Resulullah (sav): "Kalbinde zerre miktar kibir
Transkript
Resulullah (sav): "Kalbinde zerre miktar kibir
Editör'den Resulullah (s.a.v): "Kalbinde zerre miktar kibir bulunan kimse asla cennete girmeyecektir!" buyurmuştu. Bir adam: "Kişi elbisesinin güzel olmasını, ayakkabısının güzel olmasını sever!" dedi. Aleyhissalatu vesselam da: "Allah Teala hazretleri güzeldir, güzelliği sever! Kibir ise hakkın ibtali, insanların tahkiridir" buyurdular. (Müslim, İman 147; Ebu Davud, Edeb 29, (4091); Tirmizi, Birr 61) Seyyid Ahmed er Rufai hazretleri şöyle buyuruyor: “Bir insan cinlerin ve insanların ibadeti kadar ibadet etse sonra da kendisinde bu ibadetinden dolayı zerrece kibir olsa o insan, Allah’ın düşmanlarından biri olur.” Kendini beğenmek, kibir, hased, gıybet gibi manevi hastalıklar müslümanın baş düşmanıdır. Onun için düşmanı dışarıda değil kendi içimizde aramamız gerekmektedir. “Senin asıl düşmanın nefsindir” bunun için söylenmiş olsa gerektir. Manevî hastalıklar fert ve toplumumuzu adeta kemiriyor. Kibir, gıybet, bencillik vs. sıradanlaşmış gibi gözüküyor. Müslümanların bu noktada üzerine düşen çok vazifeler olduğuna inanıyoruz. Müslüman, akıntıya kapılıp giden değil, akıntıya karşı duruşunu bozmadan mücadelesini yapabilen insandır. Toplumun bu manevî kokuşmuşluğuna çare de müslümanın bu duruşunda gizlidir. Kendine faydası olmayanın başkasına faydası söz konusu olamaz. Yanmayan soba ısıtmadığı gibi soğukluğuyla da problem olur. Müminin hâli, hem kendisine hem de çevresine fayda vermelidir. Mevlanadan iki hikâye ile bitirelim: Bir gün fare çayırda ipini arkasında sürüye sürüye otlayan bir deve görmüş. Fare bu ya, kemirecek bir şey görür de durur mu? Hemen başlamış ipi ağzına alıp kemirmeye. O ipi çekiştirmeye başlayınca uysal devemiz de usul usul ardından gitmeye koyulmuş. Fare bakmış ki koca deve peşine takılmış geliyor, bir hoşuna gitmiş, bir kibirlenmiş ki demeyin gitsin. Böylece o önde bu arkada epey bir müddet dağ bayır gezmişler. Nihayet yolları bir dere kenarına gelince fare derin sudan ürkerek durmuş. Deve: - E, fare kardeş, ne zamandır seninle dağ tepe dolaşıp duruyoruz, hadi şimdi de şu sudan öbür yana beni geçiriver demiş. Fare: - Aman, deve ben bu sudan nasıl geçerim! Derinliğini görmüyor musun? Geçmeye kalksam boğulur, giderim, demiş. Deve ayağıyla şöyle bir yoklamış ve demiş ki: - Neresi derin canım, baksana ancak dizime geliyor. - Ama dizden dize fark var. Senin dizine gelen su benim bin kere başımdan aşar! Deve bunun üzerine: - Madem şimdi kibrini bırakıp aczini itiraf ettin, o halde hadi sırtıma atla da seni karşıya geçireyim; bizim gibilerin şanı senin gibi düşmüşlere merhamettir, cevabını vermiş. Mesnevî'de anlatılan hikâyeler arasında en manidar olanı şüphesiz Harut ile Marut'un kıssasıdır: Büyük meleklerden olan Harut ve Marut çeşitli günahlar içindeki insanlara baktıkça onları kınıyor ve; "Şu insanlar ne kadar nankör! Hem Allah'ın nimetlerinden istifade ediyor hem de ona karşı geliyor." diyorlardı. Cenab-ı Hak onlara: - Siz nurdansınız ve günahtan korunmuş olarak yaratıldınız. Nefis taşıyan insanların imtihanı çetindir, onları günahlarından dolayı kınamayın, buyurdu. 1/2 Editör'den Yine dedi ki: - Sizde bir masumluk görülüyorsa şüphesiz bu benim korumamın sonucudur. Bunu kendinizden bilip kibirlenmeyin. Düşmanınız olan şeytanın hilesinden sakının. Meleklerse ısrarlarını sürdürüp: - Biz nefis sahibi olarak yeryüzüne insek bile günah işlememiz imkânsızdır, iddiasında bulundular. Bu iddia onların felaketi oldu. Nitekim şiddetli rüzgâr ağaçları kırdığı halde zayıf otlara acır ve onlara bir zarar vermez. Zira görür ki ağaçların kibri otlarda yoktur. Aynı şekilde ne kadar güçlü olursa olsun ağacın dalları baltayı korkutmaz, o hepsini parça parça keser. Ama balta zayıf bir yaprağa uzanmaz. Ne odunun çokluğu ateşi yorar, ne de kasap koyunun çokluğundan üşenir... Allah’a emanet olunuz… 2/2