Makale - Eğitim Bilim Toplum

Transkript

Makale - Eğitim Bilim Toplum
Makale
ANAYASA MAHKEMELERİNİN HUKUK
DEVLETİNİN PEKİŞTİRİLMESİNDEKİ ROLÜ
The Role of the Constitutional Courts in the
Strengthening of the Rule of Law
Mehmet Merdan Hekimoğlu*
Öz
Anayasa mahkemeleri hukuk devletinin pekiştirilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Söz
konusu mahkemeler, hukuk devletinin mutlak surette bir gereği olarak, güçler ayrılığını ve
yasama organının ihlaline karşı bireysel hakları korumayı güvence altına alırlar. Kararlarıyla
sadece kanunların veya anayasa değişikliklerinin anayasaya uygunluğuna karar vermezler, aynı
zamanda hukuk devletinin temel ilkelerini de tanımlarlar.
Anahtar Sözcükler: Anayasa mahkemeleri, hukuk devleti, yasama organı, bireysel haklar.
22
Abstract
The constitutional courts played a fundamental role in the strengthening of the rule of law.
They guarantee the separation of powers and the protecting individual rights from violations
commited by the Parliament authorities, as a absolutely necessary task for the rule of law.
Through their decisions they do not only settle the constitutionality of any parliamentary bill
and any amendment to the Constitution, but also define the fundamental principles of the rule
of law.
Keywords: Constitutional courts, rule of law, parliament authority, individual rights.
Giriş
Hâkim John Marshall’ın; Marbury v. Madison (1803) davasında yasaların
anayasaya uygunluğunun denetimini Federal Yüksek Mahkeme’nin yetkisinde gören karara imza atarken ortaya koyduğu hukuki temellendirme,
giderek, diğer devletlerde de kabul görmeye başlamış ve böylece hukuka
bağlı yönetim anlayışının, yasama organının tasarruflarını da içerecek şekilde
genişletilmesi mümkün olmuştur. Anayasa mahkemelerinin ortaya çıkması ve
yaygınlaşmasıyla beraber, evrensel bir hukuki değerler sisteminin gereği
olarak, bireyin temel hak ve özgürlüklerinin yasama organının keyfi tasarruflarına karşı korunmasını esas alan özgürlükçü-demokratik bir hukuk devleti
* Muğla Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi Böl., Doç. Dr. [email protected]
Eğitim Bilim Toplum Dergisi / Cilt:6 Say›: 22 Bahar: 2008 Sayfa: 22-51
Education Science Society Journal / Volume:6 Issue: 22 Spring: 2008 Page: 22-51
Mehmet Merdan Hekimoğlu
yapılanmasına doğru gidilmiştir. Temel hak ve özgürlüklerin güvence altına
alınmasının geometrik bir dizi halinde önem kazanmasına paralel olarak,
insan hakları alanında, 20'nci yüzyılda ve özellikle 55 milyon insanın hayatını
kaybettiği II. Dünya Savaşı'nda yaşanan acı tecrübeler, yasama çoğunluklarının iradesine mutlak değer atfedilmesini esas alan kanun hâkimiyeti fikri
yerine, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin genel kabul görmesini sağlamıştır. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin bütün
unsurlarıyla yaşama geçirilmesinde, yasama organının otoriter ve giderek
totaliter icraatlara yönelmesine karşı, kurumsal bir emniyet ve sigorta
güvencesi olarak, anayasa mahkemeleri son derece önemli bir rol oynadığı
için, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal denetimi, mahut Savaş
sonrası, haklı bir zaruret ve meşruluk kazanmış, böylece İtalya, Almanya,
Avusturya, Türkiye gibi birçok Batılı devlet de yaygın bir uygulama alanı bulmuştur. Aynı pozitif gelişmenin son dalgası çok daha sonraları ve özellikle
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından Doğu-Bloku’na dâhil devletlerde
görülmüştür. Bu son dalga ile demokrasi yanında hukuk devletinin maddi
temellerinin, bahsi geçen devletlerde gerçekleştirilmesi amaçlanmıştır. Çünkü
temel hakların yasa organınına karşı korunması için anayasa mahkemelerine
anayasalarda yer verilmesini, normlar kademelenmesinin en yukarısında
anayasalara yer veren hukuk devleti anlayışının mantığına uygun bir tasarruf
olarak görmek gerekir (Teziç, 2001: 178).
Tarihsel süreç içerisinde yaşanan bu gelişmeler, anayasa mahkemelerini işlevleri yönünden son derece önemli bir kurum olma özelliğine kavuşturmuştur.
Yasama organının yaptığı işlemlerin anayasaya uygunluğunu yargısal yolla
denetlemek yetkisi, münhasıran, anayasa yargısına verildiği için, 1982
Anayasası mad. 2 ile Federal Alman Anayasası mad. 20/III, 28/I’ de
görüldüğü üzere, pozitif anayasa hukukunda da temel bir ilke olarak yer alan
hukuk devleti ilkesinin bütünüyle yaşama geçirilebilmesinde, anayasa
mahkemesinin fonksiyonel varlığı, vazgeçilmez bir öneme sahiptir. Çünkü
demokratik hukuk devleti idealinin gerçekleştirilebilmesi için yasama dâhil
devletin tüm eylem ve işlemlerinin, en geniş anlamda bağımsız yargının denetimine tabi kılınması gerekir. Bu amaca yönelik bir denetim mekanizması kurmadan, sadece kanunların anayasaya aykırı olmayacaklarını ifade etmenin,
hukuk devletinin gerekleri bakımından yeterli olmayacağı (Gözübüyük, 2000:
164), artık, genel kabul görmektedir. Buna paralel olarak demokratik toplumlarda mahkemelerin merkezi fonksiyonunun hukuk devletinin korunması
(Kommers, Finn ve Jacobsohn, 2004: 82) olduğu hususu açıktır. Esasen yargı
bağımsızlığı veya anayasa mahkemesinin varlığı gibi unsurların hukuk devletinin kurumsal vekilleri arasında ifade edildiği (Alston ve Mueller, 2005:580)
23
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
24
de bilinmektedir. Bu bağlamda örneğin Slovakya’daki reformcu ve hukuk
devleti yanlısı güçlerin, Anayasa Mahkemesi tarafından desteklenmesi
(Schwartz, 1999:208), hukuk devleti ve anayasa mahkemesi arasındaki
korelâsyonu çok açık bir şekilde göz önüne sermektedir. Ancak bu korelasyona ilişkin tesbitin, bütün zaman ve mekanlar için geçerli evrensel bir
gerçeklik olarak değil de, demokrasi ve hukuk devleti tecrübesi henüz sınırlı
olan Doğu Avrupa’nın, özgül tarihsel geçmişinden kaynaklanan, eğreti bir
durum olduğu ifade edilmelidir. Zaman zaman Türkiye örneğinde de
görüldüğü üzere, Batı’ya karşı şüpheyle yaklaşan, milliyetçi veya muhafazakâr (statükocu) bir yargıç kompozisyonunun anayasa mahkemesinin üye profiline hakim olması durumunda, bu tür bir korelasyonun varlığından da söz
edilemeyecektir. Oysa sivil ve siyasi özgürlükler karşısında devleti sınırlamak
suretiyle halkın yanında yer aldığını verdiği kararlarla gösteren, operasyonel
ve fonsiyonel bir anayasa mahkemesinin temel varlık nedenini burada aramak
gerekmektedir. Anayasa mahkemeleri, devlet gücünü betimlemek ve bireysel
hakları yeniden tanımlama potansiyeline sahip olmaları nedeniyle, bir haklar
kültürünün oluşmasını sağlamak (Teitel, 2000: 23) zorundadır. Türk Anayasa
Mahkemesi’nin yabancılar ve sosyolojik azınlıklarla ilgili yerleşmiş içtihadı,
ne yazık ki bu konuda fazla ümitvar olmamızı sağlamaya yetmemektedir.
Oysa bunu özgürlükçü kararlarıyla başaramayan bir anayasa mahkemesinin,
temel varlık gerekçesine aykırı hareket etmesi nedeniyle, ontolojik bir
meşruiyet sorunu yaşayacağı hususu son derece açıktır.
Evrensel insan hakları ilkelerine aykırı içeriğe sahip bulunan ulusal normların
iç hukuk düzenlerinden ayıklanması yoluyla, bireylerin temel hak ve özgürlüklerinin yasama organının keyfi tasarruflarına karşı etkili bir şekilde
güvence altına alınmasını öngören hukuk devleti idealinin en ileri anlamıyla
yaşama geçirilmesi, ancak güçlü bir anayasa mahkemesi modelinin varlığıyla mümkün olabilir. Bu tip bir anayasa yargısı modelindeki anayasa
mahkemelerinin öncelikle, devlet veya toplumun soyut-ideolojik üstün çıkarları yerine, bireylerin, somut ve güncel temel haklarının kamu otoritesine
karşı korunmasını kendilerine esas alan, özgürlükçü bir hukuk uygulaması
ortaya koyması gerekmektedir. Böyle bir uygulamanın gerekliliği, anayasa
mahkemelerinin tarihsel süreç içerisinde, nasıl ortaya çıktığıyla ilgili açıklamalardan da kolayca anlaşılabilecektir. Nitekim kişi hak ve hürriyetlerine ve
bu arada azınlık haklarına karşı müdahalelerin sadece yürütme organından
değil, yasamadan da kaynaklanabileceği düşüncesiyle, tarihsel süreç
içerisinde, yasaların anayasaya uygun olup olmadığının yargısal bir denetime
tabi tutulması modelinin doğduğunu ve giderek yaygınlaştığını gözlemliyoruz. Anayasa mahkemeleri, çoğunluğun iradesini mutlak surette hâkim
Mehmet Merdan Hekimoğlu
kılma esasına dayalı ve çoğunluk tiranlığına açık bir anakronik demokrasi
modelinin, özellikle temel hak ve özgürlükler alanında yaratabileceği
muhtemel sakıncalara karşı, özgürlükler hukukunu en üst ve geniş seviyede
güvence altına almak için geliştirilmiş, yargısal bir çözüm şeklidir. Bu çözüm
şeklinin temelinde, yürütme yanında yasama organının anayasaya aykırı
eylem ve işlemlerinin yargısal bir mekanizmayla frenlenmesi yoluyla, temel
hak ve özgürlükleri çoğunluğun sultasına karşı korumak ve böylece klasik
(çoğunlukçu) demokrasi teorisinden kaynaklanabilecek bazı riskleri bertaraf
ederek, özgürlükçü bir demokrasi modelini tesis etmek düşüncesi yatar. Bu
bağlamda sivil ve siyasi özgürlüklerin otorite karşısında en ileri düzeyde
güvence altına alınması, ontolojik açıdan anayasa mahkemelerinin temel varlık nedenini oluşturmaktadır. Bu asli amacın gerçekleştirilmesine yönelik
olarak faaliyette bulunan anayasa mahkemeleri kararlarında, mahut nihai
hedefi gerçekleştirmeyi kendilerine esas aldıkları ölçüde, varlık sebepleri ile
meşruluklarını da pekiştirmiş olacaklardır.
Anayasa mahkemelerinin siyasi sistem içerisindeki mevcudiyeti, sınırsız bir
milli irade görüşünü esas alan konvansiyonel demokrasi teorisinden, önemli
bir sapmayı da ifade etmektedir. İnsanın soyut bir milli irade anlayışı karşısında araçsallaşıp, eşyalaşmaktan kurtularak, bizatihi temel amaç haline geldiği
ve devletin de halka yönelik bir hizmet (servis) kurumu şekline büründüğü bu
yeni model; “liberal demokratik hukuk devleti”, “liberal demokrasi ve ekonomi (piyasa ekonomisi)”, “çoğulcu - liberal toplum” gibi kavramlarla da ifade
edilmektedir. İşte anayasa mahkemelerinin özellikle Amerika kökenli ve hak
eksenli, empirist anglo-sakson anayasallık denetimi; kara Avrupa’sının, Hans
Kelsen’in normlar piramidi veya hiyerarşisi ile İmmanuel Kant’ın insan onuru
kavramlarına dayalı, Alman düşüncesi etkisindeki rasyonalist, devletçi-ideolojik paradigma versiyonundan farklı olarak, bu temel değerler üzerine bina
edilmiştir.
Türk ve Alman hukuklarında göreceli olarak oldukça yeni sayılabilecek bir
tarihi geçmişi bulunan anayasa mahkemelerinin doğuşunda, söz konusu yargı
sisteminin klasik varoluş fonksiyonunun ifasına duyulan ihtiyaç büyük bir rol
oynamıştır. Temel hak ve özgürlüklere yönelik hak ihlallerinin yasama
organından da kaynaklanması ihtimaline karşı, söz konusu organın tasarruflarına yönelik, anayasal yargı yoluyla etkili bir denetim mekanizmasının oluşturulması sağlanarak, hukuk güvenliği düşüncesinin en ileri aşamasına
ulaştırılması amaçlanmıştır. Siyasi iktidarın anayasa mahkemesiyle sınırlanması halinde ancak, kişi özgürlüklerine kamu otoritesi tarafından keyfi bir
şekilde müdahalede bulunulmasını bütünüyle önlemeye yönelik, güvenceli
bir koruyucu alan oluşturulabilmesi mümkün olacaktır. Bu bağlamda anayasa
25
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
mahkemelerinin temel amacı, kişi hak ve özgürlüklerine etkili bir güvence
oluşturmak üzere, devlete, önceden belli edilmiş anayasal normlarla bir takım
kısıtlamalar getirmektir. Çünkü bireyleri devletin keyfi işlemlerinden korumanın ve onlara kamu otoritesi karşısında en ileri seviyede hukuki bir güvenlik sağlamanın, bilinen, etkin ve güvenceli başka bir yolu mevcut değildir.
Çalışmamızın hedefine ulaşabilmesi için uyulması gerekli olan ve iki bölümden oluşan düzeni kısaca şu şekilde tasarladık: Çalışmamızın birinci bölümü
büyük ölçüde teorik olarak anayasa mahkemelerinin, hukuk devleti
dolayımında incelenmesine ayrılmıştır. Bu bağlamdaki sorulara doyurucu
cevaplar verilebilmesi için anayasa mahkemelerinin hukuk devleti bakımından ortaya çıkışının anlamı, niteliği ve meşruluğu ile fonksiyonuna ilişkin
problemlerin de birlikte ortaya konulup, tartışılması gerekiyordu. İkinci
bölümde, anayasa mahkemelerinin hukuk devletine gidilen yolda, tarihsel
süreç içerisinde nasıl ortaya çıktığına ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.
Birinci Bölüm
Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devleti Bakımından Kurumsal Anlamı,
Varlık Nedeni ve Meşruluğu
26
I. Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devleti Açısından Kurumsal Anlamı
İnsan haklarına yönelik, devlet merkezli, hukuk dışı ve keyfi eylem ve işlemlerin önlenmesi, bu yolla hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü idealinin bütün
unsurlarıyla, en ileri aşamada yaşama geçirilmesi anayasal bir demokraside
esastır. Bu nedenle günümüz istikrarlı demokratik rejimlerinin çoğunda
anayasa mahkemeleri hukuk devletinin, üzerinde olmazsa olmaz (sine qua
non) oranında oydaşma sağlanan, en güçlü kurumsal teminatı olarak benimsenmektedir. Çünkü yasama organının “keyfilik yasağı” sınırları içerisinde
tasarrufta bulunup bulunmadığının denetimini yapacak olan yegâne yargısal
kurum, anayasa mahkemesidir. Bireylerin “anayasa güvenliğinin” koruyucu
şemsiyesi altında yaşamlarını sürdürebilmelerinin teminatı da bu bağlamda
yine anayasa mahkemesidir. Madem ki bir hukuk devletinde her vatandaş
yargıç tarafından dinlenme ve uyuşmazlık konusuyla ilgili bir karar verilmesini isteme hakkına sahiptir (Steffen, 2000: 173); o halde bu hakkın parlamentonun yapacağı taarruflara karşı da geçerli olması gerekir ki bu noktada
anayasa mahkemesinin kurumsal varlığının anlamı öne çıkmaktadır. Bununla
birlikte bu tesbitin sadece, İspanya ve Almanya örneklerinde görüldüğü üzere,
anayasa yargısı sistemlerinde “anayasa şikayetini” benimsemiş devletler
bakımından geçerli olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Anayasa
mahkemesinin bu teminatı bihakkın yerine getirebilmesinin yolu, yasama
organının işlemleri karşısında hukukilik denetimiyle kayıtlı bir denge ve fren
Mehmet Merdan Hekimoğlu
rolü üstlenmesinden geçmektedir ki esasen kendisinin hukuk devleti açısından kurumsal anlamınun özü de burada yatmaktadır. Bu bağlamda Federal
Almanya’da hukuk devleti ilkesi; Parlamentonun, kişilerin ve icra organlarının Federal Anayasa Mahkemesine kurumsal olarak tabi olmalarını ima
etmektedir (Borneman, 1997: 46) ki doğru olan anayasa mahkemelerini bu
şekildeki bir ontolojik kurumsal şablona oturtmaktır.
II. Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devleti Açısından Varlık Nedeni
Özgür ve serbest seçimlerden çıkan çoğunluğun ülkeyi yönetmesi hiç şüphesiz özgürlükçü demokratik rejimlerin temel ilkelerinden biri olsa da, söz
konusu yönetim hakkının özellikle sayısal olarak azınlıkta kalanlar başta
olmak üzere, bütün bireylerin temel hak ve özgürlükleriyle sınırlı olması
esası, onu salt çoğunlukçu bir demokrasi modelinden ayırt eden, başat özelliği oluşturmaktadır. İşte esas niteliği itibariyle temsili demokrasinin bir çeşidi olarak, yönetenlerin tesbiti ile temel siyasal kararların alınması konularında vatandaşların rıza ve onayına dayanmakla beraber, buna ilaveten siyasal
iktidarın temel hak ve özgürlüklerle sınırlandırıldığı liberal demokrasiyi
(Erdoğan, 2007:99), klasik demokrasiden farklılaştıran esas özellik olarak,
yasama organının temel hak ve özgürlüklerle sınırlanmasını güvence altına
alma görev ve yetkisi, anayasa mahkemesinin temel varlık nedenini oluşturmaktadır. Çoğunlukçu bir demokrasideki yasama organının hukuki tasarruflarının, anayasada yazılı temel hak ve özgürlüklerle sınırlanması yoluyla
gerçek anayasal bir demokrasiye ulaşılmasında, anayasa mahkemesinin varlığının ne kadar önem taşıdığı hususu aşikârdır. Buna koşut olarak Türk
Anayasa Mahkemesi’nin verdiği bir karar dikkat çekicidir. Türkiye İşçi
Partisi’nin, “Seçimlerle ilgili kanunların bazı maddelerinin yürürlükten
kaldırılması ve 306 sayılı Milletvekili Seçimi Kanununa bazı maddeler eklenmesi’ne dair 1036 sayılı Kanun’un Anayasa'ya aykırılığı iddiasıyla açmış
olduğu iptal davasında Mahkeme; Anayasa'nın 2. madde hükmünün
Cumhuriyetin nitelikleri arasında demokratik bir hukuk devleti olmayı da
saydığından, Yasama Organı’nın, yapacağı her kanunda bu anayasal ilkeyi
göz önüne almak zorunda olduğu, sonucuna varmıştır (E. 1968/15, K.
1968/13, k. t. 3., 4, 6, Mayıs, 1968, R.G. 24.10.1968/13035, http://www.
anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/IPTALITIRAZ/K1968/K1968-13.htm,
02.02.2009).
Hukuk devleti ilkesi, devlet hayatının hukuk temeli üzerine oturtulması
yanında, devlet gücünün sınırlandırmaya tabi tutulmasını ve bu güç karşısında bulunan yönetilenlere, dokunulmazlık sahaları temin edilmesini gereksinmektedir (Eroğul, 2004: 320). Başlangıçta hukuk devleti ilkesinin yaşama
geçirilmesi için idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine bağlı
27
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
28
kılınmasının yeterli olduğu olduğu düşünülmüş ve Kıta Avrupası’nda idari
yargının ortaya çıkışı bu şekilde gerçekleşmiştir. Bu nedenle yargı bağımsızlığının anlam kazanması da ilk defa, hukuk devleti anlayışının idare hukuku
alanındaki gelişimi yoluyla mümkün olmuştur (Azrak, 2008: 84). Gerçekten
de idarenin eylem ve işlemlerinin yargısal denetimi, hukuk devletinin yaşama
geçirilmesinde en önemli vasıtayı oluşturmaktadır (Özay, 1996: 110). Bu
bağlamda güçler ayrılığı yanında, devlet gücünü sınırlandırabilmenin en etkili yolu olarak yargı denetimi ifade edilmelidir (Eroğul, 2004: 320). Bireylerin
kişi hak ve hürriyetleriyle siyasi haklarının devlet karşısında korunup kollanmasının anayasa mahkemesinin varlık sebebi olması, aynı zamanda, hukuk
devleti idealinin tamamlanması anlamına da gelecektir. Çünkü yürütme
içerisinde yer alan idarenin her türlü eylem ve işleminin idari yargı denetime
tabi kılınmasının, yasama organından sadır olabilecek hak ihlallerini
önlemede yeterli olmadığı tarihsel tecrübelerle de sabit olduğu için, kısaca,
bireylerin hukuk güvenliğinin sağlandığı bir devlet şekli olarak hukuk devletinin en kusursuz haline tekemmül ettirilmesinde, anayasa mahkemelerinin
varlığının ne kadar önem taşıdığı, her türlü izahtan varestedir. Yasama
gücünün fren ve denge sistemiyle kontrollü bir hale getirilmesinde anayasa
mahkemesinin oynadığı eşiz rol, hukukla kayıtlı güç düzeni olarak tanımlanabilecek hukuk devletinin yaşama geçirilmesini de mümkün kılmaktadır ki
esasen onun gerçek varlık nedenini de burada aramak gerekir. Yasama
organından sadır olan yasaların, bağımsız ve tarafsız bir anayasa mahkemesi
eliyle anayasaya uygunluk denetiminin mümkün olmadığı, azınlıkların temel
hak ve özgürlüklerine yönelik yasal ihlallerin şikâyetinin olanak dâhilinde
bulunmadığı bir rejimde, hukukilik denetiminin ortadan kaldırılması da
kolayca mümkün olacağı için, ortaya, iktidar gücünün denetimsiz olduğu, saf
bir keyfilik düzeninin çıkacağı açıktır. Bu nedenle örneğin 1 Ocak 1990’da
çalışmalarına başlayan Macar Anayasa Mahkemesi’nin, büyük ölçüde
güdümlü bir ekonomiye sahip otoriter, tek parti diktatörlüğünden, sosyal
piyasa ekonomisinin esas alındığı bir demokratik hukuk devletine yönelik sistem değişiminde, önceleri ilk etkide bulunan, sonraları ise merkez aktör konumunda olması (Brunner ve Küpper, 2005: 421) dikkat çekicidir.
Yasama organının denetiminin mümkün olmadığı bir devlet düzeninin hukuk
devleti olarak ifade edilmesi mümkün değildir. Çünkü hukuk devleti ilkesi her
şeyden önce, bir devlette gücünü evrensel hukuk umdelerine uygunluğundan
alan üst normlar dizgesine, yasama organı bile olsa her bir devlet organının
uygun hareket ettirilmesinin, bağımsız ve tarafsız bir anayasa mahkemesince
sağlanmasıyla gerçekleştirilebilir. Bireylerin sivil ve siyasal haklarını, “milli
irade”yi temsil ettiği yanılsaması içerisinde bulunan kudretli bir yasama
Mehmet Merdan Hekimoğlu
organının keyfi tasarruflarına karşı koruma fonksiyonunu yerine getirmeyen
bir anayasa mahkemesinin temel varlık nedenine ihanet edeceği, bu bağlamda, önemle ifade edilmelidir. Böyle bir ihanet ihtimalinin bertaraf edilmesi
ancak, devleti ve onun ideolojisini değil de, birey ile temel hak ve özgürlükleri esas alan bir anayasa mahkemesi pratiğinin ortaya konulmasıyla mümkün
olabilecektir ki esasen, ancak bu koşul altında, anayasa mahkemesinin kendisinden beklenen temel ontolojik işlevi yerine getirebileceğinden söz
edilebilir.
III. Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devleti Açısından Meşruiyeti
A. Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devletinde Hukuki Meşruiyeti
Normlar piramidinin en üstünde anayasa kurallarının yer alması ve diğer
hukuki düzenlemelerin geçerliliklerini bu kurallardan alması düşüncesinden
türeyen anayasanın üstünlüğü ilkesi ile katı anayasa prensibi; milli iradenin
temsilcisi konumunda bulunan parlamentonun, temel özgürlükler ile temel
hukuk ilkelerini ihlal eden işlemlerinin neden anayasa mahkemesinin denetimi yoluyla kısıtlanabileceğinin, genel anlamda hukuki meşruiyet gerekçesini
oluşturmaktadır. Viyana’lı kamu hukukçusu Hans Kelsen’in pozitif hukuk
anlayışı temelinde geliştirdiği normlar hiyerarşisi veya piramidi teorisine
göre, anayasalar, asliliği ve türetilmemiş olmaları nedeniyle devletin hukuk
sisteminin temel normunu oluşturmaktadır ve bir devlet sadece kendi hukuk
düzeni yoluyla gerçek bir hukuk devleti olarak var olabilir (Grothe, 2005:
153). Kelsen’e göre hukuk sisteminin özünde bulunan anayasa, hukuk
düzenin en yukarısında yer alan temel normdur ve onun aşağısında yer alan
yasa, tüzük ve yönetmelik gibi diğer normlar ondan türedikleri için, anayasa
çerçevesi içerisinde yapılmalıdırlar (Hartmann ve Meyer, 2005: 33); üstelik
hiyerarşik olarak daha altta yer alan bu normlar hukuksal mevcudiyetlerini
anayasaya uygunluklarından alırlar. Esasen anayasanın üstünlüğü ilkesi, hiyerarşik olarak en üste yer alan anayasanın sadece resmi makamların tasarruflarının değil aynı zamanda yasama organının çıkaracağı yasaların, gerek lafzi
gerekse de ruhu itibarıyla anayasaya uygun olmasını gereksinmektedir
(Mundt, 2004: 35). Şu halde pozitif hukuk içerisinde yer alan anayasaya
aykırı yasaların anayasa mahkemesi yoluyla ayıklanması, Kelsen’in normlar
hiyerarşisi teorisinin iç sistematiğinden kaynaklanan bir gereklilik olması
nedeniyle, kendi içerisinde tutarlı ve güçlü bir hukuksal meşruiyet temeline
sahiptir. Esasen bizzat Kelsen’in anayasa yargısını sürekli olarak yeni anayasa
sisteminin en önemli garantisi, yani anayasa koruyucu olarak olarak nitelemesi (Pernthaler, 1986: 240-241) bu nedenledir. Yasama organının çıkardığı
kanunlar ancak, anayasa mahkemesinin başvuru üzerine yapacağı anayasaya
uygunluk denetiminden, sorunsuz bir şekilde geçmeleri halinde hukuk
29
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
dünyasında bu vasfı kazanacaklar, yoksa bu özelliklerini mahkemenin karar
veya kendilerinin yayınlanmaları tarihinden itibaren kaybedeceklerdir. Böyle
bir anayasaya uygunluk denetiminin hiç yapılmaması halinde ise yasama
organlarının çıkaracağı olağan kanunlarla anayasaların kolayca değiştirilmesi
gibi bir sonuçla karşılaşılacaktır ki bu da anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkelerinin hiçbir mana ifa etmemesi anlamına geleceği gibi, birbirine aykırı içeriğe sahip bulunan normların birbirlerini paralize ettiği,
anarşik ve etkisiz bir hukuk karmaşasısının meydana çıkmasına neden olacaktır. Esasen bir hukuk devletinde birbirine tezat teşkil edecek şekilde anayasa
ve diğer normların hukuk düzeni içerisinde birlikte mevcut bulunması, hukuk
güvenliğine aykırı bir durum yaratacağından mümkün olamaz (Zlinszky,
2002: 1054).
30
Macar Anayasa Mahkemesi’nin de hukuk devletini tanımlarken isabetli
olarak ifade ettiği gibi, hukuk devletinin gerçekleştirilmesi, anayasa, gerçekten ve koşulsuz geçerlilik taşıyorken mümkündür (Sólyom, 1998: 54) ki bunu
sağlayacak olan anayasa mahkemeleridir. Anayasa mahkemelerinin ifa ettikleri bu olağanüstü görev, onların kurumsal konumunun da buna uygun olarak
değerlendirlmesini zorunlu kılmaktadır. Almanya örneğinde bu durumu
somut olarak ifade etmek gerekirse, Federal Anayasa bütün hukuk düzeninin
üzerinde yer alan en üstün normu oluşturuyorsa bundan, Alman Federal
Anayasa Mahkemesi’nin de anayasa mahkemesi yetkisi nedeniyle diğer yüksek Federal Mahkemelerin üzerinde, en yüksek Federal Mahkeme olduğu
sonucu, zorunlu olarak çıkar (Ramm ve Schröder, 1999: 59).
Anayasa mahkemesinin, Kelsen’in teorisinde ifade edilen teknik hukuki
meşruiyet temeline ilave olarak, özellikle seçimlerden çıkan çoğunluk
iradesinin, azınlıkların anayasada mevcut bulunan temel hak ve özgürlüklerini hukuk devleti ilkelerine aykırı olarak sınırlandırmasını engellemek
düşüncesi de ifade edilmelidir. Esasen anayasa mahkemesinin diğer yargı
organlarından ayırt edici özelliği, anayasaya uygunluk denetimi sürecinde,
yönetimin ve özellikle de yasama organın işlemlerine karşı temel hakları
koruma fonksiyonunda saklıdır. Çağdaş bir anayasal-demokratik hukuk
devleti sisteminin varlığı için olmazsa olmaz kurumlardan ve yapı taşlarından
biri olan anayasa mahkemesinin bu temel varoluş fonksiyonunu ifa edebilmesi için her şeyden önce, kendi görev ve yetki sınırları içinde kalarak, sadece
hukukilik denetimi yapması şarttır. Çünkü devlet gücünün esas taşıyıcıları
parlamento çoğunluğu ve hükümet olduğu için anayasa mahkemesi, ne güçler
ayrılığına dayalı bir hukuk devletinde hükümet enstürmanı ne de temsili bir
demokrasi de meclis çoğunluğu aygıtı olabilir (Bettermann, 1981: 723).
Esasen hukuk devletinin gerektirdiği yargısal aktivizm, anayasa
Mehmet Merdan Hekimoğlu
mahkemelerinin de aralarında bulunduğu ülke mahkemelerinin, hukuka
uygunluk denetimi yaparken aktif olmaları anlamındadır (Lane, 2006:61).
Mahkemelerin böyle bir denetim yapmaya başlaması için kendisine bir
şikayet başvurusu yapılması şart olduğundan, hukuk devletinin, hakların
tecavüzlere karşı korunması konusunda bir vatandaşlık aktivizmini gerektirdiği (Lane, 2006:61) açıktır.
Anayasa mahkemesinin, anayasal hukuk devleti düzeninin bir istikrar ve
güvence kurumu olarak siyasi kutuplaşmaları uzlaştırması, toplumsal çatışmaları dengeleyip, barışçıl bir biçimde çözüme kavuşturabilmesi ancak, her
türlü siyasi – ideolojik ve dini görüşün üzerinde tarafsız bir hakem rolü oynamasıyla mümkündür ki, esasen anayasa mahkemesinin bağımsızlığından
amaçlanan da onun tarafsızlığıdır. Bu noktada ne yazık ki Türk Anayasa
Mahkemesi’nin olumlu bir performans ortaya koyduğu ileri sürülemez.
Mahut Mahkeme, müesses nizamın ve resmi ideolojinin otoriter yorumunu
esas aldığı pek çok kararında, temel hak ve özgürlükler aleyhine yargısal bir
aktivizm sergileme yoluna gitmiştir. Bu görüşümüzü bir kaç örnekle temellendirmek gerekirse, öncelikle Mahkeme’nin 8/4/1963 tarihli Kararı’na
(Resmi Gazete tarih/sayı: 9.7.1963/11449) değinmek gerekir. Söz konusu
Karar’da, Yeni Demokrat Parti Genel Başkanı Fuat Köprülü'nün 21 Nisan
1962 tarihinde basına verdiği bir beyanatta, "Siyasi kanaatten dolayı kimseye
ceza verilemiyeceğine göre, af ancak bir haksızlığın tamiri olacaktır" dediği
için Anayasa Nizamını Millî güvenlik ve Huzuru Bozan Bazı Fiiller hakkındaki 5/3/1962 günlü ve 38 sayılı kanunun l inci maddesinin (B) bendine aykırı
hareket ettiği iddiasiyle aleyhine kamu dâvası açılması ve bahsi geçen
Kanunun daha sonra Ankara Birinci Ağır Ceza Mahkemesi’nce Anayasa’ya
aykırılığının ileri sürülmesi üzerine, Türk Anayasa Mahkemesi, iddiayı reddetmiş (Esas No. : 1963/16, Karar No. : 1963/83) ve böylece bireysel ifade
özgürlüğünü koruma yoluna gitmemiştir. Oysa Mahkeme’nin, esas varlık
amacına uygun olarak, bireylerin askeri darbe eleştirisini ifade özgürlüğü
içerisinde görmesi ve bunu devlete karşı koruması gerekirdi. Böyle bir korumanın olmadığı yerde, bireylerin hukuki güvenlik içerisinde bulundukları bir
hukuk devletinin varlığından da söz edilemez.
Anayasa Mahkemesi, siyasi parti kapatma davalarında da bu otoriter tutumunu devam ettirmiş ve çok sayıda partinin, hukuk devleti ilkelerine aykırı
olarak, kapatılmasına karar vermiştir. Bu otoriter uygulamayı kabul etmek
hiçbir şekilde mümkün değildir. Çünkü siyasi partilerin kapatılmasını kişiler
için verilen idam cezasına paralel bir şekilde değerlendirmek gerekir (Sağlam,
1999; 104). Tıpkı yaşama hakkının özüne dokunan bir ceza olması nedeniyle
idam cezasının ancak, anayasada söz konusu hakka yönelik ayrıksı bir duru-
31
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
32
mun öngörüldüğü oranda geçerli olması gibi, siyasi partiler de aynı şekilde
düşünülmelidir. (Sağlam, 1999; 104). Türk Anayasa Mahkemesi’nce kapatılan partilerin 9’u kapatma kararların AİHS’deki örgütlenme ve ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle AİHM’ye başvurmuş ve Refah Partisi
hariç, tamamı başvurularında haklı bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin
parti kapatma kararlarını birkaç örnekle incelemek gerekirse, şu kararlar
dikkat çekicidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Türkiye Birleşik
Komünist Partisi’nin, diğer gerekçeler yanında, Anayasa’nın 2, 3, 14 ve 68.
maddeleriyle 2820 sayılı Kanun’unn 78. ve 81. maddeleri hilafına; devletin,
ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozma amacını güttüğünü iddia
ederek, Siyasi Partiler Yasası’nın 101. maddesinin (a) bendi yarınca kapatılmasına karar verilmesi için Anayasa Mahkemesine başvurması üzerine
Anayasa Mahkemesi, adı geçen Parti’nin diğer gerekçeler dışında, tüzük ve
programında Kürt ve Türk ulusları arasında ayrımcılık yapmak suretiyle,
Lozan Antlaşması ve Bulgaristan ile yapılan antlaşmalarda öngörülenler
dışında yeni azınlıklar yaratma hususunda gayret göstereceğine dair bir niyet
ortaya koyduğunu ve bunun da devletin ülkesel bütünlüğüne açısından tehdit
oluşturduğu gerekçesiyle kapatılmasına karar vermiştir E. 1990/1 (Siyasi
Parti Kapatma), K. 1991/1, k.t. 16.7.1991, http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/
kararlar/SPK/K1991/K1991-01.htm,17.04.2008).
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, davalı Sosyalist Parti’nin; ülkenin ve
ulusun bölünmez bütünlüğünü bozma sonucuna yol açacak bir takım fiillerle
hem Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Başlangıç Kısmı’yla 3., 4., 14., 66.,
68. maddelerine, hem de 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun dördüncü
bölümde yer alan 78. ve 81. maddeleri hilafına davranışta bulunduğu iddiasıyla Sosyalist Parti’nin kapatılmasına karar verilmesi talebiyle dava açması
üzerine Anayasa Mahkemesi, istem doğrultusunda, şu şekilde karar vermiştir:
“ ‘Kürt milletinin demokratik kültürü, baskıların sona erdirilmesi sonucu serpilme olanağına kavuşacaktır.’ biçimindeki anlatımlarla 2820 sayılı Kanun’un
81. maddesinin (b) bendine aykırı davranılmakta, Türk dili ve kültüründen
başka dil ve kültürleri korumak, geliştirmek, yaymak yoluyla azınlık
yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amaçlanmaktadır. Partinin bu tutumuyla gösterdiği doğrultu ve getirdiklerinin ulusu bölmek olduğu açıktır. Bu
yoldaki eylemlerle dosyada birbirini doğrulayan geçerli kanıtlardan davalı
Siyasi Parti’nin Anayasa’nın 69. maddesinin birinci fıkrası ile Siyasi Partiler
Yasası’nın 78. maddesinin (a) bendi ve aynı Yasa’nın 81. maddesinin (a) ve
(b) bentlerine aykırı davrandığı anlaşılmıştır. Bu nedenlerle Sosyalist
Parti’nin Siyasi Partiler Yasası’nın 101. maddesinin (b) ve (c) bentleri
gereğince kapatılması gerekir.” (E. 1991 /2 (Siyasi Parti Kapatma), K. 1992/1,
Mehmet Merdan Hekimoğlu
k. t. 10.7.1992, http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/
K1992/K1992-01.htm, 17.04.2008).
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, davalı Sosyalist Türkiye Partisi
Programı'nın bazı kısımlarının 2820 sayılı Siyasî Partiler Kanunu’nun 78.
maddesinin (a) bendiyle, 81. maddesinin (a) ve (b) bendlerine; Anayasa'nında
Başlangıç Kısmı'yla; 3., 4., 14., 68., 69. maddelerinde yer alan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı yasaklayan düzüenlemelere
aykırı hükümler içerdiği iddia edilerek Siyasî Partiler Kanunu’nun 101. maddesinin (a) bendi uyarınca kapatılmasına karar verilmesi için açılan davada
Anayasa Mahkemesi, istem doğrultusunda karar vermiştir.
Mahkeme’nin kapatma gerekçesine göre, “Sosyalist Türkiye Partisi, programındaki anlatımlarla, Türkiye'de hukuksal ve siyasal yönden ırka dayalı
bir Türk Ulusu kavramı ya da etnik kökene göre çoğunluk ve azınlık kavramları olmamasına karşın, farklı etnik ve soy kökenlerinden gelen bütün vatandaşların eşit haklarla yer aldığı Türk Ulusunu ırk esasına dayalı olarak "Türk
ve Kürt Ulusları" biçiminde ikiye bölmüş, ulusal kurtuluş hareketi içinde gösterilen T.C. Devletinin vatandaşı Kürtlere ayrı bir ulus olarak kendi kaderlerini tayin etme hakkını verme amacına yönelik durumuyla, devletin ülkesi ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozucu bir konuma düşmüştür. Bu bağlamda yine programında yer alan "Kürt Ulusu'nun ve bütün etnik ve toplulukların
kendi dil ve kültürel yapılarını koruyup gelişmeleri olanağını sağlar. Dillerin
geliştirilmesi, zenginleştirmeleri çalışmalarında hiç bir dile ayrıcalık tanınamaz" biçimdeki düzenleme de Türk Ulusu'nun ortak kültür ve dilini dışlar
nitelikte ve bölücülüğe yöneliktir. Bunlar yalnızca düşünce değil, yasaklanan
sakıncalı eylemlere kışkırtma, katkı, destek ve bu niteliğiyle de bir tür
eylemdir.” (E.1993/2 (Siyasî Parti-Kapatma), K. 1993/3, k. t. 30.11.1993,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/kararlar/SPK/K1993/K1993-03.htm,
17.04.2008).
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, davalı Özgürlük ve Demokrasi Partisi
Programı'nda yer alan bazı bölümlerin; 2820 sayılı Siyasî Partiler Yasası'nın
78. maddesinin (a) bendi ile 81. maddesinin (a) ve (b) bendleri ve 89. maddesine; Anayasa'nın da Başlangıç Bölümü ile 2., 3., 14., 24., 42., 68., 69. ve 136.
madde hükümlerine aykırılık teşkil ettiği savıyla Siyasî Partiler Yasası'nın
101. maddesinin (a) bendi uyarınca kapatılması için açılan davada Anayasa
Mahkemesi talebi olumlu bulmuş ve anılan Parti’nin kapatılmasına karar vermiştir (E. 1993/1 (Siyasî Parti Kapatma), K. 1993/2, k. t. 23.11.1993,
http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/KARARLAR/SPK/K1993/K199302.htm, 17.04.2008). Anayasa ile Siyasî Partiler Yasası'na aykırılık nedeniyle
2820 sayılı Yasa'nın 101. maddesinin (a) bendi gereğince davalı Parti'nin kap-
33
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
atılmasına karar veren Anayasa Mahkemesi’ne göre, “…ÖZDEP,
Programındaki anlatımlarla, Türkiye'de hukuksal ve siyasal yönden ırka dayalı bir Türk Ulusu kavramı ya da etnik kökene göre çoğunluk ve azınlık
kavramları olmamasına karşın, farklı etnik ve soy kökenlerinden gelen bütün
vatandaşların eşit haklarla yer aldığı Türk Ulusunu ırk esasına dayalı olarak
"Türk ve Kürt Ulusları" biçiminde ikiye bölmüş, ezilen bir halk olarak
nitelediği Kürtlere ayrı bir ulus olarak kendi kaderlerini tayin etme hakkını
verme amacına yönelik devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü
bozucu bir konuma düşmüş ve bu bağlamda yine bölücülüğe yönelik olarak
yargılamanın ve eğitimin ana dille yapılmasına da programında yer vermiştir.
Böylece Siyasî Partiler Yasası'nın 78. maddesinin (a) bendi ve aynı Yasa'nın
81. maddesinin (a) ve (b) bentlerine aykırı davranılmıştır.” (E. 1993/1 (Siyasî
Parti Kapatma), K. 1993/2, k. t. 23.11.1993, http://www.anayasa.gov.tr/
eskisite/KARARLAR/SPK/K1993/K1993-02.htm, 17.04.2008)
34
En son; bir sene önce yapılan genel seçimlerde, toplam olarak, seçmenin
yarısından fazlasının oyunu alan AKP ve DTP hakkındaki kapatma davası
iddianamelerini kabul etmek suretiyle bu davaları görmeye başlayan Türk
Anayasa Mahkemesi, AKP’yi tek üyelik oy farkıyla kapatamamış olsa da,
kuruluş tarihi olan 1962’den bugüne kadar, toplam 24 partinin kapatılmasına
karar vermiştir. Yasama sorumsuzluğu kapsamında değerlendirilebilecek söz
ve beyanlar ile parti progamında komunist veya Kürt kelimelerinin geçmesini ve hatta Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kaldırılarak dini işlerin cemaatlere
bırakılmasını dahi parti kapatma gerekçesi sayarak, katı ve otoriter bir
yargısal uygulamayı benimseyen Türk Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasına karar verdiği parti sayısı, Avrupa Konseyi devletleri içerisinde erişilmesi
imkânsız bir rekorun da varlığı anlamına gelmektedir. 1950’li yıllarda
Almanya’da 2 ve 2000’li yılların başında İspanya’da bir olmak üzere bütün
Avrupa kıtasında İkinci Dünya Savaşı sonrası anayasa mahkemeleri tarafından kapatılan parti sayısının toplam üç olduğu gerçeği göz önünde bulundurulursa, kapatılan 24 partinin rakamsal olarak hangi boyutta, nasıl bir siyasi ve
hukuki gerçeği ima ettiği çok daha iyi anlaşılacaktır.
Devlet organlarının otoritesi karşısında bireylerin hak ve hürriyetlerinin etkili
bir şekilde korunması amacıyla, ilgili organlarca ve özellikle yasama organı
tarafından yapılan işlemlerin anayasaya uygunluğunun denetlenmesi, anayasa
mahkemesinin hukuk devleti bakımından temel hukuki meşruiyet temelini
oluşturmaktadır. O halde temel hak ve özgürlüklerin korunmasını sağlayarak,
hukukî güvenliği ve barışı gerçekleştirmek, anayasa mahkemelerine hukuki
meşruiyet kazandıran temel referans değerleri oluşturmaktadır. Bu bağlamda
Mehmet Merdan Hekimoğlu
anayasa mahkemelerinin bu asli amaca ulaşmalarının, hukuk devleti ilkesinin
içeriksel manasını, aktif olarak, ondan yana taraf olmak üzerinden derinleştirmeleriyle mümkün olabileceği önemle ifade edilmelidir. Yeni kuralan
anayasa mahkemelerinden biri olan Macar Anayasa Mahkemesi’nin mahut
amaca ulaşmada iyi bir sınav verdiği iddia edilemez. Çünkü söz konusu
Mahkeme, legal kesinlik ve anayasaya uygunluk üzerinde yoğunlaşan, formalistik ve nötr bir hukuk devleti anlayışını benimsemiştir (Dupré, 2003: 31).
Aynı şekilde Başkan Akayev yandaşlarının, liderlerinin 1991 yılında bir önceki Anayayasa uyarınca seçildiği hususunu göz önünde bulundurmaksızın,
1993 tarihli Anayasa’nın buna izni veren hükmü uyarınca, ikinci defa başkanlığa aday olup olamayacağı konusunda yaptığı başvurunun, Temmuz 1998’de
Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilmesinin, gözlemciler tarafından
hukuk devletinin metinsel olmasa bile, ruhunu ihlal eden bir karar olarak
eleştirildiği görülmektedir (Nichol, 1998:106). Buna karşılık Federal Alman
Anayasa Mahkemesi, hukuk devletinin maddi anlamdaki boyutlarının
geliştirilmesinde oldukça önemli bir rol oynamıştır. Mahkeme, mevcut kaynaklar ve diğer eşit önemdeki devlet görevleri göz önünde bulundurularak,
sosyal faydanın sağlanma düzeyi konusunda karar vericinin, yasa koyucu
olduğuna karar vermiştir (BVerfGE, 82, 60, <80>; Dethier ve Shapiro, 1998:
467, 473). Mahkeme, oldukça sınırlı da olsa, kazanılmış hakların korunmasını
Federal Anayasa’nın 20. maddesinde ifade edilen hukuk devleti ilkesine
dayandırma yoluna gitmiş ve gerçek manasıyla geriye yürüyen hukuki düzenlemelerin Anayasa’ya uygun olmadığı sonucuna varmıştır (BVerfGE, 82, 60,
<80>; Dethier ve Shapiro, 1998: 467, 473). İptal kararlarının kural olarak
geriye yürüdüğünün kabulünü savunan Teziç, kesin hüküm durumundaki
yargı ve idare kararlarının saklı kalması koşuluyla, aynı sonuca varmaktadır
(Teziç, 2001: 213). Hukuk güvenliği, hukuk devletinin maddi temelini oluşturan önemli bir kavramdır. Anayasa mahkemelerince verilen iptal kararlarının geriye yürümemesinin istenmesindeki amaç, “hukuk güvenliğinin
sağlanması” olduğu için, sadece kesin hüküm durumunda bu ilkenin anlam
ifade ettiğinin kabulü gerekir (Teziç, 2001: 213). Esasen doğru olan, bu tür bir
maddi hukuk devleti anlayışı ile hukuk devletinin bu genişlikte maddi temellendirmesinin anayasa mahkemeleri ve öğreti tarafından yapılmasıdır.
Nitekim benzer bir yorum anlayışından yola çıkan Letonya Anayasa
Mahkemesi, 22.12.1995 tarihli kararıyla, Letonya Anayasası’nın Başlangıç
Bölümü’nde yer alan, Letonya halkının açık, adil ve uyumlu bir medeni
toplum olduğuna ve bir hukuk devletini amaçladığına dair ibareden hareket
ederek, adaleti hem temel bir moral değer olarak nitelemiş, hem de hukuk
devletinin önemli dayanaklarından biri olarak kabul etmiştir (Rainer, 1998:
17). Bununla birlikte, anayasa mahkemelerinin bir yargıçlar devleti yanlışına
35
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
36
sürüklenmemeleri için, mutlaka ortaya koydukları hukuk devleti anlayışının
pozitif hukuktaki anayasal dayanaklarını ikna edici bir şekilde göstermeleri
gerekmektedir. Çünkü anayasa mahkeme üyelerinden istenen, kendilerinin
değil, anayasanın hukuk devleti anlayışını yaşama geçirmeleri olup, esasen
gücünü anayasadan alan bir anayasa mahkemesinin, anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkeleri gereği, başka türlü hareket etmesi de kendisinden beklenemez. Dolayısıyla anayasa mahkemelerinin hakları koruma işlevini yerine
getirmesi garantili olmayıp, ancak pozitif hukuk sınırları içinde kalmak kaydıyla yapacağı özgürlükçü yorumlarla mümkündür. Maddi hukuk devleti
anlayışı konusunda doktirinde eleştirel bazı görüşlerin mevcut olduğunun da,
akademik yansızlık bakımından, bu bağlamda ifade edilmesi gerekiyor.
Örneğin Joseph Raz, hukuk devletinin sıklıkla ve haklı olarak, keyfi iktidarın
tersi anlamında kullanıldığını, oysa bu ikincisinin birinciden daha geniş
olduğunu ve keyfi yönetimin birçok şeklinin pekala hukuk devletiyle uyumlu
olabileceğini savunmaktadır (Raz, 2001: 297-298). Yazara göre örneğin bir
yöneticinin, hukuk devletine aykırı davranmadan, kendi arzu ve kişisel çıkarlarına uygun genel kuralların konulmasını teşvik etmesi mümkündür (Raz,
2001: 298). Bu durumda, bu kurallara uyulmasını istemenin, yani salt maddi
hukuk devleti anlayışını esas alınmanın, bazı adaletsiz sonuçlara yol açacağı
hususu açıktır. Literatürde başka bir eleştiri de Michel Rosenfeld’den gelmektedir. Rosenfeld, “Southern California Law Review, 74 no. 5(2001)’de yayımlanan “The Rule of Law and the Legitimacy of the Constitutional
Democracy” adlı çalışmasında; zayıf ve gür anlamıyla hukuk devletlerini
farklılaştırmakta ve Amerikan, İngiliz, Fransız ve Alman geleneklerinde
somutlaşan bu sonuncu anlamıyla dahi hukuk devletlerinin, değerler çoğulculuğu ve sosyal karışılıklığın modern koşulları altında, anayasal demokrasileri
legitimize etmekte yetersiz kaldığını ifade etmektedir (Zurn, 2007: 88).
Temel haklara yönelik, yasama da dahil devlet organlarından gelen müdahaleleri etkin bir anayasal denetim yoluyla engelleyemeyen; bu konudaki
illiberal ve giderek anti-liberal tasarrufların anayasaya uygunluğunu
denetleyemeyen bir devletin, hukuk güvenliğini, adaleti ve kamu düzenini
bütün unsurlarıyla yaşama geçirmesi ve böylece hukukun üstünlüğüne dayalı
gerçek bir hukuk devleti haline gelmesi söz konusu olamaz. Bu gerçekten
hareketle Avrupa'nın pek çok demokratik devleti, anayasalarında değişiklik
yaparak, bu tür bir denetimi mümkün kılan, merkezi tipte bir anayasa
mahkemesi modeli oluşturmuşlardır. Anayasa mahkemesi yoluyla etkili bir
şekilde anayasaya uygunluk denetiminin gerçekleştirilememesi durumunda,
parlamento çoğunluğunun her alanda sınırlandırılmamış bir sultasının ve
giderek faşizminin egemen olması söz konusu olabilecektir ki, böyle bir
Mehmet Merdan Hekimoğlu
yönetim anlayışının, anayasal bir demokratik hukuk devleti bakımından,
meşru görülmesi mümkün olamaz.
Yasama, yürütme ve yargıdan oluşan modern bir devletin ve idarenin her türlü
eylem ve işlemenin bağımsız ve güvenceli hakimler eliyle yargısal denetiminin mümkün olmasına dair hukuk devleti koşullarının hukuki ve fiili olarak
gerçekleştirilip, güvence altına alınmadığı bir ortamda, anayasa
mahkemesinin, varlık sebebini oluşturan temel görevleri yerine getirmesi
beklenemez. Anayasa mahkemesinin, hak ve özgürlükleri geliştirme ve koruma şeklindeki temel fonksiyonunu ifa etmek yerine, anayasaya ve demokratik
hukuk devleti esaslarına aykırı bir takım hak sınırlamalarına meşruiyet temeli
oluşturacak şekilde kararlar vermesi, hatta bu amaçla yasa koyucuya bizatihi
yol göstermesi, kendi anayasal statüsünü sıkıntıya sokmakta ve doğrudan
doğruya kendi hukuki meşruluk temelinin sorgulanmasına neden olmaktadır.
B. Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devletinde Demokratik Meşruiyeti
Yaşanan acı tarihi tecrübeler nedeniyle, otoriter ve giderek totaliter siyasi iktidarların bireyin temel hakları alanında yarattıkları tahribatlara karşı, bireyi ve
azınlıkları devlet ve toplum karşısında korumak ve kollamak düşüncesinden
hareketle, liberal bir siyasi-hukuki perspektif içerisinde, anayasa yargısının
oluşturulduğunu ve zaman içinde yaygınlaşarak genel kabul gördüğünü
inceledik. Temel hak ve özgürlüklerin korunması yanında hukuk devletinin
hayata geçirilebilmesi için de kanunların anayasaya uygunluğunun sağlanması şarttır (Sabuncu, 2004:77). Bir ülkede anayasanın üstünlüğü ve
bağlayıcılığı ilkesi geçerli ise, o ülkede yasaların, normlar hiyerarşisi
bakımından en üstte bulunan anayasaya uygunluğunun denetime bağlı tutulması gerekmektedir (Sabuncu, 2004:77). Anayasa yargısı, çoğulcu yerine,
çoğunlukçu bir demokrasi anlayışının doğal sonucu olarak ortaya çıkması
olası sakıncalara karşı, bireyin sivil ve siyasi hak ve özgürlüklerini otorite
karşısında korumak amacıyla ortaya çıkmıştır ki bu durum, Türk ve Alman
Anayasa Mahkemeleri örneğinde de görüldüğü üzere; yasama, yürütme ve
yargı organları karşısında ciddi anlamda bir ulusal egemenlik yetkisine sahip
olunmasını ve bunun kullanılmasını ifade etmektedir.
İnsan haklarının korunması görevinin anayasa mahkemesinin temel
siyasi–felsefi ve hukuki meşruiyet gerekçesini oluşturduğu kabul edilmektedir. Esasen anayasal bir demokratik sistemde, anayasa mahkemesi’nin temel
fonksiyonu, temel hak ve özgürlükler karşısında devlet iktidarının kısıtlanmasını sağlamaktır. Böyle bir sınırlandırma aynı zamanda demokratik rejimin
korunması anlamına geleceği için de meşrudur. Çünkü günümüzdeki
demokrasi anlayışı çoğunlukçu değil, çoğulcu bir zihni paradigma üzerine
bina edilmiştir. Buna göre, hatalı olarak milli irade diye de nitelenen seçmen
37
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
38
çoğunluğunun yönetim hakkı, yalnız başına, demokratik bir rejimin varlığı
için yeterli olmamakta, bunun; siyasal çoğulculuk, muhalefet etme özgürlüğü,
temel hak ve özgürlüklerin korunması, kanun önünde eşitlik, sayısal azınlıkların ileride iktidar olabilme yolunun açık olması, serbest ve adil seçim ilkesi
gibi diğer önemli unsurlarla da tamamlanması gerekmektedir. İşte anayasa
mahkemesinin anayasalarca tanınmasının sağladığı asıl siyasi katkı, temel
hak ve özgürlüklerin etkili bir şekilde korunması yoluyla demokratik rejimin
gerçekleştirilmesi ve derinleştirilmesi noktasında toplanmaktadır.
Demokratik hukuk devletlerinin, demokratik yollarla kural koyuculuk yanında hukuk devletinin gerektirdiği hukuksal korumayı da zorunlu kıldığının
(Heckmann, 1997: 109) altı bu bağlamda önemle çizilmelidir. Temel
demokratik kurumlardan biri olarak anayasa mahkemesine (Kneuer, 2007:
317) ait asli fonksiyonunun, işte bu hukuksal koruma aktivitesi çerçevesinde
düşünülmesi gerekir. Nitekim Çek Cumhuriyeti örneğinde de görüldüğü
üzere, bu Devletteki Anayasa Mahkemesi, demokratik sürecin pekiştirilmesine ve yeni anayasal değerlerin tanınmasına önemli katkıda bulunmuştur
(Darrow ve Alston, 1999: 490). Mahut Mahkeme, bir yandan kararlarıyla
hukuk düzeninin medenileşmesine katkıda bulunurken, öte yandan hukuksal
değişikliklerin uygulanmasını sağlamada yardımcı olmuş ve böylece Çek
Cumhuriyeti modern bir hukuk devletine doğru ilerleyip, gelişmiştir
(Vodič ka, 2005: 225) Bununla birlikte hukuk devletinin yargıçlar yönetimi
veya tutucu elitler idaresine dönüşme tehlikesini içermesinin, ilerideki
demokratikleşme sürecini engelleyici olabileceği ve bu konunun yargıçların
göreceli demokratik meşruiyet eksikliğiyle ilgili olduğu da ifade edilmiştir
(Chaihark, 2004:408).
İkinci Bölüm
Anayasa Mahkemesinin Hukuk Devleti Bakımından Tarihsel Gelişimi
Modern zamanlardan itibaren hakim olan geleneksel kamu hukuku doktrini
anlayışına göre devletler, kendi yapılarında içkin bulunan felsefi anlayışa
paralel olarak, hukuk kurallarına bağlılıkları açısından üç ana başlık altında
tasnif edilebilir: Mülk devleti, polis devleti ve hukuk devleti anlayışları. Şimdi
anayasa mahkemesinin tarihsel süreç içerisinde hukuk devletine ulaşıncaya
kadar geçirdiği aşamaları, bu üç devlet anlayışı bakımından sırasıyla incelemeye başlayalım.
I. Mülk Devleti (Patrimonialstaat) Anlayışında Anayasa Mahkemesine
Neden İhtiyaç Duyulmamıştır?
Kapalı bir tarım ekonomisi ve foedal bir siyasi rejimin cari bulunduğu
Ortaçağ mülk devleti anlayışında, en başta bulunan kral da dahil olmak üzere
bütün feodal beylerin kamusal yetki ve imtiyazları toprağa malik olmaların-
Mehmet Merdan Hekimoğlu
dan geliyordu (Onar, 1966: 125). Toprağa bağlı mülkiyet ekonomisine dayalı
Ortaçağ mülk devleti anlayışında idarenin, egemenlik gücünden kaynaklanan
yetkilerini denetim yoluyla kayıtlayacak Anayasa Mahkemesi de dahil herhangi bir yargısal merci mevcut değildi. Çünkü bu devlet anlayışında kral ve
diğer yönetici feodal beylerin yetkileri esas itibarıyla maliki bulundukları
toprak mülkiyetinden kaynaklandığı için, kamu gücüne sahip olanların bu
yetkileri, onların şahsi malı olarak kabul görüyordu ve böyle bir ortamda
–anayasa ve anayasa mahkemesi bir yana- yöneticileri sınırlandıran bir idare
hukukunun varlığından bile söz etmek mümkün değildi (Gözler, 2007: 21).
II. Polis Devleti (Polizeistaat) Anlayışında Anayasa Mahkemesinin Neden
Yeri Yoktur?
Merkezi krallıkların giderek güç kazanmasıyla birlikte Avrupa’da, mülk
devleti sistemine dayalı feodal rejim zayıflamış ve böylece polis devleti
anlayışının hakim olduğu mutlak hükümdarlıklar dönemi başlamıştır. 17 ve
18. yy. mutlak hükümdarlık yönetimlerinde cari bulunan bir rejim olan polis
devleti kavramıyla, toplumun refahı adına her türlü tebdiri alan ve vatandaşların bütün haklarına müdahale etme yetkisine sahip bulunan rejimler
anlatılır (Gözübüyük, 2000: 163). Bu rejimlerde cari bulunan egemen kamu
gücünün büyüklüğü ve sınırsızlığı, meşru hukuk devletinin değil, gayri meşru
polis devletinin bütünleyici parçasısır. Çünkü egemen bulunduğu ülke toprakları üzerinde rakip tanımayan, en üstün güç konumunda bulunmak devlete
meşruluk vermediği gibi, bu durum, hukuk devleti yerine, olsa olsa polis
devletinin ayırt edeci bir vasfı olarak değerlendirilir (Erdoğan, 2000: 123).
Hukukla kayıtlı olmanın ve hukuk çerçevesinde hareket etmenin, hukuk
devletinin alamet-i farikası sayılmasını (Erdoğan, 2000: 123) bu bakımdan
düşünmek gerekir. Esasında hukuk devleti; Almanya, İngiltere ve Fransa’da,
işte bu mutlak devlet otoritesinin disipline edilmesi gerektiğine dair ilkeden
türemiştir (Borneman, 1997: 46).
Bir devlet düzeninin polis devleti olarak kabul edilebilmesi için idari tasarrufların hukuk kuralları ve anayasa yargısı da dahil olmak üzere, etkili bir bağımsız yargı sistemi yoluyla sınırlandırılmaması ve meşruiyetini güçten alan
yönetim yetkilerinin büyük ölçüde takdire dayanmış olması gerekir. Hukuk
devletinin tersi bir devlet türü olarak polis devletlerinde, “kamu gücü ve
otoritesi” anlamına gelen polis, sınırsız yetkilere sahiptir ve bunlara karşı
yargı yoluna gidilmesi olanağı yoktur (Fındıklı, 2003: 82). Kamunun refahı
ve selameti için bireylerin hak ve özgürlüklerine alabildiğine müdahale eden,
onlara yükümlülükler getiren ve fakat bütün bu tasarruflarda bulunurken
idaresi hukukla bağlı bulunmayan polis devleti, faaliyetlerinde, adına “polis
kudreti (Polizeigewalt) dediğimiz, sınırsız ve denetimsiz bir güce sahip bulun-
39
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
duğu için, anayasa mahkemesinin bu tür bir devlet anlayışında yeri yoktur
(Gözler, 2007: 21, 22). İşte polis devletlerinin bu sınırsız kamu gücünü kullanmalarından ortaya çıkan otoriter keyfiliğin, bireyin temel hak ve özgürlükleri alanında yaratmış olduğu tahribatlara karşı, bireyi devlet önünde koruyup
kollamak düşüncesiyle, hukuk devleti anlayışının doğduğunu görüyoruz.
40
III. Hukuk Devleti Anlayışı ve Anayasa Mahkemesi
Hukuk devleti ilkesinin kökeni antik Yunan’da Aristo’ya kadar geri
götürülebilirse de (Freeman, 1991:41), esas olarak keyfi polis devleti
düzeninin, bireyin temel hak ve özgürlükleri alanında, hukuk güvenliği
açısından yaratmış olduğu ağır ihlallerin izale edilmesi düşüncesi, üçüncü ana
devlet anlayışı olarak nitelendirebileceğimiz, söz konusu devlet anlayışının
ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Liberal gelenek kapsamında anayasacılık
akımına dahil harekatların bir neticesi olarak ortaya çıktığı bilinen hukuk
devletinin, devleti hukuk yoluyla sınırlandırma ve siyasi iktidarın keyfi tasarruflarının önüne geçmeyi güvence altına alma amacına yönelik en önemli
yöntem olduğu (Erdoğan, 1993: 44) kabul edilmektedir. Geleneksel hukuk
sistemine ait olanların kural olarak reddi üzerine bina edilen modern hukuk
düzeninin temelinde yatan yeni devlet anlayışı, işte bu hukuk devleti
anlayışıdır. Esasen 1789 Fransız İhtilali’yle başlangıç noktasını bulan aydınlanma süreci, demokrasiyi, mutlak hükümdarlıkların sınırsız yetkilerini
hukuk yoluyla sınırlandırarak, yani hukuk devleti yoluyla gerçekleştirmeyi
amaçlıyordu. Türkiye örneğinde ise hükümetin dışında kalan bir gücün, ilk
defa hükümeti bir hukuk kuralıyla sınırlamaya çalışması nedeniyle Sened-i
İttifak, hukuk devleti yönüne gidiş niteliğinde bir adım olarak değelendirilebilir (Onar:1966: 147).
Bir hukuk devleti, genel anlamıyla belirtmek gerekirse, idare edenlerin veya
bir başka deyimle devlet gücüne dayalı siyasal erki kullananların, yönetilenlere, yani vatandaşlara yönelik işlem ve eylemlerinde “hukuka uygun hareket
etmek” ilkesinden ayrılmamaları ve böylece bireylerin hukuki güvenliğinin,
hukukun üstünlüğü (hakimiyeti) yoluyla en etkili ve güvenli bir şekilde tesis
edilmesi anlamına gelir. Bunu gerçekleştirebilmenin ilk koşulu, devletin ve
devlet görevlerinin mutlak surette önceden belirlenmiş hukuk kuralları
dahilinde eylem ve işlemlerde bulunabilmeleri ve mevcut hukuk kurallarının
yasaların genelliği ve eşitliği ilkesi gereği herkese eşit şekilde uygulanmasıdır. Bir hukuk devletinin yetkili değil de görevli, muktedir değil de
memur olması (Erdoğan, 2000: 123) bu nedenledir ki işte bu noktada anayasa
mahkemelerinin varlığı ve işlevi ön plana çıkmaktadır. Federal Almanya’daki
hukuk teorisyenlerince de ifade edildiği üzere, kararları doğrudan bağlayıcı
özellikte
bulunan
Federal
Alman
Anayasa
Mahkemesi
Mehmet Merdan Hekimoğlu
(Bundesverfassungsgericht)’nin bu niteliği ile birlikte yargısal karar enstrümanı olma özelliği, hukuk devletini geliştirmiş ve yasama sürecini hukukileştirmiştir (Rogowski ve Gawron, 2002: 251,252). Anayasa mahkemesinin
bu rolü hakkıyla yerine getirebilmesi, güçler ayrılığının mevcut olduğu bir
politik sistemin varlığını gereksinir ki, bu durum bizi doğrudan hukuk devletine götürür. Zira Macar Anayasa Mahkemesi’nin de isabetle vurguladığı
üzere, güçler ayrılığı hukuk devletini oluşturan unsurlar arasında yer alır
(Spuller, 2000: 369). Yargı bağımsızlığı’nın güçler ayrılığı düşüncesine sıkı
bir şekilde bağlı olmasını (Azrak, 2008: 83) da bu bağlamda düşünmek
gerekir. Nitekim anayasal haklara dair sorularla yetkili bir ulusal mahkemenin
mevcut bulunmamasının, hukuk devletinin –anayasal ilkelerin üniform bir
şekilde uygulanması manasında- de mevcut olmadığı anlamına geleceği
(Keynes ve Miller, 1989: 18) haklı olarak ifade edilmiştir. Hukuk devletinin
hakim olduğu ülkelerde, öngörülebilir bir yargı sisteminin varlığı, istikrar
açısından büyük bir unsur olarak görüldüğünden, tıpkı pek çok kıta Avrupa’sı
devletinde olduğu gibi, Macaristan da yönetim ile bireyler arasındaki uyuşmazlıkların çözümünde hakem olarak karar vermek üzere, bir anayasa
mahkemesi oluşturmayı seçme yoluna gitmiştir (Dethier, 1998:17). Aynı şekilde Güney Kore’de otoriter bir yönetimin hakim olduğu yıllarda, hukuk
devletinin zayıf kurumsallaşmış yapısının, demokratikleşmenin başlamasıyla
tedricen değiştiği ve 1987 Anayasası’yla birlikte, Avrupa modeli bir merkezi
Anayasa Mahkemesi’nin kurulduğu görülmektedir (Shelley, 2005:205).
Rusya’da 1991’de oluşturulan Anayasa Mahkemesi’nin, adı geçen ülkede
hukuk devletinin geliştirilmesi yönünde atılmış ilerici bir adım olduğunun
çoğunlukla kabul edilmesini (McFaul, 2001:327) de bu bağlamda ifade etmek
gerekir. Çünkü özel olarak sivil hakların korunmasıyla görevli bir anayasa
mahkemesinin veya bu konuda yetkili başka kurumların yokluğu, söz konusu
hakların legal yollarla korunması konusunda oldukça güdük kalındığını
(Joseph ve Feldbrugge, 1985:127) gösterir. Ancak anayasa mahkemelerinin
bu fonksiyonlarını yerine getirirken, hukuk yaratan değil de mevcut hukukun
değişik boyutlarıyla ne olduğunu söyleyen bir konumda olduklarının altı
önemle çizilmelidir. Kamu hukukunda, özel hukuktan farklı olarak, yetkili
olma durumunun bir istisna oluşturduğu; asıl olanın yetkisizlik olduğu göz
önünde bulundurulursa, kendisininin açıkça yetkili kılınmaması durumunda
Anayasa Mahkemesi’nin yetki kullanması hukuki meşruiyet sorununa neden
olacaktır (Özay, 1996: 315). Aksi anlayıştaki bir anayasa mahkemesi modelinin yargıçlar yönetimi (juristokrasi) anlamına geleceği de son derece açıktır.
Bununla birlikte anayasa mahkemelerinin pozitif anayasa hukukundaki
temelini göstermeleri kaydıyla hukukun genel kabul görmüş, bir takım
evrensel ilkelerine başvurmalarını da yadırgamamak gerekir. Çünkü hukuk
41
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
42
devletinin kanun devletini aşan anlamı, bu ilkeler nedeniyledir (Sabuncu,
2006: 56). Esasen hukukun evrensel normlarının, günümüz küreselleşme
ortamında, en temel meşruiyet kaynaklarından biri olduğu gerçeği, böyle bir
değerlendirmede bulunmayı zorunlu kılmaktadır. Örneğin vergi mevzuatıyla
ilgili düzenlemelerin geriye yürüyemeyeceği prensibine dair herhangi bir
anayasal veya yasal düzenleme Alman hukukunda mevcut olmamasına
karşın, Federal Alman Anayasa Mahkemesi’nin, kamu itimadı ve hukuk
güvenliği ilkelerini içeren hukuk devleti kavramına dayandırmak suretiyle
(Vanistendael, 1996:25), bu prensibi kabul etmesi isabetli bir karar olmuştur.
Çünkü hukuk devleti ilkesinin Federal Alman Anayasası’ndaki değiştirilemezlik zırhıyla donatılmış müstesna konumu gözönünde bulundurulursa,
Alman Federal Anayasa Mahkemesi’nin, bu pozitif hukuk prensibini yapmakta olduğu yargısal denetimlerde ölçü norm olarak kullanmasının, meşruiyet
problemine yol açmayacağı hususu açıktır. Buna paralel bir anlayışla Türk
Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarla (örn E. 2006:52; K. 2007: 27; k. t.
15.03.2007, R. G. 21.02.2008 tarih ve 26794 sayı), ayrıca Anayasa’da belirtilmiş olmamasına karşın, kazanılmış haklara saygıyı, hukuk devleti ilkesinin
gereği olarak kabul etmiştir (Özbudun, 2004: 73). Mahkeme yukarıda künyesi verilen mahut kararında, kazanılmış hakları hukuk devletinin genel bir
gereği olarak gördüğünü ifade etmiş ve kazanılmış hakkın oluşabilmesi için
gerekli olan koşulları şu şekilde belirtmiştir: “…kazanılmış bir haktan söz
edilebilmesi için bu hakkın yeni yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre
bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekmektedir.” Mahkeme’nin
bu şekilde hukuk devleti gibi temel bir anayasal ilkeye dayanmak ve cari
Anayasa’daki pozitif dayanağını göstermek suretiyle kazanılmış haklara
saygı gibi hukukun evrensel bir ilkesini esas alarak anayasaya uygunluk denetimi yapmasını, olumlu karşılamak gerekir.
Türk Anayasa Mahkemesi’nin başka bir kararında da belirtildiği gibi,
“Anayasa’nın 2. maddesinde sözü geçen hukuk devleti, eylem ve işlemleri
hukuka uygun, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri
koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu
geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan,
hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün
kurallarıyla kendini bağlı sayıp işlem ve eylemleri yargı denetimine açık olan,
yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri
bulunduğunun bilincinde olan devlettir. Hukuk devleti ilkesinin gerçekleşmiş
sayılabilmesi için, yasaların Anayasa’ya uygunluğunun yetkili organlarca
denetlenebilmesi gerekir. Bu denetim engellenmiş ise, temel hak ve özgürlüklerin tam anlamıyla güvence altına alınmış olduğundan söz edilemez.” (E.
Mehmet Merdan Hekimoğlu
2002/121, K. 2002/62, K. t. 9.7.2002, http://www.anayasa.gov.tr/eskisite/
KARARLAR/IPTALITIRAZ/K2002/K2002-62.HTM,02.02.2009).
Bu karardan da anlaşılacağı üzere, hukukun üstünlüğünün tam anlamıyla tesis
edilebilmesi, yürütme yanında, yasamanın da hukuka bağlılıktan ayrılmamasının bağımsız yargı mercileri üzerinden, metazori olarak sağlanmasıyla
mümkün olabilir. Esasen kişi hak ve özgürlüklerinin yalnızca yürütmenin
değil aynı zamanda yasamanın organının tasarruflarına karşı da korunması
düşüncesiyle ortaya çıkan anayasa yargısının, hukuk devletinin yerleşmesi ve
gelişmesi bakımından oynamış olduğu önemli rolü (Konuralp, 2006: 9) bu
bağlamda düşünmek gerekir. Anayasa mahkemesinin özel statüsü, onun aynı
zamanda, yasamayı ve yürütmeyi yargısal yönden denetlemek marifetiyle, bu
iki önemli devlet gücünü hukuka uygun hareket etmeye sevk etmesinden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte ifade edilmelidir ki anayasa mahkemesinin
hukuk devleti bakımından oynamış olduğu eşşiz fonksiyonun önemi, birden
bire takdir edilmemiş, aşamalı bir süreç sonucunda tedricen anlaşılmıştır. Bu
bağlamda öncelikle Rousseau’cu genel irade anlayışı karşısında anayasa
mahkemesinin bu tür bir denetim yetkisine sahip olamayacağı kabul edilmiş,
ancak yaşanan acı tarihi tecrübelerle, yasama organlarında tecessüm eden
çoğunluk iradesinin yürütmeden çok daha yıkıcı bir şekilde kişilerin temel
hak ve özgürlüklerini tahrip edebileceği anlaşılınca, bu anlayışdan
vazgeçilmiş ve hukuk devleti ilkesinin anayasa yargısı denetimi yoluyla
kusursuzlaştırılması amaçlanmıştır. Hukuk devletinin kusursuzlaştırılması da,
anayasa mahkemesinin denetiminin sağlanması üzerinden, devlet organlarının bütün eylem ve işlemlerinin hukuki kontrola açılmasının tamamlanmasıyla gerçekleşecektir. Çünkü Haenel’in de isabetli olarak ifade ettiği gibi,
anayasa mahkemesi olmayan bir federal devletin tam anlamıyla hukuk devleti
olması söz konusu olamaz (Schäffer, 1998: 103).
IV. Genel İrade Anlayışından Vazgeçilmesi ve Anayasa Mahkemelerinin
Yaygınlaşması
Temel hak ve özgürlüklerin sert anayasalarda güvence altına alınarak,
yürütme yanında, yasama iktidarından gelebilecek, olası, keyfi ve orantısız
müdahalelere karşı korunması, bireylere yasama organı karşısında güçlü ve
özerk bir dokunulmazlık sahası yaratır. Dokunulamaz, özerk saha düşüncesi
Rousseau’cu anlamda toplumsal sözleşme teorisi ile bağdaşır gözükmemektedir. Bağdaşmamaktadır; zira, topluluğun bir parçası olması hasebiyle sosyal
yapıya bağımlı bir kıymete sahip olan bireyin haklarına, yasama organı her
zaman müdahalede bulunma hak ve yetkisine sahiptir. Ayrıca Hobbes’cu
manada toplumsal sözleşme yoluyla bütün haklarını topluma devretmeyi
kabul eden bireyin temel hak ve özgürlükleri ancak, yasama iktidarının takdir
43
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
ettiği sınırlar içerisinde, onun pozitif tasarruflarıyla kaim olabilir. Çünkü
önemli olan, birey iradesinin de içerisinde yer aldığı topluluğun iradesi, yani
genel iradedir. Kanunları işte bu genel iradenin ifadesi olarak gören ve yalnızca kanunun egemen olabileceğini ifade eden Rousseau’nun, kanunları,
yasama organın dışındaki başka bir organın iptal edemeyeceğine dair
görüşünün fazla taraftarı günümüzde artık mevcut bulunmamaktadır (Özer,
2003: 24). Mademki artık siyasi iktidar ile egemen gücün ayrılığı günümüzde
kabul görmektedir; o halde egemenliğe sahip olan milletin, iktidarın statüsünü
tespit eden anayasa eliyle, egemenliği olmasa da iktidarın kullanımına dair
yetkiyi devlet organlarına vermesinin; bu organlardan biri sıfatıyla yargının,
anayasanın üstünlüğünü yaptırıma tabi tutabilmesinin yolunu açtığını (Yayla,
1986: 52) da kabul etmemiz gerekir. Temsil (Representation) edilmesi
mümkün olmayan, soyut bir milli irade uğruna bütün yetkileri, kuvvetler birliği ilkesi gereği, sınırsızca halka veren salt egemenlik anlayışı, çoğulculuk
üzerine bina edilen çok partili bir liberal demokratik rejime imkân tanımamaktadır. Nitekim bu anlayışta önemli olan, farklılıkların bir arada barış
içinde yaşayabildiği plüralist bir yapının mevcudiyeti değil, farazi bir çoğunluğun, yani sözde halkın iradesinin nasıl ve ne yönde tecelli ettiğidir.
44
Genel iradeci görüşe göre yalnızca halk, tek ve bütüncül bir karakter arz eden
anayasal egemenliğe kayıtsız ve şartsız bir şekilde sahiptir. Kralın ve
padişahın yetkileri bundan böyle soyut bir varlık olarak halka ait olacaktır.
Mamafih uygulamada bu yetkilerin halk tarafından kullanılmasına hiçbir
zaman izin verilmemiştir. Daha da kötüsü halk iradesine dayandığını iddia
eden otoriter ve totaliter ideolojilerin, temel hak ve özgürlükler alanında
yaratmış oldukları tahripkâr tasarrufların temel meşruiyet kaynağı, Fransız
Devrimi’nin işte bu sınırlandırılmamış, vehmi egemenlik anlayışı olmuştur.
Seçimle iktidara gelip, demokratik rejimi yok eden Hitler ve Mussolini örneklerinde de görüldüğü üzere, özellikle “genel irade”nin çoğunlukçu bir
demokrasi anlayışını temellendirmesi üzerinden, azınlıkların temel hak ve
özgürlüklerini çiğnemek suretiyle anayasa dışına kolayca çıkmasını engellemek için, Kıta Avrupası’nda anayasa mahkemelerine ihtiyaç duyulmuştur.
ABD ile Avusturya ve Çekoslovakya’nın daha önceki uygulamaları bir taraf
tutulursa, özellikle II. Dünya Savaşı’nda yaşanan acı tecrübeler; kral ile olan
tarihi iktidar ve özgürlük mücadelesi nedeniyle kendisine yanılmazlık,
devredilemezlik ve vazgeçilemezlik özellikleri üzerinden bir nevi modern
kutsallık atfedilen sınırsız genel irade kavramının insanlık için ne büyük
ölçüde felaketlere yol açacağını gösterdiği için, en geniş anlamıyla hukuk
devletinin yaşama geçirilme ilkesi çerçevesinde bir çoğulcu demokrasi modeli arayışına girilmiş ve anayasa mahkemeleri bu soruna çözüm getirmek
Mehmet Merdan Hekimoğlu
amacıyla kurulmaya başlanmıştır. Temel hak ve özgürlükleri çiğneyerek,
özgürlükçü demokratik rejimi ortadan kaldırmak isteyen bir çoğunluk
iradesinin bu amacına ulaşmasını önlemek amacıyla, onu denetleyen ve
gerekirse anayasaya aykırı tasarruflarını ortadan kaldıran anayasa
mahkemeleri böylece, denetimsiz bir gücün demokratik hukuk devletlerinde
mevcut olamayacağına dair evrensel ilkenin de somutlaşmasını sağlamaya
başlamıştır. Anayasa mahkemelerinin II. Dünya Savaşı sonrası kurulan
demokratik rejimlerdeki artan önemi öyle bir noktaya gelmiştir ki, örneğin
Federal Alman Cumhuriyeti’ndeki hukuk devletini, anayasa yargısı olmadan
tasavvur etmek çok güç bir hale gelmiştir (Sobota, 1997: 478). Çünkü hukuk
devleti kurumlarının en başında anayasa mahkemesinin geldiği (Klein, 2007:
204) anlayışının giderek artan kabul görmeye başlaması bu sonuca yol
açmıştır. Öyle ki artık hukuk devleti düzeninin muhafaza ve işleyişinin politik sorumluluğu anayasa mahkemesine düşmektedir (Larenz, 1991:365) ki bu
durum özgürlükçü çizgide dinamik bir hukuksal yorum anlayışının varlığını
gereksinmektedir. Nitekim buna paralel bir çizgide Federal Alman Anayasa
Mahkemesi, görevinin başlangıcından itibaren, Federal Cumhuriyet’in liberal
demokratik hukuk devleti yolundaki kimlik arayışına yardım etmiş ve hızlı
şekilde kazandığı otoritesini Almanların demokrasi eğitiminde kullanmıştır
(Vorländer, 2007: 115). Bu durum cari siyasi ve hukuki sistem içerisinde
Federal Anayasa’nın öneminin artmasına da neden olmuştur. Öyleki
günümüzün bazı çağdaş Alman bilim adamları, Almanya’nın hukuk devlet
yerine, daha iyi bir nitelemeyle ve anayasayla yönetilen devlet anlamında, bir
anayasal devlet olduğu görüşünü savunmaktadırlar (Rosenfeld, 2005: 205).
Hitler döneminin acı tarihi tecrübeleri ışığında, yeniden totaliter bir rejime
ülkenin savrulmaması için içtihat geliştiren Federal Mahkeme; özgürlükçü,
demokratik hukuk devletinin, onu tahrip edeceklere teslim edilmesinin kabul
edilemeyeceğine karar vermiştir (Rudolf, 2003: 226). Aynı doğrultudaki bir
militan demokrasi anlayışı uygulaması da Türk Anayasa Mahkemesi’nce
gerçekleştirilmiştir. Siyasi mülteci Alman politik bilimci Karl Löwenstein
tarafından ortaya konulan bir kavram olarak Militan demokrasi (Spevack,
2001: 212) anlayışı bilindiği üzere, geçmiş tecrübelere dayalı olarak,
demokrasinin kendi araçlarıyla zayıflatılması veya ortadan kaldırılması
tehlikesine karşı icat edilen (Glaessner, 2005: 26) ve politik aşırılık tehlikesi
belirdiği zaman, demokratik yönetimlerin kendilerini korumak için, siyasi
partilerin yasaklanmasından, bazı en önemli temel haklardan mahrumiyete
kadar, bir takım dramatik adımlar atabilmesini (Spevack, 2001: 212) öngören
bir mücadeleci demokrasi anlayışını ima etmektedir. Türk Anayasa
Mahkemesi’nin demokratik ve laik hukuk devletine ilişkin temel anayasal
ilkeyi ihlal ettiği gerekçesiyle Refah Partisi’nin kapatılmasına karar vermesi
45
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
üzerine, konuyu adı geçen Parti’nin başvurusu üzerine inceleyen Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi, kapatma kararının Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’ne aykırı olduğu şeklindeki itirazı temelsiz bularak reddetmiştir
(Keskin, 2005: 254). Yöneticilerinin aleyhte başvurularını reddetmek
suretiyle Refah Partisi’nin kapatılmasında Türkiye'yi haklı bulan Strasburg
Mahkemesi’ne göre, Refah Partisi yöneticilerinin, dini inanç farklılığına bina
edilmiş bir çok hukuklu sistem kurma ve İslami kanun (şeriat) düzenine
geçme niyetinde olmaları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınan prensiplerle bağdaştırılamaz ve bu nitelikteki bir siyasi partinin,
somut eylemlerle demokratik sistem ve sivil barışı tehlikeye düşürme riskine
karşı önceden ulusal otoritelerce engellenmesi, Sözleşmeci devletler açısından bir hak olarak görülmelidir (Case of Refah Partisi (The Welfare Party)
and Others v. Turkey; Applications nos. 41340/98, 41342/98, 41343/98 and
41344/98,31July2001,http://cmiskp.echr.coe.int////tkp197/viewhbkm.asp?acti
on=open&table=F69A27FD8FB86142BF01C1166DEA398649&key=2198
&sessionId=7019704&skin=hudoc-en&attachment=true, 16.04.2008).
46
Bu konuyla ilgili açıklamalarımızı sonlandırmadan önce; hukuk devleti, liberalizm, cumhuriyet ve demokrasi arasındaki ilişkiye de kısaca değinmemiz
gerekir. Hukuk devleti, demokrasi ve liberalizm arasında zorunlu bir ilişkinin
varlığını baştan varsayan Habermas’a göre, yalnızca yurttaşların rızasıyla
legitime olabilmesi nedeniyle hukuk, egemenliğin liberal çerçevesi yanında
demokrasiyle de bağlıdır (Dean, 1999: 182). Mademki modern hukuk düzeni
meşruluğunu sadece kendi kendini yönetme fikrinden almaktadır; o halde
yurttaşların daima hukuk yaratıcı olduklarını bilmeleri gerekir ki bu tesbitin
doğal sonucu hukukun otoritesini yönetilenlerin rızasından almasıdır
(Tamanaha, 2004: 99). Bilindiği üzere liberaller kişisel haklara,
cumhuriyetçiler ise kamusal veya müşterek haklara öncelik vermektedirler
(Johnson, 2004: 116). Oysa Habermas, liberallerin tersine hukuk devletinin
meşruiyetini özel bireylerin, özel çıkarlarını devam ettirebilmek için hukukun
koruyucu otoritesine başvurabilecekleri şeklindeki nihai görüşe dayandırmamaktadır (Johnson, 2004: 116). Aynı şekilde cumhuriyetçi idenin hukuk
devletini, uzlaşmayla kendisine mana verilen “ortak iyilik” idesini açıkça
belirtmesine dayanan meşruiyet açıklamasını da kabul etmemektedir
(Johnson, 2004: 116). Ona göre, hukuk devletinin meşruiyeti daha ziyade,
özel bireyleri yalnızca hak taşıyıcı olarak değil, aynı zamanda ortak iyinin
hukuki yaptırımlar kazandığı dolambaçlı usullere potansiyel bir katkıcı
olmalarını sağlayan prosedürel normları kurumsallaştırmaları nedeniyledir
(Johnson, 2004: 116-117). Hukuk ve demokrasi bu nedenle birbirinin hem
önşartı hem de ürünüdürler (Beatty, 2004: 22) ki bu durum her ikisinin, ortak
Mehmet Merdan Hekimoğlu
egemenlik kaynağı dolayımında birleşmesini gereksinir.
Sonuç
Bireylerin etkin bir hukuki güvenlik şemsiyesi altında bulunduğu hukuk
devletlerinde, bu durumun tam anlamıyla yaşama geçirilebilmesi için yalnızca yürütmenin değil, aynı zamanda yasama organının eylem ve işlemlerinin
de bağımsız ve tarafsız bir yargı denetimine bağlı kılınması gerekir ki anayasa
mahkemelerinin hukuk devleti bakımından esas önemi burada yatmaktadır.
Anayasa mahkemelerinin kurulması ve giderek yaygınlaşmasıyla birlikte,
yönetimin sadece yürütme değil, yasama unsuru da yargısal denetim altına
alınmış ve böylece, yönetimin her türlü eylem ve işlemlerinin yargısal denetimini öngören hukuk devleti ilkesinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesi
mümkün olmuştur. Tarihsel süreç içerisinde temel hak ve özgürlüklere yönelik ihlallerin, soyut bir genel irade anlayışına dayanmak suretiyle, yürütmeden
çok daha vahim ve yıkıcı boyutlarda olmak üzere, yasama organından da kaynaklanabileceği görülmüş ve böylece yasaların anayasaya uygunluğunun
denetlenmesi için -ABD’deki istisnai uygulama bir yana bırakılacak olursageçen yüzyılın ortalarından itibaren, anayasa mahkemeleri kurulmaya başlanmıştır. Anayasa mahkemelerinin hukuk devleti bakımından önemi, yalnızca
temel hak ve özgürlüklerinin korunması bakımından olmamıştır. Aynı zamanda söz konusu mahkemeler, hukukun bir takım genel prensiplerini günümüz
şartlarına uyarlamak suretiyle, onları adeta yeniden yaratma yoluna gitmişlerdir. Bununla birlikte anayasa mahkemelerinin bunu yaparken, söz
konusu ilkelerin pozitif anayasa hukukundaki, doğrudan veya dolaylı
dayanaklarını mutlaka göstermeleri gerekmektedir. Aksi bir yargısal uygulama, hukukilik denetiminden, yerindelik denetimine geçilmesi anlamına gelecektir ki bunun hukukun üstünlüğü ve bağlayıcılığına dayalı bir hukuk devleti
rejiminde kabul görmesi söz konusu olamaz. Yasama ve yürütme erkleri
yanında, yargının da hukuk kurallarıyla bağlı olmasının, hukuk devletinin
genel gereklerinden olduğunun (Gözler, 2007: 22, 24) ve bu durumun anayasa
mahkemeleri için de geçerlilik taşıdığının unutulmaması gerekir. Anayasa
mahkemelerinin temel işlevlerini bihakkın yerine getirebilmesi ancak, devlet
ve toplum yerine birey; otorite yerine ise özgürlükleri esas alan bir yargısal
zihniyet üzerine kararlarını bina etmesiyle mümkündür. 1961 Anayasası’yla
kurulan ve 1962’de çalışmalarına başlayan Türk Anayasa Mahkemesi’nin bu
konuda olumlu bir performans koyduğu ne yazık ki söylenemez. Rekor sayıda siyasi partinin kapatılmasından, temel hak ve özgürlüklerin askeri darbeler gibi kritik zamanlarda, devlete karşı güvenceli bir şekilde korunmamasına
kadar, vermiş olduğun çok sayıdaki kararında Mahkeme’nin sivil ve özgürlükçü bir yargısal uygulama geliştiremediği görülmüştür. Yasama organının
47
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
faaliyetlerini insan hakları ve evrensel hukuk prensipleri bakımından denetime tabi tutması gereken Mahkeme’nin, resmi ideolojiyi korumak için,
bireyin temel hak ve özgürlüklerini güvencesiz bırakmasının (Erdoğan, 2000:
123) kabul edilmesi söz konusu olamaz. Sonuç olarak Türkiye’nin gerçek
anlamıyla bir hukuk devleti olma sorununun, Anayasa Mahkemesi’nin
devletçi ve otoriter yargısal tatbikatı bakımından da devam ettiği görülmektedir.
--------------------------------------KAYNAKÇA
Adem, M. (1995) Demokratik Laik Çağdaş Eğitim Politikas› Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Cebeci/ Ankara/
Alston, J. Lee, Mueller, Bernardo, Property Rights and the State”, in Ménard, Claude. Shirley, Mary
M., Handbook of New Institutional Economics, 2005 Springer, pp. 573-590.
Azrak, A. Ü., “Unabhängigkeit der Gerichtsbarkeit in der Türkei”, in Can, O., Der Schutz staatlicher Ehre und religiöser Gefühle und die Unabhängigkeit der Justiz, LIT Verlag Berlin-HamburgMünster, 2008, pp. 83-96.
Beatty, D. M., The Ultimate Rule of Law, Oxford University Press, 2004.
48
Bettermann, K. August, “Opposition und Verfassungsrichterwahl”, in Herbert Bernstein, Ulrich
Drobnig, Konrad Zweigert, Hein Kötz, Festschrift für Konrad Zweigert zum 70. Geburtstag, pp.
723-746.
Borneman, J., Settling Accounts: Violence, Justice, and Accountability in Postsocialist Europe, 1997
Princeton University Press.
Brunner, G., Küpper, H., “Der Einfluß des deutschen Rechts auf die Transformation des ungarischen
Rechts nach der Wende durch Humboldt – Stipendiaten: Das Beispiel Verfassungsgericht”, in
Holger Fischer, Mirja Juelich, Wissenschaftsbeziehungen und ihr Beitrag zur Modernisierung,
2005 Oldenbourg Wissenschaftsverlag, pp. 421-450.
Chaihark, H., “Rule of law in South Korea: rhetoric and implementation”, in Randall P. Peerenboom,
Asian Discourses of Rule of Law: Theories and Implementation of Rule of Law in twelve Asian
countries, France and the U.S., Published 2004 Routledge, pp. 385-416.
Darrow, M., Alston, P., “Bills of Rights in Comparative Perspective”, in Alston, Philip, Promoting
Human Rights Through Bills of Rights: Comparative Perspectives, Published 1999 Oxford
University Press.
Dean, M., “Normalising Democracy: Foucault and Habermas on Democracy, Liberalism and Law”,
in Samantha Ashenden, David Owen, Foucault Contra Habermas: Recasting the Dialogue
Between Genealogy and Critical Theory, SAGE, 1999, pp. 166-194.
Dethier, J.-J., “Overview”, in Dethier, Jean-Jacques, 6анка Световна, Bokros Lajos, Public
Finance Reform During the Transition: The Experience of Hungary, 1998 World Bank
Publications.
Dethier, J.-J., Shapiro, Tamar, “Constitutional Rights and the Reform of Social Entitlements”, in,
Bokros, Lajos, Dethier, Jean-Jacques, Public Finance Reform During the Transition: The
Mehmet Merdan Hekimoğlu
Experience of Hungary, 1998 World Bank Publications, pp. 447-476.
Dupré, C., Importing the Law in Post-Communist Transitions: The Hungarian Constitutional Court
and the Right to Human Dignity, Published 2003 Hart Publishing.
Erdoğan, M., Anayasa Hukuku, 4. Bask› Orion Yay›nevi, Ankara, 2007.
- Demokrasi Laiklik Resmi ‹deoloji, Geniş letilmiş 2. Bask›, Liberte Yay›nlar› 3, Yay›na
Haz›rlayan ‹maj Yay›nevi, Ankara, 2000.
- Liberal Toplum Liberal Siyaset, Siyasal Kitabevi, 1. Bask›, Ankara, 1993.
Eroğul, C., Anatüzeye Giriş, ‹maj Yay›nc›l›k, Gözden Geçirilmiş Yedinci Bas›, Ankara, 2004.
F›nd›kl›, R., Üniteler 4-5, in Sözen, Süleyman, F›nd›kl›, Remzi, B›çak, Vahit, Ery›lmaz, Mesut Bedri,
Özcan, Mehmet, Bahar, Halil ‹brahim, Çevik, Hasan Hüseyin; Özgür, Adnan Ziya, Sözen,
Süleyman (Edit), Polisin Görev ve Yetkileri, 1. Bask›, Eskişehir, 2003.
Freeman, M. D. A., “The Rule of Law: Conservative, Liberal, Marxist and Neo-Marxist: Wherein
lies the Attraction?” in Butler,William Elliott, Perestroika and the Rule of Law: Anglo-American
and Soviet Perspectives, 1991 I.B.Tauris.
Glaessner, G.-J., German Democracy: From Post-World War II to the Present Day, Berg Publishers,
2005.
Gözler, K., ‹dare Hukukuna Giriş, 6. Bask›, Ekin Kitapevi, Bursa 2007.
Gözübüyük, A. Ş., Anayasa Hukuku, Turhan Kitabevi, Güncelleştirilmiş 9. Bas›, Ankara, 2000.
Grothe, E., Zwischen Geschichte und Recht: Deutsche Verfassungsgeschichtsschreibung 1900-1970,
Published 2005 Oldenbourg Wissenschaftsverlag.
Hartmann, Jürgen, Meyer, B., Einführung in die politischen Theorien der Gegenwart, Published
2005 VS Verlag.
Heckmann, D., Geltungskraft und Geltungsverlust von Rechtsnormen, 1997 Mohr Siebeck.
Johnson, P., “Irreconcilable Differences? Habermas and Feminism”, in Dieter Freundlieb, Wayne
Hudson, John F. Rundell, Critical Theory After Habermas: Encounters and Departures, BRILL,
2004, pp. 104-132.
Joseph, F., Feldbrugge M., Encyclopedia of Soviet Law, Second revised edition, 1985 BRILL.
Keskin, H., Deutschland als neue Heimat: Eine Bilanz der Integrationspolitik, 2005 VS Verlag.
Keynes, E., Miller, R. K., The Court Vs. Congress: Prayer, Busing, and Abortion, 1989 Duke
University Press.
Klein, M., “Marginalisierte Opposition, manipulierte Öffentlichkeit und mangelnde
Rechtsstaatlichkeit. Zur Bandbreite autoritärer Systeme in der GUS”, in Marcel Vietor
Osteuropa heute: Entwicklungen Gemeinsamkeiten- Unterschiede, 2007LIT Verlag BerlinHamburg-Münster, pp. 197-224.
Kneuer, M., Demokratisierung durch die EU, 2007 VS Verlag.
Kommers, D. P., Finn, John E.,. Jacobsohn, Gary J., American Constitutional Law: Essays, Cases,
and Democracy, 2004 Rowman & Littlefield.
Konuralp, H., Ünite 1-6, in Özekes, Muhammed, Konuralp, Haluk, Gökbel, Doğan (Edit.), Yarg›
Örgütü ve Tebligat Hukuku, Anadolu Universitesi Yay›nlar›, 1. Bask›, Eskişehir, 2006.
Lane, J.-E., Globalization and Politics: Promises and Dangers, Published 2006 Ashgate Publishing,
Ltd.
49
Anayasa Mahkemelerinin Hukuk Devletinin Pekiştirilmesindeki Rolü
Larenz, K., Methodenlehre der Rechtswissenschaft, 1991 Springer.
McFaul, M., Russia's Unfinished Revolution: Political Change from Gorbachev to Putin, Published
2001 Cornell University Press.
Mundt, J. W., Tourismuspolitik, 2004 Oldenbourg Wissenschaftsverlag.
Nichol, J., “Democracy-Building in the New Independent States of the Former Soviet Union”, in
Columbus, Frank H., Central and Eastern Europe in Transition, 1998 Nova Publishers, pp.73116.
Onar, S., S., ‹dare Hukukunun Umumi Esaslar›, C. I, Hak Kitabevi, ‹stanbul, 1966.
Pernthaler, Peter, Allgemeine Staatslehre und Verfassungslehre, 1986 Springer.
Rainer, G., “Das Rechtsstaatsprinzip in der mittel- und osteuropäischen Verfassungsgerichtspraxis”,
in Jochen Abr. Frowein, Thilo Marauhn, Grundfragen der Verfassungsgerichtsbarkeit in Mittelund Osteuropa, 1998 Springer, pp. 3-64.
Ramm, T., Schröder, Rainer, Zum freiheitlichen sozialen Rechtsstaat: Ausgewählte Scriften, 1999
Vittorio Klostermann.
Rogowski, R., Gawron Thomas, “Implementation of German Federal Constitutional Court
Decisions: Judicial Orders and the Federal Legislature”, in Rogowski, Ralf, Gawron, Thomas,
Constitutional Courts in Comparison: The U.S. Supreme Court and the German Federal
Constitutinal Court, Published 2002 Berghahn Books.
Özay, ‹., Gün›ş›ğ›nda Yönetim, Alfa Yay›nlar›, ‹stanbul, 1996.
50
Özbudun, E., Yürük, A. T. (Edit.), Anayasa Hukuku, T.C. Anadolu Üniversitesi Yay›nlayan: Anadolu
Üniversitesi, Haziran Eskişehir, 2004.
Özer, A., Anayasa Hukuku, Turhan Kitabevi, 1. Bas›, Ankara, Ekim 2003.
Raz, J., “The Rule of Law and Its Virtue” (1979), in David Dyzenhaus, Arthur Ripstein, Law and
Morality: Readings in Legal Philosophy, Edition: 2, revised, University of Toronto Press, 2001,
pp. 290-307.
Rosenfeld, M., “Constitutional adjudication in Europe and the United States: paradoxes and contrasts”, in Georg Nolte, European and US Constitutionalism, Cambridge University Press, 2005,
pp. 197-238.
Rudolf, B., “ ‘Verfassungsfeinde’ im öffentlichen Dienst”, in Wehrhafte Demokratie: Beiträge über
die Regelungen zum Schutze der ..., 2003 Mohr Siebeck, pp. 209-250.
Sabuncu, Y., Anayasaya Giriş, ‹maj yay›nevi, 10. Bas›, Ankara, Mart 2004.
- Ünite 1-9, in Sabuncu Yavuz, Emre, Cahit, Karasu, Koray, Uluyağc›, Canan (Edit.), Yurttaşl›k
ve Çevre Bilgisi, Anadolu Üniversitesi Yay›nlar› 1. Bask›, Eskişehir, Ağustos 2006.
Sağlam, F., Siyasal Partiler Hukukunun Güncel Sorunlar›, Beta Yay›nlar›, 1. Bask›, ‹stanbul
Temmuz, 1999.
Schäffer, H., “Verfassungsgericht und Gesetzgebung”, in FriedrichKoja, Heinz Schäffer, Staat,
Verfassung, Verwaltung: Festschrift anlässlich des 65. Geburtstages ..., 1998 Springer.
Schwartz, H., “The New Eastern European Constitutional Courts”, in Schedler, Andreas, Jay
Diamond, Larry, Plattner , Marc F., The Self-Restraining State: Power and Accountability in
New Democracies, 1999 Lynne Rienner Publishers, pp.195-216.
Shelley, B., Democratic Development In East Asia, Published 2005 Routledge.
Mehmet Merdan Hekimoğlu
Sobota, K., Das Prinzip Rechtsstaat, 1997 Mohr Siebeck.
Sólyom, L., “Die Rolle des ungarischen Verfassungsgerichts im Stabilisierungsprozeß der jungen
Demokratie”, in Stern Klaus, Zukunftsprobleme der Europaischen Union, 1998 Walter de
Gruyter, pp. 53-74.
Spevack, E., Allied Control and German Freedom: American Political and Ideological Influences on
the Framing of the West German Basic Law (Grundgesetz), LIT Verlag Berlin-HamburgMünster, 2001.
Spuller, G., “Der Einfluss des ungarischen Verfassungsgerichts auf das Gesetzgebungsverfahren des
Parlaments der Republik Ungarn”, in Peter Häberle, Jahrbuch des öffentlichen Rechts der
Gegenwart, Neue Folge Band 48, 2000 Mohr Siebeck, pp. 367-398.
Steffen, R. K., Aufbruch.: Wieviel Demokratie verträgt die Republik?, 2000 BoD – Books on
Demand
Tamanaha, B. Z., On the Rule of Law: History, Politics, Theory, Edition: 3, Cambridge University
Press, 2004.
Teitel, R., G., Transitional Justice, Published 2000 Oxford University Press US.
Teziç, E., Anayasa Hukuku, Beta Bas›m Yay›m Dağ›t›m A. Ş., 7. Bas›, ‹stanbul, Ekim 2001.
Vanistendael, F., “Legal Framework for Taxation”, in Thuronyi, Victor, Tax Law Design and
Drafting, 1996 International Monetary Fund.
Vodiãka, K., Das politische System Tschechiens, Çeviren Anneke Hudalla, Stepan Vodicka, Zora
Schmidt, Yay›n tarihi 2005 VS Verlag.
Vorländer, H., “Verfassungspatriotismus als Modell. Der Rechts- und Verfassungsstatt im
Ordnungsdiskurs der Bundesrepublik Deutschland”, in Thomas Hertfelder , Andreas Rödder,
Modell Deutschland: Erfolgsgeschichte oder Illusion?, 2007 Vandenhoeck & Ruprecht pp. 110120.
Yayla, Y., Anayasa Hukuku Ders Notlar›, 2. Bask›, Filiz Kitabevi, ‹stanbul, 1986.
Zlinszky, J., “Einige Gedanken über Rechtsstaat und Verfassungsmaßigkeit”, in Helmut Steinberger,
Tradition und Weltoffenheit des Rechts: Festschrift für Helmut Steinberger, 2002 Springer pp.
1043-1060.
Zurn, C. F., Deliberative Democracy and the Institutions of Judicial Review, Cambridge University
Press, 2007.
51

Benzer belgeler