01 Şubat 2011 Salı Ölüm kampları yolunda

Transkript

01 Şubat 2011 Salı Ölüm kampları yolunda
01 Şubat 2011 Salı
Ölüm kampları yolunda: Soykırım ve tarih...
Ötekinin yarasını görmezden gelen, tarihi kendi acıları ve hakları üzerine temellendiren
ideolojik dalgalar...
Bu dalgalar tarihin kana bulanmasının ana nedenleri olmuştur...
Bir "topluluk"la o topluluğun "herhangi bir üyesi"ni, ya da o "üye"yle "topluluğun yönetim
yapısını" veya o "yönetim yapısı"yla "kimlik olarak topluluğu" özdeş kılan, "aynı" eden ilan
eden, "aynı" gören bakış açısı bugün hâlâ pek çok karanlık halin ana sorumlusudur...
Bu tabloda nerede duruyorsunuz, bu soru önemlidir...
Zira kimliğinizi kökünüz değil, durduğunuz yer belirler...
Anti-semitizm ile İslamofobi'nin yumurta ikizi olması gibi...
Nitekim bugün tüm Müslümanları terörist gören bakış ile tüm Musevileri cani gören tutum
arasında yakın akrabalık vardır. Öylesine yakındır ki, bu akrabalık, Musevilerin ya da
Müslümanların kendi aralarındaki akrabalıktan çok daha kuvvetlidir.
Ancak bundan farklı ve kuvvetli bir akrabalık daha var...
Cemaat-kavim, fayda, kuvvet yerine insandan, ilkeden, haktan yola çıkan kişiler Böyle
düşünen insanlar, Museviler, Hrıstiyanlar, Müslümanlar, Türkler, Ermeniler, Araplar,
İsrailliler, Amerikalılar arasındaki akrabalılıktır bu...
Bu iki farklı akrabalık aslında iki ayrı yola işaret eder.
İki ayrı yol iki ayrı tarih demektir, iki ayrı ve kavgalı tarih... İnsanın tarihi ve gücün tarihi...
İnsanın tarihi ışıklıdır, köklüdür, kalıcı, hâkim olandır...
Tarihte bu açıdan kimi kritik anlar vardır...
Şüphe yok ki, Nazilerin Musevilere reva gördüğü muamele, soykırım bunların en önde
gelenidir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında 800 bin Slav, Çingene, komünist yanında, 6 milyon Musevi ölüm
kamplarında imha edildi.
Naziler buna nihai çözüm, Musevilerin soyunu kurutmak adını veriyorlardı.
27 Ocak'ta tüm dünyada bu utanç sayfasını tekrar hatırlattılar, geçtiğimiz günlerde de
hatırlandı...
Çünkü 27 Ocak 1945, müttefik ordularının en ölümcül toplama kapmalarından birisine,
Auschwitz'e ulaşarak kalan tutukluları kurtardıkları tarihtir...
Bu yazı Auschwitz'e doğru yol alan bir uçaktan yazılıyor...
Siz bu yazıyı okurken, biz, 27 Ocak'ın hemen ertesinde, 1 Şubat günü eski Auschwitz
mahkûmlarının mihmandarlığında bu ölüm kampını lanetle gezecek, adımlarımızı ölenler ve
insanlık için saygı için atacağız...
Bizi Auschwitz'e götüren şey, Aladdin Projesi...
Bu ismi bir kenara not edin...
Bu yukarıda sözünü ettiğimiz akrabalık sistemlerinden birisine değen bir proje...
Aladdin Projesi farklı kültürlerden ve dinlerden gelen insanları, özellikle Yahudileri ve
Müslümanları, uyumlu kültürler arası ilişkileri arttırmak gibi ortak bir amaç çevresinde
birleştirmeyi amaçlayan, merkezi Paris'te bulunan uluslararası sivil bir organizasyon...
2009'un mart ayında, UNESCO'nun himayesinde başlanmış bu proje, Ortadoğu, Afrika,
Avrupa ve Kuzey Amerika'da 30'dan fazla ülkede 1.000'i aşkın, entelektüel, öğretim üyesi ve
kanaat önderi tarafından destekleniyor. Projeye, ülke ve Avrupa Birliği gibi yapılar destek
veriyor... Nilüfer Göle projenin merkezindeki Türkiye ayağı...
Bu gezi de herhangi bir gezi değil, bir anma gezisi olduğu kadar bir barış gezisi...
Gezi heyeti bunun açık kanıtı...
Auschwitz'e giden heyette uluslararası İslam Konferansı Örgütü'nün başkanı, Senegal
Cumhurbaşkanı Abdulaye Wade, Hırvatistan eski Cumhurbaşkanı Mesic, Polonya eski
Cumhurbaşkanı Kwasniewski, Almanya eski Başbakanı Schroeder gibi isimler yer alıyor.
Abdullah Gül'ü temsilen Yaşar Yakış, Tayyip Erdoğan'ı temsilen Egemen Bağış gezide olacak...
Bosna Müftüsü Ceriç'i, Kafkasya ve Azerbaycan Müftüsü Abda'yı, çeşitli üst düzey Hristiyan
din adamlarını, aralarında Türkiye'den Hasan Cemal, Cengiz Aktar, Fehmi Koru, Sedat Ergin,
İlber Ortaylı Cemal Uşak'ın bulunduğu onlarca yazar ve entelektüeli ayrıca not etmek gerek...
İki gün size oradan yazacağız...
Önce tarihi, sonra Auschwitz'i...
Neden geldim Auschwitz’e, ölüm kampına?
03 Şubat 2011
AUSCHWITZ, KRAKOW (Polonya)
Dimdik yükselen nöbetçi kulübesinin altından geçip, cetvelle çizilmiş gibi dümdüz uzanan
karla kaplı demiryolunun üstünden kendi başıma yürüyorum.
Acelem yok!
İki yanım dikenli teller...
Kırmızı tuğlalı sevimsiz barakalar...
Ve o çirkin bacalar...
Soğuk gerçekten dondurucu. Acıları daha iyi hissedelim diye öyle olabilir.
Gri, kurşuni bir hava...
Belki bana öyle geliyor. Sanki o bacalar tütüyor hâlâ. Burnuma ölümün, barbarlığın kokusu
geliyor.
Neden ben buradayım?..
Auschwitz’den canlı kurtulabilen o yaşlı kadının sesi kulağımda:
“Dikkat et bastığın her yere, her metre karesinde bir ölü var bu toprakların...”
Yalnız Auschwitz’de bir milyon yüz bin insan ölmüş.
Hüzün ve trajedi!
Bitiyor demiryolu.
Naziler, Macaristan Yahudilerini hiç vakit kaybetmeden doğruca gaz odalarına göndermek
için savaşın son yılı inşa etmişler, bu cetvelle çizilmiş gibi dümdüz demiryolunu...
“Korkunçtu o yaz. Her Allah’ın günü sekiz bin Macar Yahudisinin gaz odalarına götürüldüğünü
kendi gözlerimle gördüm” derken sık sık yutkunuyor, gözleri doluyor.
Hüzün ve trajedi!
Burada insanın içine işliyor.
Neden geldim ben bu Auschwitz’e?..
Acıları hissetmek için mi, acıları paylaşmak için mi, acıları düşünmek için mi?..
Diyor ki:
“Gaz odalarının duvarlarına son bir gayretle, ‘Asla unutma!’ sözünü tırnaklarıyla kazıdılar”
Hatırlamak için mi geldim?..
Bosna-Hersek Başmüftüsü Mustafa Çeviç’i dinliyorum:
“Yıllar yılı ilgilenmedim Yahudilerin başına gelenlerle... Auschwitz nedir umurumda değildi.
Ama ne zaman kendi memleketimde, Srebrenitza’da bizim başımıza geldi soykırım, o zaman
uyandım, her şeyi öğrendim. Bunun için şimdi buradayım. Avrupa, altı milyon Yahudi’nin gaz
odalarında, ölüm kamplarında can vermesinden sonra bir daha asla dedi, ama 1990’larda
Avrupa’nın göbeğinde, bu kez Bosna’da yaşadık soykırımı...”
Sana ne yaptım?
Ne diye geldim Auschwitz’e bu Allah’ın kışında, her taraf buz kesmişken?..
Düşünmek için belki de...
İnsanları birbirlerinden böylesine nefret ettiren ne ola ki?..
Neden insanlar birbirlerini kesiyor, dilleri, dinleri, kökleri, renkleri farklı diye?..
Milliyetçilik mi?..
Benim milliyetçiliğim senin milliyetçiliğinden daha iyidir, daha üstündür duygusu mu?..
Belki de.
Ben sevmiyorum bu milliyetçiliğin her çeşidini...
Kendisi Buchenwald ölüm kampından kurtulmuş olan İsrail’in eski Eşkenaz Hahambaşısı Lau,
bembeyaz uzun sakalını titreterek neredeyse tüm dillerde soruyor, belki daha doğru deyişle
yakarıyor:
“Ben sana ne yaptım ki?..”
Sevimsiz, kırmızı tuğlalı barakalardan birine giriyorum kendi başıma.
Sessizlik, küçücük pencereden sızan solgun kış ışığı ve her tarafından buz gibi rüzgâr üfüren
bir baraka.
Basık tavanlı, kâbus gibi.
Tahta ranzalar...
Ve tahtaları pislikten kararmış o ranzalarda balık istifi yatan iskeletlerin simsiyah çukurdan
bakan gözleri...
Nedir o?
Bir ranzanın üstünde bir sap kırmızı gül, kurumuş...
Neden geldim ben buraya?..
Sabahın köründe Paris’ten Krakow’a iki saat uçak, sonra da bir saat otobüs, o kadar.
İnsanlığın yüz karası bir kamptasın.
Niçin buradayım?
Ders çıkarmak için mi?
Çocuk ayakkabıları... Bebe patikleri... Çocuk giysileri... Kadın saçları, Nazi Almanya’sında
tekstil hammaddesi olarak toplanmış, çuvallanmış...
Gözümün önünde çocuklar, gözümün önünde bebeler, gözümün önünde anneler, binlerce,
on binlerce, yüz binlerce...
Bakamıyorum.
İşte bak orada. Filmlerden, belgesellerden ezbere bildiğin yer, Auschwitz’in girişi:
Arbeit macht frei!
O irkiltici yer.
O irkiltici slogan, Nazilere ait...
Hemen altında, o orkestranın siyah beyaz fotoğrafı... Gaz odalarına uygun adım gitsinler diye
kamp sakinlerinden oluşturulan orkestra devamlı marş çalarmış...
BÜYÜK BARIŞ PROJESİ
Balyoz gibi söz:
“Soykırım Avrupa’nın işidir. Yahudileri Müslümanlar kesmedi.”
Türkiye doğumlu bir Yahudi’nin bu söz. Lyon’da yaşarken Komünist olmuş, savaş sırasında
direnişe katılmış, sahte kimlik basarken yakalanmış, Auschwitz’den canlı çıkabilmiş, böyle
diyor.
İkinci Dünya Savaşı’nı, Hitler’i ve Nazizm’i insanlığın başına saran milliyetçilik elbette
“Avrupa’nın işi”...
Milliyetçilik belasını aşmak içindir ki, tarihin en büyük barış projesi olarak Avrupa Birliği savaş
sonrası tarih sahnesine çıktı.
Ama şimdi tekliyor bu proje.
Bugünün Yahudileri artık Müslümanlar!
Öyle değil mi? Avrupa’da bugün ırkçılık, yabancı düşmanlığı, milliyetçilik yeniden yükselişe
geçmedi mi? En başta Müslümanlar olmak üzere Yahudiler, Romanlar ırkçı saldırıların hedefi
değil mi?
“Avrupa kendi değerlerine sırtını dönmeye başladı” diyenler haksız mı?..
Yahudi düşmanlığıyla Müslüman düşmanlığı, Ali Bayramoğlu’nun deyişiyle, anti-semitizm ile
İslamafobi yumurta ikizi değiller mi Avrupa’da?..
Gaz odalarında hayata veda edenlerin deri bavulları toplanmış kocaman camekânın içinde.
Else Meier, Köln, 1892 doğumlu...
L. Grootkern, Hollanda, 1905...
Herman Pasternak, 1900 doğumlu...
Babam da 1900’de doğmuştu.
İçim acıyor.
Ne diye geldim ben Auschwitz’e?..
Eski sosyal demokrat lider ve Almanya Başbakanı Gerhard Schröder de bizim heyette,
Paris’ten birlikte geldik.
Güzel konuşuyor.
Soykırımdan, insanlığa karşı işlenen çok büyük suçtan dolayı ülkesinin ve Almanların tarihsel
sorumluluğunun altını çiziyor, sözcükleri eğip bükmeden...
Daha güzel bir gelecek için ırkçılığın, Yahudi düşmanlığının olmadığı, ancak dinler ve kültürler
arası diyalog ve anlayışın bulunduğu bir dünya diliyor.
Haklı bir noktaya daha işaret ediyor:
İsrail’in devlet olarak var olma hakkıyla, Filistin’in kendi bağımsız devletine sahip olma
hakkı...
Başka türlü barış olmaz.
TARİHİN ÇÖP TENEKESİ
Bazı sorular aklıma takılıyor.
Yahudiler, İslamafobi konusunda ne kadar duyarlı davranıyor? ‘Ebedi mağduriyet’ duygusu,
örneğin Filistinlilere karşı duyarsızlığın kapısını mı açıyor? Bu açıdan Gazze çarpıcı bir misal
değil mi?
Altını çizin:
Ne Yahudiler canidir, ne de Müslümanlar terörist!
Yaşanmış acıları inkâr etmeden, yaşanmış acıları ille de mukayese etmeden konuşmak,
tartışmak zorundayız.
Veyahut:
Ön yargıları ve inkârcı bakış açılarını tarihin çöp tenekesine atmak zorundayız, eğer bu
dünyada barışı içtenlikle istiyorsak...
Evet, ben neden geldim Auschwitz’e?..
Söyler misin neden?..
Gaz odasından çıkan Yahudilerin yakıldığı o korkunç fırınların karşısına kocaman yazılmış:
“Tarih hatırlanmazsa, çaresiz bir daha yaşanır!”
Dip not
Kırk ülkeden iki yüz kişinin oluşturduğu bir heyet, UNESCO’nun Aladdin adını verdiği proje
çerçevesinde önceki gün Auschwitz’e bir ziyaret yaptı. Yahudi, Müslüman, Hıristiyan din
adamlarının, Doğu’dan, Batı’dan ve Türkiye’den siyasetçi, entelektüel ve gazetecilerin yer
aldığı heyette, Cumhurbaşkanı Gül’ü Ak Parti milletvekili ve eski Dışişleri Bakanı Yaşar
Yakış’la, Başbakan Erdoğan’ı Ak Parti milletvekili ve AB Başmüzakerecisi Egemen Bağış temsil
etti.
Bir milyondan fazla kişinin öldürüldüğü, Auschwitz toplama kampının girişi...
Auschwitz’i ziyaret etmek!
ENGİZ AKTAR, 1 MİLYON YAHUDİ’YE MEZAR OLAN AUSCHWITZ’DE KATILDIĞI ANMAYI
YAZDI
Yazarımız Cengiz Aktar, 1.1 milyon Yahudi’nin öldürüldüğü Polonya’nın Auschwitz
kasabasındaki ‘Nazi Ölüm Kampı’nda düzenlenen ‘Yahudi Soykırımını Anma Günü’ne
katıldı. Türkiye’den de ilk kez resmi düzeyde katılımın olduğu anma için Aktar, “Auschwitz’i
ziyaret etmek insanın insana neler reva görebileceğini hatırda tutmak için hayati” dedi
7 Ocak 2011 Dünya Yahudi Soykırımını (Shoah) anma günüydü. Geçen yılki ilk toplantı
Taksim’deki Fransız Kültür Merkezi’nde gerçekleşmişti. Gecede Nazi kamplarından sağ
kurtulan İtalyan yazar ve kimyager Primo Levi’nin Shoah üzerine yazdığı kitaplardan
“Bunlarda mı insan” üzerine edebiyat okumaları yapılmıştı. Bu yıl anma töreni Türkiye’de ilk
kez kamusal bir alanda ve resmì görevlilerin katılımıyla yapıldı. Dışişleri Bakanı’nı temsilen bir
büyükelçi ve İstanbul Valisi törende hazır bulundular. 1 Şubat’ta da 200 kişilik ve Türkiye
dâhil 40 ülkeden bir uluslararası heyet Polonya’nın Auschwitz kasabasındaki Nazi ölüm
kampını ziyaret etti. 170 hektara yayılmış ve üç yılda 1.1 milyon insanı itlaf etmiş bir ölüm
kompleksi burası. Merkezi Paris ’te bulunan Alaadin Projesi adlı sivil toplum kuruluşunun
tertibettiği bu ziyarete Nazi kamplarından sağ kurtulan 8 yaşlı Fransız ve Polonya Yahudisinin
yanında birçok siyasetçi ve kanaat önderi katıldı. Türkiye’den Cumhurbaşkanı’nı temsilen
Yaşar Yakış, Başbakan’ı temsilen AB işlerinden sorumlu Devlet bakanı Egemen Bağış, Avrupa
Konseyi Parlamenterler Asamblesi başkanı AK Parti milletvekili Mevlût Çavuşoğlu ve on kadar
sivil temsilci ve gazeteci bulunuyordu. Müslümanlar adına Saraybosna Müftüsü Mustafa
Çeriç mükemmel bir konuşma yaptı.
İnsan kemikleri çekiçlerle öğütüldü
27 Ocak 2005 yılında Birleşmiş Milletlerce Holocaust Günü olarak ilân edildi. 27 Ocak 1945
ölüm kamplarından sadece birisi olan Auschwitz’in Sovyet ordularınca kurtarıldığı gün. 9
saatlik Shoah filminin yapımcısı Claude Lanzmann Nazilerin diğer ölüm kamplarının çoğunu
teslim olmadan önce dümdüz ettiklerini anlatıyor. Cinayetlerin tanıksız olması caniler
açısından her zaman ve her yerde çok önemli. Lanzmann insan vücudunun en sağlam kemiği
ayak bileği kemiklerinin gaz odalarında öldürülenlerin cesetlerinin yakıldığı
krematoryumlarda yanmadıkları için çekiçlerle öğütüldüğünü de anlatıyor. Krematoryumlar
Alman sanayisinin mütekâmil cihazları olarak 24 saatte 1440 cesedi yakma kapasitesine
sahiptiler. Modernlik ile barbarlığın elele verdiği daha “mükemmel” bir durum olmasa gerek.
Lanzmann’ın dokümanter filmi İKSV’nin düzenlediği Film Festivali ’nde 1985’te gösterildikten
sonra bir daha Türk seyircisiyle buluşamamış. Alaadin Projesi filminin Türkçe altyazısını
gerçekleştirdi, geriye filmi gösterecek bir televizyon bulmak kaldı.
Tanıkların acı dolu anıları
Shoah insanlığın en beter yüzkaralarından birisi. İsrail ’in Filistinlilere çektirdiği eziyet
sonucunda dünyanın hemen her yerinde yaygın bir Yahudi düşmanlığı hâkim. Alaaddin
Projesi ’nin amacı Yahudilerin çektiklerinin önemine vurgu yaparak bu soykırımın İsrail ’in
yaptıkları sonucunda ikinci plana düşmesini engellemek. Burada ilginç ayırımlar ortaya
çıkıyor. Avrupalı Yahudiler -ki İsrail ’in en iyi yetişmiş ve en demokrat unsurları - ile “sabra”
tabir edilen genellikle Ortadoğulu, mazlum psikolojisine çok uzak, kendine güvenen ve İsrail
için, Filistinlere her türlü eziyeti reva görmek dâhil her şeyi yapmaya hazır olanlar arasındaki
derin fark mesela. Hâlbuki Salı günü bize mihmandarlık eden seksen yaşındaki Fransız
Yahudisi, kamptan sağ çıkmış Ginette Kolinka başka kimlikle gizlenirlerken Gestapo
kendilerini almaya geldiğinde babası ve abisinin donlarını indirdikten sonra ölüm kampına
yollandıklarını anlatıyordu. Filistinli Müslüman da sünnetli, Fransalı Musevì de... Diğer
mihmandarımız Türkiye doğumlu Yahudi Rafael Esrail işte tam bu tezatın üzerine basarak
Shoah bir Avrupa işidir Müslümanlar hiçbir vakit bize böyle bir şeyi reva görmediler diyordu.
Ziyaretin önemi
Auschwitz ve Shoah birbirlerinden ayrılmaz iki korkunç imge. Shoah’nın bilinmesi ve
hatırlanması İsrail hükümetinin barbarlığını aşan insanì bir sorumluluk. Auschwitz’i ziyaret
etmek insanın insana neler reva görebileceğini hatırda tutmak için hayatì. Hatırlamak ise
sabìlerin ve bütün masumların hatırası önünde düşünmek kadar bugünkü tehlikeli gidişata
dur diyebilmek için hayatì. Kötülükten ancak kötülük ürediğini unutmamak ve beşeriyete
olan inanç ve umudun boş lâflar olmadığını kanıtlayabilmek için...Kurtlar Vadisi’nin son ürünü
ile Mavi Marmara saldırısının birbirinden farklı olmadığını söyleyebilmek için.
Ali Bayramglu
02 Şubat 2011 Çarşamba
Sadece 65 yıl önce...
16 Temmuz 1943 gecesi Paris'te Emniyet Müdürü Bousquet'nin gözetiminde sabah 04.00'ten
itibaren polis Yahudi evlerine baskın yaptı.
Fransızlar Almanlarla 24.000 Yahudi'yi tutuklamak ve teslim etmek üzere anlaşmışlardı.
Ancak 14.000 kişiyi ele geçirebildiler.
Çoğu göçmen ve kaçak olan bu Yahudiler Fransa'daki toplama kamplarına götürüldü. Bir süre
sonra, Doğu Avrupa'daki ölüm kamplarına gönderildiler. Trenden indiler duşa gittiklerini
sanarak sevk edildikleri gaz odalarında katledildiler.
13.000'den fazlası hayatını böyle kaybetti.
Bunların 4.000'i çocuktu.
Bu öykülerden sadece küçük bir öyküdür...
Bunlardan bir kısmı Polonya'daki Auschwitz'e ölüm kampına gönderilmişti...
Bugün bu yazıyı aynı kampta onların ayak izlerini takip ederek kaleme alıyorum...
Toplama kampları insanlık tarihinde her zaman ibret ve utanç sayfaları oluşturmuştur.
Utanç hiç bitmeden sürmüştür...
İlk kampı Kuzey Afrika'da İngilizler açmışlardı. Son kamp ABD'nin Iraklıları ve Müslümanları
sürdüğü Guantanamo kampı oldu...
Toplama kampları içinde en vahşileri şüphe yok ki, üç yılda 7 milyondan fazla insanın
katledildiği Nazi Almanyası'nın ölüm kamplarıdır.
Nazi kampları diğer toplama kamplarından, örneğin Sovyetlerdeki Goulag'lardan farklıdır.
Nazi ölüm kamplarının hedefi kimi halklar ve toplulukların (eşcinseller, Çingeneler) kökünü
yeryüzünden kültürleriyle birlikte kazımaktı. Buna yönelik modern araçlarla ve dehşetengiz
hedeflerle teçhiz edilmişlerdi.
Bu tarihi Türkiye az bilir...
Öylesine ki, pek çok insan buna yıllarca Yahudi yalanı olarak bakmaya koşullandırılmıştır...
İşin bu vahim tarafına şimdilik girmeyelim...
Öykü insanlığa ait bir trajedinin, bir vahşetin öyküsüdür, ona değinelim...
Hitler'in 1933'te iktidara gelmesinden hemen sonra birçok küçük toplama kampı açılmış,
Hitler'in partisinin yan kolu ve para-militer bir örgüt olan SA'lar buralara hiçbir yasal dayanak
ya da mahkeme kararı olmadan muhalifleri kapatır hale gelmişlerdi.
1934'ten sonra işe GESTAPO el attı, kamplar devletin denetimine alındı, daha doğrusu
devletleştirildi. Böylece küçük kampların yerini büyük kamplar almaya başladı.
İlk büyük kamp Münih yakınlarındaki Dachau kampı oldu. Bunu 1936'da Sachsenhausen,
1937'de Buchenwald kampları izledi.
Kampların ahalisi Nazi rejiminin istemediği, asosyal ilan ettiği kimlikten gelen insanlardan
oluşuyordu. Yahudiler yanında, işsizler, komünistler, homoseksüeller, Çingeneler, daha
sonraki yıllarda Slavlar...
1933 ve 1945 arası kamplarda toplam 10 ila 12 milyon arası insan tutuklu olarak
bulunmuştur...
Alman rejimi bu insanları ilk evrede bedava işgücü olarak kullandı...
Sonra imha dönemi başladı...
Ancak burada asıl hedef 1938 sonrası kamplara gönderilmeye başlayan Yahudiler oldu...
Yahudileri yeryüzünden kazımak, ana hedef buydu...
Naziler Yahudileri kitlesel olarak daha çabuk ve daha çok nasıl öldürebileceklerinin
hesaplarını yaptılar, buna uygun teknikler aradılar.
1942 sonbaharından itibaren uygulamaya geçtiler...
Üç yıllık sürede katlettikleri insan sayısı, 6.000.000'du.
6 milyon Yahudi...
Daha doğrusu çoluk, çocuk, yaşlı, kadın 6 milyon insan, Yahudi oldukları için öldürüldüler...
Bu olay, bundan sadece 65 yıl önce gerçekleşti...
Bu tür insanlık suçları artık tarihe gömüldü ama onları besleyen zihniyetler yaşıyor...
Etnik ve dinsel nefret, dışlama varlığını olduğu gibi sürdürüyor.
Dedik; Polonya'da en vahşi ölüm kamplarından birisi olan Auschwitz'deyiz...
Bu nedenle bugün dünyanın 40 ayrı ülkesinden, üç ayrı dinden bine yakın insan Auschwitz'de
bir heyet halinde bulunuyor...
Yarın size ölüm kampından izlenimleri, dünden bugün akan resimleri aktaracağım...
Hasan Cemal
‘Unutmayın, Hitler de seçimle gelmişti’
04 Şubat 2011
Krakow’da, Auschwitz ölüm kampında, geçen salı günü herhalde en çok tartışılan konu
Mısır’dı. Özellikle İsrail’den gelenler, Yahudiler tedirgindi.
Öğle yemeğinde Fransa Yahudi Cemaati’nin önde gelen bir yetkilisiyle tanıştım.
Havada aynı sorular uçuştu:
Mısır’da gidiş nereye?
Müslüman Kardeşler ne yapar?
Yoksa ikinci bir İran mı?
Ürdün’de de kıpırtılar başlamıştı; bölgede İran’dan otuz yıl sonra Mısır’ı da kaybedecek bir
İsrail’in durumu ne olurdu?
Fransız Yahudi Cemaati’nin yetkilisi, Mısır’daki Müslüman Kardeşler hakkında ne
düşündüğümü sordu.
Otoriter rejim tarafından bunca yıl bastırıldıklarını, yeraltında güçlendiklerini, otoriter rejimin
çatısı altında, belki de kaçınılmaz olarak tek iktidar alternatifi haline geldiklerini, özgür
seçimler yapılırsa kazanabileceklerini söyledim.
Kazanırlarsa ne olacaktı?
Asıl merak ettiği buydu.
Müslüman Kardeşler’in de yaşanan ‘değişim’den, ‘zamanın ruhu’ndan etkilendiklerini, ille de
‘dinci dikta’ peşinde koşacaklarını öne sürmenin yanıltıcı olabileceğini belirttim.
‘Oyunun kuralları’na uyabileceklerine, çok partili sistem içinde demokrasiye doğru yol
alabileceklerine dair işaretler bulunduğunu söylerken, çok partili sistemle demokrasiden
başka bir çare olmadığını da ekledim.
Tatmin olmuş gözükmedi.
Bana katılmadığını belli eden -ve İngilizce olarak daha belirgin olan- bir vurguyla geldi
karşılığı:
“Böyle mi düşünüyorsunuz?..”
Fransız Yahudi Cemaati’nin üst düzeydeki yetkilisinin Mısır’a benim gibi bakmadığı açıktı.
Anlaşılan o da Arap âleminde, Mısır’da demokrasi olabileceğine inanmıyordu.
Ben de kendisine özetle dedim ki:
“Çok şey bu sizin, ‘böyle mi düşünüyorsunuz’ sorusundan kaynaklanıyor. Mısır başta olmak
üzere bazı Arap ülkelerindeki otoriter rejimler Amerika, Avrupa ve İsrail tarafından bu
nedenle bugüne kadar desteklendi. Ama bakın bu demokrasi korkusu bugün kitleleri sokağa
dökmüş durumda...”
Yemek biterken şöyle dedi:
“Unutmayın, Hitler de seçimle gelmişti.”
İlginçti.
Aslında bu zihniyetin altında yatan ‘demokrasi korkusu’ydu, Mısır’da halkı bunca yıl sonra
özgürlük ve demokrasi diye sokağa döken...
Bu korku yüzünden, Mısır’ın tepesinde otuz yıldır boza pişiren otoriter rejim desteklenmişti
Amerika tarafından, İsrail tarafından. Bu korku nedeniyledir ki, Amerika her yıl yalnız Mısır
ordusuna 1.5 milyar dolar yardım yapıyordu...
Peki ya sonuç?
İstikrar mı geldi, barış mı?
El Kaide’nin beyinleri, Amerika’ya Mısır hapishanelerindeki zulümden geçerek yaşatmadılar
mı 11 Eylül trajedisini?
Müslümanlar Kardeşleri sadece Mısır’da değil, Ürdün’deki, Gazze’deki baskılar da büyütmedi
mi?
Hamas’ı İsrail’in Filistin işgali tarih sahnesine çıkartmadı mı?
İsrail’in Filistinlilere yaşattığı adaletsizlik değil mi, bütün Arap dünyasında İslamcı akımları
bunca yıl beslemiş olan?
Bütün bunlar yaşandıktan sonra daha hâlâ “Hitler de seçim sandığından çıktı!” diyebilmek,
yaşananları doğru değil yanlış okumaktır, yaşananlara isabetli değil hatalı teşhis koymaktır.
İngiliz Financial Times gazetesinin geçen gün İsrail’i uyaran başyazısı düşündürücüydü:
“Barış ve istikrar ille de despotik komşuları gerektirmiyor. İsrail, kendi güvenliğinin baskıcı
Arap rejimlerinde gören resmi görüşünü artık değiştirme cesaretini göstermelidir.”(*)
03 Şubat 2011 Perşembe
Yahudi ve Müslüman arasındaki bellek savaşı...
İnsanları sırf Polonyalı, Çingene, homoseksüel, Yahudi oldukları için tek tek tutuklayacaksınız,
varlıklarını yeryüzünden kazımak için hazırladığınız, hazırlarken her tür modern araçtan, akıl
yürütmeden, teknolojiden faydalandığınız kamplarda toplayacaksınız ve toplu olarak imha
edeceksiniz...
Bunun insanlık tarihinde eşi benzeri olmadı...
Bugün Avrupa demokrasisinde "vicdan" ve "itiraf" gibi duygular kurumlaşmışsa, Batı
demokratik düzenini "yüzleşme", "bellek" gibi unsurlar üzerine kurmaya gayret ediyorsa,
İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan insanlık trajedisinin bunda büyük payı var...
Auschwitz ölüm kampı, Polonya'nın göbeğinde...
Bundan 65 yıl kadar önce 1 milyon 100 kişinin gaz odalarında öldürülmesine tanıklık etmiş...
Adım adım dolaştık bu ölüm kampını...
Sürgünlerin yaşadığı barakalar önemli ölçüde korunmuş; gözetleme kuleleri, tel örgüler
oldukları yerlerde duruyor; devasa bir alan, hatta boşluk; blok, blok Yahudilerin,
Çingenelerin, Slavların kaldıkları kulübelerin önünden geçiyor, içine giriyor, vahşet ve utancı
hissediyoruz...
Hava soğuk...
Eksi 10 ila 13 derece arasında değişiyor.
O kamptan sağ çıkmış mahkumlardan birisi, Ginette, her yerinden hava giren, ısıtması
olmayan kadın koğuşunda taşların üzerinde nasıl uyumaya çalıştıklarını anlatıyor... En alta
yatanların ancak üç beş gün hayatta kalabildiklerini hatırlayarak...
Rafeal, diğer eski bir sürgün, İzmirli...
Bir gruba mihmandarlık yaparken "Bastığınız her taşta bir insan öldürülmüştür..." diyerek
dondurucu soğukta daha da buz kesmemize neden oluyor...
Ve kampın ortasından geçen tren rayları...
Bir tanık, sürgünlerin 2 kilometre ötede trenlerden indirildiğini, daha sonra kamplara
nakledildiklerini, bir süre iş gücü olarak kullanıldıktan sonra gaz odalarına gönderildiklerini
söylüyor. Tren rayları savaşın sonuna doğru yapılmış, Macaristan'ı geç işgal eden Naziler,
Macar Yahudilerini, 450.000 kişiyi kamplarda yer olmadığı için, hemen imha etmek için treni
kamp ortasına kadar taşımış, trenden inenleri hemen gaz odalarına göndermişler...
Bir de madalyonun diğer yüzü var...
1 Şubat günü Auschwitz'de 40 ayrı ülkeden onlarca Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, dinsiz bir
araya geldi...
Auschwitz'e ilk kez beraber geldiler.
Bunun anlamı büyüktü.
Bosna müftüsü Çeriç'in neden Auschwitz'e geldiğini anlatan etkileyici konuşmanın kampta
yankılanmasının anlamının büyük olması gibi...
Çeriç bugün dünden çok farklı düşündüğünü, Auschwitz olmasıydı, Srebrenica katliamının
yaşanmayacağını hatırlatıyordu.
Ve Avrupa basını oradaydı...
Mavi Marmara vahşetinin etkisiyle mi, yanlış anlaşılırım kaygısıyla mı bilinmez, TRT yoktu
Polonya'da...
Bir tür "anlama ve anlatma", "meseleyi kimlikler ötesine taşıyıp insan merkezli kılma",
"bellekler savaşının arasına bir an olsun girme" fırsatını kaçıyordu TRT.
Bellekler savaşı sözü önemli, çünkü ebedi bir savaş türü bu...
Bugün bunu durdurabilmek, izafi kılabilmek, bugünü yeniden kurmaktan geçiyor, dünü
hatırlayarak...
Umalım bu gezi, Filistin'de, Gazze'de öldürülen insanlar, çocuklar, Mavi Marmara'da
katledilen siviller için karşı kimlikte, Yahudilerde de aynı duyarlılığı yaratmanın vesilesi
olsun...
Kendi halkına yapılanı başka bir halka reva gören, İsrail ölüm makinesi bunun farkına varsın...
Barışa gerçekten ihtiyaç var...
AUSCHWITZ İZLENİMLERİ (2) Saraybosna müftüsünün herkesi birleştiren duası
4 Şubat 2011, Cuma
AUSCHWITZ’de katledilen 1 milyon 100 bin insanın anısını yaşatmak için dev taş
parçalarından yapılan anıtın önündeki törende konuşan İsrail’in Eşkenaz Hahambaşısı Meir
Lau, önce buradan sağ kurtulan bir Yahudi tanığın şu sözlerini hatırlatıyor:
“Auschwitz bu gezegene ait bir yer değildir. Ayrı bir gezegendir, çiçeklerin açmadığı,
çocukların var olmadığı ayrı bir gezegen...”
Kendisi de Polonya’daki bir başka Nazi kampından kurtulan Hahambaşı, devam ediyor:
“Hayır, Auschwitz’in ayrı bir gezegen olduğu doğru değildir. Auschwitz, bu gezegene aittir. Bu
sabah Paris’ten uçağa bindik ve iki saat süren bir yolculuktan sonra buraya geldik... Her şey
başka bir gezegende değil, tam burada oldu...”
ALAADDİN’İN LAMBASINDAN ÇIKACAK UMUT
Auschwitz’te yok edilen Holokost kurbanlarını anmak üzere düzenlenen törene katılan
uluslararası heyet, dondurucu soğuğun altında battaniyelere sarılmış vaziyette hahambaşını
dinliyor.
Ön sırada oturanlar arasında Almanya’nın eski Başbakanı Gerhard Schroder, Paris Belediye
Başkanı Bertrand Delanoe, Türkiye’den Devlet Bakanı Egemen Bağış, Avrupa Konseyi
Parlamenterler Asamblesi’nin Türk Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu dikkat çeken isimler. Çoğu
İslam ülkelerinden gelmek üzere gazeteci, akademisyen ve belediye başkanı düzeyinde 150
dolayında konuk var.
Anma törenini düzenleyen “Alaaddin Projesi”, Musevi kuruluşların desteklediği, UNESCO’nun
himaye ettiği, Paris Belediyesi’nin de arka çıktığı 2009 yılında başlatılmış olan bir kültür
inisiyatifi. Amacı, Holokost gerçeğinin inkarına karşı durmak, ırkçılık ve hoşgörüsüzlüğün her
türü ile mücadele etmek ve bu arada özellikle Müslümanlarla Yahudiler arasında diyaloğu
teşvik etmek. Projeye adını veren Alaaddin, lambadan çıkacak cinin taşıdığı gücün
simgeselliğinde bilginin bilgisizliği yeneceği, aşılamaz engellerin aşılarak farklı kültürlerin
pekâlâ buluşturulabileceğine ilişkin umudu temsil ediyor.
BOSNA BAŞMÜFTÜSÜ KÜRSÜDE
Holokost’u filmlerde izleyip, kitaplardan okuyarak öğrenmekle, bu katliamın yapıldığı mekâna
ayak basarak idrak etmek, hissetmek çok farklı şeyler. Özellikle, insanların katledildikleri gaz
odaları ve yakıldıkları fırınların yıkıntıları törenin bir parçasını oluşturunca...
Konuşmaları bu çarpıcı görsel gerçekliğin oluşturduğu fonda dinlerken, “Neden?” sorusu
zihninizde dönüp duruyor.
Bosna Başmüftüsü Mustafa Ceriç, bu sırada muazzam etkileyici bir konuşmayla konukların
ruhunu yakalıyor, “Biz de soykırımın geride kaldığını düşünüyorduk ama savaşta
Srebrenica’da kendimiz maruz kaldığımızda öyle olmadığını bizzat yaşadık” dedikten sonra
devam ediyor:
“Holokost ve soykırımı yalnızca tarihi gerçekler olarak öğrenmemiz yeterli değil, bunu aynı
zamanda çocuklarımızı ırkçılığın, antisemitizmin, İslam düşmanlığının ve diğer insan
hoşgörüsüzlüğünün tehlikeleri üzerinde eğitmek için de bilmeliyiz. Genç nesilleri
demokrasinin ve insan haklarının değerini bilmeleri için eğitmeli, onları nefret, hoşgörüsüzlük
ve etnik çatışmaları reddetmeleri yönünde teşvik etmeliyiz ki, Auschwitz ve Srebrenica bir
daha tekrarlanmasın...”
İNANÇLARIN SINIRLARINI KALDIRAN BİR DUA
Ve Çeriç, insanlığın geleceğinde başka soykırımlar olmaması için peygamberlere de seslenen
özetini aktardığımız şu duayı okuyor:
“Allahım, günah işlersek bize Adem’in tövbesinin gücünü ver, eğer başımıza felaketler gelirse
bize Nuh’un gemisini nasıl yapacağımızı öğret, eğer umutsuzluk karanlığa boğarsa bizi,
İbrahim’in saf imanıyla yolumuzu aydınlat, eğer bir zalim tarafından tehdit edilirsek bize
Musa’nın cesaretini bahşet, nefretle karşılaşırsak bizi İsa’nın sevgisiyle kurtar, evlerimizden
sürülürsek Muhammed’in eve dönme arzusuyla bize güç kat, kalplerimizi insaniyette birleştir
Allahım... Hoşgörünün iktidarın en yüksek mertebesi, intikamın ise zayıflığın ilk işareti
olduğunu bize öğret Allahım, Auschwitz ve Srebrenica’nın hiçbir kimsenin başına, hiçbir
yerde bir daha gelmemesi için annelerin gözyaşlarını duaya çevir ya Rabbim, Amin!”
Çeriç’in bu duası Holokost anıtının önünde toplanmış her inançtan insanı içine alıp bir rüzgar
gibi savuruyor, Auschwitz’te katledilmiş insanların hatırası önünde.
O an üzerinde yaşadığımız gezegende dinleri, inançları ayıran bütün sınırların kaybolduğunu
hissediyorsunuz...
Bağış'tan Yahudilere taziye
Polonya'daki Auschwitz ve Birkenau adlı temerküz kamplarında düzenlenen ''Yahudi
Soykırımı Kurbanlarını Anma'' etkinliğine katılan Başmüzakereci Egemen Bağış, ''Bu Acılar
asla bir daha yaşanmamalıdır''dedi.
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından Nasyonal Sosyalizm
döneminde Polonya'da inşa edilen ve 1,1 milyon Yahudi, Roman ve eşcinselin gaz odalarında
öldürüldüğü Auschwitz ve Birkenau kamplarında incelemelerde bulunan Bağış, izlenimleri
konusunda AA muhabirine yaptığı açıklamada, "Antisemitizmin (yahudi düşmanlığı) hiçbir
türüne, ırkçılığın hiçbir türüne müsamaha gösterilemeyeceğini'' söyledi.
Bağış, ''Kurbanların ve masumların hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz ve bu acılar asla bir
daha yaşanmamalıdır" dedi.
Bağış, Anadolu coğrafyasının uygarlıklar ve dinler beşiği olduğunu ve Anadolu'nun, herbir
uygarlıktan, inançtan farklı motiflerle zengin bir kültür oluşturduğunu ifade ederek, şunları
kaydetti:
"Bu bakımdan, temsil etmekten her zaman onur duyduğum İstanbul, tam anlamıyla bir barış
ve hoşgörü sembolüdür. İstanbul'da üç semavi din, İslam, Hristiyanlık ve Museviliğe ait
ibadet mekanları bir arada, aynı cadde üzerinde hem de birbirlerinin özgürlüğüne
kastetmeden yüzyıllar boyu beraber yaşamıştır. Bu yüzden, Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB)
üyeliği bir fırsattır ve dünya barışı adına tarihi dönemeçlerden biri olacaktır.''
-"AB'Yİ IRKÇI ZİHİNLERİN KUŞATMASI TEHLİKESİ" AB içindeki "ırkçılık tehlikesine" de işaret eden Bağış, barışın önündeki tehditleri bertaraf
etmek için kurulan Avrupa Birliği'nin(AB), "Bugün kendi değerlerini dahi özümseyemeyen
1930'lu yılların faşist yöntemlerini kendisine örnek alan ırkçı zihinler tarafından kuşatma
altına alınma tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna" işaret etti.
Bağış, Avrupa'da Türkler'in, başka ve farklı olmanın etkilerini yaşadıklarını, Türklere gizli ya da
açık (siz farklısınız ve bizim aramızda yer alamazsınız) denildiğini ifade ederek, ırkçı ve
hastalıklı zihinlerin Avrupa Birliğini, felsefesini ve demokrasiyi kirletmeye hakkı olmadığını
kaydetti.
Avrupa'daki "hastalıklı zihinlere " verilebilecek en güzel cevabın Avrupa Birliği değerlerine,
demokrasiye daha fazla sahip çıkmak olacağını vurgulayan Bağış, bu hastalığın tek ilacının
Türkiye'nin AB üyesi olmasıyla iyileşebileceğini söyledi.
-"TÜRK DİPLOMATLARI YAHUDİLERİ NAZİ REJİMİNDEN KURTARDI" Nasyonal Sosyalizm döneminde Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde görev yapan Türk
diplomatlarının Nazi rejiminin hedef aldığı Yahudileri korumak ve kurtarmak için kendi
canlarını tehlikeye attıklarını anımsatan Bağış, "Başta Selahattin Ülkümen, Necdet Kent ve
Namık Yolga olmak üzere tüm diplomatlarımızla gurur duyuyoruz"dedi.
Türkler ve Musevilerin 600 yıl boyunca dostluk ve işbirliği içinde yaşadıklarına işaret eden
Bağış, Osmanlı İmparatorluğu'nun yüzbinlerce Musevi'ye kapılarını açtığını, İkinci dünya
savaşı sırasında da Türkiye Cumhuriyeti'nin Yahudiler için güvenli bir sığınak olduğunu,
Atatürk zamanında pek çok Musevi profesör, bilimadamı ve sanatçının Almanya'dan
Türkiye'ye davet edildiklerini kaydetti.
-"İSRAİL YÖNETİMİNDEN ÖZÜR VE TAZMİNAT BEKLİYORUZ" UNESCO'nun düzenlediği "Yahudi Soykırımı(Holokost) Kurbanlarını Anma" gününe katılan
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Filistin'e insani yardım götüren Mavi
Marmara gemisinde yaşamlarını yitiren Türk vatandaşları için Türk halkının ve hükümetinin,
bugünkü İsrail yönetiminden özür ve tazminat beklediğini ifade ederek, İsrail yönetiminin, bu
konudaki haksız ve inatçı tavrını anlamanın tarihi perspektifle uyuşmadığını söyledi.
Auschwitz ve Birkenau adlı temerküz kamplarında gördükleri ve duyduklarının "çok korkunç
ve ürkütücü" olduğunu belirten Bağış, ''Allah başka hiçbir millete ve ülkeye böyle acılar
yaşatmasın" temennisinde bulundu.
Bu arada Auschwitz ve Birkenau temerküz kamplarındaki incelemeleri sırasında Bağış, eski
Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, UNESCO Genel Direktörü İrina Bokova, Fransa'nın
UNESCO Büyükelçisi Rana Yade, İsrailli Rabi Mair Lau ve Bosna Hersek Büyük Müftüsü Reis-ul
Ulema Mustafa Çeri ile sık sık bir araya gelerek görüş teatisinde bulundu.
Bağış, Schröder ile karşılaştığında, Başbakan Merkel'in Kıbrıs Rum kesimine ilişkin
açıklamalarını hatırlatarak, "Umarım siz şansölye Merkel'e, Kıbrıs'ın tarihi hakkında bir ders
verirsiniz " diyerek sitem ettiğini söyledi.
Schröder'in beklemediği bu sitem karşısında bir süre sustuğu ve ardından "benim Almancam,
inglizcemden dahi iyidir" diyerek sohbeti başka bir konuya çevirmek istediği gözlendi.
Bu arada, Polonya'daki Auschwitz ve Birkenau adlı temerküz kamplarında düzenlenen
"Yahudi Soykırımı(Holokost) Kurbanlarını Anma"etkinliğine katılan Devlet Bakanı ve
Başmüzakereci Egemen Bağış ve beraberindeki heyet, törenin ardından akşam geç saatlerde
Türkiye'ye dönmek üzere Polonya'dan ayrıldı.
Bağış 'Soykırım Günü'ne katıldı
1 Şubat 2011
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Polonya'nın Auschwitz-Birkenau bölgesindeki
temerküz kampında düzenlenecek olan "Yahudi Soykırımı (holokost) Kurbanlarını Anma"
törenine katılmak üzere bugün Polonya'nın Krakov kentine geldi.
Krakov Havaalanında Türkiye'nin Varşova Büyükelçisi Reşit Uman ve büyükelçilik mensupları
tarafından karşılanan Bağış ve beraberindeki heyet, VIP salonunda bir süre dinlendikten
sonra karayoluyla kente yaklaşık 60 kilometre uzaklıktaki Auschwitz-Birkenau bölgesine
hareket etti.
BM Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından düzenlenen "Yahudi Soykırımı
Kurbanlarını Anma" etkinliğine, AB üyesi ülkelerden çok sayıda politikacı ve akademisyenin
katılacağı bildirildi.
Bu arada Auschwitz-Birkenau temerküz kampında yapılacak anma programına, TBMM AB
Uyum komisyonu Başkanı Yaşar Yakış ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Başkanı
ve AK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu da katılacak.
Çavuşoğlu'nun anma töreninin kapanışında bir konuşma yapması bekleniyor.
Auschwitz-Birkenau temerküz kapındaki programa katılacak olan Bakan Bağış ve
beraberindeki heyetin, bugün akşam saatlerinde Türkiye'ye dönmek üzere Polonya'dan
ayrılmaları öngörülüyor.
-YAHUDİ SOYKIRIMI Adolf Hitler'in Yahudiler aşta olmak üzere düşman ilan ettiği grupları toplamak ve yok etmek
üzere Polonya'da kurduğu üç temerküz kampının en büyüğü olarak bilinen AuschwitzBirkenau Kampında, çeşitli kaynaklara göre bir milyonu Yahudi olmak üzere 1,11 milyon
insan öldürüldü.
1940 yılında kurulan Auschwitz-Birkenau Kampına bir milyonu Yahudi olmak üzere
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden toplam 1,3 milyon insan yerleştirildi.
Kampa toplanan bu 1,3 milyon kişiden 900 bininin doğrudan gaz odalarına gönderilerek veya
Nazi askerleri tarafından vurularak öldürüldüğü, diğer 200 bin kişinin ise hastalık, kötü
beslenme veya tıbbi deneyler sonucu öldüğü belirtiliyor.
Yüzlerce hektarlık alana kurulan temerküz kampının demir mazgallardan oluşan ana giriş
kapısının üzerinde, "Arbeits Macht Frei" (Çalışmak Özgürleştirir) yazılı bir tabela asılmıştı.
Auschwitz-Birkenau Kampı, 1979'da UNESCO tarafından İnsanlığın Kültür Mirası listesine
alınmıştı. Auschwitz-Birkenau Kampının kalıntıları ve Yahudi mezarlığını, devlet müzesi ve
soykırımı anma mekanı olarak kamuya açan UNESCO, her yıl 1 Şubat günü "Yahudi
Soykırımını Anma" etkinliği düzenliyor.
Bağış, Auschwitz'de Yahudi soykırımı kurbanlarını anma etkinliğinde
1 Şubat 2011
TC Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Polonya'nın Auschwitz-Birkenau
bölgesindeki temerküz kampında düzenlenecek olan "Yahudi Soykırımı (holokost)
Kurbanlarını Anma" törenine katılmak üzere bugün Polonya'nın Krakov kentine geldi.
Krakov Havaalanında Türkiye'nin Varşova Büyükelçisi Reşit Uman ve büyükelçilik mensupları
tarafından karşılanan Bağış ve beraberindeki heyet, VIP salonunda bir süre dinlendikten
sonra karayoluyla kente yaklaşık 60 kilometre uzaklıktaki Auschwitz-Birkenau bölgesine
hareket etti.
BM Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından düzenlenen "Yahudi Soykırımı
Kurbanlarını Anma" etkinliğine, AB üyesi ülkelerden çok sayıda politikacı ve akademisyenin
katılacağı bildirildi.
Bu arada Auschwitz-Birkenau temerküz kampında yapılacak anma programına, TBMM AB
Uyum komisyonu Başkanı Yaşar Yakış ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Başkanı
ve AK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu da katılacak.
Çavuşoğlu'nun anma töreninin kapanışında bir konuşma yapması bekleniyor.
Auschwitz-Birkenau temerküz kapındaki programa katılacak olan Bakan Bağış ve
beraberindeki heyetin, bugün akşam saatlerinde Türkiye'ye dönmek üzere Polonya'dan
ayrılmaları öngörülüyor.
YAHUDİ SOYKIRIMI
Adolf Hitler'in Yahudiler aşta olmak üzere düşman ilan ettiği grupları toplamak ve yok etmek
üzere Polonya'da kurduğu üç temerküz kampının en büyüğü olarak bilinen AuschwitzBirkenau Kampında, çeşitli kaynaklara göre bir milyonu Yahudi olmak üzere 1,11 milyon
insan öldürüldü.
1940 yılında kurulan Auschwitz-Birkenau Kampına bir milyonu Yahudi olmak üzere
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden toplam 1,3 milyon insan yerleştirildi.
Kampa toplanan bu 1,3 milyon kişiden 900 bininin doğrudan gaz odalarına gönderilerek veya
Nazi askerleri tarafından vurularak öldürüldüğü, diğer 200 bin kişinin ise hastalık, kötü
beslenme veya tıbbi deneyler sonucu öldüğü belirtiliyor.
Yüzlerce hektarlık alana kurulan temerküz kampının demir mazgallardan oluşan ana giriş
kapısının üzerinde, "Arbeits Macht Frei" (Çalışmak Özgürleştirir) yazılı bir tabela asılmıştı.
Auschwitz-Birkenau Kampı, 1979'da UNESCO tarafından İnsanlığın Kültür Mirası listesine
alınmıştı. Auschwitz-Birkenau Kampının kalıntıları ve Yahudi mezarlığını, devlet müzesi ve
soykırımı anma mekanı olarak kamuya açan UNESCO, her yıl 1 Şubat günü "Yahudi
Soykırımını Anma" etkinliği düzenliyor.
Ölüm kampları yolunda: Soykırım ve tarih...
Ötekinin yarasını görmezden gelen, tarihi kendi acıları ve hakları üzerine temellendiren
ideolojik dalgalar...
Bu dalgalar tarihin kana bulanmasının ana nedenleri olmuştur...
Bir "topluluk"la o topluluğun "herhangi bir üyesi"ni, ya da o "üye"yle "topluluğun yönetim
yapısını" veya o "yönetim yapısı"yla "kimlik olarak topluluğu" özdeş kılan, "aynı" eden ilan
eden, "aynı" gören bakış açısı bugün hâlâ pek çok karanlık halin ana sorumlusudur...
Bu tabloda nerede duruyorsunuz, bu soru önemlidir...
Zira kimliğinizi kökünüz değil, durduğunuz yer belirler...
Anti-semitizm ile İslamofobi'nin yumurta ikizi olması gibi...
Nitekim bugün tüm Müslümanları terörist gören bakış ile tüm Musevileri cani gören tutum
arasında yakın akrabalık vardır. Öylesine yakındır ki, bu akrabalık, Musevilerin ya da
Müslümanların kendi aralarındaki akrabalıktan çok daha kuvvetlidir.
Ancak bundan farklı ve kuvvetli bir akrabalık daha var...
Cemaat-kavim, fayda, kuvvet yerine insandan, ilkeden, haktan yola çıkan kişiler Böyle
düşünen insanlar, Museviler, Hrıstiyanlar, Müslümanlar, Türkler, Ermeniler, Araplar,
İsrailliler, Amerikalılar arasındaki akrabalılıktır bu...
Bu iki farklı akrabalık aslında iki ayrı yola işaret eder.
İki ayrı yol iki ayrı tarih demektir, iki ayrı ve kavgalı tarih... İnsanın tarihi ve gücün tarihi...
İnsanın tarihi ışıklıdır, köklüdür, kalıcı, hâkim olandır...
Tarihte bu açıdan kimi kritik anlar vardır...
Şüphe yok ki, Nazilerin Musevilere reva gördüğü muamele, soykırım bunların en önde
gelenidir.
İkinci Dünya Savaşı sırasında 800 bin Slav, Çingene, komünist yanında, 6 milyon Musevi ölüm
kamplarında imha edildi.
Naziler buna nihai çözüm, Musevilerin soyunu kurutmak adını veriyorlardı.
27 Ocak'ta tüm dünyada bu utanç sayfasını tekrar hatırlattılar, geçtiğimiz günlerde de
hatırlandı...
Çünkü 27 Ocak 1945, müttefik ordularının en ölümcül toplama kapmalarından birisine,
Auschwitz'e ulaşarak kalan tutukluları kurtardıkları tarihtir...
Bu yazı Auschwitz'e doğru yol alan bir uçaktan yazılıyor...
Siz bu yazıyı okurken, biz, 27 Ocak'ın hemen ertesinde, 1 Şubat günü eski Auschwitz
mahkûmlarının mihmandarlığında bu ölüm kampını lanetle gezecek, adımlarımızı ölenler ve
insanlık için saygı için atacağız...
Bizi Auschwitz'e götüren şey, Aladdin Projesi...
Bu ismi bir kenara not edin...
Bu yukarıda sözünü ettiğimiz akrabalık sistemlerinden birisine değen bir proje...
Aladdin Projesi farklı kültürlerden ve dinlerden gelen insanları, özellikle Yahudileri ve
Müslümanları, uyumlu kültürler arası ilişkileri arttırmak gibi ortak bir amaç çevresinde
birleştirmeyi amaçlayan, merkezi Paris'te bulunan uluslararası sivil bir organizasyon...
2009'un mart ayında, UNESCO'nun himayesinde başlanmış bu proje, Ortadoğu, Afrika,
Avrupa ve Kuzey Amerika'da 30'dan fazla ülkede 1.000'i aşkın, entelektüel, öğretim üyesi ve
kanaat önderi tarafından destekleniyor. Projeye, ülke ve Avrupa Birliği gibi yapılar destek
veriyor... Nilüfer Göle projenin merkezindeki Türkiye ayağı...
Bu gezi de herhangi bir gezi değil, bir anma gezisi olduğu kadar bir barış gezisi...
Gezi heyeti bunun açık kanıtı...
Auschwitz'e giden heyette uluslararası İslam Konferansı Örgütü'nün başkanı, Senegal
Cumhurbaşkanı Abdulaye Wade, Hırvatistan eski Cumhurbaşkanı Mesic, Polonya eski
Cumhurbaşkanı Kwasniewski, Almanya eski Başbakanı Schroeder gibi isimler yer alıyor.
Abdullah Gül'ü temsilen Yaşar Yakış, Tayyip Erdoğan'ı temsilen Egemen Bağış gezide olacak...
Bosna Müftüsü Ceriç'i, Kafkasya ve Azerbaycan Müftüsü Abda'yı, çeşitli üst düzey Hristiyan
din adamlarını, aralarında Türkiye'den Hasan Cemal, Cengiz Aktar, Fehmi Koru, Sedat Ergin,
İlber Ortaylı Cemal Uşak'ın bulunduğu onlarca yazar ve entelektüeli ayrıca not etmek gerek...
İki gün size oradan yazacağız...
Önce tarihi, sonra Auschwitz'i...
TÜRKIYE
Bağış, Auschwitz temerküz kampını anma töreninde
01 Şubat 2011 Salı - 11:30
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Polonya'nın Auschwitz-Birkenau bölgesindeki
temerküz kampında düzenlenecek olan "Yahudi Soykırımı (holokost) Kurbanlarını Anma"
törenine katılmak üzere Krakov kentine geldi. Varşova Büyükelçisi Reşit Uman ve büyükelçilik
mensupları tarafından karşılanan Bağış ve Türk heyeti, karayoluyla kente 60 kilometre
uzaklıktaki Auschwitz-Birkenau bölgesine hareket etti.
AUSCHWİTZ-BİRKENAU/KRAKOV - AA - Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış,
Polonya'nın Auschwitz-Birkenau bölgesindeki temerküz kampında düzenlenecek olan
"Yahudi Soykırımı (holokost) Kurbanlarını Anma" törenine katılmak üzere bugün Polonya'nın
Krakov kentine geldi.
Krakov Havaalanında Türkiye'nin Varşova Büyükelçisi Reşit Uman ve büyükelçilik mensupları
tarafından karşılanan Bağış ve beraberindeki heyet, VIP salonunda bir süre dinlendikten
sonra karayoluyla kente yaklaşık 60 kilometre uzaklıktaki Auschwitz-Birkenau bölgesine
hareket etti.
BM Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından düzenlenen "Yahudi Soykırımı
Kurbanlarını Anma" etkinliğine, AB üyesi ülkelerden çok sayıda politikacı ve akademisyenin
katılacağı bildirildi.
Bu arada Auschwitz-Birkenau temerküz kampında yapılacak anma programına, TBMM AB
Uyum komisyonu Başkanı Yaşar Yakış ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Başkanı
ve AK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu da katılacak.
Çavuşoğlu'nun anma töreninin kapanışında konuşması bekleniyor.
Auschwitz-Birkenau temerküz kapındaki programa katılacak olan Bakan Bağış ve
beraberindeki heyetin, bugün akşam saatlerinde Türkiye'ye dönmek üzere Polonya'dan
ayrılmaları öngörülüyor.
-YAHUDİ SOYKIRIMI Adolf Hitler'in, Yahudiler aşta olmak üzere düşman ilan ettiği grupları toplamak ve yok etmek
üzere Polonya'da kurduğu üç temerküz kampının en büy üğü olarak bilinen AuschwitzBirkenau Kampında, çeşitli kaynaklara göre bir milyonu Yahudi olmak üzere 1,11 milyon
insan öldürüldü.
1940 yılında kurulan Auschwitz-Birkenau Kampına bir milyonu Yahudi olmak üzere
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden toplam 1,3 milyon insan yerleştirildi.
Kampa toplanan bu 1,3 milyon kişiden 900 bininin doğrudan gaz odalarına gönderilerek veya
Nazi askerleri tarafından vurularak öldürüldüğü, diğer 200 bin kişinin ise hastalık, kötü
beslenme veya tıbbi deneyler sonucu öldüğü belirtiliyor.
Yüzlerce hektarlık alana kurulan temerküz kampının demir mazgallardan oluşan ana giriş
kapısının üzerinde, "Arbeits Macht Frei" (Çalışmak Özgürleştirir) yazılı bir tabela asılmıştı.
Auschwitz-Birkenau Kampı, 1979'da UNESCO tarafından İnsanlığın Kültü r Mirası listesine
alınmıştı. Auschwitz-Birkenau Kampının kalıntıları ve Yahudi mezarlığını, devlet müzesi ve
soykırımı anma mekanı olarak kamuya açan UNESCO, her yıl 1 Şubat günü "Yahudi
Soykırımını Anma" etkinliği düzenliyor.

Benzer belgeler

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu`nun Mesajı

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu`nun Mesajı kasabasındaki ‘Nazi Ölüm Kampı’nda düzenlenen ‘Yahudi Soykırımını Anma Günü’ne katıldı. Türkiye’den de ilk kez resmi düzeyde katılımın olduğu anma için Aktar, “Auschwitz’i ziyaret etmek insanın ins...

Detaylı

bunu anlatmalısınız... - Forum för levande historia

bunu anlatmalısınız... - Forum för levande historia ile Mavi Marmara saldırısının birbirinden farklı olmadığını söyleyebilmek için.

Detaylı