Makale - Eğitim Bilim Toplum
Transkript
Makale - Eğitim Bilim Toplum
Makale ANAYASA MAHKEMELERİNİN HUKUK DEVLETİNİN PEKİŞTİRİLMESİNDEKİ ROLÜ The Role of the Constitutional Courts in the Strengthening of the Rule of Law Mehmet Merdan Hekimoğlu* Öz Anayasa mahkemeleri hukuk devletinin pekiştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Söz konusu mahkemeler, hukuk devletinin mutlak surette bir gereği olarak, güçler ayrılığını ve yasama organının ihlaline karşı bireysel hakları korumayı güvence altına alırlar. Kararlarıyla sadece kanunların veya anayasa değişikliklerinin anayasaya uygunluğuna karar vermezler, aynı zamanda hukuk devletinin temel ilkelerini de tanımlarlar. Anahtar Sözcükler: Anayasa mahkemeleri, hukuk devleti, yasama organı, bireysel haklar. 22 Abstract The constitutional courts played a fundamental role in the strengthening of the rule of law. They guarantee the separation of powers and the protecting individual rights from violations commited by the Parliament authorities, as a absolutely necessary task for the rule of law. Through their decisions they do not only settle the constitutionality of any parliamentary bill and any amendment to the Constitution, but also define the fundamental principles of the rule of law. Keywords: Constitutional courts, rule of law, parliament authority, individual rights. Giriş Hâkim John Marshall’ın; Marbury v. Madison (1803) davasında yasaların anayasaya uygunluğunun denetimini Federal Yüksek Mahkeme’nin yetkisinde gören karara imza atarken ortaya koyduğu hukuki temellendirme, giderek, diğer devletlerde de kabul görmeye başlamış ve böylece hukuka bağlı yönetim anlayışının, yasama organının tasarruflarını da içerecek şekilde genişletilmesi mümkün olmuştur. Anayasa mahkemelerinin ortaya çıkması ve yaygınlaşmasıyla beraber, evrensel bir hukuki değerler sisteminin gereği olarak, bireyin temel hak ve özgürlüklerinin yasama organının keyfi tasarruflarına karşı korunmasını esas alan özgürlükçü-demokratik bir hukuk devleti * Muğla Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi Böl., Doç. Dr. [email protected] Eğitim Bilim Toplum Dergisi / Cilt:6 Say›: 22 Bahar: 2008 Sayfa: 22-51 Education Science Society Journal / Volume:6 Issue: 22 Spring: 2008 Page: 22-51 Mehmet Merdan Hekimoğlu yapılanmasına doğru gidilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasının geometrik bir dizi halinde önem kazanmasına paralel olarak, insan hakları alanında, 20'nci yüzyılda ve özellikle 55 milyon insanın hayatını kaybettiği II. Dünya Savaşı'nda yaşanan acı tecrübeler, yasama çoğunluklarının iradesine mutlak değer atfedilmesini esas alan kanun hâkimiyeti fikri yerine, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin genel kabul görmesini sağlamıştır. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin bütün unsurlarıyla yaşama geçirilmesinde, yasama organının otoriter ve giderek totaliter icraatlara yönelmesine karşı, kurumsal bir emniyet ve sigorta güvencesi olarak, anayasa mahkemeleri son derece önemli bir rol oynadığı için, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi, mahut Savaş sonrası, haklı bir zaruret ve meşruluk kazanmış, böylece İtalya, Almanya, Avusturya, Türkiye gibi birçok Batılı devlet de yaygın bir uygulama alanı bulmuştur. Aynı pozitif gelişmenin son dalgası çok daha sonraları ve özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından Doğu-Bloku’na dâhil devletlerde görülmüştür. Bu son dalga ile demokrasi yanında hukuk devletinin maddi temellerinin, bahsi geçen devletlerde gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Çünkü temel hakların yasa organınına karşı korunması için anayasa mahkemelerine anayasalarda yer verilmesini, normlar kademelenmesinin en yukarısında anayasalara yer veren hukuk devleti anlayışının mantığına uygun bir tasarruf olarak görmek gerekir (Teziç, 2001: 178). Tarihsel süreç içerisinde yaşanan bu gelişmeler, anayasa mahkemelerini işlevleri yönünden son derece önemli bir kurum olma özelliğine kavuşturmuştur. Yasama organının yaptığı işlemlerin anayasaya uygunluğunu yargısal yolla denetlemek yetkisi, münhasıran, anayasa yargısına verildiği için, 1982 Anayasası mad. 2 ile Federal Alman Anayasası mad. 20/III, 28/I’ de görüldüğü üzere, pozitif anayasa hukukunda da temel bir ilke olarak yer alan hukuk devleti ilkesinin bütünüyle yaşama geçirilebilmesinde, anayasa mahkemesinin fonksiyonel varlığı, vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Çünkü demokratik hukuk devleti idealinin gerçekleştirilebilmesi için yasama dâhil devletin tüm eylem ve işlemlerinin, en geniş anlamda bağımsız yargının denetimine tabi kılınması gerekir. Bu amaca yönelik bir denetim mekanizması kurmadan, sadece kanunların anayasaya aykırı olmayacaklarını ifade etmenin, hukuk devletinin gerekleri bakımından yeterli olmayacağı (Gözübüyük, 2000: 164), artık, genel kabul görmektedir. Buna paralel olarak demokratik toplumlarda mahkemelerin merkezi fonksiyonunun hukuk devletinin korunması (Kommers, Finn ve Jacobsohn, 2004: 82) olduğu hususu açıktır. Esasen yargı bağımsızlığı veya anayasa mahkemesinin varlığı gibi unsurların hukuk devletinin kurumsal vekilleri arasında ifade edildiği (Alston ve Mueller, 2005:580) 23 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü 24 de bilinmektedir. Bu bağlamda örneğin Slovakya’daki reformcu ve hukuk devleti yanlısı güçlerin, Anayasa Mahkemesi tarafından desteklenmesi (Schwartz, 1999:208), hukuk devleti ve anayasa mahkemesi arasındaki korelâsyonu çok açık bir şekilde göz önüne sermektedir. Ancak bu korelasyona ilişkin tesbitin, bütün zaman ve mekanlar için geçerli evrensel bir gerçeklik olarak değil de, demokrasi ve hukuk devleti tecrübesi henüz sınırlı olan Doğu Avrupa’nın, özgül tarihsel geçmişinden kaynaklanan, eğreti bir durum olduğu ifade edilmelidir. Zaman zaman Türkiye örneğinde de görüldüğü üzere, Batı’ya karşı şüpheyle yaklaşan, milliyetçi veya muhafazakâr (statükocu) bir yargıç kompozisyonunun anayasa mahkemesinin üye profiline hakim olması durumunda, bu tür bir korelasyonun varlığından da söz edilemeyecektir. Oysa sivil ve siyasi özgürlükler karşısında devleti sınırlamak suretiyle halkın yanında yer aldığını verdiği kararlarla gösteren, operasyonel ve fonsiyonel bir anayasa mahkemesinin temel varlık nedenini burada aramak gerekmektedir. Anayasa mahkemeleri, devlet gücünü betimlemek ve bireysel hakları yeniden tanımlama potansiyeline sahip olmaları nedeniyle, bir haklar kültürünün oluşmasını sağlamak (Teitel, 2000: 23) zorundadır. Türk Anayasa Mahkemesi’nin yabancılar ve sosyolojik azınlıklarla ilgili yerleşmiş içtihadı, ne yazık ki bu konuda fazla ümitvar olmamızı sağlamaya yetmemektedir. Oysa bunu özgürlükçü kararlarıyla başaramayan bir anayasa mahkemesinin, temel varlık gerekçesine aykırı hareket etmesi nedeniyle, ontolojik bir meşruiyet sorunu yaşayacağı hususu son derece açıktır. Evrensel insan hakları ilkelerine aykırı içeriğe sahip bulunan ulusal normların iç hukuk düzenlerinden ayıklanması yoluyla, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin yasama organının keyfi tasarruflarına karşı etkili bir şekilde güvence altına alınmasını öngören hukuk devleti idealinin en ileri anlamıyla yaşama geçirilmesi, ancak güçlü bir anayasa mahkemesi modelinin varlığıyla mümkün olabilir. Bu tip bir anayasa yargısı modelindeki anayasa mahkemelerinin öncelikle, devlet veya toplumun soyut-ideolojik üstün çıkarları yerine, bireylerin, somut ve güncel temel haklarının kamu otoritesine karşı korunmasını kendilerine esas alan, özgürlükçü bir hukuk uygulaması ortaya koyması gerekmektedir. Böyle bir uygulamanın gerekliliği, anayasa mahkemelerinin tarihsel süreç içerisinde, nasıl ortaya çıktığıyla ilgili açıklamalardan da kolayca anlaşılabilecektir. Nitekim kişi hak ve hürriyetlerine ve bu arada azınlık haklarına karşı müdahalelerin sadece yürütme organından değil, yasamadan da kaynaklanabileceği düşüncesiyle, tarihsel süreç içerisinde, yasaların anayasaya uygun olup olmadığının yargısal bir denetime tabi tutulması modelinin doğduğunu ve giderek yaygınlaştığını gözlemliyoruz. Anayasa mahkemeleri, çoğunluğun iradesini mutlak surette hâkim Mehmet Merdan Hekimoğlu kılma esasına dayalı ve çoğunluk tiranlığına açık bir anakronik demokrasi modelinin, özellikle temel hak ve özgürlükler alanında yaratabileceği muhtemel sakıncalara karşı, özgürlükler hukukunu en üst ve geniş seviyede güvence altına almak için geliştirilmiş, yargısal bir çözüm şeklidir. Bu çözüm şeklinin temelinde, yürütme yanında yasama organının anayasaya aykırı eylem ve işlemlerinin yargısal bir mekanizmayla frenlenmesi yoluyla, temel hak ve özgürlükleri çoğunluğun sultasına karşı korumak ve böylece klasik (çoğunlukçu) demokrasi teorisinden kaynaklanabilecek bazı riskleri bertaraf ederek, özgürlükçü bir demokrasi modelini tesis etmek düşüncesi yatar. Bu bağlamda sivil ve siyasi özgürlüklerin otorite karşısında en ileri düzeyde güvence altına alınması, ontolojik açıdan anayasa mahkemelerinin temel varlık nedenini oluşturmaktadır. Bu asli amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak faaliyette bulunan anayasa mahkemeleri kararlarında, mahut nihai hedefi gerçekleştirmeyi kendilerine esas aldıkları ölçüde, varlık sebepleri ile meşruluklarını da pekiştirmiş olacaklardır. Anayasa mahkemelerinin siyasi sistem içerisindeki mevcudiyeti, sınırsız bir milli irade görüşünü esas alan konvansiyonel demokrasi teorisinden, önemli bir sapmayı da ifade etmektedir. İnsanın soyut bir milli irade anlayışı karşısında araçsallaşıp, eşyalaşmaktan kurtularak, bizatihi temel amaç haline geldiği ve devletin de halka yönelik bir hizmet (servis) kurumu şekline büründüğü bu yeni model; “liberal demokratik hukuk devleti”, “liberal demokrasi ve ekonomi (piyasa ekonomisi)”, “çoğulcu - liberal toplum” gibi kavramlarla da ifade edilmektedir. İşte anayasa mahkemelerinin özellikle Amerika kökenli ve hak eksenli, empirist anglo-sakson anayasallık denetimi; kara Avrupa’sının, Hans Kelsen’in normlar piramidi veya hiyerarşisi ile İmmanuel Kant’ın insan onuru kavramlarına dayalı, Alman düşüncesi etkisindeki rasyonalist, devletçi-ideolojik paradigma versiyonundan farklı olarak, bu temel değerler üzerine bina edilmiştir. Türk ve Alman hukuklarında göreceli olarak oldukça yeni sayılabilecek bir tarihi geçmişi bulunan anayasa mahkemelerinin doğuşunda, söz konusu yargı sisteminin klasik varoluş fonksiyonunun ifasına duyulan ihtiyaç büyük bir rol oynamıştır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik hak ihlallerinin yasama organından da kaynaklanması ihtimaline karşı, söz konusu organın tasarruflarına yönelik, anayasal yargı yoluyla etkili bir denetim mekanizmasının oluşturulması sağlanarak, hukuk güvenliği düşüncesinin en ileri aşamasına ulaştırılması amaçlanmıştır. Siyasi iktidarın anayasa mahkemesiyle sınırlanması halinde ancak, kişi özgürlüklerine kamu otoritesi tarafından keyfi bir şekilde müdahalede bulunulmasını bütünüyle önlemeye yönelik, güvenceli bir koruyucu alan oluşturulabilmesi mümkün olacaktır. Bu bağlamda anayasa 25 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü mahkemelerinin temel amacı, kişi hak ve özgürlüklerine etkili bir güvence oluşturmak üzere, devlete, önceden belli edilmiş anayasal normlarla bir takım kısıtlamalar getirmektir. Çünkü bireyleri devletin keyfi işlemlerinden korumanın ve onlara kamu otoritesi karşısında en ileri seviyede hukuki bir güvenlik sağlamanın, bilinen, etkin ve güvenceli başka bir yolu mevcut değildir. Çalışmamızın hedefine ulaşabilmesi için uyulması gerekli olan ve iki bölümden oluşan düzeni kısaca şu şekilde tasarladık: Çalışmamızın birinci bölümü büyük ölçüde teorik olarak anayasa mahkemelerinin, hukuk devleti dolayımında incelenmesine ayrılmıştır. Bu bağlamdaki sorulara doyurucu cevaplar verilebilmesi için anayasa mahkemelerinin hukuk devleti bakımından ortaya çıkışının anlamı, niteliği ve meşruluğu ile fonksiyonuna ilişkin problemlerin de birlikte ortaya konulup, tartışılması gerekiyordu. İkinci bölümde, anayasa mahkemelerinin hukuk devletine gidilen yolda, tarihsel süreç içerisinde nasıl ortaya çıktığına ilişkin açıklamalara yer verilmiştir. Birinci Bölüm Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devleti Bakımından Kurumsal Anlamı, Varlık Nedeni ve Meşruluğu 26 I. Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devleti Açısından Kurumsal Anlamı İnsan haklarına yönelik, devlet merkezli, hukuk dışı ve keyfi eylem ve işlemlerin önlenmesi, bu yolla hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü idealinin bütün unsurlarıyla, en ileri aşamada yaşama geçirilmesi anayasal bir demokraside esastır. Bu nedenle günümüz istikrarlı demokratik rejimlerinin çoğunda anayasa mahkemeleri hukuk devletinin, üzerinde olmazsa olmaz (sine qua non) oranında oydaşma sağlanan, en güçlü kurumsal teminatı olarak benimsenmektedir. Çünkü yasama organının “keyfilik yasağı” sınırları içerisinde tasarrufta bulunup bulunmadığının denetimini yapacak olan yegâne yargısal kurum, anayasa mahkemesidir. Bireylerin “anayasa güvenliğinin” koruyucu şemsiyesi altında yaşamlarını sürdürebilmelerinin teminatı da bu bağlamda yine anayasa mahkemesidir. Madem ki bir hukuk devletinde her vatandaş yargıç tarafından dinlenme ve uyuşmazlık konusuyla ilgili bir karar verilmesini isteme hakkına sahiptir (Steffen, 2000: 173); o halde bu hakkın parlamentonun yapacağı taarruflara karşı da geçerli olması gerekir ki bu noktada anayasa mahkemesinin kurumsal varlığının anlamı öne çıkmaktadır. Bununla birlikte bu tesbitin sadece, İspanya ve Almanya örneklerinde görüldüğü üzere, anayasa yargısı sistemlerinde “anayasa şikayetini” benimsemiş devletler bakımından geçerli olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Anayasa mahkemesinin bu teminatı bihakkın yerine getirebilmesinin yolu, yasama organının işlemleri karşısında hukukilik denetimiyle kayıtlı bir denge ve fren Mehmet Merdan Hekimoğlu rolü üstlenmesinden geçmektedir ki esasen kendisinin hukuk devleti açısından kurumsal anlamınun özü de burada yatmaktadır. Bu bağlamda Federal Almanya’da hukuk devleti ilkesi; Parlamentonun, kişilerin ve icra organlarının Federal Anayasa Mahkemesine kurumsal olarak tabi olmalarını ima etmektedir (Borneman, 1997: 46) ki doğru olan anayasa mahkemelerini bu şekildeki bir ontolojik kurumsal şablona oturtmaktır. II. Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devleti Açısından Varlık Nedeni Özgür ve serbest seçimlerden çıkan çoğunluğun ülkeyi yönetmesi hiç şüphesiz özgürlükçü demokratik rejimlerin temel ilkelerinden biri olsa da, söz konusu yönetim hakkının özellikle sayısal olarak azınlıkta kalanlar başta olmak üzere, bütün bireylerin temel hak ve özgürlükleriyle sınırlı olması esası, onu salt çoğunlukçu bir demokrasi modelinden ayırt eden, başat özelliği oluşturmaktadır. İşte esas niteliği itibariyle temsili demokrasinin bir çeşidi olarak, yönetenlerin tesbiti ile temel siyasal kararların alınması konularında vatandaşların rıza ve onayına dayanmakla beraber, buna ilaveten siyasal iktidarın temel hak ve özgürlüklerle sınırlandırıldığı liberal demokrasiyi (Erdoğan, 2007:99), klasik demokrasiden farklılaştıran esas özellik olarak, yasama organının temel hak ve özgürlüklerle sınırlanmasını güvence altına alma görev ve yetkisi, anayasa mahkemesinin temel varlık nedenini oluşturmaktadır. Çoğunlukçu bir demokrasideki yasama organının hukuki tasarruflarının, anayasada yazılı temel hak ve özgürlüklerle sınırlanması yoluyla gerçek anayasal bir demokrasiye ulaşılmasında, anayasa mahkemesinin varlığının ne kadar önem taşıdığı hususu aşikârdır. Buna koşut olarak Türk Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir karar dikkat çekicidir. Türkiye İşçi Partisi’nin, “Seçimlerle ilgili kanunların bazı maddelerinin yürürlükten kaldırılması ve 306 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununa bazı maddeler eklenmesi’ne dair 1036 sayılı Kanun’un Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla açmış olduğu iptal davasında Mahkeme; Anayasa'nın 2. madde hükmünün Cumhuriyetin nitelikleri arasında demokratik bir hukuk devleti olmayı da saydığından, Yasama Organı’nın, yapacağı her kanunda bu anayasal ilkeyi göz önüne almak zorunda olduğu, sonucuna varmıştır (E. 1968/15, K. 1968/13, k. t. 3., 4, 6, Mayıs, 1968, R.G. 24.10.1968/13035, http://www. anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1968/K1968-13.htm, 02.02.2009). Hukuk devleti ilkesi, devlet hayatının hukuk temeli üzerine oturtulması yanında, devlet gücünün sınırlandırmaya tabi tutulmasını ve bu güç karşısında bulunan yönetilenlere, dokunulmazlık sahaları temin edilmesini gereksinmektedir (Eroğul, 2004: 320). Başlangıçta hukuk devleti ilkesinin yaşama geçirilmesi için idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine bağlı 27 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü 28 kılınmasının yeterli olduğu olduğu düşünülmüş ve Kıta Avrupası’nda idari yargının ortaya çıkışı bu şekilde gerçekleşmiştir. Bu nedenle yargı bağımsızlığının anlam kazanması da ilk defa, hukuk devleti anlayışının idare hukuku alanındaki gelişimi yoluyla mümkün olmuştur (Azrak, 2008: 84). Gerçekten de idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetimi, hukuk devletinin yaşama geçirilmesinde en önemli vasıtayı oluşturmaktadır (Özay, 1996: 110). Bu bağlamda güçler ayrılığı yanında, devlet gücünü sınırlandırabilmenin en etkili yolu olarak yargı denetimi ifade edilmelidir (Eroğul, 2004: 320). Bireylerin kişi hak ve hürriyetleriyle siyasi haklarının devlet karşısında korunup kollanmasının anayasa mahkemesinin varlık sebebi olması, aynı zamanda, hukuk devleti idealinin tamamlanması anlamına da gelecektir. Çünkü yürütme içerisinde yer alan idarenin her türlü eylem ve işleminin idari yargı denetime tabi kılınmasının, yasama organından sadır olabilecek hak ihlallerini önlemede yeterli olmadığı tarihsel tecrübelerle de sabit olduğu için, kısaca, bireylerin hukuk güvenliğinin sağlandığı bir devlet şekli olarak hukuk devletinin en kusursuz haline tekemmül ettirilmesinde, anayasa mahkemelerinin varlığının ne kadar önem taşıdığı, her türlü izahtan varestedir. Yasama gücünün fren ve denge sistemiyle kontrollü bir hale getirilmesinde anayasa mahkemesinin oynadığı eşiz rol, hukukla kayıtlı güç düzeni olarak tanımlanabilecek hukuk devletinin yaşama geçirilmesini de mümkün kılmaktadır ki esasen onun gerçek varlık nedenini de burada aramak gerekir. Yasama organından sadır olan yasaların, bağımsız ve tarafsız bir anayasa mahkemesi eliyle anayasaya uygunluk denetiminin mümkün olmadığı, azınlıkların temel hak ve özgürlüklerine yönelik yasal ihlallerin şikâyetinin olanak dâhilinde bulunmadığı bir rejimde, hukukilik denetiminin ortadan kaldırılması da kolayca mümkün olacağı için, ortaya, iktidar gücünün denetimsiz olduğu, saf bir keyfilik düzeninin çıkacağı açıktır. Bu nedenle örneğin 1 Ocak 1990’da çalışmalarına başlayan Macar Anayasa Mahkemesi’nin, büyük ölçüde güdümlü bir ekonomiye sahip otoriter, tek parti diktatörlüğünden, sosyal piyasa ekonomisinin esas alındığı bir demokratik hukuk devletine yönelik sistem değişiminde, önceleri ilk etkide bulunan, sonraları ise merkez aktör konumunda olması (Brunner ve Küpper, 2005: 421) dikkat çekicidir. Yasama organının denetiminin mümkün olmadığı bir devlet düzeninin hukuk devleti olarak ifade edilmesi mümkün değildir. Çünkü hukuk devleti ilkesi her şeyden önce, bir devlette gücünü evrensel hukuk umdelerine uygunluğundan alan üst normlar dizgesine, yasama organı bile olsa her bir devlet organının uygun hareket ettirilmesinin, bağımsız ve tarafsız bir anayasa mahkemesince sağlanmasıyla gerçekleştirilebilir. Bireylerin sivil ve siyasal haklarını, “milli irade”yi temsil ettiği yanılsaması içerisinde bulunan kudretli bir yasama Mehmet Merdan Hekimoğlu organının keyfi tasarruflarına karşı koruma fonksiyonunu yerine getirmeyen bir anayasa mahkemesinin temel varlık nedenine ihanet edeceği, bu bağlamda, önemle ifade edilmelidir. Böyle bir ihanet ihtimalinin bertaraf edilmesi ancak, devleti ve onun ideolojisini değil de, birey ile temel hak ve özgürlükleri esas alan bir anayasa mahkemesi pratiğinin ortaya konulmasıyla mümkün olabilecektir ki esasen, ancak bu koşul altında, anayasa mahkemesinin kendisinden beklenen temel ontolojik işlevi yerine getirebileceğinden söz edilebilir. III. Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devleti Açısından Meşruiyeti A. Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devletinde Hukuki Meşruiyeti Normlar piramidinin en üstünde anayasa kurallarının yer alması ve diğer hukuki düzenlemelerin geçerliliklerini bu kurallardan alması düşüncesinden türeyen anayasanın üstünlüğü ilkesi ile katı anayasa prensibi; milli iradenin temsilcisi konumunda bulunan parlamentonun, temel özgürlükler ile temel hukuk ilkelerini ihlal eden işlemlerinin neden anayasa mahkemesinin denetimi yoluyla kısıtlanabileceğinin, genel anlamda hukuki meşruiyet gerekçesini oluşturmaktadır. Viyana’lı kamu hukukçusu Hans Kelsen’in pozitif hukuk anlayışı temelinde geliştirdiği normlar hiyerarşisi veya piramidi teorisine göre, anayasalar, asliliği ve türetilmemiş olmaları nedeniyle devletin hukuk sisteminin temel normunu oluşturmaktadır ve bir devlet sadece kendi hukuk düzeni yoluyla gerçek bir hukuk devleti olarak var olabilir (Grothe, 2005: 153). Kelsen’e göre hukuk sisteminin özünde bulunan anayasa, hukuk düzenin en yukarısında yer alan temel normdur ve onun aşağısında yer alan yasa, tüzük ve yönetmelik gibi diğer normlar ondan türedikleri için, anayasa çerçevesi içerisinde yapılmalıdırlar (Hartmann ve Meyer, 2005: 33); üstelik hiyerarşik olarak daha altta yer alan bu normlar hukuksal mevcudiyetlerini anayasaya uygunluklarından alırlar. Esasen anayasanın üstünlüğü ilkesi, hiyerarşik olarak en üste yer alan anayasanın sadece resmi makamların tasarruflarının değil aynı zamanda yasama organının çıkaracağı yasaların, gerek lafzi gerekse de ruhu itibarıyla anayasaya uygun olmasını gereksinmektedir (Mundt, 2004: 35). Şu halde pozitif hukuk içerisinde yer alan anayasaya aykırı yasaların anayasa mahkemesi yoluyla ayıklanması, Kelsen’in normlar hiyerarşisi teorisinin iç sistematiğinden kaynaklanan bir gereklilik olması nedeniyle, kendi içerisinde tutarlı ve güçlü bir hukuksal meşruiyet temeline sahiptir. Esasen bizzat Kelsen’in anayasa yargısını sürekli olarak yeni anayasa sisteminin en önemli garantisi, yani anayasa koruyucu olarak olarak nitelemesi (Pernthaler, 1986: 240-241) bu nedenledir. Yasama organının çıkardığı kanunlar ancak, anayasa mahkemesinin başvuru üzerine yapacağı anayasaya uygunluk denetiminden, sorunsuz bir şekilde geçmeleri halinde hukuk 29 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü dünyasında bu vasfı kazanacaklar, yoksa bu özelliklerini mahkemenin karar veya kendilerinin yayınlanmaları tarihinden itibaren kaybedeceklerdir. Böyle bir anayasaya uygunluk denetiminin hiç yapılmaması halinde ise yasama organlarının çıkaracağı olağan kanunlarla anayasaların kolayca değiştirilmesi gibi bir sonuçla karşılaşılacaktır ki bu da anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkelerinin hiçbir mana ifa etmemesi anlamına geleceği gibi, birbirine aykırı içeriğe sahip bulunan normların birbirlerini paralize ettiği, anarşik ve etkisiz bir hukuk karmaşasısının meydana çıkmasına neden olacaktır. Esasen bir hukuk devletinde birbirine tezat teşkil edecek şekilde anayasa ve diğer normların hukuk düzeni içerisinde birlikte mevcut bulunması, hukuk güvenliğine aykırı bir durum yaratacağından mümkün olamaz (Zlinszky, 2002: 1054). 30 Macar Anayasa Mahkemesi’nin de hukuk devletini tanımlarken isabetli olarak ifade ettiği gibi, hukuk devletinin gerçekleştirilmesi, anayasa, gerçekten ve koşulsuz geçerlilik taşıyorken mümkündür (Sólyom, 1998: 54) ki bunu sağlayacak olan anayasa mahkemeleridir. Anayasa mahkemelerinin ifa ettikleri bu olağanüstü görev, onların kurumsal konumunun da buna uygun olarak değerlendirlmesini zorunlu kılmaktadır. Almanya örneğinde bu durumu somut olarak ifade etmek gerekirse, Federal Anayasa bütün hukuk düzeninin üzerinde yer alan en üstün normu oluşturuyorsa bundan, Alman Federal Anayasa Mahkemesi’nin de anayasa mahkemesi yetkisi nedeniyle diğer yüksek Federal Mahkemelerin üzerinde, en yüksek Federal Mahkeme olduğu sonucu, zorunlu olarak çıkar (Ramm ve Schröder, 1999: 59). Anayasa mahkemesinin, Kelsen’in teorisinde ifade edilen teknik hukuki meşruiyet temeline ilave olarak, özellikle seçimlerden çıkan çoğunluk iradesinin, azınlıkların anayasada mevcut bulunan temel hak ve özgürlüklerini hukuk devleti ilkelerine aykırı olarak sınırlandırmasını engellemek düşüncesi de ifade edilmelidir. Esasen anayasa mahkemesinin diğer yargı organlarından ayırt edici özelliği, anayasaya uygunluk denetimi sürecinde, yönetimin ve özellikle de yasama organın işlemlerine karşı temel hakları koruma fonksiyonunda saklıdır. Çağdaş bir anayasal-demokratik hukuk devleti sisteminin varlığı için olmazsa olmaz kurumlardan ve yapı taşlarından biri olan anayasa mahkemesinin bu temel varoluş fonksiyonunu ifa edebilmesi için her şeyden önce, kendi görev ve yetki sınırları içinde kalarak, sadece hukukilik denetimi yapması şarttır. Çünkü devlet gücünün esas taşıyıcıları parlamento çoğunluğu ve hükümet olduğu için anayasa mahkemesi, ne güçler ayrılığına dayalı bir hukuk devletinde hükümet enstürmanı ne de temsili bir demokrasi de meclis çoğunluğu aygıtı olabilir (Bettermann, 1981: 723). Esasen hukuk devletinin gerektirdiği yargısal aktivizm, anayasa Mehmet Merdan Hekimoğlu mahkemelerinin de aralarında bulunduğu ülke mahkemelerinin, hukuka uygunluk denetimi yaparken aktif olmaları anlamındadır (Lane, 2006:61). Mahkemelerin böyle bir denetim yapmaya başlaması için kendisine bir şikayet başvurusu yapılması şart olduğundan, hukuk devletinin, hakların tecavüzlere karşı korunması konusunda bir vatandaşlık aktivizmini gerektirdiği (Lane, 2006:61) açıktır. Anayasa mahkemesinin, anayasal hukuk devleti düzeninin bir istikrar ve güvence kurumu olarak siyasi kutuplaşmaları uzlaştırması, toplumsal çatışmaları dengeleyip, barışçıl bir biçimde çözüme kavuşturabilmesi ancak, her türlü siyasi – ideolojik ve dini görüşün üzerinde tarafsız bir hakem rolü oynamasıyla mümkündür ki, esasen anayasa mahkemesinin bağımsızlığından amaçlanan da onun tarafsızlığıdır. Bu noktada ne yazık ki Türk Anayasa Mahkemesi’nin olumlu bir performans ortaya koyduğu ileri sürülemez. Mahut Mahkeme, müesses nizamın ve resmi ideolojinin otoriter yorumunu esas aldığı pek çok kararında, temel hak ve özgürlükler aleyhine yargısal bir aktivizm sergileme yoluna gitmiştir. Bu görüşümüzü bir kaç örnekle temellendirmek gerekirse, öncelikle Mahkeme’nin 8/4/1963 tarihli Kararı’na (Resmi Gazete tarih/sayı: 9.7.1963/11449) değinmek gerekir. Söz konusu Karar’da, Yeni Demokrat Parti Genel Başkanı Fuat Köprülü'nün 21 Nisan 1962 tarihinde basına verdiği bir beyanatta, "Siyasi kanaatten dolayı kimseye ceza verilemiyeceğine göre, af ancak bir haksızlığın tamiri olacaktır" dediği için Anayasa Nizamını Millî güvenlik ve Huzuru Bozan Bazı Fiiller hakkındaki 5/3/1962 günlü ve 38 sayılı kanunun l inci maddesinin (B) bendine aykırı hareket ettiği iddiasiyle aleyhine kamu dâvası açılması ve bahsi geçen Kanunun daha sonra Ankara Birinci Ağır Ceza Mahkemesi’nce Anayasa’ya aykırılığının ileri sürülmesi üzerine, Türk Anayasa Mahkemesi, iddiayı reddetmiş (Esas No. : 1963/16, Karar No. : 1963/83) ve böylece bireysel ifade özgürlüğünü koruma yoluna gitmemiştir. Oysa Mahkeme’nin, esas varlık amacına uygun olarak, bireylerin askeri darbe eleştirisini ifade özgürlüğü içerisinde görmesi ve bunu devlete karşı koruması gerekirdi. Böyle bir korumanın olmadığı yerde, bireylerin hukuki güvenlik içerisinde bulundukları bir hukuk devletinin varlığından da söz edilemez. Anayasa Mahkemesi, siyasi parti kapatma davalarında da bu otoriter tutumunu devam ettirmiş ve çok sayıda partinin, hukuk devleti ilkelerine aykırı olarak, kapatılmasına karar vermiştir. Bu otoriter uygulamayı kabul etmek hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü siyasi partilerin kapatılmasını kişiler için verilen idam cezasına paralel bir şekilde değerlendirmek gerekir (Sağlam, 1999; 104). Tıpkı yaşama hakkının özüne dokunan bir ceza olması nedeniyle idam cezasının ancak, anayasada söz konusu hakka yönelik ayrıksı bir duru- 31 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü 32 mun öngörüldüğü oranda geçerli olması gibi, siyasi partiler de aynı şekilde düşünülmelidir. (Sağlam, 1999; 104). Türk Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan partilerin 9’u kapatma kararların AİHS’deki örgütlenme ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle AİHM’ye başvurmuş ve Refah Partisi hariç, tamamı başvurularında haklı bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatma kararlarını birkaç örnekle incelemek gerekirse, şu kararlar dikkat çekicidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin, diğer gerekçeler yanında, Anayasa’nın 2, 3, 14 ve 68. maddeleriyle 2820 sayılı Kanun’unn 78. ve 81. maddeleri hilafına; devletin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozma amacını güttüğünü iddia ederek, Siyasi Partiler Yasası’nın 101. maddesinin (a) bendi yarınca kapatılmasına karar verilmesi için Anayasa Mahkemesine başvurması üzerine Anayasa Mahkemesi, adı geçen Parti’nin diğer gerekçeler dışında, tüzük ve programında Kürt ve Türk ulusları arasında ayrımcılık yapmak suretiyle, Lozan Antlaşması ve Bulgaristan ile yapılan antlaşmalarda öngörülenler dışında yeni azınlıklar yaratma hususunda gayret göstereceğine dair bir niyet ortaya koyduğunu ve bunun da devletin ülkesel bütünlüğüne açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle kapatılmasına karar vermiştir E. 1990/1 (Siyasi Parti Kapatma), K. 1991/1, k.t. 16.7.1991, http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/ kararlar/SPK/K1991/K1991-01.htm,17.04.2008). Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, davalı Sosyalist Parti’nin; ülkenin ve ulusun bölünmez bütünlüğünü bozma sonucuna yol açacak bir takım fiillerle hem Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Başlangıç Kısmı’yla 3., 4., 14., 66., 68. maddelerine, hem de 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun dördüncü bölümde yer alan 78. ve 81. maddeleri hilafına davranışta bulunduğu iddiasıyla Sosyalist Parti’nin kapatılmasına karar verilmesi talebiyle dava açması üzerine Anayasa Mahkemesi, istem doğrultusunda, şu şekilde karar vermiştir: “ ‘Kürt milletinin demokratik kültürü, baskıların sona erdirilmesi sonucu serpilme olanağına kavuşacaktır.’ biçimindeki anlatımlarla 2820 sayılı Kanun’un 81. maddesinin (b) bendine aykırı davranılmakta, Türk dili ve kültüründen başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek, yaymak yoluyla azınlık yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amaçlanmaktadır. Partinin bu tutumuyla gösterdiği doğrultu ve getirdiklerinin ulusu bölmek olduğu açıktır. Bu yoldaki eylemlerle dosyada birbirini doğrulayan geçerli kanıtlardan davalı Siyasi Parti’nin Anayasa’nın 69. maddesinin birinci fıkrası ile Siyasi Partiler Yasası’nın 78. maddesinin (a) bendi ve aynı Yasa’nın 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırı davrandığı anlaşılmıştır. Bu nedenlerle Sosyalist Parti’nin Siyasi Partiler Yasası’nın 101. maddesinin (b) ve (c) bentleri gereğince kapatılması gerekir.” (E. 1991 /2 (Siyasi Parti Kapatma), K. 1992/1, Mehmet Merdan Hekimoğlu k. t. 10.7.1992, http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/ K1992/K1992-01.htm, 17.04.2008). Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, davalı Sosyalist Türkiye Partisi Programı'nın bazı kısımlarının 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu’nun 78. maddesinin (a) bendiyle, 81. maddesinin (a) ve (b) bendlerine; Anayasa'nında Başlangıç Kısmı'yla; 3., 4., 14., 68., 69. maddelerinde yer alan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı yasaklayan düzüenlemelere aykırı hükümler içerdiği iddia edilerek Siyasî Partiler Kanunu’nun 101. maddesinin (a) bendi uyarınca kapatılmasına karar verilmesi için açılan davada Anayasa Mahkemesi, istem doğrultusunda karar vermiştir. Mahkeme’nin kapatma gerekçesine göre, “Sosyalist Türkiye Partisi, programındaki anlatımlarla, Türkiye'de hukuksal ve siyasal yönden ırka dayalı bir Türk Ulusu kavramı ya da etnik kökene göre çoğunluk ve azınlık kavramları olmamasına karşın, farklı etnik ve soy kökenlerinden gelen bütün vatandaşların eşit haklarla yer aldığı Türk Ulusunu ırk esasına dayalı olarak "Türk ve Kürt Ulusları" biçiminde ikiye bölmüş, ulusal kurtuluş hareketi içinde gösterilen T.C. Devletinin vatandaşı Kürtlere ayrı bir ulus olarak kendi kaderlerini tayin etme hakkını verme amacına yönelik durumuyla, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozucu bir konuma düşmüştür. Bu bağlamda yine programında yer alan "Kürt Ulusu'nun ve bütün etnik ve toplulukların kendi dil ve kültürel yapılarını koruyup gelişmeleri olanağını sağlar. Dillerin geliştirilmesi, zenginleştirmeleri çalışmalarında hiç bir dile ayrıcalık tanınamaz" biçimdeki düzenleme de Türk Ulusu'nun ortak kültür ve dilini dışlar nitelikte ve bölücülüğe yöneliktir. Bunlar yalnızca düşünce değil, yasaklanan sakıncalı eylemlere kışkırtma, katkı, destek ve bu niteliğiyle de bir tür eylemdir.” (E.1993/2 (Siyasî Parti-Kapatma), K. 1993/3, k. t. 30.11.1993, http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/kararlar/SPK/K1993/K1993-03.htm, 17.04.2008). Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, davalı Özgürlük ve Demokrasi Partisi Programı'nda yer alan bazı bölümlerin; 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ile 81. maddesinin (a) ve (b) bendleri ve 89. maddesine; Anayasa'nın da Başlangıç Bölümü ile 2., 3., 14., 24., 42., 68., 69. ve 136. madde hükümlerine aykırılık teşkil ettiği savıyla Siyasî Partiler Yasası'nın 101. maddesinin (a) bendi uyarınca kapatılması için açılan davada Anayasa Mahkemesi talebi olumlu bulmuş ve anılan Parti’nin kapatılmasına karar vermiştir (E. 1993/1 (Siyasî Parti Kapatma), K. 1993/2, k. t. 23.11.1993, http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/K1993/K199302.htm, 17.04.2008). Anayasa ile Siyasî Partiler Yasası'na aykırılık nedeniyle 2820 sayılı Yasa'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince davalı Parti'nin kap- 33 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü atılmasına karar veren Anayasa Mahkemesi’ne göre, “…ÖZDEP, Programındaki anlatımlarla, Türkiye'de hukuksal ve siyasal yönden ırka dayalı bir Türk Ulusu kavramı ya da etnik kökene göre çoğunluk ve azınlık kavramları olmamasına karşın, farklı etnik ve soy kökenlerinden gelen bütün vatandaşların eşit haklarla yer aldığı Türk Ulusunu ırk esasına dayalı olarak "Türk ve Kürt Ulusları" biçiminde ikiye bölmüş, ezilen bir halk olarak nitelediği Kürtlere ayrı bir ulus olarak kendi kaderlerini tayin etme hakkını verme amacına yönelik devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozucu bir konuma düşmüş ve bu bağlamda yine bölücülüğe yönelik olarak yargılamanın ve eğitimin ana dille yapılmasına da programında yer vermiştir. Böylece Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ve aynı Yasa'nın 81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırı davranılmıştır.” (E. 1993/1 (Siyasî Parti Kapatma), K. 1993/2, k. t. 23.11.1993, http://www.anayasa.gov.tr/ eskisite/KARARLAR/SPK/K1993/K1993-02.htm, 17.04.2008) 34 En son; bir sene önce yapılan genel seçimlerde, toplam olarak, seçmenin yarısından fazlasının oyunu alan AKP ve DTP hakkındaki kapatma davası iddianamelerini kabul etmek suretiyle bu davaları görmeye başlayan Türk Anayasa Mahkemesi, AKP’yi tek üyelik oy farkıyla kapatamamış olsa da, kuruluş tarihi olan 1962’den bugüne kadar, toplam 24 partinin kapatılmasına karar vermiştir. Yasama sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilebilecek söz ve beyanlar ile parti progamında komunist veya Kürt kelimelerinin geçmesini ve hatta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılarak dini işlerin cemaatlere bırakılmasını dahi parti kapatma gerekçesi sayarak, katı ve otoriter bir yargısal uygulamayı benimseyen Türk Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasına karar verdiği parti sayısı, Avrupa Konseyi devletleri içerisinde erişilmesi imkânsız bir rekorun da varlığı anlamına gelmektedir. 1950’li yıllarda Almanya’da 2 ve 2000’li yılların başında İspanya’da bir olmak üzere bütün Avrupa kıtasında İkinci Dünya Savaşı sonrası anayasa mahkemeleri tarafından kapatılan parti sayısının toplam üç olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, kapatılan 24 partinin rakamsal olarak hangi boyutta, nasıl bir siyasi ve hukuki gerçeği ima ettiği çok daha iyi anlaşılacaktır. Devlet organlarının otoritesi karşısında bireylerin hak ve hürriyetlerinin etkili bir şekilde korunması amacıyla, ilgili organlarca ve özellikle yasama organı tarafından yapılan işlemlerin anayasaya uygunluğunun denetlenmesi, anayasa mahkemesinin hukuk devleti bakımından temel hukuki meşruiyet temelini oluşturmaktadır. O halde temel hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlayarak, hukukî güvenliği ve barışı gerçekleştirmek, anayasa mahkemelerine hukuki meşruiyet kazandıran temel referans değerleri oluşturmaktadır. Bu bağlamda Mehmet Merdan Hekimoğlu anayasa mahkemelerinin bu asli amaca ulaşmalarının, hukuk devleti ilkesinin içeriksel manasını, aktif olarak, ondan yana taraf olmak üzerinden derinleştirmeleriyle mümkün olabileceği önemle ifade edilmelidir. Yeni kuralan anayasa mahkemelerinden biri olan Macar Anayasa Mahkemesi’nin mahut amaca ulaşmada iyi bir sınav verdiği iddia edilemez. Çünkü söz konusu Mahkeme, legal kesinlik ve anayasaya uygunluk üzerinde yoğunlaşan, formalistik ve nötr bir hukuk devleti anlayışını benimsemiştir (Dupré, 2003: 31). Aynı şekilde Başkan Akayev yandaşlarının, liderlerinin 1991 yılında bir önceki Anayayasa uyarınca seçildiği hususunu göz önünde bulundurmaksızın, 1993 tarihli Anayasa’nın buna izni veren hükmü uyarınca, ikinci defa başkanlığa aday olup olamayacağı konusunda yaptığı başvurunun, Temmuz 1998’de Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmesinin, gözlemciler tarafından hukuk devletinin metinsel olmasa bile, ruhunu ihlal eden bir karar olarak eleştirildiği görülmektedir (Nichol, 1998:106). Buna karşılık Federal Alman Anayasa Mahkemesi, hukuk devletinin maddi anlamdaki boyutlarının geliştirilmesinde oldukça önemli bir rol oynamıştır. Mahkeme, mevcut kaynaklar ve diğer eşit önemdeki devlet görevleri göz önünde bulundurularak, sosyal faydanın sağlanma düzeyi konusunda karar vericinin, yasa koyucu olduğuna karar vermiştir (BVerfGE, 82, 60, <80>; Dethier ve Shapiro, 1998: 467, 473). Mahkeme, oldukça sınırlı da olsa, kazanılmış hakların korunmasını Federal Anayasa’nın 20. maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesine dayandırma yoluna gitmiş ve gerçek manasıyla geriye yürüyen hukuki düzenlemelerin Anayasa’ya uygun olmadığı sonucuna varmıştır (BVerfGE, 82, 60, <80>; Dethier ve Shapiro, 1998: 467, 473). İptal kararlarının kural olarak geriye yürüdüğünün kabulünü savunan Teziç, kesin hüküm durumundaki yargı ve idare kararlarının saklı kalması koşuluyla, aynı sonuca varmaktadır (Teziç, 2001: 213). Hukuk güvenliği, hukuk devletinin maddi temelini oluşturan önemli bir kavramdır. Anayasa mahkemelerince verilen iptal kararlarının geriye yürümemesinin istenmesindeki amaç, “hukuk güvenliğinin sağlanması” olduğu için, sadece kesin hüküm durumunda bu ilkenin anlam ifade ettiğinin kabulü gerekir (Teziç, 2001: 213). Esasen doğru olan, bu tür bir maddi hukuk devleti anlayışı ile hukuk devletinin bu genişlikte maddi temellendirmesinin anayasa mahkemeleri ve öğreti tarafından yapılmasıdır. Nitekim benzer bir yorum anlayışından yola çıkan Letonya Anayasa Mahkemesi, 22.12.1995 tarihli kararıyla, Letonya Anayasası’nın Başlangıç Bölümü’nde yer alan, Letonya halkının açık, adil ve uyumlu bir medeni toplum olduğuna ve bir hukuk devletini amaçladığına dair ibareden hareket ederek, adaleti hem temel bir moral değer olarak nitelemiş, hem de hukuk devletinin önemli dayanaklarından biri olarak kabul etmiştir (Rainer, 1998: 17). Bununla birlikte, anayasa mahkemelerinin bir yargıçlar devleti yanlışına 35 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü 36 sürüklenmemeleri için, mutlaka ortaya koydukları hukuk devleti anlayışının pozitif hukuktaki anayasal dayanaklarını ikna edici bir şekilde göstermeleri gerekmektedir. Çünkü anayasa mahkeme üyelerinden istenen, kendilerinin değil, anayasanın hukuk devleti anlayışını yaşama geçirmeleri olup, esasen gücünü anayasadan alan bir anayasa mahkemesinin, anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkeleri gereği, başka türlü hareket etmesi de kendisinden beklenemez. Dolayısıyla anayasa mahkemelerinin hakları koruma işlevini yerine getirmesi garantili olmayıp, ancak pozitif hukuk sınırları içinde kalmak kaydıyla yapacağı özgürlükçü yorumlarla mümkündür. Maddi hukuk devleti anlayışı konusunda doktirinde eleştirel bazı görüşlerin mevcut olduğunun da, akademik yansızlık bakımından, bu bağlamda ifade edilmesi gerekiyor. Örneğin Joseph Raz, hukuk devletinin sıklıkla ve haklı olarak, keyfi iktidarın tersi anlamında kullanıldığını, oysa bu ikincisinin birinciden daha geniş olduğunu ve keyfi yönetimin birçok şeklinin pekala hukuk devletiyle uyumlu olabileceğini savunmaktadır (Raz, 2001: 297-298). Yazara göre örneğin bir yöneticinin, hukuk devletine aykırı davranmadan, kendi arzu ve kişisel çıkarlarına uygun genel kuralların konulmasını teşvik etmesi mümkündür (Raz, 2001: 298). Bu durumda, bu kurallara uyulmasını istemenin, yani salt maddi hukuk devleti anlayışını esas alınmanın, bazı adaletsiz sonuçlara yol açacağı hususu açıktır. Literatürde başka bir eleştiri de Michel Rosenfeld’den gelmektedir. Rosenfeld, “Southern California Law Review, 74 no. 5(2001)’de yayımlanan “The Rule of Law and the Legitimacy of the Constitutional Democracy” adlı çalışmasında; zayıf ve gür anlamıyla hukuk devletlerini farklılaştırmakta ve Amerikan, İngiliz, Fransız ve Alman geleneklerinde somutlaşan bu sonuncu anlamıyla dahi hukuk devletlerinin, değerler çoğulculuğu ve sosyal karışılıklığın modern koşulları altında, anayasal demokrasileri legitimize etmekte yetersiz kaldığını ifade etmektedir (Zurn, 2007: 88). Temel haklara yönelik, yasama da dahil devlet organlarından gelen müdahaleleri etkin bir anayasal denetim yoluyla engelleyemeyen; bu konudaki illiberal ve giderek anti-liberal tasarrufların anayasaya uygunluğunu denetleyemeyen bir devletin, hukuk güvenliğini, adaleti ve kamu düzenini bütün unsurlarıyla yaşama geçirmesi ve böylece hukukun üstünlüğüne dayalı gerçek bir hukuk devleti haline gelmesi söz konusu olamaz. Bu gerçekten hareketle Avrupa'nın pek çok demokratik devleti, anayasalarında değişiklik yaparak, bu tür bir denetimi mümkün kılan, merkezi tipte bir anayasa mahkemesi modeli oluşturmuşlardır. Anayasa mahkemesi yoluyla etkili bir şekilde anayasaya uygunluk denetiminin gerçekleştirilememesi durumunda, parlamento çoğunluğunun her alanda sınırlandırılmamış bir sultasının ve giderek faşizminin egemen olması söz konusu olabilecektir ki, böyle bir Mehmet Merdan Hekimoğlu yönetim anlayışının, anayasal bir demokratik hukuk devleti bakımından, meşru görülmesi mümkün olamaz. Yasama, yürütme ve yargıdan oluşan modern bir devletin ve idarenin her türlü eylem ve işlemenin bağımsız ve güvenceli hakimler eliyle yargısal denetiminin mümkün olmasına dair hukuk devleti koşullarının hukuki ve fiili olarak gerçekleştirilip, güvence altına alınmadığı bir ortamda, anayasa mahkemesinin, varlık sebebini oluşturan temel görevleri yerine getirmesi beklenemez. Anayasa mahkemesinin, hak ve özgürlükleri geliştirme ve koruma şeklindeki temel fonksiyonunu ifa etmek yerine, anayasaya ve demokratik hukuk devleti esaslarına aykırı bir takım hak sınırlamalarına meşruiyet temeli oluşturacak şekilde kararlar vermesi, hatta bu amaçla yasa koyucuya bizatihi yol göstermesi, kendi anayasal statüsünü sıkıntıya sokmakta ve doğrudan doğruya kendi hukuki meşruluk temelinin sorgulanmasına neden olmaktadır. B. Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devletinde Demokratik Meşruiyeti Yaşanan acı tarihi tecrübeler nedeniyle, otoriter ve giderek totaliter siyasi iktidarların bireyin temel hakları alanında yarattıkları tahribatlara karşı, bireyi ve azınlıkları devlet ve toplum karşısında korumak ve kollamak düşüncesinden hareketle, liberal bir siyasi-hukuki perspektif içerisinde, anayasa yargısının oluşturulduğunu ve zaman içinde yaygınlaşarak genel kabul gördüğünü inceledik. Temel hak ve özgürlüklerin korunması yanında hukuk devletinin hayata geçirilebilmesi için de kanunların anayasaya uygunluğunun sağlanması şarttır (Sabuncu, 2004:77). Bir ülkede anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesi geçerli ise, o ülkede yasaların, normlar hiyerarşisi bakımından en üstte bulunan anayasaya uygunluğunun denetime bağlı tutulması gerekmektedir (Sabuncu, 2004:77). Anayasa yargısı, çoğulcu yerine, çoğunlukçu bir demokrasi anlayışının doğal sonucu olarak ortaya çıkması olası sakıncalara karşı, bireyin sivil ve siyasi hak ve özgürlüklerini otorite karşısında korumak amacıyla ortaya çıkmıştır ki bu durum, Türk ve Alman Anayasa Mahkemeleri örneğinde de görüldüğü üzere; yasama, yürütme ve yargı organları karşısında ciddi anlamda bir ulusal egemenlik yetkisine sahip olunmasını ve bunun kullanılmasını ifade etmektedir. İnsan haklarının korunması görevinin anayasa mahkemesinin temel siyasi–felsefi ve hukuki meşruiyet gerekçesini oluşturduğu kabul edilmektedir. Esasen anayasal bir demokratik sistemde, anayasa mahkemesi’nin temel fonksiyonu, temel hak ve özgürlükler karşısında devlet iktidarının kısıtlanmasını sağlamaktır. Böyle bir sınırlandırma aynı zamanda demokratik rejimin korunması anlamına geleceği için de meşrudur. Çünkü günümüzdeki demokrasi anlayışı çoğunlukçu değil, çoğulcu bir zihni paradigma üzerine bina edilmiştir. Buna göre, hatalı olarak milli irade diye de nitelenen seçmen 37 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü 38 çoğunluğunun yönetim hakkı, yalnız başına, demokratik bir rejimin varlığı için yeterli olmamakta, bunun; siyasal çoğulculuk, muhalefet etme özgürlüğü, temel hak ve özgürlüklerin korunması, kanun önünde eşitlik, sayısal azınlıkların ileride iktidar olabilme yolunun açık olması, serbest ve adil seçim ilkesi gibi diğer önemli unsurlarla da tamamlanması gerekmektedir. İşte anayasa mahkemesinin anayasalarca tanınmasının sağladığı asıl siyasi katkı, temel hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması yoluyla demokratik rejimin gerçekleştirilmesi ve derinleştirilmesi noktasında toplanmaktadır. Demokratik hukuk devletlerinin, demokratik yollarla kural koyuculuk yanında hukuk devletinin gerektirdiği hukuksal korumayı da zorunlu kıldığının (Heckmann, 1997: 109) altı bu bağlamda önemle çizilmelidir. Temel demokratik kurumlardan biri olarak anayasa mahkemesine (Kneuer, 2007: 317) ait asli fonksiyonunun, işte bu hukuksal koruma aktivitesi çerçevesinde düşünülmesi gerekir. Nitekim Çek Cumhuriyeti örneğinde de görüldüğü üzere, bu Devletteki Anayasa Mahkemesi, demokratik sürecin pekiştirilmesine ve yeni anayasal değerlerin tanınmasına önemli katkıda bulunmuştur (Darrow ve Alston, 1999: 490). Mahut Mahkeme, bir yandan kararlarıyla hukuk düzeninin medenileşmesine katkıda bulunurken, öte yandan hukuksal değişikliklerin uygulanmasını sağlamada yardımcı olmuş ve böylece Çek Cumhuriyeti modern bir hukuk devletine doğru ilerleyip, gelişmiştir (Vodič ka, 2005: 225) Bununla birlikte hukuk devletinin yargıçlar yönetimi veya tutucu elitler idaresine dönüşme tehlikesini içermesinin, ilerideki demokratikleşme sürecini engelleyici olabileceği ve bu konunun yargıçların göreceli demokratik meşruiyet eksikliğiyle ilgili olduğu da ifade edilmiştir (Chaihark, 2004:408). İkinci Bölüm Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devleti Bakımından Tarihsel Gelişimi Modern zamanlardan itibaren hakim olan geleneksel kamu hukuku doktrini anlayışına göre devletler, kendi yapılarında içkin bulunan felsefi anlayışa paralel olarak, hukuk kurallarına bağlılıkları açısından üç ana başlık altında tasnif edilebilir: Mülk devleti, polis devleti ve hukuk devleti anlayışları. Şimdi anayasa mahkemesinin tarihsel süreç içerisinde hukuk devletine ulaşıncaya kadar geçirdiği aşamaları, bu üç devlet anlayışı bakımından sırasıyla incelemeye başlayalım. I. Mülk Devleti (Patrimonialstaat) Anlayışında Anayasa Mahkemesine Neden İhtiyaç Duyulmamıştır? Kapalı bir tarım ekonomisi ve foedal bir siyasi rejimin cari bulunduğu Ortaçağ mülk devleti anlayışında, en başta bulunan kral da dahil olmak üzere bütün feodal beylerin kamusal yetki ve imtiyazları toprağa malik olmaların- Mehmet Merdan Hekimoğlu dan geliyordu (Onar, 1966: 125). Toprağa bağlı mülkiyet ekonomisine dayalı Ortaçağ mülk devleti anlayışında idarenin, egemenlik gücünden kaynaklanan yetkilerini denetim yoluyla kayıtlayacak Anayasa Mahkemesi de dahil herhangi bir yargısal merci mevcut değildi. Çünkü bu devlet anlayışında kral ve diğer yönetici feodal beylerin yetkileri esas itibarıyla maliki bulundukları toprak mülkiyetinden kaynaklandığı için, kamu gücüne sahip olanların bu yetkileri, onların şahsi malı olarak kabul görüyordu ve böyle bir ortamda –anayasa ve anayasa mahkemesi bir yana- yöneticileri sınırlandıran bir idare hukukunun varlığından bile söz etmek mümkün değildi (Gözler, 2007: 21). II. Polis Devleti (Polizeistaat) Anlayışında Anayasa Mahkemesinin Neden Yeri Yoktur? Merkezi krallıkların giderek güç kazanmasıyla birlikte Avrupa’da, mülk devleti sistemine dayalı feodal rejim zayıflamış ve böylece polis devleti anlayışının hakim olduğu mutlak hükümdarlıklar dönemi başlamıştır. 17 ve 18. yy. mutlak hükümdarlık yönetimlerinde cari bulunan bir rejim olan polis devleti kavramıyla, toplumun refahı adına her türlü tebdiri alan ve vatandaşların bütün haklarına müdahale etme yetkisine sahip bulunan rejimler anlatılır (Gözübüyük, 2000: 163). Bu rejimlerde cari bulunan egemen kamu gücünün büyüklüğü ve sınırsızlığı, meşru hukuk devletinin değil, gayri meşru polis devletinin bütünleyici parçasısır. Çünkü egemen bulunduğu ülke toprakları üzerinde rakip tanımayan, en üstün güç konumunda bulunmak devlete meşruluk vermediği gibi, bu durum, hukuk devleti yerine, olsa olsa polis devletinin ayırt edeci bir vasfı olarak değerlendirilir (Erdoğan, 2000: 123). Hukukla kayıtlı olmanın ve hukuk çerçevesinde hareket etmenin, hukuk devletinin alamet-i farikası sayılmasını (Erdoğan, 2000: 123) bu bakımdan düşünmek gerekir. Esasında hukuk devleti; Almanya, İngiltere ve Fransa’da, işte bu mutlak devlet otoritesinin disipline edilmesi gerektiğine dair ilkeden türemiştir (Borneman, 1997: 46). Bir devlet düzeninin polis devleti olarak kabul edilebilmesi için idari tasarrufların hukuk kuralları ve anayasa yargısı da dahil olmak üzere, etkili bir bağımsız yargı sistemi yoluyla sınırlandırılmaması ve meşruiyetini güçten alan yönetim yetkilerinin büyük ölçüde takdire dayanmış olması gerekir. Hukuk devletinin tersi bir devlet türü olarak polis devletlerinde, “kamu gücü ve otoritesi” anlamına gelen polis, sınırsız yetkilere sahiptir ve bunlara karşı yargı yoluna gidilmesi olanağı yoktur (Fındıklı, 2003: 82). Kamunun refahı ve selameti için bireylerin hak ve özgürlüklerine alabildiğine müdahale eden, onlara yükümlülükler getiren ve fakat bütün bu tasarruflarda bulunurken idaresi hukukla bağlı bulunmayan polis devleti, faaliyetlerinde, adına “polis kudreti (Polizeigewalt) dediğimiz, sınırsız ve denetimsiz bir güce sahip bulun- 39 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü duğu için, anayasa mahkemesinin bu tür bir devlet anlayışında yeri yoktur (Gözler, 2007: 21, 22). İşte polis devletlerinin bu sınırsız kamu gücünü kullanmalarından ortaya çıkan otoriter keyfiliğin, bireyin temel hak ve özgürlükleri alanında yaratmış olduğu tahribatlara karşı, bireyi devlet önünde koruyup kollamak düşüncesiyle, hukuk devleti anlayışının doğduğunu görüyoruz. 40 III. Hukuk Devleti Anlayışı ve Anayasa Mahkemesi Hukuk devleti ilkesinin kökeni antik Yunan’da Aristo’ya kadar geri götürülebilirse de (Freeman, 1991:41), esas olarak keyfi polis devleti düzeninin, bireyin temel hak ve özgürlükleri alanında, hukuk güvenliği açısından yaratmış olduğu ağır ihlallerin izale edilmesi düşüncesi, üçüncü ana devlet anlayışı olarak nitelendirebileceğimiz, söz konusu devlet anlayışının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Liberal gelenek kapsamında anayasacılık akımına dahil harekatların bir neticesi olarak ortaya çıktığı bilinen hukuk devletinin, devleti hukuk yoluyla sınırlandırma ve siyasi iktidarın keyfi tasarruflarının önüne geçmeyi güvence altına alma amacına yönelik en önemli yöntem olduğu (Erdoğan, 1993: 44) kabul edilmektedir. Geleneksel hukuk sistemine ait olanların kural olarak reddi üzerine bina edilen modern hukuk düzeninin temelinde yatan yeni devlet anlayışı, işte bu hukuk devleti anlayışıdır. Esasen 1789 Fransız İhtilali’yle başlangıç noktasını bulan aydınlanma süreci, demokrasiyi, mutlak hükümdarlıkların sınırsız yetkilerini hukuk yoluyla sınırlandırarak, yani hukuk devleti yoluyla gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Türkiye örneğinde ise hükümetin dışında kalan bir gücün, ilk defa hükümeti bir hukuk kuralıyla sınırlamaya çalışması nedeniyle Sened-i İttifak, hukuk devleti yönüne gidiş niteliğinde bir adım olarak değelendirilebilir (Onar:1966: 147). Bir hukuk devleti, genel anlamıyla belirtmek gerekirse, idare edenlerin veya bir başka deyimle devlet gücüne dayalı siyasal erki kullananların, yönetilenlere, yani vatandaşlara yönelik işlem ve eylemlerinde “hukuka uygun hareket etmek” ilkesinden ayrılmamaları ve böylece bireylerin hukuki güvenliğinin, hukukun üstünlüğü (hakimiyeti) yoluyla en etkili ve güvenli bir şekilde tesis edilmesi anlamına gelir. Bunu gerçekleştirebilmenin ilk koşulu, devletin ve devlet görevlerinin mutlak surette önceden belirlenmiş hukuk kuralları dahilinde eylem ve işlemlerde bulunabilmeleri ve mevcut hukuk kurallarının yasaların genelliği ve eşitliği ilkesi gereği herkese eşit şekilde uygulanmasıdır. Bir hukuk devletinin yetkili değil de görevli, muktedir değil de memur olması (Erdoğan, 2000: 123) bu nedenledir ki işte bu noktada anayasa mahkemelerinin varlığı ve işlevi ön plana çıkmaktadır. Federal Almanya’daki hukuk teorisyenlerince de ifade edildiği üzere, kararları doğrudan bağlayıcı özellikte bulunan Federal Alman Anayasa Mahkemesi Mehmet Merdan Hekimoğlu (Bundesverfassungsgericht)’nin bu niteliği ile birlikte yargısal karar enstrümanı olma özelliği, hukuk devletini geliştirmiş ve yasama sürecini hukukileştirmiştir (Rogowski ve Gawron, 2002: 251,252). Anayasa mahkemesinin bu rolü hakkıyla yerine getirebilmesi, güçler ayrılığının mevcut olduğu bir politik sistemin varlığını gereksinir ki, bu durum bizi doğrudan hukuk devletine götürür. Zira Macar Anayasa Mahkemesi’nin de isabetle vurguladığı üzere, güçler ayrılığı hukuk devletini oluşturan unsurlar arasında yer alır (Spuller, 2000: 369). Yargı bağımsızlığı’nın güçler ayrılığı düşüncesine sıkı bir şekilde bağlı olmasını (Azrak, 2008: 83) da bu bağlamda düşünmek gerekir. Nitekim anayasal haklara dair sorularla yetkili bir ulusal mahkemenin mevcut bulunmamasının, hukuk devletinin –anayasal ilkelerin üniform bir şekilde uygulanması manasında- de mevcut olmadığı anlamına geleceği (Keynes ve Miller, 1989: 18) haklı olarak ifade edilmiştir. Hukuk devletinin hakim olduğu ülkelerde, öngörülebilir bir yargı sisteminin varlığı, istikrar açısından büyük bir unsur olarak görüldüğünden, tıpkı pek çok kıta Avrupa’sı devletinde olduğu gibi, Macaristan da yönetim ile bireyler arasındaki uyuşmazlıkların çözümünde hakem olarak karar vermek üzere, bir anayasa mahkemesi oluşturmayı seçme yoluna gitmiştir (Dethier, 1998:17). Aynı şekilde Güney Kore’de otoriter bir yönetimin hakim olduğu yıllarda, hukuk devletinin zayıf kurumsallaşmış yapısının, demokratikleşmenin başlamasıyla tedricen değiştiği ve 1987 Anayasası’yla birlikte, Avrupa modeli bir merkezi Anayasa Mahkemesi’nin kurulduğu görülmektedir (Shelley, 2005:205). Rusya’da 1991’de oluşturulan Anayasa Mahkemesi’nin, adı geçen ülkede hukuk devletinin geliştirilmesi yönünde atılmış ilerici bir adım olduğunun çoğunlukla kabul edilmesini (McFaul, 2001:327) de bu bağlamda ifade etmek gerekir. Çünkü özel olarak sivil hakların korunmasıyla görevli bir anayasa mahkemesinin veya bu konuda yetkili başka kurumların yokluğu, söz konusu hakların legal yollarla korunması konusunda oldukça güdük kalındığını (Joseph ve Feldbrugge, 1985:127) gösterir. Ancak anayasa mahkemelerinin bu fonksiyonlarını yerine getirirken, hukuk yaratan değil de mevcut hukukun değişik boyutlarıyla ne olduğunu söyleyen bir konumda olduklarının altı önemle çizilmelidir. Kamu hukukunda, özel hukuktan farklı olarak, yetkili olma durumunun bir istisna oluşturduğu; asıl olanın yetkisizlik olduğu göz önünde bulundurulursa, kendisininin açıkça yetkili kılınmaması durumunda Anayasa Mahkemesi’nin yetki kullanması hukuki meşruiyet sorununa neden olacaktır (Özay, 1996: 315). Aksi anlayıştaki bir anayasa mahkemesi modelinin yargıçlar yönetimi (juristokrasi) anlamına geleceği de son derece açıktır. Bununla birlikte anayasa mahkemelerinin pozitif anayasa hukukundaki temelini göstermeleri kaydıyla hukukun genel kabul görmüş, bir takım evrensel ilkelerine başvurmalarını da yadırgamamak gerekir. Çünkü hukuk 41 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü 42 devletinin kanun devletini aşan anlamı, bu ilkeler nedeniyledir (Sabuncu, 2006: 56). Esasen hukukun evrensel normlarının, günümüz küreselleşme ortamında, en temel meşruiyet kaynaklarından biri olduğu gerçeği, böyle bir değerlendirmede bulunmayı zorunlu kılmaktadır. Örneğin vergi mevzuatıyla ilgili düzenlemelerin geriye yürüyemeyeceği prensibine dair herhangi bir anayasal veya yasal düzenleme Alman hukukunda mevcut olmamasına karşın, Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nin, kamu itimadı ve hukuk güvenliği ilkelerini içeren hukuk devleti kavramına dayandırmak suretiyle (Vanistendael, 1996:25), bu prensibi kabul etmesi isabetli bir karar olmuştur. Çünkü hukuk devleti ilkesinin Federal Alman Anayasası’ndaki değiştirilemezlik zırhıyla donatılmış müstesna konumu gözönünde bulundurulursa, Alman Federal Anayasa Mahkemesi’nin, bu pozitif hukuk prensibini yapmakta olduğu yargısal denetimlerde ölçü norm olarak kullanmasının, meşruiyet problemine yol açmayacağı hususu açıktır. Buna paralel bir anlayışla Türk Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarla (örn E. 2006:52; K. 2007: 27; k. t. 15.03.2007, R. G. 21.02.2008 tarih ve 26794 sayı), ayrıca Anayasa’da belirtilmiş olmamasına karşın, kazanılmış haklara saygıyı, hukuk devleti ilkesinin gereği olarak kabul etmiştir (Özbudun, 2004: 73). Mahkeme yukarıda künyesi verilen mahut kararında, kazanılmış hakları hukuk devletinin genel bir gereği olarak gördüğünü ifade etmiş ve kazanılmış hakkın oluşabilmesi için gerekli olan koşulları şu şekilde belirtmiştir: “…kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın yeni yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekmektedir.” Mahkeme’nin bu şekilde hukuk devleti gibi temel bir anayasal ilkeye dayanmak ve cari Anayasa’daki pozitif dayanağını göstermek suretiyle kazanılmış haklara saygı gibi hukukun evrensel bir ilkesini esas alarak anayasaya uygunluk denetimi yapmasını, olumlu karşılamak gerekir. Türk Anayasa Mahkemesi’nin başka bir kararında da belirtildiği gibi, “Anayasa’nın 2. maddesinde sözü geçen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp işlem ve eylemleri yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğunun bilincinde olan devlettir. Hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmiş sayılabilmesi için, yasaların Anayasa’ya uygunluğunun yetkili organlarca denetlenebilmesi gerekir. Bu denetim engellenmiş ise, temel hak ve özgürlüklerin tam anlamıyla güvence altına alınmış olduğundan söz edilemez.” (E. Mehmet Merdan Hekimoğlu 2002/121, K. 2002/62, K. t. 9.7.2002, http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/ KARARLAR/IPTALITIRAZ/K2002/K2002-62.HTM,02.02.2009). Bu karardan da anlaşılacağı üzere, hukukun üstünlüğünün tam anlamıyla tesis edilebilmesi, yürütme yanında, yasamanın da hukuka bağlılıktan ayrılmamasının bağımsız yargı mercileri üzerinden, metazori olarak sağlanmasıyla mümkün olabilir. Esasen kişi hak ve özgürlüklerinin yalnızca yürütmenin değil aynı zamanda yasamanın organının tasarruflarına karşı da korunması düşüncesiyle ortaya çıkan anayasa yargısının, hukuk devletinin yerleşmesi ve gelişmesi bakımından oynamış olduğu önemli rolü (Konuralp, 2006: 9) bu bağlamda düşünmek gerekir. Anayasa mahkemesinin özel statüsü, onun aynı zamanda, yasamayı ve yürütmeyi yargısal yönden denetlemek marifetiyle, bu iki önemli devlet gücünü hukuka uygun hareket etmeye sevk etmesinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte ifade edilmelidir ki anayasa mahkemesinin hukuk devleti bakımından oynamış olduğu eşşiz fonksiyonun önemi, birden bire takdir edilmemiş, aşamalı bir süreç sonucunda tedricen anlaşılmıştır. Bu bağlamda öncelikle Rousseau’cu genel irade anlayışı karşısında anayasa mahkemesinin bu tür bir denetim yetkisine sahip olamayacağı kabul edilmiş, ancak yaşanan acı tarihi tecrübelerle, yasama organlarında tecessüm eden çoğunluk iradesinin yürütmeden çok daha yıkıcı bir şekilde kişilerin temel hak ve özgürlüklerini tahrip edebileceği anlaşılınca, bu anlayışdan vazgeçilmiş ve hukuk devleti ilkesinin anayasa yargısı denetimi yoluyla kusursuzlaştırılması amaçlanmıştır. Hukuk devletinin kusursuzlaştırılması da, anayasa mahkemesinin denetiminin sağlanması üzerinden, devlet organlarının bütün eylem ve işlemlerinin hukuki kontrola açılmasının tamamlanmasıyla gerçekleşecektir. Çünkü Haenel’in de isabetli olarak ifade ettiği gibi, anayasa mahkemesi olmayan bir federal devletin tam anlamıyla hukuk devleti olması söz konusu olamaz (Schäffer, 1998: 103). IV. Genel İrade Anlayışından Vazgeçilmesi ve Anayasa Mahkemelerinin Yaygınlaşması Temel hak ve özgürlüklerin sert anayasalarda güvence altına alınarak, yürütme yanında, yasama iktidarından gelebilecek, olası, keyfi ve orantısız müdahalelere karşı korunması, bireylere yasama organı karşısında güçlü ve özerk bir dokunulmazlık sahası yaratır. Dokunulamaz, özerk saha düşüncesi Rousseau’cu anlamda toplumsal sözleşme teorisi ile bağdaşır gözükmemektedir. Bağdaşmamaktadır; zira, topluluğun bir parçası olması hasebiyle sosyal yapıya bağımlı bir kıymete sahip olan bireyin haklarına, yasama organı her zaman müdahalede bulunma hak ve yetkisine sahiptir. Ayrıca Hobbes’cu manada toplumsal sözleşme yoluyla bütün haklarını topluma devretmeyi kabul eden bireyin temel hak ve özgürlükleri ancak, yasama iktidarının takdir 43 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü ettiği sınırlar içerisinde, onun pozitif tasarruflarıyla kaim olabilir. Çünkü önemli olan, birey iradesinin de içerisinde yer aldığı topluluğun iradesi, yani genel iradedir. Kanunları işte bu genel iradenin ifadesi olarak gören ve yalnızca kanunun egemen olabileceğini ifade eden Rousseau’nun, kanunları, yasama organın dışındaki başka bir organın iptal edemeyeceğine dair görüşünün fazla taraftarı günümüzde artık mevcut bulunmamaktadır (Özer, 2003: 24). Mademki artık siyasi iktidar ile egemen gücün ayrılığı günümüzde kabul görmektedir; o halde egemenliğe sahip olan milletin, iktidarın statüsünü tespit eden anayasa eliyle, egemenliği olmasa da iktidarın kullanımına dair yetkiyi devlet organlarına vermesinin; bu organlardan biri sıfatıyla yargının, anayasanın üstünlüğünü yaptırıma tabi tutabilmesinin yolunu açtığını (Yayla, 1986: 52) da kabul etmemiz gerekir. Temsil (Representation) edilmesi mümkün olmayan, soyut bir milli irade uğruna bütün yetkileri, kuvvetler birliği ilkesi gereği, sınırsızca halka veren salt egemenlik anlayışı, çoğulculuk üzerine bina edilen çok partili bir liberal demokratik rejime imkân tanımamaktadır. Nitekim bu anlayışta önemli olan, farklılıkların bir arada barış içinde yaşayabildiği plüralist bir yapının mevcudiyeti değil, farazi bir çoğunluğun, yani sözde halkın iradesinin nasıl ve ne yönde tecelli ettiğidir. 44 Genel iradeci görüşe göre yalnızca halk, tek ve bütüncül bir karakter arz eden anayasal egemenliğe kayıtsız ve şartsız bir şekilde sahiptir. Kralın ve padişahın yetkileri bundan böyle soyut bir varlık olarak halka ait olacaktır. Mamafih uygulamada bu yetkilerin halk tarafından kullanılmasına hiçbir zaman izin verilmemiştir. Daha da kötüsü halk iradesine dayandığını iddia eden otoriter ve totaliter ideolojilerin, temel hak ve özgürlükler alanında yaratmış oldukları tahripkâr tasarrufların temel meşruiyet kaynağı, Fransız Devrimi’nin işte bu sınırlandırılmamış, vehmi egemenlik anlayışı olmuştur. Seçimle iktidara gelip, demokratik rejimi yok eden Hitler ve Mussolini örneklerinde de görüldüğü üzere, özellikle “genel irade”nin çoğunlukçu bir demokrasi anlayışını temellendirmesi üzerinden, azınlıkların temel hak ve özgürlüklerini çiğnemek suretiyle anayasa dışına kolayca çıkmasını engellemek için, Kıta Avrupası’nda anayasa mahkemelerine ihtiyaç duyulmuştur. ABD ile Avusturya ve Çekoslovakya’nın daha önceki uygulamaları bir taraf tutulursa, özellikle II. Dünya Savaşı’nda yaşanan acı tecrübeler; kral ile olan tarihi iktidar ve özgürlük mücadelesi nedeniyle kendisine yanılmazlık, devredilemezlik ve vazgeçilemezlik özellikleri üzerinden bir nevi modern kutsallık atfedilen sınırsız genel irade kavramının insanlık için ne büyük ölçüde felaketlere yol açacağını gösterdiği için, en geniş anlamıyla hukuk devletinin yaşama geçirilme ilkesi çerçevesinde bir çoğulcu demokrasi modeli arayışına girilmiş ve anayasa mahkemeleri bu soruna çözüm getirmek Mehmet Merdan Hekimoğlu amacıyla kurulmaya başlanmıştır. Temel hak ve özgürlükleri çiğneyerek, özgürlükçü demokratik rejimi ortadan kaldırmak isteyen bir çoğunluk iradesinin bu amacına ulaşmasını önlemek amacıyla, onu denetleyen ve gerekirse anayasaya aykırı tasarruflarını ortadan kaldıran anayasa mahkemeleri böylece, denetimsiz bir gücün demokratik hukuk devletlerinde mevcut olamayacağına dair evrensel ilkenin de somutlaşmasını sağlamaya başlamıştır. Anayasa mahkemelerinin II. Dünya Savaşı sonrası kurulan demokratik rejimlerdeki artan önemi öyle bir noktaya gelmiştir ki, örneğin Federal Alman Cumhuriyeti’ndeki hukuk devletini, anayasa yargısı olmadan tasavvur etmek çok güç bir hale gelmiştir (Sobota, 1997: 478). Çünkü hukuk devleti kurumlarının en başında anayasa mahkemesinin geldiği (Klein, 2007: 204) anlayışının giderek artan kabul görmeye başlaması bu sonuca yol açmıştır. Öyle ki artık hukuk devleti düzeninin muhafaza ve işleyişinin politik sorumluluğu anayasa mahkemesine düşmektedir (Larenz, 1991:365) ki bu durum özgürlükçü çizgide dinamik bir hukuksal yorum anlayışının varlığını gereksinmektedir. Nitekim buna paralel bir çizgide Federal Alman Anayasa Mahkemesi, görevinin başlangıcından itibaren, Federal Cumhuriyet’in liberal demokratik hukuk devleti yolundaki kimlik arayışına yardım etmiş ve hızlı şekilde kazandığı otoritesini Almanların demokrasi eğitiminde kullanmıştır (Vorländer, 2007: 115). Bu durum cari siyasi ve hukuki sistem içerisinde Federal Anayasa’nın öneminin artmasına da neden olmuştur. Öyleki günümüzün bazı çağdaş Alman bilim adamları, Almanya’nın hukuk devlet yerine, daha iyi bir nitelemeyle ve anayasayla yönetilen devlet anlamında, bir anayasal devlet olduğu görüşünü savunmaktadırlar (Rosenfeld, 2005: 205). Hitler döneminin acı tarihi tecrübeleri ışığında, yeniden totaliter bir rejime ülkenin savrulmaması için içtihat geliştiren Federal Mahkeme; özgürlükçü, demokratik hukuk devletinin, onu tahrip edeceklere teslim edilmesinin kabul edilemeyeceğine karar vermiştir (Rudolf, 2003: 226). Aynı doğrultudaki bir militan demokrasi anlayışı uygulaması da Türk Anayasa Mahkemesi’nce gerçekleştirilmiştir. Siyasi mülteci Alman politik bilimci Karl Löwenstein tarafından ortaya konulan bir kavram olarak Militan demokrasi (Spevack, 2001: 212) anlayışı bilindiği üzere, geçmiş tecrübelere dayalı olarak, demokrasinin kendi araçlarıyla zayıflatılması veya ortadan kaldırılması tehlikesine karşı icat edilen (Glaessner, 2005: 26) ve politik aşırılık tehlikesi belirdiği zaman, demokratik yönetimlerin kendilerini korumak için, siyasi partilerin yasaklanmasından, bazı en önemli temel haklardan mahrumiyete kadar, bir takım dramatik adımlar atabilmesini (Spevack, 2001: 212) öngören bir mücadeleci demokrasi anlayışını ima etmektedir. Türk Anayasa Mahkemesi’nin demokratik ve laik hukuk devletine ilişkin temel anayasal ilkeyi ihlal ettiği gerekçesiyle Refah Partisi’nin kapatılmasına karar vermesi 45 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü üzerine, konuyu adı geçen Parti’nin başvurusu üzerine inceleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kapatma kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı olduğu şeklindeki itirazı temelsiz bularak reddetmiştir (Keskin, 2005: 254). Yöneticilerinin aleyhte başvurularını reddetmek suretiyle Refah Partisi’nin kapatılmasında Türkiye'yi haklı bulan Strasburg Mahkemesi’ne göre, Refah Partisi yöneticilerinin, dini inanç farklılığına bina edilmiş bir çok hukuklu sistem kurma ve İslami kanun (şeriat) düzenine geçme niyetinde olmaları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan prensiplerle bağdaştırılamaz ve bu nitelikteki bir siyasi partinin, somut eylemlerle demokratik sistem ve sivil barışı tehlikeye düşürme riskine karşı önceden ulusal otoritelerce engellenmesi, Sözleşmeci devletler açısından bir hak olarak görülmelidir (Case of Refah Partisi (The Welfare Party) and Others v. Turkey; Applications nos. 41340/98, 41342/98, 41343/98 and 41344/98,31July2001,http://cmiskp.echr.coe.int////tkp197/viewhbkm.asp?acti on=open&table=F69A27FD8FB86142BF01C1166DEA398649&key=2198 &sessionId=7019704&skin=hudoc-en&attachment=true, 16.04.2008). 46 Bu konuyla ilgili açıklamalarımızı sonlandırmadan önce; hukuk devleti, liberalizm, cumhuriyet ve demokrasi arasındaki ilişkiye de kısaca değinmemiz gerekir. Hukuk devleti, demokrasi ve liberalizm arasında zorunlu bir ilişkinin varlığını baştan varsayan Habermas’a göre, yalnızca yurttaşların rızasıyla legitime olabilmesi nedeniyle hukuk, egemenliğin liberal çerçevesi yanında demokrasiyle de bağlıdır (Dean, 1999: 182). Mademki modern hukuk düzeni meşruluğunu sadece kendi kendini yönetme fikrinden almaktadır; o halde yurttaşların daima hukuk yaratıcı olduklarını bilmeleri gerekir ki bu tesbitin doğal sonucu hukukun otoritesini yönetilenlerin rızasından almasıdır (Tamanaha, 2004: 99). Bilindiği üzere liberaller kişisel haklara, cumhuriyetçiler ise kamusal veya müşterek haklara öncelik vermektedirler (Johnson, 2004: 116). Oysa Habermas, liberallerin tersine hukuk devletinin meşruiyetini özel bireylerin, özel çıkarlarını devam ettirebilmek için hukukun koruyucu otoritesine başvurabilecekleri şeklindeki nihai görüşe dayandırmamaktadır (Johnson, 2004: 116). Aynı şekilde cumhuriyetçi idenin hukuk devletini, uzlaşmayla kendisine mana verilen “ortak iyilik” idesini açıkça belirtmesine dayanan meşruiyet açıklamasını da kabul etmemektedir (Johnson, 2004: 116). Ona göre, hukuk devletinin meşruiyeti daha ziyade, özel bireyleri yalnızca hak taşıyıcı olarak değil, aynı zamanda ortak iyinin hukuki yaptırımlar kazandığı dolambaçlı usullere potansiyel bir katkıcı olmalarını sağlayan prosedürel normları kurumsallaştırmaları nedeniyledir (Johnson, 2004: 116-117). Hukuk ve demokrasi bu nedenle birbirinin hem önşartı hem de ürünüdürler (Beatty, 2004: 22) ki bu durum her ikisinin, ortak Mehmet Merdan Hekimoğlu egemenlik kaynağı dolayımında birleşmesini gereksinir. Sonuç Bireylerin etkin bir hukuki güvenlik şemsiyesi altında bulunduğu hukuk devletlerinde, bu durumun tam anlamıyla yaşama geçirilebilmesi için yalnızca yürütmenin değil, aynı zamanda yasama organının eylem ve işlemlerinin de bağımsız ve tarafsız bir yargı denetimine bağlı kılınması gerekir ki anayasa mahkemelerinin hukuk devleti bakımından esas önemi burada yatmaktadır. Anayasa mahkemelerinin kurulması ve giderek yaygınlaşmasıyla birlikte, yönetimin sadece yürütme değil, yasama unsuru da yargısal denetim altına alınmış ve böylece, yönetimin her türlü eylem ve işlemlerinin yargısal denetimini öngören hukuk devleti ilkesinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesi mümkün olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde temel hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin, soyut bir genel irade anlayışına dayanmak suretiyle, yürütmeden çok daha vahim ve yıkıcı boyutlarda olmak üzere, yasama organından da kaynaklanabileceği görülmüş ve böylece yasaların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi için -ABD’deki istisnai uygulama bir yana bırakılacak olursageçen yüzyılın ortalarından itibaren, anayasa mahkemeleri kurulmaya başlanmıştır. Anayasa mahkemelerinin hukuk devleti bakımından önemi, yalnızca temel hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından olmamıştır. Aynı zamanda söz konusu mahkemeler, hukukun bir takım genel prensiplerini günümüz şartlarına uyarlamak suretiyle, onları adeta yeniden yaratma yoluna gitmişlerdir. Bununla birlikte anayasa mahkemelerinin bunu yaparken, söz konusu ilkelerin pozitif anayasa hukukundaki, doğrudan veya dolaylı dayanaklarını mutlaka göstermeleri gerekmektedir. Aksi bir yargısal uygulama, hukukilik denetiminden, yerindelik denetimine geçilmesi anlamına gelecektir ki bunun hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığına dayalı bir hukuk devleti rejiminde kabul görmesi söz konusu olamaz. Yasama ve yürütme erkleri yanında, yargının da hukuk kurallarıyla bağlı olmasının, hukuk devletinin genel gereklerinden olduğunun (Gözler, 2007: 22, 24) ve bu durumun anayasa mahkemeleri için de geçerlilik taşıdığının unutulmaması gerekir. Anayasa mahkemelerinin temel işlevlerini bihakkın yerine getirebilmesi ancak, devlet ve toplum yerine birey; otorite yerine ise özgürlükleri esas alan bir yargısal zihniyet üzerine kararlarını bina etmesiyle mümkündür. 1961 Anayasası’yla kurulan ve 1962’de çalışmalarına başlayan Türk Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda olumlu bir performans koyduğu ne yazık ki söylenemez. Rekor sayıda siyasi partinin kapatılmasından, temel hak ve özgürlüklerin askeri darbeler gibi kritik zamanlarda, devlete karşı güvenceli bir şekilde korunmamasına kadar, vermiş olduğun çok sayıdaki kararında Mahkeme’nin sivil ve özgürlükçü bir yargısal uygulama geliştiremediği görülmüştür. Yasama organının 47 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü faaliyetlerini insan hakları ve evrensel hukuk prensipleri bakımından denetime tabi tutması gereken Mahkeme’nin, resmi ideolojiyi korumak için, bireyin temel hak ve özgürlüklerini güvencesiz bırakmasının (Erdoğan, 2000: 123) kabul edilmesi söz konusu olamaz. Sonuç olarak Türkiye’nin gerçek anlamıyla bir hukuk devleti olma sorununun, Anayasa Mahkemesi’nin devletçi ve otoriter yargısal tatbikatı bakımından da devam ettiği görülmektedir. --------------------------------------KAYNAKÇA Adem, M. (1995) Demokratik Laik Çağdaş Eğitim Politikas› Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Cebeci/ Ankara/ Alston, J. Lee, Mueller, Bernardo, Property Rights and the State”, in Ménard, Claude. Shirley, Mary M., Handbook of New Institutional Economics, 2005 Springer, pp. 573-590. Azrak, A. Ü., “Unabhängigkeit der Gerichtsbarkeit in der Türkei”, in Can, O., Der Schutz staatlicher Ehre und religiöser Gefühle und die Unabhängigkeit der Justiz, LIT Verlag Berlin-HamburgMünster, 2008, pp. 83-96. Beatty, D. M., The Ultimate Rule of Law, Oxford University Press, 2004. 48 Bettermann, K. August, “Opposition und Verfassungsrichterwahl”, in Herbert Bernstein, Ulrich Drobnig, Konrad Zweigert, Hein Kötz, Festschrift für Konrad Zweigert zum 70. Geburtstag, pp. 723-746. Borneman, J., Settling Accounts: Violence, Justice, and Accountability in Postsocialist Europe, 1997 Princeton University Press. Brunner, G., Küpper, H., “Der Einfluß des deutschen Rechts auf die Transformation des ungarischen Rechts nach der Wende durch Humboldt – Stipendiaten: Das Beispiel Verfassungsgericht”, in Holger Fischer, Mirja Juelich, Wissenschaftsbeziehungen und ihr Beitrag zur Modernisierung, 2005 Oldenbourg Wissenschaftsverlag, pp. 421-450. Chaihark, H., “Rule of law in South Korea: rhetoric and implementation”, in Randall P. Peerenboom, Asian Discourses of Rule of Law: Theories and Implementation of Rule of Law in twelve Asian countries, France and the U.S., Published 2004 Routledge, pp. 385-416. Darrow, M., Alston, P., “Bills of Rights in Comparative Perspective”, in Alston, Philip, Promoting Human Rights Through Bills of Rights: Comparative Perspectives, Published 1999 Oxford University Press. Dean, M., “Normalising Democracy: Foucault and Habermas on Democracy, Liberalism and Law”, in Samantha Ashenden, David Owen, Foucault Contra Habermas: Recasting the Dialogue Between Genealogy and Critical Theory, SAGE, 1999, pp. 166-194. Dethier, J.-J., “Overview”, in Dethier, Jean-Jacques, 6анка Световна, Bokros Lajos, Public Finance Reform During the Transition: The Experience of Hungary, 1998 World Bank Publications. Dethier, J.-J., Shapiro, Tamar, “Constitutional Rights and the Reform of Social Entitlements”, in, Bokros, Lajos, Dethier, Jean-Jacques, Public Finance Reform During the Transition: The Mehmet Merdan Hekimoğlu Experience of Hungary, 1998 World Bank Publications, pp. 447-476. Dupré, C., Importing the Law in Post-Communist Transitions: The Hungarian Constitutional Court and the Right to Human Dignity, Published 2003 Hart Publishing. Erdoğan, M., Anayasa Hukuku, 4. Bask› Orion Yay›nevi, Ankara, 2007. - Demokrasi Laiklik Resmi ‹deoloji, Geniş letilmiş 2. Bask›, Liberte Yay›nlar› 3, Yay›na Haz›rlayan ‹maj Yay›nevi, Ankara, 2000. - Liberal Toplum Liberal Siyaset, Siyasal Kitabevi, 1. Bask›, Ankara, 1993. Eroğul, C., Anatüzeye Giriş, ‹maj Yay›nc›l›k, Gözden Geçirilmiş Yedinci Bas›, Ankara, 2004. F›nd›kl›, R., Üniteler 4-5, in Sözen, Süleyman, F›nd›kl›, Remzi, B›çak, Vahit, Ery›lmaz, Mesut Bedri, Özcan, Mehmet, Bahar, Halil ‹brahim, Çevik, Hasan Hüseyin; Özgür, Adnan Ziya, Sözen, Süleyman (Edit), Polisin Görev ve Yetkileri, 1. Bask›, Eskişehir, 2003. Freeman, M. D. A., “The Rule of Law: Conservative, Liberal, Marxist and Neo-Marxist: Wherein lies the Attraction?” in Butler,William Elliott, Perestroika and the Rule of Law: Anglo-American and Soviet Perspectives, 1991 I.B.Tauris. Glaessner, G.-J., German Democracy: From Post-World War II to the Present Day, Berg Publishers, 2005. Gözler, K., ‹dare Hukukuna Giriş, 6. Bask›, Ekin Kitapevi, Bursa 2007. Gözübüyük, A. Ş., Anayasa Hukuku, Turhan Kitabevi, Güncelleştirilmiş 9. Bas›, Ankara, 2000. Grothe, E., Zwischen Geschichte und Recht: Deutsche Verfassungsgeschichtsschreibung 1900-1970, Published 2005 Oldenbourg Wissenschaftsverlag. Hartmann, Jürgen, Meyer, B., Einführung in die politischen Theorien der Gegenwart, Published 2005 VS Verlag. Heckmann, D., Geltungskraft und Geltungsverlust von Rechtsnormen, 1997 Mohr Siebeck. Johnson, P., “Irreconcilable Differences? Habermas and Feminism”, in Dieter Freundlieb, Wayne Hudson, John F. Rundell, Critical Theory After Habermas: Encounters and Departures, BRILL, 2004, pp. 104-132. Joseph, F., Feldbrugge M., Encyclopedia of Soviet Law, Second revised edition, 1985 BRILL. Keskin, H., Deutschland als neue Heimat: Eine Bilanz der Integrationspolitik, 2005 VS Verlag. Keynes, E., Miller, R. K., The Court Vs. Congress: Prayer, Busing, and Abortion, 1989 Duke University Press. Klein, M., “Marginalisierte Opposition, manipulierte Öffentlichkeit und mangelnde Rechtsstaatlichkeit. Zur Bandbreite autoritärer Systeme in der GUS”, in Marcel Vietor Osteuropa heute: Entwicklungen Gemeinsamkeiten- Unterschiede, 2007LIT Verlag BerlinHamburg-Münster, pp. 197-224. Kneuer, M., Demokratisierung durch die EU, 2007 VS Verlag. Kommers, D. P., Finn, John E.,. Jacobsohn, Gary J., American Constitutional Law: Essays, Cases, and Democracy, 2004 Rowman & Littlefield. Konuralp, H., Ünite 1-6, in Özekes, Muhammed, Konuralp, Haluk, Gökbel, Doğan (Edit.), Yarg› Örgütü ve Tebligat Hukuku, Anadolu Universitesi Yay›nlar›, 1. Bask›, Eskişehir, 2006. Lane, J.-E., Globalization and Politics: Promises and Dangers, Published 2006 Ashgate Publishing, Ltd. 49 Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü Larenz, K., Methodenlehre der Rechtswissenschaft, 1991 Springer. McFaul, M., Russia's Unfinished Revolution: Political Change from Gorbachev to Putin, Published 2001 Cornell University Press. Mundt, J. W., Tourismuspolitik, 2004 Oldenbourg Wissenschaftsverlag. Nichol, J., “Democracy-Building in the New Independent States of the Former Soviet Union”, in Columbus, Frank H., Central and Eastern Europe in Transition, 1998 Nova Publishers, pp.73116. Onar, S., S., ‹dare Hukukunun Umumi Esaslar›, C. I, Hak Kitabevi, ‹stanbul, 1966. Pernthaler, Peter, Allgemeine Staatslehre und Verfassungslehre, 1986 Springer. Rainer, G., “Das Rechtsstaatsprinzip in der mittel- und osteuropäischen Verfassungsgerichtspraxis”, in Jochen Abr. Frowein, Thilo Marauhn, Grundfragen der Verfassungsgerichtsbarkeit in Mittelund Osteuropa, 1998 Springer, pp. 3-64. Ramm, T., Schröder, Rainer, Zum freiheitlichen sozialen Rechtsstaat: Ausgewählte Scriften, 1999 Vittorio Klostermann. Rogowski, R., Gawron Thomas, “Implementation of German Federal Constitutional Court Decisions: Judicial Orders and the Federal Legislature”, in Rogowski, Ralf, Gawron, Thomas, Constitutional Courts in Comparison: The U.S. Supreme Court and the German Federal Constitutinal Court, Published 2002 Berghahn Books. Özay, ‹., Gün›ş›ğ›nda Yönetim, Alfa Yay›nlar›, ‹stanbul, 1996. 50 Özbudun, E., Yürük, A. T. (Edit.), Anayasa Hukuku, T.C. Anadolu Üniversitesi Yay›nlayan: Anadolu Üniversitesi, Haziran Eskişehir, 2004. Özer, A., Anayasa Hukuku, Turhan Kitabevi, 1. Bas›, Ankara, Ekim 2003. Raz, J., “The Rule of Law and Its Virtue” (1979), in David Dyzenhaus, Arthur Ripstein, Law and Morality: Readings in Legal Philosophy, Edition: 2, revised, University of Toronto Press, 2001, pp. 290-307. Rosenfeld, M., “Constitutional adjudication in Europe and the United States: paradoxes and contrasts”, in Georg Nolte, European and US Constitutionalism, Cambridge University Press, 2005, pp. 197-238. Rudolf, B., “ ‘Verfassungsfeinde’ im öffentlichen Dienst”, in Wehrhafte Demokratie: Beiträge über die Regelungen zum Schutze der ..., 2003 Mohr Siebeck, pp. 209-250. Sabuncu, Y., Anayasaya Giriş, ‹maj yay›nevi, 10. Bas›, Ankara, Mart 2004. - Ünite 1-9, in Sabuncu Yavuz, Emre, Cahit, Karasu, Koray, Uluyağc›, Canan (Edit.), Yurttaşl›k ve Çevre Bilgisi, Anadolu Üniversitesi Yay›nlar› 1. Bask›, Eskişehir, Ağustos 2006. Sağlam, F., Siyasal Partiler Hukukunun Güncel Sorunlar›, Beta Yay›nlar›, 1. Bask›, ‹stanbul Temmuz, 1999. Schäffer, H., “Verfassungsgericht und Gesetzgebung”, in FriedrichKoja, Heinz Schäffer, Staat, Verfassung, Verwaltung: Festschrift anlässlich des 65. Geburtstages ..., 1998 Springer. Schwartz, H., “The New Eastern European Constitutional Courts”, in Schedler, Andreas, Jay Diamond, Larry, Plattner , Marc F., The Self-Restraining State: Power and Accountability in New Democracies, 1999 Lynne Rienner Publishers, pp.195-216. Shelley, B., Democratic Development In East Asia, Published 2005 Routledge. Mehmet Merdan Hekimoğlu Sobota, K., Das Prinzip Rechtsstaat, 1997 Mohr Siebeck. Sólyom, L., “Die Rolle des ungarischen Verfassungsgerichts im Stabilisierungsprozeß der jungen Demokratie”, in Stern Klaus, Zukunftsprobleme der Europaischen Union, 1998 Walter de Gruyter, pp. 53-74. Spevack, E., Allied Control and German Freedom: American Political and Ideological Influences on the Framing of the West German Basic Law (Grundgesetz), LIT Verlag Berlin-HamburgMünster, 2001. Spuller, G., “Der Einfluss des ungarischen Verfassungsgerichts auf das Gesetzgebungsverfahren des Parlaments der Republik Ungarn”, in Peter Häberle, Jahrbuch des öffentlichen Rechts der Gegenwart, Neue Folge Band 48, 2000 Mohr Siebeck, pp. 367-398. Steffen, R. K., Aufbruch.: Wieviel Demokratie verträgt die Republik?, 2000 BoD – Books on Demand Tamanaha, B. Z., On the Rule of Law: History, Politics, Theory, Edition: 3, Cambridge University Press, 2004. Teitel, R., G., Transitional Justice, Published 2000 Oxford University Press US. Teziç, E., Anayasa Hukuku, Beta Bas›m Yay›m Dağ›t›m A. Ş., 7. Bas›, ‹stanbul, Ekim 2001. Vanistendael, F., “Legal Framework for Taxation”, in Thuronyi, Victor, Tax Law Design and Drafting, 1996 International Monetary Fund. Vodiãka, K., Das politische System Tschechiens, Çeviren Anneke Hudalla, Stepan Vodicka, Zora Schmidt, Yay›n tarihi 2005 VS Verlag. Vorländer, H., “Verfassungspatriotismus als Modell. Der Rechts- und Verfassungsstatt im Ordnungsdiskurs der Bundesrepublik Deutschland”, in Thomas Hertfelder , Andreas Rödder, Modell Deutschland: Erfolgsgeschichte oder Illusion?, 2007 Vandenhoeck & Ruprecht pp. 110120. Yayla, Y., Anayasa Hukuku Ders Notlar›, 2. Bask›, Filiz Kitabevi, ‹stanbul, 1986. Zlinszky, J., “Einige Gedanken über Rechtsstaat und Verfassungsmaßigkeit”, in Helmut Steinberger, Tradition und Weltoffenheit des Rechts: Festschrift für Helmut Steinberger, 2002 Springer pp. 1043-1060. Zurn, C. F., Deliberative Democracy and the Institutions of Judicial Review, Cambridge University Press, 2007. 51