kendimiz - Başarıyı Arttırma Merkezi
Transkript
kendimiz - Başarıyı Arttırma Merkezi
KENDİMİZ Erol ERBAŞ 2. Baskı, 2014, Bursa KENDİMİZ Erol ERBAŞ ISBN: 978-605-85131-2-9 2. Baskı, 2014, Bursa Copyright © 2014 Başarıyı Arttırma Merkezi Ltd. Şti. Özlüce Mh. Sevgi Cad. No:26 Nilüfer BURSA Tel:0. 224. 452 65 60 Fax:0. 224. 452 66 73 Sertifika No:30278 Stüdyo Star Ajans Ltd. Şti. 0. 224. 249 33 20 Sertifika No:15366 Kitabın bu basımının tüm yayın hakları Başarıyı Arttırma Merkezi Ltd. Şti. ’ne aittir Yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz, hiçbir şekilde kopya eddilemez, çoğaltılamaz veya yayımlanamaz. KENDİMİZ KİŞİLİK VE ŞAHSİYET EĞİTİMCİSİ EROL ERBAŞ BEY, kırk yılı aşkın süredir insanın kişilik ve şahsiyet yapısını araştırıp incelemiş ve incelemektedir. Dünyada ilk defa insanın öz yapısını kendi yaşantısında müspetlemiş, yani tanınmayan insanı ortaya koymuştur. Kişilik ve şahsiyet eğitimlerini meslek haline getirmiş, bu konuda eğitimciler yetiştirmiş ve yetiştirmektedir. Yaşadığını konuşur, konuştuğunu yaşar. An’da ve dikkatinde yaşadığı için söylemleri doğmandır. Pek çok insanın hayatını dikkat, özgüven, sade zihin, güçlü zekâ, fikir üretimi ana beşlisinin altında sistem, prensip, tasarruf, düzen ve intizam yönünden düzene sokmuş; ahlaki, ailevi, ekonomik ve sosyal yönde değiştirmiştir. Kişileri çalışkan, üretken, kararlı, başarılı insanlar haline getirmiştir. Kendisinden eğitim almış birçok kişinin kalemlerine yansıyan beş yüz farklı huy, alışkanlık, tutku, pısırıklık, acizlik, zavallılık, tembellik gibi birçok yönün değiştiği tespit edilmiştir. Kendisine merhaba diyen daha o dakikada değişir, gençleşir, güzelleşir, omuzlarındaki yükü atar, hafifler. Kâinatta doğal halini yaşamayan tek varlık insandır. EROL ERBAŞ Bey’in özelliği insanı doğal haline döndürmektir. İnsanın doğal halini; “kendi gövdesini ve evreni, yetki ve sahipliğiyle yönlendirip düzene sokarak verimli hale getirmek” olarak tanımlar. İnsanda huy, alışkanlık, korkaklık, acizlik, zavallılık, pısırıklık, tembellik gibi olguları kabul etmez. Benzetme, yorumlama, uydurma, hayalcilik, hikâyecilik, taklitçilik ve şekilciliği yaşayış devrini bitirmiş, yerine Anını yaşa kendini yaşa, dikkat, müspet, verimlilik, başarı, güven, saygı ve sevgiyi yaşayış devrini başlatmıştır. Kendinde müspetleyip yaşamadığı hiçbir şeyi sunmaz. Kendi canlı kitabını okur, okutur, yaşar, yaşatır. Dünyada gerçek sevgiyi yaşayış fikri bilinmemektedir. Kendisi bunu müspet şekilde ortaya koyar. Dünyada mahlûk ve gövde medeniyeti çözüldüğü halde insan medeniyeti çözülememiştir. Kendisi maddenin ve enerjinin ötesinde insan medeniyetinin çözülmesinde müspet yaşantılar ortaya koyar. Teknik ve gövde medeniyeti çok gelişmiş ve ileri olmasına rağmen gönül ve zihin medeniyetine dair hiçbir müspet yaşantı bulunmamaktadır. EROL ERBAŞ Bey gönül ve zihin medeniyetini net bir şekilde yaşantı halinde ortaya koyar. Geçmiş gelecek düşüncesiyle yaşamayı kaldırıp, Anını yaşa kendini yaşa, oku-okut, yaşa-yaşat fikir silsilesini ortaya koymuştur. Ekonomiye bakış açısı; doğayı insan yararına dönüştürüp sunmasıdır. O’nun fikrî yaşantısına göre insan mutlaka üretici ve meslek sahibi olmalıdır. Ekonomide emek ve zekânın karşılığının dışında hiçbir şeyi kabul etmemektedir. KENDİMİZ Aileye bakış açısı: O’nun yaşattığı fikir yapısına göre öncelikle kendi vücut yapısının ailesi, daha sonra neslin devamlılığı için olan aile kutsaldır. İnsan anlayışında kadın erkek anlayışı kalkar, herkes üstüne düşen vazifesini yapar. Hanım hanımefendi, bey de beyefendi olur. Güven ve saygının olmadığı yerde aile mevhumu olmaz. Sosyal hayata bakış açısı: İnsan demek sosyal hayat demektir. İnsanın gövdesiyle, vücuduyla, duyularıyla, duygularıyla, duyumlarıyla yani hal ve hareketleriyle kendine ve etrafına faydalı olmasıdır. Doğaya bakış açısı; nebatata, hayvanata gereken ilgiyi gösterip bunlardan insanlığa gereken faydayı sunmasıdır. İnsan her türlü nebatatı ve hayvanatı insanın yararına kullanmayı çözer ve uygular. Ziraata, tarıma elverişli topraklara asla inşaat yapılamaz. Onun dine bakış açısı ve tanımlaması: Her varlığın doğal halini yaşaması dindir. Dinsiz hiçbir zerre olamaz. Din demek her varlığın kendisini ispatlayıp ortaya koyması demektir. Bundan dolayı da din ayrı insan ayrı diye bir mevhuma yer vermemektedir. İnanç ise müspet yaşantı demektir. Ona göre siyaset; Doğal insanın öz kültürünü, yaşayışını, hukukunu, adaletini, milli şuurunu, aile yapısını, ekonomisini, sosyal yönünü her an tekâmül ederek ve yenileyerek başkalarına sunması ve hizmettir. Bu hiz- met yarışlarından da güzellikler zuhur eder. Bu da insanları mutlu eder. Evrenin ve tabiatın bir bütün olduğunu, bu bütünlüğün yetkili ve sahip kısmının İNSAN olduğunu ortaya koymuştur. Yüzeyden bakıldığında önce hayal, sonra madde, atom, enerji, hayat, can ve son olarak da yetki ve sahipliği olan İnsanın geldiğini tespit etmiştir. Bütün evrenin de kendini insanda bütünleştirmiş olduğunu ispatlamıştır. Onun için evren kendi insanıyla işlerini görür, kendini yeniler ve düzenini kurar. Teknik ve gövde medeniyetini insanın görünen kısmıyla düzene sokar. Zihin ve gönül medeniyetini de görünmeyen kısmıyla düzene sokar. İnsan görünen ve görünmeyen yapılarıyla bir bütündür. Özünden kaynaklanan insan, gövdesiyle evreni; adalet, güven, saygı, sevgi ve güzellikle düzene sokar, bütün insanlık mutlu yaşar. KENDİMİZ ÖNSÖZ Toplumda şahsımızla, ailemizle, sosyal grubumuzla bir var olma mücadelesi içerisindeyiz hepimiz. Kendi kendimizi kabul ettirebilmek için yaşıyoruz. Tüm hareketlerimizin, konuşmalarımızın, davranışlarımızın, düşüncelerimizin tabanına baktığımızda, sürekli bizi zorlayan bu isteğimizi buluruz. İsteriz ki herkes bizi beğensin, bizi sevsin, bize saygı duysun, bizi takdir etsin, bizi anlasın. Kısacası, kabul edilmektir bu hayattaki amacımız. Hem de saygıyla kabul edilmek. Peki ama biz kendi kendimizi ne kadar kabul ediyoruz ki başkalarından bizleri kabul etmelerini bekliyoruz? İnsanın bu temel ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için ilk önce yapması gereken, istek ve arzularının kaynağına inip kendisiyle tanışmak. Öyle ya, bir istek yapan yerimiz var, bir de bu isteği uygulamaya koyan. Ama adresler belli değil. Bugüne kadar yapımızdaki bu adresler müspet olarak tanımlanmamış. Yanlış yerlerde tatmin aranmış. Bu yüzden insanoğlu içinden duyduğu isteklerini tatmin etmek derdindeyken, deniz suyu ile susuzluğunu gidermeye çalışan birisi misali, tatminsizliği giderek çoğalmakta, kendisiyle olan mesafesi de giderek artmakta. Bu soruna çözüm ancak, kendi yapısını bir ustanın kendi eserini tanıdığı gibi tanımış, kendi içindeki bu ikiliği kaldırıp tekleşmiş, içi dışı bir olmuş bir insandan gelebilir. İşte Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi Erol Erbaş Bey, kırkdört yıldır kendisini tanımayı, yapısını çözmeyi, çözdüklerini insanların hizmetine sunmayı ve onların kişisel, ailesel, toplumsal ve kutsal ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlamayı meslek edinmiştir. İnsanlığın her yönlü ihtiyaçlarına çözüm olacak fikrini insanlarla paylaşmaktadır. Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi Erol Erbaş Bey’in seminerlerinde katılımcılar tarafından insana ve insanın yaşantısına ait her konuda merak edilen sorular sorulmaktadır. Kendisi AN’da ve dikkatinde yaşadığı için, AN’da gelen, yaşayışını yansıtan doğman söylemlerini dinleyicilerle paylaşır. Her söylediği katkısız, AN’daki doğman konuşmalardır. Doğman konuşma, dikkatinde olan insanın an’daki zuhuratıdır. Erol Erbaş Bey yaşadığını konuşur, konuştuğunu yaşar. Bu kitapta yer alan söylemler, seminerlerinde kendisine insanın yapısını tanımak amacıyla sorulan sorulara yaşayışına göre verdiği cevaplardan, üzerinde herhangi bir düzenleme, sözlerine bir katkı yapılmadan, kendisinin doğman olarak dile getirdiği şekliyle sunulmuştur. * *Bu kitabın oluşumu farklı zamanlarda yapılmış konuşmalardan derleme şeklinde olduğundan, sunumdaki önceliğimiz edebi bir eser ortaya koymak değil, Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisinin fikrine göre insan yapısının tanınmasını sağlamaktır. KENDİMİZ İÇİNDEKİLER GİRİŞ GÖVDE 1 5 Gövdedeki hayvan fiilleri 6 Âdem bütün hayvanattan sonra zuhur etti 7 Tekamül/Evrim 7 Yedi milyar insan Yaşatan’ın sevgilisidir 8 NEFES ALIP VEREN (CAN, YAŞATAN) 10 Dayanak 10 Evren bütün işini insan ile yapıyor 12 Her bir nefeste kainatı soluyoruz 13 Unutma 14 GEZEN 15 Kendimizi gövde zannediyoruz 15 Kainatın sahibi insan 16 Sıkıntılarınız o Gezen’den 16 Gezen üç yaşından sonra aslından kopuyor 17 Rüya gören, hayal kuran 19 Gezen dışarıda suç işler 20 Gezen’in iki ayağı 20 Sevmediklerini evine sokuyorsun 21 Ahu göz 22 ÜÇ YAPI BİR ARADA 24 Yaşatan hep Gezen’i arıyor 24 Yaşatanın yetkisi Gezen’de 25 Dışarıdakilerin hepsi senin 26 Yaşatanın bendeki gücüne bağlantı kurmak 27 BİRLEŞMEK İÇİN29 Hedef 30 Sevgi 34 Usta 36 Tekrarlar 38 Müzik 39 Evinde olmanın belirtileri 40 VİCDAN 41 Vicdan denen bilgisayar 42 Vicdan tektir 42 İnsanın özel ahlâkı 43 Doğman konuşmak / İlham 44 Vicdanın adaleti 45 GÖNÜL 47 Yedinci kat 47 En büyük ceza 48 Umman 49 Gönül Anadolu’da olur 49 DİKKAT 50 Dikkatin çeşitleri 50 Dikkatteyken güçlü ve hâkim oluyorsun 51 Hedefli olan dikkatinde olur 52 DEVAMİYET ( AHİRET ) 53 İki yapı ebedidir 53 Günlük ne yaşıyorsak onunla yaşayacağız 54 ÖZETLERSEK 56 USTADAN FAYDALANMA YÖNTEMLERİ 58 KENDİMİZ GİRİŞ “Bizim üç tane yapımız var; Gövde, Gezen, Nefes Alıp Veren (Can). İnsan aya, yıldızlara gidiyor, oraları tanıyor, fakat kendi yapısını tanımıyor. Dikkatimizi hiç kendimize döndürmemişiz. Biz kimiz, bu beden nedir, nefesi alıp veren kim, gezen kim, nereden ortaya çıkmış, benim nerem sevmek, nerem sevilmek istiyor? Nerem haysiyet, şeref istiyor? Hiç haber yok, tesadüf. Kendi dışımızdakilere verdiğimiz değer kadar kendimize vermemişiz.” “Bu nedenle diyoruz ki; biraz da kendimize bakalım artık. Kim olduğumuzu tanıyalım, anlayalım, hal ve hareketimizi ona göre tabii olarak yapalım. İnsan olarak kendinizi tanıdığınız zaman; kötülük, tembellik, pısırıklık, yalan, hile, dalavere olmaz. Çünkü insan yapısında bunlar yok, hayvan yapısında var. Hayvan yaşamak için yaşar, insan yaşatmak için yaşar. Hayvan sömürür, kendi çıkarını düşünür. İnsan başkalarını düşünür. Arada çok fark var.” “Şimdi soruyorum, bugün akşama kadar bir dakika olsun kendinizi düşündünüz mü? İşi gücü düşündünüz, parayı düşündünüz, koskoca insanı hiç düşünmediniz. Bu kadar garibanlık olmaz ki. Akşama kadar çalıştınız, tembellik ettiniz, üzüldünüz, sevindiniz, öfkelendiniz, bağırdınız, ağladınız, güldünüz, keyfiniz kaçtı, zevk aldınız. . . Siz bunlardan hangisisiniz? Sizi tanımlayan vasıf ne? Su içtiğimiz bir bardak 1 hiç bozuluyor mu? Yüz yıl geçse de “ben bardağım” diyor. Vasfını hiç bozmuyor. Biz beş dakika bir tipte duramıyoruz. Kendi kendimize yön veremiyoruz. Niye? Karar verip istediğimizi yapacak gücümüz yok. Zihinlerimiz yanlış bilgilerle ve inançlarla kirlenmiş. Zihinlerimizi temizleyip, ihtiyacımız olan gücü elde edeceğiz.” “Burada bizim anlattığımız yepyeni bir fikir. Çünkü ortada insan hakkında müspet bir fikir yok. Artık teknolojiden dolayı yeni bir fikre ihtiyaç hissediliyor, insanın iç yapısının ortaya çıkması lazım. Çünkü bu teknoloji artık o sözlerle tatmin olmuyor. Evliya dediğimiz insanların yaptığını şimdi zaten sıradan adamlar yapıyor. Artık manevi yönün de açılması, gelişmesi lazım ki teknoloji onun ayağının altında kalsın. Şimdi teknoloji başa çıkmış, insan ayağa düşmüş. İşte sıkıntı burada. Sıkıntı dengesizlik verir. Dış yapımız çok ileri, iç yapımızdan haber yok. Dış doymuş, şişmiş; iç açlıktan ölüyor.” “Bu gövdenin içindeki varlık şeref, haysiyet, onur, vakar, yücelik, icat, buluş, yenilik istiyor. Araştırma, geliştirme istiyor. Oranın gıdasını veremiyoruz. Hepimiz güven hastasıyız. Bakın hiç güvendiğiniz kimse var mı? İnandığınız kimse var mı? Bakın boştasınız. Hepiniz şöyle bir gözünüzü yumsanız, yalnızsınız. Yaşanır mı bu hayat böyle? Sıkıntıyla, korkuyla yaşanır mı? Oraların ihtiyacını karşılamak lazım. Artık kağnı devrinin metotları da doyurmuyor, bitti. Yeni bir metot lazım. Yeni bir metot da bulundu. İNSAN ÇAĞI açılacak. Mecburen açılacak çünkü yedi milyar insan bunalımda.” 2 KENDİMİZ “Bunun için önce size insanın yapısını tanıtıyoruz. İnsanın gövdesi olan kul kısmına insan diyorsunuz. Halbuki biz insan dediğimiz zaman; bu göz değil gözden gören, ağız değil ağızdan konuşan, kulak değil kulaktan duyan, seni yediren, içiren, uyutan ama kendi uyumayan varlığa insan diyoruz. O varlığı hemen size ispat edelim. Şu anda moraliniz iyiyken, sevmediğiniz birisini düşünün. Bakın hemen renginiz değişti. Gövdeniz buradayken, bir yeriniz bir yerlere gitti ve moraliniz bozuldu. Giden yer nereniz? Gezen. Biz kendimiz deyince bu Gezen’i söylüyoruz.” “Nefesimizi alıp veren de Yaşatan, yani Can. Nefes Alıp Veren kendini çektiği an, beden doğru mezara gidiyor. Cenaze namazında ölenin adı söylenmez, falanca niyetine denmez, “er kişi niyetine” denir. Niye? Falanca ölmedi, yaşamaya devam ediyor da onun için. Beden ise toprağa karışır ot olur, türlü türlü bitki olarak tekrar insana gelir. Bitkiyi hayvanlar yer et olur, süt olur tekrar insana gelir. Böylece değişir durur. Her şey bir şey, bir şey her şey olur. Ama Gezen ve Can ölümsüzdür.” “Gezen, Can’dan, yani Nefes Alıp Veren’den türedi. Ona tekrar bağlanacak ki güç alabilsin. Bağlanamazsa dış dünyaya kaçıyor.” “Yeni doğmuş bebeklerde Gezen ile Nefes Alıp Veren birdir. Doğduktan sonra çocuğun korkması ya da korkutulmasıyla Gezen Nefes Alıp Veren’den kopar. İşte korku anlarında “ödüm koptu, aklım çıktı” ifadeleri bunu anlatır. Korkuyla Nefes Alıp Veren’den ayrılan Gezen’i tekrar Nefes Alıp Veren’le birleştirmemiz gerekiyor.” 3 “Gezen’de ve Nefes Alıp Veren’de zaman, mekan yoktur. Bütün kainat bir varlıktır. Bir gözünüzü yumun bakın, bütün kainat içeri giriyor da, hala boşluk var. Bu ne muazzam bir şey. Siz, sizde bu büyüklükleri fark etmiyorsunuz, mesele o.” “Biz şunu tespit ettik ki bu üç yapımız, yani Gezen, Nefes Alıp Veren ve Gövde birleştiği zaman yaşanan çok güzel bir hayat var, tatlı bir yaşantı var. Bu fiziken bir emek, zeka, zaman falan istemiyor. Kendimizde arızalı birkaç yer var, oralarda bağlantı yapılacak, hepsi o kadar. Hani yabani meyvalar vardır ya dağda. İşte onları aşılar gibi bu Gezen’i de bir aşıyla evine/ Yaşatan’ına bağlayacağız. Bu bağlantıyı yapınca da baktığını gören, işittiğini duyan, her yönüyle zengin, örnek bir insan olacağız.” 4 KENDİMİZ GÖVDE “Gövdeyi biliyoruz, et ve kemik parçası. Hayvanda olan yeme, içme, yatma, kalkma, tuvalet, üreme hepsi bu gövdede var. Gövde yer, oturur, gezer, dolaşır, uyur. Gövdenin tüm ihtiyacı maddeseldir. Bunu da doğa tabii olarak veriyor.” “Bizim gövdemiz esas büyük evrendir, dışarısı değil. Çünkü bütün elementlerin özünden meydana gelmiştir ve her şey havadan, enerjiden gelir döner, bitki olur, hayvan olur, insanda hücre olur.” “Biz bu gövdeyle iş yapacağız. Bu gövde, eldiven. Cerrahın ameliyatta eline giydiği eldiven ameliyatı ben yaptım diyebilir mi? Biz de, gövdemiz olan eldiveni kendimiz zannedip iş yaptık diyoruz. Can kendi üzerine bedeni giysi yapmış. Bu giysiler canın emrinde çalışırsa ne âlâ. Can kendini çekti mi yığılıp kalırız, elden çıkarılmış eldiven gibi.” “Gövde, dış dünyaya ifade aracıdır. İç dünyada gerekli bir araç değildir. Kulaksız dinleyebilir, gözsüz görebiliriz. Dinlemek ve görmek hissetmek demektir, işitmek ve bakmak değil. Konuşmadan da anlaşabiliriz.” “Siz kendinizi insan deyince gövde, et kemik kısmı zannediyorsunuz, sıkıntı orada. Biz diyoruz ki bu göz değil gözden gören, ağız değil ağızdan konuşan, kulak değil kulaktan 5 duyan insandır. Yediren, içiren, yatıran, uyutan kısmımız insandır.” “Gövdemiz; hayvan, kul, mahlûk, ne derseniz deyin, ama bütün kâinatın özünden meydana gelmiştir. İspatı; otları, bitkileri, hayvanları yiyoruz gelişiyoruz. Gövde topraktan, bitkiden, hayvandan oluştu, geri onlara dönecek. Yine ot olacak, kurt olacak, böcek olacak, et, süt olacak, domates olacak, salatalık olacak, sen yiyeceksin. Yün olacak giyineceksin. Hava olacak, yağmur olacak, su olacak, içeceksin. Geri bize dönecek.” Gövdedeki hayvan fiilleri “Bu gövde, içinde sahibi olan insan varsa onun emrindedir. Sahibi içinde yoksa, gövdedeki hayvan fiilleri kendi başına icraata geçer. Siz gövdenin yaptığı zuhuratları insan diye düşündüğünüzden sıkıntıya giriyorsunuz. Gövde diyor ki: “ya beni kullan, ya yoksa ben kendi fiilimi ortaya koyarım”. Eğer biz makamımızı terk eder de dışarılarda gezersek, gövdeyi oluşturan atomların hayvancıkları da, kendi fiiliyatlarını göstermeye başlıyor. Bunları her an yaşıyorsunuz. İzleyin kendinizi akşama kadar; kâh kuzu olup uysallaşıyorsunuz, kâh güvercin olup haber taşıyorsunuz, kâh tilki olup kurnazlık yapıyorsunuz, deve olup kinleniyorsunuz, keçi olup inatlaşıyorsunuz, tavuk olup yeni bir şeyler yumurtluyorsunuz. Bir sürü hallere girip çıkıyorsunuz.” 6 KENDİMİZ “Bazen yılan oluyor birilerini zehirliyorsunuz. Bazen kurt olup birilerini parçalıyorsunuz. Bazen karga olup birilerini didikliyor, dedikodu yapıyorsunuz. Köpek olup ısırıyorsunuz. Bülbül olup şakıyorsunuz. Bunlar hep bizdeki hayvan hücreleri işte.” Âdem bütün hayvanattan sonra zuhur etti “Bütün hayvanatlar zamanını, yerini doldurdu ondan sonra Âdem olup çıktı. Bakın âdem (gövde) diyorum. Şu âdemde bütün hayvanatın alametleri var. Element de diyorsunuz ona. Bütün dünyadaki her şeyin elementleri, özü var. İnsan nütfesi dünyanın en kıymetlisi, merkezin özüdür. Özünün de özüdür. Gövde, elementlerin tamamından meydana gelmiştir. Bütün elementlerin, bütün hayvan sıfatlarının tümünden meydana gelmiştir. Bunu şöyle de izah ederiz. Hava sıkışmış toz olmuş, sıkışmış toprak olmuş, sıkışmış bitki olmuş, sıkışmış hayvan olmuş, hepsinin zuhuratının sonunda bu gövde meydana gelmiş. Gövde olmuş ama, insan değil.” Tekamül/Evrim “Dünyanın altını üstüne getirdiler, insan maymundan olmuş diye. Var mı öyle bir şey? İnsanın gövdesi bütün hayvanlardan meydana gelmiş. Darvin’in dediği gibi maymundan değil. Maymunda bir tek maymun hücresi var. Sen hiç maymunun sinekleştiğini gördün mü? Köpekleştiğini gördün mü? Yılanlaştığını gördün mü? Ama sende var bunlar. Dedikodu yapmak sineklik demektir. Hırlamak, yani en yakınına dalavere düşünmek köpeklik demek. Maymun benim gövdeme yetişemez ki. Bütün hayvanların tekâmülünden bu gövde olmuştur. Artı, senin yalan söyleyince yüzün kızarıyor değil mi? Maymunun 7 kızarır mı? Hayır. O zaman nasıl maymundan olmuşuz biz?” “Âlem yokken Allah’la insan var. Bunlar muhabbetleşmek için, bu evin (gövdenin) olması için kâinatı oluşturuyor. Önce hava yığınlama yapıyor toz duman oluyor, yığınlama yapıyor bitki oluyor, o yığınlama yapıyor hayvan oluyor. İşte bu gövde bütün hayvanatın özüdür. O yüzden ilk doğduğunda bir tek insanın yavrusu ayağa kalkmaz. Bütün hayvanlar bir saatte, bir günde ayağa kalkar. Ama küçük bebekler sürünür, emekler, bütün hayvanları yaşar, ne zaman ki doğrulur, dirilir, insan olur.” “Biz bu gövdedeki sahiplik makamımızda olmazsak, hücreler “madem ki sen beni doğru amaca kullanmıyorsun” der, gövdede isyan çıkarır. Kandaki durum da böyledir. Hücreler isyan edince hastalık oluyor. İşte biz evimize gelip, bu hücreleri düzene sokarak sahipliğimizi yapacağız. Bunu yapınca tüm kâinatı da düzene koyarız. Niye? Çünkü bu gövdedeki hücre ve atomcuklar, kâinatın tekâmül etmiş şeklidir.” Yedi milyar insan Yaşatan’ın sevgilisidir “Yedi milyar gövde Yaşatan’ın sevgilisidir. Biz diyoruz ki, yedi milyar insandan kim olursa olsun, bir Rus’a da, bir Amerikalı’ya da kafanda atsan simsiyah olursun. Çünkü yedi milyarı özendi de yarattı, kimse gık diyemez. Suratınız ekşir. Suça kızmak başka bir şeydir, gövdeye kızmak başka bir şey. Siz gövdeye bozuluyorsunuz. Gövdeye bozulursan Allah müsaade etmez. Suratını hemen ekşitir. Niye? Aklına gövde geldiği için. Suç ayrı bir şeydir. Suça kız ama gövdeye dokunma. 8 KENDİMİZ Siz gövdelere bozuk çalıyorsunuz. Ondan sinirleniyorsunuz. Suçu yok etmek ayrı bişey, gövdeye mal etmek ayrı bir şeydir. Ben düşünceye diyorum. Sen direk adama hücum ediyorsun ve sohbet yapamıyorsunuz. Hemen birbirinize çatıyorsunuz, bozuluyorsunuz. Demek ki biz gövdelere değil, olaylara bozuk çalacağız.” “Evde olsun, çocuğunla olsun, nerede olursa olsun. Sinirlendiğin olabilir. O zaman, “gene kaçtın üçkağıtçı” deyip kendini yakalayacaksın. Bu hal neşe verir. O tür, yani gövdeye, sinirlendiğiniz zaman üzüntü duyuyorsunuz. Birisini üzdüğünüz zaman üzüntü duymuyor musunuz? Tekrar affettirmek için bir sürü numaraya, dalavereye giriyorsunuz.”Anlamadın” da, “şöyle demek istedim” de. Biz ne diyoruz. Bir yalan kırk mahcubiyet getirir. Kırk mahcubiyet tekrar kırk yalan getirir. Bunlarla uğraşmaktansa, gövdeye kızmak yerine olaylara tepki veririz, sıkıntı kalmaz.” “Bizim fizik yapımız dünyayı çözecek yapıdır. Bu fizik yapı, kainatın tümünün atomlarının özünden meydana geldiği için çok güçlü yapıdır. Maddeyi darmadağın eder. Nitekim enerjiye kadar geldi, tıkandı. Şimdi enerjiden arkasını bulamıyorlar. Niye? Madde en son enerjide biter. Ondan sonra hayat başlar. İşte o zaman maneviyata girmek lazım.” 9 NEFES ALIP VEREN (CAN, YAŞATAN) “Nefesi sen mi alıp veriyorsun, yoksa bir alıp veren mi var? O senin elinde mi, sen onun elinde misin? Nefes kendini çektiği zaman bizim haberimiz var mı? Yok. Peki gövdeden çekince biz ne oluyoruz? Ölüyoruz. Demek ki benim en büyük yerim, beni bende yaşatan Nefes Alıp Veren. Çekti mi bitiyorum. Doğru teneşire gidiyorum. Elimi bile kaldıramıyorum. İşte bu gücün adı Nefes Alıp Veren. Yaşatan diyoruz, Can diyoruz, Nefes Alıp Veren diyoruz, mesele kelimeler değil, mesele bu yapıyı tanımak.” “Seni bir yaşatan var. Kendini gövdeden çekti mi bitiyorsun. O geri girse dirilirsin. O Nefes Alıp Veren. Bir insan, Nefes Alıp Veren kendini gövdeden çektiği zaman niye görmüyor, duymuyor, konuşmuyor, hareket etmiyor? Gözü var, ağzı var, beden yerli yerinde ama işlem görmüyor. Demek ki; gören, konuşan, hareket eden, duyan Nefes Alıp Veren, Can. Ölüyle dirinin arasındaki tek fark, Nefes Alıp Veren’dir, başka bir fark yok. Nefes Alıp Veren tekrar bedene girse beden yine canlanacak. Demek ki bütün sıfatlar, fiiller onun elinde.” Dayanak “Benim bir yere dayanmam lazım. Ağaca dayansam, bitkiye dayansam benden küçük. Havaya dayansam benden küçük, hayvana dayansam benden küçük, adama dayansam benden küçük değil mi? Benim bende bir yere dayanmam 10 KENDİMİZ lazım. Bende bir yere, çünkü meçhulde bir yer yok. Hedef müspet ister, meçhul istemez. Peki benim en güçlü yerim nerem ona bakacağız. Benim en güçlü yerim ağzım, gözüm değil çünkü onlara bir hakimiyet kuran var. Gücüm aklıma da yetiyor, zihnime de yetiyor, ama Nefes Alıp Veren’e gücüm yetmiyor. Nefes Alıp Veren’i tutamıyorum, bir dakika, iki dakika sonra patlatıyor. Onun öyle bir gücü var ki kendini gövdeden çekti mi benden bütün sıfatlar, fiiller kayboluyor, görmeler, işitmeler, duygular hepsi kayboluyor. O zaman bende bu yapıda en güçlü yer Nefes Alıp Veren. Nefes değil, Nefes Alıp Veren! Ona biz Yaşatan diyoruz, Can diyoruz. Çünkü Can’ın belirtileri var, gövdeden çekti mi onlar yok oluyor.” “Bizim güçlü olmamız için, gücümüzün yetmediği, bizde bizi yaşatan Nefes Alıp Veren’e dayanacağız. Başka bir şeye değil. Şimdi, elektriğin merkezi neresidir? Baraj, değil mi? Bir lamba, direk barajdan elektriği alabilir mi? Alamaz. Ama barajdan gelen elektrik fişe taktığında senin işini görüyor değil mi? Biz de Yaşatana, bizde Allah’ın varettiği yere bağlanıp fişi takacağız. O fiş de bizde bizi yaşatan, kimsenin gücünün yetmediği Nefes Alıp Veren’dir. Ona bağlandık mı cereyanımız yanar. Cereyan yandığı zaman ihtiyaçlarımın hepsini görürüm, gayet doğal. Siz mevzuları büyütüyorsunuz. Tembelsem, erken kalkmayı mevzu ediyorum. Düzensiz intizamsızsam, prensibi mevzu ediyorum. Müsrifsem tasarrufu mevzu ediyorum. Bunlar sıradan işler, o kadar kolay ki. Ben, Nefes Alıp Veren’in bendeki yaşatıcı gücüne bağlantı kuracağım cereyan almak için.” “Nefes Alıp Veren’e gücün yetmiyor. Yetmediğine göre 11 ona tabi olacaksın. Var mı buna gücü yeten? Hücreleri, hidrojeni, atomu, her şeyi konuşuyorlar ama Nefes Alıp Veren’i konuşamıyorlar. Duydunuz mu hiç bir yerde? Niye araştırma geliştirme yok Nefes Alıp Veren üzerinde? O kadar hidrojeni, atomu patlatıyorlar da, şuna bir baksalar ya bu neyin nesidir? Niye yok? İnanç sisteminde bu olmayınca burası doğal, tabii kabul edilip kapatılıyor.” “Nefes Alıp Veren’in kendisinden güçlü bir şeyi yok. O kaynak enerji. Kendine insanı zırh yapmış. Yine kendisi. Diyor ki, “ben seninle benim hazinemi yönlendireceğim”. Sana da “o kadar büyüksün ki“ diyor -kendi büyük, sen değil-. Uyarsan beraber yaparız, uymazsan ben işimi yürütüyorum ama sen ortada kalıyorsun diyor.” Evren bütün işini insan ile yapıyor “Evren, kâinat tek bir varlık. Evren diyelim de rahat konuşalım. Evrenin, tabiatın özel yeri de insan. Evren bütün işini insan ile yapıyor. Bu da belli. Ama evren yapıyor, dikkat edin, sen yapmıyorsun. Sen ona, yani Yaşatan’a, Can’a uyarsan mutlu oluyorsun. Beraber oluyorsun. Uymazsan o yine işini görüyor. Senden lastik fabrikası kurmuyor mu? Kuruyor. Sen de diyorsun ki ben yaptım. Neyi sen yaptın? Akla getiriyor, düşünüyor, yapıyor. Ama zevkini alamıyorsun. Düşünsen ki, sen onu Can’la yapsan, “bu kadar insanın lastiğini ayarlıyorum, onları yolda koymayacağım” diye, zevkten dört köşe olursun.” “Sizler hiç kendinizi araştırmamışsınız. İnsan merak eder, 12 KENDİMİZ bu düşünceler nereden geliyor diye. Konuştuğumuz bu sözler nereden geliyor? Bir adresi, bir kaynağı olmalı değil mi? Bir plan, proje yapıyoruz, bunların da bir kaynağı olmalı değil mi? İşte o kaynağın geliş yerinden haberimiz olacak. Haberiniz olduğunda, dış etkiler kendiliğinden kaybolur, dış akıl biter, hayal de biter.” “Neremiz konuşuyor? Sesin geldiği yeri biliyor muyuz? Başlangıç noktası neresi? Ses; harfsiz ve hecesiz bir yerden gelip konuşma organlarında şekillenerek dışa çıkıyor. Aldığınız nefesin bittiği bir yer var. İşte o merkez “Can”dır. Can her yeri yaşatıyor. Can kendini bedenden çektiği an, bütün hayat fonksiyonları duruyor. O tekrar geri gelse, yine her taraf hareketlenir. Can bedeni terk edince kendisi yaşamaya devam ediyor. Can, her yeri sevk ve idare ediyor, yaşatıyor.” Her bir nefeste kainatı soluyoruz “Hiç hayatınızda kendi gözlerinizden görenle baktınız mı? Hiç biriniz, şu ağızdan nefes alıp verilen havanın ne dediğini duydunuz mu? Bak, “hu” diye alıyor, “hay” diye veriyor.”Hu” ne demek? Bütün kainatı içine alıyor. Âdem’den beri bütün konuşulan sözleri, hareketleri topluyor; Aldığımız nefesle Âdem’den bugüne bütün hareketler, düşünceler, sözler giriyor ağzımıza. Hayırlı ve şerli giriyor. Merkezdeysek hayat veriyor, aşkla geri sunuyor. Eğer güzel ayardaysak nefes bozuk giriyor, içeride güzelleşiyor, nurlaşıyor. Bozuk ayardaysak nefes senin bozukluğunu da alıyor, dışarı öyle çıkıyor.” “Bak, dünya kuruldu kurulalı gözünden gören hiç ihtiyarlıyor mu? Konuşan hiç ihtiyarlıyor mu? Onda 13 zaman, mekan yok. Şu anda senden gören göz, o gün de Peygamberimden görüyordu, Mevlana’dan görüyordu, Mustafa Kemal’den görüyordu, o hiç değişmez. Ceket değiştiriyor. Bugün bunu giyiyorsun, yarın onu. Hücre değişiyor. Esas varlık değişmez. O her zaman aynı. Zaman, mekan yok onda. Zaman, şu madde aleminin düzenlenmesi için ayarlanmıştır.” Unutma “Şu nefesi alıp verenin Yaşatan olduğuna, Can olduğuna inanmalıyız. İnanmak da yetmiyor, O’nun gücünü kullanmalıyız. Gerçekten bu nefesi alıp verenin, beni ve bütün kainatı sevk ve idare ettiğine inanacağım ki, ondan ayrılmayacağım. O hep benimle beraber, beni hiç unutmuyor, hep nefesi alıp veriyor. Biz bir an unutsak nefesi, gider elden. Ama bak o seni hiç unutmuyor. Nasıl seviyor, “hadi yetkiyi size verdim” dese, nefesi bize bıraksa, bir anda gideriz. Dalarız, o da küt diye gider. Bu kadar bizi sevenden biz niye uzaklaşıyoruz?” 14 KENDİMİZ GEZEN “Sen öyle bir büyüksün ki haberin yok. O yıldızlar, galaksiler gözünün merceğinde küçücük kalıyor. Bak hepsi içine giriyor da boşluk kalıyor. Öyle büyük bir varlıksın da haberin yok. Bütün kâinatın sahibi ve büyüğüsün sen. Sen büyük evrensin, o küçük evren. Ama altmış okkalık gövde akla gelince “neremiz büyük” diye düşünüyorsunuz.” Kendimizi gövde zannediyoruz “Bir kendimizi tanısak. Siz kendinizi gövde zannediyorsunuz. Biz diyoruz ki iki ebedi varlık var. Bir Nefes Alıp Veren, bir de Gezen. Bunlar yemez içmez. Bunlar duvar, hudut tanımaz. Bak, gözünü yum dünyayı içine alırsın. Gezen bir anda arş-ı âlâyı dolaşıyor. Onun maddi bir şekli yok. Onda zaman mekan yok. Nereyi konuşursan, o Gezen oraya gider. Bak bir anda otuz sene evvelini düşünüyorum. O kadar büyük varlıklar ki.” “İşte o Gezen sensin. O nereden türedi? Nefes Alıp Veren’den, Can’dan türedi. O; Can’ın yetki ve sahiplik fiilidir. Biz o sağda solda gezeniz. Gece rüya görürüz, gündüz de gezeriz. İşte o gezdiklerimizden zihnimiz bozuluyor. O Gezen evinde, yerinde olmayınca her yandan bizi bozuyor. İnsanın doğal hali kaybolmuş, yeryüzünde insandan başka bütün varlık doğal halini yaşıyor. Bir tek insan doğal halinin dışına 15 çıkmış. Kedi kediliğini yapıyor, ben köpeğim demiyor, doğal halini yaşıyor.” Kainatın sahibi insan “İnsan Yaşatan’ın yetki makamına hizmet ediyor. Yaşatan, bütün kainatın sahipliğini Gezen ile yapıyor. Siz biliyor musunuz ki; güneşi, ayı, yıldızları, bulutları hep siz yapıyorsunuz. Isıyı, verimi hep siz yapıyorsunuz. Yaşatanla beraber olursak zevkini yaşıyoruz, yoksa Yaşatan zaten bizden işini görüyor.” “Kimse bu Gezen’in kendimiz olduğunu, büyük olduğunu söylememiş. Dini sözler hep hayal ve meçhulde kalmış. Bizi mahveden şu Gezen. Herkes daldı mı kupkuru kalıyor, gezen buraya geldi mi yüzünüz parlıyor. O çok büyük. Çok çabuk gider, dünyayı dolaşır gelir. Daldık mı gidiyoruz. Allah insana o kadar aşık ki, o kadar kıskanç ki, dalınca kurutuyor. Benden başka bir yere gitme diyor, türediğin yere gel gir diyor.” Sıkıntılarınız o Gezen’den “Sıkıntı şurada, gövdeniz burada duruyorken Gezen’iniz kaçıyor. O sağa sola gittiği zaman baktığınızı göremiyorsunuz, işittiğinizi duyamıyorsunuz, okuduğunuzu anlamıyorsunuz. Sizin sıkıntılarınız Nefes Alıp Veren’den değil , o Gezen’den. Bugün kimin Gezen’i kötü bir yere gittiyse onun canı sıkılmıştır. Kim kafasında ummaya, küsmeye, beklentiye gittiyse hep sıkılmıştır. O kendinde olmadığından dalıyor, çarpıyor, maç ediyor. O evinde olsa canı sıkılmaz. O Gezen’e Nefes Alıp Veren de hiç karışmıyor, karışsa gel evine der, getirir, ama karışmıyor.” 16 KENDİMİZ “Gezen’in içeriye girme çıkma kudreti var. Girince büyük gücü alır. İçeri girince zihnin, kalbin, ellerin, ayakların, gövden rahatlar. Demek ki biz de hayat tarzı olarak, eve girince dışarıyı kapatacağız. İçeriye girince bütün kâinat senin oluyor. Kâinat senin bu fizik yapındır. Biz o Gezen’i eve (gövdeye) getirdik mi insan oluruz. O dışarı gitti mi nefis olur, suç işler. Çünkü o dışarı çıktı mı felekle uğraşır. Yani maddi alem. Felek dediği, eflaktır, maddi alemdir. Dışarıdayken onunla uğraşır. O içeri girdi mi insan olur.” “Gezeni dışarıda olan insanın belirtilerini sayalım. Korkaklık, pısırıklık, acizlik, zavallılık, tereddüt, şüphe, tembellik, kadercilik, çıkarcılık, dalgınlık, dikkatsizlik, say Allah say. Bu Gezen dışarıdayken gücü bulamaz. Siz dışarıda iken cesaretli olabilir misiniz? Korkak olursunuz. Ani bir ses gelince sıçramıyor musunuz? O korkaklığın alametidir işte. Bu kim olursa olsun. Gezen dışarıdaysa bunalıma girer, mutlu olamaz. Onun dışarıda çarpıştığı, kızdığı yerler var, onlar hazır onu bekliyor. Gezen dışarıda hep kötü yerlere gidiyor, daha ziyade. Hep kir alıyor, sıkıntı alıyor. Onu hakimiyetimiz altına alabilirsek çok rahat ve verimli oluruz. Hele hele onu sürekli bir hedefte tutarsak, çok başarılı bir insan oluruz. Bu yüzden de hepimizin ilk yapması gereken şey, kendimizi tanımak.” Gezen üç yaşından sonra aslından kopuyor “Gezen’le Nefes Alıp Veren (Can), anne karnında kırk günlük iken birleşirler. Gezen çocukken kopuk değil, üç yaşına kadar Nefes Alıp Veren’le beraber. O yüzden küçük çocukları çok severiz. Çocuk net, safiyette yaşıyor. Çocuğun 17 en net gördüğü üç yaşına kadardır. Onun için üç yaşına kadar çocukların yanında dikkat edin. Yalan, hile, döküklük yapmayın. O yaşa kadar çocuk yalan nedir bilmez, sonra bozulur. İşte o bozulmadan sonra bu Gezen hayale, meçhule, hikâyeye gider. Çocuklara dikkat edin; hiç korkmaz, hiçbir şeyden çekinmez. Biz ne yaparız? Aman, dikkat, yapamazsın, edemezsin, her taraf tehlike dolu. Böylece gezen dış dünyaya kaçıyor. Ondan sonra yetişme anındaki düşüncelerden dolayı çocuk değişiyor.” “Gezen üç yaşında korku anlarında kopmaya, ayrılmaya başlar. Korkuyla, korkutmayla kendinden kopuyor. Anneler, halalar, teyzeler cinli, perili hikayeler anlatmış bize. Kafamızda onlar kocaman olmuş, içimizde de bizi sıçratmış. Gezen’i dışarı kaçırmış. Mesela kocaman insanlar gece mezarlıktan geçemez. İşte o cin, peri, mezarlık korkuları hep çocukluktan kalmadır. Duman eder sizi. Ondan sonra da içeri girmez bu Gezen, çatallaşır. Senin kafanda elli, yüz tane tilki var böyle.” “O Gezen “kendiniz” demek, “nefis” demektir. Sizi sıkıntıya sokan, çıkaran odur. İspat edelim. Şimdi size düşman olan birini düşünün. Nasıl oldu? Renginiz kaçtı değil mi? Şimdi de çok sevdiğiniz birini düşünün. Bakın, yüzünüz güldü. Bakın, aynı anda oldu ikisi de. Gövde aynı, oturduğunuz koltuk aynı. Nasıl oldu da bir anda kapkara, bir anda neşeli oldunuz? Bu işi yapan Gezen. Beden değil. O halde sen Gezensin, beden değilsin. Bu işlemde gövdenin hiç fonksiyonu yok. Her şeyi Gezen yapıyor.” 18 KENDİMİZ Rüya gören, hayal kuran “O Gezen hep öyle dışarıda dolaşıyor, geziyor. Biz O’yuz. O gece de rüya görüyor. Yani hayalin geceki hali rüyadır. Senin dumanını çıkartıyor yatakta. Rüyada yanlış bir iş yapıyorsun, her yanın tir tir titriyor, gözünü açınca kimse görmemiş diye rahatlıyorsun. Gündüz karışık daldığı için hayalin net değil ama gece rüyada net görüyorsun. Gündüz zihin değişik yerlere gidiyor, yani dağılıyor. Rüyada daha kontroldesiniz. Rüyadayken, o korkunç rüyalarda, suçlu rüyalarda kıvranmıyor musun? Suya gidiyorsun, boğuluyorsun, yumruk atıyorsun, vuruyorsun, kırıyorsun, hiç el kalkıyor mu? Hiç bu gövdenin haberi var mı? Yok. İşte o esas dünyadır aslında, rüya değil. Esas dünya. Gövdenin burada bir fonksiyonu yok. Fonksiyonu olan iki varlık var; biri Gezen, biri de Nefes Alıp Veren. Nefes Alıp Veren kendini çekti mi, ne konuşma kalıyor, ne akıl kalıyor, ne düşünce kalıyor, hepsi gidiyor. Ama Nefes Alıp Veren geri girse, hepsi geri girer. Buradaki incelik o Gezen. O rüya gören, hayal kuran bizatihi sensin. İşte biz esas sizi anlatıyoruz, siz de kendinizi altmış okkalık eldiven zannediyorsunuz, sıkıntı burada. O Gezen evine geldiği zaman sende hiç sıkıntı falan kalmaz. Farzet ki rüyada güzellik, neşe, huzur, her şey hoş. İşte ebediyen öyle yaşamak da var. O zaman da keşke uyanmasaydım diyorsun.” “İşte şimdi onun artık evine girmesi lazım. Dikkate geçmemiz lazım. Evimizin sahibi, sultanı olmamız lazım. O haylaz sağda solda çok perişanlık yapmış. Artık ahlak falan koymamış. Hiçbir şey kalmamış. Evine gelirse mutlu olur.” 19 “Gezen dışarı çıkınca zaten ne olduğu belli değil. Hiç ummadığın düşünceler yaratıyorsun. Bir hasta görüyorsun, kendini de hasta ediyorsun. Seni ziyarete gelenleri, gelmeyenleri hayal ediyorsun, gelmeyenlere küsüyorsun. Ölüye gidiyorsun, kendini ölmüş hayal ediyorsun. Kavgaya gidiyorsun, sevmediğinle dövüş yapıyorsun. Yani bir sürü hallere giriyorsun.” Gezen dışarıda suç işler “O Gezen kendinden dışarı gitti mi suç işler. Onunla bununla uğraşır. Kendinizi takip edin, bugün ne kadar suç işlemişseniz O gitmiş de işlemiştir. Her gün suç işliyorsunuz hepiniz. Suç illaki hırsızlık gibi şeyler değildir. Dikkatinde olmamak da suçtur. Vakti boşa harcamak da suçtur, canını sıkmak da, yüzünü ekşitmek de.” “Gezen evine (gövdeye) geldi mi insansın. İnsan suç işlemez. Ahlaklı olur. Bu eve geldiğinde sen doğal halini yaşarsın. Evinde olup da doğal halini yaşamayan varsa gelip beni sorgulasın.” Gezen evinden dışarı çıkınca ne oluyor. Hayale gidiyor. Çocukluğunuza bakın nasıl alıştırdılar bizi. Bolca hayal kurun dediler. Herşeyi beleş, hayalde yaptık. İşte o bizi mahvetti. Gezen’in iki ayağı “Gezen’in bir ayağı içeride, bir ayağı dışarıdadır. İkisi de dışarıda olsa nefes kesilir. Biri içeride, biri dışarıdadır. İçerideki vali makamı diyelim, dışarı çıkınca da merkez valisi 20 KENDİMİZ gibi oluyor. O Gezen, Yaşatan’ından koptuğu için komalık. O yüzden sıkıntı yapıyor. Evinde olsa, türediği yer olan Nefes Alıp Veren’e rücu ettiği zaman ölümsüzleşir. O Gezen, ölümsüz bir varlıktır. Yemez, içmez, hastalanmaz, uyumaz. O Nefes Alıp Veren’den, Yaşatan’ından koptuğu için tekrar geri buraya girecek. O ayrı kaldığı zaman kısmi (cüzi) bir iradesi var. Buraya geldiği zaman genel (külli) bir iradeye geçecek.” “Gezen, yaşınıza göre onbeş sene, otuz sene, kırk sene gezmiş dışarıda, içeri girmemiş. Girmesi için biraz emek lazım, biraz uğraş lazım, hemen girmez ki… Emek vermeden bir sanat, bir meslek öğreniliyor mu? Yahut bir ticaret yapılıyor mu? Gezen çocukluğumuzdan beri kayıp. Gezen evine (gövdeye) girerse insan olursunuz, ahlaklı olursunuz, o girmezse olamazsınız. Peygamberimiz onu birleştirmiş, insan olmuş. Sen de oraya girdin mi insan olursun. O dışarıdayken nefistir, başı beladan kurtulmaz.” Sevmediklerini evine sokuyorsun “Gezen şimdi dışarı çıkmış, sağda solda geziyor. Ta uzaklara gidip sevmediği insanlarla uğraşıyor. Başka işin yok mu senin de uğraşıyorsun böyle? Burada gövde var. Yaşatan da nefes alıp veriyor. Gezen onları bırakıp gittiği yerde sıkıntıya giriyor. Sen bir adamla gece boyu uğraşıyorsun, hem de yatağında. O adamın haberi var mı? Yok. O belki mutluluktan oynuyor ama sen burada boyuna cehenneme giriyorsun. Bak etkisine giriyoruz işte. Hem dış evimize getiriyoruz, hem gövde evimize koyuyoruz, hem de zihin/kalp evine getiriyoruz. En kötü dediğimiz adamı en değerli yerlerimize getiriyoruz. 21 Çarşıda o adamı görsen hiç merhamet etmezsin, selam bile vermezsin, sırtını dönersin ama gece alıp eve getiriyorsun.” “Bir insan sevmediğine gitsin, suratı bir karış oluyor. Sevdiğine gitsin rahatlıyor. O zaman kim bu sıkıntıyı çeken? Gövde mi, yoksa o giden mi? İşte burayı çözemiyoruz. Gezen çekiyor sıkıntıyı. Sıkıntı da, arıza da, kafa bozukluğu da hep Gezen’de. Siz zannediyorsunuz ki; problemleri ve hastalıkları gövde yapıyor. Hayır, sıkıntı Gezen’de. O, sevmediğin birine gidiyor, o anda dedikoduya ve olumsuzluklara başlıyorsun. Her an kendinizi izleyin. Halden hale giriyorsunuz. Niye? Gövdenizin hücreleri hayvan yapıdan meydana gelmiştir. Gezen yerinde olmayınca, hayvanların özü kendi huylarını ortaya koyuyor. Kuzulaşıyoruz, kurtlaşıyoruz, kuşlaşıyoruz, balıklaşıyoruz, horozlanıyoruz. . . O anda biz de kendi kendimize diyoruz ki; “şimdi nereden geldi bu düşünce aklıma?” Evimizde (gövdede) olmazsak gelir.” “Hayvanla insanın farkı bu Gezen’dir. Hayvandaki gövde de aynı gövde. Gövde onda da var. Ama şu Gezen yok. Hayvanda da et akıl var, o kârını, zararını bilir. Zehirli otu yemez. Hatta depremi bilir. Çiğnediği yerdeki otu da yemez. Ama şu Gezen yoktur. İşte o Gezen insan. O kâinatın, Can’ın sevgilisi, cananı.” Ahu göz “İnsan olmayanlar tek gözlüdür. Mahluk gözlüdür. Bakar, işitir. O da geçimi için. Ama İnsan’ın, ahu göz dediğimiz ikinci gözü vardır. Mevlevi göz dediğimiz, öyle diyelim de 22 KENDİMİZ anlaşılsın. Ahu göz görür-duyar. Şimdi bizim görür-duyar hale gelmemiz için o Gezen’in eve gelmesi lazım. Onun eve (gövdeye) gelmesi de ustasıyla olur. Hedefsiz gelmez o. Çünkü başı boş kalmış orada. Ve o öyle bir geziyor ki, hiç senin gücün yetmiyor. O öyle yaramaz ki. Onun ustası onu getirip içeri tıkacak. Tıktıktan sonra da ustanın dediklerini aynen tutacağız. Tutacağız ki bir daha çıkmasın. O Gezen bir şeye aşık, hedefe aşık. Dikkat edin, sevdiğiniz zaman hep sevdiğine kaçıyor. Kötü yere de sevdiğinden gidiyor. O bir yerde muhakkak bir sevgi bulacak.” 23 ÜÇ YAPI BİR ARADA “Gezen evine gelip birleştiği zaman ne oluyor? Belirtilerine bakalım. Dikkatte oluyorsunuz, baktığınızı görüyorsunuz, işittiğinizi duyuyorsunuz. O zaman hata diye bir şey olmaz, kötülük diye bir şey kalmaz. Şimdi bunu çözememişler, Gezen ayrı, onun kötülüğünü konuşmuşlar. Birleştiği zaman öyle bir şey yok ki, yapıda yok yani. Arasan bulamazsın. Kendi kendine bir yalan söyleyeyim desen, söyleyemezsin. Kötü düşüneyim desen, düşünemezsin. Hayal kurayım desen, kuramazsın. Niye? Gezen evinde. Ama o evden gidince her kılığa giriyorsun. Hem de saniyede giriyorsun. Şu iç aleminize bakın, dakikada kaç düzene girip çıkıyorsunuz.” “Nefesi Alıp Veren bizi yaşatan Can’dır. Onu iyi tanımamız lazım. Nefes Alıp Veren’i iki, üç dakika tutmayı deneyin, zorlayın kendinizi bakalım tutabiliyor musunuz? Tutamazsınız. Demek ki bu Nefes Alıp Veren sıradan birisi değil. O çok güçlü. O; kainatı da yaşatan, bizi yaşatan Can. Bu Gezen de ondan türemiştir. Bu gövdenin vazifesi de, o ikisini birleştirmektir. Can her zaman yerinde duruyor, Gezen her zaman kaçıyor. Can ve canan, bu gövdede birleşecek.” Yaşatan hep Gezen’i arıyor “O Gezen dışarı gidince bu ev bomboş. Nefes Alıp Veren ile gövde kalıyor. Nefes Alıp Veren, yani bizi Yaşatan, Gezen’i arıyor. Sevgilisini arıyor. Gel diyor, gir içeri, gir de muhabbet 24 KENDİMİZ edelim diyor. O da gelmiyor. Türküler söylüyor, şarkılar söylüyor, olaylar yaratıyor, hadiseler çıkartıyor, kazalar yapıyor kendine gel diye. O kazalar var ya, hep hayırdır. Sırf sen kendine gel diye; gelmiyor. Adam salıyor, hizmetçiler salıyor. Kendine gel. Gelmiyor.” “Siz hiç aynada gözünüzden görene baktınız mı? Yok. Her gün aynaya bakıyorsun, ama gözünden görene bakmıyorsun. Peki şimdi gözünden görene bir bak bakalım, hiç hayal kalır mı sende. Gözünden görene bir bak, herşey durur. Ne olmuş oluyor? Bu gövdede birlik oluyor. Bu gövde, iki varlığın, Gezen’le Nefes Alıp Veren’in birleşip zevk-i alem yapması içindir.” Yaşatanın yetkisi Gezen’de “Gezen bütün kainatı sevk ve idare edecek makam, mevki. Gezen evine geldiği zaman, Can’ın yetkisini elinden alıyor. Eve girdiği anda bütün yetki onda. Gezen dışarıda iken sıradan bir insanız. İçeri girdiğimiz anda, bütün yetkiyi ele geçiriyoruz. İspatı? Bir kere gövde müthiş güzel oluyor. Bir hoşnutluk, bir huşu oluyor. Ondan sonra değer verdikçe, kapıdan içeri içeri girdikçe daha geniş yetkileri alıyoruz. Önemli olan, o Gezen’in değerini bilmek. Gezen burada olunca, neşeden başka bir şey düşünemezsiniz.” “Gezen’in yetkisini bir de şöyle tarif edelim. Can’ı bir bütün olarak Bursa kabul edelim. Yani Can, Bursa. Bir de Bursa’da yaşayan fertler var değil mi? Bursa’da yaşayan fertler Bursa ile iç içedir, ayrı değil. Bir de Bursa’yı yöneten vali var. Valinin gücü başka, fertlerin gücü başka. Biz valilik 25 makamında değil de sağda solda, hayalde, rüyada gezersek zavallı oluyoruz, cüzi oluyoruz. Yani karnımızı doyuruyoruz, başka bir şey değil. İşte Gezen buraya girdiği zaman valilik makamına oturup yetkili oluyor.” “Gezen, Nefes Alıp Veren’den türemiştir. Gezen türediği yere dönünce siz Yaşatan’ın gücünü kullanmaya başlarsınız. Bütün kainatı düzenlemeye başlarsınız. Bütün dava Gezen’i evine getirmektir. Sen hiç bilmediğin bir yerden güç alabilir misin? Sen hiç makamına gitmeden o makamın gücünü kullan, olacak iş mi bu? Gezen evine gelip oturacak ki, Nefes Alıp Veren’in gücünü kullanabilsin.” Dışarıdakilerin hepsi senin “Gelin, buraya içeri gelin. Dışarıdakilerin hepsi sizin, merak etmeyin. Gezen dalınca, gövdeden ayrılınca, şu benim olsun, bu benim olsun diyor. Can da çağırıyor, onlar zaten senin, ne diye beni bırakıp da onlara gidiyorsun diyor. Hepsi senin, sen benim gönlüme gir diyor. Biraz daha gir, vekaleti sana vereyim, sen ne yaparsan yap diyor.” “O Gezen döner, Yaşatan’ına rücu ederse, gerçek insan olur. Doğal olarak kötülük falan kalmaz. Siz akşama kadar yalan söylemeyeyim, hile yapmayayım, dürüst görüneyim diye uğraşıyorsunuz. Gezen evine geldi mi bu doğal olarak olur. Bugün akşama kadar bir gövde aklıma gelmedi. Evinde oldun mu mis gibi olursun. Gezen içeri girdiği zaman dirilir. Hiç yanlış yapmaz. Olumsuz şeyler konuşmaz. Evine girdiği zaman dalavere, güvensizlik, olumsuzluk olmaz, yanlış çıkmaz bu evzalardan. Ama Gezen dışarı çıktı mı her şey çıkıyor işte.” 26 KENDİMİZ “Gezen gezdiği zaman nefistir, suç işler, yetkisizdir. Onun için o sözler söylenmiş, “gözü kör olası nefis” gibi. O içeri girdiği zaman aslına rücu eder, insandır. İnsan olunca otomatik olarak örnek insan hali oluyor. O da senin tabii halin. Her insan böyledir ama iş o insanlık yerine gelmek. O zaman biz gerçek insan oluruz; efendilik yapar, sahiplik yaparız; bize hizmet edenlerin, maddi alemin emrine girmeyiz.” Yaşatanın bendeki gücüne bağlantı kurmak “Evlerimizde kullandığımız elektrik nereden bağlantı yapıyor? Direkten. Bakın, baraja gitmedik. Oradan yaptırmaz, patlatır burayı. Ben de cereyan almak için Allah’ın bendeki yaşatıcı gücüne bağlantı kuracağım. İşte bunun için o Gezen eve gelecek. Eve geldi mi örnek insan olur. Bağlantı olur, ışık yakar. Dışarıda bağlantı yok, ışık yakamaz. Diyelim evi düzenlemişsin ama elektrik direğine bağlantıyı yapmamışsın, ışık yanar mı? Bizde de direk nefesin bittiği noktada. Bizde en güçlü, senin benim gücümüzün yetmediği ne var? Nefes Alıp Veren var. Ona kimsenin gücü yetmez. Demek ki benim Gezen ona dayanacak.” “Nefes Alıp Veren’e döndüğün zaman tıpa tıp kainatın bütün güzel insanlarının ahlakı sende zuhur ediyor. Tıpa tıp. Dürüst, onurlu, vakarlı, şerefli, gözünü hiç mahçup etmez, verdiği sözden caymaz, emanet aldığı işi yerine getirir, güven sarsmaz. Korkak olmaz, pısırık olmaz, aciz olmaz, zavallı olmaz, kaderci olmaz, tereddütlü, kinli, nefretli olmaz. Üretim, düzen, intizam, sevgi, saygı devamlı olur. Öyle bir 27 kapı kapanıyor ki burada. Ben yalan söyleyeyim desem söyleyemem. Yok. Olmayan bir şey konuşulur mu? Hile yapayım desem yapamam. Yok. Öyle bir şey yapıda yok. Evinde olunca sıkıntı olmaz, etki olmaz. Gördüğünü, işittiğini etkine alırsın, güçlüsün ya. Güçsüz olunca etkileniyoruz. Her gelen içeri giriyor. Ama güçlü olduğun zaman kimse giremez. Böyle bir yapı var. Bu senin yapın. Bu senin doğal halin. Yani dört dörtlük bir insan nasılsa biz oyuz.” 28 KENDİMİZ BİRLEŞMEK İÇİN “Dikkatimizi Nefes Alıp Veren’e bağlayalım. Nefesinizi takip edin. Nefesiniz, asansör gibi sürekli içinize inip çıkıyor. Gezen’i bu asansöre bindireceğiz. Şöyle bir takip edin, nefesiniz nerede bitiyor? Göbeğinizin üç parmak üstünde bitiyor. Dikkatinizi nefesinize bağlayın, aklınızı da dikkatinize bağlayın, nefesinizin bittiği yerde her tarafınız zingir zingir zingirder. Biraz takip etseniz, damarlarınızın zikrini duyar kendinizden geçersiniz. Daha dünyada hiçbir şey istemezsiniz. Bütün dünyanın en iyileri bir araya gelse hiç kalkıp da bakmazsınız. Olumsuz ve yıkıcı düşünce diye bir şey kalmaz. Çünkü can bayram ediyor, canan odasına geri geldi, oda şenlendi. Böyle bir mutluluk var. Bunu her an yaşayabilirsiniz.” “Demek ki ne yapacağız? Dikkatimizi asansöre bağlayacağız. Buradaki asansör hiç arıza yapmaz. Bak, inip çıkıyor. Biz bu inip çıkan nefese bineceğiz. O ne demek? Dikkatimizi buraya bağlayacağız. Nefesimizin bittiği yerde iki üç saniye tutarız, zaten orası fıkır fıkır kaynıyor. Orada vicdan dediğimiz, gönül dediğimiz cananın makamı var. Cız diye yakar, neşelendirir, bu etkiler hep oradan gelir. İşte nefes oraya inip çıkıyor. Bütün dikkati Nefes Alp Veren’e bağlayın, yakalayın ki o dediğimi, bir daha bırakmazsınız, mal sizin olur.” “Peki bağlantıyı nasıl kuracağız? Bu evden kaçık olan Gezen nasıl girecek buraya? Geliyor ki her taraf dolmuş. Kin, nefret, kıskançlık her şey var. Giremiyor içeri. Zihnimi 29 boşaltmam lazım ki Gezen içeri girsin. Bu zihin hedefle güçlenir, insan sevgisiyle de temizlenir. Ondan sonra bağlantı kurmak ve devam ettirmek kolaylaşır. Buradaki bütün sorun insan makamına oturmak. İnsan sevgisi insanı kötülüklerden kurtarıyor ama yetki sahibi yapmıyor.” “Mutlaka bir hedef tutacağız ki yetkili ve güçlü olabilelim. Demek ki iki şeye ihtiyacımız var. Biri hedef; gövdenin hareket haline geçmesi için. İki, sevgi; insan sevgisi ki temizlenelim. Bu insan sevgisi de öyle alelade bir insan sevgisi değil. Gezen’le Nefes Alıp Veren’i bu gövde içinde gönülde birleştirmiş, her an dikkatinde, gerçek insanlığını yaşayan Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi yani insan ustası.” Hedef “Gezen hedefe aşıktır. Hedef insanın kendi doğal halidir. Kişilik ve şahsiyetidir. Hedef kendimizden üstün bir şey olacak. Mal, mülk, şan, şöhret, bakan olmak, sanayici olmak, profesör olmak, bunlar hedef değil, bunlar sıradan işler. Hedef beni aşmalı. Benim nerem beni aşacak? Kişilik ve şahsiyetim. Kişilik ve şahsiyetime önem verdiğim zaman bu gövdeden kâinata verimlilik akar. Bir iz bırakırız. Bir sahada, iki sahada, beş sahada. Sen şu bilinenin üstünde bir şey koymalısın, yani çözeceksin. Neresi çözülmemiş, neresi verimsiz, orayı çözdün mü sen üste bir şey koymuş oluyorsun.” “Binlerce senedir Gezen dışarıda gezmiş, hiç eve girmemişiz. Hiçbir insan yok ki günlük hayatında bir dakika Gezen’i içeri sokmuş. Bu bize babamızdan kalma -öyle diyelim- bir borç. Bunu çalışıp ödeyeceğiz gibi alıştıracağız. 30 KENDİMİZ Bunun bir ustası var, bütün güzel ve kaliteli işlerin olduğu gibi. Onunla diyaloğun çok olursa o seni içeri sokar. Ama senin de hedefin olması lazım. Ben şerefli, haysiyetli insan olacağım diyeceksin. Dürüst, mert, onurlu bir insan olacağım dediğin zaman güce ihtiyaç hissedersin.” “Bakın çeşitli anlatıyorum, hedef senin Yaşatan’ın seni var ediş nedenine uygun yaşamandır. Yaşatan yeryüzünde işini seninle yapacak, ayrı değil. Onun bu ahdine uyuyorsan hedeflenmiş oluyorsun. Yaşatan diyor ki “sen benim vekilimsin, yeryüzündeki bütün icatları buluşları seninle yapacağım. Senin aklına getireceğim, yapacağım.” Sen ona uymadın mı, aciz, korkak, pısırık, çekingen, ne derseniz deyin, ona düşmanlık yapıyorsunuz. İşte o zaman da Yaşatan seni cezalandırmıyor, sen seni cezalandırıyorsun. Çünkü bu kâinatın sorumluluğu bizim üzerimizde. Beleş geçiniyoruz. Her şey bize hizmet ediyor ama bunun bir de sorumluluğu var. Dükkânın olsa bile temizlik yapıyorsun, bir şeyler yapıyorsun değil mi? Bir de bu yeryüzünün sorumluluğunu hiç düşündük mü? Hava, güneş, ay, yıldız, hiç onlara böyle güler yüzlü baktık mı? Nefes çektik mi? Bir teşekkür ettik mi toprağa, bize neler taşıyor. Ne hakaretler ediyoruz ama o yine de boyuna veriyor.” “Hedefsiz bir insanın insan olma ihtimali hiç yoktur. Hedef zaten var ve belirli.”Sen, kainatı benimle beraber adaletlice, düzenlice, intizamlı ve nizamlı yönlendireceksin”. Kainat, bu gövdedir. İşte bu kainatı yönlendirmek için hedef tutacağız. Bizim bu kainatı sevk ve idare etme sorumluluğumuz var. Bu sorumluluğumuz namazla oluyor. Namazda bu kainatı düzene sokuyoruz. Bugün havalar niye bozuk? Biz de bozuğuz da ondan. Niye denge yok? Bizde denge yok da ondan. Sözler 31 niye anlaşılmıyor? Biz de anlaşılmıyoruz da ondan. Nereden bakarsan bak.” “Sizin dışınızda hiç bir şey yok boşa aramayın, düşünmeyin, her şey bu yapının içinde.”Arşıma kürsüme sığmadım, insanın gönlüne sığdım” diyor. Girin içeri herşeyi bulursunuz. Ama o gezen içeri kolay kolay girmez. Nasıl girer? Hedefli adamlarda girer. Hedefin büyüklüğüne göre girer, hedef tutmadı mı o girmez.” “Gezen’i, nefesin bittiği yere bağladığımız zaman bütün vücudumuz Allah Allah diye titrer. Şu anda bağlayın hemen yaşarsınız. Hayal ve düşünce durur. Ama bu ancak bir hedefle olur.”Ben şerefli, şahsiyetli, amaçlı, örnek bir insan olacağım”. Bu hedefi birinci sıraya koymadığınız zaman gövdenin istekleri öne geçiyor işte. Onun da sonu yok, çeşidi çok.” “Bazen yoruldum diyoruz. Zannediyorsunuz ki siz yoruldunuz. Hayır, gövde yoruldu. Bakın kendinize, sevdiğiniz bir işte yirmi dört saat ayakta olsanız, hiç yorulmazsınız. Ama sevmediğiniz işte derhal yorulursunuz. Amaçlı, hedefli insan yorulmaz. Hedefi olmayan insan sürekli yorgundur.” “Sen kendine bir hedef tutacaksın: mesela, “Ben, bu şehrin ya da Türkiye’nin şu sahada örnek insanı olacağım”. Bu hedefi koyduğun zaman mecburen bir yere sığınırsın. Şimdi talebeler okuldan diplomayı alınca iş yok diyorlar değil mi? Ne yapıyorlar? Bir yerlerden adam arayıp buluyorlar. Niye? İşlerini yaptırmak için. İşte hedefiniz olunca böyle ihtiyaç duyduğunuz yere sarılırsınız.” 32 KENDİMİZ “O Gezen’i bir hedefle tutacaksınız. Hedef senin büyüklüğüne ve güçlülüğüne inanma hedefidir. Hedefsiz, kuru kuruya olmaz. Hedef tutacaksın, onun için de güce ihtiyaç duyacaksın. Bana bir güç lazım, o nasıl bir güçtür? Bende beni yaşatan güçtür. O zaman ona ihtiyacım var.” “Gezen bir şeye aşıktır, hedefe aşıktır. Hedefli insanlarda Gezen emre geçiyor. Yani kararlı insanda, hükümlü insanlarda. Sen bir karar ver, ne olmak istiyorsun. Karar verdik mi iş kolay. İlk işin büyük putları yıkacaksın. Şan, şöhret, makam, mevki, nüfus, cinsellik neyse. Tıkır tıkır yıkacaksın. Putlar hani kırılıyor ya Kabe’de, siz onu taşlara dinliyorsunuz. İşte öyle kıracaksın. Ondan sonra emrine alacaksın hayatı. Yoksa onları dışlamak değil.” “Hedefimiz devamlı bir hedef olacak. Sizin hedefler kısa. İşi bitiriyorsunuz, başarı yapıyorsunuz, iki gün sonra kendinizi salıyorsunuz. Tekrar yapacağız. O iş durmaz. Hedef durmaz. Bir de birinin aşkı için yapacağız. Paranın aşkı için hedef olmaz. Paranın olduğu yerde hiç mutluluk lafı olur mu bir bakın. Hep sıkıntı getirir adama. Peki ben kâinatta kime hizmet edeceğim. Yine en iyisi insan. Hayvana mı edeceğim? Toprağa mı edeceğim? İnsana hizmet edeceğim. İnsanın en iyi yeri neresi? Kişiliği, şahsiyeti, şerefi, haysiyeti. Demek ki hedef yine kendimiziz. Başka değil, dışarıda yok. Hedefi dışarıda değil, kendimizde arayacağız.” 33 Sevgi “Maddede sevgi olmaz. Sevgi; Gezen ve Nefes Alıp Veren’in sevişmesidir. Bu bilinmediği için Gezen’le gövdenin sevişmesine sevgi diyoruz, o yanlış işte. Bu olmuyor, çünkü maddede sevgi olmaz, çıkarcılık olur. Gövde hayvan kısmımızdır, çıkar, menfaat ister. Bunda sevgi falan olmaz. Sen bana hürmet edersen iyisin derim, o hürmet bittiği an seninle işim olmaz. Kimileri on sene, yirmi sene arkadaşlık yapar, arkadaşının işine gelmeyen bir huyu yüzünden araları bozulur. O huyunu daha önce de biliyordu, sanki o gün mü çıktı karşısına? Bana hediye getirirsen, hürmet edersen, hiç yük vermezsen, yükümü alırsan ben seni severim. Başka bir sistem mi var zahirde? Evlatta da böyle, akrabada da böyle, ortakta da böyle, komşuda da böyle. Bunlar sevgi değil. İnsan sevgisi bu olamaz. İnsan sevgisinde şu var: herkes üzerimi kirletecek, ben onların kirlerini temizleyeceğim.” “Bu zihinleriniz dolu. Mevlana anlatmış anlatmış kimse anlamamış, “ben büyük eşeğim” diye. Çünkü doldurmuş yükleri kafaya. Ama Şemsi görünce çarpılmış. Çarpılınca da bu kafadakiler yük. O kadar bilgiler yük. İşte bu bir insan sevgisiyle temizlenir. İlla bizim bir insan sevgimiz olacak, neden? Zihin dolu. Kiminle dolu? İnsanlarla dolu. Çocukluğundan beri kızdığın adamlarla dolu aklın. Alışmışız, hep kötülere gidiyoruz, kızıyoruz değil mi? Peki, o zaman zihin sevdiğimiz bir insanla dolacak, bu kadar basit. Hiç derin bir şey yok, sevdiğin bir insanla dolacak. Bir insan sevgisi olacak. Bu var mı? Yok. Bunu söylemişler mi? Yok. Ama insana kızmayı bize öğretmişler. Akşama kadar her gün kaç kişiye kızıyorsunuz? Suratınız bir karış ekşiyor. Bize deselerdi bir de iyiye git rahatla diye, bu sıkıntılarımızın çoğunu hallederdik. 34 KENDİMİZ Biz iyi bir insanı hatırlasak sıkıntıya girmeyiz. Bakın çok kabadan konuşuyorum. Bizim hayalden dönmemiz, Gezen’i eve getirmemiz için dikkatinde, gerçek bir insanla alışveriş yapacağız.” “Bize daha evvel insanlara kötülük düşünme, kötü yönlerini düşünme deselerdi, insanı sev deselerdi çoğu sıkıntı giderdi. Bakın, akşama kadar dağdan, taştan, ağaçtan hiç sıkılmıyoruz. Hep aklımıza ya evdekilerden geliyor, ya akrabadan geliyor, ya işyerinden geliyor, ya komşudan geliyor, birine kafaları takıyoruz. Bunun yerine deseydi ki annemiz, öğretmenimiz “sevin”. Sevdiğimiz aklımıza gelse rahat ederdik.” “Sevgide ilk önce görünüme bakarız. Mesela fiyakalı giyinmişsindir ama ağzın olumsuz konuşuyorsa notumuz düşer, düşmez mi? Gözün bozuk bakıyorsa notumuz düşer. Dedikodu yapıyorsan düşer, değil mi? Olumsuz konuşuyorsan düşer. Malın için kendi kişiliğini şahsiyetini harcıyorsan düşer. Ahlaklı olmayan bir insan sevilir mi? Kardeşin dahi olsa, hırsız, üçkağıtçı, yalancı adam sevilir mi? Bir insanda güven, saygı, sevgi varsa onu doğal olarak seversin. Yani sevginin anlamı saygı ve güvendir. Güvenmediğini saymazsın, saymadığını da sevemezsin. Dön dolaş sevgi ahlâkla ilgilidir.” “Sevgide bir kere seni gören bir mutlu olacak. İçi ılık ılık kaynayacak. Hani içim kaynadı denir ya. Ondan sonra icraatının yapısı ortaya konacak. Biz hangi insanları severiz? Ahlâklı insanları severiz. Ahlak, verimli olmanın devamlı halidir. Ahlâksız kardeşim de olsa kızarım, değil mi? Demek 35 ki sevgi ahlâktır. Çünkü sevgi tabandan, vicdandan gelir. Bizi sıkanlar kim? Kalitesiz insanlar. Kaliteli bir insanı sevdik mi o da rahatlatır. Bir insan sevilirse ahlâk değişir. İnsan sevmeden ahlâk değiştirmek hiç mümkün mü? Bu kadar açık.” “Bu iş yürekten sevgiyle olur. Çünkü yürekten seversen o sevdiğin insana benzersin. Size zahiri bir şey anlatayım, onu ahlâka çevirin. Benim en sevmediğim şey tıraş olmaktı. Baktım sevdiğim insan her gün tıraş oluyor, ben de oldum. Bu büyük bir inançtı benim için, bunu kimse yıkamamıştı bende. En sevmediğim kravat takmaktı, baktım o takıyor, ben de taktım. Ben hep ayak ayaküstüne atar, hava satardım. Baktım o hiç öyle oturmuyor ben de oturmadım. Bakın bir şey anlatıyorum; bunu ahlâka döndürün, aileye döndürün, her yere döndürün. Sevgiyi anladınız mı? Sevgi böyle değiştirir adamı.” Usta “Gezen’in evine gelmesi lazım. Gelecek ama zihin çocukluktan beri yüklerle dolu. Gezen içeri giremiyor. Zihni temizlemek lazım. Bu bir ehil usta ister. O zihni, kalbi açar. Bir kere şunu unutmayın; insana, insandan fayda gelir. İnsanın dışında bütün sıfatlar, dini söylemler dahi insanın emrindedir. Öğretim insandan gelir. Onun dışında olmaz. O zaman neremiz eksikse oranın ihtiyacını duyuyoruz. Tam olana gidip bana da ver diyeceğiz. Gezen’i evinden kim kaçırdı? İnsanların yanlış eğitimi. Kim geri getirecek? Yine insan getirecek. Benim bir ustaya, bir insana, kendimden kıymetli, kendinde kendini yaşayan, Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi olan bir insana ihtiyacım var. Ustasız hiçbir şey olmaz ki hayatta. Herkes dünyada ustasıyla yetişir.” 36 KENDİMİZ “Zihniniz sade olacak. Bomboş olacak. Sizin çocukluktan beri yükleriniz var. Şimdi değil ki, kaç yaşındaysanız o kadar yükünüz var. Ummadığınız anda aklınıza geliyor. Dolu zihin ağırlık yapıyor. Zihin dolu olunca yeni birşey verilmez. Zihin dolmuş peki, ne olacak? Doktorlar beyni ameliyat ediyor ya, biz de zihni ameliyat edeceğiz. Orayı temizleyeceğiz, içine bir şey dolduracağız. O dolacak ki dışarıdan geleni almasın. Mesela burada ara sıra kızgınlık kokuları da saçılıyor bana hiç giriyor mu? Giremez. Çünkü o sevgilisinden ayrılamaz. Demek ki zihnin boşalması için bir ustaya ihtiyaç var. İnsanlığını yaşayan bir ustaya. Yani Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi’ne.” “Gezen dışarıda olduğundan özümüze uymuyoruz. İnsanlığımızdan noksanlığımız var, güçsüzlüğümüz var. Çünkü yapmak istediklerimizi yapamıyoruz, yapmamak istediklerimizi de yapıyoruz. Buna bir güç lazım. Bu güç nerede? Dışarıda değil. Peki nerede? O bizim en büyük yerimiz. Bizim en büyük yerimiz nerede? Bizi yaşatan, nefesi alıp veren. O kendini çekti mi ölüyoruz. Biz ona döneceğiz. Ama bu kafalar ona dönemiyor. Buraya dönmek için Gezen’i evinde olan bir insanla alışveriş yapacağız. Talep edeceğiz. Güce ihtiyaç hisseden talip olur, ustasını bulur. Bu verilmez alınır. Zaten her şeyi öyle alırız. Talebe öğretmenini seviyorsa başarılı olur, çırak ustasını seviyorsa başarılı olur.” “Okulu kendimize mi okuduk, öğretmene mi? Kendimize. Öğretmenler de bize yardım etti. Deseler ki öğretmenlere niye maaş verelim, kitapları biz okuyalım, yetişelim. Olur mu? Olmaz. Ustasız bir şey olmaz. Her şeyin bir ustası var. Bir şeyin 37 uzmanıysa bir kişi, o sanatı yetiştireceği adamlara vermeli, hem de “sen beni geç” demeli. Eğer bir insan yetiştirdiği kişiye beni geç demiyorsa orada kölelik vardır. Biz köleliği kaldırıyoruz.” “Sizin içiniz birini sevmek istiyor. Birini sevmek istiyorsunuz. Ama bu et olmaz. Bu gözden gören ahu gözlü olacak. Ona yapışacaksın, seveceksin. Başka yok. İnsanı seven Yaşatan’ı sevmiş olur. Bunu bir kere kafanıza koyun. Tarihte insanı seven büyümüştür. Hadi birisini söyleyin, insan sevmeden yüce olmuş. Hep ustasını sevmiş büyümüş. Bizi bizden daha çok düşünen, bizim şerefimizi, haysiyetimizi, onurumuzu düşüneni seveceğiz.” “Esas usta burada, gönülde. Gövdeli usta da onun hizmetçisi. Gönülde olan insanın nasıl yaşadığının ispatıdır gövdeli usta. Yani sen de en az bu tip olabilirsin. En az. Bunun için de ustaya ihtiyacın var. Diyelim ki bir yere varmak benim için hedef. Arabam olmasa oraya nasıl giderim? O da amaç. Benim buraya gelmem için o araca binmem lazım. Bu ustaya da gezenin eve girmesi için doktorluk yaptıracaksınız. Bu kadar açık. Zahiren ustaya bir şey vereceğim diye düşünürseniz yanlış olur. Ustaya verebileceğin ancak senin sana dost olman olabilir. Artı, bu usta senin kötülüklerini istiyor. Yıkıntını istiyor. Acizliğini istiyor ki yerine güzellikleri koyabilsin. Gecekondu evini yıkıp gönül sarayını inşaa edebilsin.” Tekrarlar “Bir şeyin çoğalması için çok konuşmanız lazım. Sen her gün saatlerce top ol, siyaset ol, dedikodu ol, laf ol, gırgır ol, ondan sonra şereften, haysiyetten güç al. Böyle şey olur mu? 38 KENDİMİZ Sen bir şeyi çok konuşursan onun derdine düşersin. Öyle değil mi? Birinin yanına gitsen de özendirerek evinden, semtinden bahsetse, aklında olmasa bile ben de alsam bir tane dersin. Biz diyoruz ki; insanın bir mevzuyu halledebilmesi için, bir mevzuda başarılı olması için 24 saatinin en az yüzde ellisi onu tercih etmesi lazım. Daha ileri gidip orada şahane olması için, gününün, dakikasının üçte ikisi onu düşünmesi lazım.” “Et aklımızı şartlayacağız. Aynı kötüye şartlandığı gibi.”Nefes Alıp Veren beni yaşatan; Nefes Alıp Veren beni yaşatan” diye tekrar edeceğiz. Yaşımıza göre, on sene, yirmi sene, kırk sene inkar etmişiz. Kim inkar etmiş? Et akıl. Yok dediği kadar geri var diyecek.”Gezen benim, Gezen benim, Gezen benim” diye sürekli tekrar ederek bunu alışkanlık haline getireceğiz.” Müzik “Müzik Gezen’i evine getirmek içindir de haberimiz yok. O şarkılar, türküler hep Gezen’i buraya çağırıyor. Siz onu bir yerlere gönderiyorsunuz. Can seni çağırıyor, “gel eve” diye. Hatta şarkı var, “senede bir gün, hiç olmazsa senede bir gün gel” diyor.”Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen” diyor. O hep buraya çağırıyor. Sende ah çekiyorsun. Sen o ah çektiğin yeri bilmiyorsun. Ama bir ah çekiyorsun. İşte bütün türkü ve şarkıların hepsi ona yazılmış. Biz de zannediyoruz ki gövdelere yazılmış. Can, hep cananı, yani Gezen’i türediği yere çağırıyor, “Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen”.” 39 “Müzik, hayvansal, duygusal kısmımızı yumuşatır. Dikkat edin bakın. Bizim, hislenmeyle beraber eve gelmemize yardımcı olur. Şimdi Yaşatan kendini çekse gövdeden, ölü bir adam türkü söyleyebilir mi? Hayır. Peki bu Yaşatan kimi çağırıyor? Gezen’i çağırıyor, “gel, eve gel” diye. Bütün mevzu Yaşatan’la bu Gezen arasında. Başka hiçbir yere dinlemeyin sakın. Dışarı dinlediniz mi müziklikten çıkar. Mesela “senede bir gün olsun gel” diyor. Bir sene gelmemişsin ama kovmuyor. Şimdiki aileler olsa içeri koymaz. Ama O “gel” diyor, “bir kere olsun gel” diyor. Demek ki Gezen’le Nefes Alıp Veren’in aşina olma işi müzik.” Evinde olmanın belirtileri “Gezen geldiğinde belirtileri var. Birincisi, dikkatte olursun. Baktığını görür, işittiğini duyarsın. Kaba belirtileri söylüyorum. İkincisi, şu nefes alışının sesini duyarsın. Duyuyor musunuz sesini? Ne diye alıp veriyor bakın bakalım. Ne diyor? Hu hay, hu hay. Bunu duymazsan evinde değilsin. Biraz daha içeriye girdi mi, titremeye başlarsın, damarlarının her zerrende atışını duymaya başlarsın. Biraz daha indin mi şekil falan kalmaz. Onun için ben sizi şeklen tanımam, bir tek bir göz tanırım. Çünkü ben şekil görmüyorum. Şekile konuşmuyorum. İşte beni anlamanız zor olan yer burası. Siz dinlerken de şekile dinliyorsunuz. Konuşurken de şekile konuşuyorsunuz.” “Gezen evine girince hemen özgüvenin artar. Hemen zekan güçlenir, zihnin durulur, anında. Cin gibi olursun. Uyanık, bitirim, zeki olursun, ciğerini okursun adamın. Çünkü öyle bir dayanağa dayanıyorsun ki, senin en büyük yerine. İnsan kendisine hizmet edenlere nasıl dayanacak? Onlar zaten 40 KENDİMİZ hizmet ediyor.” VİCDAN “Vicdan, gönülden aldığı emirleri akla iletir. Akıl bir vicdandan emir alır. Bir de dıştan alır. Gezen evindeyken vicdandan duyar. Buna öz akıl diyoruz. Gezen dışarıdayken de dış etkilerden alır, buna da mahlûksal akıl diyoruz.” “Mahlûksal akıl dediğimiz hayal etkilerden, katkılardan beynimize çocukluktan beri dolan bilgilerdir. Çocukluktan beri zanni, hayali, meçhul sözlerle yaşıyoruz. Akıl dış etkilerden aldığı emirlerle çalışınca sıkıntılar yaşıyoruz. O hep mahvediyor bizi.” “Öz akıl ise vicdan dediğimiz yerden gelir. Nefesinizi takip edin, nefesinizin bittiği noktada vicdan makamı var. O hiç yanlış yaptırmaz bize. Arabayla yoldayken içiniz dedi ki: “Şurada arabayı biraz durdur, bir hava al”. Biraz ileride durayım dediniz. Giderken daldınız. Araba kaydı gitti. Neredeyse kaza üzerine kaza olacaktı. Vicdanınızdan gelen sözü tutsaydınız bu dalgınlık olmazdı. Bakın kendinize. Vicdandan gelen sözü tutmadığınızda sizi sıkıyor böyle. Vazifenizi yerine getirmediğiniz zaman, yalan söylediğiniz zaman yüzünüz kızarmıyor mu? Dedikodu yaptığınız zaman kızarmıyor mu? Bırak onu, yere tükürdüğünüz zaman kızarmıyor mu? Kızarıyor, çünkü vicdanınız sizi sıkıyor.” 41 Vicdan denen bilgisayar “İçimizdeki vicdan denen bilgisayar en ufak bir yanlış yapsak bizi sıkıyor. Ama dinlemiyoruz orayı. Onu dinlemeyince mahlûksal aklımızı sergiliyoruz. O da hep menfaat, çıkar, dalavere için çalışır. Ama Öz’de hile, hurda hiç yok, olamaz. Hiç kimse hile yapıp da yüzü kızarmazlık yapamaz. Ama duymuyoruz, alışmışız, kalınlaşmış biraz, kirlenmiş. Herkes de aynı ortamı görünce, zaten herkes böyle diyerek âdet haline geliyor.” “Vicdanımızdan gelen dürtüler var. Çalışkan ol diyor. Temiz ol diyor. Huzurlu ol diyor. Güvenilir ol diyor. Dürüst ol diyor, demiyor mu? Onları artıracağız. İcat, buluş yap, üretim yap demiyor mu? Bonkör ol demiyor mu? Vicdan bunları diyor. Biz ise vicdandan gelen öz akıl ile dıştan gelen mahluksal aklın arasında kalmışız. Vicdanı ara sıra duyuyoruz ama uymuyoruz.” Vicdan tektir “Vicdan tektir. Sende ne varsa bende de var. Hadi olmayanı gösterin. Sen ikram severlik den hoşlanmıyor musun? Ben de hoşlanıyorum. Mertlikten hoşlanmıyor musun? Ben de. Çalışkanlıktan? Ben de. Sen yalan söyleyince yüzün kızarmıyor mu? Benim de kızarıyor. Hani nerede ayrıyız? Vicdanda biriz ama anlayışlarda ayrılıyoruz. Anlayışa göre herkes ayrı yaşıyor. Basit bir radyoda bile bin tane frekans var da, koskoca insanda neler var.” “Bizim yapımızda valilik makamı, yönetim makamı vicdan 42 KENDİMİZ denilen yerdir. Bizim ahlakımız da orasıdır, haysiyetimiz de orasıdır. Sen oraya inmediğin müddetçe şeref, haysiyet yapamazsın. Bunu bir kere kafadan çıkarın. O değerler vicdan makamının zuhuratıdır. Bakın, hayvanlar da bizim gibi nefes alıp veriyor değil mi? Demek ki mesele nefes değil, nefesi alıp veren noktadaki mekanizma, vicdan mekanizması. Bir insan oraya girerse insan ahlâkıyla yaşar. Yoksa yaşayamaz. Sen de oraya girersen, otomatikman sendeki ahlâk insan ahlâkı olur. Yanlış, yalan yok. Dümdüz bir insan olursun. Doğal bir insan olursun. Bütün dava oranın büyük makam olduğuna inanmanızdır.” “Tabiatta tüm varlıklar doğal hallerini yaşıyorlar. Karınca karıncalığını yapıyor. Köpek köpekliğini yapıyor. İnek inekliğini yapıyor. Bir tek insan aslından uzak kalmış. İşte bizim o asıl olan doğal insan yapısına dönüşmemiz lazım. Doğal halimize dönersek ara sıra duyduğumuz vicdan devamlı çalışır.” İnsanın özel ahlâkı “İnsandaki vicdan makamı insana özeldir, hayvanda yoktur. Bir hayvanın yaptığını bir insan yapsa ceza yer, suç işlemiş olur değil mi? Onun bunun bahçesine girsek suç olur ama hayvan için suç olmaz. Demek ki hayvanın yaptığı ama insana yakışmayan şeyler bize suç. Yoksa hayvanlarda doğal. Tilki geliyor, çalıyor, tavuğu yiyor. Sen birini çalsan hemen seni içeri atarlar değil mi? İnsanda onun adına suç denmiş ama hayvan kısmından bakınca gayet adaletli. Tavuk otu yiyecek, tilki de tavuğu yiyecek. Ama insana gelince sana yakışmaz 43 diyor.” “Sokakta tuvaletini yapsan, biri de seni görse rengin kaçmaz mı? Peki, köpeğin rengi kaçar mı? Hayır. İşte gördünüz mü, insan olduğumuzdan dolayı insanda özel bir ahlâk var. Hiçbir mahlukta olmayan. O da Yaşatan’ın özel ahlâkıdır.” “İnsanın doğal hali, doğal yaşantısı zaten ahlâklıdır. Ama vicdandan çıkınca bozuluyoruz. Vicdana, insanın doğal haline döndüğümüz zaman yeryüzünde en ahlâklı her kimse onun bütün ahlâkı mevcut bizde. Ama bunun böyle olduğu bize anlatılmamış. Bu doğal hali yaşamak için Gezen’i evine getirip Yaşatan’ıyla birleştireceğiz.” Doğman konuşmak / İlham “Gezen dışarıdayken cüzi’dir. İçeriye geldiği zaman dalganın denizde yok olduğu gibi yok oluyor, yani külli oluyor. O zaman da bir ayara gerek yok. Kafa bomboş, sade, şekil yok, hayal yok. Yalnızca, geleni konuşuyor. Konuştuğumu ben de dinliyorum, yeni öğreniyorum.” “Siz zannediyorsunuz ki, ben bir şeyler biliyorum. Anını yaşayan bir şey bilmez. Bu çok mühim, öyle ki bir konuştuğumuzu bir daha konuşamıyoruz. Doğman konuşuyoruz. Bu piyasada yoktur ve hiç bir konuştuğumuz da bir konuştuğumuza benzemiyor. Aynı mevzuyu on kere sor, ayrı ayrı anlatıyor, nasıl oluyor biz bilmiyoruz ki, o yapıyor. Çünkü buradaki gücün bilgiye falan ihtiyacı yok, hazine onun. Biz ona uyacağız. Vicdandan gelenleri takip edersek 44 KENDİMİZ doğman konuşuruz. Yani ne demek? Bir konuştuğunu bir daha tekrarlayamazsın. Devamlı vicdana bağlısın ya. Öbür türlü de ona ilham deriz.” “Siz vicdandan gelen sesi direk söylemiyorsunuz, şimdi incinir, kırılır diye. Diyorsun ki vicdana, senin aklın ermiyor, ben onu şöyle bir düzelteyim de konuşayım. İşte ben orayı unutmuşum, düz konuşuyorum. O ne diyorsa, onu hiç ikilettirmem. Siz öyle yapmıyorsunuz, o da başınıza iş açıyor. Sen karşındakini ikna ettim diyorsun, o da sana aynısını diyor. Sen ona yutturdum diyorsun o da aynısını diyor. Düz konuşsan rahat edersin. Geldiği gibi. Demek ki şurada ikileşiyor bakın, bir mahlûksal düşünce var, bir de vicdan düşüncemiz var. Mahlûksal akıl, yani et akıl sizi bozar, karıştırır, fesatlık yapar, akıl verir. Canınızı sıkar.” Vicdanın adaleti “Sen canını sıktığın zaman cezalanıyorsun. Canını niye sıkarsın? Vicdanından gelen sözleri tutmadığın için. Vicdandan gelen sözlerin hiçbiri seni mahcup etmez. Seni şereflendirir. Ama akıl oradan emir almıyor, dış etkilerden alıyor. Mesela bir arkadaşı çok başarılı olsa kıskanıyor. Yanındaki komşusu bir para kazansa kıskanıyor. İyi bir araba alsa kıskanıyor. İşte cezalısın. Birisinin sevgisiyle oynamak cezadır. Birisinin yarışını engellemek cezadır. Birisinin başarısını engellemek cezadır. İnsanı konuşuyoruz biz, hayvanı konuşmuyoruz ki. Bugünkü bilinen hukuk hayvana aittir. Çalışmayı engelleyen her şey cezaya girer. Vatana, millete, devlete, bayrağa olumsuz konuşan cezaya girer. Bir düşün, olumsuz konuşunca suratın bir karış oluyor. Zaten yaşıyorsun cezayı. Diğer ceza ne ki. 45 Hapse bir ay girersin kurtulursun. Yiğit bir suçsa aklına bile gelmez. Ama bu dediğim cezalar elli sene de geçse aklına geri gelir. Öyle bir düzen var. Gövdenin suçları kolay. Ama kişilik ve şahsiyete yapılan suçlar hiç affolmuyor. Mesela askerde komutandan dayak yiyen şimdi gülüyor. Ama kantinin kasasından beş lira çalsa aklına geldi mi rengi atıyor. Görüyor musun, o kadar sopa yiyor hep neşe veriyor, ama öbürü, o hiç silinmez. İnsan vicdandan gelenlere uygun yaşarsa adalet hukuk vardır. Vicdanından gelenlere uygun yaşamıyorsa orada sömürü vardır.” 46 KENDİMİZ GÖNÜL “Göğüs kafesinin üç parmak altında; göbeğinin üç parmak üstünde. Nefesini takip et. İşte orası gönül. Nefes Alıp Veren ve Gezen’in birleşme sarayı. Hani iyi bir müzik dinlerken ah vah çekersin; arkanda bir araba frene bastı mı veya bir köpek aniden hırladı mı sıçrarsın ya, işte oraya sığınırsın.” “Gönül, Nefes Alıp Veren’in evidir. Vicdan da ilham gelen yerdir. Gönül vicdandan da içeridedir.” “Gönül çok büyük bir yer. Ne diyor? “Gönlüm hep seni arıyor, neredesin?”. Yaşatan, o kaçan Gezen’i çağırıyor. Gönül, yedinci katta insanın birleşip gerçek insan olduğu yerdir. Yedinci kat neresidir? Nefesin bittiği yerdir. Zaten oraya doğru dikkatinizi takip ederseniz her tarafınızı titretir. Boş bir sayfa gibi bütün kafanızı temizler. O anda. Hani silecekler camı siler ya, aynı onun gibi yapar.” Yedinci kat “Namaz çok önemlidir. Yaşatanla yaşayanın, yani Nefes Alıp Veren ve Gezen’in gönülde buluşması namazda olur. Yedinci katta buluşurlar. Hayal, Madde, Atom-molekül, Enerji, Hayat, Can, Yetki ve sahiplik. Katlardan inersin, birleşirsin, güçlenir çıkarsın meydana, her tarafın nur olur.” 47 “Gönül diyor ki “gel, seni her halinle kabul ediyorum, gel içeri” diyor. O Gezen içeri giriyor, gönülle muhabbetleşiyor, haşır neşir oluyor ama geri çıkıyor. O zaman güven sarsıyor. O geri tövbe ediyor, yine geliyor, yine kaçıyor.” “Arabayla geçerken güzel bir köşk var, onu görüp özenip gidiyorsun. Oradan geçerken ah, vah diyorsun. Oraya adım atınca geri bozuluyorsun. Bu, bu kadar basittir. Gönül de sizin köşkünüz. Ara sıra şöyle bir lafını ediyorsunuz, rahatlıyorsunuz.” En büyük ceza “Gönülü bırakıp dış akılla iş yapıyorsunuz. O işte de yanlış yaptın mı, dışarı atıyorlar seni. Gönüle de giremiyorsun. Daha bundan büyük bir ceza olmaz ki insan için. Yani kendi evine konulmayan bir insanı düşünün mahallede. Evine koymuyorlar. Bunun bin misli, milyon mislini düşünün. Çünkü o bana yetki vermiş: “Beni temsil et”diye. Sen benim yüzümle, ağzımla, kulağımla, beni mahçup ediyorsun, yere baktırıyorsun diyor. Oraya girebilir misin?” “Gönül yiğit adamı sever. Suçlu ol ama yiğit ol, gönül kabul ediyor. Kıvırdın mı içeri sokmaz. Yiğitçe de ki “ağa ben hile yaptım”, o kabul eder. Ama kıvırdın mı içeri almaz. Neden? Gönüle numara olmaz. Gönül kâinatı darmadağın eder. O öyle bir berrak ki, öyle bir temiz ki. Zaten oraya yanaşanın her tarafı, bütün damarları zikreder.” 48 KENDİMİZ Umman “Büyük okyanuslar vardır ya, bütün akarsuları yutar; gönül de ummandır. Bütün kâinatın pisliği onun yanına yaklaşamaz, hemen toz duman eder; aynı ummanın ırmağı masmavi ettiği gibi.” “Gönüle girdiğin zaman kötülüğün falan kalmıyor. Kalabilir mi? Ama çok güçlüsün, sevgili olduğun için yetkin var geri çıkıyorsun. Çıkınca da o bulanık kirli su var ya, öyle oluyoruz.” “Sevginin merkezi gönüldür. Nefesinin bittiği yer kaynaktır. Gir oraya, bir tane çöp kalırsa o zaman bana gelin. Bir tane bile. Biz dışarıda geze geze köprü altı çocukları gibi olmuşuz. Bu Gezen temizlene temizlene gönüle girecek. Oraya girende düşünce falan kalmaz. Adamı tertemiz eder.” Gönül Anadolu’da olur “Ne varsa milletimizde var, başka bir yerde yok. Batıda gönül kelimesinin karşılığı var mı? Yok. Oranın en uzmanı geldi bana kalbi anlatıyor. Ben gönülü söylüyorum dedim.”Yok” dedi. Niye? Madde kısmında yaşayan, kendini madde zanneden, hayvan zannedende gönül olmaz. Gönül bizim milletimize aittir. Bak bir Neşet’te bin tane gönül türküsü var. Biz bu zenginliğimizi, bu tarihimizi görmemişiz, ona buna özenmişiz. Batıda gönül olur mu? Gönül Anadolu’da olur.” 49 DİKKAT “Gezen’in eve gelmesinin bir tanımını daha yapalım. Eve gelmek demek, dikkatinde olmak demektir. Dikkatinde olmak uyanık olmaktır. O ne demektir? Baktığını görmek, işittiğini duymaktır. Bunun için de Gezen bu evde olacak. Daldığın zaman dikkatte olabilir misin? İnsan dikkatinde olduğu anlarda en güçlü durumdadır. Uyanık ve kendinde olur. Kimse sana hile ve numara yapamaz.” “Dikkatinde olmayan insan bakar ama göremez. İşitir ama duyamaz. Dışarıda bir insan bir insanı iki dakika dinlemiyor. Dinlemiş gibi yapıyor. Nutuklar atılıyor değil mi? Bir yerinde bir şey duyuyorsun, “Adam ne konuştu ya” diyorsun. Sorsak sana ne konuştu diye, bir şey yok. O Gezen evde olmadan dikkat olmaz.” Dikkatin çeşitleri “Dikkatin çeşitleri var. Karşıya dikkat ettin mi karşıyı gerçekten görmezsin de yalnızca üstüne başına bakarsın; Kendi zihnine dikkat ettin mi karşıdakinin zihnini de, kafasını da görürsün; Kalbine dikkat ettin mi, karşının kalbini de görürsün; Gönlüne indin mi hepsini görürsün. Gönüle indiğin zaman “sen, ben” kalmaz. Bir varlık var. Gören de o, dinliyen de o, kulaktan duyan da o.” 50 KENDİMİZ “Dikkat ilk önce zihne giriyor. Dikkati zihne getirince zihin sadeleşiyor, dupduru oluyor. O zaman en azından zihinlere faydalı olursun. Kalbe getirince daima başarılı, verimli, ikramsever olursun. Gönüle getirirsen, burada (kâinatta) sahipsin. Ev sahibi sensin, kendini misafir görmezsin. Ama kendini misafir görürsen, her olaydan etkilenirsin beni adam yerine koymadılar diye. Ama gönülde olsanız sahiplik yaparsınız. Bakın kaç çeşit dikkat var. Bu asansör var ya, nefesi alıp veriyor, demek ki biz o Gezen’i bunun üzerine bindireceğiz. Bindirdik mi, o nerede sonlanıyorsa orada üç beş saniye durdunuz mu orası fıkır fıkır kaynar. Hareketlenir. İşte o esas dikkattir.” Dikkatteyken güçlü ve hâkim oluyorsun “Siz ya geçmişi, ya geleceği hayalliyorsunuz. Hiç an yaşama yok. Bu Gezen’i buraya getirdiğin zaman dikkate geçiyorsun. Baktığını görüyorsun. İşittiğini duyuyorsun. O zaman da güçlü oluyorsun. Hâkim oluyorsun. Çünkü en azından vücudunda ne olduğunu biliyorsun. Dışarıda ne olduğunu görüyorsun. Evindesin ya. Evinde olan adam yanındakinin hepsini seyreder. Dikkate geçtiğimiz zaman hem kendimizi dikkatte süzeriz, hem de yanımızdakileri.” “Dikkatinize geldiğiniz zaman; yanlış kısım, yıkıcı kısım, hayvan kısım, verimsiz kısım, olumsuz kısım, adına ne derseniz deyin, tamamen bitiyor. O kapı kendiliğinden kapanıyor. Dikkatten daldığın zaman o hayvan kısmı yine başlıyor. Çünkü hayvan kısmı menfaat ister, çıkar ister. Yaşamak için yaşadığı için onun işi gücü çıkardır. Ama insan kısmı yaşatmak ister, vericiliği var, üreticiliği var, ikram 51 severliği var. Dikkatimizdeysek; Nefes Alıp Veren’le tam bağlantıda olduğumuz için insanlaşıyoruz, dikkatten çıkarsak mahluklaşıyoruz.” Hedefli olan dikkatinde olur “Dikkat hedefe aşıktır. Bir insan hedefli olacak. Hedefli olan insanda dikkat açılır. Hedefli olmazsa dikkat iş yapmaz. Hedef oldu mu dikkat oraya çalışır, o da icat, buluş, yenilik yapar. Önem vermek hedeftir. Dikkat için önem vermem lazım. Önem verip dikkate geçmenin de adı ciddiyettir. Önem vermediğin bir şeyin dikkatine zaten geçemezsin.” 52 KENDİMİZ DEVAMİYET ( AHİRET ) “Bir kere sen ölmezsin. Şu gözünden gören hiç ölmez. Bu ağızdan konuşan hiç ölmez. Gövdeyi değiştirir, aynı giydiğimiz ceketi değiştirdiğimiz gibi. Birini altı ayda, birini de altmış senede değiştirirsin. Ama Gezen ebedidir. O ölmez, sonsuz bir varlıktır. Gezen Yaşatan’la bir ise insan makamında oturduğu için mutlu yaşar. Ayrı kalmışsa, yirmi dört saat ne yaşıyorsanız ebediyen öyle yaşayacaksınız.” “Nefes Alıp Veren’le bir bağlantımız var. O bağlantı gitti mi gövde doğru mezara gidiyor. Gezen de gidiyor işte sürünüyor sağda solda. Geliyor ki ev (gövde) yok, sokakta kalıyor. İşte bu ev (gövde) o yüzden kıymetli. Bir yaramaz çocuğu düşünün, gitti ki ev yerinde yok, ne yapar? Sokakta kalır. İşte o zaman biz ona ölüm diyoruz.” İki yapı ebedidir “Şimdi bakın, gövdeden nefesi çektiği zaman iki yapı ebediyen yaşıyor. Gövde toprak oluyor. Ama Nefes Alıp Veren’le Gezen ebedi kalıyor. İspat edelim mi? Yirmi sene, otuz sene evvelkini hatırlayın, anında yaşamıyor musunuz? Anında etkisine girmiyor musunuz? İşte siz yaptığınızla yaşayacaksınız. Cezalar böyle çekilecek. Rüyada gördüklerinizi net görüyorsunuz, etkisi çok kötü oluyor değil mi? Gündüz yalan söylüyorsun sıkmıyor ama rüyada 53 söyleyince mahvoluyorsun değil mi? Onun bir de yüz mislisini koyun. Rüyada uyanıp gövdeye sığınıp çıkıyorsun ama nefesi çekti mi gövde bitti, kıvran dur.” “Ahiret, maneviyat kısmımızdır. Yani şu gözden gören kısım, mânâ kısmı. Adı üstünde, ahiret diyorsun, devamiyet demektir. Beden geçici, Gezen’le Nefes Alıp Veren devamlıdır. Ayrılma yok, sadece Gezen gövdeyi terk edecek, ama yaşayacak. Siz mezara giden gövdeden bir şey olacak zannediyorsunuz. O geri tabiata karışacak. Gövde seni cennete sokmak için var oldu. Yani bu gövdedeyken cennete girmeliyiz. Yoksa bu gövdeden sonra girme ihtimalin yok. Onun için, gövde elimizdeyken bu işleri halledelim.” Günlük ne yaşıyorsak onunla yaşayacağız “Gezen devamlı yaşıyor. O dünya, bu dünya yok. Gövdeyi terk edince günlük en çok ne ile yaşıyorsan onunla yaşayacaksın. Biraz onun bunun ırzına bakacaksın, biraz hırsızlık yapacaksın, biraz yalan söyleyeceksin. Ebediyen öyle yaşayacaksın. İşte cehennem azabı budur. Şimdi de yaşıyorsunuz da, çeşitli olaylara girdiğimiz için etkisi sürekli olmuyor.” “Gece rüya görüyorsunuz. O anda nefesi çekse Gezen dışarıda kalır. Öylece ebediyen görecek sıkıntıları. İşte asıl varlık o Gezen. Bu gövdede bir şey yok. Gövde geri toprak olacak, et olacak, süt olacak, domates olacak, salatalık olacak, sen geri yiyeceksin. Yün olup giyineceksin. Ama o Gezen dışarıdaysa günlük yaşantın neyse o yaşantının sıkıntısıyla 54 KENDİMİZ kalacak. Mesela şu an bir yalan, hile düşünsen az sıkıyor. Rüyada fena sıkıyor. Mesela rüyada bir komşunun malını çalsan da komşu görse, kendinden geçiyorsun. Uyanıyorsun, ‘oh be hayat varmış’ diyorsun. Niye? Rüyada net. İşte Gezen o haliyle ebediyen yaşayacak. O yüzden bu gövdeli hayatımızda evimize girelim. Gezen gönüle girerse tarihe bir iz, bir isim bırakır; ebediyen mutluluk ve sahiplik yerinde yaşar.” 55 ÖZETLERSEK İnsanı tanımak için üç yapıya ayırıp inceledik. Gövde, Nefes Alıp Veren ve Gezen. Bu üç yapının öz’e uygun, insana yaraşır bir yaşantı ortaya koyması için de yapımızda Gezen’in döneceği adresleri gösterdik. Gezen’in Nefes Alıp Veren’le birleştiği yer gönül ve gönülden gelen emirleri ileten vicdan. Bu bizim kendi yapımız. Özet olarak yapıyı tekrar incelersek: Gövde; mahlûk yapımızdır. Etten kemikten oluşmuş bir maddedir. Dış dünyaya ifade aracıdır. Ama tek başına bir fonksiyonu yoktur. İçinde can yoksa cesettir. Gövdemiz bizdeki ebedi olan iki varlığa, Nefes Alıp Veren ve Gezen’e ev sahipliği yapar. Nefes Alıp Veren; Yaşatan, Can, Öz. Bizdeki nefesi alıp veren, bizi yaşatan güç. Yapımızdaki en güçlü yerimiz. Yapımızda gücümüzün yetmediği bir tek Nefes Alıp Veren var. Gövdeyi bize o kullandırıyor, bizi o var ediyor. O kendini gövdeden çektiğinde, gövde türediği tabiata geri karışır. Gezen; Kendimiz. Adımızın konulduğu yer. Gece rüya gören, gündüz hayal kuran. O Nefes Alıp Veren’den türemiştir. O bu gövdede, gönül denilen can evinde Nefes Alıp Veren’le birleşirse, özüne uygun yaşayan gerçek insan olur. Gönlünün emirlerini vicdan aracılığıyla duyar, duyduklarına uyar ve 56 KENDİMİZ uyduğu müddetçe de şerefli, onurlu, saygıdeğer, mutlu, huzurlu, kendisiyle iftihar eden örnek bir insan olur. “Tüm kainat bir döngüdür. Toprak, bitki, hayvan insana geliyor, sonuç buluyor. Her şey bir şey, bir şey her şey oluyor. Her şey enerjiye varıyor, geri geliyor. Ama bu gövdenin içindeki iki varlık yaşlanmıyor, ihtiyarlamıyor. GEZEN ve NEFES ALIP VEREN. Gövde yok olsa da insan yaşıyor, ölmüyor. Mimar Sinan ölmüş mü? Eseri olmasaydı zaten adı olmazdı. Eseri ortaydaysa canlıdır. Edison ölmüş mü? O devirde Edison’un olduğu yerdeki cumhurbaşkanını, başbakanı tanımıyoruz da onu tanıyoruz. Niye? Edison malını, canını, evliliğini dahi feda etti, elektriği bulmak için. Bu ne için? İnsana hizmet için. Tabii ki unutulmayacak. Bu kadar açık. Yunus unutulmayacak. Niye? Çoban ama hayatını o yola vermiş. Biz de kendimizi bir şeye verdik mi ebediyen iz bırakırız. Biz ne diyoruz; nasıl olsa gidiciyiz. Ha on sene, ha yirmi sene, şu gövdeyi terk etmeyecek miyiz? İz bırakmadan gidince ne oluruz? Adımız, şanımız, kalır mı bir şey? Bir iz bırakalım. Malın sahibinin karşısına da yiğit varalım. Biz iz bıraktık, insanlığa şunu bıraktık diyelim. Bu onların hakkı da, Yunus’un hakkı da, Mevlana’nın hakkı da, Mustafa Kemal’in hakkı da, senin hakkın değil mi? Biz insan değil miyiz? Kim önem verirse onun hakkıdır. O tarihteki zatlar başarmasalardı adları kalır mıydı? Mesele başarmak için güç kaynaklanmaktadır. Güç de Nefes Alıp Veren’e dayanmaktır.” 57 USTADAN FAYDALANMA YÖNTEMLERİ Bu kitapta anlatılan insan yapısını kendimizde tespit etmemiz ve bu yapının doğallığını yaşamamız için mutlak ihtiyaç duyduğumuz kişi, ehil bir Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisidir. Biz, ehil bir Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisinin anlamını ortaya koymak istiyoruz. Çünkü bizler, gerçek değerimizi ancak böyle bir eğitimcinin eğitimi ile bulacağız. Ehil Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi çok az rastlanan, özel bir kişidir. Ehil eğitimciler yaşantılarıyla, sözleriyle, tavsiyeleriyle hayatımıza anlam kazandırırlar. Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisinin dıştan görünüşü herkes gibidir. Ancak onun farklılığını gösteren belirtileri vardır. Ehil eğitimciyle karşılaşan kişilerde bir toparlanma olur, ciddiyet uyanır. Onun, kendisinin yanında bulunanların zihinlerini sadeleştiren, içlerini rahatlatan, mutluluk ve neşe uyandıran bir tesiri vardır. Kafadaki karışıklıklar, iç sıkıntıları onun yanında kısa bir zamanda ferahlığa dönüşür. Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisinin bizimle arkadaş olmaktaki tek amacı bize yararlı olabilmektir. Ehil eğitimci asla kimseye yük vermez, arkadaş olduklarının yüklerini hafifletmektir derdi. Onu mutlu eden şey arkadaşlarını neşeli, canlı, diri, toplumda özenilen kişiler olarak görebilmektir. Hiçbir beklentisi olmadan insanlara yararlı olmak çabası, onun bir Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi olduğunun belirtilerindendir. Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisinin eğitiminden yararlanmak için bazı noktalara özellikle dikkat etmek gerekir. Öncelikle, 58 KENDİMİZ onun bizimle diyaloğu maddi değil, fikrîdir. Bu yüzden onun sözlerine çok önem vermeliyiz. Onun eğitimcilik vasfını kazanacak yeterliliğe gelmiş olması, tavsiyelerinin bizi de gerçek insanlığımıza ulaştıracağının göstergesidir. Eğitimcimizin tüm söylediklerinin, yaptıklarının bizim yararımız için olduğunun bilincinde olmalıyız. Eğer onun sözlerini, tavsiyelerini uygulamakta ihmalkârlık yaparsak, eğitiminden faydalanamayız. Onun tavsiyelerinden ancak uygularsak fayda alabiliriz. Eğitiminden verim alabilmek için, başarılı ve örnek bir insan olmayı hedef tutmalıyız. Böyle bir hedefimiz olmadan arkadaşlık edersek eğitim boşa gider. Vasıflarımızı ortaya çıkartmak istiyorsak, yapmak istediklerimizi yapacak, yapmamak istediklerimizi de yapmayacak güce ve zekâya sahip olmak istiyorsak, onun tavsiyelerini ciddiye alıp uygulamamız şarttır. Eğitimcinin eğitimciliğine bir kere kanaat getirdikten sonra hareketlerini yorumlamamalı, onun yaptıklarından ve söylediklerinden nasıl faydalanacağımıza bakmalıyız. Onun fikrinin yazılı eserlerini büyük bir ehemmiyetle okumalıyız. Orada anlatılanları özümsemek çabasında olmalı, uygulamak amacıyla anlamlarının içine girmeliyiz. Eğitimci ile olan diyaloğumuz bize özel kalmalı, herkesle paylaşmamalıyız. Onda gördüğümüz olumsuzlukların bizim yansımamız olduğunu kabul etmeliyiz. Bu olumsuzluklardan kurtulmak için de aklımıza takılan ne varsa kendisiyle paylaşmalıyız ki onun tavsiyeleriyle bu eksikleri giderelim. Ehil Eğitimciyle tanıştığımız günden itibaren kendimizdeki değişimleri fark edebilmek için sık sık dünümüzü ve bugünümüzü karşılaştırmalı, farklılıkları tespit etmeliyiz. Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisinin yanında hangi halde 59 bulunursak o halimiz çoğalır. Bu yüzden onun yanında canlı, neşeli, aşklı, şevkli, mert, dikkatli bir halde durmalıyız. Şunu unutmamalıyız ki eğitimin gerçekleşmesi ve saygıdeğer, örnek bir şahsiyet haline gelmemiz bizim çabamızla olacaktır. Eğitimcimizin bize yapacağı yaşantısı ve tavsiyeleriyle rehberlik yapmaktır. Her yönlü ilerlememiz ve kendimizi geliştirmemiz için eğitime verdiğimiz önemi her geçen gün arttırmalıyız. Eğitimcinin fikrine giderek daha vakıf olmalıyız. Eğitimde bir diğer önemli nokta, eğitimci ile karşılıklı duyulan güven ve inançtır. Eğitimin amacına ulaşması için ehil eğitimci ile aramızda kesin bir güven ve inanç oluşmalıdır. Bizim ona güvendiğimiz, inandığımız kadar, o da bize güven ve inanç duymalı. Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcimizin bizi ulaştırmak istediği özenilen, beğenilen ve saygı duyulan kişi haline gelmemiz için önce kendi kendimize saygı, güven ve inanç duymalıyız. Bu da ancak ehil eğitimciye vereceğimiz güven ve inanç nispetinde olacaktır. Kendi özümüzden duyduğumuz bu ihtiyaçlarımızı karşıladığımızda, örnek ve saygın bir kişilik olarak kendimizle gurur duyup, tatmin olacağız. 60 KENDİMİZ “ Bu fikre giremez hile, yapabilirsen bir dene.” “Öğretmen, öğretirken öğrenen; öğrenci, öğrenirken öğreten demektir.” “Dünyada ne kadar iyilik, başarı, güzellik varsa her insanın özünde mevcuttur.” “Kişinin kokusu da, tadı da, ağzından çıkanlardır.” “Mühim şeyler basit şeylerin içinde saklıdır.” “Hiç kimse kendisinden başkasını söyleyemez. Kendisinden başkasına söyleyemez. Kendisinden başka bir şey bilmez. Kendini bilmeyen hiçbir şeyi bilmez.” www.bam.com.tr 61 62