Bozcaaşk

Transkript

Bozcaaşk
Bozcaaşk
Bozcaada Gezi Notları
Bahadır Yağcı
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Salı...
Yıllar önce kapısına kadar gidip de ilk feribotun yaklaşık dört saat sonra kalkacağını öğrendikten sonra
kapısından dönüp yolumuza devam ettiğimiz Bozcaada’ya bu defa son anda da olsa planlı gittik.
İnternetten en kısa yol tarifini araştırırken, o bölgeye gidişlerimizde kullandığımız Eceabat-Çanakkale
feribotundan farklı olarak önerilen Gelibolu-Lapseki geçişini kullanmaya karar verdik.
Gelibolu’ya geldiğimizde feribot bekleyen diğer araçların yanında duran biri bizi sağ taraftaki iskeleye
yönlendirdi.
Gişedeki arkadaşa sordum:
-Yandaki arkadaşlar başka bir feribot mu bekliyor?
-Onlar Lapseki’ye tarifeli feribotu bekliyorlar, burası Çardak’a gider. Bunlar tarifeli değil, özel, dolunca
kalkar.
-Çardak neresi? Biz de Lapseki’ye gidiyoruz, o zaman oraya mı geçmemiz gerekiyor?
-Çardak’la Lapseki arası üç kilometre, beklemek istemezseniz Çardak’a geçip oradan devam edebilirsiniz.
-Peki kalkacak mı hemen, ya dolmazsa? Herkes diğer tarafta bekliyor gibi.
-Siz bilirsiniz. Ben sizden işgaliye parasını alayım, 3 milyon. İki tarafta da ödeyeceksiniz nasıl olsa. Feribot
için burası 17 milyon, tarifeli 20 milyon alıyor.
-O önemli değil de bu dolmazsa? Boşuna beklemeyelim? Biz şurda biraz bekleyebilir miyiz? Bu dolacak
gibiyse buna gireriz, dolmazsa diğerine geçeriz.
-Siz bilirsiniz.
Boş gibi görünen Çardak feribotu hızla dolmaya başladı.
Diğeri de yaklaşıyordu, ama artık bir karar vermemiz gerekiyordu.
Bindik Çardak feribotuna.
Bunlar özel olduğu için tam dolmasa da diğerinden önce kalktı.
*
Bu gereksiz ayrıntıyı geçelim ve Bozcaada feribotunun kalktığı Geyikli’ye gelelim.
Geyikli’ye yaklaşırken son istasyon olan Turpet petrolden bir öncekinde durup da ihtiyaç gidermek
isterseniz, arabanızı istasyonun arkasındaki tuvaletlerin önünde gölgeye çekmiş bile olsanız az sonra istasyon
görevlilerinden biri size şöyle seslenebilir:
-Abi!... Limonata ister misiniz?
-Yok sağol.
-Yeni yaptık.
-Sağol teşekkür ederim.
-Parasız yani, aklınıza bir şey gelmesin.
-Anladım zaten, ama teşekkürler.
-Portakal da var.
-Ben almayacağım ama bizimkilere de bir sorayım madem.
“Can’ım Benim”in sesini pek çıkarmasa da aslında her tür teklife “evet” diyen bir yapısı vardır.
Kafasını kararsız bir şekilde evet mi hayır mı olduğu belli olmaz bir şekilde, ama evet amacıyla sallar.
-Gel o zaman hadi, ne istiyorsan söyle versin abi.
Bizimki limonatayı seçmiş.
Ama abi ısrarlı. Elinde bir bardakla bana da bir limonata getirdi.
Çocukluğumdan beri içmediğim lezzette bir limonataydı.
Teşekkür edip ayrıldık.
Geyikli’deyiz.
Feribot alanına geldik, işgaliye parasını ödedik:
-Feribot parası yok mu?
-Onu dönüşte karşıdan ödeyeceksiniz.
İkisini birlikte tahsil ediyorlarmış.
Sayfa 2 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
-Acaba kazık da millet vazgeçmesin diye mi böyle yapıyorlar? Dönüşte mecbur ne derlerse ödeyeceksin!
-Keşke sorsaydın kaç para olduğunu?
-Boşver ya. Bir kere çıktık yola, kaçsa vercez işte.
Arabamızı park ettikten sonra görevli bize alternatiflerimizi sundu:
-İsterseniz denize girebilirsiniz, isterseniz yemek yiyebilir ya da şurada bekleyebilirsiniz. Yarım saat önce
aracınızın başında olun.
Ne güzel!
Doğal olarak biz denize girmeyi tercih ettik.
Restoranın önündeki plajda ekstra bir kırk beş dakika geçirdik.
Bence Bozcaada’ya gidecekseniz siz de feribot saatinden en az bir buçuk saat önce Geyikli’de olun.
Geyikli’nin çelik gibi denizinde yüzerek Bozcaada feribotu beklemek çok hoş.
*
Bozcaada’ya girip, pansiyonumuza yerleştikten sonra ilk iş kaleyi gezmek oldu.
Hoş bir kale turundan sonra o sıcakta terlemiş bedenler ve kurumuş dudaklar için Çınaraltı Cafe’nin
serinliğinde çay içmek en güzel tercih olacaktır. Ondan daha güzeli Madam Soli’nin ev tarifiyle hazırlanan o
leziz limonatadan içmektir. Her ne kadar ada sakinlerinin dikkatinden kaçmayan bu geçişimiz sonrası,
limonata getiren garsona “çayın üstüne de limonata hiç çekilmez ya!...” deyip, ağzından kaçırdığı bu cümleyi
bizim de duymuş olabileceğimizi fark edip biraz utansa da, biz oralı olmayıp kendi aramızda hafif bir
tebessümle o leziz limonatayı zevkle yudumladık.
Ama daha da güzeli var: Kahveli likör eşliğinde “damla sakızlı kahve”den yudumlamak ve ada halkını ve
konuklarını gözlemlemek.
Biz de öyle yaptık.
Sonra arabamıza atlayıp Ayazma plajına adanın açılışını yapmaya gittik.
İlk tepki eşimden geldi:
-Iyyyh! Bu nee?
Yol boyunca dizilmiş arabalar ve aşağıda kalabalıktan görünmeyen bir plaj.
Arabayı park edecek yer bulmak için yolun sonuna kadar devam ettik. Aradaki bir iki zor boşluğa hemen
atlamadık.
Plajın sonunda yolun diğer tarafında uzun bir plaj daha vardı. Burası gibi kalabalık da yoktu.
-Burası Mitos ya da Habbele dedikleri yer mi acaba?
-Orada kalabalık da yok.
-Deniz anası vardır filan şimdi uğraşmayalım...
...deyip geri döndük ve o zor boşluğa park ettik.
Plaja dışarıdan baktığınızda ilk anda çok çekici gelmese de denizin tadına varmak için ilk kulacı atmanız
yetiyor.
Yaklaşık iki saatlik bir yüzme sefasından sonra güneş etkisini yitirmeye başlayıp, batmaya yüz tuttuğunda
yukarıda yolun diğer tarafında bulunan Ali Baba, Paşa ve Thenes restoranlarından farklı olarak deniz
tarafında yer alan ve yeşillikler içinde göze çarpan Vahit’in Yeri’nde hoş bir akşam yemeği yemek
kaçınılmaz oldu.
Doğal olarak önce balıklara göz atmak istedik.
-Çipura var, levrek var, bir tane barbunum kaldı.
-Ben çipura alayım...
...dedi sevgili eşim.
Deniz değildi, ama çoğu zaman ilk tercihimiz olan çipurayı tercih etti yine.
Benim gözüm ise son barbunda kalmıştı.
-Ben barbunu alayım.
Sayfa 3 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Ben bu defa rakı tercih ettiğimden eşim tek başına şarap içmek istemedi ve her zaman olduğu gibi tek
kaldığında tercih ettiği biraya karar verdi yine.
-Kadeh al canım, ben içmiyorum diye biraya mahkum olma!..
-Yok yok. Canım bira çekti zaten.
Garson içkilerimizi servis ederken, eşim unutulan konuyu hatırlattı:
-Biz fiyatları hiç sormadık ama, ne kadar balıklar?
-Çipura 15 lira, barbun 270 gramı 27 milyon.
-Bir indirim yapmayacak mısınız?
-Yaparız bir şey.
-Mesela?
-Çipura zaten standart fiyat olduğundan bir şey yapamıyoruz, ama barbunu 25 yaparız.
Dese de inanmayın.
Sonradan pazarlık pek işlemiyor. Ya unutuyorlar, ya boşver diyorlar. Hesapta 27 idi.
Biz de bahşişten kestik.
270 gramlık barbun 27 milyon. Yani kilosu 100 lira!...
İyi para!...
Ama balık da çok lezizdi doğrusu.
Sonraki günlerden birinde Thenes restorandan deniz arası öğle yemeği niyetine gözleme alırken fiyatlara
şöyle bir göz gezdirmiştim.
Baktım barbunun kilosu 50 lira.
Demek ki Vahit’in Yeri 50 lira ediyor.
Mekan’ın farkı bu işte; yüzde yüz!...
Sonraki günlerden birinde de Paşa’da köfte yedik.
Ama bölgedeki restoranlar içinde en yaygaracı olarak dikkati çeken Paşa’nın hızlı servisle öğünürken,
köfteleri yarı pişmiş bir şekilde servis ettiğini fark ettik.
Biz blue et bile yiyebildiğimizden sorun etmedik. Ama Vahit’i tuzlu bulursanız ya denemediğimiz Ali
Baba’yı ya da Thenes’i tercih edin derim.
Hoş bir ortamda rakı eşliğinde leziz barbunla güzel bir akşam yemeğinin ardından pansiyonumuza geri
döndük.
Duşumuzu alıp daha da hafifledikten sonra şehir merkezinde yürüyüşe çıktık.
Çınaraltı Cafe gündüz olduğu gibi gece de konuklarını ağırlıyordu.
Biz iskeleye doğru yürüyüşümüze devam ettik.
Ortadaki belediye parkı ya da çay bahçesi gibi yer aslında aynı zamanda restoranmış; Hafız’ın yeri.
Fiyatlar tam bize göre, ama bugün yemeğimizi yedik biz.
Hafız’ın Yeri’nin arka tarafında hediyelik eşya pazarı var. Yol boyunca yan yana dizilmiş tezgahlarda adaya
özgü figürlerin de bulunduğu sayısız incik boncuk satılıyor.
Biz de hatıra niyetine bir şeyler aldık, ama ben ne aldığımızı hatırlamıyorum.
Pazar sokağından aşağıya devam edince Hafız’ın arkasındaki sokağın girişinde hoş müzikler eşliğinde
gecenin keyfini çıkaran konuklarıyla hoş kafeler göze çarpıyor.
Biz yürüyüşümüzü sürdürüp iskeleye kadar indik.
Burada da daha nezih bir akşam yemeğini seçmiş olan konuklarını ağırlayan balık restoranları arasında bir
gidip geldik. Can’ım Benim arada minik bir kedi ile kısa süreli bir arkadaşlık kurdu. Restoranlardan birinin
garsonu minik kedinin hikayesini anlattı bize ayaküstü:
-Zor kurtardık valla. Gitti geldi. Antibiyotik verdik birkaç gün öyle kendine gelebildi.
Aynı yürüyüşü geriye doğru tekrarlayarak pansiyonumuza döndük ve ilk günün yorgunluğunu atmak için
yatağımıza uzandık...
Sayfa 4 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Çarşamba...
Ertesi gün planımız; kahvaltı sonrası merkezden gazetemizi aldıktan sonra, önce Göztepe’yi keşfedip adaya
tepeden bakmak, ardından bu defa Akvaryum plajını deneyimlemek.
Arabamıza atlayıp yola çıktığımız anda pansiyon sahibi büyükanne Sevgi Hanım seslendi:
-Serap Hanım!... Plaja gidiyorsunuz değil mi?
-Evet.
-Adahan da sizinle gelebilir mi?
-Gelsin tabi. Can’a arkadaş olur.
Adahan, pansiyona adını veren torun. Kahvaltıda tanıştık onunla.
Can’ın akranı. Kaynaşmışlardı zaten sabah.
Ve artık o gün biz iki çocuklu bir aileyiz...
Gazetemizi aldıktan sonra Adahan’a sordum:
-Göztepe nerede biliyor musun Adahan?
-Biliyorum, ama nasıl gidildiğini hatırlamıyorum.
-Peki akvaryum plajını biliyor musun?
-Bilmiyorum, ben Ayazma’yı biliyorum. Ayazma plajı çok güzel.
-Biz bugün Akvaryum plajına gideceğiz.
-Niye?
-Ayazmaya dün gittik.
-Bugün de Ayazma plajına gidelim yaa!
-Biz bugün akvaryuma gideceğiz, orası da güzel bir plajmış. Orada da yüzersiniz Can’la işte.
-Yaa Ayazma’ya gidelim yaa.
Konuya arar verip yolda rastladığımız birine Göztepe’nin yolunu sorduk.
-Ayazma’ya giderken Oto sanayine gelmeden önce sağda.
Yerini tam olarak algılayamadığımızdan Çınaraltı’nın bulunduğu merkezden birkaç yüz metre sonraki ilk yol
ayrımında rastladığımız bir subaya bir daha sorduk. Cevap yine aynı:
-Ayazma’ya giderken Oto sanayine gelmeden önce sağda.
Yolda Adahan yine soruyor:
-Nereye gidiyoruz?
-Söyledik ya! Önce Göztepe’ye gideceğiz oradan akvaryum’a denize.
-Niye?
-E gezmek istiyoruz biz.
-Yaa Ayazma’ya gidelim yaa.
-Önce gezeceğiz sonra denize, tamam mı?
Yüz metre daha devam edip, sağdaki sabit pazardan çıkan bir köylü teyzemize bir daha sorduk.
-Buradan devam edin, biraz ileride Oto sanayine gelmeden önce sağda.
Önceki gün Ayazma’ya gitmiştik ama oto sanayi falan görmemiştik. Hala emin değiliz.
Yüz metre sonra yine bir kavşaktayız. Solda hükümet konağı, sağda tuhaf siteler var. Sitelerin arkasında
Göztepe’ye benzemese de bir tepe.
-Burası olmasın!...
...dedik ve girdik.
Adahan klasik sorusunu yine soruyor:
-Nereye gidiyoruz?
-Göztepe’ye?
-Niye?
-Önce gezeceğiz sonra denize?
Sayfa 5 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
-Yaa Ayazma’ya gidelim yaa.
Yolumuza devam ediyoruz...
Siteler bittikten sonra sağa yukarıya doğru taşlık bir yol devam ediyor.
Devam ettik.
Adahan’la klasik diyaloğumuz burada da devam etti.
Bir süre sonra araba için pek de uygun olmayan bir yolda olduğumuzu anladık. Taşlar daha da büyüyordu.
Ve tepeye ulaşamamıştık.
Ama Göztepe’nin yolunun araç girebilecek uygunlukta olması gerekiyordu.
Yine de Bozcaada merkeze tepeden bakan bir noktada olmanın avantajını kullanıp birkaç kare fotoğraf
çektik ve geri döndük.
Adahan sormaya devam ediyor:
-Buraya niye geldik?
-Bozcaada’ya yukarıdan bakmak için. Şimdi gidiyoruz.
-Hadi Ayazma’ya gidelim.
-Bugün Akvaryum’a gideceğiz dedik ya sana!
-Yaa Ayazma’ya gidelim yaa.
-Tamaaam! Konu kapanmıştır.
Anayoldaki kavşağa geldiğimizde bu defa bir çift köylüye sorduk:
-Afedersiniz Akvaryum’a nereden gidebiliriz?
-Soldan da olur, sağdan Karadut yolundan da olur.
Bir önceki gün Ayazma’ya giderken sola dönen bir yol üzerinde Karadut Bağ Evi’nin tabelasını
gördüğümüzü hatırlayıp, o taraftan gitmeye karar verdik.
Hafif yükselen bir tepe üzerinde bağlar arasında birkaç taş ev olarak pek de bir özelliği yokmuş gibi görünen
Karadut Bağ Evlerinin yanından geçip adanın güneyine doğru devam eden yolu takip ettik.
Adahan boş durmuyor:
-Nereye gidiyoruz?
-Akvaryuma.
-Niye?
-Denize gireceğiz.
-Niye Ayazma’ya gitmiyoruz? Orası daha güzel.
-Biz dün oraya gittik. Bugün akvaryuma gidiyoruz.
-Yaa Ayazma’ya gidelim yaa.
Az sonra sahile yaklaştığımızda bir kavşağa daha geldik. Doğal olarak sağ tarafı takip etmemiz gerektiğini
düşündük.
Kavşaktan sağa dönerken yolun sola giden tarafında Çapraz tabelasını gördük. Çapraz tatil köyünün de iyi
bir alternatif olduğunu duymuştuk.
Biz yolumuza devam ettik. Az sonra sahil kenarında yeşillikler arasında bungalovların bulunduğu bir tesis
gördük. Burası da bir diğer alternatif mekan olan Kiraz Tatil köyü.
Yolumuza devam ediyoruz.
Az sonra hafif yokuş yukarı giden bir virajı döndüğümüzde solda çok hoş bir koy gördük.
-Burası mı acaba Akvaryum?
Birkaç yüz metre sonra koya inen toprak yolun girişindeyiz.
Girer girmez üçe ayrılan bir toprak yol.
Soldaki az önce gördüğümüz hoş plaja gidiyor. Sağdaki nereye gider bilinmez, ama ortadaki de şu görünen
deniz fenerine gidiyor olsa gerek.
Önce feneri bir keşfedelim dedik. Ortadaki yola girdik.
Adahan sordu:
Sayfa 6 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
-Nereye gidiyoruz?
-Fener’e.
-Niye?
-İşte!...
Fenerin oradan şöyle bir çevreyi gözledikten sonra az önceki hoş plaj için geri döndük.
Adahan sordu:
-Nereye gidiyoruz?
-Az önce gördüğümüz plaja.
-Niye?
-Orada Can’la yüzeceksiniz.
-Ayazma’ya gitsek ya.
-Olmaz biz dün oraya gittik, bugün burada yüzeceğiz.
-Yaa Ayazma’ya gidelim yaa.
Yukarıdan da göründüğü gibi plajda çok kimse yok.
Bir şemsiye altında bir çift ve sağda solda birkaç küçük grup.
Denizde kimse yok!...
Biz hazırlığımızı yapıp denize yöneldik.
Yandaki küçük gruplardan birinden gelen konuşmalar kulağımıza kadar geldi:
-Deniz anası var burada.
“Can’ım Benim” bunu duyunca girmek istemedi. Adahan “Niye buraya geldik? Ayazma’ya gidelim yaa”
dedi.
Ama görünüşte göze çarpan pek bir şey olmadığından ben onları sakinleştirmeye çalıştım:
-Her yerde yok oğlum, sağda solda birkaç tane minik var. Onlar da zararsız, bir şey yapmaz.
Ama suya girince fark ediyorsunuz ki ortalık deniz anası kaynıyor.
Eşim “Valla ben de giremem buraya” dedi.
Ama ben bir kere hazırlamışım kendimi. Daldım deniz analarının arasına birkaç kulaç yüzüp geldim.
Baktık olacak gibi değil, biz de başka bir plaj bulmak üzere oradan ayrılmaya karar verdik.
Kenarda şemsiye altında dinlenen çift:
-Gerçekten öyle mi? Biz henüz girmedik ama girmeyi düşünüyorduk denize!...
-Zararsız ve küçük şeyler ama her yerdeler. Siz bilirsiniz.
Az önce konuşmalarını duyduğumuz küçük gruptan birine sordu eşim:
-Burası akvaryum dedikleri yer mi acaba?
-Yok, Akvaryum ileride, ama orası çok küçük bir plaj!...
Bu arada Adahan’ın sesi duyuldu:
-Ayazma’ya gidelim.
Bu durumda biz yolumuza devam edip aşağıdan Ayazma’ya gitmeye karar verdik.
Sonradan haritadan bakıp da öğrendik ki o hoş plaj Tuzburnu Plajı, fener de Tuzburnu Feneriymiş.
Deniz anası yoksa çok hoş bir plaj diyebilirim.
Oradan ayrıldıktan sonra arkadaki ikili anlaşmış gibi bir ağızdan başladılar bağırmaya:
-Ayazma!... Ayazma!...
Eşime döndüm:
-İki çocuklu olmak böyle bir şeymiş!...
Arkadakiler coştular.
Arada ağız değiştirip bir biri, bir diğeri sırayla bağırıyorlar:
Sayfa 7 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
-Ayazma!...
-Ayazma!...
-Ayazma!...
-Ayazma!...
Susturmaya çalışıyorum:
-Tamaam, tamam! İstediğiniz oldu işte. Ayazma’ya gidiyoruz. Gürültü yapmayın.
Az sonra solda Akvaryum pansiyon tabelası gördük. Denize doğru yıkık dökük birkaç bina görünüyordu ama
plaj görünürde değildi.
-Burası galiba, girip bir baksak mı?
Arkadan Adahan’ın sesi duyuldu:
-Yaa Ayazma’ya gidelim yaa.
Can’ım Benim’in sesi:
-Ayazma!...
Adahan:
-Ayazma!...
İkisi birden:
-Ayazma!... Ayazma!...
Eşim:
-Boşver yaa. Girilmez şimdi. Bak zaten Ayazma diye tutturdu bizimkiler. Devam edelim Ayazma’ya...
Bizimkiler:
-Ayazma!... Ayazma!...
Ben:
-Tamaam, tamam! Susun artık! Ayazma’ya gidiyoruz işte.
Adanın güney sahillerinden epeyce bir süre dolaştık.
Arada bizimkiler “Gelmedik mi Ayazma’ya?”, “Yaa ne zaman gideceğiz Ayazma’ya?” diye başımızın etini
yediler.
Yaklaşık yarım saat sonra Ayazma yolu göründü. Bizimkiler yine başladılar:
-Ayazma!... Ayazma!...
-Yeter, susun artık!...
-Ayazma!... Ayazma!...
-Bak susmazsanız Ayazma’ya götürmem sizi. Otele döneriz ona göre ha!...
-Tamam sustuk!...
Ayazma’ya geldik, bizimkiler başladı:
-Ayazma!... Ayazma!...
-Siz otele mi dönmek istiyorsunuz?
-Yaa!... Sustuk işte!...
*
Sonunda yine Ayazma plajındayız.
Adahan Can’ım Benim gibi derinlerde yüzemiyor. Dolayısıyla kenardalar. Biz de birimiz sürekli yanlarında
olacak şekilde sınırlı ve sırayla yüzebildik.
Bizimkiler arada bir atışıyor, birbirlerine giriyorlar, biz müdahale edince tekrar güzel güzel oynamaya
başlıyorlar.
Sonra biraz kumda oynadılar.
Ve sonunda birlikte iyi geçinebilecekleri bir aktivite buldular:
Adahan denizin dibinde bir taş buluyor, Can’ım Benim dalıp çıkarıyor.
Epeyce oyalandılar bu oyunla.
Bir süre sonra acıkma belirtileri çıktı ortaya.
Civardan Erikli’deki gibi her dakika bir simitçi geçmiyor ki günü kurtaralım. Yukarıdaki restoranlar da Vahit
gibiyse vah bizim halimize.
Sayfa 8 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Dört kişilik bir aileyiz bugün biz!...
Neyse baktık Thenes’in pankartında gözleme yazıyor.
Gözleme ayran iyi gider dedik. Biraz daha acıkalım sonra.
Bu arada ufaklıklara çantadaki tek poğaçayı paylaştırıp biraz kendilerine gelsinler dedik.
Bu kendilerini gerçekten kendilerine getirmiş olmalı ki Adahan poğaçasını yedikten sonra:
-Bir şey yemeyecek miyiz?
-Yok bitti poğaça!...
-Ama acıktııık!...
-N’apalım, ne yiyelim?
-Şurdan gözleme alın!...
Ağzının tadını da işini de iyi biliyor bu çocuk.
Bizimki ise kendi halinde.
Evet artık acıkılmış, gözlemeler alınacak.
Can’ım Benim ve Adahan sırt sırta verip gözlemelerini yediler.
Tam bitirmek üzerelerken aklıma geldi o halde bir fotoğraflarını çekmek. Ne yazık ki makinem arabadaydı.
Bir koşu aldım geldim ama yemek arası sona ermiş, bizimkiler yine oyuna devam etmek üzere
ayaklanmışlardı.
Akşam olmadan otele döndük.
Bizimkilerin keyifli günü henüz bitmemişti.
Otele kadar şova devam ettiler:
-Ayazma!...
-Ayazma!...
-Ayazma!... Ayazma!...
*
Akşamki programımız duşumuzu alıp, rüzgar güllerine gitmek ve günbatımını izlemek.
Adanın ortasındaki ana yoldan doğruca gidince oradayız. Ama bir noktada yol sola doğru kıvrılırken aslında
ana yoldan ayrıldığımızı fark etmedik.
Ta ki sahile ulaşıp kendimizi Ayazma plajının arka tarafında gördüğümüz evin orada buluncaya kadar.
Geri dönüp bu defa sahilden ters yöne devam ettik. Ki bu yol Sulubahçe ve Habbele (Mitos) plajı boyunca
devam edip tekrar yukarıya rüzgar güllerine giden ana yola bağlanıyor.
Anayola bağlanıp sola rüzgar gülleri tarafına giden yola girdikten bir süre sonra rüzgar güllerinin ilk
görüntüleriyle karşılaştık.
Dura kalka her açıdan fotoğraflar çeke çeke gittiğimizden tam fenerin oraya ulaştığımızda güneş batmak
üzereydi.
Son anda yakaladık.
Birkaç çekim sonra güneş, denizin üzerindeki birkaç parça bulutun arasından kayboldu.
Görüntü muhteşemdi.
Burundaki kalabalık hep birlikte alkış tuttu.
Baktık bazıları şaraplarını yudumluyordu.
“Yarın yine gelelim, biz de şarabımızı getirelim” dedik.
Gün henüz bitmemişti.
Arkamızdaki Polente fenerinin tepesinde insanlar gördük. O halde biz de çıkmalıydık.
Tek kişinin sığabileceği genişlikte ve iç tarafı açık, duvar tarafında ise tutunmak için paslı bir çelik tel
bulunan merdivenden döne döne çıkmak benim için sorun değildi, ama Can’ım Benim biraz zorlandı.
İniş ise çıkıştan da zordu.
Tepeden çevreye bakmak çok da ekstra bir şey değildi. Zaten burundan her yer aynı güzellikte görünüyordu.
Ama fenere tırmanmak ve inmek benim değilse de Can’ım Benim’in adrenalin salgılaması için birebirdi.
Sayfa 9 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
*
Otelimize dönüp akşam yemeği için yürüyerek merkeze yöneldik.
Bu akşam yat limanında yemek istiyoruz.
Çıkarken pansiyonun büyükbabasına sorduk:
-Yat limanında hangi restoranı önerirsiniz?
-Valla hepsi iyidir, ama Yakamoz biraz daha hesaplıdır. Adahan pansiyon gönderdi derseniz biraz da indirim
yaparlar.
Bir önceki akşam şöyle bir turladığımız yat limanındayız.
Baktık Yakamozun yeri fena değil.
Balıklara şöyle bir baktık. Deniz çipurayı gözümüze kestirdik. Ama çok büyük. İki kişi paylaşacağız.
Can’ım Benim’e de mezgit söyleyelim dedik ama o patates kızartması istiyor.
Ben yine rakı, eşim yine bira dedi.
Soğuklardan bir şeyler söyledik ama asıl güzellikler yine ara sıcaklardı.
Kalamar yetmez bir de karides tava lazım.
Biraz tuzlu olacak ama biz tatildeyiz...
Güzel bir akşam daha böylece geçti.
Sayfa 10 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Perşembe...
Bugün Adahan pansiyondan ayrılıyoruz.
Yeni mekanımız Ayana Otel.
Önceki gün kahvaltı sırasında kalacak yer arayan bir yerli bir de yabancı çift gelmişti Adahan’a.
Sevgi Hanım yabancılara alternatif olarak ev teklif etmeye çalışıyor ama anlatamıyordu.
Çevirmen eşim devreye girip yardımcı oldu.
Rezervasyonsuz gelenler açıkta kalmış, yer bulamıyorlar.
Sohbet arasında eşim:
-Aslında biz de kalmak istiyoruz iki gün daha ama biz de yer bulamadık. O nedenle yarın çıkıyoruz.
-O zaman size de bakalım yer. Bir sorayım mı?
-Nerede?
-Biraz yukarıda onların yeri. Ama çok uzak sayılmaz.
-Soralım bakalım.
Dört kişilik odaları varmış, ama bize iki kişilik tarifeden yani oda kahvaltı 120 YTL’den verebilirlermiş.
Kahvaltı sonrası, Adahan’ı da aldıktan sonra şöyle bir bakmış ve yanındaki inşaatı sorun etmeyip, güzel
odası ve hoş terası ile bizi iki gün daha ağırlayacak otel olarak uygun bulmuştuk.
Gerçi Can’ım Benim’i görünce üç kişilik tarifeden söz etti arkadaş ama, biz dişli çıktık.
“Yarın buradayız” deyip ayrılmıştık.
*
Adahan’da kahvaltımızı yapıp, Ayana’ya geçtik.
Odamız henüz hazır olmadığından eşyalarımızı bırakıp merkeze döndük.
Gazetemizi alıp Çınaraltı’nda ilk günkü acemiliği yapmayıp, önce limonata sonra çay içtik.
Sonra Rum Mahallesi sokaklarından birinde gördüğümüz Çamlıbağ Şarap evine gidip, şarapların tadına
baktık.
Önce beyaz; Vasilaki. Kavaklıdere’nin Çankaya’sı hatta Kavak’ından aldığımız tadı bulamadık.
Sonra kırmızılar; Karalahna (lahana değil) olmadı, 10 lira; merlot fena değil, 15 lira, sauvignon iyi
görünüyor 20 lira.
Diğer markaları da tattıktan sonra ne alacağımıza karar vereceğiz deyip çıktık.
Bugün dün keşfedemediğimiz akvaryumu tekrar deneyeceğiz.
Akvaryum civarında ayazmadaki gibi restoran da olmadığından yola çıkmadan önce Çınaraltı’nın otlu,
peynirli, zeytinli poğaça ve böreklerinden aldık.
Geri dönüp otelimize yerleştikten sonra akvaryum için yola çıktık.
Otelimizin ana yola bağlandığı kavşak, Çınaraltı’ndan sonraki ilk çatal oluyor.
İlk çataldan sola devam edilirse büyük olasılıkla Çapraz, Kiraz ve Tuzburnu üzerinden Akvaryuma
gidilebiliyor olsa gerek.
Ama biz en kısa yol, bildiğin yoldur deyip yine Ayazma yolundan devam ettik.
Hükümet konağının bulunduğu kavşağı da geçip, Ova ile Ayazma yolunun ayrıldığı çatala geldiğimizde
sağdan ayrılan Ova yolunun girişinde hemen sağdaki toprak yolun Göztepe yolu olduğunu anladık.
Biz Ayazma yolundan devam edip, soldan Karadut’a ayrılan yola döndük.
Karadut Bağ evlerinin yanından geçerken içeri bir uğrayıp Bağ evlerinde kalsak nasıl olurdu onu keşfedelim
istedik.
Minik bir tepe üzerinde sessiz, sakin bir ortam. Gündüz sıcak ama akşamları serin ve çok hoş olur kesin.
Yine de Bozcaada’da merkezde kalıp civarı arabayla keşfetmek daha güzel dedik ve yolumuza devam ettik.
Akvaryum küçük ama hoş bir plaj.
Deniz anası da yok.
Sayfa 11 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Yüzmek zevkli.
Yüzme arasında poğaça ve böreklerimizi yiyip, nestealerimizi içtik.
Az ileride mermer adası tarafındaki kayalıkların orada insanlar toplaşmış, kayalıklar arasında bir şeylere
bakıyorlar.
Biz güneşlenirken Can’ım Benim onlara sokuldu.
Az sonra koşarak bana geldi.
-Baba gel!... Hemen gel!... Kovayı da al gel!...
-Niye?
-Orada ıstakoz, yengeç balık var herkes yakalıyo!...
-Boşver be oğlum!... Sen al kovanı git yakala!...
-Ya baba ben yakalayamam. Herkes babasıyla, sen de gel!...
-Peki...
Aldık minik kovamızı kayalıklara yöneldik.
Kayalıklar arasında minik ıstakozlar incecik tüy gibi.
Arada yine minik kaya balıkları.
Uğraştık biraz bir mini ıstakoz yakaladık, yerimize döndük.
Bir süre oyalandı, sonra balık da istedi.
-Istakozu bırakıyorum o zaman. Başka kovamız yok.
-Tamam!...
Biraz uğraştım ama balık kolay değil. Kovanın yanından süzülüp kaçıyor.
Geri dönüp mini küreği de aldım.
Kürekle iteleyip kovaya soktum bir kaya balığını. Parmak kadar.
Baktım kovada bir de minik balık var. Yavrusuyla birlikte yakalamışım balığı.
İkisi birlikte kovanın içinde bir o yana bir bu yana yüzüp durdular.
*
Bir yüzme arasından yine güneşlenirken sağ tarafta mermer adasına doğru yürüyenleri gördük.
-Hadi biz de biraz yürüyüş yapalım.
İç kesimleri dağlık patika, kenarları kayalık olan uzun bir yarımada Mermer adası.
Sağında solunda hoş manzaralar var.
Burnun ucundaki kayalık bölüm yarımadadan biraz ayrılmış, ama zeminde hala bitişik.
O ayrılmış kayalık parçanın yan tarafından bir martı sürüsü göze çarpıyor. Beni görünce kanatlanıp biraz
daha arka tarafa kaçtılar.
Belli ki insanlar oraya kadar gitmeyi anlamsız bulduğundan olsa gerek beni de beklemiyorlardı.
Güneşin ışıltısının denize vurduğu noktada görüntü muhteşemdi. Bu açıdan sadece manzarayı çekmekle
kalmadık, hepimiz sırayla poz verip birer kare daha aldık.
Tam o anda kayalığın arka tarafındaki martılar hep birlikte güneşin ışığının denize yansıdığı bölge üzerinde
uçmaya başladılar.
Yeni karelerimiz daha da muhteşem oldu.
Akvaryum’da geçirdiğimiz bu güzel günün de sonu geldi ve otelimize geri döndük.
Duşlarımızı alıp yine rüzgar güllerine günbatımını izlemeye gideceğiz.
Ama bugün biraz geç kaldık. Güneş battı batacak, biz hala yola çıkamadık.
Oysa bugün hem daha erken gitmeyi, hem de yanımıza şarap almayı düşünüyorduk.
Baktık günbatımını kaçıracağız o zaman Göztepe’ye çıkalım bari dedik.
Ki gördüğümüz kadarıyla oradan da güzel olmalı günbatımı.
Günbatımına on beş dakika kala otelimizden ayrılabildik.
Sayfa 12 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Sabah gördüğümüz Ova yolu girişindeki toprak yola girdik.
Göztepe’ye tırmanırken daha yarı yolda deniz üzerinde gözden kaybolmaya hazırlanan güneş bize çok hoş
pozlar verdi.
Finali mutlaka zirvede yapmak istiyorduk, ama gördüğümüz her açı bizi durduruyor ve bir kare daha almaya
zorluyordu.
Zirve’ye yaklaşırken karşıdan bir araba geldiğini gördük:
-Bunlar sorunlu insanlar galiba!...
-...
-Tam zirvede olunacak dakikalarda zirveden ayrılıyorlar.
-...
-Var böyle insanlar da şu dünyada!...
-Belki çok olmuştur geleli, sıkılmışlardır belki.
-Ben anlamam, sıkıldılarsa yarım saat önce gitsinler. Ama beş dakika içinde yaşanacak olan o muhteşem
görsel şölen başlamak üzereyken ortamdan ayrılmanın açıklanabilir tarafı yok!...
Bir dakika sonra nihayet zirvedeyiz.
Zirvede bizim gibi zevk sahibi iki grup daha.
Rüzgar güllerindeki gibi kalabalık değil burası.
Buraya minibüs seferi olmadığından olsa gerek.
Tepeden adanın neredeyse her yeri görünüyor.
Aşağıda rüzgar gülleri yan yana kürdan gibi dizilmiş.
Tam karşıda denizden batmak üzere olan güneşin sarıdan kızıla dönen o muhteşem renkleri.
Deniz ve gökyüzünün belli belirsiz birleştiği o pastel mavi renkler.
Her şey muhteşem!...
Ama bir eksiğimiz var bizim.
Ortamdaki diğer iki gruptan biri, üç kafadar, bu eksikliğimizi derinliğine hissetmemize neden oluyorlar.
Çünkü az önce bir kırmızı şarap açtılar ve şu anda kadehlere akıyor o muhteşem şey!...
Ve güneş denize batarken üç kafadar kadehleri tokuşturup birer yudum alıyorlar.
Biz yutkunuyoruz!...
Çaktırmadan birkaç kare aldım arkadaşlardan.
Bir türlü yakalayamadığım tek karede günbatımı ve bir kadeh kırmızı şarap görüntüsünü ertesi güne
bırakırken, biraz zoom yapıp o kareyi üç kafadarla birlikte alıyorum en azından...
Burada da başka güzelmiş günbatımı.
Yarın buraya mı gelsek, rüzgar güllerine mi gitsek?
Karar vermek zor.
Ama bir dahaki sefere şarabı kesinlikle unutmak yok!...
*
Yine otelimize dönüp merkeze akşam yemeğine gidiyoruz.
Bu akşam Rum mahallesinin sokaklarına taşan masalarıyla o hoş binalardaki restoranlardan birine gideceğiz.
Salkım restoranı seçiyoruz.
Hoş ambiyansıyla akşam saatlerinde trafiğe kapalı caddenin kaldırımındaki masalardan birine yerleşiyoruz.
Bu defa makarna istedi Can’ımız.
Biz de ona katılıyoruz ve deniz mahsulleri soslu spagetti sipariş ediyoruz.
Deneyimli garsonumuz Ege salata dedi.
İçecek içinse bu defa beyaz şarap. Çamlıbağ ve Talay markalar var sadece. Adanın en iyi iki markası.
Çamlıbağ’ın beyazı Vasilaki’yi tatmış ve yeterli bulmamıştık.
Bu defa Talay’ın Çavuş’unu denemek için iyi bir fırsat.
Zaten garsonumuz da bu seçimimizi hararetle destekledi: Beyazsa Çavuş!...
Haklıymış... Bir Çankaya olmasa da ona yakın diyebilirim.
Garsonumuz yemek üzeri damla sakızlı muhallebiyi mutlaka tatmamızı önerdi.
Sayfa 13 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Hayır demedik.
İyi ki dememişiz!...
Her zamanki gibi yemek sonrası pazar yerinde yürüyüşümüzü yapıyoruz.
Dönüşte baktık pazarın karşısındaki Talay Şarap Evi hala açık.
Talay’ın şaraplarını da bir tadalım dedik.
Beyaz Çavuş’u restoranda tatmış ve beğenmiştik.
Sıra kırmızılarda.
Çamlıbağ’da olduğu gibi sıradan tadalım dedik. Ama burada hepsini tattırmaya niyetli değil arkadaşlar. Ne
arıyorsak onu tattıracaklar. Soruyorlar:
-Çavuşu biliyoruz, kırmızılara bakmak istiyoruz.
-Hangisini istersiniz?
-Siz hangisini öneriyorsunuz?
-Nasıl bir şey istiyorsunuz? Sert mi?
-Sert olsun.
-Merlot olabilir.
-Tadalım.
Tattık, pek bir şey vermedi.
Bir tane daha denedik, o da olmadı.
-Biz en iyisi sadece Çavuş alalım.
3 şişe aldık, tanesi 11 lira.
Yola çıktık.
Tam köşede bir market ve önünde çeşit çeşit şarap sergileniyor.
-Bir de şuraya bakalım.
Tadım evi değil ama, ne var ne yok bir bakalım dedik.
Ada şarapları yaklaşık 2,5-3 lira farkla satılıyor. Ada şarapları dışında dışarıdan çeşitler de var.
Tezgahın birinde Kayra’nın Terra Shiraz’ı dikkatimi çekiyor.
İlke kez Almanya’da bir Avustralya Shiraz’ı denemiş ve çok sevmiştim. Daha sonra bir kez de Türkiye’de
bir yemekte Terra Shiraz’a rastlamış ve onu da çok beğenmiştim.
-İşte bu!...
...dedim sevgili eşime:
-Neymiş bu?
-Bu güzel bir şarap. Gel seni Shiraz’la tanıştırayım.
Aldık bir şişe, 25 lira.
Yükümüzü de aldık artık yatma vakti. Otelimize dönüyoruz.
Sayfa 14 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Cuma...
Ayana’nın hoş terasında ilk kahvaltımız.
Naneli, kırmızı biberli baharat ve o leziz zeytinyağı ile süslenmiş peynir, domates ve zeytinle kahvaltı adanın
her yerinde güzel.
Ama bunlara ek olarak Ayana’da rastladığımız baharatlı peynir ezmesi ayrı bir lezzet.
Sanıyorum restoranlarda da bulunuyor, ama biz bilmediğimizden farkında değildik.
Ayana’da kahvaltıda rastladık ona.
Ve bayıldık.
Kahvaltıdan sonra gazetemizi almak üzere yine merkezdeyiz.
Bugün Mitos plajına gitmeyi planlıyoruz.
Ama önce müze ve şarap aksesuarları dükkanını gezeceğiz.
Müzenin sevimli rehberi her odanın başında kısa bir tanıtım yapıp bize odaları gezdiriyor.
Osmanlı Odası, İtalyan Odası, Fransız Odası gibi dört beş oda gezdikten sonra bodrum katta ada tarihi
boyunca meslek edinilmiş çeşitli konularla ilgili alet edevat ve eşyalardan oluşan sergiyi gezdik.
Oradan çıkıp yine Rum mahallesinde kilise taraflarında bir ara sokakta bulunan şarap aksesuarları dükkanına
gittik.
Ve orada bir eksiğimi giderdim: Cep tipi tirbuşon aldım.
Her zaman olmasa da zaman zaman gezdiğimiz yörelerde bir şarap beğenir alırız. Ama tam içmeye karar
verdiğimizde görürüz ki tirbuşonumuz yok.
Evde, işyerinde en az üç dört tane tirbuşonum var ama her gezide yanımıza almayı unutuyoruz işte.
Bu defaki tam bu iş için; cep tipi tirbuşon, 3 lira mı ne. Ne güzel!...
Eşim de ev için üzüm salkımı figürlü bir duvar saati aldı.
Can’ım Benim’e de mini bir şey aldık ama aklım tirbuşonda olduğundan ne aldığımızı hatırlamıyorum...
Evet akşam için hazır sayılırız. Şarabımız ve tirbuşonumuz tamam. Peki ya kadehler?
Bir zücaciyeci aradık, bulduk. İki kadeh sardırdık.
Artık tam olarak hazırız. Can’ım Benim için de akşam çıkmadan bir nestea alacağız ve muhteşem bir
günbatımı yaşayacağız.
Biraz yorucu geçen bu bölümden sonra sıra serinlemeye geldi ama önce bir şeyler yemek lazım.
Bu defa Çınaraltı’ndan müze sokağına girmeden hemen sol taraftaki ev yemekleri lokantasına oturduk.
Musakka pilav lezzetliydi.
Tatlı olarak da dilber dudağı, şekerpare ve kemalpaşadan birer porsiyon söyleyip üç kişi paylaştık.
Bir gün önce rüzgar güllerine giderken yanlışlıkla saptığımız yoldan devam edip Sulubahçe sapağında sağa
Habbele’ye yöneldik.
Az sonra solda bir tesis, yol kenarlarında park halinde araçlar, tesise giren toprak yol üzerinde yine park
halinde araçlar, tesisin yolundan önce sola bir toprak yol daha ve tesisten sonra da sola bir toprak yol daha.
Diğer yollarda park halinde araç yok.
Dedik ki girmemiz gereken şu tesisin yolu olsa gerek.
Girdik.
Geç geldiğimiz için içeride yeterince park yeri var.
Panel duvarlar arasından içeri girdik. İçeride bir bar restoran, hemen önünde loca halinde şemsiye şezlonglar.
Bizi kapıda karşılayan garson:
-Önde yerimiz yok ama...
-Vardır vardır...
-Tamam şu 3 numara boş. Kaç şezlong lazım iki mi üç mü?
Eşim araya giriyor:
-Bir tane yeter. Zaten akşam olmuş.
10 lira.
Sayfa 15 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Ayazma ve diğer plajlardan farklı olarak burası biraz çakıl taşlı. Ama sadece suya girişte birkaç metre.
Sonra tekrar ince kum başlıyor. Ayazma’dan farklı olarak biraz daha sığ ve derinlik otuz kırk metre sonra
başlıyor.
Ama güzel.
Bizim bulunduğumuz locadan bir basamak aşağıda yer alan kumsal bölgenin sol tarafında da şemsiye
şezlong bölümü var. Bunlar Mitos tesisine ait.
Az ileride ise diğer toprak yoldan gelenlerin kendi şemsiyeleriyle ücretsiz takıldıkları yerler var.
Biraz yüzdükten sonra Can’ım Benim kumsalda oynarken biz şezlongumuza uzandık. Parasını ödediğimize
eşim, ödemediğimize ben oturdum.
Az sonra slow tarzında hoş bir müzik yayını başladı.
Feelings parçası bizi eskiden olduğu gibi yine etkiledi.
Yıllar önce defalarca dinlediğim ama feelings bölümü dışında sözlerine dikkat etmediğim parçanın bir
bölümü bu defa cidden dikkatimi çekti:
I wish I never met you girl!
Keşke seni hiç tanımasaydım kız!
-Ne diyo bu ya?
-Ne diyo?
-“Senin için ölüyorum, bitiyorum. Hatta öldüm, bittim. Yok sensiz olmaz...” falan derken birdenbire “I wish
I never met you girl!...”, “Keşke seni hiç tanımasaydım kız!...” Nasıl yani?
-Vallaa...
-I wish I never met you girl!...
-Nasıl yani?
-Bu bölümü gerçekten çok anlamlıymış. Hoşuma gitti!...
-Yani gerçekten böyle mi düşünüyorsun?
-Evet beni bitirdin kız!... I wish I never met you girl!...
Epeyce bir gülüşmemizi sağladı bu parça. İyi oldu yani.
-Bira içelim mi?
-İçilir valla bu ortamda. Tam zamanı.
-Alayım mı?
-Hadi al gel!
Garsona sordum:
-Efes var değil mi?
-Var abi.
-Ne kadar?
-8 lira.
-Tamam, üç numaraya iki tane rica ediyoruz.
Can’ım Benim kumsalda tanıştığı iki akranıyla oynuyor, ama arada atışıyorlar da.
Kavga etmeden oynamaları için onları uyarıp geri döndüğümde biralarımız gelmişti.
Zevkle yudumladık.
Tam iki yudum almış, havaya girmiştik ki müzik yayını kesildi.
-N’oluyo ya? Biz birayı aldık diye mi kestiler müziği?
-Bilmem.
-Olur mu canım? Biz güzel müzik var diye verdik o kadar parayı biraya.
-Valla kestiler ha!
-Gidip açtırayım mı şu müziği?
-İyi olur.
Gittim garsona:
-Birayı satana kadar mıydı?
-Nasıl abi?
Sayfa 16 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
-Müzik gitti?!!
-Abi 5’ten sonra jeneratör çalışmıyor onun için.
-Şansına küs diyorsun yani?
-Bu saatte bitiyor abi, n’apalım?
Aklıma gelmedi biranın fiyatından düşerim demek.
Neyse, biz yine zevkle devam ettik biramıza.
Müziğimizi de kendimiz yaptık. İlham almıştık nasıl olsa:
-Feelings... Ooo feelings... I wish I never met you girl!... Aaah Ah!...
Kahkahalarla geçti birkaç dakika...
*
Ve artık yine o an geldi.
Toparlanıp otele dönmemiz ve günbatımı için hemen rüzgar güllerine yönelmemiz gerekiyor. Sordum:
-Rüzgar güllerine mi gidelim, yoksa Göztepe’ye mi? Hangisini tercih edersin?
-Bence rüzgar gülleri.
-Göztepe’den de güzeldi ama günbatımı.
-Yok yaa... Rüzgar güllerinde daha güzel.
-Peki sen nasıl istersen.
Otelimize gidip, duşumuzu aldık. Ama yine geç kalıyor gibiyiz.
Bir türlü ayarlayamıyoruz şu zamanlamayı.
Çok az kaldı ve biz artık merkeze inip Can’ım Benim için nestea alamayacağız.
Tam gaz kaptırdık, ama zor görünüyor:
Ben günbatımında kadehin fotoğrafını çekmek istiyordum. Ama yetişemeyeceğiz.
Ve işin kötüsü bir daha böyle bir fırsat bulamayacağım. Çünkü bu akşam adadaki son akşamımız.
Son günbatımı için zamanla yarışıyoruz...
Nihayet girişe geldik. Ama güneş görünmüyor. Acaba denizle birleşti mi?
İlk sıra rüzgar güllerini geçip virajı döndükten sonra ikinci sıra rüzgar gülleri ve Polente Feneri’nin yanında
güneşin artık denizle birleştiği an görünüyor.
-Bari buradan çekelim görüntüyü...
...dedi sevgili eşim.
Durup iki poz aldım ve tekrar fenere doğru gazladım.
Park edip arabadan indiğimizde güneşin dörtte biri denizin içindeydi.
-Çekemedim be kadeh ve günbatımını.
-Ayy çok üzüldüm ya.
-Gel bakalım şöyle bir yer bulalım.
Kenarda yerleşmiş insanlar arasında bir taş parçası bulduk oturacak.
Ben biraz keyifsiz bir şekilde şarabı çıkardım torbadan.
Cep tipi tirbuşonumu da cebimden.
Yarım metre ötemizde uçurumun kenarında oturan bir çift vardı.
Şarabın mantarının şişeden kurtulduğu anda duyulan ses:
-Flop!...
Aynı anda kenarda oturan genç kız şöyle bir irkildi. Genç erkekle göz göze geldik.
-Biraz korkuttum galiba sizi.
-Evet biraz öyle oldu...
...dedi genç kız gülümseyerek.
-Kusura bakmayın.
Sonra delikanlıya döndüm:
-Ama iyi bir şeydi yaptığım... Güzel bir şey!...
Karşılıklı gülümsedik...
Sayfa 17 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Sonra kadehlerimizden birer yudum aldık.
-Aaaa çok güzel!...
-Değil mi?
-Sizinkinden bile güzel bu şarap!...
Bizimki?
Holdingimizin şirketi Şato Kalecik’in beni kırmızı şarapçı yapan o muhteşem Fransız Kupajı’ydı eşimin
sözünü ettiği.
Ve ben pek kabullenmesem de pabucu burada dama atıldı o güzelim şarabın.
Denizde kaybolmuş olsa da güneşin ufukta bıraktığı hoş renkler karşısında kadehlerimizden aldığımız o ilk
yudumla birlikte tarif edilmez bir dinginlik ve mutluluk hissettik.
Ama bizim bu mutluluğumuzu Can’ım Benim bizimle paylaşamamıştı. Çünkü onun nestea’si yoktu.
Doyumsuz keyfimiz Can’ım Benim katılamadığı için çok kısa sürmüştü.
Artık bir an önce şehre dönüp akşam yemeği ile Can’ım Benim’in kaçan keyfini yerine getirmemiz
gerekiyordu.
Bu akşam pazar yerinin arka tarafından iskeleye giden yol üzerindeki restoranlardan gözümüze çarpan
Vasilaki’yi seçtik.
Can’ım Benim yine makarna istiyordu, ama yeni otelimizin dört aylık sevimli siyah köpeği Zeytin’e et
götürebilmek için istemese de et ya da köfte sipariş etmek istiyordu.
Zeytin’in tabağında hep ekmek kırıntıları gördüğü için ona iyi bakmadıklarını düşünüyordu.
Bu durumda birimiz köfte birimiz biftek sipariş edip, Can’ım Benim’e de tortelloni makarna sipariş ettik.
İçecek olarak da bu defa kırmızı şarap düşündük. Garson Talay’ın Karalahna’sı Troya’yı önerdi. Onu
tatmamıştık ama bu defa biraz daha hesaplı olalım düşüncesiyle peki dedik.
Ben yarım köfte, eşim bir parça biftek ayırdı Zeytin için. Parçaları peçeteye sardık.
Restoranın pos makinesi arızalı olduğundan garson hesabı ödemek için komşu restorana davet etti beni.
Ödemeyi yapıp döndüm.
Tam kalkacağız, baktık peçeteye sarılı etler yok!
Garsonlar çöp sanıp almışlar.
Can’ım Benim’in gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı.
-Tamam merak etmeyin, ben garsonlara söylerim bulurlar.
Garsona durumu anlattım, gitti çöpe baktı ama bulamadı.
-Yok abi, bulamadım!
Restoranın sahibi masalarda dolaşıyordu, Onu buldum. Kısaca durumu açıkladım.
-Sırf çocuk köpeğe et götürecek diye köfte yedik biz bugün. Arkadaşlara söyledim ama bulamadılar.
Söyleyin de iki parça yeniden pişirsinler. Parası neyse onu da vereyim. Lütfen.
Patron derhal mutfağa daldı:
-N’aptınız köfteleri, yediniz mi?...
-Yok yememişlerdir de, yanlışlıkla atmışlar çöpe.
-Hemen iki tane köfte atın ızgaraya, çabuk olun!
Çalışanlara bağırmasını beklemiyordum ama sonuçta o iki parça köfteyi almamız gerekiyordu.
Masamıza geri döndüğümde baktım arka taraftaki masalardan birinde garsonlar ve bir adam bir kadının iki
kolundan tutmuş kaldırmaya çalışıyorlar.
-N’oluyo orda?
...dedim biraz yüksek bir sesle.
Adamcağız şöyle bir baktı bana ama sonra kadına döndü. Tutup kaldırmaya çalışıyorlar.
Garsonlar da diğer kolundan tutuyor ama çaresiz görünüyorlar.
Yanlarına gittim hemen, baktım iki koldan kaldırmaya çalışıyor ama başaramıyorlar, bu arada kadının başı
yana eğilmiş durumda, hemen müdahale ettim:
-Yere yatırın!...
-Yere mi yatıralım?
Sayfa 18 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
-Yavaşça, kafasını çarpmadan yere yatırın.
Yatırdılar.
-Başını hafif yana doğru tutun. Bilinen bir sorunu var mıydı?
Endişesi yüzünden ve sesinden belli olan ve kadının eşi ya da partneri durumundaki adamcağız, titrek bir
sesle:
-Yoktu.
-Ne oldu peki?
-Kendini kötü hissettiğini söyledi, sonra da bayıldı.
-Tamam, şimdi biraz bekleyelim. Kendine gelecektir. Gelmezse o zaman doktor çağırırız.
Ne yapacağını şaşırmış vaziyetteki adamcağız bekleme fikrini benimsemedi.
-Doktor çağıralım lütfen!...
...dedi çaresizce.
Garson doktor çağırmaya giderken kadın biraz kendine gelir gibi oldu. Eşine sordu:
-Düştüm mü ben?
Hemen cevapladım:
-Hayır biz yatırdık. Kendinize gelebilmeniz için.
Eşine doğru baktı.
-Rüya görüyorum sandım.
Ben araya girdim:
-Tamam. Hanımefendinin hiçbir şeyi yok. Biraz dinlensin. Kendini iyice toparladıktan sonra kalkabilir.
Kadın eşine:
-Özür dilerim hayatım.
Garson bana:
-Abi çok sağol.
Ben son talimatları veriyorum:
-Sorun yok. Ama yine de ne olur ne olmaz diye doktora kontrol ettirebilirsiniz. Biraz kolonya da iyi gelir.
Yıllar önce üniversite öğrencisiyken Ankara’da ablamı ziyarete gittiğimde benzer durumu ben de
yaşamıştım.
Yoğun sınav dönemi sonrasında, yorucu bir tren yolculuğu ve arkasından dengesiz beslenme diyebileceğim
tost ayran üzerine bir bira beni bu hale düşürmüştü.
Kendimi kötü hissediyorum dediğim anda oturduğum yerde başım omzuma düşmüş.
Ben o andan sonrasını bir kabus zannetmiştim. İstanbul’da kaldığım yurtta yataktayım. Kalkmak istiyorum
ama bir türlü kalkamıyorum.
Birkaç deneme sonrasında tam kalkıyordum ki bir ses:
-Bırakın biraz daha yatsın!...
...demişti.
Gözlerimi açıp baktığımda Tandoğan’daki çay bahçesinde yerde yattığımı fark ettim. Yukarıda bana bakan
insanların yüzlerini gördüm.
Biraz sonra kendime gelip kalktığımda az önceki adamcağız gibi endişelenmiş olan ablamı gördüm.
Ben de ablama “düştüm mü?” diye sorduğumda, “Hayır, yan masadaki adam doktormuş, o bize ‘yere yatırın’
dedi, biz yatırdık” demişti.
Aynı olay bu hanımefendinin de başına gelmiş işte.
Müdahale eden beni de doktor sandılar...
Masamıza tekrar döndüğümde köftelerimiz de gelmişti.
Can’ım Benim’in yaşlı gözlerinin içi tekrar gülmeye başladı.
Ayrılırken diğer masanın yanında, henüz yerden tamamen kalkmamış ama oturacak kadar kendine gelmiş
olan kadın ve eşine geçmiş olsun dileklerimiz ilettik. Teşekkür ettiler.
Biz gelirken başlamakta olan Cumhuriyet meydanındaki konser hala devam ediyordu. Ama biz artık yorgun
düşmüş, bir an önce yatıp uyumak istiyorduk.
Otelimize geldiğimizde Can’ım Benim bizi kapıda uyuyarak karşılayan Zeytin’e yemeğini vermemi istedi.
-Uyuyor, acaba yarın sabah mı versek?
Sayfa 19 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
-Yok yok şimdi verelim. Hadi ver yemeğini ona baba!
Leziz yemeğin kokusunu alan Zeytin uzandığı yerden kalkıp geldi.
İki parçayı iki lokmada hemen götürdü.
Can’ım Benim mutlu oldu.
Sayfa 20 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
Cumartesi...
Bugün adadaki son günümüz.
Dünkü kahvaltının bir benzerini daha yaptıktan sonra otelin sahibi Ahmet Bey’e soruyoruz:
-Bugün Ayazma şenlikleri varmış. Nerede yapılıyor?
-Sabahtan kilisede ayin yaparlar. Sonra oradan Ayazma’ya geçerler.
-Plajın orası mı?
-Plaja giderken sağda üç tane bina vardır, görürsünüz. Orada eğlence yaparlar.
-Kilisedeki ayin geçti de Ayazma’daki şenlik kaçta başlar?
-Valla onu tam bilmiyorum, ama herhalde öğle yemeğini yedikten sonra olur.
-Biz de o saatlerde orada oluruz herhalde.
Yine merkeze gidip gazetemizi aldık ve Çınaraltı’nda kahve likörü ve damla sakızlı kahve içtik. Yanında
sunulan bir adet Captain Black filtreli puro benim için çekici bir alternatif değildi. Ben Davidoff mini
silver’ımı tüttürdüm.
Can’ım Benim’e de limonata söyledik.
Tam kalkıyorduk ki hoş bir tesadüf olarak İngiltere’de tanıştığımız ve yıllardır görmediğimiz bir dostumuza
rastladık.
Ayaküstü kısa bir sohbetten sonra o da birlikte geldiği arkadaşıyla Ayazma’ya gideceğini söyleyince hep
birlikte gitmeye karar verdik.
Ama biz her zaman olduğu gibi adanın görmediğimiz yerlerini keşfedip ondan sonra Ayazma’ya geçeceğiz.
Hep birlikte daha önce görmediğimiz Ova tarafında kısa bir tur attık ve Ayazma’ya yöneldik.
Plaja yaklaşırken yol kenarına park edilmiş sayısız araç gördük. Anladık ki şenliğin yapıldığı yere yaklaştık.
Biraz daha devam edince yol kenarındaki çınar ağaçlarının altında terk edilmiş, biri kiliseden oluşan üç bina
ve avlusunda insanlar toplanmış.
Bina çevresine park etmek yasak, jandarmalar devam edin dediler.
Biz az ilerden geri dönüp yukarı taraftaki boşluklardan birine park ettik.
Ve eğlencenin merkezine yürüdük.
Saz ekibi bir binanın önünde sahne oluşturmuş, ortadaki avluda özellikle orta yaşlı kadınlı erkekli gruplar
sakin sakin oynuyorlar, çevrede ise sıra sıra dizilmiş masalarda izleyiciler hem eğlenceyi izliyorlar hem
tabldot yemeklerini yiyorlar.
Kilisenin yanındaki masaya konuşlanmış papazlar arada bir kiliseye girip ayinlerini yapıyorlar.
Yaklaşık bir saat kadar fotoğraf ve video çekimi yaptıktan sonra oradan ayrılıp plaja devam ettik.
Günün geri kalan bölümünü plajda geçirdik.
Dönüşümüz akşam 8 feribotuyla...
İki gün önce dönüş için rezervasyonumuz yapmış, hatta dönüşümüz kesin olduğu için biletimizi de almıştık.
Feribot fiyatı korktuğumuz gibi değildi. 3 kişi yolcu dahil gidiş dönüş toplam 26 lira ödedik.
Dönüş saatimizi adadaki son günümüzü de tam yaşayalım düşüncesiyle belirlemiştik.
Ama bir güzel tesadüf olarak Bozcaada’yı terk ederken de o doyamadığımız günbatımlarından birini daha
feribottan görebileceğimizi anladık.
Saat altı olmadan plajda arkadaşlarımızdan ayrılıp merkeze döndük.
Doğruca feribot sahasına geldik. Girişte bir çubuk engel var. Görevli arıyorum.
Soldan hızlı adımlarla gelen bir adam gördüm. Camı açıp “merhaba” dedim. Ama arkadaş hiç oralı değil,
aynı hızla arkamızdan kaybolup gitti.
Bekliyoruz kimse yok ortalıkta.
-Ben içeri girip bir sorayım bari...
...diyordum ki sağ arka taraftan pek de görevliye benzemeyen biri seslendi:
-Merhaba.
-Aa... Merhaba. Siz miydiniz?
-En az yedi kere “merhaba” dedim duymadınız.
-Yo duymadık. Şuradan geçen arkadaş bakıyor sandık ama geçti gitti.
Sayfa 21 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
-Biletiniz var mıydı?
-Evet buyrun.
-Tamam geçebilirsiniz.
Elindeki uzaktan kumandayla girişi açtı.
-Pek de görevliye benzemiyor ama oymuş.
-Benzemiyor valla.
-Diğeri daha bir görevli gibiydi ama asıl onun hiç ilgisi yokmuş. Aldı başını gitti adam.
-Bu da yedi sekiz kere “merhaba” demiş bize.
-Yani onu tanımamızı bekliyor işte. Yanımıza gelmeye tenezzül bile etmiyor.
-Etmiyor...
-Beni tanımak zorundasınız diyor.
-Evet.
-Sorunlu bu arkadaş!...
-Kesin!...
Gülüştük...
Aracımızı feribot alanına park ettik.
Şehirdeki son alışverişlerimizi yapmak için biraz vaktimiz vardı.
Birer kilo kırmızı ve beyaz üzüm, domates reçeli, kırmızı şarap olarak Çamlıbağ’dan Karalahna ve Merlot,
feribotta yemek için Çınaraltı Cafeden o güzel otlu poğaça ve börekler.
Artık adayı terk etmeye hazırız.
Feribot alanına geri dönüyoruz. Girişteki görevlinin yanından geçerken biriyle şöyle bir diyaloğuna kulak
misafiri oluyorum:
-Burada bekliyorum. Hiç bakmıyor. Beni görmüyor bile!... Biz burada boşuna mı bekliyoruz?
Eşime dönüyorum:
-Arkadaş dertli. Tanınmamaktan, dikkate alınmamaktan muzdarip.
-İyi de nereden bilebilir ki insan onun görevli olduğunu?
-Turist gibi giyinmiş, hatta turistlere bile taş çıkartır değil mi?
-Evet.
-Giyinse ya şöyle memur gibi, hani o görevli sandığımız adam gibi mesela.
-Değil mi?
-Bir de bıyık bıraksın hatta!.. Olur mu öyle pırlanta gibi tıraşlı, bakımlı, şık bir şekilde, hele de olduğun
yerde durmak? Kim nereden bilecek senin görevli olduğunu?
-Bari el sallasa gelenlere de anlasalar, dursalar.
-Durdurup şöyle görevli gibi “buyur gardaş” dese, di mi?
-He valla!...
-Ama olmaaaz!... Herkes onu bilecek, hemen tanıyacak, yanına gelip duracak ve “Şey efendim biletimizi
kabul eder miydiniz?” diyecek... ki bir lütuf uzaktan kumandanın düğmesine basıp kapıyı açsın...
Yine gülüştük...
Feribotu beklerken arabamızın yanında iskeleye doğru bir duvara oturup poğaça ve böreklerimizi yedik.
Ve adadan ayrılma vakti!...
Adadan uzaklaştıkça güneşin adayla kompozisyonu değişik pozlar veriyordu bize.
Geyikli’ye yaklaştıkça güneş adadan ayrılıp yan taraftaki mini adayla arasına, sonra mini adanın tepesine ve
son olarak biraz daha sağa kayıp denizden batmaya başladı.
Final dakikaları bizim Geyikli limanına geldiğimiz anlara rastladı.
Bu muhteşem anı yarıda kesmemek için kaptanın rıhtıma demirlemeyi biraz geciktireceğini ummuştum.
Aslında biraz da gayret etti sanıyorum. Ama güneş tam olarak gözden kaybolduğunda zaten yarı dolu olan
Sayfa 22 / 23
Bozcaaşk... / Bahadır Yağcı
feribottaki araçların yarısı feribotu terk etmişti bile. Biz ve birkaç kişi daha bu güzelliği yarıda bırakmak
istemiyordu.
Güneşe ve Bozcaada’ya bu muhteşem görsel şölenle veda ettikten sonra arabamıza doğru koşarken bizi o
dakikaya kadar sabırla bekleyen arkamızdaki minibüsün sabrı artık taşmıştı. Kornaya basmaya başladı.
Yanına koşup “tamam” diyerek alelacele arabamıza bindik ve sonunda feribotu da günbatımını da
Bozcaaşk’ı da tamamıyla terk ettik...
Bir gün tekrar görüşebilmek ümidiyle...
Hoşçakal Bozcaaşk!...
© www.byagci.cjb.net J
Sayfa 23 / 23

Benzer belgeler