İçeriyi yemekten boşalt Onda ma`rifet nurunu görünceye kadar***

Transkript

İçeriyi yemekten boşalt Onda ma`rifet nurunu görünceye kadar***
Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sayı: 22, ss. 347-354.
SÛFÎLERİN GIDA İSİMLERİYLE İLGİLİ ISTILAHLARINA DÂİR
HİCİVÂMÎZ İKİ LÜGATÇE*
Nasrullah PÛRCEVÂDÎ
Çeviren: Ali ERTUĞRUL**
Az yemek ve açlık çekmek, sûfîlerin öteden beri hassasiyetle üzerinde durdukları bir âdâb olmuştur. Doymak ve mideyi doldurmak Allah’ı anmada gaflete
mucip olacağından, meşâyih-i sûfiyye, sulûk merhalelerinde, müridlerine, her
gün belli bir miktar yemek yemelerini ve hiçbir zaman midelerini doldurmamalarını tavsiye etmekte idiler.1 Bu hususla ilgili olarak Sa‘dî de şöyle demektedir:
İçeriyi yemekten boşalt
Onda ma‘rifet nurunu görünceye kadar***
Fakat Sa‘dî’nin, içerinin yemekten boş kalmasına dikkat edilmesi gerekti-
*
**
1
***
Nasrullah Pûrcevâdî, “Du Ferheng-i Tanz-âmîz ez Istılâhât-ı Sûfîyân der Esâmî-yi Gazâhâ”,
Nâme-i Ferhengistân, Cilt V, Sayı 17, s. 35-42.
[Yemeklerle ilgili olarak bu iki küçük lügatçeyi neşretmiş bulunan makalenin yazarı sayın
Pûrcevâdî, takdim olarak yazmış olduğu kısımda, bu iki lügatçeden ve bazı rivayetlerden hareketle, genel olarak bazı sûfîlerin çok yemek hususunda bir zaaflarının bulunduğunu dile
getirmeye çalışmıştır. Ancak hepimizin de bildiği gibi, tasavvufta riyazet ve nefsi terbiye hususu her dönemde üzerinde önemle durulan bir konu olmuş, sâlikin nefsine hâkim olması ve
dünyayla ilgisini kesmesi seyr ü sülûk esnasında merhale kat edebilmesinin en önemli şartı
olmuştur. Bununla birlikte, tarih içinde bu âdâba uymayan bazı kimselerin sûfî kisvesi altında tezâhür ettikleri de bir vakıadır. Zâten sûfî büyüklerinin içeriden ve diğer müelliflerin dışarıdan tenkîd ettikleri kimseler de bunlar olmuşlardır. Kaldı ki, geçmişte “sûfîler”, günümüzde de “hocalar”la ilgili olarak halk arasında tedavül etmekte olan çok yemeğe dâir hikâyelerde aşırı bir abartma ve genelleme temayülü bulunduğu da açıktır.
Aslında bu iki lügatçe, başka bir açıdan, geniş sûfî tahayyülünü ve kavramlaştırma gücünü
gösteren bir vesika olarak da değerlendirilebilir. Öyle ki bu iki lügatçeden, uhrevî alanda tamamen sembolik bir dünya inşa etmiş olan sûfîlerin, maddî sahada da bazı sembolik ifadelere başvurarak mevcudu farklı ve esprili bir şekilde takdim ettikleri de anlaşılabilir. Bu bakımdan sayın Pûrcevâdî’nin, sadece yemek isimlerinin yer aldığı bu iki metinden hareketle
bu lüğatleri “hicivâmîz” olarak nitelemesi, kanaatimizce aşırı bir yorum olmuştur. Ancak
nâşirin emeğine hürmet ve görüşlerini bilmek açısından, takdim yazısını da metinle birlikte
vermenin uygun olacağını düşündük. Metindeki bazı yemek isimlerini tercüme ederken tereddüde düştüğümüzü de belirtmek yerinde olur. Müt.]
Ar. Gör, Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi. [email protected]
Bu tür tavsiyelerden biri için bk. Risâle-i Şakîk-i Belhî, “Âdâbu’l-İbâdât”, Ma‘ârif, 1/4
(Ferverdin – Tir 1366), s. 109.
Enderûn ez ta‘âm hâlî dâr
Tâ der ô nûr-i ma‘rifet bînî
Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sayı: 22
348 | Nasrullah PÛRCEVÂDÎ, çeviren: Ali ERTUĞRUL
ğini söylediği bu esnada, bazı sûfîler en büyük zihni meşguliyetlerinin mide
olduğunu ortaya koymuşlardır. Gerçekten de, sûfîlerin midelerini doldurmaları, h. V. asırdan itibaren dillere düşen ve bu sebebe binaen yazar ve şâirlerin
sûfîlere serzenişte bulundukları bir mesele idi. Bu şâirlerden biri olan Senâî
şöyle diyor:
Sûfîler kâm peşinde koşuyorlar
Onların kıblesi şâhid, mum ve midedir2
Genel olarak sûfîlere tenkitçi bir gözle bakan Makâmât-ı Hamîdî sâhibi
Hamîdüddin Ebu Bekir Belhî’nin itaba layık gördüğü sıfatlardan biri, onların
yemeğe karşı gösterdikleri hırs ve tamahtır.3
H. VII. ve VIII. asırlarda sûfîlerin midelerini doldurmalarının tenkit edilmesi gitgide daha şiddet kazanmış, yazarlar ve şâirler sûfîler arasında varlığını
ayıpladıkları bu sıfatla ilgili olarak hikayeler nakletmişlerdir. Bir sûfînin sofra
hazırlamak hususundaki aşkıyla ilgili olan bu hikayelerden biri, Mevlâna’nın
Mesnevisi’nde bulunmaktadır.
Mevlâna, bu hikayede, sûfîlerin toplandıkları vakit, sofrayı görmekten
nasıl mest olduklarını ve kendilerinden geçtiklerini anlatmaktadır.4
Mecd-i Hâfî de, h. 733 yılında telif ettiği Ravza-i Huld isimli kitabında,
sûfîlerin çok yemesiyle ilgili iki hikaye nakletmektedir. Hâfî’nin kitabının arkasında da zikredilen bu iki hikaye, sûfîlerin çok yemeleri ve midelerini doldurmaları meselesiyle bağlantılı olarak h. VIII. asrın toplumuna dâir genel bir tasavvura işaret etmektedir.
Hikaye (1):
Bir gün bir sûfînin cenazesini götürüyorlardı. Biri sordu ki, hangi sebeple
ölmüştür? Çok yemekten dediler.
Dedi: Otuz yıldır ben, böyle bir ölümü talep ediyorum, bana bir gün bile uğramıyor...
Hikaye (2):
Bir sûfî bir hayli yemiş olduğundan gitmeye güç yetiremedi. Onu tahtırevanına koydular ve evine götürmek üzere dört kişi bu tahtırevanı kaldırdılar.
Yolda, gitmekte olan bir gurup insanı gördü. Dedi: Nereye gidiyorsunuz?
2
3
4
Divan-ı Senâî, Tashih: Müderris Razavî, Tahran, 1354, s. 82 ve yine s. 149.
Sûfiyyân râ pey-i rânden-i kâm Kıble-şân şâhid ve şem‘ ve şikem est
Hamîdüddin Ebu Bekir Belhî, Makâmât-ı Hamîdî, Tashih: Rıza Enzâbî-Nejad, c. I, Tahran 1365,
s. 83.
Mesnevi, Nicolson tashihi, Defter 3, 3014-3020. beyitler.
Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sayı: 22
Sûfîlerin Gıda İsimleriyle İlgili Istılahlarına Dâir Hicivâmîz İki Lügatçe | 349
Dediler: Davete. Bunun üzerine tahtırevanı o tarafa çevirmelerini işaret etti.
Şiir:
Sûfîlere cennet zindandır
Eğer bu üçü cehennemde varsa
Eşek dâima saman ve arpadan gider
dan5
Kebab, muhallebi ve helvasız
Orası, cennetü’l-me’vâdan daha hoştur
Sûfî ise husye yemeği ve sirke çorbasın-
Sûfîlerin midelerini doldurmaları ve çok yemeleri, bu hikayelerde mülahaza edildiği gibi, gülme ve hiciv sebebi olmuştur. VIII. asrın tanınmış hiciv yazarı Ubeyd-i Zâkânî (ö.h. 771 veya 772) de, hicivlerinde, sûfîleri ve onların hırs ve
tamahlarını tenkit ederken, onları ayıplayıcı bir hikayeyi de zikretmiştir:
Bir kişi bahçeye gidiyordu. Bahçede bir sûfî ve bir ayı gördü. Sûfîye vuruyor, fakat ayıya bir şey demiyordu. Dedi: Ey Müslüman, nihayette ben ayıdan
daha küçüğüm; niçin bana vuruyor, ayıya vurmuyorsun? Dedi: Şu sebeple ki,
ayı yiyor ve de buraya pisliyor. Sen ise yiyorsun ve de götürüyorsun.6
Ubeyd Risâle-i Ta‘rîfât’ta, “sûfî”yi tarif edip onların neşelenme sebeplerini
zikrederken de sûfîleri tenkit etmiştir. O, sûfîleri beleşçi olarak isimlendirmekte
ve haşhaşı tarif ederken şöyle demektedir: Sûfîleri vecde getiren bir şeydir.
“Herîse [bir tür ekmek], pilav ve tatlılar” da haşhaş meclisinin gıdası ve onların
neşe kaynağıdır. Sûfîler ve onların yemek yemeleri hakkındaki bu tür hiciv
yazılarının daha mülayim bir türünü Bushâk Et‘ime’nin eserlerinde de
müşâhede etmekteyiz.7 Böyle bir atmosferde de Hâfız şöyle diyordu:
Sûfînin biri, şüphe lokması yiyen bir şehir gördü
Bu hoş alaflı hayvanın kolanı geniş olsun [diye dua etti]*
Mecd-i Hâfî’nin ve Ubeyd-i Zâkânî’nin sûfîlerin midelerini doldurmaları
hakkındaki hicivâmiz hikayelerini kaleme aldıkları bu asırda, sûfîler nokta-i
nazarından yemekleri tarif eden aşağıdaki iki kısa risâle de yazılmıştır. Bu
risâleler, gıda ve çok yemek meselesinin sûfîler arasında ne derecede ehemmiyeti bulunduğunu ve sûfîler arasında yaygınlık kazanmış söz konusu kınanan
5
6
7
*
Mecd-i Hâfî, Ravza-i Huld, Mahmud Ferruh’un mukaddimesiyle, Tahran 1345, s. 171-172.
Sûfîyân râ bihişt zindân est
Bî-kebâbî ve firinî ve helvâ
Ve ger în her se hest der dûzah
Hôş-ter-est ân zi cennetü’l-me’vâ
Har hemîşe zi kâh ve cov mîrâd
Sûfî ez hâygîne ve sekbâ
Ubeyd-i Zâkânî, Külliyyât, Haz. Muhammed Ca‘fer Mahcub, Newyork 1999, s. 301.
Mesela onun Divan’da “el-Bevârid”i tarifine bakınız (Divân-ı Bushak Hallac Şirazî (Et‘ime),
Şiraz, tarihsiz, s. 174.
Sûfî şehr bîn ki çûn lokme-i şübhe mî-hord Pârdumeş dırâz bâd în hayvân-ı hôş-‘alef
Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sayı: 22
350 | Nasrullah PÛRCEVÂDÎ, çeviren: Ali ERTUĞRUL
sıfatı, yazarlar ve şâirlerin niçin çok sert bir şekilde tenkit ettiklerini gösterirler.
Elbette bütün sûfîlerin aynı safta yer aldıkları söylenemez. Sûfîlerin tenkid
edildiği bu asırda, hakikaten dünyayı ve içindekileri arkasında bırakmış tasavvufa sâlik kimseler de bulunuyordu. Seyfüddin Bâherzî, Sa‘düddin Hamûye,
Mevlâna Celaleddin Rûmî, Alaüddevle Simnanî ve Abdüssamed Natanzî gibi
büyük şeyhlerin tümü, söz konusu bu asırda yaşamışlardı.
Netice olarak, İlhanlılar dönemindeki İran tasavvufunun sosyolojik bir
yönüne işaret eden aşağıdaki iki sözlük ya da gıda lügatinin bir açıdan birbiriyle benzerlikleri vardır. Her ikisi de evvela, sûfîler arasında râyiç bulunan ıstılahları nakletmekte ve sonra da onların karşılığı olan yemeklerin isimlerini
vermektedirler. Istılahların bazıları her iki lügatte de zikredilmiştir. Fakat, aynı
zamanda, bu iki risâlenin birbirinden farklılıkları da vardır. Bu durum, bunların iki farklı yazarın kaleminden çıktığını ortaya koyar.
Bu iki risâle, bir başka açıdan da ehemmiyete sahiptir. Şimdiye kadar biz,
Ubeyd-i Zâkânî’yi, Farsça’daki bu tür hicivâmiz kelimelerin mucidi olarak biliyorduk. Ancak sûfîlerin içtimaî ıstılahlarını içeren aşağıdaki iki hicivâmiz lügatin ortaya çıkmasıyla, bu türden lügatler kaleme almanın geçmişinin Ubeyd’in
öncesine gittiğini (ki bunlardan biri, kesin olarak h. 722 yılından önce derlenmiştir) ve muhtemelen bizzat Ubeyd’in de, Deh Fasl isimli risâlesini kaleme
alırken bu tür lügatlerden ya da bunların benzerlerinden ilham aldığını malum
kılmaktadır.
Bu iki risâlenin her birinden sadece bir tane el yazması nüsha mevcuttur.
“Kitâb-ı Esmâ-i Ebâ-hâ be-Istılâh-ı Sûfiyân” ismini taşıyan ilk risâle, Ebû’l-Mecd
Muhammed b. Mes‘ûd Tebrîzî’nin 722 yılında yazıya geçirdiği Sefîne-i
Tebrîz’dedir (s. 233).8 İkinci risâle ise, Paris Milli Kütüphanesi (Supplément
Persian 824)’nde bulunan Külliyât-ı Ubeyd-i Zâkânî isimli yazma nüshanın başındadır. Bu iki risâlenin yazarlarının kim oldukları bilinmemektedir. Fakat,
görünüşe göre, her ikisi de h. VII. asrın sonlarında ya da VIII. asrın başlarında
yaşamışlardır.9
8
9
Bu yazma mecmua hakkında, bu makalenin yazarının makâlesine bakınız: “İrfân-ı Asîl-i İrânî
der Sefîne-i Tebriz”, Nâme-i Baharistan, 2/1, Zemistan 1379. [Makale yazarının sözünü ettiği
Sefine-i Tebrîz isimli mecmua, 1381/2003 yılında Tahran üniversitesi yayınları içinde faksimile
(tıpkı basım) olarak neşredilmiştir. “Kitap” ismiyle kaydedilmiş 209 müstakil risaleyi içine
alan bu hacimli mecmuanın mufassal bir tanıtımı için bk. Abdülhüseyin Hâirî, “Sefîne-i
Tebrîz: İki Kapak Arasındaki Kütüphâne”, Çev.: Ali Ertuğrul, Tasavvuf: İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl 8, Sayı 19, Ankara 2007, s. 351-400.
Bu risâlenin faksimile metni, Mukaddime-i Külliyât-ı Ubeyd-i Zâkânî’nin Önsözü’nde basılmıştır.
Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sayı: 22
Sûfîlerin Gıda İsimleriyle İlgili Istılahlarına Dâir Hicivâmîz İki Lügatçe | 351
1
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN İSMİYLE
SÛFÎLERİN ISTILAHLARINA GÖRE EBÂ* İSİMLERİ KİTABI
1. Kûtu’l-Îmân
2. Ebû Câmi‘
3. Ebû Recâ
4. Mübeşşirü’l-Hayrât
5. Şeyhu’r-Rahmet
6. Rüknü’d-Devle
sofra
7. Mûbed-i Fâris
8. Bisâtü’r-Rahmet
ekmek
9. Zahmet bilâ-Fâyide
10. Azâbu’s-Sofra
11. Ebû’l-Vezîr
12. Ebû’l-Ferah
13. Ebû Nâfi‘
14. Ebû’s-Salîb
15. Şeyhu’l-Muhayyire
16. Tevfîr-i Hâriyân
17. Sellâh-ı bî-Hicâb
18. Şikâr-ı Şeytân
19. Musîbet-i Meşâyih
20. Şeyh Hâcı
21. Ebûl-Emn
22. Ebû ‘Ümre
23. Şehîd bin Şehîd
zartma
24. Şeyh bâ-Taylesân
kızartma
*
10
: Nân
: İhvân
: Sofre
: Ârende-i Sofre
: Âb
: Hân-ı Ârâste
: Ekmek
: Kardeşler
: Sofra
: Sofrayı getiren
: Su
: Bezenmiş/düzülmüş
: Mîzbân
: Nân-ı Tunuk
: Ev sahibi
: İnce, latîf/yumuşak
: Tere
: Sirke
: Tirid
: Gird-âb10
: Helvâ
: Efrûşe
: Birinc-i be-gûşt ve nohûd
: Rişte
: Gûşt-i Morğ
: Bulğûr vâ
: Gâvers bâ
: Birinc-i be-Gûşt
: Sîrî
: Gurusnegî
: Berre-i Büryân
: Tere (çeşitli yeşillikler)
: Sirke
: Tirid
: Bir çeşit çorba
: Helva
: Bir çeşit helva
: Etli ve nohutlu pirinç
: Erişte
: Tavuk eti
: Bulgur çorbası
: Darı çorbası
: Etli pirinç
: Tokluk
: Açlık
: Kuzu büryan / kı-
: Birinc ü Büryân
: Pirinç ve büryan /
Ebâ, bâ ve vâ kelimeleri “aş / çorba” manasına gelmektedir.
Muhtemelen bir çeşit aş /çorba olan “gevz-âb” kelimesinin bozulmuş halidir.
Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sayı: 22
352 | Nasrullah PÛRCEVÂDÎ, çeviren: Ali ERTUĞRUL
25. Şeyhu’t-Taberî
26. Kubbetü’l-İslâm
27. Şeyhu’l-Mübârek
28. Şeyhu’l-Ebyad
29. Şeyhu’l-Halîl
30. Kâdiyü’l-Kudât
31. Vezîrü’l-Vüzerâ’
32. Ebû Sa‘îd
yani Em‘â’]
33. Nedîm-i Hâs
34. Melikü’l-Esved
35. Emîrü’l-Ümerâ
36. Müezzin-i Ekber
37. Lokmetü’l-Hikmet
38. Kubûr-ı Şühedâ
39. İsbâ‘u’l-Hûr
40. Rahlü’l-Cennet
41. Hâcibü’l-Hüccâb
42. Merhem-i Sîne
43. ‘Amr-ı ‘Âs
44. Hasan u Hüseyn
45. Lokmetü’l-Ekmele
pılan bir tür ekmek
46. Afiyet Nihânî
47. Ziyâfetü’l-Etrâk
48. Zengî Hanedân
49. Münker ve Nekir
50. Âsyâ-seng-i Zîrîn
51. Tabîbü’l-Enbiyâ
52. Ahsenü’l-Fevâkih
*
: Birinc-i Şîr [= Şîr-birinc]: Sütlü pirinç / sütlaç
: Zîr-bâc [= Zîre-bâc]
: Kimyonlu çorba
: Ğûre bâ
: Koruk üzüm çorbası
: Dûğ bâ
: Ayran çorbası
: Yahnî
: Yahni
: Enâr bâ
: Nar çorbası
: Sikbâc
: Sirke çorbası
: Kalye-i Mi‘â [= Mi‘â’, : Bağırsak kavurması
: Kalye-i Ciğer
: Kalye-i Rindî
: Kulîçe
: Hâygine
: Keşmekeş Rişte
: Cevzîne
: Levzîne
: Kâçî be-‘Asel
: Kalye-i be-Gevz
: ‘Asîre-i Hurmâ
: Mâhî Büryân
: Rûğan ü Engobîn
: Herîse
: Ciğer kavurması
: Rindlik kavurması (?)*
: Yuvarlak ekmek
: Husye yemeği (?)
: Karışık erişte
: Ceviz helvası
: Badem helvası
: Ballı helva
: Kavrulmuş ceviz
: Hurma özü
: Balık kızartması
: Yağ ve Bal
: Et ve hububattan ya-
: Dîg-i Tenûrî
: Tutmâc
: Ser-i Büryân
: Cevz ü Penîr
: Helvâ-yı Hoşk
: Engûr
: Harbuze
: Ocaktaki tencere
: Tutmaç
: Kelle kızartma
: Ceviz ve Peynir
: Kuru helva
: Üzüm
: Kavun
Rindî kelimesi, rindlik, kurnazlık, kayıtsızlık ve serserilik gibi anlamlara gelmektedir. Eğer
kelimeye bu mana verilecek olursa, bu takdirde bahis konusu yemeğin ismi yukarıda da dendiği gibi “Rindlik kavurması” gibi bir şey olur. Ancak kelime, “rendîden / rendelemek, yontmak, saf etmek, cilâlamak” kökünden gelen “rend”den gelecek olursa, bu taktirde rendeli kavurma veya kıyılmış kavurma, yani kıyma kavurması demek mümkün olacaktır [müt.].
Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sayı: 22
Sûfîlerin Gıda İsimleriyle İlgili Istılahlarına Dâir Hicivâmîz İki Lügatçe | 353
53. Beytü’l-Ehzân
: Şâhid
: Şâhid
54. Beytü’l-Uşşâk
: Sâbûn
: Sabun
55. Zelzele-i Sînî
: Nân-ı Büryân
: Kızarmış ekmek
56. Usâretü’l-Meşâyih
: Çengâle
: Çatal
57. Peyk bâ-Esedî (?)
: Hilâl
: Şiş/kürdan
58. Dâire-i Azâb
: Taşt
: Leğen
59. Renc-i Dil-i Sûfiyân
: Âftâbe
: İbrik
60. ‘Akabe-i Mozdûrân
: Bâklîvâ
: Baklava
61. Kalensüvetü’l-Kudât
: Bôrânî
: Borani
62. Ye’cûc ve Me’cûc
: Sa‘ter
: Kekik
63. Kubûr-i Şühedâ
: Katâyıf
: Kadayıf
64. Fuzûl der Dûzah
: Ân kes ki ka‘b gerdâned : Zar/kemik atan kişi
En iyisini Allah bilir. Başından sonuna kadar bu risalenin yazımı, 722 senesinin ilk aylarından olan Mükerrem [Şevvâl] ayının üçünde, Salı günü, Yatsı
namazından sonra tamamlandı.
2
RAHMET ÖRTÜSÜ OLAN YİYECEKLERE DÂİR SÛFÎLERİN
ISTILAHLARI
1. ‘İmâdü’d-Dîn
2. Ma‘şûk-ı Yegâne
3. Rûhu’l-Emîn*
4. Şehîd-i Şehîdân
5. Kâdiyü’l-Kudât
6. Melikü’l-Kudât
7. Sütûn-ı Müselmânî
8. Mûnis-i Garîbân
9. Şeyh-i Kebîr
*
11
12
: Nânhâ-yı Nâzenîn
: Birinc Dâne
: Gûşt-ı Nermîn
: Berre-i Büryân11
: Birinc-i Muhallâ
: ......... (?) Vîr Vâ12
: Herîse-i Mîhmânî
: Bekşinâs (?)
: Birinc ma‘a Şîr
: Zarif/yumuşak ekmekler
: Pirinç tanesi
: Yumuşak et
: Kuzu büryan / kızartma
: Tatlı/süslü pirinç
: .........(?) Vîr çorbası
: Misafir herîsesi/ekmeği
: Bey bilen / Bey tanıyan (?)
: Sütlü pirinç / sütlaç
Metinde “Rûhu’l-Mîn” şeklinde geçmektedir. Muhtemelen baştaki elif düşmüş olmalıdır
[müt.].
Birinci risalede, Berre-i Büryan (kuzu kızartma)’a “Şehid bin Şehîd” denilmiştir (No: 23).
Muhtemelen, birinci risalede Zîr-bâc: Kubbetü’l-İslâm şeklinde geçen Zîr-bâ = Zîre-bâ (Kimyonlu çorba) olmalıdır.
Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sayı: 22
354 | Nasrullah PÛRCEVÂDÎ, çeviren: Ali ERTUĞRUL
10. Şeyh-i Taberî
: Kalye-i Gevzî13
: Kavrulmuş ceviz
11. Yâr-i Cânî
: Âş-ı Bôrânî
: Borani aşı/çorbası
12. Nedîm-i Hâs
: Dû Piyâz
: İki soğan
13. Şeyh-i Cânî
: Bu‘râk-cân14
: Bir çeşit çorba
14. Şa‘bân Tonı
: Summâkiyye
: Sumak yemeği
15. Ye’cûc ve Me’cûc : Rişte
: Erişte
16. Pîr-i Harif
: Dûğ-bâ
: Ayran çorbası
17. Hasretü’l-Mülûk
: Şikembe ve Sîr ve Sirke : İşkembe, sarımsak ve sirke
18. Zengî Hanedân
: Nân-ı Büryân
: Kızarmış ekmek
19. Akl-konende Resîd (?) : Pâçe ve Tirîd
: Paça ve tirid
20. Şeyh-i Kâmil
: Mâst-ı Şîrîn
: Tatlı yoğurt
21. Zeynü’l-Kâc
: Tutmâc
: Tutmaç
22. Azîm bi’l-Ezlâk
: ‘Asel Kaymâk
: Bal Kaymak
23. Dû Yâr-ı Nâzenîn : ‘Asel ve Tahîn (= Ârd) : Bal ve Tahin (= Un)
24. Râhat-ı Hulkûm
: Pâlûde
: Nişaşta ve şekerden yapılan,
tel ve tane biçiminde olan bir tatlı türü. Muhtemelen pişmaniye kastedilmektedir.
25. ‘Âşık ve Ma‘şûk
: ‘Asel ve Rûğan
: Bal ve Yağ15
26. Kubûr-ı Şehîdân
: Katâyıf
: Kadayıf
27. Kurretü’l-‘Uyûn
: Helvâ-yı Gûnâgûn
: Rengarenk helva
28. Tesbîh-i Sahîh
: Hurmâ-yı Melîh
: Tuzlu / hoş hurma
29. Teşvîş-i Meşâyih
: Bulğûr ve Keyve bâ16 : Bulgur ve Marul çorbası
30. Münker ve Nekîr : Gevz17 ve Penîr
: Ceviz ve Peynir
31. Ârâyiş-i Sofre (Kezâ) : Tarhûn ve Tere
: Tarhun ve Ter
13
14
15
16
17
Şeyh-i Taberî, birinci risalede “Birinc-i şîr” olarak tarif edilmiştir (No: 25).
Muhtemelen, bir çeşit aş / çorba olan “Buğra-hânî”nin bozulmuş şeklidir.
Bal ve yağ, birinci risâlede “Hasan u Hüseyn” karşılığında kullanılmıştır (No: 44).
“Keyû-bâ” muhtemelen “Keyve-bâ” (Keyve = Kâhû = Marul) olmalıdır. “Zîre-bâc” kelimesi
de nüshada “Zîr-bâc” şeklinde zabtedilmişti, yani sondaki “he” düşmüştü. Şüphesiz kâtibin
el yazısı bu şekildedir.
Nüshanın aslında “Şûr = Tuzlu” şeklindedir.
Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 9 [2008], sayı: 22