analog göçmenlerin dijital yerliler için sorumlulukları
Transkript
analog göçmenlerin dijital yerliler için sorumlulukları
ANALOG GÖÇMENLERİN DİJİTAL YERLİLER İÇİN SORUMLULUKLARI Tunay ALKAN Günümüzde son zamanlarda hep sanal dünyadan bahsediyoruz. Acaba biz insanlık olarak niye bir sanal dünya üretmek ihtiyacı hissettik. Sanayi devrimi itibariyle insanları sınıflamaya çalışmıştık, sınıflarda eğitim yapmaya çalıştık, okullar oluşturduk, sanayi bölgeleri, şehirler oluşturduk, büyüdük. Görüyorsunuz müthiş bir kalabalık oluştu, insan sosyal bir varlık, hep beraber yaşıyoruz. Ama herhalde aynı noktada o kadar çok buluştuk ki, işler aynı noktada o kadar çok yoğunlaştı ki, birbirimize zaman ayıramaz olduk. O kadar kalabalıklar içinde yalnızlık yaşıyoruz, insanlar hakikaten yalnızlığı sevmiyorlar ve kaldıramıyorlar. Acaba insanoğlu olarak, evrende de akıllı yaratıklar olarak biz "Bu noktada tek biz miyiz?" sorusunu da sormaya başladık. Burada kavşak noktaları anlamında şunu vurgulamak istiyorum, bence 1969da üç tane önemli gelişme oldu. Bunlardan biri internetin atası "Arpanet" kuruldu, bir diğeri insanoğlu Ay'a ayakbastı. Üçüncüsünü sunumun sonunda "Bu neydi?" diye hatırlayan varsa o zaman sorduklarında cevabını vereceğim. Neden insanoğlu devamlı başka dünyalar arıyor? Acaba dünyanın doğal genetiğini insanoğlu olarak bozduk mu? Ya da evrende akıllı yaratıklar olarak tek medeniyet olmamız bizi rahatsız mı ediyor? Ya da sadece teknoloji aşkı ya da yarışı mı yapıyoruz uzaya giderken? Sebep ne olursa olsun insanoğlu sürekli olarak evrende başka yaşanabilir dünyalar arıyor, gün geçmiyor ki haber bültenlerinde yaşama olanağı olan yeni bir gezegen keşfedildiğiyle ilgili yer almasın ama küçük bir emareyi bile büyüterek insanoğluna duyurmaya çalışıyor bu haber programları. Başka dünyalar arayışında en büyük para yatırdığımız yerlerden biri Mars programı oldu. insanlar hayal güçlerini kullanarak Mars'ta yeşil insanların yaşadığını, onların dünyaya geleceğini ve hatta Amerika'daki bir radyo piyesini gerçek zannedip uzaylıların dünyaya geldiğiyle ilgili büyük bir kaos da olmuştu. Mars programından özellikle bahsediyorum sonra Mars'ta bir nasıl bir dünya keşfettik onu söyleyeceğim. Mars'a gidişi teknolojik açıdan çok kritik kavşaklardan biri olarak gördüğüm için bunu anlatıyorum. Mars'a Sorojuner diye bir uzay aracı hazırladık, rokete yüklediğimiz öyle bir araç vardı. Bu araç Mars'ın yörüngesinden geçerken kendisini bırakacak, oradan paraşütler açılarak Mars'ın üzerine düşecek, nasıl düşerse düşsün düzgün inecek ve onun içinden de Pathfinder diye ayrı bir robot çıkacaktı. Bu robotla biz dünyadan Mars'taki görüntüleri izleyip, oradan analizleri alabilecektik ve bunu gerçekleştirdik, Nasa'daki bilim adamları bunu gerçekleştirdi. Bu uzay aracının bir örneği de dünyadaydı. Çünkü sorun çıkarsa anında müdahale etmek gerekiyordu. Belli bir süre orada çalıştıktan sonra robot arızalandı, görüntü göndermez oldu. Pathfinder robotundaki arıza için Nasa'daki bilim adamları oradaki arızanın aynısını burada oluşturup sorunu çözmeye çalıştılar. Sorun şuydu, bilgisayar programında bir hata vardı. Bu hata bilgisayar dilinde böcek diye adlandırılan bir hata, bu hatayı tespit ettiler ve ilgili hata dünyada giderildi. Pathfinder robotuna yüklendi, doğru çalıştığı görüldü ve ondan sonra da Mars'taki cihazı tamir etmeleri gerekiyordu, işte insanoğlunun teknolojideki kavşak noktalanandan biri dediğim buydu. 1990'lı yıllarda insanoğlu önce Nasa'daki uzay istasyonundan dünyanın çevresindeki uluslar arası uzay istasyonuna ilgili programı update etti. Daha sonra oradan program Nasa'daki Sorojuner uzay aracına update edildi. Sonra da Sorojuner uzay aracı aynı programı bu sefer Pathfinder robotuna update etti. O program değiştikten sonra tekrar yerden gönderilen aynı sistemdeki komutla restart edildi, sistem kendine geldi ve Pathfinder robotu normal görevine tekrar devam etmeye başladı. Bu şu demekti; insanoğlu milyonlarca kilometre ötedeki bir cihazı oturduğu yerden tamir etmişti. Bundan daha önemli bir şey vardı bence, insanoğlu Marsa gitti, Marsta da kendi yalnızlığını gidermek için birilerini aradı, orada hiç kimse yoktu. Orada bulduğu bu bilgisayar hatasında sanal dünyayı tekrar keşfetti, işte o sanal dünyadaki bilgisayar programlan da aynı insanlar gibi bir cipten oluşuyor, bir restar. Dolayısıyla bu kurgu aslında çok önemli, bu noktada 2000'lere yaklaşmıştık, Arpanet artık sanal dünyayı içinde barındıran bir yetişkin olarak adını internete çevirmişti ve yarattığımız dijital dünyanın içinde biz artık sanal olarak biz artık dünyada yaşamaya başlamıştık. Yani uzayda bulamadığımız yeni hayatlar için biz dünyada yeni bir sanal dünya oluşturmuştuk. Burada da aslında az önce belirttiğim gibi şehirlerde yalnız yaşıyoruz, insanlar yalnızlıklarını bu sanal dünyadan başka arkadaşlıklarla doldurmaya çalışıyorlar Kritik dijital kavşak diye aslında milenyum her bin yılla ilgili olarak ifade ediliyor. Her yüzyıl çok şeyleri değiştirirken iki bin yılında hem 2O.yüzyılı devirdik hem de ikinci bin yılı devirdik, böyle bir kavşak noktası. Sadece tarihsel olarak baktığımızda bile çok önemli değişiklikler olması gerekiyor. Bunun yanında teknolojik olarak da neler değişti biraz buna bakmamız gerekecek belki ve bu kritik kavşakta hangi teknolojik gelişmeler oldu ki biz bu kadar endişeleniyoruz. Teknoloji hayat biçimimizi değiştiriyor, devamlı da değiştirdi, değiştirmeye de devam edecek. Bu noktada ilk günden ben burada şunu gördüm, hakikaten insanlar teknoloji denince sadece sanal dünyadan bahsediyorlar, anladıkları şey bu: yani diğer teknolojiyi artık unutmuş durumdalar, dikkatimiz buraya odaklanmış. İkincisi bu sanal dünyayı kullanan dijital yeri dediğimiz çocuklarımızla ilgili her türlü meseleyi de şaşkınlık içinde izliyoruz. Peki bu değişimlerin hakikaten bizi endişelendirmesi gerekiyor mu? Kesinlikle endişelendirmesi gerekiyor ki biz gerekli tedbirleri alalım. Bu değişimlerden biri içeriklerde çok hızlı bir artış oldu ve bunu bir gazete "İnsanlığın 25 yılda depoladığı bilgiler CD'lerde toplansa Ay'a ulaşırmış" diye dikkat çekici bir başlıkla ortaya koydu. Aslında benim 1997 yılındaki o sunumumda bilginin miktarıyla ilgili olarak kullandığım şey şuydu; İnternet ortamındaki bilginin miktarı yazının icadından günümüze kadar var olan bilginin şimdilik yarısıdır. 1997 yılında söylediğimiz buydu. Bakın 4000 yıl önce yazının ilk icat edildiği tarihten 1997 yılına kadar yarısı olarak ifade edilirken, son 25 yıldaki miktar için Ay'a kadar ulaşırmış diyor. Burada çok detaylı bir şekilde veriyor. (Resim) Since dergisinde yayınlanan araştırmaya göre "İnsanlık 1986dan 2007ye kadar 295 eksabayt yani trilyon gb bilgi depoladı. Bu miktar 1.2 trilyon sabit diske eşdeğer. Araştırmada yer alan Dr. Hilbert tüm toplanan bilgilerin kitaplarda saklanması durumunda ABD veya Çin kadar bir alanın 13 kat kitapla dolacağını belirterek aynı bilgi miktarının dijital ortamlarda saklanması halinde kullanılacak CD'lerin Ay'a kadar ulaşacağını kaydetti." Bilgi öyle bir şey ki sanal dünyada tüm bu bilgilerin yer aldığı CD'ler ile boş CD'leri bir tartı ile tartsanız ikisinin de ağırlığı aynı, ama onları depolamak için kullandığınız medyayı üst üste koyduğunuzda Aya kadar gidiyor, işte bu bilginin miktarını ifade etmek insanoğlunun algılaması açısından o kadar zor ki belli ülkelerin yüzölçümünü ne kadar kapladığını ya da Ay'a kadar ulaştığı ile ilgili bilgileri burada vermek durumunda kalıyor. Başka ne değişiklikler var? Bakın ara yüz etkileşiminde bir dönüşüm yaşanıyor. Aslında fark etmeden gelen bu, yani tablet dediğimiz şey artık klavye ortadan kalktı, dokunmatik bir ara yüzle devam ediyoruz. Hatta dokunmadan da bir ara yüz gelişti. Mesela yeni bir cep telefonu çıkacak siz dokunmayacaksınız. Sayfa için parmağını havadan hareket ettirdiğinizde çevirmesi gerektiğini anlayacak, bunun ben prototipini gördüm, yani şu anda yapılmış durumda, yakında piyasaya sürülecek. Bunun dışında alışveriş merkezlerine gittiğinizde bilgisayar monitörünün ya da TV'nin üzerine bağladığınız cihazlarla artık hiçbir elektriksel bağlantı olmadan sizin hareketlerinizi algılıyor ve çocuklar onlarla oyun oynayabiliyorlar. Hareket algılayıcı sistemler bir ara yüz olarak ilk oyun sektörüne girdi. Dolayısıyla ara yüz sistemlerinde de ciddi bir değişim var. Donanım alanında dönüşüm; PC'nin mucidi "Kişisel bilgisayarların devri kapandı" diyor. IBM'm ilk kişisel bilgisayarının üretiminde yer alan Dr. Mark Dean diyor ki "Artık ben de tablet kullanıyorum, kişisel PC devri bitti". Dolayısıyla o da tablete geçmiş durumda. İçerik ortamlarında da ciddi bir değişiklik var. Matbaa Osmanlı'ya müteferrika tarafından ilk getirildiğinde el yazmacılar müthiş bir endişe duymuştu, kendi işleri ve gelecekleriyle alakalı. Şu anda yayıncılar o endişeyi duymazlarsa eğer yeni duruma kendilerini hazırlayamazlar. Onların da bu endişeyi taşıması gerekir. Endişe taşımak çok insani bir husustur. 1980-1990lı yıllar arasında masaüstü yayıncılık dizgi anlamında artık bilgisayarlarla yapılmaya başlandı. Ama 2011 yılında yaygınlaşan haliyle de artık tabletler kağıtla karşılaştırırsak biraz kalınlaşmış ama içerikleri artık etkileşimli. Dünyanın geleceği artık burada, tablet teknolojisi artık bangır bangır geliyor. Cam tabletler de fazla değil 5-6 yıl sonra değişmeye başlayacak, elastik tabletler kullanacağız. Artık amoled teknolojisi çıktı. Dünyanın ilk kağıt, katlanabilir bilgisayarı geliştirildi" diyor bu haberde, şuradaki açıklamayı okuyalım: Geleceğin bilgisayarları işte bunlar, 5 yıl içinde tüm bilgisayarlar artık bu şekilde üretilmeye başlanacak. Küçük, interaktif, bir kağıt gibi görünüyor, hissediliyor, işliyorlar, bir cep telefonu ya da tablet bilgisayar gibi kullanılabilen, kenarları bükülebiliyor ve üzerine yazı yazabiliyorsunuz. Şu anda bu tip telefonlar üretildi ama Türkiye'ye gelmesi bir iki yıl içinde mümkün, artık esnek telefonları da kullanabileceğiniz. Milenyumda teknolojik değişim ve dönüşüm • içeriklerde çok hızlı artış • İçerik ortamlarında değişim • Kaydetme teknolojilerindeki (yazılım / donanım) gelişim ve ucuzlama • Saklama teknolojilerinde genişleme ve ucuzlama • Bulut bilişim • İletişim ortamlarında değişim ve hızlanma • Bilişim donanımlarında (pc'den tablet'e) dönüşüm • Bilişimde insan makine arayüz değişimi • Dijital elektronikte fuzzy logic (nisbi mantık) kullanımı • Mekatronik bilim dalının ortaya çıkışı • Nanoteknolojik gelişmeler • Daha çok robot teknolojisi kullanımı • Biyomimetik (doğayı taklit bilimi) bilim dalının ortaya çıkışı • Yazıdan resim ve videoya içerik geçişi • Kuşak değişimi (dijital yerlilerin ortaya çıkışı) Hakikaten baş döndürücü değişim ve dönüşüm bizi korkuttu. Peki bu değişim benim gösterdiklerimle mi sınırlı, özellikle son milenyuma girerken, aslında çok daha fazlası var. Çok etkileyici şeyler bunlar. Az söylediğim gibi içerik ortamlarında çok hızlı değişim var, kaydetme teknolojilerindeki gelişim ve ucuzlama yani düşünün ilk gösterdiğim gibi siz bir kağıdı delerek kayıt yaparken, şuanda bellek itibariyle aldığınız şeyler bir kütüphaneden daha fazlasını kayıt edecek kadar bilgi alanına sahip ve bunlar çok ucuzladı. Artık bilgileri saklamak için alanlar müthiş şekilde büyüyor. Bulut bilişim ortaya çıktı, artık sizin bireysel verilerinizi de bulutta saklayabileceğiniz, buluttan interaktif programlar çalıştırabileceğiniz sistemler gelişmeye başladı, iletişim ortamlarındaki değişim ve hızlanma, daha önce kullandığımız telefonlarla şu anda kullandığımız telefonları göz önüne getirin. Şu anda Samsungun çıkardığı 3 boyutlu cep telefonları var. Telefonunuzla fotoğrafları da 3 boyutlu olarak çekebiliyorsunuz, görüntüleri de 3 boyutlu olarak izleyebiliyorsunuz. Nanoteknoloji ile makinelerin çok küçülmesi sağlandı. Daha çok robot teknolojisi kullanılmaya başlandı ve daha fazla robot teknolojisi artık insanoğlunun hizmetine de girmeye başlayacak. Bu noktada daha önce bahsettiğim VOL.l filmini izlerseniz orada insanoğluna robotların ne kadar yardımcı olduğunu da göreceksiniz. Biyomimetrik, doğayı takip bilimi çıktı ve bu çok kritik bir bilim dalı, yine halk arasında bilinmeyen bir şey. Aslında çok ilginç bir döngü yaşıyoruz. Sinüs eğrisi gibi belli bir noktaya çıktıktan sonra geri dönüş aslında bu biyomimetrik. Biz tüm dijital teknolojilerle analog dünyayı mümkün olan en iyi şekilde kopyalamaya çalışıyoruz aslında. İşte integralda olduğu gibi ne kadar küçük parçalara bölebilirseniz eğer o kadar iyi taklidini yapabileceğiniz küçük malzemeleriniz olur. Bu teknoloji ile biz biyomimetrik bilim dalıyla da doğada ne var, biz onu en iyi şekilde nasıl teknolojiye aktarırız, sonra da onu nasıl kopyalarız, teknoloji tekrar buraya döndü aslında. Artık texten, yazıdan, resim ve dil yoğunluğunun içerik olarak kullanıldığı bir ortama geldik. Yani sunularda hep bunların kullanılmasının sebebi odur. Ben size saatlerce bir şey anlatmak yerine bazen bir resim gösterdiğimde onu çok iyi bir şekilde kavrayabiliyorsunuz. Eskiden resim çizmek mağara duvarlanndayken, en basit işken, yazıyı bulduktan sonra aslında biraz daha devre dışı kalmıştı. Şimdi tekrar geri dönüyoruz, sinüs eğrisindeki gibi resim ve videonun önemli olduğu bir tarafa geçiyoruz. Çünkü içeriklerdeki saklama teknolojileri bu kadar ucuzlayınca da biz tekrar resim ve içerikle ilgilenmeye başlıyoruz. Dijital yerlilerin ortaya çıkışı; bu kadar kısa sürede, milenyuma çok yakın zamanda çok önemli değişiklikler oldu. Cevaplanması gereken soru şu; Değişime kapılmalı mı yoksa değişimi yönetmeli miyiz? Şuanda az önce bahsettiğim üç tür bakış açısı var. Dediğimiz gibi bazıları o değişime kapılmış gidiyor ama yapılması gereken şey ne kadar değişimi yönetebilirsek o kadar önemli olacak. Önce bir durum saptaması yapalım. Öncelikli iş telaşa kapılmadan, salim kafayla, mantıklı düşünecek sistemler, ortamlar ve birliktelikler oluşturmalıyız. Şu anda dünyada da böyle bir şey yok. Kimse mantıklı düşünebilmek için bir şeyler organize etmiş değil. Teknolojik gelişmeleri düşman saymamamız gerekiyor. Teknolojiyi dijital dünyadan ibaret de saymamız gerekiyor. Yani sayısal dünya teknoloji gibi algılanıyor. Herkesin teknolojiyle sadece kendi kalmış duygusunu üstünden atması gerekiyor. Bu tüm dünyanın ve her bireyin problemi, eğer problemse. Teknolojiyi uygun bir bakış açısıyla, ilgi ve uğraş alanımıza adapte etmemiz gerekiyor. Musibet olmaktan çıkarıp müspet hale getirmemiz gerekiyor. Yani değişime kapılmak yerine dönüşümü yönetmek gerekiyor. Peki durumun farkında mıyız? Kağıtlar tekrar karıştırılıyor, dağıtılacak, kısaca oyun yeniden kurgulanıyor. Oyun kurgusunu ben bilişimle çok alakalı olduğum için az önceki değişikliklerden hareketle 4 başlıkta söyleyeyim. Donanım alanında az önce söylediğim gibi pc tarihe karışıyor, notebook can çekişiyor, tabletin de 5 yıllık ömrü var. Amoled tabletler geliyor. Oyun yeniden kurgulanırken ne oluyor bu sefer? Donanıma yatırım yapmış dünya çapındak devasa firmalar endişe ediyor ve batıyoriar. Çoğu pazardan çekiliyor, işlemci, şimdi sizin istediğiniz siparişlere göre size uygun işlemci üretiyorlar. Oysa dünyada işlemci pazarını belli bir kalıpla götüren Intel gibi firmalar vardı. O firmalar şimdi ayakta kalıp kalmamayla ilgili ciddi strateji geliştirmeye çalışıyorlar. Oyun yeniden kurgulanıyor derken dünya bu endişeleri taşıyor. Microsoft. Amerika'yı ayakta tutan ve işletim sistemi üreten başka bir firma, Intel donanım tarafından, microsoft'ta işletim sistemi üreten bir firma. Ama tablet teknolojisinde artık orada da oyun yeniden kurgulanıyor. Kılavye out oldu, mouse can çekişiyor, artık siz ekrana dokunuyorsunuz veya hareketinizi algılayan sistemler gelişiyor. Onlar, bu teknolojik dünyaya doğdular ve teknoloji ile problemleri yok. Acaba biz de mi problem var? Onlar bu oyunun içme doğdular. Tek bildikleri oyun bu. Oysa biz farklı oyunları da biliyoruz. Dijital yerlileri yeterince tanıyor muyuz ya da tanımak istiyor muyuz? Kuşak sınıflandırmasına bir bakalım. Ben özellikle Z kuşağı ile ilgileniyorum. Onu biraz öne çıkaracağım bu noktada. Z kuşağının özelliklerine çok hızlı vurgu yapayım. Internet ve çok kanallı TV ile birlikte büyüdüler. Mobil ya da yüz yüze görüşme haricinde sanal görüşmeyi de tercih edebiliyorlar. Yokluk bilgilen yok, sabırsızlar. Teknoloji dostu olmanın ötesinde bireysel, zor beğenen, küresel dünya vatandaşıdırlar. Özgürlüğüne düşkün, sadakatsiz ve tatminsizdirler. Kendilerim iyi ifade eder ve tercihlerini açıkça ortaya koyarlar. Sosyalliği ve çalışmayı çok sevmezler. Değişik araştırmalar var. Gençlerin % 53'ü bilgisayarı facebook ve msn girmek, % 32'si oyun oynamak için kullanırken, ödev ve araştırma için kullananların oranı % 13. Ankete katılan gençlerin % 87'si internet olmaması halinde bilgisayarı bugünkü sıklıkla kullanmayacaklarını söylüyorlar. İnternetin bilgisayarla ne kadar bütünleştiğini göstermek için söylüyorum. Hepsi çok iyi şeyler değil ama vurgulayalım. Amerikalıların günde ortalama 3.59 dakika ile birinci sırada oldukları TV izleme sıralamasında, Türkiye 3.36 dakika ile ikinci sırada yer alıyor. Bunları iyi özellikler diye saymıyorum. Başka bir araştırmada öğrencilerin % 34'ü cep telefonu kullanıyor, % 85i telefonlarını pantolon cebinde taşıyor, gece kapatmıyor ve yastık altında açık saklıyorlar. Gençlerin gün içinde en son kullandığı teknolojik ürünler arasında % 37 ile cep telefonu birinci sırada yer alırken, bunu sırasıyla % 23 oranıyla müzik çalar, % 13 oranıyla bilgisayar, % 13 oranıyla TV, % 10 oranıyla da fotoğraf makinesi izliyor. Tamamen dijital dünya ve dijital araçlarla bir arada olan bir kuşak var. Bunlara milenyum kuşağı, Z kuşağı, dijital doğan, dijital yerli gibi isimler veriliyor. Ben de dijital doğmayanlar için ki bunu biraz sonra izah edeceğim analog göçmen diyorum. Peki bir çok değişim yaşanıyor ve değişimler devam ederken, artık dijital yerliler okula gelmeye başladılar ve "a" harfini farklı yazmaya başladılar artık "@-b-c". Yani okula gelmeden önce o kadar çok sanal dünya ile haşır neşirler ki" a" diye başladığı zaman a harfini" @" böyle yazmaya başlıyor, "a" yi öyle yazmamış olsa bile alfabede biraz ilerlediği zaman bu sefer h harfinden sonra http://www protokolüyle devam ediyor, bir tane link yazıp devam etmeye başlıyor. Dolayısıyla bu neslin aslında bize öğrettikleri bir şey var, bunu sunumun sonunda söyleyeceğim. Eğitim ortamlarına baktığımız zaman da kara tahtanın icat edildiği zamandan bu yana eğitim ortamlarında ciddi değişen bir şey yok, değişik akıllı tahtaların konseptlerinin sınıflara girmesini devre dışı sayarsak, yani 2000 yılına kadar ciddi anlamda değişen bir şey yok. 1926-1930 yılları arasında Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğünün arşivinden aldım bu görüntüleri, Aydın'daki okullar bunlar. Kara tahtanın ne kadar önemli bir eğitim aracı olduğunu çok güzel resmediyor aslında o zamanlar. Dikkat ederseniz konu burada ne öğrenciler, ne öğretmen. Fotoğrafı çekerken yan tarafa hep karatahtayı da taşımışlar, aynı karede olmak için. Bu ikili kullanılan bir tahta ve bu bir teknoloji dolayısıyla fotoğrafı çekiliyor. Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğün arşivinden. Bunlar aslında çok uzun zamanlar değil ama bunlar realite. Dediğimiz gibi dijital yerliler geldi, kara ya da yeşil tahtanın üzerine link yazmaya başladılar "Acaba çalışır mı" diye. Çalışmadığını görünce bu sefer iphone'lanna karatahta uygulaması yazmaya başladılar. Onların bizim tahtaların üzerine yazdıkları linkler çalışmayınca kendileri bu sefer elektronik cihazlarına o uygulamaları yazdılar. Az önce söylemiştim, kuşak sınıflandırması diye; Emekliler kuşağı (1925 öncesi doğanlar) Kurucu kuşak (1926 - 1945 arasında doğanlar) Bebek patlaması (1946- 1964 arasında doğanlar) X Kuşağı (1965 - 1981 arasında doğanlar) Y Kuşağı (1982 - 1994/2000 arasında doğanlar) Z / Milenyum Kuşağı (1995/2001 ve sonrasında doğanlar) Dijital Yerli: ingilizce de 'digital natives olarak isimlendirilen bu kuşak bilim adamları tarafından farklı bakış açıları ile farklı tarihler başlangıç olarak alınsa da belli bir tarihten sonra, yani genel olarak 2000 yılından sonra doğanlara verilen isimdir. Bir kısım bilim insanı 1994 yılından sonra doğan kuşaklara bu ismi verirken bir kısmı ise 2000 yılından sonra doğanlara bu ismi vermektedir. Dijital yerli veya dijital doğan, kuşak sınıflandırmasında Y kuşağından sonra gelen yani Z kuşağında doğanlara verilen isimdir. Analog Göçmen: Z kuşağı tabir edilen dijital yerlilerin, dijital doğan olarak dünyaya geldikleri zaman dilimi başlangıcında hayatta olan kimselere ve/veya Y kuşağı ya da öncesinde doğmuş ve halen yaşamakta olan insanlara verilen isimdir. Bu kişiler dijital dünya ya doğmayıp, yaşarken dijital dünya ile karşılaştıkları için geldikleri zaman diliminin özelliklerini taşımaktadırlar. Bu sebeple analog göçmen olarak adlandırılmaktadırlar. Eğer bundan sonrası için bir dünya kurgulayacaksak sadece dijital yerlilerin gözüyle kurgulamaya kalkarsak çok hatalı bir dünya olur bu. Çünkü onlar sadece o dünyayı biliyorlar. Oysa 1950'den 1990'a kadar biraz daha bilinçli kuşakları öne çıkartarak söylüyorum, bu arada doğmuş olanlar hem analog dünyayı biliyorlar hem de analog göçmen olarak dijital yerlilerin yaşadığı çağda da yaşadıkları için ikisini de görüyorlar. O zaman her iki tarafı da bilenler olarak yeni dünyayı analog göçmenlerin kurgulaması gerekiyor. Analog göçmenlere çok büyük sorumluluk düşüyor. Bu dijital kavşakta sorumlu kuşaklar olarak -insanoğlu olarak söylüyorum sadece Türkiye için değil, sorumluluğumuzu yerine getirmezsek bundan sonraki dünyanın ne olacağı konusunda çok tereddütlerim var. işte bu dijital kavşak noktasında yaşayan sorumlu kuşaklar olarak insiyatifi ele almak zorundayız. Analog göçmen bakış açısıyla bizim bundan sonraki dünyayı çok iyi kurgulamamız gerekiyor. Dijital transformasyon dünyada sağlıklı gerçekleşecekse bu sorumlu kuşakları bu noktada çok büyük vebali var. Analog göçmen veya dijital yerli, şuan yaşayan birey olarak, günümüzde bireyin dijital dünyasında neler var? • • • • • • • • • • • Birden fazla e_posta adresimiz var (hotmail, Chat hesaplarımız var (msn, icq, Mslive, Skype vb.) Sosyal ağ hesabı (Facebook. twitter,Lmkedin vb.) Kişisel Web sayfası Blog İnteraktif banka hesaplan Alan adı hesapları Bulut bilgi saklama depo hesabı Sanal dünya üyelikleriniz Miles kart hesaplarınız Sanal kahraman item'leri, sanal oyun bonusları vs.vs. gmail, yahoo vb.) Bunların tamamı bireyin gerçek dünyadan göçerken vasiyetinde belirtmesi gereken sanal dünya varlıklarıdır. Hakikaten çok önemli, niye? Sizin e-mail hesaplarınızda çocuklarınızın bilmesi gereken çok şey olabilir. Vasiyetinize bunları da yazmanız gerekiyor artık. Analog göçmen ile dijital yerli nasıl iletişim kurmalı? Bakın tişörtün üstünde "Ev-lş-Oyun' yazıyor. Bunun ne olduğunu bilen var mı? Bu microsoft'un tag readerı, bu bir nevi barkod. Bu barkod ne işe yapıyor? Cep telefonunuza tag readerı indiriyorsunuz, bir defa kuruyorsunuz ve cep telefonunuzu bu barkod üzerine tuttuğunuzda bunu algılayıp ilgili web sitesine bağlanıyor. Aslında bu QR Code veya tag sanal dünya ile gerçek dünya arasında bir geçit, en önemli geçitlerden biri şuanda. İleride yayıncıların tamamı eğer kendilerini devam ettireceklerse gerçek dünyada basılı olarak ilgili sayfalarının kenarına bu tür barkodları koyacaklar ki tablet veya cep telefonundan onunla ilgili daha fazla detay bilgiye hiç birşey yazmadan ulaşılabilsin diye. Tag'lar nerelerde kullanılıyor? Örneğin satılık ilanında, siz telefonunuzu ilgili barkod üzerine tuttuğunuzda ilanla ilgili tüm detayları telefonunuzda veya tabletinizde görebiliyorsunuz. Kartvizitiniz kenarına koyduğunuzda ve cep telefonunuzu bunun üzerine tuttuğunuzda direkt sitenize bağlanabilirler. Ya da bilgisayar ekranına koyuyorsunuz kişi yazmadan sayfaya gidebiliyor. Sadece dijital yerli bakış açısı yeterli mi? Dijital yerliler analog göçmenlerin başına hangi dertleri açıyorlar? En önemlisi kendi başlarına açtıkları dertlerin farkındalar mı? • Zürafaya Dondurma Ismarlıyorlar! • Oyun Karakteri alıp satıyorlar! • Sonuçta işlemler sanal, hesaptan çıkan paralar gerçek! Bunu niye söylüyorum? Tablette zürafayla ilgili bir uygulama var. Ipad ve android uygulamasında da var. Siz uygulama üzerinden zürafayı gıdıklıyorsunuz, belli hareketler yapıyor, ama bir yere geldiğinizde dondurma ikonu var, siz dondurma ısmarlamak istiyorsanız, bedeli var, 5 dolar, kredi kartınızdan kestirmek istiyorsanız soruyor, siz evet derseniz otomatik olarak sizin hesabınızdan o 5 doları kesiyor. Bir veli geldi bunu söyledi. Bu oldu, olmaması için hiçbir sebep yok, böyle tuzaklarla dolu. Dediğim gibi işlemler sanal, zürafa, dondurma sanal ve hesaptan çıkan paralar gerçek. Analog göçmenlerin sorumlulukları arasında sanal dünyanın evrensel kurallarını koymalıyız. Dijital dünya manifestosu yayınlamalıyız. Küreselleşmiş dünyada sanal dünya ile beraber milletler ve devletler bileşik kaplar usulü kültürel olarak eşitleniyor. Bu sebeple sanal dünyaya hazır olmak ve tanımak için; • Evrensel Dijital Dünya Enstitüsü kurmalıyız.Bu Enstitüde Sanal Dünya; • Farklı kültürlerin yok olmasını mı yoksa bilinmesini sağlıyor. • Dijital dünya hangi değerlerimizi ortadan kaldırıyor. • Tüm bilgilerin sadece elektronik ortamda olması ne derece doğru? • Bir dijital kıyamete hazır mıyız? • Beden ve ruh ve yaşam dünyamızda ne gibi değişikliklere neden oluyor? Önlemalıyor muyuz? Ya da ne derece alıyoruz? • Üniversitelerin araştırma enstitülerine sanal dünyadaki daha büyük fotoğrafa dönük çalışma konuları belirlemeli. SORU: "Bu araç. göze ve kulağa seslenir. Bunun için dikkati toplama alışkanlığını doğal yoldan geliştirir. Öğrenci, verilmek isteneni anlamadığı zaman, öğretmene konuyu genişleterek anlatma ve daha anlaşılır hale getirme olanağı yaratabilir." şeklinde anlatılan eğitim aracı aşağıdakilerden hangi şıkta doğru verilmiştir? a) Televizyon b) Karatahta c) Bilgisayar d) Projeksiyon e) Akıllı Tahta (IWB) Bu sorunun cevabı "Kara Tahta", kara tahtanın ilk lansmanı yapıldığı zaman böyle tarif edilmişti. Yani bir şeyleri değiştirmemiz gerekiyor. Eğitim ortamında değişim gerekli mi? • Multitasking sınıf ortamı oluşturmak. • Eğitimcilerin iletişim becerilerinin arttırılması. • Katılımcı sistemler geliştirmek. • Devlet, okul, aile koordinasyonu. • Okul, Oyun, Internet, TV, Telefon... mobilize olarak hepsi öğrenme aracı haline geliyor. Bu şartlarda eğitim ve öğretim; Sanal dünyanın da gerçeklerini göz önüne alarak gerçek dünyanın yanında sanal / dijital dünya içinde öğrencilerimizi hazırlamamız gerekmez mi? Dijital kavşak süreci bir şeyi, bir defa daha şaşırtıcı bir şekilde öğrendik, o da Erken yaşta öğrenmede ve eğitimde kalıcılık, üst düzey kavrama ve yüksek hız' 21 yüzyıl da doğanları, 20. yüzyıl öğretmenleri olarak, 19 yüzyıl sınıflarında analog göçmenler olarak biz, dijital yerlileri eğitebilecek miyiz? Dijital yerliler analog göçmenlere belki de ilk dersi verdiler bile! Daha küçük yaşlarda farklı yöntemlerle çok hızlı eğitim alabiliyorlar ve biz onların aldıklan eğitimle baş edemiyoruz. Burada odaklanılması gereken bir yer var diye düşünüyorum. Bu paradoks bir çok alanda oluştu.