- InternationalA

Transkript

- InternationalA
YERYÜZÜNE ÖZGÜRLÜK
Ücretsizdir!
2 Kasım 2010 Salı / Sayı 4 / Haftalık
G
eçtiğimiz Cumartesi günü başlayan Kitap Fuarında standını bizlerle paylaşan Altıkırkbeş Yayınlarına ve
Oregon Üniversitesi öğrencilerinin yayınladığı bir radyoda her Salı Anarşi Radyo adlı bir program yapan
ve 12 Ekim’de yaptığı programda (bu adresten dinleyebilirsiniz: http://www.archive.org/details/AnarchyRadio10-12-2010) Türkçe konuşan dinleyicilerine Yeryüzüne Özgürlük bültenini tanıtan ABD’li anarko-primitivist
yazar/aktivist John Zerzan’a buradan teşekkürlerimizi iletiyoruz.
- Filistin, Aşkım Benim - Alfredo
Maria Bonanno, 3 vakte yayınlanıyor. Baskı ve tüm kitabın dağıtımından önce okumak isterseniz www.
internationala.org adresinden okuyabilirsiniz. Baskıyla birlikte, internetten de tüm kitaba kendi istediğiniz
gibi basabileceğiniz, PDF ve DOC
formatlarında ulaşabileceksiniz.
- Gazi mahallesinde geçtiğimiz hafta Pazar gecesi Kramp’lı aktivistler
öğrencilere haftayı bir sürpriz yaparak başlattı. Bir lise ve 2 ilkokulda
türk bayralarını indirip ‘Bayraklara
değil özgürlüğe ihtiyacımız var!’
uyarısını içeren yazılamalar yaptılar.
Bayrakları çöp konteynerında bulan
okul yönetimi bayrakları çöpten alıp
tekrar asmak zorunda kaldı.
- Van’ın Bostaniçi Beldesi’nde bulunan bir baz istasyonu radyasyon
yaydığı gerekçesiyle molotoflanarak
kullanılamaz hale getirildi.
- 292.haftası giren Cumartesi Annelerinin eylemi bu hafta 19 yıl
önce gözaltına alındıktan sonra kaybolan Hüseyin Toroman’ın annesini
ağırladı.
Devamı 6. sayfada >>>
TEŞEKKÜRLER…*
T
opraklarınız üzerinde yaşamamıza izin verdiğiniz için, istediğiniz
her vakit işgal edebilirsiniz hayatlarımızı. Karnımızı doyurduğunuz için, çocuk
yapmamıza izin verdiğiniz için, yediğimiz öğünlere, ev içi düzenimize fazlaca karışmadığınız için, aramızdaki serkeşleri bir bir faili meçhuller içerisinde
buluşturduğunuz için, hantal bir özgürlükle mutlu olabilmeyi öğrettiğiniz için,
tamahkârlığımızın kefaletini züğürtlükle ödettiğiniz için, yanı başımızdaki
komşunun külüne muhtaç edip, paylaşmayı öğrettiğiniz için, metalarla arzularımızı tımar ettiğiniz için, bozguncu iç
seslerimizi yeni dünya düzeni ile susturduğunuz için, türettiğiniz savaşlarda
bizi ölümle muhatap olacak kadar hissiz
gördüğünüz için, rant kapılarınızla açtığınız iş imkanları için, ocağımızın ortasında büyüyüp yeşeren hormonlu medya tekelleriniz için, çevre kongreleriniz
için, tabiatı ve biyolojik çeşitliliği koruma kanunu tasarılarınız için, hayata dönüş operasyonlarınız için, orantılı güçle “terbiye” ettiğiniz vücutlar için, barajlarınız için, yasalarınız için, raporlarınız için, geçmişte, bugünde yaşattıklarınız için… Teşekkürler! Gözünüz doysun, size her şey helali hoş olsun…
*“Seattle’da 1999’un 28 Kasım’ından
3 Aralık’a uzanan fırtınalı günlerde ve daha sonra İsviçre’de Davos,
Washington, Philadelphia, Los Angeles ve Prag’da tanık olduğumuz şey,
Amerika’da ve dünya çapında yeni bir
radikal hareketin çiçek aşısı; delişmen,
anarşik, enternasyonalist, bilgili ve kimi
yönlerden geçmiş onyıllardaki benzer
kitlesel patlamalardan daha yaratıcı ve
esnek bir hareketin yükselişiydi.”(1) İşte
bu hareketin devamı olan Los Angeles
ayağı Ölüm Cezası Karşıtlarının, Çelik
ve Liman İşçilerinin, Radikal Yeşillerin,
Nader Yanlılarının, Evsizlerin Savunucularının (…) yaratıcı protestolarına tanıklık ediyordu. Fabrika tarımını
protesto etmek isteyen bir grup, otelin
önüne bir kamyon dolusu domuz pisliği
boşaltmıştı. Gay ve lezbiyen protestocular, kitlesel bir öpüşme eylemi düzenlemişlerdi. Ama bu zirvenin esas zıpır
eylemine vesile olan, demokrat İspanyol
asıllı Amerikalıların oylarını çekmek isteyen yetkililerin Rudy Gandara ve Chicano müzik grubu Chizmosos’u davet
etmeleriydi. Bundan sonrası Rudy’nin
hınzır hikâyesi. “Çalmamı istedikleri
Pachucos Mambo’yla açılışı yaptım,
sonra kesip Pelon’a geçtim, ardından
Cuca Rachas… Gloria, Cannibal ve
Noam Chomsky’yle birlikte Zapatistalar yararına yaptığımız CD’deki parçamız “Thank You”. Sözleri William
Burroughs’un aynı isimli, ahlaki vaaz
düşmanı müstehcen bir şiirinden uyarlama. Acımasız güç ve yozlaşmayla
kirletilmiş bir kıta için teşekkürler. Mutfaklarınızdaki ve fabrikalarınızdaki işler
için, Tahıllarınız ve kibar coplarınızı
yediğimiz için, Çimlerinizi kestiğimiz,
vitrinlerinizi parlattığımız ve kıçlarınızı öptüğümüz için… Ama o kadar uzun
sürmeyecekti, en azından o gece için.
Yapımcı ellerini sallıyor, kesmem için
bağırıyordu. Bende ona sırtımı döndüm,
altın ve yeşil renkli Virgin de Guadeloupe banda gömleğimi giyip Birleşik
Tarım İşçileri yazılı bandımı taktım.
Sonunda yapımcı ses kontrolünü ele
geçirdi ve mikrofonum sustu.”(2) İşte o
susturulan mikrofonun Türkiye ayağından teşekkürlerimizi sunduk, sunmaya
da devam edeceğiz.
Filiz Gazi
1- Alexander Cockburn, Jeffrey St.
Clair, Seattle “Dünyayı Sarsan 5 Gün”,
Yetkin Başkavak (çev.), 1. Basım, İstanbul: Agora Yayınları, 2003, s. 1
(1)
(2)
2- A.g.e. s. 96
1
Gayriresmi Örgütlenme
Alfredo M. Bonano
Ö
ncelikle gayriresmi anarşist örgütlenme ile anarşist sentez örgütlenmesinin ayrımını yapalım. Bu ayrım
hatırı sayılır derecede açıklığa kavuşacaktır. Anarşist sentez örgütlenmesi
nedir? Periyodik kongrelerle sona eren
grup veya kişilerin aşağı yukarı sürekli
ilişkide olmalarına dayanan bir örgütlenmedir. Bu açık toplantılarda, temel
teorik analizler tartışılır, bir program
hazırlanır ve sosyal alana bir dizi müdahaleyi içeren görevler paylaşılır. Örgüt bu nedenle kendisini, bir referans
noktası olarak, sınıf çatışması gerçekliğinde devam eden mücadeleleri birleştirmeye muktedir bir birim gibi kurar.
Bu örgütlenme modeli içerisindeki çeşitli topluluklar farklı mücadelelere (teker teker yoldaşlar yada grup olarak)
müdahil olurlar ve son kongrede karar
verildiği üzere, birinci şahıs olarak müdahil olmakla, bir bütün olarak örgütün
teorik ve somut yönelimini göz ardı etmeden katkı sağlarlar. Bu tür örgütler
kendilerini tamamen geliştirdiklerinde
(İspanya 1936’da olduğu gibi), tehlikeli
şekilde bir partiye benzemeye başlarlar.
Sentez kontole dönüşür. Elbette, gevşeklik anlarında, bu çapraşıklık daha
az görünürdür ve hatta bir saldırı olarak görülebilir, ancak diğer zamanlarda
bunun sebebinin daha açık olduğu anlaşılır.
otonom olamayacağı açıktır. Mücadele
koşullarına gerçekten uyum sağlayamaz ve diğer devrimci kuvvetlerle net
bir plan dahilinde etkin biçimde iş birliği yapamaz. Herşey hem sentezin ideolojik süzgecinden geçmek zorundadır
hem de kongrede daha önce onaylanmış koşullara riayet etmek zorundadır.
Her daim burada göründüğü kadar katı
olmayan bu durum, sentez örgütlerin,
riske girmemeyi önererek, ileriye doğru herhangi bir adımın atılmasını, fazla
açık herhangi bir hedefi ya da tehlikeli
olabilecek herhangi bir aracı önlemek
için entrikalara başvurarak mücadeleleri vasat bir seviyeye götürme eğilimlerini taşımaktadır. Örneğin, böyle bir
örgütlenmeye üye bir grup (sentez örgütlenmesine üye, ama her zaman anarşist ve spesifik) baskıya karşı mücadele
eden bir yapıya sadık kalmıştır, kongrede kabaca kabul edilmiş olan analizin
ışığında bu yapı tarafından tasarlanmış
eylemler üzerinde düşünmeye zorlanacaktır. Yapı hem ya analizleri kabul
edecektir ya sentez örgütlenmesine üye
olan grup işbirliğini kesecek (şayet bir
azınlıksa) ya da mücadelenin farklı metotlarını uygulamaya koyanları ihraç
edecektir (aslında, kesin bir talep olmasa bile). Bazı insanlar hoşlanmayabilir
ancak bu tam da bu gibi örgütlenmelerin işleyiş biçimidir.
Özet olarak, sentez örgütlenmesinde
(her zaman spesifik ve anarşist), bir
uzmanlar çekirdeği hem teorik hem de
ideolojik düzeyde öneriler geliştirir ve
bu öneriler periyodik kongrede mümkün olduğu kadar kabataslak kararlaştırılan programa uyarlanır. Bu programın
değişmesi önemli olabilir (ne de olsa,
anarşistler bir şeylere körü körüne
bağlılığı asla kabul etmeyeceklerdir),
ancak bu gerçekleştiğinde daha önce
karar verilen çizgiye mümkün olan en
kısa zaman içinde dönmeye özen gösterilir. Bu örgütlenmenin projesi, o yüzden çeşitli alanlarda varolmaktır: antimilitarizm, nükleer güç, sendikalar,
hapishaneler, ekoloji, yaşam alanlarına
müdahil olma, işsizlik, okullar vs. Bu
varoluş, hem diğer yoldaşlar veya örgütlenmeler (anarşistler veya olmayanlar) tarafından yürütülen müdahalelere
katılım hem de doğrudan müdahale yoluyla gerçekleşir. Mücadeleyi
sentez projesi içerisine taşımayı amaçlıyan bir katılımın
Birisi kendisine dünya üzerindeki sentez örgütlenmelerinine üye olan grubun
tasarrufunun tanım gereği neden baskı
yapılarına ve sosyal konsensüse karşı
olası eylemlere katılan diğerlerinden
daha dikkatli ve geri olmak zorunda olduğunu sorabilir. Bunun sebebi ne? Cevabı basittir. Daha önce görmüş olduğumuz periyodik kongrede doruğa ulaşan
spesifik anarşist sentez örgütlenmesi,
kendi temel amacı olarak sayıca artmıştır. Büyümek zorunda olan faal bir güce
ihtiyaç duyar. Tamamen sınırsız değil
ama hemen hemen sınırsız olan. Tersi
durumda, tek bir referans noktasında
senteze giderek, ne çeşitli mücadelelere
katılma kapasitesi olacaktır ne de kendi
ilkesel görevini yerine getiremeyecektir. Şimdi, asıl amacı üyelerinin artması
olan bir örgüt, dini yayma çalışmasını
ve çoğulculuğu garanti altına alacağı
araçlar kullanmak zorundadır. Herhangi
bir sorunla ilgili net bir pozisyon alamaz, ancak her zaman, daha az sayıda
insanı hoşnutsuz eden ve çoğunluk için
2
kabuledilebilir olduğu anlaşılan politik
bir yol olarak, orta yolu bulur. Özellikle
baskı ve hapishane gibi bazı sorunlarla ilgili doğru pozisyon, çoğu zaman
en tehlikelisidir ve hiçbir grup, grubun
diğer üyeleriyle başta hem fikir olmadan üye oldukları örgütlenmeyi riske
atamaz. Ancak bu sadece kongrede olur
veya en azından olağanüstü bir toplantıda olur ve bizler biliyoruz ki; böyle
durumlarda her zaman en ılımlı fikir
hakim gelir, elbette en gelişmişi değil.
Öyleyse, kaçınılmaz olarak, sınıf mücadelesinin özüne ulaşan güncel mücadelelerdeki sentez örgütlenmesinin varlığı, bir frene ve kontrole dönüşmektedir
(çoğu zaman istemsiz, ancak bu halen
bir kontrol sorunudur).
Gayriresmi örgütlenme böyle sorunlar
arz etmiyor. Kendilerini gayriresmi bir
projelendirmecilik içerisinde gören ilgi
grupları ve yoldaşlar kesinlikle kongrede kararlaştırılmış olan bir programa sadık kalmayarak eylemde biraraya gelirler. Projeyi kendi analiz ve eylemlerinde
kendileri gerçekleştirirler. Kongreler ve
benzerleriyle alakası olmadığından, bir
şeyleri çabuklaştırmak için yapılan bir
dizi toplantı veya bildiri arada sırada da
olsa bir referans noktası olabilir. Kendilerini gayriresmi bir örgütlenmede gerçekleştiren yoldaşlar otomatik olarak o
örgütlenmenin bir parçasıdırlar.
Diğer yoldaşlarla ilişkilerini bir bildiri
veya başka araçlarla korurlar, ama daha
önemlisi, bunu zaman zaman gerçekleşen çeşitli eylemlere, gösterilere, mücadelelere vs. katılarak yaparlar. Asıl
doğrulama ve analiz o yüzden mücadele anlarında cereyan eder. Bunlarla
başlamak, daha sonra başka bir şeye
dönüşerek teorik doğrulamanın anları
olabilecektir. Gayriresmi bir örgütlenmede bir sentez sorunu yoktur. Birbirinden farklı olan tüm konumlarda var
olma arzusu yoktur. Hatta mücadeleyi
önceden kabul görmüş bir programın
derinliklerine çeken bir projenin formüle edilmesine dair hiçbir arzusu yoktur.
Sabit olan tek referans noktası isyancı
metotlardır: başka deyişle mücadelenin
öz-örgütlenmesi, daimi çatışmacılık ve
saldırıdır.
ANARCHISMO INSURREZIONALISTA.
EDIZIONI ANARCHISMO,
“I LIBRI DI ANARCHISMO”
10. SAYIDAN... HAZIRAN 1999
Fransa - Birinci perde bitti ama sahne kapandı mı?
F
ransada emeklilik reformuna karşı hareketin karşısında topyekun bur juva basını
( bu terimle basının sadece burjuvaziye hizmet etmesini değil bizzat onun malı olmasını da işaret ediyorum.) grev, blokaj, sabotaj
eylemleri karşısında sadece sağır sultanı
oynamakla kalmadı kamuoyunu yanıltmaya,
aldatmaya yalan haberlerle daha çok kendini
satmaya çalıştı.
Kamuoyu araştırmaları her ne kadar reform
karşıtı hareketin meşruiyetine tanıklık ediyor gibi gözüktülerse de, gerçekte bu puanları çok matah bir şeymiş gibi gözümüze
sokan burjuva basını toplumsal sistemin
meşruiyetinin yeniden üretilmesinden başka
bir şeyi hedefleyemez. Sınıf mücadeleleri
egemenlerin oy oyunlarının gerçekleştiriği areneda gerçekleşmez. 8 yürüyüş günü
boyunca ,polisin insan haklarinin olmadığı
iddia edilen ülkelerde uygulamaları aratmayacak baskılarına rağmen 3,5 milyon insanin
sokaklara dökülmesi, hükümet için bir şeyi
değiştirmedi. Grev dalgası büyüdükçe ve hareket toplumun değişik katmanlarını yayılmaya başladıkça: üniversiteler kapatıldı, öğrencilerin binalara girmesini engellemek için
güvenlik şirketler ya da polis kondu kapılara,
liselileleri polisler karşıladı okullarda. Grev
gözcülerine, blokajcı işçilere toplum polisi
yollandı, ordu çöplerin toplanması, sokakların temizlenmesi için kullanıldı, kararnamelerle dayalı olarak işçiler zorla çalıştırıldı,
Patronlar tek .bir dilden anlar; grev, blokaj, sabotaj..
faşistler şehrimizi kasörlerden koruyacağız
diye sokağa çıkarıldı. Protestolar, grevler,
blokajlar sabotajlar sürerken yasa onaylandı.
Öte yandan değişik iş kollarında sendika
temsilcilerinin hükümranlığına karşı işçilerin doğrudan karar alma ve uygulamasına
dayalı ve değişik meslek gruplarını içeren
genel kurullar yaygınlaştı. Otonom medya
mücadele haberlerini yaygınlaştırmak, grevcilerle dayanışmayı genişletmek için çok
önemli çabalar harcadı. Otonom dayanışma
kasaları oluşturuldu. Emekçilerin burjuvazıye karşı savaşımında kuşa çevrilen grev
hakkıyla yetinemeyeceği mücadelenin ister
istemez topyekün ekonominin akışın durdurulmasına yönelmesi gerektiği fikri ve bunu
gerçekleştirmeye yönelik eylemler yaygınlaştı. Gelecek bunda!
Birinci perde bitti ama sahne kapandı mı?
- Fransa’da liseli öğrencilerin emeklilik
reformunu protesto için 12 Eylem’de
başlattıkları gösteriler sırasında bugüne
kadar 2 bin 554 kişi sorgulandı.
- Lille bölgesinde bulunan France 3 Nord
Pas-de-Calais anteninin bir tomar fiber optik
kablosu kesilerek vandalist bir saldırının
dolaylı bir kubanı oldu. Yayının gelmesi
öğleni buldu.
- Paris'te bulunan Ekonomi Bakanlığı
karanlığa gömüldü. Yetkililer bu elektrik
kesintisinin "grevci yetkili insanların"
kasten yaptığı bir eylem olduğunu söylüyorlar.
- Saint-Etienne du Rouvray bir süpermarket
kundaklanarak tamamen tahrip edildi.
- Aynı gün Saint-Maurice-de-Beynost'da
bir DİA süpermarket kundaklandı.
MANİSA ÇALDAĞI’ NDAKİ KATLİAMI DURDURUN!
Tarım Cenneti Çaldağı’nı
Asitle Yıkayacaklar!
İkizdere Kurtuldu Sıra Çaldağ’ında!
İ
ngiliz maden şirketi Sardes, Manisa’nın
Turgutlu ilçesine bağlı Çal Dağı’nda nikel madeni çıkartmak için dünyada ve kendi
ülkelerinde yasaklanan projelerini uygulamak için Türkiye’yi seçti! 2002 yılında Çal
Dağı’nda 15 yıllığına maden işletme izni
alan Sardes şirketi, mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararına rağmen çalışmalarına devam ediyor. Sardes’in bağlı olduğu
projenin sahibi İngiliz European Nickel PLC
şirketi, sülfürik asitle nikel çıkarma yöntemine daha deneme çalışmaları sırasında çevreye verdiği zararlar nedeniyle gittiği ülkelerin
hükümet yetkilileri tarafından ellerindeki
işletme izni ve ruhsatları iptal edilerek projeleri sonlandırılmıştır.
Şirket kar ederken bedelini doğa ve insan
ödüyor!
İngiliz Sardes şirketi, Çal Dağı’nda bulunan
nikeli açık havada sülfürik asitle çıkarabilmek için, önce bölgedeki 2 milyona yakın
ağacı kesecek sonra dağları oyacak! Kapalı
ortamda yapması gereken işlemleri açık havada yaparak dünyanın ikinci büyük sülfürik
asit fabrikasını Türkiye’nin en verimli dünyanınsa yedinci büyük verimli tarım havzasının orta yerine kuracaklar. Havayı, toprağı,
suları ve insaları asitle yıkayacaklar! Şirketin Genel Müdürü Simon Purkiss Başbakanla
görüşüp yardım isteyerek, ilk kez kullanılacak bu teknolojiyi Türkiye’ye getireceklerini
açıklarken, bölge halkını bekleyen kanser ve
tarım arazilerinin yok olacağı ve kendi ülkelerinden kovuldukları gerçeğini açıklamadı!
Şirketin Pilot Çalışması Sonucu: Bölge
Halkı katliama hayır dedi ve Mahkeme yürütmeyi durdurdu, fakat doğa ve insan katliamı durmadı! Çıkartılan nikel madenini
arı hale getirmek için sülfürik asit kullanan
şirket, bölgede nasıl bir tahribat yaratacağını
görmek için Çal Dağ’ında pilot bir çalışma
başlatmasıyla, bölgede bulunan bağların verimliliğinin düşmesine neden oldu. Böyle
giderse Gediz’de yetişen ve dünyanın her
yerine ihraç edilen Sultaniye üzümü, üzerine yağan asitler nedeniyle ihraç edilemeyecek! Yerel halk bu gelişmeler doğrultusunda,
böyle bir işletmenin bölgedeki tüm canlılar
için bir katliam demek olduğunu anlayarak
işletmeye onay vermeyerek idare mahkemesine dava açtı. Mahkemenin halkı haklı
bulmasına ve yürütmeyi durdurma kararı
vermesine rağmen şirket çalışmalarına durmadan devam etmekte.
Çal Dağı’nda yapılmaya çalışılan yeryüzüne karşı işlenen bir suçtur
Sardes, madeni çıkarabilmek için bölgede
köklü değişiklik yapmayı tasarlıyorlar. Örneğin; erozyon bölgesi olduğu için dikilen
binlerce ağacı kesecekler. Kanuna göre orman arazisi olan bölgedeki ağaçların kesimi yasak, fakat söz konusu ağaçlar kanuna
uymuyor diye ağaç statüsünde sayılmıyorlar. Bu da katliamın önünü açmış oluyor ve
şirket yaklaşık 2 miyon ağacın kesilmesine
neden olacak!
Bölge halkı göç ettirilecek, doğal yaşam yok
edilecek! 15 yıl boyunca Sülfürik asit için
Gediz Nehri’nden günde 12.000 ton su çekilecek. Nehri sadece bir su kaynağı olarak gören maden şirketi, Akan Gediz Nehri akmaz
hale gelirse bölgede tarım ve hayvancılıkla
geçinen halkı göçe zorlayarak, diğer canlıların doğal yaşam alanlarının yok olmasına
neden olacak.
Nükleer Bombadan Beter!
Sülfürik asit yöntemiyle 1913’te Lefke’de
Kıbrıs Maden Şirketi, bakırı ayrıştırmak
için açıkhavada sülfürik asit kullandı. Sonuç; bölgede muazzam bir çevre kirliliği
yaratıldı. İki kilometrekarelik alan 100 kilometrekarelik bir alanı etkiledi. Bu madende
çalışan insanların hepsi ve işletmenin etki
alanında olan köylerde ölen insanların he-
men hepsinin kanserden öldüğü ortaya çıktı.
Proje uygulandığı taktirde tehdit altında olan
doğal alanlar:
• Kızılçam Ormanı
• Gediz Vadisi
• 2 milyon ağaç yok olacak
• Yer altı suları tükenecek
• Yağan asit yağmuruyla hava, toprak,
su kirlenecek ve insanlar kanser tehlikesiyle karşılacak
• Bölge halkı göç edecek
• Dünyanın en büyük ve verimli yedinci
tarım havzası olan Gediz, uzmanların deyimiyle ‘açıkhava kimya
işletmesi’ne dönecek!
• Maden işletmesi için Bergama, Uşak
Eşme’den sonra Etem çukurunda
da madencilik ruhsatı alındı. İzmir’i
besleyen ege suları 10-15 yıl sonra
tükenecek ve İzmir susuzluk nedeniyle
terk edilmek zorunda kalacak.
• Ve 15 yıl sonra madenin işi bittiğinde,
havza da bir otun bile bitmediği bir
hal alacak!
Son günlerde epeyce tartışılan “Tabiatı ve
Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı” gibi yeni manevralarla sit alanları olarak bilinen doğal alanların katlini sermaye
ve siyasal iktidarlar için daha da kolay hale
getiren bu gibi yıkım projelerinin iptal edilmesi için gereken kamuoyunun yaratılması
ve bu projelerin iptali için elimizden geleni
yapacağız. Bu konuda hassas olan diğer tüm
sosyal hareketlerle elinden geldiği ölçüde
birlikte mücadele edeceğiz.
02.11.2010
YERYÜZÜNE ÖZGÜRLÜK DERNEĞİ
www.yeryuzuneozgurluk.blogspot.com
[email protected]
3
BİR İKONA OLARAK TV
VE İKONAKLASTİK BİR
HAREKET OLARAK
TV KIRICILIĞI
G
ünümüzde, tarihin diğer çağlarındaki hakim ve insanları ajite
eden kavram olan dinden çok daha
etkin ve genişleme alanına sahip bir
kavramla karşı karşıyayız; Televizyon veya kısaca TV. Tv, bir vericiden elektromanyetik dalga hâlinde
yayınlanan görüntü ve seslerin, ekranlı ve hoparlörlü elektronik alıcılar sayesinde yeniden görüntü ve
sese çevrilmesini sağlayan haber
iletme sistemidir. Egemen sınıfların
kitleler üzerinde sosyo- ekonomik
hakimiyetlerini sağlamak ve pekiştirmek üzere kullandıkları ideolojik
bir saldırı biçimidir.
Televizyon sözcüğü, Yunanca uzak
anlamındaki tele ve Latince gör- anlamındaki visio sözcüklerinden, 20.
yüzyıl başlarında türetilmiş ve uzaktan görmek anlamına gelen bir sözcüktür. Türk Dil Kurumu tarafından
televizyon sözcüğüne karşılık olarak
göreç sözcüğü türetilmiştir. Daha
sonraları izleç, uzakgör ve bakaç
kelimeleri de televizyon yerine önerilmiştir ama Türk Dil Kurumu' nun
türettiği bu kelimeler fazla benimsenmemiştir. Ancak tüm adlardan da
anlayacağımız gibi gerçekte o bizi
yalnızca kendimizden uzaklaştırır.
İşte Guy Debord’un Gösteri Toplumu: ”Modern üretim koşullarının
egemen olduğu toplumlarda yaşam,
uçsuz bucaksız bir gösteriler yığını
olarak sunulur. Doğrudan yaşanmış
olan her şey, gerileyerek bir temsile
dönüşmüş durumdadır. Yaşamın her
açsından ayrılan görüntüler, yaşamın bütünlüğünün artık geri getirilemediği ortak bir akımın içinde kaybolup gider. Gerçeğin parçalanmıs
görünümleri...kendilerini sadece izlenebilecek müstakil bir sahte dünya
olarak yeni bir bütünlük içinde yeniden gruplar. Dünya görüntülerinin
özelleşmesi özerkliğini kazanmış
görüntülerin dünyasına yayılır; bu
dünyada hilekarlar bile aldanır.”
4
Kimse , onu üreten fabrikalar olmasa ve insanlar üze-
rinde manüplasyon yaratma arzusu
olmasa ,oturup evinde televizyon
yapma ihtiyacı duymaz. Bu anlamda
televizyon medyadan ayrı zararsız
bir makine olarak değerlendirilemez. O bizi hipnotize eden en düşük
güvenilirlikli medya aracıdır. Ardından da gazete, radyo, reklam panoları, süpermarketler,cep telefonları
ve interneti sayabiliriz.Fakat hiçbiri
onun kadar anti-interaktif değildir.
Kendinize ait bir internet sitesi yada
blog açıp fikirlerini paylaşabilseniz
de tv de bunu yapamazsınız.
Şüphesiz ki bu “ Kill your tv “ bilgisayar ve interneti olumlar anlamına kesinlikle gelmez. Hayır! Ancak
önce en düşük güvenirlilikli olandan başlamalıyız ki öldürmeye iğdiş
edilmiş beyinlerimiz kendine gelsin;
eğriyi doğruyu kendi duyarlılığıyla
görebilsin. Televizyonunu öldürmüş
kişi sinemalarda verilen reklamlara
gözlerini kapar, bakkala gittiğinde
açık tv’ ye kafasını çevirir,hiç bir şey
yapamıyor ve tv açıksa, izlemeden,
başka yerde küfreder kapitalizme,
facebook’ ta ve diğer “ sosyal paylaşım sitelerinde “ atılan tv görüntülerini açmaz, paylaşmaz, metro
beklerken duvarlara yerleştirilmiş
ekranları izlemez.
Günü geldiğinde bilgisayarı da bekleyen son bu olacak aynı saatler ,cep
telefonları, arabalar gibi…
Otoritenin insanlar arasındaki ilişkilerin yapıtaşına evrildiği yaşadığımız zamanda,gücü elinde tutanların
bir ikonası olarak televizyon,tıpkı
ikona kırıcıların gerçekliğin tazahü-
rü olduğunu reddettikleri ikonalar
gibi parçalanmalı ve gerçek özgürleştirilmelidir.
25. kareler, subliminal mesajlarla
da, görsel ve işitsel ileti gönderebilmenin tüm olanaklarıyla gündelik
hayatlarımıza saldıran, bize cinsel
rollerimizden onları nasıl icra edeceğimize kadar model alma yoluyla gösteren, tüketim terörüne sevk
eden, kitleler arasında düşmanlık
tohumları eken, sınıflar yaratan bu
aygıt izleyenler açısından popüler
tabirle bir aptal kutusu olsa dahi,
onu yöneten sınıfların elinde tıpkı izleyenlerin elindeki kumandaya dönmekte, izleyenlerse istenilen
görüntülerin aksettirildiği ekranlara
dönüştürülmektedir.
Provokasyon aracı olan televizyon
insan yaşamının doğallığını ortadan
kaldırır.John Zerzan’ın da dediği
gibi;”Makine hissetmez. Asla acıkmaz. Asla susamaz ve asla uykusu
gelmez. Asla korkmaz, mutlu olmaz
ya da üzülmez. Tanıma göre makine
ölüdür ve makineler üzerine kurulu
bir toplum da ölüdür.”
Son 8 yıldır tv izlememek bana hiçbirşey kaybettirmedi.Aksine ondan
koparak zenginleşti dünyam.İlk televizyonumu 5 yaşındayken,annemle
babamın, beni, çalışmak için evde
yalnız bıraktığı o çok sıkıcı dönemde sürekli açıp kapayarak ,oyun oynarken yaktım.( “ Çocuklar bizden
daha aydınlanmış.” diyen Osho’ ya
katılmamak elde mi?:) )
Siz medyayı takip etmeseniz de korkmayın, biri gelir anlatır ne olmuş ne
bitmiş, kitaplar var onca,okuyarak
daha uygun bilgi ve fikirlere ulaşabilirsiniz.Ya da çok merak ediyorsanız
haberleri ki genellikle haberler için
izlendiği iddia edilir,neden gidip
bakmazsınız olay yerinde durumlara.? Belgesellerde unutulur vahşi
dünya. Kaçınız ara sıra bahçeye inip
izliyor karıncaları?
Televizyon bağımlılığı, bir fiziksel
bağımlılık değil dense de sonuçları
fiziksel bağımlılıkla parelellik gösterir. Öforik, etkisi nedeniyle televizyon izlemenin kişinin yaşamında
önemli bir yer tutmasını ifade eden
bir rahatsızlıktır. Etkisi uyuşturucu
madde ve kumar bağımlılığına benzer bir seyir gösterir. Kendilerini
televizyon bağımlısı olarak tanımlayan kişilerle yapılan çalışmada, bu
kişilerin çok daha kolay sıkıldıkları;
kendilerini kontrol etme yeteneklerinin az olduğu ve dikkatlerinin
çok kolay dağıldığı da gözlenmiştir.
Yıllardır yapılan çalışmaların gösterdiği diğer sonuçlarsa, televizyonla çok fazla zaman geçirenlerin, hiç
seyretmeyen ya da az seyredenlere
oranla toplum içine daha az karıştıkları, sosyal etkinliklerinin daha az
olduğu, fazla ya da hiç spor yapmadıkları, aşırı şişmanlığa daha yatkın
olduklarıdır. Ayrıca elektromanyetik
alan oluşturması sebebiyle vericilerinin canlılara zararları bulunmaktadır. İnternetin tvnin yerini aldığını
iddia edenlere şunu hatırlatmak isterim; her geçen gün tv izlenme oranı
artmaktadır dünyada yanında obeziteyle birlikte.
Şimdi gelelim ikinci en düşük güvenilirlikli medya aracına:
Gazete, haber, bilgi ve reklam içeren, genellikle düşük maliyetli kâğıt
kullanılarak basılan ve dağıtımı yapılan bir yayım türüdür.
Roma Senatosu'nca İ.Ö. 59 yılında
2.000 kopya olarak çıkarılıp imparatorluğun değişik köşelerine dağıtılan
Acta Diurna’ dan süreli yayımlanan
ilk gazeteler kabul edilen 17. yüzyılın başlarında Almanya'nın bazı
kentlerinde ve Belçika'nın Anvers
şehrinde basılan gazetelere, onlardan da Vekdyi-i Misriye' ye (1828'de
Kahire'de yayınlanmaya başlayan
ilk Türkçe gazete ) gazeteler dünyanın her yerinde iktidarın ve sermaye
gruplarının sesi olmuşlardır.
Gazete de, televizyon kanalları gibi
medya denilen aygıtın kollarından
birisidir. Televizyon ile arasındaki
fark televizyonun sessel ve görüntüsel etkileşim avantajıdır. Gazete
buna karşılık olarak dünyanın her
yerinde insanlara verilen “okumanın
iyi bir şey olduğu” mesajı üzerinden
psikolojik çekim etkisine yaslanır.
Bunun yanında kupon karşılığı verdiği televizyonlar, kitap adı verilen
ama çoğunlukla güncelliğini yitirmiş
seka artıkları ve hırdavat da cabası.
Temelde üvey kardeş olsalar da işlevleri birdir; haber kisvesi altında
tüketimi arttırmak, ajite etmek, bağlı
bulundukları grupların haber-reklam
denilen ve halk nezdinde popülariteyi arttırarak şirket grubunun borsa
değerini yükseltmek; hitap edilen
kafa sayısına göre hükümetler nezdinde baskı oluşturmak, teşvik ve
reklamlar almak…
Kaynak ajanslar vardır. Bu kaynak
ajanslardan gelen haberler haber
editörleri tarafından farklı cümlelerle yeniden yazılır. Başka başka gazetelerde aynı haber farklı cümlelerle
bile okunsa bu insanlarda hakikat
duygusu yaratır.
Üzerlerine gittikleri haberlerde bile
manipülasyon vardır; bilinçli bir
şekilde o kadar üzerine giderler ki
insanlar durmaksızın aynı haberi
farklı cümlelerle işitmekten bıkar,
enformasyon kirliliği ile ilgi öldürüp
konuya karşı kamuoyunu hissiz ve
ilgisiz hale getirirler.
Hayatın bedeli 30 kupon değildir,
dünyada olup bitenler de bu ağaç
katliamı ürünü kağıtlara para kazanmak, propaganda yapmak için
bastıkları suya sabuna gelmez, hiçbir haber değeri taşımayan mahalle
dedikodularından çok daha derindir.
Yaşamın olmadığı, renklerin çekilerek hakim bir tek renkliliğe dönüştürüldüğü yerde çeşitlilik sözlüklerde
kalmış, gündelik hayatta bir karşılığı
olmayan bir sözcüğe, geri dönüşü
olanaksız nostaljik bir tanıma dönüşür. Hayata dair tek kavram salt kameralara indirgenmemesi gereken,
genel, insan algısını kontrole yönelik bir sistemi çağrıştıran ”Big brother is wathcing you ” ya dönüşür.
Hayatın özerkliğinin ve çeşitliliğin
devamı açısından gazetelerin bu
dünyaya faydalı olmak istiyorlarsa yapacakları en iyi iş kapılarına
kilit vurup tüm bu kağıt israfına ve
insanları aptallaştırmaya bir son vermeleridir. Tüm tv’ler kırılmalı, tüm
vericiler yıkılmalı, tüm stüdyolar da
yakılmalıdır.
Sen de bir ucundan başla haydi, öldür televizyonunu.
Başak ACAR
www.basakacar.blogspot.com
5
- Van’ın Bostaniçi Beldesi’nde bulunan
bir baz istasyonu radyasyon yaydığı gerekçesiyle molotoflanarak kullanılamaz
hale getirildi.
- Rusya’daki Butovo ormanında
kerestecilik yapan şirketin tekerlekli
dozerleri bir ELF grubu tarafından
ateşe verildi. - T.C. devleti doğayı sömürme ve
şirketlerin emrine verme sürecinde 1 adım geri 2 adım ileri atmayı planlıyor. İkizdere’nin SİT alanı
olarak ilan edilmesi, Munzur’da ve
Gümüşhane’nin Torul İlçesindeki
HES ile ilgili yürütmenin durdurulması kararlarına karşın doğal SİT
alanlarının statülerini kolaylıkla bitirilebilmesine ve tüm yetkinin hükümette birikmesine yol açacak olan
“Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” tasarısı denen çevresel
yıkım manifestosunu hayata geçirmeyi planlıyor.
- Örebro’daki (İsveç) bir kürkçü dükkanına hayvan hakları savunucuları
tarafından verilen 3 milyon kronluk
hasarın adından dükkan kapandı.
- Mutaş İşçileri fabrikayı işgal etti. Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlü
oldukları için 25 Temmuz günü işten
atılan 25 işçi, sendikalı olarak işe geri
dönmek için 2 ay önce fabrika önünde
direnişe başlamıştı. İşgal sürerken yapılan görüşmeler sonrası kısmi anlaşmanın ardından işgal sona erdi.
- 22 Kürt genci daha bu hafta Vicdani
Reddini açıkladı.
- 22 Ekim’de açlık grevine başlayan
İnan Süver, “kendi büyüklüğünde, cesur, kaçmayan farelerle dolu, kapısı
penceresi olmayan Sibirya hücresine”
konulmuştu. 27 Ekim akşamı İnan’la
görüşen yönetim, O’nu derhal hastanaye sevk edip, istediği koğuşa verdi ve
herkesle görüşebilecek. İnan bu düzeltmenin ardından açlık grevini bitirdi. Bu
hafta bir grup anarşist İnan’ın koşullarını duyurmak ve “halkı askerlikten soğutmak” için Ege Üniversitesi’nde masa
açıp bildiri dağıttılar.
- Sinop’ta askeri araca uzun namlulu
silahlarla açılan ateş sonucu ilk belirlemelere göre, 2 asker yaralandı.
- Hakkari’de çıkan çatışmada yaşamını
yitiren gerillanın ölümünü
ve operasyonları protesto
6
- Endonezya polisinin Papua Toprakları Savunucuları adlı yerli topluluk güvenlik grubunun bir üyesini
vurarak katletmesinin ardından, Batı
Papua dağlık bölgesinde baskı ve
korku havası yayılıyor.
eden yüzlerce kişi Cizre-İdil karayolunu trafiğe kapatarak polisle çatıştı.
Hakkari’de ev baskınlarında gözaltına
alınan 5 kişiden 4’ü tutuklandı.
- PKK’nin ilan ettiği eylemsizliğin
bilançosu: 80 operasyon, 900 gözaltı.
Eylemsizlik sürecinde 80 kara operasyonu, 86 noktada orman yangını,
125 top saldırısı gerçekleşti, 29 gerilla ve 9 sivil hayatını kaybetti, 900’e
yakın kişi gözaltına alındı.
- Yunanistan’ın başkenti Atina’da Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ile
yabancı elçiliklere gönderilmek istenen
bombalı paketlerden Meksika elçiliğine
gönderilmek istenen paket posta dağıtım merkezinde patladı. Patlamada bir
kadının hafif şekilde yaralandığı, olayla
ilgili 22 ve 24 yaşlarındaki 2 kişinin
tutuklandığı bildirildi. 22 yaşında olan
şüphelinin Ateş Hücreleri Komplosu
adlı şehir gerilla grubuna üye olmaktan
arandığı söylendi.
- 6 İngiliz SHAC (Stop Huntingdon
Animal Cruelty) aktivisti Huntingdon Life Sciences’e karşı örgütledikleri kampanyada üstlendikleri rolleri
nedeniyle mahkum edildiler.
- 6 Kasım 2001 günü, hayvan kurtuluşu mücadelecisi ve eylemcisi Barry
Horne yaptığı açlık grevinde karaciğer
yetmezliği sebebiyle hayatını kaybetmişti. Barry Horne hayvan deneylerine
karşı yaptığı kundaklama eylemleri ve
kundakçılığa teşebbüsten dolayı 18 yıl
hapis cezası almıştı.
- Berlin’in Kreuzberg semtindeki en
eski infoshoplardan M99 Infoshop
Neo-Nazi’ler tarafından kundaklandı.
Aynı gece, aynı bölgede bir kaç solcu
mekanın duvarlarına faşsit yazılamalar
yapıldı. Kundaklamada kimse yaralanmadı ancak bir kat kullanılamaz hale
geldi.
- Bruges’te (Belçika) gardiyanlar
grevdeyken bir mahkum tecrit hücresini ateşe verdi. Çıkan yangında
hüxre tamamen yanarken, yandaki bir kaç hücre de hasar gördü.
Tournai’de (Belçika) gardiyanların
greve gitmesiyle tüm mahkumların
aktiviteleri de durmuş oldu. Bunun
üzerine ayaklanan mahkumlar ayaklanarak hapishaneye büyük hasar
verdiler.
- Madrid’de Şilili anarşist tutsaklarla
dayanışmak için Santander bankasının şubesinin camları taş yağmuruna
tutuldu.
- Taksim’de çevik kuvvet polisine
yönelik bombalı saldırının bilançosu;
1 ölü, 15’i polis 32 yaralı.
- İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin
son ulaşım zamlarının geri çekilmesini
isteyen Halkevleri, Cevizlibağ metrobüs durağında bir parasız ulaşım eylemi
yaptı. Yüzlerce kişi turnikelerden atlayarak metrobüse parasız bindi.
HİÇKİMSE DUYMAK İSTEMEYEN BİRİ KADAR SAĞIR OLAMAZ
ÜÇ MAYMUN
“Görmedim, duymadım, bilmiyorum…” der aslında görür duyar ve
biliriz olayın ya da olayların nasıl
olduğunu. Yalnızca tercih eder
ve savunuruz kendimizi dilimize
doladığımız bu üçlemeyle. Bu
savunma hali yaşamlarımız da öyle
olgunlaşır ki bazılarımız da sürekli
hale gelerek yaşam biçimi olmaya
başlar.
O
ysa kendimizi koruma hamlesiyle yaptığımız bu davranış,
bizi bazı durumlar da ateşe atmaktan geriye gidemeyerek tehlikeye
de götürmektedir. Yaşadığımız
durumlardan geri çekilerek ve
kulaklarımızı tıkayarak yalnızca
kendimiz için yaşadığımızı toplumdan soyutlandığımızı düşünmek bir
yanılgıdan öte değildir. Herkesin
duyduğunu duymazdan gelmek kendimiz için yarattığımız sağırlıktan ve
aynı zaman da bizim süper egomuz
dan başka bir şey değildir. Gerçek bir
sağır olmadan yaşamın içinde sağırı
oynamak bizim kişisel eksikliğimizi
kendi içimizde bir başarı bir kazanım
olarak değerlendirip duyan ama duymak istemeyen bir tercih yaptığımız
anlamına gelir. Sağırlığımızı tetikleyen şeyin açıklamasını tehlikeli
şeylerle karşılaştığımızı ve buna
karşı kendimizi savunduğumuza
inandırsak da bu bir savunma hali
olmaktan öte yaşamın zorluğuna
karşı kaybetmeyi tercih eden biri
olduğumuzu ifadeler.
durum bizim bir süre sonra yaşamın
derinliklerinden başlayarak her şeye
karşı yabancılaştığımızın kendimizi savunduğumuzu düşünürken
savunamadığımız
bir
döngü
içerisinde ilerleyen bir yola girerek
yaşamlarımızı tehlikeye atan sürecin
başlangıcı olabilir.
Bilinçaltımız da kazanım olarak
değerlendirdiğimiz sağırlık durumu
aslında benliğimiz de taşıdığımız
kirli bir tercihtir. Bu tercih zaman zaman tercih edeni ve başkalarını zor
duruma düşüren bir durum olsa da
bugün değil ama yarın sağırlığının
işe yarayacağını düşünerek duymak
istemeyenin sağırlığına devam ettiği
bir zırha bürünür. Bazen sağırlık
zırhını giyinmek kazanca ulaştığımız
hissini verir. Oysa yaşamda bizi
sağır olmaya iten şeylerin üzerine
gitmek ve duyduklarımıza tepki vermek en kazançlı yoldur. Unutmamak
gerekir ki herkesin sağırlaştığı bir
toplum da kendi sağırlığımızı saklayamaz hale gelerek sonu olmayan
sürecin parçası olabilir yaşadığımız
dünyanın istediği birbirlerine izole
olmuş bireyler haline gelebiliriz. Bu
Yaşamlarımız da verilen kararları
kendimizin veremediği başkalarının
verdiği ve buna sağırlığımızla
cevap verdiğimiz bir dünya da bir
süre sonra gözlerimizi de kapayarak makineleşmeye kadar giden
bir seviyede sadece emir edileni yapmakla kalabiliriz. Kendimiz için yarattığımız sağırlık
bize ve başkalarına zarar vererek
unuttuğumuz saklandığımız topluma en çok zarar veren birey haline
geldiğimiz de duymak için çok geç
olabilir. Hayatımız da karşılaştığımız
her zorluğa karşı kendimizi
sağırlaştırarak
savunduğumuzu
düşünürken aslında yenilgiyi kabullenen birisi olduğumuzun farkına
varmamız gerekir.
Savaş
Celal Bayar Üniversitesi’nde Zulme Hayır!
Yazılı basında, 21.10.2010 tarihinde “Celal Bayar Üniversitesi Tıp
Fakültesi’nde Labarotuvar Hayvanları
Merkezi kuruluyor” içerikli bir haber
yayımlanmıştır.
Y
eryüzüne Özgürlük Derneği, Celal Bayar Üniversitesi’nde açılması planlanan “Labarotuvar Hayvanları
Merkezi”ne ve diğer üniversitelerde,
özel işletmelerde yapılan hayvan deneylerine karşı olduğunu vurgulayarak şu
açıklamada bulundu:
“Dünyanın pek çok ülkesinde, artık etik
bulunmadığı ve güvenilir netice vermediği için terkedilen hayvan deneyleri, Türkiye’de araştırma sektörüne her
geçen gün bir yeni ‘işkencehane’ daha
eklenerek ve ‘insanların iyiliği’ için yapıldığı ifade edilerek meşrulaştırılmakta
fakat, bu deneyler hayvanlara korkunç
acılar çektirmekte, ciddi anlamda hak
ihlallerine sebep olmaktadır.
Deneylerde kullanılan hayvanlar, hayatları boyunca küçücük, dar kafeslere
hapsedilerek, en doğal hakları olan ya-
şam hakkı ellerinden alınarak deney süresi boyunca dayanılmaz ağrı, acı, stres ve
korkuya maruz bırakılarak acı içinde öldürülmektedir. Bu hayvanlar, viviseksiyon
kapsamında yakılıyor, boğuluyor, kanser ediliyor ve sonunda öldürülüyor. Bu zulüm, sözde ‘insan’ yararı için gerçekleştiriliyor.
Bilimin abartarak övündüğü başarılar, insanlar ve hayvanlar için ne kadar faydalı
olursa olsun -ki bu tartışılır-, bu zulüm hiçbir şekilde haklı çıkarılamaz; üstün
başarılardan bahsedilecek olunsa bile deneylerde, araştırmalarda, eğitimde ve ürün
testlerinde kullanılan hayvanların çektiği acının gerçekliği tartışılamaz.
Hayatları insan eliyle daha baştan ‘değersiz’ kılınan hayvanların yaşadığı ızdırap,
acı, eziyet nedeniyle ‘Hayvan Deneylerine Alternatif Metodlar’ üzerine yoğunlaşmak, tüm dünyada ve Türkiye’de etik bir zorunluluk haline gelmelidir.
Sırf insan türüne mensup olmadıkları için hayvanlar üzerinde büyük bir rahatlıkla
uygulanan bu zulme bir an önce son verilmeli ve büyük bir pazar olma yolunda
ilerleyen bu kanlı, zalim sektör, insanın diğer türlere saygı duyma zorunluluğu açısından desteklenmemeli ve bitirilmelidir.
Yeryüzüne Özgürlük Derneği, kendi kuruluş amacı ve ilkeleri doğrultusunda hayvanlara yapılan deneylerin her zaman karşısında olacaktır. Her fırsatta ve her alanda
deney yapan kurum ve şirketlerin yaptıkları zulmü ve işkenceyi teşhir etmeye çaba
gösterecektir.”
22.10.2010, Cuma
YERYÜZÜNE ÖZGÜRLÜK DERNEĞİ
www.yeryuzuneozgurluk.blogspot.com
[email protected]
7
Minimum Güvenlik ( Stephanie McMillan’la)
YERYÜZÜNE ÖZGÜRLÜK’ü indirebileceğiniz internet adresleri:
http://www.internationala.org/
(ilgili sayıların haberleri, indirme adresleri yayınlanmaktadır. sağ-üst köşede bulunan
arama motoruna, “yeryüzüne özgürlük” yazarak ulaşabilirsiniz.)
http://www.archive.org/
(sitede bulunan sol-üst köşedeki arama motorundan, “yeryuzune ozgurluk” şeklinde
aratmanız halinde, ilgili sonuçlar karşınıza çıkacaktır.)
İnternet üzerinden okumak için:
8
http://www.issuu.com/internationala
http://www.scribd.com/aforum

Benzer belgeler