Sayı 4 - Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi

Transkript

Sayı 4 - Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi
KaRAM
Keçiören Rehberlik ve Araştırma Merkezi Dergisi
Sayı 4
2014 Aralık
1
UNUTAMADIĞIM ÖĞRETMENİM
KaRAM
Sahibi
Keçiören Rehberlik ve
Araştırma Merkezi Adına
Mesut TORAMAN
Yayın İnceleme
Kurulu
Raşide GÖVEBAKAN
Ebru GÜVEN
Özlem HAYATOĞLU
Ahmet BULUT
Bekir Özgür TEKİN
Fahri UZUN
“KaRAM” Tasarım
/ Dizgi
Çetin TORAMAN
Yazışma Adresi
Keçiören Rehberlik
ve Araştırma Merkezi
Müdürlüğü
Gümüşdere Yerleşkesi
Fatih Cd. No: 37
Tel: 0 (312) 316 23 72
Fax: 0 (312) 316 89 68
e-posta: ramkecioren@
gmail.com
Bu, uzun yıllar önce bir ilkokul öğretmeninin başından geçen yaşanmış
bir hikâyedir (isimler değiştirilmiştir).
Adı Zeynep Öğretmendi. Beşinci sınıf öğrencilerinin önünde ayakta durduğu
ilk gün onlara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi onlara baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Bu mümkün değildi. Çünkü ilk sırada, sırasına adeta çökmüş
gibi oturan küçük bir öğrenci vardı. Adı Hasan’dı. Bir önceki yıl, Zeynep Öğretmen,
Hasan’ı gözlemlemiş, onun diğer çocuklarla oynayamadığını; giysilerinin kirli ve
kendisinin de hep özbakımı yetersiz bir halde olduğunu görmüştü. Hasan mutsuz
da olabilirdi. Çalıştığı okulda Zeynep Öğretmen, her öğrencinin geçmişteki kayıtlarını incelemekle de görevlendirilmişti ve Hasan’ın bilgilerini en sona bırakmıştı.
Onun dosyasını incelediğinde şaşırdı. Çünkü birinci sınıf öğretmeni:“Hasan,
zeki bir çocuk ve her an gülmeye hazır. Ödevlerini düzenli olarak yapıyor ve çok
iyi huylu, arkadaşları onunla olmaktan mutlu...”diye yazmıştı. İkinci sınıf öğretmeni: “Arkadaşları tarafından sevilen, mükemmel bir öğrenci, fakat evde annesinin amansız hastalığı onu üzüyor ve sanırım evdeki yaşamı çok zor...” diyordu.
Üçüncü sınıf öğretmeni: “Annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Babası ona
yeterince ilgi gösteremiyor ve eğer bir şeyler yapılmazsa evdeki olumsuz yaşam
onu etkileyecek.” diye yazmıştı. Dördüncü sınıf öğretmenine gelince: “Hasan,
içine kapanık ve okula hiç ilgi göstermiyor, hiç arkadaşı yok ve bazen sınıfta
uyuyor.” demişti. Şimdi Zeynep Öğretmen sorunu çözmüştü ve kendinden utanıyordu. Öğrenciler ona güzel kâğıtlara sarılmış, süslü kurdele ile paketlenmiş
öğretmenler günü hediyeleri getirdiğinde kendini daha da kötü hissetti. Çünkü
Hasan’ın armağanı kaba kahverengi bir gazete kâğıdına beceriksizce sarılmıştı.
Bunu diğer öğrencilerin önünde açmak ona çok acı verdi. Bazıları, paketten çıkan,
birkaç taşı düşmüş ve sahte taşlardan yapılmış bileziği ve üçte biri dolu parfüm
şişesini görünce gülmeye başladılar. Fakat Zeynep Öğretmen, bileziğin ne kadar
güzel olduğunu söyleyerek ve parfümden de birkaç damlayı bileğine damlatarak onların bu gülmelerini bastırdı. O gün okuldan sonra Hasan, Zeynep Öğretmenin yanına gelerek “Zeynep Öğretmenim, bugün hep annem gibi koktunuz”
dedi. Çocuklar gittikten sonra Zeynep Öğretmen yaklaşık bir saat kadar ağladı.
O günden sonra da çocuklara sadece okuma, yazma, matematik öğretmekle
beraber onları eğitmeye de başladı. Hasan’a özel bir ilgi gösterdi. Onunla çalışırken zekâsının tekrar canlandığını hissetti. Ona cesaret verdikçe çocuk gelişiyordu.
Yılın sonuna kadar Hasan, sınıfın en çalışkan öğrencilerinden biri olmuştu.
Öğretmenin, hepinizi aynı derecede seviyorum yalanına karşın Hasan onun en sev-
2
diği öğrencisi olmuştu. Hasan daha sonra yatılı bir okula gitti. Bir yıl sonra, Zeynep Öğretmen kapısının altında
bir mektup buldu. Hasan’dandı. Tüm yaşantısındaki en iyi öğretmenin kendisi olduğunu yazıyordu. Ondan yeni
bir not alana kadar 6 yıl geçti. O notta liseyi bitirdiğini ve sınıfındaki üçüncü en iyi öğrenci olduğunu ve Zeynep
Öğretmen’in hala hayatında gördüğü en iyi öğretmen olduğunu yazıyordu. Dört yıl sonra, bir mektup daha aldı
Hasan’dan. O arada zamanın onun için zor olduğunu çünkü üniversitede okuduğunu ve çok iyi dereceyle mezun
olmak için çok çaba sarf etmesi gerektiğini yazıyordu ve Zeynep Öğretmen hala onun hayatında tanıdığı en
iyi öğretmendi. Daha sonra dört yıl daha geçti ve bir mektup daha geldi ve çok iyi bir dereceyle üniversiteden
mezun olduğunu ama daha ileriye gitmek istediğini yazıyordu. Ayrıca hala, Zeynep Öğretmen onun tanıdığı ve
en çok sevdiği öğretmendi. Bu kez mektubun altındaki imza biraz daha uzundu. Hasan Çağlayan, Tıp Doktoru.
Sonra ilkbaharda bir mektup daha aldı Zeynep Öğretmen. Hasan, hayatının aşkıyla tanıştığını ve evleneceğini yazmıştı ve babasının birkaç yıl önce öldüğünü, Zeynep Öğretmen’in düğünde damadın anne ve babası
için ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Tabii ki oturabilirdi. Ve tahmin edin ne oldu? O törene giderken birkaç taşı düşmüş olan o bileziği taktı ve tabii ki öğretmenler gününde Hasan’ın kendisine verdiği ve ‘annesi gibi’ koktuğunu söylediği parfümü de sürmeyi ihmal etmedi. Birbirlerini sevgiyle kucaklarlarken, Hasan, onun
kulağına “Bana inandığınız için çok teşekkürler Zeynep Öğretmenim’’. Kendimi önemli hissetmemi sağladığınız
için ve beni böyle değiştirdiğiniz için...” diye fısıldadı. Zeynep Öğretmen gözünde yaşlarla ona karşılık verdi:
“Ben sana teşekkür ederim Hasan” dedi. “Sen yanılıyorsun. Ben sana değil, sen bana öğrettin. Seninle
karsılaşıncaya kadar ben öğretmenliği yeterince bilmiyormuşum..!”
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
*
Şimdiye kadar hepimizin birçok öğretmeni oldu. Bir çoğunun adını bile unuttuk belki. Ama aralarında
bazıları da vardır ki bizde derinizler bırakmıştır. Hayatımız boyunca unutamayız. Peki, nedir onlar farklı kılan?
Bir öğretmenin bize öğrettiği bilgileri bir süre sonra unutabiliriz. Ama gösterdiği sevgiyi, ilgiyi, şefkati bir ömür
boyu unutamayız. Sizlerin de unutamadığınız öğretmenleriniz varsa onları unutmadığınızı gösterin. Bu hem
sizin, hem öğretmeninizin, hem de hala görevinin başındaysa öğrencilerinin hayatını daha da güzelleştirecektir.
Bu vesile ile ebediyete intikal etmiş öğretmenlerimize Allahtan rahmet, ve şu anda çalışan, emekli olmuş Tüm öğretmenlerimi saygıyla anıyorum. Hepinize sağlık, başarı ve mutluluklar dilerim.Bir sonraki sayıda
görüşmek üzere…
Mesut TORAMAN
Keçiören RAM Müdürü
3
İçindekiler
“Okumak Özgürlüktür” Aliya İzzet Begoviç .......................................................5
Depresyon Nedir? ............................................................................................. 6
Bağlanma Kuramı .................................. ........................................................... 8
Engelli Olan Fakat Engel Tanımayan Dâhiler....................................................... 10
İnternet Bağımlılığı .............................................................................................14
Utangaçlık ve İçedönüklü...................................................................................... 16
Bir Girişim Masalı “Alibaba”................................................................................ 20
Eğitimde Alternatif Bir Yol Olarak Montessori.....................................................21
Bağımlı Olma Özgür Ol!....................................................................................... 23
4
“OKUMAK ÖZGÜRLÜKTÜR” ALİYA
İZZET BEGOVİÇ
Abdurrahman Uzunoğlu
Keçiören İlçe Millî Eğitim Şube Müdürü
Özgürlük kavramının sıkça tartışıldığı şu dönemde belki de hiç kimsenin aklına gelmeyen sorudur; “Özgürlük nedir?” Başka bir soru daha vardır. Lakin kimse
bunu ne sorar ne de düşünür. Çünkü oluşturulan özgürlük
kavramları içinde bağdaştırılamayan sorumluluk kavramı ile çakışır; “Özgürlüğün içini doldurabiliyor muyuz?”
Özgürlük nedir? İstediğini istediğin zaman
yapma hakkı mı, kimseye hesap vermemek mi, aklına geleni aklına geldiği şekilde ulu orta söylemek ve
arkasına bakmadan çekip gitmek mi, söylediklerinin,
yaptıklarının sonuçlarını düşünmeden yaşamak mı?
Hangisidir özgürlük ya da bu kadar basit midir?
Yaratılmışların en mükemmeli iseniz ve buna layık yaşamak istiyorsanız özgürlük bu kadar basit
değildir. Bir davranışla tek bir olayla anlatamazsınız.
Elinizde bütün imkânlar olabilir, yaptığınız hiçbir şeyin hesabı sorulmayabilir lakin bu sizi özgür
yapmaz sadece sorumsuz yapar.
Özgürlük düşüncededir ve bunu dile getiriş şeklinizdedir. Düşünebildiğiniz ve üretebildiğiniz
sürece özgürsünüzdür. George Orwel’ın 1984 adlı kitabında polis devletlerinin insanların
kullandıkları kelimeleri azaltmaya çalıştıkları anlatılır, çünkü düşüncelerinizi kelimelerle anlatır
onlarla düşünürsünüz. Eğer onlar elinizden giderse kelime dağarcığınızla beraber düşünce
dağarcığınızda küçülür yok olur. Mutlulukla neşe aynı mıdır? Hüzün ve üzüntü aynı şeyi mi anlatır?
Kelimeler insanın kıymet vermediği fakat içleri hazine dolu sihirli şeyler. Kelimeler…
Hiç düşündünüz mü bilmem ama ne nazım Hikmet’i ne Necip Fazıl’ı, ne Kemal Tahir’i
durduramamıştır duvarlar. Belki dört duvar arasında istediklerini yapamamışlardır lakin istediklerini
düşünmüşler ve dile getirmişlerdir. Kelimelerle oynamışlar, kelimelerle avunmuşlar ve anlatmışlardır.
Peki yeni nesil… Teknolojik imkânlar, sosyal medya vs. birçok fırsat elinizde ve soru şu:
“Özgür müsünüz?” Korkarım değilsiniz. Birbirinizi yalnız anlamlarla tanıyor ve anladığınızı
sanıyorsunuz. Her şeyi çabuk tüketip bitirerek mutlu olunacağını daha doğrusu özgür ve entelektüel olunacağını sanıyorsunuz. Ne üretiyorsunuz ne de kalıpların dışında düşünebiliyorsunuz.
Bilge Kral Aliya’nın söylediği gibi “Okumak Özgürlüktür” ve siz bunun farkında değilsiniz. Bir kitabın
her satırında anlatılanları duyamayacak kadar sabırsızsınız. Bu sebeple çabuk tüketip çabuk tükeniyorsunuz.
Okumak sadece özgürlük değildir. Mutluluktur; çünkü insanları daha kolay ve rahat anlar ve
anlaşılırsınız. Düşünmektir; çünkü farklı dünyaları tanırsınız, anlarsınız. Zenginliktir; milyonları verseniz
de biriktiremeyeceğiniz kadar çok kelime, dünya, anlayış, özlem, düşünce, hüzün… vs. biriktirirsiniz.
Saygınlıktır; sıradanlaşmanızı engeller, farklı olmaya çalışmadan farklı olursunuz. “Okumak Özgürlüktür” ve özgürlük insanın içini doldurabildiği bir güzelliktir. “Okumak Özgürlüktür, Özgürlük Mutluluk…”
5
DEPRESYON NEDİR?
Raşide GÖVEBAKAN
Keçiören RAM Rehber Öğretmeni
Depresyon, yetişkinlerde ve çocuklarda sık görülen bir duygu durum bozukluğudur. Depresyon belirtileri hafif ve orta şiddette görülebileceği gibi şiddetli de yaşanabilir. Aslında depresyon yaşamın getirdiği stres yaratan birçok duruma gösterilen normal bir tepkidir. Yetişkin ve ergenlerde görülen depresyonda en çok göze çarpan belirtiler: üzüntü,
keder umutsuzluk gibi duygusal belirtilerdir ve bu durum yaşamdan alınan zevkin azalmasına neden olur.
Herkes hayatının bazı döneminde bu durumla karşılaşabilir. Bu durumda kişi kendini üzgün ve endişe içinde hisseder. Her şeyi olumsuz şekliyle düşünür, bütün olayları olumsuz tarafıyla görmeye başlar ve
geçmişte yaptıklarından kendini sorumlu tutar. Kendisi düşünmek istemese de bu duruma hakim olamaz.
Geleceği düşündüğünde umutsuz ve karamsardır. Kendini çaresiz hisseder ve hayatın anlamsız olduğunu düşünür. Bu bakış açısıyla kişinin sosyal ilişkileri bozulup, performansı düşebilir. Fakat her çökkünlük hali depresyon değildir. Depresyon diyebilmek için belirtilerin her gün ya da son iki haftadır devam etmesi gerekir.
Çocuklarda Depresyon
Çok küçük yaşlardan itibaren çocuklarda depresyon görülebilir ama çocukluktan ergenliğe geçişte sıklık
artmaktadır. Bebekler yaklaşık 6 aydan sonra bağlandıkları kişiden ayrılmaya tepki gösterirler. İlk depresyon nedeni olarak bu bilindiği için, bu yaştan sonra her yaşta depresyon görüldüğü söylenebilir. Erişkin dönemde kadınlarda daha sık görülmesine karşın, çocuklarda kız ve erkek oranları eşittir. Yetişkinlerde depresyona gelecekle ilgili
yoğun umutsuzluk düşünceleri eşlik eder, ciddi uyku bozuklukları başlar. Çocuklarda ise uyku şikâyetleri yoğun
olarak görülmez. Çocuklarda depresyon belirtileri psikosomatiktir, yani bedensel ağrılar şeklinde ifade edilir.
Çocuklarda depresyon nasıl oluşur?
Depresyonda ailesel yatkınlık önemlidir. Anne babasında depresyon olan çocuk daha kolay depresyona girer. Bebeklerde bağlandığı kişiden ayrılmaya tepki olarak ortaya çıkar. Çocuklar ve gençler ise stres karşısında yetişkinlere benzer depresyon geçirirler.
Ölüm/kayıp/yas olayları çocukları büyük ölçüde etkiler. Bunun dışında, anne baba davranışları önemli bir nedendir. Tutarlı olmayan anne baba davranışlarının olması, ödül ve ceza dengelerinin iyi kurulamaması çocukların depresyona girmesi için basit, ama olası nedenlerdir.
Aile içi çatışmalar, çocuk ve ergenlerde depresyon riskini arttıran etmenlerin başın6
da gelir. Çözüm zorlaştıkça depresyon artar. Okul başarısızlığı bir başka etkendir. Okulda başarı sağlayamayan çocuk, depresyona kadar giden bir çöküntü yaşamaktadır. Kendine güveni az, kendini beğenmeyen, başarısız bulan çocuklarda depresyon oranları fazladır.
Çocuklarda Depresyon Belirtileri
Anne ya da sevdiği kişiden ayrılmaya bağlı gelişen bebeklik depresyonu düşünülen çocuklarda, ayrılmadan hemen sonra çok şiddetli ve uzun süren ağlamalar izlenir. Bu ağlamaların ardından kısa süreli sessizliklerde çocuk küskündür. Bir süre sonra kaybedilen kişi dönerse, çocuk düzelmeye başlar. Ancak annenin uzun süreli kaybında belirtiler, ağırlaşmaya başlar: Çevredeki uyaranlara cevap azalır, olduğu
yerde sallanma, kafa sallama, vurma hareketleri görülür. Yemek yeme azalır, kusma ve ishaller başlar,
fiziksel gelişme duraksar, kilo kaybı artar. Üzüntü ve küskünlük belirgindir. 3-7 yaş sonrasında, depresyon yaşayan çocuklarla yapılan görüşmelerde, çocukta ailenin bilmediği bir üzüntü hissi, uyku bozukluklarından bahsedilir. Aileler de çocuğun azalan aktivitesinden, huzursuz davranışlarından bahsetmektedir.
Ergenlik döneminde ise depresyonun başlangıcı yetişkin depresyonuna daha çok benzer. Yalancı zeka
geriliği denen, zihinsel işlevlerde gerileme görülür, uygun önlemler alınmazsa kalıcı geriliğe neden olabilir.
Kızgınlık, saldırganlık gibi davranış sorunları ortaya çıkar. Daha az olarak anksiyete, korkular, takıntılar
ve tikler gelişir. Depresyona dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu gibi bozukluklar da eşlik edebilir.
Depresyona giren çocukların okul başarısı önemli ölçüde düşer. Bazen çok kolay destek alınarak atlatılabilecek depresyonlar, destek alınmadığında çocuğun okulda başarısız ilan edilmesine, uyumsuz görülerek okulda dışlanmasına neden olabilir.
Nelere Dikkat Etmeli?
Unutmayın, çocuğunuz normalden farklı davranışlar sergiliyorsa, dikkate almanızda yarar var… Çünkü bedensel şikâyetler, korkuların artması, saldırgan davranışlar gibi belirtilerle kendini gösteren çocukluk
çağı depresyonu, ailelerin bu şikâyetleri şımarıklık olarak algılaması sonucu ciddi boyutlara ulaşabiliyor.
Anne-babalar olarak, çocuklarda gözlenen ani davranış değişikliklerini izlemeli ve değerlendirmelisiniz.
Çocukların karşılaştığı travmatik yaşantılara önem vermelisiniz.Sevdiği birinin kaybı gibi zor bir
yaşantı sonrasında, bir psikologa başvurmak yapılabilecek en doğru şeydir.
Günlük yaşantıda çocuğun güvenini sarsıcı davranışlardan kaçınmalı, problemlerini çözmesinde ona
destek olmalısınız.
Gerekli ilgi ve sevgiyi göstermek hem problemlerin ortaya çıkmasını azaltır hem de kısa zamanda
çözümüne ulaşmayı sağlar.
Kaynakça: http://www.psikolojistanbul.com
7
BAĞLANMA KURAMI
Suat CELEP
Keçiören RAM Okul Rehberlik Hizmetleri Bölüm
Başkanı
İngiliz Psikiyatr J. Bowlby 2. Dünya
Savaşı’ndan sonra bakımhanelerde kalan çocuklarla çalışmaya başladı. Burada yaptığı gözlemler sonucunda ‘bağlanma Kuramı’ nı oluşturdu
BOWLBY’NİN bağlanma kuramı, psikoanalizin,
etoloji, sosyo- biyoloji kontrol sistemlerinin siberkinetik
kuramı ve bilişsel gelişimin modern yapısal yaklaşımlarla birleştirildiği, çok tutarlı bir tutum sergilemektedir.
Bowlby, klasik psikanalizin alanından çıkarak çağdaş biyolojinin etkisine girmiş, temel önermelerini
Darwin’ in ‘ Doğal seçim önermesine’ dayandırarak, yeni bir iç güdü kuramı geliştirmiştir. Bowlby’ e göre içgüdüsel davranış sistemleri, insanın duygusal yaşamının temelini oluşturur. İç güdüler insan canlısının yaşamda
kalmasını sağlar. İç güdüler- hemen hemen hepsi- çocuğun anneye bağını oluşturan bir sıra davranışlarla ve
yaşantılarla ilgilidir. Bağ kurma beş içgüdüsel tepki aracılığıyla oluşur. Bu içgüdüsel tepkiler, emme, gülümseme, tutunma/ sarılma, ağlama ve izlemedir. Bunlar karmaşık bir geri besleme ve kontrol sistemi oluşturur. Bu
sistem bebek ve anne arasında yakınlığı sağlayan davranışları ortaya çıkarır. Bu karmaşık anlayış insanın erken
evrim basamaklarındaki seçme sonucunda bugünkü rolünü ve belirleyiciliğini kazanmıştır. Çünkü bu sistemin
oluşturduğu davranışlar yaşamda kalmayı sağlamıştır. Anneleriyle yakınlık içinde olan çocuklar tehlikelerden daha az etkilenirler. Bu bağlamda çocuğun annesine bağının amacı türlerin yaşamda kalması denilebilir.
Bowlby’ e göre bağlanmanın gerçekleşmesi için sıcaklık, yakınlık, süreklilik özelliklerini taşıyan
doğrudan ilişkilerin kurulması gerekir. Kurulan bu ilişkide hem bebek hem de anne haz almalıdır. Bağlanma aşama aşama gelişen bir süreçtir. Bağlanan seçerek bağlandığı birey ile bir arada olmak ister. Seçilen kuvetli aynı zamanda kaygı giderici olmalıdır. Bebek iç dış dünyayı algılamada çok önemli olan üç
duyudan biri olan dokunma, görme ve işitmeden önde gelir ve anne bebek ilişkisinin temelini oluşturur.
Bebeğin ağlaması ilk uyarı işaretidir: ağlama çoğunlukla açlık, öfke ve ağrıya işaret eder. Bazı anneler bunları ayırabilir. Diğer işaretler gülme, onama ve bakmadır. Bağlanma bu işaretlerle somutlaşır, doğrudan gözlenir.
KAYGILI/ KAÇINMACI BAĞLANMA: Evde kaygılı/ kaçınmacı bağlanan bebeklerin bakıcıları çocukların rahatlama ve özellikle de yakın bedensel temas arzularını tutarlı olarak reddetmiş ya
da caydırmışlardır. Labaratuvar ortamlarında ise bu bebekler ayrılıklardan etkilenmez ya da huzursuz olmaz görünmüşler, bakıcıları ile temastan kaçınmışlar dikkatini oyuncaklara odaklandırmış görünmüşlerdir (güvenli bağlanmalarla karşılaştırıldığında, daha az ilgi ve coşku sergilemelerine karşın).
KAYGILI/ KARARSIZ İKİ YÖNLÜ BAĞLANMA: Evde gözlenen kaygılı kararsız bağlanmış bir bebeğin bakıcısı bebeğin sinyallerine tutarsız tepkisellik göstermiş, bazen ulaşılamaz olmuş ya da tepkisiz
kalmış, başka zamanlarda çocuğun etkinliklerini kesintiye uğratmıştır. Labaratuvarlarda, kaygılı/ kararsız
bağlanmış bebekler hem kaygılı, hem de kızgın görünmüşlerdir. Bu durumdaki bebeklerin zihinleri bakıcıları, ile o kadar meşgul olmuştur ki, artık keşfe çıkamaz hale gelmişlerdir. Bu en az görünen örüntüdür.
GÜVENLİ BAĞLANMA: Güvenli olarak bağlanmış bebeklerin davranışları, yakınlığı koruma, rahatlık arama ve bakıcıyı keşif için güvence üssü olarak kullanma yeteneği açısından Bowlby’nin
doğanın orijinal modeli kavramlaştırmasına uymaktadır. Labaratuvarda en yaygın biçimi ile güvenli bağlanmış bebek annesi odayı terk ettiğinde huzursuz olmuş, geri döndüğünde rahatlamış ve yanında olduğu sürece etkin keşfe girmiştir. Labaratuvar ziyaretlerinden önce yapılan ev gözlemle8
ri sırasında, bakıcılar tutarlı bir biçimde ulaşılabilir ve olumlu tepkisel olarak değerlendirilmişlerdir.
GÜVENLİ VE GÜVENSİZ BAĞLANMANIN ETKİLERİ:
Yapılan araştırmalar güvenli bağlanan çocuklarda şu etkilerin görüldüğü ortaya çıkmıştır:
Sosyallik; arkadaşlarıyla geçimleri daha iyi, popüler, arkadaş sayıları daha fazla, tanımadıkları kişilerle iletişimde daha az korkulu, taklit becerisi daha yüksek,
Kendine güven daha yüksek,
Kardelkeriyle ilişki; kardeşleriyle olumlu ilşkiler içinde, kıskançlık daha az.
Bağımlılık; öğretmenin kontrolüne daha az gereksinim duyme, olumsuz davranışlarda dikkat çekme
sıklığı daha az.
Saldırganlık çok az.
Uyum; sınıfta birlikte hareket edebilme becerisi daha yüksek.
Empati; diğer çocuklara oranla empati becerileri daha yüksek, başkasının sıkıntısı karşısında zevk
belirtisi göstermeme.
Problem çözme; dikkatini daha uzun süre toplayabilme, yetişkinleri bir yardım kaynağı olarak daha
etkin kullanabilme gözlenmiştir.
Kaynaklar
1- Erten Y., “içgörü seminer notları’’ 1997.
2- Sökmen Teoman., ‘’ bağlanma Kuramı’’ http:/www.gata.edu.tr7dahilbilimler/çocukruh/gelişim.htm.,
09.01.2005
9
Engelli Olan Fakat Engel Tanımayan Dâhiler
Ahmet BULUT
Keçiören RAM Rehber Öğretmeni
Engelli olmak hayatta dezavantaj olarak görülsede bu durumu avantaja çeviren nice ünlü dahi vardır. Engel tanımayan dâhileri yakından tanıyalım.
Albert Einstein kimdir?
Yahudi asıllı Alman teorik fizikçi! 20. yüzyılın en önemli kuramsal fizikçisi olarak nitelendirilir.)
Alman İmparatorluğu’nun Ulm kentinde dünyaya gelen Einstein, yaşamının ilk yıllarını Münih’te geçirdi.
Lise eğitimini ve yüksek eğitimini İsviçre’de tamamladı; fakat bir üniversitede iş bulmada yaşadığı zorluklar nedeniyle bir patent ofisinde müfettiş olarak çalışmaya başladı. 1905 yılı Einstein için bir mucize
yıl oldu ve o dönemde kuramları hemen benimsenmemiş olsa da
ileride fizikte devrim yaratacak olan dört makale yayınladı. 1914
yılında Max Planck’ın kişisel ricası ile Almanya’ya geri döndü. 1921 yılında fotoelektrik etki üzerine çalışmaları nedeniyle
Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldü. Nazi Partisi’nin iktidara
yükselişi nedeniyle 1933’te Almanya’yı terk etti ve Amerika
Birleşik Devletleri’ne yerleşti. Ömrünün geri kalanını geçirdiği
Princeton’da hayatını kaybetmiştir.
*Disleksi (Basit tanımıyla öğrenme bozukluğu demek. Dinleme,
konuşma, okuma, yazma, akıl yürütme ile matematik yeteneklerinin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini
gösteren bir öğrenme bozukluğudur.)
*Asperger Sendromu: (Asperger sendromu yaşayan insanlarda bir
nevi empati eksikliği oluyor. Yani karşısındaki insanın bağırma
sebebinin kızgınlıktan olduğunu ya da ağladıklarında üzgün olduklarını anlayamayabiliyor ve ona göre tepki veremiyorlar. Asperger
sendromu olan kişiler sıkça ortalama veya ortalama üstü zekâya
sahip olduğu görülmüştür.)
Ludwig van Beethoven kimdir?
1770 doğumlu Alman klasik müzik bestecisi. Ludwig
van Beethoven Bonn’da 8 oğlu olan, fakat bunların hepsinin
de kendisi gibi engelli olduğu bir ailenin çocuğudur. İlk müzik öğretmeni babasıdır. Alkolik bir müzisyen olan babasının
Beethoven’a piyano eğitiminde çok sert ve acımasız davrandığı
bilinir. Mutsuz bir çocukluk geçiren Beethoven, küçük yaşlarda
ailesinin geçimine katkıda bulunmak için kilisede piyano çalarak
çalışmaya başlamıştır.
Beethoven’ın dokuz senfonisi, beş piyano konçertosu, bir
keman konçertosu, bir piyano, keman ve çello için üçlü konçerto, otuz iki piyano sonatı ve birçok oda müziği eseri bulunmaktadır. Sadece bir opera, Fidelio, bestelemiştir. İlk senfonisini
1800 yılında yapmıştır. 3. senfonisini, Eroica olarak da bilinir,
Napolyon’a Avrupa’ya demokrasi getirdiği için adamıştır. Ancak
daha sonra Napolyon kendini İmparator ilan ettiğinde bu adamayı geri almıştır. 9. senfoni ise en çok bilinen ve bugün Avrupa
Birliği marşı da olan en çarpıcı senfonisidir.
Yaşamı boyunca sağlık problemleri çeken Beethoven
1801’de işitme problemleri yaşamaya başlamış ve 1817’de tamamen sağır olmuştur. Bu dönemden sonra sağırlığı müzik yaşamını hiçbir şekilde etkilememiştir. 9. senfoniyi sağırlık döneminde
10
bestelemiştir.1827 yılında 56 yaşındayken dünyaca tanınan bir
besteci olarak vefat etmiştir.
*İşitme engelli
*Takıntı hastalığı (Obsesif kompulsif bozukluk)
*Asperger bozukluğu
Vincent van Gogh kimdir?
Hollandalı ard izlenimci ressam (Ard izlenimcilik: Fransa’da,
İzlenimciliğin kurallarına tepki olarak 19. yüzyılın sonlarına doğru
doğan sanat akımı). Bazı resim ve eskizleri, dünyanın en tanınmış ve
en pahalı eserleri arasında yer alır.
*Şizofren
*Meniere sendromu (Meniere hastalığı ciddi baş dönmesi, kulak
çınlaması, işitme kaybı ve daimi olarak kulaklarda yüksek bir basınç
hissetme gibi belirtileri olan bir iç kulak hastalığıdır. Ataklarının
neredeyse 24 saatten uzun sürdüğü hastalığın tedavisi henüz bulunamamıştır. Bu hastalığa sahip olan ünlü ressam Van Gogh da bu
çınlamalara katlanamayarak kulağını kestiği iddia edilir.)
*Asperger bozukluğu
*Migren
*Epilepsi(En basit tanımıyla kısa süreli beyin fonksiyon bozukluğuna sebep olan epilepsi
sık sık kişinin bayılarak nöbet geçirmesine sebep olan hastalıktır.)
keşfetti. Teleskopu icat etti.
*Şizofren
*Kekeme
*Asperger bozukluğu
*Epilepsi
Isaac Newton kimdir?
İngiliz fizikçi, matematikçi ve astronom 1642 - 1727)
1669’da beyaz ışığın bileşimi üzerinde bir teori ortaya attı. Newton ışığın küçük cisimlerden meydana geldiğini sanıyordu. Etki ile
tepkinin ayni (eşit) olduğunu ileri surdu. Evrensel çekim yasasını
Stephen Hawking kimdir?
Einstein’dan bu yana dünyaya gelen en parlak teorik fizikçi
olarak kabul edilen matematik profesörü olarak görülür. Görelelik
kuramı ile kuantum mekaniğinden yararlanarak kara deliklerin özelliklerini kuramsal olarak ortaya koydu. Çalışmaları klasik termodinamiğin ile kuantum mekaniğin yasaları arasındaki ilişkiyi ortaya
koyduğu için önemlidir.
*ALS (Bu hastalık vücuttaki beyinden omuriliğe, oradan kaslara
giderek hareketlerimizi düzenleyen motor sinirleri etkileyerek, kas
hareketlerine engel olur. Hastalığın ileri
evrelerinde felç gelişir. Buna karşılık genellikle akli yetenekler etkilenmez.)
*Kekeme (ALS hastalığının bir göstergesi)
*Epilepsi
11
Thomas Edison kimdir?
Bini aşkın buluş yapan, bu arada elektrik ampulünü fonografi ve film gösterme makinelerini geliştiren Amerikalı mucit.
*İşitme özürlü
*Disleksi(Basit tanımıyla öğrenme bozukluğu demek. Dinleme,
konuşma, okuma, yazma, akıl yürütme ile matematik yeteneklerinin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini
gösteren bir öğrenme bozukluğudur.
Pablo Picasso kimdir?
İspanyol ressam ve heykeltıraştır. 20. yüzyıl sanatının en iyi
bilinen isimlerindendir.
Georges Braque ile birlikte kübizm akımının temelini atmıştır.
*Disleksi
*Migren (Tarihte şiddetli baş ağrılarının görme anormalliklerine
neden olduğu migren hastalığının sadece dâhilerde rastlanan bir
hastalık olduğu inancı vardır. Yapılan araştırmalar sonucu ünlü
ressamın eserlerinde yer alan düşey yarıklar ve kayık yüz parçalarını figürlerinde sık sık görülmesi migren hastalığının bir resimlerine yansıması olarak nitelendiriliyor.)
Leonardo da Vinci kimdir?
İtalyan Rönesans mimarı, müzisyen, anatomist, mucit, mühendis, heykeltıraş,
geometrisyen ve ressamdır. En önemli yapıtları ‘Mona Lisa’ ve
‘Son Yemek’.
*Disleksi
*Asperger bozukluğu
*Epilepsi
Charles Darwin kimdir?
İngiliz doğa tarihçisi. İnsan dâhil tüm canlı türlerinin doğal
seçilim yoluyla bir ya da birkaç ortak atadan evirildiğini öne
sürmüş ve o günün şartlarına göre bu teoriyi destekleyen pek çok
kanıt sundu.
*Kekeme
*Takıntı hastalığı (Obsesif kompulsif bozukluk)
12
Salvador Dalí kimdir?
İspanyol sürrealist ressamdır. Gerçeküstü eserlerindeki tuhaf
ve çarpıcı imgelerle ünlendi. En iyi bilinen eseri olan Belleğin Azmini 1931’de bitirdi. Dalí, ressamlığın yanı sıra heykelcilik, fotoğrafçılık ve filmcilikle de ilgilenmiş, Amerikalı animasyoncu Walt
Disney ile beraber yaptığı Destino adlı kısa çizgi film, 2003’te “en
iyi kısa animasyon filmi” dalında
Oscar adayı oldu.
*Parkinson
*Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu
Benjamin Franklin kimdir?
Philadelphia ABD’li yayımcı, yazar, mucit, felsefeci, bilim
adamı, siyasetçi ve diplomat. Franklin, elektrik yüklerindeki artı
ve eksi uçlarını keşfetti ve elektriğin korunumu ilkesini ortaya attı.
Şimşeğin elektriksel bir olay olduğunu keşfetti. Elektrikten etkilenmeleri sebebiyle kendisinin kurtulmasına rağmen iki yardımcısının
öldüğü bu deneyden yola çıkarak paratoner’i keşfetti, güneş ışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını başlattı.
*Asperger bozukluğu
Graham Bell kimdir?
İskoçya asıllı ABD’li bilim adamı, mucit ve sanayicidir. Telefonu icat eden kişi olarak tanınır.
*Disleksi
Evet, nice dahi dezavantajlı durumlarını avantaja çevirerek
büyük başarılara imza attılar. Yetersizliğimiz her ne olursa olsun
hayata küsmemeli; bununla yaşamayı öğrenmeli ve en önemlisi
dezavantajlarımızı avantaja çevirmek için gayret etmeliyiz.
Kaynakça: Vikipedia.org
13
İnternet Bağımlılığı
Ebru GÜVEN
Keçiören RAM Rehber Öğretmeni
Bilimsel
ve
teknolojik
gelişmelerin gittikçe hızlandığı ve teknolojinin aynı
hızla günlük yaşamımıza girdiği düşünüldüğünde cep telefonları, bilgisayarlar ve internet teknolojileri yaşamımızda vazgeçilmez bir hale gelmiştir.
Ancak günümüz gelişmiş teknolojilerinden olan bilgisayar ve internet kullanımının yaşamımızda istenilen bilgiye anında ulaşabilme, bilgi paylaşımını sağlayabilme gibi getirdiği kolaylıklar yanında çok sık kullanımından kaynaklanan bir çok problemi de beraberinde getirmektedir.
İnternet bir kötü alışkanlık mıdır peki?
“Evet, hem de nasıI kötü bir alışkanlıktır.” diyenler var. İnsanların aile, okul, ev, iş sorumluluklarını bir kenara bıraktıran, teknoloji devriminin bütün nimetlerinin yanında gelmiş olan tehlikeli bir
musibettir. “İnternet bağımlılığının; tanımlanması, teşhis ve tedavi edilmesi gerekir.”diyorlar Bir de
internet bağımlılığı diye bir şey yoktur diyenler. Bu kişiler; “İnternet üzerinde bilgiye ulaşma tarzının kolaylıkları ve zorlukları, İnternet’in hem çekiciliği ve vazgeçilmezliğini, hem de zaman çalıcı yönlerini açıklıyor. İnternet’in çöple de dolu olduğu, kaliteli, derişik bilgiye ulaşmanın şansınıza kalmış
olduğu bilinen bir şey ama; İnternet’in aklınıza gelecek her konuda en azından “özet” bilgiye ulaşmakta, daha kaliteli bilginin nerede, hangi kitaplarda olduğu konusunda yol gösteren ipuçlarını vermek konusunda daha önce hayal edemediğimiz bir gücü var. Klasik yayın araçlarında şansı olmayacak kimi
derinlemesine ya da riskli bilgilerin de İntemet’in sunduğu yayın demokrasisi sayesinde elimizin altında olması, olmaya başlaması da İntemet’in önemli nimetlerinden biri” demektedirler (Ekinci2002)
Aslında internet kötü bir alışkanlık ya da değildir tartışmasını bir kenara bırakıp internet hayatımızın
önemli bir parçası ve onu etkin ve bir şekilde kendimize zarar vermeden nasıl yaşamımıza katmalıyız? soru
üzerinde kafa yormalıyız diye düşünüyorum. Özellikle çocuklarda doğru internet kullanımı nasıl olmalı ve
bizler eğitimciler ve ebebeyn olarak onlara nasıl model olmalıyız.Bu sorulardan yola çıkarsak bir kişinin
kendine ve çevresine zarar verecek şekilde internet kullandığını nasıl fark ederiz ? Kriterlere bir bakalım:
Mesela, Dr. Mark Griffith’s’in Reuters için yaptığı bir araştırmada verdiği “en önemli uyarı sinyali”ne bakalım:
1. Yalnızca birkaç dakika harcamaya niyetli olduğunuz halde, bilgi aramak için saatler harcadığınızı fark
ediyorsunuz.
2. Çalışma arkadaşlarınıza, özel hayatınızdaki arkadaşlarınıza ya da eşinize bilgisayar başında geçirdiğiniz
zaman hakkında yalan söylüyorsunuz.
3. Monitörün başında her oturuşta saatlerce kaldığınız için fiziksel sorunlardan muzdaripsiniz.
4. Sürekli olarak bir sonraki lnternet oturumunu iple çekiyorsunuz.
5. Aradığınız bilgiyi bulmaya hep “bir adımcık” kaldığını düşünüyorsunuz.
6. Anonim bir kişiliğe bürünmek size heyecan veriyor, insanlarla İnternet üzerinden konuşmayı yüz yüze
konuşmaktan daha kolay buluyorsunuz.
7 . E-postanızda bir şey var mı diye bakmak için zorlayıcı bir istek duyuyorsunuz.
8. İnternet’e girmek için yemek öğünlerinize, derslerinize ya da randevularınıza boş veriyorsunuz.
9. Bilgisayarınızın başında bu kadar fazla zaman geçirdiğiniz için suçluluk duyma ve büyük bir zevk alma
arasında gidip geliyorsunuz.
10. Bilgisayarınızdan uzak kaldığınız zaman canınız bilgisayar çekiyor ve yoksunluk semptomları gösteri14
yorsunuz.
Yukarıda ki maddelere çoğunlukla evet diyorsanız bağımlıktan söz edebiliriz Mark,1997).
Özellikle 12-18 yaşları riskin en yüksek olduğu dönemlerde ki bireylerde internet kullanımı olarak görülmektedir. Cinsiyetler arası farka bakıldığında ise internet bağımlılığının erkeklerde kızlara göre 2-3 kat fazla olduğu görülmektedir. Ayrıca erkekler ve kızlar arasında internette
geçirilen zamanın içeriği açısında da bazı farklar vardır. Kızların daha çok okuyarak ya da chat programlarında sohbet ederek zaman geçirirken, erkeklerin spor ve şiddet oyunlarını tercih ettiği görülmektedir.
İnternet bağımlılığının toplumda görülme olasılığı %1.8’dir. Bu rakamlar bize internet bağımlılığının toplumda sık görülen ve tedavisi gerekli bir rahatsızlık olduğunu söylemektedir.
İnternet bağımlılığında eşlik eden başka psikiyatrik bozukluklar olabilir. Sosyal fobi ya da depresyon internet bağımlılığı olan kişilerde görülen bozukluklar arasındadır. Bu durumlarda eşlik eden rahatsızlıklar internet bağımlılığının sebebi ya da sonucu da olabilmektedir. Kişinin erken yaşlarda internet başında uzun süre zaman geçirmesinin dikkat eksikliği gelişmesinde etken olduğu görülmektedir.
Hiperaktivitenin varlığı ise internet bağımlılığının gelişmesinde risk faktörü olarak görülmektedir.
Faydalanabileceğiniz linkler:
* İnternet bağımlılığı
* İnternet bağımlılığı belirtileri nelerdir?
* İnternet bağımlılığının dünyada ve Türkiye’de durumu
* İnternet bağımlılığı tedavisi
Kaynakça:
Ekinci,Armağan (2002). “Aziz Antonius’un Baştan Çıkarılması:Bir Kötü Alışkanlık Olarak İnternet” COGİTO Dergisi, Kış, - ku.edu.tr
Griffits, Mark (1997). “Glued to the Screen: An Investigation into the Effects of Information Addiction
Worldwide”http://about.reuters.com/rbb/research/addictframe.htm
Ailem.com
15
UTANGAÇLIK VE İÇEDÖNÜKLÜK
Filiz ÖZ
Keçiören RAM Rehber Öğretmeni
“Son zamanlarda çocuğum yabancıların yanında çekingen davranıyor. Ama onlarla tanıştıktan sonra
bu tutumu ortadan kalkıyor.”
Utangaçlık duygusu, yabancılarla karşılaşma durumlarında artış gösterebilir. Bu da çocuğun büyüme
döneminde normal kabul edilebilecek bir durumdur. Yabancılara karşı çekingenlik ilk olarak bebeklik döneminde ortaya çıkar. On beş aylıkken zirveye ulaşabilir ve bazen dört beş yaşına kadar bazen de daha uzun
süre devam edebilir. Yabancılara karşı bir çekingenlik durumu söz konusu ise, çocuk etraftaki yabancıları ( ki
bunlar büyükler olabileceği gibi diğer çocuklar da olabilir) mutlaka fark edecektir. Bu sadece okul döneminde öğretmeniyle tanışmaktan duyacağı rahatsızlıkla sınırlı kalan bir davranış biçimi değildir; aynı zamanda
sokakta, parkta oynayan çocuklara katılma konusunda göstereceği çekingenlik de kendini belli edecekti.
Yuva yaşına gelen çocukların % 90 ‘ı bu tip endişelerden kurtulmuş olur. Bu yaşa gelen çocuklar artık kendi yaşıtlarıyla oynama konusunda bir çekingenlik göstermezler.
Bazı durumlarda utangaçlık
yabancılar karşısında çekingenlik hissetmek gibi bir duyguyla sınırlandırılıyorsa da, bazı durumlarda utangaçlığın karşı tarafın üzerinde iyi bir etki bırakıp
bırakmamak ya da gruba kabul edilip edilmemek gibi bir endişeyi de barındırdığı görülmüştür. Daha sonraki yıllarda ise utangaçlık genellikle daha ileri derecede endişelenmekten kaynaklanır. (Swedo, 2003:137)
Utangaçlık Genlere mi Şifreli?
Utangaçlığın
genetik
olup
olmadığını
inceleyen
davranış
bilimcilerin
ve
bilim insanlarının çoğu, bu davranışımızın genetik yapımıza bağlı olduğunu savunmaktadırlar. Annesi ya da babası utangaç olan bir çocuğun, utangaçlık davranışını gösterme olasılığının yüksek olduğunu söyleyen davranış bilimciler, utangaçlığın “davranış bozukluğu”
olmadığını ve çocuk bu anlamda desteklenirse, zaman içerisinde bu davranışının törpüleneceğini belirtiyorlar.
Utangaçlık duygusunun “güven” duygusuyla sıkı bir ilişkisi vardır. Bebek, doğduğu andan başlayarak,
yaşamını güven duygusuyla sürdürme ihtiyacındadır. Karnı doyan, altı temizlenen, ilgilenilen, sevgi duygusuyla doyurulan bebeğin, güven içinde mışıl mışıl uyumaması için hiçbir neden yoktur. Bebek, büyüdükçe
evin içindeki bireyleri, annesini -babasını, varsa ablasını- ağabeyini, tanıma sürecine girer. Çocuk üç yaşına
geldiği zaman, onun en güvendiği insanlar aile bireyleridir. İşte bu nedenle eve gelen misafirlere, sokakta
karşılaşılan anne ve babanın arkadaşlarına, kreşe başladıysa kreşteki öğretmenine ve kendi yaşıtlarına güvenene kadar onlardan uzak durur. Çocuklarda “utangaçlık” diye adlandırdığımız bu duygu ve davranış biçimi,
belli yaşlar için çok doğaldır. Çocuk güven hissettiği zaman, bu davranışını terk eder. Çocuk parklarında
önce birbirinden uzak duran çocukların, kısa bir süre içinde neşeli bir şekilde oynamalarının nedeni de budur.
Anne baba tutumları çocuğun “utangaçlık” davranışını etkileyebilir. Bazı hatalı anne baba yaklaşımları, çocuğun “utangaçlık” duygu ve davranışını pekiştirip davranış bozukluğu boyutuna gelmesine neden olabilir. Bunlar:
• Çocuğa baskı yapmak: Başkalarının yanında utanan, çekinen çocuğa baskı yapmak, “konuşsana”, “merhaba desene” vb. gibi zorlamalarda bulunmak son derece hatalıdır. Yaşından dolayı utanan çocuğu birde
bu şekilde zorlamak, o çocuğun daha da içine kapanmasına ve kendisini işe yaramaz, beceriksiz hissetmesine yol açacaktır. Bir süre sonra çocuk yeni insanlarla tanışmaya korkacak ve direnç gösterecektir.
• Çocuğu suçlamak: Anne baba tutumları arasında sık rastlanan “suçlama” davranışı çocuğun kendisine olan güvenini zedelemekten başka sonuç doğurmaz. “Sen zaten her zaman utanırsın”, “utangaçlık sana hiç yakışmıyor”, “bak insanlar seni ayıplıyorlar” vb. gibi yaklaşımlar, çocuğun utangaçlığını yenmesine değil, o davranışına sıkı sıkıya tutunmasına yol açacaktır.
• Çocuğu azarlamak: Çocuklarının utangaç davranışlarından rahatsız olan bazı anne babalar, çocukları utandıklarında onu azarlarlar. Sanki utanıp utanmamak çocuğunun elindeymiş gibi, çocukları16
na bağırırlar. “Bıktım senin utanmandan”, “Bir daha böyle utangaçlık yaparsan, seni hiçbir yere götürmem” vb. gibi yaklaşımlar, çocuğun içine kapanmasına ve korku duygusunu geliştirmesine neden olur.
• Çocukla alay etmek: Bazen de anne babalar çocuklarıyla alay ederek onun bu davranışını bırakacağını zannederler. “Bana bak bayan utangaç!”, “Bu utangaçlığına herkes de nasıl gülüyor” vb. gibi cümleler, çocuğun kendisini kötü ve çekingen hissetmesini sağlar.
•
Çocuğu
utandırmak:
Anne
babalar
çocuklarının
utangaçlıklarını,
onu
utandırarak yenebilecekleri gibi bir yanılgıya düşebilirler. Özellikle başkalarının yanında çocuğu utandırmanın olumlu sonuç vereceğini düşünen anne babalar, bu yaklaşımları ile çocuklarının utangaçlığını daha da pekiştirirler. “Bizimki, dünyanın en utangaç çocuğudur”, “Siz hiç böyle
utangaç bir çocuk gördünüz mü?” diye çocuğu başkalarının yanında utandırmaktan kesinlikle kaçınılmalıdır.
Çocukları olumsuz motive etmek yerine, olumlu motive etmek, utangaçlığın zaman içerisinde azalıp, yok olmasını sağlar. Zaten çocuk, içinde bulunduğu psikolojik gelişimini bırakıp, bir başka gelişim dönemine geçtiğinde, utangaçlık davranışı da yok olacaktır. Çocuğa baskı uygulamak yerine, ona güven vermek ve kendisini güvende hissetmesini sağlayacak sözler söylemek gerekir.
Utangaçlık Pasifliğe, İçe Dönüklüğe Dönüşürse
Utangaçlık, pasifliğe-içe dönüklüğe dönüşürse ve bu durum çocuğu zedeliyorsa, bu noktada davranış bozukluğundan söz edebiliriz. Utangaç çocuk, yalnızca yeni tanıştığı kişilere ve yeni girdiği ortamlara uyum sağlamakta zorlanırken; içe dönük çocuğun hem aile bireyleriyle, hem de
kendi iç dünyası ile iletişimleri zayıftır. Bu çocuklar mutsuz, hiçbir şekilde doyum sağlayamayan, huzursuz, sessiz, kendi halinde gibi görünen, çevresiyle iletişim kurmakta zorlanan ve çevresine uyum
sağlamakta güçlük çeken çocuklardır. Utangaç çocuklar gibi, kısa bir süre sonra iletişim kurmak bir
yana, bu çocuklar sanki çevreleriyle iletişime direnç gösteriyor gibi davranırlar. (Öz, 2002: 22- 23)
İçedönüklük ya da içekapanıklılık denen bu ruhsal bozuklukta en belirgin özellik çocukta dıştan kolayca gözlenen davranış farklılığıdır. Çocuğun çevresindeki insanlarla ilişkisi hem çok sınırlı hem de bozuktur.
Bu çocuklar çevresindeki etkinliklere katılmaktansa sessizce izlemeyi yeğler. Yaramazlık etmediği için göze
batmaz. Tepkileri önceden kestirilemez. Tek başına oynamayı yeğler. Belli nesnelere düşkündür, değişkenlikten hoşlanmaz. Eşya ve oyuncaklarının eksilmesini ya da yerlerinin değiştirilmesini hiç istemez. Duyguları iniş çıkışlar gösterir. Nedensiz ağlama ve gülmeler olur. Belli kişiler dışında kimseyle kolay ilişki kuramaz.
Beden
ve
zihin
gelişimi
düzensizdir.
Bu
çocukların
saatlerce
oynamaları yanlış yorumlanır. Kendini oyalayabilir denir. Oysa çocuk kendi iç dünyasında yaşamaktadır. Anne babasına bile yalnız acıkıp susayınca sokulur. Sevip sevilmeyi bilmez gibidir. Zekası geri olmadığı halde, çevreyle ilişkisini en aza indirdiği için, öğrenmesi çok yavaş gider.
Bazı uyumsuz davranışlarda dışadönüklük, bazılarında ise içe kapanma ve içedönüklük söz konusudur. Dışadönük davranış bozukluklarında çocuğun çevresiyle uyumsuzluğunu aktif biçimde yansıtması
söz konusudur. Böylece aileler ve öğretmenler çocukta davranış bozukluğu olduğunu fark ederek, önlem
alma yoluna giderler. Oysa çocuğun davranış bozukluğu sinsice ilerler ve çevre tarafından geç fark edilir. Sakin ve çekingen olarak tanınan bu çocuklarda içedönüklük önemli bir davranış ve uyum sorunudur.
İçedönüklüğün Temel Nedenleri
• Hatalı anne-baba tutumları: Çocuğun en ufak hatasını büyütüp, azarlamak, ayıplamak ve cezalandırmak.
• Çocuklara yapılan hatalı telkinler: “İyi çocuk sessiz olur, uslu çocuk sevilir” gibi.
• Çocuğa özgüvenini kazandıracak olan ortamları ve olayları engellemek: “Sokağa çıkarsan, dilenciler seni
kaçırır ” gibi.
• Çocuğun sosyal yaşantısının sınırlı olması ya da hiç olmaması hali. (Mutlu ,1999 :71-72 )
İçedönüklük ya da pasif davranışla, çocuğun çevresine verdiği psikolojik bir tepkidir. Utan17
gaçlığı sürekli eleştirilen, güven verilmek yerine azarlanan, suçlanan küçük yaş grubundaki çocuklar, kendilerini yetişkinler gibi ifade edemediklerinden, davranış bozuklukları geliştirerek, içinde bulundukları durumu açıklamaya çalışırlar. Bu durumda ailenin daha da çok çocuğun üzerine
gitmesi yerine, çocuğu rahatlatması ve gerekiyorsa uzman yardımı alması gerekir. Bazı davranış bozuklukları geçicidir, çocuğa yeterince ilgi, sevgi ve güven verildiğinde, çocuk tepki olarak geliştirdiği davranışını bırakır. Ancak bazı davranış bozukluklarında, aileler çocuğa yardımcı olamazlar, bu durumda konunun uzmanına başvurmak ve psikolojik destek almak en sağlıklı yoldur. (Öz, 2002: 23)
Çocuğunuzun Utangaçlığının Üstesinden Gelmesine Yardımcı Olmak İçin Anne- Baba Olarak Yapabilecekleriniz
• Ona sosyalleşebileceği ortamlar hazırlayabilirsiniz.
Utangaçlık, sürekli tekrarlanan bir şekilde sosyal ortamlara katılmakla giderilebilen bir durumdur. Yeni birileriyle tanışmak bile, sürekli olarak tekrarlanan bir durum haline gelirse, zamanla daha
az gerginlik yaratacaktır. Çocuğunuza sosyalleşmesi için birçok seçenek sunmalısınız. Dans dersler, sanat kursları, futbol ya da başka takım sporları, izci grupları gibi olanaklar sağlamanız gereklidir.
• Onun daha dışa dönük olması için pratik yapmasını sağlayabilirsiniz.
Çocuğunuzun ona sağladığınız olanakları değerlendirmesine yardımcı olun. Ona kendisine bir ya da iki
hedef belirleyebileceğini hatırlatın ve bunlara ulaşmasına yardım edin. ” Bugün biriyle arkadaş olabilmek için
neler yapabilirsin acaba? “ ,”Yeni takım kaptanıyla tanıştığında neler diyeceksin ?” gibi sorular sorun. Durum kendisine aşina gelmeye başladıkça utangaçlığı azalacağı için, çocuğun iletişim kurma pratiği yapması yararlı olur.
• Onu çok sıcakkanlı olması için zorlamayın, ama utangaçlığını kabullendiğinizi de hissettirmeyin.
Çocuğunuzun bir sosyal olaya katılmayı reddedip etmediğine karar vermek zordur. ( Bu onun için zor
bir durum da, tercih ettiği bir şey de olabilir. ) Bu durumda yapılabilecek şey, çocuğunuzun başarılı bir şekilde
sosyalleşeceğini ummaktır. Eğer onun başarılı olmasını umuyorsanız, ona ihtiyacı olan cesareti verebilirsiniz.
• Olumlu bir örnek sunabilirsiniz.
Utangaçlığı bir sorun olarak yaşayan çocukların çoğunun anne babası da utangaçtır. Eğer
siz yeni insanlarla tanışmaktan çekiniyor ve kalabalık önünde konuşmak istemiyorsanız, çocuğunuz da bunu hissedip böyle yaşamaya başlamış ve bu tip durumlara maruz kalmayı bir tehlike olarak kabul etmiş olabilir. Onun utangaçlığını yenmesine yardımcı olmak için dışa dönük biri
olmanıza gerek yok, ama sosyal ilişkilerinizde duyduğunuz rahatsızlık duygusunu azaltmayı öğrenmiş olmalısınız. Çocuğunuz gibi siz de, sosyalleşme yeteneklerinizi geliştirebileceğiniz yeni fırsatlar bulabilirsiniz.
Öğretmeninin
Yapabilecekleri
Öğretmenler, çocuğun sessizliğinin gerçekten kendi tercih ettiği bir sessizlik mi yoksa utangaçlığına bağlı olarak geliştirdiği sosyal fobi mi olduğunu fark etme konusunda avantajlıdırlar. Bunun nedeni aynı anda aynı yaş grubundan birçok çocuğu izleme fırsatlarının olmasıdır. Eğer çocuğunuzun davranışlarında bir gariplik seziyorsanız, öğretmeninin deneyimlerine başvurabilirsiniz.
• Toplum önünde konuşmaktan ya da sosyal iletişimden çekinme durumunun yaşanıp yaşanmadığını tespit
edebilir.
• Olumlu, destekleyici bir sınıf ortamı yaratabilir.
Çocuğunuzun öğretmeni onun utangaçlığına karşı duyarlı olmalı ve sosyal ilişkilerinde çocuğa
ekstra destek ve cesaret vermelidir. Örneğin, eğer çocuğunuz yeni arkadaşlar bulmakta zorlanıyor, öğ18
retmeni bir projede küçük bir grup kurup onun da katılmasını sağlayabilir ya da çocuğun bir süre tekrar
tekrar aynı çocukla çalışmasını ve böylece o arkadaşına ısınmasını sağlayabilir. Öğretmen özellikle sözlü sınavların bu tip çocuklar için çok zor olduğunu kabul etmelidir. Bu duruma çocuğu adım adım alıştırmak gerekir. Örneğin birinci sınıftaki bir çocuktan sınıfa getirdiği bir nesneyi arkadaşlarına gösterip onun adını söylemesi beklenebilir. Ama çocuktan o nesne hakkında konuşması beklenmemelidir.
Sınıf arkadaşlarıyla iletişimi arttığında ve kendini daha rahat hissettiğinde, çocuk nesne hakkında birkaç cümle edebilecek ve zamanla o nesne hakkında beş on dakika kadar konuşabilecek hale gelecektir.
• Çocuğa sosyal yeteneklerini arttırabilmesi için fırsatlar sunabilir.
Öğretmenler
çocukların
sosyal
yeteneklerini
geliştirebilmeleri için onlara birçok fırsat hazırlayabilirler. Bu sadece yeni biriyle tanışma değil, küçük ya
da büyük gruplar halinde tartışmalar, bir konu üzerinde konuşmak gibi alıştırmalar olabilir.
• Çocuğun sözlü sınavlarda endişe problemi yaşayıp yaşamadığını anne babaya bildirebilir.
Sosyal fobi de selektif mutizm (seçici suskunluk) de duruma bağlı olaylar oldukları için, ailenin çocuğun bu konudaki rahatsızlığını fark etmemesi mümkün olabilir. Eğer öğretmeni çocuğunuzun çeşitli sosyal durumlarda zorluklar yaşadığını fark etmişse, onun daha önceki öğretmenleriyle irtibata geçip bunun
yeni bir durum olup olmadığını tespit etmeli ve sonra durumu size aktarmalıdır. (Swedo, 2003: 144-146)
KAYNAKÇA
1. Mutlu, Yıldırım Gülser 1999, Ankara “Çocuklarda Uyum ve Davranış Bozuklukları 1”,Yenimahalle
Rehberlik ve Araştırma Merkezi Yayınları, s:71,72)
2. Öz, İlkim . (Ağustos 2002 ) Çoluk Çocuk Aylık Anne-Baba Eğitimci Dergisi, sayı:17,s.22-23
3. Swedo,Anderson Susan – Leonard , L. Henrietta (2003 )Çocuktur ,Geçer! Epsilon. s.136- 148
19
Bir Girişim Masalı; “Alibaba”
Mehmet Ali İLKAYA
Keçiören RAM Rehber Öğretmeni
“Ali Baba ve Kırk Haremiler” masalını sanırım bilmeyen yoktur. Bu masal ve masalın en
unutulmaz repliği olan; “Açıl susam, açıl!” Çinli
bir müteşebbisin ilham kaynağı oldu. Gelin birlikte girişimci bir insanın masalına birlikte bakalım.
Alibaba’nın kurucusu Çin’li Jack Ma, Çinin
doğusunda bulunan Cıciang eyaletinin Gulaycın
köyünde dünyaya gelmiş. Jack Ma’nın, diğer bazı
girişimcilerde olduğu gibi eğitim yaşantısı pek parlak değil. Zira kendisi üniversiteyi üçüncü girişinde
kazanıyor. Kazandığı bölüm ise düşük puanlı bir
iki yıllık…İlk işinde pek çok Çin’li gibi düşük bir
ücretle çalışmaya başlamış, 12 Dolar.( http://www.
dunya.com/cin-sari-sayfasindan-elektronik-ticaretdevi-alibabaya-239555h.htm, 25 Kasım 2014).
1999 yılında borç para bularak 100 bin dolar ile
“Alibaba”yı kuran Ma, ABD gezisi sırasında dünya
e-ticaret sektöründe tedarikçi portalı alanında önemli bir eksiklik olduğunu fark etmiş. Alibaba, ismi
San Fransisco’da bir cafede doğmuş. Ma, “herkesin,
her kültürün kolayca hatırladığı” bir isim arayışında
iken, etrafındakilere: “Alibaba’yı biliyor musunuz?”
diye sormuş. Çevresindekiler “evet” yanıtını vermişler. Sonra “ne biliyorsunuz?” diye sorduğunda;
“Açıl susam açıl!” cevabını almış. Bunun üzerine
Ma, şirketin adını ve sloganını dünyaya ilan etmiş.
Cafe dışındakilerden de 30 kişiye Ma, aynı soruyu
sormuş. Evet, herkes Ali babayı biliyormuş (http://
www.cumhuriyet.com.tr/haber 25 Kasım, 2014).
20
Alibaba, basit bir fikir üzerinde tasarlanmıştı. İşletmelerin tedarik zincirlerini online platforma
taşıyacak B2B e-ticaret sitesi. Alibaba özellikle son
iki-üç yılda hızla büyüdü. Bu olağanüstü başarı Jack
Ma’yı 2013 yılında Çin’deki “Hurun Zengin Listesi”
nde birinciliğe taşıdı. (http://www.dunya.com/ilkkez-hurun-listesinde-zirvede-239829h.htm. 25 Kasım 2014). 19 Eylül 2014’de New York Borsası’ın
halka arz edilen şirket olağanüstü bir zenginlik
yarattı. Alibaba’nın ABD’den Güney Kore’ye,
Hindistan’dan İngiltere’ye yaklaşık 80 ülkede 20
binin üzerinde çalışanı bulunmaktadır. Alibaba, 10
binden fazla iş ortağı ile de devasa bir ağa ulaşmış
vaziyettedir. Halen, elektronik, makine gibi 40 farklı kategoride, 190 ülkeden alıcı ve satıcının iletişime geçebildiği küresel toptan ticaret portalı olarak
faaliyetlerini sürdürüyor. Alibaba, yıllık, ciro olarak
300 milyar doları geçmiş bulunmaktadır. Alibaba,
geçtiğimiz günlerde Çin’de kutlanan; “bekârlar
günü” 9 milyar dolarlık satış yapmayı başardı.
Ma, katıldığı konferans ve toplantılarda sık
sık “Ben yapabildiysem günümüz gençlerinin yüzde 80’i de başarabilir” diyerek gelecek genç kuşaklara cesaret veriyor. Piyasadaki bir fırsat, kolay bir
isim, herkesin bildiği bir slogan ile büyük bir başarı hikayesi Alibaba… Benzeri bir girişim masalını
için bizim gençlerimizde yapabilir mi ne dersiniz?
Eğitimde Alternatif Bir Yol Olarak Montessori
Selda SAKIZCIOĞLU
Keçiören RAM Rehber Öğretmeni
Dr. Maria Montessori, İtalya’nın ilk
kadın doktoru, erkekler dünyasında kadın
olma mücadelesini başlatmış bir feminist,
kendini dünya vatandaşı ilan etmiş ve bugün 76 ülkede binlerce okulu bulunan 100
yıllık bir eğitim pedagojisinin kurucusu.
Maria Montessori, her zaman sisteme
alternatif yaşamış, gerek öğrencilik hayatında gerek kendini birey olarak var etme yolunda sistem içinde kalma zorunluluğunu hissetmemiştir. Bir kadın ve bir doktor olarak
kendini mevcut sistemin sınırları içinde kalmak zorunda hissetmemiş, kendi hayal ve hedeflerinin gösterdiği ufka doğru yürümüştür.
Neticede bugün tüm dünyada önemli bir yere sahip Montessori felsefesini uygulayan okullarda çocuklar, sistem tarafından baskılanmadan ve kendi içlerindeki cevher söndürülmeden kendi yol haritalarını çizebiliyorlar. Klasik sistem içinde müfredata ve öğretmenin planına uymak zorunda olan çocukların aksine Montessori felsefesinde çocuklar, ihtiyaç duydukları zamanda ihtiyaç duydukları çalışmayı seçmekte özgürdürler.
Bu özgürlük felsefesi, saygı kavramı ile temellendirilir. Montessori felsefesinde saygı; çocuğa duyulan saygı,
çocuğun çevresindeki bireylere, doğaya, kendisine ve hatta çevresinde gördüğü eşyalara duyduğu saygıyı içerir.
Çocuğa duyulan saygı, çocuğun ihtiyaçlarına, duygusuna, isteklerine ve hızına saygı duymaktır. Bu durumda öğretmen sadece öğreten olmaktan çıkar; gözlemleyen, anlayan ve hisseden, çocuk kendi yol haritasını
çizerken ona rehberlik eden “yoldaş” olarak adlandırılır.Çocuğun verdiği mesajları, duygusunu ve merak ederek
öğrenmeye hazır olduğu konuyu anlayarak çocuğa rehberlik edebilmek, yoğun bir gözlem sürecinin sonunda
gerçekleşebilir. Bu sayede çocuk içten gelen bir motivasyonla ve yoğun bir merak duygusuyla öğrenmeye hazır
olduğu konuya yöneldiğinde ihtiyaç duyduğu yardımı doğru zamanda ve ihtiyaç oranında rehberinden bulacaktır.
Çocukları bir birey olarak kabul edip kendi sürecinde ilerlemesine duyulan saygının sonucu olarak kendini tanıyan, duygusunu, ihtiyaçlarını fark eden, kendini ifade edebilen, hedefini belirleyip bu hedefe giden yolu planlayan bağımsız bireyler olduklarına şahit olursunuz.
Montessori felsefesinde çocuğun seçme özgürlüğünün bir devamı olarak sınıfları yani ‘hazırlanmış ortamı’ görürüz. Özgürlük derken kastedilen sınırsız bir özgürlük değildir. Özgürlük; çerçevesi çocukların
gelişimsel ihtiyaçlarına ve güvenlik ilkelerine göre belirlenmiş bir ortamda ‘saygı’ temelinde yürütülen
ilişkiler içinde hazır oldukları ve ihtiyaç duydukları alana yönlendiklerinde engelle karşılaşmamalarıdır.
Çocuklar yetişkinlerden farklı olarak öğrenmeye karşı inanılmaz bir iştah duyarlar ve öğrenmeye hazır oldukları ve ihtiyaç duydukları konu ya da alana yöneldiklerinde de içten gelen bir motivasyonla hareket
ederler. İhtiyaç duydukları tek şey olan bu iç motivasyon, onların biz yetişkinlerden daha kolay öğrenmesine
olanak sağlar. Kararlılıkla öğrenmek üzere oldukları konuyla ilgili çalıştıklarında ve sonucunda çalıştıkları konuyla ilgili sonuca ulaştıklarında inanılmaz bir haz duyarlar. Bir dahaki sefere onları harekete geçiren de bu haz
olacaktır. Biz yetişkinlerin sandığının aksine ödül ve cezalar ile değil kendi iç motivasyonlarıyla hareket eden
çocuklar için bu aşamada yapmamız gereken, onlar büyük bir iştah ve kararlılıkla bir konuya yöneldiklerinde
durumdan aldığımız şahsi haz ya da merakımızı bastırmak ve kurduğu motivasyonu bozmamak olmalıdır.
21
Bağımsız bireylerin bağımsızlaşma yolunda ihtiyaç duydukları şey özgürlüktür. Özgür seçimlerinin
sonuçlarıyla karşılaşan ve bunların sorumluluğunu üstlenen çocuk bir bütün olarak kendinin de sorumluluğunu alır,“Her türlü duygum, fikrim ve ihtiyaçlarımla bir bütünüm. Kararlar alabilir bu yolda ilerlemek
için plan yapabilirim. Yürüdüğüm yolda başarı ya da başarısızlığı tadabilirim. Zaman zaman yardım talep ettiğim gibi yardım da edebilirim. İstemediğim şeyleri reddedebilirim, reddedilebilirim. Bana sunulan herhangi bir fikri hemen kabul etmek zorunda değilim, kendi zihin ve duygu süzgecimden geçirebilirim, bunun sonucunda kabul edebilirim, tartışabilirim, ikna edebilirim, ikna olabilirim. Ama ben, beni
ben yapan duygularımın, fikirlerimin, kararlarımın bir toplamıyım ve kendimi bir bütün olarak kabul
ediyorum.” İşte bu, kendi yolu Montessori’nin yoluyla karşılaşmış bir çocuğun iç sesidir. Ve işte böyle çocuklar değiştirecektir dünyayı. Kendinin ve hayatın farkında, tek başına değil bir bütünün parçası
olarak birey olma sorumluluğunu alabilen bireyler olacak çocuklarımız için biz yetişkinlerin de üstlenmesi gereken sorumluluklar var. Bu nedenle bir öğreti olmaktan çok bir yaşam felsefesi olarak Montessori felsefesinin ulaşılması zor bir hedef olmaktan çıkartılarak tabanda yaygın bir eğitim politikası olarak
benimsenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Kar amacı gütmeyen veli inisiyatifi okul projeleri ve devlet okullarında çalışan öğretmenlerin eğitimine sunulacak katkılarla, bugün yürütülen eğitim politikasına alternatif yaratabilir ve çocuklarımız için hayalini kurduğumuz özgür dünyanın kapılarını bizler aralayabiliriz.
KAYNAK
http://www.egitimpedia.com/egitim-2/egitimde-alternatif-bir-yol-olarak-montessori
22
Bağımlı Olma Özgür Ol!
Fahri UZUN
Keçiören RAM Rehber Öğretmeni
Bağımlılık; merkezi sinir sistemini etkileyen, davranış değişikliği yapan maddelerin, tedavi amacı dışında kullanılması sonucu ortaya çıkan bedensel, ruhsal, toplumsal sorunlara yol açan bir durumdur.
Bağımlılığın fiziksel ve ruhsal olmak üzere iki boyutu vardır. Çocuk ve ergen madde kullanmaya ailesi ve akranları tarafından kabul görmek, büyümüş gözükmek, kendi sınırlarını zorlamak, yalnızlık, yabancılaşma, boşluk vb. olumsuz duyguları ortadan kaldırmak gibi sebeplerle başlamaktadırlar.
Arkadaş baskısı ve arkadaşlarına hayır diyememe sonucu madde kullanımına yönelen gençlerin sayısı da
az değildir. Ailede alkol veya madde kullanımı varsa daha önemlisi aile bu konuda yeterli denetlemeyi yapmaz,
boşverici bir tutum içindeyse bağımlılık olasılığı daha da artmaktadır. Yine parçalanmış ailelerde de bağımlılık
riskinin arttığı bulunmuştur. Toplumsal sebepler olarak sözü geçen diğer olgular arasında gerçekçi, ödüllendirici ve yasal alternatiflerin yokluğu ve günümüzde gençlerde yaygın olan “boşluk” duygusu sayılmaktadır.
Türkiye’de madde kullanımı ve ilişki bozuklukları alanında epidemiyolojik çalışmalar ergenlik dönemi
ile sınırlıdır. 1991 yılında 1500 lise öğrencisi ile yapılan çalışmada, alkol dışı herhangi bir maddeyi yaşam boyu en az
bir kere kullanmış olma oranı %2.6, 1995 yılında 2800 lise öğrencisinde ise aynı oran %7 olarak saptanmıştır. Bu
çalışmalardaki yöntem ve örneklerin farklılıkları nedeniyle tam bir karşılaştırma yapılmasa da hastane başvuruları, polis ve mahkeme kayıtları, yakalanan madde miktarı ve maddelere bağlı ölümlerdeki artış gibi verilerde ülkemizde madde kullanımı ve ilişki bozukluklarının yaygınlığında son yıllarda önemli bir artışa işaret etmektedir.
Yurt dışında artık pek çok araştırıcının ortak kanısı tedavinin yanısıra önleme çalışmalarına ağırlık verilmesi gereğidir. Önleme çalışmalarının tarihçesine baktığımızda 1960’ların başında ABD’de yapıldığını görüyoruz. 1963 yılında New York eyaleti halk arasında “satma/koklama yazıları” diye bilinen yasaklamaları getirmiş fakat cezaların kullananları
yeterince korkutmadığı hatta daha tehlikeli olan aeresollere yönelimin artmasına sebep olduğu anlaşılmıştır.
Şu an için en etkili önleme çalışmasının eğitim olduğu söylenmektedir. 1986’da ABD’de devlet, medya,
gönüllülerin işbirliği ile bağımlılığa karşı savaş açılmış ve sonuçta gençlerin %95’ine bilgi aktarılması başarılmıştır. Bunun için radio, televizyon, gazeteler, dergiler, kasetler, broşürler, sokak panoları, afişler, hatta çocukların
sevdiği bilgisayar oyunları kullanılmıştır. Okul ziyaretleri yapılarak, yardım hatları kurularak, yurt vb.kurumlar
kurularak önlemeye çalışılmıştır. Yapılan araştırmalar gençlerin bu konuda ne denli bilgisiz olduklarını ortaya
koymuştur. Örneğin İngiltere’de yapılan araştırmada gençlerin sadece %8’inin uçucu maddelerin bağımlılık
yaptığını bildiklerini saptamıştır. Medya yoluyla ailelere de ulaşılmaya çalışılmıştır. Aileler yoluyla gençlere
bağımlılık karşıtı değerler aktarılmaya ve aileleri, çocukları daha fazla denetlemeye, yöneltmeye çalışılmaktadır.
Günümüzde önleme çalışmalarını çoğunun korkutmaya yönelik olması eleştirilmektedir. Bu nedenle
yalnızca riskler ve tehlikeler değil kullanmamanın ve barakmanın olumlu yanları da vurgulanmalıdır. Ayrıca gençlere ne yapmaları söylenirken bunu nasıl yapacakları yerine, ne yapabilecekleri üzerinde durulmalıdır. Diğer yandan gençler tarafından çok sevilen, benimsenen sporcu ve sanatçıların bu tip önleme çalışmalarına katılması başarıyı artırabilir.
Yurt dışında yapılan çalışmaların ışığında ülkemizde de bazı girişimlerde bulunulabileceği düşünülmüştür. Bunların başında yetkilileri bu sorunun varlığı konusunda bilgilendirmek önlemlerin önemini açıklamak ve bu konuda sağlıklı bir politikanın geliştirilmesini sağlamak gerekmektedir.
Türkiye’de;
• Madde kullanımı ve bağımlılığının tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de tıbbi, ekonomik, ve sosyal
kayıplara yol açan ciddi bir halk sağlığı sorunu olduğu açıktır.
23
• Tütün kullanımı son çıkan yasayla azasalsa da Türkiye’de oldukça yüksek orandadır.
• Alkol kullanımı diğer ülkelere göre düşük görülmekle birlikte, hızlı bir artma eğiliminde olduğu açıktır.
• Diğer maddelerin kullanımları oldukça düşük görülmekle birlikte hızlı bir artma eğilimi olduğu açıktır.
• Alkol ve alkol dışı madde kullanım ve bağımlılıklarının göreceli olarak az görülmeleri kapsamlı ve tutarlı, önleme ve koruma programları başarı şansını artıracaktır.
Bu Sebeple;
• Öncelikle okulları temel alan kapsamlı ve sürekli eğitim programları oluşturulmalıdır.
• Okul programları, ortaokul, lise ve yüksek öğrenim boyunca devam edecek şekilde planlanmalıdır.
• Okul programları için sınıf ve rehberlik öğretmenleri ve diğer öğretmenlere yönelik eğitim programları
hazırlanmalıdır.
24