artık kolaylıkla yemeğini yiyebiliyor ve uyuyabiliyor.” “Bu sağlık hizmetinden yararlandığım için çok mutluyum” Nazengül İnal, sağlığına kavuştuğu için duyduğu mutluluğu şu sözlerle ifade ediyor: “Hastalığıma çare aradığımız süreçte ailece maddi-manevi çok yıprandık. Çocuklarımın en büyük derdi benim ağrılarım oldu. Medicopin. com’un ikinci görüş servisinden yararlanmasaydık Amerika’daki uzmanlara ulaşma şansımız bulunmayacaktı. Ayrıca, hastalığımla ilgili bir değerlendirme almak için Amerika’ya gitmek çok daha masraflı ve yorucu olacaktı. Böyle bir sağlık hizmetinden yararlanarak ikinci görüş aldığım için çok mutluyum.” 95 ŞİİRİN SEYRİNİ DEĞİŞTİREN BİR GARİP ADAM ORHAN VELI KANIK 96 1940’LI YILLARDA TÜRKIYE’DE ŞIIRLE HAYATIN DIĞER ALANLARINDAKI ILIŞKININ BUGÜNE ORANLA ÇOK DAHA SIKI OLDUĞU GÖRÜLÜR. O DÖNEMDE ŞIIRDE GERÇEKLEŞEN DEĞIŞIMLER SANATTAN SIYASETE BIRÇOK KURUMDA ETKILI OLUR. BU DEĞIŞIMLERIN EN ÖNEMLILERINDEN BIRI KUŞKUSUZ ORHAN VELI’NIN BAŞINI ÇEKTIĞI GARIP AKIMIYLA ORTAYA ÇIKAR. ORHAN VELI 36 YILLIK KISA ÖMRÜNDE TÜRKIYE’NIN KÜLTÜR HAYATINI DERINDEN ETKILEYECEK BIRÇOK YENILIĞIN ÖNCÜSÜ OLARAK TARIHE GEÇER. ENVER UYGUN T ürkçede şiirin konumu bir edebi tür olmanın çok ötesindedir. Bunun en önemli gerekçesi bugünkü Türkçenin bir şiir dili olarak kurulmasıdır. Anadolu Türkçesi Yunus Emre’nin şiirleriyle vücuda gelir. Konuyla ilgili diğer bir noktanın altı Turgut Uyar tarafından çizilir: “(Türkiye’de) Bazı ölçülerde toplumun birçok sorunu açık-kapalı, şiirde tartışılır, şiirde çözülür yahut çözülmez veya bu sorunlardan şiirde vazgeçilir.” Başka bir şairin, İsmet Özel’in saptamasıyla “Çobanından padişahına şair olan bir toplum” için şiir hayati önem taşır. Dolayısıyla şiirdeki dönüşüm yalnız edebiyat çevrelerini ilgilendiren bir konu değildir Türkiye için. Modern Türk Şiiri’nin ilk dönüm noktası, 1941 yılında Orhan Veli (Kanık), Melih Cevdet (Anday) ve Oktay Rifat’ın (Horozcu) müştereken yayımladığı Garip adlı kitaptır. Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le başlayıp, 40’lı yıllara kadar Necip Fazıl, Ahmet Muhip, Cahit Sıtkı, Ahmet Kutsi eliyle geliştirilen lirik şiir dili Orhan Veli tarafından halkın zevkine uzak bulunur. Şair, edebiyat tarihimize “Garip Önsözü” olarak geçen yazısında yeni bir şiir anlayışını savunur. “Garip Önsözü”, şiirde ölçü, uyak ve ahenk kavramlarına getirilen eleştirilerle başlar. Orhan Veli’ye göre, bir şiirde eğer takdir edilmesi lazım gelen bir ahenk varsa, onu temin eden şey ne vezindir ne de kafiye. O ahenk vezinle kafiyenin dışında da mevcuttur. Ahenk ise şiir için lüzumsuz, hatta zararlıdır. Orhan Veli nazım dilini “acayip” olarak niteler. Bu acayipliğin kaynağı olarak da nazım dilinin sözdizimini gösterir. Bunu “şiir dilinin kendine has yapısı” olarak savunanları ise dar görüşlülükle suçlar. Ona göre bu dar görüşlü insanlar birtakım şiirleri “konuşma diline benzemiş” diye reddederler. Oysa Garip’in yapmak istediği tastamam budur; şiiri konuşma dili içinde üretilir hale getirmek. Benzetme, eğretileme ve betimleme konusunda eski şiir anlayışına şöyle karşı çıkar Orhan Veli: “Benzetme ve eğretilemeden kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan adamı bugünün aydını garip karşılamaktadır. Şiirde betimleme bulunabilir. Ama betimleme şiirde esas unsur olmamalı.” Orhan Veli’nin en sert eleştirisi şairanelik kavramınadır. Mısracı şiir anlayışının bütünün güzelliğini örtmesine ve bunun “şairanelik” adı altında övülmesine karşı çıkar. Orhan Veli’nin “Garip Önsözü”nde altını çizdiği asıl nokta eski-yeni ayrımıdır. Ona göre mevcut Türk Şiiri eski dünyaya, eski dünyanın zevkine aittir. Yeni dünyayı ve yeni insanı şöyle ele alır: “Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını devamlı bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi, şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir. Bu, 97 ORHAN VELI KISA HAYATINA BIRBIRINDEN FARKLI ANLAYIŞLARLA YAZILMIŞ ONLARCA ŞIIR SIĞDIRIR. İLK ŞIIRLERINDEN ITIBAREN ARUZ ÖLÇÜSÜNE DE HECE ÖLÇÜSÜNE DE HÂKIM OLDUĞU, TÜRKÇENIN INCELIKLERINI USTACA KULLANABILDIĞI GÖRÜLÜR. söz konusu kitlenin istediklerini eski edebiyatların aletleriyle anlatmaya çalışmak demek de değildir. Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bulmak, sanata onu hâkim kılmaktır. Yeni bir zevke ancak yeni yollarla, yeni vasıtalarla varılır. Birtakım kuramların söylediklerini bilinen kalıplar içine sıkıştırmakta hiçbir yeni, hiçbir sanatkarane hamle yoktur. Yapıyı temelinden değiştirmelidir.” 36 yıla sığan büyük yenilikler Geçtiğimiz yüzyıl, milyonlarca insanın hayatını etkileyen savaşlara, sanayileşmenin getirdiği kirliliğe, şiddetli ekonomik krizlere sahne olur. Öte yandan teknolojideki baş döndürücü gelişmelerin olumlu ve olumsuz etkileri ortaya çıkar. Tüm bu etmenler 20. yüzyılın başlarında dünyaya gelen kuşağın sanatta yeni arayışlara girmesini kaçınılmaz kılar. Çünkü dünya, bilinen, bin yıllardır tarif edilen gezegen olmaktan çıkmış, farklı açıklamalara, değişik açılardan görülmeye ihtiyaç duyar hale gelmiştir. Günümüzü etkileyen birçok sanat akımı böyle bir ortamda yeşerir. Söz konusu neslin Türkiye’deki önemli isimlerinden biri de Orhan Veli Kanık’tır. Orhan Veli 13 Nisan 1914’te İstanbul Beykoz’da hayata gözlerini açar. Babası Mehmet Veli Bey, o dönemde Mızıka-i Hümayun’da görevlidir. Cumhuriyet’in ilanından sonra yeni başkent Ankara’ya gelecek, Cumhurbaşkanlığı Armoni Orkestrası’nda, Musiki Muallim Mektebi’nde ve Ankara Radyosu’nda çalışacaktır. Orhan Veli babasından uzakta ama sanat camiasının içinde geçirir çocukluğunu. İlkokula Galatasaray Lisesi’nin ilk kısmında başlar. Beşinci sınıfa gideceği yıl annesi ve kardeşleriyle birlikte Ankara’ya taşınır. Gazi İlkokulu’ndan mezun olduktan sonra Ankara Lisesi’ne kaydolur. Bu okul hem Orhan Veli hem de Türk Edebiyatı için önemli bir karşılaşmaya evsahipliği yapacaktır. 98 Garip akımını birlikte kuracakları Oktay Rifat ve Melih Cevdet’le Ankara Lisesi’nde tanışır Orhan Veli. Üstelik edebiyat öğretmenleri Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. 1932 yılında liseden mezun olan Orhan Veli, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne girer. Ancak yükseköğrenimini tamamlamadan Ankara’ya döner. Bir süre PTT Genel Müdürlüğü’nde ve Millî Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda çalışır. 1947 yılında görevinden istifa ederek hayatının geri kalan üç yılını yazarlık, yayımcılık ve çevirmenlik yaparak geçirir. Orhan Veli kısa hayatına birbirinden farklı anlayışlarla yazılmış onlarca şiir sığdırır. İlk şiirlerinden itibaren aruz ölçüsüne de hece ölçüsüne de hâkim olduğu, Türkçenin inceliklerini ustaca kullanabildiği görülür. Şiirde müzik ögesini ve yüksek çağrışım gücü olan söz gruplarını bir arada kullanarak genç yaşında adından söz ettirir. Ancak bu şiir, Orhan Veli’yi tatmin etmemeye başlar. Değişen çağda yeni bir şiire ihtiyacı olduğunu düşünür Türkçenin. Arkadaşlarıyla birlikte 1936 yılının sonlarından itibaren Varlık dergisinin sayfalarında adlarına rastlanmaya başlar. Derginin kurucusu ve yayın yönetmeni Yaşar Nabi Nayır’ın bu gençlere verdiği destek de Türkiye’de yayıncılığın tarihi açısından anılmaya değer niteliktedir. Çünkü sanatta yeni eğilimler genellikle seslerini duyuracak yerleşik bir mecra bulmakta zorlanır. Yaşar Nabi’nin bu tavrı ülkemizde sanat ortamının çoksesli bir yapıya kavuşması için atılmış önemli bir adım olarak değerlendirilir. Orhan Veli şiirinin, Garip’le sınırlı olduğuna ilişkin yaygın yanlış inanış gün geçtikçe daha ORHAN VELI’NIN ŞIIRLERI VE ŞIIR ÇEVIRILERININ YANINDA KÜLTÜR DÜNYAMIZA BIR BÜYÜK HIZMETI DE 1948 YILINDA LA FONTAINE MASALLARINI MANZUM DILLE TÜRKÇEYE ÇEVIRMESIDIR. fazla kişi tarafından terk ediliyor. Orhan Veli’nin ikinci şiir kitabı Vazgeçemediğim 1945’te yayımlanır. Ertesi yıl Destan Gibi’yi çıkaran şair 1947’de Yenisi’ni ve 1949’da son eseri olan Karşı’yı yayımlar. Şair, Garip’ten önce, onun deyişiyle “eski anlayışla” ve “şairane” şiirler yazar. Garip’ten sonra da özellikle 1949-50 yılları arası binbir maddi zorlukla yayımladığı Yaprak dergisinde toplumcu bir çizgide şiirler kaleme alacaktır. Orhan Veli’yi hem büyük tartışmaların ortasında bırakan hem de ona şöhretin kapılarını aralayan 1938 tarihli Yazık oldu Süleyman Efendi’ye dizesi belki de Türkçede en fazla ezbere bilinen dizedir. Şair kendisini tanıttığı “Ben Orhan Veli” adlı şiire şöyle başlar: Ben Orhan Veli / “Yazık oldu Süleyman Efendi’ye” / Mısra-ı meşhurunun mübdii... Orhan Veli’nin bugün şiirle yakından ilgilenmeyen kişiler tarafından bile bilinen şiirlerinin çoğu Karşı’da yer alır. İşim gücüm budur benim / Gökyüzünü boyarım her sabah / Hepiniz uykudayken / Uyanır bakarsınız ki mavi dizeleriyle başlayan “Dalgacı Mahmut”; Bedava yaşıyoruz, bedava / Hava bedava, bulut bedava / Dere tepe bedava / Yağmur çamur bedava / Otomobillerin dışı / Sinemaların kapısı / Camekanlar bedava / Peynir ekmek değil ama / Acı su bedava dizelerini içeren “Bedava” ve İstanbul’da, Boğaziçi’nde / Bir fakir Orhan Veli’yim / Veli’nin oğluyum / Tarifsiz kederler içinde / Urumelihisarı’na oturmuşum / Oturmuş da bir türkü tutturmuşum diyen “İstanbul Türküsü” bu kitaptadır. Orhan Veli’nin Türk Şiiri’ne getirdikleri, Cemal Süreya’nın “Şiire kasket giydirdi, sivilleştirdi onu” tespitiyle özetlenebilir. Erkeklerin şapka taktığı bir döneme ait bu söz, Orhan Veli’nin şiiri yoksul halk kitleleriyle, büyük kentlerin kenar mahalleleriyle, köylerle tanıştırdığını ifade eder. Orhan Veli’nin şiirleri ve şiir çevirilerinin yanında kültür dünyamıza bir büyük hizmeti de 1948 yılında La Fontaine masallarını manzum dille Türkçeye çevirmesidir. Şair ertesi sene Nasreddin Hoca hikayelerini derleyerek yaşayan Türkçeye aktaracaktır. Ne yazık ki bir yıl sonra da talihsiz bir kaza sonucu hayatını kaybedecektir. Geride bıraktığı şiirler, değişimin gücüne inancı ve yaşama sevinciyle kendinden sonraki kuşaklara yol gösteren şair, şiirin hayatla bağını ortaya koymak bakımından dünyada da haklı bir üne sahiptir. 99 TESPİHİM BEYAZ EYLERİM NİYAZ ERBAY KÜCET T espih, başta dinî, kültürel ve iktisadi olmak üzere pek çok alanda karşılığını bulan bir kelimedir. Gündelik hayatımızda genellikle dinî vecibelerimizi yerine getirirken elimize aldığımız tespih, bu çok kıymetli işlevinin yanı sıra kadim medeniyetimizin kültür miraslarından biri olarak büyük önem taşır. Geçmişten günümüze ustaların hünerli ellerinde bir sanat eseri hüviyeti kazanması neticesinde ise bazen dikkat çekici bir aksesuar, bazen kıymetli bir koleksiyonun parçası olarak da karşımıza çıkar. Bu noktada tespihin iktisadi değerinden bahsedilebilir. Türk Dil Kurumu tespih kelimesini şöyle tanımlıyor: “Belirli dinî sözleri tekrarlamak veya elde oyalanmak için kullanılan, türlü maddelerden boncuk biçiminde yapılmış, genellikle otuz üç veya doksan dokuz taneden oluşmuş dizi.” Bu tanımda da belirtildiği gibi İslam âlemindeki tespihler daha çok 33 ve 99’luktur. Tespih söz konusu olduğunda nişane, imame ve tepecik kelimelerine de 100 değinmek gerekir. 99’luk tespihlerde her 33 tanenin arasında yer alan ve diğerlerine göre farklılık gösteren taneye “nişane”, ipin iki ucunu bir araya getiren uzunca taneye “imame” denir. İmamenin tepesine takılan, nişaneye benzer, fakat deliği ikili olan parça ise “tepecik”tir. Çeşitli kaynaklarda, Türk-İslam geleneğinde tespihlerin kullanıcılarına göre farklı adlar taşıdığı belirtilmektedir. Bunlar Padişah Tespihleri, Vüzera Tespihleri, Vükela Tespihleri, Zengin Tespihleri ve Fukara Tespihleri’dir. Yüzyıllar öncesinden günümüze uzanan köklü bir geçmişe sahip tespih, yapımında kullanılan malzemelere, şekline, rengine göre farklılık gösterir. Tespih yapımında kıymetli taşlar, kehribar, yılan ağacı, narçıl, abanoz, mercan, kaplumbağa kabuğu, köpekbalığı dişi, fil dişi gibi çok çeşitli malzemeler kullanılmaktadır. Tespihler yapılış şekillerine göre yuvarlak, beyzi, şalgami, armudi, yarım beyzi, yassıca yuvarlak gibi adlar almaktadır. YÜZYILLAR ÖNCESINDEN GÜNÜMÜZE UZANAN KÖKLÜ BIR GEÇMIŞE SAHIP TESPIH, YAPIMINDA KULLANILAN MALZEMELERE, ŞEKLINE, RENGINE GÖRE FARKLILIK GÖSTERIR. TESPIH USTALARI SABIR, DIKKAT VE INCE IŞÇILIKLE SANATSAL NITELIK TAŞIYAN ÜRÜNLER ORTAYA KOYAR. Sabır, dikkat, ince işçilik Yazımızın başında da belirttiğimiz gibi tespih yapımı sanatsal unsurlarıyla da ön plana çıkmaktadır. Tespih çekerken parmaklarımızın arasından akıp giden tanelerin yanı sıra nişaneden imameye, tepelikten kamçıya tespihin çeşitli kısımları her ustanın elinde farklı bir sanat eserine dönüşür. Bu özelliği tespihi koleksiyonculuk ve müzecilik açısından da kıymetli bir parça haline getirir. Tespih yapımında sabır, dikkat ve ince işçilik olmazsa olmazlar arasındadır. Tespih ustaları kendileriyle yapılmış söyleşilerde bu noktalara işaret ettikten sonra tespih yapımındaki emeğe saygı gösterilmesinin önemini vurgulamaktadır. Tespih çekmenin asıl gayesinin Allah’ın adını zikrederek ibadet etmek olduğunu belirten ustalar, “Tespih kullanmanın bir adabı vardır. Tespihin elde gelişigüzel sallanması hem tespihin manasına hem de onu yapan ustanın emeğine saygısızlık olur” demektedir. İfade ettikleri bir başka konu ise geçmişte olduğu gibi bugün de tespihin en güzel örneklerinin başta İstanbul olmak üzere Anadolu topraklarında üretilmesidir. Bugün bizlere düşen, Türk-İslam medeniyetinin dinî, kültürel, sanatsal ve iktisadi açılardan önemli bir unsuru olan tespihe sahip çıkmak ve onun gelecek nesillere kıymetli bir miras olarak bırakılmasını sağlamaktır. Yazımızı insan hayatına girişi en manalı ve en kalıcı şekilde din vasıtasıyla olan tespihle ilgili bir hikayeyi aktararak sonlandıralım: “Günün birinde bir derviş, kucak dolusu elmayla bayırları aşan bir genç kıza rastlamış. Bozkırın sıcağında yorgunluktan yanakları al al olmuş kıza, ‘Nereye gidersin? Ne doldurdun kucağına?’ diye sormuş. Kız, uzak bir tarlayı işaret ederek ‘Sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum’ demiş. Derviş, ‘Kaç tane?’ diye sorunca kız bir an duraksamış ve şaşkın bir halde şu cevabı vermiş: ‘İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?’ Kızın bu sözü üzerine usulca koparıvermiş elindeki tespihin ipini derviş…” 101 KÖY ENSTITÜLERI SISTEMI MEZUNLARI ÜZERINE BIR ARAŞTIRMA MUSTAFA GAZALCI BILGI YAYINEVI ANKARA, 2015 272 S. Orhan Veli Kanık’ın Ellerinde nasır, yüzlerinde nur / Yarına ümitle yürüyenler dediği Köy Enstitülülerle ilgili eser, 16. ve 22. Dönem Denizli Milletvekili Mustafa Gazalcı’nın imzasını taşıyor. Gazalcı, Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç döneminde açılan 20 Köy Enstitüsü’nden mezun olmuş 165 kişiyle yaptığı anket çalışmasının sonuçlarını Köy Enstitüleri Sistemi - Mezunları Üzerine Bir Araştırma adlı kitabında paylaşıyor. Birinci ağızdan Köy Enstitülüleri ve bu sistemi tanıma olanağı sağlayan eser, ülkemiz eğitim tarihinin önemli bir dönemine ışık tutuyor. Kitapta Köy Enstitülülerin öğrencilik ve öğretmenlik anıları da yer alıyor. SULTANIN PAŞALARI (1839-1909) OLIVIER BOUQUET İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI İSTANBUL, 2016 652 S. Osmanlı İmparatorluğu’nda özellikle Tanzimat ve II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) yapılan yenilikler, bürokraside de yansımalarını buldu. Çökmekte olan imparatorluğun kurtarılması için Avrupa’ya gönderilen bürokratların çoğu paşaydı veya sonradan paşa unvanını aldı. Fransız tarihçi Olivier Bouquet, Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yaptığı uzun soluklu araştırmalarının ardından, devletin son yıllarında görev alan 282 Osmanlı paşasını Sultanın Paşaları (1839-1909) adlı eserinde bir araya getiriyor. Paşaların yetiştiği toplumsal ortamı, eğitimlerini ve kariyerlerini inceleyen Bouquet, bulgularını memurların sicillerini içeren Sicil-i Ahvâl defterleriyle destekliyor ve Osmanlı tarihinin önemli bir dönemine ışık tutuyor. DÜNYA DEDIKLERI DAVUT GAZI BENLI MGV YAYINLARI ANKARA, 2016 176 S. Seyahat yazıları pek çoğumuzun ilgisini çekiyor. Gezmediğimiz yerlerle kitap sayfalarında buluşmak veya gittiğimiz mekanları bir başkasının anlatımıyla tekrar hatırlamak farklı deneyimler yaşatıyor. Bazen bakıp da görmediğimiz yerlerle karşılaştığımızda şaşkınlık içinde “A, burası da mı varmış?” diyoruz. Çağdaş Evliya Çelebi’lerin kaleme aldığı seyahat yazıları sadece anlatılan yerler bakımından değil, yazarın üslubuyla da birbirinden ayrılıyor. Yakın zamanda raflardaki yerini alan Dünya Dedikleri, Davut Gazi Benli’nin imzasını taşıyor. Yazar, gezme imkanı bulduğu ülkeleri sosyal ve siyasal yapıları, insan davranışları ve alışkanlıkları, çevreye ve tabiata bakış açıları gibi çeşitli özellikleriyle birlikte yansıtıyor. 102 ÇANAKKALE SAVUNMASI SARIKAMIŞ’TA BAŞLAR YILMAZ KOÇ PAROLA YAYINLARI İSTANBUL, 2016 272 S. Sarıkamış Harekatı ile Çanakkale Savaşları arasındaki ilişki ekseninde bir dönemi derinlemesine irdeleyen eser, “Çanakkale savunması Sarıkamış’ta başlamıştır” diyor. Yazar Yılmaz Koç, Sarıkamış Harekatı’nın Rus ordusunu büyük ölçüde yıprattığını belirterek, bu durumun Çanakkale’de elde edilen başarıdaki rolüne işaret ediyor. Sarıkamış’ta şehit düşen askerlerimizin olağanüstü şartlarda bölgeye nasıl gittiklerini, nasıl kahramanca savaştıklarını ve Rus ordusuna nasıl darbe indirdiklerini anlatan yazar, harekatı gerçekleştiren Enver Paşa’ya yönelik eleştirilerle ilgili değerlendirmelerini de paylaşıyor. TELESAFIR - ANILARLA TÜRK TELEVIZYONCULUĞU HALIT KIVANÇ NTV YAYINLARI İSTANBUL, 2015 216 S. Türkiye’de televizyon dendiğinde akla ilk gelen isimlerden olan Halit Kıvanç’ın anıları Telesafir’de okurla buluşuyor. Ülkemizin televizyon tarihindeki “ilk”lerin Kıvanç’ın keyifli anlatımıyla aktarıldığı kitap, iletişim çağında büyümüş yeni kuşakları siyah-beyaz ekranlı günlere götürürken, eski kuşaklara ise hafızalarını tazeleme fırsatı veriyor. Sunucu, spiker, gazeteci, yazar kimlikleriyle tanıdığımız Halit Kıvanç, yer aldığı programlardaki birbirinden ilginç anılarıyla okura tebessüm ettiriyor. Kitabın satır aralarında ise başta disiplinli çalışma olmak üzere “başarının sırrı” okunabiliyor. HOŞÇA BAK KENDINE ADEM KARAFILIK-VEDAT GÜNEŞ YÜKSELIŞ YAYINLARI ANKARA, 2016 221 S. Kişisel gelişim ve motivasyon üzerine yayınlar son yıllarda büyük ilgi görüyor. Stres, telaş ve karmaşanın eksik olmadığı günümüz dünyasında sorunlarla baş etmenin yollarını arayanlar, çalışma hayatındaki acımasız rekabet ortamında başarının sırrını öğrenmek isteyenler veya doğru ve sağlıklı bir iletişimin nasıl kurulabileceğini araştıranlar, aradıkları cevapları bulmak için bu tür yayınlara da başvuruyor. Adem Karafilik ve Vedat Güneş imzalı Hoşça Bak Kendine, hikaye ve şiirler eşliğindeki keyifli anlatımıyla dikkat çekerken okurun hayata bakışında yeni pencereler açıyor. 103 WOLFGANG AMADEUS MOZART / GUISEPPE VERDI BORUSAN QUARTET LİLA MÜZİK 2005 yılında Prof. Gürer Aykal’ın öncülüğünde kurulan ve Esen Kıvrak (keman), Olgu Kızılay (keman), Efdal Altun (viyola) ve Çağ Erçağ’dan (viyolonsel) oluşan Borusan Quartet, Klasik Batı Müziği’nin iki ölümsüz ismi Mozart ve Verdi’nin unutulmaz eserlerine hayat veriyor. Yeni albümlerinde Mozart’ın “Do Majör No. 19” ve Verdi’nin “Mi Minör Yaylı Çalgılar Dörtlüsü” başlıklı eserlerini ustalıkla yorumlayan grup, İdil Biret, Itamar Golan, Valentin Erben ve Gülsin Onay gibi isimlerle de oda müziği konserleri veriyor. PLAYS SEZEN AKSU THE ROYAL PHILHARMONIC ORCHESTRA EMI TURKEY Dünyaca ünlü İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası (The Royal Philharmonic Orchestra), geçtiğimiz Aralık ayında Türk Pop Müziği’nin köşe taşlarından kabul edilen şarkıcı ve söz yazarı Sezen Aksu’nun şarkılarını yorumladığı bir performans ile İstanbullu sanatseverlerle buluştu. Ünlü şef Marcello Rota’nın yönetiminde gerçekleşen bu performans, albüm halinde dinleyicilerin beğenisine sunuluyor. Aralarında “Masum Değiliz”, “İstanbul İstanbul Olalı”, “Keskin Bıçak” gibi parçaların da bulunduğu albüm, Sezen Aksu’nun 15 sevilen şarkısından meydana geliyor. FIRE OF LOVE - ATEŞ-İ AŞK ZİYA TABASSİAN, KİYA TABASSİAN, HOSSEİN OMOUMİ Z MÜZİK İranlı tombak sanatçısı Ziya Tabassian, sitar ustası kardeşi Kiya Tabassian ve neyzen Hossein Omoumi, Klasik İran Müziği’ni icra ettikleri “Ateş-i Aşk” albümüyle dinleyicilerle buluşuyor. Bir akıl sanatı olarak tanımlanan Klasik İran Müziği, çizgiselden çok birimsel kabul ediliyor ve merkezine müzisyeni alıyor. Müzisyenlerin felsefi bir arayışla oluşturduğu eserlerin Klasik İran Müziği’nin çok çeşitli alt sistemleriyle harmanlandığı albüm, Doğu kültürünü yansıtan 13 parçadan meydana geliyor. 104 ANNEMİN YARASI YÖNETMEN: OZAN AÇIKTAN SENARYO: UYGAR ŞİRİN, FUNDA ÇETİN, MEHMET TURGUT, OZAN AÇIKTAN, OZAN GÜVEN, FETHİ KANTARCI OYUNCULAR: OKAN YALABIK, OZAN GÜVEN, BELÇİM BİLGİN ERDOĞAN, MERYEM UZERLİ, BORA AKKAŞ YAPIM: 2015, TÜRKİYE TÜR: DRAM On sekiz yaşına geldiğinde babasını bulmak üzere yetimhaneden ayrılan Salih’in (Bora Akkaş) yolu bir çiftliğe düşer ve burada Borislav (Ozan Güven) ve Marija (Meryem Uzerli) için çalışmaya başlar. Yalnız geçen 18 yılın ardından Salih, hiç beklemediği bir anda, hayatında ilk defa bir yuvaya kavuşur. Fakat bir bir gün ışığına çıkan sırlar ve geçmiş, Salih’in peşini kolay kolay bırakmayacaktır. Çekimleri Sırbistan’da yapılan “Annemin Yarası”nın yönetmen koltuğunda “Çok Film Hareketler Bunlar”ın da yönetmenliğini üstlenen Ozan Açıktan oturuyor. Aile, aşk ve kimlik ekseninde dönen “Annemin Yarası”, savaşın mahvettiği hayatların ortasında Salih’in umut arayışını konu ediniyor. DOĞRUYU SÖYLE CONCUSSION YÖNETMEN: PETER LANDESMAN SENARYO: PETER LANDESMAN OYUNCULAR: WILL SMITH, ALEC BALDWIN, ALBERT BROOKS YAPIM: 2015, ABD, İNGİLTERE, AVUSTRALYA TÜR: BİYOGRAFİ, SPOR, DRAMA Nijeryalı adli tıp patoloğu Dr. Bennet Omalu (Will Smith), arabasında ölü bulunan eski Amerikan futbolu oyuncusu Mike Webster’in cesedine otopsi yapar. Sporcuda ciddi oranda beyin hasarı meydana geldiğini keşfeden Omalu, Webster’in ölümünün maçlar sırasında kafasına aldığı darbelerden kaynaklandığına karar verir. Webster’in durumuna benzer üç vakayla daha karşılaşan Omalu, bu hastalığa Kronik Travmatik Ensefalopati (CTE) adını verir ve bulgularını bir makale halinde yayımlar. Başarılı patolog, araştırmaları neticesinde dünyanın en güçlü kurumlarından birine karşı duracak, Amerikan futbolunun yol açtığı hastalıklar konusunda toplumsal bir farkındalık yaratmak için zorlu ve tehlikeli bir yolculuğa çıkacaktır. Senaryoyu 2009 yılında GQ dergisinde yayımlanan bir haberden ilham alarak yazan Peter Landesman, filmin yönetmenliğini de üstleniyor. 105 Erhan Usta @55erhanusta MHP Samsun Milletvekili; AÜ SBF, ABD Northeastern Üni. Devlet Planlama Teşkilatı’nda 11 yıl uzmanlık ve 15 yıl üst düzey yöneticilik; http://facebook.com/55erhanusta Sosyal medyayı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasın- Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? da yer alıyorsunuz. Sosyal paylaşım sitelerini ne zamandır ve Özel olarak hatırladığım bir olay yok. Paylaşımlarımdan ötürü takipçilerimden olumlu ya da olumsuz tepkiler gelebiliyor. Bu tepkilere verdiğim cevaplar sebebiyle zaman zaman ilginç durumlar yaşayabiliyoruz. gün içinde hangi sıklıkta kullanıyorsunuz? Sosyal paylaşım sitelerini kullanmaya başlayalı 3 yıl oldu. İlk zamanlar bu alanlardan çok sık yararlanmasam da siyasete atıldıktan sonra oldukça yoğun bir şekilde kullanmaya başladım. Gündemin yoğunluğuna bağlı olarak gün içinde sosyal paylaşım alanlarında geçirdiğim zaman değişkenlik gösteriyor. Bu alanlarda insanlarla paylaştığım iletilerin sayısı da gündemdeki konuların beni ne kadar etkilediğine veya bu konuların hangileri hakkında fikir beyan etmek istediğime göre değişiyor. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Sosyal paylaşım sitelerini siyasetçilerin politik faaliyetlerini ve söylemlerini çok geniş kitlelere hızlı bir şekilde iletme olanağı sağlaması bakımından oldukça önemli araçlar olarak görüyorum. Aynı şekilde bu siteler ülke ve politika gündemini takip etme konusunda da siyasetçilere yardımcı oluyor. Sosyal medyanın gündemi doğru takip etme açısından yararlı olduğunu düşünüyor musunuz? Sosyal medya, takip ettiğiniz kişi ya da kurumların sahip olduğu hesapları nasıl kullandıklarına bağlı olarak gündemi izleme konusunda hem yararlı hem de zararlı olabiliyor. Takip ettiğiniz kaynakların doğruluğu ve üslubu önemli. Sorumluluk makamındaki insanların ve kurumların sosyal medyayı dikkatli kullanmamaları halinde ortaya çıkacak sorunların iktisadi ve sosyal karışıklıklara neden olabileceğini düşünüyorum. 106 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ Murat Alparslan@Murat_Alparslan Bülent Kuşoğlu @bkusoglu “Gerçek sevgi, sevilenin iyiliğini ister.” Umberto Eco. Herkese sağlıklı, mutlu, huzurlu, başarılı ve iyi bir hafta diliyorum. Plan ve Bütçe Komisyonu maratonu dün gece bitti. Günde 15-17 saatlik çalışmalar hafta sonu da olunca dostlardan, dünyadan uzak kaldık. Merhaba! Doç. Dr. Ruhi Ersoy @ersoyruhi Dr. Behçet Yıldırım@yildirimbehcet Lütfiye İlksen Kurt@ilksen_kurt19 Düşen cemreler memlekete huzur getirsin temennisiyle… Pir S. Abdal Kültür Derneği’nin düzenlediği Hızır Cemi ve Lokması’na katıldık. Lokmanız kabul, Hızır yardımcınız olsun. Meclis Taksi’nin konuğu olarak bugün saat 20:45’te TRT HABER kanalında olacağım. İyi seyirler. Nihat Öztürk @nihat_ozturk Bedia Özgökçe Ertan @bediaozgokce Av. Zeyid Aslan @zeyidaslan Muğla Vali Yardımcımız Kamil Köten ve beraberindekilerle Akyaka Azmak’ta incelemelerde bulunduk. Bugün de Edremit-Süphan Mahallesi’nde kadınlarla beraberdik. Açılışı geçtiğimiz haftalarda yapılan Başçiftlik Kayak Merkezi’nde ziyaret ve incelemelerde bulunduk. 107 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ Nuri Okutan @NuriOkutanMHP Ziya Pir @ziyapir Ankara’da gerçekleştirilen hain saldırıda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize başsağlığı dilerim. “Gülün Adı” da silinmiş bu dünyadan... Mehmet Ali Pulcu@AliPulcu Aytuğ Atıcı @aytugatici Nurhayat Altaca @nurhayataltaca Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu çalışmalarından bir hatıra. 18.02.2016 Mersin Erdemli Kargıpınarı Mahallesi. Vatandaşın sorunlarını yerinde tespit ederek çözüm önerilerimizi aktarıyoruz. Altınşehir mahallemizin dayanışma kahvaltısında yeni üyelerimize rozet taktık. Candan Yüceer @CandanYceer Mevlüt Karakaya @KarakayaMevlut Muharrem Erkek @MuharremErkek17 Tekirdağımızın güzel yürekli, güzel yüzlü, vefakar, cefakar kadınlarıyla Meclis’i geziyoruz. Gıda, Tarım ve Hay vancılık Bakanlığı bütçesi Plan-Bütçe Komisyonu’nda görüşülüyor. #Lapseki Cumartesi Pazarı’nda üreticilerimizin, esnafımızın sorunlarını dinliyoruz. Sohbet ediyoruz. 108 109 UNUTMAYACAĞIZ Burhan Bozdoğan 12. ve 13. Dönem Mersin Milletvekili Burhan Bozdoğan 1927 Endel doğumludur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Bozdoğan serbest avukatlık yaptı ve İmar Bakanlığı Başmüşavirliği görevini üstlendi. Burhan Bozdoğan’ın cenazesi 25 Şubat 2016 tarihinde Kadıköy Göztepe Çemenzar Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Şaban Karataş 14. Dönem Konya ve 20. Dönem Ankara Milletvekili Şaban Karataş 1928 Ereğli doğumludur. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ni bitiren Karataş, öğretim üyeliği ve dekanlığın yanı sıra Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mütevvelli Heyeti Üyesi, Millî Prodüktivite Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi, Vakıflar Bankası İdare Meclisi Üyesi ve TRT Genel Müdürü olarak görev yaptı. Şaban Karataş için 16 Şubat 2016 tarihinde TBMM’de tören düzenlendi. Karataş’ın cenazesi aynı gün Kocatepe Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Zekai Altınay 15. Dönem Zonguldak Milletvekili Zekai Altınay 1927 Bartın doğumludur. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve Gazetecilik Enstitüsü’nde öğrenim gören Altınay gazetecilik yaptı ve Ocakbaşı ile Hür Bartın gazetelerini yayımladı. Zekai Altınay’ın cenazesi 15 Şubat 2016 tarihinde Bartın Merkez Şadırvan Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. 110 Mehmet Muhlis Arıkan 17. Dönem Samsun Milletvekili Mehmet Muhlis Arıkan 1931 Bafra doğumludur. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitiren Arıkan, hükümet tabibi, dahiliye mütehassısı ve baştabip olarak görev yaptı. Mehmet Muhlis Arıkan’ın cenazesi 14 Şubat 2016 tarihinde Bafra Büyük Cami’de ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Mustafa Karslıoğlu 20. ve 21. Dönem Bolu Milletvekili Mustafa Karslıoğlu 1948 Akçakoca doğumludur. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitiren Karslıoğlu, iç hastalıkları uzmanı, hükümet tabibi ve başhekim olarak görev yaptı. Bolu Tabip Odası Başkanlığı’nı üstlendi. Mustafa Karslıoğlu’nun cenazesi 14 Şubat 2016 tarihinde Düzce Akçakoca Merkez Camii’de ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Recep Kırım 11. Dönem Bursa Milletvekili Recep Kırım 1921 Drama doğumludur. Lise mezunu olan Kırım sendika başkanlığı ile İl Genel Meclisi ve Belediye Meclisi üyeliklerinde bulundu. Recep Kırım’ın cenazesi 12 Şubat 2016 tarihinde Bursa Yıldırım Camii’nde cuma namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. 111 Raif Güner Sarısözen 12. Dönem Sivas Milletvekili Raif Güner Sarısözen 1928 Sivas doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiren Sarısözen serbest avukatlık yaptı. Raif Güner Sarısözen’in cenazesi 10 Şubat 2016 tarihinde Bursa Organize Sanayi Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Turgut Sözer 17. Dönem Sakarya Milletvekili Turgut Sözer 1927 Adapazarı doğumludur. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitiren Sözer, kadın doğum uzmanı ve başhekim olarak görev yaptı. Turgut Sözer’in cenazesi 7 Şubat 2016 tarihinde Zincirlikuyu Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Fehim Adak 15, 16, 20 ve 21. Dönem Mardin Milletvekili Fehim Adak 1931 Mardin doğumludur. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ni bitiren Adak, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün çeşitli kademelerinde mühendis ve yönetici olarak çalıştı. Adak, 16. Dönem TBMM’de Sanayi ve Ticaret Komisyonu Başkanlığı, 37. Hükümet’te Ticaret Bakanlığı, 39. Hükümet’te Bayındırlık Bakanlığı, 41. Hükümet’te Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, 54. Hükümet’te Devlet Bakanlığı görevlerini üstlendi. Fehim Adak’ın cenazesi 7 Şubat 2016 tarihinde Hacı Bayram Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Hasan Karakaya 20. Dönem Uşak Milletvekili Hasan Karakaya 1946 Uşak doğumludur. Serbest ticaretle uğraşan Karakaya, Uşak Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanvekilliği görevinde bulundu. Hasan Karakaya’nın cenazesi 1 Şubat 2016 tarihinde Uşak Merkez Yücetepe Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. ŞUBAT AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ. 112