Raylı Ulaşım Oyuncak- İletişim Bölümleri tanıtım metni (pdf

Transkript

Raylı Ulaşım Oyuncak- İletişim Bölümleri tanıtım metni (pdf
Gülden A. Pınarcı
[email protected]
Onur Karagöz
[email protected]
Raylı Ulaşım Bölümü
Oyuncak Bölümü
İletişim Bölümü
Raylı ulaşım odamızda en çok ilgi
çeken objelerden bir tanesi Mallard
modelidir. Bu lokomotif 1938 yılında
İngiltere’de üretilmiş. Bu lokomotifin
özelliği de şu: 1938 yılında üretildiği
dönemde
saatte
202
km
hız
yapmaktaymış. Dolayısıyla o dönem
için muazzam bir teknoloji ve hala
buharlı çekiciler arasında hız rekorunu
elinde tutar bu lokomotif.
Bir diğer objemiz sandık. Üzerindeki yazıtı da
okuyabilirsiniz
“OTTOMAN
RAİLWAY
SMYRNA AİDIN SERAIKENT” diye bildirmişler.
Bildiğiniz gibi Anadolu’nun ilk demiryolu hattı
İzmir/Aydın demiryolu hattıdır. Bu sandık da
demiryolu hattının yapıldığı fonların saklandığı
sandıkmış, o da yine müzemizde raylı ulaşım
bölümüne en ilgi çeken objelerden bir tanesi.
“Koleksiyonerlerin en çok rağbet ettiği model tren markasıdır”
Raylı ulaşımla ilgili bir diğer odamızda da
Marklin modellerimiz var. Marklin aslen 1800’lü
yıllarda Almanya’da açılmış bir oyuncak
firmasıdır. İlk zamanlarda ev ve bahçe
dekorasyonu üzerine bir takım oyuncaklar
üretiyorlarmış; ancak daha sonra küçük ölçekli
tren modelleri konusunda çok uzmanlaşmışlar.
Marklin için dünyada gerçekten rakipsizdir
diyebiliriz.
Koleksiyonerlerin en çok rağbet ettiği model
tren markasıdır. Koleksiyonumuzun nadide
parçalarından Hindistan’da yapılmış fildişi
lokomotifler var. Burada yine oyuncak
trenlerin gelişini gösteren bir vitrinimiz var,
1700’lü yıllardan başlayıp 1900’lü yılların
ortalarına kadar uzanan oyuncak trenleri
görmek mümkün.
Koleksiyonumuzda Orient Ekspres ile ilgili
objelerimiz de mevcut. Devlet Demir Yolları logolu
bazı objeler bulunmakta. Örneğin kondüktör
düdüğü Orient Ekspres’te kullanılmış bir kondüktör
düdüğüdür. Yine çok ilginç bir obje Osmanlı
demiryollarından kestane fişeğidir. Kestane
fişeğinin de özelliği şu: Biliyorsunuz iletişim
eskiden şimdi olduğu kadar kolay değil. Demiryolu
üzerinde yol yapım çalışması varsa eğer ya da
herhangi bir kaza olduysa trenin emniyetli fren
mesafesi öncesinde raya bağlarlarmış fişeği, tren bunun üzerinden geçince fişek
patlarmış ve makinist fren yapması gerektiğini anlarmış ve fren yaparmış. Dolayısıyla
oluşabilecek bir kaza ihtimali böylece engellenmiş oluyormuş.
Müzede yer alan tablolar Rahmi Bey’in koleksiyonundan mı?
Evet, Rahmi Bey’in koleksiyonundan.
Bu odalarımız da oyuncaklarla ilgili odalar. Sağ
tarafta gördükleriniz dikiş makineleridir. Kimisi
oyuncak ancak kimisi işlevsel olarak da kullanılmış.
Eskiden seyahatlerde bu tip makineleri acil ihtiyaca
karşılık yanlarında taşırlarmış. Diğerleri yine buhar
makinesi modelleri, buhar kazanı modelleri, daha
ziyade okullarda kullanılan, makinelerin çalışma
prensibinin anlatıldığı modellerdir.
Vitrinde görülen ahşap objeler oyuncak ve tütsü
kapları bize Türkiye’de yaşayan Amerikalı bir
ziyaretçimiz
Sn.
RonTickfertarafından
bağışlandı. Bunların da özelliği şudur: Bunlar
Saksonya
bölgesinde
yapılır.
Saksonya
bölgesinde eskiden halk madencilik ile
uğraşırmış, Güney Afrika’daki maden yatakları
keşfedilince madencilikten artık yavaş yavaş
çekilmişler ve artık kendilerini ormancılık ve hayvancılığa vermişler. Hayvanlarını da kışın
soğuktan korumak için evlerinin bodrum katlarına saklarlarmış. Bu evlerde kötü bir
kokuya sebep olduğu için tütsü yakma geleneği başlamış; ancak başta çok sıradan tütsü
kapları varmış, bir gün Topkapı Sarayı’ndan bir takım
diplomatlar Saksonya kralıyla görüşmeye gidiyor. Oradaki
yöre halkı Türklerin giyim tarzını ve tütün kültürünü
öğreniyorlar ve Türk formunda tütsü kapları yapmaya
başlıyorlar. Bunun da mantığı şudur: Bunların her biri iki
parçadan oluşur. Alt parça ve üst parça. Alt parçanın
üzerine o konik formdaki tütsüyü yerleştirip yakarsınız ve
bunu üzerine kapattığınızda da her biri dumanı ağzından
vererek tütün içen adam görüntüsü verir. Çok keyifli el
yapımı objeler, hala gelenekseldir ve üretimine devam
edilmektedir. Tabi ilk figürleri Türk figürü ama daha sonra
yavaş yavaş kendi figürlerini yaratmışlar. Örneğin ormancılık çok yaygın olduğundan
ormancı figürü çok, Noel babalar, kardan adamlar özellikle Noel’de bunları hep evlerinde
dekoratif olarak kullanırlarhala, bu da müzemize renk katan çok keyifli bir bölüm.
Burada yine porselen bebeklerimiz var. Bunların da çoğu
Almanya’dan. Yine bize bağış yoluyla intikal eden objelerden
bir bölümü. Merhum Ulviye Tüzün anısına kardeşi Nuran Arık
tarafından bize bağışlandı bunların hepsi. Biz de anılarını
yaşatmaya çalışıyoruz. Kapı girişleri alçaktır; çünkü o
dönemde eğilmek Ahiler arasında saygı ifadesi; eğilerek girip
eğilerek geriye doğru çıkılırmış.
Müzemizde geleneksel kostümler giymiş, çeşitli
ülkelerden toplanmış oyuncak bebekler de
vardır. Bunlar da bize bağış yoluyla gelen
objelerdendir. Sevim Güvenç tarafından bize
bağışlanmıştır.
Müzecilik aslında korumayı gerektiriyor. Görevimiz artık yalnızca bugünü korumak ya da
geçmişi korumak değil, tüm bunları geleceğe teslim edebilmek olmalı. O yüzden ne
kadar iyi bakarsak o kadar güzel. Tüm bu objeler müzeye gelmeden sergilemeden önce
bizim İstanbul’daki müze atölyelerimizde mutlaka bir bakımdan geçiriliyorlar. Bir
restorasyon işlemi gördükten sonra müzede sergilenmeye başlıyorlar. Ayrıca
sergilenmeye başlandıktan sonra da periyodik takipleri bakımları yapılıyor. Dolayısıyla
müze olarak o konuda çok şanslıyız, arkamızda çok ciddi bir ekibimiz var.
Müzede oyuncaklar bölümünün en ilginç objelerinden birisi de
bu gördüğünüz “TeddyBear”lardır. Onun hikâyesi de çok
ilginçtir. Eski Amerikan başkanı Theodore Roosevelt bir gün
Mississippi nehri kenarında ava çıkıyor; ancak akşama kadar
avlanamıyor. Yanındakiler de başkanın keyfi yerine gelsin diye
küçük bir ayı buluyorlar ve getiriyorlar, “siftahınızı yapın da öyle
gidelim” diye. Tabi Başkan çok sinirleniyor, “ben nasıl vururum
savunmasız bir hayvanı?” diyerek “hemen annesinin yanına
götürün” talimatı veriyor. Götürüyorlar; ancak ertesi gün bu
durum Washington Post gazetesinde karikatürize ediliyor. Bunu
Amerika’da oyuncaklar üreten bir çift görüyor ve dükkânlarının
vitrininde bu karikatürle birlikte bir oyuncak ayı sergiliyorlar. Bu
halkın inanılmaz ilgisini çekiyor. Daha sonra başkana bir mektup
yazıyorlar, “biz böyle bir şey yaptık, çok rağbet gördü, bize izin
verir misiniz?Oyuncakları “TeddyBear” ismiyle, sizin isminizle
üretebilir miyiz? “diye. “Teddy” Theodore’un kısaltılmışı bilindiği
gibi. Başkan tabi sempatik bir propoganda simgesi olarak
gördüğünden onay veriyor ve ürettikleri tüm ayılar “TeddyBear” ismiyle üretiliyor. Ancak
daha sonra tüm dünyada üretilen oyuncak ayılara bu isim verilmiş. Böyle bir özelliği var.
Oyuncak ulaşım araçları var. Oyuncak otomobiller. Bu bölümde
en çok önem arz eden Rahmi Bey’in bizzat kendi
çocukluğundan kalma oyuncağıdır; üç tekerlekli bisiklet
üzerindeki çocuk figürü. Dolayısıyla çok önemli bizim için.
Burada yer alan Anadol önemlidir. Bu da 1969 yılında Milli
Eğitim Bakanlığı onayıyla üretilmiş. Anadol’un ilk üretildiği
dönemler, ilk yerli otomobilimiz; kıl testere yardımıyla o parçaları
kesip birleştirirlermiş, bataryası da mevcut. O şekilde bir model
oluştururlarmış. Yine sürat teknelerimiz Marklin’in üretmiş
olduğu gemiler.
Bu ev nedir Mine Hanım?
Bu da 19. yüzyılda üretilmiş bir oyuncak ev. İçerisini daha
sonra aldığımız malzemelerle biz dekore ettik.
İşitsel iletişimle ilgili objelerden oluşan bu odamızda eski
radyolar, gramofonlar, telefonlar mevcut. Bunların
içerisinde yine en önemlisi Nevtron’dur; çünkü ilk Türk
radyo markasıdır. 1952’de üretime başlıyorlar, o açıdan
önemli.
Yine burada yer alan Telerapit çok enteresandır. Bu da bir
otomatik telefon arayıcıdır. Arkadaki kapağı bu mekanizmanın
üzerine kapatırsınız ve ortadaki topuzu da aramak istediğiniz
ismin yanına getirirsiniz ve bu kola bastığınızda da hafızadan
otomatik arama yapar. Bu da Vehbi Bey’in eski iş ortaklarından
Reşit Katipoğlu’na ait bir obje. Daha sonra torunu Sayın Reşit
Mehmet Erol tarafından bize bağışlandı.
Yine teknolojinin nasıl geliştiğini gösteren
bir örnek; Ericson’un 1895’te ürettiği
telefon ve yanındaki de 1995’te ürettiği
telefon, yüz yıl sonra ürettiği bir telefon.
Edison fonografı, dünyada sesi kaydedip dinletebilen ilk cihaz
olma özelliğini taşır. 1878 yılında Edison tarafından icat edilmiş
ve buradan da dünyanın ilk ses kaydını Edison’un sesinden
dinleyebiliyoruz. Bu tip interaktif uygulamalar da müzemizde
mevcut. Dolayısıyla çalışan bir makine modelini, neyin ne
şeklide fayda sağladığını öğrenciler görebiliyorlar. O da çok
keyifli tabi.
Öğrenciler eminim burada çok eğleniyorlardır. İletişim araçlarını, ulaşım araçlarını
burada gezerek görmek daha keyifli olacaktır.
Kesinlikle öyle. Bir de müze kavramı çok yakın geçmişe kadar çok farkıydı, hele de
çocuklar uyarılarla dolu bir mekân gibi görüyorlardı müzeleri. Dolayısıyla burası
çocukların tüm müzelere alışmaları için çok güzel bir başlangıç noktası.Çünkü içerisinde
kendi yaşamlarından çok fazla iz, çok fazla parça var. Burada müze kültürüyle tanışan
öğrenciler bir arkeoloji müzesini ya da bir etnografya müzesini çok daha rahat ve bilinçli
gezebiliyorlar.
Aileler de çocuklarını buraya getirirken çok tereddüt etmeyecekler. Normalde müzelere
gidince “dur yapma, dokunma” tarzında şeyler olacağı için burada öyle bir şey yok,
çok rahat gezebilecekler, onlar da geldikleri zaman eğlenebilecek.
Ufak tefek sınırlamalarımız olsa da yine çok daha rahat. Tabi çocuklarımız için hafta
sonları özel etkinlikler de yapıyoruz. Hatta onlar için doğum günü partileri bile
düzenliyoruz.
Söylediğiniz gibi yaşayan bir müze.
Evet, artık müzelerin öyle olması gerekiyor.
Müzemizde daktilolar ve bilgisayarlarımız mevcut. Örneğin burada gördüğünüz daktilo ilk
taşınabilir portatif daktilolardandır. 1897 yılında Amerika’da üretilmiş. En büyük özelliği
de şu: Diğerlerinde şerit sistemi varken bunda bir baskı kafası görürsünüz ve o baskı
kafasından yüz adet verirler, satın aldığınızda o silindiri değiştirerek müzik notaları dahil
her türlü yazı karakterini basabilirsiniz. Müzik notaları, Arap alfabesi aklınıza ne gelirse
basma yetisine sahip.
Kronolojik sıra içerisinde diğer versiyonları yer
alıyor. Teleks yer alıyor, fakstan önce
kullanılmış, faksla hemen hemen aynı işleve
sahip. Diğeri de elektronik daktilodur.
Bir diğer odamızda iletişim cihazlarımız
devam
ediyor.
Film
ve
slayt
projektörlerimiz
var.
Bunlar
gaz
lambasıyla çalışan, slayt göstericilerdir.
Sağ taraftaki daha eskidir, 1800’lü
yıllarda kullanılmıştır. İçerisinde bir gaz
lambası olurmuş ve duvara yansıyan
slayt, fotoğrafta gördüğünüz gibi,
merceğin arkasına yerleştirirlermiş ve
gaz lambası da görüntüyü duvara
yansıtırmış.10 yıl içerisinde filmin
icadıyla beraber fotoğrafta sol taraftaki
gibi makineler çıkarmışlar ki bu makineler hem film hem de slayt gösterebilecek
yetenektedir.
Eski televizyonlar 1950’lerde İngiltere’de üretilmiş,
Bush TV, artık radyodan televizyona geçiş
aşaması. Son derece küçük 9 inçlik şirin bir
televizyon. Türk markası Nevtron’un üretmiş
olduğu televizyonlardan bir örnek… 1930’lu
yıllarda Amerika’da üretilmiş bir özel yapım bir
radyo bu gördüğünüz de. Alt kısım hoparlör
sistemi, asıl üst kısımda da radyo tesisatı
bulunuyor.
Kart basma saatlerimizden bir örnek. Fabrikada çalışan işçilerin giriş-çıkış
saatlerini kaydediyorlarmış. Bu tip makinelerle her bir işçinin kartı var,
kartı basıyor girişini çıkışını kaydediyor ve ona göre ücretlendiriliyor.
Bir diğer odamızda da fotoğraf makinelerimizin mevcut.
Fotoğrafta görmüş olduğunuz en eski fotoğraf
makinesidir. 1900’lü yılların başında Amerika’da üretilmiş
stüdyo tipi fotoğraf makinesi.
En ilgi çekici olanlardan bir tanesi de casus kamerasıdır.
Diğerleri herkesin az çok aşina olduğu fotoğraf
makineleri, babadan, dededen mutlaka görmüşlüğümüz
vardır. Bu gerçekten enteresan, 1938 yılında Letonya’da
WalterZapp isminde bir mucit bir fotoğraf makinesini ne
kadar küçültebilirim diye deneylere başlıyor. Daha sonra
fotoğraf makinesini bu şekle getiriyor. Bu mikro filmle çalışıyor ve tabi bu bahsettiğimiz
yıllarda İkinci Dünya Savaşı patlak veriyor ve Letonya Rus ve Alman işgaline uğruyor. Bu
fotoğraf makinesine sahip olabilmek hem Rus ajanları hem de Alman Nazi subayları
arasında inanılmaz bir prestij sembolü haline geliyor. Daha sonra 1950’li yıllarda
fabrikayı tamamen Almanya’ya taşıyorlar ve Almanya’da üretimine devam ediyor. Bu
gördüğümüz örnek 1950’li yıllarda üretilenlerdendir. Aşağıda yer alanlar polaroid fotoğraf
makineleri. Artık dijitallerde var müzemizde; çünkü dijital teknolojisi de çok ilerledi.
Hatırlıyorum, yüksek lisans tezimi yaparken nümismatik çalışmıştım, onların makro
çekimlerini yapmam lazım, dijital fotoğraf makinesine ihtiyacım var. Daha yeni çalışmaya
başlamışım, bir hevesle Nikon fotoğraf makinesi aldım 4,1 mp. Hatta çok iyi hatırlıyorum
bir hocam konferans için Almanya’ya gitmişti, oradan dönüşte bana getirmişti orada
fiyatlar daha hesaplı diye, nasıl mutlu olmuştum. Şimdi bakıyorum gerçekten teknoloji o
kadar hızlı ilerliyor ki… Ama tabi teknolojinin bu kadar hızlı ilerlemesiyle beraber
doyumsuzluğumuz arttı. Az önce fotoğraf makinelerinin olduğu odada duvarda bir takım
fotoğraflar gördük. Çünkü o zamanlar insanlar için bir seronomiymiş fotoğraf çektirmek,
şık şık giyinip aileleriyle beraber özel olarak giderlermiş fotoğraf çektirmeye. Şimdi
iletişim bölümünde gördüğümüz tüm bu cihazları cebimizde taşıyoruz. Fotoğraf makinesi,
bilgisayar ne ararsanız artık cebimizdeki akıllı telefonlarda ve fotoğrafları bastırmaya bile
çoğu zaman tenezzül etmiyoruz, bir kenara köşeye atılıyor, bunlar tabi acı verici,
teknolojinin olumsuz taraflarından bir tanesi.

Benzer belgeler