Nisan-Mayıs 2015 - Atatürk İletişim Gazetesi
Transkript
Nisan-Mayıs 2015 - Atatürk İletişim Gazetesi
Çok renkli bir festival ERZURUM’UN EN BAŞARILI FESTİVALİ Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin düzenlediği Uluslararası Kar Film Festivali’nin 11’incisi başarıyla gerçekleştirildi. Festivalin açılışında konuşan Rektör Yardımcısı Takkaç, Erzurum’da bir festivalin 11 yıldır düzenleniyor olmasının büyük bir başarı olduğunu söyledi. ‘SEKSENLER’ EKİBİ DE FESTİVALDE Festivale bu yıl Seksenler dizisinin sevilen oyuncuları, Sivas filminin yönetmeni Kaan Müjdeci, Meryem filminin yönetmeni Atalay Taşdiken, yapımcısı Baran Seyhan ve oyuncusu Mehmet Usta ile üniversitelerden öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Yarışma bölümünde 200 eserden 13’ü ödüle layık görüldü. TRT’nin sevilen dizisi Seksenler’in oyuncuları, festivalin en renkli konukları oldu. Usta oyuncular, öğrencilerin sorularını yanıtladıktan sonra salondakileri selamladılar. Festival haberleri t Sayfa 8-9’da Atatürk İletişim Haber Hattı Yıl: 13 Sayı: 84 Nisan-Mayıs 2015 Tel: 0 442 231 51 61 Fax: 0 442 236 09 64 A t a t ü r k Ü n i v e r s i t e s i İ l e t i ş i m Fa k ü l t e s i Ö ğ r e n c i U y g u l a m a G a z e t e s i e-mail: [email protected] Tarih otoriteleri ‘Ermeni soykırımı’ iddialarına son noktayı koydu: Ne soykırımı; 518 bin Müslümanı katlettiler! EROL KÜRKÇÜOĞLU YUSUF HALAÇOĞLU Papa’nın ‘Ermeni soykırımı’ ile ilgili ifadelerine tarihçi Erol Kürkçüoğlu sert tepki gösterdi. Kürkçüoğlu, Ermenilerin sadece Van’daki isyan sırasında bir günde 10 bin Müslümanı katlettiğini söyledi. Kafkasya’ya barışın gelmesi için Hristiyan dünyasının kin ve nefrete dayalı politikalardan bir an önce vazgeçmesi çağrısında bulundu. Y. Özgür Türk Tarih Kurumu eski Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, anne karnındaki cenini çıkarıp onunla poz veren, çocukların canlı canlı derilerini yüzenlerin soykırım iddiasında bulunmasının akıl dışı olduğu söyledi. Halaçoğlu, “218 bini 1914-15 Mayısı arasındaki bir yılda olmak üzere toplam 518 bin Müslüman, Ermeniler tarafından katledilmiştir.” dedi. Bilge Uğurlu t Sayfa 3 Bülbül, Mithat Yılmaz t Sayfa 2 Erzurum’un en meşhur tadı Cağ kebabı Deprem merkezimiz Kandilli ile eşdeğerde Puşkin 1989’da kurulan Deprem Araştırma Merkezi, Doğu Anadolu’da 14 istasyon ile hizmet veriyor. Merkezin müdürü Doç. Dr. Özyazıcıoğlu, altyapılarına ve çalışmalarına rağmen doğuda olmaları sebebiyle ilgi görmediklerini ve marka olamadıklarından yakındı. Özyazıcıoğlu, yaşanan depremlere rağmen yeterince tedbir alınmadığını vurguladı. Baran Yeşil t Sayfa 4 Koçak: “Bu eğitim çok önemlidir. Bugün öğrencilerimiz, Atatürk Üniversitesi’nden diplomalarını almanın gururunu yaşayacaklar.” müzesi kuruluyor YAZI VE RESİMLER “Erzurum’a Yolculuk” adlı eserin de sahibi olan ünlü Rus yazar Puşkin adına Erzurum’da müze kuruluyor. Müzede ünlü yazara ait ve yazar hakkında yazı ve resimler sergilenecek. Melik Bulmuş, Gamze Bargın t Sayfa 4 Domuz gribi eskisi kadar tehlikeli değil 6 Cağ kebabının ünü, Erzurum’un sınırlarını aştı; önemli bir marka haline geldi. Son yıllarda Erzurum’un dışında bir çok ilde cağ kebabı lokantaları açıldı. Cağ kebabını hazırlamanın ve sunmanın incelikleri, yemenin de kendine özel geleneği bulunuyor. Sonay Çaluk, Volkan Basık, Mehdican Çafer t Sayfa 14 TMSF İz Tv’ye el koydu; iş yapamıyorum COŞKUN ARAL Şu anda kendi ajansım TMSF’ye geçti, yani İz TV’yi aldılar. Bana iş yaptırmıyorlar. Hâlbuki ajansı kuran benim. Adeta “Sizin bütçenizi alıyoruz, bizim arkadaşlara veriyoruz. Onlar iş yapsın” diyorlar. Sayfa 10 Yerel tarihi kimse bilmiyor! 5 Anneler diploma aldı Atatürk Üniversitesi ile Yakutiye Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü “Anne Okulu” projesi ilk mezunlarını verdi. Mezuniyet töreninde anneler diplomalarını Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak’ın elinden aldı. Koçak, törende yaptığı konuşmada, beşikten meezara kadar ilim öğrenmek gerektiğini hatırlattı. Rektör Koçak, anneliğin de kutsal bir meslek olduğunu belirtti. Ali Törün t Sayfa 7 Betonlaşma Uzungöl’ü tehdit ediyor Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinden biri olan Uzungöl kontrolsüz ve imarsız yapılaşma tehdidi altında. Esnaf gelen turistlere hizmet verebilmek için yatırım yaptığı savunuyor ve imar sorununun çözülmesini bekliyor. Belediye ise mevzuat engelini aşmaya çalışıyor. Çağrı Haliloğlu t Sayfa 16 Her mahalleye böyle bir kütüphane lazım Erzurum’daki tarihi Habib Baba Konağı şimdilerde kütüphane olarak hizmet veriyor. Kütüphane sorumlusu Oktay Parlar, öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiğini söyledi. Bir mahalle kütüphanesi görünümündeki kütüphanede hayırseverlerin desteği ile küçük ikramlarda da bulunuluyor. Azize Alan t Sayfa 11 Başka Mukaddes’ler 13 ölmesin artık! 2 Nisan 2015 Tarih Prof. Dr. Erol Kürkçüoğlu: Van’da bir günde 10 bin Türkü katlettiler “Van’da çok büyük bir ayaklanma planladılar. Van’ın yerli halkı Kaya Çelebi Camii’nin bulunduğu alanda katledildi. Çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, bebek demeden 10 bin kişiyi katlettiler.” A tatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türk Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Erol Kürkçüoğlu, Ermenilerin Doğu Anadolu’daki ayaklanma ve isyanlarla onbinlerce Türk’ü katlettiğini belirterek isyanların en acımasız olanının Van’da gerçekleştirildiğini ifade etti. Van’da 10 bin ölü Kürkçüoğlu, Van’daki isyanla ilgili şu bilgiyi verdi: “1914 yılında Van’da meydana gelen isyan çok farklı. O isyanda 10 bin insanımız öldürüldü. Birinci Dünya Savaşı öncesinde Ermeniler gönüllü birlikler oluşturuyorlar. Bu birliklerin başında bölgede herkesin bildiği Antranik, Dro Muratyan ve Karakin Pastırmacıyan gibi kişiler var. Karakin Pastırmacıyan aynı zamanda Erzurum Mebusu. Bir taraftan devletten maaş alan biri, aynı zamanda bölgeyi çok iyi bildiği için Ermeni çete reisi. Bu gönüllü birliklerin İstanbul’da yaptıkları toplantıda çıkacak bir savaşta Rus ordularıyla ittifak yapılarak Osmanlı Devleti iki ateş arasında bırakılacak kararı alınıyor. Yani o dönemde Osmanlı cephede Ruslarla çarpışırken, cephe gerisinde Ermeniler ile savaşmak zorunda kalıyor. Savaşın başlarında 1-15 Nisan tarihleri arasında Van’da çok büyük bir ayaklanma meydana gelir. Bu ayaklanmada Van’ın yerli halkı Kaya Çelebi Camii’nin bulunduğu alanda katledildi. Ayaklanma sonucu 10 bin kişi öldürüldü. Çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, bebek demeden 10 bin kişiyi katlettiler.” Osmanlı Devletinin 24 Nisan 1915’te bu ayaklanma üzerine hınçak, taşnak, rangavar, belagöz gibi Ermeni cemiyetlerini kapatarak, yöneticilerini tutukladığını belirten Kürkçüoğlu, Sevk ve İskan Kanununun da bu olaydan sonra çıkartıldığını söyledi. Sevk ve İskan Kanunu Kürkçüoğlu tehcir olarak bilinen bu kanunun yanlış anlaşıldığını belirtti: “Nisan 1915 kesinlikle tehcir denilen yani orijinal adıyla Sevk ve İskan Kanunu çıkarıldığı tarih değildir. İsyan ve ayaklanmaların devleti yıpratması ile Ermeni cemiyetleri kapatılarak, 235 yönetici kadrosu tutuklanıyor. Daha sonra Anadolu’nun muhtelif yerlerinde ayaklanmaların devam etmesi üzerine devlet 30 Mayıs 1915’te Sevk ve İskan Kanunu’nu çıkarmak zorunda kalıyor. 24 Nisan 1915 Ermenilerin dayattığı bir tarih. Dünyayı aldattıkları bir tarihtir. Kanunun orijinalinde Ermeni, Rum, Yahudi kelimesi içermez. Devletin çeteleri Suriye’ye göndermesi söz konusu. Osmanlı Devleti hukuk devletidir. Yani Katolik, Protestan Ermenilerin haricinde, özellikle bu çok önemli, kadınlar, amalar, sakatlar, yaş- Papa ırkçılık yaptı Papa Francesco’nun “20. yüzyılın ilk soykırımı Ermenilere yapıldı” ifadelerine tarihçi Erol Kürkçüoğlu sert tepki gösterdi; “Kafkasya’ya barışın gelmesi için Papa’nın şahsında Hristiyan dünyasının kin ve nefrete dayalı politikalardan bir an önce vazgeçmesi gerekmektedir.” dedi. A tatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Türk Ermeni İlişkileri Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Erol Kürkçüoğlu, Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco’nun, 1915 olaylarının 100. yıldönümü sebebiyle Vatikan’da düzenlediği ayinde, “20. yüzyılın ilk soykırımı Ermenilere yapıldı” sözlerini, İletişim Fakültesi Haber Ajansı’na (İFHA) değerlendirdi. Kürkçüoğlu şöyle konuştu: “Papa bunu gündeme taşımakla gelecekte barışın bu bölgede yerleşmesine engel olmuştur. Bir din adamı Türk milleti ve Müslüman toplumuna kin ve nefret duymuş ve biz Türk tarihçilerini hüsrana sevk etmiştir. Kafkasya’ya barışın gelmesi için Papa’nın şahsında Hristiyan dünyasının kin ve nefrete dayalı politikalardan bir an önce vazgeçmesi gerekmektedir.” Papa’yı kınıyoruz Papa’nın, Türk Ermeni ilişkileri noktasında son yaptığı açıklamayı 1915’te Ermenilere yönelik bir soykırım olduğunu ifade etmesini Türk bilim adamları olarak esefle kınadıklarını belirten Prof. Kürkçüoğlu, Papa’nın açıkça tarihi bir meseleye siyasi bir boyut kazandırmak için doğrudan ırkçılık yaptığını ifade etti. Kürkçüoğlu şöyle lılar sevk ve iskana tabi tutulmamıştır. Devlet çetelerle muhatap olmuştur. Bu çeteler sivil Müslüman köylerini basarak katliam yapıyorlar. Osmanlı devleti 7 ayrı cepheye Müslüman asker gönderdi. Askerin yaşı da 15 ila 50. Bir bakıyorsunuz ki cephenin birinde baba ile oğul birlikte çarpışıyor. Eli silah tutan herkes cephede, cephe gerisi tamamen savunmasız. Müslüman Türk devletinin bütün derdi, devletin üniter yapısını korumak, Ermenileri sürmek değil.” Ermenilerin sevki esnasında neler yaşandı? “Sevk ve İskan Kanunu ile Ermeniler Suriye’ye gönderilmeye başlanıyor. Zaten konuştu: “Osmanlı devleti ve Selçuklular arasında yaşayan Ermeniler her iki devlette de millet-i sadıka idiler. Müslümanlarla Ermeniler arasında kesinlikle hiçbir sorun hiçbir problem 19. Yüzyılın başlarına kadar yoktu. Fakat 19. Yüzyılla birlikte batılı emperyalist devletler Osmanlı üzerindeki emellerini tahakkuk ettirebilmek için Ermeni meselesini gündeme getirdiler. Şark Meselesi çerçevesinde. Osmanlı devletinin bölüşülmesi, parçalanması projesiyle gündeme geldi. Bu tarihten itibaren 1815’ten itibaren Ermeni Sorunu gündeme gelmiş oldu. Bugün Papa’ya şunu söylemek gerekir. 19. yüzyılın 2. yarısında Osmanlı ülkesinde milleti sadıka olan Ermeniler, kendi inançlarını, ibadetlerini çok rahat bir ortam içerisinde yerine getirmekteydiler. Katolik misyonerleri Anadolu’ya gelerek Ermeniler üzerinde, Ermenileri mezheplerinden döndürmek suretiyle Katolik yapmaya çalışmışlardır. Tarih mutlaka bilimsel gerçekleri ortaya koymaktadır. Osmanlının kuruluşundan itibaren Ermeni patrikhanesi Kütahya’da rahat bir şekilde dini varlığını sürdürmekteydi daha sonra Bursa’ya taşımışlardır. Osmanlıyı takip ederek gidilen her yere patrikhanelerini götürmüşlerdir. İstanbul’un fethinden sonra Ermeniler dini inançlarını İstanbul’da da yerine getirebilmiştir. Bizzat Fatih Sultan yer verip para yardımında bulunmuştur. Ermeni Kilisesi 1461 tarihi itibariyle de burada da devam etmiştir.” Ermenilerin Osmanlı döneminde huzur ve barış içerisinde yaşadığını hatırlatan Prof. Kürkçüoğlu sadece devlete başkaldıran çetelerin iskana tabi tutulduğunu aktardı. Kürkçüoğlu, “Meseleye baktığımız zaman Müslümanlar kendi içerisinde azınlık bir halk olarak yaşayan Ermenilerle doğu Anadolu ve Kafkasya bölgesinde huzur ve barış içerisinde yaşıyorlardı. Ermenilerin bir kısmı bu yolculuk esnasında ölüyor. Tabiat olayları, salgın hastalıkları kol geziyor. Pasinler civarında sahra hastanesi var. Orada herkes hastalıklardan etkileniyor. Bunun dışında eşkıya olayları da söz konusu. Onlara yolda saldırılar gerçekleşiyor. Ermeni soykırımı diye bahane ettikleri yolda gerçekleşen ölümler. Göç sonrası maddi durumu iyi olanlar Avrupa’ya göç ediyor. Fransa’nın Marsilya şehri özellikle. Maddi durumu kötü olanlar ise Suriye’ye, daha çok Beyrut’a yerleşiyorlar. Tabi daha sonra Türkiye’ye dönüp toprağına sahip çıkanlar da var.” r Salih Çelebi Son Papa’nın bu çıkışı gerçekten bir tarih bilgisinin olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü 24 Nisan Ermenilerin iddia ettiği gibi ve Papa’nın da alet olduğu gibi kesinlikle sevk ve iskan kanunun çıktığı tarih değil.” şeklinde konuştu. 1917’de Rusya’da Bolşevik ihtilalinin olduğunu hatırlatan Prof. Kürkçüoğlu şu görüşlere yer verdi: “1 ay önce Kafkasya’da Allahüekber dağlarında çarlık Rusya ile yoğun mücadelemiz oluyor 1 ay sonra 250 bin çarlık taraftarı Bolşeviklerden kaçarak Osmanlı devletine sığınıyorlar. Bunlardan önemli bir kişi var: Rus tarihçi bizim hocalarımızı yetiştiren İstanbul Üniversitesi’nde hocalık yapan ünlü bilim adamı Batud’dur diğer bir örnek 1941 yılın 2. Dünya savaşı çok yoğun bir savaş ekmeğin karne ile dağıtıldığı bir dönemdi. Batı komşumuz Yunanistan bizden yardım talep etti: Üç defa kurtulmuş adlı gemimizle Yunanistan’ın pire limanına ilaç ve gıda yardımı götüren Türkiye cumhuriyeti oldu. Ama savaştan sonra Yunanlılar kendilerine ait olmayan Uşi antlaşmasıyla Osmanlı devletine ait olan Meis adası ve 12 adayı işgal ettiler. Biz tarihimizle her zaman yüzleşen bir milletiz. Ben Osmanlı devleti adamlarını ve Selçuklu devlet adamlarının attığı bütün adımların altına imzamı atarım çünkü tarihimizde kültürümüzde devlet felsefemizde ve dinimizde soykırım kesinlikle bir ayıp olarak bilinir. Şimdi ellerine ilk defa 2006 yılında Türk tarih kurumu bilim adamları ve Ermeni bilim adamları Viyana’da bir araya geldi. Karşılıklı belge alışverişi yapıldı. Ertesi sene Ermeniler gelmedi. Masaya oturmadılar. masa nedir bilimsel bir çalışmadır Türk devlet adamları iyi bir politika izliyorlar fakat bu mesele tarihçilerin meselesidir.” Ermeniler’de belge yok Ermenilerin ellerinde belgeler olmadığına işaret eden Erol Kürkçüoğlu, Diasporanın varlık sebebinin Ermeni soykırımı olduğuna dikkat çekti. Kürkçüoğlu sözlerini şöyle tamamladı: “Ermenilerde bir arşiv çalışması ve tarih çalışmasına yönelik bir girişim yoktur. Dolayısıyla mesele siyasi ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya yöneliktir. Özellikle Türkiye’yi Avrupa siyasetinde yalnız bırakmaktır. Uluslararası ilişkilerden Türkiye’ye bir düşman yaratılmaya çalışılıyor. Diasporanın siyasi arenada kendi göstermenin tek dayanağı sözde ermeni soykırımıdır. Bu olmadığı taktirde ne Ermenistan ne de Ermeni Diasporası bir varlık gösteremeyecektir.” r Y. Özgür Bülbül, Mithat Yılmaz Nisan 2015 Tarih 3 Bebeklerin derilerini yüzenler soykırımdan bahsediyor! Tarihçi Yusuf Halaçoğlu, anne karnındaki cenini çıkarıp onunla poz veren, çocukların canlı canlı derilerini yüzüp ağlamasınlar diye de annelerinin memelerini keserek ağızlarına veren Ermenilerin, bu iddialarda bulunmalarının akıl dışı olduğu söyledi. Halaçoğlu, “218 bini 1914-15 Mayısı arasındaki bir yılda olmak üzere toplam 518 bin Müslüman, Ermeniler tarafından katledilmiştir.” dedi. lu’da 23 yerde isyana giriştiklerini söyledi. Tehcirin sebebi Ermeni isyanları Tarihçi ve siyasetçi Halaçoğlu Birinci Dünya Savaşı esnasında sadece dışarıdan Nisan 2015 tarihi, Ermeni soygelen düşmanlarla değil, bunlarla işbirliği kırımı iddialarının yüzüncü yıl yaparak isyan başlatan ve orduyu arkadan dönümü. Yüzüncü yıl dolayısıyla vuran vatandaş Ermenilerle de mücadele Ermenistan ve Diaspora Ermenileri yoğun etmek zorunda kalındığının altını çizdi. bir faaliyet içerisinde bulunuyor. Türkiye Osmanlı Devleti 1914 ve 1915 Mayıs de 24 Nisan 1915 tarihi ve devamındaki olaylarla ilgili olarak geçmiş yıllara nazaran tarihlerinde Ermenileri yine kendi himayesinde bulunan topraklara asker nezaretinde daha ciddi çalışmalar yapıyor. gönderdi. Tehcir esnasında yollara hastaneErmeni sorunu Türkiye’nin uzun yıller açtı, fırınlar kurdu. Halaçoğlu, “Bunları lardır başını ağrıtan bir mesele. Meseleyle ilgili olarak başta Türk Tarih Kurumu olmak yapan Osmanlının katliam yaptığı nasıl söylenebilir?” diye sordu. üzere çeşitli kurum ve kuruluşlar yaptıklaErmeniler Müslümanları katletti rı çalışmalarla geçmişte bilinenin aksine, Savaşta sırasında 1914 Mayıs ayıyla Ermenilerin Türkleri katlettiği tezini kabul 1915 Mayıs sonu tehcir döneminde Erettirmek için yoğun çaba gösteriyor. meni çeteleri tarafından 218 bin, ondan Türk Tarih Kurumunun eski başkanı, sonraki dönemde sayıları 518 bine ulaşan Milliyetçi Hareket Partisi Kayseri Milletvekili Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu Ermeni iddia- Müslüman Türk’ün katledildiğini anlatan Halaçoğlu, “Uluslararası Hukuk düşmanla larının gerçek yüzünü, Türkiye’nin tezlerini iş birliği yapan bir milleti başka bir yere kabul ettirmek için yaptığı çalışmaları ve nakletmeyi uygun görüyor. Fransız arşivleihmal edilen hususları anlattı. rinde Ermenilerin düşman devletlere iş birTürk tarihi ve Ermeni meselesi üzerine liği yaparak Türklere karşı savaştıkları yer birçok çalışması bulunan Halaçoğlu, görevden alınmasına rağmen çalışmalarına devam alıyor. Uluslararası hukukta bu varken buna rağmen Osmanlı devleti bunları başka yerleediyor. Türk Tarihinde Ermeniler, Ermeni re göndermiyor.” dedi. Osmanlı Devletinin Tehciri ve Gerçekler ile Ermeni Tehciri gibi her şart ve koşulda vatandaşlarının canını kitaplar bu konu üzerine yaptığı çalışmakorumaya özen gösterdiğini vurguladı. lar sonucu çıkardığı eserlerinden birkaçı. Yusuf Halaçoğlu meselenin bir başka neHalaçoğlu, Ermeni meselesine kendi adamış denini de Türklerin Anadolu’yu ele geçirip bir isim. O tarihlerde soykırıma uğrayanlaİslam bayrağını taşımaya başlamasından rın Türkler olduğunu her ortamda belgeler itibaren İslamiyet’i bu bölgeden sökmek sunarak gözler önüne seriyor. Buna rağmen isteyen haçlı zihniyetine bağlıyor. Bu uluslararası alanın haklılığımızı görmezden mücadeleyi Müslüman ve Haçlı mücadelesi gelmesini şu şekilde açıklıyor: “İngiliz ve olarak gördüğünü de ekliyor ve şöyle devam Fransız arşivlerinden Ermenilere yaptıkları ediyor: “2011 yılında dönemin başbakanı silah yardımlarını, Amerika’dan gemilerle Avrupa Konseyinde yaptığı konuşmada getirilen silahları kimlerin ne amaçla dağıt‘Haçlı seferleri doğuya medeniyet getirmiştığını, Ermenileri kullanarak 1915’te 80 bin Müslümanı öldüren Rusları görüyoruz. Şim- tir’ ifadesini kullandı. O zaman bunu söyleyenler ne gariptir ki Büyük Ortadoğu Prodi bizim haklılığımızı kabul etseler Ermenijesinin eş başkanı olmak istemesi nedeniyle ler çıkıp asıl suçlu siz değil misiniz diyeo haçlılarla, müttefik devletler adı altında cekler. Nitekim Hrant Dink Fransız kanalı Müslüman ülkelerde insanları birbirine TV5’te ‘asıl bizden özür dilemesi gereken kırdırdılar. Haçlı seferleri yeniden OrtadoFransa ve İngiltere’dir’ dedi ve adam 15 ğu’ya medeniyet götürüyor. Haçlı gün sonra öldürüldü. Gerçeklerin zihniyetinde olanlar Türkleri üstünü kapatıyorlar.” siyaseten alaşağı etmek Yusuf Halaçoğlu Kaynaklara için Ermeni iddialarına Ermeni meselesinin iç göre, 1922’de, dünyada, 3 çanak tuttular ve 21 yüzünü anlatırken ilk milyon 4 bin Ermeni bulunuyor. ülke parlamentoolarak Osmanlının o Bunun 817 bin 873’ünü Türkiye’den sunda soykırımı dönemdeki toprak göç eden Ermeniler oluşturuyor. Bunlakabul ettiler.” ve ekonomik yarın dışında Müslüman olan 95 bin Ermeni Ermenilepısına değiniyor: de Türkiye’de yaşıyor. Ayrıca İstanbul’da rin katilleri “1914 yılından 150 bin, Anadolu’da da 131 bin olmak üzere cezalandırıldı itibaren biz toplamda 1 milyon 200 bin Ermeni bulunuyor. HalaçoğBirinci Dünya Osmanlı kayıtlarına göre Türkiye’deki Ermeni lu’na göre, Savaşına girdik. nüfusu 1 milyon 294 bin. Halaçoğlu bu ratehcir sırasında O dönemde kamları vererek şu soruyu yöneltiyor: “Peki, Osmanlı tarabile imparatornasıl oluyor da 1.5 milyon Ermeni kesiliyor?” fından tedbir luk dört etrafı Amerikalı elçilerin raporlarında da benzer alınmasına rağdenizle bağlantılı rakamlar bulunduğunu belirten Halaçoğlu, men Ermenilerin büyük bir stratebuna rağmen her 24 Nisan’da “Acaba bir kısmı Kürt jik önemi olan bir soykırım iddiaları için ne diyecekve Arap çeteleri milyon 800 bin metler?” diye sancı çekilmesini tarafından öldürüldü, rekare toprağa sahipti. anlayamadığını söylükadınlar ise kaçırıldı. Büyük toprak kayıplarına yor. Osmanlı kasıtlı olarak rağmen Avrupa’da söz sahiölüme sebebiyet vermedi. Akbiydi. Ekonomik açıdan baktığısine Ermenileri öldüren 1673 kişiyi nızda büyük petrol bölgelerinin sahicezalandırdı: 63’ünü idam, 68’ini kürek ve biydi. Osmanlıya göz dikenler, siyaseten geriye kalanını da hapis cezasına çarptırdı. alaşağı edemeyince çareyi içten yıkmakta İttifak Devletleri Osmanlı güçsüzleşince buldular.” Ülkede bulunan misyoner okullakendi aralarında imparatorluk topraklarını rının ilk mezunlarının marksist, leninist ve paylaşarak yıkım faaliyetlerine başlarlar. ırkçı temelli çeteler kurarak faaliyetlerine Bu devletlerle iş birliği yaparak Osmanlıyı başladıklarını belirten Halaçoğlu, Ermeniarkadan vuran Ermeniler 1915 yılı Ocak lerin bu çetelerle işbirliğine girerek Anado- Bilge Uğurlu 24 ısı nc e diyecek?” n sa BD A “ Türk Tarih Kurumu eski başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Bilge Uğurlu’nun sorularını yanıtladı; Ermeni soykırımı iddialarına sert tepki gösterdi. ayında Van, Çatak ve Bitlis bölgelerinde Ruslarla iş birliği yaparak 80 bin Müslümanı katlederler. Halaçoğlu bu konuyu anlatırken özellikle şu ayrıntıya dikkat çekiyor: “Ermeniler Erzurum’dan ve bu bölgelerden topladıkları genç kadınları Akdamar Kilisesine götürüyorlar. Bunların içinden 50 kadar hanım iffetlerini korumak için kendilerini göle atarak hayatlarına son veriyorlar.” Van’ın işgal edildiği 17 Mayıs gününün Ermeni Mezalim Günü olarak anılması ve Van ya da Akdamar Kilisesi civarına bir İffet Anıtı dikilmesi için meclise kanun teklifi verdiğini söyleyen Halaçoğlu teklifin kabul edilmemesinden rahatsız olduğunu özellikle ifade ediyor Meselenin gerçek yüzü bilinmiyor Türkiye’de de soykırım yapıldığını savunanlar bulunuyor. Soykırım yapıldığını iddia edenler arasında “Kürtler soykırım yaptı” diyenler de mevcut. Yusuf Halaçoğlu o tarihlerde Kürtlerin Ermenileri öldürdüğünü söylüyor ama meselenin bilinenden çok farklı olduğuna değiniyor: “Kürtler, Ermenileri katletti ama soykırım yapmadılar. Bunun içeriğinin çok iyi araştırılması gerekiyor. Bazı aşiretlerin soygun için öldürdükleri biliniyor. O iddianın gerçek yüzünde aslında Ermenilerin Kürt köylerine baskın düzenlemeleri yatıyor. Ermeniler devlet kurmak istiyor fakat nüfusları yeterli değil. Kürtleri kendi taraflarına çekmek için batılıların da desteğiyle Osmanlı askeri kılığına girerek Kürtleri öldürüyorlar. Kürtler asker kılığındakileri öldürmeye başladıklarında sünnetsiz olduklarını fark edip bu sefer Ermenileri öldürmeye başlıyorlar.” PKK sadece Kürt hareketi değil Birinci Dünya Savaşı bittikten sonra 1922 yılında Ermeniler geri dönerler. Hangi köylere yerleştikleri, hangi Kürt Aşiretinin adını aldıklarına bakıldığı zaman PKK Terör Örgütünün o bölgelerden çıktığını görmek gerektiğine vurgu yapan Halaçoğlu, bunların çıkıp kendilerini Kürt hareketi olarak gösterdiklerini söylüyor. “Bebek katili 40 bin insanın ölümünden sorumlu Öcalan, ‘biz Ermeni ve Kürt halkların sorumluluğunu üstümüzde taşıyoruz.’ ifadesini kullandı ve Said’i Nursi’nin köyünün de Ermeni köyü olduğunu söyledi. Kendi köyü ne köyüydü onu söylemiyor. Elbette Ermeni köyü.” açıklamasını yapan Yusuf Halaçoğlu, Türk Milletinin bunları iyi bilerek kimlerin sokaklara çıkıp ‘hepimiz Ermeni’yiz’ diye bağırdıklarını iyi analiz etmesi gerektiğini belirtti. Ermeniler 518 bin Müslümanı katletti Y usuf Halaçoğlu, Ermeni iddialarının tutarsızlığını ve Ermenilerin Müslümanlara soykırımı üzerine çalışmalar yapmış bir tarihçi; bu araştırmaları sırasında onu en çok etkileyen olay hangisi olmuştu? Halaçoğlu gözleri yaşararak anlatıyor: “Bütün Erzurumlular büyüklerinden katliama nasıl uğradıklarını duymuşlardır. 40 bin kişilik çeteler bu bölgede terör estirmiş. Bebeklerin canlı canlı derileri yüzülmüş. Ağlamasınlar diye annelerinin memelerini kesip ağızlarına tıkamışlar. Hamile kadınların karnını deşip ceninlerle fotoğraf çekilmişler. Muş, Van, Bitlis, Erzurum’un Hasankale ve Aşkale ilçeleri ile Ardahan Posof’ta Ermeniler Müslüman komşularını kesmişler. İki toplu mezarda psikolojim bozuldu. Bunlardan biri Iğdır’ın Tuzluca ilçesinin gedikli köyündeki 97 kişilik toplu mezardı. İnsanlar samanlığın kapısına yığılmışlar. Bir anne ve yanında birinde 8 diğerinde 16 diş olan iki çocuğunu kılıçtan geçirmişler ve öylece bırakmışlar. Cesetler kılıcın üzerinde çıktı. Bir diğeri de Karsın Derecik köyüne 7 kilometre uzaklıkta 476 kişinin olduğu toplu mezardı. Bir anne ve kucağında kemikleri dahi tam oluşmamış bebeği çıktı.” Türkiye’deki soykırım tezini savunanların nedenini ekonomik ve siyasi zafiyetlere bağlayan Halaçoğlu, bu durumun zayıflığa yol açtığını, fikir birliği olması durumunda büyük bir güç haline gelinebileceğini kaydetti. 12 yıl geçti, ses yok! Yusuf Halaçoğlu, 2003 yılında Kars’ın Derecik köyünde 476 vatandaşın samanlıkta yakılarak öldürüldüğü toplu mezarı ortaya çıkarmış ve orada bulunan yerli ve yabacı basın mensuplarına şöyle bir davette bulunmuş: “Biz bunu siyaset aracı olarak görmüyoruz bir vebal olarak açıyoruz. Buradan şunu söylüyorum Ermenilere ait tek bir toplu mezar gösterin kendim açacağım ve sizi de davet edeceğim.” Bu konuşmanın üzerinden 12 yıl geçtiğini belirten Halaçoğlu, Ermenilerin tek bir toplu mezar bulamadıklarını sözlerine ekledi. 4 Üniversite Nisan 2015 Atatürk Üniversitesi Deprem Araştırma Merkezi Müdürü Mehmet Özyazıcıoğlu: Kandilli’den hiçbir eksiğimiz yok 1989’da kurulan Deprem Araştırma Merkezi, Doğu Anadolu’da 14 istasyon ile hizmet veriyor. Merkezin müdürü Doç. Dr. Özyazıcıoğlu, altyapılarına ve çalışmalarına rağmen doğuda olmaları sebebiyle ilgi görmediklerini ve marka olamadıklarından yakındı. Özyazıcıoğlu, yaşanan depremlere rağmen yeterince tedbir alınmadığını vurguladı. Baran Yeşil A tatürk Üniversitesi Deprem Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Mehmet Özyazıcıoğlu Kandilli Rasathanesiyle eşdeğer olanaklara sahip olduklarını ancak doğuda bulunmaları sebebiyle bu alanda marka olamadıklarını söyledi. Deprem Araştırma Merkezi’ni tanıtan Özyazıoğlu, Doğu Anadolu’da 14 istasyona sahip olduklarını belirtti. Kendisinin inşaat mühendisi olduğunu belirten Özyazıcıoğlu, birçok üniversitede deprem araştırma merkezlerinin inşaat mühendislerine bağlı birimler olarak çalıştığını ifade etti. Özyazıcıoğlu şöyle konuştu: “Depremin, biz inşaat mühendislerinin yakından ilgilendirmesinin temel nedeni; yapılarımızın yıkılması. Depremle ilişkimiz bu noktada başlıyor. Binalarımızı depreme dayanıklı yapmak istiyoruz, bu nedenle depremleri yakından tanımak zorundayız. Yer hareketleri ve deprem araştırmaların ilk meraklıları dışında, bu alandaki araştırmacılar inşaat mühendisleridir. İlk merak edilen şey ise yerin hangi hız ve ivmede ne kadar hareket etmesi. 1939 yılına kadar bu ölçülebilir bir şey değildi. İlk kez 1930 yılında ABD’de Japon bir araştırmacı tarafından, kuvvetli yer hareketlerini kaydedebilecek ivme ve ölçerler yapılıyor. Bu ivme ve ölçerler California’ya yerleştiriliyor ve kısa bir süre sonra Japonya’da 8,3 büyüklüğünde bir deprem gerçekleşiyor.” Deprem araştırma multidisipliner Deprem araştırmalarının multidisipliner bir çalışma alanı olarak inşaat mühendislerinin yanı sıra jeofizikçiler ve yerbilimcilerin de ilgi alanına girdiğini kaydeden Özyazıcıoğlu, şöyle devam etti: “Çatlaklar içinden sızan bir takım gazları araştırmak amaçlı, bu sahada çalışan kimyagerler dahi var. Bazen gaz çıkışlarını ölçme yoluna gidiyoruz. Bu alanda çalışan birçok dalda araştırmacılar mevcut. Özellikle; kimyagerler, jeologlar, inşaat mühendisleri depremin toplum üzerindeki etkilerini inceleyen sosyal psikologlar, afet yönetimi itibariyle idari birim yönetimi. Acil durum müdahalesi ile Tıp Fakülteleri de yaralılar için devreye giriyor.” Özyazıcıoğlu, Atatürk Üniversitesi Deprem Araştırma Merkezi ile ilgili de şu bilgileri verdi: “İlk kurulumu 1989 yılında Atatürk Üniversitesi bünyesi altında jeolog bir hoca tarafından yapıldı. Şu an iki inşaat mühendisi, müdür ve müdür yardımcısı olarak bu kuruluşu yönetiyoruz. Kurumumuz ilk yapılanmasından beri sadece Erzurum bazlı kalmayıp, daha geniş bir ağ olarak konumlandırılmıştır. Araştırma merkezimiz Doğu Anadolu’da büyük bir afet ağına sahip. Yer kayıt istasyonlarımız konum olarak, en kuzeydeki Posof’tan en batıdaki Erzincan Üzümlü olmak üzere 14 tane istasyona sahiptir. Tam kuruluma ulaştığımızda ise 22 cihaz çalıştırmış olacağız Doğu Anadolu’da. Boğaziçi Üniversitesinden sonra, Türkiye’deki en geniş izleme ağına sahibiz. Türkiye’de ulusal çaptaki en büyük ağa sahip olan kurum AFAD. Biz sürekli olarak 14 ağımızdan ve AFAD’ın Doğu Anadolu’daki 16 istasyonundan veri paylaşımı alıyoruz. Ayrıca Gürcistan’dan, Amerikan Jeolojik Araştırmalar Merkezinden, Türkiye çevresindeki Ermenistan, Kafkasya ve Rusya’nın istasyonundan veri akışı sağlıyoruz. Bu şekilde aşağı yukarı Türkiye ve yakın çevresinden 50 istasyondan veri alıyoruz. Bu veriler gerçek zamanlıdır ve 50 istasyon az bir rakam değildir, çünkü AFAD 1999 depremi olduğunda Türkiye’de 30 istasyona sahipti. Şimdi ise Türkiye’nin Doğusunu kapsayan bir bölgede 50 istas- yondan veri alınıyor.” Araştırmacıları bekliyoruz “Merkezin alt yapı olarak Kandilli Rasathanesinden hiçbir eksiği yok. Doğuda oluşu nedeniyle meraklıları çekemiyoruz. Batıda çalışmak isteyenlerin çoğunluğu bunu engelliyor.” diyen Özyazıcıoğlu araştırmacıları ve bu işe meraklıları beklediklerini ifade etti. 1999 Marmara ve üç ay sonra ardından meeydana gelen Bolu ve Düzce depremlerinin unutulduğunu savunan Özyazıcıoğlu, “Tabii bu afet Yalova, Bursa ve İstanbul gibi şehirlerde daha fazla hissedildi ama artık bu tür dehşet verici afetler hatırlanamaz oldu. Yaşamın akışı içinde unutur hale geldik. Her ne kadar hatırlatılsa dahi bir türlü halkımıza bu bilinci yerleştiremiyoruz.” diye konuştu. Konut alırken dikkat Özyazıcıoğlu deprem ve konut güvenliği için de şu uyarılarda bulundu: “Konut alımlarında depreme dayanaklılık ilk olarak göz önünde bulunması gereken ögelerden biri. Konut alımında insanlar; bireysel konut, iş yeri, devlet kuruluşu vb. konutlarda depreme karşı dayanıklılık ve kalite aranılması lazım. Topluma bu bilinç yapısı yerleştirilmeli. Hâlbuki toplumuzda konut seçme anlayışı, içi süslü, dışardan bakılınca hoş görünümlü, penceresi pervazı güzel olan ögelerden geçiyor. Alıcı bu ögelere değer vererek konut satın alıyor. Bu düşünce yapısı tamamıyla yanlış ve en kısa zamanda toplum tarafından farkına varılıp değiştirilmeli. Toplumumuza konut sahibi olurken şu değerler yerleştirilmeli: İyi bir mühendislik hizmeti almış, projesinden yapımının her aşamasına kadar Deprem şartnamesi hazırlayan ilk ülkelerdeniz Ö zyazıcıoğlu’nun verdiği bilgiye göre, Türkiye dünyada deprem şartnamesini oluşturan ilk ülkelerden biri. 1939 Erzincan depreminin ardından Türkiye Deprem Şartnamesi hazırlandı. 1940’lı yıllarda çok az sayıda deprem şartnamesi olan ülke vardı, bunlardan biri Türkiye’ydi. Şartname 1975’te ve son olarak 1996’da yenilendi. Bütün çaba konutlardaki yapı kalitesini arttırmaya yönelikti. Deprem şartnamemiz inşaat tekniği Deprem Merkezi’nde açısından baya zorlayıcı kuiki araştırmacının rallara sahip fakat ülkemizgörev yaptığını bede uygulanamıyordu. 2016 lirten Özyazıcıoğlu, yılında tekrardan deprem şartnamesi değiştirilecek ve muhabirimiz Baran yeni bir şartname çıkacak. Yeşil’e Doğu AnadoAkademik camia bu şartlu’da 14 istaasyonnamenin gelişmesi yolunda larının bulunduğunu sürekli çaba sarf ediyor lakin söyledi. bunun uygulamaya geçiş süreci çok yavaş. 1999 depreminde görüldü ki yapı kalitesinde herhangi bir iyileşme yok. Özyazıcıoğlu şöyle konuştu: “Bugün biz inşaat mühendisleri öğrencilerimize staj yaptıklarında, staj defterlerindeki bariz inşaat hatalarını açık bir gözle görüyoruz. Öğrencilerimize bu hatalara düşmemeleri için tekrar ve tekrar uyarıyoruz. 1970 ve 1960’lar da konut yapımında ne hatalar yapılıyorsa; örneğin demir mühendislerin görev aldığı yapıların bağlama gibi, hala aynı hatalar yapılvarlığı deprem riskini azaltır. maya devam ediyor. Bu tür hataların Deprem sigortası; afet sonrası tıpkı üstesinden gelmeliyiz. Buda ancak trafik sigortasına benziyor, metre kare konut projelerinin uygulama sırasında, üzerinden herkesten aynı para alınıyor. şantiyede mühendislik hizmetlerinin Mesela iyi bir otomobilden de aynı prim geliştirilmesiyle mümkün olabilir. Topalınıyor, eski kötü bir otomobilden de lumumuz mühendislik hizmetine değer aynı sigorta primi alınıyor. Deprem sivermiyor. Şantiyelerde çok düşük ücretgortasında böyle bir topallık var. Çok iyi mühendislik hizmeti almış, çok sağlam lere çalışan mühendisler var. O ücretle inşa edilmiş bir binaya da aynı deprem çalışan mühendis ya iyi eğitim almamış sigortası uygulanıyor. İyi bir mühendisoluyor ya da ücreti düşük olduğu için lik hizmeti almamış, eski bir binadan da işini iyi yapmıyor. Ne zaman ki toplumuaynı deprem sigortası primi uygulanıyor. muz mühendislik hizmetini talep ederse Bu da insanlarda kaliteli yapıda oturma işte o zaman yapılarımız iyileşmeye bilincinin yerleştirilmesini sağlayacak bir başlayacak.” şey değil.” Nisan 2015 Toplum 5 ‘Yerel tarih’ bilinmiyor Lise öğretmenleri ile öğrencilerinin yürüttüğü bir proje ‘yerel tarih’in bilinmediğini ortaya çıkardı. Proje kapsamında ankete katılan öğrencilerin yüzde 43’ü, öğretmenlerin yüzde 35’i, vatandaşların da yüzde 57’si yerel tarih konusunda yetersiz bulundu. İsmail Erke O rtaöğretim öğrencilerinin yerel tarih hakkında yaptığı çalışma, öğrencilerin ve halkın yerel tarih kavramını bilmediğini ortaya koydu. Araştırmada, “Yerel tarih kavramı size ne çağrıştırıyor?” sorusuna öğrencilerin yüzde 43,57’si “Kasaba, kırsal alan ve kenar mahalleler gibi küçük toplulukların tarihini ifade eder” yanıtını verdi. Vatandaşların ise yüzde 57,58’i soruya aynı cevabı verdi. Kazım Karabekir Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi tarih öğretmeni Şükran Kalaycı ile öğrencileri Ebru Gaye Avlanır ve Mehmet Kaan Sarıca Erzurum’un yerel tarihini, vatandaşların yerel tarihe olan ilgilerini, Birinci Dünya Savaş’ında işgal edilen Erzurum’un işgal günlerini incelediler. Özellikle işgal sırasında halkın çektiği sıkıntılar, Rusya Hükümeti’nin Anadolu’nun kilidi konumundaki Erzurum’da yaptığı tahkim faaliyetleri, Ermeniler ’in faaliyetleri, kolonizasyon (sömürge) faaliyetlerini ve Erzurum halkına yapılan yardımları mercek altına aldılar. Genç araştırmacılar, bu çalışmaları ile Erzurum tarihinin halk tarafından ne kadar bilindiğini, Erzurumluların ve Erzurum’da yaşayan insanların Erzurum çevresinde bulunan tarihi ve kültürel eserler hakkında bilgileri olup olmadığını test ettiler. Araştırmacılar, insanların Erzurum tarihine etki eden tarihi şahsiyetlere olan ilgilerini tespit etmeye çalıştılar. Bu çalışma ile var olan tarihi eserlerin yerel tarih ve Türk milli tarihindeki yerine atfettikleri önem vurgulandı. Şükran öğretmen ve öğrencileri, Halkın yerel tarih hakkında sahip olduğu bilgi ve farkındalığın hangi seviyede olduğunu ölçtüler. Bu araştırma ile aynı zamanda yerel tarihin ne olduğu, tarih eğitiminde yerel tarihe ne şekilde yer verileceği, yerel tarihin, tarih eğitimine ne gibi faydalar sağlayabileceği ve ne gibi olumsuzlukları içerebileceği ile ilgili bilgiler ortaya konulmaya çalışıldı. Araştırmacılar, Erzurum’da yaşayan halkın yerel tarih hakkındaki ilgi ve farkındalık düzeylerinin cinsiyete göre, öğrenim gördükleri okul türüne göre, eğitim durumlarına göre farklılık gösterip göstermediğini araştırdılar. Yerel tarihe sıkıca sarılmak gerek Araştırma ile ilgili konuşan Gaye Avlanır, “Yerel tarih küçümsenmemesi gereken konudur. Aksine çok önemli bir konudur ve üzerinde durulması gerekiyor. İşte biz de buradan hareketle böyle araştırma yaptık” dedi. Yerel tarihimize sahip çıkmazsak bir çok değerimizin yok olacağını söyleyen Avlanır, “yerel tarih mirastır ona sıkı sıkı sarılmamız gerekiyor” şeklinde konuştu. Mehmet Kaan Sarıca, “Bu proje ile insanlarda yerel tarih farkındalığı oluşturmaya çalıştık. Tarihi değerlerimizin yok olmaması için bu tarz projelerin çok yapılması gerekiyor. Proje bize ayrıca özgüven kazandırdı. Yaşadığımız coğrafyanın ne kadar önemli odluğunu bir kez daha anlamış olduk.” diye konuştu. Farklı yöntemler kullanıldı Araştırmada deneklere açık uçlu sorular soruldu. Konuyla ilgili kaynaklar tarandı. “1.Dünya savaşında Erzurum’da yaşanan Olaylar ve Kültürel Değerlerimiz” konulu belgesel yapıldı. Yerel tarih ve yerel tarihin önemi hakkında öğrencilere seminer verildi. Yerel tarih ile ilgili çekilen belgesel öğrencilere izletildi ve yerel tarih ile ilgili düşünceleri alındı. Yerel yönetim birimleri, kültür müdürlükleri, müze görevlileri, yerel basın ile görüşüldü ve yaptıkları çalışmalar hakkında bilgiler alındı. Öğretmenlere sorulan, “Üniversite öğrencilik yıllarınızda aldığınız tarih öğretiminde yeni yaklaşımlardan yerel tarih konusunda kendinizi yeterli buluyor musunuz? Sorusuna öğretmenlerin yüzde 35’i ‘hayır’, yüzde 45’i ‘kısmen’, yüzde 20’si ‘evet’ cevabı verdi. Öğrencilere sorulan “Erzurum da hiç müze ziyareti yaptınız mı?” sorusuna katılımcıların yüzde 55,36’sı ‘evet’ cevabını verirken yüzde 36,79’u ‘hayır’ cevabını verdi. Öğrencilere sorulan ‘Yerel tarih kavramı size ne çağrıştırıyor?’ sorusuna katılımcıların yüzde 43,57’si ‘kasaba, kırsal alan ve kenar mahalleler gibi küçük toplulukların tarihini ifade eder’ cevabını verdi. Aynı soruya halkın yüzde 57,58’inin de aynı cevabı verdiği gözlendi. Bu durum öğrencilerin ve vatandaşların büyük bir kısmının “yerel tarih” kavramının tam anlamıyla ne ifade ettiğini bilmediği şeklinde yorumlandı. Öğrencilere sorulan ‘Yerel tarihi hangi kaynaklardan öğreniyorsunuz?’ sorusuna katılımcıların yüzde 30’u ‘öğretmen’, yüzde 28,21’i ‘kitap’, yüzde 27,14’ü ‘televizyon-internet’, yüzde 14,64’ü ‘ailem’ cevabını verdi. Aynı soruya halkın yüzde 80,30’u ‘aile’ cevabını verdi. Araştırmanın sonucuna göre; öğretmenlerin çoğunluğu, üniversite yıllarında aldıkları yerel tarih eğitimi konusunda kendilerini yeterli hissetmiyor. Öğretmenlerin çoğunluğu yerel tarih kullanımında karşılaşabilecek en büyük sorunun kaynak olduğunu dile getirdi. Halkın yerel basını takip etme ve yerel basının yerel tarih tanıtımı için yeterli bulma oranının düşük olduğu anlaşıldı. Kimyada mesleki şovenizm var Kimyagerler Derneği Doğu Anadolu Şubesi Genel Kurulunda konuşan Dernek Başkanı Mustafa Tekoğlu, kimyagerlerin yaptığı deneylerin amacının daha yaşanabilir bir dünya olduğunu söyledi. A Mustafa Tekoğlu tatürk Üniversitesi Fen Fakültesinde Kimyagerler Derneği Doğu Anadolu Şubesi Genel Kurul Toplantısı gerçekleştirildi. İki gün süren programın ilk gününde kimyaya yıllarını veren isimler tecrübelerini öğrencilerle paylaştı. Toplantının ikinci gününde ise Doğu Anadolu Şubesinin Genel Kurul toplantısı gerçekleştirildi. Kimyagerler Derneği Başkanı Mustafa Tekoğlu kimya mesleğiyle ilgili mesleki şovenizm olduğunu belirterek bu alanda algı seçiciliği olduğunu vurguladı. Tekoğlu, “Kimya ile ilgilenen mesleklerde mühendislik daha fazla ön plana çıkıyor. Mühendislik diğer alanların üstünde gibi bir algı oluşmuş durumda. Oysa kimyagerde, kimya teknisyenleri de kimya mühendisleri de aynı yasaya tabi ve aynı işi yapıyorlar. Bu algının mantıksız olduğunu anlatmamız lazım.” ifadelerini kullandı. Yapılan deneylerin bu ülkeye katma değer katma amacı taşıdığına da değinen Tekoğlu, kimyanın kıymetsiz gibi görünen şeyleri kıymetli hale getirdiğini ve hayatın her alanında kimyanın olduğunu belirtti. Tekoğlu, kimya mesleğiyle ilgili olarak“ Kimya ilaç, deterjan, ambalaj, kozmetik ve akla gelen her alanda olan bir meslek dalı. Kimyanın temeli simyaya dayanıyor. Bir maddeye dışarıdan baktığınızda değersiz gibi gözükür. İşte kimya kıymetsiz görünen şeyi kıymetli hale getirerek insanlığın hizmetine sunar.” İfadelerini kullandı. Marmara, Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgesinde şubeleri bulunan derneğin genel merkezi İzmir’de. Dernek Başkanı Tekoğlu derneğin kuruluş amacını şöyle ifade etti: Kimyagerler kendilerini ilgilendiren konularda sözcülük yapacak birine ihtiyaç duydu. Bunun için Prof. Dr. Giray Mişli ve Prof. Dr. Çetin Güler’in girişimleriyle derneğimiz kuruldu ve faaliyetlerine başladı. Derneğimize daha çok problemi olan insanlar geliyor. Sorunu olmayanlar bana ne faydası var deyip uzak duruyor. Dernekte gönüllülük esas. Bize gelenler özverili ve çözüm odaklı çalışmaya başlayınca tabela derneği olmaktan çıktık.” Kimyagerlerin meslek hakları özlük hakları ve sosyal haklarının korunmasının yanı sıra kimya öğrencilerine yol göstermek gibi hedefleri bulunan dernek, düzenlediği çalıştay ve kongrelerle akademi ve sanayi arasında iş birliklerini de arttırıyor. Dernek bunların yanı sıra oluşturduğu staj komisyonu ile öğrencilere yardımcı oluyor. r Bilge Uğurlu Dağcılar Uzundere kayalıklarına tırmanmayı başardı A tatürk üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu (BESYO) Piranha Dağcılık Kulübü yaklaşık 50 öğrenci ile birlikte Erzurum’un Uzundere ilçesinde kaya tırmanışı etkinliği düzenledi. Öğrenciler tırmanış sırasında bir hayli zorluk çekmesine rağmen güvenli ve keyifli bir şekilde tırmanışları tamamladı. Piranha Dağcılık Kulübü Başkanı Oğuzhan Turan, kulübün BESYO’daki öğrenciler tarafından kurulduğunu söyledi. Erzurum’da yaklaşık 150 bin öğrenciye hizmet vermeye çalıştıklarını dile getiren Turan, “Piranha Dağcılık Kulübü 3 ay önce kuruldu. Kısa bir süre önce kurulmamıza rağmen öğrenciler çok rağbet gösteriyor. Faaliyetlerimizi kendimiz düzenliyoruz. Herhangi bir maddi destek almıyoruz. Hiçbir yerde sponsorumuz yok. Kendi imkanlarımızla faaliyetleri yürütüyoruz. Kulübümüze öğrenci kaydını yaptığımızda maddi bir talebimiz olmuyor. Sadece faaliyete katılan arkadaşlardan kendimiz de dahil olmak üzere araç ücretleri ve yemek ücretlerini tahsis ediyoruz. Yaklaşık 4-5 yıldır bu işle uğraşıyoruz. İlk amacımız bütün arkadaşlarımızın güvenini sağlamaktır. En önemsediğimiz konu bu. Herkes canını bize emanet ediyor. Bizde bu konuda çok dikkatli davranıyoruz ve arkadaşlarımıza o güveni verebiliyoruz. Bu iş gerçekten ciddi eğitimler gerektiriyor. Herkesin yapabileceği bir iş değil çok tehlikeli. Bu işi yapmak için ciddi bir eğitim almak şart. Herkes dağcılık adına herhangi bir donanım sahibi olmadan faaliyet yapıp gerçekten insan hayatını tehlikeye sokuyorlar. Bizde bu durumdan endişeleniyoruz.” diye konuştu. Dağcılık basit iş değil Erzurum ve çevre illerden herkese bu faaliyetlerle ilgilenen kişilere işi öğretmeye çalıştıklarını belirten Turan şöyle konuştu: “Çevre illere de gidiyoruz. Kamlarımız oluyor. Doğa harikası olan birçok faaliyetlerimiz oluyor, projelerimiz var, bahar şenliklerimiz oluyor. Buraya gelen herkes öğrenci olan veya öğrenci olmayan biraz olsun şehir hayatından uzaklaşmak için kafa dağıtmak için ya da tam tersi yaptığımız faaliyetlerden bir şeyler öğrenmek için geliyorlar. Biz de kulüp olarak kim gelirse gelsin bizim herkese kapımız açık. Bu işi gerçekten birilerine aktarmak istiyoruz. Dağcılık işinin basite indirgenmesine karşıyız. Biz ciddi bir iş yapıyoruz. İnsan hayatı çok önemli ve insanlar hayatlarını bize emanet ediyorlar. Bizde o emanetlere sahip çıkıp güvenilir bir şekilde faaliyetlerimizi yürütüyoruz. Bu işte en önemli olan şey güven meselesidir.” Kulüp önümüzdeki haftalarda çevre illerde çeşitli kamplar düzenleyecek. r Rıdvan Dereli 6 Toplum Nisan 2015 Domuz gribi eskisi kadar tehlikeli değil Erzurum’da bir süre önce domuz gribi şüphesiyle üç kişi hayatını kaybetti. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Cezmi Karaca, “Üç hastadan ikisi bu hastanede hayatını kaybetti fakat öncesinde ciddi solunum sıkıntıları vardı.” dedi. Karaca, domuz gribinin mevsimlik etkenlerden kaynaklandığını, ama eskisi kadar tehlikeli olmadığını söyledi. Özlem Çetin E rzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekim Yardımcısı, enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. Cezmi Karaca, uzmanlık alanı olması sebebiyle grip ve domuz gribi konusuna oldukça hakim. Karaca, geçtiğimiz aylarda Erzurum’da domuz gribinden ölen üç hastadan ikisinin kendi hastanelerinde öldüğünü belirtti. Ancak bu hastaların ciddi solunum sıkıntıları bulunduğunu da ekledi. Karaca grip ile ilgili şu bilgileri verdi: “İnfluenza (Grip) kış aylarında ortaya çıkmaya başlayıp özellikle Kasım ve Mayıs döneminde yoğun olarak görülmektedir. Domuz gribi denen şey de vücudumuzun bağışıklık kazandığı H1N1 virüsüdür ve ortaya çıktığı günkü gibi şiddetli bir hastalık değildir. Çünkü vücudumuz bu virüsü tanıdı ve bağışıklık kazandı.” Olayın büyütülmemesi gerektiğini belirten Karaca, eskiden gribe paçavra hastalığı denildiğini hatırlattı. Uzman doktor, gribin nasıl yayıldığını, tedavi ve tedavi sonrası nelerin yapılması gerektiğin ve korunma yöntemi olarak aşının uygulanması gerekliliği gibi pek çok konuda açıklamalarda bulundu. Kolay bulaşıyor Grip enfeksiyonları solunum ve direkt olarak temasta bulunarak bulaşıyor. Fakat doğrudan temas ile bulaşması daha hızlı bir gelişme gösteriyor. Karaca, “Mesela otobüse bindin, grip hastası bir vatandaş koltuğa dokundu. Sonra sen dokundun elini gözüne, ağzına götürdün ve virüsü o şeklide kendine bulaştırmış oldun” açıklamasını yaparak direkt temasın daha önemli olduğunu vurguladı. Hastaneye grip şüphesiyle başvuran hastalar önce ayakta polikliniklerde muayene ediliyor. Eğer risk grubu içindeyse, ileri seviyede solunum rahatsızlığı ve solunum organlarında ağır hasar tespit edilmişse bu hastalar ‘toksin tablo’ denilen E Dr. Cezmi Karaca, muhabirimiz Özlem Çetin’e domuz gribine karşı bağışıklık kazanıldığını belirterek, hastalığın eskisi kadar tehlikeli olmadığını söyledi. bir muayeneden geçiriliyor. Daha sonra hastaya özel, izole edilmiş alanda yatılı tedavi başlatılıyor. Tedavi süresi hastadan hastaya değişse de en az bir haftayı buluyor. Tedavi bitimde hastaya mutlak anlamda istirahat etmesi, bol sıvı gıdalar tüketilmesi ve hijyen açısından dikkatli olması gibi öneriler yapılıyor. Risk grupları aşı olmalı Aşı konusunun da şehir efsanesine döndüğünden yakınan Karaca, “Aşıyı şiddetle öneriyorum. Kendim de aşı oldum. Risk grupları var ve hastalık bu risk gruplarında çok ağır seyrediyor. Ölümlerin çoğu bu alanda oluyor. Devlet bu gruplara aşıyı ücretsiz olarak sağlıyor. 65 yaş üstü yaşlılar, kronik karaciğer ve böbrek hastaları, kalp yetmezliği olanlar, şeker hastaları, hamileler ve diğer bir solunum hastalığı olan astım bronşit şikâyeti olan vatandaşlarımız bu olanaklardan faydalanabiliyor” hatırlatmasını yaptı. Erzurum’da yaşanan ölümlerle ilgili olarak Cezmi Karaca, “Bizde iki vaka hayatını kaybetti. Bu hastalar hastanemize pozitif olarak geldiler fakat gelen bir hastanın akciğerinin biri alınmıştı ve diğer akciğerinde tüberküloz (verem) vardı. Üzerine influenza gelişince hastayı kaybettik. Diğer hastanın da çok ciddi problemleri vardı. Kalp ve böbrek yetmezliği bir de kronik akciğer hastasıydı. Dolayısıyla ölümleri direkt olarak griple bağdaştırmak doğru değil” dedi. Serumun faydası yok Şu an hastanede bu tip vakayla başvuruların devam ettiğini fakat enfeksiyon kliniğinde grip şüphesiyle yatan hastanın bulunmadığını aktardı. Karaca, hastanenin acil servisinde yaşanan bir problemden de yakındı. Griple ilgili sürekli hastalar tarafınca serum taktırılmak istendiğinin ve acilin bu sebepten dolayı sıkıntı yaşadığının altını çizerek zaman zaman bu konuyla ilgili tartışma yaşandığını ifade etti. Tecrübeli doktor, “22 yıllık doktorum; ara ara da grip olurum, çok faydası olsa kendim taktırırdım. Şimdiye kadar hiç serum taktırmadım. Bu konuda vatandaşlarımızdan çok fazla ısrarcı olmamalarını istiyorum. Grip korkulacak bir hastalık değil” diyerek vatandaşın paniğe kapılmaması gerektiğini ifade etti. Minik dünyalara dokunmanın mutluluğu M inik Dünyalara Renkli Dokunuşlar’ sloganıyla yola çıkan Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler bölümü öğrencileri Pasinler ilçesine bağlı Yukarı Danişment İlkokuluna yardım topladı. Yardımları köye ulaştıran öğrenciler miniklere eğlenceli bir gün yaşattı. En mutlu günümüz Köydeki imkanlarla okumaya çalışan çocuklar “En mutlu günümüz bugün, iyi ki geldiniz” diyerek duygularını dile getirdi. Okula bu yıl atandığını ifade eden öğretmen Seda Şahiner ise; “Okulda yönetici olarak sadece ben varım. Bunun zorluğunu bazen yaşıyorum fakat çocuklar çok akıllı ve okumak istiyorlar, onlarla iyi anlaştık” dedi. Kışın çok soğuk ve uzun sürdüğü Erzurum’da sular donduğu için çocuklar tuvaleti kullanamıyorlar. Öğretmen Şahiner, çocukların su ihtiyacını çeşmeden taşıdıkları suyla giderdiklerini söyledi. Tavlaşoğlu ‘halk günü’nde dert dinliyor Topladıkları yardımları çocuklara ulaştırmanın mutluluğunu yaşayan İletişim Fakültesi öğrencileri, “Her çocuk bir umut demekse umutları neden yakalamıyoruz? diye sorduk ve işe koyulduk. Çocuklarla birlikte olmak, onların bu mutluluğuna vesile olmak bambaşka bir duygu. Bizim amacımız sadece yardım toplamak ve onları buraya ulaştırmak değildi; biz çocuklarla beraber eğlenceli bir gün geçirmek ve o minik dünyalarında küçük de olsa renkli izler bırakmak istedik, çocukların yüzündeki mutluluğu görmek her şeye değerdi” ifadelerini kullandılar. Yardımlar sahiplerini buldu Gürcükapı Final Dersanesinin desteği ile okula götürülen masa ve sıralar öğrenciler tarafından yerleştirildi. Öğrenciler yardımları toplarken oldukça zorluk yaşadılar. Proje için birçok insan adeta seferber oldu. Öğrenciler minik yüreklere dokunmanın mutluluğunu yaşadılar. r Fatma Aydın rzurum Büyükşehir Belediyesi Başkan vekili Eyüp Tavlaşoğlu, her perşembe halkın sorunlarını, isteklerini dinliyor. Büyükşehir Belediyesi’nin ‘halk günü’ programını yürüten Tavlaşoğlu, vatandaşlarla bizzat ilgilenip sorunlarını çözmeye çalışıyor. Halk gününe en çok işsizlik sebebiyle katılım olduğunu belirten Tavlaşoğlu, “İşsizlik konusunda sorunları ve zor durumda olanlara yardım etmeye çalışıyoruz ve çalışacağız” dedi. Belediyecilik birikimi yanında vatandaş ve halkla iletişimdeki başarısıyla başkanlar değişse de üçüncü kez aynı koltuğa oturan Tavlaşoğlu, her perşembe günü yapılan halk günü hakkında bilgi verdi. Başkan Mehmet Sekmen’in de saat 08.00-12.00 arasında halk ile birebir görüşüp herkesin sorunlarını dinleyip çözmeye çalıştığını söyledi. Halkın sabah saatlerinde gelip sıra aldıklarını da belirten Tavlaşoğlu, başkan Sekmen’in şehir dışında olması durumunda başkan vekilleri ve başkan danışmanlarının toplantıya katıldığını ifade etti. Her kesiminden insanlar geliyorlar Başkan vekili Eyüp Tavlaşoğlu, her perşembe günü yapılan ‘halk günü’ünde halkın haberdar olduğunu ve her kesimden geldiklerini ifade etti. Tavlaşoğlu, “Halkımızdan yoğun ilgi var. Genci, yaşlısı, kadını da her zaman gelir ve yardımcı olmaya çalışıyoruz. Belediyeyle ilgili hafta içerisinde çözemedikleri işlerini gelip bizzat başkanımıza aktarabiliyorlar” dedi. İşsizlik konusu sıkıntı Tavlaşoğlu iş isteyenlerle ilgili olarak geliştirdikleri çözümü şöyle anlattı: “Erzurum az da olsa işsizlik konusunda sıkıntılı bir bölge, ondan dolayı halkımızın yüzde 85’i işle ilgili geliyor. İş talebinde bulunuyorlar ve yardım isteyen de oluyor. Biz onları şöyle değerlendiriyoruz: Belediyenin zaten iş olanakları kısıtlı, sıkıntılı. Gelenlerin hepsini değerlendiremezsek de, bir kısmını özel sektöre ve birimimize yönlendiriyoruz. Hafta içerisinde gelen kardeşlerimize yer bulabilmek için sanayide, farklı yerlerde işçi arayan insanlara, iş bulmak için ortaklaşa çalışıyoruz. İşçi talebi olanlara uygun işçileri yönlendiriyoruz. Belediyenin de temizliğinde, park ve bahçe işlerinde uzun süreli olmasa da talebi, ihtiyacı olanları değerlendiriyoruz.” Kentsel çalışmalarımız Erzurum halkının sorunları dinlendiğinde kentsel dönüşüm projelerinden de az çok bahsedildiğini ifade eden vekil Tavlaşoğlu şunları söyledi: “Erzurum çok eski tarihlerde kurulmuş bir şehir ve özellikle eski Erzurum’un olduğu şehir merkezin de Yakutiye bölgesinde kentsel dönüşüm yapılmakta ve çok büyük bölümünü kentsel dönüşüme aldık. Bazı bölgeleri Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yapıyor, Belediye olarak bizim de çalışmalarımız var ve başladı. Bu konuda ve diğer projelerde de en temel önceliğimiz vatandaş memnuniyeti ve halkın mağdur olmamasıdır. Bu şehrin sahiplerini, halkımızı kentsel dönüşümde asla mağdur etmeyeceğiz.” r Gülçehre Özkesemen Nisan 2015 Toplum 7 Anneler de üniversiteli oldu Atatürk Üniversitesi ile Yakutiye Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü “Anne Okulu” projesi ilk mezunlarını verdi. Üniversiteli anneler diplomalarını Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak’ın elinden aldı. Koçak, törende yaptığı konuşmada, beşikten mezara kadar ilim öğrenmek gerektiğinden bahsetti; annelik mesleğinin kutsal olduğunu söyledi. A r Ali Törün tatürk Üniversitesi ile Yakutiye Belediyesi’nin ortaklaşa yürüttüğü “Anne Okulu” projesi ilk mezunlarını verdi. Birçok davetlinin katıldığı törende mezunlar diplomalarını Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak’ın elinden aldı. Atatürk Üniversitesi Kültür Merkezi A Salonu’nda gerçekleştirilen mezuniyet törenine, Yakutiye Belediye Başkanı Ali Korkut ile davetliler ve mezun anneler ile aileleri katıldı. Mezuniyet töreninin açılış konuşmasını yapan öğrenci temsilcisi Kezban Çalıklar; “Yıllardır özlemini duyduğumuz üniversite hayalimiz gerçekleşmiş oldu. Artık çocuklarımızın oturduğu sıralarda bizlerde oturacak, onları daha iyi anlayacak ve burada elde ettiğimiz kazanımlarla daha faydalı anneler olacağız” dedi. Projenin en önemli amacının annelere faydalı olabilecek çalışmalar içerisinde bulunmak olduğunu belirten, Atatürk Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi (ATAKSAM) Müdürü Doç. Dr. Ayda Çelebioğlu, Anne Üniversitesi projesi hakkında bilgi verdi. Törene katılan Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Hikmet Koçak, eğitimin önemine vurgu yaparak, annelik mesleğinin kutsallığından bahsetti. Rektör Koçak; “İnsan hayatında çok önemli dönemler vardır. Bunlardan ilki hayata gözlerimizi açtıktan sonra yürümeye başlamaktır. Örneğin okula başladığımız gün, unutulmaz anlardan biridir. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite derken mezun olmak bizim için önemlidir. Beşikten mezara kadar ilim öğrenmekle sorumlu tutulduğumuz bir dinin mensupları olarak, eğitime önem vermek zorundayız. Annelerimizin özlemini çektiği konulardan birisi de üniversite mezunu olmaktır. Anneler çocuklarını yetiştirirken, kendilerini de yetiştiriyorlar. Bu eğitim ve mezuniyet töreni çok önemlidir. Bugün öğrencilerimiz, Atatürk Üniversitesi’nden diplomalarını almanın gururunu yaşayacaklar. Atatürk Üniversitesi’nden mezun olmak bir ayrıcalıktır. Bugün neredeyse tüm üniversitelerde, Atatürk Üniversitesi’nden mezun çalışanlara tesadüf edebilirsiniz. Bugün de mezun portföyümüzün içerisini çok değerli bir grup daha katıldı. Bu çalışmalarımız artarak devam edecektir. Çünkü eğitimin yaşı ve cinsiyeti yok. Mezun olan öğrencilerimizi tebrik ediyorum” dedi. Program sonunda Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak, Erzurum Teknik Üniversitesi Prof.Dr. Muammer Yaylalı, Yakutiye Belediye Başkanı Ali Korkut, ATAKSAM Müdürü Ayda Çelebioğlu mezun annelere diplomalarını verdi. Anneler daha sonra kep atarak mezuniyet coşkusu yaşadı. Mezuniyet töreni, ses sanatçısı Aysun Gültekin’in konseriyle sona erdi. Anne üniversitesi doğuda bir ilk lu bi oğ le Çe da A tatürk Üniversitesi Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi (ATAKSAM) ve Yakutiye Belediyesinin işbirliği ile yürütülen Anne Üniversitesi, nesil yetiştirilen kadınları eğiterek daha bilinçli toplumlar yetiştirmeyi hedefleyen bir eğitim platformu. 2012’de hayata geçirilen ATAKSAM’da iletişim derslerinden kadın ve çocuk haklarına, çevre koruma derslerine dek birçok dalda ders veriliyor. ATAKSAM bünyesinde derslerin yanı sıra düzenlenen tiyatro gösterimleri, seminerler, sergiler ile kadın sorunlarına dikkat çekiliyor. ATAKSAM Müdürü Doç. Dr. Ayda Çelebioğlu, kadına yönelik şiddete dikkat çekebilmek için birçok etkinlik düzenlediklerini belirterek yapılan etkinlikler hakkında şunları söylüyor: “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele temalı bir yürüyüş yaptık. Bu yürüyüş çok ses getirdi. Özellikle erkek öğrencilerimizin de yanımızda olması bizi sevindirdi. Daha sonra Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkının verildiği 5 Aralık günü Havuzbaşı’nda bir etkinlik gerçekleştirdik. Son olarak bir haftaya yaydığımız 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri, kişisel gelişim seminerleri, Güzel Sanatlar Fakültesi’nden arkadaşların sergilediği bir tiyatro gösterimiz oldu. Bunun yanı sıra Yrd. Doç. Dr. Aslıhan Eroğlu’nun kadınların iç dünyalarını kilime yansıtıldığı sergisi gerçekleştirildi.” Çelebioğlu bu etkinlikleri Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Yakutiye Belediyesi, Erzurum Barosu, Kent Konseyi Kadın Meclisi ile ortaklaşa gerçekleştirdiklerini ifade ediyor. Anne Üniversitesi doğuda bir ilk Anne Üniversitesi’nin, İstanbul ve Ankara’da daha önce gerçekleştirildiğini ve Erzurum’un da böyle bir projeye ihtiyacı olduğuna değinen Çelebioğlu, “Doğu illeri içinde bir ilke imza attık” diyor. Anne Üniversitesi’ni hayata geçirmek adına gerekli olan maddi destek ve annelere ulaşım noktasında ise Yakutiye Belediyesi’nden destek almışlar. Annelerin derslere ilgisi büyük ATAKSAM’da dersler cumartesi günleri gerçekleşiyor. 8 haftalık bir programda Kişiler Arası İletişim, Değerler, Kadın ve Çocuk Hakları, Kişisel Bakım ve İmaj, Çevre Koruma, Güzel Sanatlar, Sağlık Bilgisi, Toplumda Kadın, Medya Okuryazarlığı gibi çeşitli alanlarda dersler alanının uzmanları tarafından veriliyor. Çelebioğlu, derslere kimi Ay Sinem Karahan Atatürk Üniversitesi bünyesinde kurulan Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi (ATAKSAM) eğitim alanında pek çok ilke imza attı. ATAKSAM müdürü Çelebioğlu, bu yıl anne üniversitesi ile doğuda bir ilk’e imza attıklarını söyledi. zaman çocuklarıyla katılan annelerin ilgisinin yoğun olduğunu belirterek şöyle diyor: “Derslerimize iş ve siyaset dünyasından kadınları da davet etmeyi hedefliyoruz ki kadının sadece evde çocuk bakmakla sınırlı olmadığını anlasınlar diye.” Dersler insanların yaşamında olumlu değişimlere vesile oluyor. 4 çocuk annesi Şerife Hançerli (44) komşusunun tavsiyesi ile katıldığı dersler için şöyle diyor: “Derslerimizden çok memnunuz. Bir ev gezmesi gibi değil. Eve gittiğimde çocuklarıma bir şeyler anlatabiliyorum. Bu projeyi yapanlardan Allah razı olsun. Üniversite okumak çok güzel bir şey hep içimde ukde kalmıştı. Dersler hayatımı çok etkiledi. Mesela kişisel bakım dersinden sonra evde daha şık gezmek istiyorum. İletişim dersinden sonra evde daha kontrollü ve yumuşak konuşuyorum. Eşimle daha güzel bir ilişkimiz oldu. Cumartesi günleri evin annesi artık eşim. Bu proje bir şekilde ev içinde görev paylaşımını da hayatımıza soktu.” Eğitimli anneler daha aktif olacak Yakutiye Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Nazan Soysal, “Projeyle annelerimiz sosyal hayatta daha aktif rol almakta ve eğitimli bir nesil yetiştirme bilincine erişmektedir. Bu tür projelere yönelik çalışmalarımız devam edecek.” dedi. A tatürk Üniversitesi ve Yakutiye belediyesinin işbirliği ile yürüttüğü “Anne Üniversitesi” projesi kapsamında; üniversite - toplum iletişimini geliştirmek, annelerin sosyal hayata katılımını teşvik etmek ve etkin rol almak, annelerle çocukları arasındaki bağların güçlendirilmesine destek olmak için 14 Şubat’ta başlayan ve 6 hafta süren eğitim ilk meyvelerini verdi. Anne üniversitesi projesi kapsamında eğitim derslere giren anneler diplomalarını aldı. Anne üniversitesi projesinin Yakutiye Belediyesi adına sorumluluğunu yürüten Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Nazan Soysal, projeyle annelerin sosyal hayatta daha etkin ve aktif rol aldığını söyledi. Projenin Türkiye’de sadece 3 ilde yapıldığını belirten Soysal, bu faaliyetlerin her ilde olması gerektiğini dile getirdi. Ayrıca kadın şiddetini durdurmaya yönelik projelere ağırlık vererek kadın şiddetinin önüne geçmek için çalışmalar yürüttüklerini de belirtti. Anne üniversitesi eğitim programı kapsamında verilen ders içeriklerinde; aile içi ve özel durumlarda iletişim, adalet, ahlak ve vicdan, kültürel mirasa sahip çıkma, çevreyi koruma bilinci oluşturma, sanat ve kültür bilgisi eğitimleri veriliyor. Çocuklarının sağlıklarından kişisel bakımlarına kadar en ince ayrıntılar ailelere öğretiliyor. Sayımız her geçen gün artıyor Anne Üniversitesine her geçen gün katılımların arttığını bildiren Müdür Nazan Soysal, şunları kaydetti: “30 kişilik bir sınıf açtık ancak annelerimizin başvuruları sonucunda sayımız 50’ye ulaştı. Annelerimiz projeye çok fazla ilgi gösteriyor. Sonraki çalışmalarımızda daha fazla başvuru bekliyoruz. Ayrıca medya okuryazarlığı dersi kapsamında da ebeveynlerin çocuklarının iletişim ve teknolojik araç gereçlerin olumsuz ve zararlı etkilerinden nasıl koruyacaklarını ders olarak da veriliyoruz.” 14 Şubat’ta başlayan ve 6 hafta boyunca her cumartesi verilen eğitim programı 7 Nisan 2015’te mezuniyet töreniyle ilk dönemini tamamlamış oldu. Soysal, mezuniyet töreninde cüppe ve kep takan kadınların kendilerini bir üniversiteli gibi hissetmelerini istedikleri için kep fırlatma töreni de yapıldığını söyledi. Kadınlarımız seslerini artık duyurabiliyorlar Anne üniversitesi projesiyle önemli bir adım attıklarını belirten Nazan Soysal, kurdukları ve 6 yıldır devam ettirdikleri Gençlik ve Kadın Konseyi ile kadın ve gençlerin seslerini duyurduğunu, kadın ve gençlere yönelik çalışmaların aktif bir şekilde yürütüldüğünü ifade etti. Soysal, hiçbir siyasi ve cinsiyet farkı gözetmeden her kesimden düşünce ve fikirleri aldıklarını, bunlara yönelik çalışmalar yürüttüklerini söyledi. Ayrıca gerekli finansal desteği sağlayarak da taleplerin yerine getirildiğini de ekledi. Konseylerinin aldığı kararla haftanın belirli günlerinde de kadınları, geçleri ve çocukları sinemaya götürerek sosyal ortamın içinde tutmayı amaçladıklarını belirtti. r Sabahattin Gültekin 8 Tarih Şubat-Mart 2015 İletişim Fakültesi tarafından bu yıl 11’incisi düzenlenen ‘Uluslararası Kar Film Festivali’ üç gün boyunca birçok ünlü ismi Erzurum’da buluşturdu. 200 filmin yarıştığı festivalde 13 kısa film ödül aldı. A tatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin 2004 yılından beri düzenlediği Kar Film Festivali’nin bu yıl 11’incisi gerçekleştirildi. Kültür ve Gösteri Merkezi’nde yapılan ve üç gün süren festivale, Seksenler dizi ekibi, Coşkun Aral, Sivas filminin yönetmeni Kaan Müjdeci, Meryem filmi ekibi, Film Arası dergisi ve Yeni Şafak Gazetesi yazarı Suat Köçer, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Aytekin Can ile Öğr. Gör. Ruhi Gül ve İletişim Fakültesi’nden mezun olarak sektörde yer edinmiş eski öğrenciler katıldı. Festivalin açılış konuşmasını Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Üç günlük festival coşkulu bir töre törenine katılanlar t Takkaç yaptı. Takkaç, konuşmasında, “11 sene kar film festivalini yapmak büyük emek ister; ben İletişim Fakültesi dekanı başta olmak üzere emeği geçen herkesi tebrik ediyorum” diye konuştu. İletişim Fakültesi Dekanı Uğur Yavuz ise festivalin her açıdan özgünleştiğini ve İletişim Fakültesi’ne mal olduğunu söyleyerek, “Festival Erzurum’a da mal olacak. Daha önce burada öğrenci olanlar daha sonra konuk olarak geldiler. Katılımcıların tecrübelerini paylaşmaları öğrencilerimiz için bir kazanç. Daha iyisini yapma hedefindeyiz. Herkese iyi festivaller diliyorum.” dedi. r İFHA Meryem tek film olarak kalacak E vlenir evlenmez kocası İstanbul’a çalışmaya giden yeni gelin Meryem’in çıkış mücadelesinin anlatıldığı ‘Meryem’ filminin yönetmeni Atalay Taşdiken, yapımcısı Baran Seyhan ve oyuncusu Mehmet Usta Kar Film Festivali kapsamında öğrencilerle buluştu. Toplumsal bir gerçeği anlatan filmin devamının gelip gelmeyeceği yönündeki soruya Taşdiken, “Bu konuyu Meryem filmi ile yeterince anlatabildiğimi düşünüyorum. Çok büyük konuşmak istemem ama en azından çekerken de şu gün itibariyle fikrimi söylemek gerekirse Meryem tek film olarak kalacak.” dedi. Filmin ismini özellikle seçtiğine dikkat çeken Taşdiken, “Hem kahramanın ismi hem de Hristiyan ve Müslüman öğretilerinde kadının en saygı değer halini anlatır” diye konuştu. Atalay Taşdiken, “Amatör bir ruhla yazılan senaryoyu çeker miydiniz?” sorusunu şu şekilde yanıtladı: “Senaryo ile ilgili gerçekten bunu kim yazmış diye düşünmem. Senaryo çok başka bir şey amatör birisi ya da usta birisi yazıp getirse çeker miydim, tabii ki çekmezdim. Üç filmimi de kendim yazdım. Bunun yönetmen için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Yapabildiğim ölçüde kendi yazdığım filmleri çekmeyi planlıyorum.” r İFHA Eleştirmenin işi zordur ‘Seksenler’ ekibi de Festival’de F 11. Uluslararası Kar Film Festivali Seksenler dizi ekibinden Hacı Ali Konuk (Bekçi Bekir) ile Berat Yenilmez (Pastacı Sami), Ayberk Atilla (Bakkal), Aydın Sarman (Susmuş), Faruk Sofuoğlu (Kasap Bahtiyar) ve Yalçın Özden’i (Muzaffer) ağırladı. Seksenler ekibi Erzurum’da bir sinema filmi çekme müjdesi verdi. K ar Film Festivalinin en çok ilgi gören etkinliği Seksenler dizisi ekibinin katıldığı söyleşi programı oldu. Seksenler dizisinin oyuncuları, Türkiye’de dizi sektörü üzerine yöneltilen soruları yanıtladı. Söyleşi neşeli bir havada geçti. Festivalin, sanata ve sanatçıya verilen önemin ve değerin çok büyük olduğunu gösterdiğini söyleyen Seksenler dizisinde Susmuş rolü ile tanınan Aydın Sarman, “Gönül ister ki Türkiye genelinde böyle organizasyonlar yapılsın. Bir dizi veya eski bir şarkı ile o günleri yaşıyorsunuz. Şimdi geçmişe sahip çıkmak çok önemli değerli sevgi ve saygıyı kaybetmemek gerekiyor” şeklinde konuştu. Erzurum’a film sözü Dizide Bekçi Bekir rolünü canlandıran Erzurumlu sanatçı Hacı Ali Konuk ise erdemliğin, civan mertliğin toprağı olan Erzurum’un insanlarını selamlayarak, “Bu toprağın insanlarının kozmopolit bir yapısı var. Bu topraklarda çok büyük insanlar yetişti. Biz de bu şehrin insanlarına bir armağan olarak Seksenler dizi ekibiyle sinema filmi çekeceğiz” dedi. Kan yok, silah yok Aydın Sarman, yediden 70’e herkesi ekran başına kilitleyen Seksenler dizisinin sırrını açıkladı. Sarman, Birol Güven’in ilkeli ve günlük hayatın özünü yansıtan senaryosu, oyuncuların güveni ve özverili çalışmaları her kesimden insanın bu diziyi izlemesini sağladığını söyledi. Kan olmadan, silah olmadan dürüst bir şekilde hayatı yansıtmaya çalıştıklarını vurguladı. Deneyimli sanatçı Yalçın Özden ise tek nallı TRT bugünkü televizyonculuğun çok farklı olduğunu söyledi. Öğrencilerin ve akademisyenlerin sorularının cevaplanmasıyla devam eden söyleşi katılımcılara verilen hediyenin ardından sona erdi. r İFHA ilm Arası Dergisi genel yayın yönetmeni Suat Köçer festival etkinlikleri çerçevesinde sinema eleştirmenliği üzerine konuştu. Eleştirmenlik yapmanın çok zor olduğunu ifade eden Suat Köçer, bu alanda yaşadığı bazı zorluklara değindi. Köçer, eleştirmenlerin vicdanlarına hesap vermesi gerektiğini şu sözleriyle dile getirdi: “Yapımcı gişede seyirciye hesap verir. Yönetmen kendi sinema kariyerine karşı sorumludur ve bir anlamda her filminde kendine, sinemasına ve de seyirciye hesap verir. Ancak Suat Köçer sinema eleştirmenleri kimseye hesap vermez. Riski de sorumluluğu da yoktur. Fakat bence bu noktada eleştirmenlerin işi daha zordur. Objektif olma, hakkaniyetli davranmak zorundadırlar. Eleştiri mekanizması bir yana vicdanlarına karşı sorumlu olmalı ve bu anlamda vicdanlarına da hesap vermelidirler.” ‘Sinema eleştirmenliği önemli’ Sinema yazarlığı ve eleştirmenliğinin temelde farklı olduğuna değinen Köçer, “Sinema eleştirmenleri daha lokal eleştiriler kaleme alan, değerlendiren kişilerdir. Sinema yazarları ise herhangi bir filmi, konu ya da kavramı geniş planda ele alan, farklı yönleriyle meseleyi derinlemesine tartışan kişilerdir.” dedi. r Ahmet Atsız Şubat-Mart 2015 Üniversite enle son buldu. Festival ekibi ve kapanış topluca fotoğraf çektirdi. Festival çok iyi geçti K ar Film Festivali’nin genel koordihepsi öğrenciye ulaştı. İkincisi bu sene natörü Yrd. Doç. Dr. İrfan Hıdıroğfestival üç gün oldu. Daha fazla konuk lu, festivale katılımdan ve gösterilen geldi. Konukların kaliteli oluşu da öğrenciyi ilgiden memnun olduğunu söyledi. Hıdıroğ- festivale çekti. lu, her geçen yıl film sayısının arttığını, Diğer üniversitelerde yapılan festivalancak nitelikte o kadar artışın olmadığını ler Seksenler ekibinin de dediği gibi 1-2 belirtti. Hıdıroğlu festival ile ilgili sorularıseferde biterken İletişim Fakültemizin mızı yanıtladı. düzenlemiş olduğu Kar Film Festivali’nin Sunucular alışılmışın dışında 11 yıl sürmesinin sırrı ne? esprili bir tavır sergilediler. Bizim okul diğer okullarla Bu özellikle sizin istediğikıyaslandığı zaman kaliteli niz bir durum muydu? bir okul. Okulda bütün Afgan öğrenciyi bilerek ekollerden toplanmış bir mi seçtiniz? hoca kadrosu var. AnkaEvet, ikisini de ra ekolü, İstanbul ekolü, bilerek seçtik. Burada İzmir ekolü gibi. Hem profesyonel bir uygulamalı hem kuram festival yapmıyoruz. bağlamında çok kaliteÖğrencilerle birli bir alt yapıya sahip. likte yaptığımız bir Bu kalite her şeyimize şey olduğu için iyi yansıyor. Öğrencinin de olsa kötü de olsa bunun farkına varması öğrencileri bu konuda lazım. Diğer okullarda değerlendirmek istiyoruz. duyuyoruz. Derslere gitYrd. Doç. Dr. İrfan Hıdıroğlu Burada bizim için önemli meyen hocalar, işlenmeyen olan profesyonel bir sunucudersler, işlenmeyen konuluk değil. Biraz da onları rahat lar… Ama bizde böyle değil. bıraktık ki kendilerini ortaya koyaYani öğrenci her zaman için hocanın bilsinler. Afgan öğrenciyi de uluslararası odasına gidip konuşabiliyor, ortak çalışmabir festival olduğu için aksanı dolayısıyla lar yapabiliyor. Buradaki çalışma ve emek özellikle seçtik. Sunuculukta bazı tekdüze süreci öğrencimize de yansıyor. “Festivalde şeyleri de kırmak adına iyi bir şey yaptığıkim görev almak istiyor?” diyoruz. 200 kişi mızı düşünüyorum. müracaat ediyor, elemek zorunda kalıyoruz. Sizce Kar Film Festivali’ne bu yıl Bir kere öğrencinin de çalışma anlamında yeteri kadar katılım oldu mu? kabullenmesi, işin içine girmesi bu festivali Bu sene katılım çok güzeldi. Öğrencizaten devam ettirir. Biz de devam ettirmek lerden bayağı bir katılım vardı. İki sebeple: için yapıyoruz. r Azize Alan Birincisi festival öncesi tanıtımlarımızın B u sene 11.’incisi düzenlenen Kar Film Festivali üç gün sürdü. Son günkü etkinliklerin ardından Kültür ve Gösteri Merkezinde kapanış töreni düzenlendi. Törende festival ekibi ile kapanış törenine katılanlar topluca fotoğraf çektirdi. Akşam ise Palandöken’deki bir otelde gala yemeği ve ödül töreni düzenlendi. Çok sayıda konuğun katıldığı gala yemeğinde eğlenceli vakitler yaşandı. İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Uğur Yavuz festival komitesine, haber ekibine, salon görevlilerine ve sponsorlara katkılarından dolayı teşekkür etti. Galada ayrıca Kar Film Festivalinin yarışma bölümünde dereceye giren öğrencilere ödülleri verildi. r Rıdvan Dereli 200 eser katıldı 13’ü ödül aldı U luslararası Kar Film Festivalinin ödül törenin Palandöken’deki bir otelde gerçekleştirildi. Festivale katılan 200 çalışma arasından 13’ü ödül almayı başardı. Beş kategoride yapılan değerlendirmede şu isimler ödüle layık görüldü: Deneysel Film Kategorisi 1. Alparslan Karlıoğlu: K – Etkisi 2. Sefa Can Aydoğdu: Sait Yavuz Emret 3. Berk Sata: 7/70 Belgesel Film Kategorisi 1. Yahya Ercan: Katık 2. Engin Uğan: Anadolu’nun Çatısında 3. Ramazan Dinler: Çırak Kurgusal Film Kategorisi 1. Ömer Mirac Tunç: Cennetin Çiçekleri 2. Fatma Arıcı: Dersimiz Alkol 3. Emre Kılınç: Mahrem Animasyon Film Kategorisi 1. Ozan Gönen: Losing Colors 2. Özge Boz: Malala 3. Yunus Emre Algül: Ottoman Empire Reklam Filmi Kategorisi Reklam Filmi kategorisinde 1. ve 2.lik ödülüne film seçilmedi. 3. Metehan Şereflioğlu: Zede. Dereceye girenlerin ödülü iletişim fakültesi öğretim üyeleri ve festivale gelen konuklar tarafından verildi. r Yusuf Özgür Bülbül 9 ‘Oxford’lu Ziyaretçi’ için gala 1920’li yıllarda Ortadoğu’da bulunmuş bir İngiliz arkeoloğun hayatını ve çalışmalarını anlatan ‘Oxford’lu Ziyaretçi’ adlı belgesel filmin ilk gösterimi Kar Film Festivalinde yapıldı. F estivalde Selçuk Üniversitesi Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Aytekin Can ile Öğr. Gör. Ruhi Gül, belgesel ve belgesel sinema üzerine sunum yaptı. Can, konuşmasında, bugüne kadar yaptığı ve yaptırdığı belgesellerden örnekler verdi ve tavsiyelerde bulundu. Belgesel için ilk hareket noktasının iyi bir fikir olduğunu belirten Gül ise olaylara, kişilere, doğaya farklı bakabilmenin belgesel yapmak için çok önemli olduğunu söyledi. Sunumun ardından Can ve Gül’ün birlikte hazırladığı ‘Oxford’lu Ziyaretçi’ adlı belgeselin ilk gösterimi gerçekleştirildi. 30 dakikalık belgeselde 1920’li yıllarda Konya-Karaman bölgesinde bulunan, daha sonra İran’a geçerek bugünkü Ortadoğu’nun şekillenmesini sağlayan İngiliz kadın arkeoloğun hayatını anlatıldı. Aytekin Can, doğuda böyle bir festivalin yıllardır devam ettiriliyor olmasından dolayı belgeseli ilk kez burada gösterime sunma kararı aldıklarını söyledi. r İFHA İFHA büyük iş başardı K ar Film Festivaline İletişim Fakültesi Haber Ajansı (İFHA) damga vurdu. Festival boyunca haberleri an be an okuyucuyla paylaşan haber ekibi takdir topladı. Haberleri okuyuculara en hızlı şekilde ulaştırmayı amaçlayan İFHA ekibi, festival hakkındaki gelişmeleri an be an okuyucularla buluşturarak göz doldurdu. İFHA muhabirleri; Sefa Sargın, Bilge Uğurlu, Can Bayrak, Ahmet Atsız, Elif Güneş, Melik Bulmuş ve Yusuf Özgür Bülbül, festival boyunca hızlı ve özverili çalışmalarıyla salondaki faaliyetleri anında gazete.atauni.edu.tr adresinden tüm dünyaya duyurdu. Atatürk İletişim Genel Yayın Yönetmeni Doç. Dr. Hakan Temiztürk, “Festivalde ilk defa etkinlikler devam ederken haberler yazıldı ve anında siteye eklendi. Bu durum İFHA’nın son yıllarda kazandığı tecrübeyle ve genç arkadaşlarımızın özverisi sayesinde gerçekleşti” dedi. 10 Toplum Nisan 2015 Bana işimi yaptırmıyorlar Çektiği fotoğraflarla dünyadaki savaş dehşetini anlatan Coşkun Aral, 2006’dan beri yönettiği Türkiye’nin ilk belgesel kanalı İz TV’nin TMSF’ye devri ile çeşitli sıkıntılar yaşadığını dile getirdi. Aral, kendi adıyla özdeşleşen “Haberci” programının seyirci bulamadığı için yayından kaldırılmış olmasından da rahatsız. Coşkun Aral ülkelerde bulundunuz. Başınıza gelen en ilginç olay neydi? Afganistan’da Pençir’e gitmek istiyordum. Pençir, Kâbe’nin kuzeyinde bir vadi. oşkun Aral… Dünyayı köşe bucak Oraya gidip Mesut Ahmet Şah ile buluşacagezen, ayak basmadığı toprak bırakğım. Beni oraya götüren bir Fransız doktor mamış bir savaş muhabiri. 1970’lerde örgütüydü. 12 sene sonra o örgütün Franbaşladığı gazeteciliğe çektiği fotoğraflarla, sız istihbaratı adına çalıştığını öğrendim. belgesellerle yeni bir soluk getirdi. Tarihe Dünyanın her tarafında bunlar var. Doktor “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçen 1977 yılınfarkında değil ama bazıları farkında. Farkında çektiği fotoğraflarının, dünyanın sayılı da olan diyor ki, “Bana istihbarattan adam ajanslarından Sipa Press’te yayınlanmasıyla ver, o bölgede hastane kuracağım. Devlet de adını dünyaya duyurdu. Irak, İran, Afganissorgulama imkânım oluyor. Yani gittiğim bana destek olsun. Ben de onun karşısında tan ve Uzakdoğu’da, savaşın ortasında uzun zaman hepsi bir arada bulunabiliyor. Dokunbilgi vereceğim.” Bu casusluk diye değil, yıllar geçiren Aral, gazeteciliğin doğasınma imkânım daha fazla. Mesela Dubai’ye bilgi alışverişi. daki her türlü kötü durumu yaşadı; aç kaldı, gittim on sene önce. O gökdelenler, plastik Yurtdışına çıktığınızda elçiliklerde yaralandı, defalarca ölümün eşiğinden yaşamlar, plastik kar, plastik soğukluk… kimi sıkıntılar yaşamıştınız. Nedeni döndü. Tabi ki görüyorum ama haz almıyorum. neydi? Zorlu bir yaşamdı onunkisi. Belki de haEskiden filmli makineler vardı. Siz Benim zamanımda Türk tanımazlardı. yatta kalması bir şanstı. 1995’e gelindiğinde Çünkü elçinin derdi bakanlığa telefon açıp muhtemelen onlarla fotoğraf çektiniz. Buise “Haberci” adlı programıyla belgeselcilik gün ise dijital makineler var. Teknolojinin her şey çok güzel demek. Orada ne var ne alanına adını altın harflerle yazdı. 2000’de olumlu ya da olumsuz yanları neler size yok pek merak etmezlerdi. Bu manada Türde o yıllara dek savaşlarda çektiği fotoğrafgöre? kiye’nin son 20-30 yılında ciddi gelişmeler larına yer verdiği “Sözün Bittiği Yer” adlı Albert Einstein’in bir lafı var. Ona oldu. kitabını yayınladı. sormuşlar, “Üçüncü dünya savaşı çıkacak “Terörist ilan edildim” Yıllarca savaş dehşetini anlattı bümı?” diye. Demiş ki, “Vallahi dördüncüsü 1980’de Ankara’dan bindiğiniz bir yük usta, barışın değerini hatırlatırcasına. olacaksa taşla sopayla olacağını biliyorum.” uçak kaçırıldı. Siz uçakta korsanlarla 2006’da kurduğu İz TV’nin genel yayın röportaj yaptınız. Sonra öğrendik ki uçak Üç çıktı mı çıkacak mı bilmiyorum ama yönetmenliğini sürdüren Coşkun insanlıkta, o hassas film dediğimiz olayın, Diyarbakır’a indiğinde yapılan Aral, kanalın TMSF’ye devri ile yani gümüş florürün 150 yıldan fazla kaldıoperasyonda sizi tutuklamışlar. Şimçeşitli sıkıntılar yaşasa da aynı ğını biliyoruz. Dijitalin ise ne kadar kalacaBu nasıl oldu? diye dek kanalda belgeseller yapmaya ğını bilemiyoruz. Fotoğraf çektim, terödevam ediyor. Tayland, KamGeçenlerde Nebil Özgentürk TRT’de ristlerle ilişki kurdum diye Aral, bu yıl 11’incisi Orhan Kemal’in görüntülerinin üzerine boçya, Filipinler gibi terörist olarak yaftalandüzenlenen Kar Film başka görüntüler kaydedildiğini söylemişdım. Dört gün Diyarbakır pek çok ülke gören Festivali için Erzurum’a ti. Sizce gerçekten Türkiye’de iyi bir arşiv Cezaevi’nde gözaltınCoşkun Aral, Hindisgeldiğinde fırsatı kaçırmatutuluyor mu? da tutuldum. Ama asıl tan’ın kendisi için ayrı dan soluğu yanında aldık; Daha yeni yeni başlıyor. işkenceyi havaalanında kendisine sorularımızı bir yeri olduğunu söy2000’de “Sözün Bittiği Yer” adlı o yıla gördüm. Oysa muhabir olyönelttik. lüyor: “Hindistan’ın dek savaşlarda çektiğiniz fotoğraflardan duğumu biliyorlardı, basın Belgesel çekmek için kartım vardı. Mesela ilk kez oluşan bir kitap çıkarmıştınız. Aslında güzel tarafı, bozuluzak ülkelere gitmenin kitabın adı her şeyi ifade ediyordu ama ayrımcılığı orada gördüm. mamışlığı...” öncesinde ne gibi hazırlıklar Doğum yerim Siirt olduğundan kısaca bahseder misiniz? yaparsınız? “Sözün bittiği yer”i ilk terminolojiye dolayı “Bunlar direkt Kürt” deyip Tek başına belgesel çekilmez. sokan kişiyim. Bitsin artık diyorum ama bir adam hayatımda yine iz bırakan Giderken önce bir sesçiye, kameramasavaşlar bir türlü bitmiyor. bir yerime tekme vurdu. Öğrendim ki o kişi na, ışıkçıya ihtiyacın var. Tabii gitmeden “Bana iş yaptırmıyorlar” sonra Gaziantep’te polis müdürü olmuştu. önce araştırma yapman lazım; mevsimsel, 2006 yılında yaşama geçirdiğiniz Beni kurtaran kişi ise Deniz Kuvvetleri jeopolitik, son iklim değişimleri… Bunları Türkiye’nin ilk belgesel kanalı İz TV hakKomutanı Nejat Tümer oldu. Yoksa ölüyoryerinde almam lazım. Ve gideceğin yerde kında ne söylemek istersiniz? dum. bağlantın olması gerekli. Ben Afganistan’a Şu anda kendi ajansım Tasarruf MevduPek çok coğrafyayı gezdiniz. Afrika’ya gidiyorum, hepsi birbirine düşman. Ben onu gittiniz. Orada kabileleri görüntülediniz. atı Sigorta Fonu’na (TMSF) geçti, yani İz bilmeden, diyorum ki arkadaşın ne güzel TV’yi aldılar. Bana iş yaptırmıyorlar. HâlbuOnların içine nasıl girebildiniz? gözleri çekik. Başlıyorum ona Hazalan ki ajansı kuran benim. Kanalın yayın yaptığı Dünyada girilmeyen yer yok. Yani demeye. Meğer o bir Türkmen. Bunu fark kuruluşun sahibi hata yapmış ama o hata bugün ayak basılmayan belki buzullar edememek büyük bir sorun. Hele o ülkede beni ilgilendirmez. Adeta “Sizin bütçenizi derim ama oraya da bir insanoğlu mutlaka savaş varsa bittim. alıyoruz, bizim arkadaşlara veriyoruz. Onlar gitmiştir. İnsanoğlu yüzbinlerce yıllık yürü1985’te Mehmet Ali Birand’ın 32. iş yapsın” diyorlar. Onlar kim? yüş boyunca hayvanları, doğayı gözlüyor. Gün programı ile savaş muhabirliğine Zaten Kur’an-ı Kerim’deki başladığınız biliniyor ama daha da öncesi ikra lafı, kitap oku demek var sanırım. Bize biraz savaşa muhabirdeğil, sorgula demek. Yani Coşkun Aral, 11. Uluslararası Kar liğine başlama serüveninizden bahseder Film Festivali kapsamında Atatürk iyi bir mimar olacaksan misiniz? Üniversitesi Kültür ve Gösteri Merarıları, karıncaları incele. kezinde İletişim Fakültesi öğretim Savaş muhabirliğim çok daha eskiye Kuşlara bak. üyeleri ve öğrencileriyle bir araya gidiyor. 1979’da İran devrimi olduğu zaman Bir anlamda siz o ka- geldi. Haber, Fotoğraf ve Belgesel oraya gittim. Orada kaçakçıları buldum. bilelerle birlikte yaşadıüzerine öğrencilerle söyleşi gerAma hiçbir şey yapmadım, o da ayrı. nız bir süre değil mi? çekleştiren Aral, savaş haberciliği Oradan da Irak’a geçtim. O dönemde on iki Mecbursun yaşamaya. üzerinde durdu. Aral, “GeçmişiTürk’ü kuşuna dizmişlerdi. O zaman fotoğÇünkü ben geldim, gazete- ne sahip olamayan toplum hep raf çekmiştim. Ama kendim için gittim bu başkalarının çizdiği haritalarda ciyim diyemiyorsun. ülkelere. Yani gazetem olmasa bile yaptığım yaşamak zorunda kalır. Belgesel “Her sene gitmek şeyler bunlar. zorunda olduğum ülkeler sinema çok geniş bir alandır. Günümüzde artık insanlar internet Üniversitelerde öğrendiklerinize var” demiştiniz. Ama değer verin. İletişim sektörü çok aracılığıyla çeşitli sitelerden bilgi ediniHindistan sizin için daha geniş bir yelpaze. Ekip ekipmana yorlar; yani ikincil kaynaklardan. Bu bir başka bir yer tutuyor. sahip olma imkanımız var. Alanınız sorun değil mi? Burayı sizin için farklı geniş tutun. Bu sektörde ata iyi Bilgiyi mutlaka kaynağından öğrenmek kılan ne? binen insanlara yer var. Her şeyi gerek. Bununla ilgili kütüphaneler, kitaplar, Hindistan’ın güzel bilin ama bir şeyi çok iyi bilin.” yaşamış görmüş insanlar var. tarafı, bozulmamışlığı… diye konuştu. r Rıdvan Dereli Bilgi uğruna yıllarca farklı farklı Bunun için daha çok Sercan Engerek C Bu sıralar CNN Türk’te Can Dündar ve Nebil Özgentürk ile birlikte “Biz Kültür Yolcuları” adlı bir belgesel yapıyorsunuz. Bu fikir nasıl oluştu? 20 yıl önce Can, Nebil ve ben New York’taydık. Birlikte bir şeyler yapalım dedik. Ama üç kişi dünyanın hiçbir yerinde şimdiye kadar böyle bir iş yapmadı. Çünkü üçümüzün de karakteri farklı. Can, farklı belgeseller yaptı Mustafa ve Sarızeybek gibi. Nebil, kolaj biyografi yapıyor. Ben de belgesel tadında haber programı yapıyorum. İşte bu proje kolektif bir iş olması yönüyle de yeni bir çalışma. Yaşar Kemal’i bir cümleyle tanımlayın desek ne dersiniz? Yaşar Kemal Türkiye’dir. “O biraz taraflı” D ünyayı köşe bucak gezerek “Haberci” gibi bir belgesele imza attı Coşkun Aral. Fakat belgesel programının reklama kurban olduğunu ifade ediyor. Öyle ki ben Haberci’yi izleyerek büyümüştüm. Peki, sonrasında ne oldu? Program neden bitti? İzleyicinin azınlıkta kalması nedeniyle program yürümedi. Çünkü reklamcının arzu ettiği pastayı alması için ilk on programa girmesi lazım… Reyting kurbanı diyebilir miyiz o halde? Halkın kurbanı diyebiliriz. Geleceğimizi başkalarının belirlediği süre içinde merakımız ötelendiği için bir şey yapamıyoruz. Sistem sorgulamamıza da izin vermiyor. Mesela Suriye belgeseli yaptım. Bunu kendim yayınladım. Bir de devlet için Suriye belgeseli yaptım. Peki, her iki belgeseli yaparken aradaki fark neydi? Birisinde devlet adamları çıktı, vatan-millet Türkiye dedi. Diğerini ise kendim özgürce yaptım. Bir gün dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin aradı, “Coşkun Bey BM’de toplantı yapılacak. Acaba sizin belgeseli gösterebilir miyiz?” diye sordu. “Fatma Hanım sizin de belgeseliniz vardı” dedim. O da “O biraz taraflı” dedi. Siz taraflı bakarsanız dünya da taraflı görür. Nisan 2015 Şehir 11 Şükrü Paşa için yeni kitap A Her mahallede bir kütüphane olsun Erzurum’daki tarihi Habib Baba Konağı şimdilerde kütüphane olarak hizmet veriyor. Habib Baba zamanında dergah olarak kullanılan konak, 1912 yılına kadar “Vali Konağı” olarak kullanılmış. Kütüphane sorumlusu Oktay Parlar, kütüphanenin yoğun ilgi gördüğünü söylüyor. Azize Alan H aber için kimi zaman çamurlu, kimi zaman karlı buzlu daracık yollarda yürürken hemen sağ taraftaki bir binaya gözüm takılıyor. Dışarıdan bakıldığında pek de kullanılıyor gibi gelmiyor bana. Küçücük camları, eski bir kapısı ve şehrin ücra bir köşesine konumlandırılmış bir yer burası. Girip girmeme arasında kalmışken bir tabela görülüyor: “Habib Baba Kütüphanesi.” Burada kütüphanenin ne işi vardı? Burası şehrin kıyı köşe bir yeri değil miydi? Kütüphane dediğin şehrin merkezinde olmaz mıydı? Bunları düşünürken o eski kapıyı açıp içeriye girip çıkan elinde kitap ve çantası olan insanlar görülüyor. Merakla içeriye dalıyorum. İlk başta bir halının serilmiş olduğu tahta bir merdivenle karşılaşıyorum. Merdiven basamaklarının köşelerine özenle konmuş saksı çiçekler, taş duvarlar ve duvaralara asılmış ebru tabloları… Ürkek ürkek biraz da hayran bakışlarla merdivenleri çıkmaya devam ediyorum. Son basamağa geldiğimde hayranlığım biraz daha artıyor. Her yer kitapların yer aldığı raflarla, kitaplara gömülmüş öğrencilerle dolu. Asıl hayran olunan yönü bu değil tabi. Ortamın insanın içini ısıtan sıcaklığı, göz kamaştıran güzelliği... Küçücük bir kütüphanenin kocaman bir tarihi içinde barındırdığı çok belli. Hemen burası hakkında bilgi sahibi olmak istiyorum. Bir görevliyi ararken karşıma Oktay Bey çıkıyor. Yanına gidip Gazetecilik öğrencisi olduğumu ve haber yapmak istediğimi belirtiyorum. Kendisinin kütüphane sorumlusu olduğunu bana yardımcı olabileceğini söylüyor. O önde ben arkada kütüphanenin içinden açılan bir odaya giriyoruz. Karşılıklı oturup meyve suyu ikramını kabul ediyorum. Meraklı gözlerle sorularımı sorarken o da cevaplamaya başlıyor. Dolu dolu bir kütüphane Kütüphane sorumlusu Oktay Parlar biraz heyecanlı biraz da cümlelerini kurmaya özen göstererek kütüphanenin işleyişi hakkında bilgi veriyor: “Kütüphane aslında dört ayrı evin birleşimi. 50 kişilik bir kapasiteye sahip. Buraya gelenlerin geneli DGS, KPSS, YGS ve LYS’ye hazırlanan öğrenciler ile kitap okumak isteyen halk. Hafta içi ve hafta sonu komple dolu.” Kütüphane hafta sonları da dahil olmak üzere sabah 8’den akşam 6’ya kadar açık. YGS, LYS gibi önemli sınavlara az zaman kaldığında çocukların kütüphane görevlilerini akşam 11’e kadar rehin alıp biraz daha ders çalışmak istediklerini gülümseyerek anlatıyor Oktay Bey. Kütüphane dışarıdan kitap alıyor; ancak ödünç kitap vermiyor. Edebiyat, kültür-sanat, siyaset, ekonomi, mimarlık ve tarım hakkında yaklaşık 5 bin adet kitap bulunuyor. Eski el yazması eserler de var ama sayısı az ve orijinal değil, baskı şeklinde kütüphanede bulunuyor. Oktay Bey biraz sonra beni diğer sorumlu Kenan Bey’in yanına götürüyor. Alt kata iniyoruz. Küçük bir odanın kapısı açılıyor. Kenan Bey son yıllarda şehirde altı tane kütüphane açıldığından bahsediyor. 2014 yılı Mart ayında açılan Habib Baba Kütüphanesi de bunlardan biri. Bu kütüphanenin iki sorumlu, iki bekçi olmak üzere toplam dört görevlisi var. İşini sevdiğini, gayet zevkli bir iş olduğunu da hemen belirtiyor Kenan Bey. Kitap okumayı çok sevdiğini de söylemeden geçmiyor. Hemen masanın üstünde yer alan kitabı işaret ederek Zülfü Livaneli’nin “Kardeşimin Hikayesi” romanını okuduğunu belirtiyor. Çocuklara karşı daha duyarlıyız Bazı sivil toplum kuruluşları ilkokul öğrencilerini okuma alışkanlığı kazansın diye okullarla anlaşıp Salı ve Perşembe günleri 3-4 arası bu kütüphaneye getiriyor. Okumayı sevdirmek, heveslendirmek için her gelişlerinde çocuklara meyve suyu, kek ve bunun yanında bazı küçük hediyeler de veriliyor. Bu onlar için lüks; çünkü burası 2014 Mart ayı içerisinde kütüphane olarak halkın hizmetine sunulan Habib Baba Konağı, Yeğen Ağa mahallesinde bulunuyor. Habib Baba’nın ölümüne kadar dergah olarak kullanılan konak, daha sonra dönemin valisi Mehmet Ali Paşa’ya tahsis edilmiş ve 1912 yılına kadar “Vali Konağı” olarak hizmet vermiş. genelde asgari ücretle geçinen ailelerin bulunduğu bir semt. Kenan Bey “Çocukların küçük yaşta okuma alışkanlığı kazanmaları çok önemli. Bu yüzden çocuklara daha duyarlı davranıyoruz.” diye konuşuyor. İçinde okuma sevgisi fazlasıyla olan bu iki insanın tek umudu böyle kurumların daha da yaygınlaştırılıp buralara çocukların gelmesi. Kütüphanede çocuklar için de ayrı bir okuma odası var. Okuma odalarının yanı sıra daha küçük ölçekte tartışma ve çalışma grupları için özel odalar da yer alıyor. Buralar da muazzam güzellikte. Kendi tarihimizi bilmiyoruz Kenan Bey yoğun bir okuma kültürüne sahip olamamamızdan yakınıyor. “Her mahallede bir kütüphane olsa belki okuma alışkanlığı daha fazla olur. Türkiye’de okuma oranı çok düşük. Kendi tarihimizi bile tam bilmiyoruz.” şeklinde konuşuyor. Oktay Bey hemen araya girerek kütüphaneyi kullananlardan bazılarının kitap okumak ve ders çalışmak dışında niyetlerinin farklı olduğunu da belirtiyor ve duyduğu bir olayı bize aktarıyor: “Bir bayan arkadaşımız anlattı. Kütüphanede ‘Aşk Seninle Güzel’ adlı kitabı okumak için bulunduğu sırada karşısında oturan, kendisini hiç tanımayan bir erkek ise ‘o okuduğunuz kitap benim size olan duygularımı anlatıyor.’ demiş.” Oktay Bey bu yaşananların çoğunun medyadan kaynaklı olduğu yorumunu da eklemeyi ihmal etmiyor. Bu tür eski yapıların değerlendirilerek halka yararlı bir hale getirilmesi Kenan Bey’in de dediği gibi kitap okuma alışkanlığının fazla olmadığı toplumumuza bir umut aşılıyor. tatürk Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı ve Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Savaş Eğilmez’in “Şükrü Paşa” adlı kitabı çıktı. Kitabı hakkında bilgi veren Eğilmez, Şükrü Paşa adını tarihe yazdırmış Erzurumlulardan birisi olduğuna dikkat çekti. Eğilmez, Erzurumlu olan Şükrü Paşa hakkında hemşehrilerinin bilgi sahibi olması gerektiğine değindi. Eğilmez, “Erzurum’un Yüzleri” adlı bir seri çalışma başlatıldığını ve Erzurumlu olup adını tarihe yazdırmış insanlar hakkında kitapçıklar çıkarılacağını belirterek kendi kitabının da bu serinin bir parçası olduğunu söyledi. Askerliğini Edirne’de yapan ve orada Şükrü Paşa’nın anıtını ve müzesini koruyan Savaş Eğilmez, bu tecrübe sonrası “Şükrü Paşa”yı yazmaya karar verdiğini söyledi. Eğilmez, “Askerliğimi Edirne’de yaptım. Orada Şükrüpaşa anıtı ve müzesi var. Orasının sorumluluğu da bendeydi. 12 ay boyunca orada hemşehrimizin hem anıtına hem müzesine sahip çıktık. Şu açıdan ilginçtir: Erzurum’da yaşayacaksın, askerlik Edirne’ye çıkacak ve gidip Erzurumlu bir komutanın müzesini ve hatırasını koruyacaksın. Şükrü Paşa,bizim kaderimiz dedik ve bir şeyler karalamaya çalıştık.”dedi. Şükrü Paşa’nın, Osmanlı Devleti son dönemleri için çok önemli bir komutan olduğunu vurgulayan Eğilmez, “En azından hemşehrilerinin hepsi Şükrüpaşa hakkında birşeyler bilmeli. Böyle bir niyetle bu çalışmayı yaptık.Umarım okuyucular da beğenirler ve yararlanırlar.” diye konuştu. Şükrü Paşa hakkında bilgi veren Eğilmez, “Şükrü Paşa, çok zor şartlarda Edirne’yi 20 gün savunması istenmişken o 150 gün kadar savunmuştur. Savunması, Batılı tarihçiler ve Batılı komutanlar tarafından da takdir görmüştür. Düşmanı bile övüyorsa demek ki çok önemli bir iş başarmıştır. Bunun karşılığında ise esaret hayatı yaşamıştır. O günün siyasi konjonktürü içerisinde kendisine gereken değer verilmemiştir. Hakettiği takdiri göremeden de ölmüştür. O dönemki siyasi konjonktür değişince hakettiği değer verilmeye başlanıyor. Edirne’deki anıtı 1990’ların ortasında bitiriliyor. Önce İstanbul’a defnedilen naaşı oraya taşınıyor. Şu anda Edirne’deki anıt ve müze Avrupa’dan ödül almış bir müzedir. Büyük, 3 boyutlu, savaşı anlatan görsellerin olduğu,insanların o tarihi yaşayabileceği çok güzel bir müze.”diye konuştu. r Nazlı Şentürk Aşkale şampiyon E rzurum Amatör 1’inci ligde Aşkale Belediyespor ligin son haftasında karşılaştığı Kombinaspor’u 9-1 yenerek şampiyon oldu. Aşkale Belediyespor Amatör ligde şampiyon olarak gelecek sezon BAL liginde oynamaya hak kazandı. Aşkale Belediyespor’un son maçında kırmızı-siyahlı takıma şampiyonluğu getiren golleri Erol (2), Ömer (2), Hüseyin (2), Yücel, Haktan, Can Ramazan’dan geldi. r Melik Bulmuş 12 Toplum Nisan 2015 Engelliler geleceğe hazırlanıyor Görme engellileri muhtaç olmaktan kurtarmayı hedefleyen proje hayata geçiriliyor. Bu amaçla kurulan derneğin başkanı Nurisoy, “Bizim de topluma vermemiz gereken bir şeyre var” dedi. E rzurum’da geçtiğimiz hafta açılışını gerçekleştiren Görme Engellileri Eğitim ve Kültür Derneği Başkanı Ahmet Nurisoy derneğin çalışmalarına yönelik açıklamalarda bulundu. İş Kur desteği ile bir dernek kurduklarını belirten Nurisoy, “Profesyonel bir dernekçilik anlayışı getirmeye çalıştık’’ dedi. Derneğin açılışı ve işleyişi hakkında bilgi veren Nurisoy şunları kaydetti: “Şubemiz geçtiğimiz yıl Ocak ayında kuruldu. Bizim burada yeni bir dernek açmamızın bir nedeni vardı. Bugüne kadar Erzurum’da sadaka kültürüyle dernekçilik yapıldı. Bu gerçekten bizim hayatımıza her yere yansıdı. Sadaka kültürüyle yaptığımız bir hizmetten ancak sadaka kültürü alınır. Biz de bu anlamda profesyonel bir dernekçilik yapılması gerektiğini düşündük.” Nurisoy, “Erzurum gibi bir alanda profesyonel dernek olarak çalışmak nasıl bir durum?” sorusunu şöyle yanıtladı: “İmkânlarımız çok kısıtlı. Bugüne kadar bütün masrafları ben ve dernekteki arkadaşlarım karşıladık. Türkiye İş Kurumu’yla beraber bir proje geliştirdik. İş Kur ile birlikte burayı 63 bin lira maliyetle açtık. Şu an proje kapsamında öğrencilerimiz bulunmakta. Derneğimizin asıl amacı engellilerin eğitiminde, istihdamında, sosyal hayatlarında onlara yardımcı olmak. Bu anlamda kendilerini geliştirmelerine bir nevi basamak olmak amacıyla kurulmuş bir derneğiz. Biz her şeyden önce eğitimi birinci plana alıyoruz. Bir engelli vatandaşa istediğiniz kolaylığı sağlayabilirsiniz ama bu engelli vatandaş eğitilmezse bunun hiç bir anlamı olmaz. Bu anlamda biz de özellikle eğitim projelerine önem veriyoruz. Bizim burada yaptığımız bilgisayar operatörlüğü kursu belki birebir istihdam garantisi vermeyebilir. Buradan mezun olan arkadaşlarımız hemen işe giremeyebilirler. Ama arkadaşlarımızın almış oldukları eğitim gelecekteki iş hayatlarını kolaylaştıracak. Biz bu anlamda kesinlikle görme engellilerin eğitim almalarının şart olduğunu düşünüyoruz.” Proje kapsamında üç buçuk ay boyunca beş kişinin eğitim alacağını açıklayan Nurisoy, “Onlar mezun olduklarında sertifikalarını vereceğiz. Öğrencilerimizin çoğu derneğe üye olmayan kişilerden oluşmaktadır. Derneğimize üye olmayan kişilerin sorunlarını da bizim sorunlarımızdır. Buna göre hareket ediyoruz. Eğitmen sayımızda bir tane. Kendisi görme engelli KÜLHANBEYİ öğrecilerimize bilgisayar alanında eğitim veriyor. Ayrıca eğitim merkezimizde kabartma yazıcı var, bildiğimiz yazıcının kabartma çıktısı olarak da söylenebilir. Görme engellilerin kullanmış olduğu Braille alfabesi gereği kabartma yazıcısını kullanıyoruz. Bir de kitap okuma makinemiz var. Beş adet bilgisayar bulunmakta. Bilgisayarlarımızda Jaws ekran okuyucu programlarımız yüklü. Bunun sayesinde öğrencilerimiz bilgisayarı daha iyi kullanıyorlar. Yüklü olan program sayesınde yapmış olduğumuz işleri bize geri bildiriyorlar” diye konuştu. Geleceğe yönelik planlarını açıklayan Nurisoy Engelsiz Erişim Merkezi’ni kurmak istediklerini söyleyerek, “Bir kaç kurstan sonra belediyelerle görüşüp elimizdeki araç ve gereçlerle Cumhuriyet Caddesi’nde engellilerin ve engelli olmayan vatandaşların bir araya geldiği bir proje planlıyoruz. Biz bugüne kadar hep engelli yardıma muhtaç görüldük. Ama inanıyoruz ki bizim de topluma vermemiz gereken bir şeyler var.” ifadelerini kullandı. r Ali Törün Erzurum’un tarihi kuyumcular çarşısı ya da bilinen adıyla Taşmağazalar esnafı dertli. Cadde trafiğe kapandıktan sonra müşteri çekildi, dükkanlar da kapanmaya başladı. TAŞMAĞAZALAR MAHZUN K uyumcular caddesi olarak da bilinen tarihi Taşmağazaları çarşısı bir kaç yıl önce trafiğe kapatıldı. Vatandaşlar rahatça yürüyebildiği için bu uygulamadan memun. Ancak müşteri çekemeyen çarşı esnafı durumdan şikayetçi. Paralelindeki Bat Pazarında yapılan çalışmaları destekleyen esnaf, çalışmaların çarşıya taşması gerektiğini savunuyor. Taşmağazalar çarşısı esnaflarından Ali Gürler, ”Çarşı trafiğe kapandıktan sonra istenilen değer verilmiyor. Bunun sonucunda da dükkanlar yavaş yavaş kapatılıyor. İnsanlar buraya girip çıkmalı. Ama insanlar çarşımızda istediğini bulamıyor. Çarşımızda bir banka bile yok. Erzurum öğrenci şehri olmasına rağmen buraya öğrenci çekemiyoruz. Çünkü öğrencinin gelip oturacağı, vakit geçireceği bir ortam yok. Belediye bizim için olumlu hiçbir adım atmıyor.” diye dert yandı. Esnaf esnaf olmalı ilk başta Taşmağazalar çarşı esnafının kendi arasında da anlaşmazlıklar yaşadğını belirten Gürler, “Dernekte insanlar anla- şamıyor, ne istediklerini bilmiyorlar. Yani esnaf el birliğiyle bu duruma karşı koysa, hep birlikte bir şeyler yapsa, belediye bu kadar tepkiye karşı bir adım atar. Ama mallesef biz esnaf olarak bu durumu kabullenmiş bulunmaktayız.” dedi. Eskiden İranlılar gelirdi Zaman zaman çarşının trafiğe kapatıldığını fakat hiçbir zaman bu kadar uzun süreli kapatılmadığını söyleyen Kuyumcular Odası Başkanı İshak Singer ise ”Çarşı trafiğe kapatılmadan önce Erzurum’a gelen bütün İranlılar çarşıya uğrar, buradan alışveriş yapıp sonra giderlerdi. Fakat buraya arabaların girmemesi İranlı müşterilerimizi de kaybetmemize sebep oldu.” şeklinde konuştu. Çarşının giriş tarafına durak yapılmasını isteyen Singer, “Çarşının giriş kısmına durak yapılmasını, bu sayede öğrencilerin gelip görmesini sağlamak amacıyla belediyeye müracaatta bulundum. Fakat hiçbir gelişme olmadı.” dedi. r Belma Gözey İbrahim Miraç Bektaş H asankaleli Hanefi Emmi... Demliğin burnu... Çay demini aldığında ilk yudumu o alırdı. Çayını su bardağında sever, sanki demliğin cızırtısını duymuş gibi herkesten önce ocağın başına dikilirdi. Erzurum Gürcükapı Caddesi’nde küçük bir çay ocağında tanıdım onu ve diğerlerini. Erzurum’u da o çay ocağında sevdim. Kocaman bir semaverin başında birlikte karıştırdık çayımızı. Aslında ben karıştırdım, onlar kıtladı şekerleri. O akşam iyi ki girmişim bu çay ocağına. Yoksa Erzurum yadımda soğuk ve kasvetli bir şehir olarak kalacaktı. En güzel anılarım, en güzel sohbet-lerim ve en içten tebessümlerim hep bu çay ocağında oldu. Ben ne kadar da ısrar etsem, onlar benden çay parası almazdı. Bazen gizlice masaya bırakıp kaçardım. Ertesi akşam suratlar asık “Geçen akşam ne yaptın sen? Burada senin paran geçmez!” derlerdi. Memleketime gittiğimde ve yalnız başıma bir çay ocağına girdiğimde gözlerim hep onları arardı. Birazdan Hanefi Emmi kapıdan içeri girecek ve bana “ooo neydisen gardaş” diyecekti. Sonra “yatak limoon” diye bağırarak limon satan Kör Canip ile şakalaşacaklardı. Herkes Hanefi Emmiye “Cehennemin ateşini de sen yakacakmışsın!” diye takılacaktı. Bu arada ben de “... Olmaz iklimlerden yollar aşırdın... Gönlünün fermanı yaz getir bana...” diye mırıldanacaktım. Çünkü sevmeyi de Erzurum’da öğrendim. Sonra şunu fark ettim ki galiba ben Erzurum’u özlüyordum... Hanefi Emmi Atatürk Üniversitesi’nden emekli olduktan sonra yandaki hamamda çalışmaya başlamış. Sabah namazından önce hamama gelir, ilk ateşi o yakardı. Sigara içmezdi Hanefi Emmi ve benim elimde gördüğünde de kaşlarını çatar, sonra tebessüm ederek gülerdi. Takkesini hiç çıkartmazdı ve nasırlı elleri kömür karasıydı. Hanefi Emmi yapılan tüm şakaları kaldırırdı. Torunu yaşında çocuklarla bile şakalaşırdı. Çay içmek için Hanefi Emmiyi beklerdim. Malum, çayın en taze olduğu zamanı iyi kollardı. Belki de çay bahaneydi. Çünkü onun tebessüm eden yüzünü görünce mutlu olurdum... Bir sabah Erzurum’a geldim. Yolun yorgunluğunu unutup, akşam çay ocağına gitmeyi planlıyordum. Çay ocağında tanıştığım taksici Samih Abi beni almaya geldi. “Akşam geliyor musun?” diye sordum. “Haberin yok mu?” dedi. Çay ocağında yangın çıkmış. Ne var ne yok yanmış. Yanan sadece çay ocağı değildi. Erzurum’daki hatıralarım da semaverin közünden çıkan yangında erimişti. Sonra bir “Haberin yok mu?” daha geldi. Zaman benim için durmuştu. Hanefi Emmi Erzurum’dan gitmiş... Artık içtiğim her çay boğazımda düğümleniyor... Şeker hastasıydı Hanefi Emmi ve kalp krizi geçirerek vefat etmiş... Hoşça kal Erzurum, kendine möhkem bak... Sana hoşça kal diyemedim ama; “Çay taze mi Hanefi Emmi?” Nisan 2015 Toplum 13 ‘Mukaddes’ bir can gitti İletişim Fakültesi öğrencisi Mukaddes Yasan bir halk otobüsünün çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Şehrin merkezinde, yeşil ışıkta, yaya geçidini kullanarak karşıya geçerken ölüme giden Mukaddes, ailesini, arkadaşlarını ve Fakülteyi yasa boğdu. Sınıf arkadaşı Elif Çelebioğlu’nun da yaralandığı kaza, otobüs ve minibüs şoförlerinin ihmallerini bir kez daha gündeme getirdi. Sercan Engerek H ayatın bir pamuk ipliğine bağlı olduğunu düşündünüz mü hiç? Yaşamın, hayallerin, umudun bir anda sizinle birlikte gidece- ğini… Erzurum Yakutiye Caddesi’nde yaşanan kazada Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde öğrenim gören iki arkadaştan biri olay mahallinde can verdi, diğeri de yaralandı. Olay hepimizi derinden yaraladı. O kızcağızın anne ve babasını; ailesinin içinde bulunduğu hâli anlatmak elbette kolay değil. Kim bilir; bu kazayı kimimiz kader diye niteleyecek belki de. Ben inanırım kadere. Yaşamımızın bir gün bir yerlerde son bulacağı muhtemel. Yaşam ne kadar içimizdeyse, ölüm de o denli yakın. Lakin evet, o hazin sonun ne zaman ve nerede gerçekleşeceğini bilemiyoruz. İyi ki de öyle. Yoksa bu soruların yanıtını bilseydik nasıl yaşardık? Ama kadere inanıyor olmak, yapılan yanlışların, hataların, vurdumduymazlığın üstünü de örtmemeli. O feci kazanın görüntü kayıtlarını izlerken, bir anlık dalgınlığın veya umursamazlığın nasıl da insanların ölümüne yol açtığını düşündüm. Arkadaşlarımıza çarpan minibüsün arkasında şöyle yazıyordu: “Allah korusun.” Her türlü kazaya, belaya karşı Allah’ın korumasını dilemek insani bir duygu. Evet, ama gerekli önlemler alınmadığı vakit Allah’ın korumasını istemek sorumluluğu atmak demek değil mi? Kazaya neden olan minibüs şoförünün o sırada cep telefonuyla konuştuğu, kırmızı ışıkta geçtiği çıktı ortaya. O kavşakta ışık olsun olmasın kontrollü geçmesi gerekmez miydi? Üstelik bu çok basit ama hayatî önem taşıyan sorumluluk yalnız o minibüsün şoföründe değil, trafikte bulunan pek çoklarımızda yok! Bundan dolayı binlerce kaza yaşandı bu ülkede. Kazaya neden olan şoförleri “Kasaptan mı aldın ehliyeti” diyerek işi sulandırmaya çalıştık hep. Binlerce insanın canına mâl olan sistemi ise hiçbir zaman sorgulamadık. Ve bir canavar yarattık: Trafik canavarı! Trafikte hız sınırını aşma, cep telefonuyla konuşma, kemer takmama gibi alışkanlıklarımızdan vazgeçemedik bir türlü. Bizi kendi sorumluluğumuzdan uzaklaştıran suçu canavara atma hali, sorunları çözmek bir yana bizi o sorunlardan daha da uzaklaştırdı. Burada yasal düzenlemeler yapılmadığını kastetmiyorum. Her ne kadar cezalar artırıldıysa bile son yıllarda, işin salt bununla çözülemeyeceğinin kanıtı hâlâ yaşanan kazalar. Birbiriyle yarış yapan iki kamyonun onlarca kişinin bulunduğu restorana dalmasında, bir minibüsün sol şeritte yolcu indirmesi nedeniyle, araçlarda cep telefonuyla konuşma sırasında, alkollü araba kullanma sonucunda meydana gelen ölümcül kazalarda ne yazık ki yasalar da işe yaramıyor. Asıl önemlisi yarattığımız o canavarı yok edebilmek, trafikteki davranış biçimlerimizle. Trafik kültür işi biraz da. Boşuna demiyorlar, bir ülkenin trafikteki davranış şekli o ülkedeki medeniyetin göstergesidir diye. Bakın caddelere, sokaklara… Özellikle de metropollerde her an birbirini boğazlamak üzerine kurulu bir trafik anlayışımız var. Peki yayalar mı? O bizim her defasında “Bizde böyle de sanki başka yerlerde farklı mı?” diye eleştirdiğimiz kimi ülkelerde yayalar daha caddeye adımını atar atmaz araçlar duruyor, yayaya yol veriyor. Bu anlayış bize daha ilkokul çağlarımızdan beri öğretilmeye çalışıldı oysa: Yayaya saygı! Şoförleri insanlığa davet ediyoruz G örecek kaç zamanı var acaba; içli, suskun, yetkin bir çift çocuksu gözün yeni doğan günü? Peki ya kasvet dolu gecelere katlanabilecek kaç ana yüreği kaldı düzenden sapmış olan şu hain dünyada? Bir parçasını daha soğuk, yalnız, çamuruna doymayan o kara toprağa teslim edebilecek cesaretin yakasını bırakmayan, dirayetli baba yüreği kaldı mı dersin? Düşmeden ayakta dimdik bakabildi mi o yavrusunu kendinden alıkoyan heybetli, sessiz, saman renginde “İşte geldik, gidiyoruz” çığlıklarının saklandığı tahta kutuya… Bak bakabildiğin kadar, bekle ayakucunda sabahı ağartabildiğin kadar. Ama “kadar”la bitmiyor ki iş… Dövün dövünebildiğin kadar, söv canını sökene. Kanırta kanırta beliğinden saflık dökülen saçları tutup da ayak tırnağına kadar nefesini zoru zoruna alana, ölmeden cehennemi yaşatan Azrail kılığında dolaşana tükür tükürebildiğin kadar! Geçir tırnaklarını derisinin altına işleyip kanatana kadar; acın dinene kadar; ağıtlar yerle göğü birleştirene kadar… Ve anlayana kadar gideni hiçbir şeyin geri getiremeyeceğini. “Allah’ım beni al o daha yaşının baharında, ben yaşadım yaşayacağımı” dilleriyle kendi kendini, yiten aklınla yaşatana kadar… Daha önceki bir yazımda “Şoförleri saygıya davet ediyoruz” dememdeki iyi niyet tebessümümle onca hakarete, azara katlanan, horlanmayı, ölümden dönmeyi içine sindirip sürekli kaldırabilme nezaketini gösteren insanlarımıza hakikaten büyük saygısızlık etmişim. Kusurum af ola çünkü asıl demem gereken “Şoförleri insanlığa davet ediyoruz!” olmalıydı. Ne yazık ki bu kez sabır bardağı doldu taştı, döküldü. Uzaktan yakından, kanından canından olan olmayan hepimizin ellerinin, yüreklerinin birbirine kelepçelendiği bir üzüntüde, acıya baktık inanmak istemeyen buğulu gözlerle. Belki bir umutla gelecek habere kulak kesilen bizler bekledik, aile olduk, kardeş olduk, birlik olduk öyle bekledik. Öğrendik, kabullenemesek de sindirdik olanı biteni, gideni ve acıyla döşeğinde kıvrananı! Bakın çok değil yaklaşık dört ay önceki o yazımda ne demişim, serilsin gözler önüne! “Elbette ki hak veriyorum şoförlere. Belli bir zaman dilimi tanınıyor belki de onlara. Ama zamanında yetişmek adına bir insan canı yanabilir, hatta yok olabilir. Sonucunda ne bekler kapıda peki biliyor musunuz? ‘Keşke daha yavaş sürseydim’, ‘İki dakika geç kalsaydım da ah şu amcam yaşasaydı’ keşke keşkelerle gelen vicdan azabı…” Gelinen nokta hangisi peki? Keşkeler ve beraberinde getirdiği Başka Mukaddes’ler ölmesin! A tatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi, Dekan Prof. Dr. Uğur Yavuz’un öncülüğünde Mukaddes Yasan’ı anmak ve trafik terörüne dikkat çekmek için bir yürüyüş düzenledi. Öğretim üyeleri ve Yasan’ın öğrenci arkadaşlarının katıldığı yürüyüş fakülte binasının önünde başladı. Lalapaşa Kavşağına kadar yürüyen ve ellerindeki dövizlerle sorumsuzluğa tepki gösteren grup kaza yerine karanfil bıraktı. Daha sonra Lalapaşa Meydanına geçen grup adına İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Uğur Yavuz bir açıklama yaptı. Mukaddes Yasan’ın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getiren Yavuz, öğrencilerin hem kendilerine hem de şehre emanet edildiklerini söyledi. Yavuz, “Trafik sorunu ile ilgili herkesi bir paydaş ve sorunun bir parçası olarak çözüm bulmak için elimizden geleni yapacağız. Öncelikle Üniversite öğrencileri çünkü onlar bize emanettir. Tüm şehrin güvenli ve konforlu bir ortamda ulaşım sağlamaları için gerekli yerlerle irtibata geçeceğiz.” şeklinde konuştu. Mukaddes Yasan’ın sınıf arkadaşı Muhammet Güneş de hazırladıkları basın açıklamasını okudu. Güneş’in okuduğu basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı: “Mukaddes arkadaşımıza vefa borcumuzu ödemek ve bu tür olaylara dur diyebilmek için burada toplandık. Bu sessiz çığlığımız tüm insanlığadır. Mukaddes trafikte adeta terör estiren şoförlerin kızı da olabilirdi. Onun için buradan otobüs şoförlerinin daha dikkatli ve özverili olma- misafiri vicdan azabı. Sen bundan sonra temkinli olsan da azabından ölsen de pişmanlığından dünyayı gariban ailelerin ayaklarına sersen de ayaklara kapanıp af dilesen de bitirdin bir hayatı kardeşim. Gözün görüp de kulağın duyduğunu, Rabbin bilip de kuldan saklandığının şahitliğinde suskun kalan, “Başım belaya girmesin”ler ile olayı sinsice seyredip iş kendine düşünce sıyrılan insan elbiseliler! Ya sizin evladınızın tırnağına değseydi o ölüm taşı. Yine susturacak mıydınız dedikoduya açık olan o iki dudağınızı? Yazık ki insanlık dersinden sınıfta kaldınız… Fazla söze hacet yok! İnsanın ve insanlığın yok olduğu lanet bir dünyada yaşamak, nefret tohumları ekiyor geride kalanların yürek tarlasına… Yasan ailesine başsağlığı ve sabır, Çelebioğlu ailesine geçmiş olsun dua ve dilekleriyle… Allah bu acıyı hiçbir aileye yaşatmasın! r Gamze Bargın İletişim Fakültesi öğrencileri ve öğretim üyeleri düzenledikleri yürüyüşlerle trafik terörüne dikkat çektiler. larının çağrısını yapıyoruz ve çağrımıza yetkili kurumlar da kulak vermesini istiyoruz.” Kalabalık daha sonra emniyet ve güvenlik görevlilerinin aldığı önlemlerle birlikte İletişim Fakültesine kadar sessiz bir şekilde yürüdü. Fakültenin önüne gelen öğrenciler Mukaddes’in en son girdiği dersliğe ve oturduğu masaya karanfil bıraktı. Karanfillerin masaya tek tek bırakılmasıyla duygusal anlar yaşayan öğrenciler sessiz bir şekilde dağıldı. Yasan’ın ölümünün ardından otobüs sürücülerinin daha dikkatli olmaları için İletişim Fakültesi’nde bir stand kurularak imza kampanyası da düzenlendi. Öğrenciler attıkları imzalarla trafik terörüne tepkilerini gösterdiler. r Ahmet Atsız, Büşra Çelik 14 Nisan 2015 Şehir Erzurum’un en meşhur lezzeti: Cağ kebabı Cağ kebabının ünü, Erzurum’un sınırlarını aştı; önemli bir marka haline geldi. Erzurum şehir merkezinde ve ilçelerde çok sayıda cağ kebabı lokantası bulunuyor. Son yıllarda Türkiye’nin Ankara, İstanbul, Bursa, Antalya, İzmir gibi büyük illerinde de cağ kebabı lokantaları açıldı. Cağ kebabı hazırlamanın ve sunumunun incelikleri, yemenin de kendine özel geleneği bulunuyor. E rzurumlu vatandaşların vazgeçilmez yemeklerinden biri cağ kebabı; karın doyurmak için yiyenler var cağ kebabını ama Erzurumlular için aynı zamanda bir zevk cağ kebabı. Özellikle hafta sonları cağ kebabı lokantaları bu tadı seven çok sayıda aileyi ağırlıyor. Cağ kebabının hazırlanışında ve sunumunda bazı püf noktaları bulunuyor. Çeyrek asırlık cağ kebabı ustası Veysel Aktaş bu hususlara ilişkin açıklamalarda bulundu. Aktaş, cağ kebabı lokantalarının 1977 yılından beri başta Erzurum olmak üzere Türkiye’nin bir çok yerinde faaliyet gösterdiklerini söyledi. Veysel Aktaş şöyle devam etti: “Erzurum’un cağ kebabı yıllardan beridir vatandaşların en çok tattığı kebaplardan bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor. Cağ kebabı başta köylerde halk arasında yenilen yöresel bir kebaptı. Erzurum’da ortaya çıkan cağ kebabının bugün Türkiye’nin dört bir yanında restoranlarda satışı yapılıyor. Cağ kebabının tadının diğer kebaplardan farklı olmasının başlıca sebepleri etinin kuzu ve keçi etinden oluyor olması ve bu etlerin özel olarak yaylalarda yetişen hayvanlardan elde edilmesinden kaynaklanıyor.” 1980’li yıllardan bu yana cağ kebabı ile uğraşan Veysel Usta’ya göre, cağ kebabının lezzetli olması için etinin küçükbaş hayvanlarından elde edilmesi gerekiyor. Hayvanların yaylalarda yetişmesi gerektiğini belirten Veysel Usta hayvana küspenin yedirilmemesini, aksine Erzurum’a özgü olan kekik otunun yedirilmesi gerektiğini ifade etti. Aktaş, daha sonra etin bir hafta terbiyede yatması gerektiğini söyledi. Hem turistler hem aileler Cağ kebabının genelde hafta sonu yenildiğini belirten Veysel Aktaş şöyle konuştu: “Öğrenci müşterimiz fazla yok. Kebabımız yazın daha çok tercih ediliyor. Kışın ise günler kısa olduğundan dolayı talepler ona nazaran düşüyor. Erzurum’a gelip cağ yiyip geri gidenler çok oluyor. Çevre illerden Erzincan, Kars, Van, Ağrı ve Ardahan gibi şehirlerden çok talep var. Tepkiler genelde olumlu oluyor. Daha çok ailelerin tepkisi daha olumlu oluyor. Cağ kebabını tatmak için grupça gelenlere göre aileler daha çok beğendilerini dile getiriyorlar. Tabi bu, grupların da cağ kebabını beğenmedikleri anlamına gelmiyor. Turist müşterimiz kışın daha fazla oluyor. Kışın Erzurum’un kış turizmi gelişkin olduğu için olsa gerek.” Cağ kebabına Erzurum’a gelen ünlülerin de yoğun ilgi gösterdiğini belirten Aktaş, Cağ kebap ustası Veysel Aktaş Erzurum dışında tanınmasında ünlülerin etkisinin olduğunu dile getirdi. Aktaş, “Özellikle sanat camiasına mensup kişiler tarafından çok tercih ediliyor. Tepkileri tabi ki de çok olumlu oluyor. Bizim restoranımıza hiç unutmam Barış Manço gelmişti. Peşine Muazzez Ersoy, İzzet Yıldızhan, İbrahim Erkal ve Yavuz Bingöl gibi ünlü simalar gelmişti.” diye konuştu. Fiyatlar çok farklı Veysel Aktaş, günümüzde kullanılan demir şişlerin atasının odun şişler olduğunu söyledi. Erzurum’da cağ kebap ile ilgili en çok konuşulan konulardan biri de fiyatı. Şehirde cağ kebabın fiyatı 4 ila 8 lira arasında değişiyor. Aktaş, cağ kebabının fiyatındaki bu farklılığa ilişkin şu açıklamayı yaptı: “Piyasada çok fazla cağ kebabı lokantası var. Aralarında haksız bir rekabet var. Bu haksız rekabetin en büyük nedenleri arasında denetlenmemiş et ve şişin uzunluğu ve kısalığı bulunuyor. Cağ kebabının orijinal şiş boyutu takriben 21 santimdir. Ama çoğu restoran cağda şiş boyutunu 16 ila 17 santim olarak kullanıyor. Bu da fiyat farkına ve haksız rekabete sebep oluyor.” Dur diyene kadar devam Cağ kebabı yemenin de kuralları oluşmuş zamanla. Erzurum’da cağ kebabı yemeğe gittiğiniz lokantada garsonlar cağları ara vermeden servis ederler, müşteri yenisini sipariş etmese de bu durum sürer gider. Veysel Aktaş bunun da bir geleneğinin bulunduğunu açıkladı: “Şişleri dur diyene kadar müşteriye devamlı getiriyoruz. Bunun belli bir kerameti yok. Bu gelenek şu şekilde ortaya çıkmıştır: Cağ yemeye gelen müşterilerin dur demelerini bekleyerek kendilerinin doyduklarını hissedene kadar yemelerini sağlıyoruz. Bu nedenle müşterileri kendi evlerindeymiş gibi hissettirerek kuralları kendilerinin belirlemelerine imkan veriyoruz ve daha samimi bir yaklaşımla yaklaşmış oluyoruz. Bu gelenek cağ restoranlarının tümünde uygulanıyor.” r Volkan Basık, Mehdican Çafer Erzurum’da cağ kebabı odun ateşinde pişer ve şişlerle servis edilir. 3-4 şiş doymak için yeterli oluyor ancak iddiaya girenler 30 şişe kadar çıkabiliyor. Erzurum’dan çıktı, Türkiye’ye yayıldı C ağ kebabının önce Erzurum’da, daha sonra da Türkiye genelinde bilinir hale gelmesinde ve markalaşmasında Erzurumlu Kemal Koç’un çok büyük katkısı oldu. 32 yıl önce açtığı cağ kebabı lokantasında bu lezzeti müşterilerine sunan Koç, şimdi ikinci kuşakla bu işi aynı adreste sürdürüyor. Son yıllarda Antalya ve Bursa’da da yeni lokantalar açan Koç’un işlerini daha çok oğlu Mehmet Koç yürütüyor. İlk olarak Erzurum’da odun ateşinde yapılan cağ kebabını lokantaya taşıyan Kemal Koç’un girişimciliği sayesinde Türkiye’nin, hatta dünyanın her yerinde aranan bir lezzet oldu. Kemal Koç ilk olarak 1982 yılında ticari amaçla lokantayı kurup cağ kebap satmaya başlayınca çevresindeki insanlardan olumsuz tepki almış; lokantanın iş yapmayacağını söylemişler. Kemal Koç’un oğlu Mehmet Koç “mucidi olduk- Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrenci Uygulama Gazetesi Atatürk Üniversitesi adına sahibi Dekan Prof. Dr. Uğur Yavuz Genel Yayın Koordinatörü Uzm. Gülhanım Küçükalkan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. Uğur Yavuz Haber Müdürü Uzm. Gülhanım Küçükalkan Sayfa Tasarımı Sefa Sargın, Can Bayrak larını” söylediği cağ kebabın turistlerin bile aradığı bir lezzet olduğunu vurguladı. Koç, “Yazın kebap oldukça fazla tercih ediliyor; yerli ve yabancı turistten dolayı satışlar 400 kiloya kadar çıkıyor. Kışın ise 90 kiloya kadar düşüyor.” dedi. Öğrencinin bütçesinin yetmediği için cağ kebaba gitmediğini belirten Koç, öğrencinin daha çok caddede daha uygun yerleri tercih ettiğini söyledi. Koç, kendi lokantalarının kurulduğundan beri aynı yerde hizmet verdiğini belirterek bunun sebebini şöyle açıkladı: “Mekan olarak caddede olmaması ailelerin tercihiyle ilgili. Ailelerin caddeden uzak sakin yer istiyorlar. Cağ kebap sakin yerde olmalı, aile evinden çıktığında gittiği yerde rahat etmeli; biz bu anlayışla burada hizmeti sürdürüyoruz.” r Sonay Çaluk Haber Merkezi Bilge Uğurlu, Salih Çelebi, Sercan Engerek, Ahmet Atsız, Melik Bulmuş, Sonay Çaluk, Ali Törün, Azize Alan, Özlem Çetin, Gamze Bargın, Sinem Karahan, Büşra Çelik, Nazlı Şentürk, Mehdican Çafer, Volkan Basık, Çağrı Haliloğlu Sabahattin Gültekin, Mithat Yılmaz, Y. Özgür Bülbül, Rıdvan Dereli, Gülçehre Özkesemen, Belma Gözey, İsmail Erke, Fatma Aydın İletişim Adresi Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığı ERZURUM Tel: 0442 231 51 51 Faks: 0442 236 09 64 gazete.atauni.edu.tr Baskı Kardelen Matbaacılık 0 442 233 25 45 Şehir Nisan 2015 15 Erzurum’a Puşkin müzesi “Erzurum’a Yolculuk” adlı eserin de sahibi olan ünlü Rus yazar Puşkin adına Erzurum’da müze kuruluyor. Projenin yürütücüsü Yrd. Doç. Dr. Bahar Güneş, müzede ünlü yazara ait yazı ve resimlerin sergileneceğini belirtti. A tatürk Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Bahar Güneş, Erzurum’da Puşkin müzesi kurulacağını açıkladı. Müzenin Erzurum’un dünya çapında tanınmasına katkı sağlayacağını ifade eden Güneş, Puşkin Müzesi’nin başlıca amacının Türklerin kültüre ve sanata vermiş olduğu değeri göstermek olduğunu belirtti. Yerel medyada yapılan haberlerin kendini çok üzdüğünü ifade eden Güneş, “Fikrimin başkalarının adıyla anılması beni oldukça üzdü. Çünkü müze kurulması fikrini Atatürk Üniversitesi ve Erzurum Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na sunan ben ve asistan arkadaşlarımdır” dedi. Güneş, Onun adına kurulacak bir müzenin Erzurum’a gelen turist sayısının artışına da katkı sağlayacağını düşündüğünü ifade etti. Proje aşamasında kendilerinden desteklerini esirgemeyen Atatürk Üniversitesi Rektörü Sayın Hikmet Koçak ve Erzurum Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mehmet Sekmen’e de teşekkürlerini iletti. Puşkin Müzesi projesi fikir sahibi Rus Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Bahar Güneş Atatürk İletişim Gazetesi’ne konuştu. Puşkin Müzesini kurma fikri aklınıza nereden geldi? Erzurum’a gelmeden önce Puşkin’in “Erzurum’a Yolculuk” adlı eserini okumuştum. 2010 yılının Eylül ayında göreve başladığımda ilk sorum şu olmuştu: “Bir dönem Erzurum’da yaşamış olan ve “Erzurum’a Yolculuk” eserinin ilk notlarını burada kaydeden Puşkin’e ait bir müze var mıdır?” Ne yazık ki aldığım cevap olumsuzdu. Puşkin’in yaşadığı ev bile bilinmiyordu. Biz de bunun üzerine asistan arkadaşlarımla beraber böyle bir proje hazırlamaya karar verdik. Daha önceden bu konuyla ilgili olarak girişimlerde bulundum ama olumlu bir sonuç alamadım. Sayın Mehmet Sekmen Bey göreve başladıktan sonra projeyi bir kez de kendilerine sunduk. Bilindiği üzere Mehmet Bey’in “Erzurum’u kültür başkenti yapacağız.” şeklinde bir sloganı vardır. Bu nedenle böyle bir projeyi destekleyeceğinden oldukça emindik. Nitekim vizyonu geniş olan ve farklı fikirlere açık olan Mehmet Bey de projeye Puşkin, 1836 yılında “Sovremennik” dergisinde yayınladığı “Erzurum’a Yolculuk” adlı eseri ile Erzurum’u bütün dünyaya tanıtmıştır. Bu kitap sadece Türkçe ’ye değil, pek çok dile de çevrilmiştir. Böylece Erzurum dünya çapında bilinen bir isim olmuştur. Ancak bu proje ile hedefimiz, Erzurum’un sadece bir isim olarak değil aynı zamanda tarihi ve kültürel bir şehir olarak tanınmasını sağlamaktır. Projeyi hayata geçirmek için öncelikle bir takım araştırmalarda bulundum. Bu araştırmalarım neticesinde Puşkin’in eserlerinden de yola çıkarak onun yaşamış olduğu caddeyi ve evi buldum. Bu fikrimi Trabzon Başkonsolosluğu ile de paylaştım. Bu projeye Başkonsolos da büyük bir ilgi gösterdi. Mehmet Sekmen Bey’e projeyi sunduktan sonra projeyi hayata geçirmek için vakit kaybetmeden kendisiyle çalışmalara başladık. Kendileri ile yaptığımız son görüşmemizde Puşkin’in yaşadığı, müze haline getirilecek olan evin ve caddenin satın alınmasıyla ilgili işlemlerin sona erdiğini bildirdiler. Bundan sonra yapılacak olan dış restorasyon işleriyle Belediye, müzenin iç dekorasyonu ile de Allah nasip ederse biz ilgileneceğiz. Puşkin Müzesi’nde ziyaretçileri neler karşılayacak? Müzede, Puşkin’e ait resimler, Puşkin’in hayatına ve eserlerine, özellikle de “Erzurum’a Yolculuk” adlı eserine yönelik yazılı ve görsel bilgiler yer alacaktır. Elbette ki, müzeye dair başka düşüncelerimiz de var ama henüz görüşme aşamasındayız. Şu aşamada önemli olan proje onayını almış olmamızdır. Allah nasip ederse birkaç gün içinde Mehmet Sekmen Bey ve Rektör Bey’le proje protokolü imzalanacak. Kurulacak olan Puşkin Müzesi’nin amacı nedir? Puşkin Müzesi’nin başlıca amacı, Türklerin kültüre ve sanata vermiş olduğu değeri Şehrin fotoğraf derneği: ERFOD Erzurum Palandöken Fotoğraf Sanatı Derneği (PAFSAD) artık Erzurum Fotoğraf Sanatı Derneği (ERFOD) adıyla hizmet verecek. Derneğin başkan yardımcılığı görevini yürüten Yıldıran Yıldırım, genellikle çalışan kesimden üyeleri olan ERFOD’un yedinci dönemini de geride bıraktığını belirterek, “Yaşadığımız şehir adına fotoğraf projeleri üreteceğiz.” dedi. A tatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yıldıran Yıldırım aynı zamanda bir fotoğraf sanatçısı. 2010 yılından beri fotoğraf uğraşını bir dernek çatısı altında yürütüyor. Yıldıran öncülüğünde 2010 yılında kurulan Palandöken Fotoğraf Sanatı Derneği (PAFSAD) ismini değiştirerek Erzurum Fotoğraf Sanatı Derneği (ERFOD) ismini aldı. Yıldırım, fotoğraf derneklerinin daha çok şehir isimleriyle anıldıklarından hareketle bu ismi almaya karar verdiklerini belirtti. ERFOD, Doğu Anadolu’da Malatya’dan sonra Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu (TFSF)’na bağlı ikinci fotoğraf derneği. 16 saat temel eğitim verdiklerini söyleyen Yıldıran Yıldırım, kurs bittikten sonra genellikle bir köy belirleyerek tam gün fotoğraf çekimi yaptıklarını ifade etti. Merkezi bir yerde eğitim verdiklerini belirten Yıldırım, “Derneğe maddi manevi katkıda bulunuyoruz. Dernekler gönüllülük esasına göre çalışır. Daha önce mekânımız olmadığı için derneğin maddi durumu biraz iyiydi ama şimdi mekânın kirası da olduğu için bayağı sıkıntı çekiyoruz” dedi. Üye sayımız artıyor ERFOD başkan yardımcısı Yıldıran Yıldırım, son kursta derneklerinin 40 üyesi olduğunu söyleyerek üye sayılarının gittikçe artığını belirtti. Her perşembe saat 19.00’da dernek binasında üyelerle birlikte toplantı yaptıklarını vurgulayan Yıldırım, “Üyelerimizle fotoğraf hakkında konuşuyoruz. Erzurum adına, yaşadığımız şehir adına fotoğraf projeleri üreteceğiz, yazacağız, görev dağılımı yapacağız.” dedi. 96 kişiye fotoğraf eğitimi Yıldıran Yıldırım, ERFOD’un toplamda 96 kişiye fotoğraf eğitimi verdiğini söyledi. Daha çok çalışan kesimden üyelerinin olduğunu söyleyen Yıldırım, “Şimdiye kadar 20 akademisyen, 17 eczacı ve sağlık çalışanı, 16 öğretmen, 8 devlet memuru, 8 doktor, 4 öğrenci, 4 silahlı kuvvetler mensubu, 4 serbest meslek, 2 avukat, 1 banka müdürü, 1 mimar, 1 mali müşavir, 2 ajans sahibi ve serbest meslek gibi farklı meslek gruplarından gelen kişilere fotoğraf eğitimi verdik. Dernek üyelerimiz de bu meslek gruplarından oluşmaktadır” dedi. Derneğin sadece adı değişti Erzurum’da 2010 yılında PAFSAD kuruldu. Yıldırım, başlangıçta bir mekan- Yıldıran Yıldırım fotoğraf meraklılarıyla yakından ilgileniyor. ları olmadığını internet üzerinden fotoğraf eğitimini verdiğini belirtti. Derneğin kurulmasıyla faaliyetlerde bulunmak gerektiğini söyledi. Bu çalışmaları yaptıklarını söyleyip daha sonrasında da derneğin sadece ismini değiştirdiklerini ifade eden Yıldırım, şunları söyled: “Yeni kurulan dernek için faaliyette bulunmamız lazım. Derneklerin de temel faaliyetlerinden birisi de fotoğraf eğitimleri, fotoğraf gezileri. Bu ikisi için de başlangıç yapmamız gerekiyordu”. r Gülçehre Özkesemen Bahar Güneş, Puşkin müzesinin Erzurum’u kültürel açıdan da tanıtma amacının bulunduğunu söyledi. göstermektir. Bunun yanı sıra Erzurum’u sadece kış turizmi ile değil, aynı zamanda kültürel yönden de tanıtmak bir diğer amacımızdır. Müze içini o döneme ait antika mobilyalarla değil de tamamen bir Osmanlı evi tarzında döşemek gibi bir düşüncemiz de var. Müzenin bu şekilde dekore edilecek olması, yerli ve yabancı turistlerin hem Puşkin’i hem de o döneme ait Osmanlı yaşam tarzını tanımalarına olanak sağlayacak. Müzenin beklentiyi karşılayacağını düşünüyor musunuz? Kesinlikle düşünüyorum. Bu yıl dünyada özellikle de Rusya’da edebiyat yılıdır. Pek çok ülkede yazarların doğum günleri anısına bilimsel faaliyetler gerçekleştirilmektedir. Puşkin’in de doğum günü her yıl farklı bir ülkede yapılmaktadır. Proje hayata geçirildikten sonra Erzurum’da da Puşkin adına böyle bir organizasyon yapılabilir. Böylelikle dünyanın bütün edebiyatçıları burada toplanabilir. r Melik Bulmuş, Gamze Bargın Termalspor, hentbolda 1. Lig kapısından döndü A ziziye Termalspor hentbol takımı büyük başarıya imza atarak 2. Lig finallerine kadar yükseldi. Finallerde dördüncü olan takım, 1. Lige yükselemedi ama takımın antrenörü Ali Erzurumluoğlu, çabalarının karşılığı olarak federasyonun kendilerini 1. Lige kabul edeceği umudunu koruyor. Hentbolun Erzurum’un yapısına uygun bir spor dalı olduğunu ifade eden Erzurumluoğlu, büyüyüp küçülme kararları içinde olumsuzluklar yaşansa bile Erzurum’da 11 yıldan beri alt yapısı ve güçlü kadrosuyla takım sporları içinde varlığını devam ettiren tek branşın hentbol olduğunu savundu. Erzurum’daki hentbol tesislerinin sayı olarak yeterli olduğunu söyleyen Erzurumluoğlu, “Tesislerin bakımı ve hentbola uygun olmayışı bizleri düşündürmektedir” dedi. Erzurumluoğlu, Erzurum halkının hentbola ilgisi çok iyi olduğunu ve Ilıca ile bütünleşen hentbolun ileriki dönemlerde şehir ile büyüyeceğini ifade etti. Erzurum’da hentbol sporcuları kazanılması için gayretlerinin olduğunu vurgulayan Erzurumluoğlu, “Hentbol da sporcu kazanmak için Erzurum’da özellikle altyapı projelerine acil ihtiyaç var” diye konuştu. Erzurumluoğlu, Ünilig’de en iyi takımın Atatürk Üniversitesi olduğunu belirtti. Aziziye Belediyesi Termalspor Teknik Direktörü, “Biz yöremize, çevremize alanımız ile ilgili ne katabiliriz, branşımızı kendi bünyemizden dışarıya ne kadar taşıyabiliriz derdindeyiz. Akademik manada da bölgeye hâkimiyet ve ülkemizin batısı ile doğusu arasındaki teraziyi branşımız lehine ne kadar çevirebiliriz derdindeyiz.” diye konuştu. r Melik Bulmuş 16 Nisan 2015 Arka Sayfa Uzungöl’de betonlaşma tehdidi Çaykara Belediye Başkanı Hanefi Tok Türkiye’nin önemli turizm merkezlerinden biri olan Uzungöl kontrolsüz ve imarsız yapılaşma tehdidi altında. Esnaf gelen turistlere hizmet verebilmek için yatırım yaptığı savunuyor ve imar sorununun çözülmesini bekliyor. Belediye ise mevzuat engelini aşmaya çalışıyor. Özellikle Arap turistlerin rağbet ettiği Uzungöl’de zengin Arapların işletmelere ortaklığı da söz konusu. Çağrı Haliloğlu U zungöl, Trabzon’un Çaykara ilçesinin yamaçlarında, ormanlar içinde doğal bir göl. Eşsiz bir güzelliğe sahip. Trabzon’un, Türkiye’nin en güzel köşelerinden biri. Son yıllarda dünyanın dört bir yanından gördüğü ilgiye bakılırsa dünyanın da en güzel yerlerinden biri. 2003 yılında 6692 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Özel Çevre Koruma Alanı ilan edilen Uzungöl, bunun yanı sıra hem sit alanı hem de milli park olma statüsüne de sahip. Türkiye’den, Avrupa’dan, Asya’dan, Arabistan’dan birçok turistin ziyaret ettiği Uzungöl’ün en önemli sorunlarından birisi; giderek artan kontrolsüz yapılaşma. Ancak bu durumun daha içler acısı bir başka görüntüsü de, bu yapıların imar planı olmadan yapılmış, kaçak yapılar olması. Hem esnafın hem belediyenin en önemli sorunların başında gösterdiği bu sorun, uzun yıllardır halkı, esnafı kısacası Uzungöl insanını mağdur ediyor. Otel sahipleriyse talebi karşılamak adına inşa ettikleri binalarına imar izni verilmemesinden ve yüksek meblağlı cezalar yazılmasından şikayetçi. Onarıma 10 bin lira ceza Uzungöl’deki işletme sahiplerinden birisi olan Şeref Bey belediyenin vermiş olduğu para cezalarının çok fazla olduğunu iddia ederek, “Ben otelimin bazı yerlerini restorasyon yaptırdım. Daha iyi, daha güzel olsun, gelen turiste daha kaliteli hizmet verelim diye. Sırf tamirat yaptırdım diye belediyeden 10 bin lira ceza yedim. Neden yedim cezayı? İmar planım yok. Onca zaman gittik konuştuk belediyeyle, bir şey yapalım bu planı alalım. Bize sonuç vermediler. Şöyle olsun böyle olsun demediler. Neden olarak imarsız olduğunu gösterdiler, cezayı verdiler. Yeni olsun, eski olsun birçok otel imar planı olmadığı için milyarlarca ceza alıyor.” şeklinde konuştu. Uzungöl’ün esnaflarından olan Metin Bey ise, senelerdir imar planı olmadığını, yapılan otellerin yüzde 90-95’inin imarsız kaçak yapılar olduğunu dile getirdi. Şöyle konuştu: “İmar planı yok, 3 bine yakın yerel halk var. Vali kısıtlama yapıyor. İmar planı olmadığı için evlerimizin üzerine de kat atamıyoruz. Ben evimin üzerine kat attım diye ceza yedim. Eskiden burada bu kadar otel yoktu. Onda biri kadar otel vardı. İnsanlar ihtiyaçtan dolayı otel yapmaya başladılar ama imar planı yok. Bu Uzungöl’ün en büyük sorunu.” Ruhsat vereceğiz Çaykara Belediyesi Başkanı Hanefi Tok Uzungöl’ün 1998 yılında sit, 2003 yılında Özel Çevre Alanı olduğunu vurgulayarak, şunları söyledi: “2006 yılında imar planı vardı. Ancak 1114 kotundan dolayı, şimdi 1113’e indi. Yani kıyı kenarı kanunundan dolayı imar planı iptal edildi. 2014 yılında yeni imar planı geldi. İmar planı var. İmar planı notları Ankara’da Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğü tarafından yapılıyor. Buradaki imar notlarında der ki; Uzungöl’de 18 uygulamasını yapmadan, buradaki mevcut arazilere ruhsat veremezsin. 2014 yılının temmuz ayında biz de birinci etap 18 uygulamasını başlattık. Gölbaşı mevkiini birinci etap olarak belirttik ve bu alanın 18 uygulamasını tamamladık. Kültür Varlıklarından gelen onaylı 18 uygulamasını, Tabiat Varlıkları Trabzon müdürlüğüyle görüşeceğiz. Kuruldan geçtikten sonra bir ay askıya çıkacak. Kurulda herhangi bir sorun gözükmüyor. Bu askıdan sonra da arazilere ruhsat vereceğiz.” 18 uygulaması 3194 sayılı İmar Hukukunda ‘Arazi ve Arsa düzenlemesi’ başlığı altında şu şekilde tanımlanıyor: “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakati aranmaksızın birbirleri ile yol fazlaları ile kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re’sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır. Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında “düzenleme ortaklık payı” olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde otuz beşini geçemez. Düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan yerlerin ihtiyacı olan yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, cami ve karakol gibi umumi hizmetlerden ve bu hizmetlerle ilgili tesislerden başka maksatlarda kullanılamaz.” Ankara’da Tabiat Varlıklarıyla, Uzungöl’ün 18 uygulamasının 4 etap olarak uygulanması konusunda protokol yaptıklarını açıklayan Tok, “Tabiat Varlıklarıyla yapılan protokol gereği 18 uygulaması için 80 bin lira ödenek geldi. Onu da en yakın zamanda ihaleye çıkaracağız. 30 Kasıma kadar 18 uygulamasının bitmesi gerek. Bunun tabudan tescili yapılmadan para alamıyorsunuz. Bu yıl içerisinde de 2. 3. 4. Etap çalışmalarını bitireceğiz.” dedi. 18 uygulaması tamamlandıktan sonra imarsız otellere de ruhsat verilebileceğini belirten Tok, “Otel sahipleri gelip bizle görüşecek. Eğer otelleri mevcut şartlara uyuyorsa ruhsatı alacak. Uymuyorsa; gerek taban alanı kat sayısı, gerek yüksekliği, gerek yoldan çekilme kat sayısı olarak yani plan notlarında yazan şartları oluşturarak bize başvuracak. Biz de bunu kurula göndereceğiz. Kurulda onaylattıktan sonra ruhsatı vereceğiz. Eğer yolun üzerine denk gelen oteller varsa, vatandaş otelini yıkacak. Başka şekilde ruhsat alması mümkün değil. Yol üzerindeki oteller 3194’e muhalefet oluyor.” şeklinde konuştu. Ceza kesmek zorundayız Yıllardır çıkmayan bir imar planının olduğunu ve bu açıdan vatandaşın haklı olduğunu ifade eden Tok, şunları söyledi: “Uzungöl dünyanın gözde olan yerlerinden birisi gerek doğası gerek havası ve insanıyla şirin bir turizm yeri. Vatandaş ceza kesiyoruz diye şikâyet ediyor. Yasaları işletmek zorundayız. İşletmezsek suç işlemiş oluruz. Kesilen bu cezalar belediye encümeninin yetkisinde değil. Bu cezalar bakanlığın belirlemiş olduğu cezalar. Sit alanı olduktan sonrada cezalar 2’ye katlanıyor. Mühür fekkinden dolayı da 2 kat daha ceza yiyorsunuz.” Turizmde Uzungöl’e olan ilginin 20 yıl önce bu kadar olmadığını, insanların bu kadar inşaatı talep olduğu için yaptığını açıklayan Tok, şunları belirtti: “20 yıl önce bu kadar talep yoktu. Uzungöl’e talep olunca insanlar inşaatları yapmaya başladı. Ama talep var diye bütün turistleri ağırlayacaksın diye inşaat yapamazsın. Velev ki 25 bin yatağa ihtiyaç var. Bunları karşılayacak kapasitede değiliz. İmar planında 6-7 bin kapasite var. Talebi karşılamak için inşaat yapamazsın. Zaman zaman turistler gelmeli. Dünyanın her yerinde bu böyledir kapasitesinin üstüne çıktığınız zaman durur.” Betonlaşma devam ediyor 30 Eylül 2014’de takaonline.com adlı sitede yayınlanan haberde Trabzon Valisi Abdil Celil Öz’ün imara uygun olmayan yerlerin yıkılacağına dair bir demeci bulunuyor. Ancak Vali Öz’ün bu demeçlerine rağmen hala daha imarsız yapılaşma devam etmekle birlikte, gittikçe de yayılan bir betonlaşma söz konusu. Sürekli olarak artan bu betonlaşma ile ilgili olarak ise Çaykara Belediyesi Başkanı Hanefi Tok şöyle konuştu: “Bir iki tane binanın yapımını durdurduk, yıktık. Vatandaş sizi dinlemiyor. Beton alt tabyayı attıktan sonra 3 gün içinde çelik konstrüksiyonla beraber bir haftada encü- men kararı alınana kadar çatısını kapatıyor. Nihayet vatandaş bunu kendi tapulu yerine yapıyor. Bundan sonrası için kanunlar ne gerektiriyorsa yaptırtmaya çalışacağız.” Esnaf Arapça konuşuyor Kışın Uzungöl turizminin fazla olmadığını ve bu dönemde Arapça Kurslara gidildiğini dile getiren Metin Bey “Esnaf Araplarla Arapça anlaşır. Kışında Arapça kurslara gidip Arapça öğreniyoruz. Bazı otel sahipleri hatta Araplarla dost oldular. Git gel derken otel sahibiyle Arap aile dostu oldu. Arap da, yazın kalacak yer sıkıntısı yaşamamak adına otel sahibiyle dost usulü anlaşmalar yapıyor. Otel sahibi de zararını kapatmak için bunu kabul ediyor ama resmi bir durum söz konusu değil.” şeklinde konuştu. Çaykara Belediyesi Başkanı Hanefi Tok ise Arapların resmi olarak menkul ve gayrimenkul almadıklarını ancak yeni yapılan oteller finans sağlamak için Araplarla resmi olmayacak şekilde anlaşabildiklerini ifade ederek, “İmar çıktıktan sonra Araplar eğer Uzungöl’den yer almak, yatırım yapmak isterlerse onlara izin verilir. O ki izin vermeyeceğiz neden imar planını çıkarttırıyoruz. Ama bunu illa Arap turistler yapacak değil, kendi yatırımcılarımız da bunu yapabilir. Biz yardıma hazırız.” dedi. Küçük Arabistan Yöre esnaflarından Metin Bey Uzungöl’ün yaz aylarında Küçük Arabistan olduğunu vurgulayarak, “10 yıldır Araplar Uzungöl’e çok fazla ziyarete geliyor. Öncesinde İsrailliler daha çok gelirdi. Ama hem ırksal hem siyasi olaylar yüzünden eskisi gibi İsrailliler gelmiyor. Aslında dünyanın her yerinden insan geliyor. Ama Arap turistlerin sayısı daha fazla olduğu için yazın burası ‘Küçük Arabistan’ oluyor. Gördüğünüz her tabeladaki yazının altında onun Arapçasını da görebilirsiniz.” şeklinde açıklamalarda bulundu. Trabzon İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü verilerine göre, Uzungöl’e yazın en fazla Arap turist geliyor. Konaklayan Arap turistlerin sayısı 2014 Kasım ayında 200 bin 500’e ulaştı. 2014 yılında Uzungöl’de konaklayan toplam turist sayısı ise 695 bin 500 oldu. Aynı verilerde, Uzungöl’ün tesis sayısı ve yatak kapasitesine ilişkin ise şu bilgiler yer aldı: Kültür ve Turizm Bakanlığından işletme belgeli 2 tesis 244 yatak, Yatırım Belgeli 4 tesis 417 yatak, toplamda 6 tesis 661 yatak. Belediye Belgeli 96 tesis 2 bin 400 yatak. Toplamda ise 102 tesis ve 3 bin 61 yatak bulunuyor. Turizm yatırım belgeli olan oteller şunlar: Kilpa Otel, Maraba Otel, Uzungöl Önder Otel, Uzungöl Akpınar Otel.