Süleyman Onatça - Adana`ya Güç Verenler

Transkript

Süleyman Onatça - Adana`ya Güç Verenler
Adana’nın İşçisi
Türkiye’nin İşadamı;
Süleyman Onatça
VAKTİ OLSA GÖKYÜZÜNÜ DE BOYAYACAKTI
90’lı yıllarda Adana’nın işlek caddelerinde görmeyi
bilen gözlerin okuyabileceği yerlere asılan kocaman
afişlerde şöyle yazıyordu:
“Hayır! Henüz Gökyüzünü Boyamıyoruz”
Slogan iddialı, iddialı olduğu kadar yaratıcı ve ilgi
çekiciydi. Afişin hemen altına atılan üç hecelik imzada “Onatça” diye yazıyordu. Bu isim zaman içinde
Adana’nın belleğine kazınacak, önce kendi kentinde, giderek bölgesinde ve hatta tüm ülkede tanınan
saygın bir markaya dönüşecekti.
Peki, Süleyman Onatça ne istiyor hayattan?
Şu sözleri onu çok iyi anlatmıyor mu?
“Adana’ya bir kişi geldi, emek verdi, iz bıraktı, gitti,
desinler isterim…”
Kısaca Süleyman Onatça, ‘yok’tan ‘var’a giden uzun
bir yolculuğun başarı öyküsüdür. Yaşam dersleriyle
dolu bir öykü… Gelin isterseniz beraberce Onatça’nın bu güzel yaşam öyküsüne göz atalım.
SÜLEYMAN ONATÇA 05
KISA BOYLU AMA UZUN
Sorduğum zaman hep ‘Kazma döneminde doğdun’ dediler; haziran ayıGünümüzde Onatça şirketler guru- dır diye tahmin ediyorum. . Benden
bunun sahibi kahramanımız , Ada- sonra iki kız bir de erkek kardeşim
na’nın Hadırlı köyünde ‘erkek evlat dünyaya geldi. Yani toplamda sekiz
özlemi’ ile yanıp tutuşan bir aileye ilk kardeşiz…”
müjde olarak dünyaya geldi. Gulle oynayacak yaştayken sırf aile bütçesine SAĞLAM VE DAYANIKLI
katkı sağlamak için sabahın köründe
yollara düşüp simit satacak, sanayide Gelişi müjde olmuş ama adını soçırak olarak çalışacak, güzel sesi ile run etmiş nüfus dairesindeki görevli.
pazarcılık yapacak, herşeye rağmen Babası, Arapça’da “sağlam”, “sağ” ve
okulunu da ihmal etmeyecekti. Okul “dayanıklı “ anlamlarına gelen “Sedışında ses, saz, daktilo, muhasebe ve lem” adını koymak istemiş. Ama nüİngilizce kurslarına giderek kendini fus memuru, “hayır, olmaz” deyince;
geliştirecekti.
Türkçe’de aynı anlama gelen “Süleyman” adını koymuşlar mecburen.
“YAZ MEVSİMİNDE DOĞMU- Süleyman Onatça henüz 2-3 yaşlaŞUM”
rındayken ailesi Hadırlı’dan ayrılıp
Havuzlubahçe Mahallesi’ne göç et1953’te doğmuş Süleyman Onatça. miş. Yani Saydam Caddesi civarınŞimdi artık Seyhan ilçesiyle birleşmiş bir mahalle- köy olan, Hadırlı
köyünde açmış gözlerini dünyaya.
Annesiyle teyzesi; Kendileri gibi kardeş olan iki erkekle evliymiş. Dokuma işçisi olan babası İbrahim Bey ile
ev hanımı olan annesi Diba Hanım’ın
evliliğinden tam sekiz çocuk dünyaya gelmiş. Ama Süleyman’ın dünyaya
gelişi bir başka olmuş, müjdeye dönüşmüş:
“Ablam Miyesser doğduktan sonra
babam askere gitmiş. Sonra peş peşe
üç kızı daha olmuş bizimkilerin. Aile
erkek çocuk özlemiyle yanıp tutuşurken ben doğmuşum. Mevsimlerden
yazmış ama tarihi tam belli değil.
06 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
da geçmiş çocukluğu. Fakirmiş aile.
Baba dokuma işçisi, anne ev kadını
ve sekiz çocuk. Süleyman Onatça
yoksullukla geçen çocukluk yıllarını
ve o yılların hüzünlü türkülerini hiç
unutmamış:
“Fakirdik, şehre gelince şartlar daha
da zorlaşmıştı. Babam Sümerbank’ta
dokuma işçisiydi. Tam 25 yıl boyunca hep aynı makinenin başında
çalışmış bir işçi, tek maaşla geçim
zordu haliyle. Altı yaşında Havuzlubahçe İlkokulu’nda okula başladım.
Aranan ve sevilen bir öğrenciydim.
Sesim güzeldi ve ben de türkü söylemeyi severdim. Öyle ki tüm sınıf
öğretmenleri beni kendi sınıflarına
çağırır bana türkü söyletirlerdi. Güzel mi söylerdim, yoksa içli mi söylerdim bilmem; ama öğretmenler,
ben türkü söylerken ağlarlardı.”
1950li yıllarda Adana
SÜLEYMAN ONATÇA 07
MİNİK SÜLEYMAN
Boyu kısadır Süleyman’ın ve o yüzden ‘minik’ diye lakabı vardır. Başarılı bir öğrenci olduğu için de sık sık
örnek gösterilir. Pazartesi sabahları
ders başlamadan hemen önce okul
müdürünün bir konuşma yaptığını,
o konuşmadan hemen sonra Minik
Süleyman’ı kucağına alıp havaya kaldırdığını da hiç unutmuyor;“Kılığım
kıyafetim de çok düzgün olurdu ve
müdür beni tüm öğrencilere örnek
öğrenci olarak gösterirdi”.
MİNİK SİMİTÇİ
Tek maaş ve 10 kişilik bir aile… Milyonlarca aile gibi Onatça ailesinin de
geçim derdine düştüğü yıllar. Ablalarından birkaçı evlenmiştir ama bütün yük yine de bir dokuma işçisinin
omzundadır. Bu çok zor gelir ‘Minik
Süleyman’a. Bu yüzden çalışmaya
başlar. Önce simit satar. Kolay gibi
gözüken simit satmanın bile başlı başına bir iş olduğunu öğrenir. Onatça;
Minik’in iş yaşamını şöyle anlatmakta; “babam birgün, hiçbir maddi gücü
yokken “Okumak istiyorsan evimi
satar seni yine de okuturum” dedi.
Bu da ağır bir vebal bıraktı üzerimde.
Sabahları simitçilerin sesiyle uyandığımız 60’lı yıllardı. Gün doğmamış
olurdu henüz. Ben de aileye katkı
yapabilmek için erken kalkar, okula
gitmeden önce fırına gider, simit alıp
satardım. Sekiz yaşında filandım.
Bizim mahalle bağ-bahçe doluydu o
zamanlar. Hasattan sonra henüz sürülmemişken ablamlarla tarlalara gider, kalan sebzelerden toplar ve Bağlar Karakolu’nun bulunduğu yerdeki
Cemalpaşa Semt Pazar’ında satardım
. At arabasında sebze satanlar, sesim
güzel olduğu için beni yanlarına çağırır ve bana “sebze meyve var” diye
bağırtırlardı. Daha sonra kendi işimi
kendim yapmaya başladım.”
ÇIRAKLIK, DAKTİLO KURSU
Minik Süleyman ortaokula gidecek
yaşa gelir. 11 yaşındadır artık, sekiz
yaşından itibaren çalışmaya başlayan
Süleyman’ın bu yaşlarda da bir oto tamircisinde çırak olduğunu biliyoruz.
Oto tamircisinde çıraktır ama Toyota
ismini henüz duymamıştır bile.
Yıllar sonra hayatını paylaşacağı eşi
Sevim’in ağabeyinin iş yeridir çalıştığı yer. Birkaç yıl kadar emek verir.
Kendisiyle birlikte başka çocuklar da
vardır çırak olarak çalışan.
“Eşimin ağabeyinin iş yerinde üç yıl
çalıştım. Birgün sigorta müfettişleri
geldi. Sigortasız çalışan çocukları arıyorlar. Bunu gerekçe göstererek bizleri evlerimize gönderdiler. Geri çağıracağız diye de ümit verdiler. Ama
bir daha geri çağırmadılar.”
Bunun üzerine kendisine yeni işler
aramaya başlar Minik Süleyman. Bulur da. Ama bir yandan da geceleri
daktilo öğrenmek için kursa gitmektedir:
“On parmak daktilo öğrenmek için
Kuruköprü’de bir kursa gittim ve kısa
sürede öğrenip diploma aldım. Bu
arada Türk Halk Müziği kursuna da
başlamıştım. Kursta Mürüvvet Kekilli, İzzet Altınmeşe, Sadık Altınmeşe,
İsmail Polat, Kenan Şele gibi isimler
de vardı. Hocamız, Napoli Gömlekleri’nin sahibi rahmetli Kazım Sanrı
da kendisini müziğe adamış isimlerden biri olarak bize katkı sağlıyordu.”
duk. Duvarda kırık bir briket vardı,
içerisine mektup koyar haberleşirdik.
Bazen de okul önünde bekler, sonra
birlikte pastaneye giderdik. Birgün
annem gördü ve ilk kez dayak yedim
ondan. ‘Sen ona bacı, o da sana abi
diyor el içinde. Mahallede duyulursa
ne olur?’ diyerek beni uyarmıştı. Bu
dayak beni kendime getirdi, annemi
haklı buldum ve vazgeçtim bu sevdadan.”
RUHUNUN GIDASI MÜZIK
GÜZEL VE AKILLI BIR KIZ
Süleyman Onatça’nın hayatında müzik öyle önemli bir yer tutuyordu ki
sırf kursa daha çok gidebilmek ya da
şarkı-türkü söylemek için, Gazipaşa İlkokulu’nda mahalli sanatçıların
prova yapılan korolarına katılıyor,
büyüklerinden daha çok öğrenmek
için gayret gösteriyordu.
Gündüz çalışıp akşamları da kursa
devam ettiği sıralarda “Minik Süleyman” bir ara muhasebecilik de
öğrenmek ister, kursa yazılır. Yeterince muhasebecilik öğrenince, bu
kez Türk Amerikan Derneği’nde alır
soluğu. Hedefinde İngilizceyi öğrenmek vardır artık. Kurslara devam
ederken, ortaokulu dışardan bitirme
sınavlarına girmek için arkadaşlarının eski kitapları ile ders çalışır.
Bu arada mahalleden bir kıza âşık
olur. Kızla haberleşme konusunda
geliştirdiği teknik bile özgün ve yaratıcıdır:
“Uzaktan bakışıyor, mektuplaşıyor-
Genç Süleyman’ın yüreğine asıl ateş,
uzun bir aradan sonra ablasının evini
ziyaret ettiği bir gün düşer:
“Ablamın evine gittiğimde görümcesini, yani Sevim’i gördüm. Cin gibi,
çok akıllı ve zarif bir kızdı. Dikkatimi
çekmişti. ‘Ne güzel bir kızmış. Ne zaman büyüdü’ dedim içimden. O gün
çok da güzel giyinmişti, tutulmuştum, aklımdan çıkmıyordu… Birgün
ona çiçek verdim.” Ve sonra…
Sonrası vazgeçilmez bir aşkın ateşiydi. Süleyman Sevim’i sevmiş, Sevim
de Süleyman’a tutulmuştu. Genç Süleyman’ın yaşadığı öyle tutkulu bir
aşktı ki; ‘görebilir miyim’ umuduyla
artık daha sık olarak ablasının evine
gidiyor, akraba oldukları için daha
rahat görüşüyordu. Birgün öyle güzel bir şey oldu ki aslında Süleyman’a
düşen görevi Sevim yapıvermişti.
SEVİM HANIM’LA EVLENMEK
UĞRUNA
‘Biz ne zaman evleneceğiz?’ diye sordu. Ben de durumu hemen anneme
söyledim. Annem de babama söylemiş. Babam ise, ‘askere gidip gelene
kadar ayakkabısının yanına pabuç
koyamaz’ demiş. Bu arada ablam
bunu duyunca ‘El âlem ne diyecek.
Eve geldi gitti, kıza göz koymuş,
ayıp değil mi?’ diye çok kızdı. Ne
yapacağım diye düşündüm, yaşım
daha gençti ve askere gidemezdim.
Bir ağabeyimden akıl aldım. ‘Yaşını büyült, askere git’ dedi. ‘Babama
nasıl anlatırım?’ diye sordum, o da
‘Mahkemeden yazı gelince o zaman
anlatırsın. Celp gelir askere gidersin’
dedi.”
Sevim Hanım’ın “Ne zaman isteteceksin” diye sıkıştırdığı, arada bir
“Şu istiyor, bu istetiyor” diye ortamı
kızıştırdığı günler birbirini kovalarken, genç Süleyman birgün adliyenin
karşısındaki arzuhalcilerden birinde
aldı soluğu. 2,5 lira verdi ve babasının adına bir dilekçe yazdırdı. Cevabı, beklemediği kadar kısa sürede
gelen mektubun ardından yaşını iki
yaş birden büyüttürdü. Gelişmelerden babasının da haberi oldu haliyle... Ve Süleyman Onatça, askere iki
yıl erken gitti.
Askerlik için Sivas’ta aldı soluğu...
Soluğu Sivas’taydı ama aklı Adana’da,
Sevim’de:
“Bu süre zarfında Sevim hanımla
mektuplaşıyorduk. Altı ay sonra izne
gelince annem babamı ikna etti ve
nişan yaptık. Meğer babam, akrabaSÜLEYMAN ONATÇA 11
mız da olan Sevim’in başını ta küçüklüğünden beri ‘Gelinim’ diye okşayarak severmiş. Gerçekten de öyle
oldu, Sevim babamın gelini oldu.
Böylece biz de babamlar gibi, iki kardeş, iki kardeşle evlenmiş olduk.”
TOKADI YİYEN KRAL
“İnsanlar var oldukça hayat,
hayat var oldukça sevgi
var olacaktır. Boş işler ile
uğraşmamak lazım, hayatı
ertelememek lazım.”
Sivas’ta askerlik yaparken, yeni gelenlere sorulan “Ne iş yapıyorsun?”
sorusuna verdiği cevaplar Süleyman
Onatça’yı rahat ettirecek, kendi ifadesiyle “Kral gibi askerlik” yapmasını
sağlayacaktır. “Muhasebeciyim, on
parmak daktilo biliyorum” demesi
rahatlığa giden reçetesi olacaktı:
“On parmak daktilo biliyorum, diplomam da var’ deyince askerlik dairesine tayin edildim. Komutan ‘Yalan mı söylüyorsun?’ diye bir tokat
attı birgün. ‘Kimin torpiliyle geldin?’
diye sordu. Torpilim yoktu tabiî ki,
ancak kurslara gitmiş olmam çok işime yaramıştı. Beni diğer askerlerden
farklı kılmış, rahatça askerlik yapmamı sağlamıştı.”
Tokadı yemişti ama kral gibiydi gerçekten... Tokat yenmeden olunmuş
krallık makbul değil ki zaten!..
BİR ODA OLSUN YETER
Askerden döndükten birkaç ay sonra
Süleyman ile Sevim evlendi. Üstelik
“Bir oda olsun yeter” diyecek kadar
aceleci davrandılar. Dile kolay, tam
40 yıl sürecek müthiş bir beraberlik
başlayacak ve Süleyman Onatça, aradan geçen onca yıla rağmen evliliğinden keyifle söz edecektir:
“Birbirimizi çok sevdik, saygı duyduk ve mutlu olduk. Babamlar 8 çocuk yaptı, biz 4’e indirdik. Annem
babamı yıkardı, beni de yıkardı. Sevim’den de aynı şeyi bekledim, ama
olmadı...”
Bu sözler sadece bir kuşak geçmeyle
birlikte görülen değişimi göstermektedir.
İĞNECİLER
O zamanlar her semte yayılmış
sağlık merkezleri yoktu. Doktora
hatta hemşireye ulaşmak bile çok
zordu. Hastalara yazılan ilaçlar
eğer enjeksiyon yöntemi ile uygulanacaksa, iğneci denilen ve bu işi
kendi kendine öğrenmiş insanlardan destek alınırdı. Zaman zaman
sakat bırakma hatta ölüme kadar
giden yanlışlıklar olsa bile, o dö-
İĞNE YAPMAYI DA ÖĞRENİR
BİRGÜN
tererek bana iğne yapmayı öğretti.
Bir gece yarısı kapımız çalınmış, maKimin başı sıkışsa, Diba Hatun’un hallenin ebesinin doğum yaptırdığı,
yanında alırdı soluğu. Diba Hatun ancak sorun yaşadığı söylenmişti.
bir tek iğne yapmayı bilmez, onun Gebe kadının rahmi açılmamış, iğne
dışında hemen her şeyden az çok an- vurulması gerekiyormuş. Ama ebe
lardı.
dâhil iğne yapmayı bilen yokmuş. İş
Bir gün kahramanımızın mide has- başa düşmüştü. İğneyi yaptım ve kısa
talığı çeken ablasına enjeksiyon ya- süre içinde doğum gerçekleşti. Böypılması gerekiyordu. Ya kız alınıp lece hayat kurtarmıştım. O geceyi hiç
iğneciye götürülecek ya da iğneci eve unutamam…”
gelecekti.
Süleyman Onatça durumdan vazife ANNESİ
çıkartarak, iğne vurmayı da öğrenecektir. Mecburiyetten:
Süleyman Onatça’nın unutamadık“Ablamı iğneciye götürmek ya da iğ- ları listesinde annesinin çok özel bir
neciyi eve getirtmek zamanla sorun yeri vardı. Akıllı bir kadınmış anneolmaya başlamıştı. Ya bazen biz iğne- si. Örneğin, yağmur sularını büyük
ciyi bulamıyor ve mecburen bekliyor kazanlarda biriktirip onunla çamaya da saatleri uyduramıyorduk. Bu şır yıkar, o yağmur suyunu sodalı su
arada amcamızın oğlu da eczanede niyetine kullanırmış. Babasının çok
kalfa olarak çalışıyordu. Birgün ona otoriter bir insan olduğunu hatırlar‘Bana iğne yapmayı öğretir misin?’ ken “Annem çok kahır çekti.” diyor
diye sordum. Portakal üzerinde gös- Süleyman Onatça. Babası eve geldi-
nemde iğneciler önemli bir görev
üstlenirlerdi.
ARA EBESİ
O dönemlerde okuldan mezun
ebelere Belediye Ebesi denir, ama
doğumların çoğunu ara ebesi denilen becerikli yaşlı kadınlar yaptırırdı. Bırakın doktoru , okul bitirmiş ebe bulmak bile çok zordu.
Dolayısıyla ebe denilen kadınlar
enjeksiyon yapmasını da bilmeyebilirdi.
ğinde her şeyin hazır olması ve leb
demeden leblebiyi anlaması gerek-
SÜLEYMAN ONATÇA 13
tiğini, ama yine de babasından söz
ederken annesinin “bey” ya da “amcaoğlu” diye hitap ettiğini hatırlıyor.
Anlayışlı, müşfik ve fedakâr bir insan
olarak söz ettiği annesi, Onatça’ya
göre yeri doldurulamaz bir melekti.
Bütün kadınlar da annesi gibi melek
olmalıydı. Yıllar sonra “Kadınlara
melek gözüyle bakmamın tek nedeni
annemdir.” diyecekti. Her zaman çok
pozitif, sabırlı ve sevgi dolu bir kadın
olan annesini mahallede herkes çok
sever sayardı. O mahallenin doktoru,
sınıkçısı ve arabulucusuydu.
bank’a 25 yıl emek vermiş ve etliye sütlüye karışmamış bir adamdı
babam. Evde ne kadar otoriterse iş
yerinde o denli kuzuydu. Benimle
birlikte aynı anda 3 kişi birden işe
alınmıştı. Fakat yönetim yıldırma
politikası izliyordu. Aynı işi yap-boz
şeklinde defalarca yaptırıyorlardı. Bir
yerlerden bir çuvalı bir yerlere taşıtıp
durdular. Ötekiler yılıp vazgeçti ama
ben yılmadım, çalıştım. İtiraf edeyim
biraz babamdan da korkuyordum; o
benim için ağız eğmiş ve işe girmemi
sağlamıştı çünkü.”
BABASI GİBİ OLMAYACAĞINA HER ZAMAN ZİRVE
SÖZ VERDİ
Sigortalı olarak girdiği bu ilk işte karKahramanımız askerden dönüşte şılaştıkları kendine bir yaşam felsefesigortalı bir işim olsun diye çırpını- si oluşturmasına neden olmuştur;
yordu. Artık evlenmişti ve eli ekmek Hangi işe el atarsa atsın, ortalarda
tutsun istiyordu. Dönem AP, MSP ve bir yerde kalmayacak, işinin zirvesiMHP’nin koalisyon hükümetinin ol- ne çıkmadan orayı bırakmayacaktır.
duğu, 1973 yılıydı. Sümerbank’a işçi Dolayısıyla babası gibi olmayacak, en
alınacağı konuşulurken, Süleyman üst mertebeye kadar yükselecek, öyle
Onatça da heveslendi işe girmek için. ayrılacaktı Sümerbank’tan.
Ancak bir sorun vardı. Sümerbank, Tam 7 yıl deli gibi çalıştı. Aynı günkoalisyon ortaklarından MSP’nin so- de iki, hatta bazen üç işe birden gitti.
rumluğundaydı ve Çalışma Bakanı Sabah 7’de işe gider, 16.00’da fabrida MSP’nin ağır toplarından Şevket kadan çıkardı. Çıkınca da sanayiye
Kazan’dı. Torpilli de olsa, parti ya gidip kabala aldığı işlerin kaynağını
da siyasi kimliği ile iktidara yakın yapar, gece yarılarına kadar çalışırdı.
olmayan kişilerin Sümerbank’ta işe Pazar günleri bile boş durmaz, müşgirmesi çok zordu. Onatça babasının teri çıktıkça ya taksi şoförlüğü ya da
çabasıyla işe girmesini şöyle anlatı- düğünlerde şarkıcılık yapardı. Çalışyor;
mak zorundaydı, çünkü sadece yeni
“Babam, sendikayla konuşmuştu, karısının değil, tüm ailenin sorumlusonunda beni de işe aldılar. Sümer- luğu üzerindeydi.
VER ELİNİ ALMANYA
İnsan, fotoğraf çekmek için buzullara gidiyorsa veya orangutanları korumak için Uganda’da yaşıyorsa, sırf
türkü söylemek için de Almanya’ya
gidebilirmiş.
Daha ilkokuldayken öğretmenlerinin çağırıp türkü söylettiği “Minik
Süleyman” şarkı-türkü kurslarına da
SÜLEYMAN ONATÇA 15
gidip kendini geliştirmiş, özellikle de
Nusayri Arap camiasında hayli iyi
bir ün yapmıştı. Birgün bir akrabalarının kızının pazar akşamı Hadırlı
Köyü’nde yapılan kına gecesine davet edilmişti. Davet sahibi ta Almanya’dan gelmiş, o da yanına eşi Sevim
hanımı alıp sazlı-sözlü yemekli geceye gitmişti. Ne olduysa o gece orada
oldu:
“Bir ara ‘Sesin güzel, şarkı söyle’ diyerek mikrofonu elime verdiler. Ben de
birkaç şarkı söyledim. Kızın babası
Süleyman Ağabey ‘Düğünü Almanya’da da yapacağız; seni Almanya’ya
götüreceğim. Orada yapacağımız
düğünde şarkı söylersin, Almanya
ses görsün!’ dedi. Sabah babama anlattım. Babam, ‘O götüremez oğlum,
nasıl götürsün ki?’ dedi. Sen yine de
sordur, dedim. Tesadüf bu ya çarşıda
karşılaşmışlar. ‘Süleyman’ı Almanya’ya götürecekmişsin, doğru mu?
Çocuğa umut vermişsin’ demiş. O da
‘Pasaport alsın, götürürüm’ demiş;
ama ne mümkün!”
Mümkün değil görünse bile, Süleyman Onatça daha o zamandan beri,
imkansızı başarmak için çaba sarf etmeyi gözüne almış bir kere... O yıllar
ki, yurtdışına çıkmak çok zor. İnsanlara en az iki ay koğuşturma yaptıktan
sonra pasaport veriyorlar. Halbuki
Cuma sabahı yolculuk var. İki günde
yetişmesi imkânsız... Şans bu, kardeşi
Recai’nin boş vakitlerinde gece şarkı
söylediği bir eğlence mekânı var. Bu
mekanda çalışan bir kadın şarkıcı16 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
nın ise pasaport dairesinde müdür
olan bir müşterisi bulunuyor. Ondan
yardım istemişler, imkansız böylece
oluşmuş ve pasaport perşembe sabahına hazır olmuş. 1980 yılının 25
Ocak’ı... Ver elini Alamanya…
Cuma sabahı Opel Astra arabayla
beş çocuk, amcakızı, eşi ve ben çıktık
yola. Edirne’de sınır kapısına vardık.
Pasaportu kontrol eden memur ile
sohbet etmeye başladım, hemşehri
çıktık, direksiyonda oluşum da güven verdi belki. Bakmadan vurdu
damgayı. İletişim çok önemliymiş,
bunu bir kez daha anladım, sınırı
geçtik böylece.
Kafasında “ya bırakmazlarsa, ya geri
gönderirlerse Türkiye’ye?” sorularıyla geçen saatlerin ardından, Almanya’ya girmeyi başaracaktır Süleyman
Onatça. İltica etmek isteyenlerin çok
olduğu, sınır kapılarında sıkı incelemelerin yapıldığı bir dönemde atar
adımını Almanya’ya. Ama kendi ifadesiyle Almanya’da her şey yolunda
gider ve bir hafta sonra düğün yapılır.
ALMANYA’DAKİ TÜRKİYE
Düğün gecesi, önceden kararlaştırdıkları gibi şarkılar söyler. Ama sonra evde hapis olduğu günler başlar.
Aklında “kal” derlerse bir ay kadar
daha Almanya’da yaşama fikri vardır.
Ama çok sıkılır. Sıkıntısından ve yabancılıktan uzaklaşmak için hemen
Almanca öğrenmeye çalışır.
SÜLEYMAN ONATÇA 17
Anne, baba, şişe, su, kaşık gibi basit
sözcüklerle oyalandığı birgün amcakızından eşinden dışarıya çıkmak
için izin ister. Hiçbir yeri bilmediği,
Almancası olmadığı halde çıkar sokağa. Ancak sokağa çıkınca şaşırır.
Mahallede hemen her yer Türklerle
doludur, tabelaları Türkçe, kahvesi,
bakkalı, lokantası Türk’tür. Almanya’da bir Türk Mahallesi’dir bulunduğu yer.
ÜCRETSİZ ALMANCA ÖĞRETİLİR
“Bilmek yetmez uygulamanız gerekir.
İstemek yetmez, yapmanız gerekir.”
18 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
Sağa sola bakınırken bir afişteki
Türkçe yazı dikkatini çeker. Yabancısı olduğu bir ülkede, Türkçe yazılmış
bir ilanda, ‘Ücretsiz Almanca Öğretilir” yazmaktadır. Notun altındaki adresin yolunu tutar.“Kursun verileceği
yer kaldığım mahalledeydi, binayı
aradım buldum. Koca bir demir kapı
çıktı karşıma. Üzerinde ‘Türk Halkevi” diye yazıyordu. Kapıyı vurdum,
açan olmadı. İki üç kez daha vurdum,
bir adam açtı kapıyı, ben de broşürü
gösterdim.”Biz bir ay önce dağıttık o
broşürü, başvuran olmadı” dedi.
Kapıyı açan o kişi, Süleyman Onatça’nın hayatında çok özel bir yer edinecek olan Uğur Kişioğlu idi. Aslen
Kütahyalı olan Uğur Kişioğlu, Süleyman Onatça’nın hem Almanca öğrenmesini sağlayacak, hem de iş bulmasına yardımcı olacaktı. “Olur mu?
Olur!” diyerek kadere kısmet vurduğu o kapı, başka kapıların açılmasını
sağlayacaktı.
Türk Halkevi, salt Türklerin isteğiyle
oluşmuş bir yapı değildi. Uğur Kişioğlu’nun verdiği bilgiye göre Türk
Halkevi, Almanya’da Türklerin örf
ve adetlerini, geleneklerini unutmadan yaşamaları, kültürlerini arttırmaları ve Almanca öğrenmeleri için
yapılan, sosyal ve sportif etkinliklerin düzenlenmesi için planlanan bir
tesisti. Alman Hükümeti tarafından
destekleniyor, başta kira bedeli olmak üzere aylık parasal yardım yapılıyordu. Süleyman Onatça, Uğur
Kişioğlu ile başlayan iş birliğini şöyle
hatırlayacaktı;
“Gelen giden olmadığı için Arbeiterwohlfahrt’a bağlı halkevinin kapanmak üzere olduğunu anlamıştım.
Uğur Ağabey’in söylediğine göre
Almanca ve İngilizce kurslar açılmış
ama hiç kimse ilgi göstermemişti.
Gazeteye ilanlar verildiği halde, hatta bazı etkinlikler düzenlenmesine
rağmen sorun çözülemediği için, üç
ay içinde kapatılma tehlikesiyle karşı
karşıyaydı. Uğur Ağabey’in, derdini
anlatacağı bir insana, benim de kalacak bir yere ihtiyacım vardı. Kaderlerimiz kesişmişti bir şekilde.”
“Açalım açmasına da nasıl olacak,
öğretmen yok” demişti. Onatça cevabı yapıştırmakta gecikmemiş, “Ben
biraz biliyorum” demişti. Olur mu?
Olur, deyip yola koyulmuş, teksir
makinesiyle broşürler hazırlayıp her
yere dağıtmışlardı. Sonuç mükemmeldi. Bir ay içinde saz kursuna katılmak için tam 58 kişi başvurmuş,
sazı olmayanlar için Türkiye’den saz
getirtilmişti. Süleyman Onatça, hızla
Almanca öğreniyor ve saz kursu veriyor olmanın hazzıyla keyiften havalara uçuyordu. Ama oturma izninin
olmayışı ve öğretmenlik yapabileceğine dair bir belgesinin bulunmayışı
ciddi sorundu. Turist olarak gelmişti
Almanya’ya, kalma süresi belliydi; o
nedenle kurs verip öğretmenlik yapsa da hiç kimseden para alamaz, alsa
bile belgeleyemezdi. Ne yapalım, ne
edelim diye düşünürken teklif Uğur
Beyden geldi; “Oğlum sana oturma
izni alalım.”
Çözüm yeri de Uğur Bey’in memurluk yaptığı kurumda Arbeiterwohlfahrt müdürü olan Sn. Erbee’nin yanı
oldu.Türkiye’de bir günde nasıl pasaport alıp, Almanya’ya gitmenin kapısını aralamışsa, şansı bu defa da yaver gitti . Birlikte Erbee’nin kapısını
HALKEVİNDE SAZ KURSU
çaldılar. Süleyman Onatça o günleri;
“Bir cevher var, deyip neler yaptığıSüleyman Onatça o anda aklına ge- mı anlattılar. Sonunda konsolosluklen bir önerisini paylaşıyordu Uğur tan bana özel üç ayda bir yenilenmek
Bey’le;
üzere Arbeiterwohlfahrt‘ın kefaletiy“Saz kursu açalım mı?” sorusuna te- le oturma izni aldılar.” diye anlatıyor.
reddütlü bir cevap almış, Kişioğlu, Süreli oturma izni alan Süleyman
SÜLEYMAN ONATÇA 19
Onatça, eşi olmadan yapamayacağını
söyleyince eşi Sevim’i yanına aldırtacak, “Bu para bize yetmez” deyince iş
de bulmasına yardımcı olacaklardı.
“Halkevinde verdiğim dersten aldığım para yeterli olmayacağından,
oturma müsaadesi alınca 8 saatlik
resmi bir iş aramaya başladım. Evlerinde misafir kaldığım kuzenimin
kızı Esin Hanım, çalıştığı makarna
fabrikasında bana tamirci olarak iş
buldu. İş bulur bulmaz ‘Ben yalnız
kalamam, eşimi de buraya getireyim’
dedim. Eşim de geldi yanıma. Dört
çocuk Adana’da kaldı. Aldığım maaş
hem bize hem de çocuklara göndermeye fevkalede yetiyordu, ancak ben
buraya para kazanmadan öte para
biriktirmeye gelmiştim. Daha sonra kendime ek işler buldum. Günde
dört ayrı işe gittiğimi hatırlıyorum.
Deli gibi çalışıyordum. Sevim Hanım’da benim çalıştığım makarna
fabrikasında çalışmaya başladı, ek
iş olarak zaman zaman evde dikiş
de yapıyordu. İtiraf edeyim eşimle
beraber çalıştığım yıllar hayatımın
en keyifli yıllarıydı. Sevim Hanım’ın
kazandıklarını Adana’ya çocuklara
gönderiyorduk, benim kazandıklarımı da biriktiriyorduk. Çocukları da
Almanya’ya aldırmaya çalıştık olmadı. O zaman para biriktirip memlekete dönmeye karar verdik. Hasretlik
her geçen gün artmaya başladı, iki yıl
sekiz ay sonra ver elini Türkiye, ver
elini Adana.”
Onatça, Almanya’da geçen yıllarında,
20 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
eşi ile birlikte çocuklarının hasretiyle
yanıp tutuştukları ve her yerde, her
yemekte ya da her çocuk gördüklerinde yaşadıkları acıdan, Alman
halkından, farklı şehirlerden gelen
Türklerden, hayatının dönüm noktası olan Uğur Kişioğlu’ndan bahsederken; “Hayata bakış açım değişti,
ufkum açıldı, bana çok büyük değerler kattı oradaki yaşamım. Çok uzun
bir hikâye, birkaç sayfayla anlatılacak
gibi değil” diyor.
ADANA’YA DÖNÜŞ VE İŞ PLANLARI
Süleyman Onatça, Almanya’dan getirdiği sermayesiyle iş kurma planları yapar kafasında. Planladığı şeyler
vardır ancak işler istediği gibi gelişmez. İş açma planlarını şöyle anlatıyor:
“Almanya’da marka bir firmanın ürününü satan bayan iç giyim mağazası
vardı. Çok iyi iş yapıyordu. Adana’da
böyle bir iş yoktu. ‘İç giyim mağazası mı açsam, yoksa kitapçı dükkânı
mı?’ diye düşünüyordum. Kitapçıda
ne de olsa boş vakitlerimde bedava
kitap okumayı düşünüyordum. Ancak ikisi de olmadı, Çıraklık yaptığım sanayi sitesinde 9 metrekarelik
bir bakkal dükkânı açtım. Esnafın
ve çırakların hallerinden iyi anlıyordum. Ne de olsa, ben de onların arasından gelmiştim.
Çıraklar, sabahları kaymak reçel, öğlenleri ise yumurta, peynir, zeytin,
sucuk gibi malzemeler alıyorlardı.
Sevim hanım evde hazırlıyordu. Ev
yapımı olduğu için daha çok tercih
ediliyordu. Sevim Hanım birgün yumurtaları nasıl haşladığımı sordu.
‘Sıcak yumurta satarsan daha çok
yenilir’ demişti. Dükkâna iki tüp iki
tencere almamı, sıcak yumurtaların
bitmesine yakın, diğer tüpte yenilerini pişirmemi, böylece soğutmadan
sıcak yumurta satabileceğimi söyledi. Dediği gibi yaptım gerçekten de
diğer bakkallar üç kep yumurta satarken, ben 10-15 kep satmaya başladım. Ayrıca, yumurtanın üzerine
serpilen tuz, pul biber, kimyon gibi
baharatları, yağlı elleriyle yumurtanın üzerine atan çıraklar, bir süre
sonra baharatların renk değiştirmesine neden oluyor ve sonra da sağlıksız gıda tüketmeye başlıyorlardı.
Sevim Hanım’ın önerileri devam etti,
evde küçük külahlar yaparak baharatları içine koydu. Böylece herkes
kirletmeden istediği baharatı almaya
başlamıştı, farkındalık yaratmıştım.
Daha sonra mangalda sucuk satmaya
başladım. Öğlene yakın sucukların
kabuklarını mangalda yakıp, kokunun yayılmasını sağlıyordum. İştah
açarak daha çok satış yapmayı başarıyordum.
ŞİŞELERİN DEPOZİTOSU
Bu arada o zamanlar meşrubat şişeleri depozitoluydu. Tanımadığım
müşterilerden depozito alıyordum
ama tanıdıklardan almıyordum.
Şişeler eksilmeye başladı ve zarar
etmeye başladım. Birgün kapının
önünden eskici geçiyordu. Arabasında üç meşrubat şişesi gördüm ‘bunları bana satar mısın?’ diye sordum.
O da tanesi 10 kuruştan satacağını
söyledi. 30 kuruş verdim ve aldım.
Eskici normalde tanesini 5 kuruşa
satarken bana 10 kuruşa satarak, ben
de 1 lira depozito ödediğim şişeleri
10 kuruşa alarak birlikte kâr etmeye başladık . Bunun üzerine her gün
akşam üzeri bizim eskici ve onun
bahsettiği diğerler eskiciler bana şişe
getirmeye başladılar.
Bu şişeler benim ihtiyacımdan çok
olmaya başladı. Kârlı bir iş olduğu
için bırakmakta istemiyordum. Aldığım şişeleri yan komşunun boş
dükkânına koydum. Ama fazla şişeleri koymak için kasalara ihtiyacım
vardı. Birgün satış elemanından kasa
istedim, sayılı olduğunu, veremeyeceğini söyledi. ‘Satar mısın?’ dedim,
satamayacağını fakat yıl sonu kırık
kasaları satışa çıkardıklarını, odunluk olarak cüzi fiyata sattıklarını söyledi. Yılın sonunda fabrikaya gittim,
kırık kasaları çok ucuz fiyata aldım
eve getirdim. Boş zamanlarımızda
Sevim hanımla beraber kırık kasalardan sağlam kasalar yapmaya başladık.”
BAKKALLIKTAN CİVATACILIĞA,
CİVATACILIKTAN BOYACILIĞA
Kiraladığı dükkân satılınca, hem işini değiştirmek isteyen, hem de yeni
bir yer arayan Onatça o günleri şöyle
anlatıyor:
“Üst katta oturan kiracı Mustafa
Akalın, bana gelip ‘Ben dükkânı satın aldım. Ama dükkânı boşaltman
gerek, tadilat yaptıracağım, üzgünüm’ demez mi? Ben de ‘Abi burada
geçinip gidiyoruz’ dedim. O da bana
yer bulana kadar kalabileceğimi ama
dükkânın kendisine de lazım olduğunu söyledi. Bu arada bugün en yakın arkadaşlarımdan birisidir Mustafa Akalın. Hemen dükkân aramaya
başladım. Hatta Mustafa Akalın da
bana yardım etti. İki dükkân vardı.
Biri köşe başında kebapçı, diğeri de
sokak içinde cıvatacıydı. Kebapçı
dükkânını çok beğendim. Burada
başka ne iş yapabilirim diye düşünürken, kebapçı dükkânına cıvatacı
dükkânındaki malzemeleri getirerek
iş değiştirmek aklıma geldi.”
Ardından da cıvatacılığa başlamış
Onatça:
“Her gün farklı bir şey isteyen oluyordu. Her çeşit malzeme bulunsun,
ne sorulursa satıyor olayım ki, insanlar beni tercih etsin diye düşünüyordum. Birgün römork imal eden,
Duran Emmi adında bir esnaf boya
sordu.”
Onun boya sorması, Onatça’nın aklına yeni bir fikir gelmesine neden
oluyor, Önce parekendeciden boya
alarak, aldığı fiyata satmaya başlıyor. Çünkü fiyatın diğer satıcılardan
daha pahalı olmaması gerekli. Satışların iyi gittiğini görünce de boyaları
toptancıdan almaya başlıyor. Onatça
sonrasını şöyle anlatmakta:
“Birgün Marshall Boya’nın bir elemanı ‘Sen bizim toptancıdan boya
alıyormuşsun. Neden kiloluk ambalaj alıyorsun? Büyük ambalajın kârı
daha çok’ dedi.”
Süleyman Onatça bunun üzerine 20
kiloluk teneke boyalardan alıyor ve
onları kiloluk kutulara dönüştürüyor. Müşterinin gözünün önünde
aktarma yaparak güvenlerini de kazanıyor. Bu yolla çok boya satıyor.
Onatça, bu başarısından dolayı yeni
bir firmadan teklif alıyor.
“AS boyadan gelen bir eleman ‘Bizim
boyaları da denemelisiniz’ deyince, elemana, ‘Marshall, ÇBS tanınan
markalar, siz tanınmıyorsunuz; ama
getirin, deneyelim’ dedim. Onlardan
gelen teklif ‘Satın, parasını öyle ödeyin’ şeklindeydi. Daha ucuz bir markaydı ve beğenildi. Bunun üzerine
bayilik vermek istediler. Bir de önüme bir hedef koydular. Eğer bu hedefi tutturabilirsem karşılığında Renault Station marka bir araba hediye
edeceklerini söylediler. Ben de ya
satamazsam diye düşündüm. Birkaç
büyüğüme danıştım. ‘Satamazsan
prim alamazsın, bir kaybın olmaz’
dediler. Bunun üzerine teklifi kabul
ettim. Hayatımda ilk kez bir bayilik
sözleşmesi yapmış oldum. Önüme
iyi bir teklif sunulmuştu ve ben bunu
nasıl başarabilirim diye düşünürken,
SÜLEYMAN ONATÇA 23
güneş enerji sistemlerinin çok popüler olduğu dönemlerdi.
Panellerde 1 kilo boya kullanıyorlardı. Enerji depolarının üzerinde yazan telefon numaralarını kaydettim.
O firmaları arayarak, onlardan güneş
enerjisi almak için randevu istedim.
Randevuya gidince de boya sattığımı
söyleyerek pazarlama yaptım.”
Bu sayede birçok firmaya boya satarak kısa sürede iyi bir pazar oluşturmuş; ama güneş enerjisi imalatçıları
hedefini gerçekleştirmesine yetmemiş.. Satışlarını daha çok arttırmak
için İnci Oteli’nde bir yemek düzenleyerek, ziraat aletleri imal eden işletmeleri ve güneş enerjisi imal eden işletmelerin sahiplerini çağırmış. Boya
imal eden fabrikanın bir mühendisine boyanın faydalarını ve zararlarını
anlattırarak işletmecilerle sıcak ilişkilerin kurulmasını sağlamış. Böylece kısa bir sürede hedefi tutturarak
vaad edilen arabayı almayı başarmış.
Böylesine farklı çalışmalar sayesinde
birkaç yıl içinde Türkiye satış rekoru
kırmış.
“Hedef koyarsanız başarmamanız
mümkün değil. Adana’da daha iyi
ve eski bayiler olmasına rağmen bu
hedefi tutturamamışlar. Türkiye’de
sadece 4 bayi hedefi tutturmuş. Bunlardan biri de bendim” diyor Onatça.
Kahramanımız işlerin büyümesiyle
beraber, üç katlı bir bina satın almış.
Burayı nasıl dolduracağım diye düşünürken, toptancılığa da başlamasıyla
altı ay sonra dükkân yetersiz gelmiş.
1996 yılında Marshall’ın inşaat boyalarını da satmasını istemesi üzerine,
inşaat boyası da satmaya başlamış.
Birgün dükkâna geldiğinde masada
Caparol (Filli Boya) firmasından bir
yetkilinin kart bıraktığını görmüş,
hemen aramış, firma yetkilisi ile görüşmüş. O günleri Süleyman Onatça
şöyle anlatıyor.
“Yeni marka boyanın diğerlerinden
farkı, boyayı küçük tüplerle istediğiniz renklere dönüştürebilmemizdi..
Firmayı Almanya’dan tanıyordum
ve Alman mallarına güveniyordum.
Ambalajları plastik olduğu için daha
temiz ve güzel görünüyordu. Anlaştık ve satmaya başladık. Ancak boyayı tanıyan yoktu. Çok kaliteli, çok
güzel ambalajlı olması müşteride
çok pahalı hissini uyandırıyordu. Bir
başka olumsuz etken dükkânımızın
olduğu yer, semt ve mekân olarak
inşaat boyası satmaya uygun değildi.
Filli Boya’ya olan inancımız, gelecek
öngörümüz, Yeni Adana’da inşaat yapılanmasının yoğun olduğu bir bölgede bir mağaza açmamız yönündeydi. Baraj Yolu’ndaki dükkânı sadece
perakende satış için açtık. Dükkânın
çok şık dekore edilmesi, müşterilerde ‘Burası çok pahalıdır’ düşüncesi
oluşmasına yol açtı. Bunun üzerine
dışarıya dondurma arabası koydum.
Masa sandalye koydum. Farklı stratejiler geliştirmeye çalıştım.”
“Küçük kutulardaki boyalar tercih
edilmeye başlanmıştı. Çukurova
Üniversitesi’nden resim hocası Muzaffer Tire bizden küçük kutulardaki
boyalardan alıyordu. Bu alışverişlerden dolayı ahbaplık oluşmuştu. Birgün ‘Mezun olan öğrencilerin sergisi
var, sponsor olur musun?’ dediğinde
düşüneceğimi söyledim. Sonra aklıma acaba sergiyi bizim showroomun
üst katında açarlar mı diye bir fikir
geldi. Açarlarsa herkes burayı öğrenir
diye düşündüm. Ertesi gün Muzaffer
Hoca’ya tek şartla sponsor olabileceğimi, şartımın da serginin bizim mağazada açılması olduğunu söyledim.
Muzaffer Hoca’nın çok uygun olmadığını söylemesi üzerine, mağazayı
kısa sürede sergileme alanına dönüştüreceğimi anlattım. Bir hafta sonra
sergi salonu istedikleri hale dönüşmüştü. Serginin açılmasından sonra
radyoda ‘Boyacı dükkânında resim
sergisi’ diye haber olmuştu. Arkadaşlar aradı, ‘Doğru mu? Senin orayı
anons geçtiler’ dediklerinde çok gururlandım. Bu salonda 1996 yılından
2000 yılına kadar çeşitli sergilerin
açılmasını sağladım.”
YOL AYRIMI
O dönem Marshall firması “Ya bizi
ya da Betek(Filli) boyayı tercih edeceksin” diyerek bir karara varmasını
isteyince bir yol ayrımına geldiğini
BOYACI DÜKKÂNINDA AÇILAN görmüş ve o her zaman olduğu gibi
İLK RESİM SERGİSİ
zoru seçmiş.
“Seçtiğimiz firma (Filli boya) Betek
Boya oldu. Ama kâr oranımız düşmeye başlamıştı. Biz iki firmanın
boyalarını satarak elde edilen kar ile
ayakta kalıyorduk. Bundan dolayı
farklı iş arayışlarına başlamıştık ki bir
mimar hanım geldi ve ‘Yüreğir’e yeni
yapılan Başkent Üniversitesi Adana
Hastanesi’nin dış cephe boyaları için
arayışta olduklarını söyledi ve boyalarımızla ilgili bilgi aldı. Sonraki
günlerde Hastane Başhekimi M.Turgut Noyan ile beraber gelerek boyalarımızı tercih edeceklerini, ancak bu
tercihi hastanenin boyama işlemini
de bizim yapmamız şartıyla yapacaklarını söyledi. ‘Nasıl yaparız?’ diye
düşündüm. Boyacı kadromuz yoktu.
Böyle bir iş yapmamıştık hiç. Ama
yapabileceğimizi düşünerek, tamam
dedim.”diye o günlerdeki başka bir
zor kararını anlatıyor.
”Böylelikle yeni bir iş sahasına daha
girerek Başkent Hastanesi’ni boyamaya başladık. Başkent Hastanesi’ndeki başarımızdan dolayı, o sırada
yapılan Carrefour-Sa’dan teklif aldık.
Oranın da bir bölümünü taşeron olarak boyamaya başladık. Ardından
M1 Tepe Home geldi. Bilmediğimiz
bu yeni alandaki başarılarımızdan
dolayı işlerimiz çok iyi gitmişti.
Artık, boya fabrikası kurmak istiyordum. Türkiye’de 4-5 büyük firma
vardı. Ya onlarla rekabet edecektim
ya da bu işi yapmayacaktım. Bölgesel üretim yapmak istemiyordum.
Bu düşüncelerdeyken bu konuyla
SÜLEYMAN ONATÇA 25
Adana Organize Sanayi Bölgesi
26 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
ilgili 2000 yılında Almanya’da bir
fuara gittim. Organize sanayi bölgesinde 12 dönüm arsa satın almıştım.
Sanayi bölgesi yönetimi ‘Ya yatırım
yapın ya da arsayı devredin’ diyordu.
Fuarda bir Alman boya firması ‘Türkiye’den ortak aranıyor’ diye bir yazı
asmıştı. Girdim, görüştük. Türkiye’ye
döndükten sonra firma yetkilileri gelecekleri tarihleri bildirdiler. Bizden
başka İstanbul’dan üç firmayla da
görüşmüşler. İstanbul’daki firmalarla yapılan görüşmelerde güvensizlik
ve yetersizlik oluştuğundan, ‘İstanbul böyle ise Adana’ya gitmeye gerek
yok’ diye düşünmüşler. Telefonla bizi
arayıp gelemeyeceklerini söylediler.
Ben de hemen Almanya’dan Uğur
Ağabey’i aradım. Durumu anlattım,
o da onları aradı. Dürüstlüğümüzü
ve kurumsallığımızı anlatarak onların Adana’ya gelmelerini sağladı.
Geldiklerinde yerimizi ve sunumlarımızı çok beğendiler. Hatta Başkent
Hastanesi’nin boyasını yapıyorduk,
oraya götürüp gösterdik, çok beğendiler. Ortak olmaya karar verdik.
Hastane ameliyathanesi için antibakteriyel boyaları olduğunu, bunu
rahatlıkla hijyen açısından kullanabileceklerini söylediler. Hastane
Başhekimi Turgut Noyan ile konuyu paylaşıp, onayını aldıktan sonra
numune boya istettik. Boyalar geldi
ancak gümrükten çıkaramadık. Bedava gelen boyalar için analiz bitimine kadar THY kargosu 1000 markın
üzerinde ardiye parası istedi. Pro-
sedürleri aşamadığımıza şahit olan
firma Türkiye’de yatırım yapmaktan
vazgeçti.”
YENİ İŞ ARAYIŞLARI VE DÜNYA
DEVİ TOYOTA İLE BULUŞMA
Onatça boya fabrikası işi olmayınca,
pes ederek köşeye çekilmedi. Hatırlarsınız Sümerbank’ta çalışırken Minik Süleyman’ın aldığı bir prensip
kararı vardı; hiçbir işi zirveye çıkmadan bırakmayacaksın.Bu yüzden
kahramanımız boya işi olmamışsa
başka işte tırmanacaksın diye düşündü. İşte Minik Süleyman’dan Koca
Onatça’nın çıkması da bu sürecin sonucu bizce...
Süleyman Onatça o süreci şöyle anlatıyor;
“Çalıştığımız bankada, bizim işlerimizle ilgilenen Canan Şirvanlıoğlu’na gittiğimde boya fabrikası işinin olmadığını söyledim. O da çok
üzüldü. Yeni iş arayışında olduğumu
paylaştım. Bunun üzerine Toyota’nın
Adana’da bayilik verdiğini, bayiliği
alan firmanın ortak aradığını söyledi. Söylediği firmayı araştırdığımda
ortaklık yapabileceğimiz kriterlerde
olmadıklarını gördüm. Bu arada konuyu oğlum Barış’la paylaştım. Barış
Toyota’yı aradı. Adana’da bayilerinin
olduğunu ancak ikinci bir bayi için
başvurular olduğunu, henüz bayilik
vermediklerini, 11 firmanın başvurduğunu, istersek bizim de mail ile
başvurabileceğimizi söyledi. BaşvuSÜLEYMAN ONATÇA 27
rudan üç gün sonra firma yetkilileri
gelip incelemelerini yaptılar. Plaza
yapılması şartlarının olduğunu söylediler. ‘Beş dönüm arazimiz var’
diyerek yerimizi gösterdik, başka
prosedürler de vardı. Prosedürlerden biri de inşaat bitmeden bayilik
verilmeyeceği şeklindeydi. İnşaatın
bir yıl sürecek olması nedeniyle bayiliği alsak bile satış yapamayacağımız
gibi, servis hizmeti de veremeyecektik. Ancak o günün ihtiyaçlarına istinaden ilk kez plaza olmadan bize
bayiliği verdiler. Toyata bayiliğine
iki oğlumla birlikte başvuruda bulunmuştuk. Bizi anlaşma yapmak
için İstanbul’a çağırdıklarında oğlum
Ümit askerdeydi. Toyota’nın en üst
yetkilisi Hazım Kantarcı ‘İki oğlunu da al gel’ demesi üzerine askerde olan Ümit için komutanlarından
izin almak zorunda kaldık. İstanbul’a
anlaşmayı yapmak için gittik. Cevat
Yurdakul Caddesi’nde açtığımız 200
metrekare dükkânımıza ilk arabalar
2000 yılının Ağustos ayında geldi.”
Bu öyle bir buluşma ve öyle bir karar
ki Süleyman Onatça’nın hayatının
tam anlamıyla dönüm noktası oldu.
Bayiliğini almayı başardığı Toyota’nın Adana’daki servisini açmadan
önce Türkiye’nin servis ve satış konusuyla ilgili bir araştırma yaparak,
araba satmaktan çok satış sonrası
müşteri memnuniyetinin çok önemli
olduğunu, servise gelip memnun kalan müşterilerin yenilerini getirdiğini öğrenmiş. “Bu işi yapacaksam en
iyilerle yapmam lazım” diyerek en iyi
ustaları, en iyi satıcıları bulmaya çalışıyor ve alanında en iyi 11 kişilik bir
ekibi, 4 ay gibi kısa sürede kuruyor.
EKİPLE İLK TOPLANTI
Ekiple yaptığı ilk toplantıda Onatça
hedefini şöyle ifade etmiş;
“İlk etapta Adana birincisi olmak,
ikincisi bölgede birinci olmak, üçüncü hedef ise 5 yıl içinde Türkiye birincisi olmak”
Tabi ki itirazlar olmuş, İstanbul
gibi milyonlara hizmet eden bayiler varken Adana birinci olabilir
mi? Haklı da sayılabilirler, çünkü o güne kadar hep böyle olmuş.
Süleyman Onatça’nın onlara verdiği
cevap ise;
“Siz inanırsanız, bu hedef tutturulabilir”
Sonuç mu? Toyata Onatça beş yıl
sonra değil, tam iki yıl sonra Türkiye
birincisi olmuş. Daha sonra Toyota’nın yanında Chevrolet ve Opel’in
de bayiliğini alarak otomotiv sektöründe hızla büyümüş.
Onatça müşteri memnuniyeti ve dürüstlük ilkesiyle hareket ettiklerini
anlatırken;
“Japonların PUKO sisteminde olduğu gibi planla, uygula, kontrol et,
önlem al” ilkesini uyguladıklarını,
kontrol mekanizmasının güçlü olması gerektiğinisöylerken, personellerimize güveniyoruz, güvenmek
çok önemli ama kontrol etmek daha
önemli. Birlikte kazanıyoruz ama
kontrol mekanizmanız güçlü olmazsa, kontrol elinizden çıkar” diyor.
Kurumsallığın çok önemli olduğunu söylerken her şeyin kayıt altında
tutulmasına titizlikle önem vermesinden bahsederken bir anısını anlatıyor; Muhasebe müdirelerinin ilk
işe başladığı yıl kasadan para ister
Süleyman Onatça. Müdire Hanım
her hangi bir belge imzalatmadan
parayı verir. Ay sonu geldiğinde maaşında kesinti olduğunu gören Onatça, maaşının niye eksik olduğunu
sorar. Muhasebe müdiresi, “Ben size
200 TL vermiştim” deyince, “Hayır
vermedin” diye itiraz eder ve ekler
“Bana bunu ispatlayabilir misin?”.
İspat edemediği için Süleyman Bey,
Muhasebe müdiresinin maaşından
200 TL’yi keser. Bir süre sonra parayı
iade eder ama bu olayın başta müdüre hanım olmak üzere tüm personele ders olmasını ister. ”Her şey kayıt
altında olmazsa eksikleriniz çok olur,
kurumsallığı yitirirsiniz” demek istemiştir.
Çalışma saatlerinin 8:00–8:30‘da
başlamasına rağmen kendisinin sıklıkla mesai saatinden önce gelip müşterilerin arasına oturup ”Arkadaşlar
gerekli ilgiyi gösterdiler mi?” diye
sorduğUu biliniyor.. Hatta kendisini
tanıtmadan “Buradan aldığınız hizmetlerden memnun musunuz?” diye
sormasının çalışanlarına olan güvensizlikten değil, işin başında olmanın gerekliliği olarak görmesinden
kaynaklanıyor.
ONATÇA SANAT GALERİSİ
Yaşamındaki en önemli adımlardan
biri olan Almanya’ya gitmesinde sanatın rolünü hatırlarsanız eğer, kahramanımızın yaşamındaki sanatsal
bakışı anlamaya da ilk adımı atmış
olursunuz. Sanat onun için sadece
çalınan bir estrüman, söylenen bir
ezgi değil, yaşama farklı açıdan bakmanın da öğretisidir. Buna rağmen
sanatın her alanında bir fiil eser üretememenin üzüntüsünü hep yaşamış, bu eksikliği de en son yaptığı sanat galerisi ile kapatmaya çalışmıştır.
Günümüzde kentin en geniş sanat
galerisi şimdi Onatça Plaza’dadır.
Ümit ederiz ki, bir gün bu galeri en
kullanılan galeri haline de gelecektir.
ÇAĞDAŞ RESİM VE HEYKEL
MÜZESİ
Aslında biz sanat galerisi oluşturma
fikrinin zirvesinde bir Çağdaş Resim
ve Heykel Müzesi isteğinin de yattığını biliyoruz. “Herkes adını yaşatmak için okul yaptırıyor. Ben ise bir
müze oluşturmak istiyorum” diyerek
bu isteğini açığa vurduğunu da görüyoruz.
Ona göre; sanatın insanları geliştirmesi ile birlikte, insanlar kentleri ile
büyüyecek.
Kentleri zirveye taşımak istiyorsak,
çocuklara zihinsel destek vermeliyiz.
SÜLEYMAN ONATÇA 29
Müzeler ise; bunun için en uygun
alan.
sonuçların daha net anlaşılması için
bir de iklim haritası çıkardı. Bu harita
incelendiğinde ve sıcaklıklar dikkate
YEŞİL PLAZA ... YEŞİL YAŞAM
alındığında; 12 kentin harita üzerinde yerinin güneye kaydığı fark edildi.
“Küresel ısınma nedeniyle son 100 Adana’daki durum bir hayli vahimdi.
yılın sıcaklık artışını analiz eden uz- Sarı sıcağıyla meşhur Adana’da, çok
manlar, Türkiye’deki 12 kentin 2070 değil 60 yıl sonra, çöl sıcakları ve kuyılında nasıl bir iklime sahip olaca- raklık hâkim olacak...”
ğına yönelik bir model hazırladılar.
Bremen Üniversitesi’nin uzmanları,
30 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
“ÖNLEM ALINMAZSA, GÜN GELECEK TIPKI CEP TELEFONLARI
GİBİ ELİNİZDEKİ ŞİŞE SU, KAPKAÇA MARUZ KALACAK…”
Onatça; Yurt dışında katıldığı bir
konferansta çevre kirliliğine ve gelecekte yaşanacak su sıkıntısına dikkat
çeken bu uzmanın yaptığı açıklamanın oldukça düşündürücü olduğunu
ve bu cümleden çok etkilendiğini
söylüyor. O tarihten itibaren doğaya
ve çevreye olan bakış açısını değiştiriyor.
İş yerinde ve evinde “neler yapabiliriz?” diye ailesiyle düşüncelerini
paylaşan Onatça, iş yerinde çevreci
bir politikayı hayata geçirmeyi kararlaştırmış.
Projeden bahsederken ; “Önce iş yerimizdeki çevre politikamızı belirledik. Yeni binaya ihtiyacımız vardı ve
yapacağımız binanın planlama aşamasında çevreye ve doğaya duyarlı
olmasına özen gösterdik” diye anlatmaya başlıyor .
“Su verimliliği sağlanması amacıyla
çatıya düşen tüm yağmur suyu 200
tonluk bir yer altı yağmur suyu deposunda toplanıyor ve bahçe sulaması
için kullanılıyor. Ayrıca tüm ıslak hacimlerdeki su armatürleri en verimli
tiplerden seçilerek, bunun sayesinde
projede ciddi bir su tasarrufu sağlanılıyor. Binanın arkasındaki geniş
arazide de bir ‘şehir ormanı’ yaratılmış olması önemlidir. Bu boş araziye 1543 adet ağaç diktirdik. Patates
tarlası olarak aldığımız bu arazinin
ekolojik çeşitliliğini ciddi miktarda
artırdık. Bu bana manevi bir huzur
sağladı” diye de binayı tanıtıyor.
Bina açılır açılmaz da bu özelliklerini
tanıtan bir kitapçık hazırlatarak, tüm
çalışanlarına
dağıtmış.Böylelikle
kendi duyduğu heyecanı, çalışanların da duymasını sağlamaya çalışmış.
Adana’nın ve Türkiye’nin ilk BREEAM Post-Construction sertifikasına
“Very Good” (Çok Güzel) seviyesinden sahip olan. “A sınıfı enerji kimlik belgesi” ve “14001” sertifikasıyla
bunu taçlandıran bir işyeri sorarsanız eğer, bu Toyota Onatça Plaza’dır.
Unutmayınız Türkiye’de bir ilkten
bahsediyoruz.
ve Türkonfed’deki çalışmalarıdır. Bu
arzu aynı zamanda İşgem’de istihdama dönüşmüş, kitlelere yayılmıştır.
ADSİAD/ADANA SANAYİCİ VE İŞ
ADAMLARI DERNEĞİ
“Adsiad 1991 yılında 7 kurucu üye
ADANA VE SİVİL TOPLUM İÇİN ile kurulmuş, orta kuşak iş insanlarının kurduğu bir örgütlenmeydi.
BÜYÜK UĞRAŞ VERDİ
Süleyman Onatça; Adana’ya Güç
Verenler listesine
hemen
girecek
isimlerden
biri
şüphesiz.
Ama
aklınıza , onun
gibi başarılı başka
işadamı yok mu?
diye bir soru gelebilir. Tabi ki var.
Zaten Onatça’nın
bizim
listemize
girmesinin nedeni iş hayatındaki
başarısından çok,
kendisinin yakaladığı bu potansiyeli
başkaları ile paylaşma arzusudur.
Bu arzunun ete
kemiğe bürünmüş
hali ise önce Adsiad(Adana Sanayici
İş Adamları Derneği), arkasından
sırasıyla Dasifed
SÜLEYMAN ONATÇA 31
Ancak yeterli ivmeyi kazanmamıştı.
İlk fırsatta ben de bu kuruluşa üye
olup, ekonominin bel kemiği olan
orta büyüklükteki işletmelerin güçlenmesi faaliyetine katkı sağlamayı
amaçladım. Orta ölçekli işletmeler
büyüdükçe kentin de büyüyeceğini
biliyordum.. Kısa zamanda yönetime
geldim, yarattığımız ivmeyi gören bir
çok işadamı da bize üye olarak, Adsiad’ı güçlü bir kuruluş haline getirdiler. Benim de aralarında olduğum bu
güç, Adana’nın gücüdür.”
Büyük işletmelerin küresel düşündükleri, bu yüzden şartlar bozulursa
kenti terkedebilecekleri, ama kobilerin yerel olmaları nedeniyle daima
kentte kalmak durumunda olduklarını düşünürseniz, kahramanımıza
hemen hak vereceksiniz. Bu yüzden
kobilerin güçlenmesini sağlayan Adsiad; Adana’da çok önemli bir rol üstlenmiştir. Süleyman Onatça’nın da
burada özel bir yeri bulunur.
İŞGEM PROJESİ HAYATA GEÇİYOR
Kobilerin geliştirilmesi ile ilgili belirgin olmayan çok sayıda örnek bulunmakla birlikte; çok somut bir örnek
olan İşgem (İş Geliştirme Merkezi) Projesi söylemek istediklerimizi
açıklar. Onatça hayata geçirilmesinde bizzat emek verdiği İşgem’i şöyle
anlatmakta;
“İşgem yeni kurulmuş işletmeleri besleyen, en kırılgan oldukları iş
kurma aşamasını sağlıklı bir şekilde
aşmalarını ve büyümelerini sağlayan
işletmelerdi. İşgem, işletmelere çok
yakından yönetim desteği veriyor, finansman kaynaklarına erişimi kolaylaştırıyordu. Kritik ticari veya teknik
destek hizmetlerine organize şekilde
adım atmalarını sağlıyordu. Girişimci firmalara ekipmanlarıyla birlikte
kira sözleşmeleri çerçevesinde ihtiyaca göre genişletilebilir mekân ve
benzeri kolaylıkları tek çatı altında
sağlamak da İşgem’lerin görevleri
arasındaydı. İşletmelerin başarısız
olmalarındaki en önemli etkenlerin
başında iyi yönetilemedikleri gelmekteydi. İstatistiklere göre küçük
işletmelerin kuruluş yıllarındaki başarısızlık oranı yüzde 60-80 iken, İşgem’de yer alan girişimci firmalarda
bu oranın %10’lara düşebildiği gözleniyordu.
Adana İşgem, dünya standartlarında
bir yapı olarak Adana’nın ve Türkiye’nin gururu olacaktı. Kosgeb tarafından 2004 yılında açılan bir ihaleye
Adsiad teklif vererek başvuru yapmıştı. İhaleye katılan 11 proje içinde,
Adana İşgem Projesi teknik uygunluk ve sektörel konulu proje olarak
en büyük ilgiyi çeken proje olmuştu.
Öncelikle Adana İşgem ülkemizde
ve dünyada eşine az rastlanır bir yapıyı oluşturmuş, bilişim sektöründeki farklı dalların girişimcilerini
bir arada ve modern bir çatı altında,
modern çalışma koşulları içinde toplamayı başarmıştı. Bu nedenle Ada-
na İşgem sadece Adana ve Türkiye’de
değil, dünyada da konuşulan bir proje olmayı başarmıştı. O nedenle Adana İşgem’den, sayıları giderek artan
ve üniversitelerin bünyelerinde kurulan birer teknokent gibi söz etmek
de mümkündür.
Adana İşgem yıllık ortalama 185 kişiyi istihdam etmiş, kuruluşundan
itibaren toplam 1483 kişinin iş sahibi
(çalışan / çalıştıran) olmasını sağlamıştır. Projenin bir diğer artısı ise istihdam yaratma maliyetindeki hissedilir azalmadır. Bir kişi için ortalama
15 bin doların üzerinde harcama gerekirken, Adana İşgem’de bu rakam
sadece 4500 dolar; işletme yaratma
maliyeti ise 16 bin dolar olarak gerçekleşebilmiştir. “
İşgem Pojesi’nin tanıtılması, hayata
geçirilmesi ve Kosgeb’ten kredinin
sağlanmasında; kişisel gücünü, Adsiad’ın büyüklüğü ile birleştirip, çaba
sarfeden Süleyman Onatça’nın rolü
önemlidir.
işadamları derneklerinin ortak sesi
olarak çıkan Dasifed; hem bölgesel
ve sektörel hem de ulusal ekonomi
politikalarının oluşturulmasına ciddi katkılar yapabilmiş bir örgüt olmuştur. İş dünyasının sorunlarının
duyulması, aynı zamanda çözüm
yollarının seslendirilmesi gibi bir
misyonu üstlenen Dasifed, Süleyman
Onatça’nın önderliği ile çok önemli
yol katetmiştir.
Adsiad ve Dasifed Başkanlığı’nın yanında kendi sektörünün gelişmesinde meslektaşlarının tecrübe ve birikimlerinden yararlanmak, sektörün
gelişmesine katkıda bulunmak için
kurulan, Çukurova Yoder (Yetkili
Otomotiv Satıcıları) arasında da yer
alır ve dört yıl başkanlığını yürütür.
DASİFED
Kısa adı Dasifed olan Doğu Akdeniz
Sanayici ve İşadamları Federasyonu’da Süleyman Onatça’nın imzasını atmasıyla birlikte yıldızı parlayan
bir başka işadamı örgütüdür. Adana,
Mersin, Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş, Adıyaman, Gaziantep ve
Kilis illerinde faaliyet gösteren, ortak
ilke ve hedefleri benimseyen, kuruluş, amaçları aynı olan sanayici ve
SÜLEYMAN ONATÇA 33
Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan ve
MESİAD Başkanı Ahmet Akkurt ile birlikte
Maddi olanaklardan yoksun ama başarılı olan üniversite öğrencilerine
burs veren, amacı eğitim olan Güney
Eğitim Vakfı’nda da iki dönem yönetim kurulu üyeliği yapar.
Adana Güç Birliği Vakfı yönetim
kurulu üyeliği, merkezi Ankara’da
bulunan Sivil Toplumu Geliştirme
Merkezi Adana Temsilciliği, merkezi İstanbul’da bulunan Türkiye Oto34 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
mobil Satıcıları Derneği’nde başkan
yardımcılığı ve Çukurova Kalkınma
Ajansı Kalkınma Kurulu başkanlığı
da sivil toplumda aldıkları görevleri
arasındadır.
Kalkınma ajanslarının kuruluş
amaçları, işlevselliği, bölgesel gelişime katkıları konusunda çeşitli şehirlerde onlarca panel ve toplantılarda
konuşmacı olur.
TÜRKONFED
Kısa adı Türkonfed olan “Türk Girişimci ve İş Dünyası Konfederasyonu”da Süleyman Onatça’nın tepe
yönetici olduğu, çatısı altında 17
federasyon olan büyük bir konfederasyondur. Sanayici ve işadamlarının
ülkenin dört bir yanında kurduğu,
içerisinde Tüsiad’ın da bulunduğu
134 derneği ve 11 binden fazla iş insanını barındıran, ayrıca 208 milyar
dolarlık iş hacmine sahip, 1 milyondan fazla kişiye istihdam sağlayan ve
65 milyar dolardan fazla ihracat yapan iş insanlarını temsil eder.
Amacı gönüllülük, tarafsızlık, bağımsızlık ve şeffaflık olan, Atatürk
İlkeleri doğrultusunda faaliyetlerini
sürdüren Türkonfed, “bu ilkelerin
rehberliğinde, temsil ettikleri 11 binden fazla insanının sesini, hükümet
ve bürokratlar başta olmak üzere ilgili tüm kesimlere duyurmuş bir örgüttür.
Bu kadar büyük çapta bir kurumun
başkanı olmanın getirdiği önemli
sorumlulukları başarıyla üstlenen
Süleyman Onatça’nın varlığı, pozitif
bakış açısı ve şeffaflığıyla sorunlara
sahip çıkmış olması, Türkonfed’e büyük güç katmıştır.
Onatça, Türkonfed’deki görevi için;
Adanalı olarak konfederasyon başkanı olmasının kendisi için büyük bir
onur olduğunu, zor ve büyük sorumluluk üstlendiğini, ancak bu şerefli
görevi layığı ile yapmaya çalışacağını
söylerken ”Ben Adanalıyım. Burada
doğdum, burada büyüdüm, Adana
için bir paye alınacaksa tabi ki ben
en önde koşarım.” demektedir.
Biz bu düşüncenin altında Adana’ya
sağlanan gücü rahatlıkla hissetmekteyiz.
BİRLİKTEN GÜÇ DOĞAR
“Bir elin nesi var iki elin sesi var” atasözünü tekrar ettikten sonra Onatça,
bir gücün nasıl doğacağı konusunda
da ipuçları vermektedir;
“İstediğiniz kadar çalışın, istediğiniz kadar çabalayın, yalnızsanız
tökezlersiniz, yalnızsanız yarımsınızdır ve eksiksinizdir. Bu hayatın
her kademesinde öyledir. Öncelikle
iyi, şefkatli, sizi anlayan, anlayışlı ve
paylaşmasını bilen bir eşe, iyi terbiye almış saygılı, çalışkan, size yakın
düşünen çocuklara ihtiyacınız var.
Aileniz, yaptığınızı benimsemiyorsa, bunları yaparak başarılı olmanız
mümkün değildir. Ben eşime ve çocuklarıma bu konuda minnettarım.
Allah herkese hayırlı eş ve çocuklar
versin. Ailem benim her şeyim. Hele
ki torunlarım! Onlar benim yaşam
iksirim, gücüm, ilacım oldular. Onlar hayata olumlu bakmamı ve her
zaman için gülümsemenin başarının
bir sırrı olduğunu öğrettiler. Hayatı
her şeye rağmen sevmeme, olaylara
tebessüm ederek yaklaşmama sebep
oldular. Küçük şeylerden keyif almama, mutlu ve başarılı olmama yardımcı oldular.”
HAYATA BAKIŞI VE FELSEFESİ
“Hayata bakış açım pozitif olmak,
inanmak, sevmek ve sevilmek… Ne
mutlu bana; sevenim çok, ben de
herkesi seviyorum. Ailem var, sevmek tek başına yetmiyor. Önemli
olan bunu paylaşabilmektir. Sadece
kendime değil topluma faydalı da
olabilmek çok önemli.
İstiyorum ki, savaşlar olmasın. Kimse kimseyi kırmasın, barış dolu olsun
her yer. Zor olduğunu da biliyorum.
Ama insanlar da çaba sarf etmeli.
Hayat bir hedeftir. Hedef koymak
lazım, ama ulaşılabilir hedefler olmalı, çok zorlamamalı hayatı.Sosyal
olmalı. Ailenize zaman ayırmalısınız,
yaptığınız işi sevmelisiniz. Sevmeden başarılı ve mutlu olma şansınız
olmuyor.
Kalbimle alakalı sağlık problemi geçirdiğimde ayağa kalkar kalkmaz,
‘eşimle dünya turuna çıkacağım, artık az çalışacağım’ dedim. Nasılsa
çocukları da evlendirdim, işleri de
kurulu. Fakat birkaç geziden sonra
böyle olmaz diyerek, işin başına döndüm. Mesaimin büyük bölümünü
Konfederasyona harcıyorum, oraya
odaklandım. Türkonfed’deki görevim, 2015 Mart ayı gibi sona erecek.
Görevim sona erdiğinde iz bırakarak
gitmek istiyorum. Bundan sonraki
hedeflerim arasında sosyal etkinlikler için ayrıcalıklı projeler yapmak
var. Özellikle fakir halkın olduğu
bölgelerde model oluşturacak taziye
evleri yaptırmak istiyorum. Artık evler eskisi gibi geniş değil. Cenazelerimizde soğuk, sıcak yer sıkıntısı gibi
etkenler yüzünden sorunlar yaşanıyor, bu taziye evleri modern olacak.
Ayrıca içerisinde seminerler, toplantılar, eğitimler v.s yapılabilecek şekilde planlatıp yaptırmak istiyorum.”
SÜLEYMAN ONATÇA 35
SEVİM ONATÇA’NIN GÖZÜYLE çalıştı, eve ve ailesine destek oldu.
SÜLEYMAN ONATÇA
Almanya’da gurbetlik, hasretlik çektik ama birbirimize daha çok kenetSevim Onatça, Süleyman Onatça için lendik. Sevgimiz gün geçtikçe arttı
” O mükemmel bir insan” derken göz- ve hâlâ artmaya devam ediyor. Beraleri doluyor. Gözlerindeki bu dolgun- ber zaman geçirmekten keyif alırız.
luktan eskilere döndüğünü anlıyoruz; Süleyman Bey hiç değişmedi, ilk ev“Yengemin kardeşiydi, yengemlere lendiğimizde nasılsa hâlâ öyle, mügeldiğinde karşılaştık. Bana gülüm- kemmel bir eş, mükemmel bir baba
seyerek baktığını ve göz göze geldi- ve dede. Ve ayrıca pozitif bir insandır
ğimizi hatırlıyorum. Her geldiğinde Süleyman Bey, tıpkı annesi gibi, merkonuşup sohbet ediyorduk. Birgün hametli, duygusaldır. Eve gelince her
bana çiçek verdi ‘sağol abi’ dedim. yere ışık saçan mütevazı, dürüst bir
‘Bana abi deme!’dediğinde içimde insandır. Ailesiyle zaman geçirmeyi
bir heyecan hissettim. Sık sık abim- çok sever ve iyi geçinir. Onunla hepilere gelmeye başladı. Birbirimize miz gurur duyuyor ve onu çok seviâşık olmuştuk. Askerlik dönüşü 1973 yoruz. Her gezimizi balayına dönüşyılında evlendik. Ailesiyle aynı evi türen Süleyman Bey, bizim canımız,
paylaştık.
ciğerimiz.”
Süleyman Bey’in ailesi beni çok sevdi, evlatları gibi bağırlarına bastılar, ROMAN OLACAK SÖZLER
ben de onları sevdim ve saygı gösterdim. “
Anlatmaya devam edersek daha yaMutlu bir hayata adım atarlarken zacak çok şey var. Ama bir güzel söz,
söz vermişler birbirlerine. Kimsenin bir romana bedel olur bazen. Süleyönünde tartışmamaya ve birbirlerini man Onatça’nın ise Yaşam Üniverkırmamayı, başarmışlar da. Bu, evli- sitesi’nden aldığı dersleri, imbikten
liklerinde mutluluğa açılan bir pen- geçirerek oluşturduğu çok sayıda gücerenin anahtarı olmuş.
zel sözü var aslında. Yani onun hayatı
Sevim Hanım evlilikleri ile görüşle- bir değil, onlarca roman olur desek
rini anlatmaya şöyle devam ediyor;
yanlış olmaz.
“Dört çocuğumuz, yani dört dün- İsterseniz onlardan bazılarını aktayamız olmuştu. Ümit, Barış, Canan, rıp, sizleri Minik Süleyman’ın Koca
Derya…
Dünyası’nda bir seyahata çıkaralım.
Maddi anlamda zor günlerimiz oldu, Tüm sözleri ders dolu, kıymetlidir.
ama hiç bir zaman parasız kalmadık; Ama bizce siz en sonuncusunun üzeçünkü Süleyman Bey, durmaksızın rinde daha çok durun...
36 ADANA’YA GÜÇ VERENLER - I
• İnsanlar var oldukça hayat, hayat
var oldukça sevgi var olacaktır. Boş
işler ile uğraşmamak lazım, hayatı
ertelememek lazım.
• Siyasete girmeyi hiç düşünmedim
ama siyasetçilere de ihtiyacımız var.
Onları desteklememiz gerekiyor.
• Ortaokulu dışarıdan sınavlara girerek bitirdim, üniversite okumadım
ama üniversitelerde ders anlatıyorum…
• Nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız başlayamazsınız. Başlayamazsanız başarılı olamazsınız.
• Bilmek yetmez uygulamanız gerekir. İstemek yetmez, yapmanız gerekir.
• Bulunduğunuz topluma, ülkenize
ve insanlığa karşı sorumluluklarınızı
unutmayın.
• Sosyal projelerde görev alın, etkin
olun ve mesaj veren projeler üretin.
• Sosyal sorumluluk bilincini etrafınıza aşılayın.
• Uzun süreli bir koltukta kimsenin
kalmasından da yana değilim yeni
nesile yol açmak onlara bilgi ve tecrübelerimizi aktarmak gerekiyor.
• Bilgi paylaştıkça büyür. Bilgilerinizi başkalarıyla paylaşırsanız faydanız
olur ve anlam kazanır.
• Dikkatli, hevesli, çalışkan, sabırlı
ve en önemlisi hedefi olan insan tesadüfleri değerlendirebilir, fırsatları
yakalar ve şansı kaçırmaz.
“Adana’ya bir kişi geldi, emek verdi,
iz bıraktı, gitti desinler isterim…”
SÜLEYMAN ONATÇA 37
Onatça Ailesi
Aysun AKPINAR
1974 Adana doğumludur. Eğitimini Adana Çobanoğlu Ticaret Lisesi Bankacılık
Bölümünde tamamlamıştır. Bankacılık
sektöründe kısa bir süre çalıştıktan sonra Aile şirketinde çalışmaya başlamıştır.
Daha sonra Başkent Hastanesi halkla
ilişkiler departmanında çalışmaya başlamış olup, bu departmanda idareci olarak
çalışmayı sürdürmektedir. Merve adında
fotoğrafa ilgi duyan bir kızı vardır.
Fotoğrafa ve sanata lise yıllarında ilgi
duymaya başlamıştır. 2000’li yıllarda çalıştığı hastanenin doktorlarından Orhan
Şen’in fotoğraflarını incelemesiyle birlikte fotoğrafa bakışı değişir.
Fotoğrafın sadece çekmek ve bakmak
olmadığını anlamasıyla birlikte zaman
yitirmeden AFAD’ın Temel Fotoğraf
Eğitimi kurslarına katılır. Arkasından
AFAD’da diğer eğitmenlerin atölyelerine
katılır ve yoluna S. Haluk Uygur’un Atölyelerinde eğitim alarak devam eder.
Fotoğrafçılıkta önemli saydığı proje çalışması, Altınoran Düşünce ve Sanat
Platformu üyeleriyle birlikte 25 fotoğrafçının katıldığı ‘Adana’ya Güç Verenler’
fotoröportaj projesidir.
Sosyal sorumluluk projelerinde yer
almaktan ve S. Haluk Uygur’un eğitmenliğinde Altınoran Düşünce ve Sanat Platformu üyesi olarak, öğrenmeye,
paylaşmaya devam etmekten mutludur.
Bilgi paylaştıkça çoğalır, başkalarına aktarılmayan bilgi yok olmaya mahkûmdur
ilkesiyle hareket eden S. Haluk Uygur’la
çalışmaktan gurur duymakta ve yeni
projelerde görev almayı heyecanla beklemektedir.

Benzer belgeler