kendimiz - Başarıyı Arttırma Merkezi

Transkript

kendimiz - Başarıyı Arttırma Merkezi
KENDİMİZ
Erol ERBAŞ
2. Baskı, 2014, Bursa
KENDİMİZ
Erol ERBAŞ
ISBN: 978-605-85131-2-9
2. Baskı, 2014, Bursa
Copyright © 2014 Başarıyı Arttırma Merkezi Ltd. Şti.
Özlüce Mh. Sevgi Cad. No:26 Nilüfer BURSA
Tel:0. 224. 452 65 60 Fax:0. 224. 452 66 73
Sertifika No:30278
Stüdyo Star Ajans Ltd. Şti.
0. 224. 249 33 20
Sertifika No:15366
Kitabın bu basımının tüm yayın hakları
Başarıyı Arttırma Merkezi Ltd. Şti. ’ne aittir
Yazılı izin alınmadan kısmen veya tamamen alıntı yapılamaz,
hiçbir şekilde kopya eddilemez, çoğaltılamaz veya yayımlanamaz.
KENDİMİZ
KİŞİLİK VE ŞAHSİYET EĞİTİMCİSİ EROL
ERBAŞ BEY, kırk yılı aşkın süredir insanın kişilik ve
şahsiyet yapısını araştırıp incelemiş ve incelemektedir.
Dünyada ilk defa insanın öz yapısını kendi yaşantısında
müspetlemiş, yani tanınmayan insanı ortaya koymuştur.
Kişilik ve şahsiyet eğitimlerini meslek haline getirmiş,
bu konuda eğitimciler yetiştirmiş ve yetiştirmektedir.
Yaşadığını konuşur, konuştuğunu yaşar. An’da ve dikkatinde yaşadığı için söylemleri doğmandır.
Pek çok insanın hayatını dikkat, özgüven, sade zihin, güçlü zekâ, fikir üretimi ana beşlisinin altında sistem, prensip, tasarruf, düzen ve intizam yönünden düzene sokmuş; ahlaki, ailevi, ekonomik ve sosyal yönde
değiştirmiştir. Kişileri çalışkan, üretken, kararlı, başarılı
insanlar haline getirmiştir. Kendisinden eğitim almış
birçok kişinin kalemlerine yansıyan beş yüz farklı huy,
alışkanlık, tutku, pısırıklık, acizlik, zavallılık, tembellik
gibi birçok yönün değiştiği tespit edilmiştir. Kendisine
merhaba diyen daha o dakikada değişir, gençleşir, güzelleşir, omuzlarındaki yükü atar, hafifler.
Kâinatta doğal halini yaşamayan tek varlık insandır. EROL ERBAŞ Bey’in özelliği insanı doğal haline
döndürmektir. İnsanın doğal halini; “kendi gövdesini ve
evreni, yetki ve sahipliğiyle yönlendirip düzene sokarak
verimli hale getirmek” olarak tanımlar.
İnsanda huy, alışkanlık, korkaklık, acizlik, zavallılık, pısırıklık, tembellik gibi olguları kabul etmez.
Benzetme, yorumlama, uydurma, hayalcilik, hikâyecilik, taklitçilik ve şekilciliği yaşayış devrini bitirmiş, yerine Anını yaşa kendini yaşa, dikkat, müspet, verimlilik,
başarı, güven, saygı ve sevgiyi yaşayış devrini başlatmıştır.
Kendinde müspetleyip yaşamadığı hiçbir şeyi sunmaz. Kendi canlı kitabını okur, okutur, yaşar, yaşatır.
Dünyada gerçek sevgiyi yaşayış fikri bilinmemektedir. Kendisi bunu müspet şekilde ortaya koyar.
Dünyada mahlûk ve gövde medeniyeti çözüldüğü
halde insan medeniyeti çözülememiştir. Kendisi maddenin ve enerjinin ötesinde insan medeniyetinin çözülmesinde müspet yaşantılar ortaya koyar.
Teknik ve gövde medeniyeti çok gelişmiş ve ileri olmasına rağmen gönül ve zihin medeniyetine dair hiçbir
müspet yaşantı bulunmamaktadır. EROL ERBAŞ Bey
gönül ve zihin medeniyetini net bir şekilde yaşantı halinde ortaya koyar.
Geçmiş gelecek düşüncesiyle yaşamayı kaldırıp,
Anını yaşa kendini yaşa, oku-okut, yaşa-yaşat fikir silsilesini ortaya koymuştur.
Ekonomiye bakış açısı; doğayı insan yararına dönüştürüp sunmasıdır. O’nun fikrî yaşantısına göre insan
mutlaka üretici ve meslek sahibi olmalıdır. Ekonomide
emek ve zekânın karşılığının dışında hiçbir şeyi kabul
etmemektedir.
KENDİMİZ
Aileye bakış açısı: O’nun yaşattığı fikir yapısına
göre öncelikle kendi vücut yapısının ailesi, daha sonra
neslin devamlılığı için olan aile kutsaldır. İnsan anlayışında kadın erkek anlayışı kalkar, herkes üstüne düşen
vazifesini yapar. Hanım hanımefendi, bey de beyefendi
olur. Güven ve saygının olmadığı yerde aile mevhumu
olmaz.
Sosyal hayata bakış açısı: İnsan demek sosyal hayat
demektir. İnsanın gövdesiyle, vücuduyla, duyularıyla,
duygularıyla, duyumlarıyla yani hal ve hareketleriyle
kendine ve etrafına faydalı olmasıdır.
Doğaya bakış açısı; nebatata, hayvanata gereken ilgiyi gösterip bunlardan insanlığa gereken faydayı sunmasıdır. İnsan her türlü nebatatı ve hayvanatı insanın
yararına kullanmayı çözer ve uygular. Ziraata, tarıma
elverişli topraklara asla inşaat yapılamaz.
Onun dine bakış açısı ve tanımlaması: Her varlığın
doğal halini yaşaması dindir. Dinsiz hiçbir zerre olamaz. Din demek her varlığın kendisini ispatlayıp ortaya
koyması demektir. Bundan dolayı da din ayrı insan ayrı
diye bir mevhuma yer vermemektedir. İnanç ise müspet
yaşantı demektir.
Ona göre siyaset; Doğal insanın öz kültürünü, yaşayışını, hukukunu, adaletini, milli şuurunu, aile yapısını,
ekonomisini, sosyal yönünü her an tekâmül ederek ve
yenileyerek başkalarına sunması ve hizmettir. Bu hiz-
met yarışlarından da güzellikler zuhur eder. Bu da insanları mutlu eder.
Evrenin ve tabiatın bir bütün olduğunu, bu bütünlüğün yetkili ve sahip kısmının İNSAN olduğunu ortaya
koymuştur. Yüzeyden bakıldığında önce hayal, sonra
madde, atom, enerji, hayat, can ve son olarak da yetki
ve sahipliği olan İnsanın geldiğini tespit etmiştir. Bütün
evrenin de kendini insanda bütünleştirmiş olduğunu ispatlamıştır. Onun için evren kendi insanıyla işlerini görür, kendini yeniler ve düzenini kurar. Teknik ve gövde
medeniyetini insanın görünen kısmıyla düzene sokar.
Zihin ve gönül medeniyetini de görünmeyen kısmıyla
düzene sokar. İnsan görünen ve görünmeyen yapılarıyla
bir bütündür. Özünden kaynaklanan insan, gövdesiyle
evreni; adalet, güven, saygı, sevgi ve güzellikle düzene
sokar, bütün insanlık mutlu yaşar.
KENDİMİZ
ÖNSÖZ
Toplumda şahsımızla, ailemizle, sosyal grubumuzla bir
var olma mücadelesi içerisindeyiz hepimiz. Kendi kendimizi
kabul ettirebilmek için yaşıyoruz. Tüm hareketlerimizin,
konuşmalarımızın, davranışlarımızın, düşüncelerimizin
tabanına baktığımızda, sürekli bizi zorlayan bu isteğimizi
buluruz. İsteriz ki herkes bizi beğensin, bizi sevsin, bize
saygı duysun, bizi takdir etsin, bizi anlasın. Kısacası, kabul
edilmektir bu hayattaki amacımız. Hem de saygıyla kabul
edilmek. Peki ama biz kendi kendimizi ne kadar kabul
ediyoruz ki başkalarından bizleri kabul etmelerini bekliyoruz?
İnsanın bu temel ihtiyaçlarına cevap verebilmesi için
ilk önce yapması gereken, istek ve arzularının kaynağına
inip kendisiyle tanışmak. Öyle ya, bir istek yapan yerimiz
var, bir de bu isteği uygulamaya koyan. Ama adresler
belli değil. Bugüne kadar yapımızdaki bu adresler müspet
olarak tanımlanmamış. Yanlış yerlerde tatmin aranmış. Bu
yüzden insanoğlu içinden duyduğu isteklerini tatmin etmek
derdindeyken, deniz suyu ile susuzluğunu gidermeye çalışan
birisi misali, tatminsizliği giderek çoğalmakta, kendisiyle
olan mesafesi de giderek artmakta. Bu soruna çözüm ancak,
kendi yapısını bir ustanın kendi eserini tanıdığı gibi tanımış,
kendi içindeki bu ikiliği kaldırıp tekleşmiş, içi dışı bir olmuş
bir insandan gelebilir.
İşte Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi Erol Erbaş Bey, kırkdört
yıldır kendisini tanımayı, yapısını çözmeyi, çözdüklerini
insanların hizmetine sunmayı ve onların kişisel, ailesel,
toplumsal ve kutsal ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlamayı
meslek edinmiştir. İnsanlığın her yönlü ihtiyaçlarına çözüm
olacak fikrini insanlarla paylaşmaktadır.
Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi Erol Erbaş Bey’in
seminerlerinde
katılımcılar
tarafından
insana
ve
insanın yaşantısına ait her konuda merak edilen sorular
sorulmaktadır. Kendisi AN’da ve dikkatinde yaşadığı için,
AN’da gelen, yaşayışını yansıtan doğman söylemlerini
dinleyicilerle paylaşır. Her söylediği katkısız, AN’daki
doğman konuşmalardır. Doğman konuşma, dikkatinde
olan insanın an’daki zuhuratıdır. Erol Erbaş Bey yaşadığını
konuşur, konuştuğunu yaşar. Bu kitapta yer alan söylemler,
seminerlerinde kendisine insanın yapısını tanımak amacıyla
sorulan sorulara yaşayışına göre verdiği cevaplardan,
üzerinde herhangi bir düzenleme, sözlerine bir katkı
yapılmadan, kendisinin doğman olarak dile getirdiği şekliyle
sunulmuştur. *
*Bu kitabın oluşumu farklı zamanlarda yapılmış konuşmalardan derleme şeklinde olduğundan, sunumdaki
önceliğimiz edebi bir eser ortaya koymak değil, Kişilik ve
Şahsiyet Eğitimcisinin fikrine göre insan yapısının tanınmasını sağlamaktır.
KENDİMİZ
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
GÖVDE
1
5
Gövdedeki hayvan fiilleri
6
Âdem bütün hayvanattan sonra zuhur etti
7
Tekamül/Evrim
7
Yedi milyar insan Yaşatan’ın sevgilisidir
8
NEFES ALIP VEREN (CAN, YAŞATAN)
10
Dayanak
10
Evren bütün işini insan ile yapıyor
12
Her bir nefeste kainatı soluyoruz
13
Unutma
14
GEZEN
15
Kendimizi gövde zannediyoruz
15
Kainatın sahibi insan
16
Sıkıntılarınız o Gezen’den
16
Gezen üç yaşından sonra aslından kopuyor
17
Rüya gören, hayal kuran
19
Gezen dışarıda suç işler
20
Gezen’in iki ayağı
20
Sevmediklerini evine sokuyorsun
21
Ahu göz
22
ÜÇ YAPI BİR ARADA
24
Yaşatan hep Gezen’i arıyor
24
Yaşatanın yetkisi Gezen’de
25
Dışarıdakilerin hepsi senin
26
Yaşatanın bendeki gücüne bağlantı kurmak
27
BİRLEŞMEK İÇİN29
Hedef
30
Sevgi
34
Usta
36
Tekrarlar
38
Müzik
39
Evinde olmanın belirtileri
40
VİCDAN
41
Vicdan denen bilgisayar
42
Vicdan tektir
42
İnsanın özel ahlâkı
43
Doğman konuşmak / İlham
44
Vicdanın adaleti
45
GÖNÜL
47
Yedinci kat
47
En büyük ceza
48
Umman
49
Gönül Anadolu’da olur
49
DİKKAT
50
Dikkatin çeşitleri
50
Dikkatteyken güçlü ve hâkim oluyorsun
51
Hedefli olan dikkatinde olur
52
DEVAMİYET ( AHİRET )
53
İki yapı ebedidir
53
Günlük ne yaşıyorsak onunla yaşayacağız
54
ÖZETLERSEK
56
USTADAN FAYDALANMA YÖNTEMLERİ
58
KENDİMİZ
GİRİŞ
“Bizim üç tane yapımız var; Gövde, Gezen, Nefes Alıp
Veren (Can). İnsan aya, yıldızlara gidiyor, oraları tanıyor,
fakat kendi yapısını tanımıyor. Dikkatimizi hiç kendimize
döndürmemişiz. Biz kimiz, bu beden nedir, nefesi alıp veren
kim, gezen kim, nereden ortaya çıkmış, benim nerem sevmek,
nerem sevilmek istiyor? Nerem haysiyet, şeref istiyor? Hiç
haber yok, tesadüf. Kendi dışımızdakilere verdiğimiz değer
kadar kendimize vermemişiz.”
“Bu nedenle diyoruz ki; biraz da kendimize bakalım artık.
Kim olduğumuzu tanıyalım, anlayalım, hal ve hareketimizi ona
göre tabii olarak yapalım. İnsan olarak kendinizi tanıdığınız
zaman; kötülük, tembellik, pısırıklık, yalan, hile, dalavere
olmaz. Çünkü insan yapısında bunlar yok, hayvan yapısında
var. Hayvan yaşamak için yaşar, insan yaşatmak için yaşar.
Hayvan sömürür, kendi çıkarını düşünür. İnsan başkalarını
düşünür. Arada çok fark var.”
“Şimdi soruyorum, bugün akşama kadar bir dakika olsun
kendinizi düşündünüz mü? İşi gücü düşündünüz, parayı
düşündünüz, koskoca insanı hiç düşünmediniz. Bu kadar
garibanlık olmaz ki. Akşama kadar çalıştınız, tembellik ettiniz,
üzüldünüz, sevindiniz, öfkelendiniz, bağırdınız, ağladınız,
güldünüz, keyfiniz kaçtı, zevk aldınız. . . Siz bunlardan
hangisisiniz? Sizi tanımlayan vasıf ne? Su içtiğimiz bir bardak
1
hiç bozuluyor mu? Yüz yıl geçse de “ben bardağım” diyor.
Vasfını hiç bozmuyor. Biz beş dakika bir tipte duramıyoruz.
Kendi kendimize yön veremiyoruz. Niye? Karar verip
istediğimizi yapacak gücümüz yok. Zihinlerimiz yanlış
bilgilerle ve inançlarla kirlenmiş. Zihinlerimizi temizleyip,
ihtiyacımız olan gücü elde edeceğiz.”
“Burada bizim anlattığımız yepyeni bir fikir. Çünkü ortada
insan hakkında müspet bir fikir yok. Artık teknolojiden dolayı
yeni bir fikre ihtiyaç hissediliyor, insanın iç yapısının ortaya
çıkması lazım. Çünkü bu teknoloji artık o sözlerle tatmin
olmuyor. Evliya dediğimiz insanların yaptığını şimdi zaten
sıradan adamlar yapıyor. Artık manevi yönün de açılması,
gelişmesi lazım ki teknoloji onun ayağının altında kalsın. Şimdi
teknoloji başa çıkmış, insan ayağa düşmüş. İşte sıkıntı burada.
Sıkıntı dengesizlik verir. Dış yapımız çok ileri, iç yapımızdan
haber yok. Dış doymuş, şişmiş; iç açlıktan ölüyor.”
“Bu gövdenin içindeki varlık şeref, haysiyet, onur, vakar,
yücelik, icat, buluş, yenilik istiyor. Araştırma, geliştirme istiyor.
Oranın gıdasını veremiyoruz. Hepimiz güven hastasıyız.
Bakın hiç güvendiğiniz kimse var mı? İnandığınız kimse var
mı? Bakın boştasınız. Hepiniz şöyle bir gözünüzü yumsanız,
yalnızsınız. Yaşanır mı bu hayat böyle? Sıkıntıyla, korkuyla
yaşanır mı? Oraların ihtiyacını karşılamak lazım. Artık kağnı
devrinin metotları da doyurmuyor, bitti. Yeni bir metot lazım.
Yeni bir metot da bulundu. İNSAN ÇAĞI açılacak. Mecburen
açılacak çünkü yedi milyar insan bunalımda.”
2
KENDİMİZ
“Bunun için önce size insanın yapısını tanıtıyoruz. İnsanın
gövdesi olan kul kısmına insan diyorsunuz. Halbuki biz insan
dediğimiz zaman; bu göz değil gözden gören, ağız değil
ağızdan konuşan, kulak değil kulaktan duyan, seni yediren,
içiren, uyutan ama kendi uyumayan varlığa insan diyoruz. O
varlığı hemen size ispat edelim. Şu anda moraliniz iyiyken,
sevmediğiniz birisini düşünün. Bakın hemen renginiz değişti.
Gövdeniz buradayken, bir yeriniz bir yerlere gitti ve moraliniz
bozuldu. Giden yer nereniz? Gezen. Biz kendimiz deyince bu
Gezen’i söylüyoruz.”
“Nefesimizi alıp veren de Yaşatan, yani Can. Nefes Alıp
Veren kendini çektiği an, beden doğru mezara gidiyor. Cenaze
namazında ölenin adı söylenmez, falanca niyetine denmez, “er
kişi niyetine” denir. Niye? Falanca ölmedi, yaşamaya devam
ediyor da onun için. Beden ise toprağa karışır ot olur, türlü
türlü bitki olarak tekrar insana gelir. Bitkiyi hayvanlar yer et
olur, süt olur tekrar insana gelir. Böylece değişir durur. Her şey
bir şey, bir şey her şey olur. Ama Gezen ve Can ölümsüzdür.”
“Gezen, Can’dan, yani Nefes Alıp Veren’den türedi. Ona
tekrar bağlanacak ki güç alabilsin. Bağlanamazsa dış dünyaya
kaçıyor.”
“Yeni doğmuş bebeklerde Gezen ile Nefes Alıp
Veren birdir. Doğduktan sonra çocuğun korkması ya da
korkutulmasıyla Gezen Nefes Alıp Veren’den kopar. İşte
korku anlarında “ödüm koptu, aklım çıktı” ifadeleri bunu
anlatır. Korkuyla Nefes Alıp Veren’den ayrılan Gezen’i tekrar
Nefes Alıp Veren’le birleştirmemiz gerekiyor.”
3
“Gezen’de ve Nefes Alıp Veren’de zaman, mekan yoktur.
Bütün kainat bir varlıktır. Bir gözünüzü yumun bakın, bütün
kainat içeri giriyor da, hala boşluk var. Bu ne muazzam bir şey.
Siz, sizde bu büyüklükleri fark etmiyorsunuz, mesele o.”
“Biz şunu tespit ettik ki bu üç yapımız, yani Gezen, Nefes
Alıp Veren ve Gövde birleştiği zaman yaşanan çok güzel bir
hayat var, tatlı bir yaşantı var. Bu fiziken bir emek, zeka, zaman
falan istemiyor. Kendimizde arızalı birkaç yer var, oralarda
bağlantı yapılacak, hepsi o kadar. Hani yabani meyvalar vardır
ya dağda. İşte onları aşılar gibi bu Gezen’i de bir aşıyla evine/
Yaşatan’ına bağlayacağız. Bu bağlantıyı yapınca da baktığını
gören, işittiğini duyan, her yönüyle zengin, örnek bir insan
olacağız.”
4
KENDİMİZ
GÖVDE
“Gövdeyi biliyoruz, et ve kemik parçası. Hayvanda olan
yeme, içme, yatma, kalkma, tuvalet, üreme hepsi bu gövdede
var. Gövde yer, oturur, gezer, dolaşır, uyur. Gövdenin tüm
ihtiyacı maddeseldir. Bunu da doğa tabii olarak veriyor.”
“Bizim gövdemiz esas büyük evrendir, dışarısı değil.
Çünkü bütün elementlerin özünden meydana gelmiştir ve her
şey havadan, enerjiden gelir döner, bitki olur, hayvan olur,
insanda hücre olur.”
“Biz bu gövdeyle iş yapacağız. Bu gövde, eldiven. Cerrahın
ameliyatta eline giydiği eldiven ameliyatı ben yaptım diyebilir
mi? Biz de, gövdemiz olan eldiveni kendimiz zannedip iş
yaptık diyoruz. Can kendi üzerine bedeni giysi yapmış. Bu
giysiler canın emrinde çalışırsa ne âlâ. Can kendini çekti mi
yığılıp kalırız, elden çıkarılmış eldiven gibi.”
“Gövde, dış dünyaya ifade aracıdır. İç dünyada gerekli
bir araç değildir. Kulaksız dinleyebilir, gözsüz görebiliriz.
Dinlemek ve görmek hissetmek demektir, işitmek ve bakmak
değil. Konuşmadan da anlaşabiliriz.”
“Siz kendinizi insan deyince gövde, et kemik kısmı
zannediyorsunuz, sıkıntı orada. Biz diyoruz ki bu göz değil
gözden gören, ağız değil ağızdan konuşan, kulak değil kulaktan
5
duyan insandır. Yediren, içiren, yatıran, uyutan kısmımız
insandır.”
“Gövdemiz; hayvan, kul, mahlûk, ne derseniz deyin,
ama bütün kâinatın özünden meydana gelmiştir. İspatı; otları,
bitkileri, hayvanları yiyoruz gelişiyoruz. Gövde topraktan,
bitkiden, hayvandan oluştu, geri onlara dönecek.
Yine ot olacak, kurt olacak, böcek olacak, et, süt olacak,
domates olacak, salatalık olacak, sen yiyeceksin. Yün olacak
giyineceksin. Hava olacak, yağmur olacak, su olacak,
içeceksin. Geri bize dönecek.”
Gövdedeki hayvan fiilleri
“Bu gövde, içinde sahibi olan insan varsa onun emrindedir.
Sahibi içinde yoksa, gövdedeki hayvan fiilleri kendi başına
icraata geçer. Siz gövdenin yaptığı zuhuratları insan diye
düşündüğünüzden sıkıntıya giriyorsunuz. Gövde diyor ki: “ya
beni kullan, ya yoksa ben kendi fiilimi ortaya koyarım”. Eğer
biz makamımızı terk eder de dışarılarda gezersek, gövdeyi
oluşturan atomların hayvancıkları da, kendi fiiliyatlarını
göstermeye başlıyor. Bunları her an yaşıyorsunuz. İzleyin
kendinizi akşama kadar; kâh kuzu olup uysallaşıyorsunuz,
kâh güvercin olup haber taşıyorsunuz, kâh tilki olup
kurnazlık yapıyorsunuz, deve olup kinleniyorsunuz, keçi olup
inatlaşıyorsunuz, tavuk olup yeni bir şeyler yumurtluyorsunuz.
Bir sürü hallere girip çıkıyorsunuz.”
6
KENDİMİZ
“Bazen yılan oluyor birilerini zehirliyorsunuz. Bazen kurt
olup birilerini parçalıyorsunuz. Bazen karga olup birilerini
didikliyor, dedikodu yapıyorsunuz. Köpek olup ısırıyorsunuz.
Bülbül olup şakıyorsunuz. Bunlar hep bizdeki hayvan hücreleri
işte.”
Âdem bütün hayvanattan sonra zuhur etti
“Bütün hayvanatlar zamanını, yerini doldurdu ondan sonra
Âdem olup çıktı. Bakın âdem (gövde) diyorum. Şu âdemde
bütün hayvanatın alametleri var. Element de diyorsunuz ona.
Bütün dünyadaki her şeyin elementleri, özü var. İnsan nütfesi
dünyanın en kıymetlisi, merkezin özüdür. Özünün de özüdür.
Gövde, elementlerin tamamından meydana gelmiştir. Bütün
elementlerin, bütün hayvan sıfatlarının tümünden meydana
gelmiştir. Bunu şöyle de izah ederiz. Hava sıkışmış toz olmuş,
sıkışmış toprak olmuş, sıkışmış bitki olmuş, sıkışmış hayvan
olmuş, hepsinin zuhuratının sonunda bu gövde meydana
gelmiş. Gövde olmuş ama, insan değil.”
Tekamül/Evrim
“Dünyanın altını üstüne getirdiler, insan maymundan olmuş
diye. Var mı öyle bir şey? İnsanın gövdesi bütün hayvanlardan
meydana gelmiş. Darvin’in dediği gibi maymundan değil.
Maymunda bir tek maymun hücresi var. Sen hiç maymunun
sinekleştiğini gördün mü? Köpekleştiğini gördün mü?
Yılanlaştığını gördün mü? Ama sende var bunlar. Dedikodu
yapmak sineklik demektir. Hırlamak, yani en yakınına dalavere
düşünmek köpeklik demek. Maymun benim gövdeme yetişemez
ki. Bütün hayvanların tekâmülünden bu gövde olmuştur. Artı,
senin yalan söyleyince yüzün kızarıyor değil mi? Maymunun
7
kızarır mı? Hayır. O zaman nasıl maymundan olmuşuz biz?”
“Âlem yokken Allah’la insan var. Bunlar muhabbetleşmek
için, bu evin (gövdenin) olması için kâinatı oluşturuyor. Önce
hava yığınlama yapıyor toz duman oluyor, yığınlama yapıyor
bitki oluyor, o yığınlama yapıyor hayvan oluyor. İşte bu gövde
bütün hayvanatın özüdür. O yüzden ilk doğduğunda bir tek
insanın yavrusu ayağa kalkmaz. Bütün hayvanlar bir saatte,
bir günde ayağa kalkar. Ama küçük bebekler sürünür, emekler,
bütün hayvanları yaşar, ne zaman ki doğrulur, dirilir, insan
olur.”
“Biz bu gövdedeki sahiplik makamımızda olmazsak,
hücreler “madem ki sen beni doğru amaca kullanmıyorsun”
der, gövdede isyan çıkarır. Kandaki durum da böyledir.
Hücreler isyan edince hastalık oluyor. İşte biz evimize
gelip, bu hücreleri düzene sokarak sahipliğimizi yapacağız.
Bunu yapınca tüm kâinatı da düzene koyarız. Niye? Çünkü
bu gövdedeki hücre ve atomcuklar, kâinatın tekâmül etmiş
şeklidir.”
Yedi milyar insan Yaşatan’ın sevgilisidir
“Yedi milyar gövde Yaşatan’ın sevgilisidir. Biz diyoruz
ki, yedi milyar insandan kim olursa olsun, bir Rus’a da, bir
Amerikalı’ya da kafanda atsan simsiyah olursun. Çünkü yedi
milyarı özendi de yarattı, kimse gık diyemez. Suratınız ekşir.
Suça kızmak başka bir şeydir, gövdeye kızmak başka bir şey. Siz
gövdeye bozuluyorsunuz. Gövdeye bozulursan Allah müsaade
etmez. Suratını hemen ekşitir. Niye? Aklına gövde geldiği
için. Suç ayrı bir şeydir. Suça kız ama gövdeye dokunma.
8
KENDİMİZ
Siz gövdelere bozuk çalıyorsunuz. Ondan sinirleniyorsunuz.
Suçu yok etmek ayrı bişey, gövdeye mal etmek ayrı bir şeydir.
Ben düşünceye diyorum. Sen direk adama hücum ediyorsun
ve sohbet yapamıyorsunuz. Hemen birbirinize çatıyorsunuz,
bozuluyorsunuz. Demek ki biz gövdelere değil, olaylara bozuk
çalacağız.”
“Evde olsun, çocuğunla olsun, nerede olursa olsun.
Sinirlendiğin olabilir. O zaman, “gene kaçtın üçkağıtçı”
deyip kendini yakalayacaksın. Bu hal neşe verir. O tür,
yani gövdeye, sinirlendiğiniz zaman üzüntü duyuyorsunuz.
Birisini üzdüğünüz zaman üzüntü duymuyor musunuz?
Tekrar affettirmek için bir sürü numaraya, dalavereye
giriyorsunuz.”Anlamadın” da, “şöyle demek istedim” de. Biz
ne diyoruz. Bir yalan kırk mahcubiyet getirir. Kırk mahcubiyet
tekrar kırk yalan getirir. Bunlarla uğraşmaktansa, gövdeye
kızmak yerine olaylara tepki veririz, sıkıntı kalmaz.”
“Bizim fizik yapımız dünyayı çözecek yapıdır. Bu fizik
yapı, kainatın tümünün atomlarının özünden meydana geldiği
için çok güçlü yapıdır. Maddeyi darmadağın eder. Nitekim
enerjiye kadar geldi, tıkandı. Şimdi enerjiden arkasını
bulamıyorlar. Niye? Madde en son enerjide biter. Ondan sonra
hayat başlar. İşte o zaman maneviyata girmek lazım.”
9
NEFES ALIP VEREN (CAN, YAŞATAN)
“Nefesi sen mi alıp veriyorsun, yoksa bir alıp veren mi var?
O senin elinde mi, sen onun elinde misin? Nefes kendini çektiği
zaman bizim haberimiz var mı? Yok. Peki gövdeden çekince
biz ne oluyoruz? Ölüyoruz. Demek ki benim en büyük yerim,
beni bende yaşatan Nefes Alıp Veren. Çekti mi bitiyorum.
Doğru teneşire gidiyorum. Elimi bile kaldıramıyorum. İşte bu
gücün adı Nefes Alıp Veren. Yaşatan diyoruz, Can diyoruz,
Nefes Alıp Veren diyoruz, mesele kelimeler değil, mesele bu
yapıyı tanımak.”
“Seni bir yaşatan var. Kendini gövdeden çekti mi
bitiyorsun. O geri girse dirilirsin. O Nefes Alıp Veren. Bir
insan, Nefes Alıp Veren kendini gövdeden çektiği zaman niye
görmüyor, duymuyor, konuşmuyor, hareket etmiyor? Gözü
var, ağzı var, beden yerli yerinde ama işlem görmüyor. Demek
ki; gören, konuşan, hareket eden, duyan Nefes Alıp Veren,
Can. Ölüyle dirinin arasındaki tek fark, Nefes Alıp Veren’dir,
başka bir fark yok. Nefes Alıp Veren tekrar bedene girse beden
yine canlanacak. Demek ki bütün sıfatlar, fiiller onun elinde.”
Dayanak
“Benim bir yere dayanmam lazım. Ağaca dayansam,
bitkiye dayansam benden küçük. Havaya dayansam benden
küçük, hayvana dayansam benden küçük, adama dayansam
benden küçük değil mi? Benim bende bir yere dayanmam
10
KENDİMİZ
lazım. Bende bir yere, çünkü meçhulde bir yer yok. Hedef
müspet ister, meçhul istemez. Peki benim en güçlü yerim
nerem ona bakacağız. Benim en güçlü yerim ağzım, gözüm
değil çünkü onlara bir hakimiyet kuran var. Gücüm aklıma da
yetiyor, zihnime de yetiyor, ama Nefes Alıp Veren’e gücüm
yetmiyor. Nefes Alıp Veren’i tutamıyorum, bir dakika, iki
dakika sonra patlatıyor. Onun öyle bir gücü var ki kendini
gövdeden çekti mi benden bütün sıfatlar, fiiller kayboluyor,
görmeler, işitmeler, duygular hepsi kayboluyor. O zaman
bende bu yapıda en güçlü yer Nefes Alıp Veren. Nefes değil,
Nefes Alıp Veren! Ona biz Yaşatan diyoruz, Can diyoruz.
Çünkü Can’ın belirtileri var, gövdeden çekti mi onlar yok
oluyor.”
“Bizim güçlü olmamız için, gücümüzün yetmediği, bizde
bizi yaşatan Nefes Alıp Veren’e dayanacağız. Başka bir şeye
değil. Şimdi, elektriğin merkezi neresidir? Baraj, değil mi?
Bir lamba, direk barajdan elektriği alabilir mi? Alamaz. Ama
barajdan gelen elektrik fişe taktığında senin işini görüyor değil
mi? Biz de Yaşatana, bizde Allah’ın varettiği yere bağlanıp
fişi takacağız. O fiş de bizde bizi yaşatan, kimsenin gücünün
yetmediği Nefes Alıp Veren’dir. Ona bağlandık mı cereyanımız
yanar. Cereyan yandığı zaman ihtiyaçlarımın hepsini görürüm,
gayet doğal. Siz mevzuları büyütüyorsunuz. Tembelsem, erken
kalkmayı mevzu ediyorum. Düzensiz intizamsızsam, prensibi
mevzu ediyorum. Müsrifsem tasarrufu mevzu ediyorum.
Bunlar sıradan işler, o kadar kolay ki. Ben, Nefes Alıp Veren’in
bendeki yaşatıcı gücüne bağlantı kuracağım cereyan almak
için.”
“Nefes Alıp Veren’e gücün yetmiyor. Yetmediğine göre
11
ona tabi olacaksın. Var mı buna gücü yeten? Hücreleri,
hidrojeni, atomu, her şeyi konuşuyorlar ama Nefes Alıp Veren’i
konuşamıyorlar. Duydunuz mu hiç bir yerde? Niye araştırma
geliştirme yok Nefes Alıp Veren üzerinde? O kadar hidrojeni,
atomu patlatıyorlar da, şuna bir baksalar ya bu neyin nesidir?
Niye yok? İnanç sisteminde bu olmayınca burası doğal, tabii
kabul edilip kapatılıyor.”
“Nefes Alıp Veren’in kendisinden güçlü bir şeyi yok. O
kaynak enerji. Kendine insanı zırh yapmış. Yine kendisi.
Diyor ki, “ben seninle benim hazinemi yönlendireceğim”.
Sana da “o kadar büyüksün ki“ diyor -kendi büyük, sen değil-.
Uyarsan beraber yaparız, uymazsan ben işimi yürütüyorum
ama sen ortada kalıyorsun diyor.”
Evren bütün işini insan ile yapıyor
“Evren, kâinat tek bir varlık. Evren diyelim de rahat
konuşalım. Evrenin, tabiatın özel yeri de insan. Evren bütün
işini insan ile yapıyor. Bu da belli. Ama evren yapıyor, dikkat
edin, sen yapmıyorsun. Sen ona, yani Yaşatan’a, Can’a uyarsan
mutlu oluyorsun. Beraber oluyorsun. Uymazsan o yine işini
görüyor. Senden lastik fabrikası kurmuyor mu? Kuruyor. Sen
de diyorsun ki ben yaptım. Neyi sen yaptın? Akla getiriyor,
düşünüyor, yapıyor. Ama zevkini alamıyorsun. Düşünsen ki,
sen onu Can’la yapsan, “bu kadar insanın lastiğini ayarlıyorum,
onları yolda koymayacağım” diye, zevkten dört köşe olursun.”
“Sizler hiç kendinizi araştırmamışsınız. İnsan merak eder,
12
KENDİMİZ
bu düşünceler nereden geliyor diye. Konuştuğumuz bu sözler
nereden geliyor? Bir adresi, bir kaynağı olmalı değil mi? Bir
plan, proje yapıyoruz, bunların da bir kaynağı olmalı değil mi?
İşte o kaynağın geliş yerinden haberimiz olacak. Haberiniz
olduğunda, dış etkiler kendiliğinden kaybolur, dış akıl biter,
hayal de biter.”
“Neremiz konuşuyor? Sesin geldiği yeri biliyor muyuz?
Başlangıç noktası neresi? Ses; harfsiz ve hecesiz bir yerden
gelip konuşma organlarında şekillenerek dışa çıkıyor.
Aldığınız nefesin bittiği bir yer var. İşte o merkez “Can”dır.
Can her yeri yaşatıyor. Can kendini bedenden çektiği an, bütün
hayat fonksiyonları duruyor. O tekrar geri gelse, yine her taraf
hareketlenir. Can bedeni terk edince kendisi yaşamaya devam
ediyor. Can, her yeri sevk ve idare ediyor, yaşatıyor.”
Her bir nefeste kainatı soluyoruz
“Hiç hayatınızda kendi gözlerinizden görenle baktınız mı?
Hiç biriniz, şu ağızdan nefes alıp verilen havanın ne dediğini
duydunuz mu? Bak, “hu” diye alıyor, “hay” diye veriyor.”Hu”
ne demek? Bütün kainatı içine alıyor. Âdem’den beri bütün
konuşulan sözleri, hareketleri topluyor; Aldığımız nefesle
Âdem’den bugüne bütün hareketler, düşünceler, sözler giriyor
ağzımıza. Hayırlı ve şerli giriyor. Merkezdeysek hayat veriyor,
aşkla geri sunuyor. Eğer güzel ayardaysak nefes bozuk giriyor,
içeride güzelleşiyor, nurlaşıyor. Bozuk ayardaysak nefes senin
bozukluğunu da alıyor, dışarı öyle çıkıyor.”
“Bak, dünya kuruldu kurulalı gözünden gören hiç
ihtiyarlıyor mu? Konuşan hiç ihtiyarlıyor mu? Onda
13
zaman, mekan yok. Şu anda senden gören göz, o gün de
Peygamberimden görüyordu, Mevlana’dan görüyordu,
Mustafa Kemal’den görüyordu, o hiç değişmez. Ceket
değiştiriyor. Bugün bunu giyiyorsun, yarın onu. Hücre
değişiyor. Esas varlık değişmez. O her zaman aynı. Zaman,
mekan yok onda. Zaman, şu madde aleminin düzenlenmesi
için ayarlanmıştır.”
Unutma
“Şu nefesi alıp verenin Yaşatan olduğuna, Can
olduğuna inanmalıyız. İnanmak da yetmiyor, O’nun gücünü
kullanmalıyız. Gerçekten bu nefesi alıp verenin, beni ve
bütün kainatı sevk ve idare ettiğine inanacağım ki, ondan
ayrılmayacağım. O hep benimle beraber, beni hiç unutmuyor,
hep nefesi alıp veriyor. Biz bir an unutsak nefesi, gider elden.
Ama bak o seni hiç unutmuyor. Nasıl seviyor, “hadi yetkiyi
size verdim” dese, nefesi bize bıraksa, bir anda gideriz.
Dalarız, o da küt diye gider. Bu kadar bizi sevenden biz niye
uzaklaşıyoruz?”
14
KENDİMİZ
GEZEN
“Sen öyle bir büyüksün ki haberin yok. O yıldızlar,
galaksiler gözünün merceğinde küçücük kalıyor. Bak hepsi
içine giriyor da boşluk kalıyor. Öyle büyük bir varlıksın da
haberin yok. Bütün kâinatın sahibi ve büyüğüsün sen. Sen
büyük evrensin, o küçük evren. Ama altmış okkalık gövde
akla gelince “neremiz büyük” diye düşünüyorsunuz.”
Kendimizi gövde zannediyoruz
“Bir kendimizi tanısak. Siz kendinizi gövde
zannediyorsunuz. Biz diyoruz ki iki ebedi varlık var. Bir Nefes
Alıp Veren, bir de Gezen. Bunlar yemez içmez. Bunlar duvar,
hudut tanımaz. Bak, gözünü yum dünyayı içine alırsın. Gezen
bir anda arş-ı âlâyı dolaşıyor. Onun maddi bir şekli yok. Onda
zaman mekan yok. Nereyi konuşursan, o Gezen oraya gider.
Bak bir anda otuz sene evvelini düşünüyorum. O kadar büyük
varlıklar ki.”
“İşte o Gezen sensin. O nereden türedi? Nefes Alıp
Veren’den, Can’dan türedi. O; Can’ın yetki ve sahiplik fiilidir.
Biz o sağda solda gezeniz. Gece rüya görürüz, gündüz de
gezeriz. İşte o gezdiklerimizden zihnimiz bozuluyor. O Gezen
evinde, yerinde olmayınca her yandan bizi bozuyor. İnsanın
doğal hali kaybolmuş, yeryüzünde insandan başka bütün
varlık doğal halini yaşıyor. Bir tek insan doğal halinin dışına
15
çıkmış. Kedi kediliğini yapıyor, ben köpeğim demiyor, doğal
halini yaşıyor.”
Kainatın sahibi insan
“İnsan Yaşatan’ın yetki makamına hizmet ediyor.
Yaşatan, bütün kainatın sahipliğini Gezen ile yapıyor. Siz
biliyor musunuz ki; güneşi, ayı, yıldızları, bulutları hep siz
yapıyorsunuz. Isıyı, verimi hep siz yapıyorsunuz. Yaşatanla
beraber olursak zevkini yaşıyoruz, yoksa Yaşatan zaten bizden
işini görüyor.”
“Kimse bu Gezen’in kendimiz olduğunu, büyük olduğunu
söylememiş. Dini sözler hep hayal ve meçhulde kalmış. Bizi
mahveden şu Gezen. Herkes daldı mı kupkuru kalıyor, gezen
buraya geldi mi yüzünüz parlıyor. O çok büyük. Çok çabuk
gider, dünyayı dolaşır gelir. Daldık mı gidiyoruz. Allah insana
o kadar aşık ki, o kadar kıskanç ki, dalınca kurutuyor. Benden
başka bir yere gitme diyor, türediğin yere gel gir diyor.”
Sıkıntılarınız o Gezen’den
“Sıkıntı şurada, gövdeniz burada duruyorken Gezen’iniz
kaçıyor. O sağa sola gittiği zaman baktığınızı göremiyorsunuz,
işittiğinizi duyamıyorsunuz, okuduğunuzu anlamıyorsunuz.
Sizin sıkıntılarınız Nefes Alıp Veren’den değil , o Gezen’den.
Bugün kimin Gezen’i kötü bir yere gittiyse onun canı
sıkılmıştır. Kim kafasında ummaya, küsmeye, beklentiye
gittiyse hep sıkılmıştır. O kendinde olmadığından dalıyor,
çarpıyor, maç ediyor. O evinde olsa canı sıkılmaz. O Gezen’e
Nefes Alıp Veren de hiç karışmıyor, karışsa gel evine der,
getirir, ama karışmıyor.”
16
KENDİMİZ
“Gezen’in içeriye girme çıkma kudreti var. Girince büyük
gücü alır. İçeri girince zihnin, kalbin, ellerin, ayakların, gövden
rahatlar. Demek ki biz de hayat tarzı olarak, eve girince dışarıyı
kapatacağız. İçeriye girince bütün kâinat senin oluyor. Kâinat
senin bu fizik yapındır. Biz o Gezen’i eve (gövdeye) getirdik
mi insan oluruz. O dışarı gitti mi nefis olur, suç işler. Çünkü o
dışarı çıktı mı felekle uğraşır. Yani maddi alem. Felek dediği,
eflaktır, maddi alemdir. Dışarıdayken onunla uğraşır. O içeri
girdi mi insan olur.”
“Gezeni dışarıda olan insanın belirtilerini sayalım.
Korkaklık, pısırıklık, acizlik, zavallılık, tereddüt, şüphe,
tembellik, kadercilik, çıkarcılık, dalgınlık, dikkatsizlik, say
Allah say. Bu Gezen dışarıdayken gücü bulamaz. Siz dışarıda
iken cesaretli olabilir misiniz? Korkak olursunuz. Ani bir ses
gelince sıçramıyor musunuz? O korkaklığın alametidir işte.
Bu kim olursa olsun. Gezen dışarıdaysa bunalıma girer, mutlu
olamaz. Onun dışarıda çarpıştığı, kızdığı yerler var, onlar hazır
onu bekliyor. Gezen dışarıda hep kötü yerlere gidiyor, daha
ziyade. Hep kir alıyor, sıkıntı alıyor. Onu hakimiyetimiz altına
alabilirsek çok rahat ve verimli oluruz. Hele hele onu sürekli
bir hedefte tutarsak, çok başarılı bir insan oluruz. Bu yüzden
de hepimizin ilk yapması gereken şey, kendimizi tanımak.”
Gezen üç yaşından sonra aslından kopuyor
“Gezen’le Nefes Alıp Veren (Can), anne karnında kırk
günlük iken birleşirler. Gezen çocukken kopuk değil, üç
yaşına kadar Nefes Alıp Veren’le beraber. O yüzden küçük
çocukları çok severiz. Çocuk net, safiyette yaşıyor. Çocuğun
17
en net gördüğü üç yaşına kadardır. Onun için üç yaşına
kadar çocukların yanında dikkat edin. Yalan, hile, döküklük
yapmayın. O yaşa kadar çocuk yalan nedir bilmez, sonra
bozulur. İşte o bozulmadan sonra bu Gezen hayale, meçhule,
hikâyeye gider. Çocuklara dikkat edin; hiç korkmaz, hiçbir
şeyden çekinmez. Biz ne yaparız? Aman, dikkat, yapamazsın,
edemezsin, her taraf tehlike dolu. Böylece gezen dış dünyaya
kaçıyor. Ondan sonra yetişme anındaki düşüncelerden dolayı
çocuk değişiyor.”
“Gezen üç yaşında korku anlarında kopmaya, ayrılmaya
başlar. Korkuyla, korkutmayla kendinden kopuyor. Anneler,
halalar, teyzeler cinli, perili hikayeler anlatmış bize. Kafamızda
onlar kocaman olmuş, içimizde de bizi sıçratmış. Gezen’i
dışarı kaçırmış. Mesela kocaman insanlar gece mezarlıktan
geçemez. İşte o cin, peri, mezarlık korkuları hep çocukluktan
kalmadır. Duman eder sizi. Ondan sonra da içeri girmez bu
Gezen, çatallaşır. Senin kafanda elli, yüz tane tilki var böyle.”
“O Gezen “kendiniz” demek, “nefis” demektir. Sizi
sıkıntıya sokan, çıkaran odur. İspat edelim. Şimdi size düşman
olan birini düşünün. Nasıl oldu? Renginiz kaçtı değil mi?
Şimdi de çok sevdiğiniz birini düşünün. Bakın, yüzünüz güldü.
Bakın, aynı anda oldu ikisi de. Gövde aynı, oturduğunuz koltuk
aynı. Nasıl oldu da bir anda kapkara, bir anda neşeli oldunuz?
Bu işi yapan Gezen. Beden değil. O halde sen Gezensin, beden
değilsin. Bu işlemde gövdenin hiç fonksiyonu yok. Her şeyi
Gezen yapıyor.”
18
KENDİMİZ
Rüya gören, hayal kuran
“O Gezen hep öyle dışarıda dolaşıyor, geziyor. Biz O’yuz.
O gece de rüya görüyor. Yani hayalin geceki hali rüyadır. Senin
dumanını çıkartıyor yatakta. Rüyada yanlış bir iş yapıyorsun,
her yanın tir tir titriyor, gözünü açınca kimse görmemiş diye
rahatlıyorsun. Gündüz karışık daldığı için hayalin net değil
ama gece rüyada net görüyorsun. Gündüz zihin değişik
yerlere gidiyor, yani dağılıyor. Rüyada daha kontroldesiniz.
Rüyadayken, o korkunç rüyalarda, suçlu rüyalarda
kıvranmıyor musun? Suya gidiyorsun, boğuluyorsun, yumruk
atıyorsun, vuruyorsun, kırıyorsun, hiç el kalkıyor mu? Hiç bu
gövdenin haberi var mı? Yok. İşte o esas dünyadır aslında,
rüya değil. Esas dünya. Gövdenin burada bir fonksiyonu
yok. Fonksiyonu olan iki varlık var; biri Gezen, biri de Nefes
Alıp Veren. Nefes Alıp Veren kendini çekti mi, ne konuşma
kalıyor, ne akıl kalıyor, ne düşünce kalıyor, hepsi gidiyor. Ama
Nefes Alıp Veren geri girse, hepsi geri girer. Buradaki incelik
o Gezen. O rüya gören, hayal kuran bizatihi sensin. İşte biz
esas sizi anlatıyoruz, siz de kendinizi altmış okkalık eldiven
zannediyorsunuz, sıkıntı burada. O Gezen evine geldiği zaman
sende hiç sıkıntı falan kalmaz. Farzet ki rüyada güzellik, neşe,
huzur, her şey hoş. İşte ebediyen öyle yaşamak da var. O zaman
da keşke uyanmasaydım diyorsun.”
“İşte şimdi onun artık evine girmesi lazım. Dikkate
geçmemiz lazım. Evimizin sahibi, sultanı olmamız lazım. O
haylaz sağda solda çok perişanlık yapmış. Artık ahlak falan
koymamış. Hiçbir şey kalmamış. Evine gelirse mutlu olur.”
19
“Gezen dışarı çıkınca zaten ne olduğu belli değil. Hiç
ummadığın düşünceler yaratıyorsun. Bir hasta görüyorsun,
kendini de hasta ediyorsun. Seni ziyarete gelenleri,
gelmeyenleri hayal ediyorsun, gelmeyenlere küsüyorsun.
Ölüye gidiyorsun, kendini ölmüş hayal ediyorsun. Kavgaya
gidiyorsun, sevmediğinle dövüş yapıyorsun. Yani bir sürü
hallere giriyorsun.”
Gezen dışarıda suç işler
“O Gezen kendinden dışarı gitti mi suç işler. Onunla
bununla uğraşır. Kendinizi takip edin, bugün ne kadar suç
işlemişseniz O gitmiş de işlemiştir. Her gün suç işliyorsunuz
hepiniz. Suç illaki hırsızlık gibi şeyler değildir. Dikkatinde
olmamak da suçtur. Vakti boşa harcamak da suçtur, canını
sıkmak da, yüzünü ekşitmek de.”
“Gezen evine (gövdeye) geldi mi insansın. İnsan suç
işlemez. Ahlaklı olur. Bu eve geldiğinde sen doğal halini
yaşarsın. Evinde olup da doğal halini yaşamayan varsa gelip
beni sorgulasın.”
Gezen evinden dışarı çıkınca ne oluyor. Hayale gidiyor.
Çocukluğunuza bakın nasıl alıştırdılar bizi. Bolca hayal kurun
dediler. Herşeyi beleş, hayalde yaptık. İşte o bizi mahvetti.
Gezen’in iki ayağı
“Gezen’in bir ayağı içeride, bir ayağı dışarıdadır. İkisi
de dışarıda olsa nefes kesilir. Biri içeride, biri dışarıdadır.
İçerideki vali makamı diyelim, dışarı çıkınca da merkez valisi
20
KENDİMİZ
gibi oluyor. O Gezen, Yaşatan’ından koptuğu için komalık.
O yüzden sıkıntı yapıyor. Evinde olsa, türediği yer olan
Nefes Alıp Veren’e rücu ettiği zaman ölümsüzleşir. O Gezen,
ölümsüz bir varlıktır. Yemez, içmez, hastalanmaz, uyumaz. O
Nefes Alıp Veren’den, Yaşatan’ından koptuğu için tekrar geri
buraya girecek. O ayrı kaldığı zaman kısmi (cüzi) bir iradesi
var. Buraya geldiği zaman genel (külli) bir iradeye geçecek.”
“Gezen, yaşınıza göre onbeş sene, otuz sene, kırk sene
gezmiş dışarıda, içeri girmemiş. Girmesi için biraz emek
lazım, biraz uğraş lazım, hemen girmez ki… Emek vermeden
bir sanat, bir meslek öğreniliyor mu? Yahut bir ticaret
yapılıyor mu? Gezen çocukluğumuzdan beri kayıp. Gezen
evine (gövdeye) girerse insan olursunuz, ahlaklı olursunuz, o
girmezse olamazsınız. Peygamberimiz onu birleştirmiş, insan
olmuş. Sen de oraya girdin mi insan olursun. O dışarıdayken
nefistir, başı beladan kurtulmaz.”
Sevmediklerini evine sokuyorsun
“Gezen şimdi dışarı çıkmış, sağda solda geziyor. Ta
uzaklara gidip sevmediği insanlarla uğraşıyor. Başka işin yok
mu senin de uğraşıyorsun böyle? Burada gövde var. Yaşatan da
nefes alıp veriyor. Gezen onları bırakıp gittiği yerde sıkıntıya
giriyor. Sen bir adamla gece boyu uğraşıyorsun, hem de
yatağında. O adamın haberi var mı? Yok. O belki mutluluktan
oynuyor ama sen burada boyuna cehenneme giriyorsun. Bak
etkisine giriyoruz işte. Hem dış evimize getiriyoruz, hem
gövde evimize koyuyoruz, hem de zihin/kalp evine getiriyoruz.
En kötü dediğimiz adamı en değerli yerlerimize getiriyoruz.
21
Çarşıda o adamı görsen hiç merhamet etmezsin, selam bile
vermezsin, sırtını dönersin ama gece alıp eve getiriyorsun.”
“Bir insan sevmediğine gitsin, suratı bir karış oluyor.
Sevdiğine gitsin rahatlıyor. O zaman kim bu sıkıntıyı çeken?
Gövde mi, yoksa o giden mi? İşte burayı çözemiyoruz. Gezen
çekiyor sıkıntıyı. Sıkıntı da, arıza da, kafa bozukluğu da hep
Gezen’de. Siz zannediyorsunuz ki; problemleri ve hastalıkları
gövde yapıyor. Hayır, sıkıntı Gezen’de. O, sevmediğin birine
gidiyor, o anda dedikoduya ve olumsuzluklara başlıyorsun.
Her an kendinizi izleyin. Halden hale giriyorsunuz. Niye?
Gövdenizin hücreleri hayvan yapıdan meydana gelmiştir.
Gezen yerinde olmayınca, hayvanların özü kendi huylarını
ortaya koyuyor. Kuzulaşıyoruz, kurtlaşıyoruz, kuşlaşıyoruz,
balıklaşıyoruz, horozlanıyoruz. . . O anda biz de kendi
kendimize diyoruz ki; “şimdi nereden geldi bu düşünce
aklıma?” Evimizde (gövdede) olmazsak gelir.”
“Hayvanla insanın farkı bu Gezen’dir. Hayvandaki gövde
de aynı gövde. Gövde onda da var. Ama şu Gezen yok.
Hayvanda da et akıl var, o kârını, zararını bilir. Zehirli otu
yemez. Hatta depremi bilir. Çiğnediği yerdeki otu da yemez.
Ama şu Gezen yoktur. İşte o Gezen insan. O kâinatın, Can’ın
sevgilisi, cananı.”
Ahu göz
“İnsan olmayanlar tek gözlüdür. Mahluk gözlüdür. Bakar,
işitir. O da geçimi için. Ama İnsan’ın, ahu göz dediğimiz
ikinci gözü vardır. Mevlevi göz dediğimiz, öyle diyelim de
22
KENDİMİZ
anlaşılsın. Ahu göz görür-duyar. Şimdi bizim görür-duyar
hale gelmemiz için o Gezen’in eve gelmesi lazım. Onun eve
(gövdeye) gelmesi de ustasıyla olur. Hedefsiz gelmez o. Çünkü
başı boş kalmış orada. Ve o öyle bir geziyor ki, hiç senin gücün
yetmiyor. O öyle yaramaz ki. Onun ustası onu getirip içeri
tıkacak. Tıktıktan sonra da ustanın dediklerini aynen tutacağız.
Tutacağız ki bir daha çıkmasın. O Gezen bir şeye aşık, hedefe
aşık. Dikkat edin, sevdiğiniz zaman hep sevdiğine kaçıyor.
Kötü yere de sevdiğinden gidiyor. O bir yerde muhakkak bir
sevgi bulacak.”
23
ÜÇ YAPI BİR ARADA
“Gezen evine gelip birleştiği zaman ne oluyor? Belirtilerine
bakalım. Dikkatte oluyorsunuz, baktığınızı görüyorsunuz,
işittiğinizi duyuyorsunuz. O zaman hata diye bir şey olmaz,
kötülük diye bir şey kalmaz. Şimdi bunu çözememişler,
Gezen ayrı, onun kötülüğünü konuşmuşlar. Birleştiği zaman
öyle bir şey yok ki, yapıda yok yani. Arasan bulamazsın.
Kendi kendine bir yalan söyleyeyim desen, söyleyemezsin.
Kötü düşüneyim desen, düşünemezsin. Hayal kurayım desen,
kuramazsın. Niye? Gezen evinde. Ama o evden gidince her
kılığa giriyorsun. Hem de saniyede giriyorsun. Şu iç aleminize
bakın, dakikada kaç düzene girip çıkıyorsunuz.”
“Nefesi Alıp Veren bizi yaşatan Can’dır. Onu iyi
tanımamız lazım. Nefes Alıp Veren’i iki, üç dakika tutmayı
deneyin, zorlayın kendinizi bakalım tutabiliyor musunuz?
Tutamazsınız. Demek ki bu Nefes Alıp Veren sıradan birisi
değil. O çok güçlü. O; kainatı da yaşatan, bizi yaşatan Can. Bu
Gezen de ondan türemiştir. Bu gövdenin vazifesi de, o ikisini
birleştirmektir. Can her zaman yerinde duruyor, Gezen her
zaman kaçıyor. Can ve canan, bu gövdede birleşecek.”
Yaşatan hep Gezen’i arıyor
“O Gezen dışarı gidince bu ev bomboş. Nefes Alıp Veren
ile gövde kalıyor. Nefes Alıp Veren, yani bizi Yaşatan, Gezen’i
arıyor. Sevgilisini arıyor. Gel diyor, gir içeri, gir de muhabbet
24
KENDİMİZ
edelim diyor. O da gelmiyor. Türküler söylüyor, şarkılar
söylüyor, olaylar yaratıyor, hadiseler çıkartıyor, kazalar
yapıyor kendine gel diye. O kazalar var ya, hep hayırdır. Sırf
sen kendine gel diye; gelmiyor. Adam salıyor, hizmetçiler
salıyor. Kendine gel. Gelmiyor.”
“Siz hiç aynada gözünüzden görene baktınız mı? Yok. Her
gün aynaya bakıyorsun, ama gözünden görene bakmıyorsun.
Peki şimdi gözünden görene bir bak bakalım, hiç hayal kalır
mı sende. Gözünden görene bir bak, herşey durur. Ne olmuş
oluyor? Bu gövdede birlik oluyor. Bu gövde, iki varlığın,
Gezen’le Nefes Alıp Veren’in birleşip zevk-i alem yapması
içindir.”
Yaşatanın yetkisi Gezen’de
“Gezen bütün kainatı sevk ve idare edecek makam, mevki.
Gezen evine geldiği zaman, Can’ın yetkisini elinden alıyor.
Eve girdiği anda bütün yetki onda. Gezen dışarıda iken sıradan
bir insanız. İçeri girdiğimiz anda, bütün yetkiyi ele geçiriyoruz.
İspatı? Bir kere gövde müthiş güzel oluyor. Bir hoşnutluk, bir
huşu oluyor. Ondan sonra değer verdikçe, kapıdan içeri içeri
girdikçe daha geniş yetkileri alıyoruz. Önemli olan, o Gezen’in
değerini bilmek. Gezen burada olunca, neşeden başka bir şey
düşünemezsiniz.”
“Gezen’in yetkisini bir de şöyle tarif edelim. Can’ı bir
bütün olarak Bursa kabul edelim. Yani Can, Bursa. Bir de
Bursa’da yaşayan fertler var değil mi? Bursa’da yaşayan
fertler Bursa ile iç içedir, ayrı değil. Bir de Bursa’yı yöneten
vali var. Valinin gücü başka, fertlerin gücü başka. Biz valilik
25
makamında değil de sağda solda, hayalde, rüyada gezersek
zavallı oluyoruz, cüzi oluyoruz. Yani karnımızı doyuruyoruz,
başka bir şey değil. İşte Gezen buraya girdiği zaman valilik
makamına oturup yetkili oluyor.”
“Gezen, Nefes Alıp Veren’den türemiştir. Gezen türediği
yere dönünce siz Yaşatan’ın gücünü kullanmaya başlarsınız.
Bütün kainatı düzenlemeye başlarsınız. Bütün dava Gezen’i
evine getirmektir. Sen hiç bilmediğin bir yerden güç alabilir
misin? Sen hiç makamına gitmeden o makamın gücünü kullan,
olacak iş mi bu? Gezen evine gelip oturacak ki, Nefes Alıp
Veren’in gücünü kullanabilsin.”
Dışarıdakilerin hepsi senin
“Gelin, buraya içeri gelin. Dışarıdakilerin hepsi sizin,
merak etmeyin. Gezen dalınca, gövdeden ayrılınca, şu benim
olsun, bu benim olsun diyor. Can da çağırıyor, onlar zaten
senin, ne diye beni bırakıp da onlara gidiyorsun diyor. Hepsi
senin, sen benim gönlüme gir diyor. Biraz daha gir, vekaleti
sana vereyim, sen ne yaparsan yap diyor.”
“O Gezen döner, Yaşatan’ına rücu ederse, gerçek insan
olur. Doğal olarak kötülük falan kalmaz. Siz akşama kadar
yalan söylemeyeyim, hile yapmayayım, dürüst görüneyim
diye uğraşıyorsunuz. Gezen evine geldi mi bu doğal olarak
olur. Bugün akşama kadar bir gövde aklıma gelmedi. Evinde
oldun mu mis gibi olursun. Gezen içeri girdiği zaman dirilir.
Hiç yanlış yapmaz. Olumsuz şeyler konuşmaz. Evine girdiği
zaman dalavere, güvensizlik, olumsuzluk olmaz, yanlış çıkmaz
bu evzalardan. Ama Gezen dışarı çıktı mı her şey çıkıyor işte.”
26
KENDİMİZ
“Gezen gezdiği zaman nefistir, suç işler, yetkisizdir. Onun
için o sözler söylenmiş, “gözü kör olası nefis” gibi. O içeri
girdiği zaman aslına rücu eder, insandır. İnsan olunca otomatik
olarak örnek insan hali oluyor. O da senin tabii halin. Her insan
böyledir ama iş o insanlık yerine gelmek.
O zaman biz gerçek insan oluruz; efendilik yapar,
sahiplik yaparız; bize hizmet edenlerin, maddi alemin emrine
girmeyiz.”
Yaşatanın bendeki gücüne bağlantı kurmak
“Evlerimizde kullandığımız elektrik nereden bağlantı
yapıyor? Direkten. Bakın, baraja gitmedik. Oradan yaptırmaz,
patlatır burayı. Ben de cereyan almak için Allah’ın bendeki
yaşatıcı gücüne bağlantı kuracağım. İşte bunun için o Gezen
eve gelecek. Eve geldi mi örnek insan olur. Bağlantı olur,
ışık yakar. Dışarıda bağlantı yok, ışık yakamaz. Diyelim evi
düzenlemişsin ama elektrik direğine bağlantıyı yapmamışsın,
ışık yanar mı? Bizde de direk nefesin bittiği noktada. Bizde en
güçlü, senin benim gücümüzün yetmediği ne var? Nefes Alıp
Veren var. Ona kimsenin gücü yetmez. Demek ki benim Gezen
ona dayanacak.”
“Nefes Alıp Veren’e döndüğün zaman tıpa tıp kainatın
bütün güzel insanlarının ahlakı sende zuhur ediyor. Tıpa tıp.
Dürüst, onurlu, vakarlı, şerefli, gözünü hiç mahçup etmez,
verdiği sözden caymaz, emanet aldığı işi yerine getirir,
güven sarsmaz. Korkak olmaz, pısırık olmaz, aciz olmaz,
zavallı olmaz, kaderci olmaz, tereddütlü, kinli, nefretli olmaz.
Üretim, düzen, intizam, sevgi, saygı devamlı olur. Öyle bir
27
kapı kapanıyor ki burada. Ben yalan söyleyeyim desem
söyleyemem. Yok. Olmayan bir şey konuşulur mu? Hile
yapayım desem yapamam. Yok. Öyle bir şey yapıda yok.
Evinde olunca sıkıntı olmaz, etki olmaz. Gördüğünü, işittiğini
etkine alırsın, güçlüsün ya. Güçsüz olunca etkileniyoruz. Her
gelen içeri giriyor. Ama güçlü olduğun zaman kimse giremez.
Böyle bir yapı var. Bu senin yapın. Bu senin doğal halin. Yani
dört dörtlük bir insan nasılsa biz oyuz.”
28
KENDİMİZ
BİRLEŞMEK İÇİN
“Dikkatimizi Nefes Alıp Veren’e bağlayalım. Nefesinizi
takip edin. Nefesiniz, asansör gibi sürekli içinize inip çıkıyor.
Gezen’i bu asansöre bindireceğiz. Şöyle bir takip edin,
nefesiniz nerede bitiyor? Göbeğinizin üç parmak üstünde
bitiyor. Dikkatinizi nefesinize bağlayın, aklınızı da dikkatinize
bağlayın, nefesinizin bittiği yerde her tarafınız zingir zingir
zingirder. Biraz takip etseniz, damarlarınızın zikrini duyar
kendinizden geçersiniz. Daha dünyada hiçbir şey istemezsiniz.
Bütün dünyanın en iyileri bir araya gelse hiç kalkıp da
bakmazsınız. Olumsuz ve yıkıcı düşünce diye bir şey kalmaz.
Çünkü can bayram ediyor, canan odasına geri geldi, oda
şenlendi. Böyle bir mutluluk var. Bunu her an yaşayabilirsiniz.”
“Demek ki ne yapacağız? Dikkatimizi asansöre
bağlayacağız. Buradaki asansör hiç arıza yapmaz. Bak, inip
çıkıyor. Biz bu inip çıkan nefese bineceğiz. O ne demek?
Dikkatimizi buraya bağlayacağız. Nefesimizin bittiği yerde
iki üç saniye tutarız, zaten orası fıkır fıkır kaynıyor. Orada
vicdan dediğimiz, gönül dediğimiz cananın makamı var. Cız
diye yakar, neşelendirir, bu etkiler hep oradan gelir. İşte nefes
oraya inip çıkıyor. Bütün dikkati Nefes Alp Veren’e bağlayın,
yakalayın ki o dediğimi, bir daha bırakmazsınız, mal sizin olur.”
“Peki bağlantıyı nasıl kuracağız? Bu evden kaçık olan
Gezen nasıl girecek buraya? Geliyor ki her taraf dolmuş.
Kin, nefret, kıskançlık her şey var. Giremiyor içeri. Zihnimi
29
boşaltmam lazım ki Gezen içeri girsin. Bu zihin hedefle
güçlenir, insan sevgisiyle de temizlenir. Ondan sonra bağlantı
kurmak ve devam ettirmek kolaylaşır. Buradaki bütün sorun
insan makamına oturmak. İnsan sevgisi insanı kötülüklerden
kurtarıyor ama yetki sahibi yapmıyor.”
“Mutlaka bir hedef tutacağız ki yetkili ve güçlü olabilelim.
Demek ki iki şeye ihtiyacımız var. Biri hedef; gövdenin hareket
haline geçmesi için. İki, sevgi; insan sevgisi ki temizlenelim. Bu
insan sevgisi de öyle alelade bir insan sevgisi değil. Gezen’le
Nefes Alıp Veren’i bu gövde içinde gönülde birleştirmiş, her
an dikkatinde, gerçek insanlığını yaşayan Kişilik ve Şahsiyet
Eğitimcisi yani insan ustası.”
Hedef
“Gezen hedefe aşıktır. Hedef insanın kendi doğal halidir.
Kişilik ve şahsiyetidir. Hedef kendimizden üstün bir şey
olacak. Mal, mülk, şan, şöhret, bakan olmak, sanayici olmak,
profesör olmak, bunlar hedef değil, bunlar sıradan işler. Hedef
beni aşmalı. Benim nerem beni aşacak? Kişilik ve şahsiyetim.
Kişilik ve şahsiyetime önem verdiğim zaman bu gövdeden
kâinata verimlilik akar. Bir iz bırakırız. Bir sahada, iki sahada,
beş sahada. Sen şu bilinenin üstünde bir şey koymalısın, yani
çözeceksin. Neresi çözülmemiş, neresi verimsiz, orayı çözdün
mü sen üste bir şey koymuş oluyorsun.”
“Binlerce senedir Gezen dışarıda gezmiş, hiç eve
girmemişiz. Hiçbir insan yok ki günlük hayatında bir dakika
Gezen’i içeri sokmuş. Bu bize babamızdan kalma -öyle
diyelim- bir borç. Bunu çalışıp ödeyeceğiz gibi alıştıracağız.
30
KENDİMİZ
Bunun bir ustası var, bütün güzel ve kaliteli işlerin olduğu gibi.
Onunla diyaloğun çok olursa o seni içeri sokar. Ama senin de
hedefin olması lazım. Ben şerefli, haysiyetli insan olacağım
diyeceksin. Dürüst, mert, onurlu bir insan olacağım dediğin
zaman güce ihtiyaç hissedersin.”
“Bakın çeşitli anlatıyorum, hedef senin Yaşatan’ın seni
var ediş nedenine uygun yaşamandır. Yaşatan yeryüzünde
işini seninle yapacak, ayrı değil. Onun bu ahdine uyuyorsan
hedeflenmiş oluyorsun. Yaşatan diyor ki “sen benim vekilimsin,
yeryüzündeki bütün icatları buluşları seninle yapacağım. Senin
aklına getireceğim, yapacağım.” Sen ona uymadın mı, aciz,
korkak, pısırık, çekingen, ne derseniz deyin, ona düşmanlık
yapıyorsunuz. İşte o zaman da Yaşatan seni cezalandırmıyor,
sen seni cezalandırıyorsun. Çünkü bu kâinatın sorumluluğu
bizim üzerimizde. Beleş geçiniyoruz. Her şey bize hizmet
ediyor ama bunun bir de sorumluluğu var. Dükkânın olsa bile
temizlik yapıyorsun, bir şeyler yapıyorsun değil mi? Bir de bu
yeryüzünün sorumluluğunu hiç düşündük mü? Hava, güneş,
ay, yıldız, hiç onlara böyle güler yüzlü baktık mı? Nefes
çektik mi? Bir teşekkür ettik mi toprağa, bize neler taşıyor. Ne
hakaretler ediyoruz ama o yine de boyuna veriyor.”
“Hedefsiz bir insanın insan olma ihtimali hiç yoktur. Hedef
zaten var ve belirli.”Sen, kainatı benimle beraber adaletlice,
düzenlice, intizamlı ve nizamlı yönlendireceksin”. Kainat, bu
gövdedir. İşte bu kainatı yönlendirmek için hedef tutacağız.
Bizim bu kainatı sevk ve idare etme sorumluluğumuz var. Bu
sorumluluğumuz namazla oluyor. Namazda bu kainatı düzene
sokuyoruz. Bugün havalar niye bozuk? Biz de bozuğuz da
ondan. Niye denge yok? Bizde denge yok da ondan. Sözler
31
niye anlaşılmıyor? Biz de anlaşılmıyoruz da ondan. Nereden
bakarsan bak.”
“Sizin dışınızda hiç bir şey yok boşa aramayın, düşünmeyin,
her şey bu yapının içinde.”Arşıma kürsüme sığmadım, insanın
gönlüne sığdım” diyor. Girin içeri herşeyi bulursunuz. Ama o
gezen içeri kolay kolay girmez. Nasıl girer? Hedefli adamlarda
girer. Hedefin büyüklüğüne göre girer, hedef tutmadı mı o
girmez.”
“Gezen’i, nefesin bittiği yere bağladığımız zaman bütün
vücudumuz Allah Allah diye titrer. Şu anda bağlayın hemen
yaşarsınız. Hayal ve düşünce durur. Ama bu ancak bir hedefle
olur.”Ben şerefli, şahsiyetli, amaçlı, örnek bir insan olacağım”.
Bu hedefi birinci sıraya koymadığınız zaman gövdenin istekleri
öne geçiyor işte. Onun da sonu yok, çeşidi çok.”
“Bazen yoruldum diyoruz. Zannediyorsunuz ki siz
yoruldunuz. Hayır, gövde yoruldu. Bakın kendinize, sevdiğiniz
bir işte yirmi dört saat ayakta olsanız, hiç yorulmazsınız. Ama
sevmediğiniz işte derhal yorulursunuz. Amaçlı, hedefli insan
yorulmaz. Hedefi olmayan insan sürekli yorgundur.”
“Sen kendine bir hedef tutacaksın: mesela, “Ben, bu
şehrin ya da Türkiye’nin şu sahada örnek insanı olacağım”. Bu
hedefi koyduğun zaman mecburen bir yere sığınırsın. Şimdi
talebeler okuldan diplomayı alınca iş yok diyorlar değil mi?
Ne yapıyorlar? Bir yerlerden adam arayıp buluyorlar. Niye?
İşlerini yaptırmak için. İşte hedefiniz olunca böyle ihtiyaç
duyduğunuz yere sarılırsınız.”
32
KENDİMİZ
“O Gezen’i bir hedefle tutacaksınız. Hedef senin
büyüklüğüne ve güçlülüğüne inanma hedefidir. Hedefsiz, kuru
kuruya olmaz. Hedef tutacaksın, onun için de güce ihtiyaç
duyacaksın. Bana bir güç lazım, o nasıl bir güçtür? Bende beni
yaşatan güçtür. O zaman ona ihtiyacım var.”
“Gezen bir şeye aşıktır, hedefe aşıktır. Hedefli insanlarda
Gezen emre geçiyor. Yani kararlı insanda, hükümlü insanlarda.
Sen bir karar ver, ne olmak istiyorsun. Karar verdik mi iş
kolay. İlk işin büyük putları yıkacaksın. Şan, şöhret, makam,
mevki, nüfus, cinsellik neyse. Tıkır tıkır yıkacaksın. Putlar
hani kırılıyor ya Kabe’de, siz onu taşlara dinliyorsunuz. İşte
öyle kıracaksın. Ondan sonra emrine alacaksın hayatı. Yoksa
onları dışlamak değil.”
“Hedefimiz devamlı bir hedef olacak. Sizin hedefler
kısa. İşi bitiriyorsunuz, başarı yapıyorsunuz, iki gün sonra
kendinizi salıyorsunuz. Tekrar yapacağız. O iş durmaz. Hedef
durmaz. Bir de birinin aşkı için yapacağız. Paranın aşkı için
hedef olmaz. Paranın olduğu yerde hiç mutluluk lafı olur mu
bir bakın. Hep sıkıntı getirir adama. Peki ben kâinatta kime
hizmet edeceğim. Yine en iyisi insan. Hayvana mı edeceğim?
Toprağa mı edeceğim? İnsana hizmet edeceğim. İnsanın en
iyi yeri neresi? Kişiliği, şahsiyeti, şerefi, haysiyeti. Demek
ki hedef yine kendimiziz. Başka değil, dışarıda yok. Hedefi
dışarıda değil, kendimizde arayacağız.”
33
Sevgi
“Maddede sevgi olmaz. Sevgi; Gezen ve Nefes Alıp
Veren’in sevişmesidir. Bu bilinmediği için Gezen’le gövdenin
sevişmesine sevgi diyoruz, o yanlış işte. Bu olmuyor,
çünkü maddede sevgi olmaz, çıkarcılık olur. Gövde hayvan
kısmımızdır, çıkar, menfaat ister. Bunda sevgi falan olmaz.
Sen bana hürmet edersen iyisin derim, o hürmet bittiği an
seninle işim olmaz. Kimileri on sene, yirmi sene arkadaşlık
yapar, arkadaşının işine gelmeyen bir huyu yüzünden araları
bozulur. O huyunu daha önce de biliyordu, sanki o gün mü
çıktı karşısına? Bana hediye getirirsen, hürmet edersen, hiç
yük vermezsen, yükümü alırsan ben seni severim. Başka bir
sistem mi var zahirde? Evlatta da böyle, akrabada da böyle,
ortakta da böyle, komşuda da böyle. Bunlar sevgi değil. İnsan
sevgisi bu olamaz. İnsan sevgisinde şu var: herkes üzerimi
kirletecek, ben onların kirlerini temizleyeceğim.”
“Bu zihinleriniz dolu. Mevlana anlatmış anlatmış kimse
anlamamış, “ben büyük eşeğim” diye. Çünkü doldurmuş
yükleri kafaya. Ama Şemsi görünce çarpılmış. Çarpılınca
da bu kafadakiler yük. O kadar bilgiler yük. İşte bu bir
insan sevgisiyle temizlenir. İlla bizim bir insan sevgimiz
olacak, neden? Zihin dolu. Kiminle dolu? İnsanlarla dolu.
Çocukluğundan beri kızdığın adamlarla dolu aklın. Alışmışız,
hep kötülere gidiyoruz, kızıyoruz değil mi? Peki, o zaman zihin
sevdiğimiz bir insanla dolacak, bu kadar basit. Hiç derin bir
şey yok, sevdiğin bir insanla dolacak. Bir insan sevgisi olacak.
Bu var mı? Yok. Bunu söylemişler mi? Yok. Ama insana
kızmayı bize öğretmişler. Akşama kadar her gün kaç kişiye
kızıyorsunuz? Suratınız bir karış ekşiyor. Bize deselerdi bir de
iyiye git rahatla diye, bu sıkıntılarımızın çoğunu hallederdik.
34
KENDİMİZ
Biz iyi bir insanı hatırlasak sıkıntıya girmeyiz. Bakın çok
kabadan konuşuyorum. Bizim hayalden dönmemiz, Gezen’i
eve getirmemiz için dikkatinde, gerçek bir insanla alışveriş
yapacağız.”
“Bize daha evvel insanlara kötülük düşünme, kötü yönlerini
düşünme deselerdi, insanı sev deselerdi çoğu sıkıntı giderdi.
Bakın, akşama kadar dağdan, taştan, ağaçtan hiç sıkılmıyoruz.
Hep aklımıza ya evdekilerden geliyor, ya akrabadan geliyor,
ya işyerinden geliyor, ya komşudan geliyor, birine kafaları
takıyoruz. Bunun yerine deseydi ki annemiz, öğretmenimiz
“sevin”. Sevdiğimiz aklımıza gelse rahat ederdik.”
“Sevgide ilk önce görünüme bakarız. Mesela fiyakalı
giyinmişsindir ama ağzın olumsuz konuşuyorsa notumuz
düşer, düşmez mi? Gözün bozuk bakıyorsa notumuz düşer.
Dedikodu yapıyorsan düşer, değil mi? Olumsuz konuşuyorsan
düşer. Malın için kendi kişiliğini şahsiyetini harcıyorsan düşer.
Ahlaklı olmayan bir insan sevilir mi? Kardeşin dahi olsa, hırsız,
üçkağıtçı, yalancı adam sevilir mi? Bir insanda güven, saygı,
sevgi varsa onu doğal olarak seversin. Yani sevginin anlamı
saygı ve güvendir. Güvenmediğini saymazsın, saymadığını da
sevemezsin. Dön dolaş sevgi ahlâkla ilgilidir.”
“Sevgide bir kere seni gören bir mutlu olacak. İçi ılık
ılık kaynayacak. Hani içim kaynadı denir ya. Ondan sonra
icraatının yapısı ortaya konacak. Biz hangi insanları severiz?
Ahlâklı insanları severiz. Ahlak, verimli olmanın devamlı
halidir. Ahlâksız kardeşim de olsa kızarım, değil mi? Demek
35
ki sevgi ahlâktır. Çünkü sevgi tabandan, vicdandan gelir. Bizi
sıkanlar kim? Kalitesiz insanlar. Kaliteli bir insanı sevdik mi o
da rahatlatır. Bir insan sevilirse ahlâk değişir. İnsan sevmeden
ahlâk değiştirmek hiç mümkün mü? Bu kadar açık.”
“Bu iş yürekten sevgiyle olur. Çünkü yürekten seversen o
sevdiğin insana benzersin. Size zahiri bir şey anlatayım, onu
ahlâka çevirin. Benim en sevmediğim şey tıraş olmaktı. Baktım
sevdiğim insan her gün tıraş oluyor, ben de oldum. Bu büyük
bir inançtı benim için, bunu kimse yıkamamıştı bende. En
sevmediğim kravat takmaktı, baktım o takıyor, ben de taktım.
Ben hep ayak ayaküstüne atar, hava satardım. Baktım o hiç
öyle oturmuyor ben de oturmadım. Bakın bir şey anlatıyorum;
bunu ahlâka döndürün, aileye döndürün, her yere döndürün.
Sevgiyi anladınız mı? Sevgi böyle değiştirir adamı.”
Usta
“Gezen’in evine gelmesi lazım. Gelecek ama zihin
çocukluktan beri yüklerle dolu. Gezen içeri giremiyor. Zihni
temizlemek lazım. Bu bir ehil usta ister. O zihni, kalbi açar.
Bir kere şunu unutmayın; insana, insandan fayda gelir. İnsanın
dışında bütün sıfatlar, dini söylemler dahi insanın emrindedir.
Öğretim insandan gelir. Onun dışında olmaz. O zaman neremiz
eksikse oranın ihtiyacını duyuyoruz. Tam olana gidip bana
da ver diyeceğiz. Gezen’i evinden kim kaçırdı? İnsanların
yanlış eğitimi. Kim geri getirecek? Yine insan getirecek.
Benim bir ustaya, bir insana, kendimden kıymetli, kendinde
kendini yaşayan, Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi olan bir insana
ihtiyacım var. Ustasız hiçbir şey olmaz ki hayatta. Herkes
dünyada ustasıyla yetişir.”
36
KENDİMİZ
“Zihniniz sade olacak. Bomboş olacak. Sizin çocukluktan
beri yükleriniz var. Şimdi değil ki, kaç yaşındaysanız o kadar
yükünüz var. Ummadığınız anda aklınıza geliyor. Dolu zihin
ağırlık yapıyor. Zihin dolu olunca yeni birşey verilmez. Zihin
dolmuş peki, ne olacak? Doktorlar beyni ameliyat ediyor ya,
biz de zihni ameliyat edeceğiz. Orayı temizleyeceğiz, içine
bir şey dolduracağız. O dolacak ki dışarıdan geleni almasın.
Mesela burada ara sıra kızgınlık kokuları da saçılıyor bana hiç
giriyor mu? Giremez. Çünkü o sevgilisinden ayrılamaz. Demek
ki zihnin boşalması için bir ustaya ihtiyaç var. İnsanlığını
yaşayan bir ustaya. Yani Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi’ne.”
“Gezen dışarıda olduğundan özümüze uymuyoruz.
İnsanlığımızdan noksanlığımız var, güçsüzlüğümüz var.
Çünkü yapmak istediklerimizi yapamıyoruz, yapmamak
istediklerimizi de yapıyoruz. Buna bir güç lazım. Bu güç
nerede? Dışarıda değil. Peki nerede? O bizim en büyük
yerimiz. Bizim en büyük yerimiz nerede? Bizi yaşatan, nefesi
alıp veren. O kendini çekti mi ölüyoruz. Biz ona döneceğiz.
Ama bu kafalar ona dönemiyor. Buraya dönmek için Gezen’i
evinde olan bir insanla alışveriş yapacağız. Talep edeceğiz.
Güce ihtiyaç hisseden talip olur, ustasını bulur. Bu verilmez
alınır. Zaten her şeyi öyle alırız. Talebe öğretmenini seviyorsa
başarılı olur, çırak ustasını seviyorsa başarılı olur.”
“Okulu kendimize mi okuduk, öğretmene mi? Kendimize.
Öğretmenler de bize yardım etti. Deseler ki öğretmenlere niye
maaş verelim, kitapları biz okuyalım, yetişelim. Olur mu?
Olmaz. Ustasız bir şey olmaz. Her şeyin bir ustası var. Bir şeyin
37
uzmanıysa bir kişi, o sanatı yetiştireceği adamlara vermeli, hem
de “sen beni geç” demeli. Eğer bir insan yetiştirdiği kişiye beni
geç demiyorsa orada kölelik vardır. Biz köleliği kaldırıyoruz.”
“Sizin içiniz birini sevmek istiyor. Birini sevmek
istiyorsunuz. Ama bu et olmaz. Bu gözden gören ahu gözlü
olacak. Ona yapışacaksın, seveceksin. Başka yok. İnsanı
seven Yaşatan’ı sevmiş olur. Bunu bir kere kafanıza koyun.
Tarihte insanı seven büyümüştür. Hadi birisini söyleyin, insan
sevmeden yüce olmuş. Hep ustasını sevmiş büyümüş. Bizi
bizden daha çok düşünen, bizim şerefimizi, haysiyetimizi,
onurumuzu düşüneni seveceğiz.”
“Esas usta burada, gönülde. Gövdeli usta da onun
hizmetçisi. Gönülde olan insanın nasıl yaşadığının ispatıdır
gövdeli usta. Yani sen de en az bu tip olabilirsin. En az. Bunun
için de ustaya ihtiyacın var. Diyelim ki bir yere varmak benim
için hedef. Arabam olmasa oraya nasıl giderim? O da amaç.
Benim buraya gelmem için o araca binmem lazım. Bu ustaya
da gezenin eve girmesi için doktorluk yaptıracaksınız. Bu
kadar açık. Zahiren ustaya bir şey vereceğim diye düşünürseniz
yanlış olur. Ustaya verebileceğin ancak senin sana dost olman
olabilir. Artı, bu usta senin kötülüklerini istiyor. Yıkıntını
istiyor. Acizliğini istiyor ki yerine güzellikleri koyabilsin.
Gecekondu evini yıkıp gönül sarayını inşaa edebilsin.”
Tekrarlar
“Bir şeyin çoğalması için çok konuşmanız lazım. Sen her
gün saatlerce top ol, siyaset ol, dedikodu ol, laf ol, gırgır ol,
ondan sonra şereften, haysiyetten güç al. Böyle şey olur mu?
38
KENDİMİZ
Sen bir şeyi çok konuşursan onun derdine düşersin. Öyle değil
mi? Birinin yanına gitsen de özendirerek evinden, semtinden
bahsetse, aklında olmasa bile ben de alsam bir tane dersin.
Biz diyoruz ki; insanın bir mevzuyu halledebilmesi için, bir
mevzuda başarılı olması için 24 saatinin en az yüzde ellisi onu
tercih etmesi lazım. Daha ileri gidip orada şahane olması için,
gününün, dakikasının üçte ikisi onu düşünmesi lazım.”
“Et aklımızı şartlayacağız. Aynı kötüye şartlandığı
gibi.”Nefes Alıp Veren beni yaşatan; Nefes Alıp Veren beni
yaşatan” diye tekrar edeceğiz. Yaşımıza göre, on sene, yirmi
sene, kırk sene inkar etmişiz. Kim inkar etmiş? Et akıl. Yok
dediği kadar geri var diyecek.”Gezen benim, Gezen benim,
Gezen benim” diye sürekli tekrar ederek bunu alışkanlık
haline getireceğiz.”
Müzik
“Müzik Gezen’i evine getirmek içindir de haberimiz yok.
O şarkılar, türküler hep Gezen’i buraya çağırıyor. Siz onu bir
yerlere gönderiyorsunuz. Can seni çağırıyor, “gel eve” diye.
Hatta şarkı var, “senede bir gün, hiç olmazsa senede bir gün
gel” diyor.”Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen” diyor. O
hep buraya çağırıyor. Sende ah çekiyorsun. Sen o ah çektiğin
yeri bilmiyorsun. Ama bir ah çekiyorsun. İşte bütün türkü ve
şarkıların hepsi ona yazılmış. Biz de zannediyoruz ki gövdelere
yazılmış. Can, hep cananı, yani Gezen’i türediği yere çağırıyor,
“Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen”.”
39
“Müzik, hayvansal, duygusal kısmımızı yumuşatır. Dikkat
edin bakın. Bizim, hislenmeyle beraber eve gelmemize
yardımcı olur. Şimdi Yaşatan kendini çekse gövdeden, ölü
bir adam türkü söyleyebilir mi? Hayır. Peki bu Yaşatan kimi
çağırıyor? Gezen’i çağırıyor, “gel, eve gel” diye. Bütün mevzu
Yaşatan’la bu Gezen arasında. Başka hiçbir yere dinlemeyin
sakın. Dışarı dinlediniz mi müziklikten çıkar. Mesela “senede
bir gün olsun gel” diyor. Bir sene gelmemişsin ama kovmuyor.
Şimdiki aileler olsa içeri koymaz. Ama O “gel” diyor, “bir kere
olsun gel” diyor. Demek ki Gezen’le Nefes Alıp Veren’in aşina
olma işi müzik.”
Evinde olmanın belirtileri
“Gezen geldiğinde belirtileri var. Birincisi, dikkatte
olursun. Baktığını görür, işittiğini duyarsın. Kaba belirtileri
söylüyorum. İkincisi, şu nefes alışının sesini duyarsın.
Duyuyor musunuz sesini? Ne diye alıp veriyor bakın bakalım.
Ne diyor? Hu hay, hu hay. Bunu duymazsan evinde değilsin.
Biraz daha içeriye girdi mi, titremeye başlarsın, damarlarının
her zerrende atışını duymaya başlarsın. Biraz daha indin mi
şekil falan kalmaz. Onun için ben sizi şeklen tanımam, bir
tek bir göz tanırım. Çünkü ben şekil görmüyorum. Şekile
konuşmuyorum. İşte beni anlamanız zor olan yer burası.
Siz dinlerken de şekile dinliyorsunuz. Konuşurken de şekile
konuşuyorsunuz.”
“Gezen evine girince hemen özgüvenin artar. Hemen
zekan güçlenir, zihnin durulur, anında. Cin gibi olursun.
Uyanık, bitirim, zeki olursun, ciğerini okursun adamın. Çünkü
öyle bir dayanağa dayanıyorsun ki, senin en büyük yerine.
İnsan kendisine hizmet edenlere nasıl dayanacak? Onlar zaten
40
KENDİMİZ
hizmet ediyor.”
VİCDAN
“Vicdan, gönülden aldığı emirleri akla iletir. Akıl bir
vicdandan emir alır. Bir de dıştan alır. Gezen evindeyken
vicdandan duyar. Buna öz akıl diyoruz. Gezen dışarıdayken de
dış etkilerden alır, buna da mahlûksal akıl diyoruz.”
“Mahlûksal akıl dediğimiz hayal etkilerden, katkılardan
beynimize çocukluktan beri dolan bilgilerdir. Çocukluktan
beri zanni, hayali, meçhul sözlerle yaşıyoruz. Akıl dış
etkilerden aldığı emirlerle çalışınca sıkıntılar yaşıyoruz. O hep
mahvediyor bizi.”
“Öz akıl ise vicdan dediğimiz yerden gelir. Nefesinizi
takip edin, nefesinizin bittiği noktada vicdan makamı var. O
hiç yanlış yaptırmaz bize. Arabayla yoldayken içiniz dedi ki:
“Şurada arabayı biraz durdur, bir hava al”. Biraz ileride durayım
dediniz. Giderken daldınız. Araba kaydı gitti. Neredeyse kaza
üzerine kaza olacaktı. Vicdanınızdan gelen sözü tutsaydınız
bu dalgınlık olmazdı. Bakın kendinize. Vicdandan gelen
sözü tutmadığınızda sizi sıkıyor böyle. Vazifenizi yerine
getirmediğiniz zaman, yalan söylediğiniz zaman yüzünüz
kızarmıyor mu? Dedikodu yaptığınız zaman kızarmıyor
mu? Bırak onu, yere tükürdüğünüz zaman kızarmıyor mu?
Kızarıyor, çünkü vicdanınız sizi sıkıyor.”
41
Vicdan denen bilgisayar
“İçimizdeki vicdan denen bilgisayar en ufak bir yanlış
yapsak bizi sıkıyor. Ama dinlemiyoruz orayı. Onu dinlemeyince
mahlûksal aklımızı sergiliyoruz. O da hep menfaat, çıkar,
dalavere için çalışır. Ama Öz’de hile, hurda hiç yok, olamaz.
Hiç kimse hile yapıp da yüzü kızarmazlık yapamaz. Ama
duymuyoruz, alışmışız, kalınlaşmış biraz, kirlenmiş. Herkes
de aynı ortamı görünce, zaten herkes böyle diyerek âdet haline
geliyor.”
“Vicdanımızdan gelen dürtüler var. Çalışkan ol diyor. Temiz
ol diyor. Huzurlu ol diyor. Güvenilir ol diyor. Dürüst ol diyor,
demiyor mu? Onları artıracağız. İcat, buluş yap, üretim yap
demiyor mu? Bonkör ol demiyor mu? Vicdan bunları diyor.
Biz ise vicdandan gelen öz akıl ile dıştan gelen mahluksal aklın
arasında kalmışız. Vicdanı ara sıra duyuyoruz ama uymuyoruz.”
Vicdan tektir
“Vicdan tektir. Sende ne varsa bende de var. Hadi olmayanı
gösterin. Sen ikram severlik den hoşlanmıyor musun? Ben
de hoşlanıyorum. Mertlikten hoşlanmıyor musun? Ben
de. Çalışkanlıktan? Ben de. Sen yalan söyleyince yüzün
kızarmıyor mu? Benim de kızarıyor. Hani nerede ayrıyız?
Vicdanda biriz ama anlayışlarda ayrılıyoruz. Anlayışa göre
herkes ayrı yaşıyor. Basit bir radyoda bile bin tane frekans var
da, koskoca insanda neler var.”
“Bizim yapımızda valilik makamı, yönetim makamı vicdan
42
KENDİMİZ
denilen yerdir. Bizim ahlakımız da orasıdır, haysiyetimiz
de orasıdır. Sen oraya inmediğin müddetçe şeref, haysiyet
yapamazsın. Bunu bir kere kafadan çıkarın. O değerler vicdan
makamının zuhuratıdır. Bakın, hayvanlar da bizim gibi nefes
alıp veriyor değil mi? Demek ki mesele nefes değil, nefesi alıp
veren noktadaki mekanizma, vicdan mekanizması. Bir insan
oraya girerse insan ahlâkıyla yaşar. Yoksa yaşayamaz. Sen
de oraya girersen, otomatikman sendeki ahlâk insan ahlâkı
olur. Yanlış, yalan yok. Dümdüz bir insan olursun. Doğal bir
insan olursun. Bütün dava oranın büyük makam olduğuna
inanmanızdır.”
“Tabiatta tüm varlıklar doğal hallerini yaşıyorlar. Karınca
karıncalığını yapıyor. Köpek köpekliğini yapıyor. İnek
inekliğini yapıyor. Bir tek insan aslından uzak kalmış.
İşte bizim o asıl olan doğal insan yapısına dönüşmemiz
lazım. Doğal halimize dönersek ara sıra duyduğumuz vicdan
devamlı çalışır.”
İnsanın özel ahlâkı
“İnsandaki vicdan makamı insana özeldir, hayvanda
yoktur. Bir hayvanın yaptığını bir insan yapsa ceza yer, suç
işlemiş olur değil mi? Onun bunun bahçesine girsek suç olur
ama hayvan için suç olmaz. Demek ki hayvanın yaptığı ama
insana yakışmayan şeyler bize suç. Yoksa hayvanlarda doğal.
Tilki geliyor, çalıyor, tavuğu yiyor. Sen birini çalsan hemen
seni içeri atarlar değil mi? İnsanda onun adına suç denmiş ama
hayvan kısmından bakınca gayet adaletli. Tavuk otu yiyecek,
tilki de tavuğu yiyecek. Ama insana gelince sana yakışmaz
43
diyor.”
“Sokakta tuvaletini yapsan, biri de seni görse rengin
kaçmaz mı? Peki, köpeğin rengi kaçar mı? Hayır. İşte gördünüz
mü, insan olduğumuzdan dolayı insanda özel bir ahlâk var.
Hiçbir mahlukta olmayan. O da Yaşatan’ın özel ahlâkıdır.”
“İnsanın doğal hali, doğal yaşantısı zaten ahlâklıdır. Ama
vicdandan çıkınca bozuluyoruz. Vicdana, insanın doğal haline
döndüğümüz zaman yeryüzünde en ahlâklı her kimse onun
bütün ahlâkı mevcut bizde. Ama bunun böyle olduğu bize
anlatılmamış. Bu doğal hali yaşamak için Gezen’i evine getirip
Yaşatan’ıyla birleştireceğiz.”
Doğman konuşmak / İlham
“Gezen dışarıdayken cüzi’dir. İçeriye geldiği zaman
dalganın denizde yok olduğu gibi yok oluyor, yani külli oluyor.
O zaman da bir ayara gerek yok. Kafa bomboş, sade, şekil yok,
hayal yok. Yalnızca, geleni konuşuyor. Konuştuğumu ben de
dinliyorum, yeni öğreniyorum.”
“Siz zannediyorsunuz ki, ben bir şeyler biliyorum.
Anını yaşayan bir şey bilmez. Bu çok mühim, öyle ki
bir konuştuğumuzu bir daha konuşamıyoruz. Doğman
konuşuyoruz. Bu piyasada yoktur ve hiç bir konuştuğumuz da
bir konuştuğumuza benzemiyor. Aynı mevzuyu on kere sor,
ayrı ayrı anlatıyor, nasıl oluyor biz bilmiyoruz ki, o yapıyor.
Çünkü buradaki gücün bilgiye falan ihtiyacı yok, hazine
onun. Biz ona uyacağız. Vicdandan gelenleri takip edersek
44
KENDİMİZ
doğman konuşuruz. Yani ne demek? Bir konuştuğunu bir daha
tekrarlayamazsın. Devamlı vicdana bağlısın ya. Öbür türlü de
ona ilham deriz.”
“Siz vicdandan gelen sesi direk söylemiyorsunuz, şimdi
incinir, kırılır diye. Diyorsun ki vicdana, senin aklın ermiyor,
ben onu şöyle bir düzelteyim de konuşayım. İşte ben orayı
unutmuşum, düz konuşuyorum. O ne diyorsa, onu hiç
ikilettirmem. Siz öyle yapmıyorsunuz, o da başınıza iş açıyor.
Sen karşındakini ikna ettim diyorsun, o da sana aynısını diyor.
Sen ona yutturdum diyorsun o da aynısını diyor. Düz konuşsan
rahat edersin. Geldiği gibi. Demek ki şurada ikileşiyor bakın,
bir mahlûksal düşünce var, bir de vicdan düşüncemiz var.
Mahlûksal akıl, yani et akıl sizi bozar, karıştırır, fesatlık yapar,
akıl verir. Canınızı sıkar.”
Vicdanın adaleti
“Sen canını sıktığın zaman cezalanıyorsun. Canını niye
sıkarsın? Vicdanından gelen sözleri tutmadığın için. Vicdandan
gelen sözlerin hiçbiri seni mahcup etmez. Seni şereflendirir.
Ama akıl oradan emir almıyor, dış etkilerden alıyor. Mesela
bir arkadaşı çok başarılı olsa kıskanıyor. Yanındaki komşusu
bir para kazansa kıskanıyor. İyi bir araba alsa kıskanıyor.
İşte cezalısın. Birisinin sevgisiyle oynamak cezadır. Birisinin
yarışını engellemek cezadır. Birisinin başarısını engellemek
cezadır. İnsanı konuşuyoruz biz, hayvanı konuşmuyoruz ki.
Bugünkü bilinen hukuk hayvana aittir. Çalışmayı engelleyen
her şey cezaya girer. Vatana, millete, devlete, bayrağa olumsuz
konuşan cezaya girer. Bir düşün, olumsuz konuşunca suratın
bir karış oluyor. Zaten yaşıyorsun cezayı. Diğer ceza ne ki.
45
Hapse bir ay girersin kurtulursun. Yiğit bir suçsa aklına bile
gelmez. Ama bu dediğim cezalar elli sene de geçse aklına
geri gelir. Öyle bir düzen var. Gövdenin suçları kolay. Ama
kişilik ve şahsiyete yapılan suçlar hiç affolmuyor. Mesela
askerde komutandan dayak yiyen şimdi gülüyor. Ama kantinin
kasasından beş lira çalsa aklına geldi mi rengi atıyor. Görüyor
musun, o kadar sopa yiyor hep neşe veriyor, ama öbürü, o
hiç silinmez. İnsan vicdandan gelenlere uygun yaşarsa adalet
hukuk vardır. Vicdanından gelenlere uygun yaşamıyorsa orada
sömürü vardır.”
46
KENDİMİZ
GÖNÜL
“Göğüs kafesinin üç parmak altında; göbeğinin üç parmak
üstünde. Nefesini takip et. İşte orası gönül. Nefes Alıp Veren
ve Gezen’in birleşme sarayı. Hani iyi bir müzik dinlerken ah
vah çekersin; arkanda bir araba frene bastı mı veya bir köpek
aniden hırladı mı sıçrarsın ya, işte oraya sığınırsın.”
“Gönül, Nefes Alıp Veren’in evidir. Vicdan da ilham gelen
yerdir. Gönül vicdandan da içeridedir.”
“Gönül çok büyük bir yer. Ne diyor? “Gönlüm hep seni
arıyor, neredesin?”. Yaşatan, o kaçan Gezen’i çağırıyor. Gönül,
yedinci katta insanın birleşip gerçek insan olduğu yerdir.
Yedinci kat neresidir? Nefesin bittiği yerdir. Zaten oraya doğru
dikkatinizi takip ederseniz her tarafınızı titretir. Boş bir sayfa
gibi bütün kafanızı temizler. O anda. Hani silecekler camı siler
ya, aynı onun gibi yapar.”
Yedinci kat
“Namaz çok önemlidir. Yaşatanla yaşayanın, yani Nefes
Alıp Veren ve Gezen’in gönülde buluşması namazda olur.
Yedinci katta buluşurlar. Hayal, Madde, Atom-molekül, Enerji,
Hayat, Can, Yetki ve sahiplik. Katlardan inersin, birleşirsin,
güçlenir çıkarsın meydana, her tarafın nur olur.”
47
“Gönül diyor ki “gel, seni her halinle kabul ediyorum, gel
içeri” diyor. O Gezen içeri giriyor, gönülle muhabbetleşiyor,
haşır neşir oluyor ama geri çıkıyor. O zaman güven sarsıyor. O
geri tövbe ediyor, yine geliyor, yine kaçıyor.”
“Arabayla geçerken güzel bir köşk var, onu görüp
özenip gidiyorsun. Oradan geçerken ah, vah diyorsun. Oraya
adım atınca geri bozuluyorsun. Bu, bu kadar basittir. Gönül
de sizin köşkünüz. Ara sıra şöyle bir lafını ediyorsunuz,
rahatlıyorsunuz.”
En büyük ceza
“Gönülü bırakıp dış akılla iş yapıyorsunuz. O işte de yanlış
yaptın mı, dışarı atıyorlar seni. Gönüle de giremiyorsun. Daha
bundan büyük bir ceza olmaz ki insan için. Yani kendi evine
konulmayan bir insanı düşünün mahallede. Evine koymuyorlar.
Bunun bin misli, milyon mislini düşünün. Çünkü o bana yetki
vermiş: “Beni temsil et”diye. Sen benim yüzümle, ağzımla,
kulağımla, beni mahçup ediyorsun, yere baktırıyorsun diyor.
Oraya girebilir misin?”
“Gönül yiğit adamı sever. Suçlu ol ama yiğit ol, gönül
kabul ediyor. Kıvırdın mı içeri sokmaz. Yiğitçe de ki “ağa
ben hile yaptım”, o kabul eder. Ama kıvırdın mı içeri almaz.
Neden? Gönüle numara olmaz. Gönül kâinatı darmadağın eder.
O öyle bir berrak ki, öyle bir temiz ki. Zaten oraya yanaşanın
her tarafı, bütün damarları zikreder.”
48
KENDİMİZ
Umman
“Büyük okyanuslar vardır ya, bütün akarsuları yutar; gönül
de ummandır. Bütün kâinatın pisliği onun yanına yaklaşamaz,
hemen toz duman eder; aynı ummanın ırmağı masmavi ettiği
gibi.”
“Gönüle girdiğin zaman kötülüğün falan kalmıyor.
Kalabilir mi? Ama çok güçlüsün, sevgili olduğun için yetkin
var geri çıkıyorsun. Çıkınca da o bulanık kirli su var ya, öyle
oluyoruz.”
“Sevginin merkezi gönüldür. Nefesinin bittiği yer
kaynaktır. Gir oraya, bir tane çöp kalırsa o zaman bana gelin.
Bir tane bile. Biz dışarıda geze geze köprü altı çocukları gibi
olmuşuz. Bu Gezen temizlene temizlene gönüle girecek. Oraya
girende düşünce falan kalmaz. Adamı tertemiz eder.”
Gönül Anadolu’da olur
“Ne varsa milletimizde var, başka bir yerde yok.
Batıda gönül kelimesinin karşılığı var mı? Yok. Oranın en
uzmanı geldi bana kalbi anlatıyor. Ben gönülü söylüyorum
dedim.”Yok” dedi. Niye? Madde kısmında yaşayan, kendini
madde zanneden, hayvan zannedende gönül olmaz. Gönül
bizim milletimize aittir. Bak bir Neşet’te bin tane gönül türküsü
var. Biz bu zenginliğimizi, bu tarihimizi görmemişiz, ona buna
özenmişiz. Batıda gönül olur mu? Gönül Anadolu’da olur.”
49
DİKKAT
“Gezen’in eve gelmesinin bir tanımını daha yapalım. Eve
gelmek demek, dikkatinde olmak demektir. Dikkatinde olmak
uyanık olmaktır. O ne demektir? Baktığını görmek, işittiğini
duymaktır. Bunun için de Gezen bu evde olacak. Daldığın
zaman dikkatte olabilir misin? İnsan dikkatinde olduğu anlarda
en güçlü durumdadır. Uyanık ve kendinde olur. Kimse sana
hile ve numara yapamaz.”
“Dikkatinde olmayan insan bakar ama göremez. İşitir ama
duyamaz. Dışarıda bir insan bir insanı iki dakika dinlemiyor.
Dinlemiş gibi yapıyor. Nutuklar atılıyor değil mi? Bir yerinde
bir şey duyuyorsun, “Adam ne konuştu ya” diyorsun. Sorsak
sana ne konuştu diye, bir şey yok. O Gezen evde olmadan
dikkat olmaz.”
Dikkatin çeşitleri
“Dikkatin çeşitleri var. Karşıya dikkat ettin mi karşıyı
gerçekten görmezsin de yalnızca üstüne başına bakarsın;
Kendi zihnine dikkat ettin mi karşıdakinin zihnini de, kafasını
da görürsün; Kalbine dikkat ettin mi, karşının kalbini de
görürsün; Gönlüne indin mi hepsini görürsün. Gönüle indiğin
zaman “sen, ben” kalmaz. Bir varlık var. Gören de o, dinliyen
de o, kulaktan duyan da o.”
50
KENDİMİZ
“Dikkat ilk önce zihne giriyor. Dikkati zihne getirince zihin
sadeleşiyor, dupduru oluyor. O zaman en azından zihinlere
faydalı olursun. Kalbe getirince daima başarılı, verimli,
ikramsever olursun. Gönüle getirirsen, burada (kâinatta)
sahipsin. Ev sahibi sensin, kendini misafir görmezsin. Ama
kendini misafir görürsen, her olaydan etkilenirsin beni
adam yerine koymadılar diye. Ama gönülde olsanız sahiplik
yaparsınız. Bakın kaç çeşit dikkat var. Bu asansör var ya,
nefesi alıp veriyor, demek ki biz o Gezen’i bunun üzerine
bindireceğiz. Bindirdik mi, o nerede sonlanıyorsa orada üç beş
saniye durdunuz mu orası fıkır fıkır kaynar. Hareketlenir. İşte
o esas dikkattir.”
Dikkatteyken güçlü ve hâkim oluyorsun
“Siz ya geçmişi, ya geleceği hayalliyorsunuz. Hiç an
yaşama yok. Bu Gezen’i buraya getirdiğin zaman dikkate
geçiyorsun. Baktığını görüyorsun. İşittiğini duyuyorsun.
O zaman da güçlü oluyorsun. Hâkim oluyorsun. Çünkü
en azından vücudunda ne olduğunu biliyorsun. Dışarıda
ne olduğunu görüyorsun. Evindesin ya. Evinde olan adam
yanındakinin hepsini seyreder. Dikkate geçtiğimiz zaman hem
kendimizi dikkatte süzeriz, hem de yanımızdakileri.”
“Dikkatinize geldiğiniz zaman; yanlış kısım, yıkıcı
kısım, hayvan kısım, verimsiz kısım, olumsuz kısım, adına
ne derseniz deyin, tamamen bitiyor. O kapı kendiliğinden
kapanıyor. Dikkatten daldığın zaman o hayvan kısmı yine
başlıyor. Çünkü hayvan kısmı menfaat ister, çıkar ister.
Yaşamak için yaşadığı için onun işi gücü çıkardır. Ama insan
kısmı yaşatmak ister, vericiliği var, üreticiliği var, ikram
51
severliği var. Dikkatimizdeysek; Nefes Alıp Veren’le tam
bağlantıda olduğumuz için insanlaşıyoruz, dikkatten çıkarsak
mahluklaşıyoruz.”
Hedefli olan dikkatinde olur
“Dikkat hedefe aşıktır. Bir insan hedefli olacak. Hedefli
olan insanda dikkat açılır. Hedefli olmazsa dikkat iş yapmaz.
Hedef oldu mu dikkat oraya çalışır, o da icat, buluş, yenilik
yapar. Önem vermek hedeftir. Dikkat için önem vermem
lazım. Önem verip dikkate geçmenin de adı ciddiyettir. Önem
vermediğin bir şeyin dikkatine zaten geçemezsin.”
52
KENDİMİZ
DEVAMİYET ( AHİRET )
“Bir kere sen ölmezsin. Şu gözünden gören hiç ölmez.
Bu ağızdan konuşan hiç ölmez. Gövdeyi değiştirir, aynı
giydiğimiz ceketi değiştirdiğimiz gibi. Birini altı ayda, birini
de altmış senede değiştirirsin. Ama Gezen ebedidir. O ölmez,
sonsuz bir varlıktır. Gezen Yaşatan’la bir ise insan makamında
oturduğu için mutlu yaşar. Ayrı kalmışsa, yirmi dört saat ne
yaşıyorsanız ebediyen öyle yaşayacaksınız.”
“Nefes Alıp Veren’le bir bağlantımız var. O bağlantı gitti mi
gövde doğru mezara gidiyor. Gezen de gidiyor işte sürünüyor
sağda solda. Geliyor ki ev (gövde) yok, sokakta kalıyor. İşte bu
ev (gövde) o yüzden kıymetli. Bir yaramaz çocuğu düşünün,
gitti ki ev yerinde yok, ne yapar? Sokakta kalır. İşte o zaman
biz ona ölüm diyoruz.”
İki yapı ebedidir
“Şimdi bakın, gövdeden nefesi çektiği zaman iki yapı
ebediyen yaşıyor. Gövde toprak oluyor. Ama Nefes Alıp
Veren’le Gezen ebedi kalıyor. İspat edelim mi? Yirmi
sene, otuz sene evvelkini hatırlayın, anında yaşamıyor
musunuz? Anında etkisine girmiyor musunuz? İşte siz
yaptığınızla yaşayacaksınız. Cezalar böyle çekilecek. Rüyada
gördüklerinizi net görüyorsunuz, etkisi çok kötü oluyor
değil mi? Gündüz yalan söylüyorsun sıkmıyor ama rüyada
53
söyleyince mahvoluyorsun değil mi? Onun bir de yüz mislisini
koyun. Rüyada uyanıp gövdeye sığınıp çıkıyorsun ama nefesi
çekti mi gövde bitti, kıvran dur.”
“Ahiret, maneviyat kısmımızdır. Yani şu gözden
gören kısım, mânâ kısmı. Adı üstünde, ahiret diyorsun,
devamiyet demektir. Beden geçici, Gezen’le Nefes Alıp
Veren devamlıdır. Ayrılma yok, sadece Gezen gövdeyi terk
edecek, ama yaşayacak. Siz mezara giden gövdeden bir şey
olacak zannediyorsunuz. O geri tabiata karışacak. Gövde seni
cennete sokmak için var oldu. Yani bu gövdedeyken cennete
girmeliyiz. Yoksa bu gövdeden sonra girme ihtimalin yok.
Onun için, gövde elimizdeyken bu işleri halledelim.”
Günlük ne yaşıyorsak onunla yaşayacağız
“Gezen devamlı yaşıyor. O dünya, bu dünya yok.
Gövdeyi terk edince günlük en çok ne ile yaşıyorsan onunla
yaşayacaksın. Biraz onun bunun ırzına bakacaksın, biraz
hırsızlık yapacaksın, biraz yalan söyleyeceksin. Ebediyen
öyle yaşayacaksın. İşte cehennem azabı budur. Şimdi de
yaşıyorsunuz da, çeşitli olaylara girdiğimiz için etkisi sürekli
olmuyor.”
“Gece rüya görüyorsunuz. O anda nefesi çekse Gezen
dışarıda kalır. Öylece ebediyen görecek sıkıntıları. İşte asıl
varlık o Gezen. Bu gövdede bir şey yok. Gövde geri toprak
olacak, et olacak, süt olacak, domates olacak, salatalık olacak,
sen geri yiyeceksin. Yün olup giyineceksin. Ama o Gezen
dışarıdaysa günlük yaşantın neyse o yaşantının sıkıntısıyla
54
KENDİMİZ
kalacak. Mesela şu an bir yalan, hile düşünsen az sıkıyor.
Rüyada fena sıkıyor. Mesela rüyada bir komşunun malını
çalsan da komşu görse, kendinden geçiyorsun. Uyanıyorsun,
‘oh be hayat varmış’ diyorsun. Niye? Rüyada net. İşte Gezen o
haliyle ebediyen yaşayacak. O yüzden bu gövdeli hayatımızda
evimize girelim. Gezen gönüle girerse tarihe bir iz, bir isim
bırakır; ebediyen mutluluk ve sahiplik yerinde yaşar.”
55
ÖZETLERSEK
İnsanı tanımak için üç yapıya ayırıp inceledik. Gövde,
Nefes Alıp Veren ve Gezen. Bu üç yapının öz’e uygun, insana
yaraşır bir yaşantı ortaya koyması için de yapımızda Gezen’in
döneceği adresleri gösterdik. Gezen’in Nefes Alıp Veren’le
birleştiği yer gönül ve gönülden gelen emirleri ileten vicdan.
Bu bizim kendi yapımız. Özet olarak yapıyı tekrar incelersek:
Gövde; mahlûk yapımızdır. Etten kemikten oluşmuş
bir maddedir. Dış dünyaya ifade aracıdır. Ama tek başına
bir fonksiyonu yoktur. İçinde can yoksa cesettir. Gövdemiz
bizdeki ebedi olan iki varlığa, Nefes Alıp Veren ve Gezen’e ev
sahipliği yapar.
Nefes Alıp Veren; Yaşatan, Can, Öz. Bizdeki nefesi
alıp veren, bizi yaşatan güç. Yapımızdaki en güçlü yerimiz.
Yapımızda gücümüzün yetmediği bir tek Nefes Alıp Veren
var. Gövdeyi bize o kullandırıyor, bizi o var ediyor. O kendini
gövdeden çektiğinde, gövde türediği tabiata geri karışır.
Gezen; Kendimiz. Adımızın konulduğu yer. Gece rüya
gören, gündüz hayal kuran. O Nefes Alıp Veren’den türemiştir.
O bu gövdede, gönül denilen can evinde Nefes Alıp Veren’le
birleşirse, özüne uygun yaşayan gerçek insan olur. Gönlünün
emirlerini vicdan aracılığıyla duyar, duyduklarına uyar ve
56
KENDİMİZ
uyduğu müddetçe de şerefli, onurlu, saygıdeğer, mutlu,
huzurlu, kendisiyle iftihar eden örnek bir insan olur.
“Tüm kainat bir döngüdür. Toprak, bitki, hayvan insana
geliyor, sonuç buluyor. Her şey bir şey, bir şey her şey oluyor.
Her şey enerjiye varıyor, geri geliyor. Ama bu gövdenin
içindeki iki varlık yaşlanmıyor, ihtiyarlamıyor. GEZEN ve
NEFES ALIP VEREN. Gövde yok olsa da insan yaşıyor,
ölmüyor. Mimar Sinan ölmüş mü? Eseri olmasaydı zaten
adı olmazdı. Eseri ortaydaysa canlıdır. Edison ölmüş mü?
O devirde Edison’un olduğu yerdeki cumhurbaşkanını,
başbakanı tanımıyoruz da onu tanıyoruz. Niye? Edison malını,
canını, evliliğini dahi feda etti, elektriği bulmak için. Bu ne
için? İnsana hizmet için. Tabii ki unutulmayacak. Bu kadar
açık. Yunus unutulmayacak. Niye? Çoban ama hayatını o
yola vermiş. Biz de kendimizi bir şeye verdik mi ebediyen iz
bırakırız. Biz ne diyoruz; nasıl olsa gidiciyiz. Ha on sene, ha
yirmi sene, şu gövdeyi terk etmeyecek miyiz? İz bırakmadan
gidince ne oluruz? Adımız, şanımız, kalır mı bir şey? Bir iz
bırakalım. Malın sahibinin karşısına da yiğit varalım. Biz iz
bıraktık, insanlığa şunu bıraktık diyelim. Bu onların hakkı
da, Yunus’un hakkı da, Mevlana’nın hakkı da, Mustafa
Kemal’in hakkı da, senin hakkın değil mi? Biz insan değil
miyiz? Kim önem verirse onun hakkıdır. O tarihteki zatlar
başarmasalardı adları kalır mıydı? Mesele başarmak için güç
kaynaklanmaktadır. Güç de Nefes Alıp Veren’e dayanmaktır.”
57
USTADAN FAYDALANMA YÖNTEMLERİ
Bu kitapta anlatılan insan yapısını kendimizde tespit
etmemiz ve bu yapının doğallığını yaşamamız için mutlak
ihtiyaç duyduğumuz kişi, ehil bir Kişilik ve Şahsiyet
Eğitimcisidir. Biz, ehil bir Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisinin
anlamını ortaya koymak istiyoruz. Çünkü bizler, gerçek
değerimizi ancak böyle bir eğitimcinin eğitimi ile bulacağız.
Ehil Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi çok az rastlanan,
özel bir kişidir. Ehil eğitimciler yaşantılarıyla, sözleriyle,
tavsiyeleriyle hayatımıza anlam kazandırırlar. Kişilik ve
Şahsiyet Eğitimcisinin dıştan görünüşü herkes gibidir. Ancak
onun farklılığını gösteren belirtileri vardır. Ehil eğitimciyle
karşılaşan kişilerde bir toparlanma olur, ciddiyet uyanır. Onun,
kendisinin yanında bulunanların zihinlerini sadeleştiren,
içlerini rahatlatan, mutluluk ve neşe uyandıran bir tesiri
vardır. Kafadaki karışıklıklar, iç sıkıntıları onun yanında
kısa bir zamanda ferahlığa dönüşür. Kişilik ve Şahsiyet
Eğitimcisinin bizimle arkadaş olmaktaki tek amacı bize yararlı
olabilmektir. Ehil eğitimci asla kimseye yük vermez, arkadaş
olduklarının yüklerini hafifletmektir derdi. Onu mutlu eden
şey arkadaşlarını neşeli, canlı, diri, toplumda özenilen kişiler
olarak görebilmektir. Hiçbir beklentisi olmadan insanlara
yararlı olmak çabası, onun bir Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisi
olduğunun belirtilerindendir.
Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisinin eğitiminden yararlanmak
için bazı noktalara özellikle dikkat etmek gerekir. Öncelikle,
58
KENDİMİZ
onun bizimle diyaloğu maddi değil, fikrîdir. Bu yüzden
onun sözlerine çok önem vermeliyiz. Onun eğitimcilik
vasfını kazanacak yeterliliğe gelmiş olması, tavsiyelerinin
bizi de gerçek insanlığımıza ulaştıracağının göstergesidir.
Eğitimcimizin tüm söylediklerinin, yaptıklarının bizim
yararımız için olduğunun bilincinde olmalıyız. Eğer onun
sözlerini, tavsiyelerini uygulamakta ihmalkârlık yaparsak,
eğitiminden faydalanamayız. Onun tavsiyelerinden ancak
uygularsak fayda alabiliriz. Eğitiminden verim alabilmek
için, başarılı ve örnek bir insan olmayı hedef tutmalıyız.
Böyle bir hedefimiz olmadan arkadaşlık edersek eğitim boşa
gider. Vasıflarımızı ortaya çıkartmak istiyorsak, yapmak
istediklerimizi yapacak, yapmamak istediklerimizi de
yapmayacak güce ve zekâya sahip olmak istiyorsak, onun
tavsiyelerini ciddiye alıp uygulamamız şarttır.
Eğitimcinin eğitimciliğine bir kere kanaat getirdikten
sonra hareketlerini yorumlamamalı, onun yaptıklarından ve
söylediklerinden nasıl faydalanacağımıza bakmalıyız. Onun
fikrinin yazılı eserlerini büyük bir ehemmiyetle okumalıyız.
Orada anlatılanları özümsemek çabasında olmalı, uygulamak
amacıyla anlamlarının içine girmeliyiz. Eğitimci ile olan
diyaloğumuz bize özel kalmalı, herkesle paylaşmamalıyız.
Onda gördüğümüz olumsuzlukların bizim yansımamız
olduğunu kabul etmeliyiz. Bu olumsuzluklardan kurtulmak
için de aklımıza takılan ne varsa kendisiyle paylaşmalıyız ki
onun tavsiyeleriyle bu eksikleri giderelim. Ehil Eğitimciyle
tanıştığımız günden itibaren kendimizdeki değişimleri
fark edebilmek için sık sık dünümüzü ve bugünümüzü
karşılaştırmalı, farklılıkları tespit etmeliyiz.
Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcisinin yanında hangi halde
59
bulunursak o halimiz çoğalır. Bu yüzden onun yanında canlı,
neşeli, aşklı, şevkli, mert, dikkatli bir halde durmalıyız. Şunu
unutmamalıyız ki eğitimin gerçekleşmesi ve saygıdeğer,
örnek bir şahsiyet haline gelmemiz bizim çabamızla olacaktır.
Eğitimcimizin bize yapacağı yaşantısı ve tavsiyeleriyle
rehberlik yapmaktır. Her yönlü ilerlememiz ve kendimizi
geliştirmemiz için eğitime verdiğimiz önemi her geçen gün
arttırmalıyız. Eğitimcinin fikrine giderek daha vakıf olmalıyız.
Eğitimde bir diğer önemli nokta, eğitimci ile karşılıklı
duyulan güven ve inançtır. Eğitimin amacına ulaşması için
ehil eğitimci ile aramızda kesin bir güven ve inanç oluşmalıdır.
Bizim ona güvendiğimiz, inandığımız kadar, o da bize güven
ve inanç duymalı. Kişilik ve Şahsiyet Eğitimcimizin bizi
ulaştırmak istediği özenilen, beğenilen ve saygı duyulan kişi
haline gelmemiz için önce kendi kendimize saygı, güven ve
inanç duymalıyız. Bu da ancak ehil eğitimciye vereceğimiz
güven ve inanç nispetinde olacaktır. Kendi özümüzden
duyduğumuz bu ihtiyaçlarımızı karşıladığımızda, örnek ve
saygın bir kişilik olarak kendimizle gurur duyup, tatmin
olacağız.
60
KENDİMİZ
“ Bu fikre giremez hile, yapabilirsen bir dene.”
“Öğretmen, öğretirken öğrenen;
öğrenci, öğrenirken öğreten demektir.”
“Dünyada ne kadar iyilik, başarı, güzellik varsa
her insanın özünde mevcuttur.”
“Kişinin kokusu da, tadı da, ağzından çıkanlardır.”
“Mühim şeyler basit şeylerin içinde saklıdır.”
“Hiç kimse kendisinden başkasını söyleyemez.
Kendisinden başkasına söyleyemez.
Kendisinden başka bir şey bilmez.
Kendini bilmeyen hiçbir şeyi bilmez.”
www.bam.com.tr
61
62

Benzer belgeler