Tekerlemeli Ve Sözlü Oyunlarin KKTC`deki Okul
Transkript
Tekerlemeli Ve Sözlü Oyunlarin KKTC`deki Okul
MOTİF AKADEMİ HALKBİLİMİ DERGİSİ Motif Academy Folklore Journal ISSN 1308–4445 2014 / 1 Sahibi / Owner M. Zeki BAYKAL Yayın Kurulu / Editorial Board Prof.Dr. Erman ARTUN Prof.Dr. Gürbüz AKTAŞ Prof.Dr. Mehmet AÇA Prof.Dr. Metin EKİCİ Prof.Dr. Özkul ÇOBANOĞLU Prof.Dr. Turgut KARABEY Yrd.Doç.Dr. Doğan KAYA Yrd.Doç.Dr. Fatih İYİYOL Sabri KOZ Tekin KOÇKAR Editör / Editor Doç.Dr. lşıl ALTUN Editör Yardımcıları / Assistant Editor Öğr.Gör. Barış AKSU Arş.Gör.TahaTuna KAYA Temsilcilikler / Representation Doç.Dr. Ağaverdi XƏLIL (Azerbaycan) Doç.Dr. Azamat AKBAROV (Bosna-Hersek) Yrd.Doç.Dr. Emel KAYA GÖZLÜ (KKTC) Yrd.Doç.Dr. Mihrican ÇETİNKAYA AYLANÇ (KKTC) Dr. Elmira MEMMEDOVA (Azerbaycan) Öğr.Gör Zeynel POLAT (Irak) Yabancı Dil Danışmanı / Translation Editor Okt. Ömer Ali TETİK Yönetim Yeri / HQ Motif Halk Oyunlan Eğitim ve Öğretim Vakfı Fevzipaşa Cad. No: 361 Edirnekapı / İstanbul Tel.: +90 212 531 61 68 - 524 23 69 - 531 87 90 Faks: +90 212 635 52 43 [email protected] http://www.motifhalkoyunlari.com Baskı / Print Pınarbaş Matbaacılık ve Reklam Hizmetleri San. ve Tic. Ltd. Şti. Rami Kışla Cad. Topçular İş Merkezi No:70/192 Topçular / İSTANBUL, Türkiye Tel: 0212 5675671 Faks: 0212 6136138 www.pinarbas.com tr Danışma Kurulu / Advisory Board Prof.Dr. Feriha AKPINARLI – Gazi Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Ali Berat ALPTEKİN – Selçuk Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Erman ARTUN – Çukurova Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Pakize AYTAÇ - Gazi Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Ensar ASLAN – Dicle Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Sarah M. ATIS – University of Wisconsin (ABD) Prof.Dr. Richard BAUMAN – Indiana University (ABD) Prof.Dr. Halil BUTTANRI – Osmangazi Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Mustafa CEMİLOĞLU – Uludağ Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Hakan CEVHER – Ege Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Ömür CEYLAN – Kültür Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Ali ÇELİK – Karadeniz Teknik Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Özkul ÇOBANOĞLU – Hacettepe Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Fikret DEĞERLİ –Yeditepe Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Ali DUYMAZ – Balıkesir Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Metin EKİCİ – Ege Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Mehdi ERGÜZEL – Sakarya Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Suat GEZGİN – İstanbul Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Henry GLASSIE –Indiana University (ABD) Prof.Dr. İsmail GÖRKEM – Erciyes Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Nevzat GÖZAYDIN – Ankara Üniversitesi/Emekli (Türkiye) Prof.Dr. Tuncer GÜLENSOY – Erciyes Üniversitesi/Emekli (Türkiye) Prof.Dr. Umay GÜNAY – Hacettepe Üniversitesi/Emekli (KKTC) Prof.Dr. Emine GÜRSOY-NASKALİ – Marmara Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Abdurrahman GÜZEL – Başkent Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Alimcan İNAYET - Ege Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Kemal KARPAT – University of Wisconsin (ABD) Prof.Dr. Süleyman KAYIPOV – Kırgızistan-Türkiye Manas Ünv. (Kırgızistan) Prof.Dr. Muhtar KAZIMOĞLU - Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi (Azerbaycan) Prof.Dr. M. Zeki KUŞOĞLU – Marmara Üniversitesi/Emekli (Türkiye) Prof.Dr. İrfan MORİNA –Piriştine Üniversitesi (Kosova) Prof.Dr. Öcal OĞUZ – Gazi Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Taciser ONUK – Gazi Üniversitesi/Emekli (Türkiye) Prof.Dr. Mustafa ORAL – Giresun Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Tuba ÖKSE – Kocaeli Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Can ETİLİ ÖKTEN – İstanbul Teknik Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Nebi ÖZDEMİR – Hacettepe Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Karl REICHL – Universität Bonn (Almanya) Prof.Dr. Saim SAKAOĞLU – Selçuk Üniversitesi/Emekli (Türkiye) Prof.Dr. Uli SCHAMILOGLU – University of Wisconsin– Madison (ABD) Prof.Dr. Bilge SEYİDOĞLU – Atatürk Üniversitesi/Emekli (Türkiye) Prof.Dr. Elfine SIBGATULLINA – Moskova (Rusya) Prof.Dr. Kemal SILAY – Indiana University (ABD) Prof.Dr. Esma ŞİMŞEK – Fırat Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Münevver TEKCAN – Kocaeli Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Ali TORUN – Dumlupınar Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Fikret TÜRKMEN – Ege Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Tülay UĞUZMAN – Başkent Üniversitesi (Türkiye) Prof. Ülo VALK - University of Tartu (Estonya) Prof.Dr. Kemal YAVUZ – İstanbul Üniversitesi (Türkiye) Prof.Dr. Dursun YILDIRIM – Hacettepe Üniversitesi (Türkiye) Dr. Deniz BALGAMIŞ – University of Wisconsin (ABD) Bu Sayının Hakemleri / Referees Of This Issue Prof.Dr. Feriha AKPINARLI – Gazi Üniversitesi (Türkiye) Doç.Dr. Işıl ALTUN – Kocaeli Üniversitesi (Türkiye) Yrd.Doç.Dr. Celile Eren ÖKTEN Yıldız Teknik Üniversitesi (Türkiye) Yazışma Adresi: [email protected] Motif Akademi Halkbilimi Dergisi yılda iki defa çıkar. Yayımlanan yazıların dil ve imlâ sorumluluğu yazarlarına aittir. Gönderilen yazılar iade edilmez. Yayın ilkelerine uymayan yazılar yayımlanmaz. Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 İÇİNDEKİLER EDİTÖRDEN ................................................................................................................................... 1 KIBRIS TÜRK EDEBİYATINI OKUMAK ............................................................................................ 3 Reading the Turkish Cypriot Literature Celile Eren ÖKTEN FRANSIZ DİLİ TOPLUMSAL TARİHİ ÜZERİNE ............................................................................. 19 About the Social History of French Language Zeynep Gökçe AKGÜR BİLGE İPEK TÜRK AĞZINDA SES OLAYLARI ......................................................................................... 43 Phonetic Changes in Peja Turkish Dialect Ergin JABLE AZƏRBAYCAN ALİMLƏRİ VƏ QUMUQ FOLKLORUNUN TOPLANMASI........................................ 65 The Collection the Folk-Lore of Kumuk and Scholarships of Azerbaijan Aynur QƏZƏNFƏRQIZI OĞUZ-NAMELERİN ŞİİRSEL YAPISI VE EMSAL-İ MUHAMMED ALİ EL-YAZISI ........................... 71 Poetic Structure of Oghuzname and Manuscript of Emasl-i-Mahammad Ali Efzeleddin ASKER ANADOLU İNANÇLARI EKSENİNDE TÜRKÜLERİMİZDE RENKLERİN VE SAYILARIN GİZEMİ .... 83 Mystery of Colors and Numbers in Folksongs With in the Context of Anatolian Beliefs Mustafa Öner UZUN AYAKKABI MODASI PERSPEKTİFİNDE KAHRAMANMARAŞ ÇARIK VE YEMENİLERİNİN YAŞAM SEYRİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ ..................................... 101 Review of Kahramanmaraş Sandal’s and Flat-Heeled Shoes’s Progress Through the Perspective of Shoe Fashion Songül KURU, A. Candan PAKSOY KOLAN DOKUMANIN GİYSİ TASARIMINDA KULLANILMASI ...................................................... 127 Using Girth Texture at Cloth Design Halime YÜCEER ARSLAN III Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 IV Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 EDİTÖRDEN Değerli Motif Akademi okurları, Geçtiğimiz iki sayıyı (2013/1-2) Kıbrıs konulu özel sayılar olarak sizlerle buluşturmuştuk. Kıbrıs konusunda özveri ile çalışan ve katkılarını esirgemeyen kıymetli yazarlarımıza ve büyük ilgi gösteren siz okurlarımıza teşekkür ederiz. Azerbaycan ile başlayıp Balkanlar dosyası ile devam eden ve son olarak Kıbrıs başlığında çıkan özel sayı geleneğinimizin bir sonraki sayıda da Özbekistan ile süreceğini bu vesile ile ilan ediyoruz. Bu aynı zamanda bütün yazarlara çağrı niteliğindedir. Özbekistan konulu halkbilimi çalışmalarınızı bizimle ve okurlarımızla paylaşmanızı temenni ederiz. Bu sayımızda öncelikle çok büyük bir coğrafyadan farklı başlıklarda yazılara yer verdik. Anadolu'dan Azerbaycan'a, Kosova'dan Kıbrıs'a kadar yelpazesi geniş bir yazı seçkisi, bize Türk dünyasının ne kadar büyük bir sahada yer aldığını göstermekle kalmayıp aynı zamanda farklı Türk boyları hakkında yeni halkbilimsel bilgiler edinmemizi sağlıyor. Benzer şekilde bu sayıda halkbilimi temel başlığının çok farklı alt başlıklarına ait yazılar bulacaksınız. Tarih, dil ve edebiyat çalışmalarından inanç, giyim ve dokuma üzerine pek çok nitelikli yazı sizlerle buluşacak. Değerli katkılarını bizimle paylaşan bütün yazarlara çok teşekkür ederiz. Dergimiz bu yıl itibari ile elektronik sisteme geçmiş olup yazı gönderme, hakem incelemeleri, raporlar ve benzeri her türlü işlem artık internet sayfamızdan yapılmaktadır. Bu sayımızdan itibaren bütün yazı işlemleri www.motifakademi.com sitesinden yürütülecektir. Sizi de bir an önce siteye üye olup aramızda görmeyi umarak bu önemli duyuruyu da paylaşmak istiyoruz. Son olarak bu yılın ikinci sayısının Özbekistan özel sayısı olacağını yeniden hatırlatıp, o sayıda buluşmayı dileriz. 1 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 2 Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN KIBRIS TÜRK EDEBİYATINI OKUMAK Reading the Turkish Cypriot Literature Celile Eren ÖKTEN * Özet: Bu çalışmada edebiyat ders kitaplarının milli kültürü aktarmadaki önemi ve aynı zamanda milli kültür ile çok kültürlülüğün kaynaşmasındaki rolü üzerinde durulmuştur. Bugün ile geçmiş arasında bağ kuran edebi eserler, mili kimliği yapılandırmada ve ortak toplumsal hafızayı canlı tutmada önem taşıdıklarından edebiyat eğitimi için daha özenle seçilmektedirler. Bu çerçevede araştırmamızda Kıbrıs’ta liselerde okutulan Kıbrıs Türk Edebiyatı I-II (2013) kitapları içerik bakımından incelenmiştir. Kronolojik sırayla verilen edebi toplulukları, edebi dönemlerle gelişen edebi türleri, toplumsal dinamiklerin ve buna bağlı değerlerin, kabullerin nasıl değiştiğini Kıbrıs Türk halkının toplumsal gerçeği üzerinden tespit ettik. Kıbrıs Türk Edebiyatının, ülke coğrafyasından kaynaklanan çok kültürlü ve yerel ortamına, Türkiye ile olan ilişkisine göre zaman içerisinde nasıl bir yol kat ettiğini sergilemek istedik. Sonuç olarak edebiyat ders kitapları, gençlere dil ve edebiyat eğitimi ile Kıbrıs Türk kültürünü keşfederek hem müşterek kimliklerini hem de öz-yerli kimliklerini ortaya çıkarmada yardım etmektedir. Bu süreçte milli kimlik, bireyin kendini tanımlamasını, dünyadaki konumunu belirlemesini desteklemektedir. Anahtar kelimeler: edebiyat ders kitapları, milli kimlik, çok kültürlülük, dil ve edebiyat eğitimi Abstract: The significance of literature course books in conveying national culture and their role in the integration of national culture and multiculturalism have been emphasized in this study. Since the literary works which bridge today to the past, are significant to the construction of a national identity, and revival of common societal memory, therefore they should be chosen elaborately for literature education. Within this framework, Cyprus Turkish Literature Course Books I-II, which arestudied at high schools in Cyprus, have been examined in terms of content in our research. We determined that how the changes have been occurred over the values and approvals interrelated to societal dynamics, and chronologically given literary communities and literary genres developing through literary periods, with regard to Cyprus Turkish People’s social reality. We aimed to exhibit how Cyprus Turkish Literature took the lead in time with its multicultural and local atmosphere arising from the geography, and also its relation to Turkey. Consequently, literature course books provide young people with language and literature instruction in order to uncover their both collective and self-local culture with the help of exploring Cyprus Turkish culture. National identity supports an individual so that he/she can define him/herself and determine his/her status in the world. Key words: literature course books, national identity, multiculturalism, language and literature education * Yrd.Doç.Dr., Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yabancı Diller Eğitimi Bölümü 3 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Bir metnin, kendi bütünlüğünün dışında bulunan bazı edebi ve sosyal yerleşik eğilimlere de gönderme yaptığı bilinmektedir. Bu çerçevede metin, okuyucuyu sosyal ve tarihsel bakış açılarıyla zenginleştirir, anlamın yapılandırılması sürecini olgunlaştırır. Anlamın yapılanmasına, özneler arası edebi, sosyal ve geleneksel eğilimler de aracılık etmektedir. Esasında okuyucu tarafından üretilen anlam hem değerli hem de işlevseldir. Zira okuyucunun zihnindeki sosyokültürel süzgeçten geçip şekillenmektedir. Paylaşılan değerlerin, kuralların ve inançların belirlediği bu süzgeç, okunan metne bir daha yorum katmakla birlikte okuyucuya ve metne yeni roller biçmektedir. Böylelikle edebiyat hem belli bir kültürün içinden çıkmakta hem de o kültüre şekil vermektedir. Bu kültürel dokunuşların en belirgin örneğini, edebiyat ders kitaplarında görmek mümkündür. Gençliğin ruh ve fikir dünyasına yön veren edebiyat ders kitapları, hâkim ideolojiye hizmet etmekle birlikte toplumun öngördüğü ahlâkî ve siyasi farkındalığı da geliştirmek amacını taşımaktadır (Hohendahl, 1989: 8-25). Böylece milli ruhu işlemek, milli edebiyata katkıda bulunmaktan daha ziyade gençler ile milleti arasında aydın bir ilişki kurmak esastır (a.g.e.192-193). Bu süreçteki yapılanma, edebiyat tarihini, toplumun edebi beğenisi ile bu beğeninin tetiklediği eser üretme arasındaki uzlaşı süreci olarak görmemizi sağlar. Bu çerçevede toplumun ortak beğenilerini, kabullerini, değerlerini, ürünlerini şekillendiren “millet” tanımını yapmamız gerekmektedir. Anthony Smith’in tanımına göre millet “tarihsel bir alanı, ortak mitleri, tarihsel hatıraları, toplumsal kültürü, ortak bir ekonomiyi, ortak yasal hakları, herkes için geçerli olan görevleri paylaşan insan topluluğudur”(1991:14). Ayrıca millet bireyler ve topluluklar arasında paylaşılan değerler, semboller ve gelenekler dağarcığını oluşturan sosyal bir bağdır. Ortak kültürü ve diğer ortak sembolleri kuvvetlendirerek ortak kimlik ve aidiyet duygusunu yücelten, bütün engel ve zorlukların üstesinden gelebilen bir “inanç başarı” grubudur (a.g.e.16, 25). Bu tanıma göre milli kimliği oluşturan ögeler; bireysel kimlik, cinsiyet, yer, sosyal sınıf, dini kimlik ve dildir. Milli kimlik ister gelenek, görenek, âdetlerle açıklansın ister kültürel ödünçlemelere, benzetmelere dayandırılsın sonuçta ulus devlet için önemli bir olgudur ve belli bir döngü içinde tekrar tekrar yapılanmakta ve bir bütünlüğü temsil etmektedir (Czimbalmos,2004). Milli kimlik ile ortak hafıza arasında bir ilişki olduğu bilinmektedir. Bireyin kendini ait hissetmesi için zaman ve yer içindeki paylaşım sınırlarının belirlenmesi lâzımdır. Bu paylaşımın oluşturulmasında ortak hafızanın payı büyüktür. Zira hafıza, tarihsel söyleme karşı iyileştirici bir seçenektir. Tarih anlatımının yapılandırılması da diyebileceğimiz hafıza, milli kimliğin oluşumundaki dinamikleri belirlediği gibi geçmişi, bugünü ve geleceği birbirine bağlayan hikâye anlatımına da katkıda bulunur. Bugünü şekillendirmek için geçmişi sergilemek gerekmektedir. Bunun sonucunda milli anlatılar tekrar tekrar yazılmakta ve bellek sürekli değişikliğe uğramaktadır (Bell, 2003:63-66). 4 Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN Paylaşılan hatıraları işlemek, geliştirmek ortak kimliklerin geleceği ve hayatiyeti açısından önemlidir (Smith, 1999:10, aktaran Bell, 2003:70). Bireyin çoklu kimlikleri mevcuttur ve bu tanımlamalar, milli kimlikleri güçlendirir veya çapraz keser. Her nesilde törenlerle, siyasi mit ve sembollerle, sanatla ve tarih ders kitaplarıyla kollektif bir kişilik yaratma çabası içinde olunduğu gözlemlenmiştir (Smith,1992:59, 62). Milli kimliği oluşturan, yukarıda bahsi geçen unsurların devamlılığını göstermek, bugün ile geçmiş arasında bağlarını kurmak, topluma aksettirmek, uygulamak ve farkındalığını arttırmak ancak eğitimle olur. Bu açıdan baktığımızda, tarih boyunca yaşanılan kültürdeki devamlılık ve farklılıkların şekillendirdiği kimliklerin sınırlarının çizilmesinde edebi eserler önemli roller oynamaktadır. Kültürü yaşarken ve sonraki kuşaklara aktarırken bireyin kendini tanımlaması ve toplumla nasıl ilişkilendirdiği eğitim için önem taşımaktadır. Özellikle edebiyat eğitimi, kültürel mirası korumak ve muhafaza etmek açısından önemli bir görev üstlenmektedir. Modernizmin baskılarına rağmen kaybolmaya yüz tutmuş değerlerin, estetik duygusunun, milli ve dini hassasiyetlerin farkındalığını geliştirir ve besler (Kuli, 2012). Değişen eğitim politikaları ve anlayışları karşısında milli kültüre devamlı şekil verilse de öze dönüş ve özü arayış hep sürmektedir. Bu arayış içerisinde kendi kimliğini diğerlerinden farklı kılan unsurlar arasında ilk önce dil, daha sonra kültürel coğrafya ve yerel sembolizm gelmektedir. Bununla beraber “hangi coğrafya, hangi yerellik gerçekte merkezdedir” sorusu zihinleri hep kurcalamaktadır. Aslında kültürel bir kimliği şekillendirirken hem ayırt edici hem kapsayıcı özelliklere sahip olmak; farklılaşmaktan ziyade kendine benzetmektir. Bunun canlı örneğini, etnik geçmişlerinden uzakta kendini yaratmaya çalışan Avrupa’da görmek mümkündür. Kucaklayıcı olması düşünülen Avrupalı kimliği ile farklı, özgün, yerel kimlikler günümüzde halen çatışmaktadır (Smith, 1992:68-69, 76). Temelde coğrafyadan, kültürden yola çıkarak üzerinde duracağımız Kıbrıslı kimliğini ele almadan önce Bhabha ve arkadaşlarının (2000) millet etrafında şekillenen anlatılarla, ada toplumlarıyla ilgili yaptığı tespitlere yer vermek istiyoruz: GillianBeer, adayı korunaklı, güvenli, tertipli, cennete benzer bir yer olarak tarif eder. Adada su ve toprak arasında özel ve yoğun bir ilişki olmasına rağmen ada, bireyi simgelemektedir. Adada her şey, toprak ve deniz gibi bir oluşumun içindedir. Kültür ve birey de bu oluşumun bir parçası olarak değişimlere maruz kalırlar (2000:269, 273). Esasında adanın bu varoluş çabası içinde sergilediği milliyetçilik, ekonomik ve kültürel emperyalizme karşı bir duruş olarak da algılanabilir (During,2000:139). Yaşayan kültürün yerelliği, günümüzle bağdaştırılarak sembollerle, mitolojik ögelerle, çeşitliliklerle, ortak çağrışımlarla kültürel farklılıklar ve tanımlamalarda yer almaktadır. Başka bir deyişle bireye ait bir hikâye anlatılırken toplum da işin içine katılmakta ve milli bilinç oluşturulmaktadır. Milletin modern bütüncül özellikleri olarak görülen türdeşlik, anonimlik, okuryazarlık, edebi kültür eğitimle belli bir çerçeveye oturtulmaktadır (Bhabha,2000:292-294). 5 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Bu bağlamda edebiyat eğitiminin hedefleri tarih içinde farklı şekillerde tezahür edebilir. Bir milletin edebiyatının milletin ruhunu, tarihini ve geleneklerini yansıtması gerektiği görüşü genelde hâkimdir. Jean Paul Sartre hayatlarımızı kitaba ödünç verdiğimizi söyler. Bu açıdan ders kitapları da öz değerlerin iyi birer göstergesidir. Örneğin, eserlerdeki kahramanlar, öğrencileri kendi topluluk, ülke ve milletleriyle tanımlamalarına yardımcı olurlar (Koross, 2012:545, 548). Okumalarımızla tecrübelerimizi birleştirip anlamlar ürettikçe daha çok görür, duyar, hisseder, daha ileriye bakarız. Edebiyat tarihi ile geçmişi ve bugünü bir arada okurken hem birey olarak hem vatandaş olarak kendimizin çok çeşitli yönlerinin farkına varırız. İngiliz edebiyatını okutmak nasıl yerli halkı medenileştirmek (Johnston, 2001) olarak görüldüyse Kıbrıs Türk Edebiyatını da okutmak toprağı, bayrağı, dili ve kültürü ile bir varlık ispatıdır. Bu araştırmanın temelinin oluşturan, Kıbrıs’ta liselerde okutulan Kıbrıs Türk Edebiyatı I-II (2013) ders kitaplarının birincisi anonim halk edebiyatı ile başlar. Kendi içinde anonim halk şiiri, düz yazı, ortak türler ve âşık tarzı halk edebiyatı şeklinde bir sınıflandırma yapılır. Önce anonim halk şiirinin biçimleri olan Kıbrıs’a özgü mâniler, ninniler, türküler sırasıyla ele alınır. Daha sonra düz yazı kısmında Kıbrıs Türk masal, efsane, halk hikâyeleri, fıkraları, atasözleri ve deyimleri, halk tiyatrosu işlenir. Ortak türler bölümünde ise Kıbrıs’ta söylenilen bilmeceler, tekerlemeler ve yakılan ağıtlardan örnekler verilir. Âşık tarzı halk edebiyatında âşık şiiri kapsamındaki koşma (güzelleme, koçaklama, taşlama, ağıt), semai, varsağı tanıtılırken özellikle Kıbrıs destanları vurgulanır. Ders kitabının işleniş plânına baktığımızda çalışılacak olan edebi tür önce biçim, konu ve anlam özellikleri ile tanıtılır; Kıbrıs ve dünyadaki tarihi geçmişi verilir. Daha sonra örnek metinler üzerinden bilinmeyen sözcükler açıklanır; edebi tür ve ele aldığı konu üzerinden yapılan açıklamalarla, sorularla çözümleme ve yorumlama çalışmaları yapılır. Bu içerik çerçevesindeki kitabın sunuş kısmında yerel kültürlerin evrenselliğe ve ortak değerlere yaptıkları katkılar vurgulanır. Hiçbir kültürün yok sayılamayacağı; her bir kültürün özel ve tekil olduğu ifade edilir. Modernleşmenin sonucu olan tek tipleşme, toplumlarda ara renklerin yok sayılmasına yol açsa da çokkültürlülük ve farklılıkların birlikteliği günümüzde gittikçe önem kazanmaktadır. Bu görüşe dayanarak Kıbrıs ağzına özgü söyleyişler, deyimler ve atasözleri,incelediğimiz ders kitaplarında verilmeye çalışılmış; yazarın imlâ ve üslubuna sadık kalınmıştır. Türk Halk Edebiyatının dünyanın en zengin edebiyatlarından biri olduğu, bu zenginliğin uzantısı olan Kıbrıs Türk Halk Edebiyatının ise dar coğrafyasına, farklı kültürel etkileşimlere maruz kalmasına, merkezden uzak olmasına ve bunların sonucunda Anadolu halkı ile farklılaşan dünya algısına rağmen varlığını sürdürdüğü vurgulanmaktadır. Toplumların duyuş, düşünüş ve evreni algılamalarında halk edebiyatının en güvenilir tutanak olduğu belirtilerek önemine de dikkat çekilir. 6 Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN Kıbrıs’a özgü hayvan, bitki, meyve, yemeklerden örnekler verilerek Kıbrıs Türk halkının hayat anlayışı, yaşadığı coğrafyaya bağlılığı, ulusal konulardaki duyarlılığı pekiştirilir. Türk topluluklarında mâniye verilen isimler sıralanır. Özellikle mânilerden verilen örneklere baktığımızda dünürcülük, askerlik, esnaflık, anadiline sahip çıkma, Mısır meselesi gibi milli-yerel motiflerle karşılaşırız. Bu örneklerle Kıbrıslıların aileye, vatana, milli değerlere verdiği önem belirtilmekle birlikte kendine güvenen, ruhen güçlü ve huzurlu, cesur, itaatkâr bir bireyin portresi de çizilir. Ninnilerin de çeşitli dillerdeki karşılıkları verilir. Kıbrıs Türk ninnilerinde çocuğun iyi bir öğrenim görmesi, evlenmesi gibi iyi dilekler dile getirilir. Ninninin çocuk ruhu üzerindeki olumlu etkisinden bahsedilir. Daha sonra diğer bir edebi tür olarak türkü ele alınır. Türkü ise Türk’e ait demektir. Anadolu’ya göre Kıbrıs’ın az türküsü vardır; ama konu çeşitliliği bakımından zengindir. Türküler, Kıbrıs’ın tarihi geçmişini, toplumsal olaylar karşısında halkın yaşadığı acıları, hüzünleri, mutlulukları vermesi açısından önemlidir. Masallar ise Kıbrıs Türk halkının hayal gücünü, dünya görüşünü, düşünüş ve yaşayış biçimini, âdet ve göreneklerini aktarır. Masal ve efsanelerde aşklar, doğaüstü güçler, ahlâkî öğütler ile birlikte kahramanların örnek alınması gereken özelliklerive aile hayatının önemi daha da belirgin hale getirilir. Efsanelerin de çeşitli dillerdeki karşılıkları verildikten sonra yaratılış, tarihi, doğaüstü ve dini olmak üzere gruplara ayrılırlar. Sonrasında bir inanış efsanesi olarak adlandırılan, kötü bir yılandan kurtulma mücadelesini anlatan, “Pandaşino Yılanı Efsanesi”; gözlere şifa olan ApostolosAndreas Manastırı’nın kaynağından bahseden ve günümüzde de tesirini görebileceğimiz “ApostolosAndreas Efsanesi” tanıtılır. Kıbrıs efsanelerinde sıkça rastlanan “şekil değiştirme” motifini işleyen, devin taşa dönüşmesi “Dev Taşı”; utancından keklik olmak isteyen, “Keklik Olan Gelin” efsaneleri de anlatılır. Bu dönüşüm efsanelerinin yanında “renge dönme”nin Kıbrıs efsanelerine özgü bir özellik olduğu dile getirilir. Kırmızı karanfillere dönüşen kötü kalpli kraliçeyi anlatan “Kanlı Karanfiller Efsanesi” buna örnek gösterilir. Ayrıca Kıbrıs’ın coğrafyasından kaynaklanan, Anadolu’dan farklı olarak ırmağa dönme efsanesinin olmadığı belirtilir. Çünkü Kıbrıs’ta akan ırmak yoktur. “Buyday Tepesi” ve “Beş Barmağ Dağı” efsaneleri okuma parçaları olarak verilir. “BuydayTepesi”nde Hızır Peygamberin kerametiyle açgözlü çiftçiye ders verir ve bunun sonucunda buğday toprak olur. “Beş Barmağ Dağı” efsanesi ise sevdası için ölen bir delikanlının hikâyesidir. Kıbrıs halk hikâyeleri de Anadolu’dan esintiler taşır. Ahlâkî ve öğretici yönleri ağır basar. Sıradan halk tiplemeleri anlatan fıkralar da çok çeşitlidir. Nasreddin Hoca fıkrasının yanında Anibal fıkralarından örnekler verilir. Atasözleri ve deyimler ise Anadolu’dan taşınanlar, Anadolu’dan bağımsız Kıbrıs’ta üretilenler diye sınıflandırılır. 7 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Kıbrıs’a özgü öğeler yanında Rumca ve İngilizce sözcüklere de yer verilir1. Burada dikkat çekmek istediğimiz bir husus;ders kitabına özenle seçilerek konmuş bu Kıbrıs’a aitmâni, türkü, ninni, masal, efsane, halk hikâyesi, fıkra, atasözü ve deyimlerin çok renkli bir kurgu ve hayal dünyasını, zengin bir anlatım dili ile yansıttığı muhakkaktır. Kıbrıs Türk Halk Edebiyatına verilen bu önem, yaşanılan topraklarla bütünleşme ve bu topraklarda iz bırakma isteğinin en belirgin ifadesidir. Zaman zaman edebi örnekler üzerinden Anadolu ile karşılaştırmalar yapılarak sanki bir yavrunun, annesine layık olmak için ne kadar çabaladığı izlenimini uyandırmaktadır. Gölge oyunu Hacivat ile Karagöz, Hz. Hamza ve Battal Gazi gibi meddah hikâyeleri, Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Bekri Mustafa fıkraları gibi birçok eserlerle, Osmanlıya yapılan atıflarla Anadolu ile bağ hep güçlü tutulmak istenmiştir. Bu çabanın bazen sonuçsuz kalması, anavatana bu kadar yakın olup bir o kadar da uzak olmak çok acıdır. Bu acının belirgin izlerini Mısır ile ilgili yazılan eserlerde görmek mümkündür. Kendi mücadelesi olmamasına rağmen ekonomik zorluklarla hayatı pahasına İngiltere komutasındaki Kıbrıs Alayına katılan gençlerin hazin öyküsü dile getirilmektedir. Coğrafi açıdan mesafelerin önemi, hem Kıbrıs Adasının Akdeniz’deki konumu ve anavatana uzaklığı hem de milliyetçilik ile gösterilmektedir. Örneğin, Âşık Kenzi’nin“Kıbrıs Destanı” adlı uzun şiirinde Kıbrıs’ın, Akdeniz’deki dört büyük adadan biri olduğundan bahsedilir ve bu adalardan ikisinin gayrı müslimlere ait olmasından duyulan üzüntü dile getirilir (s. 130). Fiziki şartların yanında iç içe geçmiş stratejik ve milli şartlar da Kıbrıs’ın gerçeğidir.Anibal’in“Bu haritada Kıbrıs Yoktur” fıkrasında, harita, Kıbrıs’ı göstermekte yetersiz kalmaktadır (s.63). Her ne kadar Türkiye’ye yakın olsa da, Akdeniz’de büyük bir ada olarak görünse de Kıbrıs Türk halkı için adadaki hayat şartları zordur. Bütün bunlarla birlikte çok kültürlülüğün de Kıbrıs’ın bir gerçeği olduğunu dile getirmiştik. Çok kültürlülüğün bir parçası olarak İngilizce ve Rumcanın Türkçeye etkilerini görmek mümkündür. Rumca yer ve şahıs adlarına, tâbirlere, Rumca ve İngilizcenin Türkçe ile beraber kullanımına rastlanılmaktadır.2 Burada şunu belirtmek de fayda vardır: Dilde ve edebiyatta Rum ve İngiliz etkilerinin yanı sıra özellikle tiyatroda görülen Batı tesirini3basit bir taklitten ziyade kendi kültür ve medeniyetinin içine yerleştirmek, kendi renklerinden katmak ve sonuçta da kendi sentezini oluşturmaktır. Bir bilmece olarak sunulan ve cevabı Kıbrıs olan “Küçük baggal dünyayı yutar” sözü bu küçük adanın ne kadar çok unsuru bünyesinde barındırdığına, 1 Anadolu’da “İti, öldürene sürükletirler”, Kıbrıs’ta “Eşeği, gebertene sürükletirler”; Kıbrıs’a özgü “Türk sözü ver, İngiliz saati kullan”; Rumca ve İngilizce sözcüklerle kurulanlar “Total lost olmak” (çürüğe çıkmak), “Mangos olmak”(sersemlemek) (66-69). 2 Kyremia Limanı, Larnaka Tuz Gölü, Pendaşina yılanı, ApostolosAndreas, laos olmak (korkmak) 3 İspanya’dan Yahudilerin İstanbul’a getirdiği Comedia de l’arte. 8 Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN çok kültürlülüğeve milli paylaşıma ne kadar çok zenginlik kattığına işarettir. Eski Türk tarihinden başlayarak günümüze kadar getirilen bilmeceler, ağıtlar ve bunların diğer Türk toplulukları ile olan ilişkileri, yabancı kelimelerle yapılan tekerlemeler bu konuya güzel bir örnek teşkil etmektedir4. Ayrıca destanlar kısmında da çok kültürlülüğün izleri görülmektedir. İngiliz yönetimine başkaldırılar, Rumların zulmüne direnişler sıkça konu edilir. Bir destan kahramanı olan Köroğlu ile RobinHood karşılaştırılır. Aslında dönemlerin ekonomik, siyasi ve sosyal şartları insanları isyana sevk etmiştir diye açıklanır. Yazarı tam olarak bilinmeyen “Hasan Bulli Destanı” 1900’lü yıllara kadar İngilizleri uğraştıran Kıbrıslı Türk üç kardeşin hikâyesidir. Haksızlığa uğradıklarından ve zor hayat şartlarından dolayı dağa çıkmışlardır. Birinci kitabın son bölümü olan Âşık tarzı halk edebiyatında destan ve koşma incelenir. Bilinen tek Kıbrıs halk şâiri,Âşık Kenzi’nin“Dâsitan-ı Kıbrıs”(1833) adlı destanı, adada biri Gavur İmam, diğeri Rum Papaz tarafından çıkarılan iki isyanı konu alır. İyi birer gözlemci olan halk şâirleri, yazdıkları destanlarla, toplumsal yapıyı daha iyi anlamamızı sağlarlar. Destanların temaları arasında savaş, eşkıya, Ramazan, kurumlar, toplumsal taşlama, aşk gibi konuların yanı sıra Osmanlı ve İngiliz dönemlerindeki saka, tütüncü, diş sökücü, pazubant (gece bekçisi) gibi değişik meslek gruplarınında belirtilmesi dikkat çekicidir. Birinci kitap, okuma parçalarından sonra, eserlerinden faydalanılmış Kıbrıs Türk Halk Edebiyatı ve Folkloru araştırmacılarının hayatlarını ve eserlerini tanıtan bir bölüm, sözlük ve kaynakça ile sona erer. İkinci kitap, Kıbrıs Türk Şiiri ile başlar. “Eski Kıbrıs Türk Şiiri” başlığı ile divan şiiri ve tasavvuf geleneğinden bahsedilir. Kıbrıs Türk Şiirinin, Tanzimat’tan sonraki edebi dönemler olan Servet-i Fünûn, Fecr-Âti, Milli Edebiyattan izler taşımadığı belirtilir. Bunun sebepleri olarak İngiliz sömürge yönetimi, Osmanlı istibdat yönetimi, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı gösterilir ve bunların sonucunda Anadolu ile bağın koptuğu ifade edilir. Daha sonra “Yeni Kıbrıs Türk Şiiri”ne geçilir ve dönemlere ayrılarak incelenir: Yenileşme Dönemi (1900-1950), Geç Tanzimatçılar (1900-1950), Gelenekçiler/Hececiler (1940-1950). Kıbrıs Türk Edebiyatıtarihine baktığımızda Tanzimat’ın genelinde ele alınmış olan vatan sevgisi, milletin yükselmesi, hürriyet aşkı, fedakârlık, adalet, birlik ve beraberlik, uygarlık gibi konuların işlenmiş olduğu belirtilmektedir. Diğer bir deyişle Türkiye’deki Tanzimat Edebiyatı ile eş bir yapı izlenmiş; toplumsal konulara Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın önderliğinde genişçe yer verilmiştir. Kıbrıs, Osmanlı mülkü olduğu için vatan kabul edilmekte ve Anadolu’ya olan derinden bağlılığı her seferinde 4 En eski Türk bilmece örneğinin CodexCumanicus’ta mevcut olduğu söylenir. “Ballıca baggal ne versen yudar” bilmecesinin cevabı, Azerbaycan’dır; “İngiliz Kraliçesi cellada sör ünvanı verirse ne olur?”, cevap, Asansör’dür; İngilizce sözcüklerin Türkçe tekerlemesi “Yulayf mi maydarling” (99-102). 9 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 dile getirilmektedir. 1925’ten sonra baskıcı İngiliz yönetimine karşı Osmanlı-İslâm kimliği ön plâna çıkarılmış; Namık Kemal’in Osmanlıcılık düşüncesine karşı Ziya Gökalp’in Türkçülük anlayışı benimsenmiştir. Daha sonraki yıllarda edebi eserlerde Kıbrıs, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk ulusunun ayrılmaz bir parçası olarak görülmüştür. Özellikle gazeteler, bu konuda halkı eğitici ve bilinçlendirici bir görev üstlenmiştir. Kıbrıs’ı vatan yapmak için el birliği ile çalışılmaktadır. Milli duygu ve düşüncelerin yanında geleneklere sahip çıkma endişesi, toplumsal sorunlara karşı duyarlılığın arttırılması, sade ve temiz Türkçe kullanımı bu çalışmanın itici güçleridir. Aksi takdirde bir taraftan İngilizlerin aşırı baskısı, diğer taraftan Rum isyanları Kıbrıs’ı, Türk halkı için dört tarafı denizle çevrili bir hapishane haline dönüştürmektedir. 1925 yılı, Kıbrıs Türkleri için bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte Kıbrıs, Misâk-ı Milli sınırları dışında bırakılarak resmen İngiliz sömürgesi ilân edilmiştir. Toplumun her kesimine hayal kırıklığı ve umutsuzluk hâkim olduğu için 1940’a kadar edebiyatta verimsiz bir dönem söz konusudur. Artık Kıbrıs Türk toplumu kendini bir İslâm cemaati yerine Türk olarak ifade etmekte ve halkı bilinçlendirme görevi üstlenen Ulusalcı Şiir,tarihteki yerini almaktadır. Anavatan-yavru vatan tanımlamaları sıkça yapılmaktadır. Türkiye’de kutlanan ulusal günler yavru vatanda da kutlanmaktadır. Milli duygu ve düşünceleri geliştirmek çerçevesinde özgürce yaşanan çocukluklara duyulan özlemler, doğdukları topraklardan ayrılmak zorunda bırakılan insanların vatan özlemleri, vatanın artık bir masal ülkesi olması, yalnızlık acısı, hayatın değeri, yaşama tutunma, Türkiye’ye gitme arzusu, Anıtkabiri ziyaret gibi konular sıkça işlenir. Erken modern dönem 1950 ile 1960 arası olarak gösterilir. Bu dönemde Garip Hareketi etkisinde gelişen Serbest Şiir ve Ulusalcı Şiir anlatılır. 1940’tan sonra serbest şiirin hız kazandığı ifade edilir. Kıbrıs Türk şâirleri tarafından Garipçiler Hareketi ve Nazım Hikmet örnek alınmaktadır. Türkiye ile bağları daha da kuvvetlendirmek, Atatürk sevgisini aşılamak, savaş karşıtlığı, barış, insan sevgisi, yerel değerlerin ön plâna çıkarılması üzerinde durulan konulardır. Özellikle Türkiye ile edebi bağ kurma, edebi uyarlama hem milli hem de çokkültürlülük boyutunda göze çarpmaktadır. Orhan Veli adeta Kıbrıs’a taşınır; Kıbrıs’ta yaşayanbir garip adam şahsiyetine bürünür ve kaderine ağlar. Öte yandan Osman Türkay’ın “Beşparmak Melodileri” (1959) şiirinin dizelerinde “Taymis süs mavi sisleri arasında” dinlediği“Bethoven’in 9. senfonisi”, vatan özlemini daha da arttırmaktadır (s. 78-79). 1955’ten sonra Türk kimliği, bayrak sevgisi, Anavatana özlem gibi temalarda artış gözlemlenmektedir. Türk ve Rum çatışmaları sonucu Ulusalcı Şiir daha da önem kazanmıştır. Sömürgelikten kurtulmak, Türkçülük düşüncesini yaymak, Kıbrıs ile Türkiye’nin ayrılmaz bir bütün ve tek bir vatan olduğu fikrini aşılamak en temel 10 Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN ülküdür. Özellikle ÖzkerYaşın’ın şiirlerinde bayrak töreni, Atatürk heykeli, İstilâl Marşı, mücahitler 5 gibi sembollerle Türkiye’ye duyulan bağlılık ve güven sağlamlaştırılmaktadır. Örneğin, bayrak törenlerinin halkın moralini yüksek tutmak için çok önemli olduğu belirtilir. Anadolu halkının işgalcilere direnişi ile Cezayir halkının Fransızlara direnişi karşılaştırılır. Başka bir şâir, Orbay Deliceırmak ise çocukken Meryem Ana kuşağı ile oyunlar oynadıklarını söylerken şimdi ise mücahit olmak zamanıdır6, der. Süleyman Uluçamgil’in “Çoban” şiirinde İngilizler tarafından sömürülen bir Türk halkı vardır. Oktay Öksüzoğlu, Beşparmak Dağlarını kahramanlaştırarak Kıbrıs’ın küskün yazgısını aydınlatacak, yarınlar için umut olacak bir el olarak kabul eder; şehitleri anıtlaştırır7. Bener Hakkı Hakeri de şehitleri yâd eder ve unutulmamalarını salık verir 8 . Oğuz Kusetoğlu, Kıbrıs’ı Anavatanın bahtsız kızı olarak görür9; Türkiye’ye kavuşma ümidiyle yaşamaktadır. Ulusalcı Şiirin sonrasında soyut, imgeci şiir gelişmektedir. Daha özgün, insancıl, barışçı,antişovenist bir şiir kimliği arayışları başlamıştır. Bu dönemin edebiyatçılarına göre halkın kendini yönetmesi, çok seslilik ve yeni bir toplumsal yapı, bu arayışları mutlu sona götürecektir. 1960 sonrasında ise Çağdaş (Modern) Kıbrıs Türk Şiiri; İkinci Yeni etkisinde gelişen Soyut Şiir (1960-1969), Toplumcu Gerçekçi Şiir (1969-1974) ve 1974 sonrası İdeolojik Şiir ile varlığını gösterir. İkinci Yeni etkisinde gelişen Soyut Şiir insanın iç dünyasını anlattığı gibi mitoloji, tarih, coğrafya, kültür, toplumsal çatışmaların getirdiği yıkımlar, göç, barışa özlem gibi konuları da işler10. Milli kimlik ile çokkültürlülüğün birleşimi diyebileceğimiz “Doğu Akdenizli Türk kimliği” şekillenmektedir. Toplumcu Gerçekçi şiirde ise Atatürk devrimleri, Marksist ideoloji, Kıbrıs’ta yaşanan göçler, yozlaşan değerler gibi temalar ağırlık kazanır 11 . Şener Levent, “Büyüdüğüm Topraklar”, “Park’taki Resim” (1982) şiirlerinde çocukluk hatıralarına yer verirken İngiliz validen, sarhoş İngiliz askerinden, örf ve âdetlerden bahseder; 1930’lu yılların Kıbrıs’ının panoramasını çizmeye çalışır. Toplumcu Gerçekçi şiirin diğer temsilcileri; Yaşar Altay’ın “Zavallı Adam”ı köylünün alın terine; Neriman Cahit’in “Çocuklar Ölüyor”u (1964), savaşın acılarını en fazla çocukların çektiğine; Orbay Deliceırmak’ın “Kolokas”ı (1967), göçmen çocukların salyangoza benzediğine değinerek, toplu yaşanmışacı tecrübeleri açık bir şekilde dile getirirler. 1974 sonrası Kıbrıs Türk şiirine baktığımızda ideoloji merkezli şiir ile karşılaşırız. 1974 Barış Harekâtından sonra oluşan siyasal, sosyal ve kültürel ortamdan 5 “Lefkoşa’da Bayrak Töreni” “Bıçağa Yumruk” 7 “Beşparmak Dağlarında” 8 “Yiğitler Unutulur mu?” 9 “Kıbrıs’ım, Bahtsız Kızım” 10 Fikret Demirağ “Ötme Keklik Ölürüm”, Mehmet Kansu “Salgın Oyun Hastaları”, Kaya Çanca “Y. Sokağında Bir Başka Kral”, Yılmaz Hakkı Hakeri “Solucan”, Zeki Ali “Bahar Ağacı”. 6 11 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 duyulan rahatsızlık ve kimlik çatışması gün yüzüne çıkmıştır. Doğduğu topraklardan göç etmeye zorlanan insanların yeni hayat şartlarına uyumu, çekilen zorluklar, beklentilerin, umutların karşılıksız kalması, yönetimdeki adaletsizlikler, ada halklarının birbirinden ayrılması, 74 kuşağını red cephesi kurmaya sevk etmiştir. Ulus, vatan, kimlik, Kıbrıslılık kavramları yeniden tanımlanmaktadır. Kıbrıs ile Türkiye ilişkisi sorgulanır. Militarizme, savaşa, emperyalizme ve şovenizme başkaldırı vardır. Kıbrıs’ta ortak değerleri paylaşan tek bir halkın varlığı söz konusudur. Bu bağlamda kimlik bunalımı, eserlerde kurgulanan ana temadır12. Esasında bu başkaldırıyı, Kıbrıs halkının milli ve çokkültürlü özellikleri ile birlikte ele almak daha doğru olur. Yüzyıllardır denizin ortasındaki bir kaya parçasına tutunmaya, kendi köklerini salmaya çalışan, diğer taraftan maruz kaldığı değişimlere, etkilere uyum için çabalayan, bünyesine uyarlayan, bunların sonucunda da devamlı mücadele ve devinim içinde olan bir toplumdan söz etmekteyiz. Vatanının geleceği için hem her alanda savaş vermesi gereken hem de barışı koruması gereken bir toplum! Bütün bu fiziki ve ruhsal yoğunluğu en derinden yaşayan aydınların, sanatçıların ve yazarların kimlik bunalımını yapıcı olarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Bu bakımdan Mehmet Yaşın’ın şiiri, “Sığınaktan Çıkınca” (1990) yıllardır verilen özgürlük mücadelelerinin yorgunluğunu, bitkinliğini, barışın getirdiği mutlulukla beraber yarınlara dair bocalamayı çok güzel anlatır. Savaş bitti, sığınaktan çıktık; peki, evi nasıl bulacağız? Eski evler yok olmuştur; yeni evlerde ise onlardan bir parça olmadığı için ruhsuz cesetler gibidir. Esasında sorulan soru şudur: Bunca yıkımdan sonra nasıl yeşerecek umutlar? Göçmen kuşun artık konması gerekmektedir. Kıbrıslı kimliği ile dünyada bir vatan sahibi olmalıdır. Hakkı Yücel, “Akan Su” (1986) şiiri ile geçmişin acılarını, yaşanan ayrılıkları, çatışmaları akan suda silmek ister gibidir. Nice Zeytinoğlu’nun “Zeytin Dalı” şiiri ile adeta Akdeniz’den uzatılan barış dalıdır; bu dal,sanki Feriha Altınok’un “Çıktım Balkona Oturdum” (1987) şiirindeki Rum ile Türkü ayıran Yeşil Hattan geçer; oradan Filiz Naldöven’in “Yaşamak” (1994) şiiri ile sanki Afrika’ya uzanır ve yarınlar için birlikte insanca yaşamak umudunu besler. Bu eserlerde geçmişin bilinci ile hissedilen yaşama sevinci, yarınlar için umut besleme ve sevgi dolu olma, ötekini yadsımadan değerlerine, özellikle diline sahip çıkma, Kıbrıslının yeni kimliğini oluşturacaktır. Kitapta şiir kısmı tamamlandıktan sonra Kıbrıs Türk Edebiyatı’nda düzyazı kısmı ile “Kıbrıs Türk Gazeteciliği”ne geçilir ve Kıbrıs’ta çıkan ilk Türk gazeteleri hakkında bilgiler verilir. Kıbrıs, Osmanlı ülkesi olduğundan batılılaşmanın etkisiyle gelen edebiyattaki yenilikleri takip etmişlerdir. Gazetelerin, bu yenilikleri takip ve uygulamadaki rolü büyüktür. Sırasıyla ayrı ayrı başlıklar halinde Kıbrıs Türk Edebiyatında roman, öykü ve 12 Kâmil Özay “En Büyük Kusurum”, İlkay Adalı “Artık”, Bülent Fevzioğlu “Sancılı Kan Yumağı”, Ahmet Okan “Adalıyız Maviye”, Barış burcu “Gün Doğumu” Neriman Cahit “Yok Edin”, Neşe Yaşın “Hangi Yarısını” 12 Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN tiyatro ele alınır. Kıbrıs’ta önceleri tefrika halinde yayınlanan romanların, öykülerin ve tiyatroların daha sonra zaman içerisinde nasıl gelişmeler sergilediği belirtilir. Diğer eserler olarak da gezi notlarına, tarihe, hatıratlara, folklora yer verilir. Gazetelerde tefrika halinde yayımlanan roman, önceleri Fransızca çevirilerden ibarettir. Kıbrıs’ta ilk bilinen roman, Muzaffereddin Galip 13 ’in Zaman gazetesinde yayımlanan, genç bir şâirin çevresinde gelişen sanat ve edebiyat tartışmalarının işlendiği “Bir Bakış” (1891) adlı eseridir. Bununla birlikte roman türünde 1930’lu yıllardan sonra daha verimli hale gelindiği belirtilir. Aşk ve tarihi romanlarla başlayan romanın yolculuğu, ileriki yıllarda cereyan eden toplumsal olaylarla daha yerel bir renk alacaktır. Özellikle 1970’ten sonra yayımlanan ulusal direniş romanlarının konuları, 1963’te başlayan Rum saldırıları, Türklerin onlara karşı yaptığı kahramanca direnişler ve var olma savaşlarıdır. ÖzkerYaşın’ın“Mücahitler-Kıbrıs’ta Vuruşanlar” (1970),“Girne’de Yol Bağladık” (1976), Ahmet Gazioğlu’nun “Kıbrıs’ta Aşk ve Savaş” (1975), Numan Ali Levent’in “Sen de Direneceksin” (yazım 1966, basım 1977) adlı eserleri, bu direnişleri anlatır. 80’li yıllardan günümüze değin yayımlanmış romanların konularını genellikle 74 öncesinde yaşananlar, Barış Harekâtı sonrasında Kıbrıs’ın toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamında meydana gelen değişimler, Güneyden Kuzeye yapılan göçler oluşturur. Kıbrıs Türk Edebiyatında ilk öykü, Ahmet Tevfik Efendi’ye ait “Bir Manzara-i Dil-Gûşâ”(İç açıcı bir manzara-1897) adlı eserdir. İki genç arasındaki aşkın anlatıldığı eserde olay, Kıbrıs dışında, İstanbul’da geçer; kahramanları ise tepki çekmemek içinLevantenlerdendir. Zaman içerisinde gülünç, mizahi, ibret verici öykülerden toplumsal olayların işlendiği öykülere geçilir. Diğer eserlerde olduğu gibi öykülerde de mücahitlerin anılarına, Türklerin direnişlerine, köy hayatına, hayata tutunma çabasına, gençlerin kimlik arayışına yer verilir. Kıbrıs Türk Tiyatro Edebiyatı bölümünde batılı anlamda ilk tiyatro ile tanışmanın 1890’lı yıllara denk geldiği söylenir. Yazılan ilk oyun, Ahmet Tevfik Efendi’nin “Hicran-ı Ebedi”(1895) adlı milli dramıdır. 1908 yılında ancak sahnelenebilen ilk oyun ise Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre” adlı eseridir. Önceleri daha çok öğretici bir karakteri bulunan ve gazetelerde tefrika halinde basılan tiyatro eserlerinin, 1920’li yılların sonuna doğru daha canlı sahne eserleri haline geldiği görülür. Tiyatro oyunlarının toplumsal bir işlevi olduğu bilinen bir gerçektir. Levantenler, istibdat İstanbul’u, Rumlarla yaşanan huzursuzluklar, ulusal bilinci geliştirmek, halkın direnme gücünü canlı tutmak gibi verilmek istenen mesajlar, bu işlevi desteklemektedir. 13 Ders kitabında yer alan diğer bir eseri de “Üzüntü” (1892) adlı düşünce yazısı, fıkra türüne örnek verilmiştir. Siyaset, edebiyat ve fen konularına ağırlık veren Yeni Zaman gazetesinde yayımlanmıştır. 13 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Yukarıda bahsedilen edebi eserlerin dışında kalan diğer eserler hatıratlar, gezi notları, folklor, tarih kitapları, köy raporları, vs. dir. Bu bölümde amaç, 1974 öncesindeki trajik olayları ya da onlara tanıklık etmiş kişilerin tecrübelerini aktarmak; tarihe, gelenek ve göreneklere sahip çıkmak; Türklük bilincini pekiştirmek; köylünün ve çalışanın emeğini yüceltmektir. Böylece Kıbrıs Türk Edebiyatında eser verilen türlerin ve örneklerinin tanıtılmasından sonra dönemlere geçilir: İlk dönem (1890 ile 1900), geçiş dönemi (1900-1930), yerelleşme dönemi (1930-1960), ulusal direniş dönemi (1960-1974), son dönem (1974-…). Dönemler işlenirken ağırlıklı olarak roman ve öykülerden alıntılar yapılır. İlk döneme ait Kaytazzâde Mehmet Nâzım’ın “Yâdigâr-ı Muhabbet” adlı romanı, kitap halinde ilk basılan, Servet-i Fünûncularıntesiriyle ağır bir Osmanlıcayla yazılmış, İstanbul’da geçen acıklı bir aşk hikâyesidir. Bu dönemde İstanbul’un sanat çevrelerinden kabul görmek, yazarların için önemlidir. Ayrıca eserlerde ele alınan konuların basit ve sade olmasının, istibdat yönetiminin baskılarından kaynaklandığı ve yazarların toplumsal ve siyasal konulardan uzak durduğu açıklanır. Yine aynı dönem ait Ahmet Tevfik’in “Bir Manzara-i Dil-Gûşâ”(1897) adlı uzun öyküsünde, L. Şişmanyan’ın “Namus İntikamı Yahut Dilenci”(1898) adlı tiyatro oyununda kahramanların tepki çekmesin diye Levanten olması, değişen değer yargılarını ve toplumsal anlayışları tanımamıza yardımcı olmaktadır. Geçiş Döneminde ise Müsevvidzâde Osman Cemal’in “Zenginlerimiz” makalesi, vatan bilincine sahip, eğitimli ve topluma yararlı olmak açısından incelenir. Rumların eğitime daha çok önem verdiği, Türklerin önceliğinin ise para kazanmak olduğu vurgulanır. Diğer incelenen önemli bir eser de Ahmet Raik Çağlar’ın “Mektuplar”ıdır. Ulusal düşünceyi yaymak, dilbirliğini sağlamak için Rusya’daki soydaşlara seslenilir. Nâzım Ali İleri’nin, Molière etkisiyle yazdığı “Otel Tercümanı” adlı komedisi de eğitimin ve yabancı dil bilmenin önemine dikkat çeker. Dr. Hâfız Cemal Lokmanhekim’in “Kıbrıs Osmanlılarına Son Acizâne Hediyem” adlı söylevi ise halkı ve ülkesi adına yararlı hizmetlerde bulunmak isteyenlerin engellemesine karşı duyulan bir sitemdir. Yerelleşme Döneminde tarih boyunca çekilen sıkıntıların milletin ruhunda bıraktığı izler, Halit Ziya Uşaklıgil gibi mensur şiirin usta yazarlarının etkileriyle incelikle sanatkârane dile getirilir. Reşat Kâzım Işınay’ın “Kızıllıklara Serenad” adlı parçası, günbatımının kızıllığını tasvir ederken Türkün alev alev yanan muhteşem sancağını gönüllere düşürür. Mahatma Gandi gibi bir direniş kahramanından bahsedilir. Hemen sonrasında İngilizlerin Kıbrıs’a ayak basışının ellinci yılı anısına bastırılan “köknal” adlı paradan yola çıkarak toplumun çektiği sosyal ve ekonomik sıkıntılar gözler önüne serilir. Hikmet Afif Mapolar’ınKök Nal (1953) adlı romanında milliyetçilik ön plânda tutularak yerli halkın yaşamı bir iç hesaplaşma ile verilir. İsmail Alptekin Karagözlü’nün “Sarı Mektuplar” (1945) adlı uzun öyküsü Mısır’ı ve orada yaşayan bir İngiliz ailesinin evlilik dramını anlatır. Diğer bir dikkat çeken eser, Semih 14 Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN Sait Umar’ın “Geriliğimizin Sebepleri” (1946) adlı yazı dizisinden aktarılan “Memur Zihniyeti” adlı makalesidir. II.Dünya savaşından büyük bir mağlubiyetle çıkan Almanya ve Japonya’nın kendilerini kısa sürede toparlamaları ve başarıyla ilerlemeleri örnek gösterilir. Kıbrıs için de ortak idealler, kuvvetli bir dayanışma lâzımdır; ekonomik durumu düzeltmek için memur zihniyetinden vazgeçmek, ticarete önem vermek gerekmektedir. Büyük bir imparatorluğun kalıntısı olmak yeterli değildir; çünkü gözümüzü yumup rahatlıkla arkamızı dayayacağımız bir kaya artık mevcut değildir. Yine aynı döneme ait Samet Mart’ın “Çare-i Halâs” (1954) adlı mektup tarzı öyküsü, Peyami Safa’nın “Matmazel Noralya’nın Koltuğu” adlı romanından izler taşır. Bir genç kızın güzellik uğruna başvurduğu çarelerin eleştirisi yapılırken arka plânda milliyetçilik mesajı verilir. Genç kız sahip olduğu milliyetçi ruhtan dolayı çareyi Rum manastırında aramamıştır. 1950’li yıllarda hem Türkiye’yi hem de Kıbrıs’ı yakından etkilemiş olan Kore savaşından yola çıkılarak yazılan, Argun F. Korkut’un “Kore Yollarında” (1951) adlı gezi romanı, yurt dışında yaşayan bir Türkün vatan özlemini ve Kore savaşında yaralanan Türklere nasıl yardım ettiğini anlatır. Şinasi Tekman’ın “Haydan Gelen Huya Gider” (1956), komedya türündeki eseri, emek harcamadan başarı elde edilemeyeceği üzerine ahlâkî ders vermektedir. Ahmet Gazioğlu’nun 1950’li yılların başında Bursa’ya yaptığı bir geziden aktardığı izlenimlerini içeren “Anavatandaki Bir Geziden Notlar” başlıklı gezi kitabı Tanpınar’ın “Beş Şehir”ini hatırlatmaktadır. Bu kitaptan “İlk Görüşte Bursa” ve “Muradiye” başlıklı parçalara yer verilmiştir. Yazar bize Osmanlının başkentlerinden olan Bursa’yı, tarihi ve doğal güzellikleriyle gezdirmektedir. Bu tarihi ve tabiat dokusu içinde Türkiye ile Kıbrıs arasında bağlantılar kurmakta ve Pınarbaşı denilen bir su kaynağını, Kıbrıs’ta şimdi kurumuş olan Değirmenlik Başpınar’ına benzetmektedir. Yerelleşme Döneminin sonrasındaki 1960-1974 yılları arası Ulusal Direniş Dönemi olarak adlandırılır. Bir köy gezi-röportajı niteliğini taşıyan Kutlu Adalı'nın “Dağarcık” (1963) adlı eserinden bir parça olan “Caba”14 köylünün misafirperverliği, fedakârlığı, cömertliği üzerine kurgulanmıştır. Eğitimli, gönüllü gençler, köyleri dolaşarak, köylüleri bilinçlendirerek ulusal direniş hareketine destek toplamaktadırlar. Toplumun çekirdeği olan ailenin önemini vurgulayan, Numan Ali Levent’in “Bir Kız Kaçtı” (1961) adlı öyküsüne yer verilir. Konur Alp’in “Aşkıma İthaf”(1960) adlı romanında bir aşk hikâyesiyle birlikte Türkiye’nin tabiat güzellikleri, şehirleri, yaşayan kültürleri, gelişmiş ve geri kalmış yönleri, Kıbrıslı Üniversitelilerin problemleri, sosyalizmin eleştirisi, ülkedeki sosyal ve ekonomik farklılıklar panaromik bir anlatımla verilir. Bu arada 1963 olaylarının yarattığı iç savaş ortamından bunalan halka moral vermek amacıyla radyoda skeçler oynanmaktadır. Kıbrıs Türk halkının milli 14 Bedava vermek, hediye etmek 15 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 duygularını canlı tutmak, direnişi güçlendirmek için radyoda bütün ulusa seslenen bu tiyatro oyunları çok önem taşımaktadır. Türk-Rum iç savaşında çekilen acıları, yapılan fedakârlıkları, bir ananın kahramanlığını dile getirmek açısından Üner Ulutuğ’un “Ana” (1974) adlı tiyatro eseri dikkat çekicidir. Kıbrıs Ulusal Edebiyatı’nın önde gelen isimlerinden olan ÖzkerYaşın’ın “Mücahitler” (1970) adlı belgesel romanı, EOKA’nın 1963’te başlattığı çatışmalar sonucunda göç etmek zorunda kalan Kıbrıslıların dramını, Türkiye’den gelecek yardımların nasıl büyük umutlarla beklendiğini anlatır. Son Dönem olarak da 1974’ten günümüze kadar olan dönem verilir. Bu döneme ait ilk eser, Mustafa Gökçeoğlu’nun “Ne Bileyim Canlarım” (1985) adlı durum öyküsüdür. Kuşak çatışması, zamanla değişen anlayışlar ve değerler, çekirdek aile yapısının olumlu ve olumsuz yönleri ifade edilir. Arkasından ele alınan eser, İsmail Bozkurt’un “Yusufçuklar Oldu Mu?” (1993) adlı gerçekçi romanıdır. 1974 sonrası Kıbrıs Türk halkının siyasi ve toplumsal hayatına ışık tutmaktadır. Savaş sonrası yaşanan karışıklıklar, yapılan hesaplaşmalar, göçler, sağlıklı ve barışçıl bir ortam sağlayabilmek için çıkarılacak dersler kaleme alınır. Kıbrıs kökenli tanınmış sosyolog Niyazi Berkes, “Unutulan Yıllar” (1997) adlı anı kitabında Kıbrıs’ın mahalli havası içinde çocukluk ve aile anılarına, Kıbrıs Türk toplumunu derinden etkileyen siyasi ve toplumsal olaylara yer verir. Bu parçanın başında Nâzım Hikmet’in bir dizesi vardır ki çok anlamlıdır: “İki şey ancak ölümle unutulur: Anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü” (s.280). Hayatının çoğunu yurt dışında geçirmiş ve çeşitli kültürlerle beraber yaşamış biri olarak Niyazi Berkes, Kıbrıslı olmayı hem bir vatandaş hem de bir akademisyen olarak şu şekilde değerlendirir: Kıbrıslı ne Türk ne Rum ne de İngiliz’dir. Osmanlının dağılışı ile ortada kalmış, arada sıkışmış bir toplumdur. Değişen zamanı, değerleri, zevkleri ve tatları daha da belirginleştirmek istercesine Niyazi Berkes’in anılarını takip eden eser, Özden Selenge’nin “Arasta Potini” (1993) adlı öyküsüdür. Gençlik, artık tarihi Arasta çarşısından alışveriş yapmamakta ve şiş kebap yerine hamburgeri tercih etmektedir. Ders kitabında son incelenen eser, Mehmet Levent’in “Folklorik Skeçler” (1987) kitabında yer alan “Kız Sana Nişan Geliyor” adlı oyunudur. Folklorik özellikler taşımaktadır; eski düğün geleneklerinden bahsedilir; Kıbrıs ağzına özgü deyim ve atasözlerine yer verilir. Modernleşmenin doğal bir sonucu olarak değişen toplumsal değerlerin karşısında kültürel değerlerin aktarılması önemlidir. Bu oyunla eski geleneklere göre yapılmış bir düğün anlatılırken esasında Kıbrıs Türk halkına ait kültürel motifler, gençlere aktarılmak istenmektedir. Birinci kitaba göre ikinci kitabın işlenişinde daha farklı bir yöntem izlenmiştir. Öncelikle Kıbrıs Türk şiiri dönem dönem incelenmiştir. Tarihi geçmişi verildikten sonra metinlerle ilgili sorular sorulmuş; bilinmeyen sözcükler gösterilmiş; şiirin türü ve biçimi ile ilgili açıklamalar yapılmış; şâirin kısa bir geçmişi de eklenmiştir. İkinci bölüm olan düzyazı kısmında da türlerin Kıbrıs’taki tarihi gelişimi öncelikle anlatılmış; metinlerle ilgili sorular, bilinmeyen sözcükler, tür ile ilgili açıklamalar, yazarının hayatı verilmiştir. 16 Kıbrıs Türk Edebiyatını Okumak / C.E. ÖKTEN Şunu da belirtmeliyiz ki Kıbrıs Türk Edebiyatı derslerinde MEB’in Türk Edebiyatı Ders Programı da takip edilmektedir. Programa göre edebiyat öncelikle güzel sanatlar çerçevesinde değerlendirilerek bireyin düşünme, yorumlama, çözümleme becerilerini, estetik duygusunu, ulusal ve evrensel değerlere olan farkındalığını geliştirecektir. Programın çerçevesinde de edebiyat kronolojik olarak ele alınır. Programın öngördüğü edebiyat tarihi, edebi topluluklar, edebi dönemlerle gelişen edebi türler, toplumsal dinamiklerin ve buna bağlı değerlerin, kabullerin nasıl değiştiğini bize gösterir. Bu bağlamda kültür taşıyıcısı ve kültürü besleyen edebi eserlerin toplumun geçmişinin aktarılmasında ve geleceğinin yapılanmasındaki payı büyüktür. Bunu da edebiyatla birlikte dil, zevk ve zihniyet eğitimi sağlamaktadır (MEB, 2013). Edebiyat eğitiminin şekillenmesinde toplumsal değerlerin rolü büyüktür. Terry Eagleton, edebiyatın ahlâkî ve öğretici yönünü ele alırken insani değerleri, nitelikleri ve anlamlandırmaları vurgular. Modernist biçimle birleşen edebiyatın bu öğretici yönünün bizi, birçok yönden daha bilinçli, esnek ve açık görüşlü yaptığını söyler (Eagleton, 2012). Fakat diğer taraftan da birey, bu süreçte modern dünyanın belirsizlikleri ve hızlı değişimleriyle başa çıkmaya çalışır; bölünmüş ve karışık kimlikleriyle mücadele verir. Edebiyat eğitimi ile kültürünü tekrar keşfeder; hem kollektif kimliğini hem de öz kimliğini ortaya çıkarmaya çalışır. Bu süreçte milli kimlik, bireyin kendini tanımlamasını, dünyadaki konumunu belirlemesini sağlar (Smith, 1991). Kıbrıslı kimliğinin de tarih içerisinde bu süreçten defalarca geçtiği gözlemlenir. Kıbrıs Türk Edebiyatının çeşitli türlerinin incelendiği bu ders kitaplarında öncelikle üzerinde durulan husus, Kıbrıs Türk kültürünü tarihiyle, diliyle, sanatıyla, örf ve âdetleriyle yaşatmak, genç nesillere aktarmaktır. Bu aktarımın sonucunda hem yerel hem de küresel boyutta bilinçlendirmektir. Bir ada toplumu olarak tarih içerisinde yaşadıkları tecrübelerden yola çıkarak dünyaya açık, iletişime açık, çok kültürlülüğe alışkın bir toplum olmalarına rağmen sıkışmışlık duygusu edebi eserlere de yansımıştır. Bununla birlikte Kıbrıslı, kendi gerçeği olan, bünyesindeki çoklu kimliklerle milli kimliğini yapılandırmak zorundadır. Bu oluşum, kimi zaman kimlik çatışması, taklit, özden kopuş gibi çeşitli şekillerde yorumlansa da edebiyat eğitimiyle hem geçmişe ve geleceğe yeni bir yorum getirme olanağını vermekte hem de aidiyet duygusunu aslında pekiştirmektedir. 17 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 KAYNAKLAR Bell, Duncan S.A. (2003). “Mythscapes: memory, mythology, and national identity”, British Journal of Sociology, 54 (1), pp. 63–81. Beer, G. (2000). “The island and the aeroplane: the case of Virginia Woolf”. Bhabha, H. K. (ed.), Nation and Narration. 265-290. Bhabha, H. K. (2000). “Dissemination: time, narrative, and the margins of the modern nation”. Bhabha, H. (ed.), Nation and Narration. 291-322. Czimbalmos, C. (2004). “Using Literature as a Strategy for Nation building: A Case Study from Nigeria”. Journal for the Study of Religions and Ideologies. Vol 3, No 9, 78-93. During, S. (2000). “Literature-Nationalism’sother: thecase of revision”. Bhabha, H. K.(ed.), Nationand Narration. 138-153. Eagleton, T. (2012). TheEvent of Literature. Yale University Press. Hohendahl, P. U. (1989). Building a nationalliterature: Thecase of Germany, 1830-1870. Ithaca: Cornell University Press. Johnston, Ingrid. (Spring 2001). “English Language Arts, CitizenshipandNational Identity”, Canada’s National Social Studies Journal, Volume 35, No.3, http://www2.education. ualberta.ca/css/Css_35_3/AREnglish_language_arts.htm Kıbrıs Türk Edebiyatı I. Kitap, 2013, 7. Baskı, K.T.Eğitim Vakfı Yayınları, 151 s. Kıbrıs Türk Edebiyatı II. Kitap, 2013, 7. Baskı, K.T.Eğitim Vakfı Yayınları, 300 s. Koross, R. (2012). “National Identity and Unity in Kiswahili Textbooks for Secondary School Students in Kenya: A Content Analysis”. Journal of Emerging Trends in Educational Research and Policy Studies (JETERAPS) 3(4): 544-550. Kuli, Helen Christine (2012). “Literature Preserves Papua New Guinea (PNG) Cultural Heritage”, http://www.pngbuai.com/800literature/heritage/png-literature-heritage.pdf Milli Eğitim Bakanlığı Türk Edebiyatı Dersi Programı (9-12. Sınıflar). http://ttkb.meb.gov.tr/ program2.aspx Smith, Anthony D. (1991). National Identity. London:Penguin Books. Smith, Anthony D. (1992). “National Identity and the Idea of European Unity”. International Affairs (Royal Institute of International Affairs 1944-), vol. 68, No. 1, pp. 55-76. Smith, Anthony D. (1999). Myths and Memories of the Nation. Oxford: Oxford University Press. 18 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE FRANSIZ DİLİ TOPLUMSAL TARİHİ ÜZERİNE About the Social History of French Language Zeynep Gökçe AKGÜR BİLGE * Özet: Dil ulusları ulus yapan en önemli öğelerden birisidir. Bugün dünya üzerinde yer alan uluslardan her birinin kendisine ait bir ulusal dili ve bu dillerin de ulusların geçmişinde belli bir toplumsal tarihi bulunmaktadır. Fransız dili de günümüzde önemli bir uygarlık dili durumundadır. Dil hem sürekli biçimde kullanılan, insanlar arasında anlaşma ve iletişim işlevini yerine getiren kendine özgü bir yapı hem de yüzyılların ürünü olan, durmaksızın değişen, yeni durum ve gereksinimlere uyum gösteren dinamik bir birikimdir. Böylelikle de toplumlara, kendilerinden önceki toplumların deneyim ve birikimlerini aktarmaktadır. Tarihsel süreç içerisinde Latinceden başlayarak Fransızca da Fransızların ulusal dilleri olarak bu ulusun gelenek ve deneyimlerini günümüze taşımış, böylelikle de ulusal bütünlüklerini korumayı başarabilmişler ve tarih sahnesinde kendilerine önemli bir yer edinebilmişlerdir. Anahtar kelimeler: Dil, toplum, tarih, ulus, kültür, uygarlık Abstract: Language is one of the most fundamental element for the formation of a nation. Every single nation on earth has a national language which has a substantial effect on the history of the nation. The French language is one of the most recognized language on the stage of human civilization. Language is both a highly utilized unique medium for communication and a continuously evolving, dynamically changing heritage of centuries long experiences. Throughout the historical progress, the French language -rooting from Latin- played a vital role in helping the French people to sustain their national sovereignty and to become an important actor in the historical arena by passing on the acquired experiences and traditions from generation to generation. Key words: Language, social, history, nation, culture, civilization * Yrd. Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi Sakarya Meslek Yüksekokulu, [email protected] 19 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 GİRİŞ “Milli duygu ve dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin milli ve zengin olması milli duygunun gelişmesinde başlıca etkendir.” Mustafa Kemal Atatürk bu sözünde dilin bir ulus için ne denli önemli olduğunu ve ulusal duygular üzerindeki güçlü etkisini vurgulamıştır. Dil bir ulusu ulus yapan en önemli öğelerden birisidir. Günümüzde dünya üzerinde birçok ulus vardır. Bu uluslardan her birinin kendine ait bir ulusal dili ve bu dillerin ulusların geçmişinde belli bir tarihi bulunmaktadır. Fransız dilinin köklü bir geçmişe sahip olması yanında Fransız topraklarında nasıl organize oldukları konusunda pek fazla bilgi sahibi olmadığımız ilk Kelt topluluklarıyla başlayıp Fransızların efsanevi ataları Galyalılardan günümüz Fransa’sına kadarki süreçte bu ulusun, dili aracılığıyla kurup geliştirdiği büyük Fransız uygarlığı ve kültürünü bugünlere taşımış olması Fransa tarihini oluşturan gerçeklerdir. Yunanlıların Kelt dedikleri, Romalıların ise daha sonra Galyalı diye adlandıracakları gruplar belki de bir boylar ya da kabileler federasyonuydu. 1 Ancak dilleri ve kültürleriyle uygarlıklarını geliştirip yaydılar. Fransızlar bugün tarihlerini Galyalılarla başlatmaktadır.2 Fustel de Coulanges’a göre “Tarih, geçmişte meydana gelmiş her türden olayın bir yığılması değil insan toplumlarının bilimidir.”3 Dolayısıyla Fransız dilini tarihsel boyutu içersinde değerlendirirken dilin kökeni, gelişmesi, geçirdiği aşamalar, toplumsal dönüşümlerin etki ve katkıları ve toplumsal özellikler bir bütünlük oluşturacaktır. TOPLUMSAL YANIYLA DİL OLGUSU Bir toplum oluşturmanın öncelikle dile bağlı olduğu düşünüldüğünde dil ve toplum arasındaki etkileşimin önemi ortaya çıkmaktadır. Toplumu oluşturan bireyleri bir arada tutan ve aralarında anlaşmalarını sağlayan dil toplumsal nitelikli bir olgudur. İnsanlar arası bir iletişim aracı olarak da tanımlanabilecek dil, simge düzeyinde toplum yaşantısını anlatır. Başka bir deyişle dil toplumu, toplumsal varlığı simgesel yolla anlatır. 4 Demek oluyor ki dil toplumu yansıtan, insanlar arası ilişkileri belirleyip düzenleyen,”simgeleşmiş yaşantıyı”5 ya da 1 Miquel, Pierre, Histoire de la France, Des Gaulois a Nàpoléon, Tome 1, Editions Marabout, Belgique, 1976, s.21. A.e., s. 9. 3 Hobsbawm, E.J.,”Toplumsal Tarihten Toplumun Tarihine”,Tarih ve Tarihçi, Derleyen Ali Boratav, 1. Baskı, Kırmızı Yayınları, İstanbul, Eylül 2007, s. 257. 4 Saussure, Ferdinand de, Cours de Linguistique Générale, Editions Payot, Paris, 1972, s. 133. 5 Ergun, Doğan, 100 Soruda Sosyoloji El Kitabı, 5. Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1990, s. 157. 2 20 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE kültür ve uygarlığı anlatan ve aktaran dolayısıyla toplumu oluşturan insanların tarihsel ve toplumsal evrimini gösteren toplumsal bir olgudur. Toplumsal kültür ve insanlığın ulaştığı uygarlık düzeyi yüzyılların birikimini taşır ve yansıtır. Bu bağlamda taşıyıcı öğelerden en önemlisi de dildir. Toplumsal niteliğiyle dilin birincil işlevi iletişimdir. Dilin insanlar arası iletişimi sağlamak açısından toplum içerisinde olmazsa olmaz bir görevi vardır. Ancak bir imgeler, bir kurallar sistemi olarak dil konuşanların işi, görevi ya da yükümlülüğü değildir. Konuşanlar toplumsal yaşayışın bir gereği olarak bu olguyu edilgen (pasif) olarak kabullenip üstlenmişlerdir. 6 Toplum üyeleri arasında iletişimin eksiksiz sağlanabilmesi için dilin, dolayısıyla iletişimin sözlü içeriğinin taşıdığı anlamın konuşanlarca anlaşılması gerekmektedir. Bu nedenle dilin toplumsal bir anlaşmaya ya da bireyler arasında varılmış olduğu varsayılan (saymaca) bir sözleşmeye dayandığı söylenebilir. 7 Diğer bir anlatımla dilin toplum içerisinde bireyler arasında bağlayıcı, birleştirici bir işlevi olduğundan söz etmek gerekir. Dil toplumsal bir anlaşmaya dayandığına göre dilin içeriği, içinde geliştiği toplumsal çevreye ya da toplumun yaşantısına göre belirlenmiştir. Dil toplumsal yaşamın çeşitli görünümlerini yansıtır. Bu bağlamda da dil ve toplum etkileşimi söz konusu olmaktadır. Ancak bilgi, deneyim, duygu, düşünce ortaklığı içinde olan, aynı toplumun bireyleri arasında bir anlaşma ve uyum söz konusu olabilmektedir. Tersi bir durumda ise iletişim engellenir. Demek oluyor ki dil içinde oluşup geliştiği toplumsal bütünlüğün ve uygarlık düzeyinin kültür birikimini oluşturan bir ortak payda durumundadır. Dil hem sürekli biçimde kullanılan, insanlar arasında anlaşma, bildirişim, iletişim işlevini yerine getiren kendine özgü bir yapı hem de yüzyılların ürünü olan, durmaksızın değişen, yeni durum ve gereksinimlere uyum gösteren dinamik bir birikimdir. Böylelikle de toplumlara kendilerinden önceki toplumların deneyim ve birikimlerini aktarmaktadır. Bir dilin sözcük dağarcığı ve ardındaki kavramlar insanlığın öyküsünü, tek tek dil topluluklarının ve toplumsal grupların ve bunları oluşturan bireylerin kültürünü yansıtır.8 6 Saussure, a.g.e., s. 30. A.e., s. 100-101. 8 Akgür, Zeynep Gökçe, Özer, Emine Nilüfer, ”Dil Kullanımına Göre Toplumsal Farklılaşma”, Sosyoloji Yazıları 1, 1. Basım, Kızılelma Yayınları, İstanbul, Mart 2007, s. 43. 7 21 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 DİL TÜREYİŞİ VE KURAMLARI İlerleyen toplum ve toplumun artan gereksinimlerine yanıt verecek biçimde gelişen uygarlık düzeyi ve sosyokültürel değerlerin etki ve katkısının yanı sıra dinamik yapısı ve özelliği dolayısıyla dilin zaman içersinde değiştiği bilinmektedir. Toplumu oluşturan bireylerin geçmişten aktardıkları birikim ve deneyimler de yine dillerin değişmesinde, gelişmesinde ve zenginleşmesinde etkili olmaktadır. Her toplum kendisinden öncekilerin bilgi ve deneyimlerinden yararlanarak yaşam koşullarını, kültür ve uygarlık düzeyini daha ileriye götürme çabası içindeyken dil de dinamik bir yapı olarak toplumsal kitlenin ağzında kuşaktan kuşağa, toplumdan topluma, coğrafyadan coğrafyaya sürekli bir değişme ve yenilenme süreci içersindedir. Geçmişten gelen birikim ve deneyimleri, bilgi ve kazanımları geleceğe aktarırken bu değişim ve dönüşüm sürecinde geçmişten beslenerek her geçen gün daha da gelişip yetkinleşmektedir. Dünya var olup insanoğlu ortaya çıktığından buyana insanların anlaşmalarını sağlayacak dillerin nasıl oluştuğu, ilkel dillerin ya da ilk dillerin nasıl olduğu, dildeki çeşitlenmelerin nasıl gerçekleştiğine ilişkin soruların yanıtlarını bulma konusunda bilim ve felsefe adamları daima kafa yormuşlar, yüzyıllar boyu insanoğlu hep bu çabada olmuştur. Bu amaçla tarih süreci içersinde çeşitli dönemlerde düşün ve bilim adamları dilin türeyişini açıklamaya yönelik birçok kuram geliştirmişlerdir. Eski Çağ Kuramları Eski Çağ kuramları içinde ilk anılması gereken Hint kuramlarıdır. Hintlilerde dil biliminin ve felsefesinin gelişmesi Veda metinlerinin açıklamasıyla (tefsir) ilgilidir. Önceleri söz konusu metinlerin açıklanmasıyla (şerhi) ortaya konulan kuramlar ilk aşamada daha çok dinsel, mistik içerikte olmakla birlikte giderek doğrudan doğruya felsefi yani akli, metafizik bir içerik kazanmıştır. Hintlilerce söz de doğadaki başka güçler gibi Tanrısallaştırılmış böylelikle de kutsallaştırılmıştır. En eski dinlerden olan Veda dininde sözün tinsel gücü ana motiflerden biridir. Rigveda’da sözün gücü Tanrı’nın gücüne yakındır. Çünkü doğan ve yok olan insan sözünün temelinde başsız, sonsuz ve gelip geçmez olan Tanrısal söz bulunur.9 Rigveda’nın aktardığı biçimde Hint mitolojisine göre (X. Kitap, 71. İlahi) doğa Tanrılarından olan Vâc (lat.vox,fr.voix<ses>) aslında yıldırımın sesidir, doğrudan doğruya doğanın sesidir ve onun örneği, simgesi durumundadır.10 Bu bakımdan söz ya da ses sonsuzdur. Sözler ile anlamları ve bu iki öğenin birbirine bağlanışı sonsuzdur.11 Bu dönemde geçerli olan dil felsefesiydi. 9 Akarsu, Bedia, Wilhelm Von Humboldt’da Dil-Kültür Bağlantısı, Remzi Kitabevi, İstanbul, s. 15. Özdem, Ragıp, Dil Türeyişi Teorilerine Toplu bir Bakış, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, 1944, s. 9-13. 11 A.e., s. 10. 10 22 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE Yine Eski Çağ kuramlarından olan Yunan kuramları çerçevesinde Eflatun ve bir kısım filozof dilin doğal bir olgu olduğunu, insanların ya da konuşucuların onu doğuştan getirdiklerini savunmaktaydı. Bu kuramcılar “doğalcılar” olarak bilinmektedir. Sözcük ile simgelediği şey yani anlam arasında doğal ve dolayısıyla değişmez bir bağlantı olduğu görüşündedirler. Eflatun sözlerin doğal olduğunu göstermek için bir benzetme yaparak “her iş için özel bir alet vardır. Örneğin delmek için burgu, dokumak için mekik, isimlemek için de isim” demektedir. 12 Aristoteles, Demokritos gibi diğer kuramcılar ise dilin insanlar arasındaki bir anlaşmadan bir sözleşmeden kaynaklandığı görüşündedir. Bir başka deyişle sözcükler anlamlarını bir uzlaşma sonucunda kazanmıştır. Bu kuramcılar da “uzlaşmacılar” adıyla bilinmektedir. Uzlaşmacılara göre sözcük ile anlam arasındaki uzlaşımsal, anlaşmayla oluşmuş bağlantı değişebilir niteliktedir. Bu durum da dilin değişebilirliğini açıklamaktadır. Rigveda’daki Tanrısal söz Yunanlılarda “Logos”tur. Burada da söz gelip geçici değil sonsuzdur, varlıkla ayrılmaz bir birliği vardır. Herakleitos için Logos “Kosmos’un güdücüsüdür. Evrene egemen olan logos ne bir Tanrı tarafından yaratılmış ne de bir insan tarafından oluşturulmuştur. Her zaman var olmuştur, hâlâ da vardır ve daima da var olacaktır.13 Dilin türeyişi ve çeşitlenmesi ile ilgili en önemli ikinci tezi Yunan dil filozofu Epikür’e bağlı okul ortaya koymuştur. Bu okul dili tarihsel bir olgu biçiminde ele alıp psikolojik koşullara bağlı olarak açıklamaktaydı. Bu görüşe göre diller insan topluluklarına ve ortama göre çeşitlilik göstermektedir. İlk dil insanın doğasından gelmiş ancak daha sonra gereksinimlerin etkisi ya da zorlamasıyla uzlaşma söz konusu olmuştur. Köken ve gramer (dilbilgisi) çalışmaları bu dönemde başlamış (M.Ö. IV. yy.) ve giderek gelişmiştir.14 Üçüncü olarak yine Eski Çağa ait Roman ya da Latin kuramlarına göre insanı dilin türlü seslerini çıkarmaya yönelten doğadır, nesneleri adlandıran ise gereksinimlerdir. Başka bir anlatımla belirli bir kültür aşamasında gereksinimleri karşılamak amacıyla dil olmuştur. Latinlerde dil çalışmaları Yunan taklitçiliğinden pek öteye gidememiştir. Romalılarda paleo linguistik kuramlarına ilişkin en önemli ve tek andaç şair Lucretius Carus’un “De Rerum Natura” (Eşyanın Tabiatı Üzerine) adlı felsefi şiirinin dil türeyişine ilişkin bölümüdür. Çeşitli Latin dilcileri de dil konusunda insanların doğada hayvanlar gibi yaşarken birbirleriyle işaretleşerek, daha sonra birtakım sesler çıkararak sonunda da konuşup anlaşmaya başladıklarını ve belirli bir kültür evresinde de dili oluşturduklarını öne sürmektedir. Böylelikle dünyanın her yerinde sözcükler bu biçimde rastlantı sonucu doğduğu için diller çeşitlenmiştir.15 12 A.e., s. 14-15. Akarsu, a.g.e., s. 16. 14 A.e., s. 20-21. 15 A.e., s. 26-27. 13 23 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Doğuda ise Arap-İslam toplumlarında Kur’an metni “ebedi kelam” (sonsuz söz) olması bakımından önemli ve ince, ayrıntılı araştırmalara konu olmuştur. Bu toplumlarda dil felsefesi ile ilişkili kuramlar özellikle Kur’an’daki Bakara suresinin 31. ayeti ile Rum suresinin 21. ayetinin tefsiri ile ilişkilidir. Bundan sonra İslam dininin yayılmaya başladığı ilk yüzyıllarda Kur’an’ın “Allah kelamı” olması dolayısıyla yaratılıp yaratılmadığı sorunu çevresindeki tartışmalar sonucunda -bilindiği üzere- “Kelam” denilen dini-felsefi bir bilim alanı ortaya çıkmıştır. Bu konuda iki başvuru kaynağını belirtmek gerekir. İlki, Arap bilgini Suyutlu Celaleddin’e ait El-Müzhir fî’ulûm-il lûga(t), Mısır, 1325, diğeri Hint-İslam hükümdarlarından Sıddık Hasan Mahmut Han’a ait ElBülga(t) fî’usul-il lûga(t), İstanbul, 1296’dır.16 Adı anılan sözlükte Suyutlu Celaleddin dil ve leksikoloji (sözlükbilim) ile ilgili kuramlarını on altı soru etrafında toplamıştır. Bunlardan bazıları doğrudan dil türeyişi yani paleo-linguistik ile ilişkilidir. Hasan Mahmut Han’ın yapıtı ise diğerinin bir özeti biçimindedir. Bu yapıtlardaki ana görüşe göre her şey Allah’ın dileğine göre belirli zamanda olmuş ve insanların payına kelam-söz düşmüştür. Kuşaklar türlü iklimlere dağılınca Allah’ın takdiriyle isimler ve sözler ortaya çıkmış ve Allah insana yazıyı öğretmiştir. Bu yazı Süryanice idi. Dil felsefesi İslamDoğu dünyasında giderek metafizik ve mistik bir nitelik kazanmıştır.17 Orta Çağ Hıristiyan Kuramları Aziz Augustinus (Saint-Augustin) “dillerin kaynağı insanların hayalciliğine bağlıdır” biçiminde fantastik bir açıklama getirmiştir. Akinolu Aziz Thomasius (Saint Thomas d’Aquin)‘a göre Hıristiyanlığı açıklamak için ortaya atılan dinsel-metafizik kuramlar geçerliydi.18 Bu dönemde dil türeyişi konusu tarihsel bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Yeniçağ Kuramları Bu kuramlar 15.-17. yüzyıllar Rönesans dönemi tarihsel etimoloji kuramlarıdır. Bu kuramlara göre akıl ve mantık sahibi olan insan kendisini anlatmaya çalışırken sözlü işaretler kullanarak dilin oluşumunu sağlamıştır. Tanrı vergisi olan söz söyleme yeteneği yani dil insan toplulukları arasındaki ilişkiyi sağlamakta ve insanı toplumsal bir varlık kılmaktadır. Descartes (1596-1650) akılcılık (rasyonalizm) çerçevesinde dilin düşünceden kaynaklandığını savunmaktadır. 16 A.e., s. 28. A.e., s. 28-38. 18 A.e., s. 39-42. 17 24 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE İnsanın kendi irade ve isteğiyle kumanda ettiği bedenine bağlı bir ruhu vardır. Hayvanların ise otomatik olarak işlev gören yalnızca bir bedenleri bulunur. Dilleri olmadığı için akılları da yoktur. Buna karşılık sağır ve dilsizler bile kendilerini anlatabilmeyi başarabilmektedir.19 Descartes’ın öğrencilerinden olan Port-Royal Okulunun (1660) temsilcilerinden Arnauld ve Lancelot yayımladıkları “Grammaire Générale et Raisonnée” (Genel ve Açıklamalı Dilbilgisi)sinde bir genel dil kuramı tasarlamaktadır. İnsanlarda mantık ve düşünce tek olduğuna göre dil yetisi de aynı olacaktır görüşünü savunmaktadır. Bu kuram çağdaş dilbilim akımlarından yapısalcılığa (structuralisme) kaynaklık etmiştir. Çünkü ilk olarak dillerin iki ayrı yapı düzeyleri bulunduğunu ortaya koymuşlardır. ”Derin yapı-yüzeysel yapı“ ikiliği bu iki kuramcıya dayanmaktadır. Dil yetisinin gerçekleşme biçimleri olan doğal diller arasındaki farklılıkların yüzeysel olduğu, bir görüntüden ibaret olduğu ve temelde tüm dillerin aynı olduğu görüşünü savunmaktadırlar. 18. yüzyılda ise Condillac, Jean-Jacques Rousseau gibi kuramcılar dil türeyişi konusunu dil-düşünce ilişkisi çerçevesinde incelemişlerdir. Rousseau (1712-1778) “Essai sur l’Origine des Langues” (Dillerin Kökeni Üzerine Deneme) da düşüncelerin gelişmesiyle dilin de zenginleşip geliştiğini öne sürmektedir. Dil ilk toplumsal kurum olduğundan ancak doğal nedenlerin etkisiyle oluşmuştur. Dillerin farklılığı ve çeşitliliği iklimlerle ilişkilidir. Güney dillerinde yaşamın göreceli olarak daha kolay olmasına bağlı olarak gereksinimden çok zevkler önemsendiği için bu bölgelerde diller canlı, tınılı ve aksanlıdır. Yaşamın daha güç, haşin, acımasız olduğu kuzey bölgelerindeki diller ise daha sert, pürüzlü ve boğumsuzdur. 19. Yüzyıl Kuramları Bu kuramları “kaynağını akıldan alan dil, onu konuşan topluluğun manevi birliğinden doğmuş olup onu yansıtır” biçiminde özetlemek mümkündür. Yüzyılı belirleyen “karşılaştırmalı tarihsel dilbilgisi” çalışmalarıdır. Bu alandaki çalışmalar çağdaş anlamdaki karşılaştırmalı dilbilim ve tarihsel dilbilimin temellerini oluşturmuştur. Yüzyılın önemli dilbilimcilerinden Wilhelm Von Humboldt (1767-1835) dilin düşünceyle ilişkisine değinerek dili ulusların dünya görüşünü ve ruhunu anlatan, düşünceyi biçimlendiren dinamik bir yapı olarak tanımlamıştır. Ona göre dil, toplumsal kitlenin ağzında yaşadığı sürece sürekli bir değişim, dönüşüm ve yeniden değişim sürecindedir ve olacaktır. Dil tarih içinde gelişmiştir, onu insan kuşakları işlemişlerdir.20 19 20 Lagarde, André, Michard, Laurent, XVII. Siècle, Editions Bordas, Paris, 1970, s. 86. Akarsu, a.g.e., s. 23. 25 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Jacob Grimm (1785-1863) dil sisteminin yapısal evriminden söz etmiştir.21 Genel Dilbilim profesörü Ragıp Özdem’in aktardığına göre Fransız bilimcisi Ernest Renan (1823-1892)’ın “De l’Origine du Langage” (Dilin Kökeni Üzerine) da ortaya koyduğu teze göre dillerin kökeni tek değil çoktur. Çeşitli dil ailelerini oluşturan ana diller birbirlerine dönüşmesi olanaksız olan türlerdir. İnsan doğası gereği düşünücü olduğu gibi aynı zamanda da söz söyleyicidir. Dil düşüncenin anlatım ya da dışa vurma biçimi olduğuna göre bu iki eylem zamandaş olarak gerçekleşmektedir. Renan’a göre her dil ailesi bir ön uğraşı gerektirmeden her ırkın ruhsal benliğinden, dehasından doğmuştur.22 Tüm dış varlıkların tek parça bir kitle olarak algılandığı bir ortamda ilk insanların kullanabileceği tek gramer kategorisi ya da sözcük işaret zamiri olabilirdi. Dil oluşumuna ilişkin olarak bu yüzyılın ürettiği kurama göre ilkel dil önce genel olarak nesneleri, daha sonra tek bir nesneyi göstermiş, ardından da nitelemiştir. Demek oluyor ki sırasıyla işaret zamirleri, sıfatlar ve cins isimler kullanılmıştır. Böylelikle Hint-Avrupa dillerinde bu birimler en eski öğelerdir. Bu süreçte de söz dili hareket diliyle birlikte kullanılmıştır. Fransa’da Michel Bréal (1832-1915) 1870’li yıllara dayanan karşılaştırmalı tarihsel dilbilimin kurucularından olmuştur. Geliştirdiği kurama göre sözcükler konuşucu kitle tarafından benimsenerek dile yerleştikten sonraki gelişme aşamasında çeşitli fonetik ve psikolojik etkilerle değişikliğe uğrar. Dolayısıyla sözcüklerin ilk zamanlardaki ses biçimleriyle anlamları arasındaki doğal ilişkilerin izleri silinip gider.23 Aynı yıllarda Almanya’da “Yeni Gramerciler Okulu”nun kurucularından August Leskien (1840-1916) ve Hermann Paul (1846-1921) tarihsel dilbilimin kuramsal ilkelerini belirlemişlerdir. Dili, konuşuculardan bağımsız olarak gelişen, büyüyen ve ölen canlı bir varlık olarak tanımlamışlardır. İşte bu nedenle dili tarih boyutuna bağlı olarak dönüşen herhangi bir varlık gibi incelemek gerektiği görüşünü savunmaktadırlar. 20. Yüzyıl Kuramları Yüzyıl başında odak konu olarak dilin doğuşu sorunu Alman psikolog ve filozofu Wilhelm Wundt (1832-1920)’un temsil ettiği etnografik sosyolojiye dayalı sosyal psikoloji ile canlandırılmıştır. Yüzyıla damgasını vuran dilbilimciler olarak Ferdinand de Saussure (1857-1913) ve Antoine Meillet (1866-1936) öne çıkmaktadır. Dillerdeki değişmeler karşılaştırmalı yöntemin sağladığı sonuçların da katkısıyla uygarlık tarihi boyutunda yorumlanmaya başlanmıştır. Bu yoruma göre dilin evrimi 21 Özdem, a.g.e., s. 73-74. A.e., s. 75-78. 23 A.e, s. 114-116. 22 26 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE onu konuşan toplumların evrimine bağlıdır. Dil hem yerleşmiş bir düzen içerir hem de evrimseldir. Güncel bir kurum olduğu kadar geçmişin de bir ürünüdür.24 Antoine Meillet‘nin yanı sıra Sosyolojik Okulun en önemli temsilcilerinden biri de Joseph Vendryes (1875-1960) dir. Sosyolojik Okula göre dil en başta gelen toplumsal olaydır.25 1928 yılında Lahey’de yapılan I., 1931 yılında ise Cenevre’deki II. Dilbilim Kongrelerinde ilkin genel dilbilime, ikinci olarak Hint-Avrupa dilbilimi konusuna, son olarak da Hint-Avrupa dilleri grubunun diğer dillerle olan ilişkisine yer verilmiştir. DİL SINIFLANDIRMASI, FRANSIZ DİLİNİN BU SINIFLANDIRMADAKİ YERİ, KÖKENİ VE GELİŞMESİ Fransızca Galya’da konuşulduğu biçimiyle Latincenin uğradığı değişim ve dönüşümlerden doğmuş bir Roman dilidir. Dolayısıyla Latincenin ulaştığı son noktayı belirlemektedir. Başka bir deyişle Fransızca Roma İmparatorluğunun Galya bölgesinde konuşulmuş olan halk Latincesidir. Galya’dan bugünkü Fransa’ya Fransız ulusunun geçirdiği toplumsal dönüşümü Fransız dilinin evriminde görmek mümkündür. Dünya üzerinde konuşulan diller yapılarına göre ve tarihsel boyutta da kökenlerine göre olmak üzere iki yönden sınıflandırılabilir. Birinci tür sınıflandırmada alınan ölçüt dillerin aralarında akrabalık bulunmasa da dilbilgisel yapısındaki benzerliktir. Örneğin dilbilgisel yapı bakımından İngilizce Fransızcadan çok Çinceye benzemektedir. Ancak Çinceyle değil Fransızcayla akrabalığı vardır. Bu dil grubuna giren Hint-Avrupa dillerini dolayısıyla Fransızcayı bükümlü (çekimli) diller arasında saymak gerekir. Bu bağlamda dilbilgisel bağıntılar kök değişiklikleriyle ya da köke getirilen çok işlevli eklerle belirtilir: -lat.: mater; fr. mère (i): anne, matriarcat (i): anaerki, matrice (i): dölyatağı, matricide (i): anakatili, matrimonial (s):evlenmeye değgin, matrone (i): hanımefendi, ebe, yaşlıca saygıdeğer kadın, maternel (s): anaya değgin, maternellement (zf): ana gibi, maternité (i): analık, doğumevi v.b. -lat. manus; fr. main (i): el, manucure (i): el bakımı, manipulateur (i): elle işleyen, manipulation (i): el işlemi, manipule (i): Katolik papazlarının ayin sırasında sol kollarına taktıkları kumaş, manipuler (f): elle işlemek, manivelle (i): manivela, manuscrit (i ve s): el yazması, manutention ( i): bazı eşyanın elle yapılması v.b. Sözcüğün Latince kökü Fransızcaya dönüşürken konuşucuların dilinde ya değişikliğe uğramış (örneğin Lat. mater sözcüğü fr.’da mère olmuş) ya da işlevsel bir 24 25 Saussure, a.g.e., s. 24. Özdem, a.g.e., s. 136-137. 27 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 ek almıştır (mater-nel); “maternel” sözcüğünde köke getirilen ek ismi sıfat yapan bir ektir. Bu türden bir etimolojik yaklaşım Fransız dilinin bükümlü ya da çekimli dillerden olduğunu doğrulamaktadır. Tarihsel boyutta dillerin kökenine inildiğinde pek çok sayıda dil grubu olduğu görülmektedir. Bu dil gruplarına ancak belirli birtakım dilleri almak mümkündür. Bunun da nedeni yeryüzünde sayıları çok fazla olan dillerin arasında yakınlık kurmanın zor hatta olanaksız olmasıdır. Öte yanda diller kaynak ya da kökenlerine göre sınıflandırıldığında ortaya çıkan dil öbeklerinden birisi Hint-Avrupa dilleridir. Bu dil ailesini oluşturan dillerin arasında da her zaman için bir yakınlık bir benzerlik olduğu söylenemez. Örneğin aynı grup içersinde yer alan dillerden Rusça ile İngilizce, Farsça ile Romence arasında yakınlık ya da benzerlik olduğu tartışılır. Genetik sınıflandırma da denilen dilin kökenine göre yapılan sınıflandırmada belirlenen Hint-Avrupa dilleri, Avrupa kolu ve Asya kolu olmak üzere iki yönden incelenmektedir. Bir başka ayrıma26 göre ise Hititçe, Sanskritçe ve Latince gibi bugün artık konuşulmayan eski dillerin de içinde yer aldığı Hint-Avrupa dilleri kapsamındaki çağdaş dilleri dört grupta toplamak olasıdır: 1. Hint-İran grubu, 2. Baltık-Slav grubu, 3. İtalik-Kelt grubu, 4. Germen grubu. Konu çerçevesindeki İtalik-Kelt grubu da - İtalik alt grubu - Kelt alt grubu biçiminde ayrılmaktadır. Latinceden türemiş tüm Roman dilleri İtalik alt grubu içersinde ele alınmaktadır. Dolayısıyla Fransız dili de kökence yani Latinceye bağlı olarak İtalik alt grubuna ait dillerdendir. Roman dillerinden olan Latince tarihsel süreçte ömrünü tamamlayıp kullanılırlığını ve geçerliliğini zaman içersinde yitirerek çeşitli dillerin doğmasını sağlamıştır. İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Katalanca, Provansça, Rumence de bu diller arasında yer almaktadır. Saussure’e göre Latince Roman dillerinin prototipidir, ilk örneğidir.27 Kaynak dil kabul edilen Latince, önceleri Roma’nın başlangıç dönemlerinde küçük bir site diliydi. Daha sonra Roma İmparatorluğu döneminde büyük bir imparatorluk dili olmuştur. Sonradan ise çeşitli diyalektlere ayrılmış, bu diyalektlerin birleşip gelişmesiyle önemli birtakım diller oluşmuştur. Fransızcanın da dâhil olduğu bu dillere Roman dilleri denilmektedir. Tarihsel süreçte, İ.Ö. 7. yüzyıla doğru Latin ağızları Latium diye anılan Alplerin ötesinde İtalya’nın orta bölgesini oluşturan Tiber Irmağının aşağı havzasında Pô ovasında ve buraya komşu bölgelerde konuşulmaya başlanmıştır. İ.Ö. 500’lü 26 27 Kıran, Zeynel, Saussure’den Günümüze Dilbilim Akımları, Erol Matbaası, 1. Baskı, Ankara, Ocak 1986, s. 36 Saussure, a.g.e., s. 18. 28 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE yıllardan başlayarak Roma’nın ilerleyişine tanık olunmaktadır. Böylelikle bu yayılmaya koşut olarak imparatorluk dili durumundaki Latince de giderek yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Roma ordularının İtalyan yarımadasını ele geçirmesiyle Latince bu bölgelere değin yayılmaya başladı. Galya’da konuşulan diller aynı köktendir.28 Bundan sonra dış fetihler dönemine gelinmiştir. Sicilya, Sardunya, Korsika (İ.Ö. 238), Yukarı İtalya, İllirya (İ.Ö. 2. yy.), Makedonya İmparatorluğu ve Yunanistan (İ.Ö. 168) Roma İmparatorluğu sınırlarına katılmış oldu. Daha sonra ise İ.Ö. 146’da Kartaca’nın yıkılışına, İspanya’nın, Galya’nın fethine (İ.Ö. 51) tanıklık etmektedir tarih. Bütün bu fetihler Latincenin iyiden iyiye yayılmasını sağlamıştır. Adı geçen bu ulusların çoğu asimilasyona uğrayarak kazananların yani Roma İmparatorluğu yurttaşlarının kültürünü kabul ederek kullandığı dili benimsemişlerdir. “Romanlaştırma süreci” olarak bilinen bu süreç oldukça karmaşık birtakım nedenlere bağlıdır. Örneğin galiplerin dilinin baskın ve geçerli olması, emekli asker kolonilerinin kurulması, Roman yollarının ticarete elverişli olması, çok sayıda okul açılmış olması, Roman yönetiminin etkisi, site hakkı tanınmış olmasının çekiciliği, Hıristiyanlık propagandası gibi nedenler Romanlaştırma sürecinde etkili olmuştur. Böylelikle Romalıların Fransa’yı işgal edip koloniler yerleştirmesiyle yerli halkın Romalıların dil baskısına uğramaları sonucunda ”Romanlaştırma süreci” başlamış oldu. 29 Romalılar Galya’da yirmi altı kent kurmuşlardır. O dönemin Fransızları ormanlık alanlarda küçük gruplar hâlinde yaşayan barbarlardı. Bu süreçte romanlaşmış ulusların benimsedikleri dile “sermo vulgaris” Halk Latincesi denilmektedir. Galya’nın Roma’nın etki alanına girmesiyle Halk Latincesi bu ülkede iyice benimsenip yerleşmiş oldu. O zamana değin Galya’da oturan Keltler Keltçe’yi bırakıp yeni dili kabul ettiler. Fransızcanın özellikle tarım vokabülerinde Keltçe’den kalma sözcükler günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Doğaldır ki bu sözcükler Fransızca olmadan önce Latinceleşmişti. Örneğin alouette (tarla kuşu), chemin (yol), charrue (saban), bec (gaga), ruche (kovan), caillou (çakıltaşı), lie (tortu), bruyère (fundalık) v.b. Demek oluyor ki Fransız dilinin evriminde ilk basamağı oluşturan Halk Latincesidir. Bu bağlamda başka etkilerin de varlığı unutulmamalıdır. Örneğin belli bir Fransız ırkından söz edebilmek güçtür. Çünkü farklı bölgelerden gelip de yerli halkla karışıp kaynaşmamış ulus yok gibidir. Burada da doğudan gelen denizci toplumlar, Kuzey Avrupa’dan gelen uluslar (Brötanya, Normandiya), Asya’dan gelenler ve diğerleri Fransızların “efsanevi ataları”30 Galyalılarla kaynaşarak Fransız ulusunu oluşturmuştur. Değişik unsurların bir araya gelmesi fiziksel tip karmaşıklığına da yol açmıştır. 28 Miquel, a.g.e., s. 21. Tahir, Kemal, Dil Dosyası, 1. Baskı, Bağlam Yayınları, 1989, s.19. 30 Miquel, a.g.e., s. 9. 29 29 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 5. yüzyıla doğru Roman gücünün çökme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Bu dönemde Galya nüfusuna yönelmiş birçok akınlar baş göstermiştir. İstilacılar arasında Franklar da bulunmaktaydı. Galya’nın Frank istilasına uğramış olması önemli bir olaydır. Çünkü Galya adını Fransa’ya dönüştüren bu olay ve yeni bir yönetim sistemini, yeni bir toplumsal rejimi, yeni bir mimariyi, yeni bir yaşam tarzını, sivil yasalarda ve ceza yasalarında önemli bir değişimi de birlikte getirmiştir.31 Buna karşılık sayıca kalabalık olmasalar bile Franklar da öte yandan istila ettikleri ülkenin etkisine maruz kalmışlardır. En önemli etki kendi dillerini bırakarak Roman dilini kabul edip kullanmalarıdır. Doğal olarak bu karşılıklı etkileşim uzun sürmüş, bu süreçte her iki dil de eşzamanlı olarak konuşulmuştur. O dönemde Cermenler soylu sınıfı, Romanlar ise halk sınıfını oluşturmaktaydı. Bu nedenle Fransız dilinde her iki toplumun özelliklerini yansıtan öğeler bulmak olasıdır. Sonuçta Roman uygarlığı Frankları alt etmiş, bunlar dillerini bırakarak Galloroman denilen dili benimsemişler, bu arada da bu dili derinden etkilemişlerdir. Frankların kullandığı dil Fransızcanın sözcük dağarcığına çok sayıda sözcük kazandırmış ancak bunların çoğu Orta Çağla birlikte unutulup gitmiştir. Franklardan kalma sözcükler arasında özellikle askeri terimler önemli bir yer tutmaktadır. Guerre (savaş), guetter (pusu kurmak), blesser (yaralamak), bannière (bayrak, bandra), éperon (mahmuz), gant (eldiven), haubert (zırhlı gömlek), heaume (zırh başlığı), fief (tımar), hameau (küçük köy), bannir (sürmek), garantir (garantilemek), fauteuil (koltuk), danser (dans etmek), jardin (bahçe), hareng (ringa), renard (tilki), épervier (çakır doğan), hanche (geminin kıç tarafı), honte (utanç), orgueil (gurur), hardi (gözüpek), riche (zengin), blanc (beyaz), bleu (mavi), haïr (nefret etmek) v.b. Eglise (kilise), évêque (piskopos), prêtre (papaz), moine (keşiş), baptiser (vaftiz etmek), parole (söz) gibi çoğunlukla dinsel anlamdaki birtakım Yunanca kökenli sözcük de Fransızcaya Hıristiyan Latincesi denilen dil aracılığıyla girmiştir. Bugünkü Fransızcanın temelinde Gal-Romen dilinin olduğunu belirtmiştik. Fransız ülkesine kaba ve basit Latinceyi getiren Latinler Galya’da kurdukları kentlerde sonradan bir din imparatorluğu kurarak yerleşmişlerdir. Bu imparatorluk manevi gücünü eski Latince sayesinde sağlayabilmişti. İlk din adamları kilise iktidarını yaymanın ortak bir din ve ortak bir dille mümkün olabileceği düşüncesiyle yola çıkmışlar. Frank kralları istila ettikleri ülkeyi kolayca yönetebilmek için Katolikliği benimsemiş ve böylelikle de Roma kilisesinden yardım görmüşlerdir. Franklarca Hıristiyanlığın kabul edilmesi Latinceyi yeniden ön plana çıkarmıştır. Böylece dinsel bir nitelik ve anlam kazanmasının yanı sıra Latince hem bilim dili hem de yönetim dili kimliğini kazanmış oldu. 31 A.e., s. 58-60. 30 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE Bu dönemde biri eski Latince diğeri ise halkın konuştuğu, henüz kurallara bağlanmamış basit konuşma dili olmak üzere iki dil bir arada kullanılmaktaydı. Her iki dil de karşılıklı olarak birbirini etkilemiştir. Sonradan bu iki dil karışarak Latince konuşma dili içinde erimiştir. 19. yüzyıl başında Fransız dilcileri Fransız dilinin Latinceye karşı Roman dilinden çıktığını ileri sürmüşlerdir. Bu savdaki yanlışlık, Orta Çağın ilk dönemlerinde Fransızcaya Roman dillerinden birçok sözcük girmesi ve son yüzyıla kadar Fransa’nın bazı bölgelerinde bu dile ait öğelere rastlanmasından kaynaklanmıştır. Oysa yeni bulgular, ortada bir Roman dili olmadığını, Latinceden doğma birçok Roman ve Novolatin dilinin bulunduğunu göstermektedir. Edebiyat ve sanat dili niteliği taşıyan Latince İtalya, İspanya ve Fransa’da kaba halk dillerini baskılayarak bu üç ülkede ortak bir edebiyat dili oluşturmuştur. Latince bu üstünlüğü elde ederken bu üç ayrı ülkede halkın konuştuğu kaba ve basit nitelikteki, yerli halkın konuştuğu diller ayrı ayrı gelişerek bugünkü Fransa, İtalya ve İspanya’nın ulusal dillerinin temellerini oluşturmuştur. Bu arada yerel lehçeler ortaya çıkmıştır. Bu değişmeler, söz konusu ulusların yaşadıkları coğrafyanın, uğraştıkları işlerin, içinde bulundukları yaşam koşullarının, toplumsal özelliklerinin sözcüklerin söyleniş ve anlamlandırılışına etki etmesiyle olagelen değişmelerdir. Bununla birlikte üç dilin kökeninde yeri olan Latince değişmeden kalmıştır. Klasik Latince aydın kesime ait sanat dili idi. Bu nedenle halkın dilinde yaşayan halk Latincesi Hıristiyan Latincesinden tümüyle ayrıdır. Fransızca, İspanyolca ve İtalyancanın yeni biçimlerini almasıyla eski ortak edebiyat dili olan Latince giderek anlaşılmaz olmuş, eskimiş, kullanımdan düşerek klasik ve ölü bir dil olup unutulup gitmiştir. Şarlman İmparatorluğundan sonra Fransa’da merkezi gücün dağıldığı dönemde din giderek öne çıkmış, buna bağlı olarak Latince de önem ve öncelik kazanmıştır. Buna karşılık halk Gal-Romen lehçesini kullanmayı sürdürmekteydi. Zorunlu olarak din adamları halkla anlaşabilmek için bu dili kullanmaya başladılar. 813 yılında Şarlman bu yönde emirnameler çıkarmak durumunda kaldı. Tarihte bu emirnameler Strasburg Antları adıyla bilinmektedir. Halk Latincesi İmparatorluğun her döneminde konuşulmuş olan halk dilidir ve Roman dillerinin kaynağını oluşturmaktadır. Günümüze dek ulaşabilmiş yazıtlar, Plante komedileri, 8. yüzyıla ait Reicheneau sözlükleri aracılığıyla söz konusu dil hakkında belli bir fikir edinmek olasıdır. Bu dil klasik yazınsal Latinceden oldukça farklıdır. Yeni bir dil ortaya çıkarken feodal bölünme, halkın yaşayış tarzındaki değişimler türünden toplumsal dönüşümler dilin oluşumunda etkili olmuştur. 31 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Fransa’nın küçük derebeyliklerine bölünmesiyle prensler yeniden kendi bölgelerindeki halkın konuştuğu dili kullanmak durumunda kalınca önem kazanan yine halk dili oldu. Bu dönemde saz şairliği ve halk hikâyeciliği halk dilinin gelişmesini sağlamıştır. Bu Fransızcanın zafer kazanması anlamına geliyordu. Daha sonra ortak Latinceden ayrı kurallara tabi olan, birbirine yakın üç ayrı dil oluşmuştur. Orta Çağ Fransızcasında mevcut bulunan pek çok lehçe ayrı ayrı, birbirinden bağımsız kendi edebiyatlarına sahipti. Bu durum feodal rejimin ve sunduğu toplumsal yapının bir gereğiydi. Daha sonra siyasal rejimin de baskısıyla Paris île-de-France lehçesi diğer lehçelere galip gelmiş ve bu lehçeler de halk dili içinde eriyip gitmiştir. Yine halkın konuştuğu “patois” -taşra ağızları- çağdaş entelektüel Fransız dilinin halkın ve köylülerin ağzında bozulmuş biçimi değil eski bağımsız lehçelerden geriye kalıp halk diline yerleşen kalıntılardır. Günümüzde artık lehçelerde de taşra ağzından da söz edilmemekte, dil geliştikçe Fransız yazın dili bunları silmektedir. Dilbilim bağlamında 9. yüzyılın ikinci yarısından (842 yılı) 14. yüzyılın başlarına değin geçen süreye “Eski Fransızca dönemi” denilmektedir. Strasburg Antları 813 yılında Tours Konsili aldığı bir kararla din adamlarına verdikleri vaazlarda “Rusticam linguam” denilen rüstik, kırsal roman dilini kullanmalarını emretmişti. Buradaki amaç halkın anlayabileceği bir dil kullanmaktı. Bu yeni dilin ilk örneklerinden birisi 842 yılına tarihlenen Strasburg Antları (Serments de Strasbourg) dır. 32 Bu belgeler halk lehçesinin “dil” olma onurunu kazandığını belgeleyen resmi kanıtlardır. Böylelikle önemli bir siyasal olay aynı zamanda dilin değişme sürecinde önemli bir işlev kazanmış olmaktadır. Strasburg Antları Eski Kuzey Fransa lehçesi (langue d’Oȉl) nin bilinen en eski örnekleridir ve 10. yüzyıla ait bir elyazmasında korunup bugüne ulaşabilmiştir. 14 Şubat 842 tarihinde Kel Charles ile Cermen Louis Lothaire’e karşı birliklerini güçlendirmek için Strasburg’ta bir araya gelerek tebaaları önünde birlik için ant içmişlerdir. Louis Roman dilini (lingua Romana), Charles Cermenceyi (lingua Teudisca) kullanmış, böylelikle bu iki kral da askerleri tarafından anlaşılmak adına dillerini değiştirmek durumunda kalmışlardı. Anlaşılmadık birşey kalmaması için andın metni hem Roman dilinde hem Cermence olarak yazılmıştır.33 Bu metin aracılığıyla en eski Fransızcanın Latinceden doğmuş olduğu bilinmektedir. Bunun kanıtı olarak metindeki tüm anlamlı birimler istisnasız Latince 32 33 A.e., s. 66. A.e., s. 66. 32 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE kaynaklıdır. Sözlü dil, yazılı dil geleneğine üstün gelmiştir. Zaten dilbilimsel süreçte yazı dilini yönlendiren de her zaman için sözlü dil olmuştur. Yazı kullanılmaya başlanmadan önce insanlar konuşmakla yetiniyorlardı. Ancak temel olan sözlü dil olduğu halde yazı dili “uygarlık dili” söylemiyle eşitlenebilir. Çünkü insanoğlunun tarihsel gelişim sürecinde öteden beri bir uygarlık oluşturabilmiş ve sürdürebilmiş toplumların dilleri bugün vardır.34 Strasburg Antları’ndan kısa bir bölümü, otantik metinden çağdaş Fransızcaya dönüşme sürecini izleyebilmek için ve dilin gelişimini göstermesi bakımından örnek vermek gerekir. 35 Strasburg Antları Fransız Roman Dili (9. Yüzyıl, Otantik Metin) Pro deo amur et pro christian poblo et nostro commun saluament, d’ist di en avant, in quant Deus savir et podir me dunat, si salvarai eo cist me on fradre Karlo, et in aiudha et in Cadhuna cosa, si cum om perdreit son fradra salvar dift, in o quid il mi altresi fazet, et ab Ludher nul plaid nunquam prindrai qui me onvol cist me on fradre Karle in damno sit. Klasik Latince Per Dei amorem et per christiani populi et nostram communem salutem, ab hac die, quantum Deus scire et posse mihi dat, servabo hunc meum fratrem Carolum, et ope mea etin quacumque re, ut quilibet fratrem suum servare jure debet, dummodo mini idem faciat, et cum clotario nullam unquam pactionem faciam, quae mea voluntate huic meo fratri Carlo damno sit. Sözlü (Konuşulan) Latince Por Deo amore et por chrestyano pob(o)lo et nostro comune salvamento de esto die en avante en quanto Deos sabere et podere me donat, sic salvarayo eo eccesto meon fradre Karlo, et en ayuda et en caduna causa, sic qomo omo per drecto son fradre salvare devet, en o qued elli me altrosic fatsyat, et ab Ludero nullo plag(i)do nonnua prendrayo, qui meon volo eccesto meon fradre Karlo en damno seat. 34 35 Akgür, Özer, a.g.m., s. 42. Vardar, Berke, Tarihsel Dilbilim ders notları, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi, Fransız ve Roman Dili ve Edebiyatları Bölümü, 1981, s. 18. 33 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Eski Fransızca (11. Yüzyıl Fransızcası) Por Dieu amor et por del crestien poeple et nostre comun salvement, de cest jorn en avant, quant que Dieus saveir et podeir me donet, si salverai jo cest mien frerde Charlon, et en aiude, et en chascune chose, si come on par dreit son frerde salver deit, en ço que il me altresi façet, et a Lodher nul plait onques ne prendrai, qui mien vueil cest mien frerde Charlon en dam seit. Orta Fransızca (15. Yüzyıl Başlangıcı) Pour l’amour Dieu et pour le sauvement du chrestien peuple et le nostre commun, de cest jour en avant, quant que Dieu savoir et pouvoir me done, si sauverai je cest mien frere Charle, et par mon aide et en chascune chose, si comme on doit par droit son frere sauver, en ce qu’il me face autresi, et avec Lothaire nul plaid onques ne prendrai, qui, au mien veuil, a ce mien frere Charles soit a dan. Çağdaş Fransızca Pour l’amour de Dieu et pour le salut commun du peuple chrétien et le nôtre, à partir de ce jour, autant que Dieu m’en donne le savoir et le pouvoir, je soutiendrai mon frère Charles de mon aide et en toute (chaque) chose, comme on doit justement soutenir son frère, à condition qu’il m’en fasse autant, et je ne prendrai jamais aucun arrengement avec Lothaire, qui, à ma volonté, soit au détriment de mondit frère Charles. Metnin Türkçe Çevirisi Tanrı aşkına ve Hıristiyan halkının ve bizim ortak selametimiz adına, bugünden başlayarak Tanrı bana akıl ve güç verdiği ölçüde ve her konuda kardeşimi desteklemek gerektiği gibi o da bana aynı şekilde davrandığı takdirde kardeşim Charles‘ı yardımlarımla destekleyeceğim ve kendi arzumla Lothaire ile kardeşim Charles’ın zararına olabilecek hiçbir ilişkim olmayacaktır. DİL TOPLULUĞU, DİLSEL DEĞİŞME VE NEDENLERİ İnsanların oluşturduğu kültür içinde dil topluluğunun rolü ve insan topluluklarının ulaştığı başarılar, eriştiği uygarlık düzeyi bakımından önemi yadsınamaz. İnsanlar ancak aynı dili konuştukları takdirde birlikte, birlik olarak gelecek kuşaklara aktarabilecekleri eserleri oluştururlar. Dil ulusal ve toplumsal bir kurumdur. Tek bir kişiye ait olmayıp bir toplumun ortak değeridir. Toplulukları ulus yapan birkaç öğe vardır. Ortak bir dil, ortak bir inanış 34 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE yani din, belli sınırlar içersindeki bir toprak, bütün ülkede dalgalanan tek bir bayrak, bir ulusal marş gibi. Ancak bunların en başta geleni ve en önemlisinin dil olduğunu tarih bize göstermektedir. Nitekim tarih içersinde binlerce yıl boyunca çok sayıda devlet kurulmuş, yıkılmış, yerlerine yenileri kurulmuş, toprakları zaman zaman büyümüş, küçülmüş, bayrakları hatta bazen dinleri bile değişmiş olduğu halde ulus adını verdiğimiz topluluklar dillerini korumuşlar ve böylelikle de ulus olma özelliklerini sürdürebilmişlerdir. Konuşma yeteneğine sahip her insan, yeryüzünde mevcut çok sayıdaki dilden belirli birini konuşur, bir başka deyişle belirli bir dil topluluğunun üyesidir. Tüm insanlık dil topluluklarına ayrılmıştır. Bir insanın bu dil topluluklarından hangisine dâhil olduğu, onun konuşabildiği dile ya da dillere bağlıdır. Bir insan yaşamı boyunca farklı diller hatta aynı zamanda birden fazla dil de kullanabilir. Ancak bunlardan yalnızca birisi tüm insanlarda özel bir yere sahiptir. İnsanın yaşamında ilk olarak öğrendiği dil onun ana dilidir. Dünyaya geldiğinde anne-babasını, çevresindeki insanları dinleyerek onlarla iletişim kurarak ana dilini öğrenir. Dil yardımıyla başardığı her şeyi insan önce bu tek dilde öğrenmiştir. Sonradan dillerle ilgili öğrendiği her şeyi ise dile zaten önceden sahip ya da vakıf olma durumundan yola çıkarak öğrenir. Yalnızca ana dili, onu henüz dil bilmeyen bir yaratık durumundan çıkarıp konuşan bir varlık durumuna getirmiştir. İnsanların çoğunluğunun yaşamları boyunca yalnızca bir tek dil konuştukları yani kendi ana dillerinin topluluğuna mensup oldukları bir gerçektir.36 Yeryüzünde çok sayıda ve birbirinden farklı dil toplulukları bulunmakta ve dolayısıyla da insanlar arasındaki dil ilişkisi engellerle karşılaşmaktadır. Dil topluluklarının bu çokluğu tarihten kaynaklanan bir gerçek olduğu gibi yan yana varoluşları ve birbirlerini karşılıklı etkileyişleri de söz konusudur ve tarihi güçlerdir.37 Bu nedenle dili oluşturanın ne tür bir topluluk olduğunu ve bu topluluğa mensup insanlar için ne gibi bir anlam taşıdığını bilmek önemlidir. Bir dil topluluğu dışarıdan, başka bir dil topluluğuna mensup birisinin içine giremeyeceği denli kapalı değildir. İnsan ya diğer dili az ya da çok öğrenir ya da her iki dile hâkim yani iki dil topluluğuna mensup bir konuşucunun yardımıyla bu dil topluluğuna girebilir. Yabancı bir dili öğrenmedeki güçlük, onu konuşan yabancı topluluğun farklı dil işaretleri kullanmasının yanı sıra farklı düşünüş ve görüş tarzlarına sahip olmasında, dünyayı başka türlü kavramasında yatmaktadır. Bu durumda dil topluluğunun asıl anlamı, dünya hakkında ortak bir imaj sahibi olmak, dünyaya karşı ortak bir tavır almaktır. Bilindiği gibi her dil dinamik bir yapı olarak sürekli bir değişim geçirmektedir. Söz konusu bu süreç her dil için olduğu gibi Latince için de geçerliydi. Yaşanan toplumsal ve tarihsel dönüşümler sonucunda eski Galya toprakları üzerinde konuşulan 36 37 Porzig, Walter, Dil Denen Mucize, II. Cilt, Çev. Vural Ülkü, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 6-7. A.e. , s. 7. 35 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Latince de Fransızcaya dönüşmüştür. Fransızcanın prototipidir.38 Latince Roman dillerinin dolayısıyla Bir ana dilden, bir kaynaktan gelişme yoluyla ayrılmış dillerin oluşturduğu topluluğa “dil ailesi” denilmektedir. Hint-Avrupa dil ailesi de Hindistan’dan Avrupa’ ya uzanan çok geniş bir alanda konuşulmuş ve konuşulmaktadır. Hint-Avrupa dil ailesinin iki büyük kolundan birisi olan Avrupa kolu Roman, Cermen ve Slav alt kollarına bölünmektedir. Roman dillerinin kaynağı, eski Roma İmparatorluğu zamanında konuşulan ve bugün artık ölü bir dil olan Latincedir. Fransızca, İtalyanca, İspanyolca ve Romence Latinceden türemiş dillerdir. Latincenin Fransızcaya olan dönüşümünde etkili olan dilsel değişmelerdir. Dilsel değişme nedenleri mekanik, psikolojik ve toplumsal nedenler olarak gruplandırılmaktadır. Zaman içersinde insanların en az çaba yasasına uyarak kolaya kaçma istekleri ya da eğilimlerine bağlı olarak dilde oluşan değişmeler mekanik nedenlidir. Psikolojik nedenler çerçevesinde dilde var olan biçimleri örnek alarak yeni ve kurallı biçimler oluşturulmaktadır. Örneğin Fransızcada “j’ain - tu aimes - nous amons“ biçiminde çekilen “aimer” (sevmek) fiili sonradan “j’aime - tu aimes - nous aimons“ biçimini almıştır. Toplumsal nedenlere gelince, dilsel değişmeler üzerinde yadsınamaz bir etkileri vardır. Büyük tarihsel olaylar ve kargaşa dönemleri dilsel gelenekleri gevşeterek bir dilin kaderinde çok önemli rol oynar. Toplumsal dönüşüm ve teknolojik gelişme dilin değişmesinde etkili olmaktadır. Strasburg Antlarında görüldüğü üzere Fransızcanın bu ilk biçiminin gelişmesi izlendiğinde 10. yüzyılda “francien” denilen Frank lehçesinin kullanılışı, “picard” lehçesi, “şampanya” ve “norman” lehçeleri gibi lehçelerin aleyhine olarak yaygınlaşmış ve gelişmiştir. Adı geçen lehçeler ilk büyük yazınsal yapıtları etkilemiştir. 9. 10. ve 11. yüzyıllara ait ilk metinleri izleyen Şövalye Destanları (Chansons de Geste), Chrétien de Troyes‘nın romanları, Renart romanı ve fablio denilen manzum halk hikâyeleri bu yapıtlar arasındadır. 9.-14. yüzyıllar arasına rastlayan Eski Fransızca döneminde Fransa‘nın kuzeyinde konuşulan dil Fransız dilinin altın çağını oluşturur. “Roland‘nın Şarkısı” (Chanson de Roland) nın en önemli örneğini oluşturduğu lirik destan şiirleri dile kazandırılmış ve Fransa’nın yanı sıra İtalya, Almanya ve İspanya’da da orijinal bir şiir dönemi açılmıştır. Orta Çağın bu dönemi tıpkı ileride 18. yüzyılda olduğu gibi ulusal Fransız ruhunun edebiyat alanında en önemli ürünlerini verdiği dönemdir. Yine de Fransa ancak 14. yüzyılda analitik denilebilecek çağdaş dile geçebilmiştir. Şövalye romanları 12. yüzyıla ait olup doğrudan kuzeyden gelme ya da Latince kitaplardan alınma motifleri işleyen yapıtlardı. Yine Charlemagne henüz hayattayken çevresinde onu anlatan küçük övgü şiirleri, öyküler oluşturulmuş, günden 38 Saussure, a.g.e., s. 18. 36 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE güne bunların ağızdan ağza geliştirilmesiyle destanlar doğmuştur. Chanson de Geste adı verilen bu kahramanlık şiirleri tümüyle halka ait, toplumun sesini duyuran yapıtlardı. En önemli örneği “Chanson de Roland”dır. 39 “Cantilène” 40 denilen kısa türkü, şiir ve menkıbelerin birkaç yüzyıl sonra halkın içinde iyice yoğrulup işlendikten sonra destanlaştığı, sözlü ya da yazılı olarak bir kimlik kazandığı görülmektedir. Bu süreçte halkın dilinde olagelen değişmeler sonraki dönemlere aktarılmış olmaktadır. Destanlar 12. yüzyıl romanlarıdır ve her edebiyat ürünü gibi dönemin toplumsal, dinsel, ahlaksal koşullarıyla ilgilidir ve toplumu, toplumsal özellikleri yansıtmaktadır. Orta Çağla ilgilenen bilim adamlarına göre Fransız destanları Roman etkisine uğramış Cermen kaynaklı yapıtlardı. Latinlere ait türküler, Keltlere ait “fabliau”lar, eğlenceli öyküler de vardır. Dolayısıyla Fransa topraklarında yaşamış her toplumun her kültürün edebiyat dolayısıyla dil üzerinde dikkate değer bir etkisi olmuştur. Bu bağlamda dil üzerindeki sosyolojik etkilerden söz etmek doğru olacaktır. 9.-14. yüzyıllar arasına yerleştirilen Eski Fransızca döneminde Latince’den Fransızcaya belirgin bir değişme gözlenmektedir. Sözcüklerin son ekleri ve okunuşları Fransızcaya uyarlanmıştır. Orta Fransızca döneminde île-de-France ve Orléans’da konuşulan bazı “langue d’Oïl” (Eski Kuzey Fransızca lehçesi) lehçeleri öne çıkarak Fransızcanın temelinde yer almıştır. Bu dönüşümde yönetimin merkezileşmesinin belirleyici bir rol oynadığı görülmektedir. Île-de-France diğer taşra bölgelerini kendi bünyesinde topladığında Fransızca resmi kraliyet dili durumuna gelecek, “langue d’Oc” (Eski Güney Fransa lehçesi) lehçeleri de dâhil olmak üzere diğerleri ise taşra ağzı durumuna düşeceklerdir. Orta Fransızcanın 14. ve 16. yüzyıllarda etkili olduğu görülmektedir. 16. yüzyılda Latinceden, komşu dil ve lehçelerden alıntılar göze çarpmaktadır. Latincenin izlerini taşıyan ve dönüşüm sürecindeki Orta Fransızca 17. yüzyılda artık çağdaş Fransızcaya doğru evrilmektedir. Dante, Boccacio, Petrarka gibi İtalyan yazarlar antik yazarlardan esinlenerek ulusal bir edebiyat oluşturmuşlardı. 1549 yılındaki Manifesto41 ile Joachim du Bellay, Ronsard ve arkadaşları Fransız diline aynı parlaklığı vermeyi amaçladılar. Bu amaçla yola çıkan Pleyad (Pléiade) Okulunun ilk öğretisi Fransızcayı dili bozanlara, dejenere edenlere karşı korumaktı. Daha sonra ise dili zenginleştirmek yani İtalyanların kendi dilleri için yaptıkları gibi Antik yazarları (Virgilius, Horasius, Catulle, Ovide) taklit ederek dili zengin bir edebiyatla süslemekti. Bu akım “Défense et İllustration de la Langue Française“ (Fransız Dilinin Korunması ve Zenginleştirilmesi) adıyla bilinmektedir. Pléiade Okulunun amacı dili, ulaştığı evrensellikten dolayı bilim ve sanat dili durumuna gelmiş olan Latincenin etkisinden kurtarmak, bilim ve sanat 39 Bayrav, Süheyla, Chanson de Roland, Edebiyat ve Üslup Tahlili, Üçler Basımevi, İstanbul, 1947, s. 6. Birkaç ırkın kaynaşarak yeni bir ulus oluşturduğu zamanlarda ortaya çıkar. Örneğin Fransa’da Latinlerle Cermenlerin karıştığı 7. yüzyıl Charlemagne’a adanan “cantilène”leri doğurmuştur. 41 Lagarde, André, Michard, Laurent, XVI. Siècle, Textes et Litératür, Editions Bordas, Paris, 1970, s. 91-92. 40 37 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 adamlarını Fransızcaya yönlendirerek yapıtlarını ana dillerinde oluşturmalarını sağlamaktı. Dilin “zenginleştirilmesi” konusunda ise yapılması gereken sözcük sayısını arttırmaktı. Bu amaçla kullanımdan düşmüş eski sözcükleri yeniden almak, Rabelais ve daha önce Montaigne’in kullandıkları taşra lehçelerinden ve yalnızca uzmanlarca kullanılan teknik sözcüklerden yararlanmak, yeni sözcükler türetip kullanmak düşüncesindeydiler. 17. yüzyıl dil üzerine çalışmaların yoğunlaştığı bir dönemdir. “Dili iyi kullanma ideali” döneme damgasını vurmuştur. “Fransız Akademisi”, dönemin ünlü “Salonları”, Malherbe, Vaugelas gibi yazarlar dili taşra şivelerinin etkisinden kurtarmak ve arındırmak amacındaydılar. Bu da doğal olarak sözcük dağarcığında bir yoksullaşmaya yol açmıştır. Merkezileştirici eğilimleriyle büyük ”Fransız Devrimi” (1789) nden sonra ancak Fransızca ulusal dil olma yoluna girebilmiştir.42 Bütün bir grup insanın bir günden ötekine konuşma alışkanlıklarını değiştirmesi beklenemez. Değişiklikler birbiri ardınca ve yavaş yavaş ortaya çıkmakta ve ancak yüzyıllar içersinde tamamen ayrı bir şekil oluşacak biçimde yığılmaktadır.43 Latince her zaman söylendiği gibi bir “ölü” dil değildir. Günümüze değin kuşaktan kuşağa aktarılmış ve konuşulmuştur. İki bin yıldan fazla bir zaman önce Batı ve Orta Avrupa’da oturan insanların büyük bir bölümü Keltçe konuşuyordu. 5. yüzyılda Yunanlı gezgin Herodot Keltlerin İspanya’nın güneyinde yerleşmiş olduklarını söyler. Avrupa’yı işgal etmişler ve bu dönemde bütün Galya Keltleşmişti.44 Ancak birkaç yüzyıl içinde Roma egemenliğinin etkisiyle Latin dilini aldılar ve Keltçe tamamen silindi. Latince de o bölgelerde söz konusu süre içersinde çok büyük değişikliklere uğradı. 45 Bu arada ağızları gelişip bağımsız diller olmuşlardır. Dolayısıyla İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce ve Romence Latincenin Roman dilleri denilen bugünkü çağdaş biçimlerinden başka bir şey değildir.46 Roman dilleri aslında Latince halk dilinin geliştirilmiş lehçeleridir. 47 Böylelikle dil değişmelerinde başlıca nedenlerden birisi olarak dilin yabancı bir halka aktarılması görülmektedir. Bu süreçte insanlar yeni dili benimseyip eski dillerini unutmaktadır. Örneğin 4.-6. yüzyıllarda Kavimler Göçü sırasında Avrupa‘nın birçok ülkesi Germanlar tarafından istila edilmiş ve bu ülkelerden bir kısmında insanlar Latinceyi bırakıp Germanca, buna karşılık başka bazı bölgelerde de tersine Germanlar kendi dillerini bırakıp Roman dilini öğrendiler. 42 Tahir, a.g.e., s. 20. Porzig, a.g.e., s. 85. 44 Miquel, a.g.e., s. 20. 45 Porzig, a.g.e, s. 103. 46 A.e., s. 74. 47 A.e., s. 64 43 38 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE Dil yalnızca geleneği korumakla kalmayıp dilin kendisi de aynı zamanda bir halkın tarihteki bütün değişik durumlar boyunca geleneğidir, insan topluluklarını halk ya da ulus biçiminde kenetleyen en büyük güçlerden birisidir. 48 Tarihteki gelişme aşamalarıyla Latinceden Fransızcaya Fransızların ulusal dilleri de geleneklerini ve tüm birikim ve deneyimlerini bugüne taşımışlar ve ulusal bütünlüklerini korumayı başarabilmişlerdir. SONUÇ Dil insanlığın gelişmesinin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Yüz binlerce yıllık insanlık tarihinin bir sonucudur. Aynı zamanda tarih içersindeki yüz binlerce yıllık insanlık serüveninin günümüze aktarılmasını sağlayan en önemli etkendir. Toplumda olan değişmeler, kültür ve düşünce alanındaki gelişmeler dilin gelişimini açıklamakta, bu çok yönlü gelişim süreci ise tarih öğesi çerçevesinde gerçekleşmektedir. Geçmişi yeniden canlandırmak ve tarihsel birikimi geleceğe aktarmakla ilgili olarak “uzun dönem” bağlamında ortaya Braudel’in kavramlaştırdığı “tarihsel yapı” söz konusu olmaktadır. Fransız Annales Okulunun kurucuları olan Marc Bloch ve Lucien Febvre ise “toplumsal tarih”i “toplumla ilgili tümel bir tarih anlayışı”na dönüştürmüşlerdir. Öte yandan tarihsel yapı içersinde yaşananları toplumsal tarih boyutuna taşımak söz konusu olduğunda ise dilin en önemli işlevlerinden birisi olan saptama işlevi devreye girmektedir. Çünkü ancak dil, düşünüleni ve görüleni yani soyut ve somut olanı saptayabilmekte ve bunun kuşaktan kuşağa aktarılmasına hizmet etmektedir. Böylelikle bir kuşağın başarılarından bir sonrakinin ya da çok sonraları gelen kuşakların yararlanması sağlanmaktadır. Bu aktarım sürecinde deneyimler de işin içine girmekte ve geçmişten geleceğe bir bütünlük ortaya çıkmaktadır. İnsan bilgisi ve deneyimi, dilin sözlü ve yazılı olarak saptama işlevi olmadan kuşaktan kuşağa geçemeyecek ve insan da tarihsel bir varlık olamayacaktı. Her kuşak ancak kendi zamanı içine kapanıp kalan bir varlık olacaktı.49 Olayların saptanmasında dil ve tarih olmazsa olmaz işlevleri bulunan, birbirini bütünleyen, biri diğeri olmadan işlev göremeyen iki önemli toplumsal kurum olarak ortaya çıkmaktadır. Ziya Gökalp dili kültürün temel öğesi sayar. Çünkü dil duygu ve düşüncenin kalıbı gibidir. Bir ulusun bütün duygu ve düşünce hazinesi, tarihsel süreçteki kazanımları, deneyimleri, geçirdiği toplumsal dönüşümler bu kalıba dökülerek coğrafyadan coğrafyaya ve kuşaktan kuşağa aktarılır. 48 49 A.e., s. 102. Üçok, Necip, Genel Dilbilim (Lenguistik), Ankara 1947. 39 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Her ulus dilini ve kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur. Bu sırada akan bir ırmak gibi içinden geçtiği her topraktan, yani başka toplumların kültür ve uygarlıklarından birtakım öğeleri alır, özümser. Bu bakımdan her ulusun dili, o ulusun çağlar boyunca yaşadığı tarihin adeta özeti gibidir. Dil ile tarih ve kültür arasındaki ilişkiyi bilen dili tek başına almaz. Zira dilde her sözcüğün yazılış, ses, biçim ve anlamını belirleyen tarih ve kültürdür.5050 Sonsöz olarak Galyalıların atası Keltlerden, Fransızların atası Galyalılardan, Fransa’ya adını veren Franklardan başlayarak dünya tarihini derinden etkileyen 1789 Fransız Devrimi ve Fransızları tarih sahnesinde var eden diğer toplumsal hareket ve tarihsel olaylarda Fransız dilinin ve toplumsal tarihinin izini sürmek mümkündür. KAYNAKLAR Akarsu, Bedia, Wilhelm Von Humboldt‘da Dil-Kültür Bağlantısı, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1984. Akgür, Zeynep Gökçe, Özer, Emine Nilüfer, “Dil Kullanımına Göre Toplumsal Farklılaşma”, Sosyoloji Yazıları I., Kızılelma Yayınları, 1. Basım, İstanbul, Mart 2007. Bayrav, Süheyla, Chanson de Roland, Edebiyat ve Üslup Tahlili, Üçler Basımevi, İstanbul, 1947. Ergun, Doğan, 100 Soruda Sosyoloji El Kitabı, 5. Baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1990. Hobsbawm, E. J., ”Toplumsal Tarihten Toplumun Tarihine”, Tarih ve Tarihçi Annales Okulu İzinde, Derleyen Ali Boratav, 1. Baskı, Kırmızı Yayınları, İstanbul, Eylül 2007. Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1998. Kıran, Zeynel, Saussure’den Günümüze Dilbilim Akımları, Yabancı Diller Kitap ve Yayın Merkezi, Erol Matbaası, Ankara, Ocak 1986. Lagarde, André, Michard, Laurent, XVI. Siècle Textes et Littérature, Editions Bordas, Paris, 1970. Lagarde, André, Michard, Laurent, XVII. Siècle Textes et Littérature, Editions Bordas, Paris, 1970. Miquel, Pierre, Histoire de la France, Des Gaulois à Napoléon, Tome I., Editions Marabout, Belgique, 1976. Özdem, Ragıp, Dil Türeyişi Teorilerine Toplu Bir Bakış, Alâeddin Kıral Basımevi, Ankara, 1944. 50 Kaplan, Mehmet, Kültür ve Dil, Dergâh Yayınları, İstanbul 1998, s. 139-141. 40 Fransız Dili Toplumsal Tarihi Üzerine / Z.G. AKGÜR BİLGE Porzig, Walter, Dil Denen Mucize, II. Cilt, Çeviren Vural Ülkü, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990. Saussure, Ferdinand de, Cours de Linguistique Générale, Editions Payot, Paris, 1972. Tahir, Kemal, Dil Dosyası, Bağlam Yayınları, 1. Baskı, 1989. Üçok, Necip, Genel Dilbilim (Lenguistik), Ankara, 1947. Vardar, Berke, Tarihsel Dilbilim Ders Notları, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fak., Fransız ve Roman Dil ve Edebiyatları Bölümü, İstanbul, 1981. 41 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 42 İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE İPEK TÜRK AĞZINDA SES OLAYLARI Phonetic Changes in Peja Turkish Dialect Ergin JABLE Özet: Bu çalışmamızı daha önce İpek’te yapmış olduğumuz derleme metinlerimizden örnekler tespit ederek oluşturmaya çalıştık. Bu çalışmamızın amacı halen çok canlı bir şekilde kullanılan İpek Türk Ağzı’nın ses özellikleri içerisinde önemli bir yer teşkil eden ses olaylarını özel olarak ele almak ve bu ses olaylarını oluş biçimlerine göre gözler önüne sermektir. Rumeli Ağızları içerisinde özel bir yeri olan İpek Türk Ağzı’nın ses olayları bakımından da özellik arz ettiğini, ortaya çıkan ses olaylarının Türk dilinin genel karakteri ve tarihi seyri çerçevesinde diğer lehçe, şive ve Anadolu Ağızları’nda meydana gelen ses olayları ile benzerlik ve farklılıklar ortaya koyduğunu görüyoruz. Bu çalışmanın kapsamını aşan bu yön bilahare başka çalışmalarda ele alınabilir; ancak biz burada sadece İpek Türk Ağzı’nın ses olaylarını gözler önüne sermeye çalıştık. Katkı sağlayacak değerlendirme ve tasniflere bundan sonraki çalışmalara yönelik temennimizdir. Bu çalışma, sahada ses kayıt cihazıyla yapılan metin derlemesi, kayıtların çevriyazı alfabesiyle metne aktarılması ve metinde tespit edilen dil malzemesinin Ses Bilgisi bakımından incelemeye tabi tutulması yöntemine dayanmaktadır. Anahtar kelimeler: İpek Türk Ağzı, Ses Olayları, Dişlileşme, Damaklılaşma, Dudaklılaşma Abstract: We have tried to form this study by determining samples from our compilation texts that we did in İpek before. The aim of the study is to discuss the phonetic changes which takes an important place in phonetic properties of Peja Turkish Dialect that is still used lively today in special. We see that Peja Turkish Dialect has a unique place in Rumelian Dialect and also its phonetic changes are notable. Also, the phonetic changes in Peja Turkish dialect show similarities and differences with other dialects in Anatolia. This subject which goes beyond the scope of this study can be discussed in other studies; but we have tried to bring phonetic changes of Peja Turkish Dialect into light. We hope that this study wills contribute to future studies and classifications. This study is based on the method of text compilation done by sound recording device, converting records into text and analysis of vocabularies determined in the text in terms of Phonetics. Key words: Peja Turkish Dialect, Phonetic Changes, Dentalization, Palatalization, Labialization 43 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 GİRİŞ İpek (Arnavutça: Peja veya Pejë; Boşnakça: Peć; Sırpça: Peć/Пећ; Kosova'nın kuzeybatısında bir şehir ve belediye merkezi. Kosova’nın büyük yerleşim birimlerinden birisidir. Birleşmiş Milletler Kosova Geçici Misyonu’nun İpek Bölgesi’nde (District of Pec) bulunur. İpek, 1219 yılında Sırp Ortodoks Kilisesi’nin patrikhanesinin kurulduğu yer olması bakımından Sırp tarihinde özel bir önem taşır. 6. ve 7. yüzyıllarda başlayan Sırp göçleri ile Slavlaştırılmaya başlanan bölge, 1200’lü yıllarda Ortodoksluk bakımından hatırı sayılır bir konuma ulaşmıştır. Sırplar, bölgenin o zamanki hâkimleri olan Bizans’la mücadeleleri neticesinde kurmaya muvaffak oldukları devletlerinin temelinde patrikhanelerin önemli yeri olmuştur. Şekil 1: İpek şehrini gösteren bir harita Osmanlı Devleti’nin 1389 senesindeki 1. Kosova Savaşı sonrasında iyice genişleyen ve kökleşen hâkimiyetiyle beraber İpek ve havalisinin Türkleşme ve Müslümanlaşması da başladı denebilir. Bölgede, Osmanlı idaresi öncesinde de (genelde Müslüman olmayan) Türk öbeklerinin bulunduğunu, çeşitli Macar ve Doğu 44 İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE Roma kaynaklı göstermektedir. Dolayısıyla, 1. Kosova Savaşı ile beraber sözü edilen Türkleşme, Oğuz Türkleri ağırlıklı Müslüman Türk yapılanmasının yoğunlaşmasıdır. Türk şair Mehmet Âkif Ersoy'un babası İpekli Tahir Efendi, burada doğup büyümüş, daha sonra İstanbul'a gelmiş ve Fatih Medresesi'nde uzun yıllar müderrislik yapmıştır. Tahir Efendi'nin doğup büyüdüğü yıllarda Osmanlı Devleti sınırları içinde yer alan İpek, Balkan Savaşı'ndan sonra, 22 Mart 1913 Londra Sefirler Toplantısı sonucu Sırbistan sınırları dâhilinde kaldı. Kosova’nın kuzeybatısında yer alır. Sırbistan’ın Müslüman nüfusunun en yoğun olduğu bölgelerden Sancak bölgesi (Sırbistan) ile batısıyla Karadağ ile de komşudur. 2010 yılında Türkiye’nin Denizli/Kale Belediyesiyle kardeş şehir oldular. 2011 yılında Kosova genelinde yapılan nüfus sayımında İpek’in nüfusu 95.723 çıkmıştır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/İpek,_Kosova) İşaretlerimiz A B Ç I K Ú T U V # / // Ø () > >> + A À Ses Değerleri a, e b, p ç, c ı, i k,g ú,à t,d u,ü Ünlü (vokal) Kelimenin solunda ise kelime başını, sağında ise kelime sonunu gösterir. Kök ünlüsünden sonra gelen sesi gösterir. Bir kelime içindeki sesleri gösterir. Şeklen değil ama fonksiyonca var olan kelime ve ekleri gösterir. Parantez içindeki sesin ihtiyarî olduğunu gösterir. Ok istikametinde tek aşamalı değişmeyi gösterir. Ok istikametinde iki veya daha fazla aşamalı değişmeyi gösterir. İsme eklenmeyi gösterir. Fiile eklenmeyi gösterir. Normal a Normalden uzun a 45 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 İşaretlerimiz C Ç D E ē F G À H I Ī İ Ì J K Ú L Ĺ Ø M N O Ï Ö P R S S T U Ÿ Ü Ǖ V Y Z 46 Ses Değerleri Normal c Normal ç Normal d Normal e Normalden uzun e Normal f Normal g Tonlu, orta damak g ünsüzü Normal h Normal ı Normalden uzun ı Normal i Normalden uzun i Normal j Normal k Tonsuz, orta damak, patlamalı k ünsüzü Normal l Arka damak l’si Ön damak l’si Normal m Normal n Normal o Normalden uzun o Normal ö Normal p Normal r Normal s z – s arası ünsüz Normal t Normal u Normalden uzun u Normal ü Normalden uzun ü Normal v Normal y Normal z İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE SES BİLGİSİ 1. Ses Uyumları: 1.1. Ünlü – Ünlü Uyumsuzluğu: Türkçe’de ünlüler, kelimedeki dizilişleri itibariyle önem derecelerine göre sıralarsak kalınlık-incelik, düzlük-yuvarlaklık, darlık-genişlik bakımlarından bir uyum arz ederler. İpek Türk ağzında aykırı bir durum olarak ünlülerin kelimedeki dizilişleri bakımından uyumsuzluk had safhadadır. Uyumsuzluk, daha çok ünlülerin artlığı ve önlüğü bakımından kendini gösterir. Ünlü-ünlü uyumsuzluğunu kelime kök veya gövdesinde görebiliriz: alti < altı (CL), ayni < aynı (RÇ), dogri << doğru (CL), ema < ama (YS), üldi << öldü (CL), üle << öyle (CL) İpek Türk ağzında, kalın sıradan ünlü dizisine sahip kelimelere ince ünlülü eklerin getirilmesi veya ince sıradan ünlü dizisine sahip kelimelere kalın ünlülü eklerin getirilmesi uyumsuzluk bakımından pek sık rastlanan bir durumdur: angıliymisık << anılıymışız (YS), celırlar << gelirler (YS), getorordok << getirirdik (RÇ) 1.2. Ses Olayları: 1.2.1. Dişlileşme: Nitelik bakımından, ses organının başka bir noktasında teşekkül eden bir sesin teşekkül noktasının dişe kaymasıdır. Dişlileşmenin kelimelerde görüldüğü örnekler: #c < #K cene < gene (yine) (CL), cece << gece (CL), celdi << geldi (RÇ), cibi < gibi (CL), citti << gitti (RÇ), cüksi << göğsü (YS), cüvercinlē << güvercinler (YS), cüz << göz (RÇ) #ç < #k çeret << kere (CL), çi < ki (CL), çim < kim (CL), çimse < kimse (RÇ), çorkadi << körkadı (RÇ), çüpek << köpek (YS) /c/ < /g/ tezcÀ << tezgah (YS) 47 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 /ç/ < /k/ düçanda << dükkanda (RÇ), esçi < eski (YS), içi < iki (YS), şüçür << şükür (CL) Dişlileşmenin eklerde görülen örnekleri: celïçe << gelirken (CL), düşekteyçe << döşekteyken (CL) 1.2.2. Damaklılaşma: Nitelik bakımından, ses organının başka bir noktasında teşekkül eden bir sesin teşekkül noktasının damağa kaymasıdır. y# < h# vallay << vallah (YS) y# < r# vay < var (CL) /y/ < /h/ Alıntı kelimelerde görülen bu olay, yabancı kelimenin dile katılması sırasında, iki ünlü arasındaki h’lerin, ünlülere en yakın ses olan y’ye dönüştürülmesi şeklinde işleme tabi tutulduğunu gösterir: vallayi < vallahi (RÇ) y/ < n/ koyşi << konşı (CL) y/ < ğ/ aldıyımda < aldığımda (YS) y/ < r/ bunlayi << bunları (RÇ), yüzükleyi < yüzükleri (YS) g/ < v/ dügey << dövüyor (YS) 1.2.3. Dudaklılaşma: Nitelik bakımından, ses organının başka bir noktasında teşekkül eden bir sesin teşekkül noktasının dudağa kaymasıdır. 48 İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE f/ < h/ taftali << tahtalı (RÇ) m/ < n/ kurşumli << kurşunlu (RÇ) 1.2.4. Patlayıcılaşma: Nitelik bakımından sızıcı olan bir sesin patlayıcı hale gelmesidir. İpek Türk ağzında, patlayıcılaşma örneklerine seyrek olarak rastlanır. #p < #f payton << faeton (YS) g/ < ğ/ ogli << oğlu (RÇ), ügrenci << öğrenci (RÇ) g# < y# beg < bey (RÇ) 1.2.5. Sızıcılaşma: Nitelik bakımından patlayıcı olan bir sesin sızıcı hale gelmesidir. j# < ç# kaj < kaç (YS) 1.2.6. Ötümsüzleşme: Nitelik bakımından ötümlü olan bir sesin ötümsüz hale gelmesidir. İpek Türk ağzında seyrek görülen bir olaydır. Ötümsüzleşmenin kelimelerde görüldüğü örnekler: p/ < b/ papuç < pabuç (YS) #t < #d tefterli < defterli (RÇ) t# < d# ebet << ebedi (CL), mevlüt << mevlid (YS) 49 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 t/ < d/ pite < pide (CL) k/ < ğ/ cüksi << göğsü (YS) f# < v# pilaf < pilav (RÇ) t# < z# çet << kez (CL) 1.2.7. Ötümlüleşme: Nitelik bakımından ötümsüz olan bir sesin ötümlü hale gelmesidir. #d < #t dane < tane (YS) g# < k# yog < yok (RÇ) z# < s# herçez << herkes (YS) 1.2.8. Erime: Bir kelimede ünlüden sonra gelen ünsüzün veya ünlünün -ilk ünlünün açıklığının etkisiyle- niteliğinin silinerek ilk ünlü içinde kaybolmasıdır. /À/ < /aa/ zanÀt < zanaat (RÇ) Ø < r# bi < bir (CL), bire < birer (RÇ), kadā < kadar (RÇ), ne kā << ne kadar (RÇ), obi << öbür (YS), obiley << öbürleri (YS), vÀ < var (CL), y lÿle << yoruluyorlar (CL) Ø < n# düşekteyçe << döşekteyken (CL), celïçe << gelirken (CL), türkiyadasi << türkiyedesin (YS) 50 İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE Ø < n/ olÀ << onlar (RÇ), sïra << sonra (YS) Ø < r/ celilē << geliyorlar (CL), kÀ << kadar (RÇ), kadÀ < kadar (RÇ), olÀ << onlar (RÇ), peşembelēde << perşembelerde (CL), satÀdım < satardım (RÇ), yakÀ < yakar (RÇ), y lule << yoruluyorlar (CL) Ø < z# çe << kez (RÇ) Ø < y/ cidilar << gidiyorlar (YS), mive << meyve (RÇ), sülemani << süleymanı (YS), süli << söylüyor (CL) Ø > h/ mÀlede << mahallede (CL), māmed << muhammet (RÇ), rāttırlē << rahattırlar (CL), rÀmetli < rahmetli (RÇ), taftali << tahtalı (RÇ) Ø < h# tezcÀ << tezgah (YS), vallÀ << vallah (RÇ) Ø </k/ türçe < türkçe (RÇ) Ø < l/ anadın < anladın (RÇ) Ø < r/ peşembelēde < perşembelerde (CL) Ø < t# abdesanaya << abdesthaneye (CL) Ø < /t/ arn çe << arnavutça (RÇ) Ø < v/ tübe << tövbe (CL) Ø < y# çǖ << köy (YS), şi << şey (RÇ) 51 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Ekleşmeyle birlikte meydana gelen erime: alma << almaya (YS) 1.2.9. Yutulma: Bir kelimedeki bir ünsüzün, kendinden sonra gelen ünlünün açıklığında erimeye fırsat bulamadan kaybolmasıdır. Ø < #h açi << kaça an (CL), ade << hadi (CL), astalanmişım << hastalanmışım (CL), ayredesın << hayır edesin (CL), eppısıni << hepsini (CL), episile << hepsiyle (RÇ) KVK > KK anadoldan < anadoludan (RÇ), ayredesın << hayır edesin (CL), satlandi << satın aldı (RÇ), İki kelimenin kaynaşmasıyla, kelimelerden birinde yutulma gerçekleşebilir: üçüz < üç yüz (RÇ), derdane << dört tane (YS) 1.2.10. Büzülme: Kelime ortasındaki bir veya daha fazla seste gerçekleşen erime veya yutulmalarla meydana gelen ses kayıplarıdır. celilē << geliyorlar (CL), dim << diyorum (CL), sÀni << sahanı (YS), üzleym << özlüyorum (YS), veridım << veriyordum (24 – 276), yigırmi << yirmi (YS) 1.2.11. Derilme: Kelime sonundaki bir veya daha fazla seste gerçekleşen erime veya yutulmalarla meydana gelen ses kayıplarıdır. Metnimizde bir örneği vardır: cide << gidiyor (CL), cidi << gidiyor (YS), dÀ << daha (CL), oØu << oluyor (YS), oturu << oturuyor (CL), süli << söylüyor (CL) 1.2.12. Düşme: Kelime sonundaki bir sesin, kendinden önceki sesin açıklığında erimeye fırsat bulmadan kaybolmasıdır. 52 İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE Ø < I# kaynanay << kaynanayı (CL), lutkay < lutkayı (YS), müferay << müferra’yı (YS) 1.2.13. İncelme: Nitelik bakımından, ses organının arka tarafında teşekkül eden bir ünlünün teşekkül noktasının öne kaymasıdır. İpek Türk ağzında, art sıradan ünlü dizisine sahip birtakım kelimelerdeki ünlülerin, bazen birinin incelerek ünlü uyumunu bozduğu görülürken bazen de hepsinin incelerek incelik bakımından uyuma girdiği görülebilir: attilē << attılar (RÇ), avli < avlu (CL), çarşi < çarşı (RÇ), dolmiştır << dolmuştur (YS), kadi < kadı (RÇ), karisi << karısı (CL), koyşi << konşı (CL), mektübi << mektubu (RÇ), mürteza << murtaza (RÇ), pazi < pazı (CL), yaptile << yaptılar (CL), yokari << yukarı (CL) 1.2.14. Kalınlaşma: Nitelik bakımından, ses organının ön tarafında teşekkül eden bir sesin teşekkül noktasının dudağa kaymasıdır: asçır << asker (CL), bizım < bizim (RÇ), cezdırilar << gezdiriyorlar (YS), dayom < dayım (CL), eppisıni << hepsini (CL), etmisok << etmişiz (YS), isĺa << ıslah (CL), ismım < ismim (RÇ), mızar < mezar (RÇ) Daha çok alıntı kelimelerde dikkat çeken ve kelimede art ünlülerin tercih edilmesi şeklinde gözlemleyebildiğimiz bir kalınlaşma vardır: celïçe << gelirken (CL), derlar < derler (YS), içıne < içine (CL), kardaşım < kardeşim (RÇ), mÀlesi << mahallesi (RÇ) 1.2.15. Genişleme: Kelimede, dilin alçak konumunda seslendirilen bir sesin, dilin yüksek konumunda seslendirilir hale gelmesidir: e<i erak < ırak (RÇ), ey << iyi (RÇ), dey << diyor (YS), serpçe << sırpça (RÇ) o<u dogormiş << doğurmuş (YS), oglo << oğlu (RÇ) 53 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 1.2.16. Daralma: Kelimede, dilin yüksek konumunda seslendirilen bir sesin, dilin alçak konumunda seslendirilir hale gelmesidir: i<e hırbiş << her bir şey (RÇ), milÀt << melahat (CL), mızar < mezar (RÇ), mìve << meyve (RÇ), niciydi < neciydi (RÇ) U<O büle << böyle (CL), çucuklari << çocukları (RÇ), sülema << söylemek (RÇ), tǖbe << tövbe (CL), ügretmen << öğretmen (RÇ), ügrenci << öğrenci (RÇ), üle << öyle (CL), ülmiştırler << ölmüştürler (RÇ), üzleym << özlüyorum (YS) i<ü avlida < avluda (CL), üşim << üşüyorum (YS) Bu ses olayı, ek almış kelimelerde ünlü uyumunu bozucu bir durum sergilemektedir: süli << söylüyor (CL), süleymiş << söylüyormuş (YS), turkyım << türküm (RÇ) 1.2.17. Düzleşme: Nitelik bakımından yuvarlak olan bir ünlünün düz hale gelmesidir. a<u mÀhÀrem << muharrem (RÇ), mÀrem << muharrem (RÇ) i<u büyüdi << büyüdü (RÇ), kodilē << kodular (CL), konuşurdi < konuşurdu (RÇ), kovdi << kovdu (RÇ), okodi << okudu (RÇ), oldi < oldu (YS), oldilar << oldular (YS), sordi < sordu (RÇ), üldi << öldü (YS), yaramaydi << yaramıyordu (YS) 1.2.18. Yuvarlaklaşma: Nitelik bakımından düz olan bir ünlünün yuvarlak hale gelmesidir. Düzleşmeye nazaran yuvarlaklaşma daha yaygındır: U<I celÿlÀ << geliyorlar (CL), çülüm << kilim (YS), üpekli < ipekli (RÇ) 54 İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE o<a açon << kaça an (RÇ), çorşiya << çarşıya (RÇ), delırmï << delirmeye (YS), kapanok << kapalı (RÇ), k << kalkmaya (YS), ïlma << elma (RÇ), onlï << onlar (YS) o<I akşamlogi << akşamlığı (CL), alï < ali (YS), alïdok << alırdık (RÇ), begenosi << beğeniyorsun (YS), celï << gelir (CL), celïdık << gelirdik (CL), celïçe << gelirken (CL), celmisok << gelmişiz (YS), cetororlē << getirirler (YS), çiktok << çıktık (RÇ), dayom < dayım1 (CL), etmisok << etmişiz (YS), getorordok << getirirdik (RÇ), gittok < gittik (RÇ), gitmiştï << gitmiştir (RÇ), kalabalok < kalabalık (YS), kocalok < kocalık (YS), korkadok << korkardık (YS), imisok << imişiz (YS), maskaralok < maskaralık (YS), kalosi << kalıyorsun (YS), nasï << nasıl (CL), nasol < nasıl (YS), satadok << satardık (RÇ), yapadok << yapardık (YS), yerdok < yerdik (YS) o<e düvermï << söylemek (RÇ), metro < metre (RÇ), ïlma < elma (RÇ), vermï << vermeye (RÇ) ü<e muzar < mezar (RÇ) 1.2.19. İkizleşme: Kelime içindeki bir sese (ünsüz), nitelik itibariyle tıpatıp benzeyen bir sesin türemesi olayıdır: pp/ < p/ eppımız << hepimiz (YS), eppısi << hepsi (YS), eppisıni << hepsini (CL), eppısıni << hepsini (YS) İpek Türk ağzında, vurguyla birlikte meydana gelen ikizleşmeler de vardır: doĺĺi << dolu (RÇ) 1.2.20. Tekleşme: Kelime içinde mevcut olan ünsüz çiftlerinden birinin kaybolmasıdır: Ekleşmeyle birlikte ortaya çıkan ikizleşme örnekleri de vardır: 1 “Kosova Türk Ağızlarında Sırp ve Arnavut Dilinin Etkisi, 1999” Prof.Dr.Nimetullah Hafız’ın yayınladığı makalesinde belirttiği “o vokatif eki” değildir. Burada yuvarlaklaşma vardır. 55 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 yoladi << yolla-dı (CL) Tekleşme olayına genellikle alıntı kelimelerde rastlanır. Kosova Türk ağızları bu şekilde, ikiz ünsüz bulunduran yabancı kelimeleri Türkçeleştirme yolunu benimsemiştir: /k/ < /kk/ bakalci << bakkalcı (RÇ), düçan << dükkan (RÇ), takiyayle << takkeyle (YS) /l/ < /ll/ māledeymişto << mahalledeymiştir (CL), yoladi << yolladı (CL) /m/ < /mm/ māmed << muhammet (RÇ) /v/ < /vv/ evel < evvel (CL) /z/ < /zz/ lezetli < lezzetli (YS) 1.2.21. Toplaşma: Bir kelimede iki ünlü yan yana gelince Türkçe bu ünlülerin arasında “y” yardımcı ünsüzünü türetir. İkinci ünlü vurgusuz orta hecenin dar ünlüsü olur; bu dar ünlüler kendilerini koruyamadıkları için düşerler. Böylece kelimenin hece sayısında azalma gerçekleşir. İpek Türk ağzında toplaşma olayı, sola toplaşma şeklinde ve alıntı kelimelerde görülmektedir: payton << faeton (CL) 1.2.22. Birleşme: İkisi daima yan yana kullanılan iki kelimenin, geçirdikleri ses değişikliklerinden sonra, hem anlam hem de söyleyiş bakımından birleşip oluşan yeni kelimenin her iki kelimeden bağımsız yeni bir kavramı karşılar hale gelmesidir: badiyava << bedava (bad-ı heva) (YS) 1.2.23. Karışma: Biri ünlüyle biten öbürü de ünlüyle başlayan iki kelimenin birlikte söylenmesi 56 İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE esnasında gerçekleşen, ulanma ve erime olayları sonucunda meydana gelen; birinci kelimenin son, ikinci kelimenin ilk ünlüsünün birbirine karışması olayıdır: ştoyle << işte öyle (RÇ), toni << işte onu (YS) 1.2.24. Kaynaşma: Konuşma sırasında, yan yana gelen iki kelimeden birinin son, diğerinin ilk seslerinin anlamca birleşme görülmeden bazı ses olaylarının da etkisiyle kaynaşması sonucunda, bu iki kelimenin, bir kelime gibi söylenmesidir: büle << böyle (CL), tosoydor << o şöyledir (YS) 1.2.25. Türeme: Kelimede daha önce bulunmayan bir sesin türemesi olayıdır: a/ < Ø yalanız < yalnız (CL) #e < Ø erende < rende (RÇ) e# < Ø içıne << için (CL) I/ < Ø amicam < amcam (RÇ), eppısi << hepsi (YS), hepisi < hepsi (CL) k# < Ø kapanok << kapalı (RÇ) r/ < Ø arkardaş < arkadaş (RÇ) s/ < Ø ismisi << ismi (RÇ) t# < Ø çeret << kere (CL) 57 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 y/ < Ø benyım << benim (RÇ), türkyım << türküm (RÇ) Eklerde yığılma şeklinde görülen türemeler: kaynatırma < kaynatma (RÇ), yumuşansın < yumuşasın(RÇ) Ekleşmeyle birlikte meydana gelen türeme olayı, ikizleşmeye sebep olabilir: eppısınlen << hepsiyle (RÇ) 1.2.26. Göçüşme: Kelimede yan yana bulunan iki sesin niteliklerinden hiçbir şey kaybetmeden yer değiştirmesidir: kırımzi << kırmızı (RÇ), olgum < oğlum (RÇ) 1.2.27. Benzetme: Bir sesin, nitelikleri itibariyle, bir başka sesi kendisine benzetmesidir: Ünsüz benzetmesi: /nd/ < /md/ şindi < şimdi (RÇ) (gerilek-yandaş-yarı benzetme) Ünlü benzetmesi: /o-o/ < /o-u/ boyon < boyun (RÇ) (ilerlek-uzak-tam benzetme) Ünsüz Ayrışması: Bir ünsüzün, nitelik itibariyle kendisine benzeyen iki ünsüze ayrılmasıdır: ng/ < n/ ang- < an- (YS), angıliymisık << anılıymışız (YS) 1.2.28. Muhafaza: İpek Türk ağzındaki kimi kelimeler, eski şekillerini muhafaza etmektedir: angıliymisık << anılıymışız (YS), yiàırmi / yigirmi : yirmi (YS) 58 İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE 1.2.29. Palatallaşma: Yumuşak damak aĺa < hala (YS), isĺa << ıslah (YS), konoşuĺi << konuşuluyor (RÇ), oĺi << oluyor (RÇ) Ön damak isØÀ << ıslah (CL), oØu << olur (RÇ), patØasın < patlasın (YS) SONUÇ Yapmış olduğumuz incelemeler sonucunda İpek Türk ağzında ünlü – ünlü uyumsuzluğu sık görülmektedir. Bununla birlikte dişlileşme, damaklılaşma, ötümsüzleşme, erime, yutulma, daralma, yuvarlaklaşma ve türeme çok sık görülmektedir. Oysa dudaklılaşma, patlayıcılaşma, ötümlüleşme büzülme, derilme, düşme, incelme, kalınlaşma, genişleme, toplaşma, birleşme, karışma, kaynaşma göçüşme, benzetme ve palatallaşma daha nadir görülmektedir. Ancak muhafaza etmekte de İpek Türk ağzı eski kelimeleri korumuştur. İpek Türk ağzı bölgesel olarak farklı dillerin etkisinden kurtulamadığı için belki de bu değişiklikleri yaşamaktadır. Dil etkileşimi açısından İpek Türk Ağzı ayrıca disiplinler arası araştırma ve incelemelere de muhtaçtır. KAYNAK KİŞİLER: Kısaltması Adı ve soyadı Yaşı CL Cevahir Lipa 83 RÇ Reşat Çorkadi 56 YS Yakup Studenitsa 72 59 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 KAYNAKÇA AKALIN, Mehmet, “ Tarihi Türk Şiveleri” Ank.1988 AKSOY, Ömer Asım, “ Gaziantep Ağzı” İst. 1945 ATALAY, Besim, “Divanü Lugati’t – Türk Dizini IV” Ankara. 1986 BANGUOĞLU, Tahsin, “Türkçe’nin Grameri” Ank. 1986 CAFEROĞLU, Ahmet “Anadolu ve Rumeli Ağızlarının Bugünkü Durumu” VII. TD Kurultayında okunan bilimsel bildiriler-1957 Ankara TDK, 1960 CAFEROĞLU, Ahmet”Anadolu ve Rumeli Ağızları Ünlü Değişmeleri”, TDAY-B Ankara, TDK, 1964 CAFEROĞLU, Ahmet “ Doğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar” İst. 1940 “Anadolu Ağızlarından Toplamalar” İst. 1943 “Sivas ve Tokat İlleri Ağızlarından Derlemeler” İst. 1944 “Güneydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar” İst.1945 “Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar” İst. 1946 “Orta Anadolu Ağızlarından Derlemeler” İst. 1943 “Anadolu İlleri Ağızlarından Derlemeler” İst. 1951 “Anadolu ve Rumeli Ağızlarında Ünlü Değişmeleri” TDAY, 1964 ÇABEJ, Eqrem, “Studime Gjuhesore III, Rilindja Prishtine, 1987” DALLI, Hüseyin, “Kuzey – Doğu Bulgaristan Türk Ağızları Üzerine Araştırmalar”, Ank. 1978, TDK yayınları. DALLI, Hüseyin “ Kuzeydoğu Bulgaristan Türk Ağızları Üzerine Araştırmalar”Ank. 1991 DEDOVİÇ, Suzana, “Mitrovaçki Turski Govor”, Belgrad Üniversisi, 1992, Belgrad DEDOVİÇ, Suzana, “Morfoloşke Karakteristike Mitrovaçkog Turskog Govora”, Çasopis za Duruştvene Nauke, Priştina, 1994 “Fonetske Karakteristike Mitrovaçkog Turskog Govora”, Zbornik Filoloşkog Fakulteta u Priştini, Kniga II, Priştina 1993 “Kosova Mitroviçası Türk Halk Edebiyatından Derlemeler” ÇEVREN, Özel sayı BalTam, Prizren 2001 60 İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE “Mitroviça Türk Ağzının Başlıca Özellikleri” Bay dergisi, Prizren 2004 ERCİLASUN, Ahmet Bican, Kars İli Ağızları, Ank. 1963 ERGİN, Muharrem, Türk Dil Bilgisi, İst. 1981 GABAİN, A. Von, “ Eski Türkçe’nin Grameri” (çev. Prof. Dr. M. Akalın), Ank. 1978 GEMALMAZ, Efrasiyab, “ Erzurum İli Ağızları” Erzurum 1978 HAZAİ, Georges, “Beitrage zur Kenntnis der Turkischen Mundarten Mazedoniens, Rocznik Orientalityczny, XXII-2, 1960 HAZAİ, Georges,“Rumeli Ağızlarının Tarihi Üzerine”, TDAY-B, Ankara TDK, 1960 HAZAİ, Georges “Rumeli Ağızları Tarihinin İki Kaynağı Üzerine”, TDAY-B, 1963, Ankara, TDK 1963 GÜLENSOY, Tuncer, “Rumeli Ağızlarının Ses Bilgisi Üzerine Bir Deneme”, TDKY/B, 1984, Ankara, 1987 GÜLENSOY, Tuncer, Kütahya ve Yöresi Ağızları, Ank. 1988 GÜLENSOY, Tuncer, “Anadolu ve Rumeli Ağızları Bibliyografyası” Kültür Bakanlığı MFADY:33, Biyografiler/Bibliyografyalar Dizisi: 7, Ankara1981 GYULA, Nemeth, Zur Einleintung der Türkischen Mundarten Bulgariens, Sofia, 1956 HACIEMİNOĞLU, Necmettin “ Türk Dilinde Fiiller” İst. 1984 HASAN, Hamdi, Makedonya ve Kosova Türklerince Kullanılan Atasözleri ve Deyimler, TDKY:685, Ankara: TDKY 1997 HASAN, Hamdi, “Kocacık (Makedonya) Ağzının Ses Özellikleri”, SESLER,Haziran 1995, Üsküp HASAN, Hamdi, “Kalkandelen Türk Ağzı” SESLER,yıl XIX, S.173(Şubat-1983) Üsküp HASAN, Hamdi, “Tetovkiot Turski Govor, Tetovo i Tetovsko Niz İstorijata” Tetovo 1982 http://tr.wikipedia.org/wiki/İpek,_Kosova İBRAHİM, Nazım “ Cümle Bilgisi”, SESLER, Eylül-Ekim 1997, Üsküp İBRAHİM, Nazım, “Vrapçiş’te ve Çevresi Türk Ağzı(Makedonya)”, Yüksek Lisans Tezi, Ankara: AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü- Türk Dili ve Edebiyatı, Ana Bilim Dalı,1997 İNALCIK, Halil, “Osmanlı Imperatorluğu (Klasik devir 1300-1600)”, Belgrad, 1974 JANOS, Eckman, “Kumanova Türk Ağzı”, TDKY, S-191, Nemeth Armağanı, Ankara 1962 61 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 JANOS, Eckman, “Dinler (Makedonya) Türk Ağzı”, TDAY-B, Ankara, TDK, 1960 KALAY, Emin, “ Edirne İli Ağızları” Ank. 1998 KALEŞİ, Hasan, “Prizren kao kulturni centar za vreme Turskog perioda” Gjurmime Albanologjike, sayı, 1, Priştine 1962 KAKUK, Suzanne “Le dialect Turc d’Ohriden Macédonie, Acta Orientalia Academia e Scientarum Hungaricae, Tomus XXVI/2-3, 1972 KARAHAN, Leyla “Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması” Ank. 1996 KATONA, K. Louis, “Le dialecte turc de la Macédonie de l’Ouest”, TDAY-D, Ankara, TDK, 1969 KAYA, Güven, “Yugoslavya Türk Halkı Yazınına Gerçekçi Bir Bakış”, Tan Yayınevi, Priştine 1986 KORKMAZ, Zeynep, “Güney – Batı Anadolu Ağızları” Ank. 19 “Batı Anadolu Ağızlarında Asli Vokal Uzunlukları Hakkında” TDAY 1953 KORKMAZ, Zeynep, Nevşehir ve Yöresi Ağızları, Ank. 1977 KOWALSKİ, Tadeusz, Osmanisch-Turkische Volkslieder aus Mazedonien: WZKM, XXXIII (1926) KOWALSKİ, Tadeusz, “Zagadki ludowe tureckie (Enigmes popularies turques): Prace Komisiji Oriental istyezny Polskiej Akademi Umeiejetnosci” No. 1. Krakow, 1919 Ülküsal, Müstecip, Dobruca ve Türkler, Ankara 1987 KRASNİÇ, Ayten “İpek Türk Ağzında Söylenen Maniler ve Bazı Ağız Özellikleri”, ÇEVREN 51, Priştine, 1986 MANSUROĞLU, Mecdut, “Edirne Ağzında Yapı, Anlam, Deyim ve Söz Dizimi Özellikleri”, TDA Yıllığı, Ank. 1960 MORİNA, İrfan, “Mamuşa Türk Halkı Ağzı Üzerinde Dil Araştırması” (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul, 1985 “Mamuşa Ağzının Fonetik Özellikleri”, ÇEVREN, XII/49, Priştine 1985 “Mamuşa Ağzının Morfolojik Özellikleri”, ÇEVREN, XII/50, Priştine, 1985 OLCAY, Selahattin, “ Erzurum Ağzı ” Ank. 1966 “Doğu Trakya Yerli Ağzı” Ank. 1966 OLCAY, Selahattin “ Doğu Trakya Yerli Ağzı” Ank. 1995 OLİVERA, Yaşar-Nasteva, “Turskiot govor vo Gostivarskiot kraj”, Gostivarskiot kraj-II, Gostivar: Opştinsko sobranie, 1970 62 İpek Türk Ağzında Ses Olayları / Z.G. AKGÜR BİLGE OLİVERA Yaşar-Nasteva, “Za nekoi fonoloşki izmeni vo govorot na turskiotnaselenie vo Gostivarsko”, Godişen Zbornik, Knjiga 21, Skopje, Filoloşki Fakultet Skopje, 1969 OKTAY, Ahmed,”Resne ve Çevresi Türk Ağızların Fonetik ve Sözlük Özellikleri”,Yüksek Lisans Tezi, Üsküp, Kiril ve Metodik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 2001 SEVİN, Alil, “Radoviş ve Çevresi Türk Ağzı”, Yüksek Lisans Tezi, Üsküp, Kiril ve Metodik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyat Bölümü, 2000 SÜMER, Faruk, “Oğuzlar”, Ankara 1980 ŞANLI, Cevdet “ Kırklareli İli Merkez İlçe Köyleri Ağızları” Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Edirne 1990 YENİBAL, Selahattin, “Kırklareli Ağzı ve Hususiyetleri”, İ. Ü. Edb. Fak. Mezuniyet Tezi, No: 8/1718 – 1974 YUSUF, Süreyya, “Dil Çalışmaları”,Tan Yayınevi, Priştine, 1984 YUSUF, Süreyya, ”Arnavutçadan Prizren Türkçesine Aktarmalar” ÇEVREN,IV/III,S.5, Priştine YUSUF, Süreyya, “Prizren Türkçesinde Kimi Yabancı Ögeler”, Çevren 1/3 (1974), Priştine TUNA, O. Nedim, “ Türk Dilbilgisi Fonetik ve Morfoloji” Malatya, 1986 TURAN, Zikri, “ Fonetik ve Morfoloji Ders Notları” Sakarya, 2006/2007 63 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 64 Azərbaycan Alimləri və Qumuq Folklorunun Toplanmasi / A. QƏZƏNFƏRQIZI AZƏRBAYCAN ALİMLƏRİ VƏ QUMUQ FOLKLORUNUN TOPLANMASI The Collection the Folk-Lore of Kumuk and Scholarships of Azerbaijan Aynur QƏZƏNFƏRQIZI * Özet: İstər Azərbaycanda, istərsə də qumuqlar arasında folklorun Avropa metodları ilə toplanması və öyrənilməsi eyni zamanda başlasa da, Azərbaycanda folklorşünaslıq elmi qumuqlara nisbətən sürətlə inkişaf etmişdir. Azərbaycan alimləri qumuq folklorunun toplanması, təbliği və araşdırılmasına da səy göstərmişlər. 1920-ci illərdə bu yöndə uğurlu addımlar atılsa da, 1937-ci ilin irticası bu xeyirxah və uğurlu işi durdurmuşdur. Azərbaycan 1991-ci ildə müstəqilliyini elan etdikdən sonra yenidən türk xalqlarının folklorunun, tarixinin, dilinin, ədəbiyyatının, mədəniyyətinin öyrənilməsinə meyl artmışdır. Bəkir Çobanzadənin, Əmin Abidin, Abdulla Şərifovun və b. başladığı işi araşdırıcılarımız davam etdirməyə başlamışlar. Azərbaycanda yenidən qumuq folklorunun araşdırılması ilə ilgili məqalələr çap olunmuş, məruzələr hazırlanaraq elmi konfranslarda oxunmuşdur. Məruzədə qumuq folklor materiallarının toplanması, öyrənilməsi və təbliğində Azərbaycan alimləri ilə yanaşı, qumuq, macar, türk alimlərin də fəaliyyətindən söz açılmışdır. Açar sözlər: Qafqaz xalqları, ümum qıbçaq folkloru, qumuq folkloru, Bəkir Çobanzadə, Əmin Abid, Əli Şamil. Abstract: Though the collection and study of folklore based on European methods started at the same time both in Azerbaijan and among kumuks yet folklorism developed more rapidly in Azerbaijan than among kumuks. Azerbaijani scientists realised efforts in collection, propogation and study of kumuk folklore. Though successful steps were made in this regard during 1920’s yet this success was ceased by the repression of 1937. After Azerbaijan declared its independence in 1991 the tendency towards the study of folklore, history, language, literature and culture of turkic nations regenerated. The researchers continued the the activities in this field which had been started by Bekir Chobanzade, Emin Abidin, Abdulla Sherifov and others. The articles about the research of kumuk folklore started being republished and research papers were presented in scientific conferences in Azerbaijan. The paper deals with the activities of Azerbaijani researchers as well as kumuk, hungarian and turkish scientists regarding collection, study and propogation of kumuk folklore materials. Key words: The Caucasian folks, joint-kipchak folklore, kumuk folklore, Bekir Chobanzade, Emin Abid, Ali Shamil * [email protected] 65 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Giriş Qaynaqların verdiyi bilgiyə görə dünyada 5 minə yaxın dil var. (Dünya halkları, 1998:11). 20-ci yüzilin əvvəllərində bu rəqəm 7 mindən çox idi. Savaşlar, soyqırımlar, kütləvi xəstəliklər, imperialist dövlətlərin yeritdiyi asimilə siyasəti və elmi texniki tərəqqi nəticəsində etnik qruplar, onların danşdığı dillərin sayı azalmaqdadır. Birləşmiş Millətlər Birliyinin statistikasına görə müasir dövrdə hər il 50-ə yaxın dil yox olmaqdadır. “2008-ci ili “Beynəlxalq dillər ili” elan edən UNESCO’nun (Birləşmiş Millətlər Təhsil və Mədəniyyət Təşkilatı) 2013-cü ilin Mart ayında yenilənən “Təhlükə Altındakı Dillər Atlası”nda, mövcud olan 6700 dildən 2 min 474 dil, adı, danışıldığı bölgə və yox olma təhlükəsinə görə sıralanır. 231 dil isə yox olmuş olaraq qeyd edilir” (http://www.jinepsgazetesi.com/dunya-dilleri-birer-birer-yok-oluyor-12812.html). Hər bir yox olan dil, xalq dunya mədəniyyətinin bir parçasıdır. Qumuqların da folkloru vaxtında toplanmadığından dunya mədəniyyətinə ağir zərbə vurmuş olur. Bu yanlışı aradan qaldırmaq üçün isə folklor materiallarının vaxtında toplanıb sistemləşdirilməsi və arxivlənməsi lazımdır. Lakin, təəssüflər olsun ki, qumuq folkloru uzun illər boyunca ağır təzyiqlərə məruz qalmış, nəticədə bir çox materiallar tamamilə unudulmuşdur ki, bu da ümumtürk folklorunun öyrənilməsinə zərbə vrurur. Qumuqlar Qüzey Qafqazda Rusiya Federativ Respublikasına bağlı Dağıstan Respublikası ərazisində yaşayır. Əhalisinin sayı 1996-cı il məlumatlarına görə 250 min nəfəri təşkil edir. Sovet dövründə 50 mindən çox qumuq Osetiya, İraq, İran, Türkiyə və Azərbaycan ərazisinə köç etmişdir. Bu gün dünyada Turan siyasi Türk birliyi qurulması yolunda olduqca ciddi addımlar atılıb. Bu bütün türklərin bir olması, yaxınlaşması deməkdir. Müstəqil bir dövlət olan Azərbaycan Respublikası öz soykökünü araşdırmaq üçün müxtəlif yönlü fəaliyyətlər göstərir. Bunlardan biri də digər türk xalqlarının folklorunun araşdırılması məsələsidir. 1. Qumuq folklorunun toplanmasında Azərbaycan alimlərinin rolu XIX əsrədək qumuq Azərbaycan əlaqələri olduqca güclü inkişaf etmişdir. Hətta dillər muzeyi sayılan Qüzey Qafqazda ortaq dil olaraq türk dili istifadə olunurdu. Qumuqlar Bakını bir növ mərkəz sayır, işləmək, təhsil almaq üçün bura gəlirdi. Lakin Rusiya özünün “parçala və hökm sür” siyasətini yeritmək üçün qumuqların Azərbaycanla əlaqəsini zəiflədərək onları daha çox Rusiyaya yönləndirdi. Qafqazın işğalını başa çatdırdıqdan sonra burda tədricən ortaq dil olaraq rus dili işlənməyə başladı. Yaxın keçmişə qədər iç-içə yaşayan, sıx əlaqədə olan qumuqlarla ədəbiyyat, incəsənət, tarixi, folklorik əlaqələrin araşdırılması olduqca zəif olmuşdur. Bu haqda tədqiqatları incələdikdə Mirzə Bala Məmmədzadənin 1967-ci ildə nəşr olunmuş 66 Azərbaycan Alimləri və Qumuq Folklorunun Toplanmasi / A. QƏZƏNFƏRQIZI Kumuklar İslam Ansiklopediyasının 6. Cildində, Bəkir Çobanzadənin “Maarif və mədəniyyət” №3 (23) buraxılışnda nəşr olunmuş “Qumuq dili və ədəbiyyatı” haqqında məqaləsində; Əmin Abidin 1930-cu ildə “Azərbaycanı öyrənmə yolları” dərgisində nəşr olunmuş “Türk xalq ədəbiyyatında mani nevi və Azərbaycan bayatılarının xüsusiyyəti” məqaləsi; Güllü Yoloğlunun 1996-cı il “Press fakt” qəzetində “Qumuqlar” məqaləsi; Afaq Ramazanlının “Mərasim folkloru” (2002) kitabında ötəri toxunulmuş və Əli Şamilin “Uyğur, qaqauz, qüzey Qafqaz türklərinin folkloru və ədəbiyyatı” (2011) kitabında bir başlıq qumuqlara həsr olunmuşdur. Azərbaycanda qumuq folklorunun toplanmasına dair ilk nümunə Əmin Abidə aiddir. Onun 1930-cu ildə “Azərbaycanı öyrənmə yolları” dərgisində nəşr olunmuş “Türk xalq ədəbiyyatında mani nevi və Azərbaycan bayatılarının xüsusiyyəti” məqaləsində beş min bayatı üzərində apardığı tədqiqin bir qismində qumuq sarınlarında örnək verilmiş və onların haqqında danışılmışdır. Cəmi 4 sarın örnəyi verən Ə.Abid bu örnəkləri də tələbəsi qusarlı Mustafa Əzəmətzadədən almışdır. Ə.Abidin verdiyi sarın – bayatı örnəkləri bunlardır: Barbar gəltir, bar gəltir Bazarda satar əltir. Qaşın bulan gözünnü Arası çətir-çətir. At mindim alaşasın, O gör yegdim kaşkasın. Alsam səni alırman Alman səndən başkasın. Tar fırkırık tar sokmak Tartayım biləgindən. Tamurlangan tereksen Tapmadım yüregimden Qapqara qara yaşman, Qaralığlm yaşırman. Sən mağa gəlməsən də, Sağa gəlib baş orman (Abid Ə., 2008:134). Bu sarınlar haqqında da elə ciddi bir tədqiqat aparmayan, sadəcə örnək verməklə kifayətlənən Əmin Abid bununla qumuq folklorunun toplamış və ondan istifadə etmiş ilk alim ünvanını qazanmışdır. Daha sonra Bəkir Çobanzadə “Maarif və mədəniyyət” №3(23) buraxılışnda nəşr olunmuş “Qumuq dili və ədəbiyyatı” adlı məqaləsində qumuq folkloru haqqında 67 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 da təhlillər aparan müəllif burda qumuq folklorunda hansı mövzuların aktual olduğundan, işləkliyindən danışmış, eyni zamanda örnəklər də göstərmişdir. Lakin bu örnəklər də çox azdır və onlar haqqında məlumatlar olduqca səthidir. İlk dəfə məqalə şəklində 1925-ci ildə “Maarif və mədəniyyət” dərgisində nəşr olunan bu məqaləsindən sonra alim qumuqlar haqqında digər məqalələrini də toplayıb coxcildlik əsərlərinə daxil etmişdir (Çobanzadə B., 1925:24). 2. Qumuq folklorunun toplanmasında dünya alimlərinin rolu Avropa alimlərindən A.Düma qumuq folkloruna müraciət edən ilk alimdir. O, 1904-cü ildə Dağıstana gəlmiş və daha sonra öz əsərlərində burdan əldə etdiyi əsatir və rəvayətləri istifadə etmişdir. Bunların arasında məşhur qumuq rəvayəti “Sarikum” da var. Daha sonra qumuq folklor materiallarının toplanmasında önəmli yerlərdən birini P.İ.Qolovinskomunun topladığı matriallar təşkil edir. Onun “Кумыки. Их песни и обычай” (Qolovinskiy P., 1893:290-297) məqaləsində o artıq unudulmaqda olan bir çox folklor örnəkləri haqqında danışır. Eyni zamanda o ilk alimdir ki, qumuq mahnılarının xorla oxunan qismi haqqında tədqiqat işi aparmışdır. Kazak yırı haqqında məlumat vermiş və bu janrın artıq unudulmaqda olduğunu qeyd etmişdir. 1893-cü ildə L.Lopatinskinin və M.Afanasevin “Сборник материалов для описания местностей и племен Кавказа” dərgisində nəşr etdirdiyi mahnılar, nağıllar, epik mahnılar mahiyyətcə ən yaxşı nəşr sayıla bilər (Lopatinskiy L. 1893). Bunlardan başqa A.Qrenin “İz oblasti kumıkskoy etnoqrafii” əsərində də qumuq folklor materiallarının toplanması şahidi oluruq. Ancaq bütün bunlarla yanaşı, qumuq folkloruna marağı N.Semenov artırmışdır. O Xasavyurt ərazisində yaşadığı zamanlarda qumuqların məişət həyatına, eyni zamanda onların folklioruna da yaxından bələd olmuşdur. Beləliklə də o, qumuqların adət-ənənəsi haqqında mükəmməl material toplamağı bacarmışdır. O daha sonra topladığı materialları rus dilinə tərcümə edərək “Pesnyu kumıkskoy devuşki” adı ilə nəşr etdirmişdir. (Semenov N., 1879:154 ) Son illərdə Türkiyə tədqiqatçısı Ç.Pekaçar da qumuq folklor materiallarının toplanmasında və Türkiyədə yayımlanmasına nail olmuşdur (http://ekitap.kulturturizm. gov.tr/belge/1-27631/Qumuq-edebiyati-20cilt.html) 3. Qumuq folklorunun toplanmasında qumuq alimlərinin rolu Qumuq folklorunun toplanmasında qumuq alimi Məhəmmət Əfəndi Osmanovdur. O, 1883-cü ildə Peterburqda çap etdirdiyi kitaba noqaylardan və qumuqlardan toplanmış folklor nümunələrini və yazarı bəlli olmayan şeirlər daxil etmişdir. 1880-ci illərədək Sankt-Peterburq üniversitetinin Şərqşünaslıq fakültəsində 68 Azərbaycan Alimləri və Qumuq Folklorunun Toplanmasi / A. QƏZƏNFƏRQIZI Türk dili dərsi deyən M.Ə.Osmanov “Ногайские и кумыкские тексты (Osmanov E., 1883)” kitabını dərslik kimi çap etdirmişdir. Yuxarıda yazılanları nəzərə alaraq belə bir nəticəyə gəlirik ki, qumuq folklor materiallarının toplanmasında aşağıdakı mərhələləri qeyd etmək olar. Birinci mərhələ XIX əsrin II yarısı – XX əsrin başlanğıcı. Bu mərhələdə “Sbornik svedeniy o Terskoy oblasti” jurnalında Qafqaz xalqlarının etnoqrafiyasına və folkloruna aid materiallar nəşr edilmişdir. İkinci mərhələ XIX əsrin sonu – XX əsrin əvvəlləri. Bu dövrdə M.Ə.Osmanov, A.Ömərov və s. müəlliflərin yetişdiyi dövr sayılır. Daha sonra XX əsrin 20-ci illərindən sonrakı dövr başlayır ki, artıq qumuq folkloru sistemli şəkildə toplanmağa və öyrənilməyə başlanıb. Bunda A.Aqavov, S.Aliyev, M.Xanqişiyev, K.Sultanov, A.Hacıyev, S.Hacıyev və s. alimlərin rolu böyük olmuşdur. Bütün bunlarla yanaşı, qumuq folklorunun toplanması olduqca zəif olmuşdur. İstər nağıl, istər atalar sözü, istər sarınlar və s. janrlar çox zəif toplanmışdır. Bəzi janrlarda isə demək olar ki, tamamilə toplanmamış və unudulmuşdur. Məsələn, lətifə janrını buna misal gətirə bilərik. Qumuq folklorunda demək olar ki, heç bir lətifə qəhrəmanına rast gəlmədik. Digər türk xalqlarında geniş yayılmış Molla Nəsrəddin, Bəhlul Danəndə və s. kimi lətifə qəhrəmanlarını qumuq folklorunda görə bilmədik. Bu da toplama işinin çox zəif olmasından irəli gəlir. Çünki Molla Nəsrəddin adının yırlarda çəkilməsindən aydın olur ki, bu qəhrəman qumuq xalqına tanışdır. Ola bilməz ki, digər türk xalqlarında lətifə qəhrəmanı kimi tanınan Molla Nəsrəddin qumuq folklorunda mövcud olmasın. Düşünürük ki, buna səbəb toplama işinin zəifliyidir. 4. Qumuq folklorunun araşdırılması və Əli Şamil Qumuq folklorunu Azərbaycanda sistemli şəkildə tədqiq edən Əli Şamildir. O, özünün “Uyğur qaqauz, Qüzey Qafqaz türklərinin folkloru və ədəbiyyatı” kitabında geniş bir başlığı qumuqlara həsr edərək onların folklorundan müasir dövr ədəbiyyatınadək tədqiqat aparmış, örnəklər vermişdir (Şamil Ə., 2011:4). Müəllif qumuq folklorunun janrlara bölünməsindən geniş danışmışdır. Demək olar ki, bütün folklor janrları haqqında sistemli şəkildə məlumat verən Əli Şamil gətirdiyi bir çox örnəklərdə gah şumer mətnləri ilə müqayisə aparmış, gah Tenqriçiliyin izlərini axtarmışdır. Bu da müəllifin tədqiqatnın ciddi akademik elmi səviyyədə olmadığını, sadəcə ideoloji xarakter daşıdığını göstərir. Əli Şamil qumuq folkloruna ümumtürk kontekstində baxmağa çalışmış, bu folklorun ümumtürk folklorunun bir qolu olduğunu sübut etmək istəmişdir. 69 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Nəticə Məruzədən gəldiyimiz nəticə bu oldu ki, macar, Türkiyə, qumuq, Azərbaycan alimlərinin də maraq göstərdiyi, zamanla tədqiqat aparsalar da, qumuq folklor materiallarının toplanması olduqca zəif olmuşdur. Bu da bir çox folklor materiallarının unudulması ilə yanaşı, həm də ayrılıqda janrların inkişafına xələl gətirmişdir. QAYNAQLAR Abid Əmin. Seçilmiş əsərləri. (2007). Bakı, “Şərq-Qərb”. 288 s. Çobanzadə Bəkir. (1925). Qumuq dili və ədəbiyyatı. “Maarif və mədəniyyət”. №3(23) Məmmədzadə M.B. (1995). İslam ansiklopedisi, VI. 986-990 Səh 986 Xürrəmqızı Afaq. (2002). Azərbaycan mərasim folkloru. Bakı, 209 s. Şamil Əli. (2011).Uyğur, qaqauz, Güney Qafqaz türklərinin folkloru və ədəbiyyatı. Bakı, 412 s. Yoloğlu Güllü. (1996). Qumuqlar. “Press fakt”, 16 oktyabr. Dünya halkları. (1998). Tarihi ansiklopedik malumat kitabı, “Azerbaycan Ansiklopedisi” NPB, Bakı. Xürrəmqızı Afaq. (2002). Azərbaycan mərasim folkloru. Bakı, 209 s. Головинский П.И. (1879). “Кумыки. Их песни и обычаи”. Сборник сведений о Терской области. Вып. 1. Владикавказ. С 290-297 Лопатинский Л. Афанасьев М. (1893). “Йыр о Казанбие”. Сборник материалов для описания местностей и племен Кавказа. Османов М.Е. (1883) “Ногайские и кумыкские тексты”. (Сборник ногайских и кумыкских песен, преданий, поговорок, пословиц). СПб. Семёнов Н. (1879). “Песни кумыкской девушки”. Сборник сведений о Терской области. Вып. 1. Владикавказ. С 154. Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi. (2009). Ankara. 20. Cilt. Editör: Çetin Pekaçar. http://www.jinepsgazetesi.com/dunya-dilleri-birer-birer-yok-oluyor-12812.html 70 Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER OĞUZ-NAMELERİN ŞİİRSEL YAPISI VE EMSAL-İ MUHAMMED ALİ ELYAZISI Poetic Structure of Oghuzname and Manuscript of Emasl-i-Mahammad Ali Efzeleddin ASKER * Özet: “Emsal-i Muhammed Ali” veya “Mecmeül-emsal-i Muhammed Ali” adlandırılan Oğuzname nüshası XVI. Yüzyıl sonu XVII. Yüzyıl başlarında Anadolu'da yazıya aktarılmıştır. El-yazısı, atasözlerinden ve özdeyişlerden ibarettir. Bunlar nüshada Arap alfabesi sırasıyla dizilmiştir. Destan şeklinde olan Oğuz-nameler dışında nasihat konulu Oğuz-nameler de mevcuttu. Her iki türden olan Oğuz-nameler, ritimli-sentaktik paralelizme dayanılarak kurulmuştur. Kaynaklarda bu şiir şekli ozanozon-ozmak adlandırılıyor. “Emsal-i Muhammed Ali”yi tertip eden kişi, ritimli sentaktik paralelizmin yapı öğelerini parçalayarak metni Arap alfabesi sırasına uygun olarak düzenlemiştir. Anahtar kelimeler: “Emsal-i Muhammed Ali”, Ozmak, Dede Korkut, Ali-zade Abstract: It is known that the Oghuzname manuscript called “Emsal-i Mahammad Ali” or “Mejmeul-emsal-i Mahammad Ali” was copied at the of 16 and begining of 17-th century In Anatolia. The manuscript includes proverbs, which were lined up in the manuscript in succession in Arabic alphabet. Apart from the Oghuzname,in the form of epos there were didactic Oghuzname. The Oghuzname of the both types were constructed resting uponrhytmical-syntactic paralelism. This poem was called ozan-ozon-ozmak in the sources. The person who drawn up “Emsal-i Mahammad Ali” lined up the text in strict conformity with the Arabic alphabet’s row, breaking down the rhytmical-syntactic paralelism. Key words: “Amsali-Mahammadali”, Topkapi Oghuzname, proverb, Dada Gorgud, Ali-zade GİRİŞ 1987 yılında Bakü'de “Oğuz-name” başlıklı bir kitap yayınlandı. Kitabı, dilbilimci Samet Ali-zade St. Petersburg Üniversitesi Doğubilim Fakültesi Kütüphanesinde muhafaza edilen, üzerine “Emsal-i Muhammed Ali” ve “Mecme’ül emsal-i Muhammed Ali” sözleri yazılmış olan el yazısına dayanarak yayına * Yrd.Doç.Dr., Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi, Folklor Enstitüsü, Türk Halkları Folkloru Bölümünün Başkanı, [email protected] 71 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 hazırlamıştır. Muhammed Ali, müstensihin ismidir. Yayınlanan kitap önsöz, açıklama ve sözlükten ibaretti. Kitabı bastıran S. Ali-zade, eserin el yazısındaki nüshaya ebcetle düşürülmüş tarihe dayanarak onun 16. yy. sonu ve ya 17. yy. başlangıcına ait eski bir el yazısından aktarıldığı kanaatine varmıştır (Oğuz-name, 1987: 4). Bu nüshanın yazıldığı yer, istinsah tarihi ve müstensih hakkında el yazısında birkaç not bulunmaktadır. Bu notlar yayıncının da vurguladığı gibi Anadolu Türkçesindedir (Oğuz-name, 1987: 5). El-yazısının Anadolu'da yazıya alındığı varsayılabilir. Atasözlerinden oluşan el-yazısının “Oğuz-name” adlandırılması S. Alizade'nin sübjektif yaklaşımını ifade etmemektedir; zira el-yazısında Farsça olarak: “Bu, Oğuz-name kitabıdır” kaydı düşülmüştür (Oğuz-name, 1987: 3). El-yazısı genellikle atasözlerinden oluşmaktadır. Ayrıca S. Ali-zade'nin belirttiği gibi kaynakta başka türlü deyimler de bulunmaktadır. Atasözleri, ortaçağ geleneklerine uygun biçimde Arap alfabe sırasına göre düzenlenmiş. Burada yer alan atasözlerinin bazıları “Dede Korkut” destanlarında, “Atasözü” adıyla bilinen el-yazısında ve Topkapı Oğuz-namesi olarak bilinen metinde de görülmektedir. Ayrıca bu el-yazısının dil özellikleri de diğer Oğuznameler'in dil özelliklerine benzemektedir. S. Ali-zade, yayına hazırladığı el-yazısının diğer Oğuz-nameler'den daha eski olduğunu varsayarak şunları yazmaktadır: “Edebî-tarihî varislik bağı açısından “Oğuzname”nin (yazarın yayına hazırladığı el-yazısı kastediliyor–E.A.) Yazıcıoğlu'nun eserinden (Topkapı Oğuz-namesi'nden–E.A.), Dits'in yayınlatdığı örneklerin alındığı derlemeden (“Ata sözü”nden–E.A.), hatta “Dede Korkut Kitabı”nın el-yazısı nüshalarından daha eski olması gerekir. Çünkü bu kaynaklarda rastladığımız deyim örnekleri bütünün (burada “Oğuz-name”nin) küçük bir parçasıdır” (Oğuz-name, 1987: 8). Anlaşıldığı üzere, S. Ali-zade el-yazısının tarihini belirlerken, yayına hazırladığı nüshada diğer Oğuz-nameler'le mukayesede daha fazla deyim örneği bulunmasına dayanmaktadır. S. Ali-zade konuyu bir kadar da ileri götürerek “Emsal-i Muhammed Ali” derlemesindeki deyimlerin formalite bakımından arkaik olması fikrini savunarak: “Dits'in yayınlattığı örneklerin kâtibi ... Bir kadar farklı yol takip etmiştir. “Oğuz-name”deki (o, yayına hazırladığı el yazısını kastediyor–E.A.) paremilere (toplam 25 örnek) yer verirken, düzyazı örneklerini aynen tekrarlayarak bazı eklemeler de yapmış, nazım şeklindeki örneklerin ise şiirsel yapısını değiştirmeye, dil ve üslup bakımından “tamamlamaya” çalışmıştır. Örneğin, “Ata sözini tutmayin yabana atılur, Ahirette tamu ehline katılur”, “Halayike ton geyürsen kadın olmaz, Çalıyıla kahar diken odun olmaz”, “Dövlengece günde (?) toğsan (?) toğan olmaz, Gülbeşeker içinde soğan olmaz” vb. “Oğuz-name”de bu örneklerin ikinci mısraları bulunmamaktadır. Anonim katibin imitasyona, üslup taklidine yol açarak paremik parodiler oluşturduğu açıkça görülmektedir. Belki de yazarın eline “Oğuz-name”den perakende şekilde yalnızca bazı sayfalar veya tamamen bir başka kaynak aracılığıyla birkaç örnek geçmiştir. Dolayısıyla belirtilen örneklerde “karavaş” kelimesinin yerine “halayık” kelimesinin kullanılması, “künde taksan” ifadesinin “günde doğsan” şeklinde okunarak ele alınan parçada anlaşmazlığa yol açması birer raslantı olarak değerlendirilmemelidir” (Oğuz-name, 1987: 72 Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER 8). Böylece S. Ali-zade “Emsal-i Muhammed Ali” el yazmasını tüm yazılı Oğuznameler'in kaynağı olduğunu düşünmektedir. Anılan el-yazısındaki paremiler şekil bakımından ilk örnek olarak kabul ediliyor. Bu nedenle de “Ata sözü”ndeki (aynı zamanda diğer Oğuz-nameler'deki) paremilerde görülen sentaktik paralelizm, müstensih müdahalesinin bir ürünü olarak nitelendiriliyor. Konunun bu şekilde ele alınışı Oğuz-nameler'in sözlü veya yazılı yaratıcılık ürünü olmasının kesinleşmemesinden kaynaklanmaktadır. Oğuz-nameler'in sözlü yaratıcılık ürünü olmasını ve ozanlar tarafından seslendirilmesini bir daha ispatlamaya gerek duymuyoruz. Bu meseleye araştırmacılar tarafından yeterince açıklık getirilmiştir. Buna rağmen birçok araştırma yazılarında Oğuzlar hakkında yazılı şiirsel metinlerin herhangi bir hususu değerlendirilirken sözlü yaratıcılığın kuralları ihmal ediliyor. Bunun sonucunda Oğuzlar hakkında yazılı şiirsel metinlerin sözlü şiirsel yaratıcılığın bir ürünü olmasının belirtilmesi boş itiraftan başka bir şey değildir. Metinbilimcinin el-yazısının ilk ve buradaki paremilerin arkaik olduğunu belirtmesi, böyle bir yaklaşımın belirgin bir ifadesidir. Aksi takdirde, el yazmasındaki paremiler değerlendirilirken Oğuz-nameler'in “doğal şekli”, yani sözlü gelenekte mevcut olan durumu esas alınıyordu. Bu durumda katibin sözlü geleneğe ne kadar sadık kaldığını veya el-yazısının sözlü geleneği ne ölçüde yansıttığını, ayrıca “paremik parodi” adlandırılan sentaktik paralelizmin ozan yaratıcılığının, veya katip kaleminin ürünü olduğunu görmek mümkün olabilirdi. Şunu da belirtelim ki, folklor metninden oluşan el-yazısının “birinciliğini”, bunun diğer el yazmaları için kaynak olduğunu (veya olup-olmadığını) sözlü epik/şiirsel metnin mahiyetinden yola çıkarak açığa kavuşturması mümkündür. Oğuz-nameler'in şiirsel şekli hakkında elimizde bulunan bilgiler, “Emsal-i Muhammed Ali” derlemesinin nasıl düzenlendiği meselesine açıklık getirmektedir. Bu yüzden de meselenin açıklamasına Oğuz-nameler'in şiirsel şeklinden başlamayı uygun saymaktayız. OĞUZ-NAMELER'İN SUNUMU VE ŞİİRSEL YAPISI Tarihi kaynaklarda Oğuz-nameler'in müzik aleti eşliğinde ve söylenerek seslendirildiği bildiriliyor. Örneğin, Şeyh Süleyman Buhari'nin (XVII. yy.) “Lüğat-i Çağatay-i ve Türki-Osmani” eserinde Oğuz Han hakkında destanın “ozan” adlandırılan “vezinsiz ve nağmesiz bir terane” ile seslendirildiği bildiriliyor (Köprülü F., 1966: 141). A. Nevai'nin “Mizan-ül Evzan” eserinde ozan ezgisi “ozanların ozmağı” adlandırılıyor ve “hiç bir vezne uymuyor” şeklinde nitelendiriliyor (Mollaev, 1974: 73). Budapeşte Akademi Kütüphanesinde muhafaza edilen Çağatayca-Farsça eski bir sözlükte ozan “Oğuz Han ve Kara Han” hikayesini “okuma tarzının adı” olarak veriliyor (Köprülü, 1966: 141). “Emsal-i Muhammed Ali” derlemesinde geçen bir deyimde “ozon demek” 73 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 deyimiyle karşılaşıyoruz: “Kim ozon der, kim kıssa der, eyle kim yıralar” (Oğuz-name, 1987: 52). Burada bahsettiğimiz olaydan söz edildiğini açıkça görüyoruz. Kaynaklarda ozmak-ozon-ozan varyantları şeklinde ifade edilen terim, yalnızca Oğuz-nameler'in sunumu sırasında okunan ezgiyi değil, aynı zamanda metnin şiirsel şeklini ifade etmiştir. Benzer epik olay, Altay epik geleneğinde “kay”, Kazak epik geleneğinde “jir” olarak geçiyor. Terimin sesteşliği epik olayın senkretik doğasından kaynaklanıyor. Ozmak şiir şeklini V. M. Jirmunski “hecelerin nispi serbestliğiyle ritimlisentaktik paralelizm” adlandırarak bunun eski Türk epik şiirinin temelinde durduğunu gösteriyor (Jirmunskiy V. M., 1974: 632). Buna rağmen, müellif, ritimli sentaktik paralelizmi “Dede Korkut” destanlarının soylama kısmıyla sınırlandırıyor. Dede Korkut Oğuz-namelerinde sentaktik paralelizmin sınırları tartışmalı olsa da, destanların metninde düzyazı kısımlarının varlığı inkar olunmaz bir gerçek. Bu nedenle de V.M.Jirmunski Oğuz-namelerin “okumak ve anlatmak” şeklinde söylenildiğini kaydeder (Jirmunskiy V. M., 1974: 616-617). Buna rağmen didaktik Oğuz-nameler yalnız sentaktik paralelizmler biçiminde oluşturulmaktadır. Didaktik Oğuz-namelerin sentaktik paralelizmler şeklinde oluşu onların kopuz eşliğinde söylendiğini göstermektedir. “Ata sözü” adlanan el-yazısında “Dede Korkut'a ait edilen sözler” alkış anlamındaki girişle başlar. Burada metnin müzik aletinin eşliğinde seslendirilmesi açıkça görülüyor: Evvel sağlığa çalalum, sağlık gelsün, Esenliğe çalalum, esenlik gelsün, Devlete çalalum, devletinüz kayim olsun, Dostluğa çalalum, düşmanınız nayim olsun, Uğura çalalum, uğurunuz hayır olsun, İşinüz, gücinüz dayim seyr olsun (Hacıyev T. İ., 1983: 84). Belli olduğu üzere, çağdaş aşıklar, destanın ifasına üstat-nameyle başlarlar. Bu üstat-nameler Hakka kavuşmuş aşıkların öğüt verici şiirlerinden oluşmaktadır. Oğuznamede de biz aynı durumla karşılaşıyoruz: meddah-ozan Dede Korkut Oğuznamelerini söylemeden önce, ulu ozanı hatırlar ve onun kişiliğinden ve müdrik sözlerinden bahseder. “Dede Korkut” kitabının giriş kısmı anlatıcı ozanın ulu ozanı – Dede Korkut`u anma geleneğiyle bağlı olarak ortaya çıkmış. Böylece, “Ata sözü” adı alan öğüt içerikli Oğuz-namelerin Oğuzlar hakkında destanların anlatılmasına giriş niteliğinde kopuz eşliğinde okunduğunu ihtimal edebiliriz. Atasözü Konulu Oğuz-Nameler ve Atasözü Türü Halk bilimimizde bir tür adı olarak kullanılan atasözleri, halktan kaynaklanan folklor terimidir. Bu terim folklor geleneğinde farklı yapıya sahip paremileri ifade eder. 74 Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER Bunun aksine olarak halkbilimde atasözü terimi belli bir yapıya sahip olan ve özellikleri farklılık arz eden paremilere ait edilir (Permyakov, 1988: 13-18). Biz formalite bakımından ritimli-sentaktik paralelizmler şeklinde kurulan ve içerik bakımından özlü sözler, değerlendirmeler, nasihatler, takdirler ve öngörülerden oluşan ozan ozmaklarının atasözü adlandırılmasının sözlü gelenekten kaynaklandığını biliyoruz. Bu tip metinlerde bunların Ataa ait olması hakkında imalar bulunmaktadır. Örneğin, “Dede Korkut” destanlarının mukaddeme kısmındaki soylamalar ve “Ata sözü”ndeki örneklerin bir kısmı Dede Korkut'a ait edilir. Ayrıca “Atasözünde olan bir ozmak “Ataın” dilinden söylenir: “Ataın sözü Kuran'a girmez”... Bir ozmak ise “Oğuz Ata”nın dilinden söylenir (Hacıyev, 86, 87). Görüldüğü gibi bu ozmaklar tabir yerindeyse Ataın sözü olarak söylenmiş ve icra edilmiştir. Demek, Dits'in yayınlattığı el yazmasının üzerindeki “Ata sözü” ifadesi geleneklerden kaynaklanıyor. Atasözü konulu Oğuz-nameler, hem geleneksel, hem de bilimsel anlamda kullandığımız atasözlerinden farklıdır. Ozmağın parçaları janr olarak atasözlerinden ve aforizmlerden oluşsa bile diğer Oğuz-nameler gibi ozmağın-ritimli sentaktik paralelizmin kurallarına tabi olur. Diğer şiirsel usulleri bir tarafa bırakalım, ozmak biçiminde olan atasözleri ritim, sentaktik paralelizm ve değişik biçimlerde kendini gösteren redif gibi alametlerin taşıyıcısıdır. Bununla birlikte atasözü içerikli Oğuzname, tamamen bir başka usulle de yapılabilir. Bu zaman ozmağın ögeleri arasında paremilere rastlanmamaktadır. Örneğin, “Ata Sözleri”nde Dede Korkut dilinden söylenen bir ozmakta gelecekte kültürel değerlerin kaybolacağı belirtiliyor: Eğrice, büğrüce ağac-uğac olmaya, saban ola, Çoluk-çulak kalmaya, çoban ola, Kavukca, savukca ağac kalmaya, boyunduruğ ola, At, eşek kalmaya, öküz ola, Dere-tepe kalmaya, tarla ola, Tana-dolabı kalmaya, güvlek ola, Ulu-kiçi kalmaya, mülük ola, Yigitler, kocalar, avratlar gibi çavlağı yüzlük ola, Kimsenün kimse yanında ödüncden, görüncden haceti bitmeye ... Ataı turırken oğullar söyleye, Analar turırken kızlar buyruğ eyleye. Bu şekilde sayılan öğeler her defasında aşağıdaki şekilde tamamlanıyor: Ol günleri görmeden söyledüm men Dede Korkut. Gormişce inanun mene, Oğuz kovmi derler. Ol günlere gomağil, Menim canım alğıl, Kadir Tanrum! (Hacıyev, 1983: 83-84) 75 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Bu Oğuz-name'de öğelerin sayısı değişik olan 6 bu tip zincir bulunmaktadır ve bunların her biri belirtilen sonlukla tamamlanıyor. Metinde Oğuz bilgini Dede Korkut gelecekte kültürel değerlerin mahvolacağını bildiriyor ve o günleri görmemek için Tanrıdan ölüm diliyor. Bu fikir, ozmağın şiiriyatına uygun şekilde ve paremiyoloji olmayan usulle sunuluyor. Bu yüzden de “Ata sözleri” adıyla sunulan örnekleri, bunun bilimsel anlamına (janr olarak) uygun şekilde değil, leksik anlamına uygun olarak “Ataın nasihatleri, kelamları, buyrukları” şeklinde anlamak gerekir. Atasözü İçerikli Oğuz-nameler ve “Emsal-i Muhammed Ali” Oğuz-nameler'de tiradlarda bir araya gelen ritimli sentaktik paralelizmler şeklinde gördüğümüz atasözleri “Emsal-i Muhammed Ali”de bunun düzenlenme ilkesine uygun şekilde (Arap alfabesi sırasıyla) sunulur. Örneğin, “Ata sözü”nde (varyantı “Dede Korkut” destanlarının mukaddemesinde) tiradda bir araya gelen sentaktik paralelizmin ögeleri parçalanarak ögenin ilk kelimesinin baş harfine göre veriliyor. Aynı harfle başlayan ögeler ise özel işarelerle birbirinden ayrılıyor. Örneğin, “Allah, Allah demeyince işler onmaz”, “Kadir Tanrı vermeyincek er bayımaz”, “Kara eşeğe yular ursan katır olmaz”, “Karavaşa ton geyürsen, kadın olmaz”, “Dölengice künde taksan, toğan olmaz”, “Güyeğü oğul olmaz”, “Kül tepecik olmaz” gibi paremiler, belirtilen kaynaklarda tiradın unsurları olarak ortaya çıkıyor. “Emsal-i Muhammed Ali” derlemesinde ise elif, dal, kaf harfleri altında sunulmuştur (Oğuzname, 1987: 19, 106, 145, 149, 169). Yine de “Ata sözü”nde karşılaştığımız bir tiradın variyantı “Emsal-i Muhammed Ali”de elif işareti altında ve sırayla sunulsa da, işaretle birbirinden ayrı belirtilmiştir. 1) Ataın sözi Kur'ana girmez, amma Kur'an yanınca yalın-yalın yalışur. 2) Ata sözin dutmıyan yabana atılur. 3) Ata ayıtmış: “Hak Teala Müslümanları gurbette hastalıktan ve yiğitlikte ölümden ve pirlikte yoksulluktan saklasın”. 4) Ata: “Babam öldi, iş başına düşmüş” demişler; “anam öldi, öksüz olmuşsan” demişler; “Oğlum öldi, yüregine ok tokunmuş” demişler; amma “kızım öldi, harçdan kurtulmuşsan” demişler; “avratım öldi, döşegin yenilenmiş” demişler. 5) Ata “At kaldı” demişler, “kolaydı ola” demişler. “At uçdu” demişler, “turıydı ola” demişler. “Er kaldı” demişler, “tul avrat oğlıydı ola” demişler. Ata “düşman geldi” demişler, “al atlu alnında sagaru kılınclaşsun” demiş (Oğuz-name, 1987: 18). “Emsal-i Muhammed Ali”de yukarıda belirtildiği şekilde verilen metin “Atasözünde tek tirad halindedir. Bu tiradın bazı unsurları “Emsal-i Muhammed Ali”de bulunmamaktadır. Örneğin, “Ata sözini tutmayan yabana atılur, Ahirette tamu ehline 76 Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER katulur” paralelizminin ikinci unsuru ve “Karındaşım öldi” ..., “Konşum öldi” ..., “Hısımım, kavmum öldi” ifadeleriyle başlayan unsurlara burada rastlamıyoruz. Bunun aksine olarak (3) rakamıyla işaretlediğimiz alkış ve (5) rakamıyla işaretlediğimiz parçanın ilk unsuru (“Ata”, “At kaldı” demişler” ...) “Ata sözü”ndeki tiradda bulunmamaktadır”. Yukarıda “Atasözü” adlandırılan el-yazısında manevi değerlerin gelecekte mahvolacağı hakkında Dede Korkut dilinden söylenen Oğuz-name'ye değindik. Bu Oğuz-name'nin 15 unsurundan oluşan bir tiradın 5 unsuruna “Emsal-i Muhammed Ali” derlemesinde de rastlıyoruz: Ahır zamanda egri ağac kalmaya, saban ola; tana-tolubı kalmaya, öküz ola; dere-depe kalmaya, tarla ola (Oğuz-name, 1987: 32). *** Ahır zamanda Ata dururken oğullar söyleye, analar dururken kızlar söyleye (Oğuz-name, 1987: 32). Bu parçaların sözü edilen tiradın varyantından fark edilmesi şüpe götürmemektedir. Müstensih el yazmasının düzenlenme ilkesine sadık kalarak tiradın çeşitli unsurlarını kendi zevkine uygun şekilde seçerek metni düzenlemiştir. Yukarıdaki örnekler dışında “Emsal-i Muhammed Ali”de karşılaştığımız çok sayda ozmak parçaları ileri sürülen kanaati güçlendirmektedir. Bu parçalar yukarıdaki örneklerde olduğu gibi tiradlardan koparılmıştır. Örneğin: At düşürdüği zaman timar gerektir. Köşek düşürdüği vakit timar gerektir. Eşek düşürdüği vakit kazma gerektir (Oğuz-name, 1987: 26). *** Öküz boynuzlu inek sütsüz olur. İnek boynuzlu öküz güçsüz olur (Oğuz-name, 1987: 28). *** Işıklarla irişenin adıyla sanı yeter; danışmendlerle irişenin dini ile imanı yeter; beglerle irişenin başıyla malı yeter (Oğuz-name, 1987: 51). 77 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Sevgil seni seveni, iki dişlü karısa, Sevme seni sevmeyeni, gökden enen hurise (Oğuz-name, 1987: 117). *** Kölen yoğ ise, güyeğün de mi yok? Güyeğün yoğ ise, kopegin de mi yok? Köpegin yoğ ise, şagirdin de mi yok! (Oğuz-name, 1987: 157). *** Kişi görmedügin görse, aklı sevinür, geymedügin geyse, teni sevinür, yemedügin yese, nefsi sevinür (Oğuz-name, 1987: 160). Kebap tuzlu gerek, tuzsuz gerekmez! Güzel yüzlü gerek, yüzsüz gerekmez! Ulular uslu gerek, ussuz gerekmez! Sular buzlu gerek, buzsuz gerekmez! Güzel benlü gerek, bensiz gerekmez! Yiğit donlu gerek, donsuz gerekmez! (Oğuz-name, 1987: 172). Bu tip örneklerin sayısını yeterince çoğaltabiliriz. Ne yazık ki, bu ozmak parçalarını “Atasözündeki ozmaklarla karşılaştırma imkanına sahib değiliz. Bilindiği gibi bu kaynak bugüne kadar yayınlanmamıştır. Biz, yalnızca Dits'in yayınlattığı 400 örneğin O.Ş. Gökyay tarafından verilen kısmını biliyoruz. Şunu belirtelim ki, yukarıda belirttiğimiz ozmak parçalarının Atasözünde yer alabileceği muhtemeldir. “Emsal-i Muhammed Ali” derlemesinde tiradların parçalanarak yayılmasından bahsederken bir hususa da değinmek isterdik. “Dede Korkut” destanlarının mukaddemesinde ve Topkapı Oğuz-namesi'nde “bilür” redifli bir tirad bulunmaktadır. Bu tirad, sözü edilen kaynaklarda variyantlıdır. Bunun bir unsuru mukaddemede “Gittikçe yerin otlakların keyik bilür” şeklindedir (Kitabi-Dede Qorqud, 1988: 32). Topkapı Oğuz-namesi'nde ise bu unsurun “Gen yerler otlağın keyik bilür” varyantıyla karşılaşıyoruz (Hacıyev, 1983: 77). “Emsal-i Muhammed Ali”de bunun iki varyantını görüyoruz: “Issız yerleri keyikler bilür”, “Ulu-ulu tağları keyikler bilür” (Oğuz-name, 1987: 31, 32). Bu unsurun iki varyantının kullanılması “Emsal-i Muhammed Ali” katibinin iki farklı icranın ürünü olan kaynaktan yararlanmasıyla ilgili olabilir. Ancak sözü edilen unsurun burada kullanılması bizi tamamen bir başka açıdan ilgilendiriyor. Derlemede sık sık karşılaştığımız “bilür” kelimesiyle tamamlanan paremiler dikkat 78 Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER çekiyor ve bunların tiradın unsurları olması akla geliyor. “Bilür” kelimesiyle biten paremilere tiradın redifi gibi baksak, aşağıdaki manzarayla karşılaşabiliriz: Uzağ-uzağ yer salımın yollar bilür (30). İş kolayın issi bilür, anınçün assı bulur (40). Şeker dadın yeyen bilür (120). Yer kolayın yerlü bilür (202). Derlemede “bilür” kelimesiyle biten çok sayıda paremiler bulunmaktadır. Bunların büyük çoğunluğunda ritim bozulduğu için yukarıdaki sıraya almadık. Örneğin, “Yerin alçağın su bilür” (Oğuz-name, 1987: 201) paremisinde ilk kelimenin durum ekini atsak, ritm geri gelir. Bu tip tashihler katip tarafından da yapılabilirdi. “Dede Korkut” destanlarının mukaddemesinde kullanılan “yeğ” redifli tirad da ele aldığımız konu bakımından çok ilginçtir. “Emsal-i Muhammed Ali”de sonu “yeğdir” şeklinde biten ve ritmin korunduğu çok sayıda paremi mevcuttur. “Yeğdir” kelimesindeki -dir yüklem ekini katip ilavesi olarak kabul edip metinden çıkarsak, o zaman aşağıdaki manzara karşımıza çıkar: Oğlı-kızı olmaz avrattan eski hasır yeğ (20). Nakese el açmaktan ac olmak yeğ (49). Bir selam-eleykten bir eleyke-es selam yeğ (69). Bir karga ötmekten bir şahin ötdüği yeğ (70). Bir haramdan bir helal yeğ (73). Bir tanıktan bir ikrar yeğ (73). Bin yıl yerde yatmaktan bir kez peygambere salavat getirmek yeğ (82). Haramzade oğuldan helal-zade kul yeğ (93) vb. “Emsal-i Muhammed Ali” yazarı hazırladığı el yazmasını “Oğuz-name” adlandırıyorsa, bizim yukarıdaki paremileri tiradın unsurları olarak nitelendirmekten başka çaremiz kalmıyor. Şunu hemen belirtelim ki, “Emsal-i Muhammed Ali”nin bu açıdan araştırılması ilginç sonuçlara götürebilirdi. Bundan başka el yazmasındaki paremilerin ozmak (ritimli sentaktik paralelizm) açısından incelenmesi ve burada da bunların el yazmasında belirtilmesi prensiplerinin somut hale getirilmesi, varyantlı paremilerin belirlenmesi ve bu bağlamda el yazmasının sözlü ve yazılı kaynaklarının değerlendirilmesi ve katip tashisleri meselesi gelecek araştırmaların konusudur. 79 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 “Emsal-i Muhammed Ali”nin Kaynağı Meselesi “Emsal-i Muhammed Ali”, doğrudan doğruya sözlü icradan yazıya aktarılmış bir metin değildir. El yazması, sözlü icradan yazıya aktarılmış ozmaklar esas alınarak hazırlanmıştır. İster istemez karşımıza şöyle bir soru çıkıyor: “Dede Korkut” destanının mukaddemesinde ve Atasözlerinde yer alan atasözü konulu ozmakları “Emsal-i Muhammed Ali”nin yazılı kaynakları sırasına almak mümkün müdür? “Allah Allah dimeyince işler onmaz” parçasıyla başlayan ozmak, hem “Dede Korkut” destanlarının mukaddemesinde, hem de “Atasözlerinde bulunmaktadır. Bu kaynaklarda ozmağın yeterince varyantlarda olduğunu görüyoruz. Ozmağın “mukaddeme” de yer alan çok sayıda unsurları “Ata sözü”nde, “Atasözü”nde geçen bazı unsurlar “mukaddeme”de yer almamaktadır. Bazı unsurlar ise varyantlaşmış haldedir. Örneğin, “Atasözü”nde “Gök yapağulu çemen güze kalmaz” unsuru, “mukaddeme”de “Yapağulu gökçe çemen güze kalmaz” veya “Atasözü”nde “Kar ne denlü çok yağsa, yaza kalmaz” unsuru “mukaddeme”de “Yapa yapa karlar yağsa, yaza kalmaz” vb. şeklindedir (Hacıyev, 1983: 87; Kitabi-Dede Qorqud, 1988: 31). Bu tür farklılıklar, yalnızca folklor düzeyinde varyantlaşma şeklinde izah edilebilir. Bu, ozmağın ayrı ayrı ozanların dilinden yazıya alındığı anlamına gelmektedir. Bu gerçekten böyleyse, el yazmalarından birisinin bir başkası için kaynak olması imkânsızdır. Sözü edilen ozmağın yedi unsuru, “Emsal-i Muhammed Ali” derlemesinde de yer almaktadır. Bu unsurlar yukarıda belirtildiği için bir daha tekrara ihtiyaç duymuyoruz. Bunlar ozmağın Atasözündeki varyantına hemen hemen benzemektedir. Tek fark, “karavaş” kelimesinin “Ata sözü”nde “halayık”, “Tanrı” kelimesinin iyelik ekiyle “Tanrum”, -ince ekinin -incek vb. şeklinde kullanılmasından kaynaklanmaktadır. “Emsal-i Muhammed Ali”nin bu açıdan mukaddemeye benzediğini hatırlamakta fayda vardır. Bir başka tabirle mukaddemede olduğu gibi burada da unsurların “karavaş” ve “Tanrı” şeklinde kullanılan varyantı yer almıştır. Biz, bu tip farklılıkları katip tashihi olarak nitelendirip sözü edilen unsurun “Atasözünden kaynaklandığını kabul etmeye hazırdık. Ancak “Atasözlerinde kullanılan bir başka ozmağın varyantının “Emsal-i Muhammed Ali”de yer alması, bizi bu işten vazgeçmeye mecbur etti. “Atasözlerinde “Bir at uçtu”, - demişler, “Al atdur ola”, demiş” örneği “Emsali Muhammed Ali”de “At uçdı” demişler, “Turıydı ola” demişler” şeklindedir (Hacıyev, 1983: 87; Oğuz-name, 1987: 13). Görüldüğü gibi “al” ve “turı”, sözü metnin varyantları olarak kendisini gösteriyor veya “Ata sözü”nde bulunmayan “Ataa “at kaldı”, demişler, “kolayda ola”, demişler” unsurunun katip tarafından eklenmesini düşünmek zordur. Ritimli sentaktik parelelizmin – ozmağın tüm şartlarına uyan bu unsurun ozan yaratıcılığının ürünü olması şüphelerine yol açacak bir husus görmemekteyiz. Bu tür variyant farklılıkları Dede Korkut dilinden söylenen ozmağın 80 Oğuz-Namelerin Şiirsel Yapısı ve Emsal-i Muhammed Ali El-Yazısı / E. ASKER “Emsal-i Muhammed Ali”ye alınmış unsurlarında da kendini gösteriyor. Bu ozmağın bir başka kaynaktan aktarıldığını düşünerek “Atasözünün “Emsal-i Muhammed Ali”nin kaynaklarından biri olduğu ihtimal edilebilir. “Atasözünün tam şekilde yayınlanması, meseleye açıklık getirilmesine katkı sağlayabilirdi. Benzer karşılaştırma, “Dede Korkut destanlarıyla Topkapı Oğuz-namesi ve “Emsal-i Muhammed Ali” arasında da yapılabilir. Yukarıda “bilür” redifli ozmağın “Dede Korkut” destanlarında ve Topkapı Oğuz- namesinde varyantlı olduğunu ve bunun bir unsurunun “Emsal-i Muhammed Ali”de iki varyantının yer aldığını belirttik. Bu varyantlardan hiçbirisi bunların sözü edilen kaynaklardaki varyantını tutmamaktadır. Burada “Emsal-i Muhammed Ali”de yer alan varyantların diğer kaynaklardan alındığı belli olur. “Dede Korkut” destanlarının mukaddemesindeki atasözü konulu 4 ozmak, “Ata sözü” adlanan derlemedeki ozmaklar ve “Emsal-i Muhammed Ali”deki çok sayıda ozmak parçaları atasözü konulu çok sayıda Oğuz-nameler'in mevcut olduğunu göstermektedir. “Emsal-i Muhammed Ali”de yazıya alınan bu tip Oğuz-nameler esas alınarak hazırlanmıştır. SONUÇ 1. Oğuz-namelerin şiirsel şeklinin ritimli sentaktik paralelizm – ozmak olmasının tespiti “Emsal-i Muhammed Ali” adlanan Oğuz-name yazısının nasıl tertip edildiğini ortaya çıkarmaktadır. 2. Bu yazı nüshası öğütleme içerikli Oğuz-namelere dayanılarak düzenlenmiş. Müstensih ozan dilinden yazıya aktarılan atasözü (öğütleme) içerikli Oğuznamelerde ritimli sentaktik paralelizm öğelerini parçalayarak Arap alfabesine göre sıralamış ve yazma nüshayı bu şekilde düzenlemiştir. KAYNAKÇA 1. ƏSGƏR Əfzələddin. (2003). “Ozmaq nəğməsi və poetik forması haqqında”. “Dədə Qorqud” jurnalı, №1, 2. HACIYEV Tofiq, VƏLIYEV Kamil. (1983). Azərbaycan dili tarixi. Bakı: Maarif 3. ЖИРМУНСКИЙ Виктор Максимович. (1974). Тюркский героический эпос. Ленинград: Наука 4. Kitabi-Dədə Qorqud. (1988). Bakı: Yazıçı 81 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 5. КОРОГЛУ Халид. (1976). Огузский героический эпос. Москва: Наука 6. KÖPRÜLÜ Fuad. (1966). Edebiyat araştırmaları. Ankara: Türk Tarih Kurumu 7. MOLLAYEV Natan. (1974). Alişir Navoiy va xalk ijotiyoti. Тoшкент: Adabiyot va Sanat Naşriyati 8. Oğuznamə. (1987). Bakı: Yazıçı 9. ПЕРМЯКОВ Григорий Лвовьич (1988). Основы структурной паремиологии. Москва: Наука 82 Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN ANADOLU İNANÇLARI EKSENİNDE TÜRKÜLERİMİZDE RENKLERİN VE SAYILARIN GİZEMİ Mystery of Colors and Numbers in Folksongs With in the Context of Anatolian Beliefs Mustafa Öner UZUN * Özet: İnanç, insanların başkalarından öğrenme yoluyla belleklerinde oluşturdukları bir düşünce sistemidir. Anadolu inançları ise, Anadolu insanının yaşamı boyunca karşılaştığı olaylar hakkında doğruluğunu ya da yanlışlığını sorgulama ihtiyacı duymadan birbirlerine aktardıkları kabullenmelerdir. İnsanlarımızın günlük yaşamlarında ortaya koydukları davranışlara yön veren bu inanmalar, doğal olarak onların yarattıkları kültürü de derinden etkilemişlerdir. Somut olmayan kültürel miraslarımız içinde yer alan Türkülerimiz, Anadolu insanının yaşamını yansıtan sözlü gelenek ürünleri olarak özellikle müzik eşliğinde dile getirilir ve adeta ortak bir kültürel bilinci de nesilden nesle taşırlar. Bu noktadan hareketle, Anadolu’nun çeşitli yörelerinden seçilmiş olan Türkü isimlerinde en sık yer alan ak, kara ve yeşil renkleri ile yine Türkülerde en sık yer alan bir, iki, üç, dört, beş, yedi, sekiz, dokuz, on ve kırk sayılarının Anadolu inançlarındaki ifadeleri, önce durum belirleyici, daha sonra ise ilişki arayıcı bir bakış açısıyla ortaya konmaya çalışılmıştır. Anahtar kelimeler: Anadolu, İnanç, Türkü, Renk, Sayı. Abstract: Belief is a system of thinking which are created by people in their memories by way of learning from the others. As for Anatolian beliefs are the espousings which are transmitted by Anatolian people to each other through all their life without needing questioning if they are true or false about the events to be faced. These beliefs direct behaviors of our people in their daily lives, naturally influenced deeply the culture which was created by them. Our Folksongs that are cultural inheritance which are not concrete, are given voice to especially with music as oral traditional products that are represented life of Anatolian people and transmitted a common cultural awareness from generation to generation. From this point of view, expressions in Anatolian beliefs of the colors of white, black and green which are often used in the Folksongs that are chosen from different vicinities of Anatolia and most often used numbers in Folksongs one, two, three, four, five, seven, eight, nine, ten and forty, are tried to be presented first in point of status indicator and then searching for relation. Key words: Anatolia, Belief, Folksong, Color, Number. * Yrd.Doç.Dr., Afyon Kocatepe Üniversitesi, Devlet Konservatuarı, Türk Halk Müziği Bölüm Başkanı, [email protected] 83 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 GİRİŞ Anadolu kavramı, sadece tarihsel süreç içerisinde farklı toplulukların hüküm sürdüğü bir coğrafyayı değil, aynı zamanda bu toplulukların ortaya koydukları kültürlerin birbirleri ile etkileşimi sonucu oluşan bir uygarlığı da ifade etmektedir.Toplumların kültürel birikimini oluşturan Adet, örf, gelenek, töre gibi sosyal normlar, çeşitli inanç pratikleriyle birlikte nesilden nesle aktarılarak toplumsal yaşamı etkilerler. “Anadolu İnançları. (Anadolu) Anadolu yarımadasının Avrupa uygarlığının ve bundan ötürü de Avrupa inançlarının yaratıcısı olduğu savı… Bu sav ilk olarak Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) tarafından ileri sürülmüş, Azra Erhat ve İsmet Zeki Eyüboğlu tarafından desteklenmiştir. Bu sava göre, tüm Akdeniz uygarlıklarının beşiği Anadolu’dur. Avrupa uygarlığı da Akdeniz uygarlıklarından doğduğuna göre Anadolu, XX. yüzyıl uygarlığının beşiği olmaktadır. Pek çok tanrıların Anadolu kaynaklı olduklarını belirtme açısından bu üç Türk yazarının yalnız olmadıklarını , Batı’nın bir çok incelemelerinin de bu sava dolaylı olarak katıldıklarını belirtebiliriz” (Hançerlioğlu, 2000:39-41). Hançerlioğlu, bu konuda Eyüboğlu’nun şunları söylediğini ifade etmektedir: “Anadolu’dan Batı’ya düşünce varlıkları, sanat yaratmaları gibi yer adları, dinler, inançlarla ilgili kavramlar, görüşler,yaşama anlayışları gitmiş yeni yeni biçimler almıştır” (a.g.e., s.42) Eyüboğlu, bu makalenin odak noktasını oluşturan yaklaşımında ise inanç ile ilgili şu ifadeyi kullanmaktadır: “İnanç, bir kimsenin günlük yaşamını, davranışlarını etkileyen, başkalarından öğrenme yoluyla kazanılan düşünce varlığıdır.”(1998:37) İnanç kavramının Türk Dil Kurumunun yayımlamış olduğu Türkçe Sözlükte yer alan karşılıkları şunlardır: “1. Bir düşünceye gönülden bağlı bulunma. 2. Birine duyulan güven, inanma duygusu. 3. İnanılan şey, görüş, öğreti. 4. Tanrı'ya bir dine inanma , iman itikat.” (2009: 965) Türk Dil Kurumunun yayımlamış olduğu diğer bir kaynak Türkiye'de Halk Ağzından Derleme Sözlüğünde ise inanç; “sözüne güvenilir, inanılır (kimse)” olarak ifade edilmektedir. (2009:2538) Türkülerde sıkça kullanılmış olan çeşitli kalıp ifadelerin kaynağı da kuşkusuz bu inançlardır. “İnançlar genellikle iki türlüdür. Somut varlıklarla ilgili olan inançlar, soyut varlıklara bağlanan inançlar. Somut varlıklara dayananlar doğa olayları ile ilgili inançlardır. Bunlar ekin ekip biçmek, ev yapmak, insan yaşamına karışan, günlük yaşama olaylarına yön veren, evlenme, komşuluk, karşılıklı yardım, çalışma gibi toplum olaylarına dayanan inançlardır. Bu tür inançlar doğa olaylarını izler. Güneşin, ayın, yıldızların yörüngeleri üzerindeki devinimlerine, yellerin esişine, hava değişimlerine mevsimlere uyarak yaşamı düzenlemeye yarayan inançlar kaynak olarak genellikle somut niteliktedir. Soyut varlıklarla ilgili inançlar ise insan düşüncesinin yarattığı, doğadan kopuk inançlardır.” (Eyüboğlu, 1998:40-41) Yukarıdaki bilgilerin ışığında bu makalede, TRT Repertuarında yer alan 4200 türkünün isimlerinde en sık geçen renklerin ve yine Türkülerin sözlerinde en sık geçen sayıların ifadeleri, Anadolu insanının yaşamında önemli bir yer tutan inanç ekseninde ortaya konulmaya çalışılacaktır. 84 Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN RENKLERLE İLGİLİ İNANMALAR AĞ – AK: Beyaz Ak (beyaz) saflığı, temizliği, arılığı ve duruluğu ifade eder. .Tasavvufta gül İslam’ı temsil eder. Bu nedenle Hz. Muhammed’e beyaz gül uygun görülmüştür. Ayrıca Ak sözcüğü, “Asya Türkçesinde Güney yönünün simgesidir” (Eyüboğlu, 1998:37). TRT Repertuarında yer alan ak ile ilgili Türkü örnekleri şunlardır: EZGİ ADI YÖRESİ AK BUĞDAYIM BUĞDAYIM UŞAK/Eşme 3553 AK ÇALININ DİBİNDE KAVAĞA BAK KAVAĞA ERZİNCAN 1418 AK ÇEŞMENİN TAŞLARI İZMİR/Bergama AK DEVEM DÜZDEN GELİR İÇEL/Silifke/Anamur AK FASULLE OLDU MU BURDUR/Altınyayla (Dirmil) 1349 AK GÜVERCİN OLAYDIM RUMELİ/Deliorman 2787 AK KOYUNUM YÜZ OLSA BURDUR/Aziziye Köyü 3593 AK KOYUNUN AKLIĞI DENİZLİ/Çivril 3132 AK PINAR YAPISINA GÜN DOĞMUŞ KAPISINA BALIKESİ /Sındırgı AK ÜZÜMÜ ÜZÜMÜ ANKARA/Çubuk 2980 AK ÜZÜMÜN SALKIMI MANİSA 3538 AKÇA FERİKLER İNCE FERİKLER ERZURUM AĞ ELİME MOR KINALAR YAKTILAR DENİZLİ/Acıpayam AĞ KEÇİ GELMİŞ OĞLAĞIN İSTER YOZGAT/Akdağmadeni 1412 AK BAKIRLAR SUSUZ KALDI RUMELİ/Silistre/Aşağıbağva 3371 AK BAKRAÇLAR SUSUZ GALDI SİNOP 3515 AK ÇEŞMEDEN SULAR İÇTİM KANMADIM ANTALYA/Elmalı AK ENTERİ GEYME DEDİM DENİZLİ/Acıpayam/Gümüş Köyü 3811 AK SİNNE'YE VARDIM KOYUN YAYMAYA NİĞDE 2253 AK TAŞ DİYE BELEDİĞİM GÜNEYDOĞU ANADOLU 1530 BEYAZ FESLİ ESMER AKSARAY/Baymış Köyü BEYAZ GEYME TOZ OLUR BOLU 1422 BEYAZ GÜL KIRMIZI GÜL KERKÜK 3071 Rep.No 234 910 576 938 7 925 448 85 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 KARA – GARA: Siyah “Kara sözcüğü, “Asya Türkçesinde, kuzey yönünü gösterir.Ancak Anadolu insanında karaya karşı olumsuz bir tutum, yıkıcı bir inanç vardır. Kara, bir renk, bir boya olarak genellikle uğursuz sayılır, yerici bir anlamda söylenir. Bunun kökeni, karanlığın bilinmeyen, ürkütücü bir nitelik taşıması, ölenlerin karanlık bir evrende türlü acılarla karşılaşacağıdır. Halk inançlarında karayılan, kara kedi, karasinek, kara domuz, kara köpek genellikle uğurlu sayılmaz. Halk sevilen, uğurlu olduğuna inanılan hayvanların çoğunun kara olmadığı kanısındadır” (Eyüboğlu, 1998:124) “Kara renk, çirkinliği ve sevimsizliği simgelediği gibi, kaba gücü ve bundan ötürü yiğitliği de simgeler” (Hançerlioğlu, 2000:240). Bu bağlamda, kara rengin halk arasında kullanıldığı şekliyle kara yağız (esmer yiğit), gözü kara (korkusuz) deyimlerinde olduğu gibi olumlu anlamları da bulunmaktadır. Kara ile ilgili TRT Repertuarında yer alan Türkü örnekleri aşağıda belirtilmiştir: EZGİ ADI YÖRESİ GARA GABAK KÖKENİ DENİZLİ/Çivril/Çapak Köyü 3421 GARA CAMIŞLARI VURDUM BAYIRA ERZURUM 1516 GARA GUŞ YUVA YAPMIŞ ERZURUM/Aşkale 1217 GARA GUŞUN HAVADA OLUR OYUNU ANKARA/Şereflikoçhisar 2719 GARA TİREN GAY DA GEL SİVAS/Kangal/Acıyurt Köyü 4017 GARA YAYLANIN ÇAMLARI DENİZLİ/Tavas 3258 KARA KOYUN GÜDERSİN BURDUR/Bucak 2060 KARA KUŞUN YÜKSEKTEDİR OYUNU EDİRNE 1800 KARA TİREN GELMEZ M'OLA MALATYA 3486 KARA YER KARA YERDE VAN/Erciş 2198 KARADAĞ'DA DÜŞMAN TOPU PATLIYOR KARS 1142 KARADAĞ'DA DÜŞMAN TOPU PATLIYOR KARS 1142 KARADENİZ GÜMBÜR GÜMBÜR GÜMELER KOCAELİ/Kandıra 93 KARA BÜBER AŞ OLMAZ ORTA ANADOLU 1723 KARA ÇADIRIMDA VARDIR ÜÇ DİREK UŞAK/Banaz 3315 KARA ÇADIRIN KIZI ŞANLIURFA 2045 KARA ÇADIR DÜZDEDİR KAHRAMANMARAŞ KARA DA GOÇUN BOYNUZU AFYON/ Bolvadin 86 Rep.No 767 1724 Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN Halk arasında yârin kara kaşı, kara gözü, siyah saçı aranılan beğenilen özellikler olarak Türkülerimizde yer almışlardır. Bu Türkülerle ilgili örnekler şunlardır: EZGİ ADI YÖRESİ KARA KAŞ ALTINA ÇEKMİŞ SÜRMELER ANKARA/Şereflikoçhisar 847 KARA KAŞ BOYANIR MI ISPARTA/Eğirdir 682 KARA KAŞLAR KARA GÖZLER SENDE VAR ÇORUM/Sungurlu 2307 KARADIR KAŞLARIN FERMAN YAZDIRIR ZONGULDAK 2610 KARA KAŞLAR KARA GÖZLER SENDE VAR ÇORUM/Sungurlu 2307 GARA GÖZÜN AY BADAM AZERBAYCAN 1493 SİYAH PERÇEMLERİN GONCA YÜZLERİN TUNCELİ/Pertek 606 SİYAH ZÜLFÜN TELLERİNE ŞANLIURFA/Siverek 581 SİYAH ZÜLFÜN DESTE DESTE ERZURUM 2092 SİYAH PERÇEMİNİ DÖKMÜŞ YÜZÜNE ERZİNCAN/Tercan 2748 Rep.No YEŞİL “Yeşil kelimesi, “Türkçe dirilik bildiren yaş sözcüğünden türemiştir. Genelde diri, canlı anlamındadır. Kökeni çok tanrıcı dinlerdir. Özellikle sıcak günlerin başlamasıyla ortalığa bir dirlik verdiği, canlılık yaydığı varsayılan bolluk tanrıçasıyla (Ana-Tanrıça) bağlantılıdır. Tek tanrıcı dinlere sonradan girmiştir. Çorak, verimsiz yerlerde, çöllerde yaşayan insanların yeşile karşı derin bir özlemi vardır. İslâm dininde cennetin (bahçe, bağ) yeşille simgelenmesi, içinde akarsuların, geniş yeşil alanların bulunduğu izleniminin yayılması doğduğu bölgenin doğal yapısından kaynaklanmaktadır. Anadolu halk şiirinde yeşil sözcüğü en çok kullanılan bir dil varlığıdır. Karacaoğlan’ın şiirlerinde yeşil, odak kavram durumundadır. Yeşil sözcüğü bolluk, verimlilik, gençlik, dirilik, süreklilik, güçlülük ve benzeri değişik anlamları içerir. Nitekim halk dilinde yeşillenmek, yeşil görmek, yeşile çıkmak, yeşile susamak, yeşil olmak vb. pek çok deyim vardır” (Eyüboğlu, 1998:128). Yeşille ilgili Türkü örnekleri şunlardır: EZGİ ADI YÖRESİ YEŞİL GEY YEŞİL KUŞAN İZMİR/Ödemiş 519 YEŞİL GİY YEŞİL KUŞAN DENİZLİ/Sarayköy 3488 YEŞİL İPEK BÜKENE KARABÜK/Safranbolu 2361 YEŞİL İPEK BÜKERİM ARDAHAN/Hanak 3974 YEŞİL İPEK BÜKEYİM KAYSERİ 2362 YEŞİL KURBAĞALAR ÖTER GÖLLERDE RUMELİ 3033 Rep.No 87 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 EZGİ ADI YÖRESİ YEŞİL OLUR SANDIKLI'NIN BİBERİ AFYON/Sandıklı 479 YEŞİL OLUR ŞU DİRMİL'İN BİBERİ BURDUR/Dirmil-Gölhisar 1401 YEŞİL ÖRDEK GİBİ DALDIM GÖLLERE SİVAS/Zara 2363 YEŞİL YAPRAK ARASINDA KIRMIZI GÜL GONCA KIRŞEHİR 2834 YEŞİLLİM YELDEN YELE ADANA/Karaisalı 3228 YEŞİL AYNA TAKINDIN MI BELİNE YOZGAT 2360 YEŞİL DAYLER KIRKLARELİ 1148 YEŞİL ÖRDEK OLSAM YARİN GÖLÜNDE ŞANLIURFA 2529 AL YEŞİL GİYMİŞ ALLANIR ERZURUM 511 AL YEŞİL DÖKÜN ANNELER ŞANLIURFA 1757 AL YEŞİL GEYİNMİŞ GELİNE BAKIN MALATYA 1410 Rep.No SAYILARLA İLGİLİ İNANMALAR: Sayılar, Anadolu insanının yaşamında hep önemli yer tutmuş formel unsurlardır. Anadolu insanı için bazı sayılar bulundukları sosyo-kültürel yapıya göre kutsallık taşırlar. Bilim insanları da tarih boyunca birçok şeyi sayılarla açıklamaya çalışmışlar ve sayıların gizli bir gücü olduğu konusunda birleşmişlerdir. Bu noktadan hareketle, konuyla ilgili sayısız çalışmalar yapılarak sonuçlar elde edilmeye çalışmışlardır. Birler, üçler, beşler, yediler, kırklar vb. sayıların gerek günlük yaşantımızda gerekse dini uygulamalarda neyi çağrıştırdığı veya hangi anlamlara geldikleri irdelenmiş ve çeşitli sonuçlar elde edilmiştir. Hemen her tarikatta (dört kapı, on makam, üç sünnet, yedi farz, on iki hizmet, kırk ve bin bir günlük çile vb.) rakamlarla ilgili bir takım değerlendirmelerin yapıldığı görülür. Ayrıca Mevlevî tarikatı içinde de sayıların çok önemli olduğu, adâb ve erkân anlatılırken bazı sayıların ön plana çıktığı görülmektedir. Dört, yedi, onsekiz, kırk, bin bir gibi sayılar, Mevlevî tarikatında daha bir önem kazanmıştır. Bu noktadan hareketle Türkülerimizde en sık kullanılan sayıların inanç bağlamında karşılıkları şunlardır: Bir (1), bütün dinler için kutsaldır; çünkü yaratanı ve tekliği simgelemektedir. İslâm’da bir olan, tek olan Allah’tır. Allah sözcüğünün ilk harfi olan elif 1 şeklindedir ve ebced hesabındaki değeri 1’dir. Mevlevî semâsında da semâzenin semâya başlamadan önceki ellerini omuzlarına çapraz koyarak duruşu, Arapça’da alfabenin ilk harfi olan elif harfini temsil eder. 88 Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN İki (2), ayrılma (mutlak İlahi birlikten ayrı düşme) anlamına gelir. 2 tüm yaratılanları temsil eder. Kuran'ın ilk cümlesi olan besmelenin ilk harfi b ile başlar ve bu alfabenin 2. harfi olup, sayısal değeri 2'dir. Üç (3), İslâmi gizemcilere göre, insanların yolu 3 türdür; şeriat, tarikat, hakikat. Ve nefis de 3 derecelidir (kötülüğü emreden, kendini suçlayan, huzur içinde olan) 3'ler, 7'ler, 40'lar anlayışı da yücelik mertebelerini işaret eden rakamlardır. Dört (4), Dünya düzeninin simgesidir, adaleti simgeler. 4'ün bilinen diğer özellikleri; 4 elementi (su, hava, toprak, ateş) ve 4 yönü (doğu, batı, kuzey, güney), 4 mevsimi, ayın 4 şekil göstermesini, 4 büyük meleği temsil ettiği gibi 4 aynı zamanda iyi niyet, dostluk, yardım ve hoşgörüyü temsil eder. Allah isminin yazılışı da hem İslâm’da hem diğer dinlerde 4 harflidir. Tarikatlarda inanılan yine dört kapı; şeriat, tarikat, marifet, hakikat kapılarıdır. Beş (5), genellikle yaşadığımız dünyayı temsil eder ve insanoğlu hayatı 5 duyu ile algılar. El ve ayaklarımızda bulunan parmak sayıları beştir. Ayrıca İslâm dininde Namaz ibadeti beş vakit için emredilmiştir. Yedi (7) sayısının kutsallığı birçok yerde karşımıza çıkmaktadır. Eskiden dünyanın sabit durduğu ve etrafında da yedi gezegenin döndüğü inancı vardı. Bu gezegenler Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Ay ve Güneş’tir. İnsanoğlu her gezegenin bir gök katında olduğu düşündüğü için “Göğün yedi katı” deyimi belleklere yer etmiştir. Bu nedenle de her gezegenin kutsal bir gün olduğu düşüncesi, bir haftayı yediye bölmüştür. Haftanın günlerinden Pazartesi Ay, Salı Mars, Çarşamba Merkür, Perşembe Jüpiter, Cuma Venüs, Cumartesi Satürn, Pazar ise Güneş ile alakalıdır. Bununla birlikte Tevrat’ta Tanrı’nın dünyayı altı günde yarattığı, yedinci günde dinlendiğini yazması, yedi rakamını uğurlu bir sayı yapmıştır. İnsanın yüzünde yedi delik (2 göz, 2 kulak, 2 burun, 1 ağız) vardır. Arapçada “seba” olarak adlandırılan yedi sayısının kutsallığına inanılmıştır. Yedi sayısı Mevlevîlikte de kullanılmıştır. Zikir olarak kabul edilen semâ töreni yedi bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm, Na’t ile başlar; ikinci bölüm, kudüme vurulan darbedir yani “ol” emrini temsil eder; üçüncü bölüm, ney taksimidir; dördüncü bölüm, Sultan Veled devridir; beşinci bölüm, semâ törenidir ve dört selamdır: altıncı bölüm, Kur’an-ı Kerim’in okunmasıdır; Yedinci bölüm ise, bütün insanların ruhu için okunan Fatiha ve ardından yapılan duadır. Sekiz (8), fazilet, ahlak, kararlılık ve aklı simgeler. Sağlamlık, mutluluk, zıtlık ve gizli tarafları bildirir. 7 cehennem, 8 cennet, 8 melek inancı vardır. Bektâşilikte 8 uçmak deyimi mevcuttur ki; uçmak cennet demektir. Dokuz (9), doğruluk, yüceliğin, bağımsızlığın işaretidir. Sayıların özüdür çünkü içinde 3 tane 3 vardır. İslâm anlayışına göre evren 9 felek (göksel küre)den oluşmuştur 89 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 On (10), tamlık, mükemmelliktir. İslâm'da cennetle müjdelenen 10 sahabe vardır. Kırk (40) sayısı da birçok kültürde önemli ve mistik bir sayı olarak karşımıza çıkmıştır. Kırk ayısı ile ilgili halk arasında söylenen birçok deyim vardır. Kırklara karışmak, kırk gün kırk gece, kırk parçaya bölünmek, kırk yiğitler, kırk dereden su getirmek, kırk tarakta bezi bulunmak, kırk akşamın delisi, kırk çarşamba bir arada, kırk evin nankör kedisi, kırk gün düşünsem aklıma gelmez, kılı kırk yarmak, kırk bir kere maşallah, kırklanmak gibi. Hz. Muhammed’in isminin (Arap alfabesiyle yazılışında) başında ve ortasında bulunan mim harfinin sayısal değeri 40′tır. İsminden mim harfi çıkarıldığı zaman Ahad kelimesi kalır ki bu da ALLAH’ın isimlerinden olup, tek demektir 40 sayısı, hazırlık ve tamlık, olgunluğa erişme, dualitenin bitip ve bütün olan anlayışın başlaması demektir. Peygambere 40 yaşında peygamberliğin verilmesi, 40 kişinin peygambere bağlanması, kadınlarda hamileliğin 40 hafta sürmesi yani bir bebeğin oluşum sürecini 40 haftada tamamlaması, 40 yaşından sonra insanın olgunluk devresinin başladığı inancı vb. şeyler, bu sayının kutsallığını sağlayan nedenlerdir. Zamana işaret eden 4′ün ve bilgi demek olan 10′un çarpımıdır. Kutsal metinlerde 40 gün veya 40 yıl arınma bekleme veya hazırlanma süresidir. İslâm Mistisizmine göre Sufinin 40 günlük inzivaya katlanması şarttır. “Muhammed’in Miraç’tan dönerken Ali ile karşılaşması, başlarının Ali olduğu bir toplantıda kırk kişinin bulunması.. Biz kırk kişiyiz birbirimizi bilir sözü bu dönemden kalmadır. Anadolu inançlarında yedi sayısı, onun yansıttığı anlayış üçle, kırkla yan yana gider.”(Eyüboğlu, 1998:223) “Mevlevîlerin 40 gün süreli ve düzenli olarak çektikleri çile kelimesi, Farsçada ve Arapçada da kırk anlamlarına karşılık gelen kelimelerdir. Farsçada “çihl”, Arapçada da “erbain” kelimeleri kırk anlamına gelmektedir. Bundan dolayı Mevlevî adâb ve erkânında dervişler, 40 günlük çileye girerek tasavvuf yolunda olgunlaşma eğitimini alırlar. Mevlevîlikte çile çekmek, Tanrı’da razı olmak anlamındadır ve “bu yol rıza pazarıdır” sözü, atasözü olarak kullanılmıştır. Aynı zamanda rıza kelimesinin ebcet hesabına göre karşılığı 1001’dir” (Gölpınarlı 2006: 50). Bütün bu açıklamaların ışığında, inanç ekseninde Türkülerimizde yer alan belli başlı sayılara ait Türkü örnekleri aşağıda belirtilmiştir: 90 Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN BİR EZGİ ADI YÖRESİ BİR DARACIK PENCERE ŞANLIURFA 1423 BİR EVLER YAPTIRDIM (ALAYBEY) TEKİRDAĞ/Şarköy 2797 BİR GÜL EKTİM DUVARA ERZURUM 2270 BİR TAŞ ATTIM ALICA KONYA/Bozkır 2462 BİR DURNA UÇURDUM HUBLAR GÖLÜNDEN KAHRAMANMARAŞ/Elbistan 2795 BİR OF ÇEKSEM KARŞIKİ DAĞLAR YIKILIR ORTA ANADOLU 208 BİR SANDIĞIM VARDIR SIRMADAN TELDEN ERZURUM - BAYBURT 2079 BİR YİĞİT GURBETE GİTSE KIRIKKALE/Keskin 647 BİR YILDIZ DOĞDU YÜCEDEN NİĞDE 3300 BİR BÖLÜK AĞCA KIZLAR VAN/Erciş 286 BİR GEMİM VAR ADALARA YASLANIR ANKARA 1359 BİR GÖMLEK GİYER KISARAK ÇANKIRI 978 BİR OK ATTIM VIZILADI KIRŞEHİR/Mucur 423 BİR SİGARA VER BANA SİVAS 413 BİR TÜRKÜ DİYECEĞİM RİZE 387 BİR TAŞ ATTIM ÇAYA DÜŞTÜ ELAZIĞ 979 BİR TEL ÇEKTİM MARDİN'DEN (SABİHA) MARDİN 3399 BİR KELME SÖZÜN DEYDİ HATRİME AZERBAYCAN 3897 Rep.No İKİ EZGİ ADI YÖRESİ İKİ ASLAN BİR KAYADA YASLANIR BURSA/Karacabey 1153 İKİ BACI ÇIKMIŞ TAKKADAN BAKAR ŞANLIURFA 3690 İKİ BÜLBÜL DERELERDE ÜN EDER KÜTAHYA 1303 İKİ BÜLBÜL GELDİ KONDU ÇİMENE ANKARA 1437 İKİ DAĞIN ARASINDA KALMIŞAM ŞANLIURFA İKİ DAĞIN ARASINDA KALMIŞAM ERZURUM 1152 İKİ DE BÜLBÜL BİR DEREDE ÖTÜŞÜR TRABZON 2814 İKİ DE DERVİŞ GELİR POSDU POSDUNDAN AFYON 2815 İKİ DİLBER SÖYLEŞİRLER RUMELİ 1436 İKİ DÖNE BİR KUŞ İDİ KARS/Sarıkamış 2156 Rep.No 32 91 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 EZGİ ADI YÖRESİ Rep.No İKİ DURNAM GELİR AŞEDEN AKLI KARELİ RUMELİ 2946 İKİ DURNAM GELMİŞ AKLI KARELİ KONYA İKİ DURNAM GELMİŞ YOLDA YORULMUŞ ORDU/Mesudiye 1151 İKİ DURNAM VARDIR AKLI KARELİ NİĞDE 1780 İKİ KEKLİK BİR KAYADA ÖTÜYOR BALIKESİR 1171 İKİ BÜLBÜL KONMUŞ DAĞLAR BAŞINA ISPARTA/Senirkent 3561 İKİ DURNAM GELİR DE BAĞDAT ELİNDEN MANİSA/Gördes 3458 İKİ KIZ GİDER DÜĞÜNE ADIYAMAN 2945 731 ÜÇ EZGİ ADI YÖRESİ Rep.No ÜÇ ÇINAR ALTINDA LAMBALAR YANAR RUMELİ 4081 ÜÇ DERVİŞ GELİYOR CİVANIM ŞAMDAN O YANI ESKİŞEHİR/Çifteler Han 3577 ÜÇ GUŞUDUK DA UÇARIDIK HAVADA AFYON/Felelli Köyü 3696 ÜÇ GÜN EVVEL GELDİ GELİN ALICI SİNOP ÜÇ GÜZEL OTURMUŞ GERGEFİN İŞLER KOCAELİ/Kandıra 1141 ÜÇ GÜZEL OTURMUŞ İSKAMBİL OYNAR KASTAMONU 1851 ÜÇ GÜZELLER ALLARI GEYMİŞ RUMELİ 2689 ÜÇ KARDEŞTİK GETTİK GEYİK AVINA DİYARBAKIR 2194 ÜÇ KUŞ İDİK UÇAR İDİK HAVADA KASTAMONU 3468 ÜÇ BEŞ AŞIK BİR ARAYA GELMİŞLER SİVAS/Tokuş Köyü 2750 146 DÖRT EZGİ ADI YÖRESİ DEĞİRMEN DÖRT DOLANIR SİVAS/Bostankaya 2800 DİYARBAKIR DÖRT KÖŞE DİYARBAKIR 2184 KİRAZ DALDA DÖRT OLUR ISPARTA 2167 BİNGÖL DÖRT DAĞ İÇİNDE (DELİLEY) BİNGÖL 3555 DERSİM DÖRT DAĞ İÇİNDE TUNCELİ 1274 EFELER GELİYOR DÖRT ATLI MANİSA/Akhisar 3449 FERACE'M DE DÖRT DUVARDA AFYON 3119 92 Rep.No Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN EZGİ ADI YÖRESİ Rep.No IĞIKİ'NİN DÖRT ETRAFI BAHÇALAR ELAZIĞ 2247 IĞIKİ'NİN DÖRT ETRAFI BAHÇALAR ELAZIĞ 2247 MENDİLİMİN DÖRT UCU BURSA 3709 KAYSERİ/Bünyan 2634 ŞANLIURFA 3962 ÇORUM 3225 SEVDİĞİM ÜSTÜNE DÖRT LİBAS GEYMİŞ URFA'NIN DÖRT ETRAFI BAHÇALAR GEZSEM DE DÜNYANIN DÖRT BUCAĞINI BEŞ EZGİ ADI YÖRESİ BİTLİS'TE BEŞ MİNARE BİTLİS 2226 BEŞ ATAR DA TABANCAMIN ŞERİDİ BURDUR 3720 BEŞPARMAK DAĞI SIRA KIBRIS 976 BEŞPARMAKTAN İNMEM BEN MUĞLA/Fethiye 985 BİR GİDER DE BEŞ ARDIMA BAKARIM KÜTAHYA BİR GİDERİM BEŞ ARDIMA BAKARIM KARABÜK/Safranbolu 1055 ÜÇ BEŞ AŞIK BİR ARAYA GELMİŞLER SİVAS/Tokuş Köyü 2750 Rep.No 98 YEDİ EZGİ ADI YÖRESİ Rep.No AĞLAMA KAZİBEM SIZLAMA KAZİBEM Söz- YEDİ SENEYE VARMADAN KÂZİBE'M BEN YİNE DÖNERİM EDİRNE 1798 ALLI DA YEMENİM Söz-YEDİ MENDİL ÇÜRÜTTÜM GAZİANTEP 94 BAŞIMDA TÜLBENDİM AĞLADIM GÜLMEDİM Söz- YEDİ SENE OKUDUM YOZGAT / Boğazlıyan 49 BİR GARİP BAŞINAN GALDIM ARADA Söz- DERVİŞ OLSAM GEZSEM YEDİ OBAYI MALATYA 2400 BOYAKÇI'NIN GELİNİ Söz- YEDİ GARDAŞA DEĞER VAN/Erciş 712 BU DAĞIN KARI MENEM Söz- YEDİ YIL YERDE YATSAM ŞANLIURFA 2639 93 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 EZGİ ADI YÖRESİ BÜLBÜLÜMÜN KAFESİ Söz- YEDİ GAT BÜKE BÜKE ERZURUM 1928 CİGARA ATTIM YARA Söz- YEDİ YIL SENİ SEVDİM ERZURUM 3498 ÇAYIR DEĞİL ÇİMENLİKTE EVİM VAR Söz- YEDİ SENE OLDU YÂR SEVDANA DÜŞELİ AFYON/Dinar 1887 ÇAYIRDA BULDUM SENİ Söz- YEDİ GÜVERCİN VURDUM KASTAMONU/ İnebolu DABANCAM KARADAĞLI Söz-YEDİ YERDE YAREM VAR BİLECİK / Bozüyük Rep.No 989 1989 SEKİZ EZGİ ADI YÖRESİ AKÇEŞMEDEN SULAR İÇTİM KANMADIM Söz- SEKİZ DOKUZ YERİMDEN KURŞUN YEDİM ÖLMEDİM AK GÜVERCİN OLAYDIM Söz- KETEN GÖMLEK SEKİZ KAT ANTALYA / Elmalı Rep.No 925 RUMELİ / Deliorman 2787 GÖLE GİDELİM GÖLE (CİMDALLI) Söz- ELMAYI SEKİZ DİLDİM ANKARA 2890 HAMAM YAPTIM TAŞINA Söz- TEREKTE SEKİZ ELMA TOKAT / Reşadiye/Bereketli 2941 KIRCAALİ'YLE ARDA ARASI (DERYALAR) Söz- SAAT SEKİZ SIRASI RUMELİ 2221 DOKUZ EZGİ ADI YÖRESİ AÇIL EY ÖMRÜMÜN VARI BAD-I SABAH OLMADAN Söz- DOKUZ TELLİ SAZINAN ORTA ANADOLU 3375 AKÇEŞMEDEN SULAR İÇTİM KANMADIM Söz- SEKİZ DOKUZ YERİMDEN KURŞUN YEDİM ÖLMEDİM ANTALYA/Elmalı 925 AYŞE DEDİM ADINA Söz- İSTANBUL’UN GIZLARI DOKUZ KÖŞELİ UŞAK/Bağbaşı Köyü 94 Rep.No 3430 Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN EZGİ ADI YÖRESİ AYVA DİBİ SERİN OLUR Söz- DOKUZ YERİMDEN KURŞUN YEDİM ÖLMEDİM BURDUR/Kozağacı EKİNLER EKİLİRKEN Söz- DOKUZ DESTE GÜL ALDIM UŞAK EVİMİZİN ÖNÜ ÇAYDIR Söz- ÜÇ GÜNÜM DOKUZ AYDIR BURSA/Orhaneli YOZGAT’IN MAHLESİNDE GÖREMEDİM Söz- BUGÜN TAM DOKUZ GÜNDÜR YOZGAT YÖRÜ GÜZEL YÖRÜ YOLUNDAN KALMA Söz- YÂRIN GERDANINDA DOKUZ KAT DÜĞME TOKAT/Artova/Tozanlı Rep.No 3463 688 3357 747 3446 ON EZGİ ADI YÖRESİ ARG ALTINDA BENDİM VAR Söz- ON GOÇTAN GURBANIM VAR ÇANKIRI AŞAĞIDAN GELİYOR FADİMEM Söz- AŞAĞIDAN GELİYOR ON KADAR UŞAK 553 AŞKINLA PERİŞAN YARİ GÖRÜNCE Söz- ELİNE ALINCA ON TELLİ SAZI ÇANKIRI 935 BAĞLAMAM ALTIN TELDEN Söz- ÇALARIM ON ZİLDEN GİRESUN 3387 BAHÇALARDA KUM DARI Söz- ON PARMAĞI KINALI MUĞLA/Fethiye BEN YARE YOLLADIM BİR ELMAS KUTU Söz- KUTUNUN İÇİNDE ON TÜRLÜ KOKU BİLECİK/Kendirli Köyü 1340 ÇIKSAM A URUMELİN DÜZÜNE Söz- ON PARMAĞI ELİNE RUMELİ/Deliorman 4071 ÇİFTE KONAĞIN GELİNİ Söz- İSTER OLSUN ON GARDAŞIN ERZİNCAN 3413 DAM ÜSTÜNDE ÇUL SERER Söz- GÜNDE ON ÇEŞİT GİYER SİVAS/Divriği DUR YERİNDE HANIM DUR YERİNDE Söz- ON YIL BEKLEDİM YOLLARINDA BAYBURT Rep.No 1867 72 646 1531 95 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 EZGİ ADI YÖRESİ EVLERİNİN ÖNÜ YALDIZ PİYADE Söz- ON YÜK ŞEFTALİYE KIZLAR ÇANKIRI/Çerkeş Rep.No 1574 HEKİMOĞLU DERLER BENİM ASLIMA ORDU/Fatsa Söz- BİR OMUZDAN BİR OMUZA ON ARMA FİŞEK 110 MENDİLİ OYALADIM Söz- ON ADIMDIR ARASI BALIKESİR/Türkali Köyü 144 OY KEMENÇE KEMENÇE Söz- ON PARMAKTAN OLAMAM ORDU 2044 SARI GIZIN AYAĞINDA YEMENİ Söz- ON LİRALIK KEMER BELİNE AZDIR GİRESUN/Görele/Çavuşlu Köyü 1834 SARILI YAZMAMI YIRTAR EKLERİM Söz- ON YIL OLSA YÂR YOLLARIN BEKLERİM KÜTAHYA/Tavşanlı/Yörgüç Köyü 884 KIRK EZGİ ADI YÖRESİ ADIM ADIM HAK YOLUNA VARAYIM Söz- KIRK KAPININ KİLİDİYİM --------- ASMALI MENCERE Söz- MERDİVANIM KIRK AYAK İZMİR/Karaburun BADE İÇERLER NAZINAN Söz- KIRK İNCE BELLİ KIZININ ERZURUM 1495 BEN BİR YAKUP İDİM KENDİ HALIMDA Söz- YUSUF'U ÇIKARDI KIRK ARŞIN KUYUDAN ŞANLIURFA 2466 DAM BAŞINDA DURAN KIZ Söz- KIRK AYAK MERDİVENDEN ELAZIĞ 4036 DARBUKA ÇALA ÇALA Söz- KIRK TEPENİN TEPESİ KOCAELİ/Kandıra 2488 ELA GÖZLÜ PİRİM GELDİ Söz- DÖRT KAPIYI KIRK MAKAMI ERZİNCAN/Tercan 3404 HANGİ BAĞIN BAĞBANISAN GÜLÜSEN Söz- KIRK YIL KALSA YİNE KENDİ MALIMSAN DİYARBAKIR 2846 HOZURDAYOR AŞAĞI İMARET ARISI KASTAMONU Söz- KIRK ÇEŞMEDEN SULAR İÇTİM KANMADIM 1845 96 Rep.No 2861 490 Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN EZGİ ADI YÖRESİ KIRKLAR BİATINA VARDIM Söz- KIRK YIL KAZANDA DUR KAYNA MANİSA/Kula 2952 KURBANLAR TIĞLANIP GÜLBENK ÇEKİLDİ Söz- ERENLER YOLUNDA KIRK SAVAŞIMI SİVAS/Divriği 3052 MERDİVANIM KIRK AYAK Söz- KIRKINA VURDUM DAYAK KIRŞEHİR/Çiçekdağı 1116 ÖTME BÜLBÜL ÖTME ŞEN DEĞİL BAĞIM Söz- KIRK YIL DAĞDA GEZDİM GEYİKLERİNEN GEYİKLERİNEN SARI GIZI ALDIM ÇIKTIM YAYLAYA Söz- KIRK PARÇADAN SARİ DA GIZIN BOHÇASI SİVAS/Divriği/Mursal Köyü ERZURUM Rep.No 203 1402 SONUÇLAR Anadolu İnançları, Anadolu insanının günlük yaşamına yön veren ve sorgulamasız olarak birbirine aktardığı kabullenmelerdir. İnançların somut varlıklarla ile ilgili olanları doğa olaylarını, soyut varlıklar ile ilgili olanları ise insanlarımızın kendi belleğinde oluşturduklarını içerir. Anadolu inançlarında renklerin ifadeleri şunlardır: Ak saflığı, temizliği, arılığı ve duruluğu temsil eder ve güneyin simgesidir. Kara, genellikle kötülüğü ve uğursuzluğu ifade eder. Ancak kara yağız ve gözü kara deyimleri yiğitliği ve gücü, yârin kara kaşı, kara gözü, siyah saçı ise bir beğeniyi ifade eder. Asya Türkçesinde yön olarak kuzeyi gösterir. Yeşil, bolluk, verimlilik, gençlik, dirilik, süreklilik, güçlülük ve benzeri değişik anlamları içerir. Anadolu inançlarında ifadesini bulan ak, kara ve yeşil renklerinin Türkü isimlerinde sıklıkla kullanıldığı tespit edilmiştir. Anadolu inançlarında sayıların ifadeleri şunlardır: Bir, bütün dinler için kutsaldır; çünkü yaratanı ve tekliği simgelemektedir. İki, ayrılma (mutlak İlahi birlikten ayrı düşme) anlamına gelir. 2 tüm yaratılanları temsil eder. 97 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Üç, İslâmi gizemcilere göre, insanların yolu 3 türdür; şeriat, tarikat, hakikat. Nefis de 3 derecelidir (kötülüğü emreden, kendini suçlayan, huzur içinde olan) Dört, dünya düzeninin simgesidir, adaleti simgeler. Beş, genellikle yaşadığımız dünyayı temsil eder ve insanoğlu hayatı 5 duyu ile algılar. El ve ayaklarımızda bulunan parmak sayıları beştir. Ayrıca İslâm dininde Namaz ibadeti beş vakit için emredilmiştir. Yedi sayısının kutsallığı birçok yerde karşımıza çıkmaktadır. Eskiden dünyanın sabit durduğu ve etrafında da yedi gezegenin döndüğü inancı vardı. Bu gezegenler Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter, Satürn, Ay ve Güneş’tir. İnsanoğlu her gezegenin bir gök katında olduğu düşündüğü için “Göğün yedi katı” deyimi belleklere yer etmiştir. Tevrat’ta Tanrı’nın dünyayı altı günde yarattığı, yedinci günde dinlendiğini yazması, yedi rakamını uğurlu bir sayı yapmıştır. Arapçada “seba” olarak adlandırılan yedi sayısının kutsallığına inanılmıştır. Yedi sayısı Mevlevîlikte de kullanılmıştır. Zikir olarak kabul edilen semâ töreni yedi bölümden oluşmaktadır. Sekiz, fazilet, ahlak, kararlılık ve aklı simgeler. Dokuz, doğruluk, yüceliğin, bağımsızlığın işaretidir. Sayıların özüdür çünkü içinde 3 tane 3 vardır. İslâm anlayışına göre evren 9 felek (göksel küre)den oluşmuştur. On, tamlık, mükemmelliktir. İslâm'da cennetle müjdelenen 10 sahabe vardır. Kırk sayısı, hazırlık ve tamlık, olgunluğa erişme, dualitenin bitip ve bütün olan anlayışın başlaması demektir. Anadolu inançlarında ifadesini bulan bir, iki, üç,dört, beş, yedi, sekiz, dokuz, on ve kırk sayılarının Türkü sözlerinde sıklıkla kullanıldığı tespit edilmiştir. Yukarıda yer alan Türkülere ilişkin tespitlere, TRT'nin 2006 yılında yayımladığı 4200 Türküden oluşan “Türk Halk Müziği Sözlü Eserler Antolojisi 1-2 ” adlı eserin incelenmesi sonucunda ulaşılmıştır. Bu araştırma, Anadolu halkının yaşamına yön veren inançların renkler ve sayılar örneklerinde Türkülere yansımasının ortaya konulduğu bir durum tespitini içermektedir. Elde edilen verilerin sosyolojik açıdan irdelenmesinin, çalışmanın daha işlevsel hale gelmesini sağlayacağı, bu yolla halk kültürüne ve dolayısıyla halk bilimine önemli bir katkı sağlayacağı öngörülmektedir. 98 Anadolu İnançları Ekseninde Türkülerimizde Renklerin ve Sayıların Gizemi / M. Ö. UZUN KAYNAKÇA BAŞGÖZ, İlhan. (2008). Türkü. İstanbul: Pan Yayıncılık ERHAT, Azra.(2010). Mitoloji Sözlüğü. İstanbul:Remzi Kitabevi A.Ş. EYUBOĞLU, İsmet Zeki .(1998 ). Anadolu İnançları,Anadolu Üçlemesi 1-2. İstanbul:Gökkuşağı Matbaacılık. GÖLPINARLI, Abdülbaki. (2006). Mevlevî Adâb ve Erkânı. İstanbul: İnkılâp Yayınevi, İkinci Basım, HANÇERLİOĞLU, Orhan. (2000). Dünya İnançları Sözlüğü. İstanbul: Remzi Kitabevi KARASAR, Niyazi. (1999). Bilimsel Araştırma Yöntemi.İstanbul: Nobel Yayınları. ÖGEL, Bahaeddin. (1993). Türk Mitolojisi.Ankara:Türk Tarih Kurumu Basımevi. TÜRKÇE SÖZLÜK . (2009). Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Dil Kurumu Yayınları. TÜRK HALK MÜZİĞİ SÖZLÜ ESERLER ANTOLOJİSİ 1-2 (2006). Ankara: TRT Müzik Dairesi Yayınları. TÜRKİYE'DE HALK AĞZINDAN DERLEME SÖZLÜĞÜ IV. (2009). Ankara:Türk Dil Kurumu Yayınları. 99 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 100 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY AYAKKABI MODASI PERSPEKTİFİNDE KAHRAMANMARAŞ ÇARIK VE YEMENİLERİNİN YAŞAM SEYRİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Review of Kahramanmaraş Sandal’s and Flat-Heeled Shoes’s Progress Through the Perspective of Shoe Fashion * Songül KURU , A. Candan PAKSOY ** Özet: Kültürler arası etkileşimlerden birisi de ülkelerin geleneksel el sanatları kültürleridir. Anadolu da çok zengin bir el sanatı kültürüne sahiptir. Anadolu kültüründe yer alan Osmanlı çarıkları ve yemenileri 1800’lü yıllarda başlayan Köşkerlik mesleğinin ürünleri olup 670 Yıllık geleneğe dayanır. Osmanlı çarığının sürdürülebilirliği, Avrupa Birliğinin desteklediği çok kültürlülüğün korunmasına yönelik çalışmalar çerçevesinde gerek kamu gerekse sivil toplum kuruluşları tarafından yürütülen çeşitli projeler ile moda, ev tekstili ve ayakkabı tasarımı ve benzeri alanlarda aranmaktadır. Bu bildirinin amacı; Osmanlı çarıkları ve yemenilerini form ve diğer detay özellikleri açısından geçmişten günümüze yaşam seyrindeki değişimi incelemektir. Geleneksel Türk el sanatlarından birisi olan çarıklar ve yemenilerin; korunması, yaşatılması ve kültürel devamlılığının sürdürülmesine, bölgesellikten evrenselliğe taşınmasına, ayakkabı endüstrisindeki kullanımının yaygınlaştırılmasına, çarık ve yemeni yapımı ile geçimini sağlayan zanaatkârların yaşatılmasına katkı sağlanması hedeflenmektedir. Çalışmanın temel dayanağı basılı ve online literatür kaynaklar ile Kahramanmaraş ilinde çarık ve yemeni yapan ustalarla görüşmelerden elde edilen verilerdir ve veriler yalnız Kahramanmaraş ili ile sınırlıdır. Bildiride sırasıyla, Türklerde ayakkabı kültürü ve Kahramanmaraş’ta köşkerlik ürünleri hakkında bilgi verilerek geçmişten günümüze kullanım amaçlarından bahsedilmiştir. Devamında ayakkabı modası perspektifinde çarığın yaşatılması ve gelecekteki yaşam seyrinin devamlılığı için uygun görülen öneriler sunulmuştur. Anahtar kelimeler: Ayakkabı modası, Kahramanmaraş, Çarık, Yemeni, Osmanlı Abstract: One of the significant intercultural interactions is the traditional handcraft cultures of countries. Anatolian is a very rich land in terms of handcraft culture. Ottoman sandals that constitute a significant place in Anatolian culture are the products of a profession called * Yrd. Doç. Atılım Üniversitesi, Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü, Ankara, [email protected] ** Öğretmen, Altındağ Atatürk Kız Teknik ve Meslek Lisesi Ayakkabı Saraciye Teknolojisi Alanı, Ankara, [email protected] 101 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 ‘köşgerlik’ and goes back to a 670 years old tradition. Maintainability of Ottoman sandal and flat-heeled shoe depends on various projects such as fashion, home textile, shoe design that are carried out by public and non-governmental organizations as part of the European Union’s studies aimed at protecting multiculturalism. The aim of this paper is to analyze the change of Ottoman sandal and flat-heeled shoe from past to present in terms of form and other details. In this way, the aim is to help the protection of sandals, which is one of the Turkish handicrafts, and ensuring their cultural continuity besides carrying them from a regional level to a global one, to disseminate the use of them in shoe industry and to support craftsman who continue their living through making sandals. The basic foundation of this study is the data that are gathered through online literature resources and meetings with Sandal and flat-heeled shoe craftsman in Kahramanmaraş and the data is only limited with Kahramanmaraş. In the paper, the short history of sandal and flat-heeled shoe are presented and the intended purpose of their use from past to present in Kahramanmaraş are mentioned. Afterwards, in order to ensure the continuity of sandals are presented in the details and proper advices are given for ensuring the future of sandals. Key words: Shoe fashion, Kahramanmaraş, Sandal, Flat-Heeled Shoe, Ottoman. 1. GİRİŞ Ayakkabı; eski çağlardan bu yana, insanların doğa koşullarından korunma ihtiyacından ortaya çıkmış bir ayak giysisidir. Öncelikle ayağı dış etkilerden korumak amacıyla yapılmış, tarihin farklı dönemlerinde kullanım amaçlarına uygun, teknolojiyle birlikte değişen malzeme çeşitliliği ve farklı tasarımlarda ayakkabı kendi modasını yaratmıştır. Günümüz modasında ayakkabı; aksesuar olma niteliği de taşıyarak hızlı tüketim anlayışını destekleyen, dış giyimle bütünlük sağlayan bir giysi olmuştur. İnsanların kültürel ve sosyal durumlarını da belirleyen ayakkabı, bot, çizme, mest, sandalet, nalın, takunya, terlik, çedik, potin, iskarpin ve benzeri isimler alarak, Türk kültürünün bir parçası olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Başlangıçta doğal deri kullanılarak yapım aşamaları gerçekleştirilen ayakkabının günümüz modasındaki şeklini ve değişen yerini alıncaya kadar birçok aşamadan geçtiği görülmektedir. Ayakkabı, tüketime dayalı ekonomik gelişmeler ve şehir yaşamının gereklilikleri, insanların kendilerini ifade etmede sosyal ve statü göstergesi saydıkları çok önemli bir araç olmuştur. Ayakkabı modasının kendini yenilemekten doğan ihtiyacı geçmiş yılların ihtiyacı ile bugünün beğenilerini birleştirmiştir. Türk kültüründe yer alan kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarından “köşkerlik” ürünlerinin günümüze uyarlanarak kullanılması yeni bir moda yaratmıştır. 102 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY 2. TÜRKLERDE AYAKKABI KÜLTÜRÜ VE MARAŞ’TA KÖŞKERLİK ÜRÜNLERİ Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden Türkler, kültürlerini de beraberlerinde taşıyarak her türlü alışkanlık ve geleneklerini sürdürmüşlerdir. Özellikle tarım ve hayvancılıkla uğraşan kesim, Anadolu’nun hemen her yerinde hayvan yetiştiriciliğine bağlı olarak dericilik ve ayakkabıcıkla uğraşmışlardır. Orta Asya’da yapılan kazılarda bulunan çizme ve çarıklar eski Türklerde deri işleme ve ayakkabı yapımının gelişmiş olduğunun göstermektedir (Kuru, Paksoy, 2008: 2). Türklerdeki tarım ile hayvancılığın birlikte yürütülmesini kolaylaştırmak amacıyla dağlık ve ovalık arazilerde kurulan Osmanlı şehirleri, çevre ile olduğu kadar kendi köyleri ve kasabaları arasında canlı bir ticarete sahip, kültürel ve idarî merkezlerdi. Maraş şehri de bu özellikleri ile her zaman önemli bir dinî, idarî ve ticari bir merkez olmuştur. Aksu, Erkenez, Ceyhan ırmaklarının suladığı bir ovaya sahip olan Kahramanmaraş, yazları rüzgârlı ve serin, baharda yağışlı, kışları ise soğuk iklime sahiptir. Tarım, bahçe ve bağcılık merkezinde kurulmuş olan Kahramanmaraş zengin dağları ve yaylaları ile de hayvancılığa elverişli bir yerdir. Maraş konar-göçerlerin, çiftçilerin, dağ köylülerinin ve tüccarların buluşma yeri haline gelmiştir. Osmanlının son döneminde bir yandan azınlıkların önemli varlığı nedeniyle azınlık ayaklanmalarına maruz kalırken, diğer yandan hem Kafkasya göçmenlerinin ve hem de yerli konargöçerlerin yerleştirildiği bir bölge olmuştur (Yetişkin 2007: 3). Osmanlının son döneminde Halep eyaletine bağlı Maraş sancağı, Ermeniler için her zaman önemli bir yerleşim yeri olmuş ve Ermeniler orada oldukça iyi ekonomik koşullara sahip bir azınlık olarak yaşamışlardır. Şehirdeki ticaret, esnaflık, tıp, kuyumculuk ve diğer birçok zanaat kolları ve para getiren işler ve uğraşlar büyük ölçüde Ermenilerin kontrolü altında kalmıştır (Yetişkin 2005: 2). Maraş’ta özellikle Ermeniler, XVI. Yüzyılda Anadolu, Akdeniz, Hindistan ve İran’ın ticari faaliyetlerinde önemli rol oynamışlardır. Maraş’ta Ermeniler, ticari şirketler kurarak halkın yaptığı ürünleri başta İngiltere, Fransa ve Almanya, İtalya olmak üzere birçok ülkeye pazarlayarak ticaretten büyük bir zenginlik elde etmişlerdir. Aynı zamanda el sanatlarının her bir alanında zanaatkâr olarak da yer almışlardır. Maraş tarihinde Mezopotamya ve Kuzey Suriye’ye giden kervanların güzergâhında olmasından dolayı, her zaman önemli bir merkez olmuştur. Kentin bu konumu, ekonomik faaliyetlerini yönlendiren faktörlerden birisidir (Günay 2010:163173). Maraş Osmanlı ordularının Suriye, Mısır, Arabistan, Irak ve İran’a yaptığı seferlerde büyük bir üs ve ulaştırma merkezi olarak görev yapmış ve ordunun 103 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 ihtiyaçları ise şehrin çarşılarından karşılanmıştır. Osmanlı ordusu saraçlık ve köşkerlik gibi deri ürünleri ihtiyacının tamamına yakınını Maraş’tan karşılamaktaydı. Maraş’ı çeşitli zamanlarda ziyaret eden Evliya Çelebi (1648), Ch. Texier (1832) ve V. Cuinet (1892) gibi seyyahlar şehrin ticari potansiyelinden övgüyle bahsederek, el sanatlarının çok gelişmiş olduğunu belirtmişlerdir (Özkarcı 2012: 1-2). Maraş dokuma, ayakkabıcılık, bakırcılık, dericilik ve oymacılık gibi küçük çaplı sanayi kollarında önemli gelişmeler göstermiştir. Burada üretilen mobilyalar, ayakkabılar ve diğer mallar tüm ülke içerisine satıldığı gibi, yurt dışına da ihraç edilmekteydi (Özkarcı 2012: 17). Besim Atalay’a göre, Maraş’ta en gelişmiş sanat kolu dericiliktir. Şehirde 350 debbağhane ve 170 usta, papuccu (ayakkabıcı) vardır (Yetişkin 2007: 10). Kahramanmaraş’ta geleneksel yöntemle elde tabaklanan sığır derilerine “gön”, modern deri fabrikalarında kimyasal maddelerle işlenen sığır derilerine de “kösele” denilmektedir. Kahramanmaraş’taki köşker ve saraçlar gönlerin, köseleye göre hem daha sağlam, hem de daha sağlıklı olduğunu belirterek ürünlerinin tamamında gön kullanmaktadırlar (Özkarcı 2012: 6). Kahramanmaraş’ın Türk El sanatları tarihinde müstesna bir yeri vardır. El sanatları geniş ve derin tarihi sebebiyle zengin bir muhtevaya sahiptir. Bu zenginlik Orta Asya Türk kültür ve sanat kaynağına varan bir bağlantıyı gösterir. Kahramanmaraşlı ustaların büyük emek ve sabırla sürdürdükleri el sanatları, Türk el sanatlarının binlerce yıllık sürekliliğini de ortaya koymaktadır (Özkarcı 2012: 1-2). Maraş’ta üretilen ürünlerin kaliteli ve düzgün üretimi için 1800’lü yıllarda Maraş’ta köşker esnafının bir teşkilatı ve bu teşkilatın yasalarının olduğu da bilinmektedir. Ahi Evran toplantısı da dedikleri toplantılarında ayakkabıcı esnafları hakkında çeşitli kararlar aldıkları açıklanmaktadır. Kahramanmaraş’ta yapılan ayakkabıların kökeni Orta Asya’da Hun sanatına kadar dayanmaktadır. Köşkerlerin yaptığı bu ürünler çok çeşitli olup edik, başmak, yemeni, çarık, çedik, sokman, oguk (çizme), isimleri ile günümüze kadar ulaşmıştır. Ayakkabılara renklerine göre farklı farklı anlamlarda yüklenmiştir. Orta Asya Türk tarihinde “kırmızı çizme” ile “kırmızı kemer” hükümdarlık sembolü sayılmıştır. Avrupalı seyyahlara göre, Anadolu’daki Türklerin “sarı çizme” giydiği kayıtlarda geçmektedir. Batılı kaynaklarda “sarı çizme giymek” deyişinin Türkçede, “dünyada en üst mertebeye erişmek” manasına geldiği ifade edilmiştir. (Özkarcı 2012: 5). Evliya Çelebi 17. Yüzyılın Maraş’ını anlatırken kadınların ayaklarına Sarı çizme giydiklerinden bahseder (Karlıklı 2001: 53). Kahramanmaraş’ta bu zanaatla uğraşan ustalardan Alaaddin Kopar; Maraş’ta üretilen pabuçlarda beş renk kullanılırdı. Bu renkler tesadüfen değil kullanım alanlarına göre seçilirdi. Yeni yetişen gençler (kız-erkek) 104 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY portakal ya da narçiçeği kırmızısı, daha olgun gençlere kırmızı pabuçlar yapılırdı. Evli olanlar; sarı, hardal rengi pabuç giyerlerdi. Hatta annemin anlattığına göre; yeni evlenen genç kızlar, hardal rengi edik gelmezse baba evinden çıkmak istemezmiş. Çünkü hediye gelen dörtlük ya da sekizlik mecidiyeler ağzı geniş bir pabuç olan edikten sığarmış. Gelin çocuk sahibi olduktan sonra artık siyah pabuç giymeye başlardı. Dul kadınlar ise yeşil pabuç giyerlerdi. Hatta anlatılana göre dul kadınların talipleri onları ayaklarındaki yeşil pabuçtan anlar, evlerini öğrenmek için takip ederlerdi. diye anlatmaktadır (Günay 2010: 169). Naksali’ye göre; basit bir ayakkabı çeşidi hatta önemsiz bir ayrıntı olarak düşündüğümüz çarık günlük hayatımızda, adetlerimizde, gelenek, göreneklerimizde ve dilimizde küçümsenemeyecek bir yer tutmakta ve kültür zenginliğimize zenginlik katmaktadır. 2.1. Kahramanmaraş’ta Yapılan Köşkerlik Ürünleri Hakkında Genel Bilgi Kahramanmaraş’ta dericiliğin önemli bir kolu olarak yer alan “köşkerlik”, Türklerin 1085 yılında bu bölgeye yerleşimleri ile başlayan bir sürece dayanır. Orta Asya'da doğmuş, Anadolu Selçukluları Döneminde örgütlenerek gelişmiş, Dulkadiroğluları ve Osmanlı imparatorluğu Döneminde işlenmiş deri ve deri ürünlerinin kalitesiyle zirveye ulaşmış olduğu kaynaklarda geçmektedir. Kahramanmaraş’ta köşkerlik sanatı 1940’lı yıllara kadar en parlak dönemini yaşamış ve imal edilen ürünlerin geneli ihraç edilmiştir (Özkarcı 2012: 5). Fotoğraf 1-2: Karadağ çarığı (Kuru ve Paksoy, 2013) 105 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Fotoğraf 3: Yemeni (Kuru ve Paksoy, 2013) Günümüzde imalatı tek olan Kahramanmaraş çarıkları 1800'lü yıllarda köşker diye adlandırdığımız ayakkabı yapım ustalarından Salman Kopar, ondan sonrada oğlu Mehmet Kopar, 1944 yılında Mehmet oğlu Allaatin Kopar, 1975 yılında Allaatin oğlu Hüseyin Kopar, 1998 yılında Allaatin oğlu Mehmet Kopar ve 2000 yılında Hüseyin oğlu Fatih Kopar dedelerinden bu yana gelen sanatı yaşatmaya çalışmaktadırlar (Özdemir, Kayabaşı 2005: 76). İnsan ihtiyaçlarının farklılaşması ile birlikte ayakkabının fabrikasyon üretimi “köşkerliğin” kaybolmaya aday meslekler arasında yer almasına sebep olmuştur. Kahramanmaraş’ta “Kopar ailesi” bu sanatı dedelerinden bu yana sürdürerek bugüne taşımışlardır. Günümüze uyarlayarak modernize ettikleri ürün modelleri dikkat çekici özellikte olup, turizme ve Maraş ekonomisine de katkı sağlamaktadır. Çarık: Uygurlardan beri bilinmekte olan çarık kelimesi; eski Türkçe, orta Türkçe ve eski Anadolu Türkçesinde çaruk şeklinde idi. Osmanlı Türkçesinde hem çaruk hem de çarık şekli kullanılmıştır (Naskali 2003: 39). Sağol, “Ayakkabı Kelimelerinde Anlam Değişmeleri” adlı makalesinde çarık kelimesinin Arapça ve Farsça karşılıklarına ve lehçelerdeki durumuna göre çarığın karşılıklarını maddeleyerek izah etmiştir. 1. Çarık (kelimeye bir yerde “keçe çorabın üzerine giyilen karda kullanılan deriden yapılma” olarak, diğer bir yerde ise “deri tabanlı ve üst kısmı sicimli” olarak açıklama getirilmiştir. 2. Çizme 3. Kundura 4. Postal 5. Terlik (Sağol 2003: 24). 106 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY “Koçu (1996: 64), çarığı, Türk Giyim Kuşam Süslenme Sözlüğünde (H. Kazım, Büyük Türk Lugatı) köylümüzün en yaygın ve en makbul ayakkabısı; “aslı Farsça çaruğ ismidir” şeklinde tanımlamıştır Çarık, Osmanlıdan cumhuriyetin ilk yıllarına kadar köylünün giydiği kullanımı en yaygın ayakkabıdır. Çarık, ayağın tabanının dan parmak üstlerine kadar, ayağın etrafı ile topuğu kapatacak şekilde tek parça gönden, sırımla bağlanarak ayağa giyilecek şekilde yapılır. Çarığın en makbulü, tuzla terbiye edilerek gölgede kurutulmuş deriden (gönden) tek parça olarak yapılanıdır. Başmak ve Yemeni: “Kısa kenarlı, kırmızı ve sair renkte (sarı yahut siyah) sahtiyandan yapılır. Kaba pabuç ki avam giyer” (Şemseddin Sami, Kaamusu Türki). Bir erkek ayakkabısıdır (Koçu 1996: 246). Şen (2003: 5), Ayakkabı ile ilgili kelimeler üzerine” adlı makalesinde Osmanlı Türkçesinde “başmak” genel olarak ayakkabı anlamına gelen bir kelime olduğundan bahsederek Yemeniyi; sahtiyandan yapılan, avam tabakasına mensup erkeklerin giydiği, üstü ayak parmakları ve incik kemiği görünecek kadar açık, ökçeli ve kaba bir ayakkabı olarak tanımlar.” Başmak ise üstü yemeniye göre daha kapalı, burnu küt ve yuvarlak, arka kısmı sert bir ayakkabıydı. Yine Osmanlılarda ayakkabı imal edip satan ve tamir eden kimselere de başmakçı denmekteydi. “Göçebe Türklerde ayakkabı kültürü” makalesinde Yüce (2003: 323-325), Yemeninin en çok kadınların giydiği bir ayakkabı türü olduğundan bahsetmektedir. Bunun düz yemeni, tokalı yemeni veya güllü yemeni denen türleri olduğundan da bahsetmektedir. Aynı zamanda yemeninin ökçeli olması, yürürken ayağın kaymamasına yardımcı olacağı için pek çok kimse tarafından tercih edildiğini de anlatır. Yemenilerde renkli iplerden oluşan toka veya gül süs unsuru olup, tamamen isteğe göre sadece kadınların giydikleri yemenilerde olduğunu da söylemektedir Fotoğraf 4-5-6: Süsleme teknikleri kullanilarak yapilan yemeniler (Hüseyin-Mehmet Kopar) (Kuru ve Paksoy, 2013) 107 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Kahramanmaraş kervan yollarının geçiş güzergâhı, konar göçerlerin yaşadığı ve Osmanlının son döneminde Kafkasya göçmenlerinin yerleştirildiği bir bölge olmuştur. Bu nedenle farklı toplulukların yaşam biçimleri, kültürleri ve benzeri özellikleri Kahramanmaraş’ta yapılan yemenilerin ürün çeşitliliğinin çok olmasında önemli bir etken olmuştur. 2.2. Yemeninin Yapım Aşamaları Tabaklanarak ve kök boya ile istenilen renkte boyanan derilerden yapılan yemeninin tabanında camız ve manda köselesi kullanılarak astarda koyun derisi kullanılmaktadır. Taban kalıba uygun şablon (ıstampa) ile kesilir. Sayanın dikiminde kenar kıyı ve biyeleri keçi derisi kıyılık dönme dikişi yapılır. Yemeninin, taban ile yüzün birleştirilmesi bizle açılan deliklerden ters dikiş ile yapılır. Bu işlemler sırasında kesinlikle yapıştırıcı kullanılmadığı gibi dikimde kullanılan pamuklu ipliğin sağlamlaştırılması balmumu ile yapılmaktadır. Fotoğraf 7-8: Saya ile taban birleştirme (Kuru ve Paksoy, 2013) Taban ile yüzün tersten birleştirilmesinden sonra, yemeninin ıslatma işlemi ile derinin yumuşatılması sağlanır. 108 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY Fotoğraf 9-10-11: Ters dikiş ile birleştirilmiş yemeni ve ıslatma işlemi (Kuru ve Paksoy, 2013) Elde dikilerek çevrilen yemeni, su içerisinde bekletilerek yumuşatıldıktan sonra, ayağın şeklini alabilmesi için kalıba giydirilerek kurumaya bırakılır. 109 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Fotoğraf 12-13-14: Kalıba giydirme ve boyanmış yemeni (Kuru ve Paksoy, 2013) Kalıpta son şeklini alan yemeni, derinin doğal rengi ya da toprak ve ağaç köklerinden elde edilen boyalarla boyanır. En çok kullanılan renkler siyah, kırmızı, yeşil, portakal ve sarıdır. İsteğe göre mor, pembe, mavi ve benzeri renklerde kullanılmaktadır. Saya da yapılan model değişiklikleri yemeninin farklı isimler almasına sağlamaktadır. Tokalı Osmanlı yemenisi: Yemeninin yapım aşamaları ile aynı malzemelerin kullanıldığı tokalı Osmanlı yemenisinin farkı bağlamak için kullanılan tokasıdır. Modaya uygun farklı renklerde yapılan Tokalı Osmanlı yemenisi geçmişten bugüne yapım tekniği değişmeden günümüze kadar gelmiştir. 110 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY Fotoğraf 15-16-17-18: Tokalı Osmanlı yemenileri (Kuru ve Paksoy, 2013) Saray Yemenisi: Yemeninin sayasının iki parça halinde farklı dikiş teknikleri kullanılarak birleştirildiği ayakkabı modelidir. Özkarcı, saray yemenisinin Osmanlı döneminde devlet adamlarının sarayda terlik olarak kullandıklarını söylemektedir. Yemeninin yapılış esasına dayalı olarak yapılan bu model, iki parça halinde yapılan sayanın farklı malzemeler, saraç dikişi süsleme teknikleri ile model değişimleri yapılmaktadır (Özkarcı 2012: 10). Fotoğraf 19: Saray Yemenileri (Hüseyin Kopar) 111 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Fotoğraf 20-21-22: Saray Yemenileri (Mehmet Kambur) (Kuru ve Paksoy, 2013) Kelik: Koncu incik kemikleri üzerine çıkan, önden deri bağcıkla kapanan, postalın kısa olanı da diyebileceğimiz ayakkabı türüdür. Tabanda manda derisi, saya kısmında dana derisi kullanılır. Ağız kenarında ve bağcık altında kalan (kepez) kısmın kenarlarında yüz ile farklı renk de koyun derisi ile kıyılık ile temizleme yapılır. Kahramanmaraş halk ağzında kullanılan “Kelik” Hayati Vasfi Taşyürek’in “Lügatçemiz” şiirinde yer almaktadır. Yemeniye kelik, yoğurda katık, Bulgur pilavına aş derler bizde. Genç horoza celfin, pilice ferik, Kümese yollarken kış derler bizde. Kelik, Osmanlı döneminde çok giyilen postala göre daha sade ve yazlık olarak yapılmış bir ayakkabı türü olarak da kaynaklarda geçmektedir. Kelik, günümüz ayakkabı modasında en çok kullanılan kısa bot modellerinden olup, modernize edilerek farklı malzemeler de kullanılarak üretilmektedir. 112 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY Fotoğraf 23-24: Kelik (Hüseyin Kopar) Fotoğraf 25-26: Kelik (Mehmet Kambur Koleksiyonu) (Kuru ve Paksoy, 2013) Postal: Yüce, “Göçebe Türklerde Ayakkabı Kültürü” makalesinde Postal (Farsça>Postgal) tanımlar; konç denen üst kısmı keçi derisinden, topukları örtecek uzunlukta tabanı sığır dersi köseleden ökçesiz ve tabanın uç kısmı sivri, kayık burnu gibi yukarı kıvrık, çok kayan ve bu yüzden giyeni sık sık düşüren bir ayakkabı türüdür (Bu postal denen ayakkabı türünün, bugün askerlerin giydiği potin veya bot cinsinden olan ayakkabı türüyle karıştırmamak gerekir. Bunlar birbirinden farklı ayakkabıdır). Postalın koncunun ön kısmı açık olur, bu açıklığın arasında kulak veya dil denen bir meşin parça bulunurdu. Postal da tıpkı yemeni gibi elde dikilen, fakat sadece erkeklerin giydiği bir ayakkabı türüydü (Yüce 2003: 325). Koçu (1996: 193), amele, işçi ve askerde nefer ayakları için yapılan kaba potinlere de “Postal” denilir, demektedir. Genel olarak yapım tekniği ve aynı malzemelerin kullanıldığı postal, 113 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Kahramanmaraşlı köşkerlerimizin yaptığı “Nakışlı postal”, Osmanlı döneminde yapılan ürünlerin kalitesi ile köşkerlerin işlerine verdikleri önem ve zanaatkarlıklarının göstergesi olarak günümüze ulaşmıştır. Yapılan ürünlerin farklılık yaratan özellikleri Kahramanmaraş’ta el sanatlarına verilen değeri de ortaya koymaktadır. Günümüzde Kopar ailesinin yaptığı ürünlerde görülen farklı tasarımlar da, dededen toruna kadar uzanan bu zanaatın devamı görülmektedir. Fotoğraf 27: Postal (Mehmet Kopar) Fotoğraf 28-29:Postal (Mehmet Kambur Koleksiyonu) (Kuru ve Paksoy, 2013) 114 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY Fotoğraf 30-31-32-33: Nakışlı postal (Mehmet Kambur Koleksiyonu) (Kuru ve Paksoy, 2013) Fotoğraf 34-35-36-37-38: Yemeni (Mehmet Kambur Koleksiyonu) (Kuru ve Paksoy, 2013) Fotoğraf 39-40: Sim sırma süslemeli yemeni ve edik (Mehmet Kopar) (Kuru ve Paksoy, 2013) 115 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Edik: Sağol (2003: 24), ediğin “çizme“ anlamında kullanılan ilk kelime olduğunu söylemektedir. “Ayakkabı Kelimelerindeki Anlam Değişmeleri” adlı makalesinde, kelimeyi Pakalın’ın tanımından vermektedir.” Sefere gidilirken “çedik” üzerine giyilen çizmenin öteki ismi idi, çekme de denilirdi demektedir. Kahramanmaraş’ta daha çok kadınlar tarafından giyilen ediğin topuk kısmına nalça çakılarak erkek ediklerinden farklı yapılmıştır. Özkarcı, önceden düğünlerde gelinlerin edik giydiklerinden bahsederek, edik giymenin belli bir olgunluk, liyakat ve yetişkinlik gibi derin manaları da olduğu ve sosyal hayattaki öneminden bahsetmektedir (Özkarcı 2012: 8). Kahramanmaraş’ta çok farklı şekillerde yapılan edikler günümüzde de farklı malzemeler kullanılarak yapılmaktadır. Fotoğraf 41-42-43: Edik (Hüseyin–Mehmet Kopar) (Kuru ve Paksoy, 2013) Fotoğraf 44-45-46-47: Edik (Hüseyin –Mehmet Kopar) (Kuru ve Paksoy, 2013) 116 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY 3. AMAÇ Osmanlı çarıkları ve yemenilerinin form ve diğer detay özellikleri açısından geçmişten günümüze yaşam seyrindeki değişimini incelemektir. Çalışma ile geleneksel Türk el sanatlarından birisi olan çarıklar ve yemenilerinin, korunması yaşatılması ve kültürel devamlılığının sürdürülebilmesi, bölgesellikten evrenselliğe taşınması, ayakkabı endüstrisindeki kullanımının yaygınlaştırılması ve çarık ve yemeni yapımı ile geçimini sağlayan zanaatkârların yaşatılmasına katkı sağlanması hedeflenmektedir. 4. YÖNTEM Araştırmada betimsel yöntem kullanılmıştır. Çalışmanın temel dayanağı basılı ve online literatür kaynaklar ile Kahramanmaraş ilinde çarık ve yemeni yapan ustalarla görüşmelerden elde edilen verilerdir. Veriler yalnız Kahramanmaraş ili ile sınırlıdır. 5. BULGULAR VE YORUM Osmanlı döneminde altın çağını yaşayan köşkerlik mesleği, birçok el zanaatı mesleğinde olduğu gibi, günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş meslekler arasında yer almıştır. Osmanlı döneminde köşkerlik mesleğini yapan çok sayıda zanaatkâr olmasına rağmen, Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Kahramanmaraş’ta da bu mesleği yapan çok az sayıda usta kalmıştır. Önemli bir kültür mirasımız olan köşkerlik mesleği ile ilgili önlemler alınmadığı takdirde, Alaadin Kopar ve oğulları Hüseyin, Mehmet ve Fatih Kopar bu mesleği sürdüren Kahramanmaraş’taki son ustalar olabilir. Bu ustalarla 07.08.2013 tarihinde yapılan görüşmeden elde edilen veriler tablolaştırılarak yorumlanmıştır. Tablo 1: Kahramanmaraş’ta çarık/yemeni yapımının başlama yılı Çarık yapımının başlama yılı Kahramanmaraş, Dulkadiroğlu ve Osmanlı dönemlerinde kervanların geçtiği konaklama yeri olmuştur. Yapımı Dulkadiroğlu Beyliğine kadar dayanan Kahramanmaraş çarıkları/ yemenileri, göçebe kervanlarının ticareti ile varlığını sürdürmüştür. Şehir Dulkadiroğlu ve Osmanlı döneminde gelişmiş bir sosyal görünüm arz etmektedir. Tablo 1’de görüldüğü gibi Kahramanmaraş’ta çarığın ve yemeninin yapımı çok eski yıllara dayanmaktadır. Kervan yollarının Kahramanmaraş’tan geçmesi şehrin 117 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 ticaretini her bakımdan etkilemiştir. Kervanların dinlenmek için konaklaması şehirde alışverişi hareketlendirerek konar-göçerlerin yiyecek, giyim, ayakkabı ve benzeri ihtiyaçlarını karşılayan bir şehir olmuştur. Buda şehrin ekonomisine önemli bir katkı sağlamıştır. Tablo 2: Kahramanmaraş’ta Osmanlı döneminde üretilen çarık ve yemenilerde Türk Kültürünün izleri Üretilen çarıklarda Türk kültürünün izleri Osmanlı döneminde üretilen çarıklarda Türk kültürü ve Arap kültürünün izlerini görmek mümkündür. Tablo 2’de görüldüğü gibi, çarık ustaları Kahramanmaraş’ta çarık ve yemenilerin yapımında Türk kültürünün izleri ile birlikte Arap kültürünün izlerinin de görüldüğünü ifade etmişlerdir. Bununla birlikte kaynaklara göre, Maraş’ta Osmanlı döneminde Ermenilerin, ticari şirketler kurarak halkın yaptığı ürünleri başta İngiltere, Fransa ve Almanya, İtalya olmak üzere birçok ülkeye pazarlayarak ticarette önemli rol oynadıkları ifade edilmektedir. Tablo 3: Kahramanmaraş’ta Osmanlı Döneminde Çarık/Yemeni Yapan Usta Sayısı Çarık yapan usta sayısı Osmanlı döneminde Kahramanmaraş’ta 170 usta 350 debbağhanenin var olduğu bilinmektedir. Kahramanmaraş, Dulkadiroğlu ve Osmanlı dönemlerinde kervanların geçtiği konaklama yeri olmuştur. Yapımı Orta Asya’dan başlayarak Dulkadiroğlu Beyliği ve Osmanlı’ya dayanan Kahramanmaraş çarık ve yemenileri, göçebe kervanlarının ticareti ile varlığını sürdürmüştür. Kaynaklara göre; Osmanlı ordusunun çarık, yemeni ve çizme ihtiyacının Maraşlı ustalar tarafından karşılandığı ifade edilmektedir. Osmanlı döneminde Kahramanmaraş’ta 170 civarında çarık ustası ve 350 var debbağhanenin olduğu düşünüldüğünde, köşkerlik mesleğin şehrin ticaretine önemli katkı sağladığı görülebilir. 118 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY Tablo 4: Osmanlı dönemi çarık ve yemenileri ile günümüz çarık ve yemenilerinin model farklılıkları Model farklılıkları Kahramanmaraş’ta Osmanlı döneminde yapılan çarıklar ile günümüzde yapılan çarıklar arasında model özellikleri açısından fark vardır. Osmanlıda döneminde 7 çarık modeli yapılmıştır. Günümüzde ise modanın etkisiyle değişime uğramıştır. Günümüzde 36 çeşit çarık modeli yapılmaktadır. Modaya ve müşteri ihtiyacına göre daha fazla model de çalışılabilir. Görüşmede, Osmanlı döneminde Kahramanmaraş’ta yapılan çarık ve yemenilerin model sayısının çok az olduğu günümüzde ise, çarık/yemeni modeli sayısının 36 olduğu ifade edilmiştir. Model sayısındaki artışın moda trendleri müşteri istekleri ile şekillendiği ifade edilebilir. Tablo 5: Osmanlı döneminde çarık ve yemeni yapımında kullanılan hayvan derileri Kullanılan hayvan derileri O dönemde yetiştirilen deve, keçi, sığır ve manda derisi kullanılmıştır. Osmanlı döneminde Maraş’ta dericilik önemli bir sektördür. Bu sektörde yer alan debbağlar, sığır ve manda derisini işleyerek kösele, keçi ve koyun derisinden sahtiyan ve meşin yapmışlardır. Kahramanmaraş’taki köşker ve saraçlar gönlerin, köseleye göre hem daha sağlam, hem de daha sağlıklı olduğunu belirterek ürünlerinin tamamında gön kullanmışlardır (Özkarcı 2012: 6). Tablo 6: Osmanlı döneminde Kahramanmaraş çarıkları ve yemenilerinin ticaretteki yeri Kahramanmaraş Çarıklarının Ticaretteki Yeri Osmanlı döneminde Anadolu’nun en fazla çarık/yemeni imalatı Kahramanmaraş’ta yapılmıştır. Bunun nedeni ise konargöçerler ve kervanların geçiş güzergâhında olmasıdır. Çarık/yemeni ustaları, Osmanlı döneminde en fazla ayakkabı imalatının Kahramanmaraş’ta yapıldığını ifade etmişlerdir. Bunun nedenini ise kervanların geçiş ve konaklama güzergâhında olmasına bağlamışlardır. Şehrin geçiş noktası ve 119 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 konaklama güzergâhında olması ile birlikte kaynaklara göre, Osmanlı ordusunun ihtiyaçlarının karşılaması da etkili olmuştur. Tablo 7: Osmanlı döneminde Kahramanmaraş çarıkları ve yemenilerinin ihracat durumu Çarıkların ihracat durumu Osmanlı döneminde Kahramanmaraş çarıkları ve yemenileri batı Trakya, Mısır ve Arabistan gibi birçok ülkeye gönderiliyordu. Çeşitli kaynaklarda belirtildiği gibi Osmanlıda en parlak dönemini yaşayan çarık ve yemeniler halkın, kervanların ve ordunun ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bununla birlikte dışarıya da ihracat yapılmıştır. Hem iç talepleri karşılayan hem de dış ülkelere satışı yapılan çarık ve yemeninin Maraş ekonomisine önemli katkı verdiği anlaşılmaktadır. Özkarcı, Maraş çarşılarının zengin, bedestenlerinin işlek olduğunu belirterek, çeşitli yerlerden gelen kervanların mallarını indirip, şehirde üretilen ürünleri yükledikten sonra devletin dört bucağına dağıldıklarını belirtir (Özkarcı 2012: 1). Tablo 8: Günümüzde çarık ve yemeni yapımında kullanılan hayvan derileri Çarık yapımında kullanılan deriler Manda, sığır, dana, keçi ve koyun derisi kullanılmaktadır. Kahramanmaraş’ta günümüzde üretilen çarık ve yemenilerde manda, sığır, dana, keçi ve koyun derisinin kullanıldığı anlaşılmaktadır. Ülkemizde manda üretimi azaldığı için kemik tarakçılık ve benzeri birçok meslek yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle manda derisi çarık ve yemeni üretiminde tercih edilmesine rağmen günümüzde üretimi az olduğu için fazla kullanılamadığı bilinmektedir. Tablo 9: Çarık ve yemeni yapımında deri seçerken öncelikleriniz Deri seçerken öncelikler Çarık yapımında deri seçimi en önemli bir konudur. Çarığın kalitesini etkiler. Deri seçimi yaparken moda, mevsimsel farklılıkları ve modelini dikkate alırız. 120 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY Çarık ve yemeni yapımında deri seçiminin önemli olduğunu ifade eden dört ustanın da, deri seçimi yaparken modayı dikkate aldıklarını ve bununla birlikte mevsim ve modeli de göz önünde bulundurarak hangi deriyi kullanacaklarına karar verdiklerini ifade etmişlerdir. Tablo 10: Osmanlı dönemi ve günümüz çarık ve yemenilerinde yapım farkları Çarık yapım farkları Tamamen Osmanlı dönemindeki çarık ve yemeni yapımına sadık kalarak çalışıyoruz. Çarığın yapım aşamaları Osmanlı döneminde olduğu gibi, (dikim, boyama ve benzeri) tamamen elde yapılmaktadır. Ustalar, Osmanlı döneminde olduğu gibi çarık ve yemeni yapımının her aşamasını el işçiliği ile gerçekleştirdiklerini ifade etmişlerdir. Osmanlıda olduğu gibi tüm aşamaları el işçiliğine dayanan çarık yapımı zanaatında, yozlaşma olmadan bu mesleğin halen aynı usullerle icra edildiği anlaşılmaktadır. Tablo 11: Çarık ve yemeni yapımında yaş gruplarını ve cinsiyeti dikkate alma Yaş grupları ve cinsiyet Çarık ve yemeni yapımında yaş gruplarını ve cinsiyeti dikkate alıyoruz. Çarıkları kadın ve erkeklere yapıyoruz. Son dönemde öncelikle ergen çağdakilere daha çok önem veriyoruz. Dört çarık ve yemeni ustası da her iki cinsiyete göre çarık yaptıklarını fakat son dönemde ergen çağdakilere daha çok önem verdiklerini ifade etmişlerdir. Buda çarık ve yemeninin genç yaştakiler tarafından da beğenilerek kullanıldığı şeklinde yorumlanabilir. Tablo 12:Çarık ve yemeni yapım süresi ve en çok zaman alan aşama Yapım süresi ve zaman alan aşaması Bir çift çarık ve yemeninin bir usta tarafından yapım süresi yaklaşık 6 saattir. Çarık ve yemeninin yapımında en çok şablon ve montaj aşaması zaman almaktadır. 121 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Bir ustanın yaklaşık 6 saatte yapabildiği çarık veya yemeni yapımında en fazla süreyi şablon (ıstampa çıkarma) hazırlamanın aldığını söyleyen ustalar, montaj aşamasının da zahmetli ve uzun olduğunu ifade etmişlerdir. El emeği göz nuru ile yapılan bu mesleğin zor ve zahmetli bir iş olduğunu ve bu nedenle de değerinin bilinmesi gerektiğini ifade edebiliriz. Tablo 13: Çarık ve yemeni yapımının Kahramanmaraş ticaretine katkısı Çarığın Kahramanmaraş ticaretine katkısı Kahramanmaraş’ta yapılan çarık ve yemenilerinin Kahramanmaraş ticaretine katkısı çok büyük olduğu gibi aynı zamanda ülke ekonomisine de katkısı çok büyüktür. El yapımı çarık ve yemenileri 2011 yılında ihracat birincisi olmuştur Kahramanmaraş çarık ve yemenilerinin 2011 yılı ihracatına önemli bir katkı sağladığı görülmektedir. Çok farklı modelleri ve renkleri ile albenisi olan bu çarıkların, her yaş grubunun beğeni ile kullanabileceği özelliklerde olduğu söylenebilir. 6. SONUÇ VE ÖNERİLER İnsanların ayaklarını koruma içgüdüsüyle doğal ihtiyaçlarından biri olarak kullandığı çarık, günümüzün değişen yaşam koşulları ve tüketime dayalı ekonomik gelişmeler sonucunda kendini ayakkabıya çevirmiştir. Ayakkabının kullanım alanı artmış, sınıflanmış ve ayakkabı kendi modasını yaratmıştır. Şehir yaşamının yaygınlaşması ve ihtiyaçların bu yönde gelişmesi sonucu ayakkabı kendini giyim kuşamın merkezinde bulmuş ve insanların kendilerini ifade etmek için kullandıkları çok önemli bir araç haline gelmiştir. Modanın kendini yenilemekten doğan ihtiyacı geçmiş yılların ihtiyacı ile bugünün beğenilerini birleştirmiştir. Türk kültüründe yer alan kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarının günümüze uyarlanarak kullanılması yeni bir moda yaratmıştır. Bu sayede geleneksel el zanaatı ürünler yozlaşmaya başlamıştır. Osmanlının doğu seferlerinde Maraş durak ve konaklama merkezi olmuştur. Aynı zamanda Maraş, konar-göçerlerin, çiftçilerin, dağ köylülerinin ve tüccarların buluşma yeri haline gelmiş ve kervanların konaklama ve ihtiyaçlarını karşılama merkezi olmuştur. Şehirdeki ticaret, esnaflık, tıp, kuyumculuk ve diğer birçok zanaat kolları ve para getiren işler şehrin ekonomisini önemli ölçüde etkilemiştir. Osmanlı döneminde 122 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY altın çağını yaşayan çarık ve yemeni yapımı cumhuriyet döneminde ayakkabı fabrikalarının açılması ile debbağlık ve köşkerlik, kaybolmaya yüz tutmuş meslekler arasında yer almıştır. Osmanlı döneminde Maraş’ta 350 debbağhane ve 170 usta ile köşkerlik ve debbağlık mesleği, varlığını sürdürmüştür. Günümüzde ise geleneksel Türk el sanatları içinde yer alan bu meslekler kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Günümüzde değişen yaşam şartları ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak el sanatları işçiliği zayıflamış, gerilemiş, eski önemini kaybetmiş ve yok olma sınırına dayanmıştır. Köşkerlik mesleğinin kaybolmadan yaşam seyrini sürdürebilmesi için geliştirilen öneriler; Köşkerlik mesleğinde geleneksel ile çağdaş olanın sınırları çok iyi belirlenmelidir. Geleneksel el sanatları içinde önemli bir yere sahip olan köşkerlik mesleğinin yaşam seyrinin sürdürülebilmesi için AB, DPT destekli projelerle yurt dışı pazarlama kanalları takip edilmelidir. Kültür Bakanlığı kapsamında, Geleneksel El Sanatları ve Mağazalar İşletmeler Müdürlüğü–GESİM ile iletişime geçilerek turizme yönelik satış yapan kurumlarla bağlantılar kurulmalıdır. Fuarlarda, yurt içi ve dışındaki hava limanlarında, elçiliklerde, gümrük kapılarında açılacak stantlar ile tanıtım, reklam ve satış potansiyeli artırılarak bölgesellikten evrenselliğe taşınmalıdır. Köşkerlik sanatının yaşam seyrini devam ettirebilmesi için, halk eğitim merkezleri, yerel yönetimler, üniversiteler ve benzeri kurumlar tarafından öğretici kurslar ve seminerler düzenlenmelidir. Köşkerlik mesleği ile ilgili yerel yönetimler üniversiteler ve benzeri kurumlar tarafından kongre ve sempozyumlar düzenlenmelidir. Üretim, pazarlama ve dağıtım tekniklerinin geliştirilmesi ile sürdürülebilirliğini destekleyecek araştırma ve çalışmalar yapılmalıdır. çarığın 123 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 KAYNAKLAR Bilecik Fahrünisa (2003), “Çarık” Kelimesi”, Ayakkabı Kitabı, , İstanbul: © Kitabevi, Editör: Naskali Gürsoy Emine. Günay Nejla (2010), “XIX. Yüzyıldan Günümüze Maraş’taki Ekonomik ve Sosyal Değişikliklerin Şehirdeki Bazı Geleneksel Meslekler Üzerindeki Olumsuz Etkileri”, Yaz, S. 86, Millî Folklor Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi, http://www.millifolklor.com /tr/sayfalar/86%20pdf/14.pdf Erişim Tarihi: 30.09.2013. Karlıklı Şaziye (2001), “Değişimin Simgelendiği Kent: Kahramanmaraş”, İstanbul: Garanti Bankası Yayınları Creative Yayıncılık ve Tanıtım Ltd. Şti. Koçu Reşat Ekrem (1996), “Türk Giyim, Kuşam Süslenme Sözlüğü”, s.246, İstanbul: Güncel yayıncılık. Kuru Songül, Paksoy Adviye Candan (2008), “Anadolu’da Ayakkabı Kültürü Ve Cumhuriyet Dönemi Ayakkabı Kültürü”, C. 2, s. 821-835, 38. ICANAS Bildiriler II, Ankara, Atatürk Kültür, Dil Ve Tarih Yüksek Kurumu. Sağol Gülden (2003), “Ayakkabı Kelimelerinde Anlam Değişmeleri”, Ayakkabı Kitabı, s. 24, İstanbul: © Kitabevi, Editör: Naskali Gürsoy Emine. Şen Mesut (2003), “Ayakkabı İle İlgili Kelimeler Üzerine”, Ayakkabı Kitabı, s. 5, İstanbul: © Kitabevi, Editör: Naskali Gürsoy Emine. Özkarcı Mehmet (2012), “Kahramanmaraş'ta Kaybolmaya Başlayan Sanatlarımız: Köşgerlik ve Saraçlık”, s. 1-6, VII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Gaziantep: http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/belge/191508/kahramanmarasta-kosgerlik-ve-saraclik.html Erişim Tarihi: 26.09.2013. Özdemir Melda, Kayabaşı Nuran (2005), “Kahramanmaraş’ta Ayakkabı Yapımı”, Millî Folklor Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi. http://www.millifolklor.com/tr/sayfalar /66/66.pdf Erişim Tarihi: 30.09.2013. Yetişkin Mehmet (2007), “Osmanlının Son Döneminde Maraş”, Atatürk Araştırma Merkezi.http://turkoloji.cu.edu.tr/ATATURK/arastirmalar/mehmet_yetiskin_osmanl i_maras.pdf Erişim Tarihi: 26.09.2013. Yetişkin Mehmet (2005), “Maraş’ta Ermeni Nüfusu: Osmanlı Son Dönemi, Mütareke Ve Milli Mücadele Yılları”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/19/59.pdf Erişim Tarihi: 26.09.2013. Yüce Nuri (2003), “Göçebe Türklerde Ayakkabı Kültürü” Ayakkabı Kitabı, s. 325, İstanbul: © Kitabevi, Editör: Naskali Gürsoy Emine. 124 Ayakkabı Modası Perspektifinde Kahramanmaraş Çarık ve Yemenilerinin Yaşam Seyrinin Değerlendirilmesi / S. KURU, A.C. PAKSOY Görüşme Formu Uygulanan Ustalar: Aladdin Kopar (çarık ustası), Hüseyin Kopar (çarık ustası) ve eşi Serap Kopar, Mehmet kopar (çarık ustası), Fatih Kopar (çarık ustası). Görüşülen Kişiler: Abdullah Paksoy, Mehmet Kambur, Ziver Tekerek Açıklama: Çalışmanın her aşamasında bize katkı veren Sayın Serdar Paksoy ve Sayın Hakan Paksoy’a teşekkür ederiz. 125 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 126 Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN KOLAN DOKUMANIN GİYSİ TASARIMINDA KULLANILMASI Using Girth Texture at Cloth Design Halime YÜCEER ARSLAN * Özet: Köklü bir geçmişin ürünü olan ve çok zengin çeşitliliğe sahip olan Türk El Sanatları, maddi kültür varlığımızın en değerli belgeleridir. İnsanların çağlar boyunca yaratıp ürettiği kültür varlıkları, gelişim ve değişim süreci içinde sürekli olarak geleceğe aktarılmış ve aktarılmaya da devam edilmektedir. Maddi kültür varlıkları arasında el dokuma ürünleri (halı, kilim, kumaş, kolan vb. dokumalar), zengin bir mirastır. Türkiye geneline baktığımızda, bu dokuma örneklerini hemen hemen tüm yörelerde görmekteyiz. Bu durumda Türklerin tarih boyunca el dokuma sanatına ne kadar önem verdiğini ve bu sanatı az da olsa bazı yörelerde hâlâ devam ettirdiğini ortaya konulan eserlerde görmekteyiz. Günümüzde, bir sanat eseri olan ve elde dokunan kolanın, artık eskisi gibi dokunmadığı veya çok az miktarda dokunduğu görülmektedir. İnsanlar kolanı eskiden hayvan koşumlarında çuval taşımalarda çocuk bağlamada, giysilerde bel kuşağı olarak kullanmaktaydı. Günümüzde ise artık bu işlerin yerine farklı araçlar veya fabrikasyon olarak çeşitli materyallerden üretilen kolanlar tercih edilmektedirler. Bu durum da zamanla kolan dokuma sanatının yok olmasına neden olmuştur. Elde dokuma kolanların yeniden canlandırılması ve kadın işgücüne maddi katkı sağlaması amacı ile kolanın yeniden giysi tasarımlarında kullanılarak bu sanatın yeniden canlanması, modacılara, genç tasarımcılara, hazır giyim sanayine, otantik tasarım yapanlara ve giyenlere ışık tutması, bu el sanatının gelecek nesillere aktarılması ve yaygınlaştırması için bu araştırma planlanmıştır. Çalışmada, çeşitli amaçlarda kullanılan ve yok olmaya başlamış elde dokunan kumaşlar üzerine farklı yörelere ait kolan dokumalar uygulanarak giysi tasarımları yapılmıştır. Bu tasarımlar içinden bir tane örnek giysi detayları ile hazırlanmıştır. Anahtar kelimeler: Kolon, Çarpana, Dokuma, Giysi, El Dokuması Abstract: Turkish Handicrafts which are the products of a long standing background and which have a rich variety are the most valuable documents of our physical cultural assets. Cultural assets which have been designed and produced by humans during many ages have been continuously and uninterruptedly forwarded to the future in such a manner regarding recent developments and changes. Hand woven products (carpet, rug, cloth, girth, etc) which are considered among physical cultural assets are a rich heritage. Whenever we look at whole Turkey, we can see such textiles almost all over the regions. In this case it is understood that Turkey gives importance to art of handicraft during ages and this art is still continued in the least at some regions. * Yrd.Doç.Dr., Gazi Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Moda Tasarımı Bölümü, [email protected], halime [email protected] 127 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 In the present, it is seen that handmade girth which is a work of art is not woven any more or it is woven at very small amounts. At past, people had used girth at making their tents and also at animal harnesses, while carrying bags or children and as belly bands for their cloths. At present, people prefer the fabricated girths and other tools which can be used instead of girths. This case has caused the art of girth woven to get disappeared. This research has been planned to boost handmade girths and so to provide financial contribution to woman workforce. The plan is to make fashion designers to use girths at their cloth designs and to help young designers and the ones who make authentic designs for readymade clothing industry to learn this and to present this art to everybody and another plan is to forward this art to next generations and to popularize the usage of girths. At the study, costume designs have been made and hand woven clothes which are used for different purposes and which almost extinct have been used for these costumes and girth textiles that belong to various regions have been used over these cloths. One sample costume among these designs have been prepared with all details. Key words: Girth, Textile, Cloth, Handicraft 1. GİRİŞ Türklerde çok eski çağlardan beri dokuma sanatının gelişmiş olduğu yapılan tarihsel ve arkeolojik çalışmalardan anlaşılmaktadır. Orta Asya’nın çeşitli yerlerinde yapılan arkeolojik çalışmalar sırasında bulunan kumaşlardan, ipeklilerin Çin'den getirildiği ileri sürülmekteyse de yünlü ve özellikle üzeri yün ipliğiyle aplike edilmiş keçe parçalarının Türklere ait olduğuna kesin gözüyle bakılmaktadır. Kurganlardan çıkan eyer takımlarının üzerindeki kolan, kuşak ve kordonlar da çarpana dokumacılığının varlığını göstermektedir. Ayrıca çadır yapımı ve donanımında kullanılan dokumalar, Türk dokuma sanatında önemli bir yer tutmaktadır. Anadolu'nun hemen hemen her yöresinde dokunan halı ve kilimler büyük bir gelişim göstermiş, Türk el dokuma sanatının seçkin örneklerini oluşturmuştur. Türk insanı ince sanat zevkini, estetiğini duygusallığını, hoşgörüsünü, pratikliğini üretmiş olduğu el sanatları ürünleri ile ortaya koymuştur. Böylece çok zengin ve değerli sanat eserlerine sahip olmuştur. Sahip olduğu bu sanat eserlerini her geçen gün özenle geliştirerek zenginleştirmeye devam etmiştir. (Yazıcıoğlu,Y. Zeynep T. 1997 s.1). Söz konusu zengin el sanatları içerisinde el dokuması kumaşlar, halı, kilim ve kolan dokumalar önemli bir yer tutar. El sanatları, toplumların yapılarına, geleneklerine, beğenilerine ve kültürlerine göre değişik özellikler gösteren, maddi ve manevi değerlerini yansıtan çalışmaların bir bölümüdür. Aynı zamanda, bireylerin bilgi ve becerilerine dayanan, özellikle doğal ham maddelerin kullanıldığı, elle ve basit araçlarla yapılan ve içinde yaşanılan toplumun yaşam biçimini, gelenek ve göreneklerini taşıyan, duygularını yansıtan en eski sanat 128 Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN dalıdır. Tarımsal üretimin yanı sıra gelişimini sürdüren el sanatları, milletlerin kültürünü ve folklorik dokusunu karakterize eden önemli bir unsurdur. Daha önemlisi, toplumların gelenek ve göreneklerini, yaşam biçimini kuşaktan kuşağa aktaran ve gelişmesini devam ettiren belgelerdir. Bugün Türkiye çapında baktığımızda el sanatları olarak, hâlâ devam eden ve değeri gittikçe artan halı, kilim ve kumaş dokumaları verebiliriz. Farklı yörelerde dokunan bu el sanatlarının yanında yok olmuş veya çok azda olsa hâlâ kolan dokumaları da görmekteyiz. 1.1. Kolan ve Çarpanalı Dokumalar 1.1.1. Kolanın Tanımı: Halk dilinde kolan olarak isimlendirilen yün ya da yün-kıl bileşimi ile dokunmuş 3-7 cm arası genişlikte olan ince uzun yassı şerit dokumalardır (Barıştan H.Ö. s. 221). 1.1.2. Aslı Kolangdır. Çadır bezlerinin birleşim yerlerinin yırtılmaması için kumaşların kenarlarına dikilen enli ip veya deri şerit olarak tanımlanmaktadır (Arseven,C.E.1966 s.1108). Hayvanlara vurulan eğer veya semerleri sırtlarına bağlayan ve birer uçları semer veya eyere sabitlenen (merbut) ipten veya kayıştan enlice yassı kuşak (Bağırdak da denilmektedir). (Arseven, C. E.1966 s. 1108) . Kolan; Doğu ve Orta Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu, İç Anadolu, Akdeniz gibi Türkiye’nin hemen hemen her bölgesinde dokunmaktadır. Bitkisel boyalarla boyanan atkı ve çözgü iplikleri yündür. Genelde halı ve kilim dokunan yerlerde kolan dokunduğu da görülür. Halı ve kilimden artan iplerin, değerlendirme amaçlı olarak kolan dokumada kullanıldığı söylenebilir. Kolanlarda genelikle kilim motifleri kullanıldığı görülmektedir. Kompozisyonları geometrik süslemelerden oluşturulur. Kolan dokumalarda uygulanan desenler, tekrarlanan ince uzun desenlerdir. Bazı kolanda aynı desenin kullanıldığı, bazılarında ise bölüm bölüm farklı ve tekrarlanan desenlerin kullanıldığı görülmüştür. Kolan dokumalarda çengel, su yolu, muhabbet, sitilize denilmiş hayvan ve kuş motifleri yaygın olarak kullanılmıştır. 129 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Çengel Motifi Su Yolu Sarhoş Bacağı Şekil 1: Kolan dokumalarda kullanılan bazı motifler ve isimleri 1.1.3.Kolan Dokuma Çeşitleri: Kolan dokumalar, kullanılan araca ve tekniğe göre kartsız ya da kartlı olarak iki türde dokunmaktadır. Kartlı olan dokuma daha çok çarpana olarak bilinmektedir (Halide Sarıoğlu s.14). Kolan ve çarpana dokumalar, gücü yerine kartların ve gücü çubuğunun kullanılması, atkı ipinin mekikle geçirilmesi nedeniyle mekikli dokumalar içinde de değerlendirilmektedir. 1.1.3.1.Kartsız Dokuma: Her türlü yük taşıma işlerinde kullandığımız kolan’ı (ip) genellikle insanlar ihtiyaçlarına göre kendisi dokurlar. Bunun için üç adet, bir metre kadar boyunda çıtanın uçları bağlanır. Çadır direği şeklinde yere dikilir. İki adet kazık, yaklaşık üç metre kadar mesafeye çakılır. Kolanın enine göre iki kazık boyunca ip gerilir(ıyılır). Üç ayaklı sehpa orta yere kurulur. İpleri aşağı yukarı ayıracak sistem de iplerin tek-tek bağlanmasıyla oluşturulur. Dokuma ipi bir sağa, bir sola geçirilerek kolan dokuma işi başlar (Resim1-2). Tahtadan yapılmış, kılıç denilen bir aletle ipe vurularak sıkışması sağlanır. Dokuma işi bitince uçları saç örgüsü gibi örülür veya uçlarına püskül, saçak, boncuklarla süslemeler yapılır. Böylece dokumanın sökülmesi engellenir ve kullanılacak yere göre süslemeler değişebilir (Resim 3). 130 Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN Resim 1: Kartsız kolan dokuma ve örneği (http://www.giresunum.com/myalbum+photo) Resim 2: Kolan uçlarının saç örgüsü veya püsküllerle süslenmesi 1.1.3.2. Kartlı Kolan Dokumalar (Çarpanalı-Plakalı Dokumalar) Çarpana dokuma en basit dokuma tekniğidir. Deri, ince levha, karton vb. sert malzemelerden üçgen, dörtgen veya altıgen şeklinde kesilmiş ve köşeleri delikli çarpana araçlarına, renk dağılım tablosuna göre hazırlanan çözgü iplikleri, çarpanların deliklerinde geçirilip, kartların 90 derece veya 180 derece döndürülerek atkı ipliği atılması ile elde edilen ince dokumaya çarpana dokuma denir (Onur, T. ve Arkadaşları 131 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 1998 s.21). Çarpanaların köşelerinde bulunan deliklerden geçirilen çözgü ipliklerinin, çarpanların belli sayılarda ileri geri, sağa sola çevrilmesi ile oluşan ağızlıktan atkı ipliğinin atılması sonucu gerçekleştirilen dokumalardır (Ergenekon ve Başaran 2004). Farklı yörelerde dikdörtgen iki ve altı delikli dörtgen, dört delikli üçgen, dört delikli altıgen, altı ve yedi delikli kartlarla yapılan çarpana dokumalara rastlanmaktadır. Şekil 3’te kart formları, Şekil 4’te dörtgen dört delikli kartla yapılan bir çarpana dokuma örneği görülmektedir. Şekil 3: Çarpanalı dokumalarda kullanılan kart formları Şekil 4: Çarpanalı dokuma örneği (Dört köşe, Dört delikli kart) (Barıştan H.Ö. 2005 s.224) 132 Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN Resim 5: Çarpanalı dokuma örnekleri 1.1.4. Kolan Dokumaların Kullanım Yerleri Kolan dokumalar çadırların iskeletinin yapımında, iskeletin üzerini kapamada, tepe noktalarını tutturmada ve zeminle bağlantısının sağlanmasında kullanılmıştır (Resim 6). Günümüzde daha çok Yörükler tarafından dokunan, kullanılan bu dokuma, yaşantılarını geçirdikleri kara çadır, alaçık, olarak isimlendirilen çadırlarının kaplama maddesi olan keçelerin sarılmasında ve çadır tepelerinin tutturulmasında kullanılmıştır (Erbek, G. 1980.s. 30). Resim 6: Kolanın çadır içinde kullanımı (Alantar, H. 2007,s35) Hayvanların koşum takımlarında, develerin, atların başını süslemede ve diğer büyük baş hayvanları süslemede, yük taşımada bağ olarak. Sepet, çuval, heybe gibi 133 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 taşıma araçlarında; geleneksel kadın giyiminde, baş takılarının tutturulmasında, önlük, elbise kuşak bağı olarak; erkek giyiminde ise barutluk, fişek çantası, kılıç askısı, çorap, tozluk bağı, takunya, terlik bantı olarak. Çocuk kundağı, beşik bağı, Kuran bağı, yay kurmada kullanılmıştır (Resim 7). Günümüzde elde dokuma kolanın yerine fabrikasyon kolan dokumalara yer verilmektedir. Kalın ve dayanıklı iple yapılan hazır kolanlar, yük taşımakta çadır yapımında vb. işlerde, ince iplikle ve farklı renkte ve desende yapılan kolanlar giysi süslemede ve farklı işlerde benzeri kullanılmaktadır. Bunların üretiminin çok kolay, ucuz ve çok çeşitli kalitelerde ve genişliklerde üretildiği için tercih edilmektedir. Bu da el dokuması kolanların yok olmasına neden olmaktadır. Ancak el dokuması kolanlardaki ince işçilik, renk, doğal malzemenin ve estetik görünümün teknolojik üretimlerde görülmektedir (Resim 8). Resim 7: Kolanın çocuk bağlamada kullanımı (http://www.giresunum.com/myalbum+photo.lid) 134 Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN Resim 8: Sentetik iplikten fabrikasyon olarak üretilen kolan örnekleri 1.4. Giysi Tasarımı Sanat ve tasarım, bir toplumun ilerlemesi ve çağdaşlaşması yönünde çok önemli katkıları olan anlayış bütünüdür. Ülkelerin ulusal kimlikleri, kültürleri, zamanla ekonomik ve teknolojik açıdan yozlaşarak kaybolmaktadır. Ulusların kimlik belirleyicisi olan el sanatlarının tarihî eserlerine maddi kültürlerine sıkı sıkıya bağlanmaları gelecek açısından önemlidir. İnsanların moda eğilimleri, modayı yakalayabilme ve farklı olma çabaları, giyim alanında tasarımın önemini ortaya çıkarmaktadır. Giysi üretiminin ilk basamağı olan tasarım aşamasında, esin kaynağı olarak, toplumun kültürel özellikleri, sosyal yapısı ve tarihî geçmişi, tasarımcı için zengin bir kaynak oluşturmaktadır. Bir giysi tasarımının yapılabilmesi için hayal gücü, sezgi, beceri öğelerinin olması gerekmektedir. Aynı zamanda, giysi tasarımlarının oluşması için, belirlenmiş bir konudan yola çıkarak belli bir düşünceyi yansıtması ve özgün bir çalışma ile yaratıcılık değeri içeren sonuç elde etmesi zorunludur (Zengingönül, N. ve diğerleri, 2005 s.409). Giysi ve insanın süslenmesi, fiziksel çekiciliğimizi artırmamızı, yaratıcılığımızı ve bireysel özelliklerimizi ortaya koymamızı, gurup içinde farklılığımızı, mevkiimizi gösterdiği gibi bütün toplumların giyim ve süslenmeyi, sosyal ve kişisel bilgilerin iletişimini sağlamak için kullandıkları bilinmektedir. Bu açıdan, tasarımcı esin kaynaklarını ve tasarımda kullanacağı malzemeleri çok iyi seçmelidir (Jenkyn, J. S. 2009 s.16-34). Türk el sanatları ve dokumalar ülkemiz için önemli maddi kültür varlıklarıdır. Bu sanat eserleri modacılar ve tasarımcılar için tarif edilemez bir zenginliktir. Bu zengin sanat eserlerinden yararlanarak çeşitli el sanatlarını ve etrafından gördüğü el sanatlarını yozlaştırmadan orijinalliğini koruyarak giysi tasarımlarına aktarılması yeni modaların yeni sitillerin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Elde dokunan kumaş ve kolan dokuma sanatını, giysi tasarımı ile birleştirerek yaşatılmasını sağlamak çok önemlidir. Öncülük edecek ve onu diğer sanatlarla birleştirerek farklı görsellik ortaya koymak tasarımcının ve modacıların bu işe gönül vermiş kişiler olması önemlidir. 2. MATERYAL VE YÖNTEM Bu araştırmada, Malatya, Kayseri ve Fethiye yöresinde ustalar tarafında dokunarak Kültür Bakanlığı tarafından toplanıp satışa sunulan, bir örneği daha olmayan kolanlar kullanılmıştır. Farklı yörelerde elde dokunan kumaşların kullanımı düşünülerek beş tane giysi tasarımı gerçekleştirilmiştir. Değişik formlarda tasarlanan çizimlerden bir parçadan oluşan mont örnek olarak dikilmiştir. Örnek dikimde Marmaris el dokuması 135 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 olarak bilinen kumaş, Kayseri yöresine ait kolan deri ile birleştirilerek kullanılmıştır. 3. KOLAN DOKUMALARIN GİYSİ TASARIMINDA KULLANIMI Elde bulunan kolan örnekleri incelenerek farklı giysi tasarımları yapılmıştır. Kartlı ve kartsız olarak dokunan ve bir benzeri daha olmayan kolanlar kullanılarak farklı görünüm ve kullanım için giysiler tasarlanmıştır. Tasarımlardan bir tane mont, el dokuması kumaş üzerine seçilen kolan, deri ile birleştirilerek örnek dikim yapılmıştır. Yapılan bu çalışma ile orijinal, zevkli ve süsleme açısında oldukça zengin ve otantik tasarımların yapılabileceği ortaya konulmuştur. 3.1. Tasarım 1 Esin kaynağı : El dokuması kumaşlar ile kolan dokumalar Giysi Türü : Etek Ceket Kumaş Cinsi : Pamuk keten karışımı el dokuma kumaş Süsleme : Elde dokuma kolon Kullanılan renkler : Krem rengi kumaş üzerine, kırmızı, siyah, sarı renklerde kolan Resim 9: Malatya yöresi kolan dokuma ve tasarım – 1 (Etek Ceket) (Dokuma; Havva Göbenli-Önlük bağı, en 3cm- boy 6,70 cm) Giysi tasarımı, kolan dokuma ve el dokusu kumaş kullanılarak iki parçadan oluşan etek ve ceketten oluşmaktadır. Kolan, etekte korsaj kısmında ceketin cep kapaklarında ön kapamada, yakada, ön ve arka robada kullanılmıştır. Böylece oldukça 136 Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN estetik ve dengeli bir görünüş elde edilmiştir (Resim 9). 3.2. Tasarım 2 Esin kaynağı : El dokuması kumaşlar ile kolan dokumalar Giysi Türü : Etek Ceket Kumaş Cinsi : Pamuk keten karışımı el tezgahında dokunan kumaş Süsleme : Elde dokuma kolon Kullanılan renkler : Krem rengi kumaş üzerine, kırmızı, siyah, sarı kolan Resim 10: Kayseri yöresine ait kolan dokuma ve tasarım – 2 (Diz altı pantolon ve ceket) (Dokuma: Eni 3cm, Boyu 3,65cm) İkinci tasarım, kolan dokuma ve el dokusu kumaş kullanılarak iki parçadan oluşan diz altı pantolon ve ceketten oluşmaktadır. Kolan pantolonun paça yanlarında, cekette ise dikişten açılan cep kapaklarında, ön ve arka omuzda uçları püskülle kapatılmış, aynı görünümde kalçada ve kol uçlarında kemer görünümü verilerek tasarlanmıştır. Bu giyside de estetik görünüm sağlanmıştır Resim 10). 3.3.Tasarım -III Esin kaynağı : El dokuması kumaşlar ile kolan dokumalar Giysi Türü : Etek Ceket Kumaş Cinsi : Pamuk keten karışımı el tezgahında dokunan kumaş 137 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Süsleme : Elde dokuma kolon Kullanılan renkler : Krem rengi kumaş üzerine, kırmızı, siyah, sarı kolan Resim 11: Malatya, Kayseri ve Fethiye yöresine ait çarpanalı kolan dokumalar ve tasarım – 3 (Pantolon- Ceket ) Üçüncü tasarımda kolan dokuma ve el dokusu kumaş düşünülmüştür. Giysi tasarımı pantolon ve ceketten oluşmaktadır. Kolan pantolonun ön paçadan yan dikişe doğru arka paça ortasına oval bir şekilde ve cep kenarlarına yerleştirilmiştir. Ceketin kollarında, ön ve arka yan kuplara, ön göğüs altından omuzdan araka sırta kadar uzanan formda yerleştirilmiştir. Çizimde görüldüğü gibi kolan uçlarına püskül yerleştirilmiştir (Resim 11). 3.4. Tasarım 4 Esin kaynağı : El dokuması kumaşlar ile kolan dokumalar Giysi Türü : Kaban Kumaş Cinsi : Pamuk keten karışımı el tezgahında dokunan kumaş Süsleme : Elde dokuma kolon Kullanılan renkler : Krem rengi kumaş üzerine, resimdeki kolon çeşitlerinden biri kullanılabilir. 138 Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN Resim 12: Malatya, Kayseri Fethiye yöresine ait çarpanalı kolan dokumalar ve tasarım – 4 (Kaban Tasarımı) Dördüncü tasarımda kolan dokuma ve el dokusu kumaş düşünülmüştür. Resim 10’da verilen kolan örneklerinden biri bu tasarım için kullanılacaktır. Giysi tasarımı kaban olarak düşünülmüştür. Bedenden çıkan dik bir yaka, pelerinimsi roba kenarına kolan süsleme önden arka ortasına doğru iki sıra kolan geçirilmiş uçlara püskülle temizlenmiştir. Göğüs altı kesimine ve etek ucuna kolan, kolda oldukça geniş manşet ve manşetin her iki ucuna kolan süsleme tasarlanmıştır. Giysi dar bir tayt ve uzun çizme ile tamamlanmıştır (Resim 12). 3.5. Tasarım 5 Esin kaynağı : El dokuması (Marmaris yöresi çuval dokuma) kumaşlar ile kolan dokumalar Giysi Türü : Pantolon - Mont Kumaş Cinsi : Pamuk keten karışımı el tezgâhında dokunan kumaş Süsleme : Çarpanalı dokuma kolan Kullanılan renkler : Krem rengi kumaş üzerine, kahverengi deri, koyu kahve, turuncu, yeşil, beyaz renklerde yün iple dokunmuş kolan 139 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 Resim 13: Örnek dikimde kullanılan Marmaris yöresi çuval dokuma kumaş ve Fethiye yöresine ait kolan dokuma Tasarım 5: Pantolon - mont (yeşil ve kahverengi) Beşinci tasarımda kolan dokuma ve el dokusu kumaş deri karışımı ile birleştirilerek pantolon ve mont olarak iki parça giysi düşünülmüştür. Hâkim yakalı, önden açık düz kol formu olan montun yakası ve yaka kenarlarına ön ortasına etek uçuna kol ağzına deri geçirilmiştir. Çizimde görüldüğü gibi önde ve arkada değişik görünümde simetrik ve A simetrik formda deri saçak ve kolan yerleştirilerek ön kapamada birit ilik kapama yapılmıştır. Tahra boncuk yün iple sarılmış düğme 140 Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN oluşturulmuş, uçlarında püskül kullanılmıştır. Kolların uçlarında ve sırta kolon bitim yerlerinde püskül kullanılarak giysi tasarlanmıştır. Tasarımda pantolon düşünülmüş monttaki süslemenin aynı formu paçalara yerleştirilmiştir. Mont örnek olarak dikilmiştir. Resim 12: .Mont tasarımı örnek dikim ön ve arkadan görünüm (Tasarım – 5) Örnek dikimde Marmaris dokuması olarak bilinen büklümsüz pamuk ipi ve büklümlü keten iplikle yapılan, eni 45cm olan el dokuması kumaş kullanılmıştır. Kalın ve sert bir kumaş olan bu dokuma yörede farklı eşyaları tahılları taşımak için kullanılan çuval yapımında, yere ve oturma yerlerine sermek için yaygı olarak kullanılmıştır. Günümüzde bu dokumalar artık yapılmamakta veya çok az olarak köylerde üretiminin yapıldığı düşünülmektedir. Mont; Önden açık düz kesimli düz kol formu olan, kalçada kemerle toplanan ve hâkim yakalı bir giysi. Önde deri bantlı ve birit ilik, tahta boncuk üstü sarılarak yapılan düğmeler kullanılmış. Önde, kolda ve kemerde deri bant, deri saçak ve kolan simetrik olarak, arkada ise A simetrik olarak yerleştirilmiştir. Kolan uçlarında püsküler kullanılmıştır. 4. SONUÇ VE ÖNERİLER Yüzyıllar boyunca çeşitli değişiklikler geçirerek günümüze kadar gelen maddi kültür varlıklarımız arasında çok önemli bir bölümü oluşturan geleneksel el sanatları, teknolojik gelişmeler ve benzer nedenlerle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır. El sanatlarının geleneksel yapısı göz ardı edilerek sanayi ürünleriyle 141 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 aynı değerde tutulmaları, onların yok olmasına sebep olmaktadır. Maddi kültürün önemli bir bölümünü oluşturan el sanatlarının geçmişini geleceğe aktarmak, ancak onu yaşatmakla mümkün olabilir. Geçmişi oldukça eskiye dayanan kumaş ve kolan dokumacılığı, el sanatları içinde önemli bir yere sahiptir. Farklı amaçlarda kullanımı, bu ürünlerin tanıtımı ile birlikte, ürüne olan talebi de arttıracaktır. Günümüz modacılarının ve tasarımcıların her biri sanat eseri olan ve yok olmaya yüz tutan bu dokumaları farklı tasarımlarda kullanarak yeniden canlandırmak için benzer çalışmaların yapılması ve yaygınlaştırılması son derce önemlidir. Bu çalışmalar sonucunda farklı kullanım alanları yaratılarak farklı pazar oluşturulması dokuma yapanlara maddi kazanç sağlaması bu dokumaların yeniden çoğalmasına, üretilmesine neden olacaktır. Hızla değişen toplumsal beğenilerin ve isteklerin paralelliğinde geleneksel kimliğini bozmadan, çağdaş tasarım anlayışıyla yeni malzemelerle dokunan kolanları yeni tasarımlarla; genç nesillere, modacılara, tasarımcılara, otantik giysi üretimi yapan hazır giyim firmalarına örnek tasarımlarla fikir edinmelerini sağlamak ve kullanımını yaygınlaştırmak amacı ile bu çalışma yapılmıştır. Her biri bir sanat eseri olan bu dokumaların, günümüz giysilerini süslemede, evlerde kullanılan bazı eşyaların süslenmesinde vb. farklı yerlerde kullanarak kültürel değerleri korumak, yaşatmak ve bizden sonraki nesillere taşımak açısında çok önemlidir. KAYNAKLAR ARSEVEN, C.E. 1966. “Sanat Ansiklopedisi”, Cilt III. İstanbul Millî Eğitim Basımevi, İstanbul. BARIŞTA, H.Ö. 2005. “Türkiye Cumhuriyeti Dönemi Halk Plastik Sanatları”, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara. DURUL, Y. 1987. “Anadolu Kilimlerinden Örnekler-2”, Ak Yayınları Ltd., İstanbul. ERBEK, G.1980. “Çarpana Dokumalar”, Akbank Yayınları, İstanbul. JONES, Sue Jenkyn. 2009.Çeviri Hüseyin Kılıç,” Moda Tasarımı” Güncel Yayıncılık,İstanbul. ONUR, T. ve Arkadaşları. 1998. “İçel El Sanatları”, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. SARIOĞLU, H. Cavidan B.E. ve Arkadaşları. 1981. “Çarpanalı Dokumalar”, YA-PA Yayınları, Ankara. 142 Kolan Dokumanın Giysi Tasarımında Kullanılması / H. YÜCEER ARSLAN YAZICIOĞLU, Y. Zeynep T. 1997. “Türkiye’de El Sanatları Geleneği ve Çağdaş Sanatlar İçindeki Yeri”. Sempozyum Bildirileri, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara. ZENGİNGÖNÜL, Nuran, Ş. Çivitçi, S. Ağaç. 2005. “Kastamonu İli Nasrullah Camii Kalemişi Süslemelerinin Giyim Tasarımında Kullanılmasına İlişkin Bir Çalışma”, II. Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri, 18-20 Eylül, 2003, Kastamonu, s: 409. http://www.kultur.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx http://www.turkcebilgi.com/dokuma/ansiklopedi http://www.okulyolu.biz/yeni/eskiler/dokumacilik.htm 143 Motif Akademi / Halkbilimi Dergisi / 2014-1 144