Ilısu Projesi - Hasankeyf`i Yaşatma Girişimi

Transkript

Ilısu Projesi - Hasankeyf`i Yaşatma Girişimi
Ilısu Projesi
Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santralı Projesinin
dünü, bugünü;
Sosyal, kültürel ve çevresel etkileri
10 bin yıl önce Dicle kıyılarından kurulan Hasankeyf Antik
kenti bir dönem Moğollar tarafından talan edilse de,
medeniyetler beşiği olma özelliğinden bir şey yitirmemiş, her
medeniyetin
kendisine
sunduğu
değerlerle
günümüze
gelebilmiştir o mağrur duruşuyla. Kıyımdan bu yana geçen
zamanda yaralarını saran Hasankeyf şimdilerde, tamda en
kıymetli olması gereken bir zamanda tümden pazarlık konusu
yapılmış, yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Hasankeyf’in yok edilmesini öngören ve Dicle nehri üzerinde
planlanan Ilısu Barajı ve Hidroelekrik Santralı Projesi’nin
etüt çalışmaları 1954 yılında başlayıp 1982 yılında GAP
projesi çerçevesinde kabul edildi. Ilısu Projesi oldukça uzun
bir süredir tartışılsa da, asıl olarak, hükümet tarafından
1996/1997 yılında yatırım programına alındıktan sonra gündeme
geldi. 1998 yılında yedi Avrupalı şirket ve üç Türk şirketten
oluşan ”birinci” Ilısu Konsorsiyumu, Türkiye ve Avrupa’dan çok
sayıdaki sivil toplum kuruluşları (STK) tarafından 1999 ile
2002 arasında yürütülen geniş kampanyalar sonucu, üç Avrupalı
şirketin (İngiltere, İtalya ve İsveç’den birer sirket) ve bir
bankanın (İsviçre’den UBS Bankası) çekilmesiyle dağıldı.
2004 yılında tekrar 4 Türk (Nurol, Cengiz, Çelikler ve Temelsu
Uluslararası) ve 6 Avrupa’lı şirketler olmak üzere
(Avusturya’dan VA Tech/Andritz, Almanya’dan Züblin ve
İsviçre’den Alstom, Stucky, Maggia ve Colencio) bir araya
gelerek ‘ikinci’ Ilısu Konsorsiyumunu oluşturdu.
Batman, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve Şırnak illerini
etkileyecek, kültürel miras, çevre/ekoloji ve sosyal yapıya
olumsuz etkilere neden olacak olan bu baraj projesi ulusal
yasalar ve uluslaraarsı anlaşmalar gözardı edilerek planlandı.
Ancak bu proje şu ana kadar bölgede arkeolojik açıdan önem
arzeden Samsat, Halfeti, Zeugma, Eğil, Hallan Çemi, Newala
Çori gibi tarihi yerlerin sulara gömülmesinden sonra bardağı
taşıran son damla oldu.
Ocak 2006’dan itibaren oluşturulan ”Hasankeyf’i Yaşatma
Girişimi” bünyesinde çeşitlili sivil toplum kuruluşları,
meslek odaları ve yerel yönetileri alarak projeye karı
eleştirel bir hareket başlatmış, yerel halkın, Türkiye ve
Dünyadaki diğer çevre örgütü ve STK’ların da desteğini alarak
bu proje ülkede ve dünyada tartışılır hale getirmiştir.
Finansı büyük oranda dış kredi ile sağlanacak olan Ilısu
projesi için Ilısu konsorsiyumundaki şirketler, Avusturya,
Almanya ve İsviçre hükümetlerine bağlı İhracat Kredi
Kuruluşları’na (ECA – Export Credit Agency) 1998 yılından
sonra ikinci kredi teminatı için başvuruda bulundular. Ancak
ECA’lar oldukça tartışmalı olan projesi için bir Çevre
Etkileme Değerlendirme Raporu (ÇEDR) – aslında bu istenilen
rapor uluslararası düzeyde geçerli olan ÇEDR koşullarını
yerine getirmiyor – ve Yeniden Yerleşim Eylem Planı’nın (YYEP)
hazırlamasını şart koştu. İstenilen iki rapor hazırlandıktan
sonra, Aralık 2005’de Ilısu konsorsiyumu ECA’lara kredi
teminatı için resmi tam başvurusunu yaptı. Bu sırada raporlara
ilişkin girişimimiz ve karşıt kampanyalar tarafından
hazırlanan bir çok yorum ve doküman da ECA’lara gönderildi.
Projenin tartışmalı özelliklerinden dolayı ECA’lar, kredi
teminatı kararını doğrudan Avusturya, Almanya ve İsviçre
hükümetlerine bıraktı. Fakat pek çok tartışma, eleştiri ve
uyarılara rağmen bu üç hükümet kredi teminatı halen tartışmalı
olan 153 şart’a bağlamak koşuluyla Mart 2007’de Ilısu
projesine onay verdi ve bu şartların yerine getirilip
getirilmediğini kontrol etmek için ”Ilısu Uzmanlar Komitesi”
(Committee of Experts – CoE) oluşturuldu.
1999 ile 2002 arası da finansın Avrupalı ülkelerden sağlanması
öngörüldüğü, ancak gerek Avrupa’da gerekse Türkiye’de yüksek
düzeyde kamuoyu tepkisi oluştuğu ve kredi teminatı için talep
edilen çevre ve sosyal kriterlerin hiç birisinin de DSİ ve
şirketler tarafından yerine getirilmemesi ve 2001 yılında
Türkiye’de ekonomik krizin projenin patlaması, projenin itibar
kaybetmesi ve 2001/2002 yılında bazı Avrupalı şirketlerin geri
çekilmesiyle gündemden düşmesine neden oldu. Ancak 2004
yılında aslında projenin özünde belirleyici değişiklikler
olmasa da, Türkiye’de ekonomik koşulların düzelmesi, projenin
yeni tasarımında göç konusunda bazı değişikliklerin söz konusu
olması, AB katılım sürecinin başlaması ve Hasankeyf’ın bazı
eserleri için bir ”kurtarma planı” (arkeolojik kültür parkı
şeklinde) hazırlanması, Avrupalı hükümetler açısından kredi
teminatının verilmesi için yeterli sayıldı. Burda açıkça
belirtmek gerekir ki Avrupalı hükümetleri, ne kadar sosyal ve
ekolojik kriterlerden ve sürdürebilirlikten sürekli
bahsetseler de, gerçek anlamda insanları, kültürü ve doğayı
pek düşünmedikleri ve bu tür projelerin kendi şirketleri
tarafından yapılmasından yanalar.
Peki, Türkiye’nin Dicle Nehrini koca bir göle dönüştürecek
olan bu projesinin etkileri nelerdir?
Ilısu barajının planlandığı bölge uygarlık tarihi açısından
son derece önemli olan Yukarı Mezopotamya bölgesidir. İlk
yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilen bu bölgede resmi
verilere göre Hasankeyf de dahil toplam 289 arkeolojik sit
alanı bulunmaktadır ve bu bölgenin sadece % 40’ında yüzey
araştırması yapılmıştır. Bu araştırma tamamlanabilirse, sit
alanı sayısının, şimdikinin en az iki katına çıkması
beklenmektedir. Barajın inşa edilebilmesi için alelacele
yapılan kazılar için onyıllarca zaman gerekirken Baraj
inşaatının başlaması halinde bu süre 7 yıla indirgenecektir.
Bu durumda tahmin ettiğimiz ve/veya hiç bilmediğimiz
zenginlikler gün ışığına çıkarılmadan tamamen yok edilecek ve
insanlığın uygarlık kültürü büyük katliama uğrayacaktır.
Tartışmaların
merkezinde
olan
Hasankeyf
onu
yok
etmek
isteyenlerce idda edildiği gibi birkaç taş ve mağaradan ibaret
değildir. Doğanın tarihle sarmalandığı bu antik kent, hayat
veren Dicle’nin koynunda medeniyetlere ev sahipliği yapmış
muhteşem bir açık hava müzesidir. Kurulduğu binlerce yıl
öncesinden bugüne kadar kesintisiz mesken edinimli olan
günümüzde de canlı, cıvıl cıvıl bir yapıya sahiptir ve
Anadolu/Mezopotamya’da antik ve ortaçağdan büyük oranda ayakta
kalan tek yerdir.
Sırasıyla Hurri-Mitaniler, Assurlar, Urartular, Medler,
Persler, Romalılar, Bizanslar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklar,
Artuklular, Eyyubiler ve Osmanlıların hüküm sürdüğü
Hasankeyf’te en az 20 doğu ve batı kültürü iz bırakmıştır. 12.
yüzyılda Artuklulara başkentlik yapan bu kent demir para
basılan bir darphaneye, İpek yolunun geçtiği gösterişli bir
taş köprüye sahipti. Hasankeyf’teki zanaatkarlık 20. yüzyıla
kadar çok gelişkindi ve ürünler Mezopotamya’nın ortalarına
kadar satılıyordu. Bu şehirde, Ortaçağ’dan 20. yüzyılın
ortasına kadar sürekli en az 10 bin insan yaşıyordu ve 19.
yüzyıla kadar bölgenin büyük yerleşim birimleri arasında
yerini alıyordu. Hasankeyf, zamanın en büyük taş köprüsü
özelliğini taşıyan köprüsü dışında özellikle El Rizk Camiisi,
Zeynel Bey türbesi, hamamı, yaklaşık 6 bin mağara ve özellikle
kaya üzerindeki kalesi ile üzerindeki çok sayıda yapısıyla
tanınmaktadır. Bu yapılar Ilısu konsorsiyumu ve DSİ için
çalışan kimi sözde uzmanların iddia ettiği gibi başka bir yere
taşınarak yeni bir Hasankeyf inşa edilemez.
Ilısu Barajı projesinin yaratacağı tek tahribat kültür ve
tarihi değerler açısından olmayacaktır. Proje çerçevesinde
yapılan tartışmalarda en önemli noktalardan biri, baraj inşası
nedeniyle oluşacak göç ve sosyal sorunlardır. Hayata
geçirilmesi halinde Batman, Siirt, Diyarbakır, Mardin ve
Şırnak illerinde toplam 199 köy ve Hasankeyf ilçesini
‘etkileyecek’olan projeden resmi rakamlara göre 55.000 insan
etkilenecektir. 90’lı yıllarda zorla göç ettirilmiş insanları
eklersek bu sayı 78.000 dolayında olduğu ve baraj yapılması
planlanan bölgeyi geçiş güzergahı olarak kullanan yörükler de
hesaplanırsa bu sayının 100.000’i aşacağı tahmin edilmektedir.
Çoğu yerlerinden edilecek veya yaşam kaynakları ellerinden
alınacak olan bu insanların önceki ekonomik-sosyal seviyesinin
korunması konusunda Türk yasalarına göre bir garanti yoktur.
YYEP çerçevesinde yapılan ankete göre, Ilısu projesinin
gerçekleşmesi durumunda, etkilenecek insanların % 80′ı büyük
şehirlere göç edeceğini % 20’si ise devlet tarafından
kuruluacak
yeni
yerleşim
yerlerine
gidebileceğini
söylemektedir. Bu büyük göç dalgasının şehirlere yapacağı
negatif etki göz ardı edilmektedir. Kentlere göç edecek
insanları çok sayıda sosyal, ekonomik ve psikolojik sorunlar
bekleyecek. Kırsal alanda üretici konumda olanlar şimdi
kentlerde tüketici konuma düşecekler. Şehirlere gelenler
genelde çiftçi oldukları için bu mesleki konumlarından dolayı
iş bulamayacaklar, bulurlarsa da en düşük gelirli ağır işlerde
çalışacaklar. Yeniden yerleşim yerlerin öngörüldüğü yerlerde
yeterli miktarda verimli toprak ve suyun olmaması, 153 koşula
göre iddia edildiği gibi sağlıklı yeni yerleşim yerleri
kurulamamaktadır; bu da göç dalgasını tetikleyecektir. Ilısu
barajının etkileyeceği bölgeye yakın ve uygun olan yeterince
yeniden yerleşim alanları bulunmamaktadır çünkü bölgede zaten
binyıllardır tarım yapılmakta ve verimli alanlar büyük oranda
kullanılmaktadır. Etkilenen insanlara yaşadıkları yerlerden
çok uzaklarda devlet hazinsinden toprak teklif edilmekte ancak
bu teklif pek de sıcak karşılanmamaktadır. Bu durumda insanlar
eğer tazminat alacakları bir evleri veya toprakları varsa
kendilerine verilecek olan parayı alıp şehirlere göç
edeceklerdir.
Başka çok önemli bir sorun da toprağın dağılım sorunudur. GöçDer Diyarbakır ve Batman’ın etkilenen köylerinde yaptığı alan
çalışmasına göre, insanların % 50’sının işlettikleri
topraklara kendilerinin sahip olmadığı, yani büyük toprak
sahipleri için çalıştıkları tespit edilmiş. Topraksız insanlar
baraj yapımı durumunda geçim kaynağını kaybedecek ve Türk
yasalarına göre hiç bir tazminat alamayacak. YYEP’te bu kesim
için sadece –yine soyut ifadelerle– mesleki eğitim verileceği
belirtilmiş. 153 koşullar (TOR) ise bu insanlara daha geniş
mesleki eğitim verilmesini ve düşük faizli krediler öngörüyor.
Ancak hangi şartlar altında bu kredilerin verileceği (göç eden
insanlar malvarlıklarını kaybedeceği için kredilere neyi
teminat göser?) yine havada kalmış. Ilısu projesinde en çok
kaybedecek kesim bu insanlar olacak.
Kente gelişin en büyük faturasını kadınlar ödeyecek. Kırsal
alanda kadın da üretimde yer alırken bu durum kentte ortadan
kalkacak. Kenti tanımayan kadınların dört duvar arası kapanma
ihtimali çok yüksek. Kadınlar uyum ve dil sorunundan dolayı
kentteki sosyal yaşama neredeyse hiç katılamayacak. Kadınların
yanında çocuklar da büyük risk grubuna girmektedir. Kırsal
alanlarda çocuklar günlerini doğada sorunsuz şekilde
geçirirken, kentlerde zor yaşam şartlarından ve çok daha
yüksek suç ve şiddet oranından dolayı sokaktaki hırsızlık,
balicilik ve çetecilik risklerine açık konuma gelecekler.
Aileler bu riskin pek bilincinde olmadıkları için önlem alma
durumları da pek beklenmemektedir.
Ilısu projesi gerçekleştirilmesi ekolojik dengeye de büyük
zarar verecektir. Son derece zengin bir ekosisteme sahip olan
Dicle Vadisi havzası enerji üretimi için farklı alternatifler
duruken, ciddi bir araştırma yapılmaksızın bu köhne baraj
projesinin sularına kurban edilmek istenmektedir. Nitekim bir
çok çevre kuruluşuna göre, Dicle vadisi bölgesindeki ekosistem
burada yaşayan bitki ve hayvanları açısından birinci derecede
önemlidir. Yapılan araştırmalara göre yalnızca Hasankeyf ve 12
km’lik uzunluğunda batı çevresini kapsayan bölgede123 kuş türü
gözlenmiştir.
Olumsuz etkiler, baraj göllerinin karasal alanları işgal
ederek, buralarda yaşayan canlıların yaşam alanlarını yok
etmesiyle sınırlı kalmamaktadır. Akarsu sistemleri, barajlarla
büyük durgun su birikintilerine dönüşmekte, akarsuya uyum
sağlamış bitki ve hayvan türleri ya ani bir şekilde ya da
zaman içerisinde yavaş yavaş azalarak yok olmakta. Bu değişim
sürecinde çeşitlilik hayvan ve bitki açısından büyük oranda
azalmaktadır.
Fakat barajların çevresel etkileri bunlarla sınırlı değildir.
yeraltı suyunun çekilmesi, baraj aşağı kesimlerdeki nehir
yataklarının bozulması ve su akışının istikrarsızlığı gibi
nedenlerle nehir adalarının yok olması, sulu tarımın
yaygınlaşmasıyla karasal bölgelerde ani habitat ve iklim
değişimlerinin ortaya çıkması gibi daha nice olumsuz etkiler
sayılabilir. Barajın inşa edilmesiyle meydana gelecek su
kalitesindeki düşüş ve nem artışı tropikal hastalıkları
yaygınlaştıracak, atık suların aktığı durağan gölün kıyı
bölgelerinde ve suyun zaman zaman geri çekilmesi sonucu
biyolojik ve kimyasal atıklarla kaplanmış büyük alanlarda çok
sayıda tehlikeli hastalık taşıyabilecek böcek ve (sivri-)sinek
türemesine neden olacaktır. Haliyle enfeksiyonal hastalıkların
da bir kaç yılda yaygınlaşmasını beraberinde getirecek. Bu
nedenlerle Hepatit A, Salmonella, Para-Tifo, Amipli Dizanteri
gibi etkenler –Fırat nehri etrafındaki bölgede olduğu gibi–
çok sayıda hastalığa neden olabilecektir. Bu tehlikeler,
özellikle kirlenen nehirlerden ya da barajlardan su kullanan
insanlar ve o civardaki yerleşim yerleri için çok daha bariz
birer hayati tehdit unsuru olacaktır.
Su
kalitesindeki
düşüş
Dicle
Nehrinde
balık
çeşit
ve
sayılarının azalmasıyla balıkçılıkla geçinen insanların geçim
kaynağı yok edilecektir. Oluşacak göl ile bölgesel iklimde de
hissedilir değişiklikler ortaya çıkacaktır. Nem oranın düşük
olduğu bir bölgede 313 km2’lik suni bir gölün oluşması tüm
vadide ciddi iklimsel farlılıklara yol açacak, bu durum baraj
gölünün oluşturulacağı vadide, daha önce inşa edilen Keban
Brajı örneğinde olduğu gibi, var olan meşe ve palamut
ormanlarının kısa-orta vadede kaybolmasına neden olacaktır.
Ilısu barajının inşa edilmesi ilerde çeşitli politik sorunları
da beraberinde getirecektir. Türkiye, halen sınırları aşan
nehirler
için
yapılmış
bazı
uluslararası
antlaşma/konvansiyonların (örneğin: 1997 BM Sınırları aşan
taşımacılık niteliği olmayan nehirler Konvansiyonu) altına
imza atmamıştır. Üzerinde baraj inşa edilmesi planlanan Dicle
Nehrinin topraklarından geçtiği Türkiye, Irak ve Süriye
arasında, Dicle ve Fırat havzası sularının kullanım ve
dağımıtını kapsayan bir anlaşmanın olmaması sorun
yaratacaktır. Anlaşma olmaksızın Türkiye her zaman Süriye ve
Irak üzerinde ister istemez bir baskı aracına sahip olacaktır.
Bu üç ülke, tüm ihtiyaçları, bin yıllardır uygulanan su
kullanımını, sürdürebilirliği ve ekolojik ihtiyaçları da
gözeterek bir anlaşmaya gitmelidir. Türkiye kadar, Irak ve
Süriye’nin de sorumlu davranıp hareket etmesi önemlidir.
Böylesi bir anlaşma üç ülke arasında ilerde meydana
gelebilecek bir “su krizi riskini” ortadan kaldıracaktır.
Dünya çapında alternatif enerji üretimine geçilen çağımızda,
gereken teknolojik bilgi mevcutken ve ülkenin pek çok
bölgesinde güneş, rüzgar ve biogazdan enerji üretmek için
uygun noktalar bulunurken, zamanı geçmiş ve genelde zararları
faydalarından çok daha fazla olan baraj ve HES sisteminde
ısrar edilmesindeki mantık anlaşılacak gibi değildir. Elektrik
hatlarının onarılmasıyla bile Ilısu barajından elde edilmesi
planlanan elektrik enerjisinin 3-4 katı kadar tasarruf
yapılabilecekken bu kültürel, çevresel ve sosyal yıkım neden?
Rüzgar enerjisi artık ucuz bir şekilde kurulabilmektedir.
Bölgemizde (örneğin Diyarbakır-Urfa-Mardin üçgeninde) çok
uygun rüzgar koridorları bulunmaktadır. Güneş enerjisi henüz
yatırım maliyeti pahalı olsa da, şimdiden planlaması
yapılmalı. Çünkü ileride bu enerji türünde yatırım maliyeti
düşmesi beklenmektedir. Türkiye’ye herşeyden önce yeni bir
enerji konsepti gerekir.
Ilısu gibi büyük baraj ve hidroelektrik projeleri, iddia
edildiği gibi bölgemizde bölgesel kalkınmaya katkı
sunmamaktadır. Çünkü neden olduğu çevresel ve sosyal zararlara
karşın bu sistem yenilenebilir niteliğe sahip değildir. Bunen
bir nedeni de planlanan baraj gölü 50-60 yıl içinde büyük
oranda yüksek erozyundan dolayı dolması beklenmesidir. Büyük
hidro projeleri büyük endüstrilere fayda sağlarken, küçük ve
sürdürebilir enerji projeleri yerele yarıyacak ve bu çerçevede
farklı ekonomik gelişmeler mümkün olacak.
Hasankeyf ve Dicle Vadisi havzasını geliştirilecek bir doğa ve
kültür turizminin sosyal, kültürel ve ekolojik kayıplara neden
olacak bir barajda çok daha faydalı ve bölgenin kalkınmasında
etkin olacağını iddia ediyoruz. Ilısu projesi bahsedildiği
gibi uzun vadeli yeni iş alanları yaratmamakta, bölgedeki
ekonomik koşulları daha da güç hale getirmektedir. Nitekim
bölge için hayati önem taşıyan binlerce hektarlık verimli alan
sulara gömülmekte, hayvancılık yok edilmektedir. Başka bir
önerimiz: 90’lı yıllarda çatışmalı süreçte ciddi zarar gören
hayvancılığın yeniden geliştirilmesidir. Bölgemizin dağları
daha önce büyük hayvan sürülerini barındırıyordu. Bunlara ek,
köylerinden göç ettirilen insanlara tazminat verilip yeniden
köylerine yerleşim imkanı sunulursa, bunun bölge ekonomisine
hissedilir bir katısı olacaktır. Bunlara benzer pek çok öneri
sunulabilir, eğer asıl kaygınız bölgenin kalkınmasıysa…
Dicle nehri üzerinde kurulması planlanan Ilisu barajının neden
olacağı olumsuz etkileri toparlarsak şunları belirtebiliriz:
Başta kültür mozaiği, binlerce yıllık antik kent Hasankeyf
olmak üzere, Dicle vadisindeki yüzlerce arkeolojik sit
alanları ve çok sayıda kültürel değerler su altında
kalacaktır. Onbinlerce insan Ilısu barajı projesinden dolayı
edecek, kentlerde ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunlarla
boğuşacaklardır. Ekonomik durumu zaten kötü olan bölge halkı
biraz daha yoksullaşacaktır. Dicle vadisi, ekosistemi zengin
bitki örtüsü ve canlı varlıklarla büyük oranda zarar
görecektir. Bölgedeki diğer baraj projelerinden de görüldüğü
gibi, Ilısu projesi de bölgemizin ekonomik ve sosyal durumuna
olumlu bir etki yaratmayacaktır.
Doğrudan ve dolaylı etkilenecek olan ve asıl söz sahibi olması
gereken Ilısu baraj alanında yaşayan halkın ve genel olarak
bölge halkının, hiçbir şekilde onayına başvurulmadan Ilısu
barajı projesi gerçekleştirilmek istenmektedir. Bu
gerekçelerden dolayı, Ilısu baraj projesi israrından bir an
evvel
vazgeçilerek
bölge
insanının
sosyo-ekonomik
standartlarını yükseltecek, kültürel mirasını ve doğal
güzelliklerini koruyacak, bölgedeki insanların da dahil
edileceği alternatif projeler geliştirilmelidir.
Ilısu projesine karşı kampanya
Son zamanlarda yurtiçinde ve dışında Ilısu barajına karşı
kampanyalar hergeçen gün biraz daha yayılarak büyüyor.
Hasankeyf’in çığlığı yükseliyor. Hergün daha çok katılım
oluyor mücadelemize, daha fazla kurum ve kişi katılıyor
faaliyetlere. Girişimimiz Ocak 2006’da kurulduğundan beri
sürekli sempozyum, rapor hazırlama, görüşme, yürüyüş, miting,
imza kampanzası gibi çalışmalar yürüttü; yürütürken de
çalışanların sayısı düzenli arttı, bölgenin kurumları bu
kampanyaya aktif şekilde dahil etti. Batman’dan da insanlar
sistematik şekilde kampanyada aktif yer alıyorlar. En önemlisi
Hasankeyf’liler ve evleri tehdit altındaki köylüler sokaklara
dökülmeye başladı. En yoksul insan kendi hakkı için aktif
mücadelede yer almaya başladı. Girişimizin yürüttüğü
çalışmalara parallel olarak Almanya, Avusturya, İsviçre,
İtalya ve Fransa’da kredi teminatını vermeyi planlayan
hükümetlere, kredi veren bankalara ve projede yer alan
şirketlere karşı güçlü kampanyalar yürütülmektedir. Ayrıca
Mayıs 2008’de Ankara merkezli Doğa Derneği de aktif bir
şekilde Ilısu projesine karşı kampanyaya girişti; bunun da
sonucunda Türkiye’den çok önemli aydın, sanatçı ve yazarlar
Hasankeyf için tutum alıyor. Bütün bu kampanyalar koordineli
bir şekilde çalışıyor ve tarihte hiç görülmemiş bir başarı
sağladılar. Aralık 2008’de Almanya, Avusturya ve İsviçre
hükümetleri Mart 2007’de onayladıkları kredi teminatını askıya
almak zorunda kaldılar. Buna neden olan ise Türkiye’nin 153
koşulların neredeyse hiç birini yerine getirmemesiydi. Biz
Türkiye’nin ne kapasitesi ne de niyeti olduğundan dolayı böyle
olacağını çok önceden söylemiştik. Ancak bu kararın alımasında
en önemli etken Türkiye ve Avrupa’da ciddi bir kamuoyu
baskısının oluşmasıydı. Şimdi de 6 Temmuz’da bu üç Avrupalı
hükümet kesin kararını vermesi gerekiyor. İki hafta önce bu üç
hükümetin geri çekileceğine dair habeler alsak da kararın
açıklanmasını beklemek gerekir. Son anda ne tür pazarlıklar
yapıldığını tam bilemeyiz.
Her durumda bizim mücadelemiz devam edecektir. Avruplı
hükümetler ve bununla beraber Avrupalı şirketler geri çekilse
de Türk hükümeti barajı kurma ısrarından kolay kolay
vazgeçmeyektir. Bunun nedeni de yanlış bir su, enerji, tarım
ve kalkınma politikasında yatmaktadır, yani sorun derindir.
Böylece asıl mücadele 6 Temmuz’dan sonra başlıyacaktır.
Türkiye’deki kamuoyunu aktif bir şekilde arkamıza almak
gerekli olacaktır. Yani; kültürel, sosyal ve doğal yıkıma
neden olacak bu projenin
çalışmaya devam edeceğiz,
durduruması
için
vargücümüzle
Hasankeyf’in hakettiği Dünya mirası listesine girmesi için
çabalayacağız
Bu kadar Utanç yeter! Hasankeyf’e Kıymayın Efendiler(!)
diyeceğiz
Kaç zaman önce Seyit Rıza darağacına götürülürken söylediği,
sözleri tekrarlayacağız yüzlerine,
Yapmayın! diyeceğiz
Ayıptır…
Zulumdür…
Cinayettir…
İpek Taşlı ve Ercan Ayboğa
Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, 30.06.2009
www.hasankeyfgirisimi.neta, email:[email protected]

Benzer belgeler

Uydu Görüntüleri Kullanarak Ilısu Barajı İnşaatının Zamansal

Uydu Görüntüleri Kullanarak Ilısu Barajı İnşaatının Zamansal köylerine yerleşim imkanı sunulursa, bunun bölge ekonomisine hissedilir bir katısı olacaktır. Bunlara benzer pek çok öneri sunulabilir, eğer asıl kaygınız bölgenin kalkınmasıysa… Dicle nehri üzerin...

Detaylı

KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMA VE ONARIM BÖLÜMÜ

KÜLTÜR VARLIKLARINI KORUMA VE ONARIM BÖLÜMÜ Öğrenci 20:Hasankeyf MÖ 10.000 yıllarına kadar inilmiş ve çoğu uygarlığa ev sahipliği yapmış bir tarihi mekândır. Yaklaşık 6 yıllık bir kazı çalışması yapılmış ve bazı alanlarda restorasyon çalışma...

Detaylı

Ilısu Barajı Çed Raporunun Değerlendirilmesi

Ilısu Barajı Çed Raporunun Değerlendirilmesi 2. Projenin sebep olacağı etkiler ÇED raporunda açıkça belirtilmemiştir ve bu nedenle, projenin  etkilerinin  azaltılması  için  gerekli  olan  önlemler  ve  projenin  Çevresel  Eylem  Planı  (ÇEP)...

Detaylı