Açığa Çıkan Renk Bölgeleri ve Çizimli Resim Sanatı

Transkript

Açığa Çıkan Renk Bölgeleri ve Çizimli Resim Sanatı
Açığa Çıkan Renk Bölgeleri ve Çizimli Resim Sanatı
Ahmet Oran’ın Yeni Resim Tasarımları
“Resim sanatında gündeme gelen her değişim, her ilerleme, resim tekniklerinin
değişimini de içerecektir bundan böyle.” Helen Frankenthaler1
Ahmet Oran, sanatsal yaşamı boyunca gerek büyük bir ressamlık maharetiyle gerekse
iyi bilenmiş sezgileriyle her defasında yeni ve şaşırtıcı imgeler yaratmayı başaran bir
ressam. Son yıllarda sanatçı, çarpıcı derecede büyük ebatlı tuvaller ve ifadeci bir
renklendirme biçimi oluşturdu ve jestlere dayalı, serbest bir resim üslubu yönünde
ilerledi.
Resmin Açılışı
Ahmet Oran, monokrom boya tabakalarını siyah zeminin üstüne birbirinin peşi sıra
taşıyor, tuvali katman katman maviyle, kırmızıyla, sarıyla veya griyle kaplıyor. Renklerin
ve tonların sırası ince ince belirleniyor önceden. Kimi zaman monokrom kalan, kimi
zaman da yüzeyde çok renkli bir harman meydana getiren son katman da tuvale taşınıp
işlendikten sonra sanatçı, kendisinin de ifade ettiği gibi “resmi açmaya” başlıyor. Aynı
anda birden fazla sayıda tuval üzerinde çalışan Oran, farklı palet spatulaları ve çeşitli
büyüklükte ahşap parçalar kullanan bir sanatçı. Resim gereci olarak fırçanın yerine
yıllardır bu ahşap parçalarını kullanmayı tercih ediyor. Gerek ince çizgileri çekerken
gerekse tuvalin yüzeyinde geniş sıyrıklar meydana getirirken bu ahşap parçalarını
kullanıyor. Renk katmanlarının hangi derinliğe kadar kazılacağına, spatula veya ahşaba
ne kadar güç uygulanacağına tecrübeli elleriyle karar veriyor. Böylelikle açığa çıkan
renkler uygulanan kuvvetin niteliğine göre değişen yoğunluklarda, karışımlarda ve
yapılarda görünür hale geliyor.
Oran resim yaparken zamanla yarışıyor. Çünkü yağlıboya nemli kalmak zorunda. Ama
boyanın kuruması da uzun zaman alıyor ve özellikle kalın katmanların kuruması için
bazen aylar geçmesi gerekebiliyor; buna rağmen Oran istediği türden bir işlemi
gerçekleştirmek için çok uzun zamana sahip değil. Bir süre sonra meydana gelecek olan
narin, ince bir tabakayla birlikte yüzey de kazımaya uygun en kusursuz halini
kaybedecek. Pürüzsüz yüzeyi yırtan ve zedeleyen bu tabaka, çizgilerin istenen kesinlikte
çekilmesini, berrak yüzeylerin açığa çıkmasını engelliyor. Bu nedenle çalışma süreci dört
beş gün, hatta bazen daha az zaman içinde tamamlanmak zorunda kalıyor. Ancak Oran
bu durum karşısında oldukça hazırlıklı. Sanatçı resimlerinin taslakları ve ön çizimlerini
bilgisayarda yapıyor. Böylece renk kompozisyonu ve onun yarattığı etkiyle ilgili bir
izlenim edinip ince ve kalın çizgilerin resme ne zaman yerleştirileceğini saptayabiliyor.
Bir sonraki adım, yazılı bir listesini de hazırladığı renk katmanlarının dizilimini ve tonunu
geliştirmek. Renk kaydının yardımıyla sanatçı daha sonraki süreçte nerede, hangi rengin
yeniden belireceğini biliyor. Ressamın daha güçlü ve daha zayıf bir yeşil, mavi veya
kırmızı kullanma kararıyla belirlenen ton nüansları, imgenin etkisini, mizacını ve
çağrıştırıcı gücünü inşa ederek ya da kırarak resmin etkisini belirliyor. Bilgisayar
tasarımları resimlerin temel fikrini temsil etttiği ve her bir resmin üretim süreci önceden
enine boyuna düşünüldüğü halde Oran’ın çalışmaları hiçbir şekilde, insanın üstünde katı
bir kompozisyon veya donuk bir uygulama izlenimi uyandırmıyor. Tam tersine ifadeci
jestleri, resimlere bir hafiflik ve kendiliğindenlik edası veriyor. Kendiliğindenlik resim
yapma
sürecinin
doğal
bir
parçası
ve
sanatçının
pek
çok
şeyi
önceden
planlayamayacağı ve planlamak istemeyeceği de bilinen bir durum. Tuvale doğru
serbest ve sezgisel bir tutumla hamle ederken onunla dolaysız bir ilişki kuruyor ve
resmin her aşamasına doğrudan tuvalin önünde karar veriyor. Bu özgürlük alanı,
boyanın sürülüp çizgilerin çekilmesinde sanatçı için vazgeçilmez bir bölge: gerek resme
ve resmin dokunma duyusuna seslenen mevcudiyetine tepki gösterilmesi, gerekse de
elin spatulayı nereye doğru yönlendirdiğinin ve yüzeyin altında keşfedilmek ve açığa
çıkmak için bekleyen varlığın dikkatli bir gözle izlenmesi ancak bu bölgede gerçekleşiyor.
Tasarlanmış rastlantısallığın önemli bir rolü var bu süreçte.
Yine de son kertede her bir çizgi ve yüzey doğru yeri bulmak zorunda, resim sanatında
adet olduğu üzere sonradan yapılan düzeltmeler ve onarımlar sanatçının kullandığı bu
teknikle mümkün olmuyor. Böylece sanatçı son çizgiyi çekene dek bedensel zorlanma
da dahil olmak üzere büyük bir gerginlik yaşıyor. Çünkü bu süreç başarısızlıkla
sonuçlanırsa resim elinden gitmiş oluyor.
Oluşumsal ve kendine dönüşlü bir mecra olarak resim sanatı
Çalışmalarında resmetme eylemini izleyicilere zamansal boyutuyla birlikte yaşatmayı
başaran bir sanatçı Ahmet Oran. Kasıtlı bir sanatsal maksat olmasa gerek bu, yine de
tek tek boya katmanlarını üst üste yığma tekniği sanatçının üretim sürecini tüm
yaratıcılığıyla görünür hale getiriyor. Oran’ın fikirlerini nasıl geliştirdiği, kendini
tüketircesine tuvalle nasıl mücadele ettiği, sanat eserinin nasıl ağır ağır biçim kazandığı
doğrudan görülebiliyor. Sonuçta izleyici oluşum sürecine katılıp onu takip ederken bu
sürecin ne kadar belirleyici olduğunu da kavrayabiliyor.
Oran, nesnel olana göndermede bulunmayan soyut resimler yapıyor. Resmi en temel
unsurlarına indirgiyor: renge ve biçime – parlak renkler, güçlü, uzun çizgiler, kalın ve
pürüzsüz şeritler. Ressamın fırça darbeleri radikal, doğrudan ve süssüz; yapıtlarındaki
jestüel soyutlama apaçık ortada ve bütün sonuçlarıyla birlikte göz önüne seriliyor.
Resmin oluşum sürecinde figüratif formlar belirdiğinde sanatçı tarafından bilerek
siliniyorlar. Yapıtı salt resimsel olandan saptırabilecek her şeyden kaçınıyor Oran.
Resmin bir anlatısı olduğu takdirde ressam onun arkasına çekilebilir veya saklanabilir.
Ancak Oran’ın resminde olduğu gibi çizgi bütün çıplaklığıyla kendini apaçık ifşa ediyorsa,
eser sadece kendi adına konuşuyor demektir.
Ahmet Oran sanatını resmetmeyle ilgili eylemlere indirgemeyi öngören tutumuyla
oluşumsal resim sanatının başlıca temsilcilerinin arasında kendisine özgü bir konuma
sahiptir. Oluşumsal resim sanatı, görüntünün biçimlendirilmesinde kompozisyona veya
anlatısal tasavvurlara dayanmak yerine önem ve önceliği renklerin özellikleri ve tepki
tarzlarına veren bir yaklaşımdır. Boyama, kazıma, düzleştirme, damlatma, sıçratma,
daldırma ve yığma suretiyle resimde yaratıcılığın yönlendirdiği kendini ifade biçimleri
meydana gelir ve rengin özelliği ve kıvamı, taşıyıcının niteliğiyle ve yerçekimiyle kurduğu
ilişki oranında görünür hale gelir. Informel ekolünün jestüel-oluşumsal resim anlayışı bu
yaklaşım üzerinde temellenmiş, ama giderek manasını yitirip patetik-akademik
yaklaşımlar yüzünden referansları kendisine dönük bu yeni resim sanatının negatif
yansısı haline gelmiştir. Oluşumsal resim sanatının en saf ve indirgenmiş biçiminin
sonuçları Yves Klein’ın monokromlarında görüldüğü kadar, Jackson Pollock’ın boyayı
damlatarak yaptığı resimleri (Drip Paintings) ve desenin yinelenerek bütün tuvali
kapladığı (All-over-Structures) eserlerinde de görülür. Bu fenomenin birbirinden çok farklı
bireysel yansımaları bugün geniş bir yelpaze oluşturmaktadır.2
Renk ve biçimin lehine figürün kökten reddi, resim bölgesinin açılması, bir malzeme
olarak boyanın değerinin yükselişi veya rastlantıdan yararlanılması: Oran, kendine
referansta bulunan ve izleyiciye kalıcı bir algı tecrübesi yaşatan bir resim anlayışını
temsil ediyor. Tablolarında resmin, öykünme ve yanılsama gibi geleneksel işlevlerinden
vazgeçiyor, bu tablolar bir şeyin kopyası olmadıkları gibi bir anlatıyı da barındırmıyorlar.
Onun resmi, resim yapma eyleminden doğan ve bu eylemin temel özelliklerini aklından
çıkarmayan ve kendine dönüşlü bir üsluba dayanıyor; ebadı muhafaza eden, ama onun
biçimlendirilmesini renk veçhelerine ve resim yapma süreçlerine indirgeyen bir resim
anlayışı. Açık seçik tanımlanmış bu çalışma biçimi sanatçının her resminde veya resim
serisinde yinelenmeye devam ediyor.
Sınırsız Resim
Sanatçının yeni tablolarının hepsi aynı ebatlarda: 250 x 190 cm boyutlarında üç parçalı
resimler. Ancak bu somut ölçünün fazla bir önemi yok aslında. Önemli olan onların
büyük ebatlarda olmaları. Oran’ın benimsediği resim anlayışında ifade gücünün kendini
gösterebileceği büyük yüzeyler gerekiyor. Resimlerin içindeki birçok yinelenmede görsel
bir odak noktası yok, sayısız çizgi ve şerit bütün tuvale yayılıyor. Ancak eserler bunun da
ötesine geçerek izleyicide sonsuzluk duygusu uyandırıyor, yayılan ve aşan dinamiğiyle
tuvali adım adım büyütüyor. İzleyici resmin karşısına geçtiğinde sanatsal gerçekliğin
sadece küçük bir kesitiyle karşı karşıya olduğunu fark ediyor. Resmin bittiği yer tuvalin
bittiği yer değil, insani imkânlar sınırlı olduğu için sınırsız ve sonsuz imge, ifadesini
sadece resmin belli bir kesitinde buluyor. Ayrıca izleyici tıpkı sanatçının resim yaparken
yaptığı gibi sürekli hareket halinde olmalı, resme yaklaşıp bir ayrıntıyı inceledikten sonra
sonsuzu “görmek” için yeniden geri adım atmalı.
Buna karşılık resmin maddi varlığının bittiği yer keyfî bir kararla belirlenmiş değil, başka
bir deyişle resmedilen kesit, bilinçli bir tercihe işaret ediyor. Resmin ilkesinin işlemesi için
dengenin korunması ve kompozisyonun kendi içinde kapalı kalması gerekli. Oran
tamamıyla pragmatik nedenlerden dolayı üç parçalı bir resim tekniğinden yararlanıyor:
böylece hem tuvallerin taşınması hem de gerek atölyede gerekse de galeride kendilerine
yer bulmaları daha kolay hale geliyor. Ama işin başka bir yönü daha var: her birinin
devamı olduğu, her biri daha büyük bir bütünün parçası olduğu halde her tuval kendi
içinde bitmiş bir bütün. Resimler üçleme olarak gösterime sunulabilecekleri gibi her
parça rahatlıkla ayrı duvarlara da asılabilir. Göz bu dağılmış görüntüleri kolayca yeniden
bir araya getirebilir.
Renk katmanları en az bir milimetre kalınlıkta, öyle ki tek tek katmanların çıkartılması
sırasında rölyefleri andıran yapılar meydana geliyor. Bu da yakından, özellikle de
yandan incelediğinde tabloların üçboyutlu, son derece plastik bir etkisi olan yüzeylere
sahip olduğunu gösteriyor. Dikkat çekici olan nokta, çerçevelerin yan kısımlarında renk
katmanlarının ve çizgilerin devam ediyor olması. Bu da tabloların dokunma duyusuna
hitap eden nesneye özgü karakterini güçlendiriyor.
Devamlılık ve yeniden yapılan buluşlar
Sanatçı Ahmet Oran çalışmalarını son yıllarda İstanbul’da sürdürüyor. Şehrin sesinin,
melodisinin ve gürültüsünün resimleri üstünde doğrudan bir etkisi olup olmadığını
söylemek zor. Yine de insanın bu soruya olumlu bir cevap veresi geliyor. Daha önce
uzun yıllar Viyana’da yaşamış ve çalışmış olan sanatçının orada yaptığı resimler daha
içe kapanık bir tarzda monokrom, meditatif ve renklerinin uysallığı ve yumuşaklığıyla,
belli bir dinginlik yansıtan çalışmalardı. Şu anda ise paletindeki renkler değişmiş,
çeşitlenmiş, katmanlaşmış, genellikle de göz kamaştırıcı bir parlaklıkla bağırır hale
gelmiş. Monokrom yüzeyler her defasında yırtılıp açılıyor, resimler, ritmik bir devinim
içinde son derece hareketli ve enerjik bir görüntü, bazen de yoğun bir huzursuzluk
sergiliyor. İlk bakışta sanatçının resim anlayışı çok değişmiş gibi görünse de daha
dikkatli bir incelemeyle, eski çalışmaların yeni eserlerinde de devam ettiği, hem de sıkı
bir biçimde geliştirildiği ortaya çıkabilir. Oran 90’lı yıllardan bu yana üst üste renk
katmanlarıyla yüklediği tuvallerini kazıyarak açan bir sanatçı – başlarda bunu sadece
resmin üst ya da alt kısmında dikey olarak yapardı. Almanya’nın Hagen kentindeki
Osthaus Müzesinin Müdürü Tayfun Belgin’in bir defasında çok yerinde bir saptamayla
belirttiği gibi, “Resmin derisini yüzüyor” Oran. Tuvalin bir kapatılıp bir açılması sanatçının
bugüne kadar devam ettirmiş olduğu bir teknik. Üst katmanlardaki rengin çıkarılması ise
–ki bu bana soluk alıp vermeyi hatırlatıyor– birkaç bakımdan çeşitlenmiş: dikey ve yatay
bantlarda birbirini kesen çapraz hatlar ve farklı yoğunluk, güç ve basınçtaki yüzeyler
birbirleriyle buluşuyor, öyle ki, çeşitli renkler aynı anda soyulup çarpıcı desenler
meydana geliyor. Resimler jestüel olarak da daha özgür, belki de daha tutkulu bir
yaklaşım sergiliyor artık (ama bu yine de 90’lı yılların başındaki soyut ifadeci çalışmaları
hatırlatmıyor değil). İzleyicinin, sanatçının eski çalışmalarını hatırlaması için resmin ufak
bir kesitine bakması yetecektir. Onların gösterdiği benzerlik karşısında hem şaşıracak
hem de apaçık bir biçimde çizgisel olarak ilerleyen sanatsal gelişimi fark edecektir.
Oran’ın yapıtlarının öncelikli ve en önemli unsuru olan renk, eskiden beri çalışmalarının
temelini teşkil ediyor ve renklendirmenin atmosfer yaratan karakteri yeni çalışmalarında
da devam ediyor. Grafik bir unsur olarak çizgi ise son yıllarda yaptığı çalışmaları
güçlendiriyor. Ahmet Oran sanatçılık hayatının ilk yıllarında fazlaca çizim yapmış bir
ressam. Kömürle çizdiği pek çok figüratif eskiz çalışması var. Bunların ardından ve
henüz resme geçmemişken 100 x 200 cm ebadında kâğıtlara yaptığı ilk soyut
çalışmaları görüyoruz. Sanatçının yıllar sonra gerçekleştirdiği yeni çalışmaları bunları da
andırmıyor değil. Yeni resimlerinde de öne çıkan özelliklerden birisi olan grafik unsurlar,
sözgelimi salt çizim maksadıyla ele aldığı Arap kaligrafisi, Oran’ın sanatında hâlâ önemli
bir rol oynamaya devam ediyor. Sanatçı, tuval üstünde şeritler kazıyarak, çizimsel
unsurları resim sanatına transfer etmeyi başarıyor. Oran, çizimleri tuval üstünde yapıyor
–kömürle veya kurşun kalemle değil– çizgiler zaten orada, geriye onları açığa çıkarmak
kalıyor.
Ahmet Oran’ın çalışmalarındaki kalitenin ve ifade gücünün kaynağında büyük bir
dolayımsızlık, doğrudanlık ve yoğunluk var. Resimlerindeki monokrom veya yanılsamalı
yüzey biçimlendirmesi ile renk yoğunluklu aralıklar arasındaki karşıtlık, sanatçının
resimlerine enerji yüklüyor ve yapıtın, izleyicinin karşısında kendini güçlü bir biçimde var
etmesinin yolunu açıyor. Sanatçı bizi yoğun bir görsel yaşantıya davet ederken aynı
zamanda resim sanatı karşısında duyduğu tutkulu hayranlığı paylaşmamıza imkân
tanımış oluyor. Yazımı Paul Cézanne’ın sözleriyle sonlandırmayı uygun buluyorum:
“Büyük bir ressamı büyük yapan şey, onun her dokunduğuna bahşettiği karakterdedir;
bir ruh kıvılcımı, bir hareket, bir tutkudur bu, çünkü tutkuda da bir berraklık vardır.”
Günther Oberhollenzer
Küratör, Essl Müzesi, Klosterneuburg / Viyana
Çeviri: Çağlar Tanyeri
1
Başlıca soyut dışavurumcu sanatçılardan biri olan Amerikalı Helen Frankenthaler’den alıntılayan Henri de
Buretel, “Morris Louis”, Sergi Katalogu, Westfalya Eyalet Müzesi, Münster 1996, s. 15. (Almancadan
çevrildi.)
2
Krş. “Resim Sanatı: Süreç ve Yayılma” Sergi Katalogu, Ludwig Vakfı Modern Sanat Müzesi, Viyana,
Edelbert Köb ve Rainer Fuchs’un denemeleriyle, Walther König Yayınevi, Köln, 2010

Benzer belgeler