Tekerlemeli Ve Sözlü Oyunlarin KKTC`deki Okul

Transkript

Tekerlemeli Ve Sözlü Oyunlarin KKTC`deki Okul
MOTİF AKADEMİ HALKBİLİMİ DERGİSİ
Motif Academy Folklore Journal
ISSN 1308–4445
2014 / 1
Sahibi / Owner
M. Zeki BAYKAL
Yayın Kurulu / Editorial Board
Prof.Dr. Erman ARTUN
Prof.Dr. Gürbüz AKTAŞ
Prof.Dr. Mehmet AÇA
Prof.Dr. Metin EKİCİ
Prof.Dr. Özkul ÇOBANOĞLU
Prof.Dr. Turgut KARABEY
Yrd.Doç.Dr. Doğan KAYA
Yrd.Doç.Dr. Fatih İYİYOL
Sabri KOZ
Tekin KOÇKAR
Editör / Editor
Doç.Dr. lşıl ALTUN
Editör Yardımcıları / Assistant Editor
Öğr.Gör. Barış AKSU
Arş.Gör.TahaTuna KAYA
Temsilcilikler / Representation
Doç.Dr. Ağaverdi XƏLIL (Azerbaycan)
Doç.Dr. Azamat AKBAROV (Bosna-Hersek)
Yrd.Doç.Dr. Emel KAYA GÖZLÜ (KKTC)
Yrd.Doç.Dr. Mihrican ÇETİNKAYA AYLANÇ (KKTC)
Dr. Elmira MEMMEDOVA (Azerbaycan)
Öğr.Gör Zeynel POLAT (Irak)
Yabancı Dil Danışmanı / Translation Editor
Okt. Ömer Ali TETİK
Yönetim Yeri / HQ
Motif Halk Oyunlan Eğitim ve Öğretim Vakfı Fevzipaşa Cad. No: 361 Edirnekapı / İstanbul
Tel.: +90 212 531 61 68 - 524 23 69 - 531 87 90 Faks: +90 212 635 52 43
[email protected] http://www.motifhalkoyunlari.com
Baskı / Print
Pınarbaş Matbaacılık ve Reklam Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti.
Rami Kışla Cad. Topçular İş Merkezi No:70/192 Topçular / İSTANBUL, Türkiye
Tel: 0212 5675671 Faks: 0212 6136138 www.pinarbas.com tr
Danışma Kurulu / Advisory Board
Prof.Dr. Feriha AKPINARLI – Gazi Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Ali Berat ALPTEKİN – Selçuk Üniversitesi
(Türkiye)
Prof.Dr. Erman ARTUN – Çukurova Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Pakize AYTAÇ - Gazi Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Ensar ASLAN – Dicle Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Sarah M. ATIS – University of Wisconsin (ABD)
Prof.Dr. Richard BAUMAN – Indiana University (ABD)
Prof.Dr. Halil BUTTANRI – Osmangazi Üniversitesi
(Türkiye)
Prof.Dr. Mustafa CEMİLOĞLU – Uludağ Üniversitesi
(Türkiye)
Prof.Dr. Hakan CEVHER – Ege Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Ömür CEYLAN – Kültür Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Ali ÇELİK – Karadeniz Teknik Üniversitesi
(Türkiye)
Prof.Dr. Özkul ÇOBANOĞLU – Hacettepe Üniversitesi
(Türkiye)
Prof.Dr. Fikret DEĞERLİ –Yeditepe Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Ali DUYMAZ – Balıkesir Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Metin EKİCİ – Ege Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Mehdi ERGÜZEL – Sakarya Üniversitesi
(Türkiye)
Prof.Dr. Suat GEZGİN – İstanbul Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Henry GLASSIE –Indiana University (ABD)
Prof.Dr. İsmail GÖRKEM – Erciyes Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Nevzat GÖZAYDIN – Ankara Üniversitesi/Emekli
(Türkiye)
Prof.Dr. Tuncer GÜLENSOY – Erciyes Üniversitesi/Emekli
(Türkiye)
Prof.Dr. Umay GÜNAY – Hacettepe Üniversitesi/Emekli
(KKTC)
Prof.Dr. Emine GÜRSOY-NASKALİ – Marmara
Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Abdurrahman GÜZEL – Başkent Üniversitesi
(Türkiye)
Prof.Dr. Alimcan İNAYET - Ege Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Kemal KARPAT – University of Wisconsin (ABD)
Prof.Dr. Süleyman KAYIPOV – Kırgızistan-Türkiye Manas
Ünv. (Kırgızistan)
Prof.Dr. Muhtar KAZIMOĞLU - Azerbaycan Milli Bilimler
Akademisi (Azerbaycan)
Prof.Dr. M. Zeki KUŞOĞLU – Marmara
Üniversitesi/Emekli (Türkiye)
Prof.Dr. İrfan MORİNA –Piriştine Üniversitesi (Kosova)
Prof.Dr. Öcal OĞUZ – Gazi Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Taciser ONUK – Gazi Üniversitesi/Emekli
(Türkiye)
Prof.Dr. Mustafa ORAL – Giresun Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Tuba ÖKSE – Kocaeli Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Can ETİLİ ÖKTEN – İstanbul Teknik Üniversitesi
(Türkiye)
Prof.Dr. Nebi ÖZDEMİR – Hacettepe Üniversitesi
(Türkiye)
Prof.Dr. Karl REICHL – Universität Bonn (Almanya)
Prof.Dr. Saim SAKAOĞLU – Selçuk Üniversitesi/Emekli
(Türkiye)
Prof.Dr. Uli SCHAMILOGLU – University of Wisconsin–
Madison (ABD)
Prof.Dr. Bilge SEYİDOĞLU – Atatürk Üniversitesi/Emekli
(Türkiye)
Prof.Dr. Elfine SIBGATULLINA – Moskova (Rusya)
Prof.Dr. Kemal SILAY – Indiana University (ABD)
Prof.Dr. Esma ŞİMŞEK – Fırat Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Münevver TEKCAN – Kocaeli Üniversitesi
(Türkiye)
Prof.Dr. Ali TORUN – Dumlupınar Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Fikret TÜRKMEN – Ege Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Tülay UĞUZMAN – Başkent Üniversitesi
(Türkiye)
Prof. Ülo VALK - University of Tartu (Estonya)
Prof.Dr. Kemal YAVUZ – İstanbul Üniversitesi (Türkiye)
Prof.Dr. Dursun YILDIRIM – Hacettepe Üniversitesi
(Türkiye)
Dr. Deniz BALGAMIŞ – University of Wisconsin (ABD)
Bu Sayının Hakemleri / Referees Of This Issue
Prof.Dr. Feriha AKPINARLI – Gazi Üniversitesi (Türkiye)
Doç.Dr. Işıl ALTUN – Kocaeli Üniversitesi (Türkiye)
Yrd.Doç.Dr. Celile Eren ÖKTEN Yıldız Teknik Üniversitesi
(Türkiye)
Yazışma Adresi: [email protected]
Motif Akademi Halkbilimi Dergisi yılda iki defa çıkar. Yayımlanan yazıların dil ve imlâ sorumluluğu yazarlarına aittir.
Gönderilen yazılar iade edilmez. Yayın ilkelerine uymayan yazılar yayımlanmaz.
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
İÇİNDEKİLER
EDİTÖRDEN ................................................................................................................................... 1
KIBRIS TÜRK EDEBİYATINI OKUMAK ............................................................................................ 3
Reading the Turkish Cypriot Literature
Celile Eren ÖKTEN
FRANSIZ DİLİ TOPLUMSAL TARİHİ ÜZERİNE ............................................................................. 19
About the Social History of French Language
Zeynep Gökçe AKGÜR BİLGE
İPEK TÜRK AĞZINDA SES OLAYLARI ......................................................................................... 43
Phonetic Changes in Peja Turkish Dialect
Ergin JABLE
AZƏRBAYCAN ALİMLƏRİ VƏ QUMUQ FOLKLORUNUN TOPLANMASI........................................ 65
The Collection the Folk-Lore of Kumuk and Scholarships of Azerbaijan
Aynur QƏZƏNFƏRQIZI
OĞUZ-NAMELERİN ŞİİRSEL YAPISI VE EMSAL-İ MUHAMMED ALİ EL-YAZISI ........................... 71
Poetic Structure of Oghuzname and Manuscript of Emasl-i-Mahammad Ali
Efzeleddin ASKER
ANADOLU İNANÇLARI EKSENİNDE TÜRKÜLERİMİZDE RENKLERİN VE SAYILARIN GİZEMİ .... 83
Mystery of Colors and Numbers in Folksongs With in the Context of Anatolian Beliefs
Mustafa Öner UZUN
AYAKKABI MODASI PERSPEKTİFİNDE KAHRAMANMARAŞ
ÇARIK VE YEMENİLERİNİN YAŞAM SEYRİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ..................................... 101
Review of Kahramanmaraş Sandal’s and Flat-Heeled Shoes’s Progress Through the Perspective of
Shoe Fashion
Songül KURU, A. Candan PAKSOY
KOLAN DOKUMANIN GİYSİ TASARIMINDA KULLANILMASI ...................................................... 127
Using Girth Texture at Cloth Design
Halime YÜCEER ARSLAN
III
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
IV
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
EDİTÖRDEN
Değerli Motif Akademi okurları,
Geçtiğimiz iki sayıyı (2013/1-2) Kıbrıs konulu özel sayılar olarak sizlerle
buluşturmuştuk. Kıbrıs konusunda özveri ile çalışan ve katkılarını esirgemeyen kıymetli
yazarlarımıza ve büyük ilgi gösteren siz okurlarımıza teşekkür ederiz. Azerbaycan ile
başlayıp Balkanlar dosyası ile devam eden ve son olarak Kıbrıs başlığında çıkan özel sayı
geleneğinimizin bir sonraki sayıda da Özbekistan ile süreceğini bu vesile ile ilan
ediyoruz. Bu aynı zamanda bütün yazarlara çağrı niteliğindedir. Özbekistan konulu
halkbilimi çalışmalarınızı bizimle ve okurlarımızla paylaşmanızı temenni ederiz.
Bu sayımızda öncelikle çok büyük bir coğrafyadan farklı başlıklarda yazılara yer
verdik. Anadolu'dan Azerbaycan'a, Kosova'dan Kıbrıs'a kadar yelpazesi geniş bir yazı
seçkisi, bize Türk dünyasının ne kadar büyük bir sahada yer aldığını göstermekle
kalmayıp aynı zamanda farklı Türk boyları hakkında yeni halkbilimsel bilgiler
edinmemizi sağlıyor. Benzer şekilde bu sayıda halkbilimi temel başlığının çok farklı alt
başlıklarına ait yazılar bulacaksınız. Tarih, dil ve edebiyat çalışmalarından inanç, giyim
ve dokuma üzerine pek çok nitelikli yazı sizlerle buluşacak. Değerli katkılarını bizimle
paylaşan bütün yazarlara çok teşekkür ederiz.
Dergimiz bu yıl itibari ile elektronik sisteme geçmiş olup yazı gönderme, hakem
incelemeleri, raporlar ve benzeri her türlü işlem artık internet sayfamızdan yapılmaktadır.
Bu sayımızdan itibaren bütün yazı işlemleri www.motifakademi.com sitesinden
yürütülecektir. Sizi de bir an önce siteye üye olup aramızda görmeyi umarak bu önemli
duyuruyu da paylaşmak istiyoruz.
Son olarak bu yılın ikinci sayısının Özbekistan özel sayısı olacağını yeniden
hatırlatıp, o sayıda buluşmayı dileriz.
1
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
2
Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN
KIBRIS TÜRK EDEBİYATINI OKUMAK
Reading the Turkish Cypriot Literature
Celile Eren ÖKTEN
*
Özet: Bu çalışmada edebiyat ders kitaplarının milli kültürü aktarmadaki önemi ve aynı
zamanda milli kültür ile çok kültürlülüğün kaynaşmasındaki rolü üzerinde durulmuştur. Bugün ile geçmiş
arasında bağ kuran edebi eserler, mili kimliği yapılandırmada ve ortak toplumsal hafızayı canlı tutmada
önem taşıdıklarından edebiyat eğitimi için daha özenle seçilmektedirler. Bu çerçevede araştırmamızda
Kıbrıs’ta liselerde okutulan Kıbrıs Türk Edebiyatı I-II (2013) kitapları içerik bakımından incelenmiştir.
Kronolojik sırayla verilen edebi toplulukları, edebi dönemlerle gelişen edebi türleri, toplumsal
dinamiklerin ve buna bağlı değerlerin, kabullerin nasıl değiştiğini Kıbrıs Türk halkının toplumsal gerçeği
üzerinden tespit ettik. Kıbrıs Türk Edebiyatının, ülke coğrafyasından kaynaklanan çok kültürlü ve yerel
ortamına, Türkiye ile olan ilişkisine göre zaman içerisinde nasıl bir yol kat ettiğini sergilemek istedik.
Sonuç olarak edebiyat ders kitapları, gençlere dil ve edebiyat eğitimi ile Kıbrıs Türk kültürünü keşfederek
hem müşterek kimliklerini hem de öz-yerli kimliklerini ortaya çıkarmada yardım etmektedir. Bu süreçte
milli kimlik, bireyin kendini tanımlamasını, dünyadaki konumunu belirlemesini desteklemektedir.
Anahtar kelimeler: edebiyat ders kitapları, milli kimlik, çok kültürlülük, dil ve edebiyat eğitimi
Abstract: The significance of literature course books in conveying national culture and their
role in the integration of national culture and multiculturalism have been emphasized in this study.
Since the literary works which bridge today to the past, are significant to the construction of a national
identity, and revival of common societal memory, therefore they should be chosen elaborately for
literature education. Within this framework, Cyprus Turkish Literature Course Books I-II, which
arestudied at high schools in Cyprus, have been examined in terms of content in our research. We
determined that how the changes have been occurred over the values and approvals interrelated to
societal dynamics, and chronologically given literary communities and literary genres developing
through literary periods, with regard to Cyprus Turkish People’s social reality. We aimed to exhibit how
Cyprus Turkish Literature took the lead in time with its multicultural and local atmosphere arising from
the geography, and also its relation to Turkey. Consequently, literature course books provide young
people with language and literature instruction in order to uncover their both collective and self-local
culture with the help of exploring Cyprus Turkish culture. National identity supports an individual so that
he/she can define him/herself and determine his/her status in the world.
Key words: literature course books, national identity, multiculturalism, language and
literature education
*
Yrd.Doç.Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü
3
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Bir metnin, kendi bütünlüğünün dışında bulunan bazı edebi ve sosyal yerleşik
eğilimlere de gönderme yaptığı bilinmektedir. Bu çerçevede metin, okuyucuyu sosyal
ve tarihsel bakış açılarıyla zenginleştirir, anlamın yapılandırılması sürecini
olgunlaştırır. Anlamın yapılanmasına, özneler arası edebi, sosyal ve geleneksel
eğilimler de aracılık etmektedir. Esasında okuyucu tarafından üretilen anlam hem
değerli hem de işlevseldir. Zira okuyucunun zihnindeki sosyokültürel süzgeçten geçip
şekillenmektedir. Paylaşılan değerlerin, kuralların ve inançların belirlediği bu süzgeç,
okunan metne bir daha yorum katmakla birlikte okuyucuya ve metne yeni roller
biçmektedir.
Böylelikle edebiyat hem belli bir kültürün içinden çıkmakta hem de o kültüre
şekil vermektedir. Bu kültürel dokunuşların en belirgin örneğini, edebiyat ders
kitaplarında görmek mümkündür. Gençliğin ruh ve fikir dünyasına yön veren edebiyat
ders kitapları, hâkim ideolojiye hizmet etmekle birlikte toplumun öngördüğü ahlâkî ve
siyasi farkındalığı da geliştirmek amacını taşımaktadır (Hohendahl, 1989: 8-25).
Böylece milli ruhu işlemek, milli edebiyata katkıda bulunmaktan daha ziyade gençler
ile milleti arasında aydın bir ilişki kurmak esastır (a.g.e.192-193). Bu süreçteki
yapılanma, edebiyat tarihini, toplumun edebi beğenisi ile bu beğeninin tetiklediği eser
üretme arasındaki uzlaşı süreci olarak görmemizi sağlar.
Bu çerçevede toplumun ortak beğenilerini, kabullerini, değerlerini, ürünlerini
şekillendiren “millet” tanımını yapmamız gerekmektedir. Anthony Smith’in tanımına
göre millet “tarihsel bir alanı, ortak mitleri, tarihsel hatıraları, toplumsal kültürü, ortak
bir ekonomiyi, ortak yasal hakları, herkes için geçerli olan görevleri paylaşan insan
topluluğudur”(1991:14). Ayrıca millet bireyler ve topluluklar arasında paylaşılan
değerler, semboller ve gelenekler dağarcığını oluşturan sosyal bir bağdır. Ortak kültürü
ve diğer ortak sembolleri kuvvetlendirerek ortak kimlik ve aidiyet duygusunu yücelten,
bütün engel ve zorlukların üstesinden gelebilen bir “inanç başarı” grubudur (a.g.e.16,
25). Bu tanıma göre milli kimliği oluşturan ögeler; bireysel kimlik, cinsiyet, yer, sosyal
sınıf, dini kimlik ve dildir. Milli kimlik ister gelenek, görenek, âdetlerle açıklansın ister
kültürel ödünçlemelere, benzetmelere dayandırılsın sonuçta ulus devlet için önemli bir
olgudur ve belli bir döngü içinde tekrar tekrar yapılanmakta ve bir bütünlüğü temsil
etmektedir (Czimbalmos,2004).
Milli kimlik ile ortak hafıza arasında bir ilişki olduğu bilinmektedir. Bireyin
kendini ait hissetmesi için zaman ve yer içindeki paylaşım sınırlarının belirlenmesi
lâzımdır. Bu paylaşımın oluşturulmasında ortak hafızanın payı büyüktür. Zira hafıza,
tarihsel söyleme karşı iyileştirici bir seçenektir. Tarih anlatımının yapılandırılması da
diyebileceğimiz hafıza, milli kimliğin oluşumundaki dinamikleri belirlediği gibi
geçmişi, bugünü ve geleceği birbirine bağlayan hikâye anlatımına da katkıda bulunur.
Bugünü şekillendirmek için geçmişi sergilemek gerekmektedir. Bunun sonucunda milli
anlatılar tekrar tekrar yazılmakta ve bellek sürekli değişikliğe uğramaktadır (Bell,
2003:63-66).
4
Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN
Paylaşılan hatıraları işlemek, geliştirmek ortak kimliklerin geleceği ve hayatiyeti
açısından önemlidir (Smith, 1999:10, aktaran Bell, 2003:70). Bireyin çoklu kimlikleri
mevcuttur ve bu tanımlamalar, milli kimlikleri güçlendirir veya çapraz keser. Her nesilde
törenlerle, siyasi mit ve sembollerle, sanatla ve tarih ders kitaplarıyla kollektif bir kişilik
yaratma çabası içinde olunduğu gözlemlenmiştir (Smith,1992:59, 62).
Milli kimliği oluşturan, yukarıda bahsi geçen unsurların devamlılığını
göstermek, bugün ile geçmiş arasında bağlarını kurmak, topluma aksettirmek,
uygulamak ve farkındalığını arttırmak ancak eğitimle olur. Bu açıdan baktığımızda,
tarih boyunca yaşanılan kültürdeki devamlılık ve farklılıkların şekillendirdiği
kimliklerin sınırlarının çizilmesinde edebi eserler önemli roller oynamaktadır. Kültürü
yaşarken ve sonraki kuşaklara aktarırken bireyin kendini tanımlaması ve toplumla nasıl
ilişkilendirdiği eğitim için önem taşımaktadır.
Özellikle edebiyat eğitimi, kültürel mirası korumak ve muhafaza etmek
açısından önemli bir görev üstlenmektedir. Modernizmin baskılarına rağmen
kaybolmaya yüz tutmuş değerlerin, estetik duygusunun, milli ve dini hassasiyetlerin
farkındalığını geliştirir ve besler (Kuli, 2012). Değişen eğitim politikaları ve anlayışları
karşısında milli kültüre devamlı şekil verilse de öze dönüş ve özü arayış hep
sürmektedir. Bu arayış içerisinde kendi kimliğini diğerlerinden farklı kılan unsurlar
arasında ilk önce dil, daha sonra kültürel coğrafya ve yerel sembolizm gelmektedir.
Bununla beraber “hangi coğrafya, hangi yerellik gerçekte merkezdedir” sorusu zihinleri
hep kurcalamaktadır. Aslında kültürel bir kimliği şekillendirirken hem ayırt edici hem
kapsayıcı özelliklere sahip olmak; farklılaşmaktan ziyade kendine benzetmektir. Bunun
canlı örneğini, etnik geçmişlerinden uzakta kendini yaratmaya çalışan Avrupa’da
görmek mümkündür. Kucaklayıcı olması düşünülen Avrupalı kimliği ile farklı, özgün,
yerel kimlikler günümüzde halen çatışmaktadır (Smith, 1992:68-69, 76).
Temelde coğrafyadan, kültürden yola çıkarak üzerinde duracağımız Kıbrıslı
kimliğini ele almadan önce Bhabha ve arkadaşlarının (2000) millet etrafında şekillenen
anlatılarla, ada toplumlarıyla ilgili yaptığı tespitlere yer vermek istiyoruz:
GillianBeer, adayı korunaklı, güvenli, tertipli, cennete benzer bir yer olarak
tarif eder. Adada su ve toprak arasında özel ve yoğun bir ilişki olmasına rağmen ada,
bireyi simgelemektedir. Adada her şey, toprak ve deniz gibi bir oluşumun içindedir.
Kültür ve birey de bu oluşumun bir parçası olarak değişimlere maruz kalırlar
(2000:269, 273). Esasında adanın bu varoluş çabası içinde sergilediği milliyetçilik,
ekonomik ve kültürel emperyalizme karşı bir duruş olarak da algılanabilir
(During,2000:139). Yaşayan kültürün yerelliği, günümüzle bağdaştırılarak sembollerle,
mitolojik ögelerle, çeşitliliklerle, ortak çağrışımlarla kültürel farklılıklar ve
tanımlamalarda yer almaktadır. Başka bir deyişle bireye ait bir hikâye anlatılırken
toplum da işin içine katılmakta ve milli bilinç oluşturulmaktadır. Milletin modern
bütüncül özellikleri olarak görülen türdeşlik, anonimlik, okuryazarlık, edebi kültür
eğitimle belli bir çerçeveye oturtulmaktadır (Bhabha,2000:292-294).
5
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Bu bağlamda edebiyat eğitiminin hedefleri tarih içinde farklı şekillerde tezahür
edebilir. Bir milletin edebiyatının milletin ruhunu, tarihini ve geleneklerini yansıtması
gerektiği görüşü genelde hâkimdir. Jean Paul Sartre hayatlarımızı kitaba ödünç
verdiğimizi söyler. Bu açıdan ders kitapları da öz değerlerin iyi birer göstergesidir.
Örneğin, eserlerdeki kahramanlar, öğrencileri kendi topluluk, ülke ve milletleriyle
tanımlamalarına yardımcı olurlar (Koross, 2012:545, 548). Okumalarımızla
tecrübelerimizi birleştirip anlamlar ürettikçe daha çok görür, duyar, hisseder, daha ileriye
bakarız. Edebiyat tarihi ile geçmişi ve bugünü bir arada okurken hem birey olarak hem
vatandaş olarak kendimizin çok çeşitli yönlerinin farkına varırız. İngiliz edebiyatını
okutmak nasıl yerli halkı medenileştirmek (Johnston, 2001) olarak görüldüyse Kıbrıs
Türk Edebiyatını da okutmak toprağı, bayrağı, dili ve kültürü ile bir varlık ispatıdır.
Bu araştırmanın temelinin oluşturan, Kıbrıs’ta liselerde okutulan Kıbrıs Türk
Edebiyatı I-II (2013) ders kitaplarının birincisi anonim halk edebiyatı ile başlar. Kendi
içinde anonim halk şiiri, düz yazı, ortak türler ve âşık tarzı halk edebiyatı şeklinde bir
sınıflandırma yapılır. Önce anonim halk şiirinin biçimleri olan Kıbrıs’a özgü mâniler,
ninniler, türküler sırasıyla ele alınır. Daha sonra düz yazı kısmında Kıbrıs Türk masal,
efsane, halk hikâyeleri, fıkraları, atasözleri ve deyimleri, halk tiyatrosu işlenir. Ortak
türler bölümünde ise Kıbrıs’ta söylenilen bilmeceler, tekerlemeler ve yakılan ağıtlardan
örnekler verilir. Âşık tarzı halk edebiyatında âşık şiiri kapsamındaki koşma (güzelleme,
koçaklama, taşlama, ağıt), semai, varsağı tanıtılırken özellikle Kıbrıs destanları
vurgulanır.
Ders kitabının işleniş plânına baktığımızda çalışılacak olan edebi tür önce
biçim, konu ve anlam özellikleri ile tanıtılır; Kıbrıs ve dünyadaki tarihi geçmişi verilir.
Daha sonra örnek metinler üzerinden bilinmeyen sözcükler açıklanır; edebi tür ve ele
aldığı konu üzerinden yapılan açıklamalarla, sorularla çözümleme ve yorumlama
çalışmaları yapılır.
Bu içerik çerçevesindeki kitabın sunuş kısmında yerel kültürlerin evrenselliğe
ve ortak değerlere yaptıkları katkılar vurgulanır. Hiçbir kültürün yok sayılamayacağı;
her bir kültürün özel ve tekil olduğu ifade edilir. Modernleşmenin sonucu olan tek
tipleşme, toplumlarda ara renklerin yok sayılmasına yol açsa da çokkültürlülük ve
farklılıkların birlikteliği günümüzde gittikçe önem kazanmaktadır. Bu görüşe
dayanarak Kıbrıs ağzına özgü söyleyişler, deyimler ve atasözleri,incelediğimiz ders
kitaplarında verilmeye çalışılmış; yazarın imlâ ve üslubuna sadık kalınmıştır. Türk
Halk Edebiyatının dünyanın en zengin edebiyatlarından biri olduğu, bu zenginliğin
uzantısı olan Kıbrıs Türk Halk Edebiyatının ise dar coğrafyasına, farklı kültürel
etkileşimlere maruz kalmasına, merkezden uzak olmasına ve bunların sonucunda
Anadolu halkı ile farklılaşan dünya algısına rağmen varlığını sürdürdüğü
vurgulanmaktadır. Toplumların duyuş, düşünüş ve evreni algılamalarında halk
edebiyatının en güvenilir tutanak olduğu belirtilerek önemine de dikkat çekilir.
6
Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN
Kıbrıs’a özgü hayvan, bitki, meyve, yemeklerden örnekler verilerek Kıbrıs
Türk halkının hayat anlayışı, yaşadığı coğrafyaya bağlılığı, ulusal konulardaki
duyarlılığı pekiştirilir. Türk topluluklarında mâniye verilen isimler sıralanır. Özellikle
mânilerden verilen örneklere baktığımızda dünürcülük, askerlik, esnaflık, anadiline
sahip çıkma, Mısır meselesi gibi milli-yerel motiflerle karşılaşırız. Bu örneklerle
Kıbrıslıların aileye, vatana, milli değerlere verdiği önem belirtilmekle birlikte kendine
güvenen, ruhen güçlü ve huzurlu, cesur, itaatkâr bir bireyin portresi de çizilir.
Ninnilerin de çeşitli dillerdeki karşılıkları verilir. Kıbrıs Türk ninnilerinde
çocuğun iyi bir öğrenim görmesi, evlenmesi gibi iyi dilekler dile getirilir. Ninninin
çocuk ruhu üzerindeki olumlu etkisinden bahsedilir. Daha sonra diğer bir edebi tür
olarak türkü ele alınır. Türkü ise Türk’e ait demektir. Anadolu’ya göre Kıbrıs’ın az
türküsü vardır; ama konu çeşitliliği bakımından zengindir. Türküler, Kıbrıs’ın tarihi
geçmişini, toplumsal olaylar karşısında halkın yaşadığı acıları, hüzünleri, mutlulukları
vermesi açısından önemlidir.
Masallar ise Kıbrıs Türk halkının hayal gücünü, dünya görüşünü, düşünüş ve
yaşayış biçimini, âdet ve göreneklerini aktarır. Masal ve efsanelerde aşklar, doğaüstü
güçler, ahlâkî öğütler ile birlikte kahramanların örnek alınması gereken özelliklerive
aile hayatının önemi daha da belirgin hale getirilir.
Efsanelerin de çeşitli dillerdeki karşılıkları verildikten sonra yaratılış, tarihi,
doğaüstü ve dini olmak üzere gruplara ayrılırlar. Sonrasında bir inanış efsanesi olarak
adlandırılan, kötü bir yılandan kurtulma mücadelesini anlatan, “Pandaşino Yılanı
Efsanesi”; gözlere şifa olan ApostolosAndreas Manastırı’nın kaynağından bahseden ve
günümüzde de tesirini görebileceğimiz “ApostolosAndreas Efsanesi” tanıtılır. Kıbrıs
efsanelerinde sıkça rastlanan “şekil değiştirme” motifini işleyen, devin taşa dönüşmesi
“Dev Taşı”; utancından keklik olmak isteyen, “Keklik Olan Gelin” efsaneleri de
anlatılır. Bu dönüşüm efsanelerinin yanında “renge dönme”nin Kıbrıs efsanelerine
özgü bir özellik olduğu dile getirilir. Kırmızı karanfillere dönüşen kötü kalpli kraliçeyi
anlatan “Kanlı Karanfiller Efsanesi” buna örnek gösterilir. Ayrıca Kıbrıs’ın
coğrafyasından kaynaklanan, Anadolu’dan farklı olarak ırmağa dönme efsanesinin
olmadığı belirtilir. Çünkü Kıbrıs’ta akan ırmak yoktur. “Buyday Tepesi” ve “Beş
Barmağ Dağı” efsaneleri okuma parçaları olarak verilir. “BuydayTepesi”nde Hızır
Peygamberin kerametiyle açgözlü çiftçiye ders verir ve bunun sonucunda buğday
toprak olur. “Beş Barmağ Dağı” efsanesi ise sevdası için ölen bir delikanlının
hikâyesidir.
Kıbrıs halk hikâyeleri de Anadolu’dan esintiler taşır. Ahlâkî ve öğretici yönleri
ağır basar. Sıradan halk tiplemeleri anlatan fıkralar da çok çeşitlidir. Nasreddin Hoca
fıkrasının yanında Anibal fıkralarından örnekler verilir. Atasözleri ve deyimler ise
Anadolu’dan taşınanlar, Anadolu’dan bağımsız Kıbrıs’ta üretilenler diye sınıflandırılır.
7
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Kıbrıs’a özgü öğeler yanında Rumca ve İngilizce sözcüklere de yer verilir1.
Burada dikkat çekmek istediğimiz bir husus;ders kitabına özenle seçilerek
konmuş bu Kıbrıs’a aitmâni, türkü, ninni, masal, efsane, halk hikâyesi, fıkra, atasözü
ve deyimlerin çok renkli bir kurgu ve hayal dünyasını, zengin bir anlatım dili ile
yansıttığı muhakkaktır. Kıbrıs Türk Halk Edebiyatına verilen bu önem, yaşanılan
topraklarla bütünleşme ve bu topraklarda iz bırakma isteğinin en belirgin ifadesidir.
Zaman zaman edebi örnekler üzerinden Anadolu ile karşılaştırmalar yapılarak
sanki bir yavrunun, annesine layık olmak için ne kadar çabaladığı izlenimini
uyandırmaktadır. Gölge oyunu Hacivat ile Karagöz, Hz. Hamza ve Battal Gazi gibi
meddah hikâyeleri, Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa fıkraları gibi birçok
eserlerle, Osmanlıya yapılan atıflarla Anadolu ile bağ hep güçlü tutulmak istenmiştir.
Bu çabanın bazen sonuçsuz kalması, anavatana bu kadar yakın olup bir o kadar da uzak
olmak çok acıdır. Bu acının belirgin izlerini Mısır ile ilgili yazılan eserlerde görmek
mümkündür. Kendi mücadelesi olmamasına rağmen ekonomik zorluklarla hayatı
pahasına İngiltere komutasındaki Kıbrıs Alayına katılan gençlerin hazin öyküsü dile
getirilmektedir.
Coğrafi açıdan mesafelerin önemi, hem Kıbrıs Adasının Akdeniz’deki konumu
ve anavatana uzaklığı hem de milliyetçilik ile gösterilmektedir. Örneğin, Âşık
Kenzi’nin“Kıbrıs Destanı” adlı uzun şiirinde Kıbrıs’ın, Akdeniz’deki dört büyük
adadan biri olduğundan bahsedilir ve bu adalardan ikisinin gayrı müslimlere ait
olmasından duyulan üzüntü dile getirilir (s. 130). Fiziki şartların yanında iç içe geçmiş
stratejik ve milli şartlar da Kıbrıs’ın gerçeğidir.Anibal’in“Bu haritada Kıbrıs Yoktur”
fıkrasında, harita, Kıbrıs’ı göstermekte yetersiz kalmaktadır (s.63). Her ne kadar
Türkiye’ye yakın olsa da, Akdeniz’de büyük bir ada olarak görünse de Kıbrıs Türk
halkı için adadaki hayat şartları zordur.
Bütün bunlarla birlikte çok kültürlülüğün de Kıbrıs’ın bir gerçeği olduğunu
dile getirmiştik. Çok kültürlülüğün bir parçası olarak İngilizce ve Rumcanın Türkçeye
etkilerini görmek mümkündür. Rumca yer ve şahıs adlarına, tâbirlere, Rumca ve
İngilizcenin Türkçe ile beraber kullanımına rastlanılmaktadır.2 Burada şunu belirtmek
de fayda vardır: Dilde ve edebiyatta Rum ve İngiliz etkilerinin yanı sıra özellikle
tiyatroda görülen Batı tesirini3basit bir taklitten ziyade kendi kültür ve medeniyetinin
içine yerleştirmek, kendi renklerinden katmak ve sonuçta da kendi sentezini
oluşturmaktır. Bir bilmece olarak sunulan ve cevabı Kıbrıs olan “Küçük baggal
dünyayı yutar” sözü bu küçük adanın ne kadar çok unsuru bünyesinde barındırdığına,
1
Anadolu’da “İti, öldürene sürükletirler”, Kıbrıs’ta “Eşeği, gebertene sürükletirler”; Kıbrıs’a özgü “Türk sözü ver,
İngiliz saati kullan”; Rumca ve İngilizce sözcüklerle kurulanlar “Total lost olmak” (çürüğe çıkmak), “Mangos
olmak”(sersemlemek) (66-69).
2
Kyremia Limanı, Larnaka Tuz Gölü, Pendaşina yılanı, ApostolosAndreas, laos olmak (korkmak)
3
İspanya’dan Yahudilerin İstanbul’a getirdiği Comedia de l’arte.
8
Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN
çok kültürlülüğeve milli paylaşıma ne kadar çok zenginlik kattığına işarettir. Eski Türk
tarihinden başlayarak günümüze kadar getirilen bilmeceler, ağıtlar ve bunların diğer
Türk toplulukları ile olan ilişkileri, yabancı kelimelerle yapılan tekerlemeler bu konuya
güzel bir örnek teşkil etmektedir4.
Ayrıca destanlar kısmında da çok kültürlülüğün izleri görülmektedir. İngiliz
yönetimine başkaldırılar, Rumların zulmüne direnişler sıkça konu edilir. Bir destan
kahramanı olan Köroğlu ile RobinHood karşılaştırılır. Aslında dönemlerin ekonomik,
siyasi ve sosyal şartları insanları isyana sevk etmiştir diye açıklanır. Yazarı tam olarak
bilinmeyen “Hasan Bulli Destanı” 1900’lü yıllara kadar İngilizleri uğraştıran Kıbrıslı
Türk üç kardeşin hikâyesidir. Haksızlığa uğradıklarından ve zor hayat şartlarından
dolayı dağa çıkmışlardır.
Birinci kitabın son bölümü olan Âşık tarzı halk edebiyatında destan ve koşma
incelenir. Bilinen tek Kıbrıs halk şâiri,Âşık Kenzi’nin“Dâsitan-ı Kıbrıs”(1833) adlı
destanı, adada biri Gavur İmam, diğeri Rum Papaz tarafından çıkarılan iki isyanı konu
alır. İyi birer gözlemci olan halk şâirleri, yazdıkları destanlarla, toplumsal yapıyı daha
iyi anlamamızı sağlarlar. Destanların temaları arasında savaş, eşkıya, Ramazan,
kurumlar, toplumsal taşlama, aşk gibi konuların yanı sıra Osmanlı ve İngiliz
dönemlerindeki saka, tütüncü, diş sökücü, pazubant (gece bekçisi) gibi değişik meslek
gruplarınında belirtilmesi dikkat çekicidir.
Birinci kitap, okuma parçalarından sonra, eserlerinden faydalanılmış Kıbrıs
Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru araştırmacılarının hayatlarını ve eserlerini tanıtan bir
bölüm, sözlük ve kaynakça ile sona erer.
İkinci kitap, Kıbrıs Türk Şiiri ile başlar. “Eski Kıbrıs Türk Şiiri” başlığı ile
divan şiiri ve tasavvuf geleneğinden bahsedilir. Kıbrıs Türk Şiirinin, Tanzimat’tan
sonraki edebi dönemler olan Servet-i Fünûn, Fecr-Âti, Milli Edebiyattan izler
taşımadığı belirtilir. Bunun sebepleri olarak İngiliz sömürge yönetimi, Osmanlı istibdat
yönetimi, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı gösterilir ve bunların sonucunda
Anadolu ile bağın koptuğu ifade edilir. Daha sonra “Yeni Kıbrıs Türk Şiiri”ne geçilir
ve dönemlere ayrılarak incelenir: Yenileşme Dönemi (1900-1950), Geç Tanzimatçılar
(1900-1950), Gelenekçiler/Hececiler (1940-1950).
Kıbrıs Türk Edebiyatıtarihine baktığımızda Tanzimat’ın genelinde ele alınmış
olan vatan sevgisi, milletin yükselmesi, hürriyet aşkı, fedakârlık, adalet, birlik ve
beraberlik, uygarlık gibi konuların işlenmiş olduğu belirtilmektedir. Diğer bir deyişle
Türkiye’deki Tanzimat Edebiyatı ile eş bir yapı izlenmiş; toplumsal konulara Namık
Kemal ve Ziya Paşa’nın önderliğinde genişçe yer verilmiştir. Kıbrıs, Osmanlı mülkü
olduğu için vatan kabul edilmekte ve Anadolu’ya olan derinden bağlılığı her seferinde
4
En eski Türk bilmece örneğinin CodexCumanicus’ta mevcut olduğu söylenir. “Ballıca baggal ne versen yudar”
bilmecesinin cevabı, Azerbaycan’dır; “İngiliz Kraliçesi cellada sör ünvanı verirse ne olur?”, cevap,
Asansör’dür; İngilizce sözcüklerin Türkçe tekerlemesi “Yulayf mi maydarling” (99-102).
9
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
dile getirilmektedir. 1925’ten sonra baskıcı İngiliz yönetimine karşı Osmanlı-İslâm
kimliği ön plâna çıkarılmış; Namık Kemal’in Osmanlıcılık düşüncesine karşı Ziya
Gökalp’in Türkçülük anlayışı benimsenmiştir. Daha sonraki yıllarda edebi eserlerde
Kıbrıs, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk ulusunun ayrılmaz bir parçası olarak
görülmüştür.
Özellikle gazeteler, bu konuda halkı eğitici ve bilinçlendirici bir görev
üstlenmiştir. Kıbrıs’ı vatan yapmak için el birliği ile çalışılmaktadır. Milli duygu ve
düşüncelerin yanında geleneklere sahip çıkma endişesi, toplumsal sorunlara karşı
duyarlılığın arttırılması, sade ve temiz Türkçe kullanımı bu çalışmanın itici güçleridir.
Aksi takdirde bir taraftan İngilizlerin aşırı baskısı, diğer taraftan Rum isyanları
Kıbrıs’ı, Türk halkı için dört tarafı denizle çevrili bir hapishane haline
dönüştürmektedir.
1925 yılı, Kıbrıs Türkleri için bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte Kıbrıs, Misâk-ı
Milli sınırları dışında bırakılarak resmen İngiliz sömürgesi ilân edilmiştir. Toplumun
her kesimine hayal kırıklığı ve umutsuzluk hâkim olduğu için 1940’a kadar edebiyatta
verimsiz bir dönem söz konusudur. Artık Kıbrıs Türk toplumu kendini bir İslâm
cemaati yerine Türk olarak ifade etmekte ve halkı bilinçlendirme görevi üstlenen
Ulusalcı Şiir,tarihteki yerini almaktadır. Anavatan-yavru vatan tanımlamaları sıkça
yapılmaktadır. Türkiye’de kutlanan ulusal günler yavru vatanda da kutlanmaktadır.
Milli duygu ve düşünceleri geliştirmek çerçevesinde özgürce yaşanan çocukluklara
duyulan özlemler, doğdukları topraklardan ayrılmak zorunda bırakılan insanların vatan
özlemleri, vatanın artık bir masal ülkesi olması, yalnızlık acısı, hayatın değeri, yaşama
tutunma, Türkiye’ye gitme arzusu, Anıtkabiri ziyaret gibi konular sıkça işlenir.
Erken modern dönem 1950 ile 1960 arası olarak gösterilir. Bu dönemde Garip
Hareketi etkisinde gelişen Serbest Şiir ve Ulusalcı Şiir anlatılır. 1940’tan sonra serbest
şiirin hız kazandığı ifade edilir. Kıbrıs Türk şâirleri tarafından Garipçiler Hareketi ve
Nazım Hikmet örnek alınmaktadır. Türkiye ile bağları daha da kuvvetlendirmek,
Atatürk sevgisini aşılamak, savaş karşıtlığı, barış, insan sevgisi, yerel değerlerin ön
plâna çıkarılması üzerinde durulan konulardır. Özellikle Türkiye ile edebi bağ kurma,
edebi uyarlama hem milli hem de çokkültürlülük boyutunda göze çarpmaktadır. Orhan
Veli adeta Kıbrıs’a taşınır; Kıbrıs’ta yaşayanbir garip adam şahsiyetine bürünür ve
kaderine ağlar. Öte yandan Osman Türkay’ın “Beşparmak Melodileri” (1959) şiirinin
dizelerinde “Taymis süs mavi sisleri arasında” dinlediği“Bethoven’in 9. senfonisi”,
vatan özlemini daha da arttırmaktadır (s. 78-79).
1955’ten sonra Türk kimliği, bayrak sevgisi, Anavatana özlem gibi temalarda
artış gözlemlenmektedir. Türk ve Rum çatışmaları sonucu Ulusalcı Şiir daha da önem
kazanmıştır. Sömürgelikten kurtulmak, Türkçülük düşüncesini yaymak, Kıbrıs ile
Türkiye’nin ayrılmaz bir bütün ve tek bir vatan olduğu fikrini aşılamak en temel
10
Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN
ülküdür. Özellikle ÖzkerYaşın’ın şiirlerinde bayrak töreni, Atatürk heykeli, İstilâl
Marşı, mücahitler 5 gibi sembollerle Türkiye’ye duyulan bağlılık ve güven
sağlamlaştırılmaktadır. Örneğin, bayrak törenlerinin halkın moralini yüksek tutmak
için çok önemli olduğu belirtilir. Anadolu halkının işgalcilere direnişi ile Cezayir
halkının Fransızlara direnişi karşılaştırılır. Başka bir şâir, Orbay Deliceırmak ise
çocukken Meryem Ana kuşağı ile oyunlar oynadıklarını söylerken şimdi ise mücahit
olmak zamanıdır6, der. Süleyman Uluçamgil’in “Çoban” şiirinde İngilizler tarafından
sömürülen bir Türk halkı vardır. Oktay Öksüzoğlu, Beşparmak Dağlarını
kahramanlaştırarak Kıbrıs’ın küskün yazgısını aydınlatacak, yarınlar için umut olacak
bir el olarak kabul eder; şehitleri anıtlaştırır7. Bener Hakkı Hakeri de şehitleri yâd eder
ve unutulmamalarını salık verir 8 . Oğuz Kusetoğlu, Kıbrıs’ı Anavatanın bahtsız kızı
olarak görür9; Türkiye’ye kavuşma ümidiyle yaşamaktadır. Ulusalcı Şiirin sonrasında
soyut, imgeci şiir gelişmektedir. Daha özgün, insancıl, barışçı,antişovenist bir şiir
kimliği arayışları başlamıştır. Bu dönemin edebiyatçılarına göre halkın kendini
yönetmesi, çok seslilik ve yeni bir toplumsal yapı, bu arayışları mutlu sona
götürecektir.
1960 sonrasında ise Çağdaş (Modern) Kıbrıs Türk Şiiri; İkinci Yeni etkisinde
gelişen Soyut Şiir (1960-1969), Toplumcu Gerçekçi Şiir (1969-1974) ve 1974 sonrası
İdeolojik Şiir ile varlığını gösterir. İkinci Yeni etkisinde gelişen Soyut Şiir insanın iç
dünyasını anlattığı gibi mitoloji, tarih, coğrafya, kültür, toplumsal çatışmaların getirdiği
yıkımlar, göç, barışa özlem gibi konuları da işler10. Milli kimlik ile çokkültürlülüğün
birleşimi diyebileceğimiz “Doğu Akdenizli Türk kimliği” şekillenmektedir. Toplumcu
Gerçekçi şiirde ise Atatürk devrimleri, Marksist ideoloji, Kıbrıs’ta yaşanan göçler,
yozlaşan değerler gibi temalar ağırlık kazanır 11 . Şener Levent, “Büyüdüğüm
Topraklar”, “Park’taki Resim” (1982) şiirlerinde çocukluk hatıralarına yer verirken
İngiliz validen, sarhoş İngiliz askerinden, örf ve âdetlerden bahseder; 1930’lu yılların
Kıbrıs’ının panoramasını çizmeye çalışır. Toplumcu Gerçekçi şiirin diğer temsilcileri;
Yaşar Altay’ın “Zavallı Adam”ı köylünün alın terine; Neriman Cahit’in “Çocuklar
Ölüyor”u (1964), savaşın acılarını en fazla çocukların çektiğine; Orbay Deliceırmak’ın
“Kolokas”ı (1967), göçmen çocukların salyangoza benzediğine değinerek, toplu
yaşanmışacı tecrübeleri açık bir şekilde dile getirirler.
1974 sonrası Kıbrıs Türk şiirine baktığımızda ideoloji merkezli şiir ile
karşılaşırız. 1974 Barış Harekâtından sonra oluşan siyasal, sosyal ve kültürel ortamdan
5
“Lefkoşa’da Bayrak Töreni”
“Bıçağa Yumruk”
7
“Beşparmak Dağlarında”
8
“Yiğitler Unutulur mu?”
9
“Kıbrıs’ım, Bahtsız Kızım”
10
Fikret Demirağ “Ötme Keklik Ölürüm”, Mehmet Kansu “Salgın Oyun Hastaları”, Kaya Çanca “Y. Sokağında
Bir Başka Kral”, Yılmaz Hakkı Hakeri “Solucan”, Zeki Ali “Bahar Ağacı”.
6
11
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
duyulan rahatsızlık ve kimlik çatışması gün yüzüne çıkmıştır. Doğduğu topraklardan
göç etmeye zorlanan insanların yeni hayat şartlarına uyumu, çekilen zorluklar,
beklentilerin, umutların karşılıksız kalması, yönetimdeki adaletsizlikler, ada halklarının
birbirinden ayrılması, 74 kuşağını red cephesi kurmaya sevk etmiştir. Ulus, vatan,
kimlik, Kıbrıslılık kavramları yeniden tanımlanmaktadır. Kıbrıs ile Türkiye ilişkisi
sorgulanır. Militarizme, savaşa, emperyalizme ve şovenizme başkaldırı vardır.
Kıbrıs’ta ortak değerleri paylaşan tek bir halkın varlığı söz konusudur. Bu bağlamda
kimlik bunalımı, eserlerde kurgulanan ana temadır12. Esasında bu başkaldırıyı, Kıbrıs
halkının milli ve çokkültürlü özellikleri ile birlikte ele almak daha doğru olur.
Yüzyıllardır denizin ortasındaki bir kaya parçasına tutunmaya, kendi köklerini salmaya
çalışan, diğer taraftan maruz kaldığı değişimlere, etkilere uyum için çabalayan,
bünyesine uyarlayan, bunların sonucunda da devamlı mücadele ve devinim içinde olan
bir toplumdan söz etmekteyiz. Vatanının geleceği için hem her alanda savaş vermesi
gereken hem de barışı koruması gereken bir toplum! Bütün bu fiziki ve ruhsal
yoğunluğu en derinden yaşayan aydınların, sanatçıların ve yazarların kimlik bunalımını
yapıcı olarak değerlendirmemiz gerekmektedir.
Bu bakımdan Mehmet Yaşın’ın şiiri, “Sığınaktan Çıkınca” (1990) yıllardır
verilen özgürlük mücadelelerinin yorgunluğunu, bitkinliğini, barışın getirdiği
mutlulukla beraber yarınlara dair bocalamayı çok güzel anlatır. Savaş bitti, sığınaktan
çıktık; peki, evi nasıl bulacağız? Eski evler yok olmuştur; yeni evlerde ise onlardan bir
parça olmadığı için ruhsuz cesetler gibidir. Esasında sorulan soru şudur: Bunca
yıkımdan sonra nasıl yeşerecek umutlar? Göçmen kuşun artık konması gerekmektedir.
Kıbrıslı kimliği ile dünyada bir vatan sahibi olmalıdır. Hakkı Yücel, “Akan Su” (1986)
şiiri ile geçmişin acılarını, yaşanan ayrılıkları, çatışmaları akan suda silmek ister
gibidir. Nice Zeytinoğlu’nun “Zeytin Dalı” şiiri ile adeta Akdeniz’den uzatılan barış
dalıdır; bu dal,sanki Feriha Altınok’un “Çıktım Balkona Oturdum” (1987) şiirindeki
Rum ile Türkü ayıran Yeşil Hattan geçer; oradan Filiz Naldöven’in “Yaşamak” (1994)
şiiri ile sanki Afrika’ya uzanır ve yarınlar için birlikte insanca yaşamak umudunu
besler. Bu eserlerde geçmişin bilinci ile hissedilen yaşama sevinci, yarınlar için umut
besleme ve sevgi dolu olma, ötekini yadsımadan değerlerine, özellikle diline sahip
çıkma, Kıbrıslının yeni kimliğini oluşturacaktır.
Kitapta şiir kısmı tamamlandıktan sonra Kıbrıs Türk Edebiyatı’nda düzyazı
kısmı ile “Kıbrıs Türk Gazeteciliği”ne geçilir ve Kıbrıs’ta çıkan ilk Türk gazeteleri
hakkında bilgiler verilir. Kıbrıs, Osmanlı ülkesi olduğundan batılılaşmanın etkisiyle
gelen edebiyattaki yenilikleri takip etmişlerdir. Gazetelerin, bu yenilikleri takip ve
uygulamadaki rolü büyüktür.
Sırasıyla ayrı ayrı başlıklar halinde Kıbrıs Türk Edebiyatında roman, öykü ve
12
Kâmil Özay “En Büyük Kusurum”, İlkay Adalı “Artık”, Bülent Fevzioğlu “Sancılı Kan Yumağı”, Ahmet Okan
“Adalıyız Maviye”, Barış burcu “Gün Doğumu” Neriman Cahit “Yok Edin”, Neşe Yaşın “Hangi Yarısını”
12
Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN
tiyatro ele alınır. Kıbrıs’ta önceleri tefrika halinde yayınlanan romanların, öykülerin ve
tiyatroların daha sonra zaman içerisinde nasıl gelişmeler sergilediği belirtilir. Diğer
eserler olarak da gezi notlarına, tarihe, hatıratlara, folklora yer verilir.
Gazetelerde tefrika halinde yayımlanan roman, önceleri Fransızca çevirilerden
ibarettir. Kıbrıs’ta ilk bilinen roman, Muzaffereddin Galip 13 ’in Zaman gazetesinde
yayımlanan, genç bir şâirin çevresinde gelişen sanat ve edebiyat tartışmalarının
işlendiği “Bir Bakış” (1891) adlı eseridir. Bununla birlikte roman türünde 1930’lu
yıllardan sonra daha verimli hale gelindiği belirtilir. Aşk ve tarihi romanlarla başlayan
romanın yolculuğu, ileriki yıllarda cereyan eden toplumsal olaylarla daha yerel bir renk
alacaktır. Özellikle 1970’ten sonra yayımlanan ulusal direniş romanlarının konuları,
1963’te başlayan Rum saldırıları, Türklerin onlara karşı yaptığı kahramanca direnişler
ve var olma savaşlarıdır. ÖzkerYaşın’ın“Mücahitler-Kıbrıs’ta Vuruşanlar”
(1970),“Girne’de Yol Bağladık” (1976), Ahmet Gazioğlu’nun “Kıbrıs’ta Aşk ve
Savaş” (1975), Numan Ali Levent’in “Sen de Direneceksin” (yazım 1966, basım 1977)
adlı eserleri, bu direnişleri anlatır.
80’li yıllardan günümüze değin yayımlanmış romanların konularını genellikle
74 öncesinde yaşananlar, Barış Harekâtı sonrasında Kıbrıs’ın toplumsal, siyasal ve
ekonomik yaşamında meydana gelen değişimler, Güneyden Kuzeye yapılan göçler
oluşturur.
Kıbrıs Türk Edebiyatında ilk öykü, Ahmet Tevfik Efendi’ye ait “Bir Manzara-i
Dil-Gûşâ”(İç açıcı bir manzara-1897) adlı eserdir. İki genç arasındaki aşkın anlatıldığı
eserde olay, Kıbrıs dışında, İstanbul’da geçer; kahramanları ise tepki çekmemek
içinLevantenlerdendir. Zaman içerisinde gülünç, mizahi, ibret verici öykülerden
toplumsal olayların işlendiği öykülere geçilir. Diğer eserlerde olduğu gibi öykülerde de
mücahitlerin anılarına, Türklerin direnişlerine, köy hayatına, hayata tutunma çabasına,
gençlerin kimlik arayışına yer verilir.
Kıbrıs Türk Tiyatro Edebiyatı bölümünde batılı anlamda ilk tiyatro ile
tanışmanın 1890’lı yıllara denk geldiği söylenir. Yazılan ilk oyun, Ahmet Tevfik
Efendi’nin “Hicran-ı Ebedi”(1895) adlı milli dramıdır. 1908 yılında ancak
sahnelenebilen ilk oyun ise Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” adlı eseridir.
Önceleri daha çok öğretici bir karakteri bulunan ve gazetelerde tefrika halinde basılan
tiyatro eserlerinin, 1920’li yılların sonuna doğru daha canlı sahne eserleri haline geldiği
görülür. Tiyatro oyunlarının toplumsal bir işlevi olduğu bilinen bir gerçektir.
Levantenler, istibdat İstanbul’u, Rumlarla yaşanan huzursuzluklar, ulusal bilinci
geliştirmek, halkın direnme gücünü canlı tutmak gibi verilmek istenen mesajlar, bu
işlevi desteklemektedir.
13
Ders kitabında yer alan diğer bir eseri de “Üzüntü” (1892) adlı düşünce yazısı, fıkra türüne örnek verilmiştir.
Siyaset, edebiyat ve fen konularına ağırlık veren Yeni Zaman gazetesinde yayımlanmıştır.
13
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Yukarıda bahsedilen edebi eserlerin dışında kalan diğer eserler hatıratlar, gezi
notları, folklor, tarih kitapları, köy raporları, vs. dir. Bu bölümde amaç, 1974
öncesindeki trajik olayları ya da onlara tanıklık etmiş kişilerin tecrübelerini aktarmak;
tarihe, gelenek ve göreneklere sahip çıkmak; Türklük bilincini pekiştirmek; köylünün
ve çalışanın emeğini yüceltmektir.
Böylece Kıbrıs Türk Edebiyatında eser verilen türlerin ve örneklerinin
tanıtılmasından sonra dönemlere geçilir: İlk dönem (1890 ile 1900), geçiş dönemi
(1900-1930), yerelleşme dönemi (1930-1960), ulusal direniş dönemi (1960-1974), son
dönem (1974-…). Dönemler işlenirken ağırlıklı olarak roman ve öykülerden alıntılar
yapılır. İlk döneme ait Kaytazzâde Mehmet Nâzım’ın “Yâdigâr-ı Muhabbet” adlı
romanı, kitap halinde ilk basılan, Servet-i Fünûncularıntesiriyle ağır bir Osmanlıcayla
yazılmış, İstanbul’da geçen acıklı bir aşk hikâyesidir. Bu dönemde İstanbul’un sanat
çevrelerinden kabul görmek, yazarların için önemlidir. Ayrıca eserlerde ele alınan
konuların basit ve sade olmasının, istibdat yönetiminin baskılarından kaynaklandığı ve
yazarların toplumsal ve siyasal konulardan uzak durduğu açıklanır. Yine aynı dönem
ait Ahmet Tevfik’in “Bir Manzara-i Dil-Gûşâ”(1897) adlı uzun öyküsünde, L.
Şişmanyan’ın “Namus İntikamı Yahut Dilenci”(1898) adlı tiyatro oyununda
kahramanların tepki çekmesin diye Levanten olması, değişen değer yargılarını ve
toplumsal anlayışları tanımamıza yardımcı olmaktadır.
Geçiş Döneminde ise Müsevvidzâde Osman Cemal’in “Zenginlerimiz”
makalesi, vatan bilincine sahip, eğitimli ve topluma yararlı olmak açısından incelenir.
Rumların eğitime daha çok önem verdiği, Türklerin önceliğinin ise para kazanmak
olduğu vurgulanır. Diğer incelenen önemli bir eser de Ahmet Raik Çağlar’ın
“Mektuplar”ıdır. Ulusal düşünceyi yaymak, dilbirliğini sağlamak için Rusya’daki
soydaşlara seslenilir. Nâzım Ali İleri’nin, Molière etkisiyle yazdığı “Otel Tercümanı”
adlı komedisi de eğitimin ve yabancı dil bilmenin önemine dikkat çeker. Dr. Hâfız
Cemal Lokmanhekim’in “Kıbrıs Osmanlılarına Son Acizâne Hediyem” adlı söylevi ise
halkı ve ülkesi adına yararlı hizmetlerde bulunmak isteyenlerin engellemesine karşı
duyulan bir sitemdir.
Yerelleşme Döneminde tarih boyunca çekilen sıkıntıların milletin ruhunda
bıraktığı izler, Halit Ziya Uşaklıgil gibi mensur şiirin usta yazarlarının etkileriyle
incelikle sanatkârane dile getirilir. Reşat Kâzım Işınay’ın “Kızıllıklara Serenad” adlı
parçası, günbatımının kızıllığını tasvir ederken Türkün alev alev yanan muhteşem
sancağını gönüllere düşürür. Mahatma Gandi gibi bir direniş kahramanından bahsedilir.
Hemen sonrasında İngilizlerin Kıbrıs’a ayak basışının ellinci yılı anısına bastırılan
“köknal” adlı paradan yola çıkarak toplumun çektiği sosyal ve ekonomik sıkıntılar
gözler önüne serilir. Hikmet Afif Mapolar’ınKök Nal (1953) adlı romanında
milliyetçilik ön plânda tutularak yerli halkın yaşamı bir iç hesaplaşma ile verilir. İsmail
Alptekin Karagözlü’nün “Sarı Mektuplar” (1945) adlı uzun öyküsü Mısır’ı ve orada
yaşayan bir İngiliz ailesinin evlilik dramını anlatır. Diğer bir dikkat çeken eser, Semih
14
Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN
Sait Umar’ın “Geriliğimizin Sebepleri” (1946) adlı yazı dizisinden aktarılan “Memur
Zihniyeti” adlı makalesidir. II.Dünya savaşından büyük bir mağlubiyetle çıkan
Almanya ve Japonya’nın kendilerini kısa sürede toparlamaları ve başarıyla ilerlemeleri
örnek gösterilir. Kıbrıs için de ortak idealler, kuvvetli bir dayanışma lâzımdır;
ekonomik durumu düzeltmek için memur zihniyetinden vazgeçmek, ticarete önem
vermek gerekmektedir. Büyük bir imparatorluğun kalıntısı olmak yeterli değildir;
çünkü gözümüzü yumup rahatlıkla arkamızı dayayacağımız bir kaya artık mevcut
değildir.
Yine aynı döneme ait Samet Mart’ın “Çare-i Halâs” (1954) adlı mektup tarzı
öyküsü, Peyami Safa’nın “Matmazel Noralya’nın Koltuğu” adlı romanından izler taşır.
Bir genç kızın güzellik uğruna başvurduğu çarelerin eleştirisi yapılırken arka plânda
milliyetçilik mesajı verilir. Genç kız sahip olduğu milliyetçi ruhtan dolayı çareyi Rum
manastırında aramamıştır. 1950’li yıllarda hem Türkiye’yi hem de Kıbrıs’ı yakından
etkilemiş olan Kore savaşından yola çıkılarak yazılan, Argun F. Korkut’un “Kore
Yollarında” (1951) adlı gezi romanı, yurt dışında yaşayan bir Türkün vatan özlemini ve
Kore savaşında yaralanan Türklere nasıl yardım ettiğini anlatır. Şinasi Tekman’ın
“Haydan Gelen Huya Gider” (1956), komedya türündeki eseri, emek harcamadan
başarı elde edilemeyeceği üzerine ahlâkî ders vermektedir. Ahmet Gazioğlu’nun
1950’li yılların başında Bursa’ya yaptığı bir geziden aktardığı izlenimlerini içeren
“Anavatandaki Bir Geziden Notlar” başlıklı gezi kitabı Tanpınar’ın “Beş Şehir”ini
hatırlatmaktadır. Bu kitaptan “İlk Görüşte Bursa” ve “Muradiye” başlıklı parçalara yer
verilmiştir. Yazar bize Osmanlının başkentlerinden olan Bursa’yı, tarihi ve doğal
güzellikleriyle gezdirmektedir. Bu tarihi ve tabiat dokusu içinde Türkiye ile Kıbrıs
arasında bağlantılar kurmakta ve Pınarbaşı denilen bir su kaynağını, Kıbrıs’ta şimdi
kurumuş olan Değirmenlik Başpınar’ına benzetmektedir.
Yerelleşme Döneminin sonrasındaki 1960-1974 yılları arası Ulusal Direniş
Dönemi olarak adlandırılır. Bir köy gezi-röportajı niteliğini taşıyan Kutlu Adalı'nın
“Dağarcık” (1963) adlı eserinden bir parça olan “Caba”14 köylünün misafirperverliği,
fedakârlığı, cömertliği üzerine kurgulanmıştır. Eğitimli, gönüllü gençler, köyleri
dolaşarak, köylüleri bilinçlendirerek ulusal direniş hareketine destek toplamaktadırlar.
Toplumun çekirdeği olan ailenin önemini vurgulayan, Numan Ali Levent’in “Bir Kız
Kaçtı” (1961) adlı öyküsüne yer verilir. Konur Alp’in “Aşkıma İthaf”(1960) adlı
romanında bir aşk hikâyesiyle birlikte Türkiye’nin tabiat güzellikleri, şehirleri, yaşayan
kültürleri, gelişmiş ve geri kalmış yönleri, Kıbrıslı Üniversitelilerin problemleri,
sosyalizmin eleştirisi, ülkedeki sosyal ve ekonomik farklılıklar panaromik bir anlatımla
verilir.
Bu arada 1963 olaylarının yarattığı iç savaş ortamından bunalan halka moral
vermek amacıyla radyoda skeçler oynanmaktadır. Kıbrıs Türk halkının milli
14
Bedava vermek, hediye etmek
15
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
duygularını canlı tutmak, direnişi güçlendirmek için radyoda bütün ulusa seslenen bu
tiyatro oyunları çok önem taşımaktadır. Türk-Rum iç savaşında çekilen acıları, yapılan
fedakârlıkları, bir ananın kahramanlığını dile getirmek açısından Üner Ulutuğ’un
“Ana” (1974) adlı tiyatro eseri dikkat çekicidir. Kıbrıs Ulusal Edebiyatı’nın önde gelen
isimlerinden olan ÖzkerYaşın’ın “Mücahitler” (1970) adlı belgesel romanı, EOKA’nın
1963’te başlattığı çatışmalar sonucunda göç etmek zorunda kalan Kıbrıslıların dramını,
Türkiye’den gelecek yardımların nasıl büyük umutlarla beklendiğini anlatır.
Son Dönem olarak da 1974’ten günümüze kadar olan dönem verilir. Bu
döneme ait ilk eser, Mustafa Gökçeoğlu’nun “Ne Bileyim Canlarım” (1985) adlı
durum öyküsüdür. Kuşak çatışması, zamanla değişen anlayışlar ve değerler, çekirdek
aile yapısının olumlu ve olumsuz yönleri ifade edilir. Arkasından ele alınan eser, İsmail
Bozkurt’un “Yusufçuklar Oldu Mu?” (1993) adlı gerçekçi romanıdır. 1974 sonrası
Kıbrıs Türk halkının siyasi ve toplumsal hayatına ışık tutmaktadır. Savaş sonrası
yaşanan karışıklıklar, yapılan hesaplaşmalar, göçler, sağlıklı ve barışçıl bir ortam
sağlayabilmek için çıkarılacak dersler kaleme alınır. Kıbrıs kökenli tanınmış sosyolog
Niyazi Berkes, “Unutulan Yıllar” (1997) adlı anı kitabında Kıbrıs’ın mahalli havası
içinde çocukluk ve aile anılarına, Kıbrıs Türk toplumunu derinden etkileyen siyasi ve
toplumsal olaylara yer verir. Bu parçanın başında Nâzım Hikmet’in bir dizesi vardır ki
çok anlamlıdır: “İki şey ancak ölümle unutulur: Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü”
(s.280). Hayatının çoğunu yurt dışında geçirmiş ve çeşitli kültürlerle beraber yaşamış
biri olarak Niyazi Berkes, Kıbrıslı olmayı hem bir vatandaş hem de bir akademisyen
olarak şu şekilde değerlendirir: Kıbrıslı ne Türk ne Rum ne de İngiliz’dir. Osmanlının
dağılışı ile ortada kalmış, arada sıkışmış bir toplumdur. Değişen zamanı, değerleri,
zevkleri ve tatları daha da belirginleştirmek istercesine Niyazi Berkes’in anılarını takip
eden eser, Özden Selenge’nin “Arasta Potini” (1993) adlı öyküsüdür. Gençlik, artık
tarihi Arasta çarşısından alışveriş yapmamakta ve şiş kebap yerine hamburgeri tercih
etmektedir. Ders kitabında son incelenen eser, Mehmet Levent’in “Folklorik Skeçler”
(1987) kitabında yer alan “Kız Sana Nişan Geliyor” adlı oyunudur. Folklorik özellikler
taşımaktadır; eski düğün geleneklerinden bahsedilir; Kıbrıs ağzına özgü deyim ve
atasözlerine yer verilir. Modernleşmenin doğal bir sonucu olarak değişen toplumsal
değerlerin karşısında kültürel değerlerin aktarılması önemlidir. Bu oyunla eski
geleneklere göre yapılmış bir düğün anlatılırken esasında Kıbrıs Türk halkına ait
kültürel motifler, gençlere aktarılmak istenmektedir.
Birinci kitaba göre ikinci kitabın işlenişinde daha farklı bir yöntem izlenmiştir.
Öncelikle Kıbrıs Türk şiiri dönem dönem incelenmiştir. Tarihi geçmişi verildikten
sonra metinlerle ilgili sorular sorulmuş; bilinmeyen sözcükler gösterilmiş; şiirin türü ve
biçimi ile ilgili açıklamalar yapılmış; şâirin kısa bir geçmişi de eklenmiştir. İkinci
bölüm olan düzyazı kısmında da türlerin Kıbrıs’taki tarihi gelişimi öncelikle anlatılmış;
metinlerle ilgili sorular, bilinmeyen sözcükler, tür ile ilgili açıklamalar, yazarının
hayatı verilmiştir.
16
Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN
Şunu da belirtmeliyiz ki Kıbrıs Türk Edebiyatı derslerinde MEB’in Türk
Edebiyatı Ders Programı da takip edilmektedir. Programa göre edebiyat öncelikle güzel
sanatlar çerçevesinde değerlendirilerek bireyin düşünme, yorumlama, çözümleme
becerilerini, estetik duygusunu, ulusal ve evrensel değerlere olan farkındalığını
geliştirecektir. Programın çerçevesinde de edebiyat kronolojik olarak ele alınır.
Programın öngördüğü edebiyat tarihi, edebi topluluklar, edebi dönemlerle gelişen edebi
türler, toplumsal dinamiklerin ve buna bağlı değerlerin, kabullerin nasıl değiştiğini bize
gösterir. Bu bağlamda kültür taşıyıcısı ve kültürü besleyen edebi eserlerin toplumun
geçmişinin aktarılmasında ve geleceğinin yapılanmasındaki payı büyüktür. Bunu da
edebiyatla birlikte dil, zevk ve zihniyet eğitimi sağlamaktadır (MEB, 2013).
Edebiyat eğitiminin şekillenmesinde toplumsal değerlerin rolü büyüktür. Terry
Eagleton, edebiyatın ahlâkî ve öğretici yönünü ele alırken insani değerleri, nitelikleri
ve anlamlandırmaları vurgular. Modernist biçimle birleşen edebiyatın bu öğretici
yönünün bizi, birçok yönden daha bilinçli, esnek ve açık görüşlü yaptığını söyler
(Eagleton, 2012). Fakat diğer taraftan da birey, bu süreçte modern dünyanın
belirsizlikleri ve hızlı değişimleriyle başa çıkmaya çalışır; bölünmüş ve karışık
kimlikleriyle mücadele verir. Edebiyat eğitimi ile kültürünü tekrar keşfeder; hem
kollektif kimliğini hem de öz kimliğini ortaya çıkarmaya çalışır. Bu süreçte milli
kimlik, bireyin kendini tanımlamasını, dünyadaki konumunu belirlemesini sağlar
(Smith, 1991). Kıbrıslı kimliğinin de tarih içerisinde bu süreçten defalarca geçtiği
gözlemlenir.
Kıbrıs Türk Edebiyatının çeşitli türlerinin incelendiği bu ders kitaplarında
öncelikle üzerinde durulan husus, Kıbrıs Türk kültürünü tarihiyle, diliyle, sanatıyla, örf
ve âdetleriyle yaşatmak, genç nesillere aktarmaktır. Bu aktarımın sonucunda hem yerel
hem de küresel boyutta bilinçlendirmektir. Bir ada toplumu olarak tarih içerisinde
yaşadıkları tecrübelerden yola çıkarak dünyaya açık, iletişime açık, çok kültürlülüğe
alışkın bir toplum olmalarına rağmen sıkışmışlık duygusu edebi eserlere de yansımıştır.
Bununla birlikte Kıbrıslı, kendi gerçeği olan, bünyesindeki çoklu kimliklerle milli
kimliğini yapılandırmak zorundadır. Bu oluşum, kimi zaman kimlik çatışması, taklit,
özden kopuş gibi çeşitli şekillerde yorumlansa da edebiyat eğitimiyle hem geçmişe ve
geleceğe yeni bir yorum getirme olanağını vermekte hem de aidiyet duygusunu aslında
pekiştirmektedir.
17
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
KAYNAKLAR
Bell, Duncan S.A. (2003). “Mythscapes: memory, mythology, and national identity”, British
Journal of Sociology, 54 (1), pp. 63–81.
Beer, G. (2000). “The island and the aeroplane: the case of Virginia Woolf”. Bhabha, H. K.
(ed.), Nation and Narration. 265-290.
Bhabha, H. K. (2000). “Dissemination: time, narrative, and the margins of the modern
nation”. Bhabha, H. (ed.), Nation and Narration. 291-322.
Czimbalmos, C. (2004). “Using Literature as a Strategy for Nation building: A Case Study from
Nigeria”. Journal for the Study of Religions and Ideologies. Vol 3, No 9, 78-93.
During, S. (2000). “Literature-Nationalism’sother: thecase of revision”. Bhabha, H. K.(ed.),
Nationand Narration. 138-153.
Eagleton, T. (2012). TheEvent of Literature. Yale University Press.
Hohendahl, P. U. (1989). Building a nationalliterature: Thecase of Germany, 1830-1870.
Ithaca: Cornell University Press.
Johnston, Ingrid. (Spring 2001). “English Language Arts, CitizenshipandNational Identity”,
Canada’s National Social Studies Journal, Volume 35, No.3, http://www2.education.
ualberta.ca/css/Css_35_3/AREnglish_language_arts.htm
Kıbrıs Türk Edebiyatı I. Kitap, 2013, 7. Baskı, K.T.Eğitim Vakfı Yayınları, 151 s.
Kıbrıs Türk Edebiyatı II. Kitap, 2013, 7. Baskı, K.T.Eğitim Vakfı Yayınları, 300 s.
Koross, R. (2012). “National Identity and Unity in Kiswahili Textbooks for Secondary School
Students in Kenya: A Content Analysis”. Journal of Emerging Trends in Educational
Research and Policy Studies (JETERAPS) 3(4): 544-550.
Kuli, Helen Christine (2012). “Literature Preserves Papua New Guinea (PNG) Cultural Heritage”,
http://www.pngbuai.com/800literature/heritage/png-literature-heritage.pdf
Milli Eğitim Bakanlığı Türk Edebiyatı Dersi Programı (9-12. Sınıflar). http://ttkb.meb.gov.tr/
program2.aspx
Smith, Anthony D. (1991). National Identity. London:Penguin Books.
Smith, Anthony D. (1992). “National Identity and the Idea of European Unity”. International
Affairs (Royal Institute of International Affairs 1944-), vol. 68, No. 1, pp. 55-76.
Smith, Anthony D. (1999). Myths and Memories of the Nation. Oxford: Oxford University
Press.
18
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
FRANSIZ DİLİ TOPLUMSAL TARİHİ ÜZERİNE
About the Social History of French Language
Zeynep Gökçe AKGÜR BİLGE
*
Özet: Dil ulusları ulus yapan en önemli öğelerden birisidir. Bugün dünya üzerinde yer alan
uluslardan her birinin kendisine ait bir ulusal dili ve bu dillerin de ulusların geçmişinde belli bir
toplumsal tarihi bulunmaktadır. Fransız dili de günümüzde önemli bir uygarlık dili durumundadır. Dil
hem sürekli biçimde kullanılan, insanlar arasında anlaşma ve iletişim işlevini yerine getiren kendine
özgü bir yapı hem de yüzyılların ürünü olan, durmaksızın değişen, yeni durum ve gereksinimlere uyum
gösteren dinamik bir birikimdir. Böylelikle de toplumlara, kendilerinden önceki toplumların deneyim
ve birikimlerini aktarmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde Latinceden başlayarak Fransızca da
Fransızların ulusal dilleri olarak bu ulusun gelenek ve deneyimlerini günümüze taşımış, böylelikle de
ulusal bütünlüklerini korumayı başarabilmişler ve tarih sahnesinde kendilerine önemli bir yer
edinebilmişlerdir.
Anahtar kelimeler: Dil, toplum, tarih, ulus, kültür, uygarlık
Abstract: Language is one of the most fundamental element for the formation of a nation.
Every single nation on earth has a national language which has a substantial effect on the history of
the nation. The French language is one of the most recognized language on the stage of human
civilization. Language is both a highly utilized unique medium for communication and a continuously
evolving, dynamically changing heritage of centuries long experiences. Throughout the historical
progress, the French language -rooting from Latin- played a vital role in helping the French people to
sustain their national sovereignty and to become an important actor in the historical arena by
passing on the acquired experiences and traditions from generation to generation.
Key words: Language, social, history, nation, culture, civilization
* Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi Sakarya Meslek Yüksekokulu, [email protected]
19
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
GİRİŞ
“Milli duygu ve dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin milli ve zengin olması
milli duygunun gelişmesinde başlıca etkendir.” Mustafa Kemal Atatürk bu sözünde
dilin bir ulus için ne denli önemli olduğunu ve ulusal duygular üzerindeki güçlü
etkisini vurgulamıştır. Dil bir ulusu ulus yapan en önemli öğelerden birisidir.
Günümüzde dünya üzerinde birçok ulus vardır. Bu uluslardan her birinin kendine ait
bir ulusal dili ve bu dillerin ulusların geçmişinde belli bir tarihi bulunmaktadır. Fransız
dilinin köklü bir geçmişe sahip olması yanında Fransız topraklarında nasıl organize
oldukları konusunda pek fazla bilgi sahibi olmadığımız ilk Kelt topluluklarıyla
başlayıp Fransızların efsanevi ataları Galyalılardan günümüz Fransa’sına kadarki
süreçte bu ulusun, dili aracılığıyla kurup geliştirdiği büyük Fransız uygarlığı ve
kültürünü bugünlere taşımış olması Fransa tarihini oluşturan gerçeklerdir.
Yunanlıların Kelt dedikleri, Romalıların ise daha sonra Galyalı diye
adlandıracakları gruplar belki de bir boylar ya da kabileler federasyonuydu. 1 Ancak
dilleri ve kültürleriyle uygarlıklarını geliştirip yaydılar. Fransızlar bugün tarihlerini
Galyalılarla başlatmaktadır.2
Fustel de Coulanges’a göre “Tarih, geçmişte meydana gelmiş her türden olayın
bir yığılması değil insan toplumlarının bilimidir.”3 Dolayısıyla Fransız dilini tarihsel
boyutu içersinde değerlendirirken dilin kökeni, gelişmesi, geçirdiği aşamalar,
toplumsal dönüşümlerin etki ve katkıları ve toplumsal özellikler bir bütünlük
oluşturacaktır.
TOPLUMSAL YANIYLA DİL OLGUSU
Bir toplum oluşturmanın öncelikle dile bağlı olduğu düşünüldüğünde dil ve
toplum arasındaki etkileşimin önemi ortaya çıkmaktadır.
Toplumu oluşturan bireyleri bir arada tutan ve aralarında anlaşmalarını
sağlayan dil toplumsal nitelikli bir olgudur. İnsanlar arası bir iletişim aracı olarak da
tanımlanabilecek dil, simge düzeyinde toplum yaşantısını anlatır. Başka bir deyişle dil
toplumu, toplumsal varlığı simgesel yolla anlatır. 4 Demek oluyor ki dil toplumu
yansıtan, insanlar arası ilişkileri belirleyip düzenleyen,”simgeleşmiş yaşantıyı”5 ya da
1
Miquel, Pierre, Histoire de la France, Des Gaulois a Nàpoléon, Tome 1, Editions Marabout, Belgique, 1976, s.21.
A.e., s. 9.
3
Hobsbawm, E.J.,”Toplumsal Tarihten Toplumun Tarihine”,Tarih ve Tarihçi, Derleyen Ali Boratav, 1. Baskı,
Kırmızı Yayınları, İstanbul, Eylül 2007, s. 257.
4
Saussure, Ferdinand de, Cours de Linguistique Générale, Editions Payot, Paris, 1972, s. 133.
5
Ergun, Doğan, 100 Soruda Sosyoloji El Kitabı, 5. Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1990, s. 157.
2
20
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
kültür ve uygarlığı anlatan ve aktaran dolayısıyla toplumu oluşturan insanların tarihsel
ve toplumsal evrimini gösteren toplumsal bir olgudur. Toplumsal kültür ve insanlığın
ulaştığı uygarlık düzeyi yüzyılların birikimini taşır ve yansıtır. Bu bağlamda taşıyıcı
öğelerden en önemlisi de dildir.
Toplumsal niteliğiyle dilin birincil işlevi iletişimdir. Dilin insanlar arası
iletişimi sağlamak
açısından toplum içerisinde olmazsa olmaz bir görevi vardır. Ancak bir
imgeler, bir kurallar sistemi olarak dil konuşanların işi, görevi ya da yükümlülüğü
değildir. Konuşanlar toplumsal yaşayışın bir gereği olarak bu olguyu edilgen (pasif)
olarak kabullenip üstlenmişlerdir. 6 Toplum üyeleri arasında iletişimin eksiksiz
sağlanabilmesi için dilin, dolayısıyla iletişimin sözlü içeriğinin taşıdığı anlamın
konuşanlarca anlaşılması gerekmektedir. Bu nedenle dilin toplumsal bir anlaşmaya ya
da bireyler arasında varılmış olduğu varsayılan (saymaca) bir sözleşmeye dayandığı
söylenebilir. 7 Diğer bir anlatımla dilin toplum içerisinde bireyler arasında bağlayıcı,
birleştirici bir işlevi olduğundan söz etmek gerekir. Dil toplumsal bir anlaşmaya
dayandığına göre dilin içeriği, içinde geliştiği toplumsal çevreye ya da toplumun
yaşantısına göre belirlenmiştir. Dil toplumsal yaşamın çeşitli görünümlerini yansıtır.
Bu bağlamda da dil ve toplum etkileşimi söz konusu olmaktadır. Ancak bilgi, deneyim,
duygu, düşünce ortaklığı içinde olan, aynı toplumun bireyleri arasında bir anlaşma ve
uyum söz konusu olabilmektedir. Tersi bir durumda ise iletişim engellenir. Demek
oluyor ki dil içinde oluşup geliştiği toplumsal bütünlüğün ve uygarlık düzeyinin kültür
birikimini oluşturan bir ortak payda durumundadır.
Dil hem sürekli biçimde kullanılan, insanlar arasında anlaşma, bildirişim,
iletişim işlevini yerine getiren kendine özgü bir yapı hem de yüzyılların ürünü olan,
durmaksızın değişen, yeni durum ve gereksinimlere uyum gösteren dinamik bir
birikimdir. Böylelikle de toplumlara kendilerinden önceki toplumların deneyim ve
birikimlerini aktarmaktadır.
Bir dilin sözcük dağarcığı ve ardındaki kavramlar insanlığın öyküsünü, tek tek
dil topluluklarının ve toplumsal grupların ve bunları oluşturan bireylerin kültürünü
yansıtır.8
6
Saussure, a.g.e., s. 30.
A.e., s. 100-101.
8
Akgür, Zeynep Gökçe, Özer, Emine Nilüfer, ”Dil Kullanımına Göre Toplumsal Farklılaşma”, Sosyoloji Yazıları 1,
1. Basım, Kızılelma Yayınları, İstanbul, Mart 2007, s. 43.
7
21
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
DİL TÜREYİŞİ VE KURAMLARI
İlerleyen toplum ve toplumun artan gereksinimlerine yanıt verecek biçimde
gelişen uygarlık düzeyi ve sosyokültürel değerlerin etki ve katkısının yanı sıra dinamik
yapısı ve özelliği dolayısıyla dilin zaman içersinde değiştiği bilinmektedir. Toplumu
oluşturan bireylerin geçmişten aktardıkları birikim ve deneyimler de yine dillerin
değişmesinde, gelişmesinde ve zenginleşmesinde etkili olmaktadır. Her toplum
kendisinden öncekilerin bilgi ve deneyimlerinden yararlanarak yaşam koşullarını,
kültür ve uygarlık düzeyini daha ileriye götürme çabası içindeyken dil de dinamik bir
yapı olarak toplumsal kitlenin ağzında kuşaktan kuşağa, toplumdan topluma,
coğrafyadan coğrafyaya sürekli bir değişme ve yenilenme süreci içersindedir.
Geçmişten gelen birikim ve deneyimleri, bilgi ve kazanımları geleceğe aktarırken bu
değişim ve dönüşüm sürecinde geçmişten beslenerek her geçen gün daha da gelişip
yetkinleşmektedir.
Dünya var olup insanoğlu ortaya çıktığından buyana insanların anlaşmalarını
sağlayacak dillerin nasıl oluştuğu, ilkel dillerin ya da ilk dillerin nasıl olduğu, dildeki
çeşitlenmelerin nasıl gerçekleştiğine ilişkin soruların yanıtlarını bulma konusunda
bilim ve felsefe adamları daima kafa yormuşlar, yüzyıllar boyu insanoğlu hep bu
çabada olmuştur. Bu amaçla tarih süreci içersinde çeşitli dönemlerde düşün ve bilim
adamları dilin türeyişini açıklamaya yönelik birçok kuram geliştirmişlerdir.
Eski Çağ Kuramları
Eski Çağ kuramları içinde ilk anılması gereken Hint kuramlarıdır. Hintlilerde dil
biliminin ve felsefesinin gelişmesi Veda metinlerinin açıklamasıyla (tefsir) ilgilidir.
Önceleri söz konusu metinlerin açıklanmasıyla (şerhi) ortaya konulan kuramlar ilk
aşamada daha çok dinsel, mistik içerikte olmakla birlikte giderek doğrudan doğruya
felsefi yani akli, metafizik bir içerik kazanmıştır. Hintlilerce söz de doğadaki başka
güçler gibi Tanrısallaştırılmış böylelikle de kutsallaştırılmıştır. En eski dinlerden olan
Veda dininde sözün tinsel gücü ana motiflerden biridir. Rigveda’da sözün gücü Tanrı’nın
gücüne yakındır. Çünkü doğan ve yok olan insan sözünün temelinde başsız, sonsuz ve
gelip geçmez olan Tanrısal söz bulunur.9 Rigveda’nın aktardığı biçimde Hint mitolojisine
göre (X. Kitap, 71. İlahi) doğa Tanrılarından olan Vâc (lat.vox,fr.voix<ses>) aslında
yıldırımın sesidir, doğrudan doğruya doğanın sesidir ve onun örneği, simgesi
durumundadır.10 Bu bakımdan söz ya da ses sonsuzdur. Sözler ile anlamları ve bu iki
öğenin birbirine bağlanışı sonsuzdur.11 Bu dönemde geçerli olan dil felsefesiydi.
9
Akarsu, Bedia, Wilhelm Von Humboldt’da Dil-Kültür Bağlantısı, Remzi Kitabevi, İstanbul, s. 15.
Özdem, Ragıp, Dil Türeyişi Teorilerine Toplu bir Bakış, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, 1944, s. 9-13.
11
A.e., s. 10.
10
22
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
Yine Eski Çağ kuramlarından olan Yunan kuramları çerçevesinde Eflatun ve
bir kısım filozof dilin doğal bir olgu olduğunu, insanların ya da konuşucuların onu
doğuştan getirdiklerini savunmaktaydı. Bu kuramcılar “doğalcılar” olarak
bilinmektedir. Sözcük ile simgelediği şey yani anlam arasında doğal ve dolayısıyla
değişmez bir bağlantı olduğu görüşündedirler. Eflatun sözlerin doğal olduğunu
göstermek için bir benzetme yaparak “her iş için özel bir alet vardır. Örneğin delmek
için burgu, dokumak için mekik, isimlemek için de isim” demektedir. 12 Aristoteles,
Demokritos gibi diğer kuramcılar ise dilin insanlar arasındaki bir anlaşmadan bir
sözleşmeden kaynaklandığı görüşündedir. Bir başka deyişle sözcükler anlamlarını bir
uzlaşma sonucunda kazanmıştır. Bu kuramcılar da “uzlaşmacılar” adıyla bilinmektedir.
Uzlaşmacılara göre sözcük ile anlam arasındaki uzlaşımsal, anlaşmayla oluşmuş
bağlantı değişebilir niteliktedir. Bu durum da dilin değişebilirliğini açıklamaktadır.
Rigveda’daki Tanrısal söz Yunanlılarda “Logos”tur. Burada da söz gelip
geçici değil sonsuzdur, varlıkla ayrılmaz bir birliği vardır. Herakleitos için Logos
“Kosmos’un güdücüsüdür. Evrene egemen olan logos ne bir Tanrı tarafından yaratılmış
ne de bir insan tarafından oluşturulmuştur. Her zaman var olmuştur, hâlâ da vardır ve
daima da var olacaktır.13
Dilin türeyişi ve çeşitlenmesi ile ilgili en önemli ikinci tezi Yunan dil filozofu
Epikür’e bağlı okul ortaya koymuştur. Bu okul dili tarihsel bir olgu biçiminde ele alıp
psikolojik koşullara bağlı olarak açıklamaktaydı. Bu görüşe göre diller insan
topluluklarına ve ortama göre çeşitlilik göstermektedir. İlk dil insanın doğasından
gelmiş ancak daha sonra gereksinimlerin etkisi ya da zorlamasıyla uzlaşma söz konusu
olmuştur. Köken ve gramer (dilbilgisi) çalışmaları bu dönemde başlamış (M.Ö. IV.
yy.) ve giderek gelişmiştir.14
Üçüncü olarak yine Eski Çağa ait Roman ya da Latin kuramlarına göre insanı
dilin türlü seslerini çıkarmaya yönelten doğadır, nesneleri adlandıran ise
gereksinimlerdir. Başka bir anlatımla belirli bir kültür aşamasında gereksinimleri
karşılamak amacıyla dil olmuştur. Latinlerde dil çalışmaları Yunan taklitçiliğinden pek
öteye gidememiştir. Romalılarda paleo linguistik kuramlarına ilişkin en önemli ve tek
andaç şair Lucretius Carus’un “De Rerum Natura” (Eşyanın Tabiatı Üzerine) adlı
felsefi şiirinin dil türeyişine ilişkin bölümüdür. Çeşitli Latin dilcileri de dil konusunda
insanların doğada hayvanlar gibi yaşarken birbirleriyle işaretleşerek, daha sonra
birtakım sesler çıkararak sonunda da konuşup anlaşmaya başladıklarını ve belirli bir
kültür evresinde de dili oluşturduklarını öne sürmektedir. Böylelikle dünyanın her
yerinde sözcükler bu biçimde rastlantı sonucu doğduğu için diller çeşitlenmiştir.15
12
A.e., s. 14-15.
Akarsu, a.g.e., s. 16.
14
A.e., s. 20-21.
15
A.e., s. 26-27.
13
23
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Doğuda ise Arap-İslam toplumlarında Kur’an metni “ebedi kelam” (sonsuz söz)
olması bakımından önemli ve ince, ayrıntılı araştırmalara konu olmuştur. Bu toplumlarda
dil felsefesi ile ilişkili kuramlar özellikle Kur’an’daki Bakara suresinin 31. ayeti ile Rum
suresinin 21. ayetinin tefsiri ile ilişkilidir. Bundan sonra İslam dininin yayılmaya
başladığı ilk yüzyıllarda Kur’an’ın “Allah kelamı” olması dolayısıyla yaratılıp
yaratılmadığı sorunu çevresindeki tartışmalar sonucunda -bilindiği üzere- “Kelam”
denilen dini-felsefi bir bilim alanı ortaya çıkmıştır. Bu konuda iki başvuru kaynağını
belirtmek gerekir. İlki, Arap bilgini Suyutlu Celaleddin’e ait El-Müzhir fî’ulûm-il lûga(t),
Mısır, 1325, diğeri Hint-İslam hükümdarlarından Sıddık Hasan Mahmut Han’a ait ElBülga(t) fî’usul-il lûga(t), İstanbul, 1296’dır.16 Adı anılan sözlükte Suyutlu Celaleddin dil
ve leksikoloji (sözlükbilim) ile ilgili kuramlarını on altı soru etrafında toplamıştır.
Bunlardan bazıları doğrudan dil türeyişi yani paleo-linguistik ile ilişkilidir. Hasan
Mahmut Han’ın yapıtı ise diğerinin bir özeti biçimindedir. Bu yapıtlardaki ana görüşe
göre her şey Allah’ın dileğine göre belirli zamanda olmuş ve insanların payına kelam-söz
düşmüştür. Kuşaklar türlü iklimlere dağılınca Allah’ın takdiriyle isimler ve sözler ortaya
çıkmış ve Allah insana yazıyı öğretmiştir. Bu yazı Süryanice idi. Dil felsefesi İslamDoğu dünyasında giderek metafizik ve mistik bir nitelik kazanmıştır.17
Orta Çağ Hıristiyan Kuramları
Aziz Augustinus (Saint-Augustin) “dillerin kaynağı insanların hayalciliğine
bağlıdır” biçiminde fantastik bir açıklama getirmiştir. Akinolu Aziz Thomasius (Saint
Thomas d’Aquin)‘a göre Hıristiyanlığı açıklamak için ortaya atılan dinsel-metafizik
kuramlar geçerliydi.18 Bu dönemde dil türeyişi konusu tarihsel bir bakış açısıyla ele
alınmıştır.
Yeniçağ Kuramları
Bu kuramlar 15.-17. yüzyıllar Rönesans dönemi tarihsel etimoloji
kuramlarıdır. Bu kuramlara göre akıl ve mantık sahibi olan insan kendisini anlatmaya
çalışırken sözlü işaretler kullanarak dilin oluşumunu sağlamıştır. Tanrı vergisi olan söz
söyleme yeteneği yani dil insan toplulukları arasındaki ilişkiyi sağlamakta ve insanı
toplumsal bir varlık kılmaktadır.
Descartes (1596-1650) akılcılık (rasyonalizm) çerçevesinde dilin düşünceden
kaynaklandığını savunmaktadır.
16
A.e., s. 28.
A.e., s. 28-38.
18
A.e., s. 39-42.
17
24
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
İnsanın kendi irade ve isteğiyle kumanda ettiği bedenine bağlı bir ruhu vardır.
Hayvanların ise otomatik olarak işlev gören yalnızca bir bedenleri bulunur. Dilleri
olmadığı için akılları da yoktur. Buna karşılık sağır ve dilsizler bile kendilerini
anlatabilmeyi başarabilmektedir.19
Descartes’ın
öğrencilerinden
olan
Port-Royal
Okulunun
(1660)
temsilcilerinden Arnauld ve Lancelot yayımladıkları “Grammaire Générale et
Raisonnée” (Genel ve Açıklamalı Dilbilgisi)sinde bir genel dil kuramı tasarlamaktadır.
İnsanlarda mantık ve düşünce tek olduğuna göre dil yetisi de aynı olacaktır görüşünü
savunmaktadır. Bu kuram çağdaş dilbilim akımlarından yapısalcılığa (structuralisme)
kaynaklık etmiştir. Çünkü ilk olarak dillerin iki ayrı yapı düzeyleri bulunduğunu ortaya
koymuşlardır. ”Derin yapı-yüzeysel yapı“ ikiliği bu iki kuramcıya dayanmaktadır. Dil
yetisinin gerçekleşme biçimleri olan doğal diller arasındaki farklılıkların yüzeysel
olduğu, bir görüntüden ibaret olduğu ve temelde tüm dillerin aynı olduğu görüşünü
savunmaktadırlar.
18. yüzyılda ise Condillac, Jean-Jacques Rousseau gibi kuramcılar dil türeyişi
konusunu dil-düşünce ilişkisi çerçevesinde incelemişlerdir. Rousseau (1712-1778)
“Essai sur l’Origine des Langues” (Dillerin Kökeni Üzerine Deneme) da düşüncelerin
gelişmesiyle dilin de zenginleşip geliştiğini öne sürmektedir. Dil ilk toplumsal kurum
olduğundan ancak doğal nedenlerin etkisiyle oluşmuştur. Dillerin farklılığı ve
çeşitliliği iklimlerle ilişkilidir. Güney dillerinde yaşamın göreceli olarak daha kolay
olmasına bağlı olarak gereksinimden çok zevkler önemsendiği için bu bölgelerde diller
canlı, tınılı ve aksanlıdır. Yaşamın daha güç, haşin, acımasız olduğu kuzey
bölgelerindeki diller ise daha sert, pürüzlü ve boğumsuzdur.
19. Yüzyıl Kuramları
Bu kuramları “kaynağını akıldan alan dil, onu konuşan topluluğun manevi
birliğinden doğmuş olup onu yansıtır” biçiminde özetlemek mümkündür. Yüzyılı
belirleyen “karşılaştırmalı tarihsel dilbilgisi” çalışmalarıdır. Bu alandaki çalışmalar
çağdaş anlamdaki karşılaştırmalı dilbilim ve tarihsel dilbilimin temellerini oluşturmuştur.
Yüzyılın önemli dilbilimcilerinden Wilhelm Von Humboldt (1767-1835) dilin
düşünceyle ilişkisine değinerek dili ulusların dünya görüşünü ve ruhunu anlatan,
düşünceyi biçimlendiren dinamik bir yapı olarak tanımlamıştır. Ona göre dil, toplumsal
kitlenin ağzında yaşadığı sürece sürekli bir değişim, dönüşüm ve yeniden değişim
sürecindedir ve olacaktır. Dil tarih içinde gelişmiştir, onu insan kuşakları
işlemişlerdir.20
19
20
Lagarde, André, Michard, Laurent, XVII. Siècle, Editions Bordas, Paris, 1970, s. 86.
Akarsu, a.g.e., s. 23.
25
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Jacob Grimm (1785-1863) dil sisteminin yapısal evriminden söz etmiştir.21
Genel Dilbilim profesörü Ragıp Özdem’in aktardığına göre Fransız bilimcisi
Ernest Renan (1823-1892)’ın “De l’Origine du Langage” (Dilin Kökeni Üzerine) da
ortaya koyduğu teze göre dillerin kökeni tek değil çoktur. Çeşitli dil ailelerini oluşturan
ana diller birbirlerine dönüşmesi olanaksız olan türlerdir. İnsan doğası gereği düşünücü
olduğu gibi aynı zamanda da söz söyleyicidir. Dil düşüncenin anlatım ya da dışa vurma
biçimi olduğuna göre bu iki eylem zamandaş olarak gerçekleşmektedir. Renan’a göre her
dil ailesi bir ön uğraşı gerektirmeden her ırkın ruhsal benliğinden, dehasından
doğmuştur.22
Tüm dış varlıkların tek parça bir kitle olarak algılandığı bir ortamda ilk
insanların kullanabileceği tek gramer kategorisi ya da sözcük işaret zamiri olabilirdi.
Dil oluşumuna ilişkin olarak bu yüzyılın ürettiği kurama göre ilkel dil önce genel
olarak nesneleri, daha sonra tek bir nesneyi göstermiş, ardından da nitelemiştir. Demek
oluyor ki sırasıyla işaret zamirleri, sıfatlar ve cins isimler kullanılmıştır. Böylelikle
Hint-Avrupa dillerinde bu birimler en eski öğelerdir. Bu süreçte de söz dili hareket
diliyle birlikte kullanılmıştır.
Fransa’da Michel Bréal (1832-1915) 1870’li yıllara dayanan karşılaştırmalı
tarihsel dilbilimin kurucularından olmuştur. Geliştirdiği kurama göre sözcükler konuşucu
kitle tarafından benimsenerek dile yerleştikten sonraki gelişme aşamasında çeşitli fonetik
ve psikolojik etkilerle değişikliğe uğrar. Dolayısıyla sözcüklerin ilk zamanlardaki ses
biçimleriyle anlamları arasındaki doğal ilişkilerin izleri silinip gider.23
Aynı yıllarda Almanya’da “Yeni Gramerciler Okulu”nun kurucularından August
Leskien (1840-1916) ve Hermann Paul (1846-1921) tarihsel dilbilimin kuramsal
ilkelerini belirlemişlerdir. Dili, konuşuculardan bağımsız olarak gelişen, büyüyen ve ölen
canlı bir varlık olarak tanımlamışlardır. İşte bu nedenle dili tarih boyutuna bağlı olarak
dönüşen herhangi bir varlık gibi incelemek gerektiği görüşünü savunmaktadırlar.
20. Yüzyıl Kuramları
Yüzyıl başında odak konu olarak dilin doğuşu sorunu Alman psikolog ve
filozofu Wilhelm Wundt (1832-1920)’un temsil ettiği etnografik sosyolojiye dayalı
sosyal psikoloji ile canlandırılmıştır. Yüzyıla damgasını vuran dilbilimciler olarak
Ferdinand de Saussure (1857-1913) ve Antoine Meillet (1866-1936) öne çıkmaktadır.
Dillerdeki değişmeler karşılaştırmalı yöntemin sağladığı sonuçların da katkısıyla
uygarlık tarihi boyutunda yorumlanmaya başlanmıştır. Bu yoruma göre dilin evrimi
21
Özdem, a.g.e., s. 73-74.
A.e., s. 75-78.
23
A.e, s. 114-116.
22
26
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
onu konuşan toplumların evrimine bağlıdır. Dil hem yerleşmiş bir düzen içerir hem de
evrimseldir. Güncel bir kurum olduğu kadar geçmişin de bir ürünüdür.24
Antoine Meillet‘nin yanı sıra Sosyolojik Okulun en önemli temsilcilerinden
biri de Joseph Vendryes (1875-1960) dir. Sosyolojik Okula göre dil en başta gelen
toplumsal olaydır.25
1928 yılında Lahey’de yapılan I., 1931 yılında ise Cenevre’deki II. Dilbilim
Kongrelerinde ilkin genel dilbilime, ikinci olarak Hint-Avrupa dilbilimi konusuna, son
olarak da Hint-Avrupa dilleri grubunun diğer dillerle olan ilişkisine yer verilmiştir.
DİL SINIFLANDIRMASI, FRANSIZ DİLİNİN BU SINIFLANDIRMADAKİ
YERİ, KÖKENİ VE GELİŞMESİ
Fransızca Galya’da konuşulduğu biçimiyle Latincenin uğradığı değişim ve
dönüşümlerden doğmuş bir Roman dilidir. Dolayısıyla Latincenin ulaştığı son noktayı
belirlemektedir. Başka bir deyişle Fransızca Roma İmparatorluğunun Galya bölgesinde
konuşulmuş olan halk Latincesidir. Galya’dan bugünkü Fransa’ya Fransız ulusunun
geçirdiği toplumsal dönüşümü Fransız dilinin evriminde görmek mümkündür.
Dünya üzerinde konuşulan diller yapılarına göre ve tarihsel boyutta da
kökenlerine göre olmak üzere iki yönden sınıflandırılabilir. Birinci tür sınıflandırmada
alınan ölçüt dillerin aralarında akrabalık bulunmasa da dilbilgisel yapısındaki
benzerliktir. Örneğin dilbilgisel yapı bakımından İngilizce Fransızcadan çok Çinceye
benzemektedir. Ancak Çinceyle değil Fransızcayla akrabalığı vardır. Bu dil grubuna
giren Hint-Avrupa dillerini dolayısıyla Fransızcayı bükümlü (çekimli) diller arasında
saymak gerekir. Bu bağlamda dilbilgisel bağıntılar kök değişiklikleriyle ya da köke
getirilen çok işlevli eklerle belirtilir:
-lat.: mater; fr. mère (i): anne, matriarcat (i): anaerki, matrice (i): dölyatağı,
matricide (i): anakatili, matrimonial (s):evlenmeye değgin, matrone (i): hanımefendi,
ebe, yaşlıca saygıdeğer kadın, maternel (s): anaya değgin, maternellement (zf): ana
gibi, maternité (i): analık, doğumevi v.b.
-lat. manus; fr. main (i): el, manucure (i): el bakımı, manipulateur (i): elle
işleyen, manipulation (i): el işlemi, manipule (i): Katolik papazlarının ayin sırasında sol
kollarına taktıkları kumaş, manipuler (f): elle işlemek, manivelle (i): manivela,
manuscrit (i ve s): el yazması, manutention ( i): bazı eşyanın elle yapılması v.b.
Sözcüğün Latince kökü Fransızcaya dönüşürken konuşucuların dilinde ya
değişikliğe uğramış (örneğin Lat. mater sözcüğü fr.’da mère olmuş) ya da işlevsel bir
24
25
Saussure, a.g.e., s. 24.
Özdem, a.g.e., s. 136-137.
27
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
ek almıştır (mater-nel); “maternel” sözcüğünde köke getirilen ek ismi sıfat yapan bir
ektir. Bu türden bir etimolojik yaklaşım Fransız dilinin bükümlü ya da çekimli
dillerden olduğunu doğrulamaktadır.
Tarihsel boyutta dillerin kökenine inildiğinde pek çok sayıda dil grubu olduğu
görülmektedir. Bu dil gruplarına ancak belirli birtakım dilleri almak mümkündür.
Bunun da nedeni yeryüzünde sayıları çok fazla olan dillerin arasında yakınlık kurmanın
zor hatta olanaksız olmasıdır.
Öte yanda diller kaynak ya da kökenlerine göre sınıflandırıldığında ortaya
çıkan dil öbeklerinden birisi Hint-Avrupa dilleridir. Bu dil ailesini oluşturan dillerin
arasında da her zaman için bir yakınlık bir benzerlik olduğu söylenemez. Örneğin aynı
grup içersinde yer alan dillerden Rusça ile İngilizce, Farsça ile Romence arasında
yakınlık ya da benzerlik olduğu tartışılır.
Genetik sınıflandırma da denilen dilin kökenine göre yapılan sınıflandırmada
belirlenen Hint-Avrupa dilleri, Avrupa kolu ve Asya kolu olmak üzere iki yönden
incelenmektedir. Bir başka ayrıma26 göre ise Hititçe, Sanskritçe ve Latince gibi bugün
artık konuşulmayan eski dillerin de içinde yer aldığı Hint-Avrupa dilleri kapsamındaki
çağdaş dilleri dört grupta toplamak olasıdır: 1. Hint-İran grubu, 2. Baltık-Slav grubu, 3.
İtalik-Kelt grubu, 4. Germen grubu. Konu çerçevesindeki İtalik-Kelt grubu da
- İtalik alt grubu
- Kelt alt grubu
biçiminde ayrılmaktadır. Latinceden türemiş tüm Roman dilleri İtalik alt grubu
içersinde ele alınmaktadır. Dolayısıyla Fransız dili de kökence yani Latinceye bağlı
olarak İtalik alt grubuna ait dillerdendir. Roman dillerinden olan Latince tarihsel
süreçte ömrünü tamamlayıp kullanılırlığını ve geçerliliğini zaman içersinde yitirerek
çeşitli dillerin doğmasını sağlamıştır. İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce,
Katalanca, Provansça, Rumence de bu diller arasında yer almaktadır. Saussure’e göre
Latince Roman dillerinin prototipidir, ilk örneğidir.27
Kaynak dil kabul edilen Latince, önceleri Roma’nın başlangıç dönemlerinde
küçük bir site diliydi. Daha sonra Roma İmparatorluğu döneminde büyük bir
imparatorluk dili olmuştur. Sonradan ise çeşitli diyalektlere ayrılmış, bu diyalektlerin
birleşip gelişmesiyle önemli birtakım diller oluşmuştur. Fransızcanın da dâhil olduğu
bu dillere Roman dilleri denilmektedir.
Tarihsel süreçte, İ.Ö. 7. yüzyıla doğru Latin ağızları Latium diye anılan
Alplerin ötesinde İtalya’nın orta bölgesini oluşturan Tiber Irmağının aşağı havzasında
Pô ovasında ve buraya komşu bölgelerde konuşulmaya başlanmıştır. İ.Ö. 500’lü
26
27
Kıran, Zeynel, Saussure’den Günümüze Dilbilim Akımları, Erol Matbaası, 1. Baskı, Ankara, Ocak 1986, s. 36
Saussure, a.g.e., s. 18.
28
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
yıllardan başlayarak Roma’nın ilerleyişine tanık olunmaktadır. Böylelikle bu
yayılmaya koşut olarak imparatorluk dili durumundaki Latince de giderek yaygınlık
kazanmaya başlamıştır. Roma ordularının İtalyan yarımadasını ele geçirmesiyle
Latince bu bölgelere değin yayılmaya başladı. Galya’da konuşulan diller aynı
köktendir.28
Bundan sonra dış fetihler dönemine gelinmiştir. Sicilya, Sardunya, Korsika
(İ.Ö. 238), Yukarı İtalya, İllirya (İ.Ö. 2. yy.), Makedonya İmparatorluğu ve Yunanistan
(İ.Ö. 168) Roma İmparatorluğu sınırlarına katılmış oldu. Daha sonra ise İ.Ö. 146’da
Kartaca’nın yıkılışına, İspanya’nın, Galya’nın fethine (İ.Ö. 51) tanıklık etmektedir
tarih. Bütün bu fetihler Latincenin iyiden iyiye yayılmasını sağlamıştır. Adı geçen bu
ulusların çoğu asimilasyona uğrayarak kazananların yani Roma İmparatorluğu
yurttaşlarının kültürünü kabul ederek kullandığı dili benimsemişlerdir. “Romanlaştırma
süreci” olarak bilinen bu süreç oldukça karmaşık birtakım nedenlere bağlıdır. Örneğin
galiplerin dilinin baskın ve geçerli olması, emekli asker kolonilerinin kurulması,
Roman yollarının ticarete elverişli olması, çok sayıda okul açılmış olması, Roman
yönetiminin etkisi, site hakkı tanınmış olmasının çekiciliği, Hıristiyanlık propagandası
gibi nedenler Romanlaştırma sürecinde etkili olmuştur. Böylelikle Romalıların
Fransa’yı işgal edip koloniler yerleştirmesiyle yerli halkın Romalıların dil baskısına
uğramaları sonucunda ”Romanlaştırma süreci” başlamış oldu. 29 Romalılar Galya’da
yirmi altı kent kurmuşlardır. O dönemin Fransızları ormanlık alanlarda küçük gruplar
hâlinde yaşayan barbarlardı.
Bu süreçte romanlaşmış ulusların benimsedikleri dile “sermo vulgaris” Halk
Latincesi denilmektedir. Galya’nın Roma’nın etki alanına girmesiyle Halk Latincesi bu
ülkede iyice benimsenip yerleşmiş oldu. O zamana değin Galya’da oturan Keltler
Keltçe’yi bırakıp yeni dili kabul ettiler. Fransızcanın özellikle tarım vokabülerinde
Keltçe’den kalma sözcükler günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Doğaldır ki bu
sözcükler Fransızca olmadan önce Latinceleşmişti. Örneğin alouette (tarla kuşu),
chemin (yol), charrue (saban), bec (gaga), ruche (kovan), caillou (çakıltaşı), lie (tortu),
bruyère (fundalık) v.b.
Demek oluyor ki Fransız dilinin evriminde ilk basamağı oluşturan Halk
Latincesidir. Bu bağlamda başka etkilerin de varlığı unutulmamalıdır. Örneğin belli bir
Fransız ırkından söz edebilmek güçtür. Çünkü farklı bölgelerden gelip de yerli halkla
karışıp kaynaşmamış ulus yok gibidir. Burada da doğudan gelen denizci toplumlar,
Kuzey Avrupa’dan gelen uluslar (Brötanya, Normandiya), Asya’dan gelenler ve diğerleri
Fransızların “efsanevi ataları”30 Galyalılarla kaynaşarak Fransız ulusunu oluşturmuştur.
Değişik unsurların bir araya gelmesi fiziksel tip karmaşıklığına da yol açmıştır.
28
Miquel, a.g.e., s. 21.
Tahir, Kemal, Dil Dosyası, 1. Baskı, Bağlam Yayınları, 1989, s.19.
30
Miquel, a.g.e., s. 9.
29
29
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
5. yüzyıla doğru Roman gücünün çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı
görülmektedir. Bu dönemde Galya nüfusuna yönelmiş birçok akınlar baş göstermiştir.
İstilacılar arasında Franklar da bulunmaktaydı. Galya’nın Frank istilasına uğramış
olması önemli bir olaydır. Çünkü Galya adını Fransa’ya dönüştüren bu olay ve yeni bir
yönetim sistemini, yeni bir toplumsal rejimi, yeni bir mimariyi, yeni bir yaşam tarzını,
sivil yasalarda ve ceza yasalarında önemli bir değişimi de birlikte getirmiştir.31 Buna
karşılık sayıca kalabalık olmasalar bile Franklar da öte yandan istila ettikleri ülkenin
etkisine maruz kalmışlardır. En önemli etki kendi dillerini bırakarak Roman dilini
kabul edip kullanmalarıdır. Doğal olarak bu karşılıklı etkileşim uzun sürmüş, bu
süreçte her iki dil de eşzamanlı olarak konuşulmuştur. O dönemde Cermenler soylu
sınıfı, Romanlar ise halk sınıfını oluşturmaktaydı. Bu nedenle Fransız dilinde her iki
toplumun özelliklerini yansıtan öğeler bulmak olasıdır.
Sonuçta Roman uygarlığı Frankları alt etmiş, bunlar dillerini bırakarak Galloroman denilen dili benimsemişler, bu arada da bu dili derinden etkilemişlerdir.
Frankların kullandığı dil Fransızcanın sözcük dağarcığına çok sayıda sözcük
kazandırmış ancak bunların çoğu Orta Çağla birlikte unutulup gitmiştir. Franklardan
kalma sözcükler arasında özellikle askeri terimler önemli bir yer tutmaktadır. Guerre
(savaş), guetter (pusu kurmak), blesser (yaralamak), bannière (bayrak, bandra), éperon
(mahmuz), gant (eldiven), haubert (zırhlı gömlek), heaume (zırh başlığı), fief (tımar),
hameau (küçük köy), bannir (sürmek), garantir (garantilemek), fauteuil (koltuk), danser
(dans etmek), jardin (bahçe), hareng (ringa), renard (tilki), épervier (çakır doğan),
hanche (geminin kıç tarafı), honte (utanç), orgueil (gurur), hardi (gözüpek), riche
(zengin), blanc (beyaz), bleu (mavi), haïr (nefret etmek) v.b.
Eglise (kilise), évêque (piskopos), prêtre (papaz), moine (keşiş), baptiser
(vaftiz etmek), parole (söz) gibi çoğunlukla dinsel anlamdaki birtakım Yunanca
kökenli sözcük de Fransızcaya Hıristiyan Latincesi denilen dil aracılığıyla girmiştir.
Bugünkü Fransızcanın temelinde Gal-Romen dilinin olduğunu belirtmiştik.
Fransız ülkesine kaba ve basit Latinceyi getiren Latinler Galya’da kurdukları kentlerde
sonradan bir din imparatorluğu kurarak yerleşmişlerdir. Bu imparatorluk manevi
gücünü eski Latince sayesinde sağlayabilmişti. İlk din adamları kilise iktidarını
yaymanın ortak bir din ve ortak bir dille mümkün olabileceği düşüncesiyle yola
çıkmışlar. Frank kralları istila ettikleri ülkeyi kolayca yönetebilmek için Katolikliği
benimsemiş ve böylelikle de Roma kilisesinden yardım görmüşlerdir. Franklarca
Hıristiyanlığın kabul edilmesi Latinceyi yeniden ön plana çıkarmıştır. Böylece dinsel
bir nitelik ve anlam kazanmasının yanı sıra Latince hem bilim dili hem de yönetim dili
kimliğini kazanmış oldu.
31
A.e., s. 58-60.
30
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
Bu dönemde biri eski Latince diğeri ise halkın konuştuğu, henüz kurallara
bağlanmamış basit konuşma dili olmak üzere iki dil bir arada kullanılmaktaydı. Her iki
dil de karşılıklı olarak birbirini etkilemiştir. Sonradan bu iki dil karışarak Latince
konuşma dili içinde erimiştir.
19. yüzyıl başında Fransız dilcileri Fransız dilinin Latinceye karşı Roman
dilinden çıktığını ileri sürmüşlerdir. Bu savdaki yanlışlık, Orta Çağın ilk dönemlerinde
Fransızcaya Roman dillerinden birçok sözcük girmesi ve son yüzyıla kadar Fransa’nın
bazı bölgelerinde bu dile ait öğelere rastlanmasından kaynaklanmıştır. Oysa yeni
bulgular, ortada bir Roman dili olmadığını, Latinceden doğma birçok Roman ve Novolatin dilinin bulunduğunu göstermektedir.
Edebiyat ve sanat dili niteliği taşıyan Latince İtalya, İspanya ve Fransa’da kaba
halk dillerini baskılayarak bu üç ülkede ortak bir edebiyat dili oluşturmuştur. Latince
bu üstünlüğü elde ederken bu üç ayrı ülkede halkın konuştuğu kaba ve basit nitelikteki,
yerli halkın konuştuğu diller ayrı ayrı gelişerek bugünkü Fransa, İtalya ve İspanya’nın
ulusal dillerinin temellerini oluşturmuştur. Bu arada yerel lehçeler ortaya çıkmıştır. Bu
değişmeler, söz konusu ulusların yaşadıkları coğrafyanın, uğraştıkları işlerin, içinde
bulundukları yaşam koşullarının, toplumsal özelliklerinin sözcüklerin söyleniş ve
anlamlandırılışına etki etmesiyle olagelen değişmelerdir. Bununla birlikte üç dilin
kökeninde yeri olan Latince değişmeden kalmıştır.
Klasik Latince aydın kesime ait sanat dili idi. Bu nedenle halkın dilinde
yaşayan halk Latincesi Hıristiyan Latincesinden tümüyle ayrıdır. Fransızca, İspanyolca
ve İtalyancanın yeni biçimlerini almasıyla eski ortak edebiyat dili olan Latince giderek
anlaşılmaz olmuş, eskimiş, kullanımdan düşerek klasik ve ölü bir dil olup unutulup
gitmiştir.
Şarlman İmparatorluğundan sonra Fransa’da merkezi gücün dağıldığı
dönemde din giderek öne çıkmış, buna bağlı olarak Latince de önem ve öncelik
kazanmıştır. Buna karşılık halk Gal-Romen lehçesini kullanmayı sürdürmekteydi.
Zorunlu olarak din adamları halkla anlaşabilmek için bu dili kullanmaya başladılar.
813 yılında Şarlman bu yönde emirnameler çıkarmak durumunda kaldı. Tarihte bu
emirnameler Strasburg Antları adıyla bilinmektedir.
Halk Latincesi
İmparatorluğun her döneminde konuşulmuş olan halk dilidir ve Roman
dillerinin kaynağını oluşturmaktadır. Günümüze dek ulaşabilmiş yazıtlar, Plante
komedileri, 8. yüzyıla ait Reicheneau sözlükleri aracılığıyla söz konusu dil hakkında
belli bir fikir edinmek olasıdır. Bu dil klasik yazınsal Latinceden oldukça farklıdır.
Yeni bir dil ortaya çıkarken feodal bölünme, halkın yaşayış tarzındaki
değişimler türünden toplumsal dönüşümler dilin oluşumunda etkili olmuştur.
31
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Fransa’nın küçük derebeyliklerine bölünmesiyle prensler yeniden kendi bölgelerindeki
halkın konuştuğu dili kullanmak durumunda kalınca önem kazanan yine halk dili oldu.
Bu dönemde saz şairliği ve halk hikâyeciliği halk dilinin gelişmesini sağlamıştır. Bu
Fransızcanın zafer kazanması anlamına geliyordu. Daha sonra ortak Latinceden ayrı
kurallara tabi olan, birbirine yakın üç ayrı dil oluşmuştur.
Orta Çağ Fransızcasında mevcut bulunan pek çok lehçe ayrı ayrı, birbirinden
bağımsız kendi edebiyatlarına sahipti. Bu durum feodal rejimin ve sunduğu toplumsal
yapının bir gereğiydi. Daha sonra siyasal rejimin de baskısıyla Paris île-de-France
lehçesi diğer lehçelere galip gelmiş ve bu lehçeler de halk dili içinde eriyip gitmiştir.
Yine halkın konuştuğu “patois” -taşra ağızları- çağdaş entelektüel Fransız dilinin
halkın ve köylülerin ağzında bozulmuş biçimi değil eski bağımsız lehçelerden geriye
kalıp halk diline yerleşen kalıntılardır. Günümüzde artık lehçelerde de taşra ağzından
da söz edilmemekte, dil geliştikçe Fransız yazın dili bunları silmektedir.
Dilbilim bağlamında 9. yüzyılın ikinci yarısından (842 yılı) 14. yüzyılın
başlarına değin geçen süreye “Eski Fransızca dönemi” denilmektedir.
Strasburg Antları
813 yılında Tours Konsili aldığı bir kararla din adamlarına verdikleri vaazlarda
“Rusticam linguam” denilen rüstik, kırsal roman dilini kullanmalarını emretmişti.
Buradaki amaç halkın anlayabileceği bir dil kullanmaktı. Bu yeni dilin ilk
örneklerinden birisi 842 yılına tarihlenen Strasburg Antları (Serments de Strasbourg)
dır. 32 Bu belgeler halk lehçesinin “dil” olma onurunu kazandığını belgeleyen resmi
kanıtlardır. Böylelikle önemli bir siyasal olay aynı zamanda dilin değişme sürecinde
önemli bir işlev kazanmış olmaktadır.
Strasburg Antları Eski Kuzey Fransa lehçesi (langue d’Oȉl) nin bilinen en eski
örnekleridir ve 10. yüzyıla ait bir elyazmasında korunup bugüne ulaşabilmiştir.
14 Şubat 842 tarihinde Kel Charles ile Cermen Louis Lothaire’e karşı
birliklerini güçlendirmek için Strasburg’ta bir araya gelerek tebaaları önünde birlik için
ant içmişlerdir. Louis Roman dilini (lingua Romana), Charles Cermenceyi (lingua
Teudisca) kullanmış, böylelikle bu iki kral da askerleri tarafından anlaşılmak adına
dillerini değiştirmek durumunda kalmışlardı. Anlaşılmadık birşey kalmaması için andın
metni hem Roman dilinde hem Cermence olarak yazılmıştır.33
Bu metin aracılığıyla en eski Fransızcanın Latinceden doğmuş olduğu
bilinmektedir. Bunun kanıtı olarak metindeki tüm anlamlı birimler istisnasız Latince
32
33
A.e., s. 66.
A.e., s. 66.
32
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
kaynaklıdır. Sözlü dil, yazılı dil geleneğine üstün gelmiştir. Zaten dilbilimsel süreçte
yazı dilini yönlendiren de her zaman için sözlü dil olmuştur. Yazı kullanılmaya
başlanmadan önce insanlar konuşmakla yetiniyorlardı. Ancak temel olan sözlü dil
olduğu halde yazı dili “uygarlık dili” söylemiyle eşitlenebilir. Çünkü insanoğlunun
tarihsel gelişim sürecinde öteden beri bir uygarlık oluşturabilmiş ve sürdürebilmiş
toplumların dilleri bugün vardır.34
Strasburg Antları’ndan kısa bir bölümü, otantik metinden çağdaş Fransızcaya
dönüşme sürecini izleyebilmek için ve dilin gelişimini göstermesi bakımından örnek
vermek gerekir.
35
Strasburg Antları
Fransız Roman Dili (9. Yüzyıl, Otantik Metin)
Pro deo amur et pro christian poblo et nostro commun saluament, d’ist di en
avant, in quant Deus savir et podir me dunat, si salvarai eo cist me on fradre Karlo, et
in aiudha et in Cadhuna cosa, si cum om perdreit son fradra salvar dift, in o quid il mi
altresi fazet, et ab Ludher nul plaid nunquam prindrai qui me onvol cist me on fradre
Karle in damno sit.
Klasik Latince
Per Dei amorem et per christiani populi et nostram communem salutem, ab
hac die, quantum Deus scire et posse mihi dat, servabo hunc meum fratrem Carolum,
et ope mea etin quacumque re, ut quilibet fratrem suum servare jure debet, dummodo
mini idem faciat, et cum clotario nullam unquam pactionem faciam, quae mea
voluntate huic meo fratri Carlo damno sit.
Sözlü (Konuşulan) Latince
Por Deo amore et por chrestyano pob(o)lo et nostro comune salvamento de
esto die en avante en quanto Deos sabere et podere me donat, sic salvarayo eo eccesto
meon fradre Karlo, et en ayuda et en caduna causa, sic qomo omo per drecto son
fradre salvare devet, en o qued elli me altrosic fatsyat, et ab Ludero nullo plag(i)do
nonnua prendrayo, qui meon volo eccesto meon fradre Karlo en damno seat.
34
35
Akgür, Özer, a.g.m., s. 42.
Vardar, Berke, Tarihsel Dilbilim ders notları, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi, Fransız ve Roman Dili ve Edebiyatları
Bölümü, 1981, s. 18.
33
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Eski Fransızca (11. Yüzyıl Fransızcası)
Por Dieu amor et por del crestien poeple et nostre comun salvement, de cest
jorn en avant, quant que Dieus saveir et podeir me donet, si salverai jo cest mien
frerde Charlon, et en aiude, et en chascune chose, si come on par dreit son frerde
salver deit, en ço que il me altresi façet, et a Lodher nul plait onques ne prendrai, qui
mien vueil cest mien frerde Charlon en dam seit.
Orta Fransızca (15. Yüzyıl Başlangıcı)
Pour l’amour Dieu et pour le sauvement du chrestien peuple et le nostre
commun, de cest jour en avant, quant que Dieu savoir et pouvoir me done, si sauverai
je cest mien frere Charle, et par mon aide et en chascune chose, si comme on doit par
droit son frere sauver, en ce qu’il me face autresi, et avec Lothaire nul plaid onques ne
prendrai, qui, au mien veuil, a ce mien frere Charles soit a dan.
Çağdaş Fransızca
Pour l’amour de Dieu et pour le salut commun du peuple chrétien et le nôtre,
à partir de ce jour, autant que Dieu m’en donne le savoir et le pouvoir, je soutiendrai
mon frère Charles de mon aide et en toute (chaque) chose, comme on doit justement
soutenir son frère, à condition qu’il m’en fasse autant, et je ne prendrai jamais aucun
arrengement avec Lothaire, qui, à ma volonté, soit au détriment de mondit frère
Charles.
Metnin Türkçe Çevirisi
Tanrı aşkına ve Hıristiyan halkının ve bizim ortak selametimiz adına,
bugünden başlayarak Tanrı bana akıl ve güç verdiği ölçüde ve her konuda kardeşimi
desteklemek gerektiği gibi o da bana aynı şekilde davrandığı takdirde kardeşim
Charles‘ı yardımlarımla destekleyeceğim ve kendi arzumla Lothaire ile kardeşim
Charles’ın zararına olabilecek hiçbir ilişkim olmayacaktır.
DİL TOPLULUĞU, DİLSEL DEĞİŞME VE NEDENLERİ
İnsanların oluşturduğu kültür içinde dil topluluğunun rolü ve insan
topluluklarının ulaştığı başarılar, eriştiği uygarlık düzeyi bakımından önemi
yadsınamaz. İnsanlar ancak aynı dili konuştukları takdirde birlikte, birlik olarak
gelecek kuşaklara aktarabilecekleri eserleri oluştururlar.
Dil ulusal ve toplumsal bir kurumdur. Tek bir kişiye ait olmayıp bir toplumun
ortak değeridir. Toplulukları ulus yapan birkaç öğe vardır. Ortak bir dil, ortak bir inanış
34
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
yani din, belli sınırlar içersindeki bir toprak, bütün ülkede dalgalanan tek bir bayrak,
bir ulusal marş gibi. Ancak bunların en başta geleni ve en önemlisinin dil olduğunu
tarih bize göstermektedir. Nitekim tarih içersinde binlerce yıl boyunca çok sayıda
devlet kurulmuş, yıkılmış, yerlerine yenileri kurulmuş, toprakları zaman zaman
büyümüş, küçülmüş, bayrakları hatta bazen dinleri bile değişmiş olduğu halde ulus
adını verdiğimiz topluluklar dillerini korumuşlar ve böylelikle de ulus olma
özelliklerini sürdürebilmişlerdir.
Konuşma yeteneğine sahip her insan, yeryüzünde mevcut çok sayıdaki dilden
belirli birini konuşur, bir başka deyişle belirli bir dil topluluğunun üyesidir. Tüm insanlık
dil topluluklarına ayrılmıştır. Bir insanın bu dil topluluklarından hangisine dâhil olduğu,
onun konuşabildiği dile ya da dillere bağlıdır. Bir insan yaşamı boyunca farklı diller hatta
aynı zamanda birden fazla dil de kullanabilir. Ancak bunlardan yalnızca birisi tüm
insanlarda özel bir yere sahiptir. İnsanın yaşamında ilk olarak öğrendiği dil onun ana
dilidir. Dünyaya geldiğinde anne-babasını, çevresindeki insanları dinleyerek onlarla
iletişim kurarak ana dilini öğrenir. Dil yardımıyla başardığı her şeyi insan önce bu tek
dilde öğrenmiştir. Sonradan dillerle ilgili öğrendiği her şeyi ise dile zaten önceden sahip
ya da vakıf olma durumundan yola çıkarak öğrenir. Yalnızca ana dili, onu henüz dil
bilmeyen bir yaratık durumundan çıkarıp konuşan bir varlık durumuna getirmiştir.
İnsanların çoğunluğunun yaşamları boyunca yalnızca bir tek dil konuştukları yani kendi
ana dillerinin topluluğuna mensup oldukları bir gerçektir.36
Yeryüzünde çok sayıda ve birbirinden farklı dil toplulukları bulunmakta ve
dolayısıyla da insanlar arasındaki dil ilişkisi engellerle karşılaşmaktadır. Dil
topluluklarının bu çokluğu tarihten kaynaklanan bir gerçek olduğu gibi yan yana
varoluşları ve birbirlerini karşılıklı etkileyişleri de söz konusudur ve tarihi güçlerdir.37
Bu nedenle dili oluşturanın ne tür bir topluluk olduğunu ve bu topluluğa mensup
insanlar için ne gibi bir anlam taşıdığını bilmek önemlidir.
Bir dil topluluğu dışarıdan, başka bir dil topluluğuna mensup birisinin içine
giremeyeceği denli kapalı değildir. İnsan ya diğer dili az ya da çok öğrenir ya da her iki
dile hâkim yani iki dil topluluğuna mensup bir konuşucunun yardımıyla bu dil
topluluğuna girebilir. Yabancı bir dili öğrenmedeki güçlük, onu konuşan yabancı
topluluğun farklı dil işaretleri kullanmasının yanı sıra farklı düşünüş ve görüş tarzlarına
sahip olmasında, dünyayı başka türlü kavramasında yatmaktadır. Bu durumda dil
topluluğunun asıl anlamı, dünya hakkında ortak bir imaj sahibi olmak, dünyaya karşı
ortak bir tavır almaktır.
Bilindiği gibi her dil dinamik bir yapı olarak sürekli bir değişim geçirmektedir.
Söz konusu bu süreç her dil için olduğu gibi Latince için de geçerliydi. Yaşanan
toplumsal ve tarihsel dönüşümler sonucunda eski Galya toprakları üzerinde konuşulan
36
37
Porzig, Walter, Dil Denen Mucize, II. Cilt, Çev. Vural Ülkü, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 6-7.
A.e. , s. 7.
35
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Latince de Fransızcaya dönüşmüştür.
Fransızcanın prototipidir.38
Latince Roman dillerinin
dolayısıyla
Bir ana dilden, bir kaynaktan gelişme yoluyla ayrılmış dillerin oluşturduğu
topluluğa “dil ailesi” denilmektedir. Hint-Avrupa dil ailesi de Hindistan’dan Avrupa’
ya uzanan çok geniş bir alanda konuşulmuş ve konuşulmaktadır. Hint-Avrupa dil
ailesinin iki büyük kolundan birisi olan Avrupa kolu Roman, Cermen ve Slav alt
kollarına bölünmektedir. Roman dillerinin kaynağı, eski Roma İmparatorluğu
zamanında konuşulan ve bugün artık ölü bir dil olan Latincedir. Fransızca, İtalyanca,
İspanyolca ve Romence Latinceden türemiş dillerdir.
Latincenin Fransızcaya olan dönüşümünde etkili olan dilsel değişmelerdir.
Dilsel değişme nedenleri mekanik, psikolojik ve toplumsal nedenler olarak
gruplandırılmaktadır. Zaman içersinde insanların en az çaba yasasına uyarak kolaya
kaçma istekleri ya da eğilimlerine bağlı olarak dilde oluşan değişmeler mekanik
nedenlidir. Psikolojik nedenler çerçevesinde dilde var olan biçimleri örnek alarak yeni
ve kurallı biçimler oluşturulmaktadır. Örneğin Fransızcada “j’ain - tu aimes - nous
amons“ biçiminde çekilen “aimer” (sevmek) fiili sonradan “j’aime - tu aimes - nous
aimons“ biçimini almıştır. Toplumsal nedenlere gelince, dilsel değişmeler üzerinde
yadsınamaz bir etkileri vardır. Büyük tarihsel olaylar ve kargaşa dönemleri dilsel
gelenekleri gevşeterek bir dilin kaderinde çok önemli rol oynar. Toplumsal dönüşüm
ve teknolojik gelişme dilin değişmesinde etkili olmaktadır.
Strasburg Antlarında görüldüğü üzere Fransızcanın bu ilk biçiminin gelişmesi
izlendiğinde 10. yüzyılda “francien” denilen Frank lehçesinin kullanılışı, “picard”
lehçesi, “şampanya” ve “norman” lehçeleri gibi lehçelerin aleyhine olarak
yaygınlaşmış ve gelişmiştir. Adı geçen lehçeler ilk büyük yazınsal yapıtları
etkilemiştir. 9. 10. ve 11. yüzyıllara ait ilk metinleri izleyen Şövalye Destanları
(Chansons de Geste), Chrétien de Troyes‘nın romanları, Renart romanı ve fablio
denilen manzum halk hikâyeleri bu yapıtlar arasındadır.
9.-14. yüzyıllar arasına rastlayan Eski Fransızca döneminde Fransa‘nın
kuzeyinde konuşulan dil Fransız dilinin altın çağını oluşturur. “Roland‘nın Şarkısı”
(Chanson de Roland) nın en önemli örneğini oluşturduğu lirik destan şiirleri dile
kazandırılmış ve Fransa’nın yanı sıra İtalya, Almanya ve İspanya’da da orijinal bir şiir
dönemi açılmıştır. Orta Çağın bu dönemi tıpkı ileride 18. yüzyılda olduğu gibi ulusal
Fransız ruhunun edebiyat alanında en önemli ürünlerini verdiği dönemdir. Yine de
Fransa ancak 14. yüzyılda analitik denilebilecek çağdaş dile geçebilmiştir.
Şövalye romanları 12. yüzyıla ait olup doğrudan kuzeyden gelme ya da
Latince kitaplardan alınma motifleri işleyen yapıtlardı. Yine Charlemagne henüz
hayattayken çevresinde onu anlatan küçük övgü şiirleri, öyküler oluşturulmuş, günden
38
Saussure, a.g.e., s. 18.
36
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
güne bunların ağızdan ağza geliştirilmesiyle destanlar doğmuştur. Chanson de Geste
adı verilen bu kahramanlık şiirleri tümüyle halka ait, toplumun sesini duyuran
yapıtlardı. En önemli örneği “Chanson de Roland”dır. 39 “Cantilène” 40 denilen kısa
türkü, şiir ve menkıbelerin birkaç yüzyıl sonra halkın içinde iyice yoğrulup işlendikten
sonra destanlaştığı, sözlü ya da yazılı olarak bir kimlik kazandığı görülmektedir. Bu
süreçte halkın dilinde olagelen değişmeler sonraki dönemlere aktarılmış olmaktadır.
Destanlar 12. yüzyıl romanlarıdır ve her edebiyat ürünü gibi dönemin toplumsal,
dinsel, ahlaksal koşullarıyla ilgilidir ve toplumu, toplumsal özellikleri yansıtmaktadır.
Orta Çağla ilgilenen bilim adamlarına göre Fransız destanları Roman etkisine
uğramış Cermen kaynaklı yapıtlardı. Latinlere ait türküler, Keltlere ait “fabliau”lar,
eğlenceli öyküler de vardır. Dolayısıyla Fransa topraklarında yaşamış her toplumun her
kültürün edebiyat dolayısıyla dil üzerinde dikkate değer bir etkisi olmuştur. Bu
bağlamda dil üzerindeki sosyolojik etkilerden söz etmek doğru olacaktır. 9.-14.
yüzyıllar arasına yerleştirilen Eski Fransızca döneminde Latince’den Fransızcaya
belirgin bir değişme gözlenmektedir. Sözcüklerin son ekleri ve okunuşları Fransızcaya
uyarlanmıştır.
Orta Fransızca döneminde île-de-France ve Orléans’da konuşulan bazı “langue
d’Oïl” (Eski Kuzey Fransızca lehçesi) lehçeleri öne çıkarak Fransızcanın temelinde yer
almıştır. Bu dönüşümde yönetimin merkezileşmesinin belirleyici bir rol oynadığı
görülmektedir. Île-de-France diğer taşra bölgelerini kendi bünyesinde topladığında
Fransızca resmi kraliyet dili durumuna gelecek, “langue d’Oc” (Eski Güney Fransa
lehçesi) lehçeleri de dâhil olmak üzere diğerleri ise taşra ağzı durumuna düşeceklerdir.
Orta Fransızcanın 14. ve 16. yüzyıllarda etkili olduğu görülmektedir. 16. yüzyılda
Latinceden, komşu dil ve lehçelerden alıntılar göze çarpmaktadır. Latincenin izlerini
taşıyan ve dönüşüm sürecindeki Orta Fransızca 17. yüzyılda artık çağdaş Fransızcaya
doğru evrilmektedir.
Dante, Boccacio, Petrarka gibi İtalyan yazarlar antik yazarlardan esinlenerek
ulusal bir edebiyat oluşturmuşlardı. 1549 yılındaki Manifesto41 ile Joachim du Bellay,
Ronsard ve arkadaşları Fransız diline aynı parlaklığı vermeyi amaçladılar. Bu amaçla
yola çıkan Pleyad (Pléiade) Okulunun ilk öğretisi Fransızcayı dili bozanlara, dejenere
edenlere karşı korumaktı. Daha sonra ise dili zenginleştirmek yani İtalyanların kendi
dilleri için yaptıkları gibi Antik yazarları (Virgilius, Horasius, Catulle, Ovide) taklit
ederek dili zengin bir edebiyatla süslemekti. Bu akım “Défense et İllustration de la
Langue Française“ (Fransız Dilinin Korunması ve Zenginleştirilmesi) adıyla
bilinmektedir. Pléiade Okulunun amacı dili, ulaştığı evrensellikten dolayı bilim ve
sanat dili durumuna gelmiş olan Latincenin etkisinden kurtarmak, bilim ve sanat
39
Bayrav, Süheyla, Chanson de Roland, Edebiyat ve Üslup Tahlili, Üçler Basımevi, İstanbul, 1947, s. 6.
Birkaç ırkın kaynaşarak yeni bir ulus oluşturduğu zamanlarda ortaya çıkar. Örneğin Fransa’da Latinlerle
Cermenlerin karıştığı 7. yüzyıl Charlemagne’a adanan “cantilène”leri doğurmuştur.
41
Lagarde, André, Michard, Laurent, XVI. Siècle, Textes et Litératür, Editions Bordas, Paris, 1970, s. 91-92.
40
37
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
adamlarını Fransızcaya yönlendirerek yapıtlarını ana dillerinde oluşturmalarını
sağlamaktı. Dilin “zenginleştirilmesi” konusunda ise yapılması gereken sözcük sayısını
arttırmaktı. Bu amaçla kullanımdan düşmüş eski sözcükleri yeniden almak, Rabelais ve
daha önce Montaigne’in kullandıkları taşra lehçelerinden ve yalnızca uzmanlarca
kullanılan teknik sözcüklerden yararlanmak, yeni sözcükler türetip kullanmak
düşüncesindeydiler.
17. yüzyıl dil üzerine çalışmaların yoğunlaştığı bir dönemdir. “Dili iyi
kullanma ideali” döneme damgasını vurmuştur. “Fransız Akademisi”, dönemin ünlü
“Salonları”, Malherbe, Vaugelas gibi yazarlar dili taşra şivelerinin etkisinden
kurtarmak ve arındırmak amacındaydılar. Bu da doğal olarak sözcük dağarcığında bir
yoksullaşmaya yol açmıştır.
Merkezileştirici eğilimleriyle büyük ”Fransız Devrimi” (1789) nden sonra
ancak Fransızca ulusal dil olma yoluna girebilmiştir.42
Bütün bir grup insanın bir günden ötekine konuşma alışkanlıklarını
değiştirmesi beklenemez. Değişiklikler birbiri ardınca ve yavaş yavaş ortaya çıkmakta
ve ancak yüzyıllar içersinde tamamen ayrı bir şekil oluşacak biçimde yığılmaktadır.43
Latince her zaman söylendiği gibi bir “ölü” dil değildir. Günümüze değin
kuşaktan kuşağa aktarılmış ve konuşulmuştur. İki bin yıldan fazla bir zaman önce Batı
ve Orta Avrupa’da oturan insanların büyük bir bölümü Keltçe konuşuyordu. 5.
yüzyılda Yunanlı gezgin Herodot Keltlerin İspanya’nın güneyinde yerleşmiş
olduklarını söyler. Avrupa’yı işgal etmişler ve bu dönemde bütün Galya Keltleşmişti.44
Ancak birkaç yüzyıl içinde Roma egemenliğinin etkisiyle Latin dilini aldılar ve Keltçe
tamamen silindi. Latince de o bölgelerde söz konusu süre içersinde çok büyük
değişikliklere uğradı. 45 Bu arada ağızları gelişip bağımsız diller olmuşlardır.
Dolayısıyla İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce ve Romence Latincenin
Roman dilleri denilen bugünkü çağdaş biçimlerinden başka bir şey değildir.46 Roman
dilleri aslında Latince halk dilinin geliştirilmiş lehçeleridir. 47 Böylelikle dil
değişmelerinde başlıca nedenlerden birisi olarak dilin yabancı bir halka aktarılması
görülmektedir. Bu süreçte insanlar yeni dili benimseyip eski dillerini unutmaktadır.
Örneğin 4.-6. yüzyıllarda Kavimler Göçü sırasında Avrupa‘nın birçok ülkesi
Germanlar tarafından istila edilmiş ve bu ülkelerden bir kısmında insanlar Latinceyi
bırakıp Germanca, buna karşılık başka bazı bölgelerde de tersine Germanlar kendi
dillerini bırakıp Roman dilini öğrendiler.
42
Tahir, a.g.e., s. 20.
Porzig, a.g.e., s. 85.
44
Miquel, a.g.e., s. 20.
45
Porzig, a.g.e, s. 103.
46
A.e., s. 74.
47
A.e., s. 64
43
38
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
Dil yalnızca geleneği korumakla kalmayıp dilin kendisi de aynı zamanda bir
halkın tarihteki bütün değişik durumlar boyunca geleneğidir, insan topluluklarını halk
ya da ulus biçiminde kenetleyen en büyük güçlerden birisidir. 48 Tarihteki gelişme
aşamalarıyla Latinceden Fransızcaya Fransızların ulusal dilleri de geleneklerini ve tüm
birikim ve deneyimlerini bugüne taşımışlar ve ulusal bütünlüklerini korumayı
başarabilmişlerdir.
SONUÇ
Dil insanlığın gelişmesinin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Yüz binlerce
yıllık insanlık tarihinin bir sonucudur. Aynı zamanda tarih içersindeki yüz binlerce
yıllık insanlık serüveninin günümüze aktarılmasını sağlayan en önemli etkendir.
Toplumda olan değişmeler, kültür ve düşünce alanındaki gelişmeler dilin gelişimini
açıklamakta, bu çok yönlü gelişim süreci ise tarih öğesi çerçevesinde
gerçekleşmektedir. Geçmişi yeniden canlandırmak ve tarihsel birikimi geleceğe
aktarmakla ilgili olarak “uzun dönem” bağlamında ortaya Braudel’in kavramlaştırdığı
“tarihsel yapı” söz konusu olmaktadır. Fransız Annales Okulunun kurucuları olan Marc
Bloch ve Lucien Febvre ise “toplumsal tarih”i “toplumla ilgili tümel bir tarih
anlayışı”na dönüştürmüşlerdir.
Öte yandan tarihsel yapı içersinde yaşananları toplumsal tarih boyutuna
taşımak söz konusu olduğunda ise dilin en önemli işlevlerinden birisi olan saptama
işlevi devreye girmektedir. Çünkü ancak dil, düşünüleni ve görüleni yani soyut ve
somut olanı saptayabilmekte ve bunun kuşaktan kuşağa aktarılmasına hizmet
etmektedir. Böylelikle bir kuşağın başarılarından bir sonrakinin ya da çok sonraları
gelen kuşakların yararlanması sağlanmaktadır. Bu aktarım sürecinde deneyimler de işin
içine girmekte ve geçmişten geleceğe bir bütünlük ortaya çıkmaktadır. İnsan bilgisi ve
deneyimi, dilin sözlü ve yazılı olarak saptama işlevi olmadan kuşaktan kuşağa
geçemeyecek ve insan da tarihsel bir varlık olamayacaktı. Her kuşak ancak kendi
zamanı içine kapanıp kalan bir varlık olacaktı.49 Olayların saptanmasında dil ve tarih
olmazsa olmaz işlevleri bulunan, birbirini bütünleyen, biri diğeri olmadan işlev
göremeyen iki önemli toplumsal kurum olarak ortaya çıkmaktadır.
Ziya Gökalp dili kültürün temel öğesi sayar. Çünkü dil duygu ve düşüncenin
kalıbı gibidir. Bir ulusun bütün duygu ve düşünce hazinesi, tarihsel süreçteki
kazanımları, deneyimleri, geçirdiği toplumsal dönüşümler bu kalıba dökülerek
coğrafyadan coğrafyaya ve kuşaktan kuşağa aktarılır.
48
49
A.e., s. 102.
Üçok, Necip, Genel Dilbilim (Lenguistik), Ankara 1947.
39
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Her ulus dilini ve kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur. Bu sırada akan bir
ırmak gibi içinden geçtiği her topraktan, yani başka toplumların kültür ve
uygarlıklarından birtakım öğeleri alır, özümser. Bu bakımdan her ulusun dili, o ulusun
çağlar boyunca yaşadığı tarihin adeta özeti gibidir. Dil ile tarih ve kültür arasındaki
ilişkiyi bilen dili tek başına almaz. Zira dilde her sözcüğün yazılış, ses, biçim ve
anlamını belirleyen tarih ve kültürdür.5050
Sonsöz olarak Galyalıların atası Keltlerden, Fransızların atası Galyalılardan,
Fransa’ya adını veren Franklardan başlayarak dünya tarihini derinden etkileyen 1789
Fransız Devrimi ve Fransızları tarih sahnesinde var eden diğer toplumsal hareket ve
tarihsel olaylarda Fransız dilinin ve toplumsal tarihinin izini sürmek mümkündür.
KAYNAKLAR
Akarsu, Bedia, Wilhelm Von Humboldt‘da Dil-Kültür Bağlantısı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984.
Akgür, Zeynep Gökçe, Özer, Emine Nilüfer, “Dil Kullanımına Göre Toplumsal Farklılaşma”,
Sosyoloji Yazıları I., Kızılelma Yayınları, 1. Basım, İstanbul, Mart 2007.
Bayrav, Süheyla, Chanson de Roland, Edebiyat ve Üslup Tahlili, Üçler Basımevi, İstanbul, 1947.
Ergun, Doğan, 100 Soruda Sosyoloji El Kitabı, 5. Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1990.
Hobsbawm, E. J., ”Toplumsal Tarihten Toplumun Tarihine”, Tarih ve Tarihçi Annales Okulu
İzinde, Derleyen Ali Boratav, 1. Baskı, Kırmızı Yayınları, İstanbul, Eylül 2007.
Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1998.
Kıran, Zeynel, Saussure’den Günümüze Dilbilim Akımları, Yabancı Diller Kitap ve Yayın Merkezi,
Erol Matbaası, Ankara, Ocak 1986.
Lagarde, André, Michard, Laurent, XVI. Siècle Textes et Littérature, Editions Bordas, Paris,
1970.
Lagarde, André, Michard, Laurent, XVII. Siècle Textes et Littérature, Editions Bordas, Paris,
1970.
Miquel, Pierre, Histoire de la France, Des Gaulois à Napoléon, Tome I., Editions Marabout,
Belgique, 1976.
Özdem, Ragıp, Dil Türeyişi Teorilerine Toplu Bir Bakış, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, 1944.
50
Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergâh Yayınları, İstanbul 1998, s. 139-141.
40
Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE
Porzig, Walter, Dil Denen Mucize, II. Cilt, Çeviren Vural Ülkü, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,
1990.
Saussure, Ferdinand de, Cours de Linguistique Générale, Editions Payot, Paris, 1972.
Tahir, Kemal, Dil Dosyası, Bağlam Yayınları, 1. Baskı, 1989.
Üçok, Necip, Genel Dilbilim (Lenguistik), Ankara, 1947.
Vardar, Berke, Tarihsel Dilbilim Ders Notları, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fak., Fransız ve
Roman Dil ve Edebiyatları Bölümü, İstanbul, 1981.
41
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
42
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
İPEK TÜRK AĞZINDA SES OLAYLARI
Phonetic Changes in Peja Turkish Dialect
Ergin JABLE
Özet: Bu çalışmamızı daha önce İpek’te yapmış olduğumuz derleme metinlerimizden
örnekler tespit ederek oluşturmaya çalıştık. Bu çalışmamızın amacı halen çok canlı bir şekilde
kullanılan İpek Türk Ağzı’nın ses özellikleri içerisinde önemli bir yer teşkil eden ses olaylarını özel
olarak ele almak ve bu ses olaylarını oluş biçimlerine göre gözler önüne sermektir. Rumeli Ağızları
içerisinde özel bir yeri olan İpek Türk Ağzı’nın ses olayları bakımından da özellik arz ettiğini, ortaya
çıkan ses olaylarının Türk dilinin genel karakteri ve tarihi seyri çerçevesinde diğer lehçe, şive ve
Anadolu Ağızları’nda meydana gelen ses olayları ile benzerlik ve farklılıklar ortaya koyduğunu
görüyoruz. Bu çalışmanın kapsamını aşan bu yön bilahare başka çalışmalarda ele alınabilir; ancak biz
burada sadece İpek Türk Ağzı’nın ses olaylarını gözler önüne sermeye çalıştık. Katkı sağlayacak
değerlendirme ve tasniflere bundan sonraki çalışmalara yönelik temennimizdir. Bu çalışma, sahada
ses kayıt cihazıyla yapılan metin derlemesi, kayıtların çevriyazı alfabesiyle metne aktarılması ve
metinde tespit edilen dil malzemesinin Ses Bilgisi bakımından incelemeye tabi tutulması yöntemine
dayanmaktadır.
Anahtar kelimeler: İpek Türk Ağzı, Ses Olayları, Dişlileşme, Damaklılaşma, Dudaklılaşma
Abstract: We have tried to form this study by determining samples from our compilation
texts that we did in İpek before. The aim of the study is to discuss the phonetic changes which takes
an important place in phonetic properties of Peja Turkish Dialect that is still used lively today in
special. We see that Peja Turkish Dialect has a unique place in Rumelian Dialect and also its phonetic
changes are notable. Also, the phonetic changes in Peja Turkish dialect show similarities and
differences with other dialects in Anatolia. This subject which goes beyond the scope of this study can
be discussed in other studies; but we have tried to bring phonetic changes of Peja Turkish Dialect into
light. We hope that this study wills contribute to future studies and classifications. This study is based
on the method of text compilation done by sound recording device, converting records into text and
analysis of vocabularies determined in the text in terms of Phonetics.
Key words: Peja Turkish Dialect, Phonetic Changes, Dentalization, Palatalization, Labialization
43
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
GİRİŞ
İpek (Arnavutça: Peja veya Pejë; Boşnakça: Peć; Sırpça: Peć/Пећ; Kosova'nın
kuzeybatısında bir şehir ve belediye merkezi. Kosova’nın büyük yerleşim birimlerinden
birisidir. Birleşmiş Milletler Kosova Geçici Misyonu’nun İpek Bölgesi’nde (District of
Pec) bulunur.
İpek, 1219 yılında Sırp Ortodoks Kilisesi’nin patrikhanesinin kurulduğu yer
olması bakımından Sırp tarihinde özel bir önem taşır. 6. ve 7. yüzyıllarda başlayan Sırp
göçleri ile Slavlaştırılmaya başlanan bölge, 1200’lü yıllarda Ortodoksluk bakımından
hatırı sayılır bir konuma ulaşmıştır. Sırplar, bölgenin o zamanki hâkimleri olan
Bizans’la mücadeleleri neticesinde kurmaya muvaffak oldukları devletlerinin
temelinde patrikhanelerin önemli yeri olmuştur.
Şekil 1: İpek şehrini gösteren bir harita
Osmanlı Devleti’nin 1389 senesindeki 1. Kosova Savaşı sonrasında iyice
genişleyen ve kökleşen hâkimiyetiyle beraber İpek ve havalisinin Türkleşme ve
Müslümanlaşması da başladı denebilir. Bölgede, Osmanlı idaresi öncesinde de
(genelde Müslüman olmayan) Türk öbeklerinin bulunduğunu, çeşitli Macar ve Doğu
44
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
Roma kaynaklı göstermektedir. Dolayısıyla, 1. Kosova Savaşı ile beraber sözü edilen
Türkleşme, Oğuz Türkleri ağırlıklı Müslüman Türk yapılanmasının yoğunlaşmasıdır.
Türk şair Mehmet Âkif Ersoy'un babası İpekli Tahir Efendi, burada doğup
büyümüş, daha sonra İstanbul'a gelmiş ve Fatih Medresesi'nde uzun yıllar müderrislik
yapmıştır. Tahir Efendi'nin doğup büyüdüğü yıllarda Osmanlı Devleti sınırları içinde
yer alan İpek, Balkan Savaşı'ndan sonra, 22 Mart 1913 Londra Sefirler Toplantısı
sonucu Sırbistan sınırları dâhilinde kaldı.
Kosova’nın kuzeybatısında yer alır. Sırbistan’ın Müslüman nüfusunun en
yoğun olduğu bölgelerden Sancak bölgesi (Sırbistan) ile batısıyla Karadağ ile de
komşudur.
2010 yılında Türkiye’nin Denizli/Kale Belediyesiyle kardeş şehir oldular.
2011 yılında Kosova genelinde yapılan nüfus sayımında İpek’in nüfusu 95.723
çıkmıştır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/İpek,_Kosova)
İşaretlerimiz
A
B
Ç
I
K
Ú
T
U
V
#
/
//
Ø
()
>
>>
+
A
À
Ses Değerleri
a, e
b, p
ç, c
ı, i
k,g
ú,à
t,d
u,ü
Ünlü (vokal)
Kelimenin solunda ise kelime başını, sağında ise kelime sonunu
gösterir.
Kök ünlüsünden sonra gelen sesi gösterir.
Bir kelime içindeki sesleri gösterir.
Şeklen değil ama fonksiyonca var olan kelime ve ekleri gösterir.
Parantez içindeki sesin ihtiyarî olduğunu gösterir.
Ok istikametinde tek aşamalı değişmeyi gösterir.
Ok istikametinde iki veya daha fazla aşamalı değişmeyi gösterir.
İsme eklenmeyi gösterir.
Fiile eklenmeyi gösterir.
Normal a
Normalden uzun a
45
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
İşaretlerimiz
C
Ç
D
E
ē
F
G
À
H
I
Ī
İ
Ì
J
K
Ú
L
Ĺ
Ø
M
N
O
Ï
Ö
P
R
S
S
T
U
Ÿ
Ü
Ǖ
V
Y
Z
46
Ses Değerleri
Normal c
Normal ç
Normal d
Normal e
Normalden uzun e
Normal f
Normal g
Tonlu, orta damak g ünsüzü
Normal h
Normal ı
Normalden uzun ı
Normal i
Normalden uzun i
Normal j
Normal k
Tonsuz, orta damak, patlamalı k ünsüzü
Normal l
Arka damak l’si
Ön damak l’si
Normal m
Normal n
Normal o
Normalden uzun o
Normal ö
Normal p
Normal r
Normal s
z – s arası ünsüz
Normal t
Normal u
Normalden uzun u
Normal ü
Normalden uzun ü
Normal v
Normal y
Normal z
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
SES BİLGİSİ
1. Ses Uyumları:
1.1. Ünlü – Ünlü Uyumsuzluğu:
Türkçe’de ünlüler, kelimedeki dizilişleri itibariyle önem derecelerine göre
sıralarsak kalınlık-incelik, düzlük-yuvarlaklık, darlık-genişlik bakımlarından bir uyum
arz ederler. İpek Türk ağzında aykırı bir durum olarak ünlülerin kelimedeki dizilişleri
bakımından uyumsuzluk had safhadadır. Uyumsuzluk, daha çok ünlülerin artlığı ve
önlüğü bakımından kendini gösterir.
Ünlü-ünlü uyumsuzluğunu kelime kök veya gövdesinde görebiliriz:
alti < altı (CL), ayni < aynı (RÇ), dogri << doğru (CL), ema < ama (YS), üldi
<< öldü (CL), üle << öyle (CL)
İpek Türk ağzında, kalın sıradan ünlü dizisine sahip kelimelere ince ünlülü
eklerin getirilmesi veya ince sıradan ünlü dizisine sahip kelimelere kalın ünlülü eklerin
getirilmesi uyumsuzluk bakımından pek sık rastlanan bir durumdur:
angıliymisık << anılıymışız (YS), celırlar << gelirler (YS), getorordok <<
getirirdik (RÇ)
1.2. Ses Olayları:
1.2.1. Dişlileşme:
Nitelik bakımından, ses organının başka bir noktasında teşekkül eden bir sesin
teşekkül noktasının dişe kaymasıdır.
Dişlileşmenin kelimelerde görüldüğü örnekler:
#c < #K
cene < gene (yine) (CL), cece << gece (CL), celdi << geldi (RÇ), cibi < gibi
(CL), citti << gitti (RÇ), cüksi << göğsü (YS), cüvercinlē << güvercinler (YS), cüz <<
göz (RÇ)
#ç < #k
çeret << kere (CL), çi < ki (CL), çim < kim (CL), çimse < kimse (RÇ), çorkadi
<< körkadı (RÇ), çüpek << köpek (YS)
/c/ < /g/
tezcÀ << tezgah (YS)
47
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
/ç/ < /k/
düçanda << dükkanda (RÇ), esçi < eski (YS), içi < iki (YS), şüçür << şükür (CL)
Dişlileşmenin eklerde görülen örnekleri:
celïçe << gelirken (CL), düşekteyçe << döşekteyken (CL)
1.2.2. Damaklılaşma:
Nitelik bakımından, ses organının başka bir noktasında teşekkül eden bir sesin
teşekkül noktasının damağa kaymasıdır.
y# < h#
vallay << vallah (YS)
y# < r#
vay < var (CL)
/y/ < /h/
Alıntı kelimelerde görülen bu olay, yabancı kelimenin dile katılması sırasında,
iki ünlü arasındaki h’lerin, ünlülere en yakın ses olan y’ye dönüştürülmesi şeklinde
işleme tabi tutulduğunu gösterir:
vallayi < vallahi (RÇ)
y/ < n/
koyşi << konşı (CL)
y/ < ğ/
aldıyımda < aldığımda (YS)
y/ < r/
bunlayi << bunları (RÇ), yüzükleyi < yüzükleri (YS)
g/ < v/
dügey << dövüyor (YS)
1.2.3. Dudaklılaşma:
Nitelik bakımından, ses organının başka bir noktasında teşekkül eden bir sesin
teşekkül noktasının dudağa kaymasıdır.
48
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
f/ < h/
taftali << tahtalı (RÇ)
m/ < n/
kurşumli << kurşunlu (RÇ)
1.2.4. Patlayıcılaşma:
Nitelik bakımından sızıcı olan bir sesin patlayıcı hale gelmesidir. İpek Türk
ağzında, patlayıcılaşma örneklerine seyrek olarak rastlanır.
#p < #f
payton << faeton (YS)
g/ < ğ/
ogli << oğlu (RÇ), ügrenci << öğrenci (RÇ)
g# < y#
beg < bey (RÇ)
1.2.5. Sızıcılaşma:
Nitelik bakımından patlayıcı olan bir sesin sızıcı hale gelmesidir.
j# < ç#
kaj < kaç (YS)
1.2.6. Ötümsüzleşme:
Nitelik bakımından ötümlü olan bir sesin ötümsüz hale gelmesidir. İpek Türk
ağzında seyrek görülen bir olaydır.
Ötümsüzleşmenin kelimelerde görüldüğü örnekler:
p/ < b/
papuç < pabuç (YS)
#t < #d
tefterli < defterli (RÇ)
t# < d#
ebet << ebedi (CL), mevlüt << mevlid (YS)
49
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
t/ < d/
pite < pide (CL)
k/ < ğ/
cüksi << göğsü (YS)
f# < v#
pilaf < pilav (RÇ)
t# < z#
çet << kez (CL)
1.2.7. Ötümlüleşme:
Nitelik bakımından ötümsüz olan bir sesin ötümlü hale gelmesidir.
#d < #t
dane < tane (YS)
g# < k#
yog < yok (RÇ)
z# < s#
herçez << herkes (YS)
1.2.8. Erime:
Bir kelimede ünlüden sonra gelen ünsüzün veya ünlünün -ilk ünlünün
açıklığının etkisiyle- niteliğinin silinerek ilk ünlü içinde kaybolmasıdır.
/À/ < /aa/
zanÀt < zanaat (RÇ)
Ø < r#
bi < bir (CL), bire < birer (RÇ), kadā < kadar (RÇ), ne kā << ne kadar (RÇ), obi
<< öbür (YS), obiley << öbürleri (YS), vÀ < var (CL), y lÿle << yoruluyorlar (CL)
Ø < n#
düşekteyçe << döşekteyken (CL), celïçe << gelirken (CL), türkiyadasi <<
türkiyedesin (YS)
50
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
Ø < n/
olÀ << onlar (RÇ), sïra << sonra (YS)
Ø < r/
celilē << geliyorlar (CL), kÀ << kadar (RÇ), kadÀ < kadar (RÇ), olÀ << onlar
(RÇ), peşembelēde << perşembelerde (CL), satÀdım < satardım (RÇ), yakÀ < yakar
(RÇ), y lule << yoruluyorlar (CL)
Ø < z#
çe << kez (RÇ)
Ø < y/
cidilar << gidiyorlar (YS), mive << meyve (RÇ), sülemani << süleymanı (YS),
süli << söylüyor (CL)
Ø > h/
mÀlede << mahallede (CL), māmed << muhammet (RÇ), rāttırlē << rahattırlar
(CL), rÀmetli < rahmetli (RÇ), taftali << tahtalı (RÇ)
Ø < h#
tezcÀ << tezgah (YS), vallÀ << vallah (RÇ)
Ø </k/
türçe < türkçe (RÇ)
Ø < l/
anadın < anladın (RÇ)
Ø < r/
peşembelēde < perşembelerde (CL)
Ø < t#
abdesanaya << abdesthaneye (CL)
Ø < /t/
arn çe << arnavutça (RÇ)
Ø < v/
tübe << tövbe (CL)
Ø < y#
çǖ << köy (YS), şi << şey (RÇ)
51
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Ekleşmeyle birlikte meydana gelen erime:
alma << almaya (YS)
1.2.9. Yutulma:
Bir kelimedeki bir ünsüzün, kendinden sonra gelen ünlünün açıklığında
erimeye fırsat bulamadan kaybolmasıdır.
Ø < #h
açi << kaça an (CL), ade << hadi (CL), astalanmişım << hastalanmışım (CL),
ayredesın << hayır edesin (CL), eppısıni << hepsini (CL), episile << hepsiyle (RÇ)
KVK > KK
anadoldan < anadoludan (RÇ), ayredesın << hayır edesin (CL), satlandi <<
satın aldı (RÇ), İki kelimenin kaynaşmasıyla, kelimelerden birinde yutulma
gerçekleşebilir:
üçüz < üç yüz (RÇ), derdane << dört tane (YS)
1.2.10. Büzülme:
Kelime ortasındaki bir veya daha fazla seste gerçekleşen erime veya
yutulmalarla meydana gelen ses kayıplarıdır.
celilē << geliyorlar (CL), dim << diyorum (CL), sÀni << sahanı (YS), üzleym
<< özlüyorum (YS), veridım << veriyordum (24 – 276), yigırmi << yirmi (YS)
1.2.11. Derilme:
Kelime sonundaki bir veya daha fazla seste gerçekleşen erime veya
yutulmalarla meydana gelen ses kayıplarıdır. Metnimizde bir örneği vardır:
cide << gidiyor (CL), cidi << gidiyor (YS), dÀ << daha (CL), oØu << oluyor
(YS), oturu << oturuyor (CL), süli << söylüyor (CL)
1.2.12. Düşme:
Kelime sonundaki bir sesin, kendinden önceki sesin açıklığında erimeye fırsat
bulmadan kaybolmasıdır.
52
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
Ø < I#
kaynanay << kaynanayı (CL), lutkay < lutkayı (YS), müferay << müferra’yı (YS)
1.2.13. İncelme:
Nitelik bakımından, ses organının arka tarafında teşekkül eden bir ünlünün
teşekkül noktasının öne kaymasıdır.
İpek Türk ağzında, art sıradan ünlü dizisine sahip birtakım kelimelerdeki
ünlülerin, bazen birinin incelerek ünlü uyumunu bozduğu görülürken bazen de hepsinin
incelerek incelik bakımından uyuma girdiği görülebilir:
attilē << attılar (RÇ), avli < avlu (CL), çarşi < çarşı (RÇ), dolmiştır <<
dolmuştur (YS), kadi < kadı (RÇ), karisi << karısı (CL), koyşi << konşı (CL), mektübi
<< mektubu (RÇ), mürteza << murtaza (RÇ), pazi < pazı (CL), yaptile << yaptılar
(CL), yokari << yukarı (CL)
1.2.14. Kalınlaşma:
Nitelik bakımından, ses organının ön tarafında teşekkül eden bir sesin teşekkül
noktasının dudağa kaymasıdır:
asçır << asker (CL), bizım < bizim (RÇ), cezdırilar << gezdiriyorlar (YS),
dayom < dayım (CL), eppisıni << hepsini (CL), etmisok << etmişiz (YS), isĺa << ıslah
(CL), ismım < ismim (RÇ), mızar < mezar (RÇ)
Daha çok alıntı kelimelerde dikkat çeken ve kelimede art ünlülerin tercih
edilmesi şeklinde gözlemleyebildiğimiz bir kalınlaşma vardır:
celïçe << gelirken (CL), derlar < derler (YS), içıne < içine (CL), kardaşım <
kardeşim (RÇ), mÀlesi << mahallesi (RÇ)
1.2.15. Genişleme:
Kelimede, dilin alçak konumunda seslendirilen bir sesin, dilin yüksek
konumunda seslendirilir hale gelmesidir:
e<i
erak < ırak (RÇ), ey << iyi (RÇ), dey << diyor (YS), serpçe << sırpça (RÇ)
o<u
dogormiş << doğurmuş (YS), oglo << oğlu (RÇ)
53
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
1.2.16. Daralma:
Kelimede, dilin yüksek konumunda seslendirilen bir sesin, dilin alçak
konumunda seslendirilir hale gelmesidir:
i<e
hırbiş << her bir şey (RÇ), milÀt << melahat (CL), mızar < mezar (RÇ), mìve
<< meyve (RÇ), niciydi < neciydi (RÇ)
U<O
büle << böyle (CL), çucuklari << çocukları (RÇ), sülema << söylemek (RÇ),
tǖbe << tövbe (CL), ügretmen << öğretmen (RÇ), ügrenci << öğrenci (RÇ), üle <<
öyle (CL), ülmiştırler << ölmüştürler (RÇ), üzleym << özlüyorum (YS)
i<ü
avlida < avluda (CL), üşim << üşüyorum (YS)
Bu ses olayı, ek almış kelimelerde ünlü uyumunu bozucu bir durum
sergilemektedir:
süli << söylüyor (CL), süleymiş << söylüyormuş (YS), turkyım << türküm (RÇ)
1.2.17. Düzleşme:
Nitelik bakımından yuvarlak olan bir ünlünün düz hale gelmesidir.
a<u
mÀhÀrem << muharrem (RÇ), mÀrem << muharrem (RÇ)
i<u
büyüdi << büyüdü (RÇ), kodilē << kodular (CL), konuşurdi < konuşurdu
(RÇ), kovdi << kovdu (RÇ), okodi << okudu (RÇ), oldi < oldu (YS), oldilar << oldular
(YS), sordi < sordu (RÇ), üldi << öldü (YS), yaramaydi << yaramıyordu (YS)
1.2.18. Yuvarlaklaşma:
Nitelik bakımından düz olan bir ünlünün yuvarlak hale gelmesidir.
Düzleşmeye nazaran yuvarlaklaşma daha yaygındır:
U<I
celÿlÀ << geliyorlar (CL), çülüm << kilim (YS), üpekli < ipekli (RÇ)
54
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
o<a
açon << kaça an (RÇ), çorşiya << çarşıya (RÇ), delırmï << delirmeye (YS),
kapanok << kapalı (RÇ), k
<< kalkmaya (YS), ïlma << elma (RÇ), onlï << onlar
(YS)
o<I
akşamlogi << akşamlığı (CL), alï < ali (YS), alïdok << alırdık (RÇ), begenosi
<< beğeniyorsun (YS), celï << gelir (CL), celïdık << gelirdik (CL), celïçe << gelirken
(CL), celmisok << gelmişiz (YS), cetororlē << getirirler (YS), çiktok << çıktık (RÇ),
dayom < dayım1 (CL), etmisok << etmişiz (YS), getorordok << getirirdik (RÇ), gittok
< gittik (RÇ), gitmiştï << gitmiştir (RÇ), kalabalok < kalabalık (YS), kocalok < kocalık
(YS), korkadok << korkardık (YS), imisok << imişiz (YS), maskaralok < maskaralık
(YS), kalosi << kalıyorsun (YS), nasï << nasıl (CL), nasol < nasıl (YS), satadok <<
satardık (RÇ), yapadok << yapardık (YS), yerdok < yerdik (YS)
o<e
düvermï << söylemek (RÇ), metro < metre (RÇ), ïlma < elma (RÇ), vermï <<
vermeye (RÇ)
ü<e
muzar < mezar (RÇ)
1.2.19. İkizleşme:
Kelime içindeki bir sese (ünsüz), nitelik itibariyle tıpatıp benzeyen bir sesin
türemesi olayıdır:
pp/ < p/
eppımız << hepimiz (YS), eppısi << hepsi (YS), eppisıni << hepsini (CL),
eppısıni << hepsini (YS)
İpek Türk ağzında, vurguyla birlikte meydana gelen ikizleşmeler de vardır:
doĺĺi << dolu (RÇ)
1.2.20. Tekleşme:
Kelime içinde mevcut olan ünsüz çiftlerinden birinin kaybolmasıdır:
Ekleşmeyle birlikte ortaya çıkan ikizleşme örnekleri de vardır:
1
“Kosova Türk Ağızlarında Sırp ve Arnavut Dilinin Etkisi, 1999” Prof.Dr.Nimetullah Hafız’ın yayınladığı
makalesinde belirttiği “o vokatif eki” değildir. Burada yuvarlaklaşma vardır.
55
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
yoladi << yolla-dı (CL)
Tekleşme olayına genellikle alıntı kelimelerde rastlanır. Kosova Türk ağızları
bu şekilde, ikiz ünsüz bulunduran yabancı kelimeleri Türkçeleştirme yolunu
benimsemiştir:
/k/ < /kk/
bakalci << bakkalcı (RÇ), düçan << dükkan (RÇ), takiyayle << takkeyle (YS)
/l/ < /ll/
māledeymişto << mahalledeymiştir (CL), yoladi << yolladı (CL)
/m/ < /mm/
māmed << muhammet (RÇ)
/v/ < /vv/
evel < evvel (CL)
/z/ < /zz/
lezetli < lezzetli (YS)
1.2.21. Toplaşma:
Bir kelimede iki ünlü yan yana gelince Türkçe bu ünlülerin arasında “y”
yardımcı ünsüzünü türetir. İkinci ünlü vurgusuz orta hecenin dar ünlüsü olur; bu dar
ünlüler kendilerini koruyamadıkları için düşerler. Böylece kelimenin hece sayısında
azalma gerçekleşir. İpek Türk ağzında toplaşma olayı, sola toplaşma şeklinde ve alıntı
kelimelerde görülmektedir:
payton << faeton (CL)
1.2.22. Birleşme:
İkisi daima yan yana kullanılan iki kelimenin, geçirdikleri ses
değişikliklerinden sonra, hem anlam hem de söyleyiş bakımından birleşip oluşan yeni
kelimenin her iki kelimeden bağımsız yeni bir kavramı karşılar hale gelmesidir:
badiyava << bedava (bad-ı heva) (YS)
1.2.23. Karışma:
Biri ünlüyle biten öbürü de ünlüyle başlayan iki kelimenin birlikte söylenmesi
56
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
esnasında gerçekleşen, ulanma ve erime olayları sonucunda meydana gelen; birinci
kelimenin son, ikinci kelimenin ilk ünlüsünün birbirine karışması olayıdır:
ştoyle << işte öyle (RÇ), toni << işte onu (YS)
1.2.24. Kaynaşma:
Konuşma sırasında, yan yana gelen iki kelimeden birinin son, diğerinin ilk
seslerinin anlamca birleşme görülmeden bazı ses olaylarının da etkisiyle kaynaşması
sonucunda, bu iki kelimenin, bir kelime gibi söylenmesidir:
büle << böyle (CL), tosoydor << o şöyledir (YS)
1.2.25. Türeme:
Kelimede daha önce bulunmayan bir sesin türemesi olayıdır:
a/ < Ø
yalanız < yalnız (CL)
#e < Ø
erende < rende (RÇ)
e# < Ø
içıne << için (CL)
I/ < Ø
amicam < amcam (RÇ), eppısi << hepsi (YS), hepisi < hepsi (CL)
k# < Ø
kapanok << kapalı (RÇ)
r/ < Ø
arkardaş < arkadaş (RÇ)
s/ < Ø
ismisi << ismi (RÇ)
t# < Ø
çeret << kere (CL)
57
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
y/ < Ø
benyım << benim (RÇ), türkyım << türküm (RÇ)
Eklerde yığılma şeklinde görülen türemeler:
kaynatırma < kaynatma (RÇ), yumuşansın < yumuşasın(RÇ)
Ekleşmeyle birlikte meydana gelen türeme olayı, ikizleşmeye sebep olabilir:
eppısınlen << hepsiyle (RÇ)
1.2.26. Göçüşme:
Kelimede yan yana bulunan iki sesin niteliklerinden hiçbir şey kaybetmeden
yer değiştirmesidir:
kırımzi << kırmızı (RÇ), olgum < oğlum (RÇ)
1.2.27. Benzetme:
Bir sesin, nitelikleri itibariyle, bir başka sesi kendisine benzetmesidir:
Ünsüz benzetmesi:
/nd/ < /md/
şindi < şimdi (RÇ) (gerilek-yandaş-yarı benzetme)
Ünlü benzetmesi:
/o-o/ < /o-u/
boyon < boyun (RÇ) (ilerlek-uzak-tam benzetme)
Ünsüz Ayrışması:
Bir ünsüzün, nitelik itibariyle kendisine benzeyen iki ünsüze ayrılmasıdır:
ng/ < n/
ang- < an- (YS), angıliymisık << anılıymışız (YS)
1.2.28. Muhafaza:
İpek Türk ağzındaki kimi kelimeler, eski şekillerini muhafaza etmektedir:
angıliymisık << anılıymışız (YS), yiàırmi / yigirmi : yirmi (YS)
58
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
1.2.29. Palatallaşma:
Yumuşak damak
aĺa < hala (YS), isĺa << ıslah (YS), konoşuĺi << konuşuluyor (RÇ), oĺi <<
oluyor (RÇ)
Ön damak
isØÀ << ıslah (CL), oØu << olur (RÇ), patØasın < patlasın (YS)
SONUÇ
Yapmış olduğumuz incelemeler sonucunda İpek Türk ağzında ünlü – ünlü
uyumsuzluğu sık görülmektedir. Bununla birlikte dişlileşme, damaklılaşma,
ötümsüzleşme, erime, yutulma, daralma, yuvarlaklaşma ve türeme çok sık
görülmektedir.
Oysa dudaklılaşma, patlayıcılaşma, ötümlüleşme büzülme, derilme, düşme,
incelme, kalınlaşma, genişleme, toplaşma, birleşme, karışma, kaynaşma göçüşme,
benzetme ve palatallaşma daha nadir görülmektedir.
Ancak muhafaza etmekte de İpek Türk ağzı eski kelimeleri korumuştur. İpek
Türk ağzı bölgesel olarak farklı dillerin etkisinden kurtulamadığı için belki de bu
değişiklikleri yaşamaktadır. Dil etkileşimi açısından İpek Türk Ağzı ayrıca disiplinler
arası araştırma ve incelemelere de muhtaçtır.
KAYNAK KİŞİLER:
Kısaltması
Adı ve soyadı
Yaşı
CL
Cevahir Lipa
83
RÇ
Reşat Çorkadi
56
YS
Yakup Studenitsa
72
59
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
KAYNAKÇA
AKALIN, Mehmet, “ Tarihi Türk Şiveleri” Ank.1988
AKSOY, Ömer Asım, “ Gaziantep Ağzı” İst. 1945
ATALAY, Besim, “Divanü Lugati’t – Türk Dizini IV” Ankara. 1986
BANGUOĞLU, Tahsin, “Türkçe’nin Grameri” Ank. 1986
CAFEROĞLU, Ahmet “Anadolu ve Rumeli Ağızlarının Bugünkü Durumu” VII. TD Kurultayında
okunan bilimsel bildiriler-1957 Ankara TDK, 1960
CAFEROĞLU, Ahmet”Anadolu ve Rumeli Ağızları Ünlü Değişmeleri”, TDAY-B Ankara, TDK,
1964
CAFEROĞLU, Ahmet “ Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar” İst. 1940
“Anadolu Ağızlarından Toplamalar” İst. 1943
“Sivas ve Tokat İlleri Ağızlarından Derlemeler” İst. 1944
“Güneydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar” İst.1945
“Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar” İst. 1946
“Orta Anadolu Ağızlarından Derlemeler” İst. 1943
“Anadolu İlleri Ağızlarından Derlemeler” İst. 1951
“Anadolu ve Rumeli Ağızlarında Ünlü Değişmeleri” TDAY, 1964
ÇABEJ, Eqrem, “Studime Gjuhesore III, Rilindja Prishtine, 1987”
DALLI, Hüseyin, “Kuzey – Doğu Bulgaristan Türk Ağızları Üzerine Araştırmalar”, Ank. 1978,
TDK yayınları.
DALLI, Hüseyin “ Kuzeydoğu Bulgaristan Türk Ağızları Üzerine Araştırmalar”Ank. 1991
DEDOVİÇ, Suzana, “Mitrovaçki Turski Govor”, Belgrad Üniversisi, 1992, Belgrad
DEDOVİÇ, Suzana, “Morfoloşke Karakteristike Mitrovaçkog Turskog Govora”, Çasopis za
Duruştvene Nauke, Priştina, 1994
“Fonetske Karakteristike Mitrovaçkog Turskog Govora”, Zbornik Filoloşkog
Fakulteta u Priştini, Kniga II, Priştina 1993
“Kosova Mitroviçası Türk Halk Edebiyatından Derlemeler” ÇEVREN, Özel sayı BalTam, Prizren 2001
60
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
“Mitroviça Türk Ağzının Başlıca Özellikleri” Bay dergisi, Prizren 2004
ERCİLASUN, Ahmet Bican, Kars İli Ağızları, Ank. 1963
ERGİN, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, İst. 1981
GABAİN, A. Von, “ Eski Türkçe’nin Grameri” (çev. Prof. Dr. M. Akalın), Ank. 1978
GEMALMAZ, Efrasiyab, “ Erzurum İli Ağızları” Erzurum 1978
HAZAİ, Georges, “Beitrage zur Kenntnis der Turkischen Mundarten Mazedoniens, Rocznik
Orientalityczny, XXII-2, 1960
HAZAİ, Georges,“Rumeli Ağızlarının Tarihi Üzerine”, TDAY-B, Ankara TDK, 1960
HAZAİ, Georges “Rumeli Ağızları Tarihinin İki Kaynağı Üzerine”, TDAY-B, 1963, Ankara, TDK
1963
GÜLENSOY, Tuncer, “Rumeli Ağızlarının Ses Bilgisi Üzerine Bir Deneme”, TDKY/B, 1984,
Ankara, 1987
GÜLENSOY, Tuncer, Kütahya ve Yöresi Ağızları, Ank. 1988
GÜLENSOY, Tuncer, “Anadolu ve Rumeli Ağızları Bibliyografyası” Kültür Bakanlığı MFADY:33,
Biyografiler/Bibliyografyalar Dizisi: 7, Ankara1981
GYULA, Nemeth, Zur Einleintung der Türkischen Mundarten Bulgariens, Sofia, 1956
HACIEMİNOĞLU, Necmettin “ Türk Dilinde Fiiller” İst. 1984
HASAN, Hamdi, Makedonya ve Kosova Türklerince Kullanılan Atasözleri ve Deyimler,
TDKY:685, Ankara: TDKY 1997
HASAN, Hamdi, “Kocacık (Makedonya) Ağzının Ses Özellikleri”, SESLER,Haziran 1995, Üsküp
HASAN, Hamdi, “Kalkandelen Türk Ağzı” SESLER,yıl XIX, S.173(Şubat-1983) Üsküp
HASAN, Hamdi, “Tetovkiot Turski Govor, Tetovo i Tetovsko Niz İstorijata” Tetovo 1982
http://tr.wikipedia.org/wiki/İpek,_Kosova
İBRAHİM, Nazım “ Cümle Bilgisi”, SESLER, Eylül-Ekim 1997, Üsküp
İBRAHİM, Nazım, “Vrapçiş’te ve Çevresi Türk Ağzı(Makedonya)”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara:
AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü- Türk Dili ve Edebiyatı, Ana Bilim Dalı,1997
İNALCIK, Halil, “Osmanlı Imperatorluğu (Klasik devir 1300-1600)”, Belgrad, 1974
JANOS, Eckman, “Kumanova Türk Ağzı”, TDKY, S-191, Nemeth Armağanı, Ankara 1962
61
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
JANOS, Eckman, “Dinler (Makedonya) Türk Ağzı”, TDAY-B, Ankara, TDK, 1960
KALAY, Emin, “ Edirne İli Ağızları” Ank. 1998
KALEŞİ, Hasan, “Prizren kao kulturni centar za vreme Turskog perioda” Gjurmime
Albanologjike, sayı, 1, Priştine 1962
KAKUK, Suzanne “Le dialect Turc d’Ohriden Macédonie, Acta Orientalia Academia e
Scientarum Hungaricae, Tomus XXVI/2-3, 1972
KARAHAN, Leyla “Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması” Ank. 1996
KATONA, K. Louis, “Le dialecte turc de la Macédonie de l’Ouest”, TDAY-D, Ankara, TDK, 1969
KAYA, Güven, “Yugoslavya Türk Halkı Yazınına Gerçekçi Bir Bakış”, Tan Yayınevi, Priştine 1986
KORKMAZ, Zeynep, “Güney – Batı Anadolu Ağızları” Ank. 19
“Batı Anadolu Ağızlarında Asli Vokal Uzunlukları Hakkında” TDAY 1953
KORKMAZ, Zeynep, Nevşehir ve Yöresi Ağızları, Ank. 1977
KOWALSKİ, Tadeusz, Osmanisch-Turkische Volkslieder aus Mazedonien: WZKM, XXXIII (1926)
KOWALSKİ, Tadeusz, “Zagadki ludowe tureckie (Enigmes popularies turques): Prace Komisiji
Oriental istyezny Polskiej Akademi Umeiejetnosci” No. 1. Krakow, 1919 Ülküsal,
Müstecip, Dobruca ve Türkler, Ankara 1987
KRASNİÇ, Ayten “İpek Türk Ağzında Söylenen Maniler ve Bazı Ağız Özellikleri”, ÇEVREN 51,
Priştine, 1986
MANSUROĞLU, Mecdut, “Edirne Ağzında Yapı, Anlam, Deyim ve Söz Dizimi Özellikleri”, TDA
Yıllığı, Ank. 1960
MORİNA, İrfan, “Mamuşa Türk Halkı Ağzı Üzerinde Dil Araştırması” (Yayınlanmamış Doktora
Tezi), İstanbul, 1985
“Mamuşa Ağzının Fonetik Özellikleri”, ÇEVREN, XII/49, Priştine 1985
“Mamuşa Ağzının Morfolojik Özellikleri”, ÇEVREN, XII/50, Priştine, 1985
OLCAY, Selahattin, “ Erzurum Ağzı ” Ank. 1966
“Doğu Trakya Yerli Ağzı” Ank. 1966
OLCAY, Selahattin “ Doğu Trakya Yerli Ağzı” Ank. 1995
OLİVERA, Yaşar-Nasteva, “Turskiot govor vo Gostivarskiot kraj”, Gostivarskiot kraj-II,
Gostivar: Opştinsko sobranie, 1970
62
İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE
OLİVERA Yaşar-Nasteva, “Za nekoi fonoloşki izmeni vo govorot na turskiotnaselenie vo
Gostivarsko”, Godişen Zbornik, Knjiga 21, Skopje, Filoloşki Fakultet Skopje, 1969
OKTAY, Ahmed,”Resne ve Çevresi Türk Ağızların Fonetik ve Sözlük Özellikleri”,Yüksek Lisans
Tezi, Üsküp, Kiril ve Metodik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 2001
SEVİN, Alil, “Radoviş ve Çevresi Türk Ağzı”, Yüksek Lisans Tezi, Üsküp, Kiril ve Metodik
Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyat Bölümü, 2000
SÜMER, Faruk, “Oğuzlar”, Ankara 1980
ŞANLI, Cevdet “ Kırklareli İli Merkez İlçe Köyleri Ağızları” Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Edirne 1990
YENİBAL, Selahattin, “Kırklareli Ağzı ve Hususiyetleri”, İ. Ü. Edb. Fak. Mezuniyet Tezi, No:
8/1718 – 1974
YUSUF, Süreyya, “Dil Çalışmaları”,Tan Yayınevi, Priştine, 1984
YUSUF, Süreyya, ”Arnavutçadan Prizren Türkçesine Aktarmalar” ÇEVREN,IV/III,S.5, Priştine
YUSUF, Süreyya, “Prizren Türkçesinde Kimi Yabancı Ögeler”, Çevren 1/3 (1974), Priştine
TUNA, O. Nedim, “ Türk Dilbilgisi Fonetik ve Morfoloji” Malatya, 1986
TURAN, Zikri, “ Fonetik ve Morfoloji Ders Notları” Sakarya, 2006/2007
63
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
64
Azərbaycan Alimləri və Qumuq Folklorunun Toplanmasi / A. QƏZƏNFƏRQIZI
AZƏRBAYCAN ALİMLƏRİ VƏ QUMUQ FOLKLORUNUN TOPLANMASI
The Collection the Folk-Lore of Kumuk and Scholarships of Azerbaijan
Aynur QƏZƏNFƏRQIZI
*
Özet: İstər Azərbaycanda, istərsə də qumuqlar arasında folklorun Avropa metodları ilə
toplanması və öyrənilməsi eyni zamanda başlasa da, Azərbaycanda folklorşünaslıq elmi qumuqlara
nisbətən sürətlə inkişaf etmişdir. Azərbaycan alimləri qumuq folklorunun toplanması, təbliği və
araşdırılmasına da səy göstərmişlər. 1920-ci illərdə bu yöndə uğurlu addımlar atılsa da, 1937-ci ilin
irticası bu xeyirxah və uğurlu işi durdurmuşdur.
Azərbaycan 1991-ci ildə müstəqilliyini elan etdikdən sonra yenidən türk xalqlarının
folklorunun, tarixinin, dilinin, ədəbiyyatının, mədəniyyətinin öyrənilməsinə meyl artmışdır. Bəkir
Çobanzadənin, Əmin Abidin, Abdulla Şərifovun və b. başladığı işi araşdırıcılarımız davam etdirməyə
başlamışlar. Azərbaycanda yenidən qumuq folklorunun araşdırılması ilə ilgili məqalələr çap
olunmuş, məruzələr hazırlanaraq elmi konfranslarda oxunmuşdur. Məruzədə qumuq folklor
materiallarının toplanması, öyrənilməsi və təbliğində Azərbaycan alimləri ilə yanaşı, qumuq, macar,
türk alimlərin də fəaliyyətindən söz açılmışdır.
Açar sözlər: Qafqaz xalqları, ümum qıbçaq folkloru, qumuq folkloru, Bəkir Çobanzadə,
Əmin Abid, Əli Şamil.
Abstract: Though the collection and study of folklore based on European methods started
at the same time both in Azerbaijan and among kumuks yet folklorism developed more rapidly in
Azerbaijan than among kumuks. Azerbaijani scientists realised efforts in collection, propogation and
study of kumuk folklore. Though successful steps were made in this regard during 1920’s yet this
success was ceased by the repression of 1937.
After Azerbaijan declared its independence in 1991 the tendency towards the study of
folklore, history, language, literature and culture of turkic nations regenerated. The researchers
continued the the activities in this field which had been started by Bekir Chobanzade, Emin Abidin,
Abdulla Sherifov and others. The articles about the research of kumuk folklore started being republished and research papers were presented in scientific conferences in Azerbaijan. The paper
deals with the activities of Azerbaijani researchers as well as kumuk, hungarian and turkish scientists
regarding collection, study and propogation of kumuk folklore materials.
Key words: The Caucasian folks, joint-kipchak folklore, kumuk folklore, Bekir Chobanzade,
Emin Abid, Ali Shamil
*
[email protected]
65
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Giriş
Qaynaqların verdiyi bilgiyə görə dünyada 5 minə yaxın dil var. (Dünya
halkları, 1998:11). 20-ci yüzilin əvvəllərində bu rəqəm 7 mindən çox idi. Savaşlar,
soyqırımlar, kütləvi xəstəliklər, imperialist dövlətlərin yeritdiyi asimilə siyasəti və elmi
texniki tərəqqi nəticəsində etnik qruplar, onların danşdığı dillərin sayı azalmaqdadır.
Birləşmiş Millətlər Birliyinin statistikasına görə müasir dövrdə hər il 50-ə yaxın dil yox
olmaqdadır. “2008-ci ili “Beynəlxalq dillər ili” elan edən UNESCO’nun (Birləşmiş
Millətlər Təhsil və Mədəniyyət Təşkilatı) 2013-cü ilin Mart ayında yenilənən “Təhlükə
Altındakı Dillər Atlası”nda, mövcud olan 6700 dildən 2 min 474 dil, adı, danışıldığı
bölgə və yox olma təhlükəsinə görə sıralanır. 231 dil isə yox olmuş olaraq qeyd edilir”
(http://www.jinepsgazetesi.com/dunya-dilleri-birer-birer-yok-oluyor-12812.html).
Hər bir yox olan dil, xalq dunya mədəniyyətinin bir parçasıdır. Qumuqların da
folkloru vaxtında toplanmadığından dunya mədəniyyətinə ağir zərbə vurmuş olur. Bu
yanlışı aradan qaldırmaq üçün isə folklor materiallarının vaxtında toplanıb
sistemləşdirilməsi və arxivlənməsi lazımdır. Lakin, təəssüflər olsun ki, qumuq folkloru
uzun illər boyunca ağır təzyiqlərə məruz qalmış, nəticədə bir çox materiallar tamamilə
unudulmuşdur ki, bu da ümumtürk folklorunun öyrənilməsinə zərbə vrurur.
Qumuqlar Qüzey Qafqazda Rusiya Federativ Respublikasına bağlı Dağıstan
Respublikası ərazisində yaşayır. Əhalisinin sayı 1996-cı il məlumatlarına görə 250 min
nəfəri təşkil edir. Sovet dövründə 50 mindən çox qumuq Osetiya, İraq, İran, Türkiyə və
Azərbaycan ərazisinə köç etmişdir.
Bu gün dünyada Turan siyasi Türk birliyi qurulması yolunda olduqca ciddi
addımlar atılıb. Bu bütün türklərin bir olması, yaxınlaşması deməkdir. Müstəqil bir
dövlət olan Azərbaycan Respublikası öz soykökünü araşdırmaq üçün müxtəlif yönlü
fəaliyyətlər göstərir. Bunlardan biri də digər türk xalqlarının folklorunun araşdırılması
məsələsidir.
1. Qumuq folklorunun toplanmasında Azərbaycan alimlərinin rolu
XIX əsrədək qumuq Azərbaycan əlaqələri olduqca güclü inkişaf etmişdir. Hətta
dillər muzeyi sayılan Qüzey Qafqazda ortaq dil olaraq türk dili istifadə olunurdu.
Qumuqlar Bakını bir növ mərkəz sayır, işləmək, təhsil almaq üçün bura gəlirdi. Lakin
Rusiya özünün “parçala və hökm sür” siyasətini yeritmək üçün qumuqların Azərbaycanla
əlaqəsini zəiflədərək onları daha çox Rusiyaya yönləndirdi. Qafqazın işğalını başa
çatdırdıqdan sonra burda tədricən ortaq dil olaraq rus dili işlənməyə başladı.
Yaxın keçmişə qədər iç-içə yaşayan, sıx əlaqədə olan qumuqlarla ədəbiyyat,
incəsənət, tarixi, folklorik əlaqələrin araşdırılması olduqca zəif olmuşdur. Bu haqda
tədqiqatları incələdikdə Mirzə Bala Məmmədzadənin 1967-ci ildə nəşr olunmuş
66
Azərbaycan Alimləri və Qumuq Folklorunun Toplanmasi / A. QƏZƏNFƏRQIZI
Kumuklar İslam Ansiklopediyasının 6. Cildində, Bəkir Çobanzadənin “Maarif və
mədəniyyət” №3 (23) buraxılışnda nəşr olunmuş “Qumuq dili və ədəbiyyatı” haqqında
məqaləsində; Əmin Abidin 1930-cu ildə “Azərbaycanı öyrənmə yolları” dərgisində
nəşr olunmuş “Türk xalq ədəbiyyatında mani nevi və Azərbaycan bayatılarının
xüsusiyyəti” məqaləsi; Güllü Yoloğlunun 1996-cı il “Press fakt” qəzetində “Qumuqlar”
məqaləsi; Afaq Ramazanlının “Mərasim folkloru” (2002) kitabında ötəri toxunulmuş
və Əli Şamilin “Uyğur, qaqauz, qüzey Qafqaz türklərinin folkloru və ədəbiyyatı”
(2011) kitabında bir başlıq qumuqlara həsr olunmuşdur.
Azərbaycanda qumuq folklorunun toplanmasına dair ilk nümunə Əmin Abidə
aiddir. Onun 1930-cu ildə “Azərbaycanı öyrənmə yolları” dərgisində nəşr olunmuş
“Türk xalq ədəbiyyatında mani nevi və Azərbaycan bayatılarının xüsusiyyəti”
məqaləsində beş min bayatı üzərində apardığı tədqiqin bir qismində qumuq
sarınlarında örnək verilmiş və onların haqqında danışılmışdır. Cəmi 4 sarın örnəyi
verən Ə.Abid bu örnəkləri də tələbəsi qusarlı Mustafa Əzəmətzadədən almışdır.
Ə.Abidin verdiyi sarın – bayatı örnəkləri bunlardır:
Barbar gəltir, bar gəltir
Bazarda satar əltir.
Qaşın bulan gözünnü
Arası çətir-çətir.
At mindim alaşasın,
O gör yegdim kaşkasın.
Alsam səni alırman
Alman səndən başkasın.
Tar fırkırık tar sokmak
Tartayım biləgindən.
Tamurlangan tereksen
Tapmadım yüregimden
Qapqara qara yaşman,
Qaralığlm yaşırman.
Sən mağa gəlməsən də,
Sağa gəlib baş orman (Abid Ə., 2008:134).
Bu sarınlar haqqında da elə ciddi bir tədqiqat aparmayan, sadəcə örnək
verməklə kifayətlənən Əmin Abid bununla qumuq folklorunun toplamış və ondan
istifadə etmiş ilk alim ünvanını qazanmışdır.
Daha sonra Bəkir Çobanzadə “Maarif və mədəniyyət” №3(23) buraxılışnda
nəşr olunmuş “Qumuq dili və ədəbiyyatı” adlı məqaləsində qumuq folkloru haqqında
67
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
da təhlillər aparan müəllif burda qumuq folklorunda hansı mövzuların aktual
olduğundan, işləkliyindən danışmış, eyni zamanda örnəklər də göstərmişdir. Lakin bu
örnəklər də çox azdır və onlar haqqında məlumatlar olduqca səthidir. İlk dəfə məqalə
şəklində 1925-ci ildə “Maarif və mədəniyyət” dərgisində nəşr olunan bu məqaləsindən
sonra alim qumuqlar haqqında digər məqalələrini də toplayıb coxcildlik əsərlərinə daxil
etmişdir (Çobanzadə B., 1925:24).
2. Qumuq folklorunun toplanmasında dünya alimlərinin rolu
Avropa alimlərindən A.Düma qumuq folkloruna müraciət edən ilk alimdir. O,
1904-cü ildə Dağıstana gəlmiş və daha sonra öz əsərlərində burdan əldə etdiyi əsatir və
rəvayətləri istifadə etmişdir. Bunların arasında məşhur qumuq rəvayəti “Sarikum” da var.
Daha sonra qumuq folklor materiallarının toplanmasında önəmli yerlərdən
birini P.İ.Qolovinskomunun topladığı matriallar təşkil edir. Onun “Кумыки. Их песни
и обычай” (Qolovinskiy P., 1893:290-297) məqaləsində o artıq unudulmaqda olan bir
çox folklor örnəkləri haqqında danışır. Eyni zamanda o ilk alimdir ki, qumuq
mahnılarının xorla oxunan qismi haqqında tədqiqat işi aparmışdır. Kazak yırı haqqında
məlumat vermiş və bu janrın artıq unudulmaqda olduğunu qeyd etmişdir.
1893-cü ildə L.Lopatinskinin və M.Afanasevin “Сборник материалов для
описания местностей и племен Кавказа” dərgisində nəşr etdirdiyi mahnılar, nağıllar,
epik mahnılar mahiyyətcə ən yaxşı nəşr sayıla bilər (Lopatinskiy L. 1893).
Bunlardan başqa A.Qrenin “İz oblasti kumıkskoy etnoqrafii” əsərində də
qumuq folklor materiallarının toplanması şahidi oluruq. Ancaq bütün bunlarla yanaşı,
qumuq folkloruna marağı N.Semenov artırmışdır. O Xasavyurt ərazisində yaşadığı
zamanlarda qumuqların məişət həyatına, eyni zamanda onların folklioruna da yaxından
bələd olmuşdur. Beləliklə də o, qumuqların adət-ənənəsi haqqında mükəmməl material
toplamağı bacarmışdır. O daha sonra topladığı materialları rus dilinə tərcümə edərək
“Pesnyu kumıkskoy devuşki” adı ilə nəşr etdirmişdir. (Semenov N., 1879:154 )
Son illərdə Türkiyə tədqiqatçısı Ç.Pekaçar da qumuq folklor materiallarının
toplanmasında və Türkiyədə yayımlanmasına nail olmuşdur (http://ekitap.kulturturizm.
gov.tr/belge/1-27631/Qumuq-edebiyati-20cilt.html)
3. Qumuq folklorunun toplanmasında qumuq alimlərinin rolu
Qumuq folklorunun toplanmasında qumuq alimi Məhəmmət Əfəndi
Osmanovdur. O, 1883-cü ildə Peterburqda çap etdirdiyi kitaba noqaylardan və
qumuqlardan toplanmış folklor nümunələrini və yazarı bəlli olmayan şeirlər daxil
etmişdir. 1880-ci illərədək Sankt-Peterburq üniversitetinin Şərqşünaslıq fakültəsində
68
Azərbaycan Alimləri və Qumuq Folklorunun Toplanmasi / A. QƏZƏNFƏRQIZI
Türk dili dərsi deyən M.Ə.Osmanov “Ногайские и кумыкские тексты (Osmanov E.,
1883)” kitabını dərslik kimi çap etdirmişdir.
Yuxarıda yazılanları nəzərə alaraq belə bir nəticəyə gəlirik ki, qumuq folklor
materiallarının toplanmasında aşağıdakı mərhələləri qeyd etmək olar.
Birinci mərhələ XIX əsrin II yarısı – XX əsrin başlanğıcı. Bu mərhələdə
“Sbornik svedeniy o Terskoy oblasti” jurnalında Qafqaz xalqlarının etnoqrafiyasına və
folkloruna aid materiallar nəşr edilmişdir.
İkinci mərhələ XIX əsrin sonu – XX əsrin əvvəlləri. Bu dövrdə M.Ə.Osmanov,
A.Ömərov və s. müəlliflərin yetişdiyi dövr sayılır.
Daha sonra XX əsrin 20-ci illərindən sonrakı dövr başlayır ki, artıq qumuq
folkloru sistemli şəkildə toplanmağa və öyrənilməyə başlanıb. Bunda A.Aqavov,
S.Aliyev, M.Xanqişiyev, K.Sultanov, A.Hacıyev, S.Hacıyev və s. alimlərin rolu böyük
olmuşdur.
Bütün bunlarla yanaşı, qumuq folklorunun toplanması olduqca zəif olmuşdur.
İstər nağıl, istər atalar sözü, istər sarınlar və s. janrlar çox zəif toplanmışdır. Bəzi
janrlarda isə demək olar ki, tamamilə toplanmamış və unudulmuşdur. Məsələn, lətifə
janrını buna misal gətirə bilərik. Qumuq folklorunda demək olar ki, heç bir lətifə
qəhrəmanına rast gəlmədik. Digər türk xalqlarında geniş yayılmış Molla Nəsrəddin,
Bəhlul Danəndə və s. kimi lətifə qəhrəmanlarını qumuq folklorunda görə bilmədik. Bu
da toplama işinin çox zəif olmasından irəli gəlir. Çünki Molla Nəsrəddin adının
yırlarda çəkilməsindən aydın olur ki, bu qəhrəman qumuq xalqına tanışdır. Ola bilməz
ki, digər türk xalqlarında lətifə qəhrəmanı kimi tanınan Molla Nəsrəddin qumuq
folklorunda mövcud olmasın. Düşünürük ki, buna səbəb toplama işinin zəifliyidir.
4. Qumuq folklorunun araşdırılması və Əli Şamil
Qumuq folklorunu Azərbaycanda sistemli şəkildə tədqiq edən Əli Şamildir. O,
özünün “Uyğur qaqauz, Qüzey Qafqaz türklərinin folkloru və ədəbiyyatı” kitabında
geniş bir başlığı qumuqlara həsr edərək onların folklorundan müasir dövr
ədəbiyyatınadək tədqiqat aparmış, örnəklər vermişdir (Şamil Ə., 2011:4).
Müəllif qumuq folklorunun janrlara bölünməsindən geniş danışmışdır. Demək
olar ki, bütün folklor janrları haqqında sistemli şəkildə məlumat verən Əli Şamil
gətirdiyi bir çox örnəklərdə gah şumer mətnləri ilə müqayisə aparmış, gah
Tenqriçiliyin izlərini axtarmışdır. Bu da müəllifin tədqiqatnın ciddi akademik elmi
səviyyədə olmadığını, sadəcə ideoloji xarakter daşıdığını göstərir. Əli Şamil qumuq
folkloruna ümumtürk kontekstində baxmağa çalışmış, bu folklorun ümumtürk
folklorunun bir qolu olduğunu sübut etmək istəmişdir.
69
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Nəticə
Məruzədən gəldiyimiz nəticə bu oldu ki, macar, Türkiyə, qumuq, Azərbaycan
alimlərinin də maraq göstərdiyi, zamanla tədqiqat aparsalar da, qumuq folklor
materiallarının toplanması olduqca zəif olmuşdur. Bu da bir çox folklor materiallarının
unudulması ilə yanaşı, həm də ayrılıqda janrların inkişafına xələl gətirmişdir.
QAYNAQLAR
Abid Əmin. Seçilmiş əsərləri. (2007). Bakı, “Şərq-Qərb”. 288 s.
Çobanzadə Bəkir. (1925). Qumuq dili və ədəbiyyatı. “Maarif və mədəniyyət”. №3(23)
Məmmədzadə M.B. (1995). İslam ansiklopedisi, VI. 986-990 Səh 986
Xürrəmqızı Afaq. (2002). Azərbaycan mərasim folkloru. Bakı, 209 s.
Şamil Əli. (2011).Uyğur, qaqauz, Güney Qafqaz türklərinin folkloru və ədəbiyyatı. Bakı, 412 s.
Yoloğlu Güllü. (1996). Qumuqlar. “Press fakt”, 16 oktyabr.
Dünya halkları. (1998). Tarihi ansiklopedik malumat kitabı, “Azerbaycan Ansiklopedisi” NPB,
Bakı.
Xürrəmqızı Afaq. (2002). Azərbaycan mərasim folkloru. Bakı, 209 s.
Головинский П.И. (1879). “Кумыки. Их песни и обычаи”. Сборник сведений о Терской
области. Вып. 1. Владикавказ. С 290-297
Лопатинский Л. Афанасьев М. (1893). “Йыр о Казанбие”. Сборник материалов для
описания местностей и племен Кавказа.
Османов М.Е. (1883) “Ногайские и кумыкские тексты”. (Сборник ногайских и кумыкских
песен, преданий, поговорок, пословиц). СПб.
Семёнов Н. (1879). “Песни кумыкской девушки”. Сборник сведений о Терской области.
Вып. 1. Владикавказ. С 154.
Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi. (2009). Ankara. 20. Cilt. Editör: Çetin Pekaçar.
http://www.jinepsgazetesi.com/dunya-dilleri-birer-birer-yok-oluyor-12812.html
70
Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER
OĞUZ-NAMELERİN ŞİİRSEL YAPISI VE EMSAL-İ MUHAMMED ALİ ELYAZISI
Poetic Structure of Oghuzname and Manuscript of Emasl-i-Mahammad Ali
Efzeleddin ASKER
*
Özet: “Emsal-i Muhammed Ali” veya “Mecmeül-emsal-i Muhammed Ali” adlandırılan Oğuzname nüshası XVI. Yüzyıl sonu XVII. Yüzyıl başlarında Anadolu'da yazıya aktarılmıştır. El-yazısı,
atasözlerinden ve özdeyişlerden ibarettir. Bunlar nüshada Arap alfabesi sırasıyla dizilmiştir. Destan
şeklinde olan Oğuz-nameler dışında nasihat konulu Oğuz-nameler de mevcuttu. Her iki türden olan
Oğuz-nameler, ritimli-sentaktik paralelizme dayanılarak kurulmuştur. Kaynaklarda bu şiir şekli ozanozon-ozmak adlandırılıyor. “Emsal-i Muhammed Ali”yi tertip eden kişi, ritimli sentaktik paralelizmin
yapı öğelerini parçalayarak metni Arap alfabesi sırasına uygun olarak düzenlemiştir.
Anahtar kelimeler: “Emsal-i Muhammed Ali”, Ozmak, Dede Korkut, Ali-zade
Abstract: It is known that the Oghuzname manuscript called “Emsal-i Mahammad Ali” or
“Mejmeul-emsal-i Mahammad Ali” was copied at the of 16 and begining of 17-th century In Anatolia.
The manuscript includes proverbs, which were lined up in the manuscript in succession in Arabic
alphabet. Apart from the Oghuzname,in the form of epos there were didactic Oghuzname. The
Oghuzname of the both types were constructed resting uponrhytmical-syntactic paralelism. This
poem was called ozan-ozon-ozmak in the sources. The person who drawn up “Emsal-i Mahammad
Ali” lined up the text in strict conformity with the Arabic alphabet’s row, breaking down the
rhytmical-syntactic paralelism.
Key words: “Amsali-Mahammadali”, Topkapi Oghuzname, proverb, Dada Gorgud, Ali-zade
GİRİŞ
1987 yılında Bakü'de “Oğuz-name” başlıklı bir kitap yayınlandı. Kitabı,
dilbilimci Samet Ali-zade St. Petersburg Üniversitesi Doğubilim Fakültesi
Kütüphanesinde muhafaza edilen, üzerine “Emsal-i Muhammed Ali” ve “Mecme’ül
emsal-i Muhammed Ali” sözleri yazılmış olan el yazısına dayanarak yayına
*
Yrd.Doç.Dr., Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi, Folklor Enstitüsü, Türk Halkları Folkloru Bölümünün
Başkanı, [email protected]
71
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
hazırlamıştır. Muhammed Ali, müstensihin ismidir. Yayınlanan kitap önsöz, açıklama
ve sözlükten ibaretti. Kitabı bastıran S. Ali-zade, eserin el yazısındaki nüshaya ebcetle
düşürülmüş tarihe dayanarak onun 16. yy. sonu ve ya 17. yy. başlangıcına ait eski bir el
yazısından aktarıldığı kanaatine varmıştır (Oğuz-name, 1987: 4).
Bu nüshanın yazıldığı yer, istinsah tarihi ve müstensih hakkında el yazısında
birkaç not bulunmaktadır. Bu notlar yayıncının da vurguladığı gibi Anadolu
Türkçesindedir (Oğuz-name, 1987: 5). El-yazısının Anadolu'da yazıya alındığı
varsayılabilir. Atasözlerinden oluşan el-yazısının “Oğuz-name” adlandırılması S. Alizade'nin sübjektif yaklaşımını ifade etmemektedir; zira el-yazısında Farsça olarak: “Bu,
Oğuz-name kitabıdır” kaydı düşülmüştür (Oğuz-name, 1987: 3). El-yazısı genellikle
atasözlerinden oluşmaktadır. Ayrıca S. Ali-zade'nin belirttiği gibi kaynakta başka türlü
deyimler de bulunmaktadır. Atasözleri, ortaçağ geleneklerine uygun biçimde Arap alfabe
sırasına göre düzenlenmiş. Burada yer alan atasözlerinin bazıları “Dede Korkut”
destanlarında, “Atasözü” adıyla bilinen el-yazısında ve Topkapı Oğuz-namesi olarak
bilinen metinde de görülmektedir. Ayrıca bu el-yazısının dil özellikleri de diğer Oğuznameler'in dil özelliklerine benzemektedir.
S. Ali-zade, yayına hazırladığı el-yazısının diğer Oğuz-nameler'den daha eski
olduğunu varsayarak şunları yazmaktadır: “Edebî-tarihî varislik bağı açısından “Oğuzname”nin (yazarın yayına hazırladığı el-yazısı kastediliyor–E.A.) Yazıcıoğlu'nun
eserinden (Topkapı Oğuz-namesi'nden–E.A.), Dits'in yayınlatdığı örneklerin alındığı
derlemeden (“Ata sözü”nden–E.A.), hatta “Dede Korkut Kitabı”nın el-yazısı
nüshalarından daha eski olması gerekir. Çünkü bu kaynaklarda rastladığımız deyim
örnekleri bütünün (burada “Oğuz-name”nin) küçük bir parçasıdır” (Oğuz-name, 1987: 8).
Anlaşıldığı üzere, S. Ali-zade el-yazısının tarihini belirlerken, yayına hazırladığı nüshada
diğer Oğuz-nameler'le mukayesede daha fazla deyim örneği bulunmasına dayanmaktadır.
S. Ali-zade konuyu bir kadar da ileri götürerek “Emsal-i Muhammed Ali”
derlemesindeki deyimlerin formalite bakımından arkaik olması fikrini savunarak: “Dits'in
yayınlattığı örneklerin kâtibi ... Bir kadar farklı yol takip etmiştir. “Oğuz-name”deki (o,
yayına hazırladığı el yazısını kastediyor–E.A.) paremilere (toplam 25 örnek) yer
verirken, düzyazı örneklerini aynen tekrarlayarak bazı eklemeler de yapmış, nazım
şeklindeki örneklerin ise şiirsel yapısını değiştirmeye, dil ve üslup bakımından
“tamamlamaya” çalışmıştır. Örneğin, “Ata sözini tutmayin yabana atılur, Ahirette tamu
ehline katılur”, “Halayike ton geyürsen kadın olmaz, Çalıyıla kahar diken odun olmaz”,
“Dövlengece günde (?) toğsan (?) toğan olmaz, Gülbeşeker içinde soğan olmaz” vb.
“Oğuz-name”de bu örneklerin ikinci mısraları bulunmamaktadır. Anonim katibin
imitasyona, üslup taklidine yol açarak paremik parodiler oluşturduğu açıkça
görülmektedir. Belki de yazarın eline “Oğuz-name”den perakende şekilde yalnızca bazı
sayfalar veya tamamen bir başka kaynak aracılığıyla birkaç örnek geçmiştir. Dolayısıyla
belirtilen örneklerde “karavaş” kelimesinin yerine “halayık” kelimesinin kullanılması,
“künde taksan” ifadesinin “günde doğsan” şeklinde okunarak ele alınan parçada
anlaşmazlığa yol açması birer raslantı olarak değerlendirilmemelidir” (Oğuz-name, 1987:
72
Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER
8). Böylece S. Ali-zade “Emsal-i Muhammed Ali” el yazmasını tüm yazılı Oğuznameler'in kaynağı olduğunu düşünmektedir. Anılan el-yazısındaki paremiler şekil
bakımından ilk örnek olarak kabul ediliyor. Bu nedenle de “Ata sözü”ndeki (aynı
zamanda diğer Oğuz-nameler'deki) paremilerde görülen sentaktik paralelizm, müstensih
müdahalesinin bir ürünü olarak nitelendiriliyor.
Konunun bu şekilde ele alınışı Oğuz-nameler'in sözlü veya yazılı yaratıcılık
ürünü olmasının kesinleşmemesinden kaynaklanmaktadır.
Oğuz-nameler'in sözlü yaratıcılık ürünü olmasını ve ozanlar tarafından
seslendirilmesini bir daha ispatlamaya gerek duymuyoruz. Bu meseleye araştırmacılar
tarafından yeterince açıklık getirilmiştir. Buna rağmen birçok araştırma yazılarında
Oğuzlar hakkında yazılı şiirsel metinlerin herhangi bir hususu değerlendirilirken sözlü
yaratıcılığın kuralları ihmal ediliyor. Bunun sonucunda Oğuzlar hakkında yazılı şiirsel
metinlerin sözlü şiirsel yaratıcılığın bir ürünü olmasının belirtilmesi boş itiraftan başka
bir şey değildir. Metinbilimcinin el-yazısının ilk ve buradaki paremilerin arkaik olduğunu
belirtmesi, böyle bir yaklaşımın belirgin bir ifadesidir. Aksi takdirde, el yazmasındaki
paremiler değerlendirilirken Oğuz-nameler'in “doğal şekli”, yani sözlü gelenekte mevcut
olan durumu esas alınıyordu. Bu durumda katibin sözlü geleneğe ne kadar sadık kaldığını
veya el-yazısının sözlü geleneği ne ölçüde yansıttığını, ayrıca “paremik parodi”
adlandırılan sentaktik paralelizmin ozan yaratıcılığının, veya katip kaleminin ürünü
olduğunu görmek mümkün olabilirdi.
Şunu da belirtelim ki, folklor metninden oluşan el-yazısının “birinciliğini”,
bunun diğer el yazmaları için kaynak olduğunu (veya olup-olmadığını) sözlü epik/şiirsel
metnin mahiyetinden yola çıkarak açığa kavuşturması mümkündür.
Oğuz-nameler'in şiirsel şekli hakkında elimizde bulunan bilgiler, “Emsal-i
Muhammed Ali” derlemesinin nasıl düzenlendiği meselesine açıklık getirmektedir. Bu
yüzden de meselenin açıklamasına Oğuz-nameler'in şiirsel şeklinden başlamayı uygun
saymaktayız.
OĞUZ-NAMELER'İN SUNUMU VE ŞİİRSEL YAPISI
Tarihi kaynaklarda Oğuz-nameler'in müzik aleti eşliğinde ve söylenerek
seslendirildiği bildiriliyor. Örneğin, Şeyh Süleyman Buhari'nin (XVII. yy.) “Lüğat-i
Çağatay-i ve Türki-Osmani” eserinde Oğuz Han hakkında destanın “ozan” adlandırılan
“vezinsiz ve nağmesiz bir terane” ile seslendirildiği bildiriliyor (Köprülü F., 1966: 141).
A. Nevai'nin “Mizan-ül Evzan” eserinde ozan ezgisi “ozanların ozmağı” adlandırılıyor ve
“hiç bir vezne uymuyor” şeklinde nitelendiriliyor (Mollaev, 1974: 73). Budapeşte
Akademi Kütüphanesinde muhafaza edilen Çağatayca-Farsça eski bir sözlükte ozan
“Oğuz Han ve Kara Han” hikayesini “okuma tarzının adı” olarak veriliyor (Köprülü,
1966: 141). “Emsal-i Muhammed Ali” derlemesinde geçen bir deyimde “ozon demek”
73
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
deyimiyle karşılaşıyoruz: “Kim ozon der, kim kıssa der, eyle kim yıralar” (Oğuz-name,
1987: 52). Burada bahsettiğimiz olaydan söz edildiğini açıkça görüyoruz.
Kaynaklarda ozmak-ozon-ozan varyantları şeklinde ifade edilen terim,
yalnızca Oğuz-nameler'in sunumu sırasında okunan ezgiyi değil, aynı zamanda metnin
şiirsel şeklini ifade etmiştir. Benzer epik olay, Altay epik geleneğinde “kay”, Kazak
epik geleneğinde “jir” olarak geçiyor. Terimin sesteşliği epik olayın senkretik
doğasından kaynaklanıyor.
Ozmak şiir şeklini V. M. Jirmunski “hecelerin nispi serbestliğiyle ritimlisentaktik paralelizm” adlandırarak bunun eski Türk epik şiirinin temelinde durduğunu
gösteriyor (Jirmunskiy V. M., 1974: 632). Buna rağmen, müellif, ritimli sentaktik
paralelizmi “Dede Korkut” destanlarının soylama kısmıyla sınırlandırıyor. Dede
Korkut Oğuz-namelerinde sentaktik paralelizmin sınırları tartışmalı olsa da, destanların
metninde düzyazı kısımlarının varlığı inkar olunmaz bir gerçek. Bu nedenle de
V.M.Jirmunski Oğuz-namelerin “okumak ve anlatmak” şeklinde söylenildiğini
kaydeder (Jirmunskiy V. M., 1974: 616-617). Buna rağmen didaktik Oğuz-nameler
yalnız sentaktik paralelizmler biçiminde oluşturulmaktadır. Didaktik Oğuz-namelerin
sentaktik paralelizmler şeklinde oluşu onların kopuz eşliğinde söylendiğini
göstermektedir. “Ata sözü” adlanan el-yazısında “Dede Korkut'a ait edilen sözler” alkış
anlamındaki girişle başlar. Burada metnin müzik aletinin eşliğinde seslendirilmesi
açıkça görülüyor:
Evvel sağlığa çalalum, sağlık gelsün,
Esenliğe çalalum, esenlik gelsün,
Devlete çalalum, devletinüz kayim olsun,
Dostluğa çalalum, düşmanınız nayim olsun,
Uğura çalalum, uğurunuz hayır olsun,
İşinüz, gücinüz dayim seyr olsun (Hacıyev T. İ., 1983: 84).
Belli olduğu üzere, çağdaş aşıklar, destanın ifasına üstat-nameyle başlarlar. Bu
üstat-nameler Hakka kavuşmuş aşıkların öğüt verici şiirlerinden oluşmaktadır. Oğuznamede de biz aynı durumla karşılaşıyoruz: meddah-ozan Dede Korkut Oğuznamelerini söylemeden önce, ulu ozanı hatırlar ve onun kişiliğinden ve müdrik
sözlerinden bahseder. “Dede Korkut” kitabının giriş kısmı anlatıcı ozanın ulu ozanı –
Dede Korkut`u anma geleneğiyle bağlı olarak ortaya çıkmış. Böylece, “Ata sözü” adı
alan öğüt içerikli Oğuz-namelerin Oğuzlar hakkında destanların anlatılmasına giriş
niteliğinde kopuz eşliğinde okunduğunu ihtimal edebiliriz.
Atasözü Konulu Oğuz-Nameler ve Atasözü Türü
Halk bilimimizde bir tür adı olarak kullanılan atasözleri, halktan kaynaklanan
folklor terimidir. Bu terim folklor geleneğinde farklı yapıya sahip paremileri ifade eder.
74
Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER
Bunun aksine olarak halkbilimde atasözü terimi belli bir yapıya sahip olan ve
özellikleri farklılık arz eden paremilere ait edilir (Permyakov, 1988: 13-18). Biz
formalite bakımından ritimli-sentaktik paralelizmler şeklinde kurulan ve içerik
bakımından özlü sözler, değerlendirmeler, nasihatler, takdirler ve öngörülerden oluşan
ozan ozmaklarının atasözü adlandırılmasının sözlü gelenekten kaynaklandığını
biliyoruz. Bu tip metinlerde bunların Ataa ait olması hakkında imalar bulunmaktadır.
Örneğin, “Dede Korkut” destanlarının mukaddeme kısmındaki soylamalar ve “Ata
sözü”ndeki örneklerin bir kısmı Dede Korkut'a ait edilir. Ayrıca “Atasözünde olan bir
ozmak “Ataın” dilinden söylenir: “Ataın sözü Kuran'a girmez”... Bir ozmak ise “Oğuz
Ata”nın dilinden söylenir (Hacıyev, 86, 87). Görüldüğü gibi bu ozmaklar tabir
yerindeyse Ataın sözü olarak söylenmiş ve icra edilmiştir. Demek, Dits'in yayınlattığı
el yazmasının üzerindeki “Ata sözü” ifadesi geleneklerden kaynaklanıyor.
Atasözü konulu Oğuz-nameler, hem geleneksel, hem de bilimsel anlamda
kullandığımız atasözlerinden farklıdır. Ozmağın parçaları janr olarak atasözlerinden ve
aforizmlerden oluşsa bile diğer Oğuz-nameler gibi ozmağın-ritimli sentaktik
paralelizmin kurallarına tabi olur. Diğer şiirsel usulleri bir tarafa bırakalım, ozmak
biçiminde olan atasözleri ritim, sentaktik paralelizm ve değişik biçimlerde kendini
gösteren redif gibi alametlerin taşıyıcısıdır. Bununla birlikte atasözü içerikli Oğuzname, tamamen bir başka usulle de yapılabilir. Bu zaman ozmağın ögeleri arasında
paremilere rastlanmamaktadır. Örneğin, “Ata Sözleri”nde Dede Korkut dilinden
söylenen bir ozmakta gelecekte kültürel değerlerin kaybolacağı belirtiliyor:
Eğrice, büğrüce ağac-uğac olmaya, saban ola,
Çoluk-çulak kalmaya, çoban ola,
Kavukca, savukca ağac kalmaya, boyunduruğ ola,
At, eşek kalmaya, öküz ola,
Dere-tepe kalmaya, tarla ola,
Tana-dolabı kalmaya, güvlek ola,
Ulu-kiçi kalmaya, mülük ola,
Yigitler, kocalar, avratlar gibi çavlağı yüzlük ola,
Kimsenün kimse yanında ödüncden, görüncden haceti bitmeye ...
Ataı turırken oğullar söyleye,
Analar turırken kızlar buyruğ eyleye.
Bu şekilde sayılan öğeler her defasında aşağıdaki şekilde tamamlanıyor:
Ol günleri görmeden söyledüm men Dede Korkut.
Gormişce inanun mene, Oğuz kovmi derler.
Ol günlere gomağil,
Menim canım alğıl,
Kadir Tanrum! (Hacıyev, 1983: 83-84)
75
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Bu Oğuz-name'de öğelerin sayısı değişik olan 6 bu tip zincir bulunmaktadır ve
bunların her biri belirtilen sonlukla tamamlanıyor. Metinde Oğuz bilgini Dede Korkut
gelecekte kültürel değerlerin mahvolacağını bildiriyor ve o günleri görmemek için
Tanrıdan ölüm diliyor. Bu fikir, ozmağın şiiriyatına uygun şekilde ve paremiyoloji
olmayan usulle sunuluyor. Bu yüzden de “Ata sözleri” adıyla sunulan örnekleri, bunun
bilimsel anlamına (janr olarak) uygun şekilde değil, leksik anlamına uygun olarak
“Ataın nasihatleri, kelamları, buyrukları” şeklinde anlamak gerekir.
Atasözü İçerikli Oğuz-nameler ve “Emsal-i Muhammed Ali”
Oğuz-nameler'de tiradlarda bir araya gelen ritimli sentaktik paralelizmler
şeklinde gördüğümüz atasözleri “Emsal-i Muhammed Ali”de bunun düzenlenme
ilkesine uygun şekilde (Arap alfabesi sırasıyla) sunulur. Örneğin, “Ata sözü”nde
(varyantı “Dede Korkut” destanlarının mukaddemesinde) tiradda bir araya gelen
sentaktik paralelizmin ögeleri parçalanarak ögenin ilk kelimesinin baş harfine göre
veriliyor. Aynı harfle başlayan ögeler ise özel işarelerle birbirinden ayrılıyor. Örneğin,
“Allah, Allah demeyince işler onmaz”, “Kadir Tanrı vermeyincek er bayımaz”, “Kara
eşeğe yular ursan katır olmaz”, “Karavaşa ton geyürsen, kadın olmaz”, “Dölengice
künde taksan, toğan olmaz”, “Güyeğü oğul olmaz”, “Kül tepecik olmaz” gibi
paremiler, belirtilen kaynaklarda tiradın unsurları olarak ortaya çıkıyor. “Emsal-i
Muhammed Ali” derlemesinde ise elif, dal, kaf harfleri altında sunulmuştur (Oğuzname, 1987: 19, 106, 145, 149, 169). Yine de “Ata sözü”nde karşılaştığımız bir tiradın
variyantı “Emsal-i Muhammed Ali”de elif işareti altında ve sırayla sunulsa da, işaretle
birbirinden ayrı belirtilmiştir.
1) Ataın sözi Kur'ana girmez, amma Kur'an yanınca yalın-yalın yalışur.
2) Ata sözin dutmıyan yabana atılur.
3) Ata ayıtmış: “Hak Teala Müslümanları gurbette hastalıktan ve yiğitlikte
ölümden ve pirlikte yoksulluktan saklasın”.
4) Ata: “Babam öldi, iş başına düşmüş” demişler; “anam öldi, öksüz
olmuşsan” demişler; “Oğlum öldi, yüregine ok tokunmuş” demişler; amma “kızım öldi,
harçdan kurtulmuşsan” demişler; “avratım öldi, döşegin yenilenmiş” demişler.
5) Ata “At kaldı” demişler, “kolaydı ola” demişler. “At uçdu” demişler,
“turıydı ola” demişler. “Er kaldı” demişler, “tul avrat oğlıydı ola” demişler. Ata
“düşman geldi” demişler, “al atlu alnında sagaru kılınclaşsun” demiş (Oğuz-name,
1987: 18).
“Emsal-i Muhammed Ali”de yukarıda belirtildiği şekilde verilen metin
“Atasözünde tek tirad halindedir. Bu tiradın bazı unsurları “Emsal-i Muhammed Ali”de
bulunmamaktadır. Örneğin, “Ata sözini tutmayan yabana atılur, Ahirette tamu ehline
76
Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER
katulur” paralelizminin ikinci unsuru ve “Karındaşım öldi” ..., “Konşum öldi” ...,
“Hısımım, kavmum öldi” ifadeleriyle başlayan unsurlara burada rastlamıyoruz. Bunun
aksine olarak (3) rakamıyla işaretlediğimiz alkış ve (5) rakamıyla işaretlediğimiz
parçanın ilk unsuru (“Ata”, “At kaldı” demişler” ...) “Ata sözü”ndeki tiradda
bulunmamaktadır”.
Yukarıda “Atasözü” adlandırılan el-yazısında manevi değerlerin gelecekte
mahvolacağı hakkında Dede Korkut dilinden söylenen Oğuz-name'ye değindik. Bu
Oğuz-name'nin 15 unsurundan oluşan bir tiradın 5 unsuruna “Emsal-i Muhammed Ali”
derlemesinde de rastlıyoruz:
Ahır zamanda egri ağac kalmaya, saban ola; tana-tolubı kalmaya, öküz
ola; dere-depe kalmaya, tarla ola (Oğuz-name, 1987: 32).
***
Ahır zamanda Ata dururken oğullar söyleye, analar dururken kızlar
söyleye (Oğuz-name, 1987: 32).
Bu parçaların sözü edilen tiradın varyantından fark edilmesi şüpe
götürmemektedir. Müstensih el yazmasının düzenlenme ilkesine sadık kalarak tiradın
çeşitli unsurlarını kendi zevkine uygun şekilde seçerek metni düzenlemiştir.
Yukarıdaki örnekler dışında “Emsal-i Muhammed Ali”de karşılaştığımız çok
sayda ozmak parçaları ileri sürülen kanaati güçlendirmektedir. Bu parçalar yukarıdaki
örneklerde olduğu gibi tiradlardan koparılmıştır. Örneğin:
At düşürdüği zaman timar gerektir.
Köşek düşürdüği vakit timar gerektir.
Eşek düşürdüği vakit kazma gerektir (Oğuz-name, 1987: 26).
***
Öküz boynuzlu inek sütsüz olur.
İnek boynuzlu öküz güçsüz olur (Oğuz-name, 1987: 28).
***
Işıklarla irişenin adıyla sanı yeter; danışmendlerle irişenin dini ile imanı
yeter; beglerle irişenin başıyla malı yeter (Oğuz-name, 1987: 51).
77
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Sevgil seni seveni, iki dişlü karısa,
Sevme seni sevmeyeni, gökden enen hurise (Oğuz-name, 1987: 117).
***
Kölen yoğ ise, güyeğün de mi yok?
Güyeğün yoğ ise, kopegin de mi yok?
Köpegin yoğ ise, şagirdin de mi yok! (Oğuz-name, 1987: 157).
***
Kişi görmedügin görse, aklı sevinür, geymedügin geyse, teni sevinür,
yemedügin yese, nefsi sevinür (Oğuz-name, 1987: 160).
Kebap tuzlu gerek, tuzsuz gerekmez!
Güzel yüzlü gerek, yüzsüz gerekmez!
Ulular uslu gerek, ussuz gerekmez!
Sular buzlu gerek, buzsuz gerekmez!
Güzel benlü gerek, bensiz gerekmez!
Yiğit donlu gerek, donsuz gerekmez! (Oğuz-name, 1987: 172).
Bu tip örneklerin sayısını yeterince çoğaltabiliriz. Ne yazık ki, bu ozmak
parçalarını “Atasözündeki ozmaklarla karşılaştırma imkanına sahib değiliz. Bilindiği
gibi bu kaynak bugüne kadar yayınlanmamıştır. Biz, yalnızca Dits'in yayınlattığı 400
örneğin O.Ş. Gökyay tarafından verilen kısmını biliyoruz. Şunu belirtelim ki, yukarıda
belirttiğimiz ozmak parçalarının Atasözünde yer alabileceği muhtemeldir.
“Emsal-i Muhammed Ali” derlemesinde tiradların parçalanarak yayılmasından
bahsederken bir hususa da değinmek isterdik. “Dede Korkut” destanlarının
mukaddemesinde ve Topkapı Oğuz-namesi'nde “bilür” redifli bir tirad bulunmaktadır.
Bu tirad, sözü edilen kaynaklarda variyantlıdır. Bunun bir unsuru mukaddemede
“Gittikçe yerin otlakların keyik bilür” şeklindedir (Kitabi-Dede Qorqud, 1988: 32).
Topkapı Oğuz-namesi'nde ise bu unsurun “Gen yerler otlağın keyik bilür” varyantıyla
karşılaşıyoruz (Hacıyev, 1983: 77). “Emsal-i Muhammed Ali”de bunun iki varyantını
görüyoruz: “Issız yerleri keyikler bilür”, “Ulu-ulu tağları keyikler bilür” (Oğuz-name,
1987: 31, 32). Bu unsurun iki varyantının kullanılması “Emsal-i Muhammed Ali”
katibinin iki farklı icranın ürünü olan kaynaktan yararlanmasıyla ilgili olabilir. Ancak
sözü edilen unsurun burada kullanılması bizi tamamen bir başka açıdan ilgilendiriyor.
Derlemede sık sık karşılaştığımız “bilür” kelimesiyle tamamlanan paremiler dikkat
78
Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER
çekiyor ve bunların tiradın unsurları olması akla geliyor. “Bilür” kelimesiyle biten
paremilere tiradın redifi gibi baksak, aşağıdaki manzarayla karşılaşabiliriz:
Uzağ-uzağ yer salımın yollar bilür (30).
İş kolayın issi bilür, anınçün assı bulur (40).
Şeker dadın yeyen bilür (120).
Yer kolayın yerlü bilür (202).
Derlemede “bilür” kelimesiyle biten çok sayıda paremiler bulunmaktadır.
Bunların büyük çoğunluğunda ritim bozulduğu için yukarıdaki sıraya almadık.
Örneğin, “Yerin alçağın su bilür” (Oğuz-name, 1987: 201) paremisinde ilk kelimenin
durum ekini atsak, ritm geri gelir. Bu tip tashihler katip tarafından da yapılabilirdi.
“Dede Korkut” destanlarının mukaddemesinde kullanılan “yeğ” redifli tirad da
ele aldığımız konu bakımından çok ilginçtir. “Emsal-i Muhammed Ali”de sonu
“yeğdir” şeklinde biten ve ritmin korunduğu çok sayıda paremi mevcuttur. “Yeğdir”
kelimesindeki -dir yüklem ekini katip ilavesi olarak kabul edip metinden çıkarsak, o
zaman aşağıdaki manzara karşımıza çıkar:
Oğlı-kızı olmaz avrattan eski hasır yeğ (20).
Nakese el açmaktan ac olmak yeğ (49).
Bir selam-eleykten bir eleyke-es selam yeğ (69).
Bir karga ötmekten bir şahin ötdüği yeğ (70).
Bir haramdan bir helal yeğ (73).
Bir tanıktan bir ikrar yeğ (73).
Bin yıl yerde yatmaktan bir kez peygambere salavat getirmek yeğ (82).
Haramzade oğuldan helal-zade kul yeğ (93) vb.
“Emsal-i Muhammed Ali” yazarı hazırladığı el yazmasını “Oğuz-name”
adlandırıyorsa, bizim yukarıdaki paremileri tiradın unsurları olarak nitelendirmekten
başka çaremiz kalmıyor. Şunu hemen belirtelim ki, “Emsal-i Muhammed Ali”nin bu
açıdan araştırılması ilginç sonuçlara götürebilirdi. Bundan başka el yazmasındaki
paremilerin ozmak (ritimli sentaktik paralelizm) açısından incelenmesi ve burada da
bunların el yazmasında belirtilmesi prensiplerinin somut hale getirilmesi, varyantlı
paremilerin belirlenmesi ve bu bağlamda el yazmasının sözlü ve yazılı kaynaklarının
değerlendirilmesi ve katip tashisleri meselesi gelecek araştırmaların konusudur.
79
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
“Emsal-i Muhammed Ali”nin Kaynağı Meselesi
“Emsal-i Muhammed Ali”, doğrudan doğruya sözlü icradan yazıya aktarılmış
bir metin değildir. El yazması, sözlü icradan yazıya aktarılmış ozmaklar esas alınarak
hazırlanmıştır. İster istemez karşımıza şöyle bir soru çıkıyor: “Dede Korkut” destanının
mukaddemesinde ve Atasözlerinde yer alan atasözü konulu ozmakları “Emsal-i
Muhammed Ali”nin yazılı kaynakları sırasına almak mümkün müdür?
“Allah Allah dimeyince işler onmaz” parçasıyla başlayan ozmak, hem “Dede
Korkut” destanlarının mukaddemesinde, hem de “Atasözlerinde bulunmaktadır. Bu
kaynaklarda ozmağın yeterince varyantlarda olduğunu görüyoruz. Ozmağın
“mukaddeme” de yer alan çok sayıda unsurları “Ata sözü”nde, “Atasözü”nde geçen
bazı unsurlar “mukaddeme”de yer almamaktadır. Bazı unsurlar ise varyantlaşmış
haldedir. Örneğin, “Atasözü”nde “Gök yapağulu çemen güze kalmaz” unsuru,
“mukaddeme”de “Yapağulu gökçe çemen güze kalmaz” veya “Atasözü”nde “Kar ne
denlü çok yağsa, yaza kalmaz” unsuru “mukaddeme”de “Yapa yapa karlar yağsa, yaza
kalmaz” vb. şeklindedir (Hacıyev, 1983: 87; Kitabi-Dede Qorqud, 1988: 31). Bu tür
farklılıklar, yalnızca folklor düzeyinde varyantlaşma şeklinde izah edilebilir. Bu,
ozmağın ayrı ayrı ozanların dilinden yazıya alındığı anlamına gelmektedir. Bu
gerçekten böyleyse, el yazmalarından birisinin bir başkası için kaynak olması
imkânsızdır.
Sözü edilen ozmağın yedi unsuru, “Emsal-i Muhammed Ali” derlemesinde de
yer almaktadır. Bu unsurlar yukarıda belirtildiği için bir daha tekrara ihtiyaç
duymuyoruz. Bunlar ozmağın Atasözündeki varyantına hemen hemen benzemektedir.
Tek fark, “karavaş” kelimesinin “Ata sözü”nde “halayık”, “Tanrı” kelimesinin iyelik
ekiyle “Tanrum”, -ince ekinin -incek vb. şeklinde kullanılmasından
kaynaklanmaktadır. “Emsal-i Muhammed Ali”nin bu açıdan mukaddemeye
benzediğini hatırlamakta fayda vardır. Bir başka tabirle mukaddemede olduğu gibi
burada da unsurların “karavaş” ve “Tanrı” şeklinde kullanılan varyantı yer almıştır.
Biz, bu tip farklılıkları katip tashihi olarak nitelendirip sözü edilen unsurun
“Atasözünden kaynaklandığını kabul etmeye hazırdık. Ancak “Atasözlerinde kullanılan
bir başka ozmağın varyantının “Emsal-i Muhammed Ali”de yer alması, bizi bu işten
vazgeçmeye mecbur etti.
“Atasözlerinde “Bir at uçtu”, - demişler, “Al atdur ola”, demiş” örneği “Emsali Muhammed Ali”de “At uçdı” demişler, “Turıydı ola” demişler” şeklindedir (Hacıyev,
1983: 87; Oğuz-name, 1987: 13). Görüldüğü gibi “al” ve “turı”, sözü metnin
varyantları olarak kendisini gösteriyor veya “Ata sözü”nde bulunmayan “Ataa “at
kaldı”, demişler, “kolayda ola”, demişler” unsurunun katip tarafından eklenmesini
düşünmek zordur. Ritimli sentaktik parelelizmin – ozmağın tüm şartlarına uyan bu
unsurun ozan yaratıcılığının ürünü olması şüphelerine yol açacak bir husus
görmemekteyiz. Bu tür variyant farklılıkları Dede Korkut dilinden söylenen ozmağın
80
Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER
“Emsal-i Muhammed Ali”ye alınmış unsurlarında da kendini gösteriyor. Bu ozmağın
bir başka kaynaktan aktarıldığını düşünerek “Atasözünün “Emsal-i Muhammed
Ali”nin kaynaklarından biri olduğu ihtimal edilebilir. “Atasözünün tam şekilde
yayınlanması, meseleye açıklık getirilmesine katkı sağlayabilirdi.
Benzer karşılaştırma, “Dede Korkut destanlarıyla Topkapı Oğuz-namesi ve
“Emsal-i Muhammed Ali” arasında da yapılabilir. Yukarıda “bilür” redifli ozmağın
“Dede Korkut” destanlarında ve Topkapı Oğuz- namesinde varyantlı olduğunu ve
bunun bir unsurunun “Emsal-i Muhammed Ali”de iki varyantının yer aldığını belirttik.
Bu varyantlardan hiçbirisi bunların sözü edilen kaynaklardaki varyantını
tutmamaktadır. Burada “Emsal-i Muhammed Ali”de yer alan varyantların diğer
kaynaklardan alındığı belli olur.
“Dede Korkut” destanlarının mukaddemesindeki atasözü konulu 4 ozmak,
“Ata sözü” adlanan derlemedeki ozmaklar ve “Emsal-i Muhammed Ali”deki çok
sayıda ozmak parçaları atasözü konulu çok sayıda Oğuz-nameler'in mevcut olduğunu
göstermektedir. “Emsal-i Muhammed Ali”de yazıya alınan bu tip Oğuz-nameler esas
alınarak hazırlanmıştır.
SONUÇ
1. Oğuz-namelerin şiirsel şeklinin ritimli sentaktik paralelizm – ozmak olmasının
tespiti “Emsal-i Muhammed Ali” adlanan Oğuz-name yazısının nasıl tertip
edildiğini ortaya çıkarmaktadır.
2. Bu yazı nüshası öğütleme içerikli Oğuz-namelere dayanılarak düzenlenmiş.
Müstensih ozan dilinden yazıya aktarılan atasözü (öğütleme) içerikli Oğuznamelerde ritimli sentaktik paralelizm öğelerini parçalayarak Arap alfabesine göre
sıralamış ve yazma nüshayı bu şekilde düzenlemiştir.
KAYNAKÇA
1. ƏSGƏR Əfzələddin. (2003). “Ozmaq nəğməsi və poetik forması haqqında”. “Dədə
Qorqud” jurnalı, №1,
2. HACIYEV Tofiq, VƏLIYEV Kamil. (1983). Azərbaycan dili tarixi. Bakı: Maarif
3. ЖИРМУНСКИЙ Виктор Максимович. (1974). Тюркский героический эпос. Ленинград:
Наука
4. Kitabi-Dədə Qorqud. (1988). Bakı: Yazıçı
81
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
5. КОРОГЛУ Халид. (1976). Огузский героический эпос. Москва: Наука
6. KÖPRÜLÜ Fuad. (1966). Edebiyat araştırmaları. Ankara: Türk Tarih Kurumu
7. MOLLAYEV Natan. (1974). Alişir Navoiy va xalk ijotiyoti. Тoшкент: Adabiyot va Sanat
Naşriyati
8. Oğuznamə. (1987). Bakı: Yazıçı
9. ПЕРМЯКОВ Григорий Лвовьич (1988). Основы структурной паремиологии. Москва:
Наука
82
Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN
ANADOLU İNANÇLARI EKSENİNDE TÜRKÜLERİMİZDE RENKLERİN
VE SAYILARIN GİZEMİ
Mystery of Colors and Numbers in Folksongs With in the Context of Anatolian
Beliefs
Mustafa Öner UZUN
*
Özet: İnanç, insanların başkalarından öğrenme yoluyla belleklerinde oluşturdukları bir
düşünce sistemidir. Anadolu inançları ise, Anadolu insanının yaşamı boyunca karşılaştığı olaylar
hakkında doğruluğunu ya da yanlışlığını sorgulama ihtiyacı duymadan birbirlerine aktardıkları
kabullenmelerdir. İnsanlarımızın günlük yaşamlarında ortaya koydukları davranışlara yön veren bu
inanmalar, doğal olarak onların yarattıkları kültürü de derinden etkilemişlerdir.
Somut olmayan kültürel miraslarımız içinde yer alan Türkülerimiz, Anadolu insanının
yaşamını yansıtan sözlü gelenek ürünleri olarak özellikle müzik eşliğinde dile getirilir ve adeta ortak
bir kültürel bilinci de nesilden nesle taşırlar. Bu noktadan hareketle, Anadolu’nun çeşitli yörelerinden
seçilmiş olan Türkü isimlerinde en sık yer alan ak, kara ve yeşil renkleri ile yine Türkülerde en sık yer
alan bir, iki, üç, dört, beş, yedi, sekiz, dokuz, on ve kırk sayılarının Anadolu inançlarındaki ifadeleri,
önce durum belirleyici, daha sonra ise ilişki arayıcı bir bakış açısıyla ortaya konmaya çalışılmıştır.
Anahtar kelimeler: Anadolu, İnanç, Türkü, Renk, Sayı.
Abstract: Belief is a system of thinking which are created by people in their memories by
way of learning from the others. As for Anatolian beliefs are the espousings which are transmitted by
Anatolian people to each other through all their life without needing questioning if they are true or
false about the events to be faced. These beliefs direct behaviors of our people in their daily lives,
naturally influenced deeply the culture which was created by them.
Our Folksongs that are cultural inheritance which are not concrete, are given voice to
especially with music as oral traditional products that are represented life of Anatolian people and
transmitted a common cultural awareness from generation to generation. From this point of view,
expressions in Anatolian beliefs of the colors of white, black and green which are often used in the
Folksongs that are chosen from different vicinities of Anatolia and most often used numbers in
Folksongs one, two, three, four, five, seven, eight, nine, ten and forty, are tried to be presented first
in point of status indicator and then searching for relation.
Key words: Anatolia, Belief, Folksong, Color, Number.
*
Yrd.Doç.Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi, Devlet Konservatuarı, Türk Halk Müziği Bölüm Başkanı,
[email protected]
83
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
GİRİŞ
Anadolu kavramı, sadece tarihsel süreç içerisinde farklı toplulukların hüküm
sürdüğü bir coğrafyayı değil, aynı zamanda bu toplulukların ortaya koydukları kültürlerin
birbirleri ile etkileşimi sonucu oluşan bir uygarlığı da ifade etmektedir.Toplumların
kültürel birikimini oluşturan Adet, örf, gelenek, töre gibi sosyal normlar, çeşitli inanç
pratikleriyle birlikte nesilden nesle aktarılarak toplumsal yaşamı etkilerler. “Anadolu
İnançları. (Anadolu) Anadolu yarımadasının Avrupa uygarlığının ve bundan ötürü de
Avrupa inançlarının yaratıcısı olduğu savı… Bu sav ilk olarak Cevat Şakir Kabaağaçlı
(Halikarnas Balıkçısı) tarafından ileri sürülmüş, Azra Erhat ve İsmet Zeki Eyüboğlu
tarafından desteklenmiştir. Bu sava göre, tüm Akdeniz uygarlıklarının beşiği
Anadolu’dur. Avrupa uygarlığı da Akdeniz uygarlıklarından doğduğuna göre Anadolu,
XX. yüzyıl uygarlığının beşiği olmaktadır. Pek çok tanrıların Anadolu kaynaklı
olduklarını belirtme açısından bu üç Türk yazarının yalnız olmadıklarını , Batı’nın bir
çok incelemelerinin de bu sava dolaylı olarak katıldıklarını belirtebiliriz” (Hançerlioğlu,
2000:39-41). Hançerlioğlu, bu konuda Eyüboğlu’nun şunları söylediğini ifade
etmektedir: “Anadolu’dan Batı’ya düşünce varlıkları, sanat yaratmaları gibi yer adları,
dinler, inançlarla ilgili kavramlar, görüşler,yaşama anlayışları gitmiş yeni yeni biçimler
almıştır” (a.g.e., s.42)
Eyüboğlu, bu makalenin odak noktasını oluşturan yaklaşımında ise inanç ile
ilgili şu ifadeyi kullanmaktadır: “İnanç, bir kimsenin günlük yaşamını, davranışlarını
etkileyen, başkalarından öğrenme yoluyla kazanılan düşünce varlığıdır.”(1998:37) İnanç
kavramının Türk Dil Kurumunun yayımlamış olduğu Türkçe Sözlükte yer alan
karşılıkları şunlardır: “1. Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma. 2. Birine duyulan
güven, inanma duygusu. 3. İnanılan şey, görüş, öğreti. 4. Tanrı'ya bir dine inanma , iman
itikat.” (2009: 965) Türk Dil Kurumunun yayımlamış olduğu diğer bir kaynak Türkiye'de
Halk Ağzından Derleme Sözlüğünde ise inanç; “sözüne güvenilir, inanılır (kimse)” olarak
ifade edilmektedir. (2009:2538) Türkülerde sıkça kullanılmış olan çeşitli kalıp ifadelerin
kaynağı da kuşkusuz bu inançlardır. “İnançlar genellikle iki türlüdür. Somut varlıklarla
ilgili olan inançlar, soyut varlıklara bağlanan inançlar. Somut varlıklara dayananlar doğa
olayları ile ilgili inançlardır. Bunlar ekin ekip biçmek, ev yapmak, insan yaşamına
karışan, günlük yaşama olaylarına yön veren, evlenme, komşuluk, karşılıklı yardım,
çalışma gibi toplum olaylarına dayanan inançlardır. Bu tür inançlar doğa olaylarını izler.
Güneşin, ayın, yıldızların yörüngeleri üzerindeki devinimlerine, yellerin esişine, hava
değişimlerine mevsimlere uyarak yaşamı düzenlemeye yarayan inançlar kaynak olarak
genellikle somut niteliktedir. Soyut varlıklarla ilgili inançlar ise insan düşüncesinin
yarattığı, doğadan kopuk inançlardır.” (Eyüboğlu, 1998:40-41)
Yukarıdaki bilgilerin ışığında bu makalede, TRT Repertuarında yer alan 4200
türkünün isimlerinde en sık geçen renklerin ve yine Türkülerin sözlerinde en sık geçen
sayıların ifadeleri, Anadolu insanının yaşamında önemli bir yer tutan inanç ekseninde
ortaya konulmaya çalışılacaktır.
84
Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN
RENKLERLE İLGİLİ İNANMALAR
AĞ – AK: Beyaz
Ak (beyaz) saflığı, temizliği, arılığı ve duruluğu ifade eder. .Tasavvufta gül
İslam’ı temsil eder. Bu nedenle Hz. Muhammed’e beyaz gül uygun görülmüştür.
Ayrıca Ak sözcüğü, “Asya Türkçesinde Güney yönünün simgesidir” (Eyüboğlu,
1998:37). TRT Repertuarında yer alan ak ile ilgili Türkü örnekleri şunlardır:
EZGİ ADI
YÖRESİ
AK BUĞDAYIM BUĞDAYIM
UŞAK/Eşme
3553
AK ÇALININ DİBİNDE KAVAĞA BAK KAVAĞA
ERZİNCAN
1418
AK ÇEŞMENİN TAŞLARI
İZMİR/Bergama
AK DEVEM DÜZDEN GELİR
İÇEL/Silifke/Anamur
AK FASULLE OLDU MU
BURDUR/Altınyayla (Dirmil)
1349
AK GÜVERCİN OLAYDIM
RUMELİ/Deliorman
2787
AK KOYUNUM YÜZ OLSA
BURDUR/Aziziye Köyü
3593
AK KOYUNUN AKLIĞI
DENİZLİ/Çivril
3132
AK PINAR YAPISINA GÜN DOĞMUŞ KAPISINA
BALIKESİ /Sındırgı
AK ÜZÜMÜ ÜZÜMÜ
ANKARA/Çubuk
2980
AK ÜZÜMÜN SALKIMI
MANİSA
3538
AKÇA FERİKLER İNCE FERİKLER
ERZURUM
AĞ ELİME MOR KINALAR YAKTILAR
DENİZLİ/Acıpayam
AĞ KEÇİ GELMİŞ OĞLAĞIN İSTER
YOZGAT/Akdağmadeni
1412
AK BAKIRLAR SUSUZ KALDI
RUMELİ/Silistre/Aşağıbağva
3371
AK BAKRAÇLAR SUSUZ GALDI
SİNOP
3515
AK ÇEŞMEDEN SULAR İÇTİM KANMADIM
ANTALYA/Elmalı
AK ENTERİ GEYME DEDİM
DENİZLİ/Acıpayam/Gümüş Köyü
3811
AK SİNNE'YE VARDIM KOYUN YAYMAYA
NİĞDE
2253
AK TAŞ DİYE BELEDİĞİM
GÜNEYDOĞU ANADOLU
1530
BEYAZ FESLİ ESMER
AKSARAY/Baymış Köyü
BEYAZ GEYME TOZ OLUR
BOLU
1422
BEYAZ GÜL KIRMIZI GÜL
KERKÜK
3071
Rep.No
234
910
576
938
7
925
448
85
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
KARA – GARA: Siyah
“Kara sözcüğü, “Asya Türkçesinde, kuzey yönünü gösterir.Ancak Anadolu
insanında karaya karşı olumsuz bir tutum, yıkıcı bir inanç vardır. Kara, bir renk, bir
boya olarak genellikle uğursuz sayılır, yerici bir anlamda söylenir. Bunun kökeni,
karanlığın bilinmeyen, ürkütücü bir nitelik taşıması, ölenlerin karanlık bir evrende türlü
acılarla karşılaşacağıdır. Halk inançlarında karayılan, kara kedi, karasinek, kara domuz,
kara köpek genellikle uğurlu sayılmaz. Halk sevilen, uğurlu olduğuna inanılan
hayvanların çoğunun kara olmadığı kanısındadır” (Eyüboğlu, 1998:124) “Kara renk,
çirkinliği ve sevimsizliği simgelediği gibi, kaba gücü ve bundan ötürü yiğitliği de
simgeler” (Hançerlioğlu, 2000:240). Bu bağlamda, kara rengin halk arasında
kullanıldığı şekliyle kara yağız (esmer yiğit), gözü kara (korkusuz) deyimlerinde
olduğu gibi olumlu anlamları da bulunmaktadır. Kara ile ilgili TRT Repertuarında yer
alan Türkü örnekleri aşağıda belirtilmiştir:
EZGİ ADI
YÖRESİ
GARA GABAK KÖKENİ
DENİZLİ/Çivril/Çapak Köyü
3421
GARA CAMIŞLARI VURDUM BAYIRA
ERZURUM
1516
GARA GUŞ YUVA YAPMIŞ
ERZURUM/Aşkale
1217
GARA GUŞUN HAVADA OLUR OYUNU
ANKARA/Şereflikoçhisar
2719
GARA TİREN GAY DA GEL
SİVAS/Kangal/Acıyurt Köyü
4017
GARA YAYLANIN ÇAMLARI
DENİZLİ/Tavas
3258
KARA KOYUN GÜDERSİN
BURDUR/Bucak
2060
KARA KUŞUN YÜKSEKTEDİR OYUNU
EDİRNE
1800
KARA TİREN GELMEZ M'OLA
MALATYA
3486
KARA YER KARA YERDE
VAN/Erciş
2198
KARADAĞ'DA DÜŞMAN TOPU PATLIYOR
KARS
1142
KARADAĞ'DA DÜŞMAN TOPU PATLIYOR
KARS
1142
KARADENİZ GÜMBÜR GÜMBÜR GÜMELER
KOCAELİ/Kandıra
93
KARA BÜBER AŞ OLMAZ
ORTA ANADOLU
1723
KARA ÇADIRIMDA VARDIR ÜÇ DİREK
UŞAK/Banaz
3315
KARA ÇADIRIN KIZI
ŞANLIURFA
2045
KARA ÇADIR DÜZDEDİR
KAHRAMANMARAŞ
KARA DA GOÇUN BOYNUZU
AFYON/ Bolvadin
86
Rep.No
767
1724
Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN
Halk arasında yârin kara kaşı, kara gözü, siyah saçı aranılan beğenilen
özellikler olarak Türkülerimizde yer almışlardır. Bu Türkülerle ilgili örnekler şunlardır:
EZGİ ADI
YÖRESİ
KARA KAŞ ALTINA ÇEKMİŞ SÜRMELER
ANKARA/Şereflikoçhisar
847
KARA KAŞ BOYANIR MI
ISPARTA/Eğirdir
682
KARA KAŞLAR KARA GÖZLER SENDE VAR
ÇORUM/Sungurlu
2307
KARADIR KAŞLARIN FERMAN YAZDIRIR
ZONGULDAK
2610
KARA KAŞLAR KARA GÖZLER SENDE VAR
ÇORUM/Sungurlu
2307
GARA GÖZÜN AY BADAM
AZERBAYCAN
1493
SİYAH PERÇEMLERİN GONCA YÜZLERİN
TUNCELİ/Pertek
606
SİYAH ZÜLFÜN TELLERİNE
ŞANLIURFA/Siverek
581
SİYAH ZÜLFÜN DESTE DESTE
ERZURUM
2092
SİYAH PERÇEMİNİ DÖKMÜŞ YÜZÜNE
ERZİNCAN/Tercan
2748
Rep.No
YEŞİL
“Yeşil kelimesi, “Türkçe dirilik bildiren yaş sözcüğünden türemiştir. Genelde
diri, canlı anlamındadır. Kökeni çok tanrıcı dinlerdir. Özellikle sıcak günlerin
başlamasıyla ortalığa bir dirlik verdiği, canlılık yaydığı varsayılan bolluk tanrıçasıyla
(Ana-Tanrıça) bağlantılıdır. Tek tanrıcı dinlere sonradan girmiştir. Çorak, verimsiz
yerlerde, çöllerde yaşayan insanların yeşile karşı derin bir özlemi vardır. İslâm dininde
cennetin (bahçe, bağ) yeşille simgelenmesi, içinde akarsuların, geniş yeşil alanların
bulunduğu izleniminin yayılması doğduğu bölgenin doğal yapısından kaynaklanmaktadır.
Anadolu halk şiirinde yeşil sözcüğü en çok kullanılan bir dil varlığıdır. Karacaoğlan’ın
şiirlerinde yeşil, odak kavram durumundadır. Yeşil sözcüğü bolluk, verimlilik, gençlik,
dirilik, süreklilik, güçlülük ve benzeri değişik anlamları içerir. Nitekim halk dilinde
yeşillenmek, yeşil görmek, yeşile çıkmak, yeşile susamak, yeşil olmak vb. pek çok deyim
vardır” (Eyüboğlu, 1998:128). Yeşille ilgili Türkü örnekleri şunlardır:
EZGİ ADI
YÖRESİ
YEŞİL GEY YEŞİL KUŞAN
İZMİR/Ödemiş
519
YEŞİL GİY YEŞİL KUŞAN
DENİZLİ/Sarayköy
3488
YEŞİL İPEK BÜKENE
KARABÜK/Safranbolu
2361
YEŞİL İPEK BÜKERİM
ARDAHAN/Hanak
3974
YEŞİL İPEK BÜKEYİM
KAYSERİ
2362
YEŞİL KURBAĞALAR ÖTER GÖLLERDE
RUMELİ
3033
Rep.No
87
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
EZGİ ADI
YÖRESİ
YEŞİL OLUR SANDIKLI'NIN BİBERİ
AFYON/Sandıklı
479
YEŞİL OLUR ŞU DİRMİL'İN BİBERİ
BURDUR/Dirmil-Gölhisar
1401
YEŞİL ÖRDEK GİBİ DALDIM GÖLLERE
SİVAS/Zara
2363
YEŞİL YAPRAK ARASINDA KIRMIZI GÜL GONCA
KIRŞEHİR
2834
YEŞİLLİM YELDEN YELE
ADANA/Karaisalı
3228
YEŞİL AYNA TAKINDIN MI BELİNE
YOZGAT
2360
YEŞİL DAYLER
KIRKLARELİ
1148
YEŞİL ÖRDEK OLSAM YARİN GÖLÜNDE
ŞANLIURFA
2529
AL YEŞİL GİYMİŞ ALLANIR
ERZURUM
511
AL YEŞİL DÖKÜN ANNELER
ŞANLIURFA
1757
AL YEŞİL GEYİNMİŞ GELİNE BAKIN
MALATYA
1410
Rep.No
SAYILARLA İLGİLİ İNANMALAR:
Sayılar, Anadolu insanının yaşamında hep önemli yer tutmuş formel
unsurlardır. Anadolu insanı için bazı sayılar bulundukları sosyo-kültürel yapıya göre
kutsallık taşırlar. Bilim insanları da tarih boyunca birçok şeyi sayılarla açıklamaya
çalışmışlar ve sayıların gizli bir gücü olduğu konusunda birleşmişlerdir. Bu noktadan
hareketle, konuyla ilgili sayısız çalışmalar yapılarak sonuçlar elde edilmeye
çalışmışlardır. Birler, üçler, beşler, yediler, kırklar vb. sayıların gerek günlük
yaşantımızda gerekse dini uygulamalarda neyi çağrıştırdığı veya hangi anlamlara
geldikleri irdelenmiş ve çeşitli sonuçlar elde edilmiştir.
Hemen her tarikatta (dört kapı, on makam, üç sünnet, yedi farz, on iki hizmet,
kırk ve bin bir günlük çile vb.) rakamlarla ilgili bir takım değerlendirmelerin yapıldığı
görülür.
Ayrıca Mevlevî tarikatı içinde de sayıların çok önemli olduğu, adâb ve erkân
anlatılırken bazı sayıların ön plana çıktığı görülmektedir. Dört, yedi, onsekiz, kırk,
bin bir gibi sayılar, Mevlevî tarikatında daha bir önem kazanmıştır. Bu noktadan
hareketle Türkülerimizde en sık kullanılan sayıların inanç bağlamında karşılıkları
şunlardır:
Bir (1), bütün dinler için kutsaldır; çünkü yaratanı ve tekliği simgelemektedir.
İslâm’da bir olan, tek olan Allah’tır. Allah sözcüğünün ilk harfi olan elif 1 şeklindedir
ve ebced hesabındaki değeri 1’dir.
Mevlevî semâsında da semâzenin semâya başlamadan önceki ellerini
omuzlarına çapraz koyarak duruşu, Arapça’da alfabenin ilk harfi olan elif harfini temsil
eder.
88
Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN
İki (2), ayrılma (mutlak İlahi birlikten ayrı düşme) anlamına gelir. 2 tüm
yaratılanları temsil eder. Kuran'ın ilk cümlesi olan besmelenin ilk harfi b ile başlar ve
bu alfabenin 2. harfi olup, sayısal değeri 2'dir.
Üç (3), İslâmi gizemcilere göre, insanların yolu 3 türdür; şeriat, tarikat,
hakikat. Ve nefis de 3 derecelidir (kötülüğü emreden, kendini suçlayan, huzur içinde
olan) 3'ler, 7'ler, 40'lar anlayışı da yücelik mertebelerini işaret eden rakamlardır.
Dört (4), Dünya düzeninin simgesidir, adaleti simgeler. 4'ün bilinen diğer
özellikleri; 4 elementi (su, hava, toprak, ateş) ve 4 yönü (doğu, batı, kuzey, güney), 4
mevsimi, ayın 4 şekil göstermesini, 4 büyük meleği temsil ettiği gibi 4 aynı zamanda
iyi niyet, dostluk, yardım ve hoşgörüyü temsil eder. Allah isminin yazılışı da hem
İslâm’da hem diğer dinlerde 4 harflidir. Tarikatlarda inanılan yine dört kapı; şeriat,
tarikat, marifet, hakikat kapılarıdır.
Beş (5), genellikle yaşadığımız dünyayı temsil eder ve insanoğlu hayatı 5 duyu
ile algılar. El ve ayaklarımızda bulunan parmak sayıları beştir. Ayrıca İslâm dininde
Namaz ibadeti beş vakit için emredilmiştir.
Yedi (7) sayısının kutsallığı birçok yerde karşımıza çıkmaktadır. Eskiden
dünyanın sabit durduğu ve etrafında da yedi gezegenin döndüğü inancı vardı. Bu
gezegenler Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Ay ve Güneş’tir. İnsanoğlu her
gezegenin bir gök katında olduğu düşündüğü için “Göğün yedi katı” deyimi belleklere
yer etmiştir. Bu nedenle de her gezegenin kutsal bir gün olduğu düşüncesi, bir haftayı
yediye bölmüştür. Haftanın günlerinden Pazartesi Ay, Salı Mars, Çarşamba Merkür,
Perşembe Jüpiter, Cuma Venüs, Cumartesi Satürn, Pazar ise Güneş ile alakalıdır.
Bununla birlikte Tevrat’ta Tanrı’nın dünyayı altı günde yarattığı, yedinci
günde dinlendiğini yazması, yedi rakamını uğurlu bir sayı yapmıştır.
İnsanın yüzünde yedi delik (2 göz, 2 kulak, 2 burun, 1 ağız) vardır. Arapçada
“seba” olarak adlandırılan yedi sayısının kutsallığına inanılmıştır.
Yedi sayısı Mevlevîlikte de kullanılmıştır. Zikir olarak kabul edilen semâ
töreni yedi bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, Na’t ile başlar; ikinci bölüm,
kudüme vurulan darbedir yani “ol” emrini temsil eder; üçüncü bölüm, ney taksimidir;
dördüncü bölüm, Sultan Veled devridir; beşinci bölüm, semâ törenidir ve dört
selamdır: altıncı bölüm, Kur’an-ı Kerim’in okunmasıdır; Yedinci bölüm ise, bütün
insanların ruhu için okunan Fatiha ve ardından yapılan duadır.
Sekiz (8), fazilet, ahlak, kararlılık ve aklı simgeler. Sağlamlık, mutluluk, zıtlık
ve gizli tarafları bildirir. 7 cehennem, 8 cennet, 8 melek inancı vardır. Bektâşilikte 8
uçmak deyimi mevcuttur ki; uçmak cennet demektir.
Dokuz (9), doğruluk, yüceliğin, bağımsızlığın işaretidir. Sayıların özüdür
çünkü içinde 3 tane 3 vardır. İslâm anlayışına göre evren 9 felek (göksel küre)den
oluşmuştur
89
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
On (10), tamlık, mükemmelliktir. İslâm'da cennetle müjdelenen 10 sahabe
vardır.
Kırk (40) sayısı da birçok kültürde önemli ve mistik bir sayı olarak karşımıza
çıkmıştır. Kırk ayısı ile ilgili halk arasında söylenen birçok deyim vardır. Kırklara
karışmak, kırk gün kırk gece, kırk parçaya bölünmek, kırk yiğitler, kırk dereden su
getirmek, kırk tarakta bezi bulunmak, kırk akşamın delisi, kırk çarşamba bir arada, kırk
evin nankör kedisi, kırk gün düşünsem aklıma gelmez, kılı kırk yarmak, kırk bir kere
maşallah, kırklanmak gibi.
Hz. Muhammed’in isminin (Arap alfabesiyle yazılışında) başında ve ortasında
bulunan mim harfinin sayısal değeri 40′tır. İsminden mim harfi çıkarıldığı zaman Ahad
kelimesi kalır ki bu da ALLAH’ın isimlerinden olup, tek demektir
40 sayısı, hazırlık ve tamlık, olgunluğa erişme, dualitenin bitip ve bütün olan
anlayışın başlaması demektir. Peygambere 40 yaşında peygamberliğin verilmesi, 40
kişinin peygambere bağlanması, kadınlarda hamileliğin 40 hafta sürmesi yani bir
bebeğin oluşum sürecini 40 haftada tamamlaması, 40 yaşından sonra insanın olgunluk
devresinin başladığı inancı vb. şeyler, bu sayının kutsallığını sağlayan nedenlerdir.
Zamana işaret eden 4′ün ve bilgi demek olan 10′un çarpımıdır. Kutsal
metinlerde 40 gün veya 40 yıl arınma bekleme veya hazırlanma süresidir.
İslâm Mistisizmine göre Sufinin 40 günlük inzivaya katlanması şarttır.
“Muhammed’in Miraç’tan dönerken Ali ile karşılaşması, başlarının Ali olduğu
bir toplantıda kırk kişinin bulunması.. Biz kırk kişiyiz birbirimizi bilir sözü bu
dönemden kalmadır. Anadolu inançlarında yedi sayısı, onun yansıttığı anlayış üçle,
kırkla yan yana gider.”(Eyüboğlu, 1998:223)
“Mevlevîlerin 40 gün süreli ve düzenli olarak çektikleri çile kelimesi, Farsçada
ve Arapçada da kırk anlamlarına karşılık gelen kelimelerdir. Farsçada “çihl”, Arapçada
da “erbain” kelimeleri kırk anlamına gelmektedir. Bundan dolayı Mevlevî adâb ve
erkânında dervişler, 40 günlük çileye girerek tasavvuf yolunda olgunlaşma eğitimini
alırlar. Mevlevîlikte çile çekmek, Tanrı’da razı olmak anlamındadır ve “bu yol rıza
pazarıdır” sözü, atasözü olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda rıza kelimesinin ebcet
hesabına göre karşılığı 1001’dir” (Gölpınarlı 2006: 50).
Bütün bu açıklamaların ışığında, inanç ekseninde Türkülerimizde yer alan belli
başlı sayılara ait Türkü örnekleri aşağıda belirtilmiştir:
90
Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN
BİR
EZGİ ADI
YÖRESİ
BİR DARACIK PENCERE
ŞANLIURFA
1423
BİR EVLER YAPTIRDIM (ALAYBEY)
TEKİRDAĞ/Şarköy
2797
BİR GÜL EKTİM DUVARA
ERZURUM
2270
BİR TAŞ ATTIM ALICA
KONYA/Bozkır
2462
BİR DURNA UÇURDUM HUBLAR GÖLÜNDEN
KAHRAMANMARAŞ/Elbistan
2795
BİR OF ÇEKSEM KARŞIKİ DAĞLAR YIKILIR
ORTA ANADOLU
208
BİR SANDIĞIM VARDIR SIRMADAN TELDEN
ERZURUM - BAYBURT
2079
BİR YİĞİT GURBETE GİTSE
KIRIKKALE/Keskin
647
BİR YILDIZ DOĞDU YÜCEDEN
NİĞDE
3300
BİR BÖLÜK AĞCA KIZLAR
VAN/Erciş
286
BİR GEMİM VAR ADALARA YASLANIR
ANKARA
1359
BİR GÖMLEK GİYER KISARAK
ÇANKIRI
978
BİR OK ATTIM VIZILADI
KIRŞEHİR/Mucur
423
BİR SİGARA VER BANA
SİVAS
413
BİR TÜRKÜ DİYECEĞİM
RİZE
387
BİR TAŞ ATTIM ÇAYA DÜŞTÜ
ELAZIĞ
979
BİR TEL ÇEKTİM MARDİN'DEN (SABİHA)
MARDİN
3399
BİR KELME SÖZÜN DEYDİ HATRİME
AZERBAYCAN
3897
Rep.No
İKİ
EZGİ ADI
YÖRESİ
İKİ ASLAN BİR KAYADA YASLANIR
BURSA/Karacabey
1153
İKİ BACI ÇIKMIŞ TAKKADAN BAKAR
ŞANLIURFA
3690
İKİ BÜLBÜL DERELERDE ÜN EDER
KÜTAHYA
1303
İKİ BÜLBÜL GELDİ KONDU ÇİMENE
ANKARA
1437
İKİ DAĞIN ARASINDA KALMIŞAM
ŞANLIURFA
İKİ DAĞIN ARASINDA KALMIŞAM
ERZURUM
1152
İKİ DE BÜLBÜL BİR DEREDE ÖTÜŞÜR
TRABZON
2814
İKİ DE DERVİŞ GELİR POSDU POSDUNDAN
AFYON
2815
İKİ DİLBER SÖYLEŞİRLER
RUMELİ
1436
İKİ DÖNE BİR KUŞ İDİ
KARS/Sarıkamış
2156
Rep.No
32
91
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
EZGİ ADI
YÖRESİ
Rep.No
İKİ DURNAM GELİR AŞEDEN AKLI KARELİ
RUMELİ
2946
İKİ DURNAM GELMİŞ AKLI KARELİ
KONYA
İKİ DURNAM GELMİŞ YOLDA YORULMUŞ
ORDU/Mesudiye
1151
İKİ DURNAM VARDIR AKLI KARELİ
NİĞDE
1780
İKİ KEKLİK BİR KAYADA ÖTÜYOR
BALIKESİR
1171
İKİ BÜLBÜL KONMUŞ DAĞLAR BAŞINA
ISPARTA/Senirkent
3561
İKİ DURNAM GELİR DE BAĞDAT ELİNDEN
MANİSA/Gördes
3458
İKİ KIZ GİDER DÜĞÜNE
ADIYAMAN
2945
731
ÜÇ
EZGİ ADI
YÖRESİ
Rep.No
ÜÇ ÇINAR ALTINDA LAMBALAR YANAR
RUMELİ
4081
ÜÇ DERVİŞ GELİYOR CİVANIM ŞAMDAN O YANI
ESKİŞEHİR/Çifteler Han
3577
ÜÇ GUŞUDUK DA UÇARIDIK HAVADA
AFYON/Felelli Köyü
3696
ÜÇ GÜN EVVEL GELDİ GELİN ALICI
SİNOP
ÜÇ GÜZEL OTURMUŞ GERGEFİN İŞLER
KOCAELİ/Kandıra
1141
ÜÇ GÜZEL OTURMUŞ İSKAMBİL OYNAR
KASTAMONU
1851
ÜÇ GÜZELLER ALLARI GEYMİŞ
RUMELİ
2689
ÜÇ KARDEŞTİK GETTİK GEYİK AVINA
DİYARBAKIR
2194
ÜÇ KUŞ İDİK UÇAR İDİK HAVADA
KASTAMONU
3468
ÜÇ BEŞ AŞIK BİR ARAYA GELMİŞLER
SİVAS/Tokuş Köyü
2750
146
DÖRT
EZGİ ADI
YÖRESİ
DEĞİRMEN DÖRT DOLANIR
SİVAS/Bostankaya
2800
DİYARBAKIR DÖRT KÖŞE
DİYARBAKIR
2184
KİRAZ DALDA DÖRT OLUR
ISPARTA
2167
BİNGÖL DÖRT DAĞ İÇİNDE (DELİLEY)
BİNGÖL
3555
DERSİM DÖRT DAĞ İÇİNDE
TUNCELİ
1274
EFELER GELİYOR DÖRT ATLI
MANİSA/Akhisar
3449
FERACE'M DE DÖRT DUVARDA
AFYON
3119
92
Rep.No
Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN
EZGİ ADI
YÖRESİ
Rep.No
IĞIKİ'NİN DÖRT ETRAFI BAHÇALAR
ELAZIĞ
2247
IĞIKİ'NİN DÖRT ETRAFI BAHÇALAR
ELAZIĞ
2247
MENDİLİMİN DÖRT UCU
BURSA
3709
KAYSERİ/Bünyan
2634
ŞANLIURFA
3962
ÇORUM
3225
SEVDİĞİM ÜSTÜNE DÖRT LİBAS GEYMİŞ
URFA'NIN DÖRT ETRAFI BAHÇALAR
GEZSEM DE DÜNYANIN DÖRT BUCAĞINI
BEŞ
EZGİ ADI
YÖRESİ
BİTLİS'TE BEŞ MİNARE
BİTLİS
2226
BEŞ ATAR DA TABANCAMIN ŞERİDİ
BURDUR
3720
BEŞPARMAK DAĞI SIRA
KIBRIS
976
BEŞPARMAKTAN İNMEM BEN
MUĞLA/Fethiye
985
BİR GİDER DE BEŞ ARDIMA BAKARIM
KÜTAHYA
BİR GİDERİM BEŞ ARDIMA BAKARIM
KARABÜK/Safranbolu
1055
ÜÇ BEŞ AŞIK BİR ARAYA GELMİŞLER
SİVAS/Tokuş Köyü
2750
Rep.No
98
YEDİ
EZGİ ADI
YÖRESİ
Rep.No
AĞLAMA KAZİBEM SIZLAMA KAZİBEM
Söz- YEDİ SENEYE VARMADAN KÂZİBE'M BEN YİNE DÖNERİM
EDİRNE
1798
ALLI DA YEMENİM
Söz-YEDİ MENDİL ÇÜRÜTTÜM
GAZİANTEP
94
BAŞIMDA TÜLBENDİM AĞLADIM GÜLMEDİM
Söz- YEDİ SENE OKUDUM
YOZGAT /
Boğazlıyan
49
BİR GARİP BAŞINAN GALDIM ARADA
Söz- DERVİŞ OLSAM GEZSEM YEDİ OBAYI
MALATYA
2400
BOYAKÇI'NIN GELİNİ
Söz- YEDİ GARDAŞA DEĞER
VAN/Erciş
712
BU DAĞIN KARI MENEM
Söz- YEDİ YIL YERDE YATSAM
ŞANLIURFA
2639
93
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
EZGİ ADI
YÖRESİ
BÜLBÜLÜMÜN KAFESİ
Söz- YEDİ GAT BÜKE BÜKE
ERZURUM
1928
CİGARA ATTIM YARA
Söz- YEDİ YIL SENİ SEVDİM
ERZURUM
3498
ÇAYIR DEĞİL ÇİMENLİKTE EVİM VAR
Söz- YEDİ SENE OLDU YÂR SEVDANA DÜŞELİ
AFYON/Dinar
1887
ÇAYIRDA BULDUM SENİ
Söz- YEDİ GÜVERCİN VURDUM
KASTAMONU/
İnebolu
DABANCAM KARADAĞLI
Söz-YEDİ YERDE YAREM VAR
BİLECİK /
Bozüyük
Rep.No
989
1989
SEKİZ
EZGİ ADI
YÖRESİ
AKÇEŞMEDEN SULAR İÇTİM KANMADIM
Söz- SEKİZ DOKUZ YERİMDEN KURŞUN YEDİM
ÖLMEDİM
AK GÜVERCİN OLAYDIM
Söz- KETEN GÖMLEK SEKİZ KAT
ANTALYA / Elmalı
Rep.No
925
RUMELİ / Deliorman
2787
GÖLE GİDELİM GÖLE (CİMDALLI)
Söz- ELMAYI SEKİZ DİLDİM
ANKARA
2890
HAMAM YAPTIM TAŞINA
Söz- TEREKTE SEKİZ ELMA
TOKAT /
Reşadiye/Bereketli
2941
KIRCAALİ'YLE ARDA ARASI (DERYALAR)
Söz- SAAT SEKİZ SIRASI
RUMELİ
2221
DOKUZ
EZGİ ADI
YÖRESİ
AÇIL EY ÖMRÜMÜN VARI BAD-I SABAH OLMADAN
Söz- DOKUZ TELLİ SAZINAN
ORTA ANADOLU
3375
AKÇEŞMEDEN SULAR İÇTİM KANMADIM
Söz- SEKİZ DOKUZ YERİMDEN KURŞUN YEDİM ÖLMEDİM
ANTALYA/Elmalı
925
AYŞE DEDİM ADINA
Söz- İSTANBUL’UN GIZLARI DOKUZ KÖŞELİ
UŞAK/Bağbaşı Köyü
94
Rep.No
3430
Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN
EZGİ ADI
YÖRESİ
AYVA DİBİ SERİN OLUR
Söz- DOKUZ YERİMDEN KURŞUN YEDİM ÖLMEDİM
BURDUR/Kozağacı
EKİNLER EKİLİRKEN
Söz- DOKUZ DESTE GÜL ALDIM
UŞAK
EVİMİZİN ÖNÜ ÇAYDIR
Söz- ÜÇ GÜNÜM DOKUZ AYDIR
BURSA/Orhaneli
YOZGAT’IN MAHLESİNDE GÖREMEDİM
Söz- BUGÜN TAM DOKUZ GÜNDÜR
YOZGAT
YÖRÜ GÜZEL YÖRÜ YOLUNDAN KALMA
Söz- YÂRIN GERDANINDA DOKUZ KAT DÜĞME
TOKAT/Artova/Tozanlı
Rep.No
3463
688
3357
747
3446
ON
EZGİ ADI
YÖRESİ
ARG ALTINDA BENDİM VAR
Söz- ON GOÇTAN GURBANIM VAR
ÇANKIRI
AŞAĞIDAN GELİYOR FADİMEM
Söz- AŞAĞIDAN GELİYOR ON KADAR
UŞAK
553
AŞKINLA PERİŞAN YARİ GÖRÜNCE
Söz- ELİNE ALINCA ON TELLİ SAZI
ÇANKIRI
935
BAĞLAMAM ALTIN TELDEN
Söz- ÇALARIM ON ZİLDEN
GİRESUN
3387
BAHÇALARDA KUM DARI
Söz- ON PARMAĞI KINALI
MUĞLA/Fethiye
BEN YARE YOLLADIM BİR ELMAS KUTU
Söz- KUTUNUN İÇİNDE ON TÜRLÜ KOKU
BİLECİK/Kendirli Köyü
1340
ÇIKSAM A URUMELİN DÜZÜNE
Söz- ON PARMAĞI ELİNE
RUMELİ/Deliorman
4071
ÇİFTE KONAĞIN GELİNİ
Söz- İSTER OLSUN ON GARDAŞIN
ERZİNCAN
3413
DAM ÜSTÜNDE ÇUL SERER
Söz- GÜNDE ON ÇEŞİT GİYER
SİVAS/Divriği
DUR YERİNDE HANIM DUR YERİNDE
Söz- ON YIL BEKLEDİM YOLLARINDA
BAYBURT
Rep.No
1867
72
646
1531
95
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
EZGİ ADI
YÖRESİ
EVLERİNİN ÖNÜ YALDIZ PİYADE
Söz- ON YÜK ŞEFTALİYE KIZLAR
ÇANKIRI/Çerkeş
Rep.No
1574
HEKİMOĞLU DERLER BENİM ASLIMA
ORDU/Fatsa
Söz- BİR OMUZDAN BİR OMUZA ON ARMA FİŞEK
110
MENDİLİ OYALADIM
Söz- ON ADIMDIR ARASI
BALIKESİR/Türkali Köyü
144
OY KEMENÇE KEMENÇE
Söz- ON PARMAKTAN OLAMAM
ORDU
2044
SARI GIZIN AYAĞINDA YEMENİ
Söz- ON LİRALIK KEMER BELİNE AZDIR
GİRESUN/Görele/Çavuşlu Köyü
1834
SARILI YAZMAMI YIRTAR EKLERİM
Söz- ON YIL OLSA YÂR YOLLARIN BEKLERİM
KÜTAHYA/Tavşanlı/Yörgüç Köyü
884
KIRK
EZGİ ADI
YÖRESİ
ADIM ADIM HAK YOLUNA VARAYIM
Söz- KIRK KAPININ KİLİDİYİM
---------
ASMALI MENCERE
Söz- MERDİVANIM KIRK AYAK
İZMİR/Karaburun
BADE İÇERLER NAZINAN
Söz- KIRK İNCE BELLİ KIZININ
ERZURUM
1495
BEN BİR YAKUP İDİM KENDİ HALIMDA
Söz- YUSUF'U ÇIKARDI KIRK ARŞIN KUYUDAN
ŞANLIURFA
2466
DAM BAŞINDA DURAN KIZ
Söz- KIRK AYAK MERDİVENDEN
ELAZIĞ
4036
DARBUKA ÇALA ÇALA
Söz- KIRK TEPENİN TEPESİ
KOCAELİ/Kandıra
2488
ELA GÖZLÜ PİRİM GELDİ
Söz- DÖRT KAPIYI KIRK MAKAMI
ERZİNCAN/Tercan
3404
HANGİ BAĞIN BAĞBANISAN GÜLÜSEN
Söz- KIRK YIL KALSA YİNE KENDİ MALIMSAN
DİYARBAKIR
2846
HOZURDAYOR AŞAĞI İMARET ARISI
KASTAMONU
Söz- KIRK ÇEŞMEDEN SULAR İÇTİM KANMADIM
1845
96
Rep.No
2861
490
Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN
EZGİ ADI
YÖRESİ
KIRKLAR BİATINA VARDIM
Söz- KIRK YIL KAZANDA DUR KAYNA
MANİSA/Kula
2952
KURBANLAR TIĞLANIP GÜLBENK ÇEKİLDİ
Söz- ERENLER YOLUNDA KIRK SAVAŞIMI
SİVAS/Divriği
3052
MERDİVANIM KIRK AYAK
Söz- KIRKINA VURDUM DAYAK
KIRŞEHİR/Çiçekdağı
1116
ÖTME BÜLBÜL ÖTME ŞEN DEĞİL BAĞIM
Söz- KIRK YIL DAĞDA GEZDİM GEYİKLERİNEN
GEYİKLERİNEN
SARI GIZI ALDIM ÇIKTIM YAYLAYA
Söz- KIRK PARÇADAN SARİ DA GIZIN BOHÇASI
SİVAS/Divriği/Mursal Köyü
ERZURUM
Rep.No
203
1402
SONUÇLAR
Anadolu İnançları, Anadolu insanının günlük yaşamına yön veren ve
sorgulamasız olarak birbirine aktardığı kabullenmelerdir.
İnançların somut varlıklarla ile ilgili olanları doğa olaylarını, soyut varlıklar ile
ilgili olanları ise insanlarımızın kendi belleğinde oluşturduklarını içerir.
Anadolu inançlarında renklerin ifadeleri şunlardır:
 Ak saflığı, temizliği, arılığı ve duruluğu temsil eder ve güneyin simgesidir.
 Kara, genellikle kötülüğü ve uğursuzluğu ifade eder. Ancak kara yağız ve
gözü kara deyimleri yiğitliği ve gücü, yârin kara kaşı, kara gözü, siyah
saçı ise bir beğeniyi ifade eder. Asya Türkçesinde yön olarak kuzeyi
gösterir.
 Yeşil, bolluk, verimlilik, gençlik, dirilik, süreklilik, güçlülük ve benzeri
değişik anlamları içerir.
 Anadolu inançlarında ifadesini bulan ak, kara ve yeşil renklerinin Türkü
isimlerinde sıklıkla kullanıldığı tespit edilmiştir.
Anadolu inançlarında sayıların ifadeleri şunlardır:
 Bir, bütün dinler için kutsaldır; çünkü yaratanı ve tekliği simgelemektedir.
 İki, ayrılma (mutlak İlahi birlikten ayrı düşme) anlamına gelir. 2 tüm
yaratılanları temsil eder.
97
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
 Üç, İslâmi gizemcilere göre, insanların yolu 3 türdür; şeriat, tarikat,
hakikat. Nefis de 3 derecelidir (kötülüğü emreden, kendini suçlayan, huzur
içinde olan)
 Dört, dünya düzeninin simgesidir, adaleti simgeler.
 Beş, genellikle yaşadığımız dünyayı temsil eder ve insanoğlu hayatı 5 duyu
ile algılar. El ve ayaklarımızda bulunan parmak sayıları beştir. Ayrıca
İslâm dininde Namaz ibadeti beş vakit için emredilmiştir.
 Yedi sayısının kutsallığı birçok yerde karşımıza çıkmaktadır. Eskiden
dünyanın sabit durduğu ve etrafında da yedi gezegenin döndüğü inancı
vardı. Bu gezegenler Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Ay ve
Güneş’tir. İnsanoğlu her gezegenin bir gök katında olduğu düşündüğü için
“Göğün yedi katı” deyimi belleklere yer etmiştir. Tevrat’ta Tanrı’nın
dünyayı altı günde yarattığı, yedinci günde dinlendiğini yazması, yedi
rakamını uğurlu bir sayı yapmıştır. Arapçada “seba” olarak adlandırılan
yedi sayısının kutsallığına inanılmıştır. Yedi sayısı Mevlevîlikte de
kullanılmıştır. Zikir olarak kabul edilen semâ töreni yedi bölümden
oluşmaktadır.
 Sekiz, fazilet, ahlak, kararlılık ve aklı simgeler.
 Dokuz, doğruluk, yüceliğin, bağımsızlığın işaretidir. Sayıların özüdür
çünkü içinde 3 tane 3 vardır. İslâm anlayışına göre evren 9 felek (göksel
küre)den oluşmuştur.
 On, tamlık, mükemmelliktir. İslâm'da cennetle müjdelenen 10 sahabe
vardır.
 Kırk sayısı, hazırlık ve tamlık, olgunluğa erişme, dualitenin bitip ve bütün
olan anlayışın başlaması demektir.
Anadolu inançlarında ifadesini bulan bir, iki, üç,dört, beş, yedi, sekiz, dokuz,
on ve kırk sayılarının Türkü sözlerinde sıklıkla kullanıldığı tespit edilmiştir.
Yukarıda yer alan Türkülere ilişkin tespitlere, TRT'nin 2006 yılında
yayımladığı 4200 Türküden oluşan “Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisi 1-2 ”
adlı eserin incelenmesi sonucunda ulaşılmıştır.
Bu araştırma, Anadolu halkının yaşamına yön veren inançların renkler ve
sayılar örneklerinde Türkülere yansımasının ortaya konulduğu bir durum tespitini
içermektedir. Elde edilen verilerin sosyolojik açıdan irdelenmesinin, çalışmanın daha
işlevsel hale gelmesini sağlayacağı, bu yolla halk kültürüne ve dolayısıyla halk
bilimine önemli bir katkı sağlayacağı öngörülmektedir.
98
Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN
KAYNAKÇA
BAŞGÖZ, İlhan. (2008). Türkü. İstanbul: Pan Yayıncılık
ERHAT, Azra.(2010). Mitoloji Sözlüğü. İstanbul:Remzi Kitabevi A.Ş.
EYUBOĞLU, İsmet Zeki .(1998 ). Anadolu İnançları,Anadolu Üçlemesi 1-2. İstanbul:Gökkuşağı
Matbaacılık.
GÖLPINARLI, Abdülbaki. (2006). Mevlevî Adâb ve Erkânı. İstanbul: İnkılâp Yayınevi, İkinci
Basım,
HANÇERLİOĞLU, Orhan. (2000). Dünya İnançları Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi
KARASAR, Niyazi. (1999). Bilimsel Araştırma Yöntemi.İstanbul: Nobel Yayınları.
ÖGEL, Bahaeddin. (1993). Türk Mitolojisi.Ankara:Türk Tarih Kurumu Basımevi.
TÜRKÇE SÖZLÜK . (2009). Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil
Kurumu Yayınları.
TÜRK HALK MÜZİĞİ SÖZLÜ ESERLER ANTOLOJİSİ 1-2 (2006). Ankara: TRT Müzik Dairesi
Yayınları.
TÜRKİYE'DE HALK AĞZINDAN DERLEME SÖZLÜĞÜ IV. (2009). Ankara:Türk Dil Kurumu
Yayınları.
99
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
100
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
AYAKKABI MODASI PERSPEKTİFİNDE KAHRAMANMARAŞ ÇARIK VE
YEMENİLERİNİN YAŞAM SEYRİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Review of Kahramanmaraş Sandal’s and Flat-Heeled Shoes’s Progress
Through the Perspective of Shoe Fashion
*
Songül KURU , A. Candan PAKSOY
**
Özet: Kültürler arası etkileşimlerden birisi de ülkelerin geleneksel el sanatları
kültürleridir. Anadolu da çok zengin bir el sanatı kültürüne sahiptir. Anadolu kültüründe yer alan
Osmanlı çarıkları ve yemenileri 1800’lü yıllarda başlayan Köşkerlik mesleğinin ürünleri olup 670
Yıllık geleneğe dayanır.
Osmanlı çarığının sürdürülebilirliği, Avrupa Birliğinin desteklediği çok kültürlülüğün
korunmasına yönelik çalışmalar çerçevesinde gerek kamu gerekse sivil toplum kuruluşları tarafından
yürütülen çeşitli projeler ile moda, ev tekstili ve ayakkabı tasarımı ve benzeri alanlarda aranmaktadır.
Bu bildirinin amacı; Osmanlı çarıkları ve yemenilerini form ve diğer detay özellikleri
açısından geçmişten günümüze yaşam seyrindeki değişimi incelemektir. Geleneksel Türk el
sanatlarından birisi olan çarıklar ve yemenilerin; korunması, yaşatılması ve kültürel devamlılığının
sürdürülmesine, bölgesellikten evrenselliğe taşınmasına, ayakkabı endüstrisindeki kullanımının
yaygınlaştırılmasına, çarık ve yemeni yapımı ile geçimini sağlayan zanaatkârların yaşatılmasına katkı
sağlanması hedeflenmektedir.
Çalışmanın temel dayanağı basılı ve online literatür kaynaklar ile Kahramanmaraş ilinde
çarık ve yemeni yapan ustalarla görüşmelerden elde edilen verilerdir ve veriler yalnız
Kahramanmaraş ili ile sınırlıdır.
Bildiride sırasıyla, Türklerde ayakkabı kültürü ve Kahramanmaraş’ta köşkerlik ürünleri
hakkında bilgi verilerek geçmişten günümüze kullanım amaçlarından bahsedilmiştir. Devamında
ayakkabı modası perspektifinde çarığın yaşatılması ve gelecekteki yaşam seyrinin devamlılığı için
uygun görülen öneriler sunulmuştur.
Anahtar kelimeler: Ayakkabı modası, Kahramanmaraş, Çarık, Yemeni, Osmanlı
Abstract: One of the significant intercultural interactions is the traditional handcraft
cultures of countries. Anatolian is a very rich land in terms of handcraft culture. Ottoman sandals
that constitute a significant place in Anatolian culture are the products of a profession called
* Yrd. Doç. Atılım Üniversitesi, Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Moda ve Tekstil Tasarımı
Bölümü, Ankara, [email protected]
** Öğretmen, Altındağ Atatürk Kız Teknik ve Meslek Lisesi Ayakkabı Saraciye Teknolojisi Alanı, Ankara,
[email protected]
101
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
‘köşgerlik’ and goes back to a 670 years old tradition.
Maintainability of Ottoman sandal and flat-heeled shoe depends on various projects such
as fashion, home textile, shoe design that are carried out by public and non-governmental
organizations as part of the European Union’s studies aimed at protecting multiculturalism.
The aim of this paper is to analyze the change of Ottoman sandal and flat-heeled shoe
from past to present in terms of form and other details. In this way, the aim is to help the protection
of sandals, which is one of the Turkish handicrafts, and ensuring their cultural continuity besides
carrying them from a regional level to a global one, to disseminate the use of them in shoe industry
and to support craftsman who continue their living through making sandals.
The basic foundation of this study is the data that are gathered through online literature
resources and meetings with Sandal and flat-heeled shoe craftsman in Kahramanmaraş and the data
is only limited with Kahramanmaraş.
In the paper, the short history of sandal and flat-heeled shoe are presented and the
intended purpose of their use from past to present in Kahramanmaraş are mentioned. Afterwards, in
order to ensure the continuity of sandals are presented in the details and proper advices are given for
ensuring the future of sandals.
Key words: Shoe fashion, Kahramanmaraş, Sandal, Flat-Heeled Shoe, Ottoman.
1. GİRİŞ
Ayakkabı; eski çağlardan bu yana, insanların doğa koşullarından korunma
ihtiyacından ortaya çıkmış bir ayak giysisidir. Öncelikle ayağı dış etkilerden korumak
amacıyla yapılmış, tarihin farklı dönemlerinde kullanım amaçlarına uygun, teknolojiyle
birlikte değişen malzeme çeşitliliği ve farklı tasarımlarda ayakkabı kendi modasını
yaratmıştır.
Günümüz modasında ayakkabı; aksesuar olma niteliği de taşıyarak hızlı
tüketim anlayışını destekleyen, dış giyimle bütünlük sağlayan bir giysi olmuştur.
İnsanların kültürel ve sosyal durumlarını da belirleyen ayakkabı, bot, çizme, mest,
sandalet, nalın, takunya, terlik, çedik, potin, iskarpin ve benzeri isimler alarak, Türk
kültürünün bir parçası olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Başlangıçta doğal deri
kullanılarak yapım aşamaları gerçekleştirilen ayakkabının günümüz modasındaki
şeklini ve değişen yerini alıncaya kadar birçok aşamadan geçtiği görülmektedir.
Ayakkabı, tüketime dayalı ekonomik gelişmeler ve şehir yaşamının gereklilikleri,
insanların kendilerini ifade etmede sosyal ve statü göstergesi saydıkları çok önemli bir
araç olmuştur.
Ayakkabı modasının kendini yenilemekten doğan ihtiyacı geçmiş yılların
ihtiyacı ile bugünün beğenilerini birleştirmiştir. Türk kültüründe yer alan kaybolmaya
yüz tutmuş el sanatlarından “köşkerlik” ürünlerinin günümüze uyarlanarak
kullanılması yeni bir moda yaratmıştır.
102
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
2. TÜRKLERDE AYAKKABI KÜLTÜRÜ VE MARAŞ’TA KÖŞKERLİK
ÜRÜNLERİ
Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkler, kültürlerini de beraberlerinde
taşıyarak her türlü alışkanlık ve geleneklerini sürdürmüşlerdir. Özellikle tarım ve
hayvancılıkla uğraşan kesim, Anadolu’nun hemen her yerinde hayvan yetiştiriciliğine
bağlı olarak dericilik ve ayakkabıcıkla uğraşmışlardır. Orta Asya’da yapılan kazılarda
bulunan çizme ve çarıklar eski Türklerde deri işleme ve ayakkabı yapımının gelişmiş
olduğunun göstermektedir (Kuru, Paksoy, 2008: 2).
Türklerdeki tarım ile hayvancılığın birlikte yürütülmesini kolaylaştırmak
amacıyla dağlık ve ovalık arazilerde kurulan Osmanlı şehirleri, çevre ile olduğu kadar
kendi köyleri ve kasabaları arasında canlı bir ticarete sahip, kültürel ve idarî
merkezlerdi. Maraş şehri de bu özellikleri ile her zaman önemli bir dinî, idarî ve ticari
bir merkez olmuştur.
Aksu, Erkenez, Ceyhan ırmaklarının suladığı bir ovaya sahip olan
Kahramanmaraş, yazları rüzgârlı ve serin, baharda yağışlı, kışları ise soğuk iklime
sahiptir. Tarım, bahçe ve bağcılık merkezinde kurulmuş olan Kahramanmaraş zengin
dağları ve yaylaları ile de hayvancılığa elverişli bir yerdir.
Maraş konar-göçerlerin, çiftçilerin, dağ köylülerinin ve tüccarların buluşma
yeri haline gelmiştir. Osmanlının son döneminde bir yandan azınlıkların önemli varlığı
nedeniyle azınlık ayaklanmalarına maruz kalırken, diğer yandan hem Kafkasya
göçmenlerinin ve hem de yerli konargöçerlerin yerleştirildiği bir bölge olmuştur
(Yetişkin 2007: 3).
Osmanlının son döneminde Halep eyaletine bağlı Maraş sancağı, Ermeniler
için her zaman önemli bir yerleşim yeri olmuş ve Ermeniler orada oldukça iyi
ekonomik koşullara sahip bir azınlık olarak yaşamışlardır. Şehirdeki ticaret, esnaflık,
tıp, kuyumculuk ve diğer birçok zanaat kolları ve para getiren işler ve uğraşlar büyük
ölçüde Ermenilerin kontrolü altında kalmıştır (Yetişkin 2005: 2).
Maraş’ta özellikle Ermeniler, XVI. Yüzyılda Anadolu, Akdeniz, Hindistan ve
İran’ın ticari faaliyetlerinde önemli rol oynamışlardır. Maraş’ta Ermeniler, ticari
şirketler kurarak halkın yaptığı ürünleri başta İngiltere, Fransa ve Almanya, İtalya
olmak üzere birçok ülkeye pazarlayarak ticaretten büyük bir zenginlik elde etmişlerdir.
Aynı zamanda el sanatlarının her bir alanında zanaatkâr olarak da yer almışlardır.
Maraş tarihinde Mezopotamya ve Kuzey Suriye’ye giden kervanların
güzergâhında olmasından dolayı, her zaman önemli bir merkez olmuştur. Kentin bu
konumu, ekonomik faaliyetlerini yönlendiren faktörlerden birisidir (Günay 2010:163173).
Maraş Osmanlı ordularının Suriye, Mısır, Arabistan, Irak ve İran’a yaptığı
seferlerde büyük bir üs ve ulaştırma merkezi olarak görev yapmış ve ordunun
103
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
ihtiyaçları ise şehrin çarşılarından karşılanmıştır. Osmanlı ordusu saraçlık ve köşkerlik
gibi deri ürünleri ihtiyacının tamamına yakınını Maraş’tan karşılamaktaydı. Maraş’ı
çeşitli zamanlarda ziyaret eden Evliya Çelebi (1648), Ch. Texier (1832) ve V. Cuinet
(1892) gibi seyyahlar şehrin ticari potansiyelinden övgüyle bahsederek, el sanatlarının
çok gelişmiş olduğunu belirtmişlerdir (Özkarcı 2012: 1-2).
Maraş dokuma, ayakkabıcılık, bakırcılık, dericilik ve oymacılık gibi küçük
çaplı sanayi kollarında önemli gelişmeler göstermiştir. Burada üretilen mobilyalar,
ayakkabılar ve diğer mallar tüm ülke içerisine satıldığı gibi, yurt dışına da ihraç
edilmekteydi (Özkarcı 2012: 17).
Besim Atalay’a göre, Maraş’ta en gelişmiş sanat kolu dericiliktir. Şehirde 350
debbağhane ve 170 usta, papuccu (ayakkabıcı) vardır (Yetişkin 2007: 10).
Kahramanmaraş’ta geleneksel yöntemle elde tabaklanan sığır derilerine “gön”,
modern deri fabrikalarında kimyasal maddelerle işlenen sığır derilerine de “kösele”
denilmektedir. Kahramanmaraş’taki köşker ve saraçlar gönlerin, köseleye göre hem
daha sağlam, hem de daha sağlıklı olduğunu belirterek ürünlerinin tamamında gön
kullanmaktadırlar (Özkarcı 2012: 6).
Kahramanmaraş’ın Türk El sanatları tarihinde müstesna bir yeri vardır. El
sanatları geniş ve derin tarihi sebebiyle zengin bir muhtevaya sahiptir. Bu zenginlik
Orta Asya Türk kültür ve sanat kaynağına varan bir bağlantıyı gösterir.
Kahramanmaraşlı ustaların büyük emek ve sabırla sürdürdükleri el sanatları, Türk el
sanatlarının binlerce yıllık sürekliliğini de ortaya koymaktadır (Özkarcı 2012: 1-2).
Maraş’ta üretilen ürünlerin kaliteli ve düzgün üretimi için 1800’lü yıllarda
Maraş’ta köşker esnafının bir teşkilatı ve bu teşkilatın yasalarının olduğu da
bilinmektedir. Ahi Evran toplantısı da dedikleri toplantılarında ayakkabıcı esnafları
hakkında çeşitli kararlar aldıkları açıklanmaktadır.
Kahramanmaraş’ta yapılan ayakkabıların kökeni Orta Asya’da Hun sanatına
kadar dayanmaktadır. Köşkerlerin yaptığı bu ürünler çok çeşitli olup edik, başmak,
yemeni, çarık, çedik, sokman, oguk (çizme), isimleri ile günümüze kadar ulaşmıştır.
Ayakkabılara renklerine göre farklı farklı anlamlarda yüklenmiştir. Orta Asya Türk
tarihinde “kırmızı çizme” ile “kırmızı kemer” hükümdarlık sembolü sayılmıştır.
Avrupalı seyyahlara göre, Anadolu’daki Türklerin “sarı çizme” giydiği kayıtlarda
geçmektedir. Batılı kaynaklarda “sarı çizme giymek” deyişinin Türkçede, “dünyada en
üst mertebeye erişmek” manasına geldiği ifade edilmiştir. (Özkarcı 2012: 5).
Evliya Çelebi 17. Yüzyılın Maraş’ını anlatırken kadınların ayaklarına Sarı
çizme giydiklerinden bahseder (Karlıklı 2001: 53).
Kahramanmaraş’ta bu zanaatla uğraşan ustalardan Alaaddin Kopar;
Maraş’ta üretilen pabuçlarda beş renk kullanılırdı. Bu renkler tesadüfen
değil kullanım alanlarına göre seçilirdi. Yeni yetişen gençler (kız-erkek)
104
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
portakal ya da narçiçeği kırmızısı, daha olgun gençlere kırmızı pabuçlar
yapılırdı. Evli olanlar; sarı, hardal rengi pabuç giyerlerdi. Hatta annemin
anlattığına göre; yeni evlenen genç kızlar, hardal rengi edik gelmezse baba
evinden çıkmak istemezmiş. Çünkü hediye gelen dörtlük ya da sekizlik
mecidiyeler ağzı geniş bir pabuç olan edikten sığarmış. Gelin çocuk sahibi
olduktan sonra artık siyah pabuç giymeye başlardı. Dul kadınlar ise yeşil
pabuç giyerlerdi. Hatta anlatılana göre dul kadınların talipleri onları
ayaklarındaki yeşil pabuçtan anlar, evlerini öğrenmek için takip ederlerdi.
diye anlatmaktadır (Günay 2010: 169).
Naksali’ye göre; basit bir ayakkabı çeşidi hatta önemsiz bir ayrıntı olarak
düşündüğümüz çarık günlük hayatımızda, adetlerimizde, gelenek, göreneklerimizde ve
dilimizde küçümsenemeyecek bir yer tutmakta ve kültür zenginliğimize zenginlik
katmaktadır.
2.1. Kahramanmaraş’ta Yapılan Köşkerlik Ürünleri Hakkında Genel Bilgi
Kahramanmaraş’ta dericiliğin önemli bir kolu olarak yer alan “köşkerlik”,
Türklerin 1085 yılında bu bölgeye yerleşimleri ile başlayan bir sürece dayanır. Orta
Asya'da doğmuş, Anadolu Selçukluları Döneminde örgütlenerek gelişmiş,
Dulkadiroğluları ve Osmanlı imparatorluğu Döneminde işlenmiş deri ve deri
ürünlerinin kalitesiyle zirveye ulaşmış olduğu kaynaklarda geçmektedir.
Kahramanmaraş’ta köşkerlik sanatı 1940’lı yıllara kadar en parlak dönemini
yaşamış ve imal edilen ürünlerin geneli ihraç edilmiştir (Özkarcı 2012: 5).
Fotoğraf 1-2: Karadağ çarığı (Kuru ve Paksoy, 2013)
105
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Fotoğraf 3: Yemeni (Kuru ve Paksoy, 2013)
Günümüzde imalatı tek olan Kahramanmaraş çarıkları 1800'lü yıllarda köşker
diye adlandırdığımız ayakkabı yapım ustalarından Salman Kopar, ondan sonrada oğlu
Mehmet Kopar, 1944 yılında Mehmet oğlu Allaatin Kopar, 1975 yılında Allaatin oğlu
Hüseyin Kopar, 1998 yılında Allaatin oğlu Mehmet Kopar ve 2000 yılında Hüseyin
oğlu Fatih Kopar dedelerinden bu yana gelen sanatı yaşatmaya çalışmaktadırlar
(Özdemir, Kayabaşı 2005: 76).
İnsan ihtiyaçlarının farklılaşması ile birlikte ayakkabının fabrikasyon üretimi
“köşkerliğin” kaybolmaya aday meslekler arasında yer almasına sebep olmuştur.
Kahramanmaraş’ta “Kopar ailesi” bu sanatı dedelerinden bu yana sürdürerek bugüne
taşımışlardır. Günümüze uyarlayarak modernize ettikleri ürün modelleri dikkat çekici
özellikte olup, turizme ve Maraş ekonomisine de katkı sağlamaktadır.
Çarık: Uygurlardan beri bilinmekte olan çarık kelimesi; eski Türkçe, orta
Türkçe ve eski Anadolu Türkçesinde çaruk şeklinde idi. Osmanlı Türkçesinde hem
çaruk hem de çarık şekli kullanılmıştır (Naskali 2003: 39).
Sağol, “Ayakkabı Kelimelerinde Anlam Değişmeleri” adlı makalesinde çarık
kelimesinin Arapça ve Farsça karşılıklarına ve lehçelerdeki durumuna göre çarığın
karşılıklarını maddeleyerek izah etmiştir.
1. Çarık (kelimeye bir yerde “keçe çorabın üzerine giyilen karda kullanılan
deriden yapılma” olarak, diğer bir yerde ise “deri tabanlı ve üst kısmı
sicimli” olarak açıklama getirilmiştir.
2. Çizme
3. Kundura
4. Postal
5. Terlik (Sağol 2003: 24).
106
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
“Koçu (1996: 64), çarığı, Türk Giyim Kuşam Süslenme Sözlüğünde (H.
Kazım, Büyük Türk Lugatı) köylümüzün en yaygın ve en makbul ayakkabısı; “aslı
Farsça çaruğ ismidir” şeklinde tanımlamıştır
Çarık, Osmanlıdan cumhuriyetin ilk yıllarına kadar köylünün giydiği kullanımı
en yaygın ayakkabıdır. Çarık, ayağın tabanının dan parmak üstlerine kadar, ayağın
etrafı ile topuğu kapatacak şekilde tek parça gönden, sırımla bağlanarak ayağa
giyilecek şekilde yapılır. Çarığın en makbulü, tuzla terbiye edilerek gölgede
kurutulmuş deriden (gönden) tek parça olarak yapılanıdır.
Başmak ve Yemeni: “Kısa kenarlı, kırmızı ve sair renkte (sarı yahut siyah)
sahtiyandan yapılır. Kaba pabuç ki avam giyer” (Şemseddin Sami, Kaamusu Türki).
Bir erkek ayakkabısıdır (Koçu 1996: 246).
Şen (2003: 5), Ayakkabı ile ilgili kelimeler üzerine” adlı makalesinde Osmanlı
Türkçesinde “başmak” genel olarak ayakkabı anlamına gelen bir kelime olduğundan
bahsederek Yemeniyi; sahtiyandan yapılan, avam tabakasına mensup erkeklerin
giydiği, üstü ayak parmakları ve incik kemiği görünecek kadar açık, ökçeli ve kaba bir
ayakkabı olarak tanımlar.” Başmak ise üstü yemeniye göre daha kapalı, burnu küt ve
yuvarlak, arka kısmı sert bir ayakkabıydı. Yine Osmanlılarda ayakkabı imal edip satan
ve tamir eden kimselere de başmakçı denmekteydi.
“Göçebe Türklerde ayakkabı kültürü” makalesinde Yüce (2003: 323-325),
Yemeninin en çok kadınların giydiği bir ayakkabı türü olduğundan bahsetmektedir.
Bunun düz yemeni, tokalı yemeni veya güllü yemeni denen türleri olduğundan da
bahsetmektedir. Aynı zamanda yemeninin ökçeli olması, yürürken ayağın
kaymamasına yardımcı olacağı için pek çok kimse tarafından tercih edildiğini de
anlatır. Yemenilerde renkli iplerden oluşan toka veya gül süs unsuru olup, tamamen
isteğe göre sadece kadınların giydikleri yemenilerde olduğunu da söylemektedir
Fotoğraf 4-5-6: Süsleme teknikleri kullanilarak yapilan yemeniler (Hüseyin-Mehmet Kopar)
(Kuru ve Paksoy, 2013)
107
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Kahramanmaraş kervan yollarının geçiş güzergâhı, konar göçerlerin yaşadığı
ve Osmanlının son döneminde Kafkasya göçmenlerinin yerleştirildiği bir bölge
olmuştur. Bu nedenle farklı toplulukların yaşam biçimleri, kültürleri ve benzeri
özellikleri Kahramanmaraş’ta yapılan yemenilerin ürün çeşitliliğinin çok olmasında
önemli bir etken olmuştur.
2.2. Yemeninin Yapım Aşamaları
Tabaklanarak ve kök boya ile istenilen renkte boyanan derilerden yapılan
yemeninin tabanında camız ve manda köselesi kullanılarak astarda koyun derisi
kullanılmaktadır. Taban kalıba uygun şablon (ıstampa) ile kesilir.
Sayanın dikiminde kenar kıyı ve biyeleri keçi derisi kıyılık dönme dikişi
yapılır. Yemeninin, taban ile yüzün birleştirilmesi bizle açılan deliklerden ters dikiş ile
yapılır. Bu işlemler sırasında kesinlikle yapıştırıcı kullanılmadığı gibi dikimde
kullanılan pamuklu ipliğin sağlamlaştırılması balmumu ile yapılmaktadır.
Fotoğraf 7-8: Saya ile taban birleştirme (Kuru ve Paksoy, 2013)
Taban ile yüzün tersten birleştirilmesinden sonra, yemeninin ıslatma işlemi ile
derinin yumuşatılması sağlanır.
108
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
Fotoğraf 9-10-11: Ters dikiş ile birleştirilmiş yemeni ve ıslatma işlemi (Kuru ve Paksoy, 2013)
Elde dikilerek çevrilen yemeni, su içerisinde bekletilerek yumuşatıldıktan
sonra, ayağın şeklini alabilmesi için kalıba giydirilerek kurumaya bırakılır.
109
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Fotoğraf 12-13-14: Kalıba giydirme ve boyanmış yemeni (Kuru ve Paksoy, 2013)
Kalıpta son şeklini alan yemeni, derinin doğal rengi ya da toprak ve ağaç
köklerinden elde edilen boyalarla boyanır. En çok kullanılan renkler siyah, kırmızı,
yeşil, portakal ve sarıdır. İsteğe göre mor, pembe, mavi ve benzeri renklerde
kullanılmaktadır. Saya da yapılan model değişiklikleri yemeninin farklı isimler
almasına sağlamaktadır.
Tokalı Osmanlı yemenisi: Yemeninin yapım aşamaları ile aynı malzemelerin
kullanıldığı tokalı Osmanlı yemenisinin farkı bağlamak için kullanılan tokasıdır.
Modaya uygun farklı renklerde yapılan Tokalı Osmanlı yemenisi geçmişten bugüne
yapım tekniği değişmeden günümüze kadar gelmiştir.
110
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
Fotoğraf 15-16-17-18: Tokalı Osmanlı yemenileri (Kuru ve Paksoy, 2013)
Saray Yemenisi: Yemeninin sayasının iki parça halinde farklı dikiş teknikleri
kullanılarak birleştirildiği ayakkabı modelidir. Özkarcı, saray yemenisinin Osmanlı
döneminde devlet adamlarının sarayda terlik olarak kullandıklarını söylemektedir.
Yemeninin yapılış esasına dayalı olarak yapılan bu model, iki parça halinde yapılan
sayanın farklı malzemeler, saraç dikişi süsleme teknikleri ile model değişimleri
yapılmaktadır (Özkarcı 2012: 10).
Fotoğraf 19: Saray Yemenileri (Hüseyin Kopar)
111
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Fotoğraf 20-21-22: Saray Yemenileri (Mehmet Kambur) (Kuru ve Paksoy, 2013)
Kelik: Koncu incik kemikleri üzerine çıkan, önden deri bağcıkla kapanan,
postalın kısa olanı da diyebileceğimiz ayakkabı türüdür. Tabanda manda derisi, saya
kısmında dana derisi kullanılır. Ağız kenarında ve bağcık altında kalan (kepez) kısmın
kenarlarında yüz ile farklı renk de koyun derisi ile kıyılık ile temizleme yapılır.
Kahramanmaraş halk ağzında kullanılan “Kelik” Hayati Vasfi Taşyürek’in
“Lügatçemiz” şiirinde yer almaktadır.
Yemeniye kelik, yoğurda katık,
Bulgur pilavına aş derler bizde.
Genç horoza celfin, pilice ferik,
Kümese yollarken kış derler bizde.
Kelik, Osmanlı döneminde çok giyilen postala göre daha sade ve yazlık olarak
yapılmış bir ayakkabı türü olarak da kaynaklarda geçmektedir. Kelik, günümüz
ayakkabı modasında en çok kullanılan kısa bot modellerinden olup, modernize edilerek
farklı malzemeler de kullanılarak üretilmektedir.
112
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
Fotoğraf 23-24: Kelik (Hüseyin Kopar)
Fotoğraf 25-26: Kelik (Mehmet Kambur Koleksiyonu) (Kuru ve Paksoy, 2013)
Postal: Yüce, “Göçebe Türklerde Ayakkabı Kültürü” makalesinde Postal
(Farsça>Postgal) tanımlar; konç denen üst kısmı keçi derisinden, topukları örtecek
uzunlukta tabanı sığır dersi köseleden ökçesiz ve tabanın uç kısmı sivri, kayık burnu
gibi yukarı kıvrık, çok kayan ve bu yüzden giyeni sık sık düşüren bir ayakkabı türüdür
(Bu postal denen ayakkabı türünün, bugün askerlerin giydiği potin veya bot cinsinden
olan ayakkabı türüyle karıştırmamak gerekir. Bunlar birbirinden farklı ayakkabıdır).
Postalın koncunun ön kısmı açık olur, bu açıklığın arasında kulak veya dil denen bir
meşin parça bulunurdu. Postal da tıpkı yemeni gibi elde dikilen, fakat sadece erkeklerin
giydiği bir ayakkabı türüydü (Yüce 2003: 325).
Koçu (1996: 193), amele, işçi ve askerde nefer ayakları için yapılan kaba
potinlere de “Postal” denilir, demektedir.
Genel olarak yapım tekniği ve aynı malzemelerin kullanıldığı postal,
113
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Kahramanmaraşlı köşkerlerimizin yaptığı “Nakışlı postal”, Osmanlı döneminde
yapılan ürünlerin kalitesi ile köşkerlerin işlerine verdikleri önem ve zanaatkarlıklarının
göstergesi olarak günümüze ulaşmıştır. Yapılan ürünlerin farklılık yaratan özellikleri
Kahramanmaraş’ta el sanatlarına verilen değeri de ortaya koymaktadır. Günümüzde
Kopar ailesinin yaptığı ürünlerde görülen farklı tasarımlar da, dededen toruna kadar
uzanan bu zanaatın devamı görülmektedir.
Fotoğraf 27: Postal (Mehmet Kopar)
Fotoğraf 28-29:Postal (Mehmet Kambur Koleksiyonu) (Kuru ve Paksoy, 2013)
114
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
Fotoğraf 30-31-32-33: Nakışlı postal (Mehmet Kambur Koleksiyonu) (Kuru ve Paksoy, 2013)
Fotoğraf 34-35-36-37-38: Yemeni (Mehmet Kambur Koleksiyonu) (Kuru ve Paksoy, 2013)
Fotoğraf 39-40: Sim sırma süslemeli yemeni ve edik (Mehmet Kopar) (Kuru ve Paksoy, 2013)
115
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Edik: Sağol (2003: 24), ediğin “çizme“ anlamında kullanılan ilk kelime
olduğunu söylemektedir. “Ayakkabı Kelimelerindeki Anlam Değişmeleri” adlı
makalesinde, kelimeyi Pakalın’ın tanımından vermektedir.” Sefere gidilirken “çedik”
üzerine giyilen çizmenin öteki ismi idi, çekme de denilirdi demektedir.
Kahramanmaraş’ta daha çok kadınlar tarafından giyilen ediğin topuk kısmına
nalça çakılarak erkek ediklerinden farklı yapılmıştır. Özkarcı, önceden düğünlerde
gelinlerin edik giydiklerinden bahsederek, edik giymenin belli bir olgunluk, liyakat ve
yetişkinlik gibi derin manaları da olduğu ve sosyal hayattaki öneminden
bahsetmektedir (Özkarcı 2012: 8).
Kahramanmaraş’ta çok farklı şekillerde yapılan edikler günümüzde de farklı
malzemeler kullanılarak yapılmaktadır.
Fotoğraf 41-42-43: Edik (Hüseyin–Mehmet Kopar) (Kuru ve Paksoy, 2013)
Fotoğraf 44-45-46-47: Edik (Hüseyin –Mehmet Kopar) (Kuru ve Paksoy, 2013)
116
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
3. AMAÇ
Osmanlı çarıkları ve yemenilerinin form ve diğer detay özellikleri açısından
geçmişten günümüze yaşam seyrindeki değişimini incelemektir. Çalışma ile geleneksel
Türk el sanatlarından birisi olan çarıklar ve yemenilerinin, korunması yaşatılması ve
kültürel devamlılığının sürdürülebilmesi, bölgesellikten evrenselliğe taşınması,
ayakkabı endüstrisindeki kullanımının yaygınlaştırılması ve çarık ve yemeni yapımı ile
geçimini sağlayan zanaatkârların yaşatılmasına katkı sağlanması hedeflenmektedir.
4. YÖNTEM
Araştırmada betimsel yöntem kullanılmıştır. Çalışmanın temel dayanağı basılı
ve online literatür kaynaklar ile Kahramanmaraş ilinde çarık ve yemeni yapan ustalarla
görüşmelerden elde edilen verilerdir. Veriler yalnız Kahramanmaraş ili ile sınırlıdır.
5. BULGULAR VE YORUM
Osmanlı döneminde altın çağını yaşayan köşkerlik mesleği, birçok el zanaatı
mesleğinde olduğu gibi, günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş meslekler arasında yer
almıştır. Osmanlı döneminde köşkerlik mesleğini yapan çok sayıda zanaatkâr olmasına
rağmen, Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Kahramanmaraş’ta da bu mesleği
yapan çok az sayıda usta kalmıştır. Önemli bir kültür mirasımız olan köşkerlik mesleği
ile ilgili önlemler alınmadığı takdirde, Alaadin Kopar ve oğulları Hüseyin, Mehmet ve
Fatih Kopar bu mesleği sürdüren Kahramanmaraş’taki son ustalar olabilir. Bu ustalarla
07.08.2013 tarihinde yapılan görüşmeden elde edilen veriler tablolaştırılarak
yorumlanmıştır.
Tablo 1: Kahramanmaraş’ta çarık/yemeni yapımının başlama yılı
Çarık yapımının başlama yılı
Kahramanmaraş, Dulkadiroğlu ve Osmanlı dönemlerinde kervanların geçtiği konaklama yeri
olmuştur. Yapımı Dulkadiroğlu Beyliğine kadar dayanan Kahramanmaraş çarıkları/
yemenileri, göçebe kervanlarının ticareti ile varlığını sürdürmüştür. Şehir Dulkadiroğlu ve
Osmanlı döneminde gelişmiş bir sosyal görünüm arz etmektedir.
Tablo 1’de görüldüğü gibi Kahramanmaraş’ta çarığın ve yemeninin yapımı
çok eski yıllara dayanmaktadır. Kervan yollarının Kahramanmaraş’tan geçmesi şehrin
117
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
ticaretini her bakımdan etkilemiştir. Kervanların dinlenmek için konaklaması şehirde
alışverişi hareketlendirerek konar-göçerlerin yiyecek, giyim, ayakkabı ve benzeri
ihtiyaçlarını karşılayan bir şehir olmuştur. Buda şehrin ekonomisine önemli bir katkı
sağlamıştır.
Tablo 2: Kahramanmaraş’ta Osmanlı döneminde üretilen çarık ve yemenilerde Türk Kültürünün
izleri
Üretilen çarıklarda Türk kültürünün izleri
Osmanlı döneminde üretilen çarıklarda Türk kültürü ve Arap kültürünün izlerini görmek
mümkündür.
Tablo 2’de görüldüğü gibi, çarık ustaları Kahramanmaraş’ta çarık ve
yemenilerin yapımında Türk kültürünün izleri ile birlikte Arap kültürünün izlerinin de
görüldüğünü ifade etmişlerdir. Bununla birlikte kaynaklara göre, Maraş’ta Osmanlı
döneminde Ermenilerin, ticari şirketler kurarak halkın yaptığı ürünleri başta İngiltere,
Fransa ve Almanya, İtalya olmak üzere birçok ülkeye pazarlayarak ticarette önemli rol
oynadıkları ifade edilmektedir.
Tablo 3: Kahramanmaraş’ta Osmanlı Döneminde Çarık/Yemeni Yapan Usta Sayısı
Çarık yapan usta sayısı
Osmanlı döneminde Kahramanmaraş’ta 170 usta 350 debbağhanenin var olduğu bilinmektedir.
Kahramanmaraş, Dulkadiroğlu ve Osmanlı dönemlerinde kervanların geçtiği
konaklama yeri olmuştur. Yapımı Orta Asya’dan başlayarak Dulkadiroğlu Beyliği ve
Osmanlı’ya dayanan Kahramanmaraş çarık ve yemenileri, göçebe kervanlarının ticareti
ile varlığını sürdürmüştür. Kaynaklara göre; Osmanlı ordusunun çarık, yemeni ve
çizme ihtiyacının Maraşlı ustalar tarafından karşılandığı ifade edilmektedir. Osmanlı
döneminde Kahramanmaraş’ta 170 civarında çarık ustası ve 350 var debbağhanenin
olduğu düşünüldüğünde, köşkerlik mesleğin şehrin ticaretine önemli katkı sağladığı
görülebilir.
118
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
Tablo 4: Osmanlı dönemi çarık ve yemenileri ile günümüz çarık ve yemenilerinin model
farklılıkları
Model farklılıkları
Kahramanmaraş’ta Osmanlı döneminde yapılan çarıklar ile günümüzde yapılan çarıklar
arasında model özellikleri açısından fark vardır. Osmanlıda döneminde 7 çarık modeli
yapılmıştır. Günümüzde ise modanın etkisiyle değişime uğramıştır. Günümüzde 36 çeşit çarık
modeli yapılmaktadır. Modaya ve müşteri ihtiyacına göre daha fazla model de çalışılabilir.
Görüşmede, Osmanlı döneminde Kahramanmaraş’ta yapılan çarık ve
yemenilerin model sayısının çok az olduğu günümüzde ise, çarık/yemeni modeli
sayısının 36 olduğu ifade edilmiştir. Model sayısındaki artışın moda trendleri müşteri
istekleri ile şekillendiği ifade edilebilir.
Tablo 5: Osmanlı döneminde çarık ve yemeni yapımında kullanılan hayvan derileri
Kullanılan hayvan derileri
O dönemde yetiştirilen deve, keçi, sığır ve manda derisi kullanılmıştır.
Osmanlı döneminde Maraş’ta dericilik önemli bir sektördür. Bu sektörde yer
alan debbağlar, sığır ve manda derisini işleyerek kösele, keçi ve koyun derisinden
sahtiyan ve meşin yapmışlardır. Kahramanmaraş’taki köşker ve saraçlar gönlerin,
köseleye göre hem daha sağlam, hem de daha sağlıklı olduğunu belirterek ürünlerinin
tamamında gön kullanmışlardır (Özkarcı 2012: 6).
Tablo 6: Osmanlı döneminde Kahramanmaraş çarıkları ve yemenilerinin ticaretteki yeri
Kahramanmaraş Çarıklarının Ticaretteki Yeri
Osmanlı döneminde Anadolu’nun en fazla çarık/yemeni imalatı Kahramanmaraş’ta
yapılmıştır. Bunun nedeni ise konargöçerler ve kervanların geçiş güzergâhında olmasıdır.
Çarık/yemeni ustaları, Osmanlı döneminde en fazla ayakkabı imalatının
Kahramanmaraş’ta yapıldığını ifade etmişlerdir. Bunun nedenini ise kervanların geçiş
ve konaklama güzergâhında olmasına bağlamışlardır. Şehrin geçiş noktası ve
119
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
konaklama güzergâhında olması ile birlikte kaynaklara göre, Osmanlı ordusunun
ihtiyaçlarının karşılaması da etkili olmuştur.
Tablo 7: Osmanlı döneminde Kahramanmaraş çarıkları ve yemenilerinin ihracat durumu
Çarıkların ihracat durumu
Osmanlı döneminde Kahramanmaraş çarıkları ve yemenileri batı Trakya, Mısır ve Arabistan
gibi birçok ülkeye gönderiliyordu.
Çeşitli kaynaklarda belirtildiği gibi Osmanlıda en parlak dönemini yaşayan
çarık ve yemeniler halkın, kervanların ve ordunun ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bununla
birlikte dışarıya da ihracat yapılmıştır. Hem iç talepleri karşılayan hem de dış ülkelere
satışı yapılan çarık ve yemeninin Maraş ekonomisine önemli katkı verdiği
anlaşılmaktadır. Özkarcı, Maraş çarşılarının zengin, bedestenlerinin işlek olduğunu
belirterek, çeşitli yerlerden gelen kervanların mallarını indirip, şehirde üretilen ürünleri
yükledikten sonra devletin dört bucağına dağıldıklarını belirtir (Özkarcı 2012: 1).
Tablo 8: Günümüzde çarık ve yemeni yapımında kullanılan hayvan derileri
Çarık yapımında kullanılan deriler
Manda, sığır, dana, keçi ve koyun derisi kullanılmaktadır.
Kahramanmaraş’ta günümüzde üretilen çarık ve yemenilerde manda, sığır,
dana, keçi ve koyun derisinin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ülkemizde manda üretimi
azaldığı için kemik tarakçılık ve benzeri birçok meslek yok olma tehlikesi ile karşı
karşıya kalmıştır. Bu nedenle manda derisi çarık ve yemeni üretiminde tercih
edilmesine rağmen günümüzde üretimi az olduğu için fazla kullanılamadığı
bilinmektedir.
Tablo 9: Çarık ve yemeni yapımında deri seçerken öncelikleriniz
Deri seçerken öncelikler
Çarık yapımında deri seçimi en önemli bir konudur. Çarığın kalitesini etkiler. Deri seçimi
yaparken moda, mevsimsel farklılıkları ve modelini dikkate alırız.
120
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
Çarık ve yemeni yapımında deri seçiminin önemli olduğunu ifade eden dört
ustanın da, deri seçimi yaparken modayı dikkate aldıklarını ve bununla birlikte mevsim
ve modeli de göz önünde bulundurarak hangi deriyi kullanacaklarına karar verdiklerini
ifade etmişlerdir.
Tablo 10: Osmanlı dönemi ve günümüz çarık ve yemenilerinde yapım farkları
Çarık yapım farkları
Tamamen Osmanlı dönemindeki çarık ve yemeni yapımına sadık kalarak çalışıyoruz. Çarığın
yapım aşamaları Osmanlı döneminde olduğu gibi, (dikim, boyama ve benzeri) tamamen elde
yapılmaktadır.
Ustalar, Osmanlı döneminde olduğu gibi çarık ve yemeni yapımının her
aşamasını el işçiliği ile gerçekleştirdiklerini ifade etmişlerdir. Osmanlıda olduğu gibi
tüm aşamaları el işçiliğine dayanan çarık yapımı zanaatında, yozlaşma olmadan bu
mesleğin halen aynı usullerle icra edildiği anlaşılmaktadır.
Tablo 11: Çarık ve yemeni yapımında yaş gruplarını ve cinsiyeti dikkate alma
Yaş grupları ve cinsiyet
Çarık ve yemeni yapımında yaş gruplarını ve cinsiyeti dikkate alıyoruz. Çarıkları kadın ve
erkeklere yapıyoruz. Son dönemde öncelikle ergen çağdakilere daha çok önem veriyoruz.
Dört çarık ve yemeni ustası da her iki cinsiyete göre çarık yaptıklarını fakat
son dönemde ergen çağdakilere daha çok önem verdiklerini ifade etmişlerdir. Buda
çarık ve yemeninin genç yaştakiler tarafından da beğenilerek kullanıldığı şeklinde
yorumlanabilir.
Tablo 12:Çarık ve yemeni yapım süresi ve en çok zaman alan aşama
Yapım süresi ve zaman alan aşaması
Bir çift çarık ve yemeninin bir usta tarafından yapım süresi yaklaşık 6 saattir. Çarık ve
yemeninin yapımında en çok şablon ve montaj aşaması zaman almaktadır.
121
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Bir ustanın yaklaşık 6 saatte yapabildiği çarık veya yemeni yapımında en fazla
süreyi şablon (ıstampa çıkarma) hazırlamanın aldığını söyleyen ustalar, montaj
aşamasının da zahmetli ve uzun olduğunu ifade etmişlerdir. El emeği göz nuru ile
yapılan bu mesleğin zor ve zahmetli bir iş olduğunu ve bu nedenle de değerinin
bilinmesi gerektiğini ifade edebiliriz.
Tablo 13: Çarık ve yemeni yapımının Kahramanmaraş ticaretine katkısı
Çarığın Kahramanmaraş ticaretine katkısı
Kahramanmaraş’ta yapılan çarık ve yemenilerinin Kahramanmaraş ticaretine katkısı çok
büyük olduğu gibi aynı zamanda ülke ekonomisine de katkısı çok büyüktür. El yapımı çarık
ve yemenileri 2011 yılında ihracat birincisi olmuştur
Kahramanmaraş çarık ve yemenilerinin 2011 yılı ihracatına önemli bir katkı
sağladığı görülmektedir. Çok farklı modelleri ve renkleri ile albenisi olan bu çarıkların,
her yaş grubunun beğeni ile kullanabileceği özelliklerde olduğu söylenebilir.
6. SONUÇ VE ÖNERİLER
İnsanların ayaklarını koruma içgüdüsüyle doğal ihtiyaçlarından biri olarak
kullandığı çarık, günümüzün değişen yaşam koşulları ve tüketime dayalı ekonomik
gelişmeler sonucunda kendini ayakkabıya çevirmiştir. Ayakkabının kullanım alanı
artmış, sınıflanmış ve ayakkabı kendi modasını yaratmıştır. Şehir yaşamının
yaygınlaşması ve ihtiyaçların bu yönde gelişmesi sonucu ayakkabı kendini giyim
kuşamın merkezinde bulmuş ve insanların kendilerini ifade etmek için kullandıkları
çok önemli bir araç haline gelmiştir.
Modanın kendini yenilemekten doğan ihtiyacı geçmiş yılların ihtiyacı ile
bugünün beğenilerini birleştirmiştir. Türk kültüründe yer alan kaybolmaya yüz tutmuş
el sanatlarının günümüze uyarlanarak kullanılması yeni bir moda yaratmıştır. Bu
sayede geleneksel el zanaatı ürünler yozlaşmaya başlamıştır.
Osmanlının doğu seferlerinde Maraş durak ve konaklama merkezi olmuştur.
Aynı zamanda Maraş, konar-göçerlerin, çiftçilerin, dağ köylülerinin ve tüccarların
buluşma yeri haline gelmiş ve kervanların konaklama ve ihtiyaçlarını karşılama
merkezi olmuştur.
Şehirdeki ticaret, esnaflık, tıp, kuyumculuk ve diğer birçok zanaat kolları ve
para getiren işler şehrin ekonomisini önemli ölçüde etkilemiştir. Osmanlı döneminde
122
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
altın çağını yaşayan çarık ve yemeni yapımı cumhuriyet döneminde ayakkabı
fabrikalarının açılması ile debbağlık ve köşkerlik, kaybolmaya yüz tutmuş meslekler
arasında yer almıştır.
Osmanlı döneminde Maraş’ta 350 debbağhane ve 170 usta ile köşkerlik ve
debbağlık mesleği, varlığını sürdürmüştür. Günümüzde ise geleneksel Türk el sanatları
içinde yer alan bu meslekler kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır.
Günümüzde değişen yaşam şartları ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak el
sanatları işçiliği zayıflamış, gerilemiş, eski önemini kaybetmiş ve yok olma sınırına
dayanmıştır.
Köşkerlik mesleğinin kaybolmadan yaşam seyrini sürdürebilmesi için
geliştirilen öneriler;
 Köşkerlik mesleğinde geleneksel ile çağdaş olanın sınırları çok iyi belirlenmelidir.
 Geleneksel el sanatları içinde önemli bir yere sahip olan köşkerlik mesleğinin yaşam
seyrinin sürdürülebilmesi için AB, DPT destekli projelerle yurt dışı pazarlama
kanalları takip edilmelidir.
 Kültür Bakanlığı kapsamında, Geleneksel El Sanatları ve Mağazalar İşletmeler
Müdürlüğü–GESİM ile iletişime geçilerek turizme yönelik satış yapan kurumlarla
bağlantılar kurulmalıdır.
 Fuarlarda, yurt içi ve dışındaki hava limanlarında, elçiliklerde, gümrük kapılarında
açılacak stantlar ile tanıtım, reklam ve satış potansiyeli artırılarak bölgesellikten
evrenselliğe taşınmalıdır.
 Köşkerlik sanatının yaşam seyrini devam ettirebilmesi için, halk eğitim merkezleri,
yerel yönetimler, üniversiteler ve benzeri kurumlar tarafından öğretici kurslar ve
seminerler düzenlenmelidir.
 Köşkerlik mesleği ile ilgili yerel yönetimler üniversiteler ve benzeri kurumlar
tarafından kongre ve sempozyumlar düzenlenmelidir.
 Üretim, pazarlama ve dağıtım tekniklerinin geliştirilmesi ile
sürdürülebilirliğini destekleyecek araştırma ve çalışmalar yapılmalıdır.
çarığın
123
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
KAYNAKLAR
Bilecik Fahrünisa (2003), “Çarık” Kelimesi”, Ayakkabı Kitabı, , İstanbul: © Kitabevi, Editör:
Naskali Gürsoy Emine.
Günay Nejla (2010), “XIX. Yüzyıldan Günümüze Maraş’taki Ekonomik ve Sosyal Değişikliklerin
Şehirdeki Bazı Geleneksel Meslekler Üzerindeki Olumsuz Etkileri”, Yaz, S. 86, Millî
Folklor Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi, http://www.millifolklor.com
/tr/sayfalar/86%20pdf/14.pdf Erişim Tarihi: 30.09.2013.
Karlıklı Şaziye (2001), “Değişimin Simgelendiği Kent: Kahramanmaraş”, İstanbul: Garanti
Bankası Yayınları Creative Yayıncılık ve Tanıtım Ltd. Şti.
Koçu Reşat Ekrem (1996), “Türk Giyim, Kuşam Süslenme Sözlüğü”, s.246, İstanbul: Güncel
yayıncılık.
Kuru Songül, Paksoy Adviye Candan (2008), “Anadolu’da Ayakkabı Kültürü Ve Cumhuriyet
Dönemi Ayakkabı Kültürü”, C. 2, s. 821-835, 38. ICANAS Bildiriler II, Ankara, Atatürk
Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu.
Sağol Gülden (2003), “Ayakkabı Kelimelerinde Anlam Değişmeleri”, Ayakkabı Kitabı, s. 24,
İstanbul: © Kitabevi, Editör: Naskali Gürsoy Emine.
Şen Mesut (2003), “Ayakkabı İle İlgili Kelimeler Üzerine”, Ayakkabı Kitabı, s. 5, İstanbul: ©
Kitabevi, Editör: Naskali Gürsoy Emine.
Özkarcı Mehmet (2012), “Kahramanmaraş'ta Kaybolmaya Başlayan Sanatlarımız: Köşgerlik ve
Saraçlık”, s. 1-6, VII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, Kültür ve
Turizm
Bakanlığı,
Gaziantep:
http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/191508/kahramanmarasta-kosgerlik-ve-saraclik.html Erişim Tarihi: 26.09.2013.
Özdemir Melda, Kayabaşı Nuran (2005), “Kahramanmaraş’ta Ayakkabı Yapımı”, Millî Folklor
Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi. http://www.millifolklor.com/tr/sayfalar
/66/66.pdf Erişim Tarihi: 30.09.2013.
Yetişkin Mehmet (2007), “Osmanlının Son Döneminde Maraş”, Atatürk Araştırma
Merkezi.http://turkoloji.cu.edu.tr/ATATURK/arastirmalar/mehmet_yetiskin_osmanl
i_maras.pdf Erişim Tarihi: 26.09.2013.
Yetişkin Mehmet (2005), “Maraş’ta Ermeni Nüfusu: Osmanlı Son Dönemi, Mütareke Ve Milli
Mücadele Yılları”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/19/59.pdf Erişim Tarihi:
26.09.2013.
Yüce Nuri (2003), “Göçebe Türklerde Ayakkabı Kültürü” Ayakkabı Kitabı, s. 325, İstanbul: ©
Kitabevi, Editör: Naskali Gürsoy Emine.
124
Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş
Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY
Görüşme Formu Uygulanan Ustalar:
Aladdin Kopar (çarık ustası), Hüseyin Kopar (çarık ustası) ve eşi Serap Kopar, Mehmet kopar
(çarık ustası), Fatih Kopar (çarık ustası).
Görüşülen Kişiler:
Abdullah Paksoy, Mehmet Kambur, Ziver Tekerek
Açıklama: Çalışmanın her aşamasında bize katkı veren Sayın Serdar Paksoy ve Sayın Hakan
Paksoy’a teşekkür ederiz.
125
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
126
Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN
KOLAN DOKUMANIN GİYSİ TASARIMINDA KULLANILMASI
Using Girth Texture at Cloth Design
Halime YÜCEER ARSLAN
*
Özet: Köklü bir geçmişin ürünü olan ve çok zengin çeşitliliğe sahip olan Türk El Sanatları,
maddi kültür varlığımızın en değerli belgeleridir. İnsanların çağlar boyunca yaratıp ürettiği kültür
varlıkları, gelişim ve değişim süreci içinde sürekli olarak geleceğe aktarılmış ve aktarılmaya da devam
edilmektedir. Maddi kültür varlıkları arasında el dokuma ürünleri (halı, kilim, kumaş, kolan vb.
dokumalar), zengin bir mirastır. Türkiye geneline baktığımızda, bu dokuma örneklerini hemen hemen
tüm yörelerde görmekteyiz. Bu durumda Türklerin tarih boyunca el dokuma sanatına ne kadar önem
verdiğini ve bu sanatı az da olsa bazı yörelerde hâlâ devam ettirdiğini ortaya konulan eserlerde
görmekteyiz.
Günümüzde, bir sanat eseri olan ve elde dokunan kolanın, artık eskisi gibi dokunmadığı
veya çok az miktarda dokunduğu görülmektedir. İnsanlar kolanı eskiden hayvan koşumlarında çuval
taşımalarda çocuk bağlamada, giysilerde bel kuşağı olarak kullanmaktaydı. Günümüzde ise artık bu
işlerin yerine farklı araçlar veya fabrikasyon olarak çeşitli materyallerden üretilen kolanlar tercih
edilmektedirler. Bu durum da zamanla kolan dokuma sanatının yok olmasına neden olmuştur.
Elde dokuma kolanların yeniden canlandırılması ve kadın işgücüne maddi katkı sağlaması
amacı ile kolanın yeniden giysi tasarımlarında kullanılarak bu sanatın yeniden canlanması, modacılara,
genç tasarımcılara, hazır giyim sanayine, otantik tasarım yapanlara ve giyenlere ışık tutması, bu el
sanatının gelecek nesillere aktarılması ve yaygınlaştırması için bu araştırma planlanmıştır.
Çalışmada, çeşitli amaçlarda kullanılan ve yok olmaya başlamış elde dokunan kumaşlar
üzerine farklı yörelere ait kolan dokumalar uygulanarak giysi tasarımları yapılmıştır. Bu tasarımlar
içinden bir tane örnek giysi detayları ile hazırlanmıştır.
Anahtar kelimeler: Kolon, Çarpana, Dokuma, Giysi, El Dokuması
Abstract: Turkish Handicrafts which are the products of a long standing background and
which have a rich variety are the most valuable documents of our physical cultural assets. Cultural
assets which have been designed and produced by humans during many ages have been
continuously and uninterruptedly forwarded to the future in such a manner regarding recent
developments and changes. Hand woven products (carpet, rug, cloth, girth, etc) which are
considered among physical cultural assets are a rich heritage. Whenever we look at whole Turkey,
we can see such textiles almost all over the regions. In this case it is understood that Turkey gives
importance to art of handicraft during ages and this art is still continued in the least at some regions.
*
Yrd.Doç.Dr., Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Moda Tasarımı Bölümü, [email protected],
halime [email protected]
127
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
In the present, it is seen that handmade girth which is a work of art is not woven any more
or it is woven at very small amounts. At past, people had used girth at making their tents and also at
animal harnesses, while carrying bags or children and as belly bands for their cloths. At present,
people prefer the fabricated girths and other tools which can be used instead of girths. This case has
caused the art of girth woven to get disappeared.
This research has been planned to boost handmade girths and so to provide financial
contribution to woman workforce. The plan is to make fashion designers to use girths at their cloth
designs and to help young designers and the ones who make authentic designs for readymade
clothing industry to learn this and to present this art to everybody and another plan is to forward this
art to next generations and to popularize the usage of girths.
At the study, costume designs have been made and hand woven clothes which are used for
different purposes and which almost extinct have been used for these costumes and girth textiles
that belong to various regions have been used over these cloths. One sample costume among these
designs have been prepared with all details.
Key words: Girth, Textile, Cloth, Handicraft
1. GİRİŞ
Türklerde çok eski çağlardan beri dokuma sanatının gelişmiş olduğu yapılan
tarihsel ve arkeolojik çalışmalardan anlaşılmaktadır. Orta Asya’nın çeşitli yerlerinde
yapılan arkeolojik çalışmalar sırasında bulunan kumaşlardan, ipeklilerin Çin'den
getirildiği ileri sürülmekteyse de yünlü ve özellikle üzeri yün ipliğiyle aplike edilmiş
keçe parçalarının Türklere ait olduğuna kesin gözüyle bakılmaktadır.
Kurganlardan çıkan eyer takımlarının üzerindeki kolan, kuşak ve kordonlar da
çarpana dokumacılığının varlığını göstermektedir. Ayrıca çadır yapımı ve donanımında
kullanılan dokumalar, Türk dokuma sanatında önemli bir yer tutmaktadır.
Anadolu'nun hemen hemen her yöresinde dokunan halı ve kilimler büyük bir
gelişim göstermiş, Türk el dokuma sanatının seçkin örneklerini oluşturmuştur.
Türk insanı ince sanat zevkini, estetiğini duygusallığını, hoşgörüsünü,
pratikliğini üretmiş olduğu el sanatları ürünleri ile ortaya koymuştur. Böylece çok zengin
ve değerli sanat eserlerine sahip olmuştur. Sahip olduğu bu sanat eserlerini her geçen gün
özenle geliştirerek zenginleştirmeye devam etmiştir. (Yazıcıoğlu,Y. Zeynep T. 1997 s.1).
Söz konusu zengin el sanatları içerisinde el dokuması kumaşlar, halı, kilim ve kolan
dokumalar önemli bir yer tutar.
El sanatları, toplumların yapılarına, geleneklerine, beğenilerine ve kültürlerine
göre değişik özellikler gösteren, maddi ve manevi değerlerini yansıtan çalışmaların bir
bölümüdür. Aynı zamanda, bireylerin bilgi ve becerilerine dayanan, özellikle doğal ham
maddelerin kullanıldığı, elle ve basit araçlarla yapılan ve içinde yaşanılan toplumun
yaşam biçimini, gelenek ve göreneklerini taşıyan, duygularını yansıtan en eski sanat
128
Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN
dalıdır.
Tarımsal üretimin yanı sıra gelişimini sürdüren el sanatları, milletlerin
kültürünü ve folklorik dokusunu karakterize eden önemli bir unsurdur. Daha önemlisi,
toplumların gelenek ve göreneklerini, yaşam biçimini kuşaktan kuşağa aktaran ve
gelişmesini devam ettiren belgelerdir.
Bugün Türkiye çapında baktığımızda el sanatları olarak, hâlâ devam eden ve
değeri gittikçe artan halı, kilim ve kumaş dokumaları verebiliriz. Farklı yörelerde
dokunan bu el sanatlarının yanında yok olmuş veya çok azda olsa hâlâ kolan
dokumaları da görmekteyiz.
1.1. Kolan ve Çarpanalı Dokumalar
1.1.1. Kolanın Tanımı:
Halk dilinde kolan olarak isimlendirilen yün ya da yün-kıl bileşimi ile
dokunmuş 3-7 cm arası genişlikte olan ince uzun yassı şerit dokumalardır (Barıştan
H.Ö. s. 221).
1.1.2. Aslı Kolangdır.
Çadır bezlerinin birleşim yerlerinin yırtılmaması için kumaşların kenarlarına
dikilen enli ip veya deri şerit olarak tanımlanmaktadır (Arseven,C.E.1966 s.1108).
Hayvanlara vurulan eğer veya semerleri sırtlarına bağlayan ve birer uçları
semer veya eyere sabitlenen (merbut) ipten veya kayıştan enlice yassı kuşak (Bağırdak
da denilmektedir). (Arseven, C. E.1966 s. 1108) .
Kolan; Doğu ve Orta Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu,
Akdeniz gibi Türkiye’nin hemen hemen her bölgesinde dokunmaktadır. Bitkisel
boyalarla boyanan atkı ve çözgü iplikleri yündür. Genelde halı ve kilim dokunan
yerlerde kolan dokunduğu da görülür.
Halı ve kilimden artan iplerin, değerlendirme amaçlı olarak kolan dokumada
kullanıldığı söylenebilir.
Kolanlarda genelikle kilim motifleri kullanıldığı görülmektedir.
Kompozisyonları geometrik süslemelerden oluşturulur. Kolan dokumalarda
uygulanan desenler, tekrarlanan ince uzun desenlerdir. Bazı kolanda aynı desenin
kullanıldığı, bazılarında ise bölüm bölüm farklı ve tekrarlanan desenlerin kullanıldığı
görülmüştür. Kolan dokumalarda çengel, su yolu, muhabbet, sitilize denilmiş hayvan
ve kuş motifleri yaygın olarak kullanılmıştır.
129
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Çengel Motifi
Su Yolu
Sarhoş Bacağı
Şekil 1: Kolan dokumalarda kullanılan bazı motifler ve isimleri
1.1.3.Kolan Dokuma Çeşitleri:
Kolan dokumalar, kullanılan araca ve tekniğe göre kartsız ya da kartlı olarak
iki türde dokunmaktadır. Kartlı olan dokuma daha çok çarpana olarak bilinmektedir
(Halide Sarıoğlu s.14). Kolan ve çarpana dokumalar, gücü yerine kartların ve gücü
çubuğunun kullanılması, atkı ipinin mekikle geçirilmesi nedeniyle mekikli dokumalar
içinde de değerlendirilmektedir.
1.1.3.1.Kartsız Dokuma:
Her türlü yük taşıma işlerinde kullandığımız kolan’ı (ip) genellikle insanlar
ihtiyaçlarına göre kendisi dokurlar. Bunun için üç adet, bir metre kadar boyunda çıtanın
uçları bağlanır. Çadır direği şeklinde yere dikilir. İki adet kazık, yaklaşık üç metre
kadar mesafeye çakılır. Kolanın enine göre iki kazık boyunca ip gerilir(ıyılır). Üç
ayaklı sehpa orta yere kurulur. İpleri aşağı yukarı ayıracak sistem de iplerin tek-tek
bağlanmasıyla oluşturulur. Dokuma ipi bir sağa, bir sola geçirilerek kolan dokuma işi
başlar (Resim1-2). Tahtadan yapılmış, kılıç denilen bir aletle ipe vurularak sıkışması
sağlanır. Dokuma işi bitince uçları saç örgüsü gibi örülür veya uçlarına püskül, saçak,
boncuklarla süslemeler yapılır. Böylece dokumanın sökülmesi engellenir ve
kullanılacak yere göre süslemeler değişebilir (Resim 3).
130
Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN
Resim 1: Kartsız kolan dokuma ve örneği (http://www.giresunum.com/myalbum+photo)
Resim 2: Kolan uçlarının saç örgüsü veya püsküllerle süslenmesi
1.1.3.2. Kartlı Kolan Dokumalar (Çarpanalı-Plakalı Dokumalar)
Çarpana dokuma en basit dokuma tekniğidir. Deri, ince levha, karton vb. sert
malzemelerden üçgen, dörtgen veya altıgen şeklinde kesilmiş ve köşeleri delikli
çarpana araçlarına, renk dağılım tablosuna göre hazırlanan çözgü iplikleri, çarpanların
deliklerinde geçirilip, kartların 90 derece veya 180 derece döndürülerek atkı ipliği
atılması ile elde edilen ince dokumaya çarpana dokuma denir (Onur, T. ve Arkadaşları
131
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
1998 s.21).
Çarpanaların köşelerinde bulunan deliklerden geçirilen çözgü ipliklerinin,
çarpanların belli sayılarda ileri geri, sağa sola çevrilmesi ile oluşan ağızlıktan atkı
ipliğinin atılması sonucu gerçekleştirilen dokumalardır (Ergenekon ve Başaran 2004).
Farklı yörelerde dikdörtgen iki ve altı delikli dörtgen, dört delikli üçgen, dört
delikli altıgen, altı ve yedi delikli kartlarla yapılan çarpana dokumalara rastlanmaktadır.
Şekil 3’te kart formları, Şekil 4’te dörtgen dört delikli kartla yapılan bir çarpana
dokuma örneği görülmektedir.
Şekil 3: Çarpanalı dokumalarda kullanılan kart formları
Şekil 4: Çarpanalı dokuma örneği (Dört köşe, Dört delikli kart) (Barıştan H.Ö. 2005 s.224)
132
Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN
Resim 5: Çarpanalı dokuma örnekleri
1.1.4. Kolan Dokumaların Kullanım Yerleri
Kolan dokumalar çadırların iskeletinin yapımında, iskeletin üzerini kapamada,
tepe noktalarını tutturmada ve zeminle bağlantısının sağlanmasında kullanılmıştır
(Resim 6). Günümüzde daha çok Yörükler tarafından dokunan, kullanılan bu dokuma,
yaşantılarını geçirdikleri kara çadır, alaçık, olarak isimlendirilen çadırlarının kaplama
maddesi olan keçelerin sarılmasında ve çadır tepelerinin tutturulmasında kullanılmıştır
(Erbek, G. 1980.s. 30).
Resim 6: Kolanın çadır içinde kullanımı
(Alantar, H. 2007,s35)
Hayvanların koşum takımlarında, develerin, atların başını süslemede ve diğer
büyük baş hayvanları süslemede, yük taşımada bağ olarak. Sepet, çuval, heybe gibi
133
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
taşıma araçlarında; geleneksel kadın giyiminde, baş takılarının tutturulmasında, önlük,
elbise kuşak bağı olarak; erkek giyiminde ise barutluk, fişek çantası, kılıç askısı, çorap,
tozluk bağı, takunya, terlik bantı olarak. Çocuk kundağı, beşik bağı, Kuran bağı, yay
kurmada kullanılmıştır (Resim 7).
Günümüzde elde dokuma kolanın yerine fabrikasyon kolan dokumalara yer
verilmektedir. Kalın ve dayanıklı iple yapılan hazır kolanlar, yük taşımakta çadır
yapımında vb. işlerde, ince iplikle ve farklı renkte ve desende yapılan kolanlar giysi
süslemede ve farklı işlerde benzeri kullanılmaktadır. Bunların üretiminin çok kolay,
ucuz ve çok çeşitli kalitelerde ve genişliklerde üretildiği için tercih edilmektedir. Bu da
el dokuması kolanların yok olmasına neden olmaktadır. Ancak el dokuması
kolanlardaki ince işçilik, renk, doğal malzemenin ve estetik görünümün teknolojik
üretimlerde görülmektedir (Resim 8).
Resim 7: Kolanın çocuk bağlamada kullanımı
(http://www.giresunum.com/myalbum+photo.lid)
134
Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN
Resim 8: Sentetik iplikten fabrikasyon olarak üretilen kolan örnekleri
1.4. Giysi Tasarımı
Sanat ve tasarım, bir toplumun ilerlemesi ve çağdaşlaşması yönünde çok
önemli katkıları olan anlayış bütünüdür. Ülkelerin ulusal kimlikleri, kültürleri, zamanla
ekonomik ve teknolojik açıdan yozlaşarak kaybolmaktadır. Ulusların kimlik
belirleyicisi olan el sanatlarının tarihî eserlerine maddi kültürlerine sıkı sıkıya
bağlanmaları gelecek açısından önemlidir.
İnsanların moda eğilimleri, modayı yakalayabilme ve farklı olma çabaları,
giyim alanında tasarımın önemini ortaya çıkarmaktadır. Giysi üretiminin ilk basamağı
olan tasarım aşamasında, esin kaynağı olarak, toplumun kültürel özellikleri, sosyal
yapısı ve tarihî geçmişi, tasarımcı için zengin bir kaynak oluşturmaktadır. Bir giysi
tasarımının yapılabilmesi için hayal gücü, sezgi, beceri öğelerinin olması
gerekmektedir. Aynı zamanda, giysi tasarımlarının oluşması için, belirlenmiş bir
konudan yola çıkarak belli bir düşünceyi yansıtması ve özgün bir çalışma ile yaratıcılık
değeri içeren sonuç elde etmesi zorunludur (Zengingönül, N. ve diğerleri, 2005 s.409).
Giysi ve insanın süslenmesi, fiziksel çekiciliğimizi artırmamızı,
yaratıcılığımızı ve bireysel özelliklerimizi ortaya koymamızı, gurup içinde
farklılığımızı, mevkiimizi gösterdiği gibi bütün toplumların giyim ve süslenmeyi,
sosyal ve kişisel bilgilerin iletişimini sağlamak için kullandıkları bilinmektedir. Bu
açıdan, tasarımcı esin kaynaklarını ve tasarımda kullanacağı malzemeleri çok iyi
seçmelidir (Jenkyn, J. S. 2009 s.16-34).
Türk el sanatları ve dokumalar ülkemiz için önemli maddi kültür varlıklarıdır.
Bu sanat eserleri modacılar ve tasarımcılar için tarif edilemez bir zenginliktir. Bu
zengin sanat eserlerinden yararlanarak çeşitli el sanatlarını ve etrafından gördüğü el
sanatlarını yozlaştırmadan orijinalliğini koruyarak giysi tasarımlarına aktarılması yeni
modaların yeni sitillerin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Elde dokunan kumaş ve kolan dokuma sanatını, giysi tasarımı ile birleştirerek
yaşatılmasını sağlamak çok önemlidir. Öncülük edecek ve onu diğer sanatlarla
birleştirerek farklı görsellik ortaya koymak tasarımcının ve modacıların bu işe gönül
vermiş kişiler olması önemlidir.
2. MATERYAL VE YÖNTEM
Bu araştırmada, Malatya, Kayseri ve Fethiye yöresinde ustalar tarafında
dokunarak Kültür Bakanlığı tarafından toplanıp satışa sunulan, bir örneği daha olmayan
kolanlar kullanılmıştır. Farklı yörelerde elde dokunan kumaşların kullanımı düşünülerek
beş tane giysi tasarımı gerçekleştirilmiştir. Değişik formlarda tasarlanan çizimlerden bir
parçadan oluşan mont örnek olarak dikilmiştir. Örnek dikimde Marmaris el dokuması
135
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
olarak bilinen kumaş, Kayseri yöresine ait kolan deri ile birleştirilerek kullanılmıştır.
3. KOLAN DOKUMALARIN GİYSİ TASARIMINDA KULLANIMI
Elde bulunan kolan örnekleri incelenerek farklı giysi tasarımları yapılmıştır.
Kartlı ve kartsız olarak dokunan ve bir benzeri daha olmayan kolanlar kullanılarak
farklı görünüm ve kullanım için giysiler tasarlanmıştır. Tasarımlardan bir tane mont, el
dokuması kumaş üzerine seçilen kolan, deri ile birleştirilerek örnek dikim yapılmıştır.
Yapılan bu çalışma ile orijinal, zevkli ve süsleme açısında oldukça zengin ve otantik
tasarımların yapılabileceği ortaya konulmuştur.
3.1. Tasarım 1
Esin kaynağı
: El dokuması kumaşlar ile kolan dokumalar
Giysi Türü
: Etek Ceket
Kumaş Cinsi
: Pamuk keten karışımı el dokuma kumaş
Süsleme
: Elde dokuma kolon
Kullanılan renkler : Krem rengi kumaş üzerine, kırmızı, siyah, sarı renklerde kolan
Resim 9: Malatya yöresi kolan dokuma ve tasarım – 1 (Etek Ceket)
(Dokuma; Havva Göbenli-Önlük bağı, en 3cm- boy 6,70 cm)
Giysi tasarımı, kolan dokuma ve el dokusu kumaş kullanılarak iki parçadan
oluşan etek ve ceketten oluşmaktadır. Kolan, etekte korsaj kısmında ceketin cep
kapaklarında ön kapamada, yakada, ön ve arka robada kullanılmıştır. Böylece oldukça
136
Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN
estetik ve dengeli bir görünüş elde edilmiştir (Resim 9).
3.2. Tasarım 2
Esin kaynağı
: El dokuması kumaşlar ile kolan dokumalar
Giysi Türü
: Etek Ceket
Kumaş Cinsi
: Pamuk keten karışımı el tezgahında dokunan kumaş
Süsleme
: Elde dokuma kolon
Kullanılan renkler : Krem rengi kumaş üzerine, kırmızı, siyah, sarı kolan
Resim 10: Kayseri yöresine ait kolan dokuma ve tasarım – 2 (Diz altı pantolon ve ceket)
(Dokuma: Eni 3cm, Boyu 3,65cm)
İkinci tasarım, kolan dokuma ve el dokusu kumaş kullanılarak iki parçadan
oluşan diz altı pantolon ve ceketten oluşmaktadır. Kolan pantolonun paça yanlarında,
cekette ise dikişten açılan cep kapaklarında, ön ve arka omuzda uçları püskülle
kapatılmış, aynı görünümde kalçada ve kol uçlarında kemer görünümü verilerek
tasarlanmıştır. Bu giyside de estetik görünüm sağlanmıştır Resim 10).
3.3.Tasarım -III
Esin kaynağı
: El dokuması kumaşlar ile kolan dokumalar
Giysi Türü
: Etek Ceket
Kumaş Cinsi
: Pamuk keten karışımı el tezgahında dokunan kumaş
137
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Süsleme
: Elde dokuma kolon
Kullanılan renkler : Krem rengi kumaş üzerine, kırmızı, siyah, sarı kolan
Resim 11: Malatya, Kayseri ve Fethiye yöresine ait çarpanalı kolan dokumalar ve tasarım – 3
(Pantolon- Ceket )
Üçüncü tasarımda kolan dokuma ve el dokusu kumaş düşünülmüştür. Giysi
tasarımı pantolon ve ceketten oluşmaktadır. Kolan pantolonun ön paçadan yan dikişe
doğru arka paça ortasına oval bir şekilde ve cep kenarlarına yerleştirilmiştir. Ceketin
kollarında, ön ve arka yan kuplara, ön göğüs altından omuzdan araka sırta kadar
uzanan formda yerleştirilmiştir. Çizimde görüldüğü gibi kolan uçlarına püskül
yerleştirilmiştir (Resim 11).
3.4. Tasarım 4
Esin kaynağı
: El dokuması kumaşlar ile kolan dokumalar
Giysi Türü
: Kaban
Kumaş Cinsi
: Pamuk keten karışımı el tezgahında dokunan kumaş
Süsleme
: Elde dokuma kolon
Kullanılan renkler : Krem rengi kumaş üzerine, resimdeki kolon çeşitlerinden biri
kullanılabilir.
138
Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN
Resim 12: Malatya, Kayseri Fethiye yöresine ait çarpanalı kolan dokumalar ve tasarım – 4
(Kaban Tasarımı)
Dördüncü tasarımda kolan dokuma ve el dokusu kumaş düşünülmüştür. Resim
10’da verilen kolan örneklerinden biri bu tasarım için kullanılacaktır. Giysi tasarımı
kaban olarak düşünülmüştür. Bedenden çıkan dik bir yaka, pelerinimsi roba kenarına
kolan süsleme önden arka ortasına doğru iki sıra kolan geçirilmiş uçlara püskülle
temizlenmiştir. Göğüs altı kesimine ve etek ucuna kolan, kolda oldukça geniş manşet
ve manşetin her iki ucuna kolan süsleme tasarlanmıştır. Giysi dar bir tayt ve uzun
çizme ile tamamlanmıştır (Resim 12).
3.5. Tasarım 5
Esin kaynağı
: El dokuması (Marmaris yöresi çuval dokuma) kumaşlar ile
kolan dokumalar
Giysi Türü
: Pantolon - Mont
Kumaş Cinsi
: Pamuk keten karışımı el tezgâhında dokunan kumaş
Süsleme
: Çarpanalı dokuma kolan
Kullanılan renkler : Krem rengi kumaş üzerine, kahverengi deri, koyu kahve,
turuncu, yeşil, beyaz renklerde yün iple dokunmuş kolan
139
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
Resim 13: Örnek dikimde kullanılan Marmaris yöresi çuval dokuma kumaş ve Fethiye yöresine
ait kolan dokuma
Tasarım 5: Pantolon - mont (yeşil ve kahverengi)
Beşinci tasarımda kolan dokuma ve el dokusu kumaş deri karışımı ile
birleştirilerek pantolon ve mont olarak iki parça giysi düşünülmüştür. Hâkim yakalı,
önden açık düz kol formu olan montun yakası ve yaka kenarlarına ön ortasına etek
uçuna kol ağzına deri geçirilmiştir. Çizimde görüldüğü gibi önde ve arkada değişik
görünümde simetrik ve A simetrik formda deri saçak ve kolan yerleştirilerek ön
kapamada birit ilik kapama yapılmıştır. Tahra boncuk yün iple sarılmış düğme
140
Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN
oluşturulmuş, uçlarında püskül kullanılmıştır. Kolların uçlarında ve sırta kolon bitim
yerlerinde püskül kullanılarak giysi tasarlanmıştır. Tasarımda pantolon düşünülmüş
monttaki süslemenin aynı formu paçalara yerleştirilmiştir. Mont örnek olarak
dikilmiştir.
Resim 12: .Mont tasarımı örnek dikim ön ve arkadan görünüm (Tasarım – 5)
Örnek dikimde Marmaris dokuması olarak bilinen büklümsüz pamuk ipi ve
büklümlü keten iplikle yapılan, eni 45cm olan el dokuması kumaş kullanılmıştır. Kalın
ve sert bir kumaş olan bu dokuma yörede farklı eşyaları tahılları taşımak için kullanılan
çuval yapımında, yere ve oturma yerlerine sermek için yaygı olarak kullanılmıştır.
Günümüzde bu dokumalar artık yapılmamakta veya çok az olarak köylerde üretiminin
yapıldığı düşünülmektedir.
Mont; Önden açık düz kesimli düz kol formu olan, kalçada kemerle toplanan
ve hâkim yakalı bir giysi. Önde deri bantlı ve birit ilik, tahta boncuk üstü sarılarak
yapılan düğmeler kullanılmış. Önde, kolda ve kemerde deri bant, deri saçak ve kolan
simetrik olarak, arkada ise A simetrik olarak yerleştirilmiştir. Kolan uçlarında püsküler
kullanılmıştır.
4. SONUÇ VE ÖNERİLER
Yüzyıllar boyunca çeşitli değişiklikler geçirerek günümüze kadar gelen maddi
kültür varlıklarımız arasında çok önemli bir bölümü oluşturan geleneksel el sanatları,
teknolojik gelişmeler ve benzer nedenlerle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya
bulunmaktadır. El sanatlarının geleneksel yapısı göz ardı edilerek sanayi ürünleriyle
141
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
aynı değerde tutulmaları, onların yok olmasına sebep olmaktadır. Maddi kültürün
önemli bir bölümünü oluşturan el sanatlarının geçmişini geleceğe aktarmak, ancak onu
yaşatmakla mümkün olabilir.
Geçmişi oldukça eskiye dayanan kumaş ve kolan dokumacılığı, el sanatları
içinde önemli bir yere sahiptir. Farklı amaçlarda kullanımı, bu ürünlerin tanıtımı ile
birlikte, ürüne olan talebi de arttıracaktır.
Günümüz modacılarının ve tasarımcıların her biri sanat eseri olan ve yok
olmaya yüz tutan bu dokumaları farklı tasarımlarda kullanarak yeniden canlandırmak
için benzer çalışmaların yapılması ve yaygınlaştırılması son derce önemlidir. Bu
çalışmalar sonucunda farklı kullanım alanları yaratılarak farklı pazar oluşturulması
dokuma yapanlara maddi kazanç sağlaması bu dokumaların yeniden çoğalmasına,
üretilmesine neden olacaktır.
Hızla değişen toplumsal beğenilerin ve isteklerin paralelliğinde geleneksel
kimliğini bozmadan, çağdaş tasarım anlayışıyla yeni malzemelerle dokunan kolanları
yeni tasarımlarla; genç nesillere, modacılara, tasarımcılara, otantik giysi üretimi yapan
hazır giyim firmalarına örnek tasarımlarla fikir edinmelerini sağlamak ve kullanımını
yaygınlaştırmak amacı ile bu çalışma yapılmıştır.
Her biri bir sanat eseri olan bu dokumaların, günümüz giysilerini süslemede,
evlerde kullanılan bazı eşyaların süslenmesinde vb. farklı yerlerde kullanarak kültürel
değerleri korumak, yaşatmak ve bizden sonraki nesillere taşımak açısında çok
önemlidir.
KAYNAKLAR
ARSEVEN, C.E. 1966. “Sanat Ansiklopedisi”, Cilt III. İstanbul Millî Eğitim Basımevi, İstanbul.
BARIŞTA, H.Ö. 2005. “Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Halk Plastik Sanatları”, T.C. Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Ankara.
DURUL, Y. 1987. “Anadolu Kilimlerinden Örnekler-2”, Ak Yayınları Ltd., İstanbul.
ERBEK, G.1980. “Çarpana Dokumalar”, Akbank Yayınları, İstanbul.
JONES, Sue Jenkyn. 2009.Çeviri Hüseyin Kılıç,” Moda Tasarımı” Güncel Yayıncılık,İstanbul.
ONUR, T. ve Arkadaşları. 1998. “İçel El Sanatları”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.
SARIOĞLU, H. Cavidan B.E. ve Arkadaşları. 1981. “Çarpanalı Dokumalar”, YA-PA Yayınları,
Ankara.
142
Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN
YAZICIOĞLU, Y. Zeynep T. 1997. “Türkiye’de El Sanatları Geleneği ve Çağdaş Sanatlar İçindeki
Yeri”. Sempozyum Bildirileri, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara.
ZENGİNGÖNÜL, Nuran, Ş. Çivitçi, S. Ağaç. 2005. “Kastamonu İli Nasrullah Camii Kalemişi
Süslemelerinin Giyim Tasarımında Kullanılmasına İlişkin Bir Çalışma”, II. Kastamonu
Kültür Sempozyumu Bildirileri, 18-20 Eylül, 2003, Kastamonu, s: 409.
http://www.kultur.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx
http://www.turkcebilgi.com/dokuma/ansiklopedi
http://www.okulyolu.biz/yeni/eskiler/dokumacilik.htm
143
Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1
144

Benzer belgeler