İSLAM TARİHİ

Transkript

İSLAM TARİHİ
İMAM-HATİP LİSELERİ
İSLAM TARİHİ
DERS KİTABI
YAZARLAR
Ekrem ÖZBAY
Eyüp KOÇ
Ahmet YAPICI
Ahmet TÜRKAN
Mehmet BAYDAŞ
İsa HEMİŞ
DEVLET KİTAPLARI
DÖRDÜNCÜ BASKI
.........................., 2013
MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI YAYINLARI ...............................................................: 4838
DERS KİTAPLARI DİZİSİ ..........................................................................................: 1429
13.?.Y.0002.3980
Her hakkı saklıdır ve Millî Eğitim Bakanlığına aittir. Kitabın metin, soru ve şekilleri
kısmen de olsa hiçbir surette alınıp yayımlanamaz.
Editör
Dil Uzmanı
Görsel Tasarım
: Ramazan YILDIRIM
: Erdal ALTUN
: Ertuğrul ÇAKIR
Dilek ANDER
Emre ANDER
Rehberlik Uzmanı
: Erdal USLUER
Program Geliştirme Uzmanı : Dr. Yalçın BAY
Eğitim Teknolojisi Uzmanı : Ahmet KOPMAZ
Veysel KUBAT
ISBN 978-975-11-3369-4
Millî Eğitim Bakanlığı, Talim ve Terbiye Kurulunun 18.12.2009 gün ve 284 sayılı kararı ile
ders kitabı olarak kabul edilmiş, Destek Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 03.04.2013 gün
ve 439650 sayılı yazısı ile dördüncü defa 56.250 adet basılmıştır.
ATATÜRK'ÜN
GENÇL‹⁄E H‹TABES‹
Ey Türk gençli¤i! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk
cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu
temel, senin, en k›ymetli hazinendir. ‹stikbalde dahi, seni, bu
hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî,
bedhahlar›n olacakt›r. Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa
mecburiyetine düflersen, vazifeye at›lmak için, içinde
bulunaca¤›n vaziyetin imkân ve fleraitini düflünmeyeceksin!
Bu imkân ve flerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür
edebilir. ‹stiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düflmanlar,
bütün dünyada emsali görülmemifl bir galibiyetin mümessili
olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatan›n, bütün kaleleri zapt
edilmifl, bütün tersanelerine girilmifl, bütün ordular› da¤›t›lm›fl
ve memleketin her köflesi bilfiil iflgal edilmifl olabilir. Bütün bu
fleraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin
dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ
h›yanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri flahsî
menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler.
Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bîtap düflmüfl olabilir.
Ey Türk istikbalinin evlâd›! ‹flte, bu ahval ve flerait içinde
dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmakt›r! Muhtaç
oldu¤un kudret, damarlar›ndaki asîl kanda, mevcuttur!
..
MUSTAFA KEMAL ATATURK
İÇİNDEKİLER
1. ÜNİTE: İSLAM TARİHİNE GİRİŞ
1. İslam Tarihinin Konusu, Alanı ve Metodu.......................................................................... 10
2. İslam Tarihçiliğinin Doğuşu ve Gelişmesi.......................................................................... 11
3. İslam Tarihinin Temel Kaynakları ...................................................................................... 14
4. Müslümanların Kullandıkları Takvimler ............................................................................ 15
5. İslam Tarihinin Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi ................................................................. 17
2. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
1. İslam’ın Doğduğu Ortam .................................................................................................... 21
2. Hz. Muhammed’in Peygamber Oluşu ve İslam’ın Mekke Dönemi ................................... 23
3. Hicret ve İslam’ın Medine Dönemi .................................................................................... 28
3.1. Medine Şehir Devleti’nin Kurulması ......................................................................... 30
3.2. Siyasi-Askerî Gelişmeler ............................................................................................ 30
3.2.1. Müşriklerle İlişkiler.......................................................................................... 31
3.2.2. Yahudi ve Hristiyanlarla İlişkiler ..................................................................... 36
4. İslam’ı Tebliğ Faaliyetleri ................................................................................................... 37
5. Hz. Muhammed Döneminde İslam’ın Genişleme Durumu ................................................ 38
3. ÜNİTE: DÖRT HALİFE DÖNEMİ
1. Dört Halifenin Hayatı ve Kişilik Özellikleri....................................................................... 41
2. Dört Halife Dönemi ve Olayları ......................................................................................... 45
2.1. Hz. Ebu Bekir ve Dönemi........................................................................................... 45
2.2. Hz. Ömer ve Dönemi .................................................................................................. 48
2.3. Hz. Osman ve Dönemi ............................................................................................... 50
2.4. Hz. Ali ve Dönemi ...................................................................................................... 52
2.4.1. Cemel Olayı .................................................................................................... 53
2.4.2. Sıffin Olayı ...................................................................................................... 53
3. Dört Halife Döneminin İslam Kültür ve Medeniyetindeki Yeri ........................................ 55
4. ÜNİTE: EMEVİLER
1. Emeviler .............................................................................................................................. 59
1.1. Kuruluş Dönemi ......................................................................................................... 59
1.2. Hilafetin Saltanata Dönüşmesine Tepkiler ................................................................. 60
1.2.1. Kerbelâ Olayı ................................................................................................... 60
1.2.2. Abdullah bin Zübeyr Olayı............................................................................... 61
1.3. Fetihler ve İslam Coğrafyasının Genişlemesi ............................................................. 62
1.4. İç Sorunlar .................................................................................................................. 66
1.5. Dış İlişkiler ................................................................................................................. 67
1.6. Yıkılışı ........................................................................................................................ 68
2. Endülüs Emevileri .............................................................................................................. 69
2.1. Emirlik Dönemi .......................................................................................................... 69
2.2. Halifelik Dönemi ........................................................................................................ 70
2.3. Yıkılışı ........................................................................................................................ 72
2.4. Emeviler Sonrasında Endülüs (1031-1492) ................................................................ 72
2.5. Endülüs’te Müslüman Varlığına Son Verilmesi .......................................................... 74
3. Emevilerin İslam Kültür ve Medeniyetine Katkıları .......................................................... 75
5. ÜNİTE: ABBASİLER
1. Kuruluş Dönemi.................................................................................................................. 79
2. Yönetimde Mevali Ağırlığı ................................................................................................ 82
3. Abbasilerin Din Politikası ................................................................................................... 83
4. İç Sorunlar .......................................................................................................................... 85
4.1. Yönetim Karşıtı Dinî-Siyasi Hareketler ..................................................................... 86
4.2. İslam Karşıtı Dinî-Siyasi Hareketler .......................................................................... 87
5. Merkezî İdareden Kopmalar ............................................................................................... 89
6. Dış İlişkiler ......................................................................................................................... 92
7. Moğol İstilası ve Abbasilerin Yıkılışı ................................................................................. 94
8. Abbasilerin İslam Kültür ve Medeniyetine Katkıları.......................................................... 95
VII
6. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
1. Türk-Arap İlişkileri ............................................................................................................. 99
1.1. Emeviler Öncesi ......................................................................................................... 99
1.2. Emeviler Dönemi ...................................................................................................... 100
1.3. Abbasiler Dönemi ..................................................................................................... 101
2. Türklerin İslam Dinine Girişi ......................................................................................... 103
3. Türklerin İslam Dünyasındaki Faaliyetleri ....................................................................... 106
3.1. Selçuklular ve Abbasi Halifeliğinin Korunması ....................................................... 106
3.2. Haçlı Seferleri Karşısında Selçuklular ..................................................................... 108
3.3. İslam Coğrafyasının Korunmasında Osmanlıların Rolü .......................................... 111
3.4. Osmanlıların Kutsal Topraklara Hizmetleri.............................................................. 113
3.5. Selçuklu ve Osmanlıların İslam Medeniyetine Katkıları ......................................... 116
4. Türklerin İslam Dininin Yayılmasındaki Rolü .................................................................. 118
4.1. Hint Yarımadası’nda İslam Dininin Yayılması ....................................................... 118
4.2. Anadolu’nun Türkleşmesi-İslamlaşması .................................................................. 119
4.3. Balkanlar’da İslam Dininin Yayılması ..................................................................... 121
5. Müslüman Türk Devletleri............................................................................................... 123
7. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
1. Dinî ve Toplumsal Hayat .................................................................................................. 129
1.1. Dinî İnanışlar ............................................................................................................ 129
1.2. Toplumsal Yapı ......................................................................................................... 130
1.3. Ulema ve Toplumsal Etkinliği ................................................................................ 131
1.4. Bayramlar ................................................................................................................. 132
1.5. Aile........................................................................................................................... 132
2. Ekonomik Hayat ............................................................................................................... 133
2.1. Devlet Gelirleri ve Harcamaları ............................................................................... 133
2.2. Tarım, Sanayi ve Madenler ...................................................................................... 135
2.3. Ticaret ve Para .......................................................................................................... 135
3. İlim ve Düşünce Hayatı ................................................................................................... 136
3.1. İslam Bilimleri .......................................................................................................... 137
3.2. Fen ve Sosyal Bilimler ............................................................................................. 138
3.3. Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri ................................................................................. 141
3.4. İslam Düşüncesinde Duraklama .............................................................................. 143
4. Sanat ve Mimari ................................................................................................................ 144
4.1. İslam Sanatları .......................................................................................................... 144
4.2. Mimari ...................................................................................................................... 147
5. Kurumlar ........................................................................................................................... 149
5.1. İdari ve Dinî Kurumlar ............................................................................................. 149
5.2. Adli Kurumlar ........................................................................................................... 151
5.3. Güvenlik Kurumları ................................................................................................. 153
5.4. Sosyal Dayanışma Kurumları ve Vakıflar ................................................................ 154
6. İslam Medeniyetinin Özgünlüğü ve Özellikleri................................................................ 156
7. İslam Medeniyetinin Etkileri ........................................................................................... 157
8. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
1. Asya Kıtası’nda Müslümanlar .......................................................................................... 164
1.1. Ön Asya ve Körfez Ülkeleri ..................................................................................... 164
1.2. Güney Asya ve Uzak Doğu Ülkeleri ........................................................................ 171
1.3. Kafkaslar ve Orta Asya Ülkeleri ............................................................................... 175
2. Afrika Kıtası’nda Müslümanlar ........................................................................................ 179
3. Balkanlar’da ve Diğer Avrupa Ülkelerinde Müslümanlar ................................................ 181
4. Amerika Kıtası’nda Müslümanlar.................................................................................... 184
5. Türkiye ile Diğer İslam Ülkeleri Arasındaki İlişkiler ...................................................... 185
SÖZLÜK............................................................................................................................... 188
KAYNAKÇA ........................................................................................................................ 191
VIII
I. ÜNİTE: İSLAM TARİHİNE GİRİŞ
1. ÜNİTE
İSLAM TARİHİNE GİRİŞ
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1.
genel tarih içerisindeki yeri ve önemi hakkında bilgi
1. İslam
İİssla
llam
am ta
ttarihinin
a
toplayınız.
2. Okulunuzun kütüphanesinde bulunan bir İslam tarihi kitabının içindekiler
bölümünü inceleyiniz.
3. İlk dönem İslam tarihçiliğindeki “sözlü kaynaklar” nelerdir? Araştırınız.
4. İslam tarihini, İslam bilimlerine kaynaklık etmesi açısından inceleyiniz.
9
İSLAM TARİHİ
1. İslam Tarihinin Konusu, Alanı ve Metodu
İslam’ın doğuşundan günümüze kadar, Müslümanların gerçekleştirmiş oldukları kültürel, sosyal,
siyasi, ekonomik ve dinî faaliyetleri sebep-sonuç ilişkisi içerisinde inceleyen sosyal bilime “İslam
tarihi” denir.
Müslüman Olan Ülkeler
Müslüman Olmayan Ülkeler
Müslüman nüfusun yoğun bulunduğu ülkeleri gösteren harita
İslam tarihi öncelikle Hz. Muhammed’in yaşadığı toplumu, coğrafi, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve dinî yönlerden ele alır. Onun peygamberlik öncesi yaşantısını ve toplumundaki konumunu
örnekleriyle nakleder. Risalet görevinin başlamasıyla Mekke toplumunun, İslam’ın mesajına tepkisini
ve bu dönemde Müslümanların karşılaştıkları zorlukları anlatır.
İslam tarihinde yeni bir başlangıç olan Medine’ye hicret, burada oluşturulan kurumlar ve İslam’ın
mesajının insanlara ulaştırılması için Müslümanların ortaya koydukları mücadeleler ele alınır. Hz. Peygamberin hastalanması ve vefatı gibi olaylar anlatılır.
İslam tarihi; Hz. Peygamber Dönemiyle beraber Dört Halife, Emevi ve Abbasi dönemlerini, İslam’ın
Arap Yarımadası dışındaki gelişimini ve Endülüs’te kurulan eşsiz medeniyeti ele alır. Müslüman Türklerin kurmuş olduğu Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi devletleri de inceler. Diğer taraftan Müslümanların Afrika, Hint Yarımadası, Orta Asya ve Uzak Doğu’da kurdukları devletler
ve medeniyetler de İslam tarihinin konuları arasında yer alır. Son olarak günümüz İslam coğrafyasını
oluşturan devletler ve toplulukları tüm yönleri ile değerlendirir.
Tarihî veriler, sonraki nesillere rivayet yoluyla aktarılır. İlk dönem İslam tarihçileri, olayları aktarmada genellikle sözlü rivayet metodunu benimsemişlerdir. Sözlü tarih geleneğini uzun yıllar güçlü
bir şekilde devam ettiren Müslümanlar kıssacılığa, haberciliğe ve olayların aktarılmasına büyük önem
vermişlerdir. Bu metotla elde edilen bilgiler, dinî ilimlerin tedvin edilmeye başlamasıyla birlikte yazılı tarihin başlıca kaynağını oluşturmuştur.1 İslam dünyasında yazılan ilk dönem genel İslam tarihi
eserlerinin çoğu, rivayetlerin aktarımından ibarettir. Bu kaynaklarda bilgiler fazla yorumlanmaksızın
kronolojik olarak kaleme alınmıştır.
1 Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s.11.
10
I. ÜNİTE: İSLAM TARİHİNE GİRİŞ
NOT EDELİM
N
K
Konuya
ve dinî anlayışlara bakmaksızın öncekilerin söyledikleri ve yaptıklarını sözlü veya
ya
yazılı olarak sonraki nesillere aktarmaya “rivayet” denir.
Erken dönem İslam tarihi kaynaklarının ağırlıklı olarak “sözlü rivayetler’e” dayanması ve yazılı
kaynakların bir kısmının o dönemin siyasal olaylarının etkilerini yansıtması gibi etkenler “araştırmacı
tarih yöntemi”ni ön plana çıkarmıştır.
TARTIŞALIM
Tarihçilik, Müslümanların önem verdikleri ve geliştirdikleri ilimler arasındadır. İslamiyetten
T
öönce
nce Yunanlılar, Romalılar, Çinliler, bir dereceye kadar İbraniler ve İranlıların yazılı birer tarihleri
vardı. Müslümanlar bu milletlerin tecrübesinden ve Cahiliye Devri Arap edebiyatındaki tarihle ilgili malzemeden faydalanarak hadis ilminin de yardımıyla zengin bir tarih edebiyatı (yazılı tarih)
meydana getirdiler. Tarihî malzemeyi belli bir kronoloji ve sisteme oturtarak bugünkü tarihçiliğin
temellerini attılar. Ayrıca tarih ilminin her sahasında zengin bir miras bıraktılar.
Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih-Coğrafya Yazıcılığı, s. 1.
Yazılı tarih hangi toplumlarda gelişir? Niçin? Yukarıdaki metni dikkate alarak tartışınız.
Günümüz İslam tarihi çalışmalarında ise araştırmacı tarih yöntemi kullanılmaktadır. Bu yönteme
göre olaylar sebep-sonuç ilişkisi içerisinde ve bilimsel tekniklerle yorumlanmaya çalışılır. Eldeki
KARŞILAŞTIRALIM
kaynak ve malzemeler de eleştirel bir bakış açıİİlk dönem İslam tarihi çalışmalarında
sıyla değerlendirilir. Böylece tarihî olaylar kendi
kullanılan
sözlü rivayet metodu ile araştırdöneminde yaşanmış bitmiş hadiseler olmaktan
macı tarih yöntemini karşılaştırınız.
çıkıp bugüne de hitap eden bir özellik kazanır.
2. İslam Tarihçiliğinin Doğuşu ve Gelişmesi
İslam tarihçiliği, Kur’an’ın nüzulü ile başlar. Özellikle ilk dönemlerde inen ayet ve surelerde Mekke toplumunun siyasal, sosyal ve dinî yapısı bazen olduğu gibi tasvir edilmiş bazen de tenkit edilerek
aktarılmıştır. Ayrıca Kur’an, daha önce yaşamış çeşitli kavimler, dinler ve peygamberlerle ilgili bilgiler
aktarırken değişik değerlendirmeler de yapmıştır. Böylece bir taraftan anlatılan olaylardan insanların
ibret almasını hedeflerken diğer taraftan da tarihî olaylara eleştirel bir metotla yaklaşılmasının ipuçlarını ortaya
y koymuştur.
TARTIŞALIM
“Sana haram ayı, yani onda savaşmayı soruyorlar. De ki: O ayda savaşmak büyük bir
günahtır. (İnsanları) Allah yolundan çevirmek, Allah’ı inkâr etmek, Mescid-i Haram’ın
ziyaretine mâni olmak ve halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük bir
günahtır.”
Bakara suresi, 217. ayet.
Yukarıdaki ayet mealini Kur’an’ın nazil olduğu toplumla ilgili bilgiler vermesi açısından
tartışınız.
11
İSLAM TARİHİ
Hz. Peygamber daha hayattayken bazı sahabeler onun söz ve fiillerini sözlü rivayetler olarak aktarırken bazıları da bunları yazıyorlardı. İslam tarihine kaynaklık eden bu çalışmalar, ilk dönemlerde
hadis rivayetleri içerisinde yer almıştır. Daha sonra siyer ve meğazi adıyla müstakil eserler kaleme
alınmaya başlanmıştır.
YORUMLAYALIM
“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik, onlara dedi ki) ‘Ey kavmim! Allah’a
kulluk edin, sizin için ondan başka hiçbir ilah yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın!
Çünkü ben, sizi bir hayır (bolluk) içinde görüyorum. Şüphesiz sizi kuşatacak bir günün
azabından korkuyorum.
Dediler ki: ‘Ey Şuayp! Atalarımızın taptıkları şeylerden ve mallarımızdan istediğimiz gibi
harcamaktan vazgeçmemizi, senin namazın mı emrediyor? Hâlbuki sen, elbet yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın.”
Hûd Suresi, 84-87. ayetler.
Yukarıdaki ayet meallerini Kur’an-ı Kerim’in önceki dönemlere ait olayları bize aktarmadaki metodu ve hedefi açısından yorumlayınız.
Sahabelerden sonra gelen ve Hz. Peygamberi göremeyen tabiun nesli, onun hayatını, kişilik özelliklerini,
mücadelesini ve savaşlarını çok merak ediyordu. Bu
merak, onları Hz. Muhammed’in hayatını daha yakından öğrenmeye yöneltti. Bu konuda başvuracakları ilk
ve en önemli kaynak ise Peygamber dönemini görmüş,
onunla birçok yerde ve olayda beraber olmuş sahabe
nesli idi. Hz. Muhammed’in hayatının her yönüyle
araştırılıp öğrenilmesinde bu neslin önemli katkıları
oldu. Ayrıca, Kur’an’ın tefsiri ile ilgili çalışmalar ve
hadislerin toplanması da Müslümanlar arasında İslam
tarihçiliğinin temellerini oluşturdu.2
İSLAM TARİHİNİN BAZI TEMEL KAYNAKLARI
YAZAR
ESER
İbn İshak
Kitabü’l-Meğazi
İbn Hişam
Siretü’n-Nebeviyye
Taberi
Tarihu’l-Umem ve’l-Mülûk
İbn Sa’d
Kitabü’t-Tabakat
Belâzuri
Fütuhu’l-Büldan
İlk Dönem İslam Tarihi
Kaynakları
Genel Kaynaklar
Müstakil Eserler
Kur’an-ı Kerim
Siyer Kitapları
Hadis Kitapları
Meğazi Kitapları
Genel Tarih Eserleri
Abbasiler Döneminde İslam tarihinin ilk kaynakları olan eserler ortaya çıkmaya başladı. Bizans, İran
ve Hint tarihiyle ilgili kaynaklar Arapçaya çevrildi.
Müslümanlar yeni bilgiler elde ettiler. Bunun sonucu
olarak da hem geçmiş toplumların tarihlerini hem
de İslam’ın doğuşundan itibaren Müslümanların yaşadıkları olayları konu edinen daha kapsamlı genel
tarih kitapları yazıldı.
Müslüman tarihçiler, bir taraftan genel tarihle ilgili eserler verirken diğer taraftan hanedan, şehir ve bölge tarihleri üzerinde duran kitaplar da kaleme
aldılar. Bunlarda Mekke, Medine, Kudüs, Bağdat, Şam, Kahire, Basra, Kûfe, Kayrevan, Kurtuba, Konya,
İstanbul gibi önemli şehirler veya Hicaz, Yemen, Dımeşk (Şam), Maveraünnehir, Horasan ve Mısır gibi
bölgelerin tarihleri anlatıldı.
2 Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s. 45.
12
I. ÜNİTE: İSLAM TARİHİNE GİRİŞ
Erken dönemlerden itibaren Müslümanlar arasında, sahabe ve tabiundan, değişik ilim dallarında ün yapmış bilginler ve devlet yöneticilerinin hayatları da merak konusu
olmuştur. İşte bu merak sonucunda tabakat ve teracim kitapları olarak bilinen biyografik eserler ortaya çıkmıştır.
Örneğin M 884 yılında vefat eden İbn S’ad, “ Kitabü’tTabakat” isimli eserinde önce Hz. Peygamberin, ardından
da sahabenin hayatı ile ilgili bilgileri bir araya getirmiştir.
1282 yılında vefat eden İbn Hallikan “Vefayatü’l-Ayan”
isimli kitabında İslam’ın doğduğu ilk yüzyıldan kendi dönemine kadar ün yapmış yöneticiler ve değişik dallardaki
bilim adamlarının hayatları hakkındaki bilgileri toplamıştır.
Ayrıca nesep konusunda yazılan kitaplarda, Arap kabilelerinin soyları ve kökenleri hakkında bilgiler verilmiştir.
Kitabü’t-Tabakat (İbn Sa’d)
İslam tarihçiliğinin gelişmesine katkı sağlayan bir başka dal da fütuhat kitaplarıdır. Müslümanlar,
Dört Halife Döneminden itibaren Arap Yarımadası’nın dışına çıkarak doğuda ve batıda çok geniş
toprakları fethettiler. Bazı Müslüman bilginler, sadece bölgelerin ne zaman ve nasıl fethedildiklerini anlatan kitaplar yazdılar. Belâzuri’nin yazdığı “Fütuhu’l-Büldan” (Ülkelerin Fethedilmesi)
bu konudaki eserlerin en meşhurlarındandır. Hz. Peygamber, Dört Halife, Emeviler ve Abbasiler
dönemlerinde fethedilen topraklar, buralarda yaşayan halkların inançları, gelenek ve görenekleri,
gayrimüslimlerle yapılan anlaşmalar bu eserin konularını oluşturur.
İslam beldelerinde yaşayan gerek Müslüman gerekse gayrımüslimlerin mali hak ve sorumluluklarını konu edinen harac ve emval kitapları da İslam tarihine kaynaklık eder. Bu konuda İmam
Ebu Yusuf’un “Kitabü’l-Harac” isimli eseri önemli bir kaynaktır.
İslam tarihçiliği alanında, geçmişteki olayları kayıt altına almak ve sonraki nesillere aktarmak
amacıyla bu eserler ortaya konulurken geçmişin yorumlanması hususunda da çalışmalar yapılmıştır.
Bu alanda İslam dünyasında yetişmiş olan meşhur isimlerin başında İbn Haldun (öl. 808/1406) gelir. İslam tarihçiliği İbn Haldun ile birlikte yeni bir döneme girmiştir. Onun
tarih yazımına getirdiği en büyük yenilik ise tenkit metodu
olmuştur. Tarih araştırmalarına tarih felsefesini ilk dahil
eden, olayları aktarmada rivayetin yanında dirayeti de gündeme getiren ilk Müslüman tarihçi odur. O, bu hususta sadece Müslümanların değil Batılı araştırmacıların da öncüsü
kabul edilir.3
Biruni, Zehebi, Filibeli Ahmet Hilmi ve Ahmet Cevdet
Paşa gibi tarihçiler de klasik İslam tarihçiliği dışında, tenkitçi bir metotla eserler verdiler.4 Son dönemlerde Batılı tarihçiler de İslam tarihi alanında yorum ağırlıklı eserler kaleme
aldılar. Ancak bu eserlerde olaylar, tenkitçi bir metotla ele
alınmakla birlikte taraflı yorumlar ön plana çıkmaktadır.
3 Ramazan Şeşen, Müslümanlarda Tarih Coğrafya Yazıcılığı, s. 259-263.
4 Sabri Hizmetli, İslam Tarihçiliği Üzerine, s.100.
13
Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i
Hulefâ (Ahmet Cevdet Paşa)
İSLAM TARİHİ
3. İslam Tarihinin Temel Kaynakları
İslam tarihinin temel kaynakları sözlü ve
yazılı kaynaklar olmak üzere ikiye ayrılır. Şiirler, hikâyeler, efsaneler, destanlar, menkıbeler, fıkralar ve atasözleri sözlü kaynakları
oluşturur. İlk dönemlerde Hz. Peygamberle
ilgili bilgilerin birçoğu, bu metotla nakledilmiştir. Daha sonra siyer ve meğazi kitapları
bu rivayetlerin toplanması ve yazıya geçirilmesiyle oluşmuştur.
BİLGİ KUTUSU
Sözlü kaynaklar herhangi bir şekilde yazıyla kayıt altına alınmaksızın,
nesilden nesile; dinlemek, zihinlerde
muhafaza etmek ve başkalarına sözel olarak
aktarmak suretiyle oluşan kaynaklardır.
İslam tarihinin farklı türde birçok yazılı kaynağı vardır. Bunların başında “Kur’an-ı Kerim” gelir.
Kur’an, İslam’ın temel kaynağı olmasının yanı sıra Cahiliye Dönemi Arap toplumunun dinî inançları,
sosyal ve ekonomik durumu, Hz. Peygamberin İslam’ı yayma çabası, hatta onun özel hayatı hakkında
bazı temel bilgiler de verir. Bu sebeple İslam dininin doğuşu ile Hz. Peygamberin hayatına dair çalışma
ve araştırma yapan kimseler için Kur’an, ilk müracaat kaynağıdır.5
Hz. Peygamberin söz ve eylemleriyle İslam tarihinin ilk dönemlerindeki birçok dinî ve sosyal gelişmenin yazılı olarak sonraki nesillere nakledildiği hadis kitapları da yazılı kaynaklardandır. Sahabeler,
kendileri için en güzel örnek olan Hz. Peygamberi dikkatli bir şekilde gözlemlemiş ve onun hayatını
tüm ayrıntılarıyla sonraki nesillere ulaştırmışlardır.
İslam tarihçiliğinin gelişim sürecinde ortaya çıkan siyer, meğazi ve genel tarih kitapları da hadis
rivayetlerine dayanan temel yazılı kaynaklardandır.
Bu alanda günümüze kadar ulaşmış dört temel kaynak eser vardır. Bu çalışmaların ilki olan, İbn
İshak’ın “Kitabü’l-Meğazi” isimli eseri, kendisinden sonra yazılan kitaplara da temel teşkil etmiştir.
Söz konusu eser, üç ana bölümden oluşur. Birinci bölümde Hz. Âdem’den Hz. Peygambere kadar gelmiş geçmiş peygamberler ve toplumların tarihi, ikinci bölümde Hz. Muhammed’in Allah elçisi olarak
gönderilişi, son bölümde ise onun savaşları ayrıntılı bir biçimde kaleme alınmıştır.
Bu eser, kendisinden yaklaşık yarım yüzyıl sonra İbn Hişam tarafından kısaltılarak “Siretü’nNebeviyye” ismiyle okuyucuya sunulmuştur. Müellif, özellikle nahiv ve nesep konusunda derin bir bilgiye sahiptir. İbn
İshak’ın eserini temel metin olarak alıp kendisi de bu metne
şerh yazmıştır. Her iki eser de bu alanda günümüze kadar ulaşan en meşhur ve en eski metinlerdir. İbn Hişam’ın eseri birçok dile tercüme edilmiş ve daha sonraki devirlerde bu esere
şerhler yazılmıştır.
İbn Hişam’ın çağdaşlarından Vakidi, “Kitabü’l-Meğazi”
adlı eseriyle ilk dönemin meşhurları arasında yer alan diğer
bir müelliftir.
Ebu Cafer Muhammed bin Cerir et-Taberi de ilk dönem
müelliflerdendir. Diğer İslamî ilimlerde de derin bilgiye sahip
olan yazar, “Tarih-i Taberi” isimli eseriyle İslam tarihi alandada ün kazanmıştır. Taberi, bu eserinde önce insanın yaratılışını
ele alır. Eserin bu bölümüne peygamberler tarihi de denilebilir. Sonra da İslamiyetin doğuşundan kendi zamanına kadar
Siretü’n-Nebeviyye (İbn Hişam)
5 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 13.
14
I. ÜNİTE: İSLAM TARİHİNE GİRİŞ
olan dönemde Müslümanlarla ilgili gelişmeleri anlatır. Taberi, eserinde kendisine ulaşan rivayetleri
genellikle yorum yapmaksızın aktarır.
Ayrıca tabakat, teracim, şehir ve bölge tarihi, hanedan tarihi, nesep, fütuhat ya da fetihname türü
eserlerin tümü İslam tarihinin temel yazılı kaynakları arasında yer alırlar. Bunlara, kültür tarihi açısından önemli olan edebiyat eserleri ile Müslüman ve yabancı gezginlerin İslam dünyasının değişik bölgelerine yaptıkları gezilerdeki gözlemlerini aktardıkları seyahatnamelerini de eklemek gerekir.
Farklı nitelikteki malzemelerden oluşan arşiv belgeleri de yazılı kaynaklar arasında yer alır. Örneğin
geçmişteki Müslüman devletlerde yöneticiler arasındaki yazışmalar (ferman, berat, hüküm, ahitname
vb.) ile mahkeme tutanakları (şeriye sicilleri) bu tür yazılı belgelerdir.
Yapılarda veya açık havada korunarak günümüze kadar ulaşan her türlü arkeolojik malzemeyi ikinci dereceden yazılı kaynaklar arasında
zikredebiliriz. Tarihî bir caminin giriş kapısının
üzerinde, o caminin ne zaman, kim tarafından ve
kime yaptırıldığını ifade eden yazılı metne “kitabe” denir. Aynı şekilde medrese, han, hamam
ve başka tarihî eserlerin belli bölümlerinde kitabeler bulunur. Diğer taraftan heykeller, mezar
taşları, madalyalar, mühürler, eski paralar, kap
kacak, çanak çömlek gibi malzemeler de bu gruba dahildir. Bütün bunlar İslam tarihinin temel
kaynaklarını oluşturmaktadır.6
Firuz Ağa Camii Kitabesi (İstanbul)
4. Müslümanların Kullandıkları Takvimler
Zamanı günlere, aylara, yıllara bölme metoduna “takvim” denir. İnsanlar takvime ihtiyaç duyunca
Güneş ve Ay’ın hareketlerini kriter olarak kullandılar. Böylece insanlar zamanı, birimlere ayırarak ifade
etmeye başladılar.
YORUMLAYALIM
“O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve Ay’ı birer hesap ölçüsü
k
kılmıştır.
İşte bu, aziz olan, (her şeyi) bilen Allah’ın takdiridir.”
En’âm suresi, 96. ayet.
Yukarıdaki ayeti, takvimlerin oluşmasında ölçü alınan kıstaslar açısından yorumlayınız.
Tarih boyunca Müslümanlar birçok takvim kullanmışlardır. Bu takvimlerde insanların ihtiyaçları
dikkate alınarak zaman zaman değişiklik ve düzenlemeler yapılmıştır. Günümüzde de kullanılmakta
olan başlıca takvimleri şöyle sıralayabiliriz:
Kamerî takvim, eski zamanlardan beri çok kullanılan takvimlerden biridir. İlk olarak Babilliler
tarafından kullanıldığı bilinir. Ay’ın Dünya etrafındaki hareketi esas alınarak düzenlenen bu takvimde
tarihî olayların kronolojik bir sıraya konmasını sağlayacak belirli bir başlangıç noktası yoktu. Tarihlendirme işi toplumların hafızalarında yer eden bazı büyük olaylar dikkate alınarak gerçekleştiriliyordu.
Örneğin Fil Olayı, Ficar Savaşı, Zelzele Yılı, Veda Haccı Yılı ve bazı büyük kişilerin ölüm yılları gibi.
6 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 13.
15
İSLAM TARİHİ
Hz. Peygamberin doğumundan kısa bir süre önce vuku bulan Fil Vakası, Mekkeliler için önemli
bir hadiseydi. Bu olayın geçtiği yıla Fil Yılı denmiş ve Hz. Ömer Devrine kadar bir başlangıç noktası
olarak kabul edilmişti. İnsanlar da herhangi bir konuda zamanla ilgili tanımlamalarını, “Fil Yılından şu
kadar önce veya sonra” şeklinde ifade etmişlerdi.7
TARTIŞALIM
Zaman, başı ve sonu belli olmayan bir şeydi. Fakat insan zamanı birimlemeyi istedi. Bu konuda en
iyi vasıta olarak gökyüzündeki Ay’ı buldu. Çünkü
Ay, yay gibi doğmakta, daire hâlini aldıktan sonra
yavaş yavaş noksanlaşıp kaybolmaktaydı. O, ışıksız hâle gelip sonra yine aynı süreci tekrarlamaktaydı. Hem de son derece düzenli ve diğer varlıklarda benzeri olmayan bir şekilde.
Muhammed Hamidullah, İslam Tarihine Giriş, s. 17.
Ay’ın hareketleri, hangi özelliği ile zamanı belirlemede kriter olarak kullanılmaktadır? Tartışınız.
Hz. Ömer Dönemine kadar resmî yazılara tarih koyma âdeti yoktu. Bu durum bazı karışıklıklara
sebep oluyordu. Bu tür olaylar, Hz. Ömer’i bir takvim başlangıcı tespit etmeye sevketti. Hz. Peygamberin hicreti, vefatından 11 yıl sonra istişareler sonucu Müslümanlar için takvim başlangıcı olarak kabul
edildi. Hicri takvimin ilk ayı muharrem, başlangıcı da 23 Temmuz 622 olarak belirlendi.
Hicri takvimde yılın ayları, ayın hareketine
göre bazen 29, bazen de 30 gün olur. Yıl, 354
gün, 8 saat, 48 dakikadır. Miladi ve hicri yıl arasında yıllık olarak 10-11 günlük bir fark vardır.
Hicri takvimde aylar, yılın her mevsimine gelecek şekilde dönüp durur. İslam tarihi boyunca
hicri takvimle birlikte başka takvimler de kullanılmıştır. Güneş yılı sistemine dayanan eski
“İran takvimi”, bu takvimler arasında yer alır. Bu
takvimde de yıl, on iki aya ayrılıyordu. Her ayın
otuz gün olarak kabul edildiği İran takviminde
aylardaki günlerin toplamına beş gün daha eklenerek yıl 365 güne tamamlanıyordu.
SIRALAYALIM
yazınız.
,
,
,
,
,
, .
,
,
,
,
,
.
Selçuklular Döneminde bu takvim bazı düzenlemelerle daha kullanışlı hâle getirilmişti. Bu
düzenlemeler büyük Selçuklu Sultanı Celalettin
Melikşah tarafından gerçekleştirildiği için söz
konusu takvim “Celali takvim” adıyla anılmıştı. Daha sonra İlhanlı Hükümdarı Gazan Han da bu
takvimde bazı düzenlemeler yaptırdı.
7 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 14.
16
I. ÜNİTE: İSLAM TARİHİNE GİRİŞ
Türkler ve Çinliler tarafından da kullanılan
“On iki hayvanlı Türk takvimi”nin iki farklı kullanım alanı vardır. Astronomi alanında kullanılan
bilimsel takvimde 354,2 gün olan yıl, 24 aydan
oluşuyordu. Halkın kullandığı takvim ise Ay ve
Güneş’in hareketlerine göre düzenlenmiş olup
takviminde bir yıl 12 aydan meydana gelmekteydi. Bu takvimin her yılı bir hayvana nispet
edilir ve her yıl nispet edildiği hayvanın adını
alırdı. İslamiyeti resmî din kabul eden Karahanlılar, bu takvimi 12. yüzyıla kadar kullanmıştı.
NOT EDELİM
Osmanlılar, diğer İslam devletlerinde olduğu
gibi bütün işlerini hicri takvim üzerinden yürütüyorlardı. Osmanlı Padişahı III. Selim Döneminde M 1709 yılından itibaren mali işleri tanzim
etmek için Rumi takvim kullanılmaya başlandı.
On
ikiİki
hayvanlı
TürkTürk
takviminde
yılları
On
Hayvanlı
Takviminde
Bu dönemde, mali gerekçelerle resmî işlemlerde
simgeleyen
hayvanlar
yılları simgeleyen hayvanlar
hicri tarih bırakılarak Güneş esasına dayalı tarihleme sistemine geçildi. Başlangıç tarihi M 594
olan bu takvimin ilk ayı marttı. Rumi takvim, 1871’de yeniden şekillendirildi ve başlangıç tarihi, miladi
23 Eylül 622 olarak belirlendi.
Grogeryan takvimi olarak da bilinen miladi takvim, günümüzde diğer dünya milletleri ile birlikte
Müslüman ülkelerde de kullanılmaktadır. Bu takvimi ilk kullanan toplum, Mısırlılardır. Sonra Romalılara geçmiştir. İmparator Jül Sezar tarafından MÖ 46 yılında, bu takvimde bazı düzenlemeler gerçekleştirildi. Bu düzenlemelerin bir sonucu olarak takvim başlangıcı MÖ 45 yılı, yeni yılın ilk günü de 1
Ocak olarak benimsendi. 1582’de Papa VIII. Grogeryan tarafından bir kez daha düzenlemeye gidilerek
hata payı en aza indirildi. Batılı toplumlar bu takvimi resmî takvimleri olarak kabul etti. Miladi takvim,
ilk olarak Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde gündeme gelmişti. Takvimdeki kullanım kolaylığı
ve Batılı ülkelerle ilişkileri dikkate alan Türkiye Cumhuriyeti de 26 Kasım 1925 tarihinden itibaren bu
takvimi resmî takvim olarak kullanmaya başladı.
Miladi takvimde Dünya’nın Güneş etrafında bir kez dönüşü, bir yıl olarak kabul edilir. 365 gün 5
saat, 47 dakikadan oluşan miladi yıl da 12 aydır.8
5. İslam Tarihinin Diğer Sosyal Bilimlerle İlişkisi
İnsanlık tarihi üst üste ve itina ile konulmuş
tuğlaların oluşturduğu mükemmel bir binadır. Bugünü iyi anlayabilmek için düne bakmamız, düne
bakabilmemiz için de elimizde geçmişle alakalı
sağlıklı belge ve kaynakların olması gerekir. İslam tarihi yapısı itibari ile toplumları coğrafi,
sosyal, ekonomik, siyasi ve dinî yönden ele alır.
Bu da İslam tarihinin sosyal bilimlerle ilişkisini
zorunlu kılar.
NOT EDELİM
N
İslam tarihi alanında çalışma yapanlar
İs
sağl
sağlıklı değerlendirmelere, doğru sonuçlara
ulaşabilmek için genel tarih, felsefe, sosyoloji, sanat tarihi, antropoloji, arkeoloji,
filoloji, epigrafi, coğrafya ve para bilimi
(nümismatik) gibi sosyal bilimlerin verilerinden faydalanmak durumundadır.
8 Millî Eğitim Bakanlığı, İslam Tarihi 11. Sınıf Ders Kitabı, s.15.
17
İSLAM TARİHİ
Diğer sosyal bilimlerle olan bu etkileşim, İslam tarihini olayları sadece nakleden bir disiplin
olmaktan çıkarıp geçmişi doğru anlayan ve oradan
hareketle geleceğe köprü kuran bir misyona kavuşturur.
BİLGİ KUTUSU
Dinden dönme olayları incelenirken bu eyleme yönelen insanlar ve
yaşadıkları toplumdaki ani değişimler ele alınır. Sosyolojinin verileri kullanılarak
merkezden uzakta olma, alışkanlıkları terk edememe ve toplum önderlerinin etkisinde kalma
gibi sonuçlara ulaşılır.
Örneğin sosyoloji; toplumu, toplumdaki sosyal
grupları, toplumsal yapıda meydana gelen değişmeleri inceleyen bir bilim dalıdır. Bu içeriğiyle sosyoloji, İslam tarihine önemli katkılar sağlar.
Bir bilim dalı olarak filolojiyi ele aldığımızda görürüz ki bir toplumun dili bilinmeden tarihinin bilinmesi
mümkün değildir. Söz gelimi Hz. Peygamber devrini araştıran bir İslam tarihçisi, o dönemin dil ve edebiyatı
hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan sağlıklı bir sonuca ulaşamaz.
İslam tarihinin öncelikli amacı, geçmişte meydana gelen olaylarla ilgili doğru bilgileri ortaya koymak ve bu
bilgileri sağlıklı bir şekilde sonraki nesillere ulaştırmaktır. Aynı kaynaktan beslenmesine rağmen farklı zaman
dilimlerinde aynı konudaki farklı çözümlerin sosyolojik ve psikolojik olarak açıklanabilmesi İslam tarihinin verilerinin doğru bir şekilde yorumlanmasına bağlıdır.9
İslam tarihi, ilahiyatla ilgili bilim dalları ile de karşılıklı ve yoğun bir etkileşim içerisindedir.
Kur’an-ı Kerim İslam tarihinin ilk yazılı kaynağıdır. Onun tefsirinde ihtiyaç duyulan, özellikle ayetlerin nüzul
sebepleri (esbabu’n-nüzul) ile ilgili rivayetlerin birçoğu, İslam tarihine kaynaklık eden eserlerde nakledilmiştir.
Siyer ve meğazi eserlerine kaynaklık eden hadis rivayetleri hem Kur’an’ın anlaşılmasında hem de Hz. Peygamberin örnekliğinin sonraki nesillere aktarılmasında büyük öneme sahiptir.
Mezhepler tarihi ise mezheplerin ortaya çıkışında rol oynayan siyasi, sosyal ve kültürel etkenleri belirlerken
İslam tarihinin verilerine de dayanır. Örneğin Sıffin Vakası boyunca ortaya çıkan olaylar ve bunların arka planları öğrenilmeden Haricilerin ortaya çıkışı anlaşılamaz.
YORUMLAYALIM
Hz.
H
z Peygamber, Hudeybiye’de Müslümanlar adına görüşmelerde bulunmak için ilk önce Hz. Ömer’i
seçmişti.
Fakat Hz. Ömer, “Kureyş’in bana karşı düşmanlığı çoktur, Mekke’de akrabalarımdan, Kureyş’e
çm
karşı beni koruyacak kimse de yoktur.” diye mazeret beyan etti. Bunun üzerine bu iş, Hz. Osman’a teklif
edildi. Hz. Osman akrabasından Eban bin Sait’in himayesi altında Mekke’ye giderek Kureyş’e Resulallahın geliş amacını anlattı. Kureyş, Hz. Osman’ı hapsetti. Etrafta onun öldürüldüğüne dair söylentiler
yayıldı. Resul-i Ekrem bu söylentileri haber alınca bütün arkadaşlarından, İslam davası uğrunda gerekirse canlarını feda etme hususunda kendisine biat etmelerini (söz vermeleri) istedi. Hz. Peygamberin
kadın erkek bütün arkadaşları, sonuna kadar Peygamberimizle birlikte olacaklarına dair söz verdiler. İslam tarihinin çok önemli bir hadisesi olan bu biate “Rıdvan Biati” denir. Kur’an-ı Kerim bu Biat’ten şu
şekilde bahseder: “Andolsun o ağacın altında (Hudeybiye’de) sana biat ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetihle
mükâfatlandırmıştır.” Fetih suresi, 18. ayet.
İmam Şibli, Peygamberimizin Hayatı, s. 342.
Yukarıdaki metni, İslam tarihinin diğer İslami ilimlere kaynaklık etmesi
açısından yorumlayınız.
9 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 16.
18
I. ÜNİTE: İSLAM TARİHİNE GİRİŞ
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A- Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplandırınız.
1. Kamerî-hicri takvimde zamanı bölümlere ayırmada esas kabul edilen ölçüt nedir? Yazınız.
2. İslam tarihinin temel kaynakları nelerdir? Açıklayınız.
3. İslam tarihinin dil bilimi ile ilişkisini açıklayınız.
B- Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi İslam tarihinin ele alıp incelediği konulardan biri değildir?
A) Sosyal hayat
B) Uzak Doğu’da dinler
C) Kültürel hayat
D) Günümüz İslam coğrafyası
E) Dinî hayat
2. İbni İshak’ın İslam tarihi ile ilgili eserinin adı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Kitabü’l-Meğazi
B) Tarihu’l-Umem ve’l-Mülûk
C) Siretü’n-Nebeviyye
D) Kitabü’t-Tabakat
E) Fütuhu’l-Büldan
3. İslam tarihi kaynakları arasında yer alan mahkeme tutanaklarının diğer adı nedir?
A) Ferman
B) Berat
C) Şeriye sicilleri
D) Hüküm
E) Ahitname
4. Aşağıdakilerden hangisi kamerî aylardan biri değildir?
A) Safer
B) Muharrem C) Şevval
D) Cemaziyelevvel
E) Ficar
C- Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri parantez içindeki uygun kelimelerle doldurunuz.
( Hz. Ömer, on iki hayvanlı Türk takvimi, Rumî takvim, Siretü’n-Nebeviyye, İbn Haldun.)
1. İbni Hişam’ın İslam tarihine dair yazdığı eserin adı ...................................................................
2. İslam tarihçiliğinde tenkitçi metodun ilk temsilcisi.................................................................
3. Türkler tarafından icat edilen takvimin adı........................................................................................
4. Hz. Muhammed’in Medine’ye hicreti ....... ...................... döneminde takvim başlangıcı olarak
kabul edilmiştir.
D- Aşağıdaki bilgilerin doğrularını (D), yanlışlarını (Y) ile işaretleyiniz.
1. (….) Rumi takvim, mali konularda duyulan ihtiyaç sebebi ile III. Selim Döneminde kullanılmaya
başlanmıştır.
2. (….) Günümüz İslam tarihi çalışmalarında ağırlıklı olarak eleştirel metot kullanılmaktadır.
3. (….) İslam tarihi kaynaklarını genel bir tasnife tabi tuttuğumuzda karşımıza yazılı, sözlü ve
astrolojik olmak üzere üç grup kaynak çıkar.
4. (….) İslam tarihçiliğinin ilk örneklerini siyer ve meğazi eserleri oluşturur.
19
İSLAM TARİHİ
2. ÜNİTE
İSLAMİYETİN DOĞUŞU
VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1 Bir
Bir
Bi
ir haritadan
hhar
ha
ari
rita
ta
1.
İslam’ın doğduğu Arap Yarımadası’nın konumunu inceleyiniz.
2. Cahiliye kavramının ne anlama geldiğini araştırınız.
3. Medine’ye hicretin nedenlerini araştırınız.
4. Hz. Muhammed’in devlet başkanlarına gönderdiği davet mektuplarından
birini inceleyiniz.
20
II. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
1. İslam’ın Doğduğu Ortam
İslam, Arap Yarımadası’nın Hicaz bölgesinde doğdu. Arap Yarımadası kuzeyden Filistin, Şam ve Irak;
güneyden Hint Okyanusu, doğudan Basra ve Umman körfezleri, batıdan Kızıldeniz ile çevrilidir.
İslam’ın ilk yıllarnda Arap Yarımadası’nın genel görünümü
Arap Yarımadası kendi içinde Hicaz, Yemen, Doğu, Batı, Orta ve Güney Arabistan bölgesi olmak
üzere beş kısma ayrılır. Arabistan’ın kuzeyinde Nüfut, orta kesiminde Dehna ve güneyde Rubû’l-Hâli
çölleri yer alır. Kıyı kesimleri hariç yarımadanın genelinde çöl iklimi hâkimdir. Akarsuları çok azdır.
Yağmurlar ise düzensiz ve yetersizdir. En verimli bölgeler, Bahreyn ve Umman’ın kıyı kesimleri ile
Yemame ve Yemen’dir. Bu bölgelerde yağışlar yeterli ve toprak verimlidir.
Hicaz bölgesi şüphesiz ki İslam’dan önce de çok önemliydi. Mekke bu bölgenin dinî ve ticari
merkezi olup Kureyş’in hâkimiyetindeydi. Diğer şehirleri ise Medine ve Taif’ti. Medine’de Yahudi
kabileleri yaşıyordu. Arap kabilelerinden Evs ve Hazreç sonradan gelip yerleşmişti. Taif ise Sakif
kabilesinin yurduydu.
İslamiyetin doğduğu yıllarda Arap Yarımadası’na komşu iki büyük devlet bulunmaktaydı. Bunlar,
Bizans ve Sasanî imparatorluklarıydı. Bölgedeki küçük devletler bu iki devletin kontrolündeydi. Mesela Suriye’deki Gassaniler Bizans’a; Irak’taki Hireliler ise İran’a bağımlıydı. Yine Mısır, o zamanlar
Bizans’ın bir eyaleti konumundaydı. Yemen, sıkça el değiştiriyordu. Habeşistan ise bağımsızdı.
Arabistan’da kabilecilik hâkim olduğu için
merkezî bir yönetim yoktu. Aile ve kabileye çok
önem verilirdi. Sosyal yapının temeli olan kabileyi yaşlı yönetici (şeyh) veya emir yönetirdi. Bu
yöneticiler, seçimle gelir ve yönetimde istişareye
önem verirlerdi. Kabilecilikte soy bağı önemsenirdi. Haklı veya haksız olmaları gözetilmeksizin kişi, ailesini ve kabilesini desteklemek zorundaydı. Kabilelerde hürler, mevali ve köleler
vardı.1
Göçebe bedevi Araplar
1 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s. 25.
21
İSLAM TARİHİ
İslam öncesi cahiliye Arapları, bedevi (göçebe) ve hadari (yerleşik) olmak üzere iki kısma ayrılırdı.
Bedeviler hayvancılık, avcılık ve ticaretle geçinir; göçebe hayatı yaşardı. Hadariler köy, kasaba ve
şehirlerde yaşar; tarım ve ticaretle geçinirlerdi.
Bazı Arap kabileleri, aralarında siyasi bir birlik oluşturarak şehir devletleri kurmuşlardı. Bu şehir
devletlerinden biri olan Mekke, düzenli bir teşkilata sahipti. Yönetimde zengin ve güçlü aileler etkiliydi. İdari görevler ise kabileler arasında paylaşılmıştı. Kabileler ve şehirle ilgili bütün sorunların görüşüldüğü, kararların alındığı bir meclis vardı.
Çölde yaşayan kabileler arasında otlaklar ve su kaynakları yüzünden sürekli savaşlar olurdu. Kan
davaları ve cinayetler eksik olmazdı. Nadir de olsa haram aylarda da savaş olurdu. Bu aylarda yapılan
savaşa, kötü anlamına gelen “Ficar” denirdi.
Sosyal hayatta genellikle kadına değer verilmezdi. Erkek çocuklarla övünülürdü. Erkeklere
miras verilirken kadınlar bu haktan mahrum bırakılırdı. Bazı kabileler kız çocuklarını uğursuz
kabul eder ve onları diri diri toprağa gömerlerdi. Kur’an-ı Kerim bu konuyu, “Onlardan
biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile
dolarak yüzü simsiyah kesilir! Kendisine
verilen kötü müjde (!) yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu, aşağılanmış olarak yanında
tutacak mı yoksa toprağa mı gömecek? Bak,
ne kötü hüküm veriyorlar!”2 şeklinde ifade
ederek kınamaktadır.
YORUMLAYALIM
“Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaTekvîr suresi, 8-9. ayetler.
man.”
“Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da sizi de biz rızıklandırırız.
Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.”
İsrâ suresi, 31. ayet.
“ Kim üç kız çocuğunu güzelce bakar, iyi bir terbiye ile yetiştirip evlendirirse ve ona
ihsanda bulunursa cennet ona hak olur.”
Ebu Davut, Sünen, Edeb, 4481.
Yukarıdaki ayet ve hadis meallerini okuyarak İslam’ın kız çocuklarına bakışını yorumlayınız.
Arap Yarımadası’nda düzenlenen panayırlar en büyük gelir kaynaklarından biriydi. Bu panayırlarda
ticaretin yanı sıra edebî ve kültürel faaliyetlere de yer verilirdi. Bunlar arasında şiir ve hitabet sanatı da
bulunuyordu. Düzenlenen şiir yarışmalarında dereceye giren eserler Kâbe’nin duvarlarına asılırdı.
2 Nahl suresi, 58-59. ayetler.
22
II. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
Arap Yarımadası’nda İslam’dan önce çeşitli dinlere mensup insanlar yaşıyordu. Medine’de Yahudiler, kuzeyde Hristiyanlar, Bahreyn ve Yemen’de Mecusiler bulunuyordu. Ayrıca yarımadada Sabiiler
ve güneşe tapanlar da vardı. Bu dönemde Mekke başta olmak üzere Arabistan’da putperestlik çok yaygındı. Putperestler, Allah’a inanmakla birlikte putlara da tapıyorlardı.
Bu batıl inançları Kur’an, “Dikkat et, halis din yalnız
Allah’ındır. Onu bırakıp kendilerine bir takım dostlar
edinenler, onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar
diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.
Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola
iletmez.”3 şeklinde tenkit etmiştir. Müşrikler Kâbe’yi putlarla doldurmuşlardı. Her kabilenin Kâbe’de kendilerine
ait bir putu vardı. Ayrıca evlerde de putlar bulunurdu.
Müşrikler Kâbe’de ıslık ve alkışla ibadet yaparlardı. Yüce
Allah onların bu durumunu Kur’anda şöyle ifade eder:
“Onların Beytullah yanındaki duaları da ıslık çalmak
ve el çırpmaktan başka bir şey değildir. (Ey kâfirler!)
İnkâr etmekte olduğunuz şeylerden ötürü şimdi azabı
tadın!”4
Kâbe’nin eski görünümü
Müşrikler ahirete inanmıyorlardı. Kur’an-ı Kerim bu duruma, “Dediler ki: Hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helâk eder. Bu hususta onların hiçbir
bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna göre hüküm veriyorlar.”5 ayetiyle değinmiştir.
Mekke’de Allah’ın birliğine inanan, putlara tapmayan ve cahiliye adetlerinden uzak duran Hanifler
de vardı. Bunlar, Hz. İbrahim’in dini üzere yaşıyorlardı. Kuss bin Saide, Varaka bin Nevfel ve Ubeydullah bin Cahş bu Haniflerdendi.6
2. Hz. Muhammed’in Peygamber Oluşu ve İslam’ın Mekke Dönemi
Hz. Muhammed, 20 Nisan 571 tarihinde
Mekke’de doğdu. Babasının adı Abdullah,
annesinin adı ise Âmine’ dir. Babası Abdullah, doğumundan kısa bir süre önce vefat
etmişti. Torununa Muhammed adını veren
dedesi Abdülmuttalip, onun bakımını da
üstlendi.
Hz. Muhammed, dört yaşına kadar Halime
adında bir sütanneye verildi. Dört yaşından
altı yaşına kadar öz annesinin, altı yaşından
sekiz yaşına kadar da dedesinin yanında kaldı. Dedesinin vefatı üzerine amcası Ebu Talip
onu himayesine aldı.
Peygamberimizin doğduğu evin yerine inşa edilen ve bugün
Mekke Kütüphanesi olarak kullanılan yapı
3 Zümer suresi, 3. ayet.
4 Enfâl suresi, 35. ayet.
5 Casiye suresi, 24. ayet.
6 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 16, s. 33- 38.
23
İSLAM TARİHİ
Hz. Muhammed, kırk yaşlarına doğru yaşadığı toplumun kötülüklerinden uzak kalmak için yalnızlığı tercih etmeye başladı. Ramazan ayı gelince Mekke yakınlarında bulunan Nur Dağı’ndaki Hira
Mağarası’na giderek inzivaya çekilirdi. Orada ibadet eder ve tefekküre dalardı. Hz. Peygamberin bu
arınma, ibadet ve tefekkür hâli kırk yaşına kadar devam etti. Bu süreçte gördüğü bazı rüyalar aynen
çıkıyordu. Bu durum peygamberliğe bir hazırlıktı.
Vahyin gelişine kadar bu tür rüyalar devam etti.7
NOT EDELİM
Miladi 610 yılı ramazan ayında ve Kadir
Vahiy: Kelime olarak “gizli konuşmak,
Gecesi’nde Hz. Muhammed Hira Mağarası’nda inseslenmek, emretmek” gibi manalara
ziva hâlinde iken Cebrail isimli vahiy meleği ona
gelir.
“Oku!” diye hitap etti. Hz. Muhammed, “Ben okuDinî terim olarak vahiy, Allah’ın, peyma bilmem.” cevabını verdi. Melek, tekrar “Oku!”
gamberlere mesajlarını ulaştırma yollarıdiye seslendi. Hz. Muhammed ise yine “Ben okuma
nı ifade eder.
bilmem.” dedi. Cebrail üçüncü kez Peygamberimize
“Oku!” deyince Hz. Muhammed, “Ne okuyayım.”
diye cevap verdi. Bunun üzerine Cebrail “Alak” suresinin ilk beş ayetini okudu: “Yaratan Rabb’inin
adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabb’in nihayetsiz kerem sahibidir. Ki o,
kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini o öğretti.”8
Hz. Peygamber, vahye muhatap olunca çok heyecanlandı. Eve gelince eşi Hz. Hatice’ye “Beni
örtün, beni örtün.” diyerek uykuya daldı. Uyanınca yaşadıklarını Hz. Hatice’ye anlattı. Hz. Hatice
onu teselli etti. Sonra birlikte Varaka bin Nevfel’e
gidip durumu anlattılar. Bilge bir kişi olan Varaka,
bunun bir peygamberlik işareti olduğunu söyledi.
Hz. Muhammed’e gelen bu ilk vahiyden sonra bir
müddet vahiy gelmedi. Bu döneme “Fetretü’lVahiy” denir. Müddesir suresinin ilk beş ayetinin
inmeye başlamasıyla bu dönem sona ermiştir.
İslam’ı ilk kabul eden Hz. Hatice olmuştur. Ardından Hz. Ali, ondan sonra Hz. Zeyd Müslüman
oldu. Müslümanların dördüncüsü Hz. Ebu Bekir
olmuştur. Bunlara “İlk Müslümanlar” denir.
LİSTELEYELİM
“Hiç korkma!... Allah seni asla kötülük
içine atmaz. Allah sana mutlaka iyilikle
muamele edecektir. Çünkü sen yakınlarına
yardım ediyor, ailene bakıyor, hayatını dürüstlükle kazanıyor, diğer insanların doğruluktan
ayrılmamalarını sağlıyor, yetimlere sığınacak bir
yer temin ediyorsun. Sözünde doğru, emanete ihanet etmeyen, hiçbir dayanağı olmayanların yardımcısı, muhtaçlara iyilik için koşan ve herkes ile iyi
geçinip nezaketle muamele eden bir kimsesin.”
Buhari, Bedü’l-Vahiy, 3; Müslim, İman, 252.
Yukarıdaki metinde Hz. Hatice, Peygamberimizin hangi özelliklerini ifade etmiştir? Listeleyiniz.
Hz. Muhammed, üç yıl süren gizli davet döneminden sonra gelen, “Şimdi sen, sana ne emredilmişse onu açıkça onlara söyle. Müşriklere aldırma.”9 ve “ En yakın akrabanı uyar.”10 ayetleri
nazil olunca açıktan davete başladı.
İslam’ın Mekke’de her geçen gün hızla yayılması ve putlar hakkında, “Siz ve Allah’tan başka
taptıklarınız, cehennemin yakıtısınız; oraya gireceksiniz. Eğer onlar ilah olsalardı oraya girmeyeceklerdi. Hepsi orada temelli kalacaktır.”11 ayetinin inmesi Mekkeli müşrikleri endişelendirip kızdırdı. Bunun üzerine Ebu Talip’e gidip onu tehdit ettiler. Sonuç alamayınca Hz. Peygambere İslam’dan
vazgeçmesi ve putlara dokunmaması karşılığında liderlik, servet ve benzeri tekliflerde bulundular.
7 Ali Himmet Berki - Osman Keskioğlu, Hatemü’l-Enbiyâ Hz. Muhammed, s. 57.
8 Alak suresi, 1-5. ayetler.
9 Hicr suresi, 94. ayet.
10 Şuarâ suresi, 214. ayet.
11 Enbiyâ suresi, 98- 99. ayetler.
24
II. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
YORUMLAYALIM
Hz. Peygamber, müşriklerin tehdit ve tekliflerine karşı şu cevabı vermiştir: “Amcacığım!
Canımı
elinde tutan Allah’a yemin ederim ki şu ilahî tebliğ vazifemi terk edeyim diye güneşi
C
sağ elime, ayı da sol elime verip bana bağışlasalar, sen bile beni terk edip bırakmış olsan,
onların bu dediklerini yapmam...”
Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s. 101.
Yukarıdaki metin Peygamberimizin İslam’ı tebliğdeki hangi yönünü ortaya koyuyor?
Yorumlayınız.
Teklifleri reddedilen müşrikler, Hz. Peygambere karşı tutumlarını sertleştirdiler. Diğer taraftan
Bilal-i Habeşi ve Yasir ailesi gibi zayıf ve kimsesiz Müslümanlardan başlayarak onlara zulüm ve
işkence uyguladılar. Böylece müslüman olmak isteyenlerin gözünü korkutmayı amaçlıyorlardı.
Kureyşli müşrikler birtakım dinî, ekonomik, siyasi ve sosyal gerekçelerle İslam’ı kabul etmek
istemiyorlardı. Onlar, Allah’a inandıklarını söylemekle birlikte aracı olarak kabul ettikleri putlara tapıyorlardı. Allah’ın tek ve bir oluşuna inanmak, onların mantığına ters geliyordu. Ahirete inanmayan
müşrikler, yaptıkları kötülüklere karşılık putlara bir kurban keserek affolunduklarına inanıyorlardı.
Müslüman oldukları takdirde bu davranışlarını sürdüremeyeceklerini düşünüyorlardı.
Putlarla dolu olan Kâbe, müşrikler için bir kazanç kapısıydı. İslam’ın Mekke’de hâkim olması
durumunda çevre kabilelerle olan ilişkilerinin bozulacağına inanıyor, Kureyş’in saygınlığı ve üstünlüğünün zarar göreceğini düşünüyorlardı.
Mekke’de yönetim zengin ve güçlü kişilerin elindeydi. Kölelik ve köle ticareti yaygındı. İslam ise
köleliğe karşı çıkarak tüm insanların doğuştan hür olduğunu kabul ediyordu. Bu durum müşriklere
göre toplumsal yapının bozulmasıydı. Mekkeli müşrikler, köle ile efendiyi eşit saydığı için Peygamberimize tepki gösterdiler.
Bir başka sebep ise Cahiliye Döneminden kalan Emevi-Haşimi rekabetiydi. Mekke yönetiminde
bulunan Ümeyyeoğulları, bir Haşimi olan Hz. Muhammed’e tabi olmak istemiyorlardı. Kureyş kabilesi içindeki Haşimiler ve Ümeyyeoğulları rekabeti birçok insanın Müslüman olmasına mani oldu.12
Mekkeli müşriklere göre peygamberlik Hz. Muhammed’e değil, Velit bin Muğire ile Ebu Mesut gibi zengin, güçlü ve soylu kişilere gelmeliydi. Onların bu düşüncelerine Allah,“Ve yine şöyle
derler: “Bu Kur’an, neden iki şehrin ileri gelenlerine inmiş değil? Rabb’inin rahmetini yoksa
onlar mı bölüştürüyorlar?”13 şeklinde cevap vermiştir.
Mekke’de Müslümanlara yönelik eziyet ve işkenceler hat safhaya ulaşmıştı. Bazı Müslümanlar,
yakınları tarafından evlerine hapsediliyordu. Kimsesiz bazı Müslümanlar da sıcak çöl kumları üzerinde işkenceye tabi tutuluyorlardı. Sümeyye ve eşi Yasir gibi kimi Müslümanlar da işkencelerle
şehit edilmişlerdir.
12 Nuri Ünlü, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, s. 40.
13 Zuhruf suresi, 31-32. ayetler.
25
İSLAM TARİHİ
Bu durumu gören Hz. Peygamber, “Habeş
ülkesine gidebilirsiniz. Zira orada kimseye
zulmetmeyen bir hükümdar var. Orası doğruluk ve hakikat yurdudur. Allah bir kolaylık verene kadar orada kalın.”14 dedi. Bunun
üzerine 615 yılında dördü kadın on biri erkek
olmak üzere onbeş kişiden oluşan ilk kafile
Habeşistan’a hicret etti. Bu ilk kafile, Habeş
Necaşisi Ashame tarafından güzel karşılandı.
Müslümanlar orada dinlerini rahatça yaşıyorlardı. İlk hicretten bir yıl sonra 616 yılında seksen iki erkek, on sekiz kadından oluşan ikinci
kafile Peygamberimizin amcasının oğlu Cafer
bin Ebu Talip’in başkanlığında Habeşistan’a
hicret etti. Necaşi, muhacir Müslümanları Mekkeli müşriklere iade etmeyip onları himaye etti.
Onlara her türlü kolaylığı sağladı.
Habeşistan’ a hicretin temsilî resmi
Peygamberliğin altıncı yılında Hamza ve
Ömer’in Müslüman olmaları, Hz. Peygamber
ve Müslümanları çok sevindirmişti. Çünkü onlar
güçlü ve itibar sahibi kişilerdi. Özellikle Hz. Peygamberi öldürmeyi hedefleyen Ömer’in Müslüman olması müşrikleri şaşkına çevirmişti. Bunun
sonucunda Müslümanlar güç kazanmış ve çekinmeden Kâbe’de ibadet etmeye başlamışlardı.
NOT EDELİM
N
Necaşi’nin Müslümanlara gösterdiği ilgiyi ve yaptığı iyilikleri
unutmayan Peygamberimiz, onun
vefat haberini aldığı zaman, “Kardeşiniz
Necaşi vefat etmiştir. Kalkın, cenaze
namazını kılalım.” diyerek gıyabında cenaze namazı kılmış ve ona dua etmiştir.
Kureyş’in önde gelenleri, Ebu Cehil’in başkanlığında toplanarak Müslümanlara yönelik
Tirmizi, Cenaiz, 960.
boykot kararı aldılar. Boykot şu hususları içermekteydi:
Müslümanlar ve onlara destek verenlerle kimse konuşmayacak,
Onlarla bir arada oturulmayacak ve onlara hiçbir konuda yardım edilmeyecek,
Onlara kız verilmeyecek ve onlardan kız alınmayacak,
Onlarla ticaret yapılmayacak, başkalarıyla da alışveriş yapmalarına müsaade edilmeyecek,
Müslümanlar, Ebu Talip Mahallesi dışına çıkarılmayacak ve onların evlerine gidilmeyecek,
Hz. Muhammed, öldürülmek üzere kendilerine teslim edilinceye kadar Müslümanlarla barış anlaşması yapılmayacaktır.15
Müslümanlar ve onları destekleyen akrabalar Ebu Talip Mahallesi’ne zorunlu olarak taşındılar. Bu
boykot üç yıl kadar sürdü. Bu süre içinde Müslümanlar büyük sıkıntı çektiler.
Boykottan rahatsız olan vicdan sahibi bazı müşrikler, bu zulme son vermenin yollarını arıyorlardı.
Hişam bin Amr ve dört arkadaşı boykotu kaldırmak için harekete geçip artık bu zulme ortak olmayacaklarını ilan ettiler. Böylece muhasara kalkmış oldu.16
14 İbn Hişam, Siret Tercümesi, C 1, s. 434.
15 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s. 113- 114.
16 Hayati Ülkü, İslam Tarihi, s. 93.
26
II. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
BİLGİ KUTUSU
Habeşistan’a giden bazı Müslümanlar, Kureyş’in Müslümanlara yönelik boykotu bitirmesinden
sonra (M 620) Mekke’ye geri döndüler. Bir grup muhacir de hicretten sonra Medine’ye döndü.
Habeş ülkesinde kalan son grup ise hicretten yedi yıl sonra Hayber’in Fethi esnasında Hz. Cafer’in
başkanlığında Medine’ye dönmüştür.
Ali Himmet Berki - Osman Keskioğlu, Hatemü’l-Enbiyâ Hz. Muhammed ve Hayatı, s. 345.
Peygamberliğin onuncu yılı 620 yılında muhasaradan bir müddet sonra Peygamberimizin amcası
Ebu Talip, ondan kısa bir süre sonra da Hz. Hatice vefat etti. Peygamberimiz her ikisinin de vefatına
çok üzüldü. Bu yıla “Hüzün Yılı” adı verildi.17 Ebu Talip’in vefatı üzerine Peygamberimizi himaye
edecek kimse kalmayınca müşrikler ona karşı
saldırganlıklarını arttırdılar. Bunun üzerine Hz.
NOT EDELİM
N
Muhammed, İslam’ı Mekke dışına da yaymak
Allah, Cebrail aracılığıyla Hz. Muve destek bulmak amacıyla Taif’e gitmeye kahammed’i bir gece kendisine bazı ayetrar verdi.
ler göstermek ve lütuflarda bulunmak
Peygamberimiz, 620 yılında evlatlığı Zeyd
için Mekke’deki Mescid-i Haram’dan alıp
bin Harise’yi de yanına alarak Taif’e gitti.
Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürdü. Bu olaTaif’in liderleriyle görüşerek onlara İslam’ı
ya dinî terim olarak isrâ denir.
anlattı. Ancak onlar Peygamberin davetini redMiraç ise yükselmek ve yükselme aracı anlamına gelir. Dinî bir terim olarak miraç, Hz.
Muhammed’in isrâ olayından sonra mucizevi
bir şekilde yüce Allah ile muhatap olması demektir.
dettiler. Onunla alay ederek onu taşlamaları
için köleleri ve çocukları kışkırttılar. Ayakları
kanlar içinde kalan Hz. Peygamber ve Zeyd
güçlükle oradan uzaklaştı. Bir bağa sığındılar.
Burada Addas adındaki bir köle onlara üzüm
ikram etti. Addas daha sonra Müslüman oldu.
Hz. Peygamber, Mutim bin Adiyy adındaki
bir Mekkelinin himayesiyle tekrar Mekke’ye
dönebildi.18
Kur’an-ı Kerim’de isrâ şöyle ifade edilir:
“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir
kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek
kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah,
noksan sıfatlardan münezzehtir; o gerçekten işitendir, görendir.”
Allah, peygamberliğin 11. yılında (M 621)
Hz. Muhammed’e, İsrâ ve Miraç mucizeleri
ile ilahî lütuf ve ihsanlarda bulundu.
İsrâ suresi, 1. ayet.
İsrâ Olayı’nın gerçekleştiği Kudüs şehri
17 Mustafa Asım Köksal, İslam Tarihi, C 1, s. 333.
18 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s. 117- 118.
27
İSLAM TARİHİ
Peygamberimiz, bir yandan İslam’ı Mekkelilere tebliğ ederken öte yandan hac mevsiminde dışarıdan gelenlere de anlatıyordu. Hz. Peygamber, 620 yılında hac için Mekke’ye gelen Hazreç kabilesinden
Medineli altı kişiyle Akabe’de görüştü ve onlara İslam’ı anlattı. Onlar da İslam’ı kabul ettiler ve bir
yıl sonra aynı yerde buluşmak üzere sözleştiler. Medine’ye döndükleri zaman Hz. Muhammed’i ve
İslam’ı anlattılar.
Ertesi yıl, Medine’den hac kafileleriyle birlikte gelen Evs ve Hazreç kabilelerinden toplam on iki
Müslüman yine Akabe mevkiinde Hz. Peygamberle gizlice buluştu. Burada Hz. Peygamberle bir sözleşme yaptılar. 621 yılında yapılan bu sözleşmeye göre orada bulunanlar, “Allah’a şirk koşmayacaklarına, hırsızlık ve zina yapmayacaklarına, çocuklarını öldürmeyeceklerine, kimseye iftira etmeyeceklerine, Allah’a ve Resulüne itaatten ayrılmayacaklarına”19 dair söz verdiler. Bu sözleşmeye İslam tarihinde
Birinci Akabe Sözleşmesi (Biati) denilmiştir.
Hz. Muhammed, bu sözleşme sonrasında Mus’ab bin Umeyr’i İslam’ı anlatmak üzere Medine’ye
gönderdi. Mus’ab’ın çalışmaları sayesinde bir yılda Medine’de Evs ve Hazreç kabilelerinin tamamına
yakını Müslüman oldu. Hz. Peygamber, durumu haber alınca çok sevindi.
622 yılının hac mevsiminde Medine’den Mekke’ye çok kalabalık bir grup geldi. Aralarında ikisi
kadın, yetmiş beş Müslüman da bulunmaktaydı. Akabe’de Peygamberimizle görüşen Müslümanların başında Mus’ab bin Umeyr vardı. Peygamberimiz, “kadınlarını ve çocuklarını korudukları gibi
kendisini de koruyacaklarına, iyi ve kötü günlerde kendisine itaat edeceklerine, bollukta ve darlıkta
mali yardımda bulunacaklarına, iyiliği emredip
kötülüğe engel olacaklarına”20 dair MedinelilerNOT EDELİM
N
den söz istedi. Onlar da Allah’ın Resulüne her
Akabe Sözleşmeleriyle birlikte
şartta kendisini koruyacaklarına dair söz verdiler
İslam dini Medine’de yayıldı.
ve onu Medine’ye davet ettiler. Bu sözleşmeye
Medine’de bulunan Evs ve Hazreç
de İkinci Akabe Sözleşmesi denir.
kabilelerinin tamamına yakını Müslüman
Peygamberimizin isteği üzerine Medineliler
oldu. Aralarındaki kin ve düşmanlık sona
on iki temsilci seçtiler. Bu temsilciler aracılığıyla
erdi. Müslümanların Mekke dışında
Hz. Peygamberle güvenli bir şekilde irtibat kurusığınacakları yeni bir yurtları oldu.
lacaktı. Aynı zamanda bu temsilciler Medine’de
Artık Hz. Peygamber ve Müslümanların
insanlara İslam’ı anlatacak, hicret edecek MüsMedine’ye hicret etmeleri için zemin
lümanlar ve Hz. Peygamber için gerekli hazırhazırdı.
lıkları yapacaklardı. Medineli Müslümanlar dikkatleri üzerlerine çekmeden Akabe’den gizlice
ayrıldılar.21
İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve
Evrensel Mesajı, s. 110- 112.
3. Hicret ve İslam’ın Medine Dönemi
Müslümanlar, İkinci Akabe Sözleşmesi’nden sonra Mekke’de dinlerini serbestçe yaşayabilme
imkânlarının kalmaması ve can güvenliklerinin tehlikeye girmesi sebebiyle Peygamberimizin izniyle küçük gruplar hâlinde Medine’ye hicret etmeye başladılar. Mekkeliler için tehlike başlamıştı. Çünkü onlara
göre İslam’ın Medine’de hâkim olması onların ticaret yollarını tehlikeye sokacaktı. Bu durum Mekke’nin
19 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 111-112.
20 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 112.
21 İbn Hişam, Siret Tercümesi, C 2, s. 103- 109.
28
II. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
siyasî ve ekonomik varlığını tehdit edebilirdi.
ÖĞRENELİM
Ayrıca Müslümanlar diğer Araplarla ittifak yaMuhacir: Mekke’den Medine’ye göç
parak Mekke’ye saldırabilirlerdi. Bunun için
eden Müslümanlara denir.
hicreti engellemeye çalıştılar. Hicret için yola
Ensar: Muhacirlere sahip çıkan, onlara
çıkan Müslümanlardan yakaladıklarını hapseyardım eden Medineli Müslümanlara denir.
diyorlar, eşleri birbirinden ayırıyorlar ve malHeyet, Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 149.
larına el koyuyorlardı. Örneğin Ümmü Seleme
kocası ve oğluyla beraber hicret yolundayken
müşrikler tarafından yakalanmış, kocası hapsedilip oğlu da annesinden alınarak uzun süre görüşmeleri engellenmiştir.22
Müşrikler, “Darü’n- Nedve”de bir araya gelerek Peygamberimizin öldürülmesine karar vermişlerdi. Ebu Cehil’in, “Kureyş’in bütün kollarından birer genç seçelim. Bunlar Muhammed’e beraber
hücum etsinler ki kimin darbesi ile öldüğü belli olmasın. Böylece Haşimiler bütün Kureyş kabilelerini
karşılarına alamazlar ve kan davasına kalkışamazlar. Diyete razı olurlar ve bu konu kapanır.” şeklindeki teklifi kabul gördü. Müşrikler bu suikast planı üzerinde ittifak ettiler.
Durumdan haberdar olan Hz. Peygamber, yerine Hz. Ali’yi bırakarak ona, “Bu gece gidiyorum.
Sen benim yatağımda yat. Benim yorganımı üzerine ört ki müşrikler yatakta benim yattığımı
zannetsinler. Hoşlanmadığın bir şey sana isabet etmez. Şu emanetleri sahiplerine teslim et ve
birkaç gün sonra sen de gel.”23 dedi ve Hz. Ebu Bekir ile birlikte gizlice yola çıktı.
Müşrikler, Hz. Peygamberi öldürmeye geldiklerinde yatakta yatanın Hz. Ali olduğunu gördüler.
Hz. Muhammed’in gittiğini anlayan müşrikler, Medine’ye giden bütün yolları tutmaya ve her yerde
onu aramaya başladılar. Ancak tüm aramalara rağmen müşrikler onları bulamadılar ve geri döndüler.
Peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir, Sevr Dağı’nda üç gün üç gece kaldılar. Daha sonra güzergâh değiştirerek sahil yolundan Kuba’ya ulaştılar.
Bir süre orada kalıp Kuba Mescidini inşa ettiler. Hz. Ali, emanetleri sahiplerine verdikten sonra
gelip Kuba’da onlara yetişti. Cuma günü Kuba’dan ayrılarak Medine’ye doğru yola çıktılar ve Ranuna Vadisi’nde ilk cuma namazını kıldılar. Daha sonra Medine’ye hareket eden Hz. Peygamber ve
arkadaşları, Medine’de büyük bir coşkuyla karşılandı.
BİLGİ KUTUSU
Hicretin Önemli Sonuçları:
• 23 yıllık Peygamberliğin “Mekke Devri” bitmiş ve “Medine Devri” başlamıştır.
• Hicret sayesinde Müslümanlar Mekkelilerin baskı ve zulümlerinden kurtulmuşlardır.
• Hicretten sonra, İslam hızlı bir yayılma dönemine girmiş ve birçok kabile Müslüman
olmuştur.
• Hicret sonrasında Müslümanların yurdu Medine olmuştur. Orada ehl-i kitap ile beraber
barış içinde yaşamaya başlamışlardır.
Hayati Ülkü, İslam Tarihi, s. 113.
22 İbn Hişam, Siret Tercümesi, C 2, s. 129.
23 İbn Hişam, Siret Tercümesi, C 2, s. 147.
29
İSLAM TARİHİ
3.1. Medine Şehir Devleti’nin Kurulması
Hz. Muhammed, Medine’ye hicret ettiğinde orada
Araplardan Evs ve Hazreç, Yahudilerden de Kaynuka,
Kurayza ve Nadir kabileleri yaşamaktaydı. Hem Evs
ve Hazreç arasında hem de Araplarla Yahudiler arasında rekabet ve çatışma vardı.
Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra
şehrin huzur ve güvenliğini sağlamak için çeşitli faaliyetlerde bulundu. İlk icraat olarak Mescid-i Nebevi’yi
inşa etti. O günün ihtiyaçları gereği Peygamber mescidinin birçok fonksiyonu vardı. Burada ibadet, eğitimöğretim ve istişareler yapılırdı. Askerî işler görüşülür, elçiler kabul edilirdi. Ayrıca bağışlar ve vergilerr
burada toplanır ve dağıtılırdı. Esirler burada tutulur
ve yaralılar mescitte tedavi edilirdi. Fakir kimseler
için mescidin yanında suffe adı verilen bölümler yapıldı. Burada eğitim-öğretim yapılıyor, aynı zamanda burası bir nevi yurt gibi kullanılıyordu.24
Peygamberimiz daha sonra ensar ile muhaciri
birbirlerine kardeş ilan etti. Böylece hem muhacirlerin sıkıntıları azaldı hem de din kardeşliği pekişmiş
oldu. Bu kardeşlik aynı zamanda kabilecilik anlayışına son verdi. Bu yolla Hz. Muhammed, Medine’de
yeni bir toplum oluşturmak istiyordu.
Hz. Peygamber, Müslümanların ve gayrimüslimlerin sayısal güçlerini ve konumlarını öğrenmek için
nüfus sayımı yaptırdı. Bundan sonraki siyasi, sosyal,
ekonomik ve askerî işler bu nüfus sayımı esas alınarak düzenlendi.
DEĞERLENDİRELİM
Medine Sözleşmesi’nden bazı madl
deler:
1. Madde: Bu sözleşme; Allah’ın Resulü Muhammed tarafından, Kureyşli
ve Medineli Müslümanlarla onlara tabi
olup savunmaya katılanlar(Yahudiler)
için tanzim edilmiştir.
23. Madde: Üzerinde ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey olursa konu Allah’a
ve Hz. Muhammed’e götürülecektir.
25. Madde: Yahudiler, müminlerle birlikte tek bir toplumu oluşturmaktadır. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin
dinleri de kendilerinedir.
Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi,
C 1, s. 206- 210.
Hz. Muhammed, Medinede bulunan Müslüman,
Medine Sözleşmesi’nin tam metnini araştırınız. Maddelerini sınıfınızda
Yahudi ve müşrik tüm kabilelerin katıldığı bir sözleşme imzaladı. Bu sözleşme esas alınarak kurulan
tartışarak değerlendiriniz
Medine Şehir Devleti, anayasası olan çok kültürlü
bir yapıya sahipti. Buna göre Yahudiler iç işlerinde
özerk olup Medine’nin savunması gibi konularda sözleşme esaslarına uyacaklardı. Farklı din mensupları
için de din ve vicdan hürriyeti vardı. Bu sözleşme sayesinde toplumda barış, huzur ve güven ortamı sağlanmış oldu. İslam tarihinde bu sözleşmeye ”Medine Sözleşmesi” veya “Medine Vesikası” denir.
3.2. Siyasi-Askerî Gelişmeler
Müslümanlar Mekke’de zorlu bir hayat yaşadıktan sonra Medine’de siyasî ve askerî yönden güçlü
bir konuma geldiler. Bu dönemde Müslümanlar, sosyal ve dinî yönden birbirinden farklı üç toplumsal grupla siyasi ve askerî ilişki kurdular. Bunlar Mekkeli müşrikler, Yahudiler ve Hristiyanlar’dır.
24 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 134- 137.
30
II. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
Bedir Savaşı
(624)
MÜŞRİKLERLE İLİŞKİLER
Uhut Savaşı
Hendek
Hudeybiye
Mekke’nin
(625)
Savaşı
Barış AntlaşFethi
(630)
(627)
ması
(628)
HuneynEvtas savaşları ve Taif
Kuşatması
(630)
3.2.1. Müşriklerle İlişkiler
Medine’de Müslümanların güç hâline gelmesinden rahatsızlık duyan Mekkeli müşrikler düşmanlıklarını devam ettirdiler. Çünkü onlar Medine’de yayılan İslam’ın bir süre sonra Mekke’deki sosyal,
iktisadi ve dinî yapıyı etkileyeceğinin farkındaydılar. Müslümanlar ise artık müşriklere karşı kendilerini
koruyabilecek bir konuma gelmişlerdi.
Mekke Döneminde Müslümanlar, müşriklerin eziyet ve işkencelerine karşılık vermedi. Hz. Peygamber ve arkadaşları uğradıkları hakaret ve kötü davranışlara sabırla karşı koydular. Çünkü müşriklere karşı koyacak bir güce sahip değildiler. Daha sonra Medine’de devlet kuran Müslümanlar, siyasi ve
askerî bir güç hâline geldi. Dolayısıyla Allah, Medine Döneminde savaşa izin verdi.
Her zaman barıştan yana olan Peygamberimiz, müşriklerin aynı düşüncede olmadıklarını, Müslümanları yok etme kararlılığında olduklarını biliyordu. Bundan dolayı onların hareketlerini kontrol
altında tutmak, Medine’yi muhtemel bir saldırıdan korumak için Medine’ye yakın bazı stratejik noktalara seriyye ve gazveler düzenledi. Bedir Savaşı’ndan önce dört tane seriyye düzenlendi. Abdullah
bin Cahş komutanlığında gerçekleştirilen Batnı
Nahle Seriyyesi dışındakilerde herhangi bir
çarpışma meydana gelmedi.
Bedir Savaşı (624): Müslümanlar ile
Mekkeli müşrikler arasındaki ilk savaştır. Bedir, Medine’nin 160 km kadar güneybatısında ve Kızıldeniz sahiline 30 km uzaklıktadır.
Medine-Mekke yolunun Suriye kervan yoluyla birleştiği yerde bulunmaktadır. Hicretin
2. yılında müşrikler büyük bir kervanı Ebu
Süfyan’ın yönetiminde Suriye’ye gönderdi.
Peygamberimiz bu durumu öğrendiğinde kervanı takip etmeye karar vererek yaklaşık üç
yüz Müslümandan oluşan askerî birlikle hareket etti. Durumdan haberdar olan Ebu Süfyan,
güzergâhını değiştirerek Kızıldeniz sahili boyunca yol alarak Mekke’ye ulaştı.
Müslümanlar, müşriklerden önce Bedir
kuyularına ulaştılar. Savaş başlamadan önce
Peygamberimiz barış elçisi olarak Hz. Ömer’i
müşriklere gönderdi. Müşriklerin barışa yanaşmaması sebebiyle savaş kaçınılmaz oldu.
Bedir Savaşı’nın temsilî resmi
31
İSLAM TARİHİ
Arap âdeti gereğince savaş, teke tek vuruşma (mübareze) şeklinde başladı. İleri çıkan üç müşrik, Müslüman üç savaşçı tarafından etkisiz hâle getirildi. Daha sonra iki taraf arasında meydan savaşı başladı. Müslümanlar çok iyi çarpıştılar ve ikindiye doğru büyük bir zafer kazandılar. Savaş sonunda, Ebu Cehil’in de
aralarında olduğu yetmiş civarında müşrik öldü ve bir o kadar müşrik de Müslümanlar tarafından esir alındı. Müslümanlardan ise on dört kişi şehit oldu.25
YORUMLAYALIM
Savaşta alınan esirler hakkında arkadaşlarıyla
Bedir Savaşı’nın Müslümanlar açısınistişare eden Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir’in
görüşünü benimsedi. Buna göre esir müşrikler,
ddan önemini yorumlayınız.
fidye karşılığı serbest bırakılacaktı. Parası olmayan kişiler ise on Müslüman’a okuma-yazma
öğretme karşılığında özgürlüklerine kavuşacaklardı. Diğerleri ise karşılıksız serbest bırakılacaktı.
Bu zafer, Müslümanların kendilerine olan özgüveninin artmasına, güçlerinin ve etkilerinin Arap
Yarımadası’nın dışına yayılmasına sebep oldu. Bedir zaferinin sonuçlarından biri de Uhut Savaşı’dır.
Mekkeliler mağlubiyet haberini öğrenince çok üzüldüler. Müşrikler savaşta ölen Ebu Cehil’in yerine
Ebu Süfyan’ı başkanlığa getirerek bu savaşın intikamını alacaklarına yemin ettiler.26
Uhut Savaşı (625): Bedir Savaşı’ndan on üç ay sonra, Yahudilerden bir grubun da kışkırtması ile müşrikler üç bin kişilik bir orduyla Medine’ye
doğru hareket etti. Bu durumu Hz.
Muhammed’e, Mekke’de bulunan amcası
Abbas bir mektupla bildirdi. Bunun üzerine
Allah’ın Elçisi sahabeleri toplayarak onlarla
istişarede bulundu. Hz. Peygamberin fikri,
savunma savaşı yapmak yönündeydi. Fakat
genç Müslümanlar ve Hz. Hamza hücuma
dayalı bir savaş yapılmasını istediler. Bu
görüşe uyan Peygamberimiz Müslüman askerlerle birlikte Uhut Dağı’na doğru hareket
etti. Müslümanların sayısı bin civarındaydı. Fakat münafıkların lideri Abdullah bin
Ubey, Hz. Muhammed’in gençlerin görüşüne uyduğunu bahane ederek kendisine bağlı
birliklerle ordudan ayrıldı. Müslümanların
sayısı böylece yedi yüze düştü.
Uhut, Medine’nin kuzeyinde olup
Medine’ye yaklaşık bir saatlik mesafede
bulunuyordu. 6 Ocak 625 tarihinde Hz.
Muhammed savaş stratejisi gereği arkasını
Uhut’a vererek Medine’ye karşı saf tuttu.27
Hz. Peygamber, sancaktarlığa Mus’ab bin
Umeyr’i, zırh kuşanan askerlerinin başına Zübeyr bin Avvam’ı, diğer askerlerin
başına da Hz. Hamza’yı getirdi. Düşman
Uhut Savaşı’nın temsilî resmi
25 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s. 224.
26 İbrahim Sarıçam, İlk Dönem İslam Tarihi, s. 125.
27 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s. 233- 234.
32
II. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
birliklerinin cephenin gerisinden saldırmalarını önlemek için de Abdullah bin Cübeyr’i elli kişilik okçu
birliğinin başında Ayneyn Geçidi’ne yerleştirdi. Bu geçidin stratejik olarak savaşın gidişatını değiştirebilecek özelliğe sahip olduğunu iyi bilen Hz. Peygamber, okçuları uyararak şunları söyledi: “Kuşların
cesetlerimizi didikleyip parçalamaya başladığını görseniz bile, görev yerlerinizi terk etmeyin.”28
Savaşın ilk bölümünde Müslümanlar müşriklere üstünlük sağladılar. Öyle ki Mekkeli müşrikler büyük bir bozguna uğrayarak kaçmaya başladı. Müslüman askerler onların geride bıraktıkları ganimetleri
toplamaya koyuldu. Bu olayı gören okçu birliğinden bazı askerler de ganimet toplamaya yöneldi. Abdullah bin Cübeyr’in çabaları onların dağılmalarına engel olamadı. Okçuların yerlerini terk ettiklerini
gören Mekkeli müşriklerden bir süvari birliği arkadan saldırdı. Abdullah bin Cübeyr ve on arkadaşı şehit
oldu. Ayneyn Geçidi’ni geçen düşman birlikleri Müslümanları arkadan kuşattı. Kaçmakta olan müşrikler de geri dönerek saldırıya geçtiler. Bir anda üstünlük müşriklere geçmişti. Müslümanların büyük bir
çoğunluğu şaşkınlığa düşerek kaçmaya başladı. Bunun üzerine Peygamberimiz de kuşatma altında kaldı. Hz. Muhammed’in etrafında bulunan az sayıdaki Müslüman, onu düşman saldırılarından korumaya
çalıştı. Peygamberimiz yaralandı. Bir süre sonra dağılan Müslümanlar geri dönerek müşriklere saldırdılar. Müslümanların toparlanması üzerine müşrikler yeni bir saldırıya cesaret edemeyerek geri
YORUMLAYALIM
çekildi. Savaş sonunda Müslümanlardan, Hz.
Uhut Savaşı’ndan hangi dersler çıkaHamza’nın da dahil olduğu yaklaşık yetmiş kişi
rılabilir? Yorumlayınız.
şehit oldu. Müşriklerden ise yirmi iki kişi öldü.
Müslümanlardan pek çok şehit ve yaralı olmasına rağmen hiç kimse teslim olmadı. Ayrıca müşrikler esir ve ganimet de elde edemediler. Dolayısıyla müşrikler tam bir zafer elde edemedi.29
Hendek Savaşı (627): Müşriklerden bir çok grubun katılması sebebiyle Hendek Savaşı’na Ahzab
(Gruplar) Savaşı da denir.
Mekkeli müşrikler, Hayber’e yerleşen Yahudi ileri gelenlerinin kışkırtmasıyla birçok Arap kabilesinden oluşan on bin kişilik bir orduyla Medine’ye doğru hareket ettiler. Amaçları Müslümanları
tamamen yok etmekti. Olayı öğrenen Hz. Peygamber ashabıyla istişare etti. İstişare sonucu, Selman-ı
Farisî’nin önerisiyle Medine’nin savunmasız kısımlarına geniş ve derin hendekler kazıldı. Üç bin kişilik Müslüman ordusu savaşmak için hendeğin önünde yerini aldı. Müşrikler Medine’ye yaklaştıklarında, piyade ve süvari askerlerinin karşıya geçmelerini engelleyen hendeği görünce çok şaşırdılar. Çünkü
bu savaş taktiği eski İranlılara ait olup Araplarca bilinmiyordu. Müşriklerden karşıya geçmeye kalkışan
birkaç kişi oldu. Fakat bunlar Müslüman savaşçılar tarafından etkisiz hâle getirildi.
Kuşatma esnasında Müslümanlarla ittifak hâlinde olan Kurayzaoğulları anlaşmayı bozarak Müslümanları zor durumda bıraktı. Çünkü bu durum, Müslümanların arkadan kuşatılması anlamına geliyordu. Hz. Muhammed, Kurayzaoğullarını anlaşmaya sadık olmaları konusunda uyardı. Fakat onlar
görüşlerini değiştirmediler. Bu arada Eşca kabilesi lideri Nuaym bin Mesut gizlice Müslüman oldu.
Peygamberimizden aldığı izinle müşrik ve Yahudi liderlerle görüşen Nuaym, her iki grubun diğerine
karşı ihanet düşüncesine sahip olduğunu liderlere söyledi. Bunun üzerine iki grubun arası açıldı. Kurayzaoğulları Müslümanlarla savaşma kararından döndü. Böylece Müslümanlar, içerden gelebilecek
büyük bir tehlikeyi önledi.
28 Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s. 234.
29 Millî Eğitim Bakanlığı, İslam Tarihi 11. Sınıf Ders Kitabı, s. 35- 36.
33
İSLAM TARİHİ
Düşman ordusu kısa süreli bir savaş planı yapmıştı. Savaş uzadığından yiyecek stokları tükendi.
Ayrıca mevsim kış olduğu için savaş ortamı gittikçe zorlaşıyordu. Savaştan kesin bir sonuç alınamayacağını anlayan Ebu Süfyan, Mekke’ye dönme kararı verdi. Yirmi üç gün süren savaşta Müslümanlardan altı kişi şehit oldu. Müşriklerden ise üç
kişi öldü.
DEĞERLENDİRELİM
Savaştan önce Peygamberimizin savaş
taktiği
konusunda arkadaşlarıyla istişare
t
etmesinin önemini arkadaşlarınızla değerlendiriniz.
Hendek Savaşı ile birlikte Mekkeli müşrikler
Müslümanların gücünü kabullenmek zorunda
kaldı ve bir daha Müslümanlara saldıramadılar.
Hudeybiye Barış Antlaşması (628): Hz.
Muhammed ve arkadaşları, hicretin altıncı yılı,
zilkade ayının başında umre yapmak niyetiyle Mekke’ye doğru yola çıktı. Sayıları bin beş yüz kadardı. Yanlarına sadece kılıçlarını ve kurbanlık hayvanlarını aldılar. Mekke yakınlarında bulunan Hudeybiye denilen yere vardıklarında, orada konakladılar. Hz. Peygamber, Kâbe’yi ziyaret ettikten sonra döneceklerini müşriklere bildirmesi için Hz. Osman’ı elçi olarak gönderdi. Hz. Osman müşriklere
niyetlerini açıkladı. Fakat müşrikler onu kısa bir süre alıkoydular. Bu sebeple Hz. Osman’ın dönüşü
gecikti. Hatta öldürüldüğüne dair haberler yayıldı. Bunun üzerine Peygamberimiz arkadaşlarından
biat (söz) aldı. Buna göre şayet Hz. Osman dönmezse Müslümanlar kanlarının son damlasına kadar
savaşacaktı. İki taraf arasında, olası bir savaşı önlemek için görüşmeler yapıldı. Sonunda müşrikler
Süheyl bin Amr başkanlığında bir heyeti Hudeybiye’ye gönderdi. Burada bu heyet ile Peygamberimiz arasında anlaşma yapıldı.
Anlaşma maddeleri Müslümanların aleyhine gibi görünüyordu. Bu nedenle sahabeler bu durumdan rahatsız oldular. Fakat zamanla ortaya çıkan sonuçlar Peygamberimizin siyasi ve askerî yönden
ne kadar ileri görüşlü olduğunu ortaya koydu. Anlaşmayla müşrikler resmen Müslümanların varlığını
kabul ettiler. Barış ortamı doğuran bu anlaşma İslam’ın Arap kabilelerinin arasında yayılmasına sebep oldu. Kaynaklar bu anlaşma ile Mekke’nin Fethi arasında Müslüman olanların sayısının, o güne
kadar Müslüman olanların sayısından daha fazla olduğunu belirtmektedir.
YORUMLAYALIM
Hudeybiye Barış Anlaşması’nın şartları şunlardır:
1. Anlaşmanın süresi on yıldır.
2. Müslümanlar, velisinin izni olmadan Müslüman olup kendilerine sığınanları, Kureyşli
lere geri verecek, Müslümanlardan Kureyşlilere sığınanlar ise iade edilmeyecektir.
3. Arap kabileler iki gruptan biriyle ittifak kurabilecektir. Bu kabilelerden birine saldırı, o
kabilenin anlaşma yaptığı gruba saldırı kabul edilecektir.
4. Müslümanlar bu yıl umre yapmayacak, ertesi yıl müşrikler Mekke’yi boşalttıktan sonra
şehre gireceklerdir. Kılıç dışında silahları bulunmayan Müslümanlar geceli gündüzlü üç gün
şehirde kalabilecektir.
el - Belâzuri, Fütuhu’l- Büldan, s. 50- 51; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, C 1, s. 255- 256.
Anlaşma sırasında siz de orada bulunsaydınız bu maddeler karşısında tepkiniz nasıl olurdu?
Yorumlayınız.
34
II. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
Peygamberimiz bu barış ortamında komşu
YORUMLAYALIM
devlet başkanlarına İslam’a davet mektupları
Hudeybiye Antlaşması’yla ortaya çıgönderdi. Müşriklerden Müslüman olanlar ankkan
a sonuçlar açısından Hz. Muhammed’in
laşma gereğince Medine’ye gelemediler. Bunaskerî
ve siyasi başarısını yorumlayınız.
lar Mekkelilerin ticaret kervanlarının geçtiği
mevkilerde toplanarak güç sahibi olmaya başladılar. Zamanla Mekkeli tüccarlar bu insanlardan rahatsız oldular. Bunun üzerine Mekkeli müşriklerin teklifi ile “Mekke’de Müslüman olup Medine’ye sığınanlar geri verilecek.” şeklindeki anlaşma
maddesi kaldırıldı.
Mekke’nin Fethi (630): Hz. Muhammed, Hudeybiye Antlaşması’nın çiğnenmesi sebebiyle Mekke’yi
fethetmeye karar verdi. Müslümanlar, çevredeki Arap kabilelerinin de katılımıyla 1 Ocak 630 yılında on
bin kişilik bir orduyla Medine’den yola çıktı. Mekke yakınlarına geldiklerinde bir vadide konakladılar.
Gece olduğunda Hz. Peygamberin emriyle Müslümanların tümü ateş yaktılar. Böylece Müslümanların
gücünü gören Kureyşlilerin lideri Ebu Süfyan onlara karşı konulamayacağı sonucuna vardı.
Müslüman ordusu dört koldan Mekke’ye girdi. Peygamberimiz, zorunlu olmadıkça kan dökülmemesini
emretti. Hz. Muhammed, Kâbe’ye ve Ebu Süfyan’ın evine sığınanlar ile evlerinden dışarı çıkmayanların
güvende olduğunu duyurarak Mekke’de genel af ilan etti.
Mekke’nin Fethi’nden sonra Arap kabilelerinin çoğu Müslümanların siyasi otoritesini kabul etti. Hatta
bazı kabileler topluca Peygamberimize gelerek Müslüman olmuşlardı.
DEĞERLENDİRELİM
H Muhammed’i öldürmek için çok uğraşan Mekkeliler, Mekke’nin fethedilmesiyle bütün
Hz.
gü
güçlerini
kaybetmiş olarak Peygamberimizin kendilerine nasıl davranacağını merak ediyorlardı. Hz. Peygamber Mekkelilere, “Size ne yapacağımı sanıyorsunuz?” deyince onlar, “Sen
iyi bir kardeş ve iyi bir kardeş oğlusun.” dediler. Peygamberimiz de: “Gidiniz, serbestsiniz.”
buyurdu.
Heyet, Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, C 1, s. 515.
Yukarıdaki olayla siz karşılasaydınız nasıl davranırdınız? Değerlendiriniz.
Huneyn ve Evtas Savaşları ve Taif Kuşatması (630): Mekke’nin fethedilmesiyle Müslümanlar
Arap Yarımadası’nın en büyük gücü oldu. Bu durumu kabullenemeyen Taif çevresinde oturan Hevazin kabilesiyle Sakif kabilesi birleşerek yirmi bin civarında bir ordu oluşturdular.
Olaydan haberdar olan Peygamberimiz on iki bin kişilik bir orduyla Huneyn Vadisi’ne doğru
hareket etti. Bu esnada düşman güçleri ise Huneyn’deki vadinin yamaçlarında pusu kurmuştu. Müslümanlar, sabahın erken saatlerinde, düşmanın buradaki varlığından habersiz olarak ilerliyordu. Düşman askerleri, bulundukları yerden ansızın ok atışına başladı. Diğer taraftan, yamacın üst tarafında
olan düşmanlar Müslümanların üzerine büyük taşlar yuvarladı. Bir anda neye uğradıklarını anlayamayan Müslüman askerler kaçmaya başladı. Bir müddet sonra Müslümanlar toparlanarak düşmana
hücum etti. Savaşta üstünlük Müslümanların tarafına geçti. Düşman askerleri bir süre sonra hezimete
uğradı. Bunların bir kısmı Taif’e giderken bir kısmı da tekrar savaşmak için Evtas’ta toplandı.30
30 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. 214.
35
İSLAM TARİHİ
Peygamberimiz bir birliği Evtas’a gönderDEĞERLENDİRELİM
di. Kendisi de diğer askerlerle Taif’e yöneldi.
“Andolsun ki Allah, birçok yerde (saEvtas’ta bulunan düşman yenilgiye uğradı.
va
vaş alanlarında) ve Huneyn Savaşı’nda
Fakat Taif Kuşatması uzadı. Çünkü Taifliler
size yardım etmişti. Hani çokluğunuz
şehrin surlarını muhkem hâle getirmişlerdi
size kendinizi beğendirmiş; fakat sizi
ve kendilerine uzun süre yetecek yiyecekleri
hezimete uğramaktan kurtaramamıştı.
vardı. Kısa zamanda bir sonuç alamayacağını
Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size
anlayan Peygamberimiz haram ayların da yakdar gelmişti, sonunda (bozularak) gerilaşması sebebiyle kuşatmayı kaldırdı. Bu kusin geri dönmüştünüz.”
şatma sırasında Müslümanlardan on dört kişi
Tevbe suresi, 25. ayet.
şehit oldu. Müslümanlar ele geçirdikleri esirleri serbest bırakıp mallarını kendilerine geri verBu ayetten çıkarılması gereken dersler
diler. Bunun üzerine Hevazin Kabilesi başkanı
nelerdir? Değerlendiriniz.
Malik bin Avf, kabilesi ile beraber Müslüman
oldu. Bu savaş sonunda Arap Yarımadası’nda
Müslümanların önünde bulunan son engel de ortadan kalktı. İslam’ın yayılması daha da hızlandı.
3.2.2. Yahudi ve Hristiyanlarla İlişkiler
Medine’ye hicret esnasında şehrin yarıya yakın nüfusu Yahudi’ydi. Bunlar, Kaynukaoğulları, Nadiroğulları ve Kurayzaoğulları olmak üzere üç kabileden meydana geliyordu. Peygamberimiz Medine
Sözleşmesi’yle onları Medine toplumunun bir parçası sayarak onların din ve kültürlerini rahatça yaşayabilmelerine imkân tanıdı. Abdullah bin Selam gibi bazı Yahudiler Müslüman oldu. Fakat onların çoğunluğu Müslüman olmadı. Peygamberimiz onlara her zaman adil ve hoşgörüyle davrandı. Buna karşılık Müslümanlar bu hoşgörü ve iyi niyetin karşılığını göremediler. Yahudiler kendi ırklarından bir peygamberin
gönderilmesini bekliyorlardı. Bu nedenle Peygamberimizi kabul etmediler.
Hazreçlilerin müttefiki olan Kaynukaoğulları, Müslümanlarla aralarında bulunan anlaşmayı bozan
ilk Yahudi kabilesidir. Bir gün Müslüman bir kadının Yahudi bir kuyumcuda taciz edilmesiyle iki grup
arasında kavga çıktı. Peygamberimiz Kaynukaoğullarını yaptıkları anlaşmaya uymaya çağırdı. Onlar ise
kendilerinin iyi savaşçılar olduklarını iddia ederek Müslümanlara meydan okudular. Bunun üzerine Peygamberimiz 624 yılında Kaynukaoğullarını kuşatma altına aldı. Müslümanlara karşı koyamayacaklarını
anlayan Kaynukaoğulları teslim oldular. Mallarını ve silahlarını bırakarak Suriye tarafına göç ettiler.31
Yaptıkları antlaşmayı bozan ikinci Yahudi kabilesi Nadiroğullarıdır. Medine Antaşması’na aykırı olarak müşriklerle ittifak kuran ve müşrikleri devamlı Müslümanlara karşı kışkırtan bu kabile Peygamberimize de suikast düzenledi. Bunun üzerine Peygamberimiz Nadiroğulları üzerine yürüdü. Müslümanlara
karşı fazla dayanamayan Nadiroğulları teslim oldu. Yanlarına taşınır malları almalarına izin verilen bu
kabile bireyleri, Hayber ve Suriye taraflarına gittiler.
Medine’deki Yahudilerden Müslümanlara karşı anlaşmalarını en son bozan Kurayzaoğullarıydı. Bu kabile, Müslümanlar
Hendek’te müşriklerle savaşırken gizlice
müşriklerle işbirliği yaparak Müslümanları
arkadan vurmaya çalışmıştı. Bu davranış bir
savaş suçuydu ve karşılıksız kalamazdı. Hz.
ARAŞTIRALIM
Ehl-i kitap olmalarına rağmen Yahudilerin
müşrikleri Müslümanlara tercih etme sebeplerini araştırınız.
31 İbn Hişam, Siret Tercümesi, C 3, s. 66- 67.
36
II. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
Muhammed, müşriklerin Mekke’ye dönüşlerinin ardından Kureyzaoğulları üzerine yürüdü. Bir müddet
sonra Yahudiler teslim olarak eski müttefikleri Sa’d bin Muaz’ı aralarında hüküm vermesi için hakem
seçti. Sa’d da anlaşmayı ihlal eden kimselere Tevrat’ın hükmünü uyguladı.32
Kurayzaoğullarıyla yapılan savaştan sonra
YORUMLAYALIM
Yahudi tehdidi azaldı. Fakat Hayber’de bulunan
Yahudiler, Müslümanlara karşı düşmanca bir
Hayber’in fethedilmesiyle birliktutum sergiliyordu. Nadiroğulları ve Kaynukate Yahudilerin Arap Yarımadası’ndaki
oğulları Yahudilerinden pek çoğu Medine’den
konumlarında nasıl bir değişiklik oldu?
uzaklaştırıldığında Hayber’e sığınmıştı. Irak
Yorumlayınız.
ve Suriye’den Medine’ye ulaşan ticaret yolu
Hayber’den geçiyordu. Dolayısıyla Müslümanların ticaret yolu tehlikedeydi. Hayber’de bulunan Yahudiler, Gatafan kabilesini de yanlarına alarak Müslümanlara karşı savaş hazırlığına başladılar. Peygamberimizin barış çağrısına olumsuz cevap verdiler.
Bunun üzerine Peygamberimiz Hayber’i kuşattı. Uzun bir kuşatma sonucunda Yahudiler teslim oldular.
Savaş sonunda, toprak ürünlerinin yarısını Müslümanlara vermek şartıyla Yahudilerin orada kalmalarına
izin verildi. Hayber’in Fethi’yle birlikte Yahudilerin Hicaz bölgesinde siyasi bir güç olmaları sona erdi.33
İslam’ın doğduğu yıllarda Arap Yarımadası’na komşu olan Hristiyan ülkelerden Habeşistan’la güzel
ilişkiler kuruldu. Fakat hicretin altıncı yılından itibaren Bizans ve ona bağlı olan Gassaniler ile ilişkiler
bozuldu. Hz. Muhammed’in Busra’ya gönderdiği elçi, Busra valisi tarafından şehit edildi. Bunun üzerine
Peygamberimiz 629 yılında, Lut Gölü’nün güneyinde bulunan Mute’ye Zeyd bin Harise komutasında
bir ordu gönderdi. Müslümanlar kendilerinden kat kat fazla olan bir orduyla savaşmaya başladı. Savaş
sırasında Zeyd bin Harise’nin şehit olmasıyla komutayı Cafer bin Ebi Talip aldı. Kısa bir müddet sonra
onun da şehit olmasıyla komuta Abdullah bin Revaha’ya geçti. O da şehit oldu. Nihayet ordu, dördüncü
komutan olan Halit bin Velit’in ustaca taktikleriyle ağır kayıplar vermeden Medine’ye döndü.
Hz. Muhammed, 630 yılında Gassanilerin Müslümanlarla savaşmak için bir ordu hazırladığını öğrendi. Bunun üzerine bir ordu hazırlayarak Tebük Seferi’ni düzenledi. Ancak oraya ulaştıklarında haberin
asılsız olduğu ortaya çıktı.
4. İslam’ı Tebliğ Faaliyetleri
Hz. Muhammed, Mekke Döneminde olduğu gibi Medine Döneminde de insanlara İslam’ı tebliğ
etmeye devam etti. Hudeybiye Barış Antlaşması İslam’ın tebliğ ve yayılma sürecine olumlu bir katkı
sağladı. Müslüman olanların sayısı oldukça
arttı. Bu süreçte Allah’ın Elçisi başka ülkelerDEĞERLENDİRELİM
deki insanlara da İslam’ı ulaştırmak istedi. Bu
Peygamberimizin başka ülke hüamaç doğrultusunda Bizans, Habeşistan ve İran
hükümdarlarına, İskenderiye valisine, Gaskümdarlarına gönderdiği mektupları
san kralına, Yemame hâkimine İslam’ı tebliğ
İslam’ın evrenselliği açısından değereden mektuplar gönderdi. Ayrıca Arabistan’ın
lendiriniz.
kuzey ve güneyinde bulunan kabile reislerine
ve etkili kişilere de mektuplar gönderildi.
32 Tevrat, Tesniye 20/10 -14.
33 İbn Hişam, Siret Tercümesi, C 1, s. 45 - 48.
37
İSLAM TARİHİ
Mekke’nin Fethi’nden sonra Arabistan’ın çeşitli bölgelerinden Peygamberimize heyetler gelmeye
başladı. Daha önce Taif Kuşatması’nda Hz. Muhammed’e karşı koyan Taifliler, hicretin dokuzuncu
yılında Peygamberimize bir heyet göndererek İslam’ı kabul ettiler.34 Taif’in dışında pek çok kabile
Peygamberimize geldi. Bunlardan bazıları Beni Temim, Beni Zeyd, Beni Amir, Beni Sa’d ve Beni
Tay kabileleridir. Bu heyetlerin büyük bir bölümü, “Allah’ın yardımı ve zaferi gelip de insaların
bölük bölük Allah’ın dinine girmekte olduklarını gördüğün vakit.”35 ayetinde de ifade edildiği
gibi Müslüman olduklarını belirtmek için gelmişlerdi. Bunlardan bir kısmı Peygamberimize İslam’la
ilgili sorular soruyor, bir kısmı da ondan kendilerine dini öğretmeleri için öğretmenler göndermesini
istiyorlardı. Bazı kabileler Müslüman olmamakla birlikte vergi vermek suretiyle İslam’ın hâkimiyetini
kabul ettiklerini ifade ediyorlardı.36
Peygamberimiz, gelen heyetlere sahip olBİLGİ KUTUSU
dukları yanlış inançlarla ilgili bilgi veriyordu.
Bu heyetler, yoğun olarak hicretin
Bunun yanında İslam’ın inanç ve ibadetleriyle ilgili açıklamalarda bulunuyor, onlara dini
dokuzuncu yılında geldikleri için bu
öğretecek öğretmenler gönderiyordu. Ayrıca
yıla, “Heyetler Yılı” (Senetü’l- Vüfut)
kabile reislerine verdikleri söze sadık kalmak,
adı verildi. Hicretin onuncu yılında da heyetkomşulara iyilik yapmak ve emanete riayet
ler gelmeye devam etti.
etmek gibi ahlâki davranışları yerine getirmelerini de öğütlüyordu. Hz. Peygamber tarafından çok iyi karşılanan ve kendilerine hediyeler verilen bu heyetler geri döndüklerinde kabilelerine
İslam’ı anlattılar. Pek çok insan onların gayretiyle Müslüman olmuştur.37
5. Hz. Muhammed Döneminde İslam’ın Genişleme Durumu
Hicretten sonra çevreden bazı kabilelerin İslam’ı kabul etmeleri, düzenlenen gazve ve seriyyeler,
aşamalı bir şekilde İslam’ın hâkim olduğu coğrafyayı genişletmiştir. Müslümanlar bu dönemde Medine ve çevresiyle Kızıldeniz’e kadar uzanan toprak parçasında hâkimiyet sağladı.
Mekke’nin Fethi’nden önce yapılan savaşlarda Müslümanlar Mekke’ye kadar yaklaştılar. Müslümanlar, Hendek Savaşı’ndan sonra Hicaz bölgesinin en büyük siyasi ve askerî gücü olduklarını ispat
ettiler. Nitekim bu savaş sonrasında Mekkeli müşrikler bir daha Müslümanlara saldıramadılar. Ayrıca
Müslümanlara karşı devamlı düşmanlık duyguları besleyen ve onların zor anlarında müşriklerle iş
birliği yapan Yahudiler Medine’den çıkarıldı.
Hendek Savaşı’ndan sonra Beni Müstalik kabilesi itaat altına alınarak Hicaz’ın doğusu hâkimiyet
altına alındı. Müslümanların hâkimiyet alanı, Hayber’in Fethi’yle birlikte Medine’nin kuzeyine doğru genişledi.
Müslümanlar, Mekke fethedildikten sonra bu bölgenin en büyük siyasi gücü oldu. Pek çok Arap
kabilesi bu süreçte İslam’ı kabul etti. Tebük Seferi’nden sonra Arabistan’ın kuzeyinde bulunan Hristiyan ve Yahudi kabilelerinin de Müslümanlara bağlılığı sağlandı.
Hicretin dokuz ve onuncu yıllarında heyetler, Medine’ye gelerek ya Müslüman olduklarını ya da
bu dine girmemekle beraber Müslümanların hâkimiyetini kabullendiklerini ifade ettiler. Peygamberimiz hakimiyet altına alınan yerlere valiler, öğretmenler ve vergi memurları gönderdi.38
34 Zekai Konrapa, Peygamberimiz, s. 381.
35 Nasr suresi, 1- 2. ayetler.
36 İbn Hişam, Siret Tercümesi, C 4, s. 295- 296.
37 Millî Eğitim Bakanlığı, İslam Tarihi 11. Sınıf Ders Kitabı, s. 40- 41.
38 Millî Eğitim Bakanlığı, İslam Tarihi 11. Sınıf Ders Kitabı, s. 41- 42.
38
II. ÜNİTE: İSLAMİYETİN DOĞUŞU VE HZ. MUHAMMED DÖNEMİ
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A- Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. İslam öncesi cahiliye toplumunun en belirgin özelikleri nelerdir ? Maddeler hâlinde yazınız.
2. Vahiy ne demektir? Hz. Muhammed’e ilk vahiy nasıl geldi? Yazınız.
3. Hicretin İslam tarihindeki önemi nedir? Yazınız
4. Müslümanlar açısından Bedir Savaşı’nın önemini açıklayınız.
5. Hudeybiye Barış Antlaşması’nın maddelerini sıralayınız.
B- Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçenekleri işaretleyiniz.
1. Allah’ın bir lütfu olarak Peygamberimizin gecenin bir vaktinde Cebrail tarafından Mescid-i
Haram’dan alınıp Mescid-i Aksa’ya götürülmesi olayına ne denir?
A) Fetret
B) Hicret
D) İsrâ
C) Vahiy
E) Ziyaret
2. Aşağıdakilerden hangisi ilk Müslümanlardan biri değildir?
A) Hz. Ali
B) Hz. Ömer
C) Hz. Hatice
D) Hz. Ebu Bekir
E) Hz. Zeyd
3. Hendek Savaşı’nda hendek kazma fikri hangi sahabiye aittir?
A) Hz. Ali
B) Selman-ı Farisî
D) Hz. Ömer
E) Hz. Ebu Bekir.
C) Hubab bin Münzir
C- Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri parantez içindeki uygun kelimelerle doldurunuz.
( Habeşistan, ensar, muhacir, Hz. Hamza, Huneyn, Bedir.)
1. Müslümanların ilk defa hicret ettiği ülke…………….
2. Mekke’den Medine’ye hicret eden Müslümanlara………… ,onlara kucak açan Medineli Müslümanlara ise………… denir.
3. …………..Uhut Savaşı’nda şehit oldu.
4. Müslümanlar…………..Savaşı’nda sayılarına güvendikleri için gururlandılar ve bu nedenle savaşın başlarında yenik duruma düştüler.
D- Aşağıdaki bilgilerin doğrularını (D), yanlışlarını (Y) ile işaretleyiniz.
1. (…) Peygamberimizin eşi Hz. Hatice ve amcası Ebu Talip’in vefat ettiği yıla Senetü’l-Hüzün (Hüzün
Yılı) denmiştir.
2. (…) Peygamberimizin Medine’de yaptığı ilk mescitte sadece ibadet edilirdi.
3. (…) Hz. Muhammed’in kurduğu Medine Şehir Devleti, çok kültürlü bir yapıya sahipti.
4. ( ...) Hz. Muhammed, İslam’ın yayılması için savaş dışında bir seçenek görmüyordu.
5. (... ) Bedir Savaşı Mekkeli müşriklerle yapılan ilk savaştır.
39
İSLAM TARİHİ
3. ÜNİTE
DÖRT HALİFE DÖNEMİ
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Dört Halifenin Hz. Peygamberle akrabalık ve arkadaşlık ilişkilerini araştırınız.
2. Hz. Ebu Bekir’in kişilik özellikleri hakkında bilgi toplayınız.
3. İrtidat ve mürted kelimelerinin anlamlarını öğreniniz.
4. Dört Halife Döneminde İslam’ın yayıldığı bölgeleri bir harita üzerinde
inceleyiniz.
40
III. ÜNİTE: DÖRT HALİFE DÖNEMİ
1. Dört Halifenin Hayatı ve Kişilik Özellikleri
Hz. Muhammed’den sonra Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin halifelikleri devrine
Dört Halife Dönemi denir. Halife sözlükte, bir kimseden sonra gelip onun yerini alan, ona vekalet eden
veya onu temsil eden kişi anlamlarına gelir. Terim olarak halifelik, İslam devletlerinde Hz. Peygamberden sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade eder. Halife kelimesinin çoğulu hulefadır.
Peygamberimiz, eşi Hz. Aişe’nin odasında
vefat ettiği zaman yanında yakın arkadaşlarından bazıları vardı. Beklemedikleri bu durum
karşısında Müslümanlar şaşkındılar. Hz. Ebu
Bekir’in soğukkanlılığı ve metaneti sayesinde
bu şaşkınlık çabuk atlatıldı.1
İLKELER ÇIKARALIM
Hz.
H
z Ebu Bekir, Peygamberimizin vefatından sonra yanına geldi. Onun yüzünü açtı,
öptü ve “Anam babam sana feda olsun. Hayatın da güzeldi, ölümün de... Allah’ın sana
yazmış olduğu ölümü tatmış bulunuyorsun.”
dedi. Sonra dışarı çıkarak insanlara şöyle hitap etti: “ Ey insanlar! Kim Muhammed’e
tapıyor idiyse bilsin ki o, ölmüştür. Kim de
Allah’a ibadet ediyorsa gerçek şu ki ölümsüz olan odur.”
Henüz Hz. Peygamberin tekfin (kefenleme) ve defin (toprağa verme) işlemleri devam
ediyordu. Ensardan bazı kimseler Saidoğulları
Gölgeliği’nde (Sakifetü Beni Saide) Sa’d bin
Ubade’yi halife seçmek üzere toplanmışlardı.
Ensar, hilafetin kendilerinin hakkı olduğuna
inanıyordu. Çünkü onlar, Hz. Peygamberi düşmanlarına karşı korumuş, Arapların Peygamberin otoritesine boyun eğmesinde ona yardımcı
olmuşlardı. Bundan dolayı Müslümanları yönetme konusunda kendilerinin daha fazla hak
sahibi olduklarını düşünüyorlardı.2 Çünkü ensar, Peygamberin davetini kabule kimsenin yanaşmadığı bir dönemde, ona iman edip şehirlerini, gönüllerini ve evlerini Hz. Peygamber ve
tüm Müslümanlara açmıştı.
Ardından “Muhammed ancak bir resuldür. Ondan önce de pek çok resuller
gelip geçmiştir. Eğer o, ölecek ya da öldürülecek olursa sizler ökçelerinizin üzerine gerisin geri mi döneceksiniz ?...” ( Âl-i
İmrân suresi, 144. ayet.) ayetini okudu.
İbnü’l-Esir, el-Kamil, C 2, s. 297.
Hz. Ebu Bekir’in bu konuşmasından Hz.
Peygamberin hangi özellikleri vurgulanmıştır? İlkeler çıkarınız.
Bu toplantıyı haber alan Hz. Ebu Bekir, Hz.
Ömer ve Ebu Ubeyde bin Cerrah, hemen toplantı yerine gittiler. Onların katılmasıyla olayın seyri değişti. Hz. Ebu Bekir, onların bu fedakârlıklarını
takdir ve şükranla andı. Ancak halifenin Kureyş’ten olmasının daha etkili ve toparlayıcı olacağını söyleyerek Hz. Ömer veya Ebu Ubeyde’ye biat edilmesini önerdi.3
Ensardan farklı teklifler ileri sürenler oldu. Bazıları da Hz. Ebu Bekir’i destekleyen konuşmalar
yaptı. Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde, hastalığında
Peygamberimizin vekili olan biri varken başARAŞTIRALIM
kasına biat edilemeyeceğini söylediler.4 Bunun
üzerine başta Hz. Ömer ve Ebu Ubeyde olmak
Medineli ensarın İslam tarihindeki
M
üzere az sayıdaki muhacir ile ensardan orada
önemini araştırınız.
bulunanlar Hz. Ebu Bekir’e biat ettiler.
1 Filibeli Ahmet Hilmi, İslam Tarihi, s. 283.
2 Adem Apak, İslam Tarihi, s. 40. 41.
3 Filibeli Ahmet Hilmi, İslam Tarihi, s. 288-290.
4 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 98.
41
İSLAM TARİHİ
Hz. Ebu Bekir daha sonra Mescid-i Nebi’ye gitti. Medine’deki Müslümanlar oraya gelerek kendisine biat ettiler.5 Bu esnada Hz. Ali, Hz. Osman ve bazı sahabeler Hz. Peygamberin tekfin ve defin
işlemleri ile uğraşıyorlardı. Peygamberlerin vefat ettikleri yere defnedileceği görüşüne uyularak Hz.
Aişe’nin odasında vefat ettiği yer kazıldı ve Peygamberimiz oraya defnedildi.6 Daha sonra bu mekân,
Ravza-i Mutahhara (tertemiz cennet bahçesi) diye isimlendirildi.
Hz. Ebu Bekir’in asıl adı Abdullah, babasının adı Osman, annesinin adı Ümmü’lHayr’dır. Fil Yılı’ndan iki veya üç yıl sonra
Mekke’de doğan Hz. Ebu Bekir, Kureyş kabilesinin Teym kolundandır. Soyu hem anne
hem de baba tarafından Peygamberimizin dedelerinden Mürre’de birleşir.7 Peygamberimizin eşi Hz. Aişe’nin babasıdır.
TARTIŞALIM
Beni Saide Gölgeliği’nde hilafet
görüşmeleri devam ederken ensardan
Beşir bin Sa’d, ayağa kalkarak şunları söyledi: “Ey ensar topluluğu, Allah’a yemin
ederim ki bizler müşriklere karşı yapılan
cihatta bir üstünlüğe ve dinde bir önceliğe
sahibiz. Ancak biz bununla Rabb’imizin
rızasını, Peygamberimize itaati istedik.
Bunları insanlara karşı bir üstünlük aracı
olarak kullanmamamız ve bunlarla dünyalık talep etmememiz gerekir. Biliyorsunuz
ki Hz. Muhammed Kureyş’tendir. Onun
kavminden olanlar bu işe daha layıkdır.
Allah’tan korkunuz ve onlarla bu konuda
anlaşmazlığa düşmeyiniz.
Hz. Ebu Bekir, dürüst ve doğru sözlü bir insandı. O, Müslüman olmadan önce putlara tapmaz, içki içmezdi. Yaşadığı toplum tarafından
sevilen, Mekke şehir yönetiminde sözüne itibar
edilen, güvenilir ve cömert bir tüccardı.8
Hz. Ebu Bekir’in İslam’ın yayılmasında
büyük katkısı olmuş ve birçok kimse onun
aracılığıyla İslam’a girmişti.
İbnü’l-Esir, el-Kamil, C 2, s. 303.
Mekke müşriklerinin İsrâ hadisesiyle ilgili
alaylı sorgulamalarına karşı, “Bunu peygamBeşir bin Sa’d’ın bu konuşmasını, ilk
berin bizzat kendisinden duydunuz mu?” diye
halifenin seçilmesindeki etkisi açısından
sordu. Onlardan “Evet!” cevabını alınca, “O
tartışınız.
söylüyorsa doğrudur.” sözüyle imanda sadakatin
zirvesine ulaştı. Bu davranışı sebebiyle Hz. Peygamber kendisine “sıddık” (doğrulayan) sıfatını verdi.9
Halifeliği döneminde valilerini kontrol eder, halkın şikâyetlerini dinlerdi. Bir haksızlık tespit
ederse onu hemen ortadan kaldırmaya çalışırdı. Hata yapan kişinin toplumdaki makam ve mevkisini
önemsemezdi. Devlet hazinesinden sadece kendisinin ve ailesinin geçimini karşılayacak kadar maaş
almakla yetinmişti.10
İki yıl üç ay halifelik yapan Hz. Ebu Bekir, altmış üç yaşında vefat etti. Hz. Peygamberin kabrinin
yanına defnedildi.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
H Ebu Bekir, İslam’ı kabul ettikleri için müşrikler tarafından kendilerine işkence yapılan
Hz.
başta Bilal-i Habeşi olmak üzere pek çok Müslüman köleyi satın alıp özgürlüklerine kavuşturmuştur.
5 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 17, s. 540.
6 İbn Hişam, Siret Tercümesi, C 4, s. 422.
7 M. Esat Seydişehiri, Tarihi Dini İslam, C 2, s.1027.
8 İbrahim Sarıçam, Hz. Ebu Bekir, s. 7.
9 İbrahim Sarıçam, Hz. Ebu Bekir, s. 6.
10 Filibeli Ahmet Hilmi, İslam Tarihi, s. 307.
42
III. ÜNİTE: DÖRT HALİFE DÖNEMİ
Hz. Ömer, Kureyş’in Adiy kolundandır.
Künyesi Ebu Hafsa, babasının adı Hattap,
annesinin adı Hanteme, lakabı Faruk’tur. Fil
Yılı’ndan on üç sene sonra Mekke’de doğdu.
Sayıları çok az olan okur-yazar Mekkelilerden
biriydi. Zeki, cesur, açık sözlü, adil, cömert ve
bütün sertliğine rağmen yumuşak kalpli bir insandı.
ARAŞTIRALIM
H Ömer’e “faruk” sıfatının niçin
Hz.
verildiğini araştırınız.
İslam’dan önce kabilesinin yetkisinde bulunan dış ilişkiler görevini yürüten Hz. Ömer ticaretle uğraşırdı. Başlangıçta İslam’a karşı sert tavır almasına rağmen Mekke döneminin altıncı yılında iman etti.11
Hz. Peygamberle birlikte bütün seferlere katılan Hz. Ömer, bu seferlerde onun danışmanı ve yardımcısı olarak yer aldı.
Tebük Seferi’ne malının yarısını vererek katıldı.12 Veda Haccı’nda Hz. Peygamberle beraberdi. Hz.
Ebu Bekir’in halife seçilmesinde önemli rol oynayan Hz. Ömer, devlet işlerinde de ona yardımcı oldu
ve Medine’de kadılık görevini üstlendi.13 Hz. Ebu Bekir’in hastalığı ağırlaşıp kendisi namaz kıldırmaya
çıkamayınca vefatına kadar namazları o kıldırdı.
YORUMLAYALIM
Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa bir koyunu
Gelir de adl-i ilahi Ömer’den sorar onu!
M. Âkif Ersoy, Safahat, s. 132.
M. Âkif’in bu beytini Hz. Ömer’in yönetim anlayışı açısından yorumlayınız.
Uygulamalarında insanların makamına ve zenginliğine bakmazdı. Dostluk ve akrabalık, zanlıları
sorguya çekmesine ve gerektiğinde cezalandırmasına engel teşkil etmezdi. Mescidin avlusuna oturarak insanların şikâyet ve isteklerini dinlerdi. Geceleri şehri dolaşıp yoksulların ihtiyaçlarını gidermeye
ve toplumu daha iyi tanımaya çalışırdı. Devlet malı konusunda son derece titiz davranır, buradan yapılan tüm harcamaların milletin yararına olmasına dikkat ederdi.14
Basra Valisi Muğire bin Şu’be’nin Firuz isimli dülgerlik (ağaç ustalığı), demircilik ve nakkaşlık
gibi mesleklerde beceri sahibi, Hristiyan bir kölesi vardı. Efendisi de kendisinden kazancına göre ücret alıyordu. Firuz, ödediği ücretin indirilmesi talebiyle halifeden yardım istedi. Hz. Ömer icra ettiği
mesleklere bakıldığında ödediği ücretin normal olduğunu ifade etti. Bu duruma kızan Firuz, bir sabah
namazını kılmakta olan Hz. Ömer’e saldırarak onu yaraladı. Halife, aldığı yaralar sebebiyle altmış üç
yaşında vefat etti.15 Peygamberimizin kabrinin yanında Hz. Aişe için ayrılan yere ondan izin alınarak
defnedildi. Hz. Ömer, on yıl altı ay kadar halifelik yaptı.
Hz. Osman’ın babasının adı Affan, annesinin adı Erva, lakabı Zinnureyn idi. Kureyş’in Beni
Ümeyye koluna mensuptu. Beşinci batındaki dedesi Abdi Menaf’ta soyu Hz. Peygamberle birleşir.
Fil Yılı’ndan beş yıl sonra Mekke’de doğmuştu.
11 Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam, C 1, s. 211.
12 M. Esat Seydişehiri, Tarihi Dini İslam, C 2, s. 932.
13 Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam, C 1, s. 213.
14 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 2, s. 178-181.
15 İbnü’l-Esir, el-Kamil, C 3, s. 59.
43
İSLAM TARİHİ
Çocukluk yıllarını Mekke’de geçiren Hz. Osman, küçük yaştan itibaren babasıyla birlikte ticaret
kervanlarına katıldı. Babasının bir seyahatte öldürülmesinin ardından onun ticari faaliyetlerini yürütmeye başladı. İnce ruhlu, yumuşak karakterli ve cömert bir kişiydi. Doğru sözlü, yaşadığı toplumda
sevilen, güvenilir bir tüccardı. Putlara tapmaz ve içki içmezdi.
Hz. Ebu Bekir aracılığıyla otuz beş yaşında İslam’ı kabul etmişti. Müslüman olduktan sonra Hz.
Peygamberin kızı Rukiye ile evlendi. Habeşistan’a yapılan her iki hicrete de eşi ile birlikte katıldı.
Mekke’ye tekrar döndükten bir müddet sonra Medine’ye hicret etti.
Hudeybiye Barışı esnasında Kureyş’e elçi
olarak gönderilmişti. Ceyşu’l-Usra diye isimlendirilen Tebük Seferi’ne hazırlanan ordudaki askerlerin yaklaşık üçte birini tek başına
teçhiz etmişti.16
ARAŞTIRALIM
Ceyşu’l-Usra:
C
e
Zorluk Ordusu
Teçhiz: Savaş’a katılacak askerlerin
silah, binek ve zırh gibi ihtiyaçlarını
temin etmek.
Tebük Seferi’ne neden Zorluk Ordusu
ismi verilmiştir? Araştırınız.
Tartışmayı sevmeyen, çirkin davranışlardan kaçınan ve merhametli bir insan olan
Hz. Osman, ihlas ve iffetiyle dikkat çekerdi.
Ashabın okuma-yazma bilenlerinden olması
sebebiyle vahiy kâtipliği de yapmıştı. Mısır’dan gelen asiler tarafından şehit edilen Hz. Osman, on
iki yıl halifelik yaptı.
Hz. Ali, beş yaşından itibaren Hz. Peygamberin terbiyesinde büyüdü. Peygamberimizin amcası
Ebu Talip’in en küçük oğluydu. Hicrete kadar Hz. Peygamberin evinde yaşadı. Ona iman eden ilk çocuk olan Hz. Ali, hicretin ikinci yılında Hz. Fatıma ile evlendi. Bu evlilikten Hasan, Hüseyin, Muhsin
ile Zeynep ve Ümmü Gülsüm dünyaya geldi.
Medine’de Peygamberin vekili olarak kaldığı Tebük Seferi dışında bütün savaşlarda bulundu. Bu
seferlerde Hz. Peygamberin sancaktarlığını yaptı ve büyük kahramanlıklar gösterdi. İslam ilimlerini
iyi bilen Hz. Ali Hz. Peygamberin vahiy kâtipliğini de yaptı. Ayrıca Hz. Peygamber tarafından Yemen’e
kadı olarak gönderildi.17
Hz. Ali, ilk üç halife döneminde Medine’de kaldı, savaşlara katılmadı ve idari görev de almadı.
Sadece Filistin ve Suriye seyahatleri esnasında Medine’de Hz. Ömer’in vekili olarak görev yaptı.
Hz. Osman’ın halifeliğinin özellikle ilk altı yılında
ona destek oldu.
Ancak Hz. Osman’ın, halifeliğinin ikinci altı
yılında takip ettiği siyaset ve valiliklere akrabalarını tayin etmesi gibi icraatları sebebiyle Hz. Ali,
diğer bazı sahabelerle birlikte onu eleştirdi. Hz.
Osman’ın şehit edilmesinden sonra halife seçildi.
Çocukluğundan itibaren Hz. Peygamberin gözetiminde yetişen Hz. Ali, Müslümanlar arasında
ilim, fedakârlık, şefkat, merhamet ve kahramanlık
gibi yüksek ahlaki nitelikleri ile bilinirdi.18
16 Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam, C 1, s. 256-257.
17 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 46.
18 Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam, C 1, s. 277.
44
III. ÜNİTE: DÖRT HALİFE DÖNEMİ
Haricilerden Abdurrahman bin Mülcem tarafından zehirli bir hançerle sabah namazı esnasında yaralandı. Bu yara sebebiyle iki gün sonra M 661 yılında vefat etti. Halifelik müddeti yaklaşık beş yıl olan Hz.
Ali, Irak’ın bugünkü adıyla Necef bölgesinde defnedildi.
2. Dört Halife Dönemi ve Olayları
2. 1. Hz. Ebu Bekir ve Dönemi
Hz. Peygamberin vefatıyla Müslümanlar için yeni bir dönem başlamıştı. Hz. Ebu Bekir Peygamberin
defin hazırlıklarının yapıldığı hassas bir dönemde halife seçildi. Göreve başlar başlamaz Üsame ordusunun gönderilmesi, Ridde Olayları ve yalancı peygamberler gibi birçok problemle karşılaştı. Bu problemleri ileri görüşlülüğü, istişareye önem vermesi ve cesareti sayesinde Müslümanların birliğini koruyarak
çözmeyi başardı.
YORUMLAYALIM
H Ebu Bekir, halife seçildikten sonra minbere çıkarak aşağıdaki hutbeyi okudu.
Hz.
“Ey insanlar! En iyiniz olmadığım hâlde size başkan olarak seçilmiş bulunuyorum. İdaremde
isabetli olduğum sürece bana yardım edin. Doğruluktan ayrılırsam beni düzeltin. Doğruluk emanet, yalancılık hıyanettir. İçinizde zayıf olan, hakkını alıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir.
İçinizde kuvvetli olansa ondan, başkasının hakkını alıncaya kadar benim yanımda zayıftır. Allah
ve Resulüne itaat ettiğim sürece bana itaat edin. Şayet bu itaatten ayrılırsam bana itaat etmeniz
gerekmez.”
İbn Hişam, Siret Tercümesi, C 4, s. 418.
Hz. Ebu Bekir’in bu hutbesini okuyarak onun yönetim anlayışı açısından yorumlayınız.
Zeyd bin Harise ve arkadaşları Şam dolaylarında bulunan Mute’de şehit edilmişti. Hz. Peygamber,
vefatından hemen önce bu bölgeye gönderilmek üzere Üsame’nin komutasında bir ordu hazırlatmıştı.
Vefatı sonrası bu ordunun gönderilip gönderilmemesi tartışma konusu oldu. Hz. Ebu Bekir, Peygamberin
görevlendirdiği bir orduyu alıkoyamayacağını ifade ederek sefer emri verdi.19
İki buçuk ay kadar süren bu seferde ordu, Suriye bölgesinde, bugünkü Akabe Körfezi’nin doğu kesimlerine kadar ilerledi. Bu bölgelerdeki Müslümanları, isyan ve irtidat edenlere karşı koyma hususunda cesaretlendirdi. İrtidat eden ve asi olan bazı kabileleri de tekrar hâkimiyet altına alarak Medine’ye döndü.20
Başlangıcı Hz. Peygamber dönemine kadar uzanan ve dinden dönme (ridde) diye isimlendirilen hareketlerin temel sebeplerini şöyle sıralayabiliriz:
a) Bazı kabilelerin Kureyş’i kendilerine rakip olarak görmeleri.
b) Bedevilerden bazı kabilelerin kanun ve düzen tanımayıp kendilerine hükmedenlere karşı isyankâr davranmaları.
c) İslam dininin inanç ve ibadet esaslarının yeni Müslüman olmuş kabileler tarafından tam olarak anlaşılıp
benimsenememesi.
d) Bazı emir ve yasakların Hz. Peygamberin vefatıyla birlikte geçerliliğini yitirdiğini iddia etmeleri.
19 Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam, C 1, s. 215.
20 İbrahim Sarıçam, Hz. Ebu Bekir, s. 45.
45
İSLAM TARİHİ
Bu sebeplerden dolayı bu topluluklardan bir kısmı, Hz. Peygamberin hastalığı ve vefatını işitir
işitmez dinden uzaklaştılar. İslam’ın emirlerini terk ederek peygamberlik iddiasında bulunan birtakım kimselere uydular. Sonra da isyan edip Medine ile ilişkilerini kestiler.
Bu hareketler yaygınlık kazanmaya başlayınca dinden dönenler ve peygamberlik iddiasında bulunanlarla mücadele yöntemleri istişare edildi.
Müslümanların çoğunluğu mücadelenin gerekli olduğunu kabul ediyordu. Ancak özellikle zekât
vermekten kaçınanlarla savaşmanın doğru olmayacağını düşünenler de vardı.
YORUMLAYALIM
Zekât vermeyenlere karşı savaşmanın doğru olmayacağını söyleyen ashabın ileri gelenleri Hz. Ebu Bekir şu cevabı vermişti: “Hz. Peygambere verdikleri bir oğlağı, hatta bir deve
ri
rine
yularını bile bana vermekten kaçınanlarla kim olursa olsunlar mücadele ederim.”
İbrahim Sarıçam, Hz. Ebu Bekir, s. 46.
Yukarıdaki metni okuyarak Hz. Ebu Bekir’in yönetim anlayışında hangi özelliklerin öne
çıktığını yorumlayınız.
Hz. Ebu Bekir, Medine çevresindeki kabilelere haber göndererek dinden dönenlerle mücadele
etmek üzere toplanmalarını emretti. Bu kabileler de hemen halifenin ordusuna katıldılar. Hz. Ebu
Bekir’in ordu komutanlığına tayin ettiği Halit bin Velit, önce peygamberlik iddiasında bulunan Tuleyha bin Huveylit’in üzerine yürüdü. O, Hz. Peygamberin sağlığında peygamberlik iddiasında bulunarak isyana kalkışmıştı. Halit bin Velit ile Tuleyha arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Bu mücadelede Müslümanlar galip geldi.21 Tuleyha tekrar İslam’a girdiğini açıkladı.
Halit bin Velit, daha sonra
Malik bin Nüveyre ve kavmi
üzerine yönelerek Malik’i öldürdü. Malik, Hz. Peygamber tarafından reisi bulunduğu
Beni Hanzala kabilesine zekât
memuru olarak gönderilmişti.
Peygamberin vefatından sonra zekâtları kavmine iade edip
Secah’a tabi olmuştu.
Peygamberlik
iddiasında
bulunanlardan biri de Temim
kabilesinden Secah isminde bir
kâhin kadındı. Önce peygamberlik iddia etmeye başladı.
Sonra bu iddiasından vazgeçip
Müseyleme’nin yanına gitti.
Hz. Ebu Bekir Döneminde irtidat edenlere karşı sevk edilen ordular
21 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 48.
46
III. ÜNİTE: DÖRT HALİFE DÖNEMİ
Yalancı peygamberlerden bir diğeri de Müseylemetü’l-Kezzab’dır. O, Hz. Peygamber zamanında
Müslüman olmuştu. Yurduna dönünce İslam’dan çıkmış, peygamber olduğunu iddia etmeye başlamış ve Hz. Peygamberin, tekrar İslam’a dönmesi hususundaki davetini reddetmişti. Hz. Peygamberin vefatından sonra da bu tutumunu sürdürmesi üzerine Halit bin Velit, Hz. Ebu Bekir’in emriyle
Müseylemetü’l-Kezzab üzerine bir sefer düzenledi. İki ordu arasında çok şiddetli bir çarpışma oldu.
Ordusu mağlup olan Müseyleme bu savaşta öldürüldü. Aynı orduda bulunan Secah da yakalandı ve
bir müddet sonra Müslüman oldu.
Hz. Peygamberin vefatından sonra Yemen’de çıkan isyan, Hz. Ebu Bekir tarafından bastırıldı. Bu
arada Hadramevt, Mehre, Umman ve Bahreyn’deki isyanlar da başarılı bir şekilde önlendi.
Hz. Ebu Bekir, dinden dönme hareketlerini
bastırdıktan sonra Irak ve Suriye bölgelerindeki fetihlere başladı. Halife, halkının çoğunluğu
Arap olan İran egemenliğindeki Irak ile Bizans
hâkimiyeti altındaki Suriye’ye İslam’ın mesajını ulaştırmak istiyordu. Bu amaçla ilk fetih
ordularını bu bölgelere sevk etti.22
NOT EDELİM
Fetih kelimesi, sözlükte “açma, yol
gösterme, zafere ulaştırma” gibi anlamlara gelir. Terim olarak Müslümanların
ülke ve şehirleri kendi idareleri altına
almaları demektir.
Halife, Halit bin Velit’i lrak cephesi komutanlığına tayin etti. O, önce Yemame’ye sonra da Irak’a hareket etti. Bölgede bulunan çok sayıda
yerleşim merkezini fethetti. Sonra Kûfe’nin güneyinde bulunan ve halkının çoğu Hristiyanlardan
oluşan Hire’ye ulaştı. Buranın halkı ile cizye vermeleri şartıyla anlaşma yaptı (633).23
Halit bin Velit, Fırat’ın doğusuna geçerek aynı yönde kuzeye doğru ilerledi ve kısa süre içinde,
Basra Körfezi’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan topraklar Müslümanların hâkimiyetine girdi. Hz.
Ebu Bekir, Halit bin Velit’i Irak’ın fethiyle görevlendirdikten sonra (633), Suriye’ye de bir ordu göndermeye karar verdi. Üçer bin kişilik dört ayrı ordu hazırlayarak Suriye bölgesine gönderdi. Daha
sonra Medine’den katılan birliklerle bu orduları destekledi.
Amr bin As, Filistin’e varınca Hz. Ebu
Bekir’e bir mektup yazarak ondan yardım
istedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, Halit
bin Velit’e Suriye tarafına gitmesini emretti.
Suriye’de diğer komutanlarla birleşen Halid, komutayı ele aldı. Aynı yıl içinde Busra
şehrini teslim aldı.
TARTIŞALIM
Özellikle Ridde Savaşlarında birçok hafız sahabe vefat etmişti. Bu
durum Hz. Ömer’i Kur’an’ın muhafazası hususunda endişelendirdi. Halifeye
Kur’an’ın ayet ve surelerinin yazıldığı
malzemelerin toplanıp bir kitap hâline
getirilmesini teklif etti.
Müslümanların bu ilerleyişini endişeyle
takip eden Bizans İmparatoru Herakliyus
büyük bir ordu hazırladı. Müslümanlar ile
Bizans ordusu arasında Ecnadeyn’de meydana gelen savaşı Müslümanlar kazandı
(634). İslam ordusunun bu zaferiyle Filistin
kapıları Müslümanlara açılmış oldu. 24
Kur’an’ın muhafazası ve sonraki nesillere aktarılmasında hafızların etkisini
tartışınız.
22 Komisyon, Genel Tarih, s.192.
23 Ebu Hanife Dineveri, İslam Tarihi, s.162-163.
24 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 10, s. 385.
47
İSLAM TARİHİ
Kur’an-ı Kerim’in cemi Hz. Ebu Bekir Döneminin en önemli faaliyetlerinden biridir. Vahyin başlangıcından bitimine kadar Kur’an ayetleri deri parçaları, papirüs, hurma dalları, düz kemik ve taşlar gibi yazı malzemeleri üzerine yazılıyordu. Bunun yanında Kur’an-ı Kerim Hz. Ebu
Bekir’in de aralarında bulunduğu birçok sahabe tarafından da ezberleniyordu. Vahyin devam etmesi sebebiyle Kur’an cem edilmemiş ve yazılı malzemeler belli bir sistem dahilinde bir araya
getirilmemişti.25
Hz. Ömer’in Kur’an’ın cem edilmesi teklifi karşısında Hz. Ebu Bekir önce tereddüt etti. Ancak
daha sonra bunun hayırlara vesile olacağı hususunda ikna oldu. Zeyd bin Sabit’in başkanlığında
bir komisyon kurulmasını emretti. Bu komisyon tarafından belirlenen esaslara göre de Kur’an’ın
cemi tamamlanmış oldu.26
2. 2. Hz. Ömer ve Dönemi
Hz. Ebu Bekir’in teklif ve talebiyle halife seçilen Hz. Ömer, Irak bölgesindeki fetihlere devam
etti. Halifenin yeni bir orduyla lrak’a gönderdiği Ebu Ubeyde, karşılaştığı Sasani birliklerini üst üste
yenilgiye uğrattı. Ancak Ebu Ubeyde komutasındaki ordu Köprü Savaşı’nda yenildi (634). Daha sonra
Utbe bin Gazvan komutasındaki bir ordu bugünkü Basra’yı fethetti. Sa’d bin Ebu Vakkas komutasındaki Müslüman orduları, Sasanilerle yapılan Kadisiye Savaşı’nı kazandı (636). Bu savaşta Sasanilerin
ordu komutanı Rüstem öldürüldü. Daha sonra Sasani İmparatorluğu’nun başşehri Medain fethedildi.
Kadisiye Savaşı’ndan bir yıl sonra meydana gelen Celula Savaşı sonucunda İranlılar, Rey (bugünkü
Tahran) şehrine çekildi.
YORUMLAYALIM
Hicretin 13. yılında hastalığının ölümle sonuçlama ihtimaline karşı Hz. Ebu Bekir, kendisinden sonraki
halifeyi belirlemeye karar verdi. En uygun aday olarak Hz. Ömer’i düşünüyordu. Bu düşüncesini sahabenin önde gelenleri ile istişare etti. Onlardan bazıları Hz. Ömer’in sert mizaçlı olması sebebiyle tereddütleri
olduğunu söylediler. Halife ise onun bu görevi üstlendiği zaman daha itidalli ve soğukkanlı davranacağına
inandığını ifade ederek bu tereddütleri giderdi.
Hz. Ebu Bekir, teklifinin genel kabul gördüğüne kanaat getirince bir ahitname ile bunu insanlara ilan
etti. Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştığını, yerine akrabası olmayan birini tayin ettiğini söyledi.
Müslümanlara kendisinden sonra Hz. Ömer’e biat etmelerini vasiyet etti. Onlar da vasiyetine uyacakları
konusunda halifeye söz verdiler.
Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, s. 333.
Hz. Ömer’in halife seçilmesinde Hz. Ebu Bekir’in bu tavrını yorumlayınız.
Hz. Ömer’in halifeliği döneminde Müslümanlar, Bizans’ı Ürdün topraklarında bulunan Fihl’de bir
kez daha bozguna uğrattı. Şam (Dımeşk) 635’te fethedildi. Böylece Roma İmparatorluğu’nun bu şehirdeki bin yıllık hâkimiyetine son verilmiş oldu.
Hz. Ebu Bekir Devrinde Herakliyus’un ordusuyla müslümanlar Yermük’te karşı karşıya gelmişlerdi. Hz. Ömer’in halifeliğinin ilk günlerinde de devam eden bu savaşta Müslümanlar galip geldi.”27
25 İbrahim Sarıçam, Hz. Ebu Bekir, s. 51.
26 Suyuti, Tarihu’l-Hulefa, s. 77.
27 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 2, s. 55.
48
III. ÜNİTE: DÖRT HALİFE DÖNEMİ
BİLGİ KUTUSU
642 yılında İranlılarla yapılan Nihavent Savaşı, Sasani İmparatorluğu’nun sonu oldu.
Çünkü bu zaferle İran’ın tamamı Müslümanların kontrolüne geçti.
Amr bin As’ın Kudüs’ü 637 yılında fethetmesinden sonra Müslümanlar 639 yılında Mısır’a hareket
etti, Babilyon Kalesi’ni kuşattı (639). Kuşatmanın uzaması üzerine Kıptilerin lideri Mukavkıs, Amr bin
As ile Mısır halkı adına bir anlaşma yaptı. Daha sonra Amr bin As, İskenderiye’ye yöneldi. Dört ay
süren kuşatmadan sonra burayı da fethetti (642). Böylece Mısır’ın fethi tamamlanmış oldu.
Hz. Ömer’in isteğiyle Amr bin As, bölgenin başşehrini İskenderiye’den Fustat’a nakletti. Abdullah bin Sa’d, İfrıkiye’yi (Tunus) fethederek Sübeytıla’yı ele geçirdi. Böylece Bizans’ın İfrikiye’deki
hâkimiyeti de sona ermiş oldu.28
Arap Yarımadası’nın sınırlarını aşarak çeşitli ülkelere sefere çıkan, ardından buralara yerleşen
Müslümanların siyasi, iktisadi ve sosyal hayatlarının yeni şartlara göre düzenlenmesi gerekiyordu.
Gerek Müslümanlar gerekse gayrimüslimlerle alakalı olarak ortaya çıkan farklı problem ve ihtiyaçları
ggören Hz. Ömer, bunların halledilmesi için çeşitli düzenlemelerle yeni kurumlar oluşturdu.
YORUMLAYALIM
Hz. Ömer, Kudüs halkıyla yaptığı anlaşmada aşağıdaki şu hususlara yer vermiştir:
“Rahman ve rahîm olan Allah’ın adıyla. Bu sözleşme, müminlerin emiri ve Allah’ın kulu Ömer tarafından, Eyle halkına verilen bir emandır. Onların canları, malları, kiliseleri, haçları, hastaları ve bütün fertleri
için verilen güvencedir. Onların kiliseleri mesken yapılmayacak ve yıkılmayacaktır. İçindeki kutsal eşyaya
dokunulmayacaktır. Kimse dinî inanışından dolayı zorlanmayacak, kimseye asla zarar verilmeyecektir.
Buna karşılık Eyle halkı da diğer şehirlerin halkı gibi cizye verecektir. Orada bulunan Rumlar çıkarılacak,
fakat gidecekleri yere kadar onların güvenlikleri sağlanacaktır. Çıkmak istemeyenler ise Eyle halkı gibi
cizye verecektir.”
Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 2, s. 93-94.
Yukarıdaki metinde Müslümanların yönetim anlayışlarına dair hangi özellikler ön plana çıkmaktadır?
Yorumlayınız.
“Beytü’l-Mal”, Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir dönemlerinde de vardı. Ancak, kurumsal bir
yapıda değildi. Hz. Ömer, fetihler neticesinde ganimet ve cizye gibi gelirlerin artması sebebiyle beytülmalı yeniden şekillendirdi.
Yargı görevini, Hz. Peygamberin uygulamasına uygun olarak başkentte bizzat halifeler kendileri ifa
ediyorlardı. Eyaletlerde ise bu görevi, tayin edilen kadılar yerine getiriyordu. Hz. Ömer, eyalet kadıları
dışında savaşlarda askerler arasında çıkması muhtemel ihtilaflar için askerî kadılar atadı. Hapishaneler
de Hz. Ömer devrinde kurumsal bir yapıya kavuştu.
Ordugâh şehirleri, fethedilen toprakların korunması ve uzak bölgelere yeni seferlerin düzenlenebilmesi için bir ihtiyaç hâline gelmişti. Bunun için Hz. Ömer’in emriyle Basra, Kûfe ve Fustat gibi
bölgelerde ordugâh şehirleri kuruldu.
28 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 51.
49
İSLAM TARİHİ
BİLGİ KUTUSU
Ordugâh şehirlerinden Basra, Bağdat’ın güneyinde Dicle ve Fırat’ın birleşim noktasına yakın
eski bir yerleşim merkeziydi.
-Kûfe, Güney Irak’ta Babil harabelerinin güney kısmında bir şehirdi.
-Fustat ise Mısır’ın orta bölgesinde ve Nil’in doğusundadır. Süveyş Kanalı açılmadan önce
Medine ile kara bağlantısı olan ve eski Kahire diye bilinen bölgedir.
2. 3. Hz. Osman ve Dönemi
Hz. Osman’ın on iki yıllık halifeliğinin ilk yarısında genellikle huzur, sükûnet, birlik ve beraberlik
hâkimdi. Önceki halifeler döneminde başlamış olan fetihlere devam edildi. Müslümanlar, Suriye ve
Mısır’ın fethiyle birlikte Akdeniz kıyılarına ulaşmışlardı. Hz. Osman Döneminde bir donanma hazırlanarak denizlerde de fetihlere başlandı. 649 yılında Kıbrıs’a, 652’de Sicilya Adası’na ve 653-54 yıllarında
ikinci defa Kıbrıs’a akınlar düzenlendi.
Bizans İmparatoru II. Kostantin, Kuzey
Afrika’daki Müslüman hâkimiyetine son vermek üzere büyük bir donanma hazırlattı. Abdullah bin Sa’d komutasındaki Müslüman kuvvetleri Finike açıklarında Zatu’s-Savarı Savaşı’nda
bu donanmayı tamamen yok etti. II. Kostantin
ancak yaralı olarak kurtulabildi.
KARŞILAŞTIRALIM
Hz. Ömer kendisinden sonra halife olacak
şahsı belirleme görevini ashabın ileri gelenlerinden oluşan altı kişilik bir komisyona havale
etmişti. Yapılan görüşmeler neticesinde Hz.
Osman ve Hz. Ali’nin isimleri ön plana çıktı.
Kendilerinden halife seçildikleri zaman Allah’ın
kitabı, Hz. Peygamberin sünneti ve önceki halifelerin yolu üzere hareket etmeleri hususunda
söz vermeleri istendi. Hz. Ali, “İlmim ve gücüm
nispetinde bunu yaparım.” şeklinde şartlı cevap
verdi. Hz. Osman ise bu teklife şartsız olarak
“Evet!” dedi. Komisyondaki altı kişi arasında
bulunan fakat adaylıktan çekilerek hakemlik
görevini üstlenmiş olan Abdurrahman bin Avf
da, “Allah’ım şahit ol! Ben üzerimdeki emaneti
Osman’ın üzerine yüklemiş oldum.” sözleriyle
onu halife ilan etti (M 644).
Hz. Osman zamanında İslam orduları, doğuda
Türkistan’a kadar ilerledi. Kuzeyde Anadolu ve
Dağıstan’a, batıda Atlas Okyanusu’na ulaştı. Ayrıca Afrika’nın kuzeyi de tamamen Müslümanların hâkimiyetine geçti.29 Ancak Hz. Osman’ın
halifeliğinin ikinci yarısında, 650 yılından itibaren Müslümanlar arasında küçük çaplı sürtüşmeler baş gösterdi. Kûfe, Basra, Şam ve Mısır gibi
önemli merkezlerde ve hatta başkent Medine’de
iktidara karşı kişi ve gruplar ortaya çıkmaya başladı. O, valiliklere genellikle yakın akrabalarını
ve Beni Ümeyye’ye yakınlığıyla bilinen kişileri
tayin ediyordu. Bu uygulamalar sahabeler tarafından hoş karşılanmadı. Yine akrabalarına bağışlarda bulunması da eleştirilere sebep oldu.
Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ, s. 426.
Hz. Osman’ın halife seçilme şeklini daha
önceki iki halifenin seçilme tarzlarıyla karşılaştırınız.
Hz. Osman, uygulamalarını eleştiren sahabelere karşı bazen sert de davrandı. Hatta bazılarını
sürgüne gönderdi. Bu sahabelerin önde gelenlerinden Ebu Zer, Suriye’de Muaviye’yi bir kısım harcama ve
tasarrufları sebebiyle tenkit ediyordu. Onun bu görüşleri, özellikle fakir halk ile yönetim karşıtı kimseler
arasında ilgi görüyordu. Bu durum iktidar ile zenginler aleyhine bir hareketin başlamasına neden oldu. Ebu
Zer’le Şam Valisi Muaviye’nin arası açılınca Muaviye durumu Hz. Osman’a bildirdi. Sonunda Ebu Zer,
Medine yakınlarında Rebeze’de zorunlu ikamete tabi tutuldu.30
29 M. Esat Seydişehiri, Tarihi Dini İslam, C 2, s.1036.
30 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 52.
50
III. ÜNİTE: DÖRT HALİFE DÖNEMİ
BİLGİ KUTUSU
Hz. Osman dönemindeki hoşnutsuzlukların gerekçeleri şunlardır:
- Valiliklere genellikle yakın akrabalarını ve Beni Ümeyye’ye yakınlığıyla bilinen kişileri tayin etmesi
- Akrabalarına bağışlarda bulunması
- Uygulamalarını eleştiren sahabelere karşı bazen sert davranması
- Hz. Peygamber tarafından Taif’e sürgün edilen amcası Hakem bin Ebu’l As’ın Medine’ye geri
dönmesine izin vermesi
İslam’ın farklı bölgelere yayılması, Kur’an’ın çoğaltılmasını zorunlu hâle getirdi. Çoğaltılan Kur’an nüshalarının vilayetlere gönderilmesi Müslümanların çoğunluğu tarafından olumlu karşılandı.
Hz. Osman, vilayetlerden Medine’ye gelen çeşitli grupları toplayarak kendisine yapılan suçlamalara karşı şu cevapları vermiştir:
• Kur’an’ı ana nüshadan çoğaltıp geri kalanları yaktırması konusunda, Kur’an’ın Allah katından geldiği gerçeğini dikkate alarak hareket ettiğini beyan etti.
• Hz. Osman, Mekke’den Taif’e sürülen Hakem bin Ebu’l As’ın geri dönmesine kendisinin değil, Hz.
Peygamberin izin verdiğini söyledi.
• Vali tayin ettiği kimselerin bu işe ehil olduklarını belirten Hz. Osman, kendisini Hz. Peygamberin
Üsame’yi ordu komutanı tayin ettiği zaman ona yapılan itirazları hatırlatarak savundu.
Görünen ve dile getirilen bu gerekçeler yanında, Hz. Osman’a karşı isyanın oluşmasında başka sebepler
de göze çarpmaktadır. Bu konuda, fetihlerin yavaşlaması, sahabe neslinin azalması ve merkezden uzaklaşmaları, sahabelere bakış açısının değişmesi, yeni fethedilen bölgelerde İslam’ın tam olarak sindirilememesi,
asabiyet ve kabile taassubunun yeniden ön plana çıkması gibi hususlar zikredilebilir.
656 yılının Nisan ayında Mısır, Kûfe ve Basralılardan oluşan muhalif gruplar, hac gerekçesiyle yola çıktılar. Bunlar halifenin görevden uzaklaştırılmasını istiyorlardı. Hz. Ali, Mısır’dan gelen asilerle konuştu. Bu
görüşmelerden sonra görevden alınan Mısır valisinin yerine Hz. Ebu Bekir’in oğlu Muhammed vali tayin
edildi.
Medine’den ayrılan isyancı gruplar, çok geçmeden kendilerinin öldürülmesini emreden bir mektup ele
geçirdikleri gerekçesiyle geri döndüler. Mektup, halifenin mührünü taşıyordu. Fakat Hz. Osman, mektuptan haberi olmadığını söyledi. Sonunda mektubun, halifenin haberi olmadan, onun ağzından katibi Mervan
tarafından yazıldığı iddiası ön plana çıktı. Bunun üzerine isyancılar halifeden Mervan’ı kendilerine teslim
etmesini istediler. Talepleri kabul edilmeyince halifenin evini kuşattılar. Bir grup isyancı içeri girerek Hz.
Osman’ı şehit etti.31
2. 4. Hz. Ali ve Dönemi
Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra insanlar bir süre şaşkınlık geçirdiler. Anlaşılan başta halifenin kendisi olmak üzere hiç kimse hadisenin bu şekilde sonuçlanacağını düşünmemişti. İlk şaşkınlık
atlatıldıktan sonra gerek Medineli Müslümanlar gerekse halifeye karşı isyan ederek onun ölümüne
sebep olanlar, yeni halifenin seçilmesi gerektiğini düşünmeye başladılar. Bu görev için en kuvvetli
aday şüphesiz Hz. Ali idi.
31 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 53-54.
51
İSLAM TARİHİ
PAYLAŞALIM
Hz. Osman, eyaletlerde baş gösteren kıraat farklılıklarını ortadan kaldırmak amacıyla
Hz. Ebu Bekir tarafından bir araya getirilen
Mushaf’ı, Zeyd bin Sabit’in başkanlığında bir
komisyon vasıtasıyla beş veya yedi nüsha olarak çoğalttı. Bir nüshayı Medine’de bırakarak
diğerlerini vilayetlere gönderdi.
Hz. Osman zamanında çoğaltılan nüshalardan günümüze ulaşanlar hakkında bilgi
toplayarak arkadaşlarınızla paylaşınız.
Hz. Osman Mushafı
Hz. Ali’nin halifeliğini Ümeyyeoğulları ve özellikle de Muaviye, tanımayı reddettiler. Hz. Osman’ın
katillerinin bulunması talepleri çoğalmıştı. Fakat ortada belirli bir katil olmayıp şehre hâkim olan bir isyancı topluluk vardı. Bu asilerle hemen başa çıkılamayacağını
anlayan Hz. Ali, Hz. Osman’ın valilerinden
y
bir bölümünü değiştirdi. Bunu öğrenen Talha bin
Übeydullah ve Zübeyir bin Avvam, Basra ve Kûfe
YORUMLAYALIM
valiliklerini istediler. Fakat bu istekleri Hz. Ali tarafından kabul edilmedi.
Hz. Osman’ın şehit edilmesi sonucu İslam
toplumunda ciddi iç karışıklıklar baş gösterdi.
Halifeyi şehit eden asiler, başkentte duruma
hâkimdiler. Bununla birlikte istedikleri birini
halife olarak seçemediler.
Sonunda Medine halkını toplayarak onlardan, en kısa sürede Hz. Ali’yi halife seçip ona
biat etmelerini istediler. Medineliler de Hz.
Osman’ın katillerinin bulunup cezalandırılması
şartıyla Hz. Ali’ye biat ettiler.
Ümeyyeoğullarının bir kesimi Hz. Ali’nin halifeliğini tanımayan diğer muhaliflerle birleşerek
656 yılında Hz. Ali’ye karşı Cemel’de savaştılar
ve mağlup oldular. Suriye’nin her türlü imkânına
sahip olan Muaviye bu savaşa katılmadı. Ancak
halife’ye biat etmemeyi de sürdürdüğü için 657 yılında Sıffin’de Hz. Ali ile karşı karşıya geldi. 32
2. 4. 1. Cemel Olayı
Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, s. 491.
Hz. Aişe, Mekke’den Medine’ye dönerken
Hz. Ali’nin halife seçilme şeklini yorumHz. Osman’ın şehit edildiğini öğrendi. Bulayınız.
nun üzerine Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr’le birlikte Mekke’ye geri döndü. Burada halka, Hz.
Osman’ın suçsuz olarak öldürüldüğünü ifade
eden bir konuşma yaptı. Yapılan müzakereler sonunda Basra’ya doğru yola çıktılar.
BİLGİ KUTUSU
Hz. Osman’ın şehadetinden sonra halifeliğe seçilen Hz. Ali’yi bekleyen en önemli konu Hz.
Osman’ın katillerinin bulunup cezalandırılması idi.
32 İrfan Aycan, İbrahim Sarıçam, Emeviler, s. 3-4.
52
III. ÜNİTE: DÖRT HALİFE DÖNEMİ
Bu durumu haber alan Hz. Ali, taraftarlarıyla Medine’den ayrıldı. Kuvvetlerini Kûfe dışında topladıktan sonra Basra’ya doğru hareket etti.
ARAŞTIRALIM
Hz. Aişe, amaçlarının isyancıların bozduğu
Hz.
H
z Osman’ın şehit edilmesi Müsbarış ve düzeni yeniden sağlamak ve Hz.
lümanlar
arasında hangi tartışmalara
l
Osman’ın katillerini cezalandırmak olduğuneden olmuştur? Araştırınız.
nu halifeye bildirdi.
Halife, anlaşma sağlamak için karşı tarafa
elçi gönderdi. Hz. Aişe, Talha ve Zübeyir’le görüşen elçi, Hz. Ali’nin halifeliği etrafında toplanmaları hâlinde Hz. Osman’ın katillerini cezalandırmanın daha kolay olacağına onları ikna etti. Hz.
Ali de Talha ve Zübeyir’le görüştü. Bu görüşmeler olumlu sonuç vermesine rağmen iki ordu, Basra
önlerinde Hureybe’de karşı karşıya geldi (36/656).
Savaş, Hz. Ali taraftarlarının galibiyetiyle sona erdi. Hz. Ali, hem Aişe’ye ve hem de onun yanında savaşa katılanlara iyi davrandı. Basra’da yağmayı yasakladı. Talha ve Zübeyr de bu savaşta
öldürüldü.
2. 4. 2. Sıffin Olayı
Hz. Ali, Cemel Savaşı’ndan sonra Irak’ta hâkimiyeti sağlayarak Kûfe’yi başşehir yaptı. O, daha
Medine’de iken Suriye valisi Muaviye’yi biate davet etmiş; ancak olumlu cevap alamamıştı. Cemel
Savaşı’ndan sonra da bu davetini sürdürdü. Muaviye’nin olumlu cevap vermemesi sebebiyle onunla
mücadeleye karar verdi. Bunu haber alan Muaviye de harekete geçti. İki tarafın askerleri Fırat’ın batı
kıyısındaki Sıffin Ovası’nda toplandılar. Hz. Ali, Muaviye’ye yeniden elçi göndererek onu, Müslümanların birliğini bozmamaya ve halife olarak kendisine itaat etmeye çağırdı. Muaviye ise bu isteği
kabul etmedi ve Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması ile ilgili talebini tekrarladı. Görüşmelerden bir sonuç elde edilemeyince her iki ordu savaş düzeni aldı.
Üç ay süren mücadelenin sonunda Muaviye’nin ordusu bozguna uğramak üzereydi. Bunun üzerine Muaviye, Amr bin As’ın tavsiyesi ile Mushaf sayfalarını mızrakların ucuna taktırdı. Askerler,
“Allah’ın kitabı sizinle aramızda hakemdir.” diye bağırdılar. Hz. Ali ve ordusunun büyük bir bölümü
bu hareketin bir hile olduğunu anladı. Fakat ön saflarda çarpışan ve kurradan oluşan bir grup, Mushaf ’ın kaldırılmış olduğunu görünce savaşı bıraktı.
Hz. Ali onları itaate çağırdı. Onun sözüne aldırmayan ve sonradan ”Hariciler” olarak adlandırılacak olan bir grup, Hz. Ali’den Kur’an’ın hakemliğini kabul etmesini istediler. Aksi takdirde onu
düşmanlarına teslim edeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Hz. Ali savaşı durdurmak zorunda kaldı.
Böylece Sıffin Savaşı, Şam ve Iraklılardan binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanmış oldu.33
Hz. Ali, ordusundaki bozguncuların baskısı sonucu Muaviye tarafının teklifini kabul etti. Suriyeliler Amr bin As’ı, Hz. Ali taraftarları da Ebu Musa el- Eş’ari’yi hakem tayin etti. Hakemlerin seçilmesinden sonra taraflarca “Tahkim Antlaşması” hazırlandı. Eş’as bin Kays antlaşma metnini Hz.
Ali’nin askerleri arasında okumaya başlayınca bu defa da “Hüküm ancak Allah’a aittir.” diyerek karşı çıkanlar oldu. Bundan sonra Muaviye ve askerleri Şam’a, Hz. Ali ve askerleri de Kûfe’ye döndü.
33 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 56.
53
İSLAM TARİHİ
Hariciler, Hz. Ali’nin ordusundan ayrılarak
TARTIŞALIM
Kûfe köylerinden biri olan Harura’ya çekildiHz. Ali Döneminde ortaya çıkan
ler. Hakemler 658 yılında Ezruh’ta bir araya
olayları sosyal, siyasi ve itikadi sonuçgeldiler. Toplantıya gözlemci olarak Abdullah
ları
açısından
tartışınız.
bin Ömer, Abdullah bin Zübeyr ve Muğire bin
Şu’be de katıldı. Hakemler önce Hz. Ali ile
Muaviye’nin azledilmesini, sonra da yeni halifenin bir şûra tarafından seçilmesini kararlaştırdılar. Amr
bunu kabul etmiş göründü. Önce Ebu Musa alınan karar gereği Hz. Ali’yi azletti. Söz sırası Amr’a gelince o, verdiği sözü tutmayarak azledilmiş olan Hz. Ali’nin yerine hilafet makamına Muaviye’yi tayin
ettiğini açıkladı.
Hz. Ali taraftarları buna itiraz ettiler. Ebu Musa bu olaya çok üzüldü. Bu olaydan sonra siyaset alanından tamamen çekildi. Amr bin As ve Suriyeliler, Muaviye’ye gidip onu halife olarak selamladılar.
Hz. Ali, Haricilerle de mücadele etmek zorunda kaldı. Çünkü Hariciler kendi görüşlerine katılmayan kimselere sert davranıyor ve öç alma duygusuyla hareket ediyorlardı. Nitekim Hz. Ali de İbn Mülcem adlı bir Harici tarafından şehit edildi. Hariciler daha da ileri giderek işi, Hz. Osman ve Hz. Ali’yi
tekfire kadar götürdüler.
BİLGİ KUTUSU
Tahkim Antlaşması’nın bazı maddeleri:
- Bu anlaşma Hz. Ali ve Muaviye taraftarları arasında yapılmıştır.
- Tahkimin konusu yeni halifenin seçilmesidir.
- İki taraftan da birer hakem belirlenecektir.
- Hakemler bu konuda Kur’an’a göre hüküm verecektir.
- Onların verdiği hüküm bağlayıcı olacaktır.
-Tahkim gününe kadar silah kullanılmayacaktır.
-Tahkim öncesi hakemlerden veya adaylardan biri ölürse yerine yeni bir aday gösterilecektir.
Dineveri, İslam Tarihi, s. 246-248.
Hz. Ali’nin barış çabaları sonuç vermedi. Bunun üzerine meydana gelen Nuhayle ve Nehrevan savaşlarında Haricilerin çoğu öldürüldü (658). Bu savaşlar, siyasî tarih açısından Hz. Ali ve ordusu için
bir zafer niteliğindeydi.
ÇÖZÜMLEYELİM
Aşağidaki tabloyu çözümleyiniz.
Savaşın adı
Hz. Ebu Bekir
Hz. Ömer
Kıbrıs’ın Fethi
Kudüs’ün Fethi
Savaşın adı
Hz. Osman Hz. Ali
Hire’nin Fethi
x
Nehrevan Savaşı
Ecnadeyn Savaşı
Köprü Savaşı
Sıffin Savaşı
Zatü’s-Savari Savaşı
54
Hz.Ebu Bekir
Hz. Ömer
Hz. Osman
Hz. Ali
III. ÜNİTE: DÖRT HALİFE DÖNEMİ
3. Dört Halife Döneminin İslam Kültür ve Medeniyetindeki Yeri
Hz. Peygamber, kendisine gelen vahyi insanlara tebliğ ediyor, uygulamalarıyla da onlara örnek
oluyordu. Bunu yaparken bir taraftan insanların dinî ve sosyal problemlerine çözüm üretiyor diğer
taraftan da ihtiyaç duyulan kurumların tesisi için çalışıyordu. Hicretin hemen ardından mescit inşası
ve suffenin tesis edilmesi bunlardan birkaçıdır.
Onun vefatından sonra, İslam’ın yayıldığı coğrafyanın fetihler yoluyla genişlemeye başlaması,
diğer kültür ve medeniyetlerle etkileşimi artırdı. Bu durum var olan bazı kurumların geliştirilmesini,
henüz kurulmamış olanların da oluşturulmasını bir zorunluluk hâline getirdi.
Dört Halife Dönemi, Sakifetü beni Saide’deki toplantı ile başladı. Bir tür danışma kurulu niteliğindeki bu toplantı, önemli bir başlangıçtı. Müslümanlar arasında halife seçiminde vuku bulabilecek
ciddi bir tartışma, istişare yoluyla ve serinkanlılıkla çözüme kavuştu.
Halife aynı zamanda Müslümanlar arasında meydana gelecek hukuki anlaşmazlıklarda son karar
mercidir. Kadılar da hukuki konularda atama yoluyla görev yaparlar. Onlar gönderildikleri bölgelerde halifenin vekilidirler.
TARTIŞALIM
Hz. Ebu Bekir Döneminde, Kur’an’ın yaMescid-i Nebi’nin hicretten sonra
zılmış olduğu tüm malzemeler bir araya topMedine’deki fonksiyonları nelerdir?
landı. Zeyd bin Sabit’in başkanlığındaki heArkadaşlarınızla tartışınız.
yet tarafından belirlenen esaslar dahilinde bir
Mushaf hâline getirildi. Bunda, Kur’an eğitimini bizzat Hz. Peygamberden almış olan sahabe neslinin, özellikle hafız sahabelerin çeşitli sebeplerle
azalıyor olması etken olmuştu. Hz. Osman
Döneminde ise cem edilen bu Mushaf’ın
çoğaltılıp İslam merkezlerine gönderilmeÇÖZÜMLEYELİM
siyle metin birliği amaçlanmıştı.
Hz. Ömer Devrinde kurulan divan,
herkesin maddi durumunu dikkate alarak
gelir tespiti yapıyordu. Askerlere de aynı
esaslara göre maaş bağlanmıştı. Belirlenen
maaşların hak sahiplerine ulaştırılması da
divanın görevleri arasındaydı.34
Araplar, İslam’dan önce Bizans ve
İran’ın altın ve gümüş paralarını kullanıyorlardı. Hz. Ömer Döneminde bu bölgelerdeki fetihler sonrası onların bu konudaki tecrübelerinden istifade edildi. Divan
aracılığı ile İslam tarihinde ilk para bu
dönemde basılmış oldu.
Aşağıdaki Tabloyu Çözümleyiniz.
Olay
Hz.
Ebu
Bekir
Haricilerin ortaya çıkışı
Kur’an’ın çoğaltılması
Divan teşkilatı
Yalancı peygamberlerle
mücadele
Kudüs’ün Fethi
Şûrânın başlangıcı
Kur’an’ın cemi
Askerî kadıların tayini
34 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 2, s. 144.
55
x
Hz.
Ömer
Hz.
Osman
Hz.
Ali
İSLAM TARİHİ
Devlet gelirleri zekât, haraç, cizye, ticaret vergisi ve öşür olarak düzenlendi. Bunlar görevli memurlar tarafından toplanıp Beytü’l- Mal’a teslim ediliyor ve oradan da gerekli yerlere harcanıyordu.
Yine Hz. Ömer Döneminde, hicretin takvim başlangıcı olarak kabul edilmesi de İslam medeniyeti
adına atılmış önemli bir adımdı.
İslam dininin çeşitli bölgelerde süratle yayılmasında, fetihler önemli rol oynadı. Müslümanlar fethettikleri topraklarda halka baskı yapmamış, bu sayede çeşitli din, ırk ve mezheplerin mensupları inanç
ve ibadetlerinde özgür kalabilmişlerdi.
Müslümanlar hem birbirlerine hem de zimmi statüsüne giren gayrimüslimlere karşı kanun önünde
eşit ve adaletli davranmış, anlaşmalara ve verilen sözlere sadakat göstermişlerdi. Onların can, mal, ırz,
namus ve ibadet yerlerinin korunması hususunda da büyük özen göstermişlerdir. Aldıkları cizye karşılığında onları korumuş, koruyamayacaklarını anladıkları zaman kendilerini haberdar edip aldıkları
vergileri iade etmişlerdi.
Özgün ve büyük bir medeniyet olan İslam medeniyeti fetihler sayesinde daha geniş alanlara yayılmış ve günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
YORUMLAYALIM
Halit bin Velit’in Sasani kralına mektubundan:
“Müslüman olun ki kurtuluşa eresiniz. Müslüman olmadığınız takdirde kendiniz ve
halkınız için zımmi olmayı kabullenip cizye ödeyiniz. Bunu da kabul etmezseniz başkasını kınayıp sorumlu tutmayınız. Zira ben ölümü, hayattan daha çok seven bir toplulukla
üzerinize geliyorum.”
Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 2, s. 47.
Halit bin Velit’in bu sözlerini İslam fetihlerinin gayesi açısından yorumlayınız.
56
III. ÜNİTE: DÖRT HALİFE DÖNEMİ
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A-Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Hz. Peygamber henüz defnedilmeden Müslümanların çözüm aradıkları ilk konu nedir? Açıklayınız.
2. Hz. Ömer’in yönetim anlayışı hakkında bilgi veriniz.
3. Hz. Osman Döneminde Kur’an’la ilgili olarak yapılan çalışmalar nelerdir? Açıklayınız.
4. Hz. Ali’ye muhalefet eden grubun temel gerekçesi nedir? Açıklayınız.
B-Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Ebu Bekir Dönemi olaylarından biri değildir?
A) Dinden dönenlerle savaş
B) Kur’an’ın cemi
C) Divanın kurulması
D) Üsame ordusunun gönderilmesi
E) Peygamberlik iddiasında bulunanlar
2. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Ömer Dönemi olaylarından biri değildir?
A) Köprü Savaşı
B) Kudüs’ün Fethi
D) Kur’an-ı Kerim’in çoğaltılması
C) Askerî amaçlı yeni şehirlerin kurulması
E) Hicretin takvim başlangıcı olması
3. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Ali Dönemi olaylarından biridir?
A) Kadisiye Savaşı
B) Askerî kadıların atanması
D) Kıbrıs’ın Fethi
E) Yermük Savaşı
C) Cemel Vakası
C- Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri parantez içindeki uygun kelimelerle doldurunuz.
( Muaviye, adalet, zekât vermekten, kurra, Hariciler. )
1. Hz. Ali’yi Sıffin Savaşı’nda önce Kur’an’ın hakemliğine çağıran sonra da kendisini yalnız bırakan
grup .....................................diye isimlendirilmiştir.
2. Hz. Osman’ın Şam valisi ve Hz. Ali Döneminin önde gelen muhalifi …… ..........................dir.
3. Hz. Ebu Bekir’in yalancı peygamberlerden önce mücadele ettiği ilk grup .................. ........... kaçınanlardır.
4. Hz. Ömer ve Ebu Bekir’in yönetim anlayışındaki en önemli özellik…………………’e verdikleri
önemdir.
D- Aşağıdaki bilgilerin doğrularını (D), yanlışlarını (Y) ile işaretleyiniz.
1. (...) Hicret, Hz. Ebu Bekir Devrinde takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir.
2. (...) Hz. Ömer halifelik makamına seçimle gelmiştir.
3. (...) İlk deniz seferleri Hz. Osman Döneminde başlamıştır.
4. (...) Hz. Ali halife olduğu zaman kendisini bekleyen en önemli ve öncelikli problem Hz. Osman’ın
katillerini bulmak ve cezalandırmaktı.
57
İSLAM TARİHİ
4. ÜNİTE
EMEVİLER
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Arap toplumundaki kavmiyetçilik anlayışının siyasi ve sosyal boyutlarını
araştırınız.
2. Bir yönetim biçimi olan saltanat sisteminin temel niteliklerini araştırınız.
3. Endülüs Emevilerinin yıkılış sebeplerini araştırınız.
4. Tarih kitaplarından engizisyon mahkemeleri hakkında bilgi toplayınız.
58
IV. ÜNİTE: EMEVİLER
1. Emeviler
1. 1. Kuruluş Dönemi
Emevi Devleti, adını kurucusu olan Muaviye bin Ebu Süfyan’ın bağlı bulunduğu aileden almıştır. Muaviye, Kureyş kabilesinin Beni Ümeyye (Ümeyyeoğulları veya Emeviler) koluna mensuptur. İslam’dan önce Ümeyyeoğulları Mekke’nin en saygın ailelerindendi. Muaviye’nin büyük
dedesi Ümeyye, Cahiliye Devri Mekke toplumunda kıyade (ordu komutanlığı) görevi yapıyordu.
Miladi 602 veya 603 yılında dünyaya gelen Muaviye, Mekke toplumunda okuma-yazma bilen az
sayıdaki kişilerdendi. Mekke fethedildiğinde Muaviye de Müslüman oldu.1 Peygamberimiz ona
kâtiplik gibi bazı görevler verdi.
Hz. Ebu Bekir, Suriye’nin fethi için üç ayrı ordu gönderdi. Bu ordulardan birinin komutanı
Muaviye’nin ağabeyi Yezit idi ve Muaviye de ona yardımcı olacaktı (634). Yezit ve Muaviye, Suriye
tarafında büyük başarılar elde etti. Hz. Ömer Muaviye’yi ordu komutanlığına getirdi (639). Daha
sonra Muaviye, Şam valisi oldu. O, Hz. Ömer’in izni ile Suriye’de fethedilmeyen yerleri fethetti. Muaviye, Kıbrıs’ın fethi için de izin istedi. Fakat Hz. Ömer buna müsaade etmedi. Hz. Osman
Döneminde de Şam valisi olan Muaviye, iki ayrı zamanda Kıbrıs’ı fethetti (650 ve 655).2 Suriye’de
Kelbi kabilesinden evlenen Muaviye, zamanla askerî, ekonomik ve nüfuz açısından çok güçlü bir
konuma geldi.
Hz. Ali, Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra halife seçildi (655). Muaviye, Hz. Ali’ye biat
etmeyerek kendi kabilesinden olan Hz. Osman’ı şehit edenlerin derhâl bulunmasını istedi. Muaviye,
onu şehit edenlerin Hz. Ali’nin ordusunda bulunduğunu iddia etti ve Şam halkından biat aldı. Hz. Ali,
Cemel Savaşı’nda rakiplerini yendi. Ayrıca Hz.
BİLGİ KUTUSU
Ali, Muaviye ile yaptığı Sıffin Savaşı’nı kazanmak üzere iken Haricilerin savaşmak istememesi
Süfyani Kolundan Gelen Halifeler
yüzünden sonuç alamadı. Muaviye, 658 senesinde
I. Muaviye bin Ebu Süfyan
(661)
gerçekleşen Hakem Olayı’ndan sonra devleti ele
I. Yezit bin Muaviye
(680)
geçirmek için büyük gayret gösterdi. Önce Mısır’ı
II. Muaviye bin Yezit
(683)
ele geçirdi. Daha sonra hazırladığı orduları Hz.
Mervani Kolundan Gelen Halifeler
Ali’nin hâkimiyeti altında bulunan Irak, Hicaz,
I. Mervan bin Hakem
(684)
Yemen ve İran’ın yerleşim bölgelerine göndererek
Abdülmelik bin Mervan
(685)
I. Velit Abdülmelik
(705)
merkezî idareyi zor durumda bıraktı.3
Süleyman bin Abdülmelik
Ömer bin Abdülaziz
II.Yezit bin Abdülmelik
Hişam bin Abdülmelik
II. Velit bin II. Yezit
III. Yezit bin I. Velit
İbrahim bin I. Velit
II. Mervan bin Muhammed
(715)
(717)
(720)
(724)
(743)
(744)
(744)
(744-750)
İç karışıklıkların artması sonucunda bir
Harici, Hz. Ali’yi şehit etti (661). Halk, Hz. Hasan’a
halife olarak biat etti. Fakat Muaviye, iktidarı bırakmak niyetinde değildi. Hz. Ali şehit olmadan önce
Muaviye oldukça üstün bir konumda bulunuyordu.
Hz. Hasan, hem Kûfe halkının güven telkin etmemesi hem de Müslümanlar arasındaki savaşların son
1 İrfan Aycan, Saltanata Giden Yolda Muaviye bin Ebi Süfyan, s. 47.
2 Belâzuri, Fütûhu’l- Büldân, s. 218- 219.
3 İrfan Aycan, İbrahim Sarıçam, Emeviler, s. 5.
59
İSLAM TARİHİ
bulması için Muaviye’ye biat etti.4 Hz. Hasan ile Muaviye arasındaki anlaşmayla İslam dünyasının
tamamı Muaviye’nin yönetimi altına girdi. Böylece Müslümanlar arasında büyük oranda birlik sağlandı. Bu nedenle bu yıla “Birlik Yılı” (Âmü’l-Cemaa) denilmiştir.5
Muaviye ile birlikte Müslümanların yönetime gelme şekillerinde büyük bir değişiklik oldu.
Dört Halife, istişare yoluyla iktidara gelmişti. Hiçbir halife kendi çocuklarına yönetimi devretmemişti. Oysa Muaviye, kuvvet yoluyla halifeliği ele geçirdi. Kendinden sonra da oğlu Yezit’i veliaht tayin etti. Böylece halifeliğin babadan oğula geçişini, yani saltanat sistemini başlattı. Muaviye,
Müslümanlardan Yezit’in halifeliği için zorla biat aldı. Hz. Hüseyin, Abdullah bin Zübeyr ve Abdullah
bin Ömer gibi birkaç önde gelen Müslüman dışında bu isteğe karşı koyan olamadı.
DÜŞÜNELİM
Hz. Muhammed Döneminde başkent:
Hz. Ebu Bekir Döneminde başkent:
Hz. Ömer Döneminde başkent:
Hz. Osman Döneminde başkent:
Hz. Ali Döneminde başkent:
Muaviye Döneminde başkent:
Medine
Medine
Medine
Medine
Kûfe
Şam
Muaviye Döneminde Şam neden başkent olmuştur?
1. 2. Hilafetin Saltanata Dönüşmesine Tepkiler
Yezit’in yönetime geçmesiyle beraber saltanat sistemi hilafetin yerini aldı. Bu yönetim biçimini İslam’a aykırı görerek buna karşı hareketler ortaya çıkmaya başladı. Tepkilerin başında Hariciler
ve Hz. Ali taraftarları geliyordu.
1. 2. 1. Kerbela Olayı
Hz. Hüseyin, Muaviye’nin ardından (öl. 680) halifeliğin kendi hakkı olduğunu iddia ederek
harekete geçti ve halife olan Yezit’e biat etmedi. Yezit, Medine Valisi Velit bin Utbe’den kendisi
adına Hüseyin bin Ali, Abdullah bin Ömer ve Abdullah bin Zübeyr’in biatlarını almasını istedi.
Hz. Hüseyin ve Abdullah bin Zübeyr, valiyi oyalayarak Mekke’ye gitti. Abdullah bin Ömer ise
Müslümanların birliği bozulmasın düşüncesiyle Yezit’e biat etti. Hz. Hüseyin’in Mekke’ye gitmesi
ehl-i beyt taraftarlarını harekete geçirdi. Onu Kûfe’ye davet ettiler. Hz. Hüseyin, durumu araştırması için amcasının oğlu Müslim bin Âkil’i Kûfe’ye gönderdi. Kûfe’ye giden Âkil, Vali Numan
bin Beşir’in müsamahasından faydalanarak halktan Hz. Hüseyin adına biat aldı. Ardından da Hz.
Hüseyin’i Kûfe’ye davet etti.
Olayları takip eden Yezit, Kûfe Valisi Numan bin Beşir’i görevden aldı ve sert tabiatlı bir yapıya sahip olan Basra Valisi Ubeydullah bin Ziyat’ı Kûfe valiliğine atayıp ondan bu isyan hareketini
önlemesini istedi. Ziyat, Müslim bin Âkil ve etrafındakileri katletti. Bu olaylardan habersiz olarak
4 Taberi, Tarih-i Taberi, C 3, s. 220.
5 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 59.
60
IV. ÜNİTE: EMEVİLER
Hz. Hüseyin; ailesi, akrabaları
TARTIŞALIM
ve taraftarlarıyla Kûfe’ye doğru
hareket etti. Abdullah bin Ömer
Aristoteles’e göre iyi yönetim, yönetimi elinve Abdullah bin Abbas gibi bazı
de bulunduran insanın sahip olduğu özelliklere
kişiler Hz. Hüseyin’in gitmesini
bağlıdır. Yönetime sahip olan insan veya insanlar
engellemeye çalışarak Kûfe halnitelikli ise yönetim biçiminin monarşi, oligarşi
kının sözüne güvenilmeyeceğini
veya demokrasi olmasının bir önemi yoktur.
Aristoteles, Politika, s. 97- 111.
söylediler. Fakat başarılı olamadılar. Hz. Hüseyin yolda Müslim bin
Yukarıdaki anlayışı sorgulayarak saltanat sisteÂkil ve arkadaşlarının öldürüldüminin zayıf noktalarını tartışınız.
ğünü öğrendiğinde geri dönmek
istedi. Müslim bin Âkil’in çocukları geri dönmeyi kabul etmedikleri için bu görüşünden vazgeçti. Bunun üzerine Hz. Hüseyin ve
beraberindekiler yola devam ederek Irak bölgesindeki Kerbela denilen yere geldiler. Ubeydullah
bin Ziyat, Ömer bin Sa’d’ı Hz. Hüseyin’in üzerine gönderdi. Hz. Hüseyin ve yanındakiler kuşatma
altına alındı. Uzun bir süre aç ve susuz bırakılan ehl-i beyt ve taraftarlarına savaş açıldı. Irak ordusu ile sayısı 80’i aşmayan bir grup arasında yapılan çarpışmada Hz. Hüseyin ve yanındakilerden 72
kişi şehit oldu.10 Muharrem 61 (10 Ekim 680) deki bu katliamdan Hz. Hüseyin’in çocuklarından
pek azı kurtulabildi. Bunlar esir alınarak valiye getirildi. Vali de bunları Yezit’e gönderdi. Yezit
bu esirleri birkaç gün sonra bir kafile ile Medine’ye ulaştırdı. İslam tarihinin en acı veren olaylarından olan Kerbela faciası tüm Müslümanları çok üzmüştür. Ayrıca bazı siyasi olayları harekete
geçirmiş, Şiiliğin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.6
1. 2. 2. Abdullah bin Zübeyr Olayı
Abdullah bin Zübeyr, önde gelen sahabelerden Zübeyr bin Avvam’ın oğludur. O, Muaviye’ye
biat etmediği gibi daha sonra Yezit’e de biat etmedi. Hz. Hüseyin’in şehadetiyle birlikte Emevilere
muhalefetin kilit ismi oldu. İlk başlarda Abdullah bin Zübeyr, Yezit’e karşı bir harekette bulunmayarak olayların seyrini takip etti. Onun bu tutumundan Yezit rahatsız oldu. Çünkü Zübeyr, Yezit’in
muhalifleri tarafından zayıflatılmasını bekliyordu. Yezit, Harre Olayı’ndan sonra Müslim bin
Ukbe komutasında bir orduyu Mekke’ye
gönderdi. Yolda bu komutanın ölmesi üzeDEĞERLENDİRELİM
rine Husayn bin Nümeyr onun yerine tayin edildi. Onun komutasında Mekke kuYezit, siyasi hâkimiyet sağlamak için
şatıldı (24 Eylül 683). İki ay kadar devam
önce kendine biat etmeyerek ayaklanan
Medineliler üzerine bir ordu gönderdi.
eden kuşatma Yezit’in ölümüyle birlikte
Harre Olayı diye bilinen savaşta Medineliler
kaldırıldı. Yezit’in ölümüyle Emevilerde
yenildiler. Bundan sonra saldırı hedefinde
iktidar boşluğu meydana geldi. Bu durumAbdullah bin Zübeyr bulunuyordu.
dan istifade eden Abdullah bin Zübeyr,
Medinelilerin Yezit’e biat etmeme se“Emirü’l-müminin” unvanıyla halife olbeplerini değerlendiriniz.
duğunu ilan etti.
6 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 61.
61
İSLAM TARİHİ
Suriye’de önce Yezit’in oğlu Muaviye’ye, onun iki ay sonra ölmesiyle Mervan bin Hakem’e
biat edildi. Mervan bin Hakem, iki halifenin üst üste ölmesiyle doğan otorite boşluğunu kısa sürede ortadan kaldırarak çeşitli bölgelerde halkın Abdullah bin Zübeyr’e olan bağlılığını sona erdirdi.
Mervan vefat ettikten sonra (685) yerine oğlu Abdülmelik halife oldu.7
Bu zaman zarfında Hicaz ve doğu bölgeleri Abdullah bin Zübeyr’in; Suriye, Filistin ve Mısır
bölgeleriyse Abdülmelik’in hâkimiyeti altındaydı. Bu arada daha önce Mekke Kuşatması sırasında
Abdullah bin Zübeyr’i destekleyen Hariciler ondan ayrılarak Basra’yı işgal ettiler. Her iki taraf açısından da Muhtar es-Sakafi büyük tehlikeydi. Sakafi, Ekim 685’te Abdülmelik’e isyan ederek onun
askerlerini yendi. Daha sonra Muhtar es-Sakafi, doğu eyaletlerini ele geçirdi ve buraların valiliğini
Abdullah bin Zübeyr’den istedi. Abdullah ise kardeşi Mus’ab’ı Basra valisi yaparak Muhtar ile mücadele etmesini istedi. 687 yılında Muhtar es-Sakafi’nin, Mus’ab tarafından öldürülmesiyle doğu
eyaletleri tekrar Abdullah bin Zübeyr’in
hâkimiyetine girdi.
DEĞERLENDİRELİM
Abdülmelik ile Abdullah bin
Zübeyr arasındaki mücadele uzun süre
devam etti. Abdülmelik 692 yılında
Mus’ab üzerine tekrar bir saldırı düzenledi. Bu savaşta Mus’ab öldü. Böylece
doğu eyaletleri tekrar Abdülmelik’in
hâkimiyetine girdi. Abdullah bin
Zübeyr’in hâkimiyeti sadece Hicaz
bölgesinde devam etti. Abdülmelik
vakit kaybetmeden Haccac bin Yusuf
es-Sakafi’yi iki bin kişilik bir orduyla
Mekke üzerine gönderdi (Ocak 692).
Haccac, beş bin kişilik destek gücü alarak Mekke’ye saldırdı. Kuşatma uzayınca Zübeyr ve taraftarları yiyecek
sıkıntısıyla karşılaştı. Bunun üzerine
Haccac, teslim olanlara eman vererek
Abdullah bin Zübeyr’in çevresini iyice
daralttı. Fakat o, az sayıdaki askerleriyle
beraber çarpışarak öldü (1 Ekim 692).
Abdullah bin Zübeyr, Ebu Bekir’in
kızı Esma ile evli olan ünlü sahabe Zübeyr bin Avvam’ın oğludur. Muhacirlerden
Medine’de ilk dünyaya gelen çocuktur. Bu nedenle Müslümanlar onun doğumunda büyük
bir sevinç yaşamışlar ve ismini Peygamberimiz vermiştir. Eğitimli bir genç olan Abdullah,
ayrıca tefsir sahasında önde gelen Müslümanlardandır. Kurradan olduğu için Hz. Osman
Kur’an’ı çoğaltırken dört kişilik komisyona
onu da dahil etmiştir. İyi bir komutan ve cesur bir asker olan Abdullah bin Zübeyr, zahit
kişiliği ile de tanınmıştır. İbadete olan aşırı
düşkünlüğü sebebiyle “hamametü’l-mescid”
(mescit güvercini) olarak anılırdı.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 146.
Abdullah bin Zübeyr’in Muaviye ve oğlu
Yezit’i niçin halife olarak kabul etmediğini
değerlendiriniz.
1. 3. Fetihler ve İslam Coğrafyasının Genişlemesi
Hz. Osman’ın hilafetinin ilk dönemine kadar devam eden fetih hareketleri Muaviye zamanına
kadar durakladı. Muaviye iç istikrarı sağladıktan sonra yeniden fetihlere başladı. Onun fetihlerinin
üç bölgede yoğunlaştığı görülür. Bunlar Suriye, Irak ve Mısır bölgeleridir. Suriye orduları, Bizans
hâkimiyeti altında bulunan Anadolu ve Ermenistan topraklarında savaştı. Irak orduları, Horasan,
Maveraünnehir ve Sint (bugünkü Pakistan) bölgesinde savaştı. Mısır orduları ise Kuzey Afrika topraklarında savaştı.
7 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 61.
62
IV. ÜNİTE: EMEVİLER
Muaviye zamanında, Anadolu’ya yaz ve kış olmak üzere iki sefer
düzenleniyordu. Asıl maksat Bizans’ın
başşehri olan İstanbul’u ele geçirmekti. Bu süreçte Müslüman donanması
Tarsus, Rodos Adası ve İzmir’i ele geçirdi (672).8
Muaviye zamanındaki bir diğer fetih hareketi, idarî bakımından
Basra’ya bağlı olan Horasan ve Sint
bölgesinde gerçekleşti. Sicistan’da
bulunan şehirleri alan birlikler Kâbil’i
ele geçirdi. Hindistan’ın bir kısmı vergiye bağlandı. Horasan’ın bir bölümü,
Toharistan ve Kuhistan fethedildi.
Ceyhun’u geçen kuvvetler, Buhara ve
Semerkant’ı aldılar.9
Daha önce başlayan Afrika’daki
fetihler Muaviye Döneminde de devam etti. Ukbe bin Nafi komutasında
Afrika’da önemli yerler ele geçirildi.
Ukbe tarafından Kayrevan şehri inşa
edilerek burada askerî bir garnizon kuruldu. Ukbe bin Nafi’nin başarılı yönetimiyle Afrika’da bulunan Berberiler
arasında İslam yayıldı. Berberiler
Kayrevan’a yerleştiler. Zaman içinde
bölgede İslam hâkimiyeti güçlendi.10
TARTIŞALIM
İstanbul’un fethi için ilk sefer Muaviye zamanında 668 yılında gerçekleşti. Sufyan bin Avf
el-Ezdi komutasındaki Emevi ordusu Kadıköy’e
geldi. Uzun yolculuklar ve kış şartları orduda büyük
kayıplara sebep oldu. Buna rağmen İstanbul muhasara edildi. Fakat bir sonuç alınamadı. Bu savaşta
Peygamberimizin sancaktarlarından Ebu Eyüp elEnsari şehit oldu. İstanbul’da bulunan Ebu Eyüp
el- Ensari Türbesi ona aittir.
İstanbul’un ikinci kez kuşatılması (674) yılında başladı ve yıllarca sürdü. İki taraf arasındaki karşılaşma daha ziyade iki filonun İstanbul önlerinde
savaşmasından ibaretti. Müslüman askerler, İstanbul
yakınında bulunan Kapıdağ Yarımadası (Bandırma
ve Erdek arasındaki ada)’nı ele geçirerek burada bir
deniz üssü kurdular. Her ilkbahar mevsiminde bu
üsten hareket eden Müslümanlar İstanbul’u kuşatıyordu. Muaviye’nin ölümüne kadar bu saldırılar
devam ettiyse de başarı elde edilemedi.
Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi,
C 2, s. 304- 305.
Muaviye İstanbul’u fethetmeye niçin büyük
önem vermiştir? Arkadaşlarınızla tartışınız.
Abdülmelik bin Mervan zamanında
Horasan, Bizans toprakları ve Kuzey Afrika’da
Müslümanlara karşı eski toprak sahipleri ayaklandılar. Fakat Abdülmelik iç istikrarı sağladıktan sonra bu bölgelerde İslam hâkimiyetini
yeniden tesis etti. O, Muaviye Döneminde
başlayan Anadolu seferlerini sürdürdü.
Bizans’a bağlı Ermeniye’yi İslam topraklarına kattı. Abdülmelik, oğlu Velit’e Atlas
Okyanusu’ndan Ceyhun Nehri’ne kadar geniş topraklara sahip güçlü bir devlet bıraktı.
Böylece en parlak fetih hareketleri yapan Velit
için zemin hazırlanmış oldu. İslam coğrafyası
Velit zamanında en geniş sınırlara ulaşmıştır.
Ukbe bin Nafi tarafından yaptırılan Kayrevan Camii ve Mezarlığı (Tunus)
8 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 1, s. 320-321.
9 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 61.
10 Nadir Özkuyumcu, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi, s. 147- 150.
63
İSLAM TARİHİ
Velit Döneminde de doğu illeri genel valisi olan Haccac’ın emriyle Kuteybe bin Müslim 705
yılında Horasan eyaletine vali olarak atandı. Kuteybe, Arap - Türk sınırı kabul edilen Ceyhun Nehri’ni
aşarak Maveraünnehir’e girip Belh ile birlikte Toharistan’ı ele geçirdi (705). Daha sonra Buhara,
Beykent ve Semerkant gibi Türk illerinde hâkimiyet kurdu. 11
Kuteybe, 713- 715 yılları arasında Türkistan’da fetih hareketleri
yaptı. Fergana ve Kaşgar’ı fethetti.
Fakat burada kesin bir sonuç elde
edemedi. Türkistan’da çok uzun
süren Türk-Arap mücadelesinde
Türkler yurtlarını Araplara karşı
savundular. Bu bölgedeki Türkler,
Müslüman oldukları hâlde ağır
vergi ödemek zorunda bırakıldı.
Emevilerin bu uygulamaları hem
bölgedeki fetihlerin kalıcı olmamasına hem de Türklerin İslam’ı
geç kabul etmelerine sebep oldu.12
Asya’da yapılan fetihleri gösteren harita
Velit Döneminin önemli seferlerinden biri de Hindistan bölgesinde gerçekleşti. Muhammed bin Kasım büyük bir orduyla güneye doğru hareket etti. Kasım, Mukran’ı
hâkimiyeti altına alarak Belücistan içlerine doğru ilerledi. 711-712 yıllarında Sint’i ve İndus
Nehri’nin aşağı kısımlarını fethetti.13 Daha sonra bölgenin eski bir liman şehri olan Deybül
(Bugünkü Karaçi) fethedildi. Halkı zimmi statüsünde kabul edilerek serbest bırakıldı. Böylece
İslam, Hint bölgesine girmiş oldu.
BİLGİ KUTUSU
Tarık bin Ziyat savaş başlamadan önce
aaskerlerine şu konuşmayı yapmıştır: “Ey
insanlar! Kaçılacak yer neresi? Arkanızda
deniz, önünüzde düşman. Sizin için sabır ve
doğruluktan başka çare yok. Bilesiniz ki siz
bu adada, oburlar sofrasındaki yetimlerden
daha zayıfsınız...”
Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları-1, s. 18.
Velit Döneminde de Kuzey Afrika ve
İspanya bölgesinde önemli fetihler yapıldı. Velit,
Kuzey Afrika valiliğine Musa bin Nusayr’ı atadı. Kudretli bir askerî lider olan Musa, birlikleri ile Tanca’ya
kadar ulaştı ve orayı fethetti. Tarık bin Ziyat 711 yılında daha sonra kendi adıyla anılacak olan Cebelitarık
Boğazı’nı aşarak İspanya’ya geçti. Ertesi yıl Musa bin Nusayr da İspanya’ya geldi. Her iki komutan
İspanya’da büyük fetihler yaptılar. Bu fetihler neticesinde İslam dünyasının sınırları Türkistan’dan Fransa
içlerine, Anadolu’dan Hindistan sınırlarına kadar genişlemiştir.14
Velit’in yerine geçen Süleyman bin Abdülmelik Döneminin en önemli fetih girişimi İstanbul’un
tekrar kuşatılmasıdır. Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’a kadar gelen Müslüman ordusu denizden
ve karadan İstanbul’u kuşatmasına rağmen başarılı olamadı.15 Süleyman bin Abdülmelik’ten sonra halife
olan Ömer bin Abdülaziz Döneminde, fetih hareketlerinde duraklama olmuştur. O, İslam’ın Müslüman
olmayanlar arasında, barış ortamında ve tebliğ yoluyla yayılmasını arzu ediyordu. Kendinden önceki
11 Philip K.Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 1, s. 332.
12 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 63.
13 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 1, s. 334.
14 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 63.
15 İrfan Aycan, İbrahim Sarıçam, Emeviler, s. 70-72.
64
IV. ÜNİTE: EMEVİLER
idareciler tarafından mevaliden alınan haracı kaldıracağını ilan etti. Onun bu yaklaşımı Kuzey Afrika’daki Berberiler ve
Maveraünnehir’de yaşayanlar arasında
İslam’ın hızla yayılmasına neden olmuştur.
Halife Hişam zamanında da fetih
hareketleri devam etti. Hişam’ın tayin
ettiği Maveraünnehir Valisi Nasr bin
Seyyar, daha önce Kuteybe bin Müslim
tarafından fethedilen toprakların çoğunu
İstanbul’un fethini müjdeleyen hadis
tekrar fethetti. Ermenistan Valisi Cerrah
bin Abdullah Hazarlarla savaştı. Fakat
Hazarların hazırlıklı olmaları ve komşularından da yardım görmeleri sebebiyle başarılı olamadı.
Emevi Dönemi İslam toprakları
Emeviler Döneminde İslam coğrafyası
732 yılına kadar Hazarlarla yapılan savaşlarda Hazarlara karşı tam bir hâkimiyet kurulamamıştı. Hişam’ın amcasının oğlu Mervan
bin Muhammed ile hâkimiyet sağlandı.
BİLGİ KUTUSU
Mervan bin Muhammed Kafkasya’da
pek çok yeri ele geçirdi.
Hişam zamanında 726’dan itibaren
Anadolu’ya da seferler düzenlendi.
A
Hişam, 730 yılında Endülüs vaKayseri, Malatya ve Maraş onun döneminliliğine Abdurrahman el-Gafiki’yi gede alındı.
tirdi. Gafiki, önce Berberi İsyanı’nı
bastırdı sonra Fransa’ya karşı harekete
geçti. Preneleri aşarak kuzeye doğru hareket etti. Ancak Müslümanlarla Charles Martel’in emrindeki Frank kuvvetleri arasında yapılan Balatüşşüheda (Puvatya) Savaşı’nda Müslümanlar yenildi
ve Abdurrahman el-Gafiki şehit oldu (732). Bu savaştan sonra Müslümanların batıdaki ilerlemeleri
sona erdi. Emeviler Döneminin sonunda İslam dünyası, batıda Atlas Okyanusu’ndan İspanya’nın
Prene Dağlarına, doğuda da Çin ve Hindistan’a kadar uzanıyordu.16
16 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 64.
65
İSLAM TARİHİ
1. 4. İç Sorunlar
Emevi yönetiminin önemli iç sorunlarından biri kabilecilik anlayışının iktidara yansımasıdır.
Araplarda kabilecilik anlayışı uzun bir geçmişe sahipti. Hz. Muhammed zamanında büyük oranda bastırılan bu anlayış, Emeviler zamanında tekrar kendini gösterdi. Emevi halifelerinin Süfyani kolu, iktidarlarını büyük oranda Yemen asıllı Kelp kabilesine dayandırmışlardı. Mervan bin Hakem Döneminde
Kelp ile Kuzey Araplarına mensup Kays kabilesi arasında ciddi çatışmalar başladı. İktidar değişikliklerinde bir kabile ön plana çıkarılırken diğeri göz ardı ediliyordu. Bu da iki kabile arasında devamlı
çatışmalara neden olmuştur. Halifelerin bir kabileyi destekleyerek muhalifini mağdur etmesi, birlik
içinde bir devlet olmaktan çok, belli bir
zümrenin başkanı görüntüsünü vermiştir.
BİLGİ KUTUSU
Ömer bin Abdülaziz, kabilecilik anlayışını yıkarak bütün Müslümanları kuşatan
Kabile, aynı soydan gelenlerin oluş“tek toplum” (ümmet) anlayışını hâkim
tturduğu, akrabalık ilişkilerine dayanan
tu
kılmaya çalışmıştı. Fakat bu anlayış diğer
ve hayatın tüm alanlarını belirleyen kapalı
bir sosyal topluluğa denir. Kabilecilik ise
halifeler tarafından kabul görmedi. İki kakabile esasına göre işleyen sosyal düzendir.
bile arasındaki çatışmalar zaman içinde
Endülüs’e de sıçradı ve Müslümanların
Heyet, Emeviler Dönemi, Bilim, Kültür ve Sanat
Fransa içlerinde ilerlemelerinin durmaHayatı, s. 17.
sında ve hilafetin güç kaybetmesinde en
önemli etkenlerden biri oldu. 17
Emeviler Döneminde diğer bir iç sorun, Hz. Ali çocukları ve taraftarlarının Emevilerin halifeliğini kabul etmeyerek zaman zaman isyan etmeleridir. Muaviye’nin vefatı ile birlikte Hz.
Hüseyin, Yezit’e biat etmeyerek halifeliğin kendi hakkı olduğunu savundu ve bu yolda şehit oldu.
Hz. Ali’nin çocuklarının halifeliğe layık olduğunu öne süren Muhtar bin Ebu Ubeyd es-Sakafi, Yezit’e
itaat etmeyerek Emevilere isyan etti. Bir ara büyük güç kazanan Muhtar; Kûfe, Azerbaycan, İsfahan ve
Musul gibi bölgeleri ele geçirdi. Fakat diğer rakibi olan Abdullah bin Zübeyr’in askerleri tarafından öldürüldü.
Hz. Hüseyin’in torunu Zeyd bin Ali, Hişam Döneminde isyan etti ve öldürüldü (740). Onun oğlu
Yahya bin Zeyd de ayaklandı, fakat babasıyla aynı kaderi paylaştı (743). Daha sonra isyan eden Cafer bin
Ebi Talip’in torunlarından Abdullah bin Muaviye de öldürüldü (746).
Hariciler denen diğer bir siyasi grup da
Emevilere karşı ayaklandı. Hariciler, Hz. Ali
Döneminde Ali ve Muaviye’ye cephe alarak Hz.
Ali’yi şehit ettiler. Onlar siyasi olarak her iki grubu
u
da reddediyordu. Genellikle bedevi kökenli olan bu
grup, halifeliğin Kureyş’e ait olduğu anlayışını kabul etmedi. Onlara göre Emevi halifeleri seçimle
başa gelmediği için iktidarları meşru değildir. Emevi
halifeleri tarafından sert tedbirlerle önleri kesilmeye
çalışılan Hariciler güç buldukça ayaklanmaya devam ettiler.
DEĞERLENDİRELİM
Ömer bin Abdülaziz nasıl
bir politika izleyerek Haricilerin itaatını sağlamıştır? Onun
yaklaşımının devlet yönetimindeki
önemini değerlendiriniz.
Hariciler sorunu, Ömer bin Abdülaziz Döneminde barışçı bir yolla çözüldü. O, her gruba karşı anlayış ve hoşgörü ile yaklaştı. Ömer bin Abdülaziz, Harici fikrini savunan insanları da dinledi ve kendilerine değer verdi. Bu nedenle Hariciler ona biat ettiler. Emevilerin son dönemlerine kadar çok etkili olmadan
süren Harici tehlikesi, Kuzey Afrika’ya sıçrayarak burada 740 yılından sonra çok tehlikeli bir hâl aldı.
17 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 1, s. 432- 433.
66
IV. ÜNİTE: EMEVİLER
Emevileri meşgul eden isyancılardan biri de Abdurrahman bin Muhammed el-Eşas’tır.
Abdurrahman pek çok yerde başarılı savaşlar yaptığı için Sicistan valiliğine atandı. Haccac’ın sert
yaklaşımlarından rahatsızlık duyan Abdurrahman el-Eşas, önce Haccac’a karşı ayaklandı. Bir süre
sonra Emevi yönetimine karşı ayaklanarak halifeliğini ilan etti. Askerleri kendisine biat etti. Ayrıca
Haccac’ın zulmünden bunalan mevaliden de büyük destek aldı. 701 yılında Haccac bu isyan hareketine karşı galip geldi ve Eşas bir daha kendini toparlayamadı. Bu eski Emevi komutanlar dışında
Yezit bin Mühellep ve başkaları da isyan etmiş fakat Emeviler tarafından bu hareketler etkisiz hâle
getirilmiştir.
Emeviler Döneminde diğer bir iç sorun da hilafetle ilgilidir. Muaviye’den itibaren halk iradesine dayanmadan iktidara gelmek kurumsallaşmıştı. Fakat bir halife öldükten sonra onun yerine kimin
geçeceği problem olmuştur.
İktidarı elinde bulunduran halifelere karşı da isyan hareketleri olmuştur. II. Velit, amcasının
oğlu III. Yezit bin Velit’in liderliğindeki bir isyan sonucu öldürüldü. III. Yezit’in yerine geçen İbrahim
bin Velit, Azerbaycan Valisi Mervan bin Muhammed tarafından tahtından indirildi.18
1. 5. Dış İlişkiler
Emevilerin iktidar oldukları dönemde Sasani İmparatorluğu yıkılmış, bu devletin toprakları
Müslümanların egemenliğine girmişti. Buna bağlı olarak Dört Halife Döneminde başlayan Türk dünyası ve Berberiler ile ilişkiler, Emeviler Döneminde yeni bir safhaya ulaşmış ve bu iki sosyal grubun
çoğu Müslüman olmuştur. Fakat Emevilerin mevaliye karşı sergilediği yanlış tutum ve davranışlar
sebebiyle bu gruplarla sıcak ilişkiler kurulamamıştır. Bu dönemde İslamiyet, Maveraünnehir, Sint ve
İspanya’ya kadar uzanmış, ülkenin sınırları Fransa içlerine, Kafkaslara ve Hindistan’a kadar genişlemiştir. Bu genişlemede fetih hareketlerinin yanı sıra Ömer bin Abdülaziz’in mevali -Arap ayrımı
yapmaması, İslam’ın tebliği için büyük gayret etmesi, İslam’ın Kuzey Afrika’da Berberiler, Orta
Asya’da da Türkler arasında hızla yayılmasına neden olmuştur. Türkler ve Berberiler daha sonra
İslam’ın yayılması ve İslam medeniyetinin teşekkülüne önemli katkılar sağlamışlardır.
Bizans’ın hâkimiyetinde bulunan Anadolu’ya Muaviye zamanında, 663 yılından itibaren her
yıl seferler düzenlendi. 668 yılından itibaren Bizans’ın başkenti İstanbul, üç defa kuşatıldı. Fakat
bir sonuç elde edilemedi. Abdulmelik bin Mervan 685 yılında iç karışıklıklarla uğraşmak zorunda
kaldı. Bu durumdan yararlanmak isteyen Bizanslılar, Emevi topraklarına karşı saldırıya geçtiler. Bu
hareketi durdurmak için Mervan, Bizanslılara bir müddet vergi vermek zorunda kaldı. Abdülmelik
bu vergiyi kendi bastırdığı paralarla ödemek isteyince barış sona erdi ve yeniden Bizanslılar ile çatışmalar başladı (695).19 Müslümanlar bu dönemden itibaren Bizanslılar karşısında fetihlere devam
ettiler. 703 yılında Müslümanlar Doğu Anadolu Bölgesi’ne girdiler.
Bizans 711- 717 yıllarında iç kargaşa ve ihtilallerle sarsılıyordu. Bu durumdan faydalanmayı
bilen Müslümanlar Kuzey Afrika’da Bizans egemenliğine son verdikleri gibi İspanya’yı fethetmeyi
de başardılar. 715 yılında İstanbul tekrar kuşatıldı. Kuşatma esnasında Süleyman’ın ölümüyle tahta
geçen Ömer bin Abdülaziz’in çağrısıyla ordu geri döndü. Müslümanlar tarafından beşinci halife kabul edilen Ömer bin Abdülaziz Döneminde Bizans’a karşı bir hareket yapılmamıştır. Daha sonraki
dönemlerde Bizans’a karşı seferler azalarak devam etti. Her yıl Anadolu’ya yapılan seferler 740’ta,
Afyonkarahisar’da Müslümanların yenilmesiyle nihayet bulmuştur.20
18 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 66.
19 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 67.
20 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 6, s. 28.
67
İSLAM TARİHİ
1. 6. Yıkılışı
Emevi Devleti, Abbasilerin 718’de başlayıp otuz yıl süren kararlı muhalefeti sonucunda 750
yılında yıkıldı. Bu devletin yıkılmasını bazı gelişmeler hızlandırmıştır. Yezit’ten itibaren bazı halifelerin zevk ve eğlenceye dayalı bir hayat yaşamaları halkın bundan rahatsızlık duymasına sebep
oldu. İktidara muhalif olan gruplar bu ortamı çok iyi kullanarak halkı Emevilere karşı kışkırttılar.
Özellikle Abbasiler, yıkılış sürecinde Emevilerin bu zayıf yönünü çok iyi kullandılar. Dolayısıyla
halkın Emevilere olan bağlılıkları zaman içinde zayıfladı.
Mevaliye ikinci sınıf insan muamelesi
yapılarak onlardan haraç alınması büyük raTARTIŞALIM
hatsızlık yaratmıştır. Bu nedenle Emevilerin
Mevalinin ilmî çalışmalarda öne
zayıf dönemlerinde bu insanlar isyan hareketçıkma sebeplerini tartışınız.
lerine destek verdiler. 747’de Ebu Müslim,
Horasan’daki mevali ve diğer insanları arkasına alarak isyan etti. Kısa zamanda Horasan’ın hâkimiyetinini ele geçirerek Abbasilerin Kûfe’ye
girmeleri için zemin hazırladılar.
Genellikle Emevilerin ilme uzak durmaları da aleyhlerine sonuçlar doğurmuştur. İktidar tarafından dışlanan mevali, kendini ilimle ifade etme yolunu tuttu. Bunlardan bazıları muhalif hareketlerin beyin gücünü oluşturdular ve isyan hareketlerine katıldılar.21
Hilafet makamını elde etmek için yapılan savaşlar da Emevilerin güç kaybetmelerine sebep
oldu. Son Emevi halifesi Mervan bin Muhammed, aynı zamanda pek çok yerde meydana gelen
isyan hareketlerini bastırmaya çalışırken Abbasiler tarafından başlatılan harekete karşı koyamadı.
Abbasiler, isyan hareketinin başına Ebu Müslim’i geçirdiler. 747’de harekete geçen Ebu Müslim,
Emevi ordusunu yenerek Irak’ı aldı ve 749’da Kûfe’yi ele geçirdi. Bu olaydan sonra Abbasilerden
Ebu’l-Abbas halife ilan edildi. Abbas ailesi ve taraftarları ülkenin tamamında yönetimi ele geçirdiler.
Emevi Halifesi Mervan bin Muhammed, Abbasi ordusuyla Zap Suyu kenarında yaptığı savaşı kaybederek Suriye üzerinden Mısır’a kaçtı. Fakat Abbasiler peşini bırakmayarak onu öldürdüler (750).
Böylece doğudaki Emevi Hanedanlığı sona erdi.22
YORUMLAYALIM
Emevilerin yıkılmasına zemin hazırlayan önemli olaylar şunlardır:
• Kabilecilik anlayışının yönetime yansıması
• Haricilerin muhalefeti
• Hz. Ali taraftarlarının muhalefeti
• Yönetimi ele geçirme mücadeleleleri
• Mevaliye iyi davranılmayarak onlardan vergi alınması
• Abdullah bin Zübeyr gibi önde gelen insanların yönetime karşı ayaklanması
• Abbasilerin Emevileri yıkmak için harekete geçmesi
• Bazı halifelerin zevk ve eğlenceye dalarak halktan uzaklaşmaları
• Fetih hareketlerinin durması
Yukarıdakilerden hangileri Emevilerin yıkılmasında sizce en etkili unsurlardır? Yorumlayınız.
21 Heyet, Emeviler Dönemi Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı, s. 31.
22 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 73-74.
68
IV. ÜNİTE: EMEVİLER
2. Endülüs Emevileri
Endülüs,Tarık bin Ziyat’ın orayı fethinden (711) Emevilerin yıkılışına kadar (750)
Emevilerin, bu tarihten 756’ya kadar da Abbasilerin yönetimi altında kalmıştır. Endülüs, 756
yılına kadar Emevi halifesi veya komutanlarca belirlenen valiler tarafından yönetildi. Bu nedenle bu sürece “Valiler Dönemi”(Asrü’l-Vülat) denilmiştir. I. Abdurrahman’ın 756 yılında
Endülüs Emevi Devleti’ni kurmasına kadar burada yirmi bir vali görev yaptı.23 Bu dönemde
Müslüman fatihler Endülüs’ü üs olarak kullanıp Avrupa’nın fethini gerçekleştirmek için büyük
mücadele verdiler. Bunun sonucunda Müslümanlar Fransa’nın güneyine hâkim olarak Paris’e
yaklaştılar. Fakat Müslümanlar arasında yeniden kendini gösteren kabile çatışmaları sebebiyle
bu ilerleyiş 732’de sona erdi.
2. 1. Emirlik Dönemi
Abbasi Devleti kurulduğunda Emevi hanedanından olan kimseler takip edilerek katledildi. Bu katliamdan az sayıda kişi kurtulabildi. Bunlardan biri olan Abdurrahman bin Muaviye,
755’te Endülüs’e geçti. Onun Endülüs’e geçişi insanları sevindirdi. Önceden olduğu gibi
Endülüs’te bulunan mevali, Emevilere olan bağlılığını devam ettiriyordu. Halk, Kayslıların
yönetiminden rahatsız olduğu için Abdurrahman’a destek verdi. O, Yemenliler ve Berberilerin
de desteğini arkasına alarak son vali olan Kayslı Yusuf el-Fihri ile pek çok yerde savaştı. Onu
yenerek Kurtuba’ya kadar çoğu yerin hâkimiyetini ele geçirdi. Emirlik ilanı için ortamı uygun
bulan Abdurrahman, 756 yılında Kurtuba’da halkın onayını alarak emirliğini ilan etti. Böylece
Endülüs’te 756’dan 1031 yılına kadar sürecek yeni bir Emevi Hanedanlığı kurulmuş oldu.24
I. Abdurrahman bir takım sorunlarla karşılaştı. Bunların başında iç karışıklıklar geliyordu. O, aldığı tedbirlerle iç karışıklığı önledi. Kabilecilik, ordu içinde büyük rahatsızlıklara
sebep olduğu için kabilelerden asker almadı. Orduyu Kuzey Afrika’dan getirdiği paralı askerlerle savaş esirlerinden oluşturdu. Bir kısım muhalif insanı da çeşitli makamlara getirerek
kendi yanına çekti. Böylece I. Abdurrahman iç kargaşayı büyük oranda önledi. O, 778 yılında
İspanya’nın kuzey doğusuna girerek Saragossa’ya yaklaşan Franklarla da savaştı. Franklar,
ülkelerinde iç karışıklık çıktığı için çekilmek zorunda kaldılar.
I. Abdurrahman öldüğünde (788) oğlu I. Hişam’a, gücü Abbasiler ve Bizans tarafından
da kabul edilen, Suriye -Emevi geleneklerinin hakim olduğu bir devlet bıraktı.25
Dindar kişiliğiyle Ömer bin Abdülaziz’i
hatırlatan I. Hişam (788- 796) tahta geçtiğinde
ciddi bir muhalefetle karşılaşmadı. O, âlimlere
değer verdi ve Maliki mezhebini Endülüs’ün
resmî mezhebi ilan etti. İslam’ın yayılmasını önemsedi. Onun Döneminde yerli halktan pek çok kimse Müslüman oldu. I. Hişam,
İspanya’nın kuzeyinde bulunan Hristiyan
krallıklara karşı zaman zaman savaştı.
YORUMLAYALIM
Ömer bin Abdülaziz ve
Endülüs’te I. Hişam zamanında
İslam’ın hızlı biçimde yayılma sebeplerini yorumlayınız.
Hişam’dan sonra emirlik, oğlu I. Hakem’e (796- 822) geçti. I. Hakem Döneminde tekrar
iç karışıklık başladı. Arap ve Berberilerin yanında muvelledun ( İspanyol asıllı Müslümanlar ) da
23 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 11, s. 212.
24 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, C 1, s. 59-61.
25 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 11, s. 212.
69
İSLAM TARİHİ
Hakem’e karşı ayaklandı. I. Hakem zor da olsa bu isyanları bastırdı.26 Hazinenin gelirlerini büyük
oranda artırdı. Toplumda adaletin hâkim olması için büyük gayret gösterdi.
I. Hakem’in oğlu II. Abdurrahman, babasından problemleri azaltılmış bir yönetim devraldı.
O, sahip olduğu tecrübeden de faydalanarak ortaya çıkan birkaç ayaklanmayı kolayca bastırdı. Onun
döneminde uzun süre devam eden istikrar, pek çok alanda atılım yapılmasını sağladı.Yine onun zamanında tarım ve imalat sanayinde büyük gelişmeler oldu. Bu dönemde devletin gelirlerinde artışlar
zirveye ulaştı. İslam ve Arapça insanlar arasında hızla yayıldı. II. Abdurrahman, İspanyol hükümdarların saldırılarına karşı da gereken karşılıkları vererek Endülüs topraklarını korudu. Tüm bunlardan
dolayı onun dönemi “Eyyamü’l-Arus”(Düğün Günleri) olarak anılmıştır.27
II. Abdurrahman’dan sonra Muhammed (852- 886), Munzir (886- 888) ve Abdullah (888912)’ın hükümdarlık ettiği yaklaşık 60 sene süren yeni bir dönem başladı. Endülüs Devleti’ni meydana getiren farklı etnik unsur ve dinî gruplar, birbirleriyle çatışmaya başladılar. Diğer yandan
Hristiyan hücumları ülkeyi parçalanmanın eşiğine getirdi. Munzir ve özellikle Abdullah Döneminde
ayaklanmalar şiddetlendi. Ülkenin birliği bozularak pek çok devletçik oluştu. Merkezî devlet, vergi
toplayamaz hâle geldi. Ülkeyi siyasi ve sosyal bakımdan bir belirsizliğe sürükleyen bu olaylardan
dolayı bu döneme Endülüslüler “Büyük Fitne”(el- Fitnetü’l- Kübra) adını verdiler. 28
DEĞERLENDİRELİM
Endülüste bulunan toplumsal sınıflar şunlardır:
Araplar : Arap ülkelerinden Endülüs’e gelenler.
Berberiler : Kuzey Afrika’nın yerlilerinden olup Endülüs’e gelenler.
Muvelledun: İspanya’nın yerli halkından Müslüman olanlar.
Müstarepler: İspanya’nın yerli insanları. Bunlar Müslüman olmadıkları hâlde İslam
kültürünün tesiri altında kaldılar.
Yahudiler : Müslümanlar Endülüs’ü fethettiğinde orada Yahudiler de bulunuyordu. Vizigotlar tarafından köle statüsüne sokulan bu gruba, Müslümanlar bütün haklarını iade etti.
Yukarıdaki metni Müslümanların tarih boyunca farklı inanç ve kültürlere gösterdikleri
hoşgörü anlayışın açısından değerlendiriniz.
2.2. Halifelik Dönemi
Emir Abdullah öldüğünde (912) oğullarından ve kardeşlerinden kimse yönetimi üstlenmeye
yeltenmedi. Çünkü sorunlar içinden çıkılmaz bir hâl almıştı. Bu zor dönemde yönetimi, Abdullah’ın
yirmi yaşlarında olan genç torunu III. Abdurrahman devraldı. Herkes ona destek verdi. Çünkü o,
yaşı genç olmasına rağmen çok yönlü bir kişiliğe sahipti. Dedesi daha çocuk yaşta onu devlet işlerini
yapmaya hazırlamıştı.
III. Abdurrahman (912- 961) göreve geldiğinde ilk önce merkezî idareyi yeniden tesis
etme yoluna gitti. Sorunları şiddetle değil, konuşma yoluyla çözme metodunu uyguladı. İsyancı
gruplara elçiler göndererek onları barışa davet etti. Onun bu yaklaşımı büyük yankı uyandırdı.
26 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 11, s. 213.
27 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, C 1, s. 75- 77.
28 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, C 1, s. 77- 80.
70
IV. ÜNİTE: EMEVİLER
Ayaklanan kimselerin önderlerini aileleriyle beraber Kurtuba’da zorunlu ikâmete tabi tuttu. İsyancı
grupları yeniden merkezî devlete bağladı ve bunların vergi vermelerini sağladı.
İçeride birlik ve sükûneti sağlayan III. Abdurrahman, Kuzey Afrika’da Fatımi Devleti’ni kurarak Şiiliği Endülüs topraklarında yaymaya çalışan kimselerle mücadele etti. Berberiler ile anlaşarak Kuzey Afrika’da ağırlığını hissettirdi. Güçlü bir donanma kurarak Kuzey Afrika’daki Septe ve
Tanca’yı ele geçirdi. Böylece Kuzey Afrika’dan Endülüs’e ulaşan tek yol olan Cebelitarık’ı kontrol
altına aldı.29
III. Abdurrahman, kuzeyde bulunan İspanya krallarıyla da savaştı. Sonuçta Leon ve Pamplona
krallıkları vergi vererek onun himayesine girdiler. Ayrıca eğitime büyük değer verdi. Öte yandan
Kurtuba’da pek çok eser yapılmasını sağladı.
III. Abdurrahman’ın ünü kısa zamanda ülke sınırlarını aştı. Nitekim Bizans
ve Germen imparatorları, elçiler göndererek kendisiyle siyasi ilişkiler kurdular.
Bütün Endülüslüler tarafından sevilen
ve takdir edilen III. Abdurrahman, halkın isteği doğrultusunda kendine “Nâsır
lidinillah”(Allah’ın dininin yardımcısı) sıfatını vererek halifeliğini ilan etti
(929). Halk coşku içinde
onun halifeliğini tanıdı.
Böylece Endülüs Emevi
Halifeliği Dönemi başlamış oldu.30
DÜŞÜNELİM
III. Abdurrahman’a kadar, idareyi
ellerinde bulunduran yöneticiler “emir”
sıfatı ile yetindiler. Fakat III. Abdurrahman halifeliğini ilan etti.
Onun hilafeti başlatma sebepleri neler
olabilir? Düşününüz.
III.Abdurrahman’ın
ölümünden sonra (961)
halifeliğe II. Hakem geçti.
O, ilim sahibi ve tecrübeli
biriydi. Babasından devraldığı iç huzur ve sükûnet
ortamını devam ettirdi.
Kuzeyde İspanyol kralların karşısındaki üstünlük
onun döneminde de sürdü. II. Hakem Döneminde
asıl gelişme, ilim ve sanat
alanlarında oldu. Eğitim
yaygınlaştırıldı.31
Tarık Bin Ziyat’ın fetih yönü
Musa Bin Nusayr’ın fetih yönü
714’te Müslümanların İspanya’da kuzey
sınırları
715-729 İslam fetihleri
732 Puvatya Savaşı’yla fetihlerin bitişi
İspanya’da Emevi idaresindeki yerler
Endülüs’te Müslüman hâkimiyetinin kurulduğu yerler
29 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, C 1, s. 109.
30 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 69.
31 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 11, s. 213.
71
İSLAM TARİHİ
2. 3. Yıkılışı
II. Hakem’in ölümüyle birlikte iktidara henüz on iki yaşındaki oğlu II. Hişam, devletin başına getirildi. II. Hişam’ın halifeliği sembolik olup devletin idaresi İbn Ebi Âmir’in elindeydi. Onun çocukluğundan faydalanan Hacip İbn Ebi Âmir, devlet yönetimini ele geçirdi. Kendinden sonra da iki oğlu, yönetimi ellerinde bulundurdukları için bu döneme Âmirîler Dönemi denilmiştir. (976- 1008). Bu durum,
devletin en üst makamında bir otorite boşluğu meydana getirdi. Bu boşluğun doldurulması için sivil ve
askerî idareciler arasında rekabet ve mücadele başladı. İbn Ebi Âmir Döneminde Endülüs’te kısmen
bir istikrar ortamı doğdu. Çünkü İbn Ebi Âmir, isyan edenleri en ağır şekilde cezalandırıyordu. O, aynı
zamanda İspanyol krallıklarına karşı da başarılı savaşlar yaptı. İbn Ebi Âmir’in oğlu Abdülmelik de
babasının başlattığı idari yapıyı devam ettirdi. İspanyol krallıklara karşı da başarılı mücadeleler verdi.
Ancak çok genç yaşta öldü ve yerine üvey kardeşi Abdurrahman geçti (1008). Zayıf bir kişiliğe sahip
olan Abdurrahman, zevk ve eğlence içinde bir hayat yaşıyordu. Bundan dolayı Endülüs halkı onu sevmedi. O, kendisinin, II. Hişam tarafından veliaht ilan edilmesini sağladı. Bu olay üzerine Emevi soyundan olan kimseler ayaklanarak II. Hişam’ı görevden alıp Muhammed bin Hişam’ı “el- Mehdi” sıfatıyla
halife yaptılar. Abdurrahman öldürüldü. El- Mehdi de Abdurrahman gibi zayıf karakterli ve eğlenceye
düşkün biriydi. İdari görevleri yandaşlarına dağıttı. Bu uygulamalar sonunda siyasi yapı tıkanma noktasına geldi. Zaman içinde Kurtuba halkı ile Âmirîler ailesini destekleyen Berberiler arasında sürtüşme
başladı. Kargaşanın gittikçe büyümesi üzerine Kurtuba eşrafı 1031’de Ulu Cami’de toplanarak hilafetin sona erdirilmesi ve ismi bu yönetimle özdeşleşen Emevi sülalesinden kişilerin şehirden sürülmesi
kararını verdi. Bundan sonra Kurtuba’nın nasıl idare edileceği şûrada belirlenecekti. Bu kararla birlikte
Endülüs’te fiili bölünme gerçekleşti ve her grup bağımsızlığını ilan etti. 1031-1090 yılları arasında nerdeyse her şehir bağımsızlığını ilan ederek yirmi kadar devletçik (Mülûkü’t-Tavaif) oluştu.32
2. 4. Emeviler Sonrasında Endülüs (1031- 1492)
Hilafetin
yıkılmasından
sonra
Mülûkü’t-Tavaif (Küçük Devletçikler)
Döneminde, Kurtuba dışındaki şehirlerde yaşayan nüfuz sahibi pek çok aile
bağımsızlığını ilan etti. Bu dönemin en
büyük siyasi olayı grupların topraklarını genişletmek için birbirleriyle kıyasıya
savaşmalarıdır. Bu süreçte Müslümanlar
gittikçe zayıflarken Hristiyan krallıklar
güçlenerek “Reconquista” (geri alma) yı
gerçekleştirmek için fırsat kollamaya başladılar. Müslüman gruplar arasındaki çatışmaları fırsat bilen Hristiyan krallıklar,
Müslümanların bazı şehirlerini ele geçirdi.
1085 yılında Müslümanların Kurtuba’dan
sonra ikinci büyük şehirleri olan Tuleytula
da işgal edildi. Bu olayla birlikte gruplar,
KARŞILAŞTIRALIM
Reconquista: Hristiyanlar İspanya’da
bir güç olmaya başladıkları andan itibaren
burada bulunan Müslümanların İspanya’dan
çıkarılması doğrultusunda planlar yapmaya
başladılar. Buna Reconquista denilmiştir.
Bu plan, tüm Müslümanların İspanya’dan
sürülmesiyle amacına ulaşmıştır.
Müslümanlar tarih boyunca farklı kültür ve inançlarla bir arada yaşamaya gayret
göstererek bu insanlarla barış içinde yaşamayı başarmıştır.
Yukarıdaki iki yaklaşımı karşılaştırınız.
32 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, C 1, s. 122- 138.
72
IV. ÜNİTE: EMEVİLER
Hristiyanların İspanya’nın tamamını ele geçirme peşinde olduklarını anladılar. Halk bu olaydan sonra
derin bir ümitsizlik içine düştü. Yaklaşmakta olan tehlikeyi sezen bazı emirler, ulema ve halkın da teşvikiyle Murabıtlardan yardım almak zorunda kaldılar.33
Murabıtların Hükümdarı Yusuf bin Tafşin komutasındaki ordu 1086’da İspanya’ya girerek pek
çok yerde İspanyol Krallığı’na karşı savaştı ve kesin bir zafer elde etti. Hristiyanların Müslümanlara
karşı saldırıları bir süre durdu. Yusuf bin Tafşin tekrar Mağrip’e döndü. Ancak Mülûkü’t-Tavaif liderleri yeniden birbirleriyle savaştığı için Yusuf bin Tafşin Endülüs’e geri döndü. Bu sefer grupları
dağıtarak Endülüs’ü Murabıtlar Devleti’ne bağlı bir eyalet olarak yönetmeye başladı. Burayı yöneten
valiyi Murabıtlar atıyordu. Murabıtlar, Endülüs’ü altmış yıl idare ettiler. Onlar yirmi beş yıl içeride istikrarı sağladılar ve Hristiyan saldırılarını engellediler. Fakat bir müddet sonra durum değişti. Vergilerin
artması, Murabıtlı idarecilerin zevk ve eğlenceye dalması gibi sebeplerle iç çalkantılar meydana geldi. Bazı emirlerin ve fukahanın da Murabıtlara karşı koymaları Murabıtların gücünü iyice zayıflattı.
Bunun yanında Kuzey Afrika’da meydana gelen bazı iç huzursuzluklar ve Murabıtların Endülüs’te
Hristiyanlarla yaptıkları savaşlarda üst üste yenilmeleri onların sonunu hazırladı (1147).34
Murabıtların yıkılmasından sonra Endülüs’ün siyasi birliği tekrar bozuldu. Fırsattan istifade
eden İspanyol krallıkları pek çok yeri ele geçirdiler. Bazı emirlerin yardım istemesi nedeniyle Kuzey
Afrika’da Murabıtların yerine kurulan Muvahhitler, Endülüs’e geldiler (1147). Burada Hristiyanlara
karşı savaşan Muvahhitler, Hristiyanların saldırılarını önledikten sonra tekrar kendi ülkelerine döndüler. Bunun üzerine Portekizliler 1189’da Fransız, İngiliz ve Almanların da katıldığı bir Haçlı ordusuyla
Şilp’i işgal ettiler. Muvahhitler, Hristiyanların ilerlemesini durdurmak için tekrar Endülüs’e dönüp bazı
savaşlarda başarılar elde ettiler. Fakat 1212’de pek çok krallığın askerlerinden oluşan büyük bir Haçlı
ordusu Muvahhitleri ağır bir yenilgiye uğrattı. Endülüslüler, Haçlılar karşısındaki yenilginin nedeni olarak Muvahhitleri gördü. Bir müddet sonra pek çok grup ayaklanarak bağımsızlığını ilan etti. Bu arada
Kuzey Afrika’da da Muvahhitlere karşı ayaklanmalar meydana geldi.1228’de Muvahhitler yıkılma sürecine girdi. Bu süreçte Hristiyanlar birleşerek hâkimiyet alanlarını genişlettiler ve bütün İspanya’yı ele
geçirme projelerini adım adım gerçekleştirdiler. 1228’den 1250’ye kadar Gırnata ve çevresindeki birkaç
kent dışındaki toprakların tamamı Hristiyan yönetimine geçti.
Müslümanların elinde kalan Gırnata ve civarında bulunan birkaç küçük şehirde Gırnata Sultanlığı,
diğer bir ifadeyle Nasriler Devleti kuruldu (1238- 1492). Nasriler uyguladıkları esnek ve dinamik dış
politika sayesinde kurdukları devleti iki buçuk asır yaşatmayı başardılar.35 Hristiyan
krallıkları karşılarına almamaya gayret gösterdiler. Gırnata Sultanlığı, takip ettiği siyaset ile 1462 yılına kadar nispeten istikrarlı
bir dönem geçirdi. Fakat bu tarihten sonra iç
ve dış şartlar Gırnata’nın aleyhine gelişti. İç
karışıklıklar meydana geldi. Kastilya-Leon
Krallığı “Reconquista”nın tamamlanması için bu durumu çok iyi kullandı. Kuzey
Afrika ile Gırnata arasındaki tek bağlantı
yolu olan Cebelitarık zapt edildi. Gırnata
Sultanlığı’nın hareket alanı gittikçe daralKurtuba Ulu Camii’nin içten görünüşü
33 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 11, s. 214.
34 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, C 1, s. 166- 170.
35 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 71.
73
İSLAM TARİHİ
dı. Gırnata’nın elinde bulunan şehirler işgal edildi. Gırnata Sultanlığı 1487’de Osmanlı Padişahı II.
Bayezit’ten yardım istedi. Fakat II. Bayezit, kardeşi Cem ve Memluklular ile mücadele etme gibi sebeplerle yardım gönderemedi. 1489’da Gırnata’nın etrafındaki bütün şehirler alındı ve sıra Gırnata’ya
geldi. Müslümanlar çok iyi savaşmalarına rağmen erzak yokluğu ve diğer imkânsızlıklar sonucu teslim
olmak zorunda kaldı (1492).36
2. 5. Endülüs’te Müslüman Varlığına Son Verilmesi
Kastilya Kralı Fernando (Ferdinand d’Aragon) ve eşi Kraliçe İzabella (İsabelle de Castille),
Gırnata’yı teslim alırken yaptıkları anlaşmaya beş yıl uydular. Bu arada İspanyollar bütün İspanya’yı
Hristiyanlaştırmayı düşünüyorlardı. Bu nedenle anlaşma maddelerini çiğnemeye başladılar. 1497 yılına
girildiğinde Müslümanları Hristiyanlaştırma hareketi başladı. İlk önce Müslümanların medeni haklarında kısıtlamalar yaparak şehir idare meclisinde çalışanların işlerine son verdiler. Şehir merkezinde
bulunan Müslümanlar kenar mahalle ve köylere, hatta ülke dışına göçe zorlandı. Onlar topraklarını
satmaya mecbur edildi. Fakat toprak almaları yasaklandı. Bu yüzden bazı Müslümanlar topraklarını
satarak Kuzey Afrika’ya göç etmeye başladılar.
1497 yılından itibaren Müslümanlar önce ikna yoluyla Hristiyanlaştırılmaya çalışıldı.
Müslümanlara gönderilen din adamları, Hristiyanlığın propagandasını yaparak bu dine girilmesini teşvik ettiler. Bu yolla bir sonuca ulaşamadılar ve 1498 yılından sonra zorla Hristiyanlaştırma faaliyetine başladılar. Halkın İslam’la bağlarını koparmak için Arapça yazılmış dinî eserler toplatılıp yakıldı
ve Arapça konuşma yasaklandı. Bu uygulamalar Gırnatalı Müslümanları ayaklandırdı. 1499-1500 ve
1501’de yapılan ayaklanmalar çok sert biçimde bastırıldı. Sağ kalanlar topluca Hristiyanlığı kabul ederek canlarını kurtarabildiler. 1502’de çıkarılan bir kanunla Müslüman çiftçilerin ya Hristiyan olmaları
ya da ülkeyi terk etmeleri istendi. Bu süreçte pek çok Müslüman takiyye yaparak inancını gizledi.
İspanya Krallığı 1526’da çıkardığı diğer bir kanunla bütün Müslümanların Hristiyanlığı kabul
ettiklerini açıkladı. Çıkarılan kanun, bütün mescitlerin kapatılmasını gerektiriyordu. Müslüman kadınların İslami kıyafetleri bırakarak Hristiyan kadınlar gibi giyinmeleri emredildi. Aynı yıl Engizisyon
Mahkemeleri kuruldu. 1556-1557 yıllarında çıkarılan bir ferman gereğince on bir yaşının altındaki
çocuklar kiliselere teslim edilecekti. Bunların dışında daha pek çok hüküm, İslam inanç ve kültürünü
tamamen ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Bu çok ağır kararlar karşısında Müslümanlar 1568-1570
yılları arasında ayaklandılar. Ancak bu ayaklanmalar bastırıldı.37
Engizisyon Mahkemeleri, alınan kararların uygulanması için büyük gayret gösterdi. İslam’a ait ufak bir söz veya hareket en
ağır şekilde cezalandırıldı. İspanya Krallığı
1609–1614 yıllarında tespit ettikleri bütün
Müslümanları ülkenin dışına sürdü. Sürgüne
gönderilen Müslüman sayısı beş yüz bin civarındaydı.
KARŞILAŞTIRALIM
Tarih boyunca insanlara zorla bir dini veya
T
ideolojiyi kabul ettirme hareketleri ile İslam’ın
hiçbir zorlama olmaksızın, sadece tebliğ ile
yayılışını mukayese ediniz.
Müslümanlar, öncelikle Kuzey Afrika veya Fransa’ya gitmeyi tercih ettiler. Fransa’ya gidenlerin büyük bir bölümü, İtalya ve Venedik üzerinden Osmanlı topraklarına ulaştı. Bu insanların büyük bir
bölümü yolculuk esnasında karşılaştıkları hastalık, açlık ve baskına uğrama gibi nedenlerle hayatlarını
kaybetmişlerdir.38
36 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 11, s. 216.
37 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 72.
38 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, C 1, s. 204- 217.
74
IV. ÜNİTE: EMEVİLER
3. Emevilerin İslam Kültür ve Medeniyetine Katkıları
Hz. Muhammed zamanında başlayan ilmî gelişme Emeviler Döneminde de devam etmiştir.
Emeviler eğitime büyük önem vermişlerdi. Eğitimin yapıldığı yerler camiler, ilim adamlarının evleri,
kitapçılar ve küttaplar (ilköğretim)dı. Küttap geleneği zamanla yaygınlaştırılarak köylere kadar her yerde
açılmıştır.39
Emeviler zamanında dil ve edebiyat alanlarında ilerlemeler olmuştur. Kur’an ilk yazıldığında harfler nokta ve harekeden mahrumdu. Kur’an’ın doğru anlaşılması için o dönemde nokta ve hareke yöntemi
Arapçaya kazandırılmıştır.
O dönemin en büyük fikrî gelişimi şiir alanında olmuştur. Bu devrin şiiri siyaset, aşk gibi konular üzerine inşa edilmiştir. Pek çok halife, şiiri desteklemiştir. Halil bin Ahmet, Arapça şiirin vezin
ve tekniğini ilk bulan kişidir. Onun bulup geliştirdiği bu formlar günümüzde bile geçerlidir. Onun öğrencisi İranlı Sibeveyh (öl.796) Arap dilinin grameri üzerine ilk sistematik eser yazan kişidir.40 Halife
Abdülmelik zamanında Arapça resmî dil kabul edildi. Tüm bu çalışmalar Arapçanın bilim dili olmasını
sağlamıştır. Şüphesiz Abbasi Dönemindeki parlak ilmî gelişmelerde Emevilerin dil çalışmalarının büyük katkısı vardır.
Emeviler Döneminde diğer ilimlerle uğTARTIŞALIM
raşanlar olsa da yoğunluk dinî ilimler alanındaİmam Ebu Hanife, Irak ekolüne mensuptur. Bunun nedenlerini tartışınız.
dır. Bunun nedeni ise ashabın vefatı ile birlikte
Kur’an ve Hz. Peygamberin sünnetini anlamaya
duyulan ihtiyaçtır. Hz. Peygamberin hadislerinin toplanması için Ömer bin Abdülaziz büyük gayret göstermiştir. Onun halifeliği zamanında hadisler
tedvin edilmeye başlanmıştır. Hadisleri ilk toplayan kişi Zuhri’dir. Bu konuda Zuhri’ye halife Abdülmelik
büyük destek vermiştir.41
Emeviler Dönemi, genç sahabelerle tabiinin yaşadığı dönemdir. Bu dönemde iki farklı ekol ortaya
çıkmıştır. Bunlar Said bin Müseyyep’in imamı olduğu Hicaz ve İbrahim en-Nehai’nin öncülüğünü yaptığı
Irak ekolleridir. Hicaz ekolü, hakkında hüküm bulunmayan konularda kendi reyi ile hareket etmezken Irak
ekolü bu konuda kişisel reyde bulunmayı benimser.42 Tefsir, tarih, meğazi gibi sahalarda da ilk çalışmalar
bu dönemde başlamıştır.
İslam sanatı, en yüksek ifadesini dinî
mimaride göstermiştir. Her ne kadar bu eserlerde önceki medeniyetlerin etkileri olsa bile
Müslüman mimar ve yapı ustaları bu eserlere
kendi inançlarını, ruhlarını katarak özgün yapıtlar ortaya koymuşlardır. Emeviler bu alanda
öncü konumundadırlar. Camiye minare ve mihrap ekleme geleneği Emevilerle başlamıştır.43
Şam Emeviye Camii ve Kubbetü’s-sahra günümüze ulaşabilen en eski İslamî eserlerdendir.
Kubbetü’s-Sahra (Kudüs)
39 Heyet, Emeviler Dönemi, Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı, s. 58.
40 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 1, s. 380.
41 İrfan Aycan, İbrahim Sarıçam, Emeviler, s. 131.
42 İrfan Aycan, İbrahim Sarıçam, Emeviler, s. 139.
43 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 1, s. 407- 408.
75
İSLAM TARİHİ
Şüphesiz Emeviler Döneminde tıp, kimya, felsefe gibi alanlarda da çalışmalar yapılmıştır.
Bilimsel eserlerin Arapçaya tercüme edilmesi, Emeviler Döneminde başlamış ve Abbasiler Döneminde
zirveye ulaşmıştır.44 Muaviye’nin torunu olan Halit binYezit (öl. 706) İskenderiye’den bazı bilginleri
Şam’a getirerek burada önemli bir kütüphane kurmuştur. Araplardan ilk kimyacı Halit bin Yezit’tir. O,
kimya, tıp ve astroloji ile ilgili bazı kitapları Arapçaya çeviren ilk kişidir.45
Endülüs Emevileri de ilim ve kültür alanında büyük bir aşama kaydetmişti. Hem dinî ilimlerde hem de diğer ilimlerde ileri seviyedeydiler. Endülüs’te eğitime büyük önem verildiğinden okumayazma bilmeyen çok azdı. Eğitim cami, medrese ve küttaplarda yapılıyordu. İlmin her dalında yetkin
kişiler yetişmiştir. Tefsirde Muhammed el-Kurtubi (öl.1273), hadiste İbn Abdilberr (öl. 1070), tasavvufta Muhyittin İbn Arabi (öl.1240) gibi âlimler önde gelen isimlerdendir.
Endülüs’te felsefe ve mantık alanlarında
da önemli çalışmalar yapılmıştır. Muhammed bin
Meserre (öl. 931) ile başlayan felsefe geleneği İbn
Bacce (öl.1138), İbn Tufeyl (öl.1185) ve İbn Rüşt
(öl. 1198) gibi filozoflarca devam ettirilmiştir. Grek
felsefe ve mantığının tamamı Endülüslü filozoflarca
Arapça’ya çevrilmiştir. İbn Rüşt’ün öğrencisi Yahudi
İbn Meymun da felsefe alanında yetkin isimlerdendi.
Endülüs’ün ilimdeki bu parlak döneminde Batı
dünyası büyük bir karanlığın içinde bulunuyordu.
Avrupa’daki Rönesans ve Reform hareketlerinin ortaya çıkmasında, Endülüs’te bulunan ilmî birikimin
büyük payı vardır. Batılılar İlk defa Aristoteles ve
Platon gibi filozofları Müslüman bilginlerden öğrenmişlerdir.
Endülüslüler kitaba büyük değer verirdi. III.
Abdurrahman Döneminde dünyanın en zengin kütüphaneleri Endülüs’te bulunuyordu. Onun inşa ettirdiği Kurtuba Kütüphanesi’nde dört yüz bin kitap
olduğu kaynaklarda geçmektedir. Endülüs’te bunun
dışında da birçok büyük kütüphane bulunmaktaydı.
Bu kütüphaneler Engizisyon Mahkemelerinin kurulduğu dönemlerde Hristiyanlar tarafından yakılmıştır.
İbn Rüşt’ün temsilî resmi
ARAŞTIRALIM
A
Endülüs Müslümanlarının Batı medeniyetine etkilerini araştırınız.
Endülüs’te Müslümanlar mimari alanında da önemli eserler inşa ettiler. Medreseler, saraylar ve büyük camiler o dönemin mimari anlayışını göstermektedir. III. Abdurrahman’ın başkentte
yaptırdığı Kurtuba Medresesi, o dönemin en önemli eğitim kurumuydu. Burada Avrupa, Afrika ve
Asya’dan gelen Müslüman ve Hristiyan öğrenciler öğrenim görmekteydiler. O, dönemin bazı meşhur
eserleri, Kurtuba Ulu Cami, Medinetü’z-Zehra Camii, Caferiye (Saragossa) ve el-Hamra Sarayı’dır.
44 Mehmet Bayraktar, İslam Felsefesine Giriş, s. 28.
45 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 1, s. 399- 400.
76
IV. ÜNİTE: EMEVİLER
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A- Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Muaviye Hz. Ali’ye niçin biat etmemiştir? Açıklayınız.
2. Emeviler ile birlikte yönetim biçiminde ne gibi değişiklikler meydana gelmiştir? Belirtiniz.
3. Ömer bin Abdülaziz’in yönetim şeklini açıklayınız.
4. Emevi Devleti’nin yıkılış sebepleri nelerdir? Sıralayınız.
5. Endülüs Emevi Devleti’nde hilafet nasıl başlamıştır? Açıklayınız.
B- Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz.
1. Muaviye, hilafeti ele geçirmeden önce hangi şehrin valisiydi?
A) Kûfe
B) Şam
C) Basra
D) Kuzey Afrika
E) Horasan
2. Emeviler Döneminde İstanbul en son hangi halife döneminde kuşatılmıştır?
A) Muaviye
B) Yezit C) Abdülmelik D) Süleyman E) Mervan bin Hakem
3. İslam’ı kabul eden yerli İspanyollara ne ad verilir?
A) Müstarepler B) Muvelledun C) Berberi D) Mevali E) Farisi
4. Endülüs Emevileri, çok iyi durumda olduklarını belirtmek için aşağıdakilerden hangisinin dönemine düğün günleri adını vermişlerdir?
A) II. Abdurrahman B) Yusuf bin Tafşin
C) II. Hakem
D) İbn Âmir E) I. Hişam
C-Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri parantez içindeki uygun kelimelerle doldurunuz.
( Muaviye, Abdurrahman el-Eşas, III. Abdurrahman, I. Hişam, Abdülmelik, Kûfe.)
1. Müslümanlarda ilk deniz filosunu……………………….kurdu.
2. Müslümanlardan ilk para basan kimse……………………..
3. Emevilere karşı ayaklanan komutanlardan biri de………………………………..
4. Hz. Ali Döneminde başkent …………………şehri olmuştur.
D- Aşağıdaki bilgilerin doğrularını (D), yanlışlarını (Y) ile işaretleyiniz.
1. (...) Kur’an’ın nokta ve harekelenmesi Hz. Ali zamanında olmuştur.
2. (...) Abdullah bin Zübeyir, Muaviye zamanında ayaklanmıştır.
3. (...) İspanya’daki fetihler ilk defa Tarık bin Ziyat tarafından başlatılmıştır.
4. (...) Endülüs’te yıkılan son Müslüman devlet, Gırnata Sultanlığı’dır.
77
İSLAM TARİHİ
5. ÜNİTE
ABBASİLER
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Bir haritadan Abbasilerin hükmettiği toprakları inceleyiniz.
2. Abbasiler Döneminde Türk-Arap ilişkilerini araştırınız.
3. Abbasilerin İstanbul’u kuşatmaları hakkında bilgi toplayınız.
4. Abbasilerin ilim ve kültüre verdikleri önemi araştırınız
5. Beytü’l-Hikme hakkında bilgi toplayınız.
78
V. ÜNİTE: ABBASİLER
1. Kuruluş Dönemi
Abbasiler 750- 1258 yılları arasında hüküm süren ve adını Hz. Muhammed’in amcası Hz. Abbas’tan
alan bir devlettir. Abbasiler Devleti, Moğollar tarafından 1258 yılında yıkılana kadar beş asır hüküm sürmüştür.
Kuruluş Döneminde Abbasi toprakları
Endülüs toprakları
Kuruluş Döneminde Abbasi haritası
Abbasi ailesi başlangıçta dedeleri Hz. Abbas gibi tarafsız durarak siyasetle pek ilgilenmemiştir. Ancak,
Emevi yönetiminin onları başkent Şam’dan sürmesi üzerine bu tavırlarını değiştirdiler. Emevi Halifesi l.
Velit, Hz. Abbas’ın torunu Ali’yi ve yakınlarını yönetimi ele geçirirler endişesiyle sürgün etti. Ali, 714 yılında Abbasi ailesiyle birlikte bugünkü Ürdün sınırları içinde kalan Humeyme köyüne yerleşip Emevilere
karşı Abbasi hareketini başlattı.1
Abbasi hareketinin başladığı bu dönemde Emeviler birçok olumsuzluk içinde bulunuyordu. Devlet otoritesi zayıflamıştı. Arap kabileleri arasında şiddetli savaşlar yaşanmaktaydı. Sıffin Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan Hariciler, Emevilere karşı devamlı isyan hâlinde idiler. Kerbela’da Hz. Hüseyin şehit edildikten
sonra halkın içinde Emevilere karşı büyük bir nefret oluşmuştu2. Hz. Ali taraftarı gruplar gittikçe güçlenmekteydi. Bunlar sadece Hz. Ali soyundan gelen kişilerin halife olabileceğini kabul ettikleri için Emevi
yönetimini tanımıyorlardı. Bu nedenle de bazı bölgelerde Emevileri zora sokan isyanlar çıkarıyorlardı.
Emeviler, yürüttükleri hatalı politikalar sonucu zamanla halkın desteğini kaybettiler. Daha kuruluş safhasında Emeviler, İslami değerlere uymayan saltanata dönüş yapmışlardı. Kendileri ve çevresindekiler hariç
diğer Müslümanların haklarına yeterince önem vermemişlerdir. Müslüman da olsalar Arap olmayanlara ikinci sınıf insan muamelesi yaparak yönetimde onlara söz hakkı tanımamışlardır. Mevali daima ezilmiş, sadece
Emevi hanedanı ve onların taraftarları iktidarın nimetlerinden istifade etmişlerdir.
1 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 32. 2 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 73.
79
İSLAM TARİHİ
Bütün bu gelişmeler ve uygun ortam Abbasilerin işlerini kolaylaştırmaktaydı. Onlar da bu ortamdan
yararlanmasını çok iyi bildiler. Abbasiler, hedeflerinin “Muhammed ailesinin iktidara gelmesi” olduğunu ve biatın Peygamber ailesine mensup bir kişi üzerine olacağını vurguluyorlardı.3
Abbasiler daha harekete geçmeden önce Horasan’da kuvvetli bir güç olan Şiiler faaliyet hâlindeydiler.
Şiiler de Hz. Muhammed’in ailesinden birinin halife olmasını istiyorlardı. Onların büyük bir kısmı Hz.
Ali’nin torunu Ebu Haşim’in etrafında toplanmıştı. Ebu Haşim de ikametgâhını Humeyme’ye nakletti
ve Abbasilerle ittifak yaptı. Böylece Abbasiler daha başlangıçta Şiilerin desteğini sağlamış oldular.
Emevi karşıtı bu yeni cephenin liderliğini Abbasilerden Muhammed bin Ali üstlendi.
Abbasi propaganda faaliyetlerinin merkezi Kûfe ve Horasan olarak belirlendi. Faaliyetleri yürütecek teşkilat, 718 yılında artık tam olarak kurulmuştu. Bundan sonra Abbasi hareketini on iki nakip (temsilci) ve bunlara bağlı yetmiş dâî (propagandacı) büyük bir gizlilik içinde yürütüyordu. Bu
propagandacılar, Emevi baskısına karşı Hakk’ın mücadelesini yaptıklarını söyleyerek halkın desteğini
istiyorlardı. Abbasiler, zamanla çok sayıda propagandacıyı değişik bölgelere gönderdiler. Her ne kadar
ehl-i beyt adını ön plana çıkararak halka mesaj vermişlerse de liderlik Abbasilerdeydi. Kendisinin de
Peygamber ailesinin bir mensubu olduğunu her fırsatta halka anlatan Muhammed bin Ali, geniş kitlelerin sempatisini kazanmıştı.
Muhammed bin Ali’nin vefatından sonra oğlu İbrahim, hareketin başına geçti. İbrahim de teşkilatçı
bir liderdi. Horasan, propaganda çalışmalarının en etkili biçimde yapıldığı bölgelerdendi. İbrahim,
Horasanlı Ebu Müslim’i 745 yılında bu bölgeye Abbasi ailesinin temsilcisi olarak gönderdi. Orada
çalışmalar hızlandırıldı. Emevi Hükümdarı ll. Mervan, İbrahim bin Muhammed’i yakalayıp bir süre
hapsettikten sonra idam etti. Yerine kardeşi Ebu Abbas geçti.
Ebu Müslim’in Horasan’a gitmesi, Abbasi hareketi için bir dönüm noktası oldu. Ebu Müslim,
747 yılında Abbasilerin ihtilal bayrağını Horasan’da açtı. Kısa sürede oradaki Emevi ordusunu
bozguna uğratarak bölgeye hâkim oldu. Bunu, Abbasi kuvvetlerinin 749’da Kûfe şehrine girmesi
takip etti. Abbasiler, aynı yıl Kûfe’de Ebu Abbas’ı halife ilân ettiler. Ebu Abbas, halife olarak Kûfe
de okuduğu ilk hutbede, yönetim hakkının sadece Abbasilere ait olduğunu dile getirdi. Ehl-i beyte
vurgu yaparak aslında kendilerinin de ehl-i beytten olduğunu söylüyordu. Ebu Abbas, Kur’an-ı
Kerim’den, ... óõ ơÅŚÊȀǘÌ Èƫ ǶÌ ǯÉ ǂÈ Ȁŏ ǘÈ ÉȇȁÈ ƪÊ ÌȈÈƦÌdzơDzÈ ǿÌ ÈƗ džÈ ƳÌ ǂdzơ
È ǿǀÌ ÉȈÊdz ÉōƅơƾÉ ȇÊǂÉȇ ƢǸÈ َّǻÊƛ... “ ...Ey Peygamberin ev halkı! Allah,
ŏ ǶÌ ǰÉ ÌǼǟÈ ƤÊ
sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.”4, “De ki: Ben buna karşılık
sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum.”5 ayetlerini okuyarak adeta kendisini
peygamber ailesiyle özdeşleştirip insanları ikna etmeye çalışmıştır.6
Emevi saltanatına son vermek amacıyla 750 yılında bir Abbasi ordusu Suriye üzerine yürüdü. Emeviler de büyük bir kuvvetle bu orduya karşı koydu. Fakat Zap Irmağı kıyısında yapılan savaş sonunda
Emeviler yenildi. Abbasi ordusu, Emevilerin başkenti Dımeşk’e girdi. Yenilgiye uğrayan Emevi Hükümdarı II. Mervan, Mısır’a kaçtı. Ancak aynı yıl Abbasi askerleri tarafından burada yakalanarak öldürüldü. Böylece Emevi Devleti yıkılmış, yerini Abbasi Devleti almış oldu. Abbasiler, bu süreçte Emevi
sülalesinden çok sayıda insanı ortadan kaldırdılar.7
3 Heyet, İslama Giriş, Evrensel Mesajlar, 453- 454.
4 Ahzâb suresi, 33. ayet.
5 Şûrâ suresi, 23. ayet.
6 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, 454, 455.
7 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 74.
80
V. ÜNİTE: ABBASİLER
Abbasiler, iktidara ulaşana kadar Şiilerle kurdukları birlikteliği bozmamaya dikkat ettiler. Ancak
iktidarı ele geçirdikten sonra onlara sırt çevirdiler. Şiiler ise Abbasilerin bu tutumuna karşı Hz. Hasan’ın
torunlarından İbrahim ve kardeşi Muhammed’in önderliğinde ayaklandılar. Halife Mansur, 662- 663
yıllarında bu isyanı çok sert bir şekilde bastırdı. Muhammed Hicaz’da, İbrahim de Irak’ta öldürüldü.
Böylece Şiilerin önde gelen liderleri ortadan kaldırıldı.8
Abbasiler hilafeti ele geçirdiklerinde insanlar, onları gerçek halifelik fikir ve idealini temsil
eden kişiler olarak karşıladılar. Onlardan “mülk-devlet” yerine dine dayalı ve adil bir devlet kurmalarını bekliyorlardı. Nitekim halife, cuma namazlarında Hz. Peygamberin hırkasını giyiyordu.
Etrafında, devlet işlerinde görüşlerini aldığı fakihler ve diğer din âlimleri bulunuyordu. Oysa gerçek
farklıydı. Abbasi halifeleri, etrafa karşı dindar ve zahit görünmelerine rağmen halkın beklentilerine
yeterli cevap vermemişlerdir.9
Ebu Cafer Mansur, 754 yılında iş başına geldiğinde Abbasi yönetiminin temellerini
sağlamlaştırmak için bir dizi çalışmalar yaptı.
Hilafet makamında gözü olan ve kendisini tanımayan amcası Abdullah’ı, Ebu Müslim’in
yardımıyla ortadan kaldırdı. Ardından Horasan
bölgesinde çok güçlü olan Ebu Müslim’i de ileride problem çıkarabileceği endişesiyle öldürttü. Bundan sonra çeşitli bölgelerde meydana
gelen pek çok ayaklanma da Mansur tarafından
kanlı bir şekilde bastırıldı.10
NOT EDELİM
Abbasiler, Emevileri yıktılar
ancak onların başlattığı saltanat
yönetimini devam ettirdiler. İlk
Abbasi Halifesi Ebu Abbas,
ölmeden önce yerine kardeşi Ebu
Cafer’i veliaht tayin etti. Bundan
sonra Abbasilerin başına geçen otuz
beş halifenin tamamı, Ebu Cafer’in
soyundan gelmiştir.
Türkiye Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 34.
Mansur, iç tehditleri bu şekilde ortadan
kaldırdıktan sonra Dicle Nehri’nin kıyısında
ünlü Medinetü’s-Selam (Bağdat) şehrini kurup
başkent yaptı. Bağdat, kısa sürede dünyanın en
önemli şehirlerinden biri hâline geldi. Mansur,
devleti güçlendirmek ve sağlam temellere oturtmak için yaptığı bu icraatlarından dolayı Abbasilerin gerçek kurucusu kabul edilmiştir.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
İmam Ebu Hanife, Mansur’un
teklif ettiği baş kadılık görevini kabul etmediği için hapse atılmış ve
Mansur, Mehdi, Harun Reşit, Me’mun,
Mu’tasım ve Vasık dönemleri, Abbasilerin,
“altın çağ”ı kabul edilir. İslam medeniyetinin
temelleri, geniş ölçüde bu dönemlerde atılmıştır. 847 yılından sonra başlayan Gerileme Devri, Abbasilerin yıkıldığı 1258’e kadar devam
etmiştir.11
150/767 yılında hapishanede vefat
etmiştir.
Nuri Ünlü, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi,
s. 126.
8 Hasan İbrahim Hasan, İslam Tarihi C 2, s. 319.
9 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 34.
10 Hayati Ülkü, İslam Tarihi, s. 474- 475.
11 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 75.
81
İSLAM TARİHİ
2. Yönetimde Mevali Ağırlığı
Emeviler, Arap milliyetçiliğini ön
planda tutan bir yönetim anlayışına sahipti. Yönetim kadroları daha çok Emevilerin
veya Arapların elinde idi. Arap olmayan
Müslümanlar (mevali), ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorlardı. Prensip olarak
tüm Müslümanların eşit haklara sahip olması beklenirken uygulamada durum farklıydı. Mesela Arap olmayan Müslümanlardan
daha fazla vergi alınmaktaydı. Hatta gayrimüslimlerden alınan cizye vergisi, Müslümanlardan da istenmekteydi. Diğer taraftan
Araplar savaşlara süvari olarak katılırken
diğer Müslümanlar piyade olarak görevlendirilmekte ve savaş ganimetlerinden Araplara göre daha az pay almaktaydılar. Bu
uygulama, Ömer bin Abdülaziz tarafından
kaldırıldı. Onun ölümünden sonra uygulama yeniden başladı.
DEĞERLENDİRELİM
Hz. Peygamber ve Dört Halife
Döneminde Mevali Mevali, İslamiyeti
kabul etmekle hukuken Müslüman
Araplarla eşit hâle geliyordu. Hz.
Peygamber, hür Arap Müslümanlarla
daha önce köle olan azatlı Müslümanlar
arasında bir ayrım gözetmemiş, bu
uygulama Dört Halife Döneminde
de aynen sürdürülmüştür. Hz. Ömer,
maaş sistemini kurarken mevaliyi
kendilerini azat eden eski efendileriyle
aynı seviyede tutmuş ve onlara aynı
miktarda maaş bağlamıştır. Ayrıca
valilerine Arap olmayan Müslümanları
da askerî divan defterine kaydetmeleri
ve onlara efendileriyle aynı miktarda
maaş bağlamaları için emir vermiştir.
Hz. Ali de maaş ve ganimet dağıtımında
Araplara ve mevaliye eşit pay ayırmıştır.
Abbasiler, bu katı Arap milliyetçiliğini terk edip Arap olmayan Müslümanlara da önem verdiler. Mevali, Araplarla eşit
haklara sahip oldu. Hatta Araplardan daha
imtiyazlı duruma yükseldi. Devlet kurulduğunda, yönetimde çok önemli makamlar,
mevaliden bazı kimselere verildi. Örneğin
Abbasiler hareketinin en güçlü isimlerinden biri olan Ebu Müslim, mevaliden idi.
İlk Abbasi Halifesi Ebu Abbas, ona çok
önem vermiştir. Çünkü Abbasiler onun sayesinde iktidara gelmişti. Halife Mansur,
onun yardımıyla bazı isyanlara son verebilmişti.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
C 29, s. 424.
Hz. Peygamber ve Dört Halife’nin
uygulamalarını dikkate alarak Emevilerin Mevali’ye karşı tutumunu
değerlendiriniz.
Abbasiler, Bağdat’ı başkent yaptıktan sonra Sasani yönetim biçimini örnek alarak halifelikten
sonra en yetkili makam olan vezirlik makamını ihdas ettiler. Bu makama mevali vezirler atandı.
Abbasi sarayında Farsça unvanlar kullanılır, Farsça şarkılar söylenir oldu. İran düşüncesi ve sanat
anlayışı etkisini gösterdi.
Horasanlı Ebu Müslim’in öldürülmesinden sonra da mevali, Abbasi yönetiminde gücünü korudu.
İran kökenli Bermekiler buna örnek verilebilir. Aileden ilk Müslüman olan Halit Bermeki, Halife
Ebu Abbas tarafından, gayrimüslimlerden alınan vergilerin toplandığı Divanü’l-Harâç ve asker maaşlarıyla ilgili kurum olan Divanü’l-Cünd’ün başına getirildi.
82
V. ÜNİTE: ABBASİLER
Halit’ten sonra Bermeki ailesinden Yahya Bermeki, Azerbaycan valisi oldu. Ünlü Abbasi halifesi
Harun Reşit, tahta geçince onu vezir tayin ederek kendisinden sonra ülkenin en güçlü yöneticisi konumuna yükseltti. Yahya, on yedi yıl vezirlik yaptı. Yönetimde mutlak bir iktidara ve yetkiye sahipti.
İki oğlu Fazıl ve Cafer de yönetimde söz sahibi oldular. Fazıl, doğu vilayetlerinin, Cafer ise batı
vilayetlerinin valisi olarak görev yaptı. Böylece Bermeki ailesi ülkenin taşra yönetimine de hâkim
olmuştu.
İranlı mevalinin yönetimdeki bu ağırlığı, Arapların tepkisine yol açmaktaydı. Araplar, Harun
Reşit’in oğulları Emin (809-813) ile Me’mun (813-833) arasında çıkan savaşta, annesi İranlı olan
Me’mun’a karşı annesi Arap olan Emin’in yanında yer aldılar. Bu savaştan Me’mun’un galip çıkması, Arapların yönetimden tamamen uzaklaştırılmalarına sebep oldu. İran kökenli kişiler vezir ya
da komutan olarak yönetime ağırlıklarını koydular. Halife Harun Reşit, Bermekilerin yönetim için
tehlike oluşturduklarını fark etti. Bir bahane ile 803 yılında Bermeki ailesini yönetimden tasfiye etti.12
Böylece doğabilecek bir karışıklığı aldığı tedbirlerle önlemiş oldu. Harun Reşit Devri (786- 809),
Abbasi Devleti’nin en parlak dönemi olarak kabul edilir.
Türkler de Abbasiler Döneminde oldukça etkin bir konuma yükseldiler. Türkler, özellikle Me’mun
Döneminden itibaren yönetimde söz sahibi olmaya başladılar. Me’mun, halifeliğinin ilk yıllarında
büyük ölçüde İranlıların desteğine dayanmaktaydı. Ancak sonra İranlıların idarede çok etkin duruma
gelmeleri üzerine, bunları bir şekilde dengelemek istedi. Fakat Araplara da güven duymadığı için
Türklerin yönetimdeki gücünü artırma yoluna gitti. Halifeliğinin son yıllarında ordudaki Türklerin
sayısı on bini buldu ve komuta heyetinin çoğunluğu Türk komutanlardan oluştu.
Me’mun’un ölümünden sonra kardeşi Mu’tasım da Türklerin desteği sayesinde halife oldu. O da
çeşitli Türk ülkelerinden çok sayıda birlikler getirerek ordunun büyük bir kısmını Türklerden oluşturdu. 836 yılında Samarra şehrini kurarak Türk birlikleriyle beraber halifelik merkezini oraya taşıdı.
Böylece 892 yılına kadar sürecek olan “Samarra Dönemi” başlamış oldu. Bu süre içerisinde Türk komutan ve askerler, yönetim kadroları üzerinde ağırlıklarını iyice gösterdiler. Türkler, Mütevekkil’den
itibaren halife seçimlerinde etkin rol oynadılar.13 Halifeler de Türk baskısından kurtulmak için çareler
arıyorlardı. Çözüm olarak 892 yılında hilafet merkezi yeniden Bağdat’a taşındı. Ancak Bağdat’ta da
devlet erkanı arasında rekabet sürdü. Halife Razi, adeta halife yetkileriyle donattığı Muhammed bin
Raik el-Hazari’yi 936 yılında “emirü’l-ümera” tayin etti. Bu tedbir de sonuç vermedi. İmparatorluk
artık gücünü kaybetmiş ve parçalanmıştı.14
3. Abbasilerin Din Politikası
Abbasiler, Emevilerle mücadele ederken dini ve ehl-i beyti öne çıkararak halkın desteğini almaya çalışıyorlardı. İktidar olduklarında, dine ağırlık veren bir politika izlediler. İlk Abbasi Halifesi
Ebu Abbas, tahta çıktığı zaman Kûfe’de okuduğu ilk hutbesinde birçok ayet ve hadisi yorumlayarak
halifeliğin dinî bir makam olduğunu belirtti. Ardından da bu makamın Dört Halife’den sonra yalnızca kendileri tarafından temsil edildiğini ilan etmiştir. Şiiler, halifeliğin Hz. Ali’nin ve onun soyundan
gelenlerin hakkı olduğunu savunuyorlardı. Ancak Abbasiler, halifeliğin Hz. Peygamberin damadı Ali
vasıtasıyla değil de amcası Abbas kanalıyla devam ettiğini ileri sürerek Şiilere karşı çıktılar. Yani Şiilere
göre Hz. Ali, Abbasilere göre ise Hz. Abbas vasi ( Hz. Peygamberin bıraktığı halife) dir.
12 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 34.
13 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 77.
14 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 35.
83
İSLAM TARİHİ
Abbasiler, halifeliğin dinî bir makam olduğunu, bu görevin kendilerine Allah tarafından
verildiğini dile getirdiler. Halife Mansur 775
yılında Arafat’ta halka kendisini “Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi”, “Sultanullah” (Allah’ın
Sultanı) ya da “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak tanıtmıştı. Ayrıca Müslümanların
birliğini temsil etme yetkisinin kıyamete kadar
yalnızca kendilerine ait olduğunu da ifade etmişlerdir. Böylece artık Abbasiler, Peygamberin halifesi yerine kendilerini Allah’ın halifesi
olarak görmeye başlamışlardır. Onlara göre
halife, Allah’ın izni ve onun iradesiyle hareket eder, dolayısıyla halifeye itaat etmeyenler,
mülhit (inançsız) kabul edilip öldürülebilirdi.15
BİLGİ KUTUSU
Mevali, sağlanan özgürlük ortamından yararlanarak kendilerinin
Araplardan daha üstün olduklarını dile
getirdikleri eserler kaleme aldılar. Buna
karşı Araplar da kendi üstünlüklerini
savunan eserler yazdılar. Bu eserlerde
taraflardan her biri, kendi üstünlükleri yanında karşı tarafın kusurlarını da
saydı. Abbasiler Döneminde ortaya
çıkan bu gelişmeye, Şuubiye Hareketi
denmektedir.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
C 29, s. 424- 426.
Abbasi halifeleri, dine verdikleri önemi
vurgulamak üzere, Hz. Peygamberin cübbesini giyerek cuma namazı kıldırmış, Mekke’de Mescid-i
Haram’ı, Medine’de ise Hz. Peygamberin mescidini genişletmişlerdir. Hac yollarını onarıp güvenli hâle
getirmiş, içme suyu ihtiyacını karşılamak için kuyular açtırmışlardır.
Abbasiler beş asır süren iktidarları döneminde ülkenin önemli merkezlerine cami, mescit, medrese
ve kütüphaneler inşa ettiler. Bu dönemde İslami ilimler büyük inkişaf gösterdi. Tefsir, kıraat, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi ilimler müstakil birer disiplin hâlinde metodolojilerine kavuşturuldu.
Abbasilerin mezheplere yaklaşımları zaman zaman çok farklılık gösterdi. Me’mun, Mu’tasım ve Vasık dönemlerinde olduğu gibi bazen katı bir Mutezile anlayışını uygulayarak “Kur’an mahluk değildir.”
diyen âlimlere işkence edip öldürdüler. Bazen Mütevekkil gibi halifeler, çoğunluğun benimsediği Sünni
anlayışı destekleyip Sünniliğin temsilcisi konumundaki hadis bilginlerini ve hukukçuları himaye ettiler.
Halife Me’mun ve daha sonra Mustansır Döneminde olduğu gibi bazen de ehl-i beyte çok büyük önem
verip onların desteğini aldılar. Hatta Me’mun, 817 yılında Ali bin Musa’yı veliaht olarak ilan etti. Ali,
erken vefat edince hilafet Alioğullarına geçmedi.16
Abbasiler, Arap olmayan halkların İslam dinine girmelerini teşvik ettiler. Emeviler Döneminde onlardan alınan fazla vergileri kaldırdılar. Yönetim kadrolarını onlara da açtılar. Bu politikalar sonucunda
Mısır, Horasan, Türkistan bölgelerindeki insanlar kitleler hâlinde İslam dinine girdiler.
Abbasiler, İslam dünyasını dış saldırılara karşı korumayı da din politikalarının bir parçası
olarak gördüler. Özellikle Bizanslılara karşı düzenlenen askerî seferlerin bazılarına bizzat halifeler
de katılmış ve böylece fethe verdikleri önemi ortaya koymuşlardır.17 Özellikle Harun Reşit Döneminde merkezi Antakya olan Avasım eyaleti kurularak Türklerden oluşan askerî birlikler buralara
yerleştirilmiştir. Tarsus da bu eyaletin çok önemli bir karargâhı idi. Harun Reşit Anadolu’ya seferler
düzenleyip Ereğli’ye kadar geldi. Bizans, anlaşma yaparak vergi vermeyi kabul etti. Halife Mu’tasım,
bir sefer düzenleyip Ankara üzerinden Afyon’a kadar ilerleyerek Bizans’a gözdağı vermiştir. Böylece
Bizans’ın önü kesilmiş, ülke ve din korunmuştur.18
15 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 459.
16 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 459- 461.
17 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 78.
18 Hayati Ülkü, İslam Tarihi, s. 460- 479.
84
V. ÜNİTE: ABBASİLER
Abbasiler, eski İran din ve mezheplerine mensup kişi ve grupların bazen Müslümanlık görüntüsü altında yeniden dirilme çabalarını yakından takip ettiler. Gerektiğinde bunları en ağır biçimde cezalandırdılar. Eski İran-Horasan dinleri olan Zerdüştlüğe ya da Maniheistliğe bağlılıklarını
gizlice sürdürüp iki ilaha ( nur ve zulmet tanrılarına ) inanan Zındıklara karşı mücadele etmek için
“Divanu’z-Zenadıka” adlı bir teşkilat kurmuşlardır. Bunların dışında da kendisini peygamber ilan
eden Zerdüşt dinîne mensup Bihaferit gibi birçok sapık grupla mücadele etmişlerdir.
Abbasiler isyan etmeyen ve zimmi statüsü verilmiş olan Yahudi ve Hristiyanlara asla müdahale etmediler. Onlar dinlerini rahatça yaşadılar, mabetlerinde ibadetlerini özgürce yaptılar.19
4. İç Sorunlar
Abbasi Devleti, beş yüz yılı aşan ömrü içerisinde nedenleri farklı çok sayıda iç sorunla karşılaştı. Bunların başında halifeliği kimin üstleneceği konusu yer aldı. Hilafet meselesi, Abbasilerin
kuruluşundan yıkılışına kadar çözemedikleri bir sorun olmuştur. Örneğin bir yandan halifenin ehl-i
beyt’ten seçilmesi gerektiğini savunan ehl-i beyt taraftarlarıyla sürekli yapılan mücadele, öte yandan
Harun Reşit’in oğulları arasındaki halifelik çekişmesi Abbasileri yıpratmıştır. Bu kardeş çekişmesinde birbirleriyle rekabet hâlinde olan Arap kabileleri de yeniden mücadelelerine başlamışlardır.
IX. yüzyıl ortalarından itibaren halife tayininde hem Abbasi sarayındaki şehzade annelerinin hem de
Türklerin rolü oldukça arttı. Buna bağlı olarak halifelik tahtına en yetenekli ve en layık olanlar yerine
ya kadınlardan en etkin olanların oğulları ya da Türk komutanların uygun bulduğu isimler oturtuldu.
Bu durum gerek Abbasi hanedanının kendi içinde gerekse Araplarla Türkler arasında bazı karışıklıklara ve iç hesaplaşmalara yol açtı. Bütün bunların yanında son dönem halifelerinin dirayetsizliği,
Abbasilerin önce parçalanmasına sonra da yıkılmasına neden olmuştur.20
Abbasiler iktidara geldiğinde imparatorluğun sınırları Türkistan içlerinden Pirene Dağlarına,
Kafkaslardan Hint Okyanusu’na ve Büyük Sahra içlerine kadar uzanıyordu. Ancak o zamanın şartları
göz önüne alınacak olursa bu kadar geniş bir imparatorluğu ayakta tutmanın kolay olmayacağı kendiliğinden ortaya çıkar. Nitekim Abbasilerin iktidara geldiği ilk yıllardan itibaren kopmalar başladı.
Endülüs’ün istiklalini kazanmasından sonra yavaş yavaş bütün Kuzey Afrika’da bağımsız ve yarı bağımsız devletler ortaya çıkmaya başladı. İşte iç sorunların bir bölümü, bu yönetim merkezinden uzak
bazı bölgelerdeki valilerin ya da bölgesel liderlerin bağımsızlık isteğinden kaynaklanmaktaydı. Örneğin Horasan bölgesinde Tahiriler ve Samaniler, Suriye ve el-Cezire’de Hamdaniler, Sistan bölgesinde Saffariler, Mısır’da Tolunoğulları, Kuzey Afrika’da Ağlebiler bu şekilde ortaya çıkmışlardı.21
Abbasiler iç sorunlardan biri olan Emevilerle uğraşmak zorunda kalmışlardır. Emevi sülalesinden gelenler, fırsat buldukça Emevi Devleti’ni tekrar canlandırmak için harekete geçiyor ve isyan
çıkarıyorlardı. Nitekim Emin ile Me’mun arasındaki mücadele sürerken Emevi sülalesinden Ali bin
Halit isyan ederek Suriye üzerine yürüdü ve bir süre Suriye ve çevresini kendisine bağladı. Fakat Abbasiler, bu hareketi çok fazla genişlemeden durdurmayı başardılar. Aynı şekilde çeşitli dönemlerde
ayaklanan Şiiler her defasında kanlı bir şekilde bastırılmıştır.22
19 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 461- 462.
20 Hasan İbrahim Hasan, İslam Tarihi C 2, s. 487- 510.
21 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 35.
22 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 79.
85
İSLAM TARİHİ
Basra ile çevresinde ortaya çıkan Zenciler Hareketi, iç sorunlar arasında sosyal ve ekonomik
nedenlerle ortaya çıkmıştı. Bu bölgede tarla ve tuzlalarda çalışan çok sayıda zenci köle, çalışma
şartlarının ağırlığından şikâyet ederek 869 yılında Hz. Ali soyundan olduğunu söyleyen Ali bin Muhammed adlı bir kişinin önderliğinde ayaklandı. İsyan kısa sürede genişleyerek Abbasi yöneticilerini
tedirgin edecek bir boyuta ulaştı. Birbiri ardına yeni grupların katılmasıyla isyan, süratle yayıldı.
Zencilerin askerî harekatı başlangıçta oldukça parlaktı. Güney Irak ve Güneybatı İran’ın önemli
bölgelerini hâkimiyetleri altına alıp Basra ve Vasıt’ı zapt ettiler. Böylece Bağdat’ı da tehdit etmeye
başladılar. Nihayet uzun ve çetin mücadelelerden sonra Türk komutan ve askerlerin katkıları sayesinde 883 yılında isyan güçlükle bastırılabildi.23
4.1. Yönetim Karşıtı Dinî-Siyasi Hareketler
Abbasiler Döneminde devlet içinde meydana gelen dinî-siyasi hareketlerin başında Hz. Ali’nin
torunları ve onları destekleyen Şiilerin çıkardığı isyanlar gelmektedir. Abbasi halifeleri, Hz. Ali soyundan gelenleri sürekli takip ettiriyor ve baskı altında tutuyorlardı. Bu nedenle Mansur Döneminde
iktidarı ele geçirmek için Hz. Hasan’ın soyundan gelen Muhammed en-Nefsü’z-Zekiyye ve kardeşi
İbrahim, Mansur’a karşı harekete geçtiler. Uzun müddet gizli çalışan ve halifenin takibinden kurtulmak için devamlı yer değiştiren bu iki kardeş, nihayet ailelerine yapılan baskıya dayanamayarak ortaya çıktılar. Medine’de başlayan isyan, kısa sürede Mekke’ye, oradan da Basra ve çevresine yayıldı.
Bu vilayetlerde Muhammed’e halife olarak biat edildi. Ancak 762 yılında Muhammed, ertesi yıl da
İbrahim yakalanarak idam edildi. Şiilerin isyanları bununla bitmedi.24
Halife Hadi (785- 786) Döneminde Medine’de yine Hz. Hasan’ın torunlarından Hüseyin bin
Ali, Abbasileri tanımadığını belirtti. Ayaklanarak Medine ve Mekke’yi kontrol altına alıp kendisini halife ilan etti. Ancak Abbasiler, Hüseyin bin Ali’yi öldürmek suretiyle bu isyanı da bastırdılar.
Hüseyin’in kardeşi İdris, kaçarak bugünkü Fas’ın üzerinde bulunduğu topraklara yerleşti. Harun
Reşit zamanında kurulacak olan İdrisiler Devleti’nin temellerini attı.
Halife Me’mun, taht kavgasında kardeşi Emin’e üstünlük sağlayınca Merv’de bulunduğu
sırada kendi yerine ehl-i beytten Ali er-Rıza’yı veliaht tayin etmek istedi. Bağdat’daki Şiiler, bu
haberi alınca hemen Hz. Hasan’ın soyundan İbrahim bin Mehdi’yi halife ilan ettiler. Me’mun’un,
Ali er-Rıza ile ilgili kararından vazgeçerek Bağdat’a dönmesi üzerine İbrahim bin Mehdi, halifelik
makamını terk etmek zorunda kaldı.
Mu’tasım (833-842) Döneminde bu sefer Hz. Hüseyin’in soyundan gelen Muhammed bin Kasım, Horasan’da isyan edip halktan biat almaya başladı. Fakat Abbasilerin Horasan Valisi Abdullah
bin Tahir tarafından yakalanan Kasım hapsedildi.25
10. yüzyılda Şiilik, Abbasilere karşı halk direnişini yeniden etkileyen bir faktör oldu. Geniş
bir alanda propaganda yapıldı. Şia’nın bir kolu olan İsmaililerin dinî-siyasi kışkırtmaları, Irak,
Suriye ve Bahreyn’de Karmati denilen ayaklanmaya sebep oldu. Bahreyn’de Karmatiler devle23 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 36.
24 Nuri Ünlü, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, s. 126.
25 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 80.
86
V. ÜNİTE: ABBASİLER
ti kuruldu. Karmatiler Basra ve Kûfe’ye sadırdılar. Hac yolunu kesip Mekke’yi yağmaladılar.
Hacer-i Esvet’i söküp Ahsa’ya götürdüler. Burada yirmi bin silahlı eşkıya yaşıyordu. Yirmi yıl sonra
Hacer-i Esvet’i tekrar iade ettiler. Öte taraftan 925 yılında bağımsız bir devlet kuran Şii Büveyhiler
945 yılında Bağdat’ı işgal edince artık Abbasi halifelerinin siyasi bir otoritesi kalmadı. Halife, sembolik bir dinî lider olarak yerinde kaldı.26
Hariciler, Emeviler Döneminde olduğu gibi Abbasiler Döneminde de bazı isyan girişimlerinde bulundular. Abbasilerin
kuruluş yıllarında Berberilerin toplu olarak katılmasıyla güçlenen Hariciler, Kuzey
Afrika’da çeşitli isyanlar çıkardılar. Haricilerin İbazıyye koluna mensup olan Beni
Rüstem, Tahert’te Rüstemiler Devleti’ni
kurmaya muvaffak oldu. Bunlar ve benzeri
diğer Harici gruplarla uzun süre mücadele
edildi.
BİLGİ KUTUSU
Haricilik, Hz.Ali ile Muaviye arasında cereyan eden Sıffîn Savaşı sonrası hakem meselesi sebebiyle ortaya
çıkmış şiddet yanlısı ve aşırı fikirli bir
akımdır. Hariciler, “Allah’tan başka
hüküm sahibi yoktur.” diyerek Hakem
Olayı’na karşı çıkmışlar ve hakemlere
başvurduğu için Hz. Ali’yi tekfir edip
ondan ayrılmışlardır. İslam’ı tavizsiz
Kuzey Afrika’nın yanı sıra Irak ve
bir şekilde yaşadıklarını söyleyen HaHorasan bu isyanların meydana geldiği
riciler, kendilerinden olmayan herkesi
bölgelerdi. Harun Reşit Döneminde, halifenin zulüm ve haksızlık yaptığı gerekküfürle itham edip onlara şiddet uyguçesiyle Musul ve Kirman’da gerçekleşen
lamışlardır.
Harici ayaklanmaları, bunlar arasında en
Heyet, Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 233.
tehlikeli olanıydı. Halife, Musul İsyanı’nı
zorlukla bastırabildi. Aynı yıl Kirman’da
başlayıp Afganistan’a kadar genişleyen diğer Harici isyanına ise ancak Me’mun Döneminde son
verilebildi. Abbasiler, mevaliye değer verince Hariciler, Emeviler Dönemindeki kadar kendilerine
taraftar bulamadılar.
Horasan’da ortaya çıkan Yusuf bin İbrahim el-Berm adlı Harici, Abbasilere isyan edince
(160/777) Halife Mehdi-Billah, Sicistan Valisi Yezit bin Mezyet eş-Şeybani’yi Yusuf’un üzerine
gönderdi. Vali Yezit, bazı bölgeleri işgal eden Yusuf’u mağlup etti. Çeşitli bölgelerde farklı Harici
gruplar, zaman zaman ayaklandıysa da bunlar devlet kuvvetlerince hemen bastırıldı.27
4.2. İslam Karşıtı Dinî-Siyasi Hareketler
Abbasiler Döneminde isyan eden bazı gruplar, hem yönetime hem de İslam’a karşı çıkıyorlardı. Amaçları, İslam’ı yıkmak ve eski dinlerini yeniden yaşatmaktı. İran ve Horasan kaynaklı
bu hareketlerin en tehlikeli olanları Ravendiyye, Mukanna (Peçeli), Babek, Mazyar ve Zındıklık
hareketleridir.
26 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 36.
27 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 16, s. 172.
87
İSLAM TARİHİ
Mukanna İsyanı: Horasan’daki isyanların en tehlikelisi Mukanna (Peçeli)
İsyanı’dır. Bu isyan, Abbasileri uzun süre
uğraştırdıktan sonra ancak 789 yılında bastırılabildi. Adı Hâkim bin Haşim olan bu
kişi, çirkinliğini gizlemek veya tanınmamak
için yüzüne süslü bir peçe taktığından kendisine peçeli denmiştir. Önce peygamberlik
daha sonra da ilahlık iddiasında bulunan
İranlı Mukanna, İslam dininin yayılmasını
engellemek için Merv’de isyan başlattı. O,
ruhun bir bedenden diğer bedene girmesi
anlamına gelen tenasüh inancını savunmaktaydı. Allah’ın sırasıyla Âdem, Nuh ve Ebu
Müslim’in bedenine girdiğini, en son da
kendi bedeninde belirdiğini iddia ediyordu.
Bundan başka o, taraftarlarına İslam’daki
ibadetleri kaldırdığını ve haramları helal
kıldığını açıkladı. Ayrıca eski İran inançlarından olan Mazdekiliğe uygun olarak mal
ve kadınları herkes için ortak hâle getirdi.
Zalim ve ahlaki zaafiyeti olmasına rağmen
birçok taraftar buldu.
BİLGİ KUTUSU
Halife Mansur Döneminde, Ablak adında aşırı fikirlere sahip olan
bir kişi, İslam’a aykırı bir takım iddialarla ortaya çıkıp taraftar bulmaya
başladı. Görüşlerini Ravent’te yaymaya başladığından bu grup, Ravendiyye adıyla tarihe geçti. Ablak’a göre
Hz. İsa’ya hulul eden Ruhu’l-Kudüs,
sırasıyla önce Hz. Ali’ye sonra onun
neslinden gelen imamlara ve daha
sonra da Hz. Abbas’ın torunlarına
geçmiştir. Dolayısıyla Halife Mansur
da dahil bütün bunlar birer ilahtır.
Mansur, insanları ilah kabul ederek
tapan, İslam’ın haramlarını helal kılan
bu grubu, ortadan kaldırmıştır. Ravendiyye Hareketi’nin amaçları eski dinleri olan Zerdüştlüğü ihya etmek ve
hilafeti kisralığa çevirmekti.
Hasan İbrahim Hasan,
İslam Tarihi, C 2, s. 407- 408.
Halife Mehdi, Mukanna’nın üzerine bir ordu gönderdi. Mukanna, girilmesi zor olan Kaş
Kalesi’ne yerleşti. Abbasi ordusunun kuşatmasının uzun sürmesi üzerine kurtuluşunun mümkün olmadığını anlayınca ailesi ve taraftarlarıyla birlikte intihar etti.28
Babek İsyanı: Abbasiler Devrinde ortaya çıkan isyanların en önemlisi ve en tehlikelisi; geniş bir alana yayılması, devamlılığı, teşkilatlanması ve bütünlük arz etmesi bakımından, Babek
İsyanı’dır. Babek’in de Mukanna’nın fikirlerine benzer görüşleri vardı. O da ilahlık taslıyor, tenasühe inanıyor ve haramları helal kabul ediyordu. Taraftarları arasında Kur’an okuyanlar bulunsa
da onlar namaz kılmaz ve oruç tutmazlardı. Bu görüşleri benimseyenler aynı zamanda Hürremiler
olarak da bilinir. Siyasi ve askerî sahada dikkate değer kabiliyetlere sahip olan Babek’in taraftarlarının çoğunu köylüler teşkil ediyordu. O, büyük arazilerin taksim edileceğini vadediyor ve sözünü
de tutuyordu. 816 yılında Azerbaycan’da isyan bayrağını açan Babek, uzun müddet isyanını devam
ettirmiş, İran ve Ermenistan eyaletlerine hâkim olmuştu. Ermenistan kralı ve Bizans’tan da destek alan
Babek, üzerine gönderilen kuvvetleri mağlup edip nüfuz alanını genişletmişti. Bazz’da karargâh kuran
Babek, çevredeki Müslüman halka saldırarak kadın çocuk demeden herkesi öldürdü. İsyanı bastırmak
için Azerbaycan’a birbiri ardına valiler tayin edildi. Ancak valilerin bütün çabalarına rağmen Me’mun
döneminde isyana son verilemedi. 837 yılında Halife Mu’tasım, yirmi yıldır devleti meşgul eden bu
isyanın üstesinden gelebilmek için Afşin, İnak et-Türkî ve Beşir et-Türki gibi Türk komutanları gö28 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 80.
88
V. ÜNİTE: ABBASİLER
revlendirdi. Uzun mücadelelerden sonra Abbasi güçleri 838 yılında Babek’in bulunduğu Bazz kentine
girmeyi başardı. Yapılan muharebede mağlup olan Babek, Afşin tarafından yakın adamlarıyla birlikte
yakalanarak Bağdat’ta idam edildi.29
Mazyar İsyanı: Taberistan bölgesinde Mazyar adında bir Mecusi, 839 yılında isyan etti. Halife
Mu’tasım, Horasan Valisi Abdullah bin Tahir’i isyanı bastırmakla görevlendirildi. Türk komutanlardan
Afşin, Vali Abdullah’ın başarısız olmasını istiyordu. Çünkü Afşin, Horasan valiliğine talipti. Mazyar’a
bir mektup yazarak gizlice destek verdi. Ancak isyan bastırıldı. Mazyar idam edildi. Afşin ise ihanetle
suçlanarak hapse atıldı ve orada öldü.30
Zındıklar Hareketi: Müslüman göründükleri hâlde eski dinleri Zerdüştlüğe veya Maniheistliğe
bağlı olan kişilere zındık, bunlardan oluşan topluluklara da Zenadıka denmiştir. Hz. Ömer Döneminde
İran ele geçirildikten sonra çok sayıda İranlı, İslam dinine girmeye başladı. Ancak bunların bir bölümü
görünürde Müslüman olmuştu. Zındık denilen bu kimseler, Emeviler Döneminin sonlarında, özellikle
de Abbasilerin ilk dönemlerinde asıl inançlarını yaymak için birtakım çabalar içine girdiler. Bu çerçevede gerek Farsçadan Arapçaya tercüme ettikleri eserlerle gerekse uygun buldukları ortamlarda şiir ve
edebiyatı kullanmak suretiyle fikirlerini yaymaya çalıştılar.
Abbasi yöneticileri, zındıklara karşı başlangıçtan itibaren sert önlemler aldılar. Özellikle Halife elMehdi (775- 785) ile yerine geçen oğlu el-Hadi (785-786) dönemlerinde söz konusu kişi ve gruplara
karşı etkin bir mücadele yürütüldü. Onların görüşlerini çürütmek için Müslüman âlimler bu konuda
eserler yazmışlardır.31 Vasıl bin Ata, Cahiz ve Ebul Ferec el-İsfahani, bunlarla mücadele eden ve eserlerinde zındıklar hakkında bilgiler veren âlimlerdir.
5. Merkezî İdareden Kopmalar
Abbasiler, Asya ve Afrika kıtaları üzerinde çok geniş bir coğrafyaya hükmetmekteydiler. Ancak
böyle büyük bir imparatorluğu ayakta tutabilmek için merkezî yönetimin çok güçlü olması gerekiyordu. Oysa Abbasiler, daha kuruluş yıllarındayken 756’da bağımsız Endülüs Emevi Devleti’nin kurulmasıyla merkezî yönetimden ilk kopmalar başlamış oldu.
Abbasilerde zaman zaman merkezî yönetimin gücünü yitirdiği dönemler olmuştur. Bu iktidar zafiyeti, dokuzuncu halife Vasık’tan sonra artarak devam etmiştir. Artık devleti çöküşe doğru götürecek
olan gerileme dönemi başlamıştır. Buna bağlı olarak devlet, egemenliğini korumakta yetersiz kalmıştır.
Şiiler, Hariciler, bazı valiler, kendi bölgelerinde güçlü ve etkili olan bazı aileler, merkezî yönetimin güçsüzlüğünden yararlanarak özellikle uzak bölgelerde bağımsız ya da yarı bağımsız devletler oluşturma
yoluna gitmişlerdir.32
VIII. yüzyıl sonlarına doğru Abbasilerin artık yeterince kontrol edemedikleri Kuzey Afrika topraklarında Hariciler, 777’de Cezayir’de Rüstemiler Devleti’ni, ehl-i beyt taraftarları ise 788’de Fas’ta
İdrisiler Devleti’ni kurdular.
29 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 36
30 Nuri Ünlü, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, s. 137.
31 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 81.
32 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 86.
89
İSLAM TARİHİ
Halife Razi, 936 yılında devlet erkanı arasındaki uyumsuzluğa son vermek amacıyla halife
yetkileriyle donatılmış olan emirü’l-ümera makamını ihdas edip yetkilerini devretti. Bu durum,
halifenin otoritesini kaybetmesi anlamına geliyordu. Hilafet merkezînin Samarra’dan Bağdat’a
taşınmasından sonra da bazı Türk komutanlarının kendi başlarına davranmaları, istediklerini halife
yapmaları, istemediklerini halifelikten uzaklaştırmaları ve yabancıların emirü’l-ümera olarak atanmaları yönetim boşluğunun açık göstergesi olmuştur.33
Merkezî yönetimdeki bu zaafiyet, iç ve dış sorunlar karşısında daha fazla dayanamayan Abbasiler, IX. yüzyıldan itibaren parçalandı. Bazı valiler, idare ettikleri vilayetleri birer devlete dönüştürdüler. Bu devletlerin başlıcaları şunlardır:
Ağlebiler (800- 909): Tunus’a vali olarak atanan İbrahim bin Ağlep et-Temimi tarafından kuruldu. Temimi, Kayrevan’ı merkez yaparak Trablusgarp, Fas ve Cezayir’e hâkim oldu. Ağlebiler,
tersaneler kurup fetihler yaptılar. Sicilya’yı ve İtalya’nın bazı bölgelerini aldılar. Sonra da Fatımiler Devleti’ne yenilip yıkıldılar.
Tolunoğulları (868- 905): Bir Türk komutanının oğlu olan Ahmet, Mısır’da vali olduğu zaman
bağımsızlığını ilan etti. Sonra Abbasilerle anlaşarak haraç ödeyip 37 yıl süren bir devlet kurdu.
İhşidiler (935-969): Muhammed binTuğç tarafından Mısır’da kurulan bir aile devletidir. Halife Razi tarafından vali olarak atanan Muhammed, Suriye ve Mısır’a hâkim oldu.
Tahiriler (821-875): Horasan Valisi Abdullah bin Tahir tarafından İran’da kurulan bir Şii devletidir. Yakup bin Leys, bölgeyi işgal edince saltanatları sona erdi.
Tolunoğulları
Emeviler
İdrisiler
Ağlebiler
Tolunoğulları
Arabistan
Hamdaniler
Büveyhoğulları
Taberistan
Samanoğulları
Saffariler
Abbasilerden ayrılan bazı bağımsız ve yarı bağımsız devletler haritası
33 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 82.
90
V. ÜNİTE: ABBASİLER
Saffariler (870-1163): Yakup bin Leys es-Saffar adında bir Harici, Sistan’da bu devleti kurdu.
Herat, Belh ve Kabil’i de alarak otuz üç yıl hüküm sürdü. Kalaycılık yaptığından dolayı saffar
ismini almıştır.
Samaniler (874-999): Fergana Valisi İsmail bin Ahmet tarafından kurulan bu devlet zamanla
genişleyerek bir asırdan fazla hüküm sürdü. Samani ailesi, Me’mun zamanından beri itibarlıydı.
Horasan ve İran’daki hizmetlerinin yanı sıra İslam’ın Türkistan’da yayılmasına ve Karahanlıların
Müslüman olmalarına büyük katkıları oldu.34
Bu devletler, idareleri altındaki topraklarda birer hükümdar gibi hareket ederlerdi. Abbasi halifelerine bağlılıklarının işareti olarak cuma hutbelerinde onların adlarını anarlar ve paraların üzerinde kendi adlarıyla birlikte halifelerin adlarını da yazdırırlardı.
10. yüzyılda, Abbasi toprakları üzerinde yönetimi iyice zayıflatan iki önemli devlet daha ortaya
çıktı. Bunların biri Büveyhiler (932-1062), diğeri ise Fatımiler (909-1171)’di. Her iki devlet de Şiiler tarafından kurulmuştur.
Büveyhiler, köken itibarıyla İranlı olan Ebu Suça Büveyh tarafından 932’ de kuruldu. İran’da
egemenliklerini kurduktan sonra 945 yılında Abbasi halifesinin bulunduğu Bağdat’ı işgal ettiler. Halife Müstekfi, Ahmet Büveyhi’yi emirü’l-ümera olarak atadı. Bundan sonra bir asrı aşkın bir süre Abbasi yönetiminde etkili oldular. Abbasi halifelerini tamamen kendi kontrolleri altına aldılar. Selçuklu
Sultanı Tuğrul Bey, 1055 yılında Bağdat’a girip Büveyhilerin iktidarına son verdi. Böylece Abbasi
hanedanını da Büveyhilerden kurtardı. İran’daki Büveyhiler ise yedi sene daha iktidarını sürdürdü.
Bir diğer Şii devleti olan Fatımiler ise Şii imamlarından Ubeydullah Mehdi tarafından 909 yılında Kuzey Afrika’da kuruldu. Devleti kuranlar, Hz. Fatıma yoluyla Hz. Peygamberin soyundan geldiklerini söyleyerek yeni devlete Fatımiler adını verdiler. Ağlebileri ve İdrisileri mağlup edip Kuzey
Afrika’ya hâkim oldular.
Abbasiler gibi Fatımiler de İslam dünyasına hâkim olmak istiyorlardı. Bu amaçla bir taraftan
Mağrip ve Endülüs üzerinde egemenlik kurmaya çalıştılar. Endülüs Emevi Devleti’yle deniz savaşları yaptılar, diğer taraftan da Abbasilere bağımlı İhşidlilerin elinden Mısır’ı aldılar ve yönetim merkezlerini buraya taşıdılar. Mısır’da ve Kahire’de sanat değeri çok yüksek mimari eserler meydana
getirdiler. Mesela Ezher Üniversitesi ve Camii bu dönemde inşa edilmiştir. Bağdat’ı işgal etmek için
Suriye üzerine seferler düzenlediler. Mekke ve Medine’nin içinde bulunduğu Hicaz bölgesine hâkim
olup burada hutbeleri kendi adlarına okuttular. Fatımilerin Abbasiler aleyhine gelişen bu tehlikeli
ilerleyişi, yine Selçuklu Türklerinin devreye girmesiyle durdurulabildi.35 Haçlı Seferleri sırasında
Fatımiler zayıfladılar. Bizans’la anlaşmalar yaptılar. Hükümeti ve askerî işleri artık vezirler yürütüyordu. Selahattin Eyyubi bu devletin hükümranlığına son verdi.36
34 Nuri Ünlü, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, s. 137.
35 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 83.
36 Nuri Ünlü, Ana Hatlarıyla İslam Tarihi, s. 143-144.
91
İSLAM TARİHİ
6. Dış İlişkiler
Abbasiler, kuruluşundan dokuzuncu Halife el-Vasık dönemine kadar güçlü bir devletti. Bu
dönemde içeride ve dışarıda gücünü göstermiştir. Gerektiğinde bölgenin en güçlü ülkesi olan
Bizans’a seferler düzenlemiş ve onları vergiye bağlamışlardır. Ancak Endülüs’te bağımsız bir
Emevi Devleti’nin kurulmasıyla Kuzey Afrika’nın bir bölümü elden çıktı. Abbasiler, bundan sonra
yeni fetihler yerine sahip oldukları toprakları korumak için daha çok savunma politikası izlediler.
Dış ülke olarak en fazla karşı karşıya geldikleri en büyük devlet Bizans’tı. Bizans imparatorları,
bir taraftan fırsat buldukça Suriye üzerine saldırılar düzenliyor, diğer yandan da isyan hareketlerine destek veriyorlardı.
Abbasiler, buna karşılık Bizans sınırlarında suğur veya avasım denen savunma merkezleri
oluşturdular. Bu savunma hattı, Tarsus’tan başlayıp Adana, Maraş ve Malatya’yı içine alarak Fırat’a
kadar uzanmaktaydı. Buralara çok sayıda Türk savaşçı yerleştirildi. Savunma ve saldırı planları
buralarda yapılırdı. Abbasilerin birinci dönem halifeleri, sadece savunma yapmıyorlardı, gerektiğinde çok rahatlıkla askerî seferler düzenliyorlardı. Mansur, Bizans’a
karşı Orta Anadolu’ya
bazı askerî seferler düzenledi. Mehdi,
ve oğlu Harun Reşit dönemlerinde İs-
BİLGİ KUTUSU
tanbul iki kez kuşatıldı. Harun Reşit,
Üsküdar’a kadar gelip kuşatmayı sür-
Abbasilerin ikinci döneminde (dokuzuncu Halife el-Vasık’tan itibaren)
devlet içinde yönetime karşı olan Müslüman ve gayrimüslim grupların sık sık
ayaklanmaları, komutanların ve valilerin halifelerden bağımsız davranmaları, son dönemlerde devlet yetkilerinin
halifelerden emirü’l-ümeraya geçmesi
gibi durumlar devletin otoritesini zayıflattı. Bizans’a karşı düzenlenen askerî
seferler yapılamaz oldu. Kuzey Afrika,
Suriye ve el-Cezire’de artık yeni devletler kurulmuştu. Kuzey Afrika devletleri
Akdeniz’e hâkimiyet kurdular. Ağlebiler, Sicilya’yı fethederek Roma’ya yönelebilmişlerdir.
dürünce Bizans Kraliçesi İrene yıllık
vergi vermeye razı oldu. Bunun üzerine
barış yapılarak kuşatma kaldırıldı. Harun Reşit, Tarsus’tan Malatya’ya kadar sınır kalelerini yeniden tamir edip
müstahkem hâle getirdi. Buralar avasım
adıyla birer eyalete dönüştürüldü. Halife Me’mun ve Mu’tasım, Bizans üzerine
büyük seferler düzenlediler. Mu’tasım
komutasındaki Abbasi ordusu, Afyon’a
kadar olan toprakları zapt ederek Bizans’a
büyük bir gözdağı verdi.
Abbasiler, Harun Reşit zamanında
Bizans’a ve Endülüs Emevi Devleti’ne
karşı müttefik olarak
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 36.
Batı Avrupa’da
güçlü bir devlet olan Franklarla iyi ilişkiler kurdular. Karşılıklı olarak birbirine
elçiler ve hediyeler gönderdiler.37
37 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 37.
92
V. ÜNİTE: ABBASİLER
Abbasiler
kurulduğunda,
Orta
NOT EDELİM
Asya’daki Taşkent Hanlığı ve diğer Türk
boyları Çin tehlikesi altındaydı. Çin, Batı
Talas Zaferi ile Çin, Batı Türkistan
Türkistan’ı işgal etmek istiyordu. Taşkent
için tehlike olmaktan çıktı. Emeviler Dö-
Hanlığı, Çin ordusuna karşı Abbasilerden
neminde kötü olan Türk-Arap ilişkileri,
yardım istedi. Abbasiler bu isteğe 751 yı-
böylece iş birliğine dayalı bir sürece girdi.
lında yardım için gönderdikleri ordu ile
Bu sayede Türklerin İslam dinini tanıması
olumlu cevap verdiler. Türk-Arap kuv-
ve kabul etmeleri de kolaylaştı.
vetleri birleşerek Çin ordusunu Talas
Millî Eğitim Bakanlığı, İslam Tarihi 11. Sınıf
Irmağı kıyısında yapılan savaşta ağır
Ders Kitabı, s. 85.
bir yenilgiye uğrattı.
VII. yüzyılda Kafkasların kuzeyinde ve İdil (Volga) Nehri dolaylarında
BİLGİ KUTUSU
kurulan bir diğer Türk devleti ise Musevi Hazarlardı. Ancak Hazar ülkesinde
bozan Keşmir bölgesi fethedildi. Mehdi,
Abbasilerin dış ilişkileri sadece
askerî seferler ve savaşlardan ibaret
değildir. Onlar beş asır geniş topraklar üzerinde egemen olup dünyanın en büyük medeniyetlerinden
birini kurdular. Abbasiler ilim, sanat, ticaret, tarım, dokumacılık ve
madencilik gibi alanlarda çok ileri
bir durumdaydılar. Başta Kuzey ve
Batı Afrika olmak üzere Hindistan,
Çin, Orta Asya, İskandinav Adaları
ve Avrupa ile çok önemli ticari ilişkiler kurmuşlardı. Müslüman tüccarlar kara, deniz ve nehir yollarını kullanarak buralara gidip ticaret
yapmışlardır.
Me’mun ve Mu’tasım dönemlerinde de
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
Sint ve Hindistan seferlerine devam edil-
C 1, s. 46-48.
Hristiyan ve Müslüman nüfus da bulunuyordu. Hazarlar, iki kez Kafkasları aşarak Abbasi topraklarına hücum ettilerse
de bir başarı elde edemediler. Sonraki
yıllarda ilişkiler daha çok siyasi, ticari,
dinî ve bilimsel alanlara kaydı.38 Hazar
Türklerinin Araplarla olan düşmanlıkları
Emeviler Dönemine dayanmaktaydı. II.
Yezit’in Van Valisi Cerrah bin Abdullah,
onları bir savaşta bozguna uğratmıştı.39
Halife Mansur zamanında Hişam
bin Ahmet, Sint bölgesi valisiyken barışı
di. Hindistan içlerine kadar gidip savaşan
Müslüman askerler buralarda çeşitli fetihler gerçekleştirdi. İslam’ın bu bölgelerde yayılması bu sayede hızlandı.40
38 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 85.
39 Hayati Ülkü, İslam Tarihi, s. 448.
40 Hasan İbrahim Hasan, İslam Tarihi C 3, s. 63- 65.
93
İSLAM TARİHİ
7. Moğol İstilası ve Abbasilerin Yıkılışı
Abbasiler, Moğol İstilası öncesinde zor günler geçirmekteydi. Başta Kuzey Afrika olmak üzere
çoğu bölgelerde nüfuzunu kaybetmişti. Büyük Selçuklu Devleti de dağılarak yerini birtakım küçük devletlere bırakmıştı.
Frankların öncülük ettiği Haçlı orduları, Kudüs’ü ele geçirmek amacıyla İslam dünyasına üst üste
seferler gerçekleştiriyorlardı. Abbasi halifesinin siyasi ve askerî gücü kalmadığı için Haçlılara karşı koyamıyordu.
Harzemşahlar (1097- 1231): Bu dönemde sınırları içine Maveraünnehir, Harzem, İran ve
Irak’ı alan büyük bir imparatorluğa dönüşmüştü. İslam dünyasının liderliğini hedefleyen bu devlet
de Abbasilerle rekabet hâlindeydi. Hz. Ali soyundan olan bir kişiyi halife ilan edip onun adına
hutbe okutmaya başlamışlardı.41
İslam âlemi bu durumda iken Cengiz Han liderliğindeki Moğollar, Çin’e karşı yaptıkları başarılı akınlardan sonra batıya yönelerek İslam dünyasını istila etmeye başladı. Moğollar, Harzemşahlar Devleti’ni birkaç yıl içinde çökerttiler. Artık onlara karşı koyabilecek bir güç kalmamıştı.
Cengiz Han’dan sonra da Moğol istilası devam etti. Moğollar Semerkant, Buhara, Taşkent, Harizm
ve Belh şehirlerini yerle bir ettiler. Son olarak Azerbaycan ve İran’ı alarak buralara yerleştiler.
Böylece Abbasilerle Moğollar komşu iki devlet hâline geldiler.
Cengiz Han’ın torunlarından Hülagu,
Bağdat’ı almak üzere harekete geçti. 1258
yılının Ocak ayında Bağdat önlerine geldi ve
kenti kuşattı. Bağdat, Moğollara karşı dayanacak güçte değildi. Barış girişimlerinden de
sonuç alınamayınca son Abbasi Halifesi Mustasım Billah diğer devlet yetkilileriyle birlikte
teslim olmak zorunda kaldı. Hülagu, teslim
olanları öldürttü. Beş yüz yıldır İslam dünyasının en gözde şehri olan Bağdat, diğer İslam
şehirleri gibi tahrip edildi. Şehir yağmalanıp
yakıldı. İnsanlar kılıçtan geçirildi. Asırlardır
gelişen bir medeniyet acımasızca yok edildi.
Saraylar, camiler, kütüphaneler ve diğer tarihî
ve mimari eserler yerle bir edildi. Kütüphaneler ve kitaplar ateşe verildi. Yakılan kitaplardan arta kalanlar Dicle Nehri’ne atıldı.
Moğolların Bağdat’ı işgal etmeleri, İslam tarihinde büyük bir felaket olarak kabul
edilmektedir. Bu olay, etkisini siyasi alandan
daha çok uygarlık alanında göstermiştir.
Moğol askerlerinin temsilî resmi
41 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 85-86.
94
V. ÜNİTE: ABBASİLER
750-1258 yılları arasında beş yüz sekiz yıl hüküm süren Abbasiler, İslam tarihindeki en
uzun ömürlü devletlerden biridir. İslam medeniyeti, en parlak dönemlerinden birini bu devlet
zamanında yaşamıştır. Abbasi halifeleri, Müslümanlara hem siyasi hem de manevi olarak liderlik
yapmışlardır.42
Moğolların Bağdat katliamından
BİLGİ KUTUSU
kurtulan Abbasi şehzadesi Ahmet, Şam’a
sığınmıştı. İlk Memluk Sultanı Baybars,
Osmanlı Hükümdarı Yavuz Sultan
Suriye’ye saldıran Moğol ordularını yeSelim 1517’de Mısır’ı fethedince yirmi
nip burayı kendisine bağladı. Daha sonikinci halife Mütevekkil’i beraberinde
ra Şam’daki şehzade Ahmet’i Kahire’ye
İstanbul’a götürdü. Böylece Mısır’daki
götürdü ve 1261’de onu sembolik olarak
Abbasi halifeliği de sona erdi.
halife ilan etti. Memluk sultanı bu davranışıyla manevi nüfuz kazandı. Böylece
üç yıl önce Bağdat’ta sona erdirilen Abbasi halifeliği, üç yıl sonra Kahire’de yeniden canlandırılmış oldu.43 Bu halifeler devlet işlerine karışmayan, sembolik dinî liderlerdi. Dinî amaçlara yönelik
bir takım vakfiyeler onların kontrolündeydi. İsimleri, sultanların isimleriyle beraber hutbelerde
zikrediliyordu.
8. Abbasilerin İslam Kültür ve Medeniyetine Katkıları
Abbasiler, İslam kültür ve medeniyetine birçok alanda katkıda bulunmuşlardır. Abbasilerin
İslam medeniyetine kazandırdıkları kurumların başında vezirlik müessesesi gelmektedir. Vezir,
Abbasi devlet yönetiminde halifeden sonra en yetkili kişiydi. Gerektiğinde mezalim mahkemeleri
(yüce divan) ne başkanlık yapar, maliyeden gerekli yerlere harcama yapardı. Valilerin tayini ve azil
yetkisi de ona aitti. Vezirlerin yetkili olduğu birçok farklı divan bulunurdu. Bu divanlardan oluşan
merkezî bir divana baş vezir başkanlık ederdi.
Abbasi şehirlerinin asayiş ve güvenliğini şurta adı verilen polis teşkilatı sağlamaktaydı. İlk
zamanlarda adli teşkilata bağlı olan şurta daha sonra müstakil bir birim hâline geldi.
Abbasi devlet teşkilatının bir diğer birimi de haciplik idi. Haciplik, halifeyi suikastlere karşı
korumak ve halkın halifeyi gereksiz yere meşgul etmesini engellemek amacıyla kurulmuştu.
Merkeziyetçi bir karaktere sahip olan Abbasi Devleti’nin diğer bir kurumu da emirü’lümeralıktır. Bu müessese, halifenin siyasi otoritesinin zayıflaması üzerine idareciler arasında ortaya
çıkan iktidar mücadelesine son vermek için kurulmuştur.
Divanü’l-Ceyş’in idare ettiği Abbasi ordusunun temelini murtazıka (ücretli) adı verilen nizami
ve daimi statüdeki muvazzaf askerler oluşturmuştur. Bunların maaşları devlet tarafından ödenirdi.
Bunların yanında gönüllü olarak orduya katılan ve zekâtla ganimetten pay alan ikinci bir grup daha
vardı ki bunlara mutatavvıa (gönüllü) denirdi. Başlangıçta Abbasi ordusu Araplar, İranlılar, Türkler, Zenciler ve Berberilerden oluşurken daha sonraları ordunun etnik yapısı zenginleşti. Türklerin
ordudaki etkinliğinin artmasıyla sistem değişikliğine gidildi ve onlu sisteme geçildi. Ayrıca büyük
şehirlerde gemi üretimine geçen Abbasiler denizciliğe de önem verdiler.
42 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 36.
43 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 86.
95
İSLAM TARİHİ
Abbasilerde adalet teşkilatı mahkeme, mezalim mahkemeleri ve hisbe teşkilatından oluşmaktaydı. Fakihler arasından seçilen kadıları valiler atamaktaydı. Valilerin atadığı kadılar Harun Reşit’ten
itibaren kurulan Kadı’l-Kudat teşkilatı tarafından atanmaya başladı. Abbasilerin kurduğu bu teşkilat
daha sonraki devletlerde de benimsendi.
Abbasilerin İslam medeniyetine en büyük katkısı ilim ve düşünce alanında olmuştur. Abbasi halifeleri bilime büyük önem vermişler ve bilim adamlarını himaye ederek onları desteklemişlerdir.
Bilime ve felsefeye olan desteklerinin en büyük kanıtı halife Memun zamanında kurulan Beytü’lHikme (832)’dir. Bu merkez hem bir kütüphane hem de bir tercüme merkezi olarak kullanılmıştır.
Bu merkez aracılığıyla Latinceden tıp, felsefe, astronomi gibi bilim dallarına ait onlarca eser Arapçaya tercüme edilmiştir. Bu tercüme hareketleri sonrasında Müslüman bilim adamları bilimsel alanda
özgün çalışmalar yapmışlar ve zengin bir bilimsel ortam geliştirmişlerdir. Harun Reşit Döneminde
özellikle tıp gelişmiş ve din farkı gözetilmeksizin herkese hizmet veren büyük bir hastane açılmıştır.
Felsefi ekoller, Abbasiler Döneminde ortaya çıkmıştır. Farabi, Ebu Bekir Razi, İbn Miskeveyh, İbn
Sina gibi filozoflar Batı dünyasını da etkileyen çalışmalar ortaya koymuşlardır. Abbasiler Devrinde
kimya alanında Cabir bin Hayyan, zooloji alanında Cahız, Yakubi, Serahsi, Makdisi gibi bilginler
öne çıkmıştır.
Abbasiler Dönemi İslam ilimleri açısından da bir teşekkül ve gelişme devri olmuştur. Tefsir ilmi sistemli hâle gelmiş ve ilk tefsir örnekleri ortaya çıkmıştır. Bu dönemin en önemli eseri Taberi’nin Camiu’l- Beyan adlı tefsiridir. Zemahşeri’nin Keşşaf ve Razi’nin Mefatihu’l-Gayb
adlı tefsirleri bu dönemde tefsir ilminin geldiği seviyeyi göstermesi açısından önemlidir. Ayrıca bu
dönemde hadis alanında tasnif çalışmaları gelişmiş ve Kütüb-i Sitte’yi oluşturan eserler meydana
getirilmiştir. Abbasilerin ilk iki yüz yılı fıkhın tedvin edildiği ve fıkhi mezheplerin oluştuğu dönem
olması açısından önemlidir. Ayrıca bu dönemde kelam ilmi sistemleşmiş ve tasavvufi düşünce ortaya
çıkmış ve gelişmiştir. İslam tarihinin ilk bilimsel kaynakları da Abbasiler Dönemine aittir. Bu dönemde Cahız, Belazuri, Taberi, Mesudi, İbn Nedim ve İbnü’l-Esir gibi tarihçiler ilk dönemleri anlatan eserler yazmışlardır. Bütün bu özellikleri sebebiyle Abbasilerin ilk iki yüz yılına İslam ilimlerinin
teşekkül ettiği dönem denilebilir.
Abbasiler döneminde açılan kütüphaneler İslam medeniyetinin geldiği noktayı gösterir mahiyettedir. Musul’da Darü’l-İlim, Kerh Kütüphanesi, Mustansırıyye Medresesi Kütüphanesi, Bağdat
ve Basra kütüphaneleri bu dönemin en önemli ve zengin kütüphaneleridir.
İslam dünyasında kalıcı etkiler bırakan olaylardan biri de başkent değişikliğidir. Emeviler Döneminde devletin başkenti Şam iken Abbasilerle birlikte Bağdat’a alındı. Başkentin Bağdat’a alınması sadece mekân değişikliği değildi. Bu değişiklik aynı zamanda Orta Asya ve Uzak Doğu’ya yeni
açılımları içeriyordu. Nitekim artık devlet içinde Türkler etkili olmaya başlamış ve Türklerle birlikte
Orta Asya ve Uzakdoğu’nun sanat anlayışı da İslam medeniyeti içine girmiştir. Yeni kurulan Bağdat,
Rakka ve Samarra gibi şehirler; Uhaydir Sarayı, Samerra Ulu Cami ve Hakan Sarayı gibi eserler
Abbasiler Döneminin sanat örnekleridir.
96
V. ÜNİTE: ABBASİLER
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A-Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Abbasi Devleti’nin kuruluşuna zemin hazırlayan siyasi olaylar nelerdir? Açıklayınız.
2. Abbasileri yirmi yıl uğraştıran isyancı Babek, hangi dış güçten destek alıyordu? Bu isyan nasıl bastırıldı? Anlatınız.
3. İslam tarihinde kimlere mevali denmiştir? Açıklayınız.
4. Moğol İstilası İslam kültür ve medeniyetini nasıl etkilemiştir? Açıklayınız.
B-Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdaki yönetim şekillerinden hangisi Abbasileri ifade etmektedir?
A) Cumhuriyet
B) Hilafet
C) Saltanat
D) Oligarşi
E) Demokrasi
2. Aşağıdaki hareketlerden hangisi hem din hem de yönetim karşıtı isyanlardandır?
A) Harici hareketi B) Mukanna hareketi D) Ehl-i beyt ayaklanmaları
E) Karmatiler hareketi
C) Emevi isyanları
3. Abbasi halifelerinin Türk asker ve komutanlar için kurdukları meşhur şehir hangisidir?
A) Bağdat
B) Kûfe
C) Samarra
D) Kahire
E ) Haşimiye
4. Aşağıdaki halifelerden hangisi ordusuyla Üsküdar’a kadar ilerleyip İstanbul’u kuşatmıştır?
A) Mansur
B) Mehdi
C) Harun Reşit
D) Me’mun
E) Mu’tasım
C.Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri parantez içindeki uygun kelimelerle doldurunuz.
( Saffah, Afşin, Beytü’l- Hikme, Şuubiyye, Fatımiler, Abbasiler.)
1. Babek İsyanı’nı bastırarak Babek’i yakalayıp Bağdat’a getiren komutanın adı….......….....……...
2. Öldükten sonra ruhun başka bedende dirildiği inancına……..............................................…….denir.
3. İlk Abbasi Halifesi Ebu Abbas çok kan döktüğünden kendisine……..............…….lakabı verilmiştir.
4. Halife Me’mun zamanında Bağdat’ta kurulan kültür ve araştırma merkezine…................…….denir.
5. Kahire’deki el-Ezher Üniversitesi ………..................................................….tarafından kurulmuştur.
D- Aşağıdaki bilgilerin doğrularını (D), yanlışlarını (Y) ile işaretleyiniz.
1. (...) İktidarı ele geçirdikten sonra Abbasiler de Emeviler gibi ehl-i beyte karşı acımasız davranmışlardır.
2. (...) Ağlebiler Devleti Bağdat’ı işgal edince Şehzade Ahmet, Şam’a sığındı.
4. (...) Türkiye Selçukluları Abbasilerden koparak Anadolu’da yeni bir devlet kurdular.
97
İSLAM TARİHİ
6. ÜNİTE
İSLAMİYET VE TÜRKLER
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Türklerin Müslüman olmadan önceki inançları hakkında ansiklopedilerden bilgi toplayınız.
2. Türklerin Müslüman oldukları sırada yaşadıkları bölgeleri haritadan bularak inceleyiniz.
3. Hz. Muhammed’e elçilik görevi verildiği sırada tarih sahnesinde hangi
Türk devletleri vardı? Araştırınız.
4. İslam dininin yayılmasında Türklerin rolünü araştırınız.
98
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
1. Türk-Arap İlişkileri
Türk-Arap ilişkileri İslam öncesi Cahiliye Dönemine kadar uzanmaktadır. Türklerle Araplar,
özellikle ticaret merkezlerinde karşılaşmışlardır. Askerî anlamda ilk karşılaşma ise Hz. Ömer döneminde olmuştur. Daha sonra Emeviler Döneminde Türklerle Araplar arasında çetin askerî mücadeleler başlamıştır. Ancak Abbasiler Döneminde bu mücadele, sertliğini kaybetmiş ve Türklerle Araplar
birbirini yakından tanıma imkânı bulmuştur. Türkler uzun bir süreçten sonra İslam’ı farklı bölgelerde
farklı boylar hâlinde kabul etmeye başladılar. Bu süreç İdil (Volga) Bulgarları, Karahanlılar ve Oğuz
(Selçuklu) larla devam etti.
1.1. Emeviler Öncesi
İslam öncesi Türk-Arap ilişkilerinin yansımaları Cahiliye Dönemi şiirlerinde görülmektedir.
O dönem Arap şairleri ortaya koydukları edebî ürünlerinde Türklerin askerî kabiliyetleri, cesaret
ve kahramanlıkları üzerinde durmuşlardır.1 Öte yandan İslam öncesi Arapları İpek Yolu vasıtasıyla
Çin’e kadar uzanan ticari faaliyetleri sırasında da Türkleri tanıma imkânı bulmuşlardır.
Hz. Peygamber zamanında
Türklerle bir askerî karşılaşma olmadığı hâlde o, Türklerin bazı özellikleri hakkında bilgiler vermiştir.2
Örneğin Buhari, Müslim ve Ebu
Davut gibi kaynaklarda geçen hadislerde Türklerin yüz, göz ve burun
şekilleri, giysileri, Türklerin Araplara dokunmadığı sürece Arapların
Türklere dokunmaması gerektiği
gibi hususlarda bilgiler vermiştir.3
Çünkü o, Basra ve Bahreyn’e birçok
kez seyahatlerde bulunmuştur.4 Bu
sırada Türklerle oralarda karşılaşmış
ve onları tanımıştır.5 Ayrıca Müslümanlar Hendek Muharebesi’ne hazırlanırken Hz. Peygamber bir Türk
çadırında (el-Kubbetü’t-Türkiyye)
oturmuş ve yine bir keresinde de bir
Türk çadırında itikafa çekilmiştir.6
BİLGİ KUTUSU
İslam öncesindeki Araplar Türklerle
Medain, Basra ve Bahreyn gibi ticaret merkezlerinde karşılaşmış ve tanışmışlardır.
Hz. Muhammed’e elçilik görevi verilmeden
önce Orta Asya’da Göktürk İmparatorluğu
vardı. Bu imparatorluk Aşağı Türkistan’ı da
hâkimiyeti altına alarak İran’la komşu olmuştu. Orta Asya’nın can damarı olan İpek
Yolu onların kontrolü altına girmişti. Dolayısıyla Türk tacirleri çok rahat bir şekilde
Medain’e, hatta Basra ve Bahreyn bölgelerine kadar gidip gelebiliyordu. Mekke’nin
kuzeydoğu istikametindeki ticaret yolu da
Basra Körfezi’nden geçerek Medain’e, oradan da İpek Yolu’yla birleşiyordu.
Zekeriya Kitapçı, Saadet Asrında Türkler İlk
Türk Sahabe Tabii ve Tebea Tabiiler, s. 29-30.
1 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 31.
2 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 87.
3 Zekeriya Kitapçı, Saadet Asrında Türkler İlk Türk Sahabe Tabii ve Tebea Tabiiler, s. 35; Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam
Devletleri Tarihi, s. 32.
4 İbn Hanbel, el- Müsned, C 4, s. 206.
5 Zekeriya Kitapçı, Saadet Asrında Türkler İlk Türk Sahabe Tabii ve Tebea Tabiiler, s. 33.
6 Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s. 29.
99
İSLAM TARİHİ
Dört Halife Döneminde de Türk-Arap ilişkileri devam etmiştir. Hz. Ebu Bekir Döneminde
(632-634) kayda değer bir Türk-Arap ilişkisi bulunmazken Hz. Ömer’in halifelik yılları (634-644)
Türk-Arap ilişkileri açısından bir dönüm noktasıdır. Araplar, 642 yılında İran’ı Nihavent Savaşı’yla
fethettiler. Böylece Türklerin yaşadığı Horasan ve Toharistan bölgelerinin yolları Araplara açıldı.
Ahnef bin Kays komutasındaki bir Arap
ordusu Ceyhun Irmağı’nı geçerek ilk kez
doğrudan Türklerle karşı karşıya geldi.
Ancak hiç beklemedikleri bir sırada Türklerin mukavemetiyle karşılaştılar. Bu ordu
Hz. Ömer’in emriyle kısa bir süre sonra
Belh’e geri çekildi.
Türklerin Arap ordularıyla karşılaştıkları ve çetin savaşlara girdikleri bölgelerden biri de Kafkaslardır. Hz. Ömer
ve Osman (644-656) zamanında düzenlenen seferlerle Arap orduları Azerbaycan
ve Ermenistan’ı fethettiler. Sonra Kafkas dağlarının kuzeyinde bulunan Hazar
Kırgız Türk çadırı
Türkleri ile karşı karşıya geldiler.7 Müslüman Araplarla Türkler arasında ilk ciddi
çarpışma 653 yılında gerçekleşti. Bu çarpışmalar sonunda Araplar Hazar’ın Belencer kentine ulaştı.
Ancak karşılaştıkları şiddetli direniş karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar.
Hz. Ali Döneminde (656-661) iç karışıklıklar nedeniyle Türk yurtlarına yapılan fetih hareketlerine ara verildi. Ancak daha önce fethedilen Horasan, Toharistan ve Kafkaslar elde tutulmaya
çalışıldı.8
1.2. Emeviler Dönemi
Emeviler Döneminde (661-750) Araplar Türk bölgelerine sık sık akınlar düzenledi. Ancak
bu akınlar düzenli ve planlı değildi. Bu tür akınlar, Ziyat bin Ebihi’nin Basra valisi tayin edilmesine
kadar devam etti. Ziyat, vali olur olmaz iç işlerini düzene koydu ve Horasan üzerinden yapacağı fetih
harekâtının yol haritasını belirledi. Bu maksatla Horasan’da yeni ordugâhlar kurdu ve 671 yılında
Kûfe ve Basra’dan elli bin civarındaki kişiyi getirerek merkezi Merv olmak üzere Herat, Nişapur ve
Belh’e yerleştirdi. Böylece Türkistan’a karşı girişilecek fetihlerde kilit noktayı oluşturan Horasan
vilayeti teşekkül etti. Ziyat bin Ebihi’nin vefatından sonra Horasan vilayeti müstakil hâle geldi ve
valiliğine oğlu Ubeydullah bin Ziyat getirildi. O da babasının fetih politikasını izledi. Horasan’dan
yapılan akınlarla Aşağı Türkistan (Maveraünnehir) bölgesindeki Türk şehirlerinden Beykent ve
Tirmiz’i fethetti. Buhara ve Semerkant’ı da yıllık vergi öder hâle getirdi.9
7 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 35.
8 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.87-88.
9 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 2, s. 303-304.
100
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
Horasan valisi olarak 705 yılında görevlendirilen Kuteybe bin Müslim, Aşağı Türkistan’ın tümünü
ele geçirmeyi amaçlayan büyük bir askerî harekât başlattı. Bu bölge nüfusunun çoğunluğunu Türkler
oluşturuyordu. Ancak aralarında siyasi bir birlik yoktu. Bu durum Müslüman Arapların ilerlemesini kolaylaştırdı.
Kuteybe, önce Toharistan’ın Türk yöneticisi Nizek Tahran ile barış anlaşması imzalayıp bu bölgeyi
kendisine bağladı. Sonra Aşağı Türkistan’a yönelerek
Beykent, Buhara ve Semerkant’ı fethetti. 713’te de
Fergana ve Şaş (Taşkent)’ı ele geçirdi.10
Emevi komutanları, fethettikleri Türk bölgelerinde halka yer yer çok sert davranıyordu. Bu tür davranışlar karşısında zaman zaman isyanlar çıktı. Örneğin
bu zulüm ve baskılara dayanamayan Merv halkı sonunda Haris bin Süreyç önderliğinde isyan etti. Süreyç, haksızlığa uğrayanları yanına toplayarak Emevi
yönetimine karşı baş kaldırdı. Emevilere mağlup olunca Türk Hakanı Sulu Çor’a sığınarak Emevilere karşı
birlikte savaştılar.
Kuteybe bin Müslim’in temsilî resmi
Emeviler, son yıllarında Araplara baş kaldıran Maveraünnehir halkını yatıştırmak için adalete önem
veren bir yönetim izlemeye çalıştı. Bu uygulama bölge insanı üzerinde etkili de oldu. Ancak o yıllarda
Emevilere karşı hızla gelişmekte olan Abbasi Hareketi’nin yankıları Türkistan coğrafyasına kadar ulaştı.
Bu hareket, Emevi yöneticilerinin adaletsiz politikalarından şikayetçi olan Türkler arasında da etkili oldu.
Nitekim Harezm, Soğd, Toharistan ve Taşkentli Türkler Abbasi Hareketi’nin Horasan’da öncülüğünü yapan Ebu Müslim el-Horasani’nin yanında yer aldılar.11
1.3. Abbasiler Dönemi
TARTIŞALIM
Abbasilerin iktidara gelmesiyle
(750-1258) hem Türk bölgelerindeki yöEmevilerin Türklere karşı sergiledikleri
neticiler hem de uygulanan siyaset değiştutum ve davranışların Türklerin Müslüman
ti. Emeviler zamanında Türk yurtlarına
olma sürecini nasıl etkilediğini tartışınız.
yapılan hücumlar yavaşladı. Bazı yerlerde tamamen durdu. Abbasilerin ilk halifesi Ebu’l -Abbas çıkarttığı bir emirname ile Müslüman olanlardan asla cizye alınmayacağını ilan ederek
Emeviler Döneminde uygulanan vergi adaletsizliğinin önüne geçmek istedi.
Abbasilerin iktidara geldikleri dönemde, Maveraünnehir’i de içine alan Batı Türkistan, Çin
tehdidi ile karşı karşıya idi. 738 yılında Türgiş Devleti’nin iç karışıklıklar nedeniyle iyice zayıflaması, Çin
nüfuzunun aşamalı olarak İli Vadisi ve Issık Gölü çevresine gelmelerine sebep olmuştu. 748 yılında Çinliler,
kendileri için tehdit olarak gördükleri Göktürk şehzadelerinin yönetimi altındaki Taşkent’e saldırdılar.
Hükümdar Bagatur Tudun’u öldürdüler ve bölge halkına çok sert davrandılar. Bu durum karşısında,
bölgedeki Türk boyları, Çinlilere karşı birlikte hareket etme kararı aldılar. Ancak oluşturdukları birliğe
10 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 88; Zekeriya Kitapçı,
Türkistan’da Müslüman Olan İlk Türk Hükümdarları, s. 16.
11 V. V. Barthold, Moğol İstilasına Kadar Türkistan, s. 204-206.
101
İSLAM TARİHİ
rağmen, dış destek olmaksızın Çinlilerle başa çıkmaları mümkün olmadı. Bu nedenle o sırada henüz
yeni kurulmuş olan Abbasi Devleti’nden yardım istediler. Horasan’dan gönderilen Abbasi kuvvetleri
ile Çinliler, 751 yılında Talas Nehri yakınlarında karşılaştılar. Beklenmedik bir anda Karluk Türklerinin
saldırısına uğrayan Çinliler, geri çekilmek zorunda kaldı (751). Talas Savaşı böylece Türk ve Arapların
lehine sonuçlanmış oldu. Talas Savaşı, Türk tarihi için olduğu kadar Türk-Arap ilişkileri açısından da bir
dönüm noktası olmuştur.12
Talas Savaşı sonrasında Hazar Türkleriyle Araplar arasındaki ilişkiler aksi yönde gelişmeler gösterdi. Hazarlar, Anadolu ve İran’daki Abbasi topraklarına girerek (776) Araplara ağır kayıplar verdirdiler.
Hazarlar daha sonra Arapların kendi aralarında anlaşmazlığa düşmelerinden yararlanarak 799 yılında bir
kez daha Abbasi topraklarına girdiler. Ermeniyye ve Azerbaycan’da büyük ölçüde fetihlerde bulunarak
geri çekildiler. Bundan sonra uzun süreli bir barış dönemi başladı.13
9. yüzyılın ortalarından itibaren Abbasiler, Türkistan bölgesindeki politikalarını daha çok siyasi,
ticari ve dinî alanlarda yoğunlaştırdı. Bunun sonucu olarak Türkler büyük gruplar hâlinde Müslüman
olmaya başladı. Bazı Türk devletleri İslamiyeti resmî din olarak benimsedi. Onların başında İdil (Volga)
Bulgar Devleti gelir.14 Bunu Karahanlı Devleti izledi. 10. yüzyılda ise Türklerin en büyük kolu olan
Oğuzlar Müslüman oldu.
YORUMLAYALIM
Talas Savaşı’nda hem İslamiyet hem de Türkler zafer kazandı. Çin, iç buhranlara düşerek bir daha Türklere müdahale edemedi. Bu savaş, Türkistan’da İslamiyetin yayılmasına,
Türk askerlerinin hilafet ordusuna girmesine, Türk milletinin İslamlaşmasına ve İslam dünyasına
hâkim olmasına zemin hazırladı. Çin, Batı Türkistan üzerinde hâkimiyet kurma düşüncesinden
vazgeçmek zorunda kaldı. Batı Türkistan’da siyasi bakımdan sarsılan Türk nüfuzu Talas Savaşı’nı
müteakip yeniden kuruldu. Karluklar, Göktürk ve Türgiş devletlerinin yıkılması üzerine, bölgenin
en kuvvetli unsuru olarak Türk birliğini yeniden tesis etmek için harekete geçerek 766 yılında
müstakil bir devlet kurdular.
Emeviler Döneminde Türklerle Araplar arasındaki münasebetler karşılıklı mücadeleler
hâlinde devam ederken Türklerin Araplarla birlikte hareket etmesi Türk-Arap münasebetleri açısından da bir dönüm noktası oldu. Kanlı mücadeleler bundan sonra yerini sulha ve dostça münasebetlere bıraktı. Böylece Türkler, İslam dinini yavaş yavaş benimsemeye başladı. Kısa bir zaman
sonra da Abbasi Devleti’nin askerî ve idari kadroları Türkler tarafından dolduruldu. Ayrıca Çin’de
keten ve kenevirden imal edilmekte olan kâğıt, bu savaş sırasında Müslümanların eline esir düşen
Çinliler vasıtasıyla Çin’in dışında ilk defa Semerkant’ta imal edilmeye başlandı.
Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi, C 1, s. 139; Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s. 57-58 ve 62-63; Genel Türk Tarihi, C 2, s. 628-629.
Talas Savaşı’nın sonuçlarını Türk tarihi açısından yorumlayınız.
12 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 36.
13 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 89.
14 Osman Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi, C 1, s. 152.
102
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
2. Türklerin İslam Dinine Girişi
İslamiyetin doğduğu dönemde, Çin saldırıları sonucu birliğini kaybeden Göktürk Devleti yerine
birçok yeni Türk devleti kurulmuştu. Yeni kurulan devletlerin bir çoğu Gök Tanrı, Manihaizm ve Budizm
gibi dinleri benimsemişti. Türkler, 642 yılında Nihavent Savaşı’ndan sonra ilk kez Müslüman Araplarla
karşı karşıya geldiler ve bu zamandan itibaren İslamiyetle ilgili bilgi edinmeye başladılar. Türklerin
Araplarla karşılaşmalarıyla birlikte İslam dinine giriş süreci de başladı.15 Ancak İslam, Türklerin
tamamına aynı zamanda tebliğ edilmedi. Bu sebeple Türklerin bir kısmı İslam’la muhatap olurken
diğer bazı Türk toplulukları, böyle bir dinden uzun bir zaman sonra haberdar oldu.16 Dolayısıyla
Türklerin İslam dinine girişi uzun zaman dilimine yayıldı.
Emeviler Döneminde Türkistan’da gerçekleştirilen fetihler sonrasında Türkler, İslam’ı daha
yakından tanıma fırsatı buldular. Ancak Emevilerin takip ettiği bazı olumsuz politikalar Türkler arasında
İslam’ın yayılmasını engelledi.
Emeviler Döneminde yapılan bütün
yanlış ve haksızlıklara rağmen bazı olumlu
gelişmeler de vardı. Örneğin Kuteybe bin
Müslim, valiliği zamanında (705-715)
Buhara, Beykent ve Semerkant gibi Türk
şehirlerinde camiler yaptırdı. Ayrıca fethedilen
yerlerde Türk ailelerin yanına bazı Müslüman
Arap ailelerini yerleştirdi. Buhara ve başka
bazı yerlerde cuma namazına gelenlere teşvik
amaçlı hediyeler dağıttı.17
BİLGİ KUTUSU
Süleyman bin Abdülmelik’in halifeliği
fel zamanında (717) Horasan valisi
olan Yezit bin Mühellep, Cürcan üzerine bir sefer düzenledi. O sırada Dihistan
Türkleri Sul- Tegin’in idaresinde yaşıyorlardı. Yezit bin Mühellep Dehistan’ı
fethettikten sonra Sul- Tegin’i sığındığı
kalede ele geçirdi. Sul-Tegin bir süre
sonra Müslüman olmayı arzuladı. Fakat
Müslüman olduğunu Müslümanların en
büyüğünün huzurunda açıklamak istedi.
Valiye gitti, vali onu halifeye gönderdi.
Halifenin huzuruna çıktı. Halife, Müslümanların en büyüğü ben değilim, o
Hz. Peygamberdir deyince, Sul- Tegin,
halifenin huzurundan ayrılarak doğru
Medine’ye Peygamberimizin kabrinin
başına gitti ve Hz. Peygamberin huzurunda Müslüman olduğunu açıkladı.
Emevi halifeleri arasında Ömer bin
Abdülaziz (717-720) İslam’ın yayılması için
en çok çaba gösteren kişidir. Ancak halifeliği çok kısa sürmüştür. O, Emevilerin umumi
politikalarına karşı çıktı ve bütün Müslümanlar arasında ayırım yapılmaması gerektiğini
savundu. Valilere gönderdiği mektuplarda
bütün insanlara iyi davranılmasını ve Müslüman olanlardan asla vergi alınmamasını istedi. Türkistan seferlerini durdurdu, bölgeye
yeni idareciler atadı ve onlardan adil bir yönetim icra etmelerini istedi. Türk yöneticilerine İslam’ı tebliğ amaçlı mektuplar gönderdi.
Komisyon, Genel Türk Tarihi, C 2, 640.
Yine Türklerin yaşadığı bölge ve şehirlerde,
Müslüman bilginleri İslam’ı tanıtmakla görevlendirdi. Onun döneminde Maveraünnehir’de İslamiyet diğer dönemlere oranla daha çok yayıldı.
İdareci ve kumandanların halka insanca muamele ettiği dönemlerde İslamiyete daha sıcak bakılmış ve
aynı oranda İslamiyet benimsenmiştir.18
15 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.90.
16 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 55.
17 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 59.
18 Komisyon, Genel Türk Tarihi, C 2, s. 640; Mehmet Özdemir,İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri
İslam Tarihi, s. 90.
103
İSLAM TARİHİ
Emeviler Dönemindeki bu çabalar
sonucunda Arapların yönetimine geçen
bölgelerde yaşayan Türklerin bir kısmı
Müslüman oldu. Ayrıca Aşağı Türkistan’da
bazı küçük devletlerin yöneticileri de İslam’ı
seçtiler. Örneğin Bazğiş ve civarının hükümdarı
Nizek Tahran, Toharistan Hakanı Yabgu Beg,
Buhara Hükümdarı Tuğşat, Semerkant ve Soğd
Hükümdarı Akşit Guzek (Oğuz Beg) Müslüman
oldular.19
DEĞERLENDİRELİM
D
DE
İslam öncesi Türk kültürünün Türklerin İslamlaşma sürecine olan etkisini sınıfça değerlendiriniz.
Abbasiler, Emeviler gibi katı bir politika izlemedi. Abbasilerin bu tutumu, Türkler arasında İslamiyetin
yayılmasını hızlandırdı. Abbasiler, Arap olmayanlara karşı Emevilere göre daha sıcak davrandılar. Diğer
taraftan Talas Savaşı’ndan sonra Türklerin Abbasilerle yakınlaşması, Türklerin İslamiyeti benimsemesine
müsait bir ortam hazırladı. Bu savaştan sonra İslamiyet, Türkler arasında daha geniş çapta yayıldı. Abbasilerin ikinci halifesi Cafer el-Mansur (754-775)’la birlikte Türkler, Abbasi Devleti’nde görev almaya başladı.
Öte yandan oğlu Mehdi (775-785) de Soğd, Toharistan, Fergana, Uşrusana, Karluk, Dokuzoğuz ve diğer
bazı Türk hükümdarlarına elçiler göndererek onları İslam’a davet etti. Halife Me’mun (813-833) Aşağı Türkistan ve çevresinde İslamiyetin yayılması için yoğun çaba sarfetti ve hükümdar ailelerini İslam’a davet
etti. Bu gayreti neticesinde Uşrusana
Hükümdarı Kavus Müslüman oldu.
TARTIŞALIM
Yine Me’mun zamanında İslam diMaveraünnehir (Aşağı Türkistan); Buhara,
nine girip Abbasi Devleti’nde görev
Semerkant, Taşkent, Beykent, Uşrusana ve
alan Afşin, Aşnas, Boga ve İtah gibi
Fergana gibi şehirleri içine alan coğrafyaya verilen addır.
Türk komutanlar, geldikleri bölgelerin yönetici ya da hükümdar ailesine
mensup kimselerdi.20 Türklere gösterilen bu sıcak ilgi Mu’tasım (833-842)
döneminde de devam etti. Böylece
Me’mun ve Mu’tasım dönemlerinde
Meveraünnehir ahalisinin büyük çoğunluğu İslamiyeti kabul etti.
Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 33.
Yukarıdaki şehirleri haritadan bularak Türkİslam tarihi açısından önemini tartışınız.
Zamanla İslam dini Abbasi sınırları dışında kalan kalabalık Türk toplulukları arasında da yayılma
gösterdi. Karadeniz ve Hazar denizlerinin kuzeyinde yaşayan Türk boyları Arapların hâkimiyetine girmedikleri için bu bölgelerde İslamiyet, zaman zaman düzenlenen askerî sefer ve ticari faaliyetler neticesinde
yayılma imkânı buldu.21 İslamiyet aynı dönemlerde Hazar Türkleri arasında da yayılmaya başladı. Ticaret
ve ordunun büyük ölçüde Müslümanların kontrolü altına girmesi, bu ülkede onlara güç kazandırdı. Hazar
hakanı, diğer din mensuplarına tanımadığı bazı ayrıcalıkları Müslümanlara tanımış olmasına rağmen Hazar
Türklerinin tamamı Müslüman olmadı. Onlardan bir kısmı İslam’dan önce kabul ettikleri Hristiyanlık ve
Musevilikte kaldı.22
19 Zekeriya Kitapçı, Türkistan’da Müslüman Olan İlk Türk Hükümdarları, s. 24-69.
20 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.90; Nesimi Yazıcı, İlk
Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 62.
21 Komisyon, Genel Türk Tarihi, C 2, s. 641.
22 Ramazan Şeşen, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, s. 7.
104
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
Doğu Avrupa’da bulunan İdil (Volga) Bulgar Hanlığı, (922) Türk devletleri arasında ilk kez İslamiyeti devlet dini olarak kabul etti. Onların İslam’ı kabul etmelerinde Harezmli Müslümanların önemli rolü oldu.23 Bulgar
Hanlığı’ndan sonra Orta Asya’da bulunan Karahanlılar (840-1212) da İslamiyeti devlet dini olarak kabul etti. Genç
yaşta Müslüman olan Satuk Buğra Han’ın, amcası Oğulcak’ın yerine Batı Karahanlılar devleti başına geçmesiyle
halk hızlı bir şekilde Müslüman oldu. Bundan sonra Türkler kitleler hâlinde İslam’a girmeye başladılar. Nitekim
960 yılında Karluk, Yağma, Çiğil ve Tushi gibi Türk boylarından iki yüz bin çadırlık bir Türk topluluğu İslam’a
girdi. Yine 1043-1044 yıllarında on bin çadırlık bir Türk topluluğu İslamiyeti kabul ederek ilk kurban bayramında
yirmi bin kurban kestiler.24
Türk boylarından bir kısmı İslamiyeti kabul ettikten sonra Müslüman olmayan soydaşlarına karşı İslam’ı
tebliğ etmeye başladı. Diğer taraftan ticaret kafileleriyle gelen din bilginleri ve sufiler de halk arasında İslam’ın
yayılmasına önemli katkı sağladılar. Örneğin zengin bir tüccar olduğu hâlde mala mülke önem vermeyerek kazancını yoksul insanlarla paylaşan mutasavvıf Şakik-i Belhi (öl. 790) Budist Türklerin yaşadığı bölgelere giderek
onlara İslam’ı anlattı ve Türklerin İslamiyeti seçmesinde etkin rol oynadı. Yine Sufi İbrahim bin Ethem (öl. 783)
de Şakik-i Belhi gibi Budist Türkler arasında İslamiyeti yaymaya çalıştı.25
10. yüzyılın başlarında Oğuz Türklerinin elinde bulunan Yenikent ve Cent gibi şehirlerde Arap kolonileri oluştu.
Oğuzlar Müslüman Araplarla kurdukları iyi ilişkiler neticesinde İslam’ı öğrendiler. Ayrıca bazı Müslümanlar da bu bölgede
sevgi ve hoşgörüyü öne çıkararak İslam’ı anlatıyordu. Bu çalışmalar sonucu İslamiyet 11. yüzyılda Oğuzlar arasında hâkim
bir din hâline geldi. Maveraünnehir Müslümanları, Oğuzlardan Müslüman olan kesimi Müslüman olmayan soydaşlarından ayırmak için “Türkmen” olarak isimlendirdi.Oğuzların
İslam’ı kabul etmesiyle yeni bir Müslüman Türk devleti olan
Selçuklular (1038) doğdu. Oğuzların Müslüman olmasının ardından birçok boy da Müslüman oldu. Türklerin İslam’a girişi
11. yüzyıldan sonra da aralıksız devam etti. Seyhun’un ötesi ve
kuzeydeki Türkler arasında 15. yüzyılda, Kırgız ve Kazaklarda da 16. yüzyıl sonlarında bu süreç büyük ölçüde tamamlandı. İslam, Türkler arasında silah zoruyla yayılmadığı26 gibi
bir anda da yayılmadı. Bütün bunlara rağmen Türklerin İslam
dinine girişlerini kolaylaştıran bazı sebepler vardı.
Türklerin millî bünyesine, ruh ve karakterine uyan İslam dinini kabul etmeleri onlara yeni bir atılım gücü kazandırdı. İslam, Türklerin millî varlıklarını muhafaza etmelerinde de
önemli rol oynamıştır.
ARAŞTIRALIM
A
“Türklerin İslamiyeti kabulü, dünya tarihinde önemli bir
olaydır. Kısa sürede Türkler
İslamiyetin hem en ileri temsilcileri hem de en iyi koruyucuları olmuşlardır. Türkler,
İslam kurumlarını süratle geliştirmiş; düşüncede, sanatta,
ve bilimde diğer Müslüman
devletlerin öncüleri düzeyine
yükselmişlerdir.”
Saffet Bilhan, Orta Asya Bilgin
Türk Hükümdarlar Devletinde
Eğitim-Bilim-Sanat, s.13.
Yukarıdaki metni okuyarak
bunun sebebinin neler olabileceğini araştırınız.
23 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 9, s. 314-315.
24 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 65.
25 Komisyon, Genel Türk Tarihi, C 2, s. 642.
26 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 91; Mehmet Fuat Köprülü,
Türk Tarih-i Dinisi, s. 85.
105
İSLAM TARİHİ
ARAŞTIRALIM
A
Eski Türk inancı ile İslam dini arasında benzerlikler bulunmaktadır. Ölümden sonra
hayatın sürdüğü inancı, kurban adetinin olması, eski Türk inancında ihanet, cinayet ve
zinanın ağır bir şekilde cezalandırılması ortak özelliklerdendir. Ayrıca tek tanrı inancının
olması Türklerin İslam’ı kabul etmelerinde etkili olmuştur. Bunların yanında inanmış,
samimi Müslümanların çabaları, ticari ilişkiler, mutasavvıfların gayreti, boy önderlerinin
İslam’ı kabul etmesi, dinin güzelce anlatılması, eğitim-öğretim kurumları, evlilikler ve
kaynaştırma göçleri de İslam’ın Türkler arasında yayılmasını hızlandıran etkenlerdendir.
Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 55.
Türkler İslamiyeti neden hemen kabul etmemişlerdir? Araştırınız.
3. Türklerin İslam Dünyasındaki Faaliyetleri
Türklerin İslam dünyası üzerinde siyasi, sosyal ve ekonomik alanlarda birçok etkileri olmuştur.
Selçuklular, bir taraftan Abbasileri yıkıcı iç ve dış güçlere karşı korurken diğer taraftan Müslümanlara
yönelik yapılan Haçlı Seferlerine karşı koydu. Osmanlılar ise İslam coğrafyasının birliğini sağlayarak bu
birliğin devamı için çalıştı. Ayrıca kutsal toprakların hizmetkârlığını yaptı. Diğer taraftan hem Selçuklu
hem de Osmanlılar İslam medeniyetinin gelişmesi ve yerleşmesine önemli katkılarda bulundular.
3.1. Selçuklular ve Abbasi Halifeliğinin Korunması
Abbasilerin (750-1258) Emevileri devirme planları Horasan bölgesinde de taraftar buldu. Bu
bölgede Emevilerin yönetiminden rahatsız olan Türkler, Abbasilerin bu hareketine destek verdiler.
Dolayısıyla Abbasilerin iktidara taşınmasında Türklerin de rolü olmuştur. Abbasiler, Türklerin hem bu
desteğinden hem de askerî yeteneklerini bildiklerinden birçok Türk’e devlet yönetiminde görev verdiler.
Abbasi halifelerinden Harun Reşit’le birlikte muhafız birlikleri büyük ölçüde Türklerden oluşmaya
başladı.27 Bu birliklerin görevi Abbasi saray ve iktidarını her tür saldırı ve tehdite karşı korumaktı.
Hilafet merkezi Kûfe’den Bağdat’a taşındığı zaman halifenin sarayının yanına Horasan’dan getirilen
birlikler için kışlalar yapıldı. Halife, bu birlikteki önemli komutanlarına toprak (ıkta) vermişti. Onlar
arasında Mübarek et-Türki gibi Türk komutanları da vardı.28
Halife Me’mun, Türklere Arap ve Farslardan daha çok güvendiği için Arap ve Fars unsurunun
siyasi baskılarına karşı bir denge unsuru olarak Türk birlikleri oluşturdu. Kısa sürede sayısı otuz bine
ulaşan bu birliklere özel kıyafetler hazırlanarak bunlar diğer birliklerden ayrı tutuldu. Mu’tasım Döneminde Türkler, önemli devlet makamlarına ve ordu komutanlıklarına getirildiler. Mu’tasım, Türklerin
Araplarla karışıp savaşçı özelliklerini kaybetmemesi için onların yerleşeceği Samarra şehrini kurdur27 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 3, s. 347.
28 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 3, s. 342.
106
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
du. Türk birliklerini geldikleri bölgenin bey veya asilzadeleri komuta ediyordu. Onlar asla yabancı kimselerin emrine verilmemiştir.29 Türkler kendilerine duyulan bu güveni boşa çıkarmadılar. Çünkü Abbasi
iktidarını endişeye düşüren Zenciler Ayaklanması, kimi Şii ve Harici isyanları, Babek başkaldırışı ve
Horasan bölgesinde ortaya çıkan diğer
bazı ayaklanmalar hep Türk askerleri sayesinde bastırıldı.
TARTIŞALIM
Samarra, Abbasi Devleti zamanında
İslam dünyası 10. yüzyılın başIrak’ta Bağdat’ın yaklaşık 100 km uzağınlarından itibaren bir parçalanma sürecida ve Dicle kenarında kuruldu. Bu şehri, Halife
ne girdi. Bu süreçten Abbasi Devleti de
Mu’tasım’a ve ücretli Türk ordusuna yeni bir
etkilenerek bazı vilayetler üzerindeki
kontrolünü kaybetti. Bu gelişmeler üzeyerleşim merkezi sağlamak amacıyla Abbasi korine Abbasi Devleti’nin sınırları içinde
mutanı ve aynı zamanda da Türk olan Eşnas, 836
küçük bazı devletçikler ortaya çıktı. Öryılında kurmuştur. Burası Abbasi Devleti’ne 56
neğin Karmatiler, Suriye’yi ele geçirip
yıl başkentlik yapmıştır.
Abbasilerin başkenti Bağdat’ı tehdit etMillî Eğitim Bakanlığı, Tarih 9. Sınıf Ders Kitabı, s. 126.
meye başladılar. Daha da ileri giderek
Mekke’ye saldırdılar. Diğer yandan Fatımiler önce Kuzey Afrika’yı, ardından da
Hicaz bölgesini (Mekke-Medine) işgal
ettiler. Bağdat’ta hutbeyi kendi adlarına okutmaya başladılar. Büveyhiler ise
945’te başkent Bağdat’ı ele geçirdiler.
Abbasi halifesini baskı altına alarak devletin işleyişini kendi istek ve görüşlerine
göre yönlendirmeye başladılar. Bu baskı
ve saldırılardan çok rahatsız olan Abbasi
halifesi Kaim Biemrillah, siyasi bir güç
olarak kendini hissettiren Selçuklu Türklerinden yardım istedi. Bu istek üzerine
Abbasiler, Türkler için neden böyle bir şehir
Büyük Selçuklu Hükümdarı Tuğrul Bey,
kurmaya ihtiyaç duymuşlardır? Tartışınız.
1055 yılında Bağdat’a gitti ve Abbasi halifesini Büveyhilerin baskısından kurtardı. Bunun üzerine Abbasi halifesi, Tuğrul Bey’e yardımından dolayı “Doğu’nun ve Batı’nın hükümdarı”
unvanını verdi ve cuma hutbesini onun adına okuttu.30 Selçuklular, halkın, dini doğru kanaldan öğrenmeleri için başta Bağdat olmak üzere Belh, Nişapur, Herat, Isfahan, Basra, Merv ve Musul gibi şehirlerde
çok sayıda “medrese” adıyla bilinen eğitim kurumu açtılar. Zamanla bu kurumlar köylere kadar yayıldı.
Bu eğitim kurumları sayesinde Müslümanlar, İslam’ı Kur’an ve sünnet çizgisinde öğrendiler.31
Selçuklular, Bağdat’ta asayişi sağladıktan sonra Mekke ve Medine’yi işgal eden Fatımi nüfuzuna
da son verdiler. Böylece Kuzey Afrika ve Endülüs dışındaki İslam ülkelerinde bir birlik sağlanmış
oldu.
29 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 3, s. 355.
30 Erol Güngör, Tarihte Türkler, s. 80-81; İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 25-26.
31 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 93.
107
İSLAM TARİHİ
3.2. Haçlı Seferleri Karşısında Selçuklular
11-13. yüzyıllar arasında Hristiyan Batı dünyasının Müslümanların elinde bulunan Kudüs’ü
geri almak, Türkleri Anadolu’dan uzaklaştırmak ve Doğu’nun zenginliklerine sahip olmak amacıyla
düzenledikleri seferlere Haçlı Seferleri denir. Haçlı Seferleri, Orta Çağın en büyük siyasi ve askerî
olaylarından biri kabul edilir.
Haçlı Seferleri’nin yol güzergâhını gösteren harita
Türklerin Anadolu topraklarının
önemli bir kısmını ele geçirmesi Bizans
ve Avrupalıları ciddi anlamda endişeye
düşürdü. Türklerin Anadolu’dan atılmaları gerektiği düşüncesine ilk öncülük
eden Bizans imparatoru VII. Mihail’dir.
Çünkü Hristiyanlığın doğu sınırını korumakla görevli olan imparator, Türkler
karşısında zaafa düşmüştü. O düştüğü askerî zaafı gidermek için 1074 yılında papa aracılığı ile Türklere karşı
Avrupa’dan askerî yardım istedi.32
BİLGİ KUTUSU
Anadolu’ya saldıran Hıristiyan Avrupa ordularının askerleri, göğüs ve
sırtlarında haç işareti taşıdıkları için bu
seferlere Haçlı Seferi, orduya da Haçlı
Ordusu denmiştir.
Zaten papalık da Bizans’ın Anadolu’daki Türk ilerleyişini durduramamasından endişe duyuyordu.
Bu sebeple Papa VII. Gregorius, Bizans imparotorunun yardım çağrısını olumlu karşıladı. Ancak yardım
gerçekleşmedi. Gregorius’tan sonra Papa olan II. Urbanus, Türklerin varlığına son vermek ve doğuda
yaşayan Hristiyan kardeşlerine yardım etmek için Avrupa Hristiyanlarına çağrıda bulundu. O dönemde I.
Süleyman Şah’ın ölümünden (1086) dolayı Büyük Selçuklu Devleti içinde iktidar kavgaları yüzünden
32 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 93.
108
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
bir otorite boşluğu oluşmuştu. Bunları fırsat olarak değerlendiren Bizans İmparatoru, kendi ordusunun
papalık tarafından desteklenmesi hâlinde Türkleri Anadolu’dan kolayca atabileceğini düşündü.
Bunun üzerine Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen kimselerden oluşan Haçlı Seferlerinin ilki 10961099 yılları arasında yapıldı. İlk Haçlı ordusunun tamamına yakını Türkiye Selçukluları tarafından
etkisiz hâle getirildi. Bu yenilgiden sonra çok kalabalık (altı yüz bin civarında) bir Haçlı dalgası daha
İstanbul’a geldi (1096). Bizans İmparatorluğu’nun rehberliğinde İstanbul’dan Anadolu’ya geçen bu
Haçlılar, Türkiye Selçuklularının başkenti olan İznik’i kuşattılar. Bu kalabalık ordu karşısında başarılı
olamayacağını anlayan I. Kılıç Arslan, geri çekilmek zorunda kaldı. Haçlılar İznik’i alarak (1097)
Bizans’a teslim ettiler. Haçlı ordusu, Akşehir, Konya, Ereğli yolunu takip ederek Maraş ve Göksun
üzerinden Antakya’ya ulaştı. Haçlılar şehirdeki Müslüman halkı öldürdüler ve her yeri yağmaladılar.
Ereğli’de ana ordudan ayrılan ve Ermenilerle işbirliği yapan bir grup Haçlı ise Gülek Boğazı’ndan
geçerek Tarsus, Adana ve Misis’i de alarak Urfa’ya vardılar. Burada bir Haçlı Devleti (kontluk)
kurdular.33 Türklerin engellemelerine rağmen ilerleyişlerini sürdüren Haçlı kuvvetleri, Trablusşam ve
Yafa’yı da alarak nihayet Kudüs’e ulaştıklarında (1099) sayıları elli bin kadar kalmıştı. Fatımilerden
Kudüs’ü alan Haçlılar, burada da bir Latin Krallığı kurdular. Bu sonuç, Avrupa’da büyük bir sevinçle
karşılandı.
BİLGİ KUTUSU
Haçlı Seferleri’nin sebepleri şunlardır:
Siyasi Sebepler
Ekonomik Sebepler
Dinî Sebepler
* Türkler karşısında endişeye
kapılan Bizans’ın Avrupa’dan
* Avrupalıların doğu ticaret
yollarına hâkim olmak istemeleri
*Kudüs’ü Müslümanlardan geri
almak istemeleri
yardım istemesi
* Avrupa’da toprak sahibi
* Fransa’da Kluni tarikatının
* Avrupalıların Türkleri
olmayan kimselerin toprak sahibi Hristiyanları Müslümanlar
Anadolu’dan çıkarmak istemeleri olmak istemeleri
aleyhine kışkırtması
* Şövalyelerin macera aramaları
* Avrupalıların doğunun
zenginliğine sahip olmak
istemeleri
* Papa ve din adamlarının
nüfuzlarını artırmak istemeleri
Birinci Haçlı Seferi, Türkleri İznik’i bırakıp Orta Anadolu’ya çekilmeye zorlamışsa da Selçukluların
bu bölgede toparlanıp bütünleşmesine zemin hazırlamıştır. Haçlıların bu saldırısından sonra İznik yerine
Konya başkent yapılmış, Haçlı tehlikesine karşı Danişmentli Beyliği ile birleşme kararına varılmıştır.
Musul Atabeyi İmamettin Zengi’nin Haçlıların kurduğu Urfa Kontluğu’na son vermesi Avrupa’da
şok etkisi yaptı. Bunun üzerine Alman İmparatoru III. Konrat ile Fransa kralı VII. Luis, ordularıyla ayrı
ayrı yollardan farklı zamanlarda harekete geçtiler. Böylece İkinci Haçlı Seferi de (1147-1149) başladı.
İki kral İznik’te buluşarak Efes, Denizli ve Antalya üzerinden Suriye’ye geçmek istediler. Fakat Selçuklu ordusu Haçlılara ağır kayıplar verdirdi. Antalya’ya ulaşabilen Haçlılardan bir kısmı Suriye’ye
giderken bir kısmı da Antalya’da terk edildi. Netice olarak kral ve imparatorun katıldığı bu Haçlı Seferi
de Türklerin direnişi karşısında amacına ulaşamamıştır.
33 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 14, s. 528-529.
109
İSLAM TARİHİ
Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü tekrar
BİLİYOR MUYDUNUZ?
ele geçirmesi (1187) Üçüncü Haçlı Seferi’nin
(1189-1192) düzenlenmesine sebep olmuştur.
Kudüs’ün Müslümanların eline geçtiği habeİkinci Haçlı Seferi sırasında
Antalya’da terk edilen üç bin civarınri Avrupa’da büyük yankı uyandırmış ve Papa
da Haçlı askeri yerli Rumların tedhişIII. Urbanus bu haberin üzüntüsünden ölmüştür.
lerinden son derece kötü duruma düşHalefi VIII. Gregorius bir bildiri yayımlayarak
tü. Onların durumuna acıyan Türkler
bütün Batı Hristiyanlarını yeni bir Haçlı Seferiyardım ellerini uzatarak himaye altına
ne çağırdı. Ancak o da iki ay sonra öldü. Alman
aldılar. Onların karınlarını doyurdular ve yaralarını sardılar. Türklerin
İmparatoru, İngiltere ve Fransa kralları arasında
bu müşfik davranışı karşısında Haçlı
görüşmeler yapıldı ve nihayet Alman İmparatoru
askerlerinin çoğu Müslüman oldu.
Friedrich 1189 yılının Mayıs’ında büyük bir orNesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam
duyla yola çıktı. Friedrich, ordusunu Çanakkale
Devletleri Tarihi, s. 283.
Boğazı’ndan geçirerek yoluna güneyden devam
etti. Selçuklu ordusu bu savaşa girmedi. Sadece
ordunun peşine takılarak onları takip etti. Bu takip Haçlı ordusunun aç susuz kalmasına ve ağır kayıplar vermesine neden oldu. Friedrich’in Silifke
Çayı’nı geçerken boğulması üzerine ordunun morali bozuldu ve ordu dağıldı. Böylece doğudaki
Haçlıların ümitle beklediği yardım, hedefine ulaşamadı.34
1198’de papa olan III. Innocentius doğuya yeni bir Haçlı Seferi yapılmasını istiyor ve bunun
papalığın görevi olduğunu söylüyordu. Gönderdiği elçi ve mektuplarla Avrupalıları bu sefere çağırdı.
Bu çağrıya cevaplar gecikmedi ve Dördüncü Haçlı Seferi 1202-1204 yılları arasında başladı. Haçlı
filosu 24 Haziran 1203’de İstanbul önlerine geldi. Fakat Haçlı ordusu, Bizans halkına saygısız ve
acımasız davrandı. Ayasofya’ya atlarıyla giren Haçlılar, şehri yağmaladılar. Bunun üzerine Bizans
halkı ayaklandı. Haçlılar İstanbul’u bir harabeye çevirdiler. Bu sırada İmparator ve oğlunu öldürdüler. Bu karışıklıktan yararlanan Haçlılar, İstanbul’da bir Latin Krallığı kurdular (1204).35
Dördüncü Haçlı Seferi’yle Bizans İmparatorluğu’na vurulan darbe
TARTIŞALIM
Anadolu’daki Türk hâkimiyetinin güçlenmesine yardımcı olmuştur. Bu seferlerden
Selçuklular Haçlı Seferleri’ni ensonra dört büyük Haçlı Seferi daha düzengellememiş olsaydı nasıl bir sonuç
lenmişse de Anadolu’dan geçişte Türklerin
ortaya çıkardı? Tartışınız.
rahat vermeyeceğini anladıkları için hiçbiri
Anadolu üzerinden yapılamamıştır. Her seferinde deniz yolu tercih edilmiştir. Sonunda
Haçlılar, Anadolu’daki Türk ve İslam varlığını ortadan kaldırmak için bu seferlerin yeterli olmadığını
anladılar. Haçlı seferlerinin her birinde İslam’ın ve İslam dünyasının korunması için en fazla çabayı
Türklerin gösterdiği ortaya çıkmıştır.
34 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 14, s. 536.
35 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 14, s. 538-539.
110
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
BİLGİ KUTUSU
B
Haçlı Seferleri’nin sonuçları şunlardır:
Dinî Sonuçlar
*Avrupa’da kilise ve din adamına duyulan güven sarsıldı.
*Haçlılar kutsal kabul ettikleri yerleri alamadılar.
*Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasındaki ayrılık daha da derinleşti.
Siyasi Sonuçlar
*Türklerin batıya ilerleyişi bir süre durdu.
*Haçlılar yüzünden İslam dünyası Moğollar karşısında güçsüz kaldı.
*Haçlılara karşı başarılarından dolayı Türklerin İslam dünyasındaki saygınlıkları arttı.
*Avrupa’da feodalizm zayıfladı.
Ekonomik Sonuçlar
*Marsilya, Venedik ve Cenova limanları önem kazandı.
*Papa ve kralların seferlere destek için bankerlere baş vurmaları bankacılığı geliştirdi.
*Avrupa’da ticaretle uğraşan bir burjuva sınıfı ortaya çıktı.
* Haçlıların geçtiği güzergâhta bir çok yer tahrip edildi.
Sosyal Sonuçlar
*Avrupalılar pusula, barut ve kâğıt yapımını Müslümanlardan öğrendiler.
*Avrupalılar İslam medeniyetini yakından tanıdılar.
*Avrupalılar, Türk-İslam mimarisinin yapım ve tekniklerini öğrendiler. Ayrıca,
dokuma, cam ve deri işleme sanatlarını öğrendiler.
3. 3. İslam Coğrafyasının Korunmasında Osmanlıların Rolü
Türkler, İslamiyeti kabul ettikten kısa bir süre sonra İslamiyetin hem en ileri temsilcileri hem
de en etkin koruyucuları durumuna geldiler. Bunun en bariz örneği Osmanlılardır. Osmanlılar, 15
ve 16. yüzyıllarda gerçekleştirdiği fetihlerle bir dünya devleti hâline gelmiştir. Onların bu gücünden
dolayı Hindistan, Kuzey Afrika ve Endülüs gibi coğrafyalarda yaşayan Müslümanlar, gayrimüslimlerin saldırı ve baskılarına karşı Osmanlıyı bir kurtarıcı olarak kabul ediyor ve sıkıştıkları zaman Osmanlıdan yardım talep ediyordu. Ancak bazı coğrafyaların uzaklığı ve Osmanlıyı meşgul eden farklı
problemlerin çıkması bu yardımların amacına ulaşmasını zaman zaman engelliyordu.
1487 yılından itibaren İspanyol Krallığı’nın Endülüs Müslümanlarını Hristiyanlaştırmak için
yaptığı baskılara karşı Endülüs Müslümanları Osmanlı Devleti’nden yardım talebinde bulundular. Osmanlı bu isteğe olumlu cevap vermesine rağmen Endülüs’ün uzaklığı nedeniyle yardımlar nihai amacına ulaşmadı. İspanya Krallığı 1609 yılında Müslümanları sürgüne tabi tutmuştu. Osmanlı sürülen
Müslümanların bir kısmını gemilerle kendi topraklarına getirerek onları İspanyol zulmünden kurtardı.36
Örneğin Gırnata Müslümanları II. Bayezit’e bir temsilci göndermişti. II. Bayezit bu yardım tale36 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 96.
111
İSLAM TARİHİ
bine cevap olarak 1505 yılında Kemal Reis kumandasında bir donanma gönderdi. Kemal Reis,
İspanya kıyılarını vurduktan sonra bir
grup Endülüslü Müslümanı kurtararak
DEĞERLENDİRELİM
Kuzey Afrika’ya ve İstanbul’a taşıdı. II.
Aslında Osmanlı zulme uğrayan herkeBayezit’ten sonra padişah olan Yavuz
se kol kanat geriyor ve korumasına alıyorSultan Selim (1512-1520)’e de 1519 sedu. Osmanlı 1492 yılında İspanya kralı taranesinde Cezayir halkı bir mektup göndefından sürülen Yahudileri, İstanbul ve Selanik’e
rerek gerek Endülüs gerekse Kuzey Afriyerleştirmiştir.
ka Müslümanlarının Hristiyan saldırıları
karşısında güçsüz kaldıklarını bildirdiler.
Bu olayı Osmanlı adaleti ve hoşgörüsü açısınYavuz, Safeviler ve Memluklülerle meşdan değerlendiriniz.
gul olduğu için onlarla ilgilenme fırsatı
bulamadı.37
İspanya Krallığı, 1509’da büyük bir ordu ile Cezayir’e saldırdı. Daha sonra 1535’te de Tunus’u
egemenliği altına aldı. Müslümanları sömürmek ve Hristiyanlaştırmak amacını taşıyan bu saldırılar
karşısında Osmanlı, hemen harekete geçti. Barbaros ve ağabeyi Oruç Reis’in çabalarıyla 1520’de
Cezayir, İspanyolların tehdidinden kurtarılarak Osmanlının korumasına alındı. Sonra da Osmanlı
kuvvetleri 1551’de Trablusgarp’ı, 1574’de ise Tunus’u İspanyollardan kurtardı. Böylece Kuzey
Afrika İslam coğrafyasından koparılamadı ve Müslümanların Hristiyanlaştırılması da önlendi.
15. yüzyılda İspanyol ve Portekizliler, dayanıklı gemiler inşa ederek büyük coğrafi keşiflere
çıktılar. Hindistan sularına gelen Portekizliler, doğu mallarının Akdeniz’e ulaşma noktalarına hâkim
oldular. Bu durumdan rahatsız olan Memluklüler, Osmanlılardan yardım istedi. II. Bayezit, Selman
Reis’i buraya göndererek38 onları yalnız bırakmadı.
Osmanlı, Uzak Doğu’daki Müslümanları da korumaya çalışıyordu. Örneğin Portekizler
Endonezya’daki Açe’yi tehdit ettiklerinde Açeli Müslümanların yardım istemesi üzerine Osmanlı,
oraya on yedi gemiyle yeterli miktarda top, tüfek ve cephane göndermiştir.
Yine Portekizlilerin Arap Yarımadası’nı tehdit etmesi üzerine Osmanlı, o bölge için de harekete geçerek önce Kızıldeniz ve Basra Körfezi’nde hâkimiyet sağladı. Sonra da Yemen’i Osmanlı
topraklarına katarak Portekizlilerin kutsal topraklara yönelik tehdidini ortadan kaldırdı (1538).
Osmanlı Devleti, Hindistan’da
Gucerat ve Kaliküt’teki Müslümanların
yardım isteği üzerine Hadım Süleyman
Paşa’yı Hint Okyanusu’na bir donanmayla gönderdi. Bu donanma Portekizlileri Diu’da kuşattı. Daha sonra Yemen’e
geri döndü.39
PAYLAŞALIM
Osmanlıların İslam coğrafyasını
nasıl korudukları hakkında bir araştırma yaparak elde ettiğiniz bilgileri sınıfla
paylaşınız.
Osmanlılar 16. yüzyılda Rus yayılmasına karşı Orta Asya’daki Müslüman Türklerle de bir
birlik oluşturmanın planını yapmışlardır. Örneğin Karadeniz’den Hazar Denizi’ne ulaşmak için
37 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları, C 1, s. 223.
38 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 10, s. 362.
39 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 10, s. 363.
112
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
Don ve Volga nehirlerini bir kanalla
TARTIŞALIM
birleştirmek istemişlerdir. 1569’da
kanalın açılmasına başlanmış ve bir
Osmanlılar Karadeniz’den Hazar Denizi’ne
kısmı da açılmıştır. Daha sonra kışın
ulaşmak için Don ve Volga nehirlerini bir kanalla birleştirmiş olsaydı ne gibi sonuçlar ortaya
bastırması ve ertesi yıl da Yemen’de
çıkardı? Tartışınız.
isyanların çıkması40 bu çalışmaları
engellemiştir. Çarlık Rusya’sının
Orta Asya’daki Türk yurtlarını işgal
ettiği sırada o bölgedeki Türklerin yardım çağrılarına da sessiz kalınmamıştır. Bölgeye özel görevliler gönderilmiş; fakat Osmanlıyı meşgul eden başka problemlerin çıkması o bölgeye yapılan yardımların yetersiz kalmasına neden olmuştur.
Osmanlı Döneminde Müslüman Türk askerleri İslam coğrafyasının yabancı işgali altına girmemesi için her yerde en zor şartlarda dahi mücadele etmiştir. Bu da Türklerin İslam’la özdeşleştiğinin bir
göstergesidir.
3.4. Osmanlıların Kutsal Topraklara Hizmetleri
Kâbe, İslam’ın doğduğu yer olan Mekke’ye, Hz. Peygamberin kabri ve mescidi de Medine’ye
kutsiyet kazandırmıştır. İslam kültüründe bu iki şehre “Harameyn” de denir.
Osmanlılar İslam coğrafyasının korunmasında önemli roller üstlendiği gibi İslam dünyasının merkezi sayılan kutsal topraklarda da önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Osmanlı, kutsal toprakların korunması, bölge halkına yardımda bulunulması, Kâbe’nin bakım ve onarımı gibi alanlarda hizmet etmiştir.
Yapılan hizmetlerin en önemli göstergelerinden biri, Osmanlıların her sene hac mevsiminde Mekke ve Medine halkına gönderdiği para, yiyecek ve giyecekten oluşan hediyelerdir. Osmanlı padişahları
Yavuz Sultan Selim’den itibaren diğer unvanlarının yanında “iki kutsal şehrin hizmetçisi” anlamına
gelen “hadimu’l-harameyni şerifeyn” unvanını
da kullandılar. Bu unvanlarının gereği olarak
kutsal topraklara ve buralarda yaşayan Müslümanlara büyük hizmetlerde bulundular. 41Örneğin ilk “surre”yi gerçekleştiren Yıldırım Bayezit ile oğlu Çelebi Mehmet oldu. Yıldırım
Bayezit’in surresi, yarısı Mekke’ye yarısı da
Medine halkına mahsus olmak üzere on dört
bin duka (13. yüzyılda Venedik’te çıkarılan
ve Osmanlı Devleti’nde de kullanılan altın
akçe) altındı. Bu, her yıl Kurban Bayram’ında
Mekke’ye gönderilmiş olurdu. Sonra II. Murat, her yıl Mekke, Medine, Kudüs ve Halilü’rRahman’a üç bin beş yüz filori (ilk olarak
Surre Alayı (Topkapı Sarayı)
40 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 10, s. 386.
41 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 98.
113
İSLAM TARİHİ
Floransa’da basılan sonra Avrupa’da ve
Osmanlıda da kullanılan, üzeri zambak
çiçekli altın para) den oluşan surre yolladı.
Yine aynı padişah, Ankara’nın Balıkhisarı
mıntıkasındaki köylerin hasılatını da
Mekke’ye vakfetmiştir.
BİLGİ KUTUSU
Surre Alayı, Mekke ve Medine halkına para götüren özel birlik. “Surre” kelin
mesi, para kesesi demektir. İlk kez I. Mehmet Çelebi zamanında gönderilmiştir. Her
yıl gönderme geleneği ise Yavuz Selim’in
Yavuz Sultan Selim de Mısır’ı
aldıktan sonra o bölge insanlarına iki
yüz bin duka altın ile zahire göndererek
(1517) bunları her iki şehir halkına dağıttı.
Bundan sonra Osmanlının surre yollaması
âdet hâline geldi.42
Mısır’ı alması ile başlamıştır. 1864 yılına
kadar deve ve atlarla, 1914 yılına kadar
deniz yoluyla, Hicaz Demir Yolu yapıldıktan sonra da trenle gönderildi.
M. Orhan Bayrak, Osmanlı Tarihi Sözlüğü, s. 386.
Osmanlı, gönderilen hediyelerin
miktarını artırmak için çok sayıda vakıf kurdu. Bu tür vakıflara “Haremeyn Vakıfları” denmiştir. Bu
vakıfların amaçları arasında hastane, medrese, yol yapımı, aşhane ve hac ibadetinin kolaylaştırılması
gibi hizmetler vardı. Ayrıca Mekke ve Medine’de oturanlar vergiden muaf tutuldu ve geçimleri hazineyle vakıflardan karşılandı.
Osmanlılar kutsal topraklarda iyileştirme ve imar çalışmalarıyla da hizmet ettiler. Kâbe,
Mescid-i Haram ve Mescid-i Nebevi’de tamir ve genişletme çalışmaları yaptılar. Örneğin IV. Murat
zamanında bir sel baskını sonu duvarları yıkılan Kâbe, tümden yenilendi. Yine Osmanlı tarafından
Kâbe’nin ahşap çatısı elden geçirildi, eskiyen yağmur oluğu sökülüp yerine gümüş kaplama üzerine
altın süslemeli yeni bir oluk takıldı. Bu arada kapı kemeri yenilendi ve üzerindeki gümüş kitabe
levha alınarak yerine altın bir kitabe levha konuldu. Kâbe’nin örtüsü 1609’dan itibaren İstanbul’da
dokunmaya başlandı. Eski örtü İstanbul’a getirilerek Hırka-i Saadet Dairesinde saklandı.43
Osmanlının Mescid-i Nebevi’ye de hizmetleri oldu. Örneğin Sultan Abdülmecit zamanında
mescidin tabanı mermerlerle kaplandı ve üzeri halılarla döşendi. Tavan kısımları çeşitli desenlerle
süslendi. Mescidin içindeki hatlar, İstanbul’dan giden Hattat Abdullah Zühdü Bey tarafından yazıldı.
Osmanlıların Kâbe’yi korumak için Mekke’de yaptığı Ecyat Kalesi
42 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, s. 13-14.
43 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.99.
114
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
Dinî mekânların onarım ve
yenilenmesi yanında Osmanlılar
tarafından bulaşıcı hastalıklara karşı
Hicaz Sağlık Teşkilatı da kuruldu.
Salgın hastalıklara neden olan
su kaynaklarını ıslah çalışmaları
yapıldı. Hac yolculuğu sekiz on
ay gibi oldukça uzun süren yorucu
bir yolculuktu. Osmanlı bunu
kolaylaştırmak için 20. yüzyılın
başında İstanbul’dan Mekke’ye kadar
uzanacak Hicaz Demir Yolu’nun
yapımını başlattı. Medine’ye kadar
Mescid-i Nebi (Medine)
olan bölümü tamamlanmıştı. Fakat Arap isyanlarının başlaması üzerine yol, Mekke’ye ulaştırılamadı.
Osmanlılar kutsal toprakların korunmasında da büyük fedakârlıklar göstermiştir. Bunun en çarpıcı örneğini Medine Müdafaası’nda askerleriyle birlikte Fahrettin Paşa yaşamıştır. Hülasa Osmanlılar
kutsal topraklara hangi alanda hizmet gerekiyorsa o alanda hizmet etmekten geri durmamışlardır.44
BİLGİ KUTUSU
1 Eylül 1908 tarihinde bütünüyle işletmeye açılan Hicaz Demiryolu bölgede yaşayan bedevi
kabilelerin şiddetli tepkilerine neden oldu. 1908 yılı sonlarına doğru demir yoluna yönelik saldırı
ve sabotajlar başladı. Bu saldırıların temelinde ekonomik ve siyasi sebepler vardı. Bedeviler hac
ve diğer nakliye işlerini tekellerinde tutuyordu. Hicaz Demiryolu yüzünden bu gelir kaynaklarını kaybetme endişesi taşıyorlardı. Diğer taraftan Hicaz Demiryolunun Osmanlı askerî gücünü
bölgede kuvvetlendirip yerel güçlerin nüfuzlarını kıracak olması da endişeye neden oluyordu.
İngilizlerden silah, cephane, taktik, erzak, giyim ve para yönünden destek alan Mekke Emiri Şerif Hüseyi’nin bedevileri kullanarak çıkarttığı olaylar yüzünden Hicaz Demiryolu Medine’den
Mekke’ye götürülemedi.
Ufuk Gülsoy, Hicaz Demiryolu, s. 255.
Osmanlının yaptığı Medine Tren İstasyonu (Medine)
44 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.100.
115
İSLAM TARİHİ
3. 5. Selçuklu ve Osmanlıların İslam Medeniyetine Katkıları
Medeniyet; bir toplumun maddi, manevi
varlığına ait üstün niteliklerden, değerlerden,
fikir ve sanat hayatındaki çalışmalardan, ilim,
teknik, sanayi, ticaret gibi sahalardaki nimetlerden yararlanarak ulaştığı bolluk, rahatlık ve
güvenliktir.45
NOT EDELİM
Anadolu Selçuklu ve beyliklerindeki medreselerden başlıcaları şunlardır:
Konya: Sırçalı Medresesi, Karatay Medresesi,
İnce Minareli Medrese, Altun-Aba Medresesi
Kayseri: Hunat Hatun Medresesi, Sahibiye Medresesi, Hacı Kılıç Medresesi, Çifte Medrese (Bir kısmı
Gevher Nesibe Daruşşifası)
Sivas: Gök Medrese, Burciye Medresesi (Yanında
Darüşşifa) Çifte Minareli Medrese(İlhanlı Dönemi)
Divriği: Fatma Turan Melik Darüşşifası
Erzurum: Çifte Minareli Medrese (İlhanlı), Yakutiye Medresesi (İlhanlı)
Tokat: Gök Medrese
Çankırı: Darulhadis, Daruşşifa
Sinop: Süleyman Pervane
Kırşehir: Cacabey
Antalya: Ulu Cami, Karatay Medresesi
Urfa: Ulu Cami
Diyarbakır: Mesudiye ve Zinciriye medreseleri
Mardin: Şehidiye Medresesi
Kızıltepe: Harzem Medresesi
Türkler 10. yüzyıldan itibaren kitleler
hâlinde Müslüman olmaya başladıktan sonra
bilim, edebiyat, mimarlık ve sanat, alanlarında
İslam medeniyetine önemli katkıda bulundular.
Türklerin ortaya koyduğu eserlerin ana
çizgisini Allah, peygamber, ahiret ve kutsal
kitabın getirdiği değerler oluşturmuştur. Bu
alanda Türkler, binlerce kurum ve eser ortaya
koymuştur.
Selçuklular, Konya başta olmak üzere
bütün yerleşim merkezlerinde cami, medrese,
çeşme, han, köprü, hastane, hamam, türbe,
imaret, daruşşifa, kervansaray gibi sosyal ve
kültürel kurumları en güzel şekilde inşa ettiler.
Bu eserler Osmanlılarla zirveye ulaştı.
Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s. 43.
Bunun en güzel örneği Süleymaniye ve
Selimiye’dir. Osmanlıların mimari eserleri genelde Bursa, Edirne, İstanbul ve Balkanlarda yoğunluk kazanmıştır. Bu eserlerde
ihtiyaç ile sanat zevki birleştirilmiştir.
Selçuklu ve Osmanlı, ilim sahasında da
dünya çapında düşünür ve bilginler yetiştirmişlerdir. Örneğin Mevlânâ’nın düşünceleri dünya çapında ilgi görmektedir ve
Mimar Sinan’ın eserleri de özgünlüğünü
hâlâ korumaktadır.
Türkler mimari alanda olduğu kadar sanat alanında da İslam medeniyetine
katkıda bulundular. Türk-İslam sanatının
temelini Allah inancı oluşturduğu için
Selçuklu ve Osmanlılarda İslam inancı
sanat eserleriyle somutlaştırılmıştır.
Süleymaniye Medreseleri (İstanbul)
45 İhsan Ayverdi, Misalli Türkçe Büyük Sözlük, C 2, s. 1975.
116
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
BULALIM
Selçuklu Dönemi Düşünürlerinden Bazıları
Osmanlı Dönemi Düşünürlerinden Bazıları
Mevlânâ
Kınalızade Ali Çelebi
Nasrettin Hoca
Hezarfen Ahmet Çelebi
Yunus Emre
Mimar Sinan
Âşık Paşa
Süleyman Çelebi
Hacı Bektaş Veli
Ali Kuşçu
Birer tane de siz bulunuz.
Hüsnühat, tezhip, minyatür ve ebru
gibi sanatların doğup gelişmesinde de Osmanlıların önemli katkıları olmuştur. Ayrıca
hat sanatı, İslam medeniyetine bir özgünlük
katmıştır.
Osmanlıların son dönemlerinde yetişmiş olan İsmail Gelenbevi, Mühendishane-i
Hümayunda (Teknik Üniversite) hocalık
yaptı ve logaritmanın kullanılışını açıklayan
bir eser kaleme aldı. Aydınlı Hacı Paşa, tıp
alanında “Şifaü’l-Eskam” isimli bir eser
Bir hüsnühat ve tezhip örneği
yazdı ve döneminde yapılan tıpla ilgili ça-
lışmalara önemli katkılar sağladı. III. Murat’ın Başhekimi Emir Çelebi hava, toprak ve iklimin insan
sağlığı üzerindeki etkilerini açıklayan “Enmuzecü’t -Tıp” isimli eseri kaleme aldı.
Türkler, kurdukları medreselerde
başta dinî ilimlerin tüm alanları olmak
üzere felsefe, astronomi ve tıp gibi sahalarda da önemli çalışmalar yaptılar.
Bütün bu çalışmalar, Selçuklu ve Osmanlının İslam medeniyetine yaptıkları
katkıların bir göstergesidir.
SUNU HAZIRLAYALIM
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait İslam
medeniyetini anlatan eserlerle (cami, medl
rese, han, hamam vb.) ilgili materyaller toplayarak bir sunu hazırlayınız ve bunların İslam
medeniyetine katkıları üzerinde konuşunuz.
ÖRNEKLER BULALIM
Selim Türkoğlu, Muzaffer Ecevit, Mustafa Rakım, Davut Bektaş, Ferhat Kurlu, Necmettin Okyay ve Hamit Aytaç gibi ünlü hattatlar bu alanın en büyük ustaları olup İslam
medeniyetine önemli eserler kazandırmışlardır.
Dede Efendi, Itri, III. Selim ve Hacı Arif Bey büyük Türk bestekârları olarak musiki
alanında İslam medeniyetine önemli katkılar sağlamışlardır.
Hattat ve bestekârlarımızdan birer örnek bulunuz.
117
İSLAM TARİHİ
4. Türklerin İslam Dininin Yayılmasındaki Rolü
Türkler İslamiyeti kabul ettikten sonra bir taraftan henüz Müslüman olmamış soydaşları diğer taraftan da soydaşları dışındaki insanlar arasında İslam’ın yayılması için büyük çaba harcadı. Bu manada
Türklerin Anadolu, Hint Yarımadası ve Balkanlarda İslam dininin yayılmasında büyük rolleri olmuştur.
4.1. Hint Yarımadası’nda İslam Dininin Yayılması
Hindistan’da İslamiyeti yayma faar
aliyetleri Emeviler Döneminde Araplar
tarafından başlatılmıştır. Ancak İslam’ın
asıl yerleşmesi ve geniş ölçüde yayılması
Müslüman Türk devletlerinden Gazneliler
(963-1186) Döneminde olmuştur. Gaznelilerden sonra kurulan Delhi Türk sultanlıkları (1206-1413) ve Babür Devleti (15261858) gibi Türk devletleri bu bölgedeki
İslam dinini yayma faaliyetini devam ettirmişlerdir.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Büyük bir askerî dehaya sahip olan Türk Sultanı Aybek, Hindistan’da Türk-İslam fetihlerinin geniş
sahalara yayılması ve büyük Hintli kitlelerin Müslüman olmasında gösterdiği büyük başarılarla ün kazanmştır.
Kalaç hanedanının önemli şahsiyetlerinden
olan Alaettin Şah da Hindistan’daki Türk sultanlarının en büyüklerinden biridir. Onun zamanında
Hindistan’ın tamamına yakını Türkler tarafından fethedilmiştir.
Gaznelilerin Hindistan YarımadaErol Güngör, Tarihte Türkler, s. 149-150.
sı’nda yaptığı çalışmalar, Delhi Türk
Timuroğullarına Şeybaniler (Özbekler) son vesultanları ve diğer bazı Türk-İslam devrince Babür, Hindistan’a giderek Delhi’de devletini
letlerinin de katkılarıyla çok sonraları
kurdu. Babür’ün çevresinde sürekli siyaset, bilim ve
sanat adamları bulunurdu. Babür’ün Türkçe olarak
bu bölgede Bengaldeş ve Pakistan gibi
yazdığı birçok kitap arasında bir de “Mübeyyen”
müslüman devletlerinin ortaya çıkmasına
adında fıkıh kitabı vardır. Öldüğü zaman bütün Hinimkân sağladı. Gazneliler İslam’ı yaymadistan onun yönetimi altında bulunuyordu.
da genelde iki yol takip ettiler. Birincisi
Saffet Bilhan, Orta Asya Bilgin Türk Hükümdarlar
eğitim kurumlarıyla ki, bu sahada birçok
Devletinde Eğitim- Bilim-Sanat, s. 79-80.
medrese açmışlardır. Örneğin Belh, Nişabur ve Gazne’de köklü medreseler vardı. Bu eğitim kurumlarında hem öğrenciler yetişiyor hem de
eserler kaleme alınıyordu. İkincisi ise sufiler yoluyla olmuştur. Ehlisünnet çizgisinde olan Gazneliler,
edip ve şairlere yakınlık gösterdikleri gibi din âlimleri ve sufilerle de ilgilenip yakınlık göstermişlerdir.
Bu durum meşhur sufilerin bu bölgede toplanmalarına neden olmuştur. Örneğin es-Sülemi (öl.1021),
el-Gürgâni (öl.1058) ve ed-Dekkak (öl.1014) onların önde gelenlerindendir. Bu sufiler, etraflarında
toplanan büyük kalabalıkları irşat etmişlerdir.46
Diğer taraftan Gazneli Mahmut (öl.1030)’un Hindistan’a yaptığı on yedi sefer sonucu Kuzey Hindistan’ı kendi topraklarına kattı ve bu bölgede Müslümanlığın yayılmasını sağladı. Gazneli
Mahmut, fethettiği Hindistan bölgelerinde mescitler yaptırmış ve İslam’ı tebliğ etmeleri için buralara
âlimler göndermiştir.47 Hindistan’da İslam’ın yayılmasında Orta Asya’yı istila eden Moğolların zulmünden kaçan Türk din bilginleri ve Müslüman Türk ailelerinin de önemli rolü olmuştur.48
46 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 198-199.
47 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 181-182.
48 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.101.
118
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
4.2. Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması
Türklerin Anadolu’ya gelişleri İslamiyetten önce 5 ve 6. yüzyıllarda başlamıştır. Ancak o
dönemde Anadolu’ya gelenler millî kimliklerinden uzaklaştıklarından Hristiyan unsurlar arasında
erimişlerdir.49 İslamiyetten sonra Türklerin Anadolu’ya gelişleri 9. yüzyılda Abbasiler Döneminde
başlamıştır. Türk komutanların idare ettiği ve içinde çok sayıda Türk askerinin bulunduğu Abbasi
orduları 9 ve 10. yüzyılda Bizans egemenliği altında bulunan Anadolu’ya birçok sefer düzenlediler.
Bu ordular Sivas, Amasya, Niksar, Kayseri, Konya, Ereğli, Yalvaç, Ankara ve Eskişehir gibi Anadolu
kentlerini kısa süreli de olsa ele geçirdiler. Bu seferler, buraları yurt edinmekten ziyade Bizans’a bir
gözdağı vermeyi amaçladığından Müslümanlar ele geçirdikleri kentleri kısa süre sonra boşaltarak
geri çekiliyorlardı.50
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması, İslam tarihinin en önemlii
gelişmelerinden biri olarak kabul edilir.
Anadolu’nun asıl Türkleşmesi ve İslamlaşması Selçuklu Dönemine rastlar. Büyük Selçuklu Devleti, Horasan ve Irak’ı
egemenliği altına aldığında daha yeni
Müslüman olan kalabalık Türkmen oymakları hayvanlarına daha iyi otlaklar
bulmak amacıyla Selçuklu topraklarına
doğru göç etmeye başladılar. Bu, çok
düzensiz bir göç olduğu için gittikleri
yerlere rahatsızlık veriyorlardı. Selçuklular bu oymakların Müslüman halkın
bulundukları bölgelere göçerek onları
sıkıştırmasını istemiyordu. Bu nedenle bir çözüm olarak Türkmen oymaklarını Bizans’ın elindeki Anadolu’ya
doğru yönlendirdiler.51 Böylece 1050
ve 1060’lı yıllarda Türkmen oymakları
yavaş yavaş Anadolu topraklarına gelerek yerleşmeye başladı.
ARAŞTIRALIM
A
Türkler Anadoluya geldiklerinde;
*Anadolu’nun birçok kent ve kalesi ihmal
edilmiş veya harabeye dönmüştü.
*Kentlerde fazla nüfus kalmamıştı.
*Ağır vergilere tabi tutulan halk, Bizans yönetiminden memnun değildi.
*Türk akıncıları yerli halka son derece iyi
davrandı.
*Bölge uzun dönem savaş sahası olmuştu.
Önce İran, sonra Araplar derken halk hep
olumsuz etkilenmişti.
*Anadolu’nun yerli halkı Bizans’a karşı
Türklere yardımcı oldu.
*Bizans, Ortodokslaştırmak ve Rumlaştırmak için halka baskı yapıyordu.
Mehmet Şeker, Anadolu’da
Bir Arada Yaşama Tecrübesi, s. 25-26.
Anadolu’nun İslamlaşmasında Türklerin ne
Sultan Alparslan’ın 1071 yılıngibi katkısı olmuştur? Araştırınız.
da Bizans ordusunu yenerek Malazgirt
Zaferi’ni kazanması, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması açısından bir dönüm noktası olmuştur. Bu zaferin ardından Alparslan tarafından görevlendirilen Kutalmışoğlu Süleyman
Şah, birkaç yıl içinde Anadolu’nun büyük bir kısmını fethetti. Anadolu’nun bu kadar hızlı ve kolay fethinin
bazı sebepleri vardı.
49 Haluk Nurbaki, Anadolu Mucizesi, s. 20.
50 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 3, s. 346.
51 Oğuz Ünal, Türkiye Tarihine Giriş Horasan’dan Anadolu’ya, s. 80.; Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin
Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.101.
119
İSLAM TARİHİ
Süleyman Şah’ın Anadolu’yu fethi sırasında yüz binleri bulan Türkmen oymaklarının Anadolu’ya
gelmesi ve Anadolu nüfusunun önemli bir kısmının Türklerden oluşması bu topraklarda 1075 yılında
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulmasını sağladı. Bu arada Anadolu’ya Türkmen göçü devam etmiştir. Özellikle 13. yüzyılda Moğolların Orta Asya’yı işgale başlamaları Anadolu’ya doğru ikinci göç
dalgasını başlattı. Bu göçle çok sayıda Türkmen oymağı Anadolu’ya geldi. Bu göçlerle Anadolu nüfusunun çoğunluğunu Türkler oluşturmuştu. Böylece Anadolu 13. yüzyılda Türkleşmiş oldu. Bu nüfusun
bir kısmı büyük şehirlere (Konya, Erzurum, Erzincan, Sivas ve Kayseri) yerleşti. Türk adıyla anılanlar
yerleşik hayata geçerken Türmenler ise diğer ova ve yaylalarda, uç bölgelerde köy hayatı yaşıyorlardı.
Bunların dışında kalan konargöçer bir hayat yaşayanlara ise Yörük denildi. Anadolu’ya göçen Türkmenlerin tamamı Müslümandı. Onlar Anadolu’ya Türklükleriyle beraber Müslümanlıklarını da getirmişlerdir. Gelenler arasında Türkmenler üzerinde çok etkili olan mutasavvıflar da vardı. Onlar çoğu
zaman Türk ordularından daha önce Bizans topraklarına girerek gayrimüslim halkın gönüllerini fethediyorlardı. Mutasavvıflar, sergiledikleri hoşgörü, yardımseverlik ve dürüstlük sayesinde İslam’ın yayılmasında önemli rol oynuyorlardı. Bu sayede bazı Yahudi ve Hristiyanlar, Müslüman olmuşlardır.52
Anadolu’ya gelen gezici mutasavvıfların çoğu Türkistanlı Hocaa
ARAŞTIRALIM
A
Ahmet Yesevi’nin öğrencileri idi. AhAvşar Baba, Pir Dede, Kıdemli Baba Sulmet Yesevi, Türkistan’da bir taraftan
tan, Geyikli Baba, Abdal Musa, Horos Dede,
İslam’ı anlatırken bir taraftan da birEmir Çin Osman.
çok talebe yetiştirmişti. Çok sayıda
Mehmet Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında
öğrencisini Türk dünyasının değişik
İlk Mutasavvıflar, s. 73-74.
bölgelerine İslam’ı tebliğ etmek üzere gönderdi. İşte onlardan bir kısmı da
Yukarıdaki mutasavvıfların hangi bölgelerAnadolu’ya gelmiş ve Anadolu’nun
de irşat faaliyetlerinde bulunduklarını araştıdeğişik yerlerinde İslam’ın yayılmarınız.
sı için çalışmıştır. Bu mutasavvıfların
Anadolu’daki en önemli temsilcilerinden biri Hacı Bektaş Veli idi. O, 13. yüzyıl ortalarında Moğol saldırıları nedeniyle büyük sıkıntılar içine
düşen Anadolu’nun Müslüman halkını sevgi, hoşgörü, birlik ve kardeşlik duyguları etrafında toplamaya çalışmıştır.53
Anadolu’nun Müslümanlaşmasında Türk beyliklerinin de rolü vardır. Beylikler Anadolu’nun
muhtelif yerlerinde bayındırlık çalışmaları yaptılar. Bu çerçevede yapılan yüzlerce cami ve medrese
sayesinde İslam dininin geniş kitleler tarafından öğrenilmesi ve yaşanması sağlanmıştır.
Ayrıca Anadolu’nun İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde Ahilik (Kardeşlik) Teşkilatının da
önemli katkısı olmuştur. Ahilik çeşitli meslek gruplarını bir araya getiren bir esnaflar teşkilatı idi. Bu
teşkilat şehir, kasaba ve köylere kadar yayılmıştı. Burası aynı zamanda bir ahlak okulu gibi çalışıyordu.
Gündüz işinde çalışan ahiler, akşam dinî ve ahlaki dersler alıyordu. Ahiler, akşam aldıkları dinî ve
ahlaki derslerin gereğini gündüz işlerinde uyguluyorlardı.
52 Mehmet Şeker, Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi, s. 82
53 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.103.
120
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
4. 3. Balkanlarda İslam Dininin Yayılması
Müslüman Türkler, Gelibolu üzerinden Balkan Yarımadası’na geçerek 1361 senesinde Edirne’yi
fethettikten sonra, kısa sürede Bulgar topraklarını hızla ele geçirmeye başladılar. Kosova Meydan
Savaşı’yla (1389) Sırbistan, Türk hâkimiyetine geçti. Yıldırım Bayezit’in 1396 yılında Niğbolu önlerinde Haçlı ordusunu hezimete uğratması ise Osmanlı Türklerinin Balkan hâkimiyetini iyice perçinledi.
Daha sonra Fatih Sultan Mehmet’in 1463 yılında Bosna’yı fethetmesiyle Osmanlı sınırları İtalya’nın
Dalmaçya sahillerine kadar uzandı.
Osmanlı daha fetihlere başlamadan önce bazı Türkmen oymakları Balkanlara geçmiş ve
yerleşmişlerdi. Bunlar yerleştikleri yerlerde Anadolu’dakine benzer çalışmalarıyla gayrimüslimlerin
saygı ve güvenini kazanmışlardır. Önden giden bu insanlar aslında fethin zeminini hazırlıyordu. Örneğin
tasavvufun “Bayramiyye, Celvetiyye, Halvetiyye, Halidilik ve Mevleviyye” gibi kolları Balkanlarda
önemli görevler üstlenmişlerdir. Bu tarikat kolları duruma göre bulundukları mekânları mescit, mektep,
meşveret, kervansaray, darülaceze, imaret, kütüphane, iltica yeri ve vakıf gibi kullanmışlardır.54
Fetih sırasında ve sonrasında Osmanlı, Anadolu’daki Türkmen boylarından bir kısmını Balkanlara yerleştirdi. Türkmenler Anadolu’dan Balkanlara dillerini, gelenek, örf-âdet ve inançlarını da götürdüler. Buralarda yeni yerleşim birimleri ve köyler kurdular. Türk göçmenler genellikle arazisi ziraatta
kullanılmayan topraklara yerleştirilmiştir. Araziyi ekime elverişli hâle getiren göçmenler, kısa zaman
içinde ziraat ve ticaretten kazandıkları maddi varlık sayesinde Balkanlarda yeni bir yaşam tarzı geliştirdiler. Kurdukları köylere Anadolu’da oturdukları eski yerlerin veya kendilerine önderlik eden dede,
baba ve şeyh gibi atalarının ad ya da unvanlarını verdiler.55 Böylece Balkanlarda İslam’ın yayılmasını
sağladılar.
Mostar Köprüsü (Bosna-Hersek)
54 Hasan Kamil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 269-270.
55 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 5, s. 25.
121
İSLAM TARİHİ
Uzun yıllar Balkanlardaki Müslüman nüfus, bu Türkmen nüfusuyla sınırlı kaldı. Ancak zamanla
gayrimüslimler arasından İslam’a girenler oldu. Özellikle Boşnak ve Arnavutlar kitleler hâlinde
Müslüman oldular. Din değiştirmede Osmanlı Devleti hiç kimseyi zorlamamıştır. Zira fetih sırasında
gayrimüslimlerle bir anlaşma yapılmıştı. O anlaşmaya göre Osmanlı, bölge insanının canına, malına
ve dinine dokunmayacaktı. Bu konuda onlara tam bir güvence verilmişti.
İİNCELEYELİM
Sultan Mehmet Han Merhumun Bosna RuhbanlaSu
rına Verdiği Ahitnamenin Suretidir. (883/1478)
Nişan-ı hümayun şu ki ben ki Sultan Mehmet
Han’ım; üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki bu fermanı taşıyan Bosna
rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum:
Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir.
Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara
ve gerekse kaçanlara emn ü aman olsun ki memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde
yerleşsinler; ne ben ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp
incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına,
kiliselerine ve dışardan memleketimize getirecekleri
kimselere yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için,
yedi Mushaf hakkı için yüz yirmi dört bin peygamber
hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki yukarıda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç
kimse tarafından muhâlefet edilmeyecektir.”
Yukarıdaki metni Osmanlıların diğer dinlere gösterdiği hoşgörü açısından inceleyiniz.
Balkanlarda Türk-İslam kültürünün yayılmasının nedenlerinden biri de o bölgeye yapılan bayındırlık hizmetleridir. Osmanlı yönetimi boyunca
Balkanlarda yaşayan insanlara dil, din ve soy ayrımı
yapmaksızın hizmet etmiştir. Türk İslam kültürünü
yansıtan o kadar çok cami, medrese, han ve hamam
yapılmıştır ki Bursa ile Bosna, Konya ile Üsküp
birbirini hatırlatır olmuştur. Dolayısıyla Balkanların birçok yeri Anadolu gibi birer Türk yurduna
dönüşmüştür.56
Güllü Baba Türbesi (Macaristan)
56 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.104.
122
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
Ancak 18. yüzyıldan itibaren peş peşe çıkan savaş ve milliyetçilik akımları yüzünden Balkanlardaki Müslüman nüfusun bir kısmı katledilirken bir kısmı da Anadolu’ya göç etmeye zorlanmıştır. Diğer
çok az bir kısmı ise her şeye rağmen yerlerinde kalmışlardır. Bugün Balkanlarda bütün yıkımlara rağmen
Türk-İslam kültürünün izleri silinememiştir. Günümüzde Bulgaristan, Yunanistan, Mekedonya, Romanya, Arnavutluk ve Bosna-Hersek’te yaşayan Müslüman Türkler, millî ve manevi kimliklerini korumaya
çalışmaktadırlar.
5. Müslüman Türk Devletleri
GRUP ÇALIŞMASI YAPALIM
Sınıfta beş gruba ayrılınız. Aşağıdaki
M
Türk devletleriyle ilgili araştırMüslüman
malardan elde ettiğiniz bilgileri sınıfla paylaşınız.
İslamiyeti resmî din olarak kabul eden
ilk Müslüman Türk devletleri, İdil (Volga)
Bulgarları, Karahanlı ve Gaznelilerdir.
İdil (Volga) Bulgar Hanlığı: Hazar
1. Karahanlılar
Denizi’nin kuzeyinde İdil (Volga) Irmağı’nın
orta havzasında kurulduğundan bu adla anıl2. Gazneliler
mıştır. Bulgarlar, 7. yüzyılın sonu ile 8. yüz3. Selçuklular
yılın başlarında bu bölgeye geldiler. MS 3.
4. Harzemşahlar
yüzyıldan beri burada bulunan muhtelif Türk
topluluklarını da yönetimlerinde birleştirip
5. Osmanlılar
bölgeyi Türkleştirdiler ve İdil (Volga) Bulgar Devleti’ni kurdular. Coğrafi konumları ticarete çok müsait olduğu için ticarete, ulaşım ve verimli
topraklar açısından önem verdiler. Harezm ve Samanili Müslüman tüccarlarla ticaret yaparlarken İslam’ı
tanıdılar. Tüccarlar sayesinde İslam dini, Bulgarlar arasında yayılmaya başladı. Bu gelişme 900’lü yıllarda
Bulgarlar arasında İslam dininin önemli ölçüde yayılmasını sağladı. Bulgar Hanı, Abbasi halifesine bir
elçi göndererek İslam’ı kabul ettiklerini, bölgesinde bu dini öğretecek muallimler, ayrıca ibadet için cami,
mescit ve kendilerini savunmak için kale yapımında yetenekli ustaların gönderilmesini istedi. Halife, bu
istekleri memnuniyetle karşıladı ve bir elçi heyeti gönderdi. 21 Haziran 921’de Bağdat’tan yola çıkan
heyet, 12 Mart 922 tarihinde Bulgarlara ulaştı. Onlar vasıtasıyla birçok dinî kurum inşa edildi. İdil (Volga)
Bulgarları tarihe Doğu Avrupa’da kurulan ilk Müslüman Türk devleti olarak geçti.57 1237 yılında Bulgarlara saldıran Moğollar köy ve şehirleri yerle bir ettiler. Bundan sonra Altınordu Devleti’nin egemenliğine
giren Bulgarlar kendilerini bir daha toparlayamadılar.
Karahanlılar Devleti (840-1212): Orta Asya’da kurulan ilk Müslüman Türk devletidir. Bu
özelliği ile Türk tarihinde ayrı bir yeri
ve önemi vardır. Devletin kurucusu
Bilge Kül Kadir Han’dır. Devlet 1042
yılında hanedan arasındaki anlaşmazlık
yüzünden Doğu ve Batı Karahanlılar olmak üzere ikiye ayrıldı. Doğu Karahanlılar; (1042-1211) Balasagun, Yerkent,
Kaşgar, Fergana, Balkaş Gölü civarına
egemendiler. Başkentleri Balasagun’du.
Karahanlılar Devleti
57 İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, s.195-196.
123
İSLAM TARİHİ
Bazen de Kaşgar oldu. Hükümdarları Tabgaç Han’dı. 1090 yılında Büyük Selçuklulara bağlandılar.
1130 yılında da Moğol asıllı Karahitayların egemenliğine girdiler. Batı Karahanlılar; (1042-1212)
Aral Gölü’nden Çimkent ve Özkent’e kadar Maveraünnehir’e sahiptiler.
Başkentleri önce Özkent sonra Semerkant oldu. 1074’te bunlar da Büyük Selçuklulara bağlandılar. Selçukluların Katvan Savaşı’nda Karahitaylara yenilmesiyle 1141’de Karahitayların
hâkimiyetine girdiler. Sonra Harzemşahlar Moğollarla beraber Batı Karahanlılara son verdiler. Bu
devletler zamanında Kaşgar, Balasagun, Semerkant, Buhara önemli birer bilim ve kültür merkezi
oldu. Türk-İslam medeniyetinin ilk orijinal ürünleri arasında yer alan Divanü Lügati’t Türk, Kutadgu
Bilig bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Gazneliler Devleti (963-1186): Gazneliler Devleti, Afganistan’ın başkenti Kabil’in
154 km güneybatısında bulunan Gazne’de
kuruldu. Kurulduğu yerden dolayı Gazneliler denilmiştir. Devletin kurucusu Samani Devleti’nde komutan olarak görev yapan
Alptekin’dir. Samani emirine bir köle olarak
satılan Alptekin, sahip olduğu meziyetlerden
dolayı hassa askerleri komutanlığına kadar yükselmiş, Samaniler dağılma sürecine girdiğinde
bir beylik kurarak Gaznelilerin temelini atmıştır.
Gazneliler Devleti
Alptekin’den sonra gelen Bilge Tekin ve Piri Tekin zamanlarında Samanoğluları Devleti’ne
bağlı olarak yaşadılar. Sebük Tekin’in başa geçmesiyle Gazneliler bağımsız devlet hâline geldi. Sonra Karahanlılarla anlaşarak Samanoğulları topraklarını paylaştılar. Sebük Tekin’den
sonra yerine oğlu Mahmut geçti. Sultan Mahmut, Hindistan üzerine birçok sefer düzenledi.
Mahmut’tan sonra devletin başına geçen Sultan Mesut, Dandanakan’da (1040) Selçuklulara
yenildi. Devlet, bu yenilgiden sonra zayıflamaya başladı ve 1187’de Gurlar tarafından yıkıldı.58
Büyük Selçuklu Devleti (1040-1157): Oğuz Türkleri
(Selçuklular) tarafından 1040 yılında Sultan Mesut’a
karşı kazanılan Dandanakan Zaferi sonrası kuruldu. Bu,
Selçukluların istiklal savaşı oldu.59Bu zaferden sonra Selçuklular bir taraftan Anadolu’yu vatan yapacak fetihlere girişirken
bir taraftan da İslam dünyasının önemli bir bölümünün siyasi
hâkimiyetini ele geçirdiler.
Selçuklular, Müslümanların siyasi birliğini Şii, Fatımi
ve Karmatilere karşı mücadele ederek korudular. Devletin
sınırını çok genişlettiler, büyük başarılar elde ettiler. Fakat
Selçukluların da bir ömrü vardı. Selçukluların son sultanı
Sencer, 1141’de Katvan Savaşı’nda Karahitaylara yenildi.
Büyük Selçuklu Devleti
58 Nesimi Yazıcı, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, s. 177-178.
59 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 18.
124
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
Topraklarının büyük bir kısmı Karahitayların egemenliği altına girdi. 1157 yılında da Sencer’in
ölümüyle Selçuklu Devleti ömrünü tamamladı.60
NOT EDELİM
N
Büyük Selçuklulardan doğan devletler
B
şunlardır:
Irak ve Horasan Selçukluları (1092-1194)
Kirman Selçukluları (1092-1048)
Suriye Selçukluları (1069-1118)
Anadolu Selçukluları (1075-1308)
1071 yılında Bizans’a
karşı Malazgirt Zaferi’ni
kazanan ve Türklere Anadolu kapılarını açan Büyük
Selçuklunun ünlü komutanı
Sultan Alparslan 25 Kasım
1072’de vefat etti ve bugünkü Türkmenistan’ın Merv
şehrinde defnedildi.
Sultan Alparslan’ın temsilî resmi
Harzemşahlar Devleti (1157-1231): Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah, kendi döneminde
komutan olan Kutbettin Muhammed’i Harezm’e vali olarak görevlendirdi. Kutbettin Muhammed
öldükten sonra yerine oğlu Atsız geçti. Büyük Selçuklu Devleti’nin buhran içinde son zamanlarını
yaşadığı bu dönemde Harzemşahların başında bulunan Atsız’ın oğlu İl Arslan, bağımsızlığını ilan
etti ve Harzemşahlar Devleti’ni kurdu. Harzemşahlar 12. yüzyılda Orta Asya’nın en güçlü devleti
oldular. Son hükümdarı Celalettin Harzemşah, Moğollara karşı amansız bir mücadele verdiyse de
sonunda bu devlet Moğollar tarafından yıkıldı.61
Anadolu Selçuklu Devleti (1075-1243): Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından
1075 yılında kuruldu. Başkenti önce İznik idi. Burayı Haçlıların işgal etmesi üzerine Konya’yı
başkent yaptılar. Haçlı ordularına karşı önemli
mücadeleler verdiler. Yaptıkları cami, medrese,
YORUMLAYINIZ
han, hamam ve kervansaraylarla Anadolu’yu
baştan başa süslediler. Anadolu Selçukluları 1243
Anadolu Selçuklu sultanlarından
II. Gıyasettin Keyhüsrev’in Gürcü
yılında yapılan Kösedağ Savaşı’yla Moğolların
asıllı Hristiyan eşi için saraya kilise
hâkimiyetine girdi. Bu hâkimiyet elli yıldan
yapılmıştır.
fazla sürdü ve Anadolu Selçukluları bu dönemde
isyan, soygun, mali kriz gibi birçok olumsuzluk
yaşadı. Devlet hâkimiyeti ve otoritesi kalmadı.
Bunun üzerine güçlü olan aşiret beyleri kendi
bölgelerinde bağımsızlıklarını ilan etti. Böylece
Anadolu Türk beylikleri ortaya çıktı. Onlardan
biri de Osmanoğulları Beyliğidir.
Mehmet Şeker, Anadolu’da Bir Arada
Yaşama Tecrübesi, s.158.
Yukarıdaki bilgiyi Türklerin diğer dinlere karşı hoşgörüsü açısından
yorumlayınız.
Osmanlı Devleti (1299-1922): Selçuklular gibi bunlar da Oğuz Türklerinden idi. Osmanoğulları,
Selçuklular tarafından Ankara’nın batısında kalan Karacadağ yöresine yerleştirilmişti. Başlarında
Ertuğrul Gazi bulunuyordu. Ertuğrul Gazi, Bizans sınırında uç beyi olarak görev yapıyordu. Bu
sırada Söğüt ve Domaniç’i ele geçirdi. Ertuğrul’un yerine geçen oğlu Osman Gazi, Bizans’ın elindeki
Karacahisar, Bilecik ve İnegöl’ü fethetti. Böylece Osmanlı Devleti’nin temelleri atılmış oldu (1299).62
Osmanoğulları, Anadolu’da Türk birliğini sağladıktan sonra, İslam dünyasını yabancı saldırılarına
karşı koruma, İslam’ı Avrupa içlerine kadar taşıma gibi önemli görevler üstlendiler. Egemenlikleri altında
60 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 7, s. 181-182.
61 Erol Güngör, Tarihte Türkler, s. 111-118.
62 Erol Güngör, Tarihte Türkler, s. 181-190.
125
İSLAM TARİHİ
yaşayan insanların can ve mal güvenliğini sağlama ve onlara adil davranma Osmanoğullarının temel amaçları oldu. Orhan Gazi zamanında Bursa, I. Murat zamanında Edirne, Fatih zamanında
da İstanbul’u başkent yaptılar. 1595 yılına kadar
devlet sürekli büyüdü. Fatih Sultan Mehmet 1481
yılında vefat ettiğinde devletin toprak yüz ölçümü
2 milyon km² civarında idi. III. Murat Döneminde (1574-1595) ise Fatih Dönemindeki rakamın
yaklaşık on katına ulaştı. Osmanlı, egemenliği
altına aldığı her ülkeye kültür ve medeniyet alanında önemli katkılar sağladı. Sahip olduğu topraklarda bıraktığı cami, han, hamam, medrese,
III. Murat Dönemi Osmanlı coğrafyası
kervansaray, köprü, imarethane, kütüphane ve
vakıf gibi birçok eser bugün Osmanlının büyüklüğüne hâlâ şahitlik etmektedir. Dünyanın en büyük ve
en uzun ömürlü devletlerinden biri olan Osmanlı 17. yüzyıldan itibaren duraklayarak gerilemeye başladı.
1922 yılında saltanat kaldırıldı ve yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruldu (1923).
ÇÖZÜMLEYELİM
Padişah ve
Sultanlar
Gazneli
Selçuklu
Osmanlı
Karahanlı
Osman Gazi
Alparslan
III. Murat
Satuk Buğra Han
X
Sultan Mahmut
Yukarıdaki tabloyu çözümleyiniz.
TARTIŞALIM
Yandaki devletlerin kuruldukları yerleri harita üzerinde bula-
Kazan Hanlığı
(1437-1552)
KAZAN
Eyyubiler
(1171-1348)
MISIR
rak Müslüman Türklerin
İslam coğrafyası üzerindeki tesiri hakkında sınıf-
İhşidiler
(935-969)
MISIR
Kırım Hanlığı
(1441-1784)
KIRIM
ORTA ASYA
DİĞER MÜSLÜMAN
TÜRK DEVLETLERİNDEN BAZILARI
126
Babür İmparatorluğu
(1526-1858)
PENCAP
Memlukler
(1250-1517)
MISIR
Delhi Türk Sultanlığı
(1206-1413)
HİNDİSTAN
ça tartışınız.
Timur İmparatorluğu
(1369-1505)
Tolunoğulları
(868-905)
MISIR
VI. ÜNİTE: İSLAMİYET VE TÜRKLER
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A-Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Hz. Ömer Dönemi Türk-Arap ilişkilerinin tarihî seyrini anlatınız.
2. Türklerin İslamlaşma sürecini hızlandıran etkenler nelerdir? Açıklayınız.
3. Osmanlının kutsal topraklara yaptığı hizmetler nelerdir? Anlatınız.
4. Balkanlarda İslam’ın yayılmasında Türklerin rolü nedir? Açıklayınız.
B-Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdaki devletlerden hangisi Mısır’da kurulan Müslüman Türk devletlerinden biri değildir?
A) Memluklüler B) Timur İmparatorluğu C) İhşidiler
D) Tolunoğulları
E) Eyyubiler
2. Türkler hangi savaştan sonra kitleler hâlinde Müslüman olmaya başlamıştır?
A) Katvan
B) Nihavent
C) Talas
D) Kösedağ
E) Dandanakan
3. Aşağıdakilerden hangisi Ahilikte önem verilen prensipler arasında yoktur?
A) Anaya babaya saygılı olmak
B) Nefsine düşkün olmak
D) İyi kalpli olmak
E) Konuksever olmak
C) Güzel ahlaklı olmak
4. Aşağıdakilerden hangisi Hz. Peygamberden sonra ilk halife olmuştur?
A) Hz. Ali
B) Hz. Ömer
C) Hz. Osman
D) Hz. Ebu Bekir
E) Hz. Abbas
5. Aşağıdakilerden hangisi Türklerin Müslüman olmasını kolaylaştıran etkenlerden biri değildir?
A) Eski inançlarına benzer yönler olması
B) Abbasilerin Türklere iyi davranması
C) Ticari ilişkiler
E) Türklerin vergiye bağlanmaları
D) Mutasavvıfların gayreti
C-Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri parantez içindeki uygun kelimelerle doldurunuz.
(Ertuğrul, Kayseri, Kösedağ, dinî, surre, Sencer, Dandanakan.)
1. Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun son hükümdarı………………..
2. Büyük Selçuklu Devleti………………….Savaşı’ndan sonra kuruldu.
3. Hunat Hatun Medresesi……………………..’dedir.
4. Hristiyanların Kudüs’ü Müslümanların elinden almak istemeleri, Haçlı Seferleri’nin ....................................
sebeplerindendir.
5. Mekke ve Medine halkına para götüren özel birliğe…………………….denir.
D-Aşağıdaki bilgilerin doğrularını (D), yanlışlarını (Y) ile işaretleyiniz.
1. (…) Eyyubiler Mısır’da kurulan Müslüman Türk devletidir.
2. (…) Emeviler Döneminde İslam’ın yayılması için en çok çaba gösteren Ömer bin Abdülaziz’di.
3. (… ) Ebu Müslim el-Horasani, Emevi Dönemi komutanlarındandır.
127
İSLAM TARİHİ
7. ÜNİTE
İSLAM MEDENİYETİ
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
1. Kültür ve medeniyet kavramlarının anlamlarını sözlükten araştırınız.
2. Çevrenizde bulunan dinî-tarihî eserlerden biri hakkında bilgi edininiz.
3. Hat, ebru ve minyatür gibi sanat eserlerinden birinin nasıl yapıldığını araştırınız.
4. Vakıflar hakkında bir araştırma yapınız ve edindiğiniz bilgileri defterinize yazınız.
128
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
1. Dinî ve Toplumsal Hayat
1. 1. Dinî İnanışlar
Tarihte Müslüman toplumlardaki insanlar, inanış yönünden Müslümanlar ve gayrimüslimler
(Müslüman olmayanlar) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Hz. Peygamber ve Dört Halife dönemlerinin
sonuna kadar İslam dünyasında Müslümanların çoğunluğunu Araplar oluşturmaktaydı. Ancak
Emeviler ve Abbasiler Döneminde İslam’ın yayılmasıyla birlikte Türkler, İranlılar ve Berberiler gibi
farklı milletler de Müslümanlar arasına dahil oldular.
Hz. Peygamber zamanında Müslümanlar onun etrafında toplandılar. Hz. Muhammed’in
vefatından sonra dinden dönme olayları ve yalancı peygamberler ortaya çıktı. Hz. Ebu Bekir ve Hz.
Ömer dönemlerinde otorite ve birlik tekrar sağlandı. Ancak Hz. Osman Döneminin son yıllarından
itibaren başlayan iç huzursuzluklar, Hz. Ali Döneminin başından itibaren ciddi ihtilaflara yol açtı.
Ortaya çıkan görüş ayrılıkları bir süre sonra iç çatışmaya dönüştü ve Müslümanlar arasında fikrî ve
siyasi bölünmeler başladı. Önce Hariciler, ardından Şiiler ve bir süre sonra da Cebriye ve Mutezile
gibi mezhepler ortaya çıktı. Bu gruplar İslam toplumunda azınlığı teşkil etmekteydiler. Toplumda
asıl gövdeyi ehl-i sünnet olarak bilinen kesim oluşturuyordu. Bununla birlikte ehl-i sünnet içinde
de inanç alanında Selefilik, Maturidilik ve Eşarilik; hukuk alanında da Hanefilik, Şafiilik, Malikilik
ve Hanbelilik gibi bazı mezhepler ortaya çıkmıştı. Farklı mezhepler arasında geniş bir hoşgörü ve
anlayış vardı. Farklı ekollerin olması ve hoşgörü anlayışı, İslam dünyasında zengin bir fikrî birikimin
oluşmasına zemin hazırlamıştır.
İslam toplumlarında Müslümanların
yanı sıra Yahudi, Hristiyan, Sabii, Mecusi,
Budist, putperest, güneşe ve yıldızlara
tapanlar gibi çok farklı topluluk birarada
yaşamıştır. Gayrimüslimler İslam toplumunda
anlaşmalar çerçevesinde yaşayarak can ve mal
güvenliklerini korumuştur. Ayrıca onlara dinî
eğitim ve öğretim hakları tanınmış, ibadet ve
ayinlerinde ise serbest bırakılmışlardır. Ceza
davaları hariç aile, şahıs, borçlar ve miras
hukuku gibi alanlarda hukuki serbestliğe sahip
olmuşlar ve aralarındaki anlaşmazlıkları kendi
mahkemelerine götürme hakları olduğu gibi
İslam mahkemelerine de başvurabilmişlerdir.1
Cami, kilise ve havra
PAYLAŞALIM
İslam tarihinde Müslümanların farklı inanç ve kültürlere gösterdikleri hoşgörüye
ilişkin örnekler bulunuz ve bunları arkadaşlarınızla paylaşınız.
1 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.109.
129
İSLAM TARİHİ
Gayrimüslimler, şahıs vergisi (cizye), arazi vergisi, (haraç) ve ticaret vergisi verirlerdi. İslam
toplumunda gayrimüslimler çoğunlukla ticaretle meşgul olmuşlardır. Askerlikten muaf tutuldukları
için savaşa katılmayan gayrimüslimler, ekonomik alanda güçlenmişlerdir.
1. 2. Toplumsal Yapı
Kabilecilik anlayışı, İslam öncesi Arap toplumunun en belirgin özelliğidir. Buna göre herhangi
bir kabileye mensup olanlar güçlü kabul edilirdi. Kabilesi olmayanlar ise güçlü kabilelerinin himayesine
girerdi. Tüm insanların doğuştan eşit olduğunu ilan eden İslam; kabile, soy, renk ve ırk ayrımına karşı
çıkmıştı. Bu sebeple İslam toplumlarında imtiyazlı bir sınıfın ortaya çıkması engellenmişti. İslam’la
birlikte kabilecilik anlayışı yerini kardeşlik ve hukuka bıraktı.
İlk dönem İslam toplumlarında ana gövdeyi oluşturan sosyal grup Müslüman Araplardı.
Peygamber ve Dört Halife Devrinin sonuna kadar yönetim Arap kökenli Müslümanların elindeydi.
İslam dini, ırk ve soy ayrımını kabul etmemesine rağmen Emeviler Döneminde Arap olmayan unsurlara
yönetimde genellikle yer verilmemiştir. Abbasiler Dönemi ile birlikte Arapların dışındaki milletler de
yönetimde söz almaya başlamışlardır.2
İslam toplumunu oluşturan bir diğer sosyal grup ise zimmilerdir. Anlaşmalar çerçevesinde
devletin himayesi altında yaşayan gayrimüslim vatandaşa zimmi denir. Zimmiler devlete cizye
öderlerdi.3 Zimmileri Hristiyanlar, Yahudiler, Sabiiler ve diğer din mensupları oluşturmuştur.4
İslam toplumunu oluşturan kesimlerden biri de mevalidir. Mevali, iki anlamda kullanılmıştır.
İlk zamanlarda azat edilen kölelere mevali denmekteydi. Sonraki dönemlerde fetihlerin artması ve
İslam’ın yayılmasıyla birlikte Arapların dışında Müslüman olanlara da mevali denilmeye başlandı.5
Mevali, İslam toplumlarında Emeviler Dönemi hariç olmak üzere her zaman diğer Müslümanlar gibi
temel hak ve özgürlüklere sahip olmuştur.
İslam toplumunun üyesi olan bir diğer grup da kölelerdir. Kölelik ilk çağlardan beri var olan bir
kurumdur. İslam’ın geldiği dönemde Bizans, Sasani ve Hint toplumlarında olduğu gibi Arap toplumunda
da kölelik vardı. Köleler toplumun en alt tabakasını teşkil etmekteydi ve kölelerin özgürlükleri yoktu.
Köle olarak doğan bir kişi bu statüsünden kurtulamıyordu. İslam dini ise köleliğe karşı çıkmış ve köleyi
bir ticari mal değil, insan olarak kabul etmiştir. Öncelikle kölelerin durumunu iyileştirici hükümler
koymuştur. Kölelere iyi davranmayı emretmiş, onların haklarını hukuki teminat altına almıştır. Hz.
Peygamberin şu tavsiyesi bu konuya açıklık getirir: “Köleleriniz sizin kardeşlerinizdir. Onlara
yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin. Ağır bir iş yüklemeyin; yüklerseniz siz de onlara
yardım edin.”6 Ayrıca İslam dini köleliği kaldırmak için teşvik edici hükümler de koymuştur. Köle
azat etmeyi bir ibadet saymış ve bazı günahların
kefareti olarak belirlemiştir. Hz. Peygamber, eşi
TARTIŞALIM
Hatice’nin hizmetine verdiği köleyi azat etmiş ve
İslam dini, köleliği niçin hemen
Müslümanlara da bunu tavsiye etmiştir. İslam dini,
k
ld
kaldırmamıştır?
Tartışınız.
kölelere sahipleri ile anlaşarak ücretlerini ödemeleri
ve hürriyetlerine kavuşmaları hakkını da vermiştir.
2 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.111.
3 Heyet, Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 716.
4 Philip Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 2, s. 367.
5 Ramazan Altınay, Emeviler Dönemi Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı, s. 21.
6 Buhari, İman, 22.
130
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
1. 3. Ulema ve Toplumsal Etkinliği
İslam dini, âlimlere büyük değer vermiştir.
İslam dünyasında ilk dönemlerde ilim adamlarına
alanlarına göre müfessir, muhaddis, fakih gibi
isimler verilmişse de âlim (çoğulu ulema) ifadesi
yaygın olarak kullanılmıştır. Kur’an’daki, “
Kulları içinden ancak bilginler, Allah’tan
(gereğince) korkar.”7 ayeti ilim sahibi kimselerin
üstünlüğüne işaret etmektedir.
Hz. Peygamber Döneminde özellikle suffede okuyanlar, Müslüman ilim adamlarının ilk örneklerini oluşturmuşlardır. Dört Halife Döneminde genişleyen İslam coğrafyası Müslümanları
farklı inanç ve kültürlerle karşı karşıya getirmişti. Bu karşılaşmanın getirdiği sorunlar ve
ihtiyaçlar yeni çözümleri gerektirmiştir. Müslümanların, dini anlama ve uygulama yolunda
karşılaştığı bu problemler ulema tarafından
ictihatla çözülmüştür.
NOT EDELİM
Osmanlı Devleti’nde ulemayı ilmiye
sınıfı teşkil etmektedir. İlmiye sınıfı, seyfiye
(asker) ve kalemiye (bürokrasi) ile birlikte
Osmanlı devlet teşkilatının temel unsuru
olmuştur. İlmiye sınıfı, eğitim, yargı, fetva
ve diyanet işlerine bakmakla yetkiliydi.
İlmiye teşkilatının başında Şeyhü’l-İslam
bulunurdu. İlmiye teşkilatının giderlerini
ise vakıflar karşılamaktaydı.
İlk dönemlerde ilim adamlarının ders
halkaları genellikle camilerde olmuştur. Bununla birlikte küttaplarda, âlimlerin evlerinde
ve saraylarda da ilim halkaları oluşturulmuştur.
Ulemanın maaşları çoğunlukla vakıf gelirlerinden ödenmekle birlikte zaman zaman devlet
veya öğrenci velileri tarafından da ödenmiştir.
İslam dünyasında ulema genellikle siyasi otoriteden bağımsız olmuş ve bu durum ulemanın
özgün eserler ortaya koymasını sağlamıştır.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 22, s. 141. (Özetlenmiştir.)
İslam dünyasında ulema; eğitim, dinî
hayat ve bilimsel çalışmaların temelini teşkil etmiştir. Ulema bilgisiyle halk nezdinde itibar gören bir statüye sahip olmuş ve her zaman saygı görmüştür. Halk üzerindeki etkileyiciliği sebebiyle belli bir otorite
ve itibar sahibi olan ulemaya devlet yöneticileri de saygı ile yaklaşmışlardır.
Emeviler Döneminde Arapların yönetim ve askerî işlere ağırlık vermesi sebebiyle ulema genellikle
mevali sınıfı arasından çıkmıştır.8 Abbasilerde toplumun havas adı verilen seçkinler zümresinden sayılan
ilim adamları, özellikle Abbasi halifelerinin destek ve himayesini görmüşlerdir.
Selçuklularda ulema, medreselerin en önemli unsuru olmuştur. Selçuklu medreselerinde görev
yapan ulema Bâtıni inançlara karşı mücadele etmiştir. Bu ilim adamlarının maaşları da vakıflar aracılığıyla
karşılanmıştır.
ş
ş
KONUŞALIM
K
Müslüman toplumlarda ulemanın halk üzerinde etkin olmasının sebeplerini
aarkadaşlarınızla
ar
ka
konuşunuz.
7 Fâtır suresi, 28. ayet.
8 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 11, s. 101.
131
İSLAM TARİHİ
1. 4. Bayramlar
Bayramlar, dinî ve millî duygularla
kutlanan özel günlerdir. Müslümanların iki tane
dinî bayramı vardır. Bunlardan biri Ramazan,
diğeri ise Kurban Bayramı’dır. Hz. Peygamber,
Medine’ye hicret ettikten sonra Medinelilerin
kutladığı eski bayramlar yerine Ramazan ve
Kurban bayramlarını koymuştur. Ramazan ayını
oruçla geçiren Müslümanlar şevval ayının ilk üç
gününü bayram olarak kutlarlar. Kurban Bayramı
ise zilhicce ayının onuncu günü başlayıp dört gün
devam eder. Bu günlerde Müslümanlar kurban
ibadetini yerine getirdikleri için bu bayrama da
Kurban Bayramı adı verilmiştir.
Hz. Peygamber, bayram günlerinde ilk iş olarak
bayram namazı kılmayı tavsiye etmiştir. Bayram namazları,
TARTIŞALIM
musalla adı verilen meydanda kılınırdı. Kadınlar ve
Ramazan ve Kurban bayramlaçocuklar da bayram namazlarına iştirak ederlerdi. Namazın
rının
toplumsal
barışa nasıl katkı sağkılınmasıyla bayram kutlaması başlardı. Bayram günlerinde
ladığını arkadaşlarınızla tartışınız.
yeni elbiseler giyilir, insanlar birbirleriyle tebrikleşir
ve hediyeleşirlerdi. Halifeler, namazdan sonra halkla
bayramlaşırdı. Kimi zaman kılıç ve çalgı oyunları, at veya deve yarışı gibi eğlenceler de düzenlenirdi.
İslam toplumlarında bayram günlerinde toplu ikramlar verilir ve ziyaretler yapılırdı. Bağdat, Kudüs
ve Şam gibi büyük şehirlerde parlak ve coşkulu törenlerle bayramlar kutlanırdı. Bayram geceleri şehirlerde
fener alayları düzenlenirdi.9
1. 5. Aile
Aile, evlilik ve kan bağına dayanan; anne, baba ve çocuklardan oluşan en küçük sosyal gruptur.
İslam dini aileyi toplumun temeli kabul eder. Bu yüzden İslam, ailenin sağlam bir şekilde kurulmasına büyük önem vermiştir. Aile, Müslüman bir toplumun çekirdeği ve kültürel devamlılığın gereğidir.10 Ailenin
temel amacı, sağlıklı nesiller yetiştirerek insan soyunun devamına katkıda bulunmak ve topluma faydalı
bireyler kazandırmaktır. İslam dini, ailenin kurulmasında nikâhı esas kabul etmiştir. Evlenmeye gücü yetmeyenlerin iffetlerini korumalarını tavsiye etmiş ve evlilik dışı ilişkileri yasaklamıştır. Eşlerin birbirine
karşı sorumlulukları olduğunu ifade eden İslam dini, aileyi muhafaza etmek için aileye zarar verecek her
türlü söz ve davranışı yasaklamıştır.
İslam dini, kadın ve erkeği eşit kabul etmiştir. İslam hukukuna göre gerek insanlık gerekse kulluk
açısından kadın ve erkek arasında bir farklılık yoktur. Her iki cinsin konumları temel hak
BEYİN FIRTINASI YAPALIM
ve sorumluluklar açısından da aynıdır. Buna
göre kadının maddi ve manevi kişiliği, canı,
İslam dininin aileye verdiği önemi
malı ve ırzı aynen erkeğinki kadar kıymetlidir.
araştırıp sınıfta arkadaşlarınızla beyin
İslam’da kadınlar temel hak ve özgürlüklerinfırtınası yapınız.
11
den mahrum bırakılmamıştır.
9 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 5, s. 259.
10 Mustafa Aydın, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, s. 199.
11 Heyet, İlmihal, C 2, s. 317.
132
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
Kadın, mal varlığı yönüyle kocasından bağımsızdır ve kendi başına tasarruf yetkisi vardır. Yine
İslam’ın öngördüğü aile yapısı esas itibarıyla tek eşle evlilik üzerine kurulmuştur. İslam, eşlerin bir arada
yaşama imkânının kalmadığı durumlar için de boşanmaya izin vermiştir. Evlilik konusunda aile egzogamisi
(akraba dışı evlilik) uygulamış ve belirli dereceye kadar kan, süt bağı bulunan akrabalarla evlenmeyi doğru
bulmamıştır. Müslüman erkeklerin de ehl-i kitap olarak bilinen Yahudi ve Hristiyan kadınlarla evlenmesine
izin verilmiştir.12
2. Ekonomik Hayat
İslam dini Müslümanlara helal rızık için çalışmayı emretmiştir. Kur’an’da ve hadislerde çalışmayı
teşvik eden ilkeler, Müslümanların tarihte canlı bir ekonomik hayat geliştirmelerini sağlamıştır. Ekonomi,
İslam devletlerinin önem verdiği alanlardan biri olmuştur. Gelirler, harcamalar, tarım, sanayi, madenler ve
ticaret, ekonomik hayatın başlıca unsurlarıdır.
2. 1. Devlet Gelirleri ve Harcamaları
İslam devletlerinin başlıca gelirleri zekât, öşür, haraç, cizye, ganimet ve gümrük vergileridir.
Bunların dışında veraset vergisi, olağanüstü vergiler ve vergi dışı (bağış, buluntu vb.) gelirler de devletin
gelir türlerindendir.
NOT EDELİM
İSLAM DEVLETLERİNİN GELİRLERİ
Zekât
Öşür
Haraç
Cizye
Ganimet
Gümrük
vergisi
Diğer
gelirler
İslam devletinin en önemli gelirlerinden biri zekâttır. Zekât, varlıklı Müslümanlara farz
olan mali bir ibadettir. Zekât hür, akıllı ve ergen Müslümanlardan alınır. Zekâtın hangi mallardan ne kadar
alınacağı ve kimlere verileceği gibi hususlar Hz. Peygamber zamanında ayet ve hadislerle belirlenmiştir.
Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer dönemlerinde zekât devlet tarafından toplanıyor ve
muhtaçlara dağıtılıyordu. Ancak Hz. Osman zamanında para, altın, gümüş ve ticari malların zekâtı, o
günün şartları dikkate alınarak ihtiyaç sahiplerine verilmek üzere zengin Müslümanların sorumluluğuna
bırakıldı. Diğer malların zekâtları ise yine devlet tarafından toplanmaya devam edilmiştir.13
Devletin gelirlerinden biri de öşürdür. Öşür, Müslüman toprak sahiplerinin zirai mahsullerinden
onda bir oranında alınırdı. Genellikle ayni olarak verilen öşür, Hz. Peygamber zamanında uygulamaya
konmuştur.14 Müslümanlardan toplanan öşür, zekât fonuna aktarılırdı.
Hz. Ömer zamanında konulan bir vergi olan
haraç da devletin önemli gelir kaynaklarındandır.
Haraç, gayrimüslimlerin işlettikleri topraklardan
alınan bir vergidir. Hz. Ömer, savaş yoluyla elde
edilen toprakları yaptığı istişareler sonucunda
devletin ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarını
dikkate alarak Müslümanlara dağıtmamış ve bu
toprakları devletin mülkiyetine geçirmiştir.15
BİLGİ KUTUSU
B
İslam devletlerinde gayrimüslimlerden alınan haraç, cizye,
ticaret vergisi ve diğer gelirlerin tamamına fey denir.
12 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 2. s. 199.
13 Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, s. 124.
14 Ahmet Tabakoğlu, İslam ve Ekonomik Hayat, s. 114.
15 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 2, s. 275.
133
İSLAM TARİHİ
Bu toprakların kullanım hakkı sahiplerine bırakılmış ve toprak sahipleri de bunun karşılığında devlete
vergi ödemişlerdir. Bu uygulamayı daha sonraki devletler de sürdürmüştür. Bu vergiler haraç defterleri
yoluyla kayıt altına alınmıştır.16 Divan defterlerinde kayıtlı olan askerlerin ve diğer memurların maaşları haraç
gelirleriyle ödenirdi. Köprü ve yol gibi bayındırlık giderleri bu fondan karşılanır, kalan miktar ise Beytü’l-Mal’a
devredilirdi.17
Cizye, Hz. Peygamber zamanında yürürlüğe konulan, hür ve ergen olan gayrimüslim erkeklerin yılda
bir kez ödedikleri vatandaşlık vergisidir. Çocuklar, kadınlar, din adamları, engelliler ve maddi imkânı olmayanlardan cizye alınmazdı. Devlet, cizye aldığı vatandaşlarının can, mal ve din emniyetini sağlamak zorundaydı.
Cizye veren kişi, Müslüman olduğu takdirde bu vergi ondan düşerdi. Ancak Emeviler Döneminde devletin
gelirlerinin düşeceği endişesiyle Müslüman olan zimmilerden de cizye alınmaya bir süre daha devam edildi.18
Gümrük vergisi, iç ve dış ticaretten alınan bir
vergidir. İlk kez Hz. Ömer zamanında uygulamaya
konulan bu vergiyi, Müslüman tüccarlar genellikle
% 2,5 oranında öderlerdi. Yabancı tüccarlar ise
genelde % 10 oranında gümrük vergisi öderdi.
Ancak yabancı devletlerin Müslüman tüccarlardan
aldığı gümrük vergisi ne ise o devletlerin
tüccarlarından da aynı oranda vergi alınırdı. Bu
vergi yılda bir kez alınırken Emeviler Döneminde
(Ömer bin Abdülaziz Dönemi hariç) malın ülkeye
her girişinde alınmıştır.19 Bunların dışında İslam
devletlerinde bağışlar, sahipsiz mallar, örfi vergiler,
vasiyetle hazineye bırakılan mallar gibi gelirler de
devletin gelir kaynaklarını oluşturmuştur.
BİLGİ KUTUSU
Ganimet, İslam devletlerinin gelir
kaynaklarındandır. Müslümanların savaşta
düşmandan elde ettikleri her türlü gelire ganimet adı verilmiştir. Ganimetin beşte biri (Humus),
Hz. Peygamber ve Dört Halife Döneminde toplum
yararına harcanması için Beytü’l-Mal’a ayrılırdı.
Emeviler Döneminde bu gelirler silah, at ve erzak
gibi askerî ihtiyaçlar için kullanılmıştır.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C 13,
s. 351. (Özetlenmiştir.)
İslam dünyasında devletin genel maliyesini temsil eden müesseseye Beytü’l-Mal denmiştir. Beytü’lMal, Hz. Peygamber Döneminde oluşmuş ve Hz. Ebu Bekir Döneminde de varlığını devam ettirmiştir. Beytü’lMal’da toplanan zekât, öşür ve ganimet gibi gelirlerin harcanacağı yerler Hz. Peygamber Döneminde belirlenmiştir. Diğer gelirler ise zamanın ve toplumun şartlarına göre harcanmıştır. Hz. Ömer zamanında fetihlerin
artmasıyla devletin gelirlerinde büyük artış olmuş ve bu durum gelirlerin muhafaza edilmesi ve dağıtılması
sorununu gündeme getirmişti. Bunun üzerine Hz. Ömer, fey gelirlerinin dağıtımını adaletli ve düzenli yapmak
için Beytü’l-Mal’ı kurumsal bir yapıya kavuşturmuştur. Bu amaçla görevliler tayin etmiş ve Beytü’l-Mal’dan
ödeme yapılacak isimleri divan defterlerine kaydettirmiştir.20
NOT EDELİM
İslam devletinin giderleri şunlardır:
Zekât Giderleri
Fakirler, düşkünler, zekât
görevlileri, müellefe-i kulub,
kölelere, borçlular, muhtaçlar
ve Allah yolunda olanlara
harcanır.
Ganimet Giderleri
Diğer Giderler
Yetimler, ihtiyaç sahipleri,
ve yolda kalmış olanların
ihtiyaçları karşılanır.
Ülke genelindeki dinî hizmetler de ganimet gelirlerinden
karşılanır.
Devlet görevlilerinin maaşları,
ordunun ihtiyaçları, eğitim
giderleri, ziraat ve bayındırlık
işleri genel bütçeden karşılanır.
16 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 16, s. 71.
17 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 11, s.102.
18 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 8, s. 42.
19 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 14, s. 260.
20 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 6, s. 90.
134
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
2. 2. Tarım, Sanayi ve Madenler
İslam dünyasında ekonomik hayatın temelini tarım oluşturmuştur. Bu sebeple tüm idareciler
ilk dönemden itibaren tarımsal faaliyetlere önem
vermişlerdir. Her dönemde yöneticiler tarımda
verimliliği artırmak için sulama kanalları açmayı
önemli görev olarak kabul etmişlerdi. Dört Halife
ve Emeviler Döneminde bataklık alanlar ıslah edilerek yeni tarım alanları açılmış, barajlar, köprüler
inşa edilmiş ve modern usullerle tarım yapılmıştır.
Müslümanlar doğudaki tarım usullerini Endülüs’e
de taşımış, orada bağ ve bahçeler oluşturmuşlardır. Müslümanların oluşturduğu bağ ve bahçeler
Endülüs’ün tarihî mirası olarak günümüze kadar
varlığını korumuştur.21
Endülüs’ün en meşhur bahçelerinden biri olan Cennetü’l - Arif,
bugünkü adıyla Generalife, 13. asrın sonlarında İspanya’da hüküm süren Nasriler zamanından kalma bir abidedir.
İslam dünyasında sanayi alanında öne çıkan endüstri kolu dokumacılıktır. Özellikle elbiselik, döşemelik kumaş imalatı ve perdelik ile halı dokumacılığı gelişmiştir. Bunun yanında ipek, pamuk, gül suyu ve
ıtriyat üretimi yaygınlaşmıştır. Ayrıca dericilik, cam sanayi, kiremit, tuğla ve silah imalatı da yaygın olan
endüstri kollarıdır. 795 yılında Bağdat’ta kurulan kâğıt imalathanesiyle Müslümanların kağıt ihtiyaçları karşılanmıştır. Daha sonra farklı şehirlerde kurulan imalathaneler aracılığı ile Avrupa’ya kâğıt ihraç edilmiştir.
Bu dönemde Endülüs’te gelişmiş bir dericilik sektörü vardı. Ayrıca yün ve ipek dokumacılığı, porselen
ürünleri imalatı yapılmaktaydı. İpek, önceleri Hint bölgesinden ithal edilirken sonraki dönemlerde İran’dan
Endülüs’e kadar olan bölgede ipek üretimi artmıştır.22
İslam dünyasında zengin maden yatakları mevcuttu. Yöneticiler maden yataklarını işletmeye önem
vermişlerdir. Bu çerçevede zengin altın, gümüş, bakır, demir ve kurşun madenleri işletilmiştir. Ayrıca
Endülüs’te Toledo ve doğuda Dımeşk şehirleri o dönemde kılıç yapımı ile meşhur olmuştur.23
2. 3. Ticaret ve Para
Arap Yarımadası dünya ticaretinin geçiş
noktalarından biri üzerindeydi. Fetihlerin artmasıyla birlikte birçok ticaret yolu, Müslümanların hâkimiyetine geçti. Arap Yarımadası’nda
ise ekonomik hayatın temelini tarım ve kervan
ticareti oluşturmaktaydı. Müslümanlar, her
dönemde ticarete büyük önem vermişlerdir.
Devlet yöneticileri, bu amaçla yollar yaptırmış, ticaret yollarının güvenliğini sağlamış ve
bu güzergâhlar üzerine kervansaraylar yaptırmışlardır. Emeviler Döneminde deniz ticareti daha ön planda iken Abbasiler zamanında
kara ticareti daha yaygın olmuştur.24 Emevilerle birlikte İslam dünyasında Bağdat, Basra,
BİLGİ KUTUSU
Endülüs (İspanya) İslam uygarlığında
deniz ticareti çok gelişmiştir. Sevil (İşbiliye)
kenti o dönemin en büyük liman kentlerinden
biriydi. Buradan pamuk, zeytin ve yağ ihraç edilmekteydi. Endülüs’te üretilen mallar, Mısır’da İskenderiye
ve Bizans’ta İstanbul liman şehirleri aracılığıyla Hindistan ve Orta Asya bölgelerine gönderilirdi.
Philip K. Hitti, Siyasî ve Kültürel İslam Tarihi, C 2, s. 837.
(Özetlenmiştir)
21 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 2, s. 836.
22 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.118-119.
23 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 2, s. 834.
24 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 337.
135
İSLAM TARİHİ
Kahire, İskenderiye, Kûfe gibi şehirler kara ve
deniz ticareti için önemli bir merkez olmuştur.
Özellikle Basra, deniz ticaretinde önemli bir
merkez idi. Hindistan ve Çin taraflarına deniz
yoluyla tüccarlar gidip gelmekteydi. Aynı zamanda Hint ve Çin bölgesi ile kara ticareti de
yaygındı. Bu bölge ticaretinin en önemli unsuru ipekti.
Kara ve deniz yoluyla dünyanın birçok
yerine ticari seferler yapan Müslüman tüccarİslam tarihinden ilk para örnekleri
lar, 9. yüzyılda, sarraflarla iş birliği yaparak
İslam Bilim ve Teknoloji Müzesi (İstanbul)
bankacılık hizmeti vermişlerdir. Bu varlıklı kesim, bir süre sonra bazen esnaf ve tüccar kesimine bazen de hükümetlere borç para vermeye başladı. Yine bu dönemde çek ve kredi mektupları da ticari
hayatta kullanılmıştır.25 İslam dünyasının ilk Döneminde Hristiyan, Yahudi ve Mecusi tüccarlar ticarette
etkiliyken sonraki dönemlerde Müslüman tüccarlar bunların yerini almıştır.
Ticaretin en önemli araçlarından biri de
NOT EDELİM
N
paradır. İslam’ın doğduğu zamandan itibaren
Müslümanlar tedavülde olan Bizans’ın altın
Emeviler Döneminde Bizans’la olan
E
siya
i
siyasi
ve askerî mücadele iktisadi alana da
dinarını ve Sasanilerin gümüş dirhemini para
26
yansımıştır.
Emevi sultanlarından Abdülolarak kullanmaktaydı. Bu paraların üzerinde
melik bin Mervan, 696 yılında ilk kez altın
Bizans ve Sasanilerin inanç ve kültürünü simgedinar bastırmış ve ülkesini Bizans parasına
leyen resim ve yazılar vardı. Hz. Peygamber Döbağımlılıktan kurtarmıştır.
neminde de bu paralar kullanılmış, ayrıca para
bastırılmamıştır. Bu dönemde Hz. Peygamber,
tedavülde olan sikkeleri kırarak eksiltme yapmayı Müslümanlara yasaklamıştır.27
Paralar üzerinde ilk tasarruf Hz. Ömer Döneminde oldu. Hz. Ömer, İran ve Irak’ın fethinden sonra üzerlerinde İran hükümdarlarının resmi ve ateş tapınağı bulunan dirhemleri yeniden bastırdı. Yeni basılan dirhemlerin üzerine ise “elhamdülillah, lailaheillallah, Muhammedünresulullah” gibi ifadeleri yazdırdı. Bu dirhemler
bazı ufak değişikliğe rağmen Muaviye Dönemine kadar tedavülde kaldı. Muaviye Döneminde ise Muaviye’nin
kılıç kuşanmış tasvirinin yer aldığı yeni dirhemler bastırıldı ve bunlar tedavüle sürüldü.28
3. İlim ve Düşünce Hayatı
İlk emri “Oku!” olan İslam dini, ilmi kutsal saymış ve ilim elde etmeyi de ibadet kabul etmiştir.
İslam’ın ilme verdiği değer nedeniyle Müslümanlar tarih boyunca ilme ve ilim adamına büyük önem
vermişlerdir. Müslümanlar farklı ilim dallarında dünya ilim ve kültür hayatına pek çok katkıda bulunmuştur. Onlar, İslam’la ilgili ilimleri “şer’i ilimler” olarak nitelendirmişlerdir.29 Tarih boyunca Müslümanlar
bütün ilim dallarında çalışmalar yapmışlar ve dinî ilimlerin yanı sıra fen ve sosyal bilimlerde de özgün
eserler ortaya koymuşlardır.
25 Philip K. Hitti, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, C 2, s. 837.
26 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 48.
27 Cahit Baltacı, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 204.
28 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 2, s. 570.
29 İsmail Raci Farukî, İslam Kültür Atlası, s. 257.
136
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
YORUMLAYALIM
İslam’ın ilme verdiği önem ile ilgili ayet ve hadislerden oluşan bir sunu hazırlayınız ve
i
içeriğini
sınıfta arkadaşlarınızla yorumlayınız.
3. 1. İslam Bilimleri
Tefsir, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin
açıklanıp yorumlanmasıdır. Kur’an ayetlerini
açıklayarak yorumlayan kişilere ise müfessir
adı verilir. Dolayısıyla tefsirin konusu Kur’an-ı
Kerim, amacı ise onun ayetlerinin anlaşılmasıdır.
Kur’an ayetlerinin açıklanmasında ayetlerin iniş
sebepleri, Hz. Peygamberin söz ve uygulamaları
gibi ölçüler dikkate alınır. Hz. Ali, Abdullah İbn
Abbas, Abdullah İbn Mesut, Taberi, Zemahşeri,
Fahreddin Razi, Beydavi, İsmail Hakkı Bursevi
ve Muhammed Hamdi Yazır gibi şahsiyetler
tefsir ilmi alanında meşhur olmuşlardır.30
İslam bilimlerine ait yazma eserlerin en fazla
bulunduğu Süleymaniye Kütüphanesi (İstanbul)
Müslümanlar Kur’an’ın anlaşılmasına olduğu gibi okunmasına da büyük önem vermişlerdir.
Bu alandaki çalışmalar kıraat ilmini ortaya çıkarmıştır. Kur’an’ın okunuş şekilleri ve en güzel okuma
yöntemlerini konu edinen kıraat ilmi, Mısır, Türkiye ve Endülüs bölgesinde gelişmiştir.
Hadis, Hz. Peygamberin söz, davranış ve takrirlerini ele alır. Hz. Peygamberin söz ve uygulamaları,
Kur’an’ı anlama ve tatbik etmede Müslümanlara rehber olmuştur. Müslümanların hayatlarında hadisler
belirleyici bir unsur olmuştur. Bu sebeple sahabe, gittiği yerlerde Hz. Peygamberin hadislerini halka
aktarmıştır. O, hayatta iken sözleri kısmen de olsa yazılıyordu. Hadislerin bir araya getirilmesi (tedvin) ise
Emeviler Döneminde halife Ömer bin Abdülaziz’in (717-720) katkılarıyla başlamıştır.31 İmam Buhari,
Müslim, Ebu Davut, Ahmet bin Hanbel ve İmam Malik gibi şahsiyetler meşhur muhaddislerdendir.
Fıkıh, insanın Allah’a, insanlara ve diğer varlıklara karşı görevlerini Kur’an-ı Kerim ve
hadislere dayanarak düzenleyen bir bilim dalıdır. Fıkıh ilmine, İslam hukuku; fıkıh âlimine de fakih
adı verilir. Fıkhın asli kaynakları Kur’an-ı Kerim, sünnet, icma ve kıyas olarak kabul edilir. Hz.
Peygamber devrinde oluşmaya başlayan fıkıh, Dört Halife ve Emeviler Döneminde tedvin edilmiş,
Abbasiler Döneminde ise gelişimini tamamlamıştır. Sahabe görüşleri ve müctehitlerin içtihatlarıyla
fıkıh olgunlaşmış ve fıkhi mezhepler ortaya çıkmıştır. Bu dönemlerde fıkıh alanında Hanefilik (Ebu
Hanife), Şafiilik (İmam Şafi), Malikilik (İmam Malik), Hanbelilik (Ahmet bin Hanbel), Caferilik
(Cafer-i Sadık) ve Zahirilik (Davut ez- Zahiri) gibi mezhepler ortaya çıkmıştır.32
Kelam, İslam dininin inanç esaslarını Kur’an ve sünnet çerçevesinde akli ve bilimsel
yöntemlerle açıklayan bir bilimdir.33 Kelam’ın en önemli özeliklerinden biri de İslam’ın inanç
esaslarını savunmasıdır. Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra İslam toplumunda başlayan ihtilaflar
ve mücadeleler birçok itikadi sorunu gündeme getirmiştir. Ayrıca fetihlerin artması ve İslam’ın
yayılmasıyla birlikte karşılaşılan yeni inanç ve kültürler beraberinde yeni problemler de getirmiştir.
30 İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 231.
31 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 193.
32 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 216.
33 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 25, s. 196.
137
İSLAM TARİHİ
Bu sorunlar ve tartışmalar kelam ilminin doğuşunu hazırlamıştır. Emeviler devri, itikadi tartışmaların
başladığı ve kelam ilminin temellerinin atıldığı bir dönemdir. Bu dönemde Şia, Haricilik, Mutezile,
Mürcie, Selefiye ve Cebriyye gibi itikadi fırkalar ortaya çıkmıştır.34
Ebu Mansur Maturidi ve Ebu Hasan Eşari’nin görüşleri zamanla birer kelam ekolü hâline
gelmiştir. Bu ekoller Maturidilik ve Eşarilik olarak İslam dünyasında yayılmıştır.
Tasavvuf, İslam’ın ahlaki ilkelerinin
TARTIŞALIM
bireyler tarafından içselleştirilmesini esas alan
bir disiplindir. Tasavvufun konusu güzel ahlak,
Anadolu’nun İslamlaşmasında ve
kalp temizliği ve ruh olgunluğudur. Amacı ise
Türklerin İslam’ı kabulünde tasavvufi
müminleri terbiye etmek ve manen yükseltmektir.
düşüncenin etkilerini araştırarak arkaTasavvuf kelimesi Kur’an’da ve hadislerde
daşlarınızla tartışınız.
geçmez. Ancak tasavvufi düşüncenin fikrî ve
dinî temelleri Kur’an-ı Kerim ve hadislere
dayandırılmıştır. Hicri 3. yüzyıldan itibaren tasavvuf bağımsız bir bilim ve davranış biçimi olarak
ortaya çıkmıştır.35
İslam tarihinde pek çok mutasavvıf yetişmiştir. Cüneyd-i Bağdadi, Bayezid-i Bistami, İbn Arabi,
Ahmet Yesevi, Mevlânâ, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre ve Hacı Bayram Veli gibi mutasavvıflar meşhur
tasavvufi şahsiyetlerdir.
Tasavvuf, 11. asırdan itibaren kurumlaşmaya başlamıştır. Bu asırdan itibaren “tarikat” adı verilen
sosyal kurumlar ortaya çıkmıştır. Tasavvuf, kurumları aracılığıyla İslam dünyasında Orta Çağ boyunca
devlet ile halk arasında sivil bir örgütlenme olarak önemli işlevler yerine getirmiştir. Bu disiplin İslam
toplumlarında ahlaki bir kontrol mekanizması olmuştur. Ancak zaman zaman bazı gruplar, tasavvuf adına
İslam’ın özüne aykırı inanç ve davranışlar da sergilemişlerdir.
Yunus Emre
Mevlânâ
Hacı Bektaş Veli
Ahmet Yesevi
3. 2. Fen ve Sosyal Bilimler
Astronomi, İslam dünyasında doğup gelişen ilk fen bilimlerindendir. Kur’an-ı Kerim’de gökyüzüne
ve yıldızlara dikkat çekilmesi, namaz vakitleri, kıble, ramazan ayı, iftar ve imsak vakitlerinin tespiti gibi
ihtiyaçlar Müslüman ilim adamlarını astronomi ile ilgilenmeye sevk etmiştir. Müslüman ilim adamları,
tercümeler yoluyla Hint ve İran astronomi geleneğini geliştirerek bu alanda özgün çalışmalar ortaya
koymuşlardır.
34 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 11, s. 99.
35 Heyet, İlmihal, C 1, s. 48.
138
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
Emeviler ve Abbasiler Döneminde halifeler
tarafından rasathaneler kurulmuştur. İlk usturlap aleti ise
Abbasiler Döneminde İbrahim el-Fezari (öl. 806) tarafından
yapılmıştır. İlmî bir kurum olarak rasathane Müslümanların
bilim dünyasına kazandırdığı bir merkezdir. İslam
dünyasında 12. yüzyılda Nasıruttin Tûsi’nin Meraga’da,
Uluğ Bey’in Semerkant’ta kurdukları rasathaneler İslam
astronomi tarihinin özgün eserlerindendir.36
Müslüman bilim adamları fizik alanında yerçekimi,
ışık, aynalar, optik, ve çeşitli alet yapımı gibi konularda
önemli çalışmalar yapmışlardır. Bunlar içinde önemli bir yeri
olan İbnü’l-Heysem, 10. yüzyılda optik bilimini yeniden inşa
etmiştir. İbnü’l-Heysem, gözün ve görmenin yapısını, görme
bozukluklarının sebeplerini bugünkü bilimsel gerçeklere
yakın bir şekilde açıklamıştır. Onun yazdığı “Kitabü’lMenazır” (Optik Hakkında Kitap), Latince’ye tercüme
edilmiş ve Batı’da kalıcı tesirler bırakmıştır.37
Kitabü’l-Cevahir adlı eserin yazarı Biruni,
maden ve minerallerin özgül ağırlıklarını ölçmüştür.
İlk İslam filozofu Kindi ise görecelik (izafiyet) teorisini
Einstein’dan yüzyıllar önce ortaya atmış; optik alanında
ar
çalışmalar yapmış, ışığın yayılması, yansıması ve aynalar
38
hakkında bilgiler vermiştir. İbn Bacce, Kutbettin Şirazi,
zi
Hazini ve Sabit bin Kurra gibi bilim adamları da bu
alanda önemli çalışmalar yapmışlardır.
Cabir bin Hayyan ve Razi gibi Müslüman
bilim adamları modern kimyanın kuruluşuna zemin
hazırlamışlardır. Cabir bin Hayyan cıva, kükürt,
gümüş, bakır ve kurşun gibi metallerin oluşumlarını
incelemiş ve birtakım deneyler sonucunda altının
elde edilebileceğini savunmuştur. Bu işlemler için
ise çeşitli aletler ve fırınlar yapmıştır. Yine Cabir bin
Hayyan, nitrik asiti ilk kez kullanan kişi olmuştur.
Zekeriya Razi ise Cabir’e oranla daha somut ve
objektif çalışmalar yapmıştır. Cevherleri sınıflamış ve
bunların özellikleri hakkında bilgiler vermiştir.
Uluğ Bey Rasathanesi (Semerkant)
Müslümanlar, astronomiye “ilmü’l-hey’e,
ilmü’l-felek veya ilmü’n-nücüm” isimlerini
vermişlerdir. Ahmet el-Fergani, Battani, Biruni, Ömer Hayyam, Harezmi, İbnü’l-Heysem,
Zerkali, Kadızade-i Rumi ve Takıyyüttin Rasıt gibi bilim adamları Astronomi alanında
önemli eserler vermişlerdir.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Dünyada sinüs ve kosinüs tanımlarını
D
iilk açıklayanın Battani, binom formülünün
asıl mucidinin Ömer Hayyam, üçüncü
dereceden cebirsel denklemleri matematik
tarihinde ilk defa sınıflandıran kişinin
Harezmi, integral problemlerini ilk
kez keşfedenin Hocendi, ondalık kesir
sayılarını ilk keşfedenin Kaşani, sıfır (0)
rakamını ve X işaretini ilk kullananların
Müslüman bilim adamları olduğunu
biliyor muydunuz?
M. Salih Arı, Orta Çağ İslam Dünyasında
Matematik Biliminin Gelişimi, İslamiyat, C 7.
Sayı: 2, s. 91.
İslam dünyasında yaygın olan bilimlerden biri de
matematiktir. Müslümanlar günlük hayattaki zaruri ihtiyaçlarının bir sonucu olarak matematik bilimiyle daha çok meşgul oldular. Mirasın paylaşılması,
ticaret, ölçü ve tartıda adaletin sağlanması gibi hususlar Müslümanları matematik alanında çalışmaya
yönlendirmiştir.
36 Seyyid Hüseyin Nasr, İslam ve İlim, s. 91.
37 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 21. s. 82.
38 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 304.
139
İSLAM TARİHİ
BİLGİ KUTUSU
Tıp, İslam medeniyeti içinde en çok öne çıkan bilim dallarındandır.
T
İİslam dini, insan bedenini Allah’ın bir emaneti olarak görür ve insana
sıhhatini korumasını tavsiye eder. Hz. Peygamberin bu konuda
verdiği bilgiler ise tıbb-ı nebevi olarak adlandırılır. Müslüman
bilginler, ilk zamanlarda gayrimüslim hekimlerin öncülüğünü
yaptığı tıp çalışmalarını geliştirerek orijinal eserler ortaya koymuşlar
ve 18. asra kadar Batı dünyasını etkilemişlerdir.
İslam dünyasında tıp alanında akla gelen ilk isimler İbn Sina,
Zekeriya Razi ve Zehravi gibi bilim adamlarıdır. Özellikle İbn
Sina’nın el-Kanun Fi’t- Tıp adlı eseri dünya tıp tarihine mal olmuştur.
İbn Sina’nın temsilî resmi
Latinceye de çevrilen bu eser gerek Doğu’da gerekse Batı’da uzun
(980-1037)
yıllar temel ders kitabı olarak okutulmuştur. Razi, tıpta klinik
gözlemlere önem vermiş, çiçek ve kızamık hastalıklarının ilk bilimsel tanımlarını yapmıştır. Endülüs’te
yaşayan Zehravi, cerrahi alanında bilgiler vermiş ve Latince’ye çevrilen et-Tasrif adlı eseri Batı tıbbı
için başvuru kaynağı olmuştur. İbnü’n-Nefis ise tıp tarihinde küçük kan dolaşımını ilk keşfeden kişi
olmuştur.
Bilimsel anlamda matematik alanında en çok öne çıkan Müslüman bilim adamı Harezmi’dir.
Harezmi, Grek ve Hint matematik geleneklerini birleştirerek cebir biliminin temellerini atmıştır. O,
Hint rakamlarını geliştirerek dünyanın bugün kullandığı sayı sistemini geliştirmiştir. Harezmi’nin
yazdığı Hisabü’l-Cebr ve’l-Mukabele adlı eseri Liber Algorismi adıyla Latinceye çevrilmiş ve bu
kitap “algorism” (logaritma) kelimesinin de ilham kaynağı olmuştur.39 Osmanlılar Döneminde Mirim
Çelebi, Muzafferüttin Şirazi, Amili ve Hızır Halife gibi matematikçiler yetişmiştir.40
Müslümanlar 8. yüzyılın yarısından itibaren Yunan, İran ve Hint bilim ve felsefe mirasını Arapçaya
tercüme ettiler. Yeni fetihler, farklı kültürler, inançlar Müslümanlarla diğer topluluklar arasında fikrî, ilmî ve
dinî etkileşimlere neden olmuştur. İslam dünyasının ilk Müslüman filozofu olan Kindi, Yunan felsefesi ile
kelami görüşleri uzlaştırmaya çalışarak İslam felsefesinin temellerini atmıştır.
İhvanı Safa, Farabi, İbn Sina, İbn Bacce, İbn Rüşt ve İbn Tufeyl ile başlayan felsefi canlılık Orta
Çağ İslam dünyasında zengin felsefi birikimin ortaya çıkmasını sağladı. İslam filozoflarının din ile felsefeyi
uzlaştırıcı fikirleri özellikle Hristiyan teolojisi ve düşüncesinin gelişimini etkilemiştir.
İslam toplumlarında tarih çalışmaları Hz. Peygamberin hayatını konu alan siyer ve meğazi kitaplarıyla
başlamıştır. İbn İshak’ın Siyer’i ve İbn Hişam’ın Siret-i Nebeviyye’si bu alandaki çalışmalardandır. Daha
sonraki dönemlerde olayları rivayet yoluyla aktaran tarih eserleri yazılmaya başlandı. Taberi, Mesudi, İbn
Esir, Biruni, İbn Kesir ve İbn Kuteybe gibi şahsiyetler meşhur İslam tarihçileridir. Zehebi, İbn Haldun ve
met Cevdet Paşa, daha sonraki dönemlerde tarih alanında öne çıkan isimlerindendir.
Ahmet
PAYLAŞALIM
Sınıfınızda arkadaşlarınızla üç grup oluşturunuz. İslam, fen ve sosyal bilimler alanlarında
çalışmış müslüman ilim adamlarını ve eserlerini araştırınız. Araştırma sonuçlarınızı sınıfta
arkadaşlarınızla paylaşınız.
39 Seyyid Hüseyin Nasr, İslam’da Bilim ve Medeniyet, s. 151.
40 Aykut Kazancıgil, Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji, s.100-175.
140
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
Müslümanlar arasında gelişen bilim dallarından biri de coğrafyadır. Müslümanlar bu alanda pek çok özgün
çalışmalar yapmış ve eserler ortaya koymuştur. Harezmi, Suretü’l-Arz adlı eseriyle coğrafyanın temellerini
atmıştır. İdrisi, Biruni, Yakut el-Hamevi ve İbn Fadlan gibi coğrafyacılar; İbn Batuta, İbn Cübeyr ve Evliya
Çelebi gibi seyyahlar bu bilim dalında önemli çalışmalar yapmışlardır. Bunlar arasında Yakut’un “Mucem
el-Büldan” (Ülkeler Sözlüğü) adlı eseri yerel tarih ve coğrafya bilgilerini içerir. Ayrıca Biruni “Hint” adlı
eseriyle bugünkü Hint kıtasını Müslümanlara tanıtmıştır. Müslüman coğrafyacılar arasında haritacılık ve
denizcilik çok gelişmiştir. Mesudi, İdrisi ve Piri Reis’in dünya haritaları meşhurdur. Yine Seydi Ali Reis’in
ülkeler hakkında tarihî ve coğrafi bilgiler veren Miratü’l-Memalik adlı eseri de meşhurdur.
NOT EDELİM
Bazı Müslüman bilim adamlarının bilim dünyasına yaptığı katkılar şunlardır:
İbn Sina, lokal bir rahatsızlığın o organdaki genel bir hastalığın göstergesi olabileceğini ortaya koymuş, veremin bulaşıcı olduğunu ve bazı durumlarda güneş ışınlarının veremliye zarar verebileceğini tespit etmiştir.
Zehravi, kan hastalıklarını tanımlamış ve eklem iltihaplarıyla ilgili araştırmalar yapmıştır.
Ammar el-Mevsili, içine kanal açılmış iğne kullanarak içine çekme tekniğiyle katarakt ameliyatı uygulamasını
ilk kez getirmiş bir göz hekimidir.
İbnü’n-Nefis, ilk kez küçük kan dolaşımını tanımlamıştır. Bu keşif A. Alpagus ve M. Servetus aracılığıyla Batı’ya
ulaşmıştır.
Harezmi’nin el-Cebr ve’l- Mukabele adlı eseri cebir alanında yazılmış ilk eserdir.
Ebu Cafer el-Hazin, üçüncü dereceden denklemleri ilk kez çözmeyi başarmıştır.
Gıyasettin el-Kaşi, bilim tarihinde pi (Π) sayısının gerçek değerini keşfeden ilk bilim adamıdır.
Zerkali, Kepler’den önce eliptik yörünge kavramını ortaya atan ilk bilim adamıdır.
İlhan Kutluer, İlim ve Hikmetin Aydınlığında, s.101.
3. 3. Eğitim ve Öğretim Faaliyetleri
Hz. Muhammed, bir öğretmendir. “Ben muallim (öğretmen) olarak gönderildim.”41 diyen Hz.
Peygamberin tebliği bir eğitim-öğretim faaliyetidir. Bu sebeple İslam tarihinde eğitim-öğretim faaliyetleri
Hz. Peygamberle başlamıştır. O, henüz Mekke’de iken kendi evinin yanı sıra Hz. Ebu Bekir ve özellikle
Erkam’ın evini bir eğitim merkezi olarak kullanmıştır. Bunun dışında Kâbe’de ve panayırlarda eğitim
faaliyetlerine devam etmiştir. Hz. Peygamber, Mus’ab bin Umeyr’i Medine’ye öğretmen olarak göndermiş
ve hicretten sonra mescidin yanına yaptırdığı suffeyi de bir eğitim kurumu hâline getirmiştir.42
Suffede Müslümanlara Kur’an ilimleri, okuma-yazma, akaid, dil, tarih, nesep, hekimlik, matematik ve
Arap şiiri öğretilirdi. Hz. Peygamber de orada ders verirdi. Suffede kalanların ihtiyaçları Hz. Peygamber
ve Müslümanlar tarafından karşılanırdı. Daha sonra Peygamberimiz burada yetişen Müslümanları İslam’ı
tebliğ etmek ve öğretmek amacıyla farklı bölgelere göndermiştir. Hz. Peygamber, kadınların eğitimine de
önem vermiş ve mescitte onlar için özel zaman ayırmıştı.43
İlk dönemlerde eğitim-öğretim faaliyetleri çoğunlukla camilerde yapılmıştır. Camilerde dinî ve beşerî
ilimler bir arada okutulmuştur. Sonraki dönemlerde çeşitli eğitim kurumları ortaya çıksa da camiler bu
özelliklerini yitirmemişlerdir.44
41 İbn Mace, Mukaddime, 17.
42 Muhammed Hamidullah, İslam Müesseselerine Giriş, s. 61.
43 Heyet, İslama Giriş, Temel Esaslar, s. 413.
44 Cahit Baltacı, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 292.
141
İSLAM TARİHİ
İslam’ın ilk dönemlerinde bir eğitim kurumu olarak “küttap” önemli bir yere sahiptir. İslam öncesinde de Arap Yarımadası’nda bulunan
“küttap”, ilköğretim düzeyinde olup yazı öğretilen yer anlamına gelmektedir. İslam’dan sonra
bu mekânlar sadece yazı öğretilen yer değil, aynı
zamanda Kur’an ve dinî bilgilerin de öğretildiği
yerler hâline gelmiştir. Küttaplar, Selçuklularda
“sıbyan mektebi” olarak anılmaya başlanmış,
Osmanlılarda da aynı isimle devam etmiştir.45
BİLGİ KUTUSU
Yüksek öğretim veren Nizamiye
Medreselerinde öğretim dili Arapça
idi. Ancak Türkçenin de eğitim dili
olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu medreselerde Kur’an, tefsir, hadis ve fıkıh gibi
dinî ilimlerin yanı sıra Arapça, hitabet, tarih,
felsefe, tıp, hendese, hesap, nücum ve tabiiyat gibi ilimler de öğretilmiştir.
İslam eğitim tarihinin en önemli eğitim kurumu olan medreselerin ilk örnekleri Karahanlılar ve Gaznelilerde görülür. Ancak Nizamiye
Medreselerinin kuruluşu bu alanda bir dönüm
noktasıdır. Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın
emriyle, veziri Nizamü’l-Mülk tarafından
Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medreseleri başka
şehirlerde de açılarak yaygınlaştırılmıştır. Bu
medreseler Anadolu Selçukluları ve Osmanlı’da
kurulan medreselere de kaynaklık etmiştir.
Öğretim, yıl bitirme değil kitap bitirme
esasına dayanıyordu. Buralarda okumak
için yaş sınırı yoktu. Herkese açık olan bu
medreselerde Ebu İshak, Gazali, İbn Sabbağ gibi meşhur âlimler görev yapmışlardır.
Müderrislere dolgun maaş ödenir ve öğrencilere burs verilirdi. Öğrenciler burada yatılı olarak okurlardı. Medreselerin gelir kaynakları ise vakıflardan karşılanırdı.
Osmanlılar Döneminde medrese sistemi
hem güçlenmiş hem de içerik yönünden zenginleşmiştir. Fatih Döneminde Sahn-ı Seman ve
Kanuni zamanında Süleymaniye Medreseleri
ileri düzeyde eğitim veren kurumlardır.
Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s. 41.
NOT EDELİM
N
İslam toplumlarının özgün eğitim kurumlarından biri olan “Beytü’l-Hikme” (Bilgelik
Evi) Bağdat’ta kurulmuştur. 832 yılında Abbasi Halifesi Me’mun tarafından yüksek öğretim
kurumu olarak kurulan Beytü’l-Hikme bünyesinde kütüphane, rasathane ve tercüme bölümleri
bulunmaktaydı. Burası bir eğitim-öğretim kurumu olmasının yanında bir araştırma merkezi
özelliği de taşımaktaydı.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 6, s. 88. (Özetlenmiştir.)
İslam dünyasında yaygın eğitim kurumlarından biri de kütüphanelerdir. İlk kütüphaneler hükümdarlar
ve âlimler tarafından kurulmuştur. Ancak ilk halk kütüphanesi Emeviler zamanında sarayda kurulmuştur.
Beytü’l-Hikme içinde kurulan kütüphane gün geçtikçe gelişmiş ve önemli bir kültür merkezi hâline gelmiştir. Orta Çağda Bağdat’ta, halka açık ve özel pek çok kütüphane bulunmaktaydı. Sonraki dönemlerde
Kahire, Kurtuba, İsfahan, Nişapur ve İstanbul gibi şehirlerde Orta Çağın en büyük kütüphaneleri kurulmuştur. Bu kütüphanelere hafızı kütüp, nazır, hazin ve mücellit gibi görevliler de tayin edilmiştir. Selçuklu ve
Osmanlı devletlerinde de kütüphanelere büyük önem verilmiştir. Kurulan her medreseye birer kütüphane
açılmış ve bunların giderlerini karşılamak için vakıflar tesis edilmiştir.
45 Cahit Baltacı, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 158
142
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
İslam tarihinde örgün ve yaygın eğitim
faaliyeti yapan kurumlara kitap dükkânları,
bilginlerin evleri, edebî salonlar ve tekkeler
de eklenebilir. Müslümanlar arasında eğitimöğretim faaliyetlerinin yaygınlaştırılmasında
genellikle yöneticiler öncülük etmişlerdir. Bunun
yanında sivil kişi ve kuruluşlar da eğitim-öğretim
faaliyetlerine aktif olarak katılmışlardır.
PAYLAŞALIM
Çevrenizde bulunan tarihî kütüphaneler hakkında bilgi toplayınız ve arkadaşlarınızla paylaşınız.
3. 4. İslam Düşüncesinde Duraklama
İslam düşüncesi, Müslümanların Kur’an ve sünnet ekseninde ürettikleri felsefi ve bilimsel
birikimi ifade etmektedir. Hz. Peygamberle (7. yy) birlikte doğan İslam düşüncesi 17. asra kadar
gelişmeye devam etti. İslam düşüncesinde ilk gevşeme belirtileri 16. yüzyılın ortalarında görülmekle
birlikte asıl duraklama işaretleri 17. yüzyılın başlarında kendini gösterir. İslam bilim ve felsefesinin
Avrupa’ya taşınması 10. yüzyılın ikinci yarısında başladı ve yaklaşık beş yüz yıl sürdü. Bu süreçte
Avrupa’da bilimsel ve felsefi gelişmeler 16. asrın başlarında ortaya çıkmaya başladı ve Müslümanlar,
bilimler tarihindeki önderliğini 17. yüzyılda Batı dünyasına bıraktı.46
12 ve 13. asırda İslam düşüncesinin gelişmesini engelleyen etkenler Haçlı Seferleri ve Moğol saldırılarıdır. Haçlı Seferleri Müslümanların bilimsel ilerlemesinin akışını zedeledi ve belli bir süre durgunluğa
sebep oldu. Yine aynı dönemde (1216) İslam dünyasının doğu bölgelerindeki düşünce ve bilim merkezleri
Moğollar tarafından tahrip edildi. Bunların yanında İslam ülkelerinde ortaya çıkan iç karışıklıklar da bu
durgunlukta önemli etken oldu. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin ilme ve eğitime büyük önem vermesi
bu durgunluk sürecini tekrar gelişmeye çevirdi.
Müslümanların önemli düşünce ve bilim merkezlerinden olan İspanya ve Sicilya’nın kaybedilmesi
İslam düşüncesini olumsuz etkilemiştir. Bu olumsuz etkiler Müslümanlardan alınan denizcilik, astronomi
ve teknik bilgiler sayesinde gerçekleştirilen keşifler sonucunda hissedildi.47 Amerika’nın keşfi (1492) ile
Ümit Burnu’nun bulunması (1488) ekonomik ve politik açıdan yavaş yavaş Müslümanları etkiledi. Zira
Avrupalılar Ümit Burnu’nun keşfedilmesinden sonra Hint Okyanusu’na indiler. Bu durum Müslümanların Hint ve Çin ticaretine darbe vurdu.48
NOT EDELİM
N
İslam düşüncesi, 11 ve 13. asır arasında yaşadığı geçici duraklamadan sonra önemli
atılımlar yapmıştır. 13. yüzyıldan duraklamanın başladığı 16. yüzyıla kadar Nasıruttin
Tûsi (13. yy.), Kutbettin Şirazi (14. yy.), İbn Haldun (14. yy.), Uluğ Bey (15.yy.), Kadızade-i
Rumi (15. yy.), Ali Kuşçu (15. yy.), Takıyyüttin er-Rasıt (16. yy.), Davut Antaki (16. yy.), Mimar Sinan (16. yy.), Katip Çelebi (17. yy.) ve Evliya Çelebi (17. yy.) gibi birçok bilim adamı
yetişmiştir. Bu bilim adamları önemli ve kalıcı çalışmalara imza atmışlardır.
Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlılar ve Bilim, s. 19-43. (Özetlenmiştir.)
46 Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik, s. 168.
47 Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik, s. 177.
48 W. Barthold, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 90.
143
İSLAM TARİHİ
İslam düşüncesinin duraklamasının en önemli
YORUMLAYALIM
sebeplerinden biri ulema içinde ortaya çıkan olumsuzluklardır. Nitekim 16. asrın yarısından sonra ya“Dinsiz ilim kör, ilimsiz din
zılan eserlerde ulema içindeki olumsuzluklardan
to
topaldır.”
(Albert Einstein)
şikâyet edilmektedir. Bu şikâyetlerde ulemanın ilaYukarıdaki sözü arkadaşlarınızla
hiyat ve matematik ilimlerine gereken önemi vermeyorumlayınız.
diği ve nazari ilimlere ait eserlerin okunmadığı dile
getirilmektedir.49 Bu durum düşünce ve bilim alanında bozulmalara sebep olmuştur.
Duraklamanın sebeplerinden biri de dinî ilimlerin öne çıkartılarak akli ilimlerin ihmal edilmesidir.
Özellikle Müslümanların karşılaştıkları problemlere çözüm üretmesi gereken fıkıh ilminde içtihat terk
edilerek önceki fıkhi mekteplerin kuralları değişmez kabul edilmiştir. Böylece fikir üreten değil, taklitçi
bir ulema ortaya çıkmıştır. Fatih ve Kanuni’nin kurduğu medreselerin vakfiyelerinde dinî ilimlerin
yanında akli ilimlerin de okutulması şart koşulmasına rağmen50 zamanla kimi alimler akli ilimlere
ait eserlerin okutulmasını bidat olduğu gerekçesiyle tenkit etmişlerdir. Osmanlı düşünce geleneğinde
kelam ve mantık içinde harmanlanarak devam eden felsefi anlayış da bundan nasibini almıştır.
Gazali’nin filozoflara yönelik eleştirilerini kimi ilim adamları yanlış yorumlamışlar ve bu
eleştirileri sanki felsefenin reddi olarak anlamışlardır. Bu yanlış yorum ise kimi ulema arasında felsefe
karşıtı bir kanaat oluşturmuştur.51 Aristo felsefesinin yanlışlarını eleştirmek için felsefeyi öğrenen
Gazali, felsefenin kendisini reddetmemiş aksine, Aristo felsefesini ve Müslüman filozofların bu
konudaki görüşlerini eleştirmiştir.52
İslam düşüncesinin en önemli alanlarından biri de tasavvufi düşüncedir. Ancak büyük sufi
şahsiyetler yetiştiren tasavvuf alanında zaman zaman İslam inancı ile uyuşmayan, toplumdan ve
çalışmaktan uzak duran, liderlerine körü körüne bağlanan, özgür düşünceyi, eleştiriyi terk eden ve
yyoksulluğu
ğ öne çıkaran bir anlayış da hâkim olmuştur.
KONUŞALIM
K
İs
İslam
medeniyetinin ilk dönemlerdeki gelişme hızının azalması ve duraklamasının sebepl
be
p eri üzerinde arkadaşlarınızla konuşunuz.
bepleri
4. Sanat ve Mimari
4. 1. İslam Sanatları
Müslümanlar, tarih boyunca birçok sanat dalı ile ilgilenmişler, bazılarını da özgün olarak oluşturmuşlardır. Bunlar içinde minyatür, hat, tezhip, mimari ve musiki gibi sanat dalları meşhurdur.
İslam toplumlarında genellikle el yazması kitaplarda, hat levhalarında, tuğra, ferman ve hilye-i
şeriflerde altın yaldız ve boya ile yapılan bezeme sanatına tezhip denir. Altınla süslemek anlamına
gelen tezhip işini yapan sanatçıya müzehhip adı verilir. Tezhibin en önemli malzemesi altındır. İslam
medeniyetinde kitaba büyük önem verildiği için tezhip daha ziyade kitaplarda kullanılmıştır. Tezhip, en
çok Kur’an-ı Kerim’in süslenmesinde kullanılmıştır.
49 Mehmet İpşirli, Osmanlı Uleması, Yeni Türkiye Dergisi Osmanlı Özel Sayısı, C 3, s. 516.
50 Ekmeleddin İhsanoğlu, Osmanlılar ve Bilim, s. 25.
51 Mehmet Bayraktar, İslam Düşünce Tarihi, s. 104.
52 Sabri Hizmetli, Gazali, s. 115.
144
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
Tezhibin İslam dünyasında yayılmasında
Uygur sanatçılarının rolü olmuşsa da bu sanat
Memluklüler, Timurlular ve Safeviler dönemlerinde önemli gelişme göstermiştir. Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları Döneminde
gelişimini sürdüren tezhip sanatı en parlak dönemini Osmanlılar zamanında yaşamıştır.53
Hüsnühat, belirli ölçü ve kurallara göre
Arap harfleriyle güzel yazı yazma sanatıdır. Hat
usulüyle güzel yazı yazan kişiye ise hattat adı
verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’in yazı dilinin Arapça olması, estetiğin teşvik edilmesi, İslam medeniyetinde kitab, yazı ve kaleme verilen değer
Müslümanlar arasında hat sanatının gelişmesini
sağlamıştır.
Bir hüsnühat ve tezhip örneği
Hat sanatı yaygın olarak cami, mescit, kütüphane ve saray gibi yapıların süslemelerinde, levha
ve tablolarda kullanılmıştır. Her hattat Kur’an-ı Kerim’i kendi hattıyla yazmayı arzu etmiştir. Osmanlılar zamanında özellikle İstanbul’un fethinden sonra hat sanatı zirveye ulaşmıştır. Beş asra yakın bu
sanatın öncülüğünü yapan Osmanlı Devleti’nde II. Bayezit, IV. Murat, III. Ahmet ve II. Mahmut gibi
birçok padişah hat sanatıyla meşgul olmuştur.
Hat alanında Yakut el-Müstasımi (öl. 1298), İbnü’l-Hazin (öl. 1124), Şeyh Hamdullah (öl. 1520),
Hafız Osman (öl. 1698), Mustafa Rakım (öl. 1826) ve Mustafa İzzet Efendi (öl. 1876) gibi meşhur
hattatlar yetişmiştir.54 Yakın tarihimizde hattat Hamit Aytaç, Halim Özyazıcı, Kemal Akdik ve Davut
Bektaş gibi hattatlar bu geleneği başarıyla sürdürmüşlerdir.
Eski yazma kitap sayfalarına sulu boya,
altın ve gümüş yaldızla yapılan küçük boyutlu
resim sanatına minyatür denir. İslam sanatında
minyatüre tasvir, minyatür sanatçısına musavvir
veya nakkaş adı verilmiştir.
İslam minyatür sanatının gelişmesinde Uygur Türklerinin önemli etkisi vardır. Selçuklular,
Babürlüler ve Osmanlılar Döneminde en güzel
minyatür eserleri ortaya konulmuştur. Osmanlılar
Döneminde Baba Nakkaş, Nakkaş Osman, Levni
gibi büyük minyatür ustaları yetişmiştir.
Minyatürler hikâye, şiir ve tarihin âdeta
canlı birer resmidir. Minyatür sanat eseri olmanın
yanında tarihî bir belge niteliği de taşır. Minyatürler aracılığıyla toplumların örf ve âdetleri, bazı değer yargıları, giyim kuşamları ve mimari yapıları
gibi konularda önemli bilgiler elde edilir.55
Bir minyatür örneği
53 Yılmaz Can, Recep Gün, Ana Hatlarıyla Türk-İslam Sanatları ve Estetiği, s. 300.
54 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 16, s. 427.
55 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.137.
145
İSLAM TARİHİ
Heykel, diğer sanat dalları kadar gelişmemiştir. Zira Hz. Peygamberin ilk ve en önemli mücadelesi putperestliğe karşı olmuştur. Bu sebeple de putperest alışkanlıklara dönülebileceği endişesiyle resim
ve heykel yapımı yasaklanmıştır. İlk dönemlerde görülen bu yaklaşım tarih boyunca Müslümanların da
resim ve heykel sanatına ihtiyatlı yaklaşmalarına sebep olmuştur. Ancak Emevilerle birlikte saraylara,
konaklara resim ve heykeller girmeye başlamıştır.56 Selçuklular Döneminde cami, medrese, türbe, kervansaray ve kale gibi yapıların dış cephelerinde çeşitli hayvan figürlerine yer verilmiştir. Ayrıca Müslümanlar
başka din ve kültürlere ait tarihî eserlere karşı hoşgörülü olmuşlardır. Örneğin 642 yılında Mısır’ı fetheden
Müslümanlar, bu ülkedeki piramitlere ve heykellere dokunmamışlardır. Yine Hindistan’ı ele geçirdiklerinde bu ülkede bulunan Buda heykellerini ortadan kaldırma yoluna gitmemişlerdir.
İslam sanatlarından biri de musikidir. İslam, güzel şeylerin kulağa hoş gelecek nağmelerle sunulmasını teşvik etmiştir. Bu sebeple Allah, Kur’an’ı tertil üzere okumayı emrederken57 Hz. Peygamber
de “Kur’an’ı seslerinizle güzelleştirin.”58 diye buyurmuştur. Hz. Peygamber güzel Kur’an okuyan
bir sahabeye Kur’an okumasını söyler ve kendisi de onu huşu ile dinlerdi.59 Ezanı ise güzel sesli Bilal
Habeşi’ye okuturdu. O dönemde düğün ve bayram gibi şenlik günlerinde tef çalınıp şarkılar söylenirdi.
Hz. Peygamber bu gibi faaliyetlere karşı engelleyici bir tavır takınmamıştır.
Emeviler ve Abbasiler Döneminde musiki alanında önemli gelişmeler kaydedildi. Emeviler Döneminde Mekke ve Medine, İslam dünyasında musikinin en fazla geliştiği kentler olarak ün kazandı.
Özellikle Medine’de musiki eğitimi veren konservatuvar benzeri kuruluşlar vardı.
Müslüman devlet adamları musikiye ve musikişinaslara önem verdiler. Musikiyle uğraşan ilk filozof Farabi’dir. Onun Kitabü’l Musiki adlı eseri meşhurdur. Bunun yanı sıra Kindi, İbn Sina ve İbn Rüşd
gibi filozoflar da musikiyle meşgul olmuşlardır. İslam dünyasında tasavvufun yayılmasıyla musiki daha
da gelişmiş ve Tekke ya da tasavvuf musikisi adı verilen tür ortaya çıkmıştır. Mevlevilerde sema, Bektaşilerde semah ayinleri yine tasavvufi kültürün musiki ürünlerindendir. Osmanlılar Döneminde ise dinî musiki alanında çeşitlilik artmıştır. Camilerde
okunan Kur’an-ı Kerim, mevlit, ezan, kamet, naat, salatü selam, tekbir, ilahi ve kasideler bunlardan bazılarıdır. Ayrıca İslam
dünyasında, özellikle de Türkler tarafından
musiki, ruh hastalarının tedavisinde de kullanılmıştır. Çalınacak makam, hastalığın
özelliğine göre seçiliyordu. Birçok hastahanede saz ekibi bulunmaktaydı.
Klasik Türk müziği de çok gelişmiş
olup bu alanda Solakzade, Yusuf Dede,
Derviş Ömer, Itri ve Hacı Arif Bey gibi
büyük musikişinaslar yetişmiştir. Yine
askerî musikinin canlı örneklerinden mehter
de tarihî ve kültürel zenginliklerimizdendir.
Edirne Sultan II. Bayezit Külliyesi Darüşşifası’nda bazı
hastalar musiki yoluyla tedavi ediliyordu.
56 M. Muzaffer Şerif, İslam Düşüncesi Tarihi, C 3, s. 327.
57 Müzzemmil suresi, 4. ayet.
58 Acluni, Keşfü’l Hafa, C 1, s. 535.
59 Buhari, Fezailu’l-Kur’an, 71.
146
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
4. 2. Mimari
Tarih boyunca Müslümanların en çok başarılı oldukları sanat dallarından biri mimaridir.
İslam’ın ilme önem vermesi, cemaatle namazı
teşvik etmesi, temizliği imandan sayması ve yolcuya, misafire ikramı teşvik etmesi Müslümanların cami, medrese, hamam, kervansaray gibi
eserler ortaya koymasını sağlamıştır. Bu durum
İslam mimarisinde zaman ve mekân farklılığı
olsa da temel nitelikleri yönünden birlik sağlamıştır. Ayrıca felsefe ve bilim alanında olduğu
gibi mimaride de Müslümanlar diğer medeniyetlerin birikimlerinden yararlanmıştır.
İslam mimari eserleri sivil ve askerî olmak
üzere iki başlıkta ele alınabilir.
PAYLAŞALIM
Mimar Sinan’ın ustalık eseri olan Edirne Selimiye Camii’nin tarihçesi ve mimari özellikleri hakkında bilgi, belge ve
resim toplayınız. Bunları arkadaşlarınızla
paylaşınız.
İlk dönem İslam mimarisinin eserleri
genellikle cami ve mescitlerdir. Bunlar içinde
ilk mimari örnekler ise Hz. Peygamberin inşa
ettiği Kuba Mescidi ve Medine’deki Mescid-i
Nebevi’dir. Vakit namazlarının kılındığı küçük mabetlere mescit, cuma ve bayram namazlarının kılındığı büyük mabetlere ise cami adı verilmiştir. Bayram ve cenaze namazı kılınan yerlere ise musalla adı
verilmekteydi. 10. asırdan itibaren Müslümanların topluca ibadet yaptıkları mabetlere cami denilmiştir.
Osmanlılar zamanında padişahların inşa ettirdikleri mabetlere selâtin cami adı verilmiştir. Şam Emeviye Camii, Kurtuba Ulu Cami, Diyarbakır Ulu Cami, Bursa Ulu Cami, İstanbul Süleymaniye, Sultan
Ahmet ve Edirne Selimiye camileri İslam cami mimarisinin meşhur örneklerindendir.
İslam mimari sanatının yaygın örneklerinden biri olan medreselerin kurulması düşüncesi
ve mimarisi Türklere aittir. Gaznelilerle başlayan
ve Selçuklularla gelişen medreseler zamanla İslam dünyasının her tarafına yayılmıştır. Zamana
ve mekâna göre değişiklik gösterse de medreseler genellikle ortada bir avlu, avluyu çevreleyen
revaklar ve revakların gerisinde odalar şeklinde
inşa edilmiştir.
Anadolu’da Sivas Gök Medrese, Konya
İnce Minare, Erzurum Çifte Minare ve Kayseri
Sahibiye medreseleri bu dönemin eserlerinden
bazılarıdır. Osmanlılar Döneminde de yaygın
İnce Minareli Medrese (Konya)
olan medrese geleneği Orhan Gazi ile başlar.
Onun zamanında İznik’te ilk medrese açılmıştır. Özellikle İstanbul’un fethinden sonra birçok medrese
yapılmıştır.
Hanlar ve kervansaraylar İslam medeniyetine özgü mimari ve sosyal eserlerdendir. İçinde yatakhane, aşhane, hamam, mescit ve şifahane gibi bölümleri bulunan bu mekânlar yolcu ve tüccarlara
147
İSLAM TARİHİ
hizmet vermekteydi. Hanlarda ve kervansaraylarda kalan misafirlerden ilk üç gün herhangi bir ücret
alınmaz; ancak sonraki günler için ücret alınırdı. Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinden
kalma onlarca han ve kervansaray vardır.
Müslümanların inşa ettiği mimari eserlerden biri de hastanelerdir. Darüşşifa ve darüssıhha gibi
isimler verilen hastaneleri İslam tarihinde ilk olarak 707 yılında Şam’da halife Velit bin Abdülmelik
kurmuştur. Abbasiler, hastane yapımına önem vermişler ve genellikle her caminin yanına bir hastane
yapmaya çalışmışlardır. Selçuklular Bağdat, Musul ve Mardin gibi birçok şehirde hastane açmışlardır. Bunların dışında devlet büyükleri için yapılan, özellikle Türkler arasında yaygın olan kümbetler,
köprüler ve çarşılar da mimari alanda dikkat çeken eserlerdir.60
Sivil mimari alanında öne çıkan eserlerden biri de saraylardır. Emeviler Döneminde inşa
edilen saraylar ilk örneklerden sayılır. Bunlar
arasında Ürdün’deki Kusayr Amra, Kudüs’teki
Meşatta ve Abbasiler Döneminde yapılan Uheydir sarayları önemlidir. Endülüs Müslümanlarından miras kalan Elhamra, Karahanlıların yaptırdığı Tirmiz sarayları ve Konya’daki Selçuklu
mirası Alaattin Köşkü saray mimarisinin örneklerindendir. Ayrıca Osmanlı Devleti Döneminde
Topkapı, Dolmabahçe, Çırağan ve Yıldız sarayları yapılmıştır.
Topkapı Sarayı girişi (İstanbul)
İslam sanatına özgü eserlerden biri de
türbelerdir. Genellikle büyük ilim adamı veya
dinî şahsiyetler için sonradan inşa edilen bu mekânlar ayrıca mimari özellikleriyle de öne çıkmıştır.
Merv’de Sultan Sencer, Yesi’de Ahmet Yesevi, Hindistan’da Taç Mahal, Bursa’da Yeşil Türbe ve
İstanbul’da Eyüp Sultan yüzlerce türbeden bazılarıdır.
Müslümanların kurduğu ordugâh şehirler, İslam şehirciliğinin ilk ve meşhur örneklerindendir.
Müslümanların yeni fethettikleri şehirlere yakın olarak kurdukları Kûfe, Fustat, Basra ve Kayrevan
gibi şehirler bunlardandır. Müslüman askerler etrafı muhkem olarak kurdukları bu şehirlerin
merkezine cami ve idare binası yapmışlardı. Ana yolların tamamı şehir merkezine çıkmakta ve
ara yollar ana yolları kesmekteydi. Çarşı ve
pazarlar genellikle şehir merkezindeki caminin
yanına kurulurdu. Bunların dışında özellikle
Bağdat ve Samarra gibi şehirler şehircilik
tarihinin örneklerindendir.
İslam tarihinde sivil mimarinin yanı sıra
askerî mimari de gelişmiştir. Müslümanların
kendi halklarını ve topraklarını koruma gayretiyle gerektiğinde düşmana karşı savaşma fikri
onları bu amaçla yapılar oluşturmaya itmiştir.
Bu yapılar kaleler, ordugâhlar, ribatlar, surlar,
hendekler, tabyalar ve ok meydanlarıdır.
Rumeli Hisarı (İstanbul)
60 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.109.
148
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
Askerî mimarinin çeşitlerinden biri de kaleler ve surlardır. Savunma amacıyla kurulan kaleler
yüksek ve sarp yerlere inşa edilmiştir. İslam ülkelerinde pek çok savunma amaçlı kale yapılmıştır.
Fatımilerde Mehdiye, Endülüs’te Omaz, Osmanlılar Döneminde Anadolu ve Rumeli hisarları meşhur
kalelerdendir.
Herhangi bir şehir fethedildiği zaman Müslüman fatihler bir saldırı karşısında toplu hareket etmek ve yerli halka karışmamak gibi gerekçelerle Basra, Kûfe, Samarra ve Fustat gibi askerî kentler
kurmuşlardır. Bunların dışında sınır ve ticaret yollarının güvenliğini sağlamak amacıyla kurulan ribatlar
da önemli bir yer tutar. Sağlam duvarlarla çevrili olan bu yapıların içinde gözetleme kulesi, mescit,
ambar gibi bölümler bulunurdu. Bu yapılar içinde Abbasiler zamanında inşa edilen Manastır Ribatı
önemli bir yer tutar.
İslam ordularının savaşa hazırlık yapması ve savaş olmadığı zamanlarda ikâmet etmesi için kurulan yerleşim birimlerine ordugâh denir. Bu ordugâhların en önemlileri Basra ve Kûfe şehirleridir.
Ayrıca askerleri savaşa hazırlamak, ok atma yarışı düzenlemek veya ok talimi yapmak amacıyla oluşturulan yerlere de ok meydanı denir. İslam orduları bunların yanı sıra önem arzeden bir bölgenin veya
şehrin güvenliğini ve savunmasını sağlamak üzere genellikle bölgenin hâkim bir tepesine veya dağ
yamacına tabya adı verilen askeri tesis kurardı. Tabyaların amacı düşmanı, ileri savunma hattı oluşturarak engellemektir.
5. Kurumlar
Bir medeniyetin varlığını devam ettirebilmesi sosyal, siyasi, adli ve dinî alanlarda kurumlarını
oluşturmasına bağlıdır. Müslümanlar kendi inanç ve kültürlerinin yanı sıra diğer medeniyetlerin kazanımlarından da istifade etmiş ve kurumlarını geliştirmişlerdir. İslam medeniyeti de halifelik, vezirlik,
kadılık, hisbe, polis, ordu ve vakıf gibi pek çok kurum oluşturmuştur.
5. 1. İdari ve Dinî Kurumlar
Halifelik, Müslüman toplumlardaki en önemli idari kurumdur. Halife, “birinin ardından gelen,
birinin yerine geçen” anlamlarına gelmektedir. İslam toplumlarında Hz. Peygamberden sonraki devlet
başkanlığı makamına halifelik denilmiştir. Devlet başkanlarına ise “halife, imam veya emiru’l müminin”
adı verilmiştir. Yönetim, toplumsal hayatın vazgeçilmez ihtiyaçlarındandır. Müslümanların hicretten
sonra Medine’de kurdukları toplumun ilk yöneticisi Hz. Peygamberdi. Peygamberimiz kendi döneminde toplumun ihtiyaçları doğrultusunda siyasi,
adli, sosyal ve ekonomik kararlar almıştır. Hz.
NOT EDELİM
N
Peygamber kendisinden sonra Müslümanlara
yönetici olarak kimseyi tayin etmemiş ve bu
Halifenin görevleri dini korumak, dinî
H
konuyu Müslümanların iradesine bırakmıştır.
h kü
hü
hükümleri
tatbik etmek, İslam’ı yaymak,
Müslüman ve gayrimüslim vatandaşların
İslam dünyasında halifelik, Hz. Peyhaklarını korumak, düşmanlara karşı ülkeyi
gamberin vefatından sonra Hz. Ebu Bekir’e
savunmak, zekât ve diğer vergileri toplayarak uygun yerlere harcamak ve toplubiat edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Hz. Ebu Bemun ihtiyaçlarını karşılamak için görevliler
kir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali yapılan
tayin etmektir.
istişareler sonucunda halife seçilmiştir. Ancak
Maverdi, el-Ahkamü’s-Sultaniyye, s. 52.
Hz. Osman’ın şehit edilmesi, Muaviye ile Hz.
149
İSLAM TARİHİ
Ali arasındaki siyasi mücadele, Hz. Ali’nin şehit edilmesi ve Kerbela Olayı Müslümanlar arasındaki
siyasi ve fikrî ayrılığı derinleştirdi. Böylece halifelik konusu, Müslümanlar arasında ortaya çıkan ilk
siyasi ve itikadi ayrılıkların kaynaklarından biri oldu.
Emevilerle birlikte halifelik anlayışında önemli değişiklikler oldu. Dört Halife Döneminde devlet başkanları için kullanılan “halifetü Resulillah (Allah’ın resulunun halifesi) veya emiru’l müminin
(müminlerin lideri) unvanlarının yerine Muaviye’den itibaren “Halifetullah” (Allah’ın halifesi) denilmeye başladı. Önceki halifeler liyakat esasına göre istişareler sonucunda seçilirken Emevilerle birlikte
halifelik silah ve savaşla elde edilen bir kurum hâline geldi. En önemlisi halifelik Muaviye’nin, oğlu
Yezit’i veliaht tayin etmesiyle saltanata dönüştü.61 Abbasiler Devleti de saltanat sistemiyle yönetildi.
Onların zamanında Bağdat’ta Abbasi, Mehdiye’de (Tunus) ve Kurtuba’da (Endülüs) Emevi halifesi
olmak üzere üç tane halife bulunmaktaydı. Abbasi Halifesi Kaim Bi Emrillah’ın 1055’te kendisine yardım eden Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e “Doğu’nun ve Batı’nın Sultanı” unvanını vermesiyle Selçuklu
Devleti’nin halifelik üzerindeki etkisi arttı. Bundan sonra artık Selçuklu sultanlarının ismi, Müslüman
ülkelerde halife adına okutulan hutbelerde halifenin isminden sonra anılmaya başladı.
1258 yılında Moğolların Bağdat’ı işgal etmesi ve Abbasi Devleti’ne son vermesiyle İslam dünyasında halifeliğin siyasi bir ağırlığı kalmadı. Ancak halifelik siyasi meşruiyet kaynağı olmaya devam etti.62
Osmanlı sultanları da I. Murat’tan itibaren
zaman zaman halife unvanını kullanmışlardır.
r.
BİLİYOR MUYDUNUZ?
Ancak Yavuz Sultan Selim, Mısır’ın fethinden
n
Osmanlı sultanları “Müslümanların halifeO
(1517) sonra “hadimü harameynişşerifeyn (iki
si” unvanını resmî bir kayıt olarak ilk kez 1774
kutsal bölgenin hizmetkârı)” unvanını almış ve
tarihinde Ruslarla yapılan Küçük Kaynarca
halifelik, Osmanlı sultanlarına geçmiştir. 1 KaAntlaşması’nda kullanmıştır.
sım 1922’ye kadar Osmanlı sultanları bu unvanı
kullanmış ve bu tarihte saltanatın kaldırılmasıyla
Abdülmecit Efendi sadece “halife-i müslimin” (Müslümanların halifesi) unvanını kullanmak üzere halife seçilmiştir. Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra 3 Mart 1924 tarihinde TBMM’nin aldığı kararla
halifelik kaldırılmıştır. 63
Halifeliğin siyasi hâkimiyeti temsil eden bazı alametleri vardı. Bunların başında bürde gelmekteydi. Halifeler törenlerde Hz. Peygamberin şair Ka’b bin Züheyr’e hediye ettiği bürde (hırka)’ yi giyerlerdi. Bu hırka Emeviler ve Abbasiler yoluyla Osmanlılara geçmiş ve İstanbul’a getirilmiştir.
Halifeliğin yaygın alameti ise hükümdar adına okutulan hutbe ve onun adının bulunduğu sikke
idi. Ayrıca hükümdarların özel işareti olan mühür ve asa da halifelik alametiydi. Halife tahta çıkınca
bunlar kendisine takdim edilirdi.
İslam toplumlarında ortaya çıkan idari kurumlardan biri de vezirliktir. Vezirlik, genellikle halife
ile halk arasında bir köprü vazifesi gören bir kurumdur. Vezirlik sistemi ilk kez Abbasilerle birlikte
uygulamaya konulmuştur. Dört Halife Döneminde de kendilerine danışılan ve halifeye yardımcı olan
kişiler vardı. Emevi sultanları da katip adını verdikleri kişilerle istişare eder ve onlardan yardım alırlardı. Ancak vezirliğin ilk kurumsal örneği Abbasilerde görülür. Bu uygulama sonraki devletlerde de
yaygınlaştı ve vezir unvanı tüm İslam devletlerinde kullanıldı.64
61 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 17, s. 539.
62 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 121
63 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 17, s. 539.
64 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s.141.
150
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
YORUMLAYALIM
Peygamberimizin şair Ka’b bin Züheyr’e hediye ettiği bürde (hırka), Yavuz Sultan Seli aracılığıyla Osmanlılara geçti. Osmanlı hükümdarları, her yıl ramazan ayının on beşinci
lim
günü Hırka-i Saadet Dairesinde devlet protokolünün de hazır bulunduğu özel bir merasimle
bu hırkayı ziyaret ederlerdi.
Osmanlı saray geleneğine göre Hırka-i Saadet’in baş muhafızı ve hizmetkârı hükümdardı.
Yavuz Sultan Selim bu kutsal emanetin bulunduğu odada kendisi dahil 40 hafızla Kur’an
okuma geleneğini başlatmıştı. O günden bugüne kadar bu odada beş asırdır 24 saat boyunca
Kur’an-ı Kerim okunmaktadır.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi C 17, s. 374.
Yukarıdaki metni Türklerin Peygamberimize ve Kur’an’a gösterdikleri sevgi ve saygı
yönünden yorumlayınız.
Vezirlik, devlet yönetiminde halifeden sonra gelen en yüksek makamdır. Ancak halifenin vekili unvanıyla uygulama ve yürütme bakımından vezir ona denk bir konumda sayılabilir. Vezirlik iki kısımdır. Tefviz
veziri ve tenfiz veziri. Tevfiz veziri, halifenin vekili olarak devlet işlerini
kendi salahiyetiyle yürüten kişidir. Tenfiz veziri ise sadece kendisine verilen görev ve sorumlulukları yerine getirme yetkisine sahiptir.65 Tevfiz
veziri, bugünkü siyasal sistemlerde başbakana denk düşerken tenfiz veziri ise bakanlara denktir.
Selçuklularda merkez teşkilatı günümüz bakanlıklarına benzeyen
divanlardan oluşmaktaydı. Her divanın başında “sahibü’d-divan” (bakan)
bulunurdu. Bakanların bir araya gelmesiyle büyük divan oluşurdu. Büyük divanın başında ise vezir (başbakan) bulunurdu.
Nizamü’l-Mülk’ün
temsilî resmi
(1018-1092)
Selçuklu Devleti’nde 28 yıl
vezirlik yapmıştır. Siyasetname adlı eseri Türk-İslam
devlet geleneğinin klasiklerindendir.
Osmanlılarda vezirlik uygulaması ilk kez Orhan Gazi Döneminde (1324-1362) kurulmuştur.
Sonraki dönemlerde vezir sayısı çoğalınca baş vezire “vezir-i azam veya sadrazam” denmiştir. Bazı
İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlılarda da vezir-i azam atandıktan sonra kendisine hil’at giydirilir, üzerinde sultanın ismi bulunan mühür verilir ve divit takımı takdim edilirdi. Vezir-i azam daha
sonra kılıç kuşanır ve göreve başlardı. Sadrazam; devlet, din, hukuk, eğitim, askeriye, sosyal hayat
ve ekonomik yaşam gibi pek çok alandan sorumlu olup padişahtan sonra en yetkili kişiydi.66
5. 2. Adli Kurumlar
Adalet teşkilatı, toplumda ortaya çıkan anlaşmazlıkları çözüme kavuşturan, hukuku ve adaleti tesis
eden bir kurumdur. Bu özelliğiyle adliye, bir devletin en önemli kurumlarından sayılır. İslam dini hak
ve adalete büyük önem vermiş ve Müslümanlara hukuka saygılı olmayı ve her zaman ve şartta adaletli
olmayı emretmiştir. Her toplumda olduğu gibi Müslüman toplumlarda da toplumsal ve dinî gerekçelerle
adli kurumlar ortaya çıkmıştır. Kadılık ve mahkemeler adliye teşkilatının temel kurumlarıdır.
65 Ziyaeddin Rayyıs, İslam’da Siyasi Düşünce Tarihi, s. 241.
66 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s.152.
151
İSLAM TARİHİ
Kadı, İslam toplumlarında insanlar arasındaki anlaşmazlıkları şer’i hükümlere göre çözmek için
tayin edilen kişiye verilen addır. Kadıların görevi; insanlar arasındaki hukuki anlaşmazlıkları çözüme
kavuşturmak, kanunlara karşı işlenen suçların cezasını hukuki sonuca bağlamak, verdikleri hüküm ve
cezaları yerine getirmektir.67
İslam toplumlarında yargı, halifeliğin yetkisindeki görevlerden biri kabul edildiği için kadı tayin
etme yetkisi devlet başkanına aittir ve kadı onun vekili sayılır. İlk dönemlerde kadılar, devlet başkanı
tarafından atanırdı. Hz. Peygamber zaman zaman Medine’de veya farklı şehirlerde görev yapmak üzere
bazı sahabeleri kadı olarak atamıştır. Hz. Ömer’in halifeliği zamanında şehirlere valilerin yanı sıra kadılar da atanmıştır. Böylece kadılık görevi ile idari görev birbirinden ayrılmıştır.68
Emeviler Dönemine kadar kadılar genellikle halifeler tarafından atanmıştır. Emeviler
BİLGİ KUTUSU
Döneminde ise genellikle kadıları valiler tayin
Kadıaskerliğin görevleri şunlardır:
etmişlerdir. Atanacak kadılarda Müslüman ol• Askerî yargıyı yönetmek ve yürütmak, akıl ve zeka sahibi olmak, hür olmak, sağmek
lıklı olmak ve hukuk bilgisine sahip olmak gibi
• Askerin içinde çıkabilecek hukuki anşartlar aranmıştır. Abbasi Halifesi Harun Reşit
laşmazlıkları çözmek
zamanında Kadı’l-Kudat Teşkilatının kurulma• Ordunun savaş ve barış anında ihtiyaçlarını gidermek
sıyla birlikte kadıların atanması bu kurum tara•
Divan-ı Hümayun’a katılmak ve sorumfından yapılmıştır. İslam toplumlarında kadılar
luluk almak (Osmanlılar’da)
genellikle saygın ilim adamları arasından seçil• Divan’da İslam hukuku ile ilgili konumiş ve toplumda itibar sahibi kişiler olmuşlardır.
larda görüş açıklamak (Osmanlılar’da)
Kadılara her dönemde yüksek maaşlar ödenmesine dikkat edilmiştir. Böylece kadıların rüşvet ve adam kayırma gibi yollara düşmeleri engellenmiştir.
Bununla da adil karar vermeleri sağlanmıştır. Kadının verdiği hüküm Emeviler Döneminden itibaren
mahkemelerdeki şer’i sicillere kaydedilmiştir.69
Mahkemeler İslam toplumlarında adli işlemlerin yerine getirildiği yargılama yetkisine sahip
resmî makam ve kurumlardır. Hz. Peygamber
ve Dört Halife dönemlerinde mahkeme yeri olaNOT EDELİM
rak genellikle mescitler kullanılmıştır. Bununla
Mezalim Mahkemeleri’nin görevleM
birlikte ev ve çarşı gibi farklı mekânlar da kulşu
ri
şunlardır:
lanılmıştır. Hz. Ömer zamanında Mekke ve Hz.
• İdareciler hakkındaki şikâyetleri inOsman zamanında Medine’de davaların görücelemek ve karara bağlamak
şülmesi için özel adliye binaları yapılmıştır.70
• Yolsuzluk yapan devlet memurlarının durumunu görüşmek
Adli davalara bakan mahkemelerin
•
Üst düzey memurları denetlemek
yanı sıra Müslüman toplumlarda mezalim ve
•
Toplumda saygın ve nüfuzlu kişilerin
askerî mahkemeler de ortaya çıkmıştır. Mezalim
davalarına bakmak
Mahkemeleri devletin halife, vezir, vali gibi üst
• Kadıların verdikleri kararlara yapılan
düzey yöneticilerinin baktığı adli ve idari kuitirazları incelemek
rumlardır. Mezalim Mahkemelerinde idarecilerin
67 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 24, s. 66.
68 Fahreddin Atar, İslam’da Adliye Teşkilatı, s. 53.
69 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 184.
70 Fahreddin Atar, İslam’da Adliye Teşkilatı, s. 85.
152
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
karar ve uygulamalarına yönelik şikâyetler, adli mahkemelerin bakmakta âciz kaldığı davalar görülürdü.
Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde hac mevsiminde Mekke’de bir temyiz mahkemesi kurulur ve halife
burada davaları tetkik ederdi. Sonraki dönemlerde de tarafların sultana veya mezalim mahkemesine temyiz
için başvurma hakkı korunmuştur.
Askerî mahkemeler, ordu mensubu kişilerin ceza davaları ile bazı hukuk davalarının görüldüğü
mahkemelerdir. Bu mahkemelerin başında kadıasker bulunurdu. Kadıaskerlik uygulamasını ilk kez Hz. Ömer
başlatmıştır. Ordugâh şehirler kuran Hz. Ömer buralara kadıaskerler atamıştır. Kadıaskerlik uygulaması daha
sonraki tüm İslam devletlerinde devam etti. Osmanlı Devleti’nde Divan-ı Hümayun’un üyesi olan kadıasker
(Kazasker) aynı zamanda yargı ve eğitim teşkilatının da sorumlusuydu. Devlet sınırlarının genişlemesi üzerine
Fatih zamanında Avrupa bölümü için Rumeli Kadıaskerliği, Asya bölümü için de Anadolu Kadıaskerliği
oluşturuldu. Ancak protokolde Rumeli Kadıaskerliği daha kıdemli idi.71
5. 3. Güvenlik Kurumları
Müslüman toplumlarda iç ve dış güvenliği sağlamak için hisbe, polis ve ordu gibi kurumlar
oluşturulmuştur. Bunlardan hisbe teşkilatı İslam’ın iyiliği emretmek ve kötülüğü nehyetmek ilkesinin bir
sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu kurum toplumda genel ahlakı ve kamu düzenini korumayı amaçlamıştır.
Bu işle görevli kişiye ise muhtesip denmiştir. Osmanlı Devleti’nde muhtesibe, ihtisap ağası, ihtisap nazırı
veya şehremini adı verilmiştir. Devlet protokolünde muhtesip, şehrin vali ve kadısından sonra gelmektedir.
Muhtesibler gece-gündüz görev yapan, toplumda birbirinden farklı birçok hizmet grubunu teftiş eden ve
hızlı karar alabilen resmî görevlilerdir.
Hz. Peygamber Döneminde uygulamaya
konulan hisbe Hz. Ömer Döneminde teşkilatlı
hâle getirilmiş ve daha sonraki tüm İslam
devletlerinde korunmuştur. Muhtesipler sadece
devletten maaş alırlardı. Muhtesip olmak için
Müslüman, mükellef, erkek, adalet, kudret,
ilim ve güzel ahlak sahibi olmak gibi şartlar
aranırdı.72
BİLGİ KUTUSU
Muhtesibin görevleri şunlardır:
•
•
•
•
•
•
• Kamu düzenini ve genel ahlakı bozan davranışları engellemek
Ölçü ve tartıların denetimini yapmak
Yolları düzeltmek
Pazarlarda düzeni sağlamak
Halkın ibadetlerini yerine getirmesini sağlamak
Camileri denetlemek
Halkın şikayetlerini dinlemek
Müslüman toplumlarında bir güvenlik kurumu olan polis teşkilatına şurta adı verilirdi. Şurtanın temelini oluşturan gece bekçiliğini ilk kez
• Komşu hakkına tecavüzü engellemek
uygulayan Hz. Ömer olmuştur. O, geceleri asayiş
ve güvenliği korumak amacıyla kurulan bekçilik
sistemini kurdu. Hz. Ali Döneminde ise bekçilik sistemi geliştirilerek polis teşkilatı hâline getirildi. İlk dönemlerde çoğunlukla kadılara yardımcı olan ve yasaların uygulanmasını sağlayan bu kurum, Hişam bin Abdülmelik
zamanında yargıdan ayrılarak müstakil hâle geldi.73 Polisin görevi, devlet başkanları ve üst düzey idarecileri
korumak, suçluları yakalamak, yargı kararlarını infaz etmek ve halkın güvenliğini sağlamaktır.
Müslüman toplumların en önemli güvenlik kurumu ordudur. İslam tarihinde ilk askerî teşkilat Hz.
Peygamber tarafından kurulmuştur. Onun döneminde savaş teçhizatını alan herkes gönüllü olarak orduya
71 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 203.
72 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 18, s. 133.
73 Suphi Salih, İslam Kurumları, s. 202.
153
İSLAM TARİHİ
katılabilmekteydi. Hz. Ömer Döneminde düzenli ordunun temeli atıldı. Hz. Ömer askerliği zorunlu kıldı ve
Divanü’l-Ceyş’i oluşturdu. Bu divanda kimlerin askere alınacağına karar verilir, askerlerin isimleri divan
defterlerine kaydedilir ve kimlere ne kadar maaş verileceği belirlenirdi.74 Ayrıca bu dönemde ordu birliklere
ayrıldı ve her birliğin görevi tanımlandı. Hz. Osman Döneminde Şam Valisi Muaviye’nin gayretleri ile ilk
donanma oluşturuldu. Bu donanma ile Kıbrıs fethedildi. (648-649)
İslam ordusu ilk dönemlerde Araplardan
oluşuyordu. Ancak Emevilerle birlikte Arap olNOT EDELİM
mayanlar (mevali) da orduya alınmaya başlandı.
Ordunun görevleri şunlardır:
O
Ordu, maaşlı askerler ve gönüllülerden oluşmak• Ülke
Ü içinde barışı, istikrarı ve ülke bütünlüğünü
taydı. Abbasiler Döneminde Türklerin orduya
korumak
katılmasıyla birlikte orduda sistem değişikliğine
• Ülkeyi ve halkı dış düşmanlara karşı korumak
gidildi ve onlu sisteme geçildi. Halife Memun Dö• Siyasi otoriteye karşı çıkan isyanları bastırmak
neminden itibaren de ordu içinde üstünlük TürkleOrdunun savaş malzemeleri şunlardır:
re geçti.75 Selçuklularda ordunun temelini ikta sisZırh, kalkan, kılıç, mızrak, ok, yay, kargı, mancıtemi oluşturmaktaydı. Divan-ı arz tarafından idare
nık, koçbaşı, dikenli tel, barut, top, tüfek, at, deve,
edilen ordunun başında beylerbeyi bulunurdu. İskatır ve filler.
lam tarihinin en büyük ve en teşkilatlı ordusunu
Osmanlılar kurmuşlardır. Osmanlı Devleti’nde
Orhan Gazi ile başlayan düzenli orduyu atsız askerlerden oluşan yaya ve atlı askerlerden oluşan müsellemler
teşkil etmekteydi. Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasıyla Osmanlı ordusu daha da gelişmiştir.76
5. 4. Sosyal Dayanışma Kurumları ve Vakıflar
İslam’ın emir ve yasakları Müslümanlar arasında yardımlaşmayı, dayanışmayı hedefler. Allah’ın, “...
İyilik ve takvada yardımlaşın, günah ve düşmanlıkta yardımlaşmayın…”77 emri Müslümanlara bu konuda rehber olmuştur. Hz. Peygamberin, “Müminler birbirini sevmede, birbirine rahmet ve şefkatle
muamele etmede bir beden gibidir. Bedenin bir parçası rahatsız olduğu zaman, diğer kısımları da
onun rahatsızlığına ortak olur.”78 hadisi Müslümanlara toplumsal görev ve sorumluluklarını hatırlatmaktadır. Bunlar gibi birçok ayet ve hadis; Müslümanlara başkalarına faydalı olmayı, iyilik yapmayı, canlıların
ihtiyaçlarını gidermeyi, dinî ve ahlaki bir görev saymaktadır.
İslam’ın cemaatla namaz, oruç, hac, kurban,
zekât ve sadaka gibi birçok emri toplumsal yönü güçlü olan ibadetlerdir. Bu ibadetler Müslümanlar arasında dayanışma ve yardımlaşma hissini oluşturan
amellerdir. Müslüman toplumlar iyilik yapmayı ve
merhametli davranmayı sadece Müslümanlara değil,
gayrimüslimlere de göstermişlerdir. Ayrıca Müslümanlar, tarih boyunca hayvanlara, tabii çevreye iyilik ve merhamet duygusuyla yaklaşmışlardır.
74 Cahit Baltacı, İslam Medeniyeti Tarihi, s. 228.
75 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 39.
76 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s.471.
77 Mâide suresi, 2. ayet.
78 Buhari, Birr, 37.
154
Sultanahmet Çeşmesi (İstanbul)
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
İslam medeniyetinde iyilik ve yardımlaşma duygusunun en güzel örneği vakıflardır. Hz.
Peygamberin “İnsan öldüğü zaman yapmakta olduğu hayırlı amelleri kesilir. Ancak faydalı ilim
bırakan, iyi evlat yetiştiren ve sürekli hayır getiren bir iş (sadaka-i cariye) yapan kişinin iyilikleri
devam eder.”79 hadisinde geçen sadaka-i cariye anlayışı Müslümanları vakıflar kurmaya yöneltmiştir.
Vakıflar tarih boyunca Müslüman toplumlarda önemli roller üstlenmiş, kamu hizmetleri dahil pek çok
alanda sivil inisiyatif almış sosyal kurumlardır.
Vakıf, Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla bir malın insanların faydalanması için tahsis edilmesine
denir. Vakfeden kişi, söz konusu malını veya gayrimenkulünü kendi mülkiyetinden çıkararak adeta kamu
malına dönüştürmüştür. Vakfın işleyişini gösteren nizamnameye vakfiye denir. İslam tarihinde ilk vakıf
faaliyeti Hz. Peygamberin Fedek arazisini yolcular için vakfetmesiyle başlamıştır. Bununla beraber Hz.
Ömer’in de hurmalık bir araziyi vakfettiği bilinmektedir. Vakıf sistemi Emeviler Döneminde devam etmiş
ve Abbasiler zamanında Vakıflar Nezareti kurularak denetim altına alınmıştır.80
YORUMLAYALIM
DİN
Cami
Tekke
Mescit
EĞİTİM
Mektep
Medrese
Kütüphane
ORDU
Kışla
Saray
Silah evleri
İKTİSAT
Çarşı
Bedesten
Han
SOSYAL
HAYAT
Hastane
İmaret
Darülaceze
SU
TESİSLERİ
Sebil
Hamam
DİĞER
Ok meydanları
Hayvan
barınakları
Yukarıdaki şemayı inceleyerek vakıfların sosyal hayatımızdaki
yerini arkadaşlarınızla yorumlayınız.
Osmanlı Devleti’nde ilk vakıf Orhan Gazi tarafından kurulmuş olup bu vakıfların denetimi
kadılar tarafından yapılmıştır. Vakıflar, vâkıfın (vakfeden kişinin) tespit ettiği mütevelli heyeti tarafından
yönetilmiştir. Sonraki dönemlerde oluşturulan nezaretler aracılığıyla denetlenen ve sayıları 35 bini bulan81
vakıflar 1826’da kurulan Evkaf Nezaretine bağlanmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra kurulan (1924)
Vakıflar Genel Müdürlüğü, vakıfların kontrol ve denetimini yapmaktadır.
Bir vakfın kurulması için şer’i mahkemelerde tescil edilmesi şarttı. Vakfın işleyiş sistemi olan
vakfiye, kadı tarafından onaylandıktan sonra kesinleşirdi. Vakfiyelerde, vakfolunan malların neler
olduğu, vakıf mallarının nasıl idare edileceği, vakıf gelirlerinin nerelere ve kimlere harcanacağı,
vakfın kimler tarafından idare edileceği, vakıf kurumunda kaç kişinin çalışacağı ve bunlara ne kadar
maaş verileceği, hâkimin vakfın sıhhatine ilişkin hükmü ile hâkimin mührü bulunurdu.
nışma kurumu da ahilik teşkilatıdır. Ahi kelimesi
Müslüman toplumlarda görülen bir diğer dayanışma
Arapçada “kardeşim” demektir. Ahilik, 13.
yüzyılın ilk yarısından 20. yüzyılın başlarına dek
KONUŞALIM
K
İslam toplumlarında vakıf anlayıİs
Anadolu’nun şehir, kasaba hatta köylerindeki esnaf
şını
şın
şı
nın yaygınlaşmasının
nın
y
şının
nedenlerini arve sanatkâr kuruluşlarının eleman yetiştirmesini,
kadaşlarınızla konuşunuz.
işleyiş ve kontrollerini düzenleyen bir kurumdur.82
79 Ahmet bin Hanbel, Müsned, C 3, s. 372.
80 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 275.
81 Türkler Ansiklopedisi, C 10, s. 434.
82 Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, s. 1.
155
İSLAM TARİHİ
Bir Türk kurumu olarak ortaya çıkan Ahiliğin tarihi 13. yüzyıldır. Ancak bu teşkilatın kökeni
daha önceki Müslüman toplumlarda görülen fütüvvet teşkilatına ve eski Türk âdetlerine dayanır.
Bir gençlik teşkilatı olan fütüvvet teşkilatı, tasavvufi ve mesleki bir kuruluştur. Abbasi ve Anadolu
Selçuklu sultanlarının desteğini alan fütüvvet teşkilatı zamanla Ahiliğin temelini oluşturmuştur.
İslami anlayışın bir ürünü olan Ahilik, tasavvufi bir temele dayandırılır. Özellikle esnaf kesimi
arasında yaygın olan, sosyal ve iktisadi yönleri ağır basan bir teşkilattır. Ahiliğin kurucusu Ahi
Evran diye bilinen Şeyh Nasıruttin Mahmut’tur (öl. 1262). Ahilik, 13. yüzyılda Anadolu’da devlet
otoritesinin zayıfladığı dönemde önemli görevler üstlenmiştir. Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da
büyük rolü olan Ahiliğin nizamnamelerine “Fütüvvetname” adı verilirdi. Ahilik teşkilatına ilk giren
kişi fütüvvetnamelerde yazılı ahlaki ve ticari emirlere uymak zorundaydı.
Ahilik kurumunun misyonu; konukseverlik, yardımseverlik, bir sanat veya meslek sahibi
olmak, üyelerini gündüz tezgâh ve atölyelerde iş başında eğitmek, geceleri ise ahi zaviyelerinde
sosyal ve ahlaki yönden bilinçlendirmektir.83
6. İslam Medeniyetinin Özgünlüğü ve Özellikleri
Dünya tarihi boyunca geniş coğrafyalarda ve uzun yıllar boyunca yayılma ve yaşama imkânı
bulan pek çok medeniyet kurulmuştur. Bunlardan bazıları Mısır, Yunan, Sümer, Roma, Sasani, Çin
ve İslam medeniyetleridir. Her medeniyet çok farklı unsurların katılımı ile bir ahenk ve bütünlük
kazanmıştır.
İslam medeniyeti temelinde tevhit inancı
bulunan dinî karakterli bir medeniyettir. M 7.
yüzyılda Hicaz topraklarında doğan ve kısa
sürede gelişen İslam medeniyeti karşılaştığı
Yunan, İran, Hint, Çin, Bizans gibi uygarlıkların
bilim ve düşünce mirasını almıştır. Türk,
Fars, Hint ve Berberi gibi pek çok milletin
kültürlerini kendi potasında eriterek büyük
bir medeniyet hâline gelen İslam medeniyeti
varlığını devam ettirmektedir.
NOT EDELİM
N
İslam medeniyeti Türkler, Araplar,
İs
İranl
İranlılar,
Hintliler ve Afrikalılar gibi birçok
farklı etnik soy ve milletin katkısıyla
oluşmuştur. Bu yönüyle İslam medeniyeti paylaşımcı, çoğulcu ve evrensel bir
medeniyettir.
Her medeniyet, kendini diğerlerinden ayıran bir özgünlüğe sahiptir. Yunan medeniyeti aklı,
Hint medeniyeti mistisizmi ön plana çıkarmıştır. İslam medeniyetinde ise hayatın her alanına
yansıyan tevhit anlayışı öne çıkmıştır. Allah’ın tek ve mutlak yaratıcı olması demek olan tevhit, İslam
medeniyetinin özünü oluşturur. İslam medeniyetinde tevhit inancı, tek Allah inancından hakikatin
tekliğine, vahiy, akıl ve duygu uyumundan, dinî, fenni ve sosyal bilimlerin birlikteliğine, hatta dünyaahiret dengesine kadar geniş bir yelpazede tezahür etmiştir. Her alanda İslam medeniyetine kimliğini
veren tevhit, bünyesine aldığı unsurları yeniden şekillendirmiş, onları tevhit özüyle dönüştürmüş
ve medeniyetin temel taşları hâline getirmiştir. Müslümanlar tarih boyunca başka medeniyetlerden
devraldıkları mirasın tevhide uygun olanını almışlar, aykırı olanını ise ya ıslah etmişler ya da
reddetmişlerdir.
83 Neşet Çağatay, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, s. 240.
156
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
İslam medeniyeti insanı merkeze alan bir medeniyettir. İslam’a göre insan yeryüzünde Allah’ın
halifesidir ve yaratılmışlar içinde en üstün varlıktır. Akıl ve irade sahibi olan insan, yeryüzünde ilahî mesajın da muhatabıdır. Kur’an’ın ana konusu insan olduğu gibi temel amacı da insanın dünya ve ahiret
mutluluğuna kavuşmasıdır. Bu sebeple İslam’daki kurallar, Müslümanların bilim, felsefe, sanat, ekonomi
ve siyaset gibi alanlardaki çalışmaları insanın her iki hayatta da mutluluğa kavuşması içindir.
İslam, insana bireysel sorumluluklar yanında toplumsal sorumluluklar da yüklemiştir. Böylece ne
insanı toplumsal hayattan tecrit etmiş ne de toplum içinde onun bireysel sorumluluğunu yok saymıştır.
İslam medeniyetinin bir özelliği de onun adalet ve hoşgörü medeniyeti olmasıdır. Düşmanlarına
karşı dahi adaletli olmayı emreden Kur’an, adaletin duygusallıklardan uzak olmasını, her türlü beşerî
ayrıcalıklardan arınmış olmasını istemiştir. Hz. Peygamber ve ondan sonra gelen devlet başkanları bu
uyarıya bağlı kalmıştır. İslam tarihi Peygamberimizden bugüne kadar Müslümanların kendilerinden
olmayanlara gösterdikleri adalet ve hoşgörü örnekleriyle doludur. Hz. Peygamberin Yahudi, Hristiyan
ve müşriklerle imzaladığı Medine Antlaşması, Hz. Ömer’in Kudüs’ün fethi sonrasında Hristiyanlara
gösterdiği hoşgörü, Fatih’in Bosna ve İstanbul’un fethinden sonra farklı din mensuplarına verdiği din
özgürlüğü teminatı, Endülüs’ten sürülen Yahudilere Osmanlı Devleti’nin gösterdiği hoşgörü bu örneklerden sadece birkaçıdır.
Tarihin en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti İslam medeniyetindeki adalet ve hoşgörü anlayışının en büyük örneğidir. Osmanlılar; Hristiyanlar (Katolik, Ortodoks, Nasturi, Süryani,
vb.), Yahudiler (Rabbaniler, Karailer, Samiriler) ve Sabiiler gibi farklı inanç mensuplarını; Rumlar,
Sırplar, Hırvatlar, Romenler, Bosnalılar, Arnavutlar, Araplar, Ermeniler, Gürcüler, Kıptiler ve Habeşler
gibi onlarca farklı milleti bir arada tutabilmiştir.84 Bu birlikteliğin özünde ise İslam’ın barış, adalet ve
hoşgörü geleneği yatmaktadır.
7. İslam Medeniyetinin Etkileri
Dünya üzerinde kurulan medeniyetlerin birbiriyle etkileşimi kaçınılmazdır. İslam medeniyeti de
karşılaştığı medeniyetlerle bir etkileşim içinde olmuştur. Farklı medeniyetlerin bilimsel, felsefi ve tarihî
mirasından etkilenen İslam medeniyeti bu mirası kendi içinde yoğurmuş, özümsemiş ve geliştirmiştir. İslam medeniyetinin tarihte karşılaştığı birçok kültür ve medeniyeti etkilediği muhakkaktır. Bunlar
içinde Avrupa, Balkanlar, Rusya, Çin ve Hindistan’ı sayabiliriz.
İslam medeniyeti Batı uygarlığını etkilemiştir. İslam medeniyetinin Batı dünyası ile ilk temasları
Hz. Peygamber henüz hayatta iken başlamıştır. Hz. Peygamberin Bizans Kralı Herakliyus’a yazdığı
İslam’a davet mektubu bu karşılaşmanın ilki sayılır. Daha sonra meydana gelen Mute ve Tebük savaşları ile bu mücadele devam etmiştir. Müslümanların Kudüs’ü fethi, Sicilya ve İstanbul’u kuşatmaları
Batılılar nezdinde hem korku hem de merak uyandırmıştır. Bu sebeple Avrupalılarla ilk karşılaşma
genellikle fetihler ve savaşlar yoluyla olmuştur.
Batı dünyasının İslam medeniyetiyle karşılaşması ve tanışmasının bir yolu da tercümeler olmuştur. Miladi 8. yüzyılın sonlarından itibaren eski Yunana ait bilim ve felsefe mirasını Arapçaya çevirmeye başlayan Müslüman ilim adamları bu mirası geliştirerek 10. yüzyıldan itibaren orijinal eserler ortaya
koymaya başladılar. Bununla birlikte Müslümanlar hem eski Doğu medeniyetinin ve antik devirlerin
ilimlerini geliştirdiler hem de bunları Batı’ya aktardılar. Ayrıca Uzak Doğu’nun bilim ve düşünce geleneğini
geliştirerek Batı’ya naklettiler.85
84 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 67.
85 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 45.
157
İSLAM TARİHİ
Batı dünyası Müslüman bilim adamları
sayesinde hem eski Yunan düşüncesini hem de
İslam bilim, felsefe ve teknolojisini keşfetmiş
oldu. 9. yüzyılda başlayan Arapçadan Latinceye
tercüme hareketiyle tıp, matematik ve felsefe gibi
alanlarda birçok eser Batı’ya geçti.86 Arapçadan
Latince ve İspanyolcaya yapılan tercümeler 12.
ve 13. yüzyıllarda zirveye ulaştı. Bu yüzyıllarda
ise Avrupa’nın ilk üniversiteleri (Napoli-1224,
Paris-1219, Palencia-1212) kuruldu. Yapılan
bu çeviriler yeni kurulan üniversitelerin öğretim
programlarını belirledi. Bu üniversiteler İslam
bilimlerinin özümsendiği merkezler oldu.87
İslam medeniyeti, Balkan topluluklarını
da etkilemiştir. İslam, Müslüman tüccarlar
aracılığıyla ve deniz yoluyla Balkanlara girmiştir.
Mustafapaşa Camii (Üsküp-Makedonya)
Ancak İslam’ın Balkanlarda yayılması Osmanlı
Türkleri sayesinde olmuştur. Arnavutlar ve Boşnaklar gibi
birçok topluluk İslam’ı benimsemiş ve onlar sayesinde Balkanlarda bir İslam kültürü oluşmuştur.
İslam’ın barış ve hoşgörü anlayışını Balkanlara taşıyan Türkler, oradaki yerel kültürlere saygıyla
yaklaşmış ve Balkanlarda asırlarca sürecek bir huzur ortamı oluşturmuştur. Müslümanlar, tesis ettikleri
bu hoşgörü geleneğini 1990’lı yıllarda yaşanan iç savaş boyunca da muhafaza etmişlerdir. Sırpların
Türk-İslam kültürüne ait her şeyi yakıp yıkmalarına karşın Müslümanlar, Balkan milletlerinin dinî,
tarihî ve kültürel eserlerine dokunmamışlardır.
İslamiyet, Balkanları dinî, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda etkilemiştir. Bazı Balkan
şehirleri (Üsküp, Saraybosna gibi) Anadolu şehirlerini anımsatır. Balkan dillerinde çok sayıda Türkçe
kelime de bulunmaktadır. Örneğin Boşnakların kullandığı çorba, pekmez ve fukara gibi onlarca
kelime Türkçedir. Çeşitli Balkan ülkelerinde bulunan kapalıçarşı, han, hamam, cami, türbe ve saat
kuleleri gibi tarihî eserler İslam medeniyetinin izleridir.88
İslam’ın Avrupa’ya ilk ve en önemli giriş yolu Endülüs’tür. 711 yılında İspanya’ya ayak basan
Müslümanlar, burada çeşitli dönemler hâlinde 1492’ye kadar zengin bir İslam kültür ve medeniyeti
oluşturdular. Böylece Endülüs aracılığıyla İslam, Avrupa’nın içlerine kadar uzandı. Avrupa’nın farklı
yerlerinden gelen Yahudi ve Hristiyanlar için Endülüs bilim ve kültür merkezi haline geldi. Toledo,
Kurtuba gibi şehirlerde tıp, felsefe, matematik ve astronomi gibi bilimleri okuyan Hristiyan bilginler
bu bilimsel mirası Avrupa’ya taşıdılar.
Endülüs’te kurulan hoşgörü ve adalete dayalı üstün medeniyet anlayışı sayesinde birçok millet,
Müslümanların yaşam tarzına gıptayla bakmaya başladı. 9 ve 10. asırlarda kimi İspanyol, İtalyan ve
Fransız asıllı Avrupalılar, Müslümanların dillerini ve geleneklerini benimsemeye başladılar. Bunlara
mustarep (Araplaşmış) veya mozarap denildi.89
86 Montgomary Watt, İslam Avrupa’da, s. 124.
87 Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik, C 1, s.163.
88 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.161.
89 Bekir Karlığa, İslam Düşüncesinin Batı Düşüncesine Etkileri, s. 153.
158
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
BİLGİ KUTUSU
Camileri, sarayları, kütüphaneleri, kâğıt imalathaneleri,
hastaneleri ve medreseleriyle Endülüs o günkü Batı’nın gözünü
kamaştıran bir uygarlığa sahipti. 700 sene sonra bile Londra’da
bir tek sokak lambası bulunmazken ve sonraki uzun asırlar boyu
Paris’te evinin eşiğinden yağmurlu bir günde sokağa adımını atan
bir Parisli ayak bileklerine kadar çamura batarken aydınlık ve temiz
sokaklarıyla Endülüs kentleri, pek ileri ve gelişmiş bir görünüm arz
ediyordu.
el-Hamra Sarayı (İspanya)
Asırlar boyunca Oxford Üniversitesi ilim muhitinde hamama
girip yıkanmak barbar ve dinsiz kimselere has bir gelenek olarak nitelendirilirken İslam ülkeleri çeşmeleri
ve hamamlarıyla herkesi kendine çekiyordu. Nietzsche’nin deyişiyle “Kilise kendisini temizliğe karşı
bile korur. Müslümanlar İspanya’dan uzaklaştırıldıktan sonra alınan ilk Hristiyanca tedbir, halka açık
hamamların kapatılması oldu. Bunlardan yalnızca Kurtuba’da iki yüz yetmiş tane vardı.”
Bekir Karlığa, İslam Düşüncesinin Batı Düşüncesine Etkileri, s. 149. (Özetlenmiştir.)
İslam kültür ve medeniyetinin Avrupa’ya geçiş yollarından biri de Sicilya’dır. Yaklaşık 400 yıl
Sicilya’da varlığını sürdüren İslam, buradan İtalya ve diğer Avrupa ülkelerine geçmiştir. Sicilya’da
açılan okullarda Hristiyan bilginleri yetişmiştir. Müslümanların hâkimiyetinin sona ermesine rağmen
Arapça, orada kullanılan resmî dil olmaya devam etmiştir.90
Haçlı Seferleri, İslam medeniyetinin Batı’ya tesirlerini hızlandıran bir süreçtir. Zira Haçlı Seferleri’ne kadar her bakımdan geri, fakir ve yetersiz olan Batı toplumları, Haçlı Savaşları’yla
birlikte doğuya gelmiş ve İslam ülkelerindeki müreffeh, huzurlu ve medeni hayatı görünce bunun
tesirinde kalmışlardır. Bu karşılaşma Batılılarda düşmanlık besledikleri Müslümanlara karşı bir merak uyandırmıştır. Bu sebeple Haçlı Seferleri Müslümanlardan sadece toprak değil, bilim ve felsefe
alma gayretine de dönüştü. Haçlı Seferleri sonucunda Batılılar şu iki şeyi kesin olarak öğrendiler: İlk
olarak İslam ülkelerine nispetle Batı çok geri kalmıştı. İkinci olarak Müslümanları yenebilmek için
onların sahip oldukları bilim ve teknikleri elde etmek gerekmekteydi.91 Haçlılar, bu seferler sayesinde İslam dünyasının en yeni ve gelişmiş bilgi ve tekniğini Avrupa’ya aktardılar.92
Batılı seyyahların İslam ülkelerine yaptıkları seyahatler, diplomatik ilişkiler ve Batı ile Doğu
arasındaki ticaret de İslam’ın Batı toplumlarını etkilediği yollardandır. Bağdat, Şam, Kahire, Endülüs ve Basra gibi bilim merkezlerine yapılan seyahatlerle buralardaki bilim ve teknoloji Batı’ya
taşınmıştır. Ayrıca özellikle Venedik, Pisa ve Cenova gibi liman şehirleri üzerinden yapılan Akdeniz
ticareti aynı zamanda bir kültür alışverişiydi.
Müslüman filozofların fikirleri Batı’yı etkilemiş, Reform ve Rönesans’ın doğmasına neden
olmuştur. Kindi, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşt, Harezmi ve İbn Haldun gibi bilginlerin eserleri Batı’da
ilgiyle okunmuştur. Orta Çağda Avrupa’da tıp çok ilkel yöntemlere sahipti. Müslüman bilim adamlarının eserlerinin tercümesi ve Müslümanların medreselerinde okuyan Batılı öğrenciler sayesinde tıp
90 Ziya Kazıcı, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, s. 46.
91 Bekir Karlığa, İslam Düşüncesinin Batı Düşüncesine Etkileri, s. 173.
92 Fuat Sezgin, İslam’da Bilim ve Teknik, C 1, s.150.
159
İSLAM TARİHİ
gelişti. İbn Sina ve Ebu Bekir Razi’nin eserleri asırlarca Batı’da ders kitabı olarak okutuldu. Harezmi ve İbnü’l-Heysem gibi matematikçilerin çalışmaları Latinceye tercüme
edildi ve Batılılar Arap rakamları denilen
ondalık sayı sistemini kullanmaya başladı.
Batılılar matematikte sıfır rakamını kullanmayı da Müslüman matematikçilerden almış
oldular.
BİLGİ KUTUSU
Müslüman Türklere komşu olarak yaşayan Ruslar, 1214-1480 tarihleri arasında
Türklere bağlı kalmışlardır. 16. yüzyılın
ortalarından itibaren ise Türkler onların yönetimi altına girmiştir. Bu uzun süreç içinde birlikte
yaşayan bu iki farklı uygarlığın mensupları birbirinden etkilenmişlerdir.
Müslümanların Bağdat, Semerkant ve
Türkler dil, edebiyat, mimari, ekonomi,
İstanbul’da kurduğu rasathaneler Batılıların
giyim-kuşam, ordu, hukuk, adliye gibi pek çok
ilgisini çekmiş ve Avrupa’da kurulan rasatalanda Rusları etkilemişlerdir. Ruslar, Altınordu
hanelere örnek teşkil etmiştir. Coğrafya alaDevleti’nden askerî sistem, posta, vergi sistemi
ve idari kurumları almışlardır.
nında ise İdrisi ve Piri Reis’in haritaları haritacılığın örnekleri olmuştur. İbn Haldun’un
Kafkasya ve Kırım bölgelerine göç eden Müstoplumbilim ve tarih felsefesini içeren Mulümanlardan etkilenen Ruslar, özellikle Türk şehkaddime adlı eseri Batılılarca ders kitabı olazadelerinin giyim-kuşamlarını taklit etmişlerdir.
rak okutulmuştur.
19. asırda Kırım’da Müslümanlarla birlikte yaİslam medeniyetinin etkilediği kültürşayan Ruslar, Türk kültürünün etkisi altında kallerden biri de Çin’dir. Müslümanlar ilk kez
mışlardır. Ayrıca müzik ve dil gibi alanlarda Türk
Hz. Osman zamanında Çin’e bir heyetle gitizlerini görmek mümkündür.
mişler ve daha sonra Müslüman tüccarlar bu
Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin,
bölgeye sayısız ticari seferler düzenlemişİmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 165.
lerdir. Bu seferler, İslam’ın Çinlilerce tanınmasına zemin hazırlamıştır. Talas Savaşı ile
birlikte siyasi ilişkiler bozulsa da daha sonra ticari ve kültürel ilişkiler artarak devam etmiştir. Zaman
içinde Çin’de bir Müslüman topluluk oluşmuştur. Bu Müslümanlar Çinli kadınlarla evlenerek sosyal
kaynaşmayı ve İslam’ın yayılmasını sağlamışlardır. Müslüman bilim adamları ve hekimler Çin’e davet edilmiştir. Büyük kentlerde Müslüman doktorların çalıştığı hastaneler açılmıştır. Ayrıca Çinliler
eczacılık ve mimaride Müslümanlardan yararlanmışlardır.
İslam medeniyetinin etkilediği bir başka bölge de Hindistan’dır. İslam dini Emeviler Döneminde (712) Hindistan’a girmiştir. Müslümanlar bu tarihlerde Sint’i fethedince yerli halkın inanç ve
yaşayışlarına dokunmamışlardı. Bu tutum, Hintlilerin İslam’a bakışını etkilemiştir. Hindistan’da
İslam; tüccarlar, göçler ve fetihler yoluyla yayılsa da en önemli etken ihtida hareketleridir. Gazneli
Mahmut’un Hindistan’a yaptığı seferler ve fetihler burada İslam’ın yayılmasına zemin hazırlamıştır.
Gaznelilerin Hindulara gösterdiği güzel muamele ve yapılan eğitim faaliyetleri bölgede İslam’ın
hızla yayılmasını sağlamıştır. 16. asırda Babürlülerle birlikte bölgede İslam’ın hâkimiyeti pekişti.
Böylece Hindistan, İslam medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri oldu.93
93 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s.162-163.
160
116
60
VII. ÜNİTE: İSLAM MEDENİYETİ
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A- Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. İslam medeniyetinde devletin gelirleri nelerdir? Açıklayınız.
2. İslam medeniyetindeki idari kurumlardan vezirlik hakkında bilgi veriniz.
3. İslam medeniyetinin Endülüs’e etkileri nelerdir? Açıklayınız.
4. İslam sanatlarından hüsnühat hakkında bilgi veriniz.
B- Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru seçeneklerini işaretleyiniz.
1. Aşağıdakilerden hangisi İslam devletlerinin gelirlerinden biri değildir?
A) Haraç
B) Cizye
C) Fidye
D) Zekât
E) Ganimet
2. İlk altın dinar aşağıdaki devletlerden hangisi zamanında bastırılmıştır?
A) Emeviler
B) Abbasiler
C) Selçuklular
D) Osmanlılar
E) Gazneliler
3. Aşağıdakilerden hangisi rasathane kuran Müslüman astronomi âlimlerindendir?
A) Davud-u Kayseri
B) Nasıruttin Tûsi
D) Ebu Bekir Razi
E) Kindi
C) Harezmi
C- Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri parantez içindeki uygun kelimelerle doldurunuz.
(Mukaddime, Beytü’l-Hikme, hüsnühat, küttap, Kadı’l-Kudat.)
1. Arap harfleriyle güzel yazı yazma sanatına ............................. denir.
2. Adli işlere bakacak olan hâkimlerin tayin, terfi ve azil işlerini yürüten teşkilata............................. denir.
3. İbn Haldun’un tarih felsefesi, sosyoloji ve siyaset konularını içeren kitabının adı .............................dır.
4. Halife Memun zamanında kurulan ve tercümelerin yapıldığı ............................. bir bilim merkezidir.
D- Aşağıdaki bilgilerden doğrularını (D), yanlışlarını (Y) ile işaretleyiniz.
1. (...) Nizamiye Medreseleri Selçuklular zamanında Vezir Nizamü’l-Mülk tarafından kurulmuştur.
2. (...) Biruni, Mesudi ve Taberi gibi bilginler hadis alanında eserler yazmışlardır.
3. (...) Hz. Peygamber, yaşadığı dönemde paralara müdahale etmiş ve para bastırmıştır.
4. (...) Sicilya, İslam medeniyetinin Batı’ya geçiş yollarındandır.
161
İSLAM TARİHİ
8. ÜNİTE
GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
ÜNİTEMİZE HAZIRLANALIM
a
1. Dünya atlasından
Müslümanların yoğun olarak bulunduğu bölgeleri araştırınız.
2. Çevrenizde Müslüman göçmenler (muhacirler) varsa onların Türkiye’ye ne
zaman ve niçin geldiklerini araştırınız.
3. Orta Doğu’daki bölgesel çatışmaların nedenlerini araştırınız.
4. Türkiye’nin diğer İslam ülkeleri arasındaki yerini araştırınız.
162
163
Nüfusunun %50-90’ın
Müslüman olan ülkeler
1.Özbekistan 2.Arnavutluk
3.Azerbaycan
4.Türkmenistan 5.Tacikistan
6.Suriye 7.Lübnan 8.Batı
Sahra 9.Bengladeş 10.Mali
11.Nijer 12.Çad 13.Senegal
14.Gambia 15.Gine Bissau 16.Gine 17.Malezya
18.Brunei
Nüfusunun %20-50’i
Müslüman olan ülkeler
1.Kazakistan 2.BosnaHersek 3.Kırgızistan
4.Eritre 5.Sierra Leone
6.Fildişi Sahili 7.Nijerya
8.Etiyopya 9.Surinam
10.Tanzanya 11.Karadağ
Nüfusunun %1-5’i Müslüman olan
ülkeler
1.Kanada 2.Kuzey İrlanda 3.İngiltere
4.Rusya Federasyonu 5.Belçika
6.Hollanda 7.Almanya 8.Amerika
Birleşik Devletleri 9.Fransa 10.Çin
11.Yunanistan 12.Ermenistan 13.Nepal
14.Myanmar 15.Tayland 16.Filipinler
17.Togo 18.Orta Afrika Cumhuriyeti
19.Guyana 20.Gabon 21.Kongo 22.Zaire
23.Kenya 24.Burundi 25.Zambia
26.Zimbabve 27.Arjantin 28.Güney
Afrika Cumhuriyeti
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 23, s.33.
Nüfusunun %5-20’i Müslüman olan ülkeler
1.Estonya 2.Letonya
3.Litvanya 4.Beyaz Rusya
5.Ukrayna 6.Moldova
7.Yugoslavya 8.Bulgaristan
9.Makedonya 10.Gürcistan
11.İsrail 12.Hindistan
13.Burkina Faso 14.Gana
15.Benin 16.Kamerun 17.Sri
Lanka 18.Liberya 19.Uganda
20.Malavi 21.Mozambik
22.Madagaskar
2000 yılı verilerine göre dünyadaki Müslüman toplumların dağılışını gösteren harita
Nüfusunun %90’ından çoğu
Müslüman olan ülkeler
1.Türkiye 2.Fas 3.Cezayir
4.Tunus 5.Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti 6.Irak 7.İran
8.Afganistan 9.Ürdün 10.Kuveyt
11.Pakistan 12.Libya 13.Mısır
14.Suudi Arabistan 15.Katar
16.Birleşik Arap Emirlikleri 17.Moritanya 18.Sudan
19.Umman 20.Yemen 21.Somali
22.Endonezya 23.Kosova
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
İSLAM TARİHİ
1. Asya Kıtası’nda Müslümanlar
1.1. Ön Asya ve Körfez Ülkeleri
Ön Asya ve Körfez ülkeleri; Avrupa, Asya
ve Afrika kıtalarının birleştiği bir bölgededir.
Bu bölgede; Türkiye, KKTC, Suriye, İran, Irak,
Lübnan, Filistin, Ürdün, Suudi Arabistan, Umman, Yemen, Bahreyn, Kuveyt, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler bulunmaktadır.
Şimdi bu ülkeleri sırasıyla tanıyalım.
Türkiye: Türkiye Cumhuriyeti’nin yüz
ölçümü 814.578 km2, başkenti Ankara, resmi dili Türkçe, nüfusu 2007 verilerine göre
yaklaşık 70.5 milyon kişidir. Nüfusun % 99’u
Müslüman’dır.
Ön Asya ve Körfez ülkeleri haritası
Birinci Dünya Savaşı sonunda topraklarının büyük bir kısmını kaybeden Osmanlı
İmparatorluğu’nun yerine kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan bir köprü
konumundadır.
29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti yüzünü Avrupa’ya dönmüştür. Miladi takvimin kabulü, Tekke ve Zaviyeler Kanunu, kadınlara seçme ve seçilme hakkı gibi birçok yasal düzenlemelerde
bulunulmuştur.
Türkiye
Milletler
Cemiyetine,
1952’de
NATO
Atlantik
Paktı)’
bulu
bu
lunu
lu
nulm
nu
lmuş
lm
uşştu
tur.
r. T
Tür
ürki
ürki
k ye 11932’de
932’
93
2 de Mil
M
ille
letl
le
tler
er C
Cem
emiy
iy
yet
etin
ine,
in
e,, 1195
952’
95
52 dee de
de NA
N
TO
O ((Kuzey
K ze
Ku
zeyy At
Atla
lant
ntik
ik P
ak
ktı
tı)’
) yyaa
katılmıştır.
katıl
kat
tılm
lmıışşt
ştır.
tır.
Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’dan bir görünüm
1164
16
64
164
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
Cumhuriyetin kuruluşundan 1946 yılına kadar tek parti ile yönetilen Türkiye, 1946 yılında çok partili sisteme geçerek demokratikleşme yönünde önemli bir adım atmıştır. Bu demokratik kazanımlarını
Avrupa perspektifinde ilerleterek sürdürmektedir.1 Türkiye son dönemlerde bölgesinde aktif bir rol oynayan ülke hâline gelmiştir. Orta Asya Türk cumhuriyetleriyle, Orta Doğu ve Balkan ülkeleriyle tarihten gelen köklü bir bağla ilişkilerini geliştirmektedir. Özellikle Azerbaycan-Ermenistan, İsrail-Filistin,
İsrail-Lübnan meseleleri gibi birçok problemin çözümünde uluslararası temaslarını sürdürerek yapıcı
bir rol üstlenmiştir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC): Türkiye’nin güneyinde yer alan KKTC, ülkemize 65
km uzaklıktadır. Başkenti Lefkoşe, resmî dili Türkçe, yüz ölçümü 3.355 km2’dir. 2006 verilerine göre
nüfusu 265 bin kişidir. Nüfusunun % 99’u Müslüman’dır.
Doğu Akdeniz’in en önemli adalarından biri olan Kıbrıs, 1571’de Osmanlı yönetimine girdi. İngiltere, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik bunalımlardan yararlanarak 1878’de
Kıbrıs’ın yönetimini geçici olarak üstlendi. Bu durumu 1914 yılında kalıcı hâle dönüştürdü. Ancak
İngiltere, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Kıbrıs’ı zorunlu olarak terk etti. Bu aşamada Türkiye ve Yunanistan Kıbrıs’a yöneldi. Türkiye, asıl sahibi olduğu gerekçesiyle adanın kendisine verilmesini isterken
Yunanistan nüfus bakımından Rumların çoğunlukta olduğunu ileri sürerek adayı topraklarına katmaya
çalıştı. Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama idealini (Enosis) hayata geçirmek isteyen bazı Kıbrıslı Rumlar,
1955’te EOKA (Kıbrıs Mücadelesi Ulusal Örgütü) adı altında örgütlenerek Türklere karşı saldırılara
başladılar. Türkler de Dr. Fazıl Küçük önderliğinde Rum saldırılarına karşı koymak için örgütlendiler.
Bu gelişmeler üzerine İngiltere, Türkiye ve
Yunanistan arasında, Zürih ve Londra görüşmeleri sonunda 1959’da anlaşmaya varıldı. Anlaşmada adadaki toplumların ortak katılımlarıyla
bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulması,
adanın toprak bütünlüğü ve hukuki statüsünün
bu üç devletin garantörlüğüne alınması ön görüldü. Bu çerçevede 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Cumhurbaşkanlığına
Rumların temsilcisi Başpiskopos Makarios,
yardımcılığına da Türklerin temsilcisi Dr. Fazıl
Küçük seçildi.2
Rumların saldırgan tutumları yüzünden
KKTC’nin bir şehri olan Girne’den bir görünüm
Kıbrıs’ta barış ve güven ortamı sağlanamadı.
Makarios’un Kasım 1963’te Rumların çıkarlarına uygun olarak anayasayı değiştirmeye kalkışmasıyla iki toplum arasında çatışmalar tekrar başladı. Rumlar, 2 Aralık 1963’te Lefkoşe’de 24 Türk’ü
öldürerek katliamlarını hızlandırdılar. Türk jetleri 24 Aralık’ta Lefkoşe üzerinde uyarı uçuşları yaparak Rumları caydırmaya çalıştıysa da sonuç alınamadı. Olayları önlemek için BM tarafından Mart
1964’te gönderilen barış gücü de etkili olamadı.
EOKA, Yunanistan’da 1967’de yapılan askerî darbeden güç alarak Enosis’i gerçekleştirmek için
yeniden harekete geçti ve Türklere saldırmaya başladı. Türkiye buna şiddetle karşı çıkarken Kıbrıs
Türkleri de 27 Aralık 1967’de Kıbrıs Geçici Türk Yönetimini kurdular. Rumlar, uzlaşmaz tavırlarını
1 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 556.
2 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 170.
165
İSLAM TARİHİ
sürdürmeye devam ettiler. 1974’te Türkler tekrar katliamla karşı karşıya kaldılar. 15 Temmuz 1974’te
Nicos Sampson önderliğindeki Rum subaylar, Makarios’u görevden uzaklaştırarak adayı Yunanistan’a
bağlamaya kalkıştılar. Bunun üzerine Türkiye, ikili ve uluslararası anlaşmalardan doğan yetkisine dayanarak soydaşlarının can güvenliğini sağlamak ve Enosis’i önlemek için 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış
Harekâtı’nı başlattı. Türk askeri 22 Temmuz’da Lefkoşe’ye ulaştı. Aynı günlerde Türkiye, Yunanistan ile
İngiltere arasında yapılan görüşmelerden kesin bir sonuç çıkmaması üzerine 16 Ağustos 1974’te İkinci
Barış Harekâtı’nı gerçekleştirdi. Çoğu kuzey kesimler olmak üzere adanın % 38’ini ele geçirdi. Bu arada Sampson hükûmeti yönetimden ayrılmak zorunda kaldı. Ancak Türkiye, dünya kamuoyu tarafından
yalnız bırakıldı. Özellikle ABD, Türkiye’ye askerî ambargo uyguladı ve her iki ülke arasındaki ilişkiler
kopma noktasına geldi.3
Kıbrıs Türkleri kalıcı barışın iki bölgeli federal bir yapı ile olabileceğini düşünüyorlardı. Bu çerçevede
13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni kurdular ve devlet başkanı olarak da Rauf Denktaş’ı seçtiler.
Rumların iki bölgeli federasyonu kabul etmemesi üzerine 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edildi. Ancak bu devlet, yalnızca Türkiye tarafından tanındı. Bununla birlikte kalıcı ve adil
bir çözümün bulunması için BM Genel Sekreterliği gözetiminde toplumlar arası görüşmelere başlanmıştır.
Bu amaçla KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Lideri Klerides Ocak 2002’de ikili görüşmeler yapmıştır. BM Genel Sekreteri Kofi Annan 11 Kasım 2002’de taraflara
“Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” başlıklı belgeyi sunmuştur. Müzakereler neticesinde nihai hâle
getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004 tarihinde GKRY ve KKTC’de eş zamanlı olarak düzenlenen referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına sunulmuştur. Rum halkının % 75’i planı reddederken Kıbrıs Türk
tarafı % 64 oyla plana evet demiştir. Sonuçta Rum toplumunun güçlü reddi karşısında BM ve AB dahil tüm
uluslararası camianın desteklediği bu çözüm planı geçersiz hâle gelmiştir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen
KKTC ve GKRY Liderleri arasında kapsamlı müzakere görüşmeleri aralıklarla sürdürülmektedir.
Ayrıca 25 Mayıs 2009 tarihinde Şam’da gerçekleştirilen İKÖ toplantısında, İKÖ üyesi ülkelerle KKTC
arasında üst düzey ziyaretlerin kültürel ve sportif faaliyetlerin gerçekleştirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.4
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, cumhuriyetle yönetilmekte olup yarı başkanlık sistemine sahiptir. Cumhurbaşkanı aynı zamanda devlet başkanı, başbakan ise hükûmetin başkanıdır. Çok partili sistem uygulanmaktadır. Yürütme yetkisi hükûmetin elindedir.
Suriye: En uzun kara sınırına sahip olan güney
komşumuzdur. Başkenti Şam, yüzölçümü 185 bin km2
olup nüfusu 2006 verilerine göre yaklaşık 19 milyondur.
Suriye’nin resmî dili Arapça olup, resmî dini yoktur.
Nüfusunun % 85’i Müslümanlardan oluşmaktadır.5
Uzun yıllar Osmanlı hâkimiyetinde kalan bu ülke,
1920 tarihinde Fransızlar tarafından işgal edilmiştir.
1946 yılında ise bağımsızlığını kazanmıştır. 1970 yılında devlet başkanı olan Hafız Esat, bu görevini 1999
yılına kadar sürdürmüştür. Onun ölümü üzerine oğlu
Beşşar Esat, devlet başkanı seçilmiş ve hâlen Suriye
devlet başkanlığı görevini sürdürmektedir.
714 yılında yapılan Şam Emeviye Camii
3 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 170.
4 www. mfa.gov.tr/Kıbrıs konusundaki son gelişmeler.
5 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 550.
166
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
Türkiye Cumhuriyeti’nin Suriye ile tarihî ve kültürel bağları bulunmaktadır. Türkiye-Suriye iş
birliği bölgesel barış ve istikrarın tesisi bakımından önem taşımaktadır. Bu bağlamda Türkiye; Irak,
İsrail-Filistin ihtilafı, Lübnan gibi bölgesel sorunlar hakkında Suriye ile istişareler yaparak sorunların
çözümüne katkıda bulunmaktadır.6
İran: Türkiye’nin doğu komşusudur. Başkenti Tahran olup yüz ölçümü bir milyon 648 bin km2’dir.7
Nüfusu 2007 verilerine göre 68 milyondur.8 İran’ın resmî dini İslam, dili ise Farsçadır. En önemli şehirleri Tahran, Meşhet, İsfahan ve Tebriz’dir. İran, köklü ve uzun bir tarihî geleneğe sahiptir.
11 milyon nüfuslu Tahran’dan genel görünüm
İran, Hz. Ömer Döneminde İslam topraklarına katılmıştır. Bir ara Selçuklu Türklerinin merkezi olmuştur. Selçukluların yıkılmasından sonra küçük hanedanlıklar arasında bölüşülmüştür. 1501 yılında
Şah İsmail tarafından kurulan Safevi Devleti ile ilk kez müstakil bir devlet olmuştur. Uzun yıllar Rus
saldırılarına maruz kalmıştır. 1925 yılında Rıza Pehlevi’nin, kendini şah ilan etmesiyle Pehlevi Dönemi başlamıştır. 1979 yılında Ayetullah Humeyni önderliğinde gelişen halk ayaklanmasıyla şahlık rejimine son verilerek onun yerine İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştur.9 Şattü’l-Arap su yolu ve Basra
Körfezi’ndeki bazı adaların paylaşımı yüzünden İran ile Irak arasında savaşlar çıkmıştır. 1980-1988
yılları arasında yapılan bu savaşlar her iki ülke için de büyük maddi ve manevi kayıplara yol açmıştır.
Türkiye ile İran arasındaki ilişkiler yüzyılları kapsayan derin bir tarihe dayanmaktadır. 1639 tarihli
Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan bu yana Türkiye-İran sınırı hemen hemen hiç değişmemiştir.10
Irak: Ülkemizin güneyinde bulunmaktadır. Başkenti Bağdat olan Irak’ın resmî dini İslam, dili ise
Arapçadır. Yüz ölçümü 437 bin km2 olup nüfusu 2006 verilerine göre 26.5 milyondur. Nüfusunun %
97’si Müslüman’dır.
Köklü bir tarihî geçmişe sahip olan Irak, birçok medeniyete beşiklik yapmıştır. Hz. Ömer zamanında İslam topraklarına katılmış, Hz. Ali ve Abbasiler Döneminde İslam Devleti’ne başkentlik yapmıştır.
Daha sonra Osmanlı Devleti’ne katılarak uzun yıllar Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştır. Birinci Dünya
Savaşı’nda Osmanlı Devleti yenildiği için İngiltere’nin sömürgesi hâline gelmiştir. 1932 yılında ise ba6 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-suriye-siyasi-iliskileri-.tr.mfa.
7 Bertelsman, Bugünkü Dünyamız Atlas Ansiklopedisi, s. 72.
8 http://www.iran-embassy.dk/eng/aboutiran.htm.
9 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 545.
10 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-iran_siyasi-iliskileri.tr.mfa.
167
İSLAM TARİHİ
ğımsızlığını elde etmiştir. Bağımsızlığını kazandıktan sonra 1958 yılına kadar krallıkla yönetilen Irak bu
tarihte cumhuriyet rejimine geçmiş ve devlet başkanı Abdulkerim Kasım olmuştur. 1968 yılında Baas
Partisi iktidara gelmiştir. Uzun yıllar Irak’ın yönetiminde söz sahibi olan bu partinin mensuplarından
Saddam Hüseyin 1979 yılından 2003 tarihine kadar sıkı bir yönetimle ülkenin devlet başkanlığını
yürütmüştür. 2003 yılında Amerika, Saddam rejimini yıkmak için Irak’a askerî harekât düzenlemiştir. Bu harekât sonucunda mevcut rejim yıkılmış ve ülkenin istikrarı bozulmuştur.11
Saddam rejiminin yıkılmasından sonra Irak’ta Şii ve Sünnilerden oluşan bir yönetim
kurulmuştur. Buna rağmen ülkedeki iç karışıklıklar sona ermemiştir. ABD’nin işgal
tarihinden 2009 yılına kadar bir milyondan fazla Iraklı çatışma ve direniş olaylarında hayatını kaybetmiştir.
Lübnan: Kuzey ve doğudan Suriye, güneyden Filistin, batıdan ise
Akdeniz ile çevrili bir ülkedir.12
Bağdat’ta bir cami.
Bu ülkenin başkenti Beyrut, resmî dili Arapça olup resmî dini
yoktur. Yüz ölçümü 10.5 bin km2’dir. Nüfusu 2006 verilerine göre
yaklaşık 4 milyondur.13 Ülkede Müslüman, Ermeni, Grek, Maruni
gibi birçok farklı din ve mezhep grupları yaşamaktadır. Halkın %
59.5’i Müslüman’dır.
Lübnan Hz. Ömer Döneminde fethedilmiştir. Daha sonra sırasıyla Emevi, Abbasi, Selçuklular, Eyyubiler ve Memluklerin hâkimiyetine girmiştir. 1516’da Osmanlı hâkimiyetine tabi olmuş ve Birinci
Dünya Savaşı sonuna kadar dört yüz yıl bu devlet tarafından yönetilmiştir. 1918’de Fransızlar tarafından işgal edilen Lübnan, 1944’te bağımsızlığına kavuşmuştur.
Lübnan’da hâlen uygulanmakta olan yönetim sistemine göre cumhurbaşkanı Hristiyanlardan, başbakan Sünni, meclis başkanı ise Şii Müslümanlardan seçilir. Parlementoda Hristiyanlarla Müslümanlar
yarı yarıya temsil edilmektedir.14
Filistin: Üç büyük semavi dinin kutsal kabul ettikleri bölgede yer alan bir ülkedir. Başkenti Ramallah olup en önemli şehirleri Kudüs, Yafa, Hayfa ve Akka’dır. Nüfusu 2008 yılı verilerine göre yaklaşık
9.5 milyondur. Nüfusunun % 95’i Müslümandır.
Filistin Hz. Ömer Döneminde İslam topraklarına katılmıştır. 1517 yılında Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına girmiştir. 1900’lü yılların başına kadar her üç semavi
dinin mensuplarının huzurlu bir şekilde bir arada yaşadıkları bir bölge olarak varlığını sürdürmüştür.
1905 yılından itibaren Filistin’e yoğun bir Yahudi göçü başlatılınca gerginlikler meydana gelmeye başladı. Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilince İngiltere burayı işgal etti. İngilizler, 1921’de
Filistin’de Yahudi-Arap Devleti’nin kurulduğunu ilan ettiler. Milletler Cemiyeti 1922’de İngiltere’nin
bu kararını tanıdı. 1929’da yıllardır sürtüşmekte olan Araplarla Yahudiler karşı karşıya geldiler ve çatışmalar başladı. Bu çatışmalarda yüzlerce insan öldü. Bu arada Amerika ve İngiltere’nin desteğiyle
Filistin’e yoğun göçler de devam etmekteydi. Birleşmiş Milletler, Filistin’de iki uluslu bir devletin kurulmasına karar verdi. Filistin’in bölünmesini ve Kudüs’ün uluslararası bir statü kazanmasını 29 Ekim
1947’de kararlaştırdı.
11 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 544.
12 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 13, s. 257.
13 http://www.lebanonembassyus.org/country_lebanon/statistical.html.
14 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 548.
168
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
Yahudi Millî Konseyi 14 Mayıs 1948’de bir araya gelerek İsrail Devleti’nin kurulduğunu ilan etti. Hemen aka-binde de Yahudiler, Arap köylerine saldırarak Araplarıı
Filistin’den göçe zorlamak için harekete geçtiler. Bunun
üzerine 1948’de Ürdün, Mısır, Suriye, Lübnan ve Mısır orduları ile İsrail arasında Birinci Arap-İsrail Savaşı
meydana geldi. Bu savaşı müttefik Arap ordusu kaybetti.
Bunun sonucunda beş yüz bin Filistinli ülkeyi terk edip
komşu Arap devletlerine sığınmak zorunda kaldı. Mısır ile İsrail arasında meydana gelen İkinci Arap-İsrail
Savaşı’nı da İsrail kazandı. 1967’de yapılan Üçüncü
Arap-İsrail Savaşı’nı da Araplar kaybetti. İsrail bu savaşı kazanmakla kalmadı, Suriye’den Golan Tepeleri’ni,
Ürdün’den Şeria’nın bir bölümünü ve Mısır’dan da Sina
Yarımadası’nın tamamını aldı. Aynı tarihlerde Filistin
Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruldu.
Filistinliler, 14 Kasım 1988 tarihinde Filistin Devleti’ni
kurduklarını ve devlet başkanlığına da Yaser Arafat’ı getirdiklerini ilan ettiler. Ancak İsrail, Filistin Devleti’ni tanımadı. Filistin Devleti’nin kuruluşundan sonra İsrail’in
hâkimiyetinde bulunan ve Filistinlilerin çoğunlukta olduğu bölgelerde silahsız ayaklanma başladı. Bu ayaklanma esnasında yüzlerce Filistinli, İsrail askerleri tarafından öldürüldü. Direnişe yenilen İsrail, Haziran 1994’te
Washington’da Filistinliler ile masaya oturmak zorunda
kaldı. Yapılan anlaşmaya göre Filistin’in bir bölümünün yönetimi kendilerine bırakıldı ve bağımsız Filistin
Devleti’nin kuruluş süreci başlatıldı. İsrail, Filistin topraklarının bir bölümünden çekildi. Bu bölgelerin güvenliği
için Filistin polisi devreye girdi. Yaser Arafat 27 yıl aradan
sonra vatanına döndü. Ancak İsrail 1994’teki anlaşmaya
uymayıp çekilmeyi garanti ettiği bölgeleri terk etmeyince
direniş yeniden başladı.15 İsrail, topraklarına roket saldırısı
yapıldığını iddia ederek 27 Aralık 2008 tarihinde Gazze’yi
dört bir yandan abluka altına aldı. Şehri hava, deniz ve
karadan asker-sivil ayrımı gözetmeksizin ağır silahlarla
bombaladı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğinin yaptığı uyarıları da dikkate almadı. Günümüzde hâlen İsrailFilistin mücadelesi bütün hızıyla devam etmektedir.
BİLGİ KUTUSU
Teodor Herzl (1860-1904) :
Siyonizmin kurucusu Yahudi
gazetecidir. Herzl, Avrupa’nın birçok
yerinde ve Rusya’da Antisemitizm
(Yahudi düşmanlığı)’e maruz kalan
Yahudiler için bir yurt arayışına girişmişti. Bunun için Yahudilerin toprağının olacağı bir ülke tasavvur ediyordu.
Bu amaçla 1896 yılında II. Abdülhamit
ile bir görüşme yaptı. Bu görüşmede
Sultan Abdülhamit’e Yahudi yerleşimcileri için toprak satın almak istediğini
söyledi. Bunun karşılığında Osmanlı
Devleti’nin Avrupa bankalarına olan
borçlarının ödeneceği garantisini verdi.
II. Abdülhamit, Herzl’in Filistin
topraklarını satın alma talebini “Ben bir
karış dahi olsa toprak satmam, zira bu
vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar
kılmışlardır.” cevabı ile reddetmiştir.
Ancak Herzl’in öncülüğündeki Siyonist hareket, II. Abdülhamit’in tahttan
indirilişinden sonra Yahudi yerleşimini hızlandırmıştır.
Yemen: Tarihte Ön Asya’nın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmış bir ülkedir. Ülkenin başkenti
Sana, yüz ölçümü 527 bin km2, resmî dili Arapçadır. 2008 yılı verilerine göre nüfusu yaklaşık 21 milyon15 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 544.
169
İSLAM TARİHİ
dur. Nüfusun çoğunluğunu da Zeydiye mezhebine
mensup Müslümanlar oluşturmaktadır. Yemen, İslam ülkeleri arasında % 30 ile işsizlik oranı en fazla
olan ülkelerden biridir.
Yemen, tarihte birçok devletin hâkimiyetine girmiştir. Bizans ve Samanilerin egemenlik mücadelesi verdiği bu bölgede, başta Sebe, Main, Himyer
olmak üzere bir çok devlet kurulmuştur. 1536’da
Osmanlı Devleti’nin hâkimiyeti altına giren Yemen, 1918’de bağımsızlığını ilan etmiştir.16 Birinci Dünya Savaşı sırasında Yemen cephesinde şehit
olan Türk askerleri için yakılan ağıtlar, türkülere
bile konu olmuştur.17
PAYLAŞALIM
Yemen Türküsü
Havada bulut yok bu ne dumandır
Mahlede ölü yok bu ne figandır
Şu Yemen elleri ne yamandır
Ah o Yemen’dir gülü çemendir
Giden gelmiyor acep nedendir
Burası Huş’tur yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir
Yemen türküsünün hikâyesini araştırınız ve arkadaşlarınızla paylaşınız.
Suudi Arabistan: Kuzeyinde Irak ve Ürdün,
güneyinde ise Yemen’in yer aldığı bir ülkedir. Basra
Körfezi ve Kızıldeniz’le de sınırları bulunmaktadır.18 Devletin yüz ölçümü 1 milyon 960 bin km2, resmî
dili Arapça, dini ise İslam’dır. Nüfusu 2009 yılının verilerine göre 28.5 milyondur. Suudi Arabistan
monarşi ile yönetilmektedir. Ülke nüfusunun % 90’ını Araplar, % 10’unu ise Afrika ve Asya kökenliler
oluşturmaktadır. Ülke ekonomisi büyük ölçüde petrol ve hac gelirlerine dayanmaktadır.
Suudi Arabistan’da bulunan Hicaz,
İslam’ın beşiğidir. İslam dini burada doğarak yayılmıştır. Osmanlı Devleti’ne
Yavuz Sultan Selim tarafından 1517
yılında katılan Suudi Arabistan 1918
yılına kadar Osmanlının hâkimiyeti altında kalmıştır. 1918 yılında İngilizlerin
kışkırtmasıyla Osmanlı Devleti’nden
ayrılmıştır. Aynı tarihte Suudi Krallığı
kurulmuştur. Ülke hâlâ Suud ailesi tarafından yönetilmektedir.19
Birleşik Arap Emirliği: Basra
Körfezi’nin doğu kesiminde yedi emirliğin oluşturduğu federal bir devlettir.
Birleşik Arap Emirliği, doğuda Umman, güneyde ve batıda Suudi Arabistan, kuzeybatıda Katar ve kuzeyde de
Birleşik Arap Emirliğine Bağlı Dubai’deki
Meşhur Yedi Yıldızlı Burç el-Arap Hoteli
16 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 555.
17 İlber Ortaylı, Eski Dünya Seyahatnamesi, s. 75.
18 Bertelsmann, Bugünkü Dünyamız Atlas Ansiklopedisi, s. 57.
19 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 550.
170
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
Basra Körfezi’yle çevrilidir.20 Yüz ölçümü 77 bin km2 olup başkenti Abu Dabi’dir. Nüfusu 2007
verilerine göre yaklaşık 2.5 milyondur. Resmî dili Arapçadır. Petrol zengini ülkeler den biri olan Birleşik Arap Emirliği’nde kişi başına düşen millî gelir 17 bin 700 dolardır. Birleşik Arap Emirliği’nin en
önemli emirliklerinden biri olan Dubai, son yıllarda bölgenin en önemli ticaret ve turizm merkezi hâline
gelmiştir.
Körfez Bölgesinde Yer Alan Ülkeler ve Müslüman Nüfusları
Ülke
Başkent
Yüzölçüm
(km2)
Dil
Nüfus
Müslüman
Oran (%)
Ürdün
Amman
89 bin
Arapça
6 milyon
99
Umman
Muskat
309 bin
Arapça
3,5 milyon
99
Katar
Doha
11 bin
Arapça
907 bin
99
Bahreyn
Manama
665
Arapça
656 bin
99
Kuveyt
Kuveyt
17 bin
Arapça
2 milyon
99
1.2. Güney Asya ve Uzak Doğu Ülkeleri
Dünyada yaşayan Müslümanların
önemli bir kısmı Güney Asya ve Uzak
Doğu ülkelerinde yaşamaktadır. Bu bölgede yer alan İslam ülkeleri Pakistan, Afganistan, Endonezya, Bangladeş, Brunei,
Maldivler ve Malezya’dır. Bunun yanı
sıra Çin, Tayland, Hindistan, Filipinler ve
Japonya’da azınlık olarak birçok Müslüman yaşamaktadır.
Pakistan, Hindistan bölgesinin kuzeybatısında yer alan federal bir cumhuriyettir. Ülkenin başkenti İslamabat,
resmî dili Urduca, yüz ölçümü 796 bin
km2, nüfusu ise 2008 yılının verilerine
göre 163 milyondur.21
İngiltere, 1857 yılında Hindistan
bölgesini ele geçirdi. 1906 yılına kaGüney Asya ve Uzak Doğu haritası
dar bu bölgedeki Müslümanlar İngiliz
hâkimiyetinde yaşadı. Daha sonra Seyyit Ahmet Han önderliğinde bir uyanış hareketi başladı ve onun liderliğinde Müslümanların haklarını savunmak için Müslümanlar Birliği Partisi kuruldu. Bu parti, Pakistan’ın
bağımsızlığına giden yolda büyük rol oynadı. Hindistan Müslümanları İngiliz egemenliğinden kurtulduktan
sonra Muhammed Ali Cinnah önderliğinde 14 Ağustos 1947 tarihinde bir devlet kurmayı başardılar. Devletin kuruluşunda büyük şair ve fikir adamı Muhammed İkbal’in de büyük katkıları olmuştur. Bu devlet, 1
Mart 1962 tarihinde yürürlüğe giren anayasa ile Pakistan Cumhuriyeti adını almıştır.22
20 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 6, s. 201.
21 http://www.pakistan-embassy.org/facts&figure_1.php.
22 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 552.
171
İSLAM TARİHİ
OKUMA METNİ
MUHAMMED İKBAL (1877-1938)
Pakistanlı Müslüman şair ve düşünürdür.
Hindistan’ın Pencap eyaletindeki Siyalkut şehrinde
dünyaya geldi. 1898 yılında Hindistan’ın Lahor
eyaletindeki Hükümet Kolejinde felsefe ve hukuk
eğitimi aldı. Daha sonra 1907 yılında Cambridge
Üniversitesinden mezun oldu.
İslam dünyasının içinde bulunduğu buhranlı
durum, Muhammed İkbal’i İslam milletinin bir rönesans gerçekleştirmesi gerektiği fikrine yöneltti.
Bu amaçla 1928 yılından vefatına kadar Madras, Aligarh ve Haydarabat gibi üniversitelerde bir dizi konferanslar verdi. 1930 yılında Allahabat’ta gerçekleştirilen Hindistan
Müslümanları Birliğinin yıllık toplantısına başkanlık yaptı. Bağımsız Pakistan Devleti’nin
kuruluşu yönünde ilk ciddi adım İkbal’in bu toplantının açılış konuşmasında ortaya koyduğu
düşüncelerle atıldı. İkbal, ayrıca 1937 yılında ülkesindeki Müslüman halkın en büyük lideri
olarak gördüğü Muhammed Ali Cinnah’a Hindistan Müslümanlarının bağımsızlığı ve
güvenliği hususlarındaki görüşlerini içeren bir mektup yazdı. İkbal’in bu fikirleri Pakistan’ın
daha sonraki yıllarda bağımsızlık mücadelesinde ilham kaynağı olmuştur. Muhammed İkbal
bir zamanlar Müslümanların altın çağını yaşadığı İspanya’ya gittiği zaman Kurtuba Ulu
Camii’ni ziyaret etti. Bu camide yetkililerden güçlükle izin alarak namaz kıldı. İkbal bu
yitik kentin camisinde kıldığı namazı hiç unutamadığını söylemiştir. Hatta bununla ilgili
olarak “Mescid-i Kurtuba” başlıklı şiirini yazmıştı.
İkbal’in Türkiye’ye karşı da özel bir hayranlığı vardı. 1911 yılında Trablusgarp’ta
şehit düşen Müslüman askerleri için hicran dolu bir şiir yazmıştı. Bunun yanında Kurtuluş
Savaşı’nda Pakistan’dan Türkiye’ye yapılan maddi yardımlarda da çok büyük teşvikleri
olmuştur.
İkbal, İslam milletlerinde bir Avrupa hayranlığının yayılmakta olduğunu hatırlatarak
bu gelişmelerin tehlikelerine dikkat çeker. Aslında o, eleştirel bir tavır takınmak şartıyla
Batı karşısında olumsuz bir tutum içinde değildir. Onun karşı olduğu şey kötü taklitçiliktir. İkbal’e göre Batı’da ilim ve fennin gelişmesine Müslümanların da büyük katkıları
olmuştur. O halde yapılacak olan şey, ilim ve fenni yeniden İslam dünyasına geri getirerek
kendi mirasımıza sahip çıkmaktır. Bunun gereği olarak da İslam ülkelerinde fert ve toplum
gibi alanlar yeniden inşa edilmelidir. Çünkü İslam’da dinî düşünce özellikle son beş asırda
hareketliliğini yitirmiştir. Zamanımızda gözlenen büyük gelişmeler karşısında İslam’da
dinî düşüncenin yeniden kurulması ertelenemez bir görev hâline gelmiştir. Bu görevi yerine
getirmenin de iki safhası vardır. Birincisi, geleneksel yapının tahlil edilmesi, ikincisi ise
tefekkürün gelişmeler ışığında yeniden inşa edilmesidir.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 22, s. 19-24. (Özetlenmiştir.)
172
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
Afganistan: Kuzeyinde Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan, güneyinde Pakistan, batısında
İran, doğusunda Uygur Türklerinin yaşadığı Doğu Türkistan tarafından çevrilmiş bir ülkedir. Başkenti
Kabil, yüz ölçümü 652 km2, nüfusu ise yaklaşık 33 milyondur.23 Nüfusunun % 99’u Müslüman’dır.
İslam dünyasının meşhur tasavvuf merkezlerinden olan Gazne, Herat ve Belh gibi önemli şehirler bu
ülkenin sınırları içerisinde bulunmaktadır. Meşhur sufi İbrahim Ethem bu topraklarda yaşamıştır. Mevlana Celalettin Rumi de Konya’ya bugün Afganistan’ın sınırları içinde olan Belh şehrinden gelmiştir.
Afganistan, Emeviler Döneminde Müslümanların hâkimiyeti altına girmiştir. Daha
sonra bir Türk devleti olan Gaznelilerin merkezi olmuştur. İslam’ın Hint Yarımadası’nda
yayılmasında burası adeta bir üs olmuştur.
XIX. yüzyılda Afgan kabilelerin birbirleriyle
yapmış olduğu mücadeleler sebebiyle devletin
birliği sarsılmıştır. Bundan dolayı bu yüzyılda
Afganistan, İngiltere ve Rusya’nın mücadele
alanı olmuştur. Yaklaşık yarım yüzyıl sonra
Afganlılar iç mücadelelerini sona erdirerek İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesi vermişlerdir. İngilizler de 1919 yılında Afganistan’ın
bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır.
Afganistan’ın batısında yer alan
tarihi Herat şehrinden görünüm
Sovyetler Birliği, sıcak denizlere inmek için kendine bir üs olarak gördüğü Afganistan’ı denetimi
altında tutmak istediğinden dolayı 24 Aralık 1979 tarihinde Afganistan’ı işgal etmiştir. Sovyetler, on yıl
süren işgal döneminde Afgan direnişini kıramamış, sonunda Afganistan’dan çekilmiştir.24
Amerika Birleşik Devletleri’ne 2001 yılının Eylül ayında bir intihar saldırısı düzenlenmiştir. Amerikan yönetimi bu saldırının sorumlusunun Afganistan’daki Taliban rejiminin olduğunu iddia ederek
Afganistan’a askeri harekât düzenlemiştir. Taliban rejimi yıkılıp merkezi bir hükûmet kurulmuş olmasına rağmen Afganistan’da iç karışıklıklar bitmemiştir.
Endonezya: Güneydoğu Asya ile Avustralya arasında yer alan çok sayıdaki ada üzerinde kurulmuştur. Batıdan doğuya doğru uzunluğu 5 bin kilometreden fazla bir alana serpilmiş bulunan bu irili ufaklı
adaların sayısı 13 bin 677’dir. Bunların ancak 3 bin kadarı meskûn olup başlıcaları; Sumatra, Cava,
Kali-mantan, Irian Jaya’dır.25 Endonezya’nın başkenti Cakarta, resmî dili Bahasa’dır. Endonezya’nın
yüz ölçümü 1 milyon 919 bin km2, nüfusu ise 2008 verilerine göre 253 milyon kişidir. Nüfusunun %
84’ü Müslüman’dır. Endonezya, güçlü bir ekonomiye sahiptir.
İslam dini Endonezya’ya tüccarlar aracılığı ile girmiştir. Zamanla halkın büyük bir kısmı tarafından benimsenmiştir. 10. yüzyıldan itibaren de bu bölgede Müslüman emirlikler kurulmuştur. Uzak
Doğu’nun bu bölgesi erken dönemden itibaren sömürgecilerin dikkatini çekmiştir. Dolayısıyla Portekiz, İspanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin hâkimiyet kurmaya çalıştığı bir bölge olmuştur. Özellikle 1875 yılında Hollandalılara karşı bağımsızlık mücadelesi başlatan Açe Müslümanlarının
bu hareketi 1904 yılına kadar devam etmiştir. Arkasından da Cava ve Sumatra’da bağımsızlık mücadeleleri başlamıştır. Bu mücadelelerin sonunda adalar peyderpey bağımsızlıklarını elde etmişlerdir.
23 http://www.embassyofafghanistan.org/travel/travel1.html.
24 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 539.
25 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 11, s. 192.
173
İSLAM TARİHİ
Malezya: Malay Yarımadası, Borneo Adası’nın kuzey bölgesi ve iki küçük ada üzerinde kurulmuş
federal bir devlettir. Başkenti Kuala Lumpur, yüz ölçümü 330 bin km2, resmî dini İslam, dili ise Malaycadır. Nüfusu 2007 verilerine göre 24.8 milyondur..26 Ülkede en kalabalık etnik unsur, nüfusun % 49’u
ile Müslüman Malaylardır. İkinci büyük etnik unsur ise % 35’lik oranla Çinlilerdir. Çinlilerin içinde
az sayıda Müslüman bulunmaktadır. Malezya çok partili demokratik sisteme dayalı krallıklarla idare
edilen bir konfederasyon ile yönetilmektedir. Konfederasyonu oluşturan federal eyaletler de krallıkla
yönetilmektedir.27
Malezya, ayrıca Güneydoğu Asya
Ülkeleri Birliğinin (ASESAN) önde
gelen ülkelerindendir. Doğu Asya’daki
bölgesel örgütlerde etkin bir rolü vardır. Türkiye ile Malezya arasında Birleşmiş Milletlerde, İslam Konferansı
Örgütünde ve D-8 kapsamında iş birliği sürdürülmektedir.28
Güney Asya ve Uzak Doğu bölgesinde yaşayan Müslüman azınlıkların
Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi: Bu üniversite dünya
bir takım sorunları bulunmaktadır.
çapında ün yapmış bir kurumdur. Bünyesinde çalıştırdığı dünyanın
Bunlardan en başta gelenleri ise Çin’in
meşhur akademisyenleri ile önemi gün geçtikçe artmaktadır.
kuzeyindeki Sincan bölgesinde yaşayan Doğu Türkistan Uygur Müslümanları ve Filipinlerde yaşayan Müslümanlardır.
Çin, yer altı kaynaklarının çok büyük bölümünü Doğu Türkistan’dan elde ettiğinden bu bölgeye
önem vermektedir. Çin’den buraya göç eden Çinli vatandaşlar için çok büyük imkânlar sağlanmaktadır.
Bundan dolayı Doğu Türkistan’da yaşayan Çinlilerin işsizlik sorunu yokken burada yaşayan Uygur
Türklerinin % 90’ı işsizdir. Bunun sebebi de hükûmet politikası olarak iş alımlarında Çinlilere öncelik
verilmesidir. Ayrıca Çin’den bölgeye getirilip yerleştirilen Çinli göçmenler en verimli topraklara yerleştirilirken bu toprakların gerçek sahipleri olan Doğu Türkistanlılar, kurak ve işlenmesi zor alanlara
sürülmektedir.
Güney Asya ve Uzak Doğu Bölgelerindeki Bazı Ülkeler ve Müslüman Nüfusları
Ülke
Başkent
Yüz Ölçüm
(km2)
Dil
Nüfus
Müslüman
Oranı (%)
Maldiv
Male
298
Maldivce
359 bin
99
Bengladeş
Dakka
144 bin
Bengalce
151 milyon
85
Brunei
Begawan
5 bin
Malayca
372 bin
67
Singapur
Singapur
692
İngilizce
5 milyon
15
Hindistan
Yeni Delhi
3 milyon
Hintçe
1 milyar 200 bin 14
Filipinler
Manila
300 bin
Filipince
89 milyon
Tayland
Bangkok
513 bin
Tayca
68 milyon
7
Çin
Pekin
9.5 milyon
Çince
1.3 milyar
2
26 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-malezya-siyasi-iliskileri.tr.mfa.
27 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 549.
28 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-malezya-siyasi-iliskileri.tr.mfa.
174
10
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
Uygur Türklerinin seyahatlerine de büyük kısıtlamalar getirilmiştir. Örneğin bir köyden bir başka
köye veya ilçeye göçmek yasaktır. Çin, buradaki Çinli vatandaşlarını tutabilmek için onların da seyahatlerini yasaklamıştır. Bundan dolayı 1980 yılında yetmiş bin Çinli göçmenin geri dönme taleplerinin
reddedilmesi üzerine isyan çıkmıştır. Çin’in bu zulmünden kaçan Müslümanlar, farklı tarihlerde değişik
ülkelere göçmüşlerdir. Bu göçlerden birkaçı da 1961, 1966 ve 1977 yıllarında Türkiye’ye yapılmıştır. İstanbul’da Sefaköy, Güneşli, Zeytinburnu semtleri Doğu Türkistanlıların yoğun olarak yaşadıkları
yerlerdir.29
Güney Asya’da yer alan Filipinler, 1948’de ABD’den bağımsızlığı kazandığında burada bulunan
Müslümanların görüşlerine bakılmaksızın yeni bir yönetim kurulmuştur. Bu arada Müslümanlara ait
topraklara diğer adalardan bir kısım Hristiyan nüfusun getirilip yerleştirilmesi zamanla bu bölgelerde
Müslümanları azınlık konumuna düşürmüştür. Bu durum her iki grup arasında çatışmalara yol açmıştır.
Daha çok Mindanao ve Sulu takım adalarında yaşayan Müslümanlar, siyasi ve sosyal özgürlüklerini
kazanmak için hâlen mücadele vermektedirler.
1.3. Kafkaslar ve Orta Asya Ülkeleri
Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri erken dönemlerde İslam’la tanışmıştır. Ancak bu ülkeler
19. yüzyıldan itibaren Rusya tarafından işgal
edilmiştir. 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra da
Sovyetler Birliği’nin egemenliği devam etmiştir.
Sovyet yönetimi 1980’nin ortalarından itibaren yıkılma belirtileri göstermeye başlamıştır. Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un, rejimi
kurtarmak için yaptığı bir dizi reformlar devletin yıkılışını engelleyememiştir. Sovyetlere
Kafkaslar ve Orta Asya ülkeleri haritası
bağlı üye ülkelerden Estonya, Letonya ve Litvanya 1991 yılının Eylül’ünde birlikten ayrılmıştır. Bu kopmaları Orta Asya’daki Türk toplulukları izledi. 1991 yılında Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan bağımsızlıklarını ilan etmiştir.
Kazakistan: Orta Asya Türk Cumhuriyetleri içerisinde en geniş topraklara sahip olan ülkedir.
Ülkenin kuzeyinde Rusya Federasyonu, doğusunda Çin Halk Cumhuriyeti, güneyinde Özbekistan
ve Kırgızistan cumhuriyetleri, batısında Hazar Denizi, güneybatısında ise Türkmenistan
BİLİYOR MUYDUNUZ?
yer alır. Başkenti Astana’dır. Yüz ölçümü 2
milyon 727 bin km2, resmî dili Türkçenin bir
Kazak adı, hür, serbest, bekâr, mert
ve yiğit anlamlarına gelmektedir.
şivesi olan Kazakça olup nüfusu 2009 yılının
verilerine göre 18 milyondur.
29 İsa Yusuf Alptekin, Doğu Türkistan Davası, s. 57.
175
İSLAM TARİHİ
Kazakistan 1991 yılında Sovyetlerin
dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşmuştur. Türkiye, Kazakistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkedir. Kazak
Türkleri ile Türkiye Türklerinin aynı millet ve aynı dine mensup olmaları iki ülke
arasındaki ilişkilerin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Kazakistan’da bulunan
Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi, Türkiye
Kazakistan’da bulunan Ahmet Yesevi Türbesi
ve Kazakistan arasında imzalanan bir iş
birliği anlaşmasıyla kurulmuştur. Üniversite 1993 yılından beri faaliyetlerini sürdürmektedir.30 Bu
üniversiteden mezun olanlar, Türkiye’de bir üniversiteden mezun olanlarla aynı haklara sahiptirler.
ARAŞTIRALIM
Meşhur Mutasavvıf Ahmet Yesevi’nin Orta Asya ve Anadolu’nun İslamlaşmasındaki
M
rolünü araştırınız.
Özbekistan: Özbek Türklerinin yaşadığı bir ülkedir. Komşuları Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan,
Türkmenistan ve Afganistan’dır. Başkenti Taşkent, yüz ölçümü 447 km2 olup nüfusu 2009 yılının verilerine göre 27.5 milyondur. Dili, Türk dil ailesinden Özbek Türkçesidir.
Özbekistan, Orta Asya’da İslam dini ile tanışan ilk ülke olmuştur. Müslümanlar Buhara, Semerkant, Taşkent gibi birçok merkezlerde büyük
medreseler kurmuşlardır. Bugün hâlâ ayakta
kta
ARAŞTIRALIM
duran bu muhteşem yapılar bölgenin dokusunnÖzbekistan’ın Sovyetler Birliği DöneÖ
daki İslam’ın en canlı şahitleridir.31 Örneğinn
minde Orta Asya bölgesindeki dinî katkıBuhara’daki Mir-Arap ve Taşkent’teki İsmail
larını araştırınız.
el-Buhari medreseleri bunlardan sadece birkaçıdır.
Özbekistan, bütün dinî kısıtlamalara rağmen Sovyetler Döneminde de İslami bir merkez olma özelliğini korumuştur. Sovyetlerin komünist
rejimi döneminde de Orta Asya ve Kafkasya müftüsü Taşkent’te idi. Dinî konularla ilgili faaliyetler
buradan idare ediliyordu.32
Tacikistan: Doğusunda Doğu Türkistan, güneyinde Afganistan, batı ve kuzeyinde Özbekistan, Kırgızistan ile sınırı olan bir ülkedir. Bu ülke, Asya’nın en dağlık olan iç kesiminde yer alır. Bu nedenle
toprağının % 93’ü dağlıktır.
Tacikistan’ın başkenti Duşanbe, yüz ölçümü 143 bin km2, resmî dini İslam, dili Tacikçe olup nüfusu
2009 yılının verilerine göre 7.5 milyondur. Nüfusunun % 62’sini Tacikler, % 24’ünü Özbekler, % 8’ini
Ruslar, % 6’sını ise diğer milletler oluşturur. Nüfusunun büyük bir kısmı kışlak adı verilen köylerde
yaşamaktadır.33
30 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-kazakistan-cumhuriyeti-siyasi-iliskileri.tr.mfa.
31 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 551.
32 Türkler Ansiklopedisi, C 19, s. 629.
33 http://tajikembassytr.com.
176
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
Tacikler, 7 ve 8. yüzyıllarda İslam dinini kabul etmişlerdir. 15. asırdan 18. asrın ortalarına kadar Buhara Hanlığı’nın hâkimiyeti altında yaşamış, Buhara Hanlığı’nın 1868 yılında yıkılmasıyla Rusya’nın
hâkimiyetini kabul etmişlerdir. Daha sonra Sovyetlerin bir parçası hâline gelen Tacikistan 1991 yılında
Sovyetlerin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşmuştur. Türkiye, 16 Aralık 1991 tarihinde Tacikistan’ın
bağımsızlığını tanımıştır. Ancak Tacikistan’ın 1992-1997 yıllarında yaşadığı iç savaş nedeni ile ilişkilerimizin gelişimi diğer Orta Asya Türk cumhuriyetlerine kıyasla daha geç ivme kazanmıştır. İki ülke
arasındaki tarihî ve kültürel bağların güçlendirilmesi amacıyla ve özellikle genç nesillerin birbirlerini
tanımaları için çeşitli projeler başlatılmıştır. Duşanbe’de Millî Eğitim Bakanlığımıza bağlı olarak faaliyet gösteren “Türkiye Türkçesi Eğitim-Öğretim Merkezi” kurulmuştur.34
Kırgızistan: Toprakların tamamına yakını dağlık olan bir ülkedir. Ülkenin kuzeyinde Kazakistan,
batısında Özbekistan, güneyinde Tacikistan, güneydoğu ve doğusunda Doğu Türkistan yer alır. Başkenti Bişkek, resmî dili Kırgız Türkçesi, yüz ölçümü 198 bin km2 olup nüfusu 2009 yılının verilerine
göre 5.5 milyondur.35
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığını ilan eden Kırgızistan’ı ilk olarak 16
Aralık 1991 tarihinde Türkiye tanımıştır. Bu tarihten sonra iki ülke arasındaki ilişkiler bir çok yönden
geliştirilmiştir. Özellikle eğitim alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Türkiye-Kırgızistan Manas
Üniversitesi iki ülke arasında 1995 yılında imzalanan bir iş birliği anlaşmasıyla kurulmuştur. Merkezi Bişkek’te bulunan bu üniversite bünyesinde iki bin öğrenci öğrenim görmektedir. Anlaşmalar gereği Türkiye ile Kırgızistan arasında öğrenci değişimi yapılmaktadır. Bunun yanında Türkiye, 1992
yılından 2008’e kadar dört bin dört yüz Kırgız öğrenciye burs vermiştir.36
Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te bayram namazı
Meşhur Kırgız Yazar Cengiz Aytmatov (1928-2008)
Azerbaycan: Kafkaslarda yaşayan en büyük Türk topluluğudur. Batıda Ermenistan, güneybatıda
Türkiye, kuzeybatıda Gürcistan, güneyde İran, kuzeyde Rusya Fedarasyonu, doğuda ise Hazar Denizi ile çevrilmiş bir ülkedir. Ülkenin başkenti Bakü, yüz ölçümü 86.5 bin km2, dili Azeri Türkçesidir.
Nüfusu 2006 verilerine göre yaklaşık 8 milyondur. Ülkenin % 98’i Müslümandır.
Türkiye, 9 Kasım 1991 tarihinde Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk devlet olmuştur. O günden
bu yana iki ülke arasındaki ilişkiler, iki yönlü olarak geliştirilmektedir. Azerbaycan’ı rahatsız eden en
büyük sorun Karabağ meselesidir. Ermenistan’ın, Azerbaycan topraklarını işgaliyle ortaya çıkan Karabağ
sorunu, bir milyonu aşkın insanın yerinden olmasına, birçok Azeri Türkünün katliamına ve Azerbaycan
topraklarının % 20’sinin işgal edilmesine neden olmuştur. Türkiye’nin de çabalarıyla Karabağ sorununun
giderilmesine yönelik görüşmeler sürdürülmektedir.
34 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-tacikistan-cumhuriyeti-siyasi-iliskileri.tr.mfa.
35 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansikopedisi, C 25, s. 441.
36 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-kirgiz-cumhuriyeti-siyasi-iliskileri.tr.mfa.
177
İSLAM TARİHİ
Azerbaycan’ın başkenti Bakü’den genel görünüm
Türkmenistan: Güneyinde İran, kuzeyinde Kazakistan, batısında Hazar Denizi, Kuzeydoğusunda
Özbekistan ve Güneydoğusunda Afganistan bulunmaktadır. Türkmenistan topraklarının % 80’i meşhur
Karakum Çölü’yle kaplıdır. Tarıma elverişli arazi oldukça azdır.
Ülkenin başkenti Aşkabat, yüz ölçümü 488 bin km2, dili Türkmencedir. Türkmenistan’da yaşayan
Müslümanların oranı % 89 civarındadır.37
Türkmenistan 18. yüzyıla kadar muhtelif Müslüman devletlerin parçası olarak varlığını sürdürBİLİYOR MUYDUNUZ?
müştür. 1879 yılında ise Ruslar tarafından işgal
edilmiş, 1917 Bolşevik İhtilali’nden sonra da SovMasallarımızda Kaf Dağı olarak
yetler Birliği’nin himayesine girmiştir. Sovyetler
bilinen Kopet Dağı Türkmenistan’ın
Birliği’nin dağılmasından sonra 27 Ekim 1991
en yüksek dağıdır.
tarihinde bağımsızlıklarını elde ettiler. Bu ülkeyi
ilk tanıyan devletlerden biri de Türkiye olmuştur.
Türkiye ile Türkmenistan arasında tarihî ve kültürel bağları güçlendirmek amacıyla özellikle genç nesillerin birbirlerini tanımaları için çeşitli projeler başlatılmıştır. Bu amaçla iki ülke arasında 1 Mayıs 1992 tarihinde bilim, kültür ve spor alanlarında iş birliği
anlaşması imzalanmıştır.38 Bunun sonucu olarak Türkmenistan’da Türkiye’nin resmî kanalla açmış olduğu Aşkabat Türk Anadolu Lisesi ve yine aynı binada Türk İlköğretim Okulu, Mahtumkulu Üniversitesine
bağlı ilahiyat fakültesi ve ilahiyat lisesi açılmıştır. Bu ilahiyat fakültesinin yanına iki yüz kişilik kapasitede
bir de yurt binası yapılmıştır. Her iki okulun da masrafları Türkiye Diyanet Vakfı tarafından karşılanmaktadır. Yine Türkiye Diyanet Vakfı, Kıpçak’a bir cami ve Kur’an kursu yaptırmıştır.39
Kafkasya’da Rusya Federasyonu’na bağlı Dağıstan, Kuzey Osetya, Çeçen-İnguş ve Kabartay-Balkar
özerk cumhuriyetleri bulunmaktadır. Bunun yanında başka özerk bölgeler de vardır. Bunlar Rusya’ya
bağlı Adigey, Karaçay-Çerkez, Azerbaycan’a bağlı Yukarı Karabağ, Gürcistan’a bağlı Abhazistan ve Güney Osetya’dır.
Çeçen-İnguşlar Kafkasya’nın en eski topluluklarındandır. Çarlık döneminden beri Ruslara karşı direnen toplulukların başında gelen bu milletler, Sovyet döneminde de direnişlerini sürdürmüşlerdir. Sovyetlerin dağılmasından sonra İnguşlar, Rusya Federasyonu’na bağlı kalmayı tercih ederken Çeçenler bağımsızlık hareketi başlatmışlardır. Çeçen İnguş Özerk Cumhuriyeti Çeçenleri 1 Kasım 1991’de Rusya’nın
bağımsız Çeçen Cumhuriyeti’ni kurduklarını ilan etmişlerdir. Moskova yönetimi bunu tanımadığını ilan
ederek bölgeyi yeniden işgal etmiştir. Çeçenler ile Rusya arasındaki savaş hâlen devam etmektedir.
37 Türkler Ansiklopedisi, C 19, s. 812.
38 www.mfa.gov.tr/turkiye-turkmenistan siyasi ilişkileri.tr.
39 Fuat Uçar, Dış Türkler, s.194.
178
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
Kafkasya’da Azeri Türklerinden sonra en kalabalık Türk toplulukları Karaçaylar, Kumuklar, Nogaylar ve Balkarlardır. Daha çok Rusya Federasyonu’na bağlı Dağıstan’ın Hasanyurt, Babayurt ve
Mahaçkale bölgelerinde yaşamaktadırlar.
Köken bakımından Kuman Türklerinin torunları olan Karaçaylar 1944’te Stalin tarafından sürgün
edilmiştir. 1950’de yurtlarına dönmelerine izin verilen Karaçayların çoğu bugün kendi ülkeleri olan
Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyeti’nde yaşamaktadırlar.40
2. Afrika Kıtası’nda Müslümanlar
İslam’ın Afrika Kıtası’na girişinde iki safha vardır.
Birinci safha, Kuzey Afrika’nın Müslümanlar tarafından fethedilmesi ve buralarda İslam’ın yayılması, ikinci
safha ise Müslüman tüccarların İslam dinini Afrika’nın
diğer bölgelerine götürmeleridir.
Hz. Ömer Döneminde Amr bin el-As’ın Mısır’ı fethetmesiyle İslamiyet, Afrika Kıtası’na ilk adımını atmıştır. Burada bulunan Mısır Kıptilerinin İslam dinine
girişiyle beraber İslamiyet bölgede yayılmaya başlamıştır. Ancak bölgenin İslamlaşması değişik nedenlerden
dolayı yavaş olmuştur.41 Müslümanların idaresi altında
olan bu bölgede insanlar mahalli inançlarını yaşama özgürlüğüne sahip olmuşlardır. Emevi ve Abbasi dönemlerinde de buradaki fetih faaliyetleri devam etmiştir.
Yavuz Sultan Selim Döneminde ise bu bölge Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Uzun yıllar Osmanlının
himayesinde yaşayan bölge, 19. yüzyıldan itibaren
Batılı sömürgeci güçlerin işgaline uğramıştır. ÖzellikAfrika Kıtası’ndaki birçok ülkenin sınırları neden cetvelle
çizilmiş gibi durmaktadır? Araştırınız.
le Fransa, İngiltere ve İtalya bu sömürgeci güçlerden
birkaçıydı. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda yenik düşmesinden sonra bölge tamamen
elden çıkmıştır. Bundan sonra Kuzey Afrika’da Batılı sömürgeci ülkelerin halk üzerindeki şiddetleri
artmış hatta Fransa, Kuzey Afrika’yı işgal ettikten sonra burada Hristiyan sayısını arttırmak için büyük
gayret sarf etmiştir. Ancak bütün çabalara rağmen halk, İslam’ı bırakıp Hristiyanlığa geçmemiştir. Bu
işgal dönemlerinde halkın sömürgeci güçlere karşı vermiş olduğu mücadeleler de takdire şayandır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise sömürgeci ülkeler Kuzey Afrika’da daha fazla barınamayacaklarını
anladıkları için bölgeden çekilmeye başlamıştır. Bunun sonucunda da Kuzey Afrika’daki her bir ülke
farklı tarihlerde bağımsızlıklarını ilan etmiştir.
Kuzey Afrika’nın dışındaki kıtanın diğer bölümlerinde İslam’ın yayılışı daha çok tüccarlar vasıtasıyla olmuştur. Müslüman tüccarların etkisiyle İslam’a girenlerin çoğu toplumun ileri gelen şefleri ve
zenginleriydi. Bunların vasıtasıyla buradaki halkın çoğunluğu da Müslüman olmuştur.
Afrika’nın orta ve batı kesimleri, İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci ülkelerin hâkimiyetine girene kadar çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu bir görüntü aksettirmekteydi. Ancak sömürgeci
devletler Müslümanların topraklarını işgal ettikten sonra buradaki Hristiyan ve paganist toplumları
40 Mehmet Özdemir, İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İmam Hatip Liseleri İslam Tarihi, s. 181.
41 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 415.
179
İSLAM TARİHİ
destekleyip güçlendirdiler. Diğer taraftan bağımsızlıklarını tanıdıkları ülkelerin sınırlarını çizerken
Müslüman nüfusu dağınık tutmak istediler. Bunun için Müslümanları çeşitli ülkelerin sınırlarına
dahil ederek azınlık konumuna getirdiler. Bugün Müslümanların bazı Afrika ülkelerinde azınlık kalmalarının sebebi sömürgeci ülkelerin bölüp parçalama taktiklerinin bir sonucudur. 42
Afrika Kıtası’nda yer alan Müslümanların diğer din mensuplarına göre oranı ülkelere göre değişiklik göstermektedir. Kıtanın kuzey, doğu ve batı bölgelerinde toplam nüfusun % 85’i ve 99’unu Müslümanlar teşkil etmektedir. Ancak kıtanın güneyinde yer alan ülkelerde ise bu oran % 10 ile % 35 arasında
değişmektedir.43 Libya, Mali, Mısır, Moritanya, Nijer, Nijerya, Senegal, Somali, Sudan, Tunus gibi ülkeler
Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerdir. Benin, Fildişi Sahili, Gambiya, Gana, Etiyopya (Habeşistan),
Kamerun, Kenya, Kongo, Liberya, Mozambik, Tanzanya, Togo, Uganda ve Zaire ise Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerdir.44 Müslüman azınlıklar genelde şehirlerin ikinci ve üçüncü derecede önemli alanlarında
yaşamaktadırlar. Bölge insanının önemli bir bölümü çeşitli tarikatların faaliyetleri sonucu ihtida ettiklerinden
İslami anlayışlarında tasavvufun belirleyici bir etkisi görülmektedir. Kadiriye, Senusiyye, Halvetiye, Şazeliye, Rifaiye ve Üveysiye gibi tarikatler o bölgede aktif olan tarikatlerden bazılarıdır. Özellikle 15. yüzyıldan
sonra buralardaki insanların İslamlaşmasında Kadiriye tarikatinin çok büyük rolü olmuştur. Kadiriye tarikati
kısa zamanda nüfuz alanını genişleterek Batı ve Orta Sudan’da İslamiyetin yayılmasını hızlandırmıştır. Tarikat mensupları gittikleri yerlerde putperest yerlilere İslam’ı sevdirmişlerdir. Özellikle Nijerya, Mali, Çad,
Nijer, Senegal ve Gambia gibi Batı Afrika ülkelerinde Kadiriye ve Ticaniye tarikatlarının rolü büyüktür. Bunun
yanında kıtada, Orta Doğu ve Hindistan kökenli bir çok dinî akım görülür.
Afrika Kıtası’ndaki Bazı Ülkeler ve Müslüman Nüfusları
Ülke
Başkent
Yüz Ölçüm (km2)
Dil
Nüfus
Müslüman
Oranı (%)
Mısır
Kahire
1 milyon 450 bin
Arapça
79 milyon
99
Libya
Trablus
1 milyon 759 bin
Arapça
7 milyon
99
Fas
Rabat
724 bin
Arapça
33 milyon
99
Cezayir
Cezayir
2 milyon 300 bin
Arapça
32 milyon
99
Sudan
Hartum
2 milyon 500 bin
Arapça
42 milyon
99
Tunus
Tunus
163 bin
Arapça
10 milyon
99
Moritanya
Nuakşot
1 milyon 30 bin
Arapça
3 milyon
99
Somali
Mogadişu
637 bin
Arapça, Somalice
10 milyon
99
Komorlar
Moroni
2 bin 170
Arapça, Fransızca
812 bin
98
Nijer
Niamey
1 milyon 276 bin
Fransızca
12 milyon
98
Cibuti
Cibuti
23 bin
Arapça, Fransızca
793 bin
96
Mali
Bamako
1 milyon 248 bin
Fransızca
13 milyon
95
Senegal
Dakar
196 bin
Fransızca
13 milyon
92
Gambiya
Banjul
11 bin
İngilizce
1 milyon 641 bin
90
Gine
Konakri
245 bin
Fransızca
9 milyon
88
Çad
Nadjemana
1 milyon 285 bin
Arapça, Fransızca
10 milyon
60
Burkina Faso
Ougadougou
274 bin
Fransızca
14 milyon
60
Sierra Leone
Freetown
71 bin
İngilizce
6 milyon
60
Nijerya
Abuja
923 bin
İngilizce
138 milyon
60
Eritre
Asmara
121 bin
Arapça, Tigrinya
5 milyon
55
Etiyopya
Addis Ababa
1 milyon 127 bin
Arapça, Amhara
75 milyon
45
Gine Bissau
Bissau
36 bin
Portekizce
1 milyon 500 bin
45
Gana
Akra
283 bin
İngilizce
23 milyon
40
Tanzanya
Darüs-Selam
945 bin
İngilizce
38 milyon
35
42 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 575.
43 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 1, s. 580.
44 Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, C 13, s. 19.
180
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
Müslüman azınlıkların din eğitimi, sistemli bir şekilde sağlanamamaktadır. Din eğitimi daha çok geleneksel
kurumlarla ve klasik yöntemlerle yapılmaktadır. Bu eğitim genel olarak satıcı tezgâhları kenarlarında, camilerde,
ağaç altında veya evlerin çatı katlarında yapılmaktadır.
Modern manada eğitim veren ilk ve ortaöğretim seviyesindeki okullara medrese denilmektedir. Müslüman aileler
orta dereceli okulları bitiren çocuklarını yüksek din tahsili
için Mısır, Fas, Suudi Arabistan, Pakistan, Yemen ve Libya
gibi ülkelere göndermektedirler.45
Nijerya’nın başkenti Abuja’da bulunan Nijerya Ulusal Camisi
3. Balkanlarda ve Diğer Avrupa Ülkelerinde Müslümanlar
Avrupa’ya İslamiyet iki aşamada girmiştir. İlk olarak, İslamiyetin doğuşundan kısa bir süre sonra
Emeviler Döneminde Tarık bin Ziyat kumandasında Müslümanlar Endülüs’ü fethettiler. Kilisenin ve
devletin hoşgörüsüz anlayışıyla karşı karşıya kalan Endülüs halkı Müslümanları hoş karşıladı. Endülüs,
Müslümanların hâkimiyetinde hızlı bir şekilde iktisadi, sosyal ve kültürel sahalarda ilerlemeye başladı.
İslam’ın getirdiği derin hoşgörü sayesinde yerli halktan da çok sayıda kişi Müslüman oldu. Endülüs’te
zirveye ulaşan İslam hâkimiyeti 16. yüzyılın sonlarında zayıflamaya başladı. Müslümanlar kuzeyden
gelen Hristiyan ordularının baskıları karşısında güneye doğru çekilmek zorunda kaldı. Bölgedeki son
İslam merkezi olan Gırnata’nın düşmesiyle Müslümanların Endülüs’teki hâkimiyeti son buldu. İspanya
kralının ülkesinde Müslümanların yaşayamayacağına dair ferman çıkarmasıyla İspanya’daki Müslüman varlığı tamamen sona erdi.
Avrupa’da Müslüman sayısının artmasının ikinci nedeni, Osmanlı Devleti’nin buradaki varlığıdır.
Osmanlıların Rumeli’ye geçişiyle yayılmaya başlayan İslamiyet, Endülüs’teki varlığının yok olmaya yüz tuttuğu bir sırada bir başka yönden Avrupa’yı yeniden etkisi altına almıştır. Orhan Gazi’nin
Edirne’yi zabtıyla gelişen İslam fetihleri 15. yüzyılda bütün Balkanları içine alacak kadar yayıldı. Özellikle Ortodoks mezhebinin sapkın ilan ettiği Bogomillere karşı Osmanlı Devleti’nin yardım etmesi
onların Müslüman olmasıyla sonuçlanmıştır. Topyekün Müslüman olan Bosnalılar, Bogomilizm mezhebine mensuptular. 1463 yılında Sırbistan’ın da fethedilmesiyle Bosna ve Hersek İslam’ın güçlü kalesi
olmuştur. Viyana’yı kuşatacak kadar Avrupa içlerine sokulan Osmanlılar, Doğu Avrupa’nın tamamına
yakınına hâkim olmuşlardır. Gittikleri yerlerde birçok medrese ve cami inşa eden Osmanlılar, İslam’ın
etkisini sağlayacak eğitim sistemini kurmaya çalışmış bu arada Hristiyan halkın derin bir dinî hoşgörü
içerisinde yaşamasını sağlamışlar.
Osmanlı Devleti’nin zayıflaması bu bölgede Müslümanların aleyhine gelişecek bir takım olaylara
sebep olmuştur. Çünkü Batılı büyük devletler emperyalist çıkarları için Doğu Avrupa’daki etnik grupları tahrik etmeye başlamışlardı. Bunun sonucunda Balkanlardaki Bulgaristan, Yunanistan, Romanya
ve Arnavutluk’un bağımsızlıklarını desteklediler. Arnavutluk hariç bu ülkelerde yaşayan Müslümanlar azınlık durumuna düştüler. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra problemler daha da büyüdü. Müslümanların azınlık oldukları ülkelerde zorlu bir dönem başlamıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
Bulgaristan, Romanya ve Arnavutluk’ta iktidara gelen komünist rejimler Müslümanların kimliklerini
yok etmeye çalıştı. Ferdi ibadetlerin yerine getirilmesi zorlaştırıldı. Daha da ileri gidilerek birçok
cami, medrese ve İslami eğitim kurumu kapatıldı. Zor durumda kalan Müslümanlar Arnavutluk,
Yugoslavya ve Bulgaristan gibi ülkelerden Türkiye’ye göç etmeye başladılar.46
45 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 581.
46 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 5, s. 27.
181
İSLAM TARİHİ
Bulgaristan’daki Müslüman oranının yıldan yıla değişmesi, zorunlu göçleri özetleyen en iyi örnektir. Ruslarla yapılan 93 Harbi’nden (1877-1878) önce günümüzdeki Bulgaristan toprakları üzerinde yaşayan 3 milyonu aşkın nüfusun en az yarısı Müslüman’dı. Yirmi yıl sonra bu oran %27’ye
indi. 1980’li yılların sonuna gelindiğinde ise bu oran % 20’nin altına düşmüştür.47
Sovyetler Birliği’nin 1990 yılında dağılmasından sonra Balkanlardaki komünist rejim de çökmüştür. Yugoslavya’nın da yıkılmasıyla uzun yıllar sürecek olan etnik savaşlar başlamıştır.
Balkanlarda Müslümanların çoğunluk olarak yaşadığı ülkeler, Bosna Hersek, Arnavutluk ve
Kosova’dır. Bulgaristan, Yunanistan, Karadağ, Romanya gibi bir çok ülkede ise Müslümanlar, azınlık hâlinde yaşamaktadır.
Bulgaristan’ın nüfusunun 2006 sayımına göre 7 milyon 385 bin olduğu tespit edilmiştir. Bu nüfusun yaklaşık % 12.2’sini Müslümanlar oluşturmaktadır. Bugün Bulgaristan’da Müslüman cemaatinin
temsilcisi Bulgaristan Müslümanları Başmüftülüğüdür. Bu baş müftülüğün altında on altı bölge
müftülüğü bulunmaktadır. Başmüftülük, Bulgaristan Müslümanlarının dinî işlerini yönetmekle beraber Bulgar makamları ile yurt dışındaki kurum ve kişiler önünde Bulgaristan’da yaşayan Müslümanları temsil etmektedir. Başmüftülüğe bağlı olarak müftü, din dersi öğretmeni, vaiz ve imam
yetiştiren bir yüksek İslam enstitüsü ile imam ve hatip yetiştiren üç imam hatip lisesi bulunmaktadır.
Bulgaristan’da bin iki yüzün üzerinde cami ve iki yüz kadar da mescit bulunmaktadır.
Yunanistan’da yaşayan Müslüman azınlıklar, yoğun olarak ülkenin kuzeyindeki Batı Trakya’da
yaşamaktadırlar. Burada yaşayan Müslüman Türk azınlığın sayısı yüz elli bin civarındadır. Batı
Trakya’da yaşayan azınlıklar, Balkanlardaki diğer Müslüman azınlıklara göre farklı bir statüdedir.
1923 Lozan Barış Antlaşması gereğince Türkiye’deki Rumlarla, Yunanistan’da yaşayan Türklerin bir
bölümü karşılıklı yer değiştirmiştir. Ancak Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları bunun dışında
tutulmuştur. Bu anlaşma aynı zamanda Türkiye ile Yunanistan’ın karşılıklı olarak azınlıklara aynı
hakları tanımasını öngörmektedir. Ancak Yunanistan zaman zaman burada yaşayan Türklere baskıcı
bir politika izlemiştir. Bunun en bariz örneği Lozan Antlaşması gereğince faaliyet gösteren müftülüklere müdahalelerde bulunulmasıdır. Batı Trakya Türkleri Gümülcine, İskeçe ve Dimetoka olmak
üzere üç müftülükçe temsil edilmektedir. Bugün itibariyle bölgede 283 cami ve mescit bulunmaktadır. 2008 yılı itibariyle biri Gümülcine, diğeri İskeçe olmak üzere iki Türk milletvekili, Müslüman
Türk azınlığı Yunan parlamentosunda temsil etmektedir.
Balkanlarda Müslüman topluluğun yaşadığı diğer bir ülke de Makedonya’dır. Makedonya, eski Yugoslavya’nın dağılmasından sonra
kurulmuştur. Değişik etnik mensubiyetlere ait
olan Makedonyalı Müslümanlar, dinî gereksinimlerini Makedonya İslam Birliği organizasyonu sayesinde sağlamaktadırlar. Makedonya
İslam Birliğinin yönetim organları müftülükler,
riyaset-i reisü’l-ulema ve İslam Birliği MeclisinMakedonya’nın başkenti Üsküp’te bulunan İsa Bey
den oluşmaktadır. Ülke genelinde on üç müftüMedresesi ve Kütüphanesi
lük bulunmaktadır. İslam Birliği organizasyonu
bünyesinde, Üsküp İsa Bey İmam-Hatip Lisesi ile Üsküp İslami İlimler Fakültesi gibi eğitim-öğretim
müesseseleri bulunmaktadır. İslami Bilimler Fakültesi içerisinde İsa Bey Kütüphanesi de faaliyet göstermektedir. Osmanlı idaresi döneminde bu kütüphane Balkanların en büyük kütüphanesi idi.
47 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 575.
182
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
Balkanlarda Müslüman oranının fazla olduğu ülkelerden biri
de Bosna Hersek’tir. 1991 yılında Yugoslavya’nın dağılmasından
sonra Bosna-Hersek, Bilge Lider Aliya İzzet Begoviç önderliğinde
bağımsızlığını ilan etmiştir. Ancak Sırplar bu devletin bağımsızlığını tanımamışlar ve Bosna’yı kontrol etmek için saldırıya geçmişlerdir. Nitekim 1992 yılında Sırbistan ordusu Bosna Hersek’e
girerek savunmasız Müslüman Boşnakları, kadın-çocuk demeden
hunharca öldürmüştür.48 Avrupa’nın göbeğindeki bu insanlık dışı
soykırıma, dünya uzun süre seyirci kalmış ve bunu sadece kınamakla yetinmiştir. Bu savaşta yaklaşık 250 binden fazla Boşnak
şehit edilmiştir. Srebrenitsa katliamı tarihin kara bir lekesi olarak
hafızalarda hâlâ canlılığını korumaktadır. Savaş 1995 yılında yapılan Dayton Antlaşması’yla sona ermiştir. Bosna’da yaşanan olaylar,
Lahey Adalet Divanı tarafından soykırım olarak kabul edilmiştir.
Balkanlarda çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden bir diğeri
ise Arnavutluk’tur. Ülkenin % 70’i Müslüman’dır. Arnavutluk baBosna-Hersek’in bağımsızlık
ğımsızlığını 1912 yılında elde etmesine rağmen uzun bir müddet
sürecinde büyük mücadeleler veren
komünist rejimi idaresinde kalmıştır. 1941 yılında Arnavutluk Kobilge lider Aliya İzzet Begoviç
(1925-2003)
münist Partisinin başına geçmiş olan Enver Hoca, 41 yıl yönetimde kalarak ülkedeki bir çok ibadethaneyi yıktırmıştır. Soğuk savaş
döneminin bitmesinden sonra Arnavutluk’taki dinî serbestlik kendini göstermeye başlamıştır. Arnavutluk’taki Müslümanların dinî ihtiyaçları Arnavutluk Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından yürütülmektedir.
Balkanlarda Müslüman nüfusun fazla olduğu bir başka ülke de Kosova’dır. Sırplarla yapılan uzun
mücadelelerden sonra ülke 17 Şubat 2008 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. Türkiye de Kosova’yı tanıyan ilk ülkelerden biri olmuştur. Türkiye son yıllarda büyük acılar yaşayan Balkanlarda kalıcı barışın
hâkim olması için Kosova’nın bağımsızlık sürecine önemli katkılarda bulunmuştur.
Avrupa’nın diğer bölgelerinde yaşayan Müslümanların varlığı Balkanlara göre farklılık arz etmektedir. Çünkü buradaki Müslüman varlığı değişik zamanlarda yapılan göçlerle meydana gelmiştir.
Özellikle başta İngiltere ve Fransa olmak üzere sömürgeci ülkelere 19. yüzyılın sonlarından itibaren
sömürgeleştirdikleri ülkelerden büyük oranda Müslümanlar göçmeye başlamıştır. Hindistan, Yemen,
Aden ve Somali gibi ülkelerden gelen Müslümanlar İngiltere’ye; Cezayir, Fas, Tunus gibi Kuzey Afrika
ülkelerinden gelenler ise Fransa’ya yerleşmiştir.
İkinci büyük göç dalgası ise İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkmıştır. Batı’da sanayinin süratle gelişmesine bağlı olarak önemli miktarda iş gücü ihtiyacı doğmuştur. Bu nedenle Batı ülkelerine
yoğun bir Müslüman göçü yaşanmıştır. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere İngiltere, Hollanda, Belçika, Danimarka, Norveç, İsveç ve Avusturya gibi Batı Avrupa ülkelerine Türkiye’nin de içinde bulunduğu
değişik İslam ülkelerinden Müslüman işçiler gitmiştir.
Günümüzde Avrupa’da 10 milyon Müslüman azınlığın yaşadığı tahmin edilmektedir. Avrupa ülkeleri arasında en fazla Müslüman nüfusun bulunduğu ülkeler ise Almanya, Fransa ve İngiltere’dir.
Almanya’daki toplam Müslüman nüfus 3 milyonu aşmıştır. Bu nüfusun 2.5 milyonu Türk’tür.
Fransa’da ise 4 milyonun üzerinde Müslüman bulunmaktadır. Buradaki Müslümanların çoğunluğu
Kuzey Afrika kökenlidir. Türk nüfusu ise 400 bin civarındadır. İngiltere’deki Müslüman sayısı yak48 Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 558.
183
İSLAM TARİHİ
laşık 2 milyondur. Bu rakam içinde en fazla nüfusa sahip olan etnik unsurlar, Orta Doğu kökenli
Araplar (150 bin), Afrikalılar (130 bin) ve Hindistanlılar (90 bin)’dır. 70 bin civarında Kıbrıs’tan
göçmüş Türk, 20 bin civarında da Türkiye’den giden Türk’ün bulunduğu tahmin edilmektedir.
Fransa ve İngiltere’de Müslümanlara ait bini aşkın kurum, kuruluş, cami ve mescit bulunmaktadır. Diğer Avrupa ülkelerinde de Müslümanlara hizmet veren yüzlerce teşkilat, cami ve mescit vardır.
Dinî teşkilat sayısı artmakla birlikte Müslüman azınlıkların % 10’u ancak bunlarla doğrudan ilişki
içerisindedir. Bu ülkelerde Kur’an öğrenme ve öğretme geleneği devam ettirilmektedir. Okulda din
eğitimi olmayan ülkelerde caminin önemi bir kat daha artmaktadır. Camilerde verilen din eğitimiyle
genç nesil İslam’ı öğrenmektedir.49
4. Amerika Kıtası’nda Müslümanlar
Amerika Kıtası’nın İslam’la tanışması 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Batı Afrika’dan kaçırılan zencilerin köle olarak buraya getirilmesiyle başlar.50 Amerika’ya getirilen bu topluluğun İslam anlayışı, kültürel
etkileşim adına yozlaştırılmıştır.51 İslam topraklarından buraya yapılan ikinci büyük göç, 1875-1925 yılları
arasında Suriye, Filistin, Ürdün ve Lübnan’dan olmuştur. 1947-1960 yılları arasında ise çoğunluğu Hindistan, Pakistan ve Sovyet Müslümanlarından oluşan yeni bir göç dalgası Amerika’ya ulaşmıştır.52 İslam
ülkelerinden gelen bu göçlerin sebebi genellikle iş bulma amaçlıdır. Bu iş gücünün büyük bir çoğunluğu da
vasıfsız işçi statüsündedir.
Amerika’da Müslüman nüfusunu artıran diğer bir etken de ihtida hareketleridir. Ülkede ilk ihtidalar
siyahi kölelerin torunları arasında, Afrika ve İslam’a ait köklerini arama şeklinde başlamıştır. Bunun sayesinde milyonlarca zenci, İslami kökleriyle buluşmuştur. Bunun yanında zenciler kadar olmasa da beyazlar
arasında İslam, günümüzde hızla yayılmaktadır. Çoğu eğitimli insanlardan oluşan beyaz Müslümanların
ihtidalarında, İslam’ın sadeliği, hak ve adalet kavramlarına verdiği önem, ruhban sınıfının olmayışı gibi
unsurlar etkili olmuştur.
Amerika Kıtası’nda en kalabalık Müslüman azınlığın bulunduğu ülke, Amerika Birleşik Devletleri’dir.
Bu ülkede yaşayan Müslüman nüfusun 10 milyona yaklaştığı tahmin edilmektedir. Bu rakamla Müslümanlar, 250 milyonluk Amerikan nüfusunun % 4’ünü teşkil etmektedir. Müslümanlar Yahudilerin de önüne
geçerek ülkedeki en büyük azınlık konumuna gelmiştir. Müslüman azınlığın % 25’i Güney Asyalı göçmenlerden, % 12’si Araplardan, % 50’si ise Afrika kökenlilerden oluşmaktadır. Afrika kökenli Müslümanların
çoğunluğu da mühtedi olanlardır. Günümüzde Amerika’daki Müslüman oranı hızla artmaktadır. Bu artışta,
ülkeye devam etmekte olan göçlerin % 44, yeni doğumların % 31, ihtidaların ise % 25 etkisi vardır.53
Amerika Birleşik Devletleri’nde Müslümanlara ait değişik 2 bin 300 kuruluş bulunmaktadır. Bu kuruluşlardan bin 300’ü cami ve mescittir. 2001 yılında yapılan araştırmaya göre bu camilerin % 33’ü Güneydoğu Asya, % 30’u Afrika, % 25’i de Arap kökenli Müslüman gruplar tarafından yaptırılmıştır. Burada görev
yapan imamlar Mısır, Pakistan ve Türkiye gibi denizaşırı ülkelerden gelmektedir. İmamlar ücretlerini
yerel topluluklardan almaktadırlar. Amerika’da 1972 yılında İmamlar Kurulu (Council of Imams) isminde
bir teşkilat kurulmuştur. Camiler genellikle bu kurulun kolu olan yerel danışma kurullarına bağlı olarak
faaliyet göstermiştir. ABD’de camiler İslam’ın ilk döneminde olduğu gibi çok amaçlı olarak hizmet ver49
50
51
52
53
Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 585.
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C 3, s. 47.
Malise Ruthven, Historical Atlas of İslam, s. 168.
Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 576.
Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, s. 580.
184
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
mektedir. Burada hafta sonu okullarında çocuk ve yetişkin sınıflarında eğitim faaliyetleri yürütülmektedir.
Bunun yanında kütüphane ve kitap satış bölümleri bulunmaktadır. Camiler cenazelerin kaldırıldığı, konferansların düzenlendiği, toplu yemeklerin yenildiği bir sosyal hizmeti de yerine getirmektedir. 2001 yılında
Newyork ve Washington’a yapılan saldırılardan sonra Müslümanlar bu ülkede büyük sıkıntılara maruz
kalmışlardır. Ancak bu saldırılardan sonra Amerika’da İslam’ın gerçek anlamda ne olduğunu öğrenmek
isteyenlerin sayıları büyük oranda artmıştır. Bu meraklı insanların ilk başvurdukları yer camilerdir. Burada
İslam’ı araştıran yabancıların birçoğu Müslüman olmuştur. Camiler yabancıların bir nevi İslam’ı tanıdıkları ve Müslümanlarla iletişim kurdukları bir merkez olmuştur.54
Amerika Kıtası’nın önemli ülkelerinden Brezilya ve Arjantin’de beş yüzer bin, Kanada’da ise 300 bin
Müslüman bulunmaktadır. Kanada’ya gelen göçmenler genellikle Kuzey Afrika, Sahraaltı Afrika, Güneydoğu Avrupa, Türkiye, İran, Afganistan, Uzak Doğu ve Doğu Afrika gibi ülke ve bölgelerdendir.55
5. Türkiye ile Diğer İslam Ülkeleri Arasındaki İlişkiler
Türkiye, Osmanlı Devleti’nin mirası üzerinde kurulmuştur. Bundan dolayı Türkiye’nin Orta
Asya’dan Balkan ülkelerine; Afrika’dan Güney
Asya’ya kadar olan coğrafyada yaşayan Müslümanlarla geçmişten gelen bir kardeşlik bağı bulunmaktadır. Nitekim Kırım, Bulgaristan, Yunanistan,
Yugoslavya ve Arnavutluk’tan göç etmek zorunda
kalan Müslümanlara Türkiye’nin kol kanat germesi bu kardeşlik bağının en güzel örneğidir.
Balkan ülkelerinde Türklerin soydaş toplulukları yaşamaktadır. Dolayısıyla Balkanlarda çıkan
bunalımlar Türkiye’yi de etkileyecek yapıdadır.
Bu nedenle devlet olarak Balkanların barış ve istikrarına büyük önem verilmektedir. Türkiye, bu
çerçevede Bosna Hersek ve Kosova krizleri sırasında kan dökülmesini önlemek için yürütülen
uluslararası faaliyetlerde hep ön planda yer almıştır. Bölge ekonomisinde etkili olan Türkiye, Güneydoğu Avrupa İşbirliği Girişimi (SECI) içinde
aktif siyaset izlemiştir.56
Türkiye’nin Ortadoğu’yla köklü, tarihî, kültürel
ve geleneksel bağları vardır. Türkiye bölgenin bütün
halkları ve ülkeleriyle dostça ilişkiler geliştirmeyi
amaçlamaktadır. 11 Eylül Saldırısı sonrasında bölgede güvenlik durumu büyük ölçüde bozulmuştur.
Türkiye buradaki barış ortamının bozulmaması için
büyük gayret göstermektedir. Filistin’in El-Halil
kentindeki Geçici Uluslararası Mevcudiyetteki
54 Malise Ruthven, Historical Atlas of İslam, s. 170.
55 Malise Ruthven, Historical Atlas of İslam, s. 168.
56 http://www.mfa.gov.tr/balkanlar_ile-ilişkiler.tr.mfa.
185
TARTIŞALIM
İslam dini Müslümanları kardeş
sayarak aralarında dayanışma ve işbirliğini öngörmektedir. Bunun örnekleri
Hz. Muhammed zamanında başlatılmış ve
İslam tarihi boyunca devam etmiştir. Türkler, uzun yüzyıllar İslam topluluklarını aynı
çatı altında toplayarak bu dayanışma ve işbirliğini fiilen gerçekleştirmişlerdir.
Günümüzde İslam ülkeleri arasında dayanışma ve iş birliğini sağlayan önemli kuruluşlardan biri İslam Konferansı Örgütü
(İKÖ)dür. Bu teşkilat, İslam dünyasında dayanışma ve iş birliğini geliştirip güçlendirmek için 1969 yılında Suudi Arabistan’nın
Cidde şehrinde kurulmuştur. Söz konusu
kuruluşun bugün 57 üyesi bulunmaktadır.
Türkiye İKÖ’ye ilk olarak 1975 yılında dışişleri bakanı düzeyinde katıldı. Bir yıl sonra 1976’da İKÖ toplantısına İstanbul’da ev
sahipliği yaptı ve tam üye oldu. Ayrıca 2004
yılının haziranında İstanbul’da İKÖ’nün 31.
dönem dışişleri bakanları toplantısı yapıldı
ve sonuç bildirisinde KKTC’nin “Kıbrıs
Türk Devleti” adıyla İKÖ’de temsil edilmesi kararlaştırıldı.
İslam Konferansı Örgütünün dünyada
yaşayan Müslümanlar için ne gibi fonksiyonlar yerine getirdiğini arkadaşlarınızla
tartışınız.
İSLAM TARİHİ
(TIPH) varlığı ve Lübnan’daki BM Barış Gücü UNIFIL’e katılımı bunun somut göstergelerinden bir
kaçıdır. Ayrıca, Paris’te Filistin Devleti için düzenlenen Uluslararası Bağışçılar Konferansı’nda da
aktif bir rol oynamıştır.
Türkiye, Filistin ile İsrail arasındaki mevcut krizin aşılması için de aktif rol oynamaktadır. Bu
amaçla yapılan bölgesel ve uluslararası görüşmelerde sorunun çözümü için bir dizi temaslarda bulunmaktadır. Filistin sorununun çözümü için yapılan diplomatik faaliyetlerin yanında, Filistin halkına yönelik yardım faaliyetleri de arttırılmıştır. Bu amaçla 2003 yılında bir acil eylem planı kabul
edilmiştir. Ayrıca 2005’te Ramallah’ta TİKA ofisi açılmış, küçük ve orta ölçekli projelerle Filistin’in
kalkınmasına destek sağlanmıştır.
Türkiye’nin Orta Doğu’da artan etkisi ve yapıcı katkıları bölge ülkeleri tarafından da takdirle
karşılanmaktadır. İKÖ (İslam Konferansı Örgütü) genel sekreterliğine bir Türk’ün getirilmesinin
yanı sıra, Arap Birliği zirve ve dışişleri bakanları toplantılarına ülkemizin davet edilmesi bu durumun
göstergelerindendir.57
Arap Birliği ile ülkemiz arasında 2004 yılında bir mutabakat muhtırası imzalanmıştır. 2006 yılında yapılan dışişleri bakanları toplantısında Türkiye ile iş birliğinin Türk-Arap Forumu çatısı altında
güçlendirilmesine karar verilmiştir. Ayrıca bu toplantıda Arap Birliği üyesi ülkelerin, Türkiye’nin
BM Güvenlik Konseyi 2009-2010 Dönemi Geçici Üyeliği için oy birliğiyle destek vermeleri de ilişkilerin boyutunun ne derece ivme kazandığını göstermektedir.
Türkiye’nin Orta Asya ve Güney Kafkasya bölgesinde bulunan ülkelerle köklü tarihî ve kültürel
bağları bulunmaktadır. Bu nedenle Türkiye SSCB’nin dağılmasının ardından bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını hemen tanımıştır. Yukarı Karabağ, Güney Osetya, Abhazya gibi problemler bölgedeki
barışın en büyük engellerindendir. Türkiye kronikleşmiş bu sorunların çözümü için bölgede aktif bir
rol oynamaktadır.
Orta Asya cumhuriyetleri, bağımsızlıklarını kazandıktan sonra dış dünyaya Türkiye üzerinden
açılmışlardır. Türkiye, bir bakıma bu ülkeler için bir pencere olmuş, dünya ile bütünleşmeleri sürecinde de onların önemli bir ortağı hâline gelmiştir. Bu çerçevede, Orta Asya cumhuriyetlerinin BM
ve AGİT gibi uluslararası örgütlere üye olmalarında Türkiye her türlü yardımda bulunmuştur.
Bölge ülkeleriyle ilişkilerimiz kültür ve eğitim alanlarında da hızla gelişmiştir. Bu ülkelerden
Türkiye’ye öğrenim için gelen öğrenciler için “Büyük Öğrenci Projesi” adı verilen kapsamlı bir burs
programı başlatılmış ve yaklaşık 18 bin öğrenciye burs imkânı sağlanmıştır. Ülkemizin öncülüğünde
kurulan TÜRKSOY (Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi) ortak kültürümüzün geliştirilmesi ve
tanıtımı konusunda çeşitli kültürel faaliyetler gerçekleştirmektedir.58
Türkiye’nin Afrika ülkeleri ile ilişkileri çok boyutlu olarak sürdürülmektedir. Bu amaçla 1998
yılında Afrika’ya açılım eylem planı oluşturulmuştur. 2005 yılı devlet tarafından “Afrika Yılı” ilan
edilerek bu kıtada yer alan ülkelerle ilişkilere ivme kazandırılmıştır. Türkiye, Afrika’da yer alan iç
çatışmaların önlenmesi için önemli katkılarda bulunmaktadır.59
57 http://www.mfa.gov.tr/turkiye_nin-ortadoğu -ile-ilişkileri.tr.mfa.
58 http://www.mfa.gov.tr/turkiye-orta-asya-ulkeleri-iliskileri.tr.mfa.
59 http://www.mfa.gov.tr/turkiye_afrika-ilişkileri.tr.mfa.
186
VIII. ÜNİTE: GÜNÜMÜZ İSLAM DÜNYASI
ÜNİTEMİZİ DEĞERLENDİRELİM
A- Aşağıdaki açık uçlu soruları cevaplayınız.
1. Enosis ne demektir? Kısaca açıklayınız.
2. Filistin sorununun ortaya çıkış nedenini açıklayınız.
3. Afrika Kıtası’nın batı, orta, kuzey ve güneyinde İslam’ın yayılışı niçin farklı olmuştur?
4. Balkanlarda Türklerin azınlık olarak yaşadıkları ülkelerin adlarını yazınız.
B- Aşağıdaki çoktan seçmeli soruların doğru cevaplarını işaretleyiniz.
1. Aşağıdaki Güney Asya ve Uzak Doğu ülkelerinden hangisinde daha fazla Müslüman yaşamaktadır?
A) Kore
B) Filipinler
C) Malezya
D) Endonezya E) Pakistan
2. Filipinlerde yaşayan Müslümanların problemlerinin kaynağı aşağıdakilerden hangisidir?
A) Filipinler’de çıkarılan petrollerin paylaşılamaması
B) Batılı sömürgeci güçlerin burayı terk ederken Müslümanları azınlık hâline getiren sınırları çizmeleri ve
Müslümanların topraklarının gasp edilmesi
C) Filipinli Müslümanlar arasında uzun zamandır devam eden kabile içi kavgalar
D) Filipinli Müslümanlar arasında meydana gelen iktidar kavgaları
E) Filipinli Müslümanların Hristiyanlığa geçerek Müslümanların ülkede azınlık konumuna gelmeleri
3. Meşhur mutasavvıf Ahmet Yesevi’nin türbesi aşağıdaki ülkelerden hangisinde bulunmaktadır?
A) Kazakistan
B) Özbekistan
C) Türkmenistan D) Tacikistan
E) Kırgızistan
4. Balkanlarda en son bağımsızlığını ilan eden devlet hangisidir?
A) Makedonya B) Arnavutluk
C) Bosna Hersek
D) Kosova
E) Karadağ
C- Aşağıdaki cümlelerde boş bırakılan yerleri parantez içindeki uygun kelimelerle doldurunuz.
(Yunanistan, Çin, Almanya, Azerbaycan, Kazakistan.)
1. Türk nüfusunun Batı Avrupa’da en çok yaygın olduğu ülke……………
2. Karabağ Sorunu, Ermenistan’ın……………topraklarını işgal etmesi sonucunda ortaya çıkmıştır.
3. Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Müslümanlarının sıkıntıları……………’in buraya uyguladığı tecrit
politikasından kaynaklanmaktadır.
4. Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığın en büyük sorunu…………….Devleti’nin müdahaleleri sonucu
müftülük seçimlerini serbestçe yapamamalarından kaynaklanmaktadır.
D-Aşağıdaki bilgilerin doğrularını (D), yanlışlarını (Y) ile işaretleyiniz.
1. (...) ABD’de yaşayan Müslümanlar günümüzde ikinci büyük azınlık grup hâline gelmiştir.
2. (...) Manas Üniversitesi, Türkiye ile Kazakistan arasında imzalanan bir iş birliği anlaşması sonucu başkent Astana’da kurulmuştur.
3. (...) Bosna Hersek’in bağımsızlık mücadelesinde Muhammed İkbal’in çok büyük gayretleri olmuştur.
4. (...) İKÖ Genel Sekreterliğini bir Türk olan Ekmeleddin İhsanoğlu yürütmektedir.
187
SÖZLÜK
A
ahilik: Esnaf, zaanat (el ustalığı gerektiren iş) ve çiftçi
gibi bütün çalışma kollarını içine alan teşkilat.
ahitname: Anlaşma belgesi.
alp: Yiğit kahraman, Anadolu’nun Türkleşmesi ve
İslamlaşması için Orta Asya’dan gelen dervişler.
asimile etmek: Kendine uydurmak, özünden uzaklaştırmak.
aşevi: Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane. Para ile yemek yenilen yer, lokanta.
ataerkil: Erkeklerin genel olarak kadına üstün tutulduğu toplumsal örgütleniş biçimi.
atalet: Tembellik, işsizlik, işsiz kalma, işlemezlik.
azat etmek: Serbest bırakmak, salıvermek, köle ve
cariyelerin özgürlüğünü geri vermek.
B
başkanlık sistemi: Devlet yönetiminde tek bir kişinin
başkanlığında hükümet etme ve devleti yönetme esasına bağlı siyasi sistem.
Bâtıni: Bâtıniye mezhebinden olan kimse.
bayındırlık: Bayındır olma durumu, ümran, imar.
bedevi: Çölde, çadırda yaşayan göçebe.
Bektaşi: Hacı Bektaş Veli’nin yolunda olan kimse.
berat: Bir buluştan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent.
biat: Bir kişinin egemenliğini tanıma, kabul etme.
boy: Ortak bir sosyal düzen içinde bir arada yaşayan,
aynı soydan insanların meydana getirdiği topluluk.
Budist: Budizm dininden olan kimse.
C
cem: Toplama, bir araya getirme.
cemal: Güzel olmak anlamında Allah’ın sıfatı.
cerrahi: Cerrahlıkla ilgili. Hekimliğin, ameliyatla
tedavi yapan dalı.
cihat: Din uğruna yapılan savaş.
cizye: İslam ülkelerinde Müslüman olmayanlardan
alınan bir çeşit vergi.
D
dâi: Propagandacı.
damıtmak: Gaz ürünleri elde etmek için, bazı katı
nesneleri ısı yoluyla temel ögelerine ayrıştırmak.
darphane: Geçmişte altın, gümüş ve bakır gibi madenlerden para basan ya da madenî sikkeleri eritip külçe
haline getiren, günümüzde ise ufak madenî paraları
basan, kamu denetimindeki kurum.
debbabe: Tahtadan veya deriden yapılan bir araç.
demokrasi: Halkın egemenliğine dayanan yönetim
biçimi.
diyet: İslam hukukuna göre öldürme ve yaralamalarda,
suçlunun ödemek zorunda olduğu, para veya mal, kan
parası, kefaret.
dirayet: Zekâ.
divan: Eskiden yüksek aşamadaki devlet adamlarının
kurdukları büyük meclis.
E
ehl-i beyt: Hz. Muhammed’in aile fertlerine verilen
isim. Ev halkı.
ehl-i kitap: Kitap ehli. İslam inancına göre yahudi ve
Hristiyanlara verilen isim
egzogami: Dış evlilik.
ekol: Bir bilim veya sanat kolunda ayrı nitelik ve özellikleri bulunan yöntem veya akım, okul.
eman: güven, güvence, güvenlik, emniyette olmak,
korkusuz olmak. İslam ülkesine girmek isteyen gayrimüslim yabancıya, can ve mal güvencesi sağlayan
taahhüt ve akdi.
ensar: Hz. Muhammed’e ve Mekkeli muhacirlere
yardım eden Medineliler.
estetik: Sanatsal yaratının genel yasalarıyla sanatta ve
hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bedii,
bediiyat.
eyalet: Çoğunlukla valilerce yönetilen ve yönetim
bakımından bir tür bağımsızlığı olan büyük il.
F
fedarasyon: Savunma ve dış politika alanında dayanışma amacıyla birden fazla devletin bir birlik devleti
içinde birleşmesi.
fener alayı: Bayram gecelerinde kalabalık halk
topluluklarının, ellerinde fener veya meşalelerle şehri
dolaşarak yaptıkları gösteri.
fetihname: Bir yerin alındığını müjdelemek, bildirmek
için hükümdarların yabancı devlet başkanlarına, şehzadelere, valilere vb. yerlere yazdıkları resmî mektup.
fıtrat: Yaratılış, huy, yapı, tabiat.
Ficar Savaşları: Haram aylarda yapılan savaşlar.
filo: Bir arada ve bir komuta altında bulunan savaş
gemilerinin veya uçaklarının bütünü.
fitne: Karışıklık, kargaşa.
fudul: Erdemliler.
fütuhat: Fetihler.
G
ganimet: Savaşta düşmandan ele geçirilen her türlü
mal.
garnizon: Bir şehri savunan veya yalnız orada bulunan
askerî birlikler.
188
H
hacip: Eskiden Müslüman devletlerde devlet başkanına
en yakın memur.
hafız-ı kütüp: Kitaplık bilimci.
halife: Hz. Muhammed’in vekili olarak Müslümanların
imamlığını ve din koruyuculuğunu yapmakla görevli
kimse.
hanedan: Peygamber, hükümdar veya devlet büyüğü
gibi bir kimseye dayanan soy, büyük aile.
haraç: Genel olarak toprak sahibi olan bireylerden
devletçe alınan vergi.
haşiye: Bir yazmada yazarın verdiği bilgiyi açıklamak
ya da aynı konuda daha ayrıntılı bir bilgi vermek amacıyle başka bir yazarca oluşturulan yazma.
havas: Seçkinler.
hazîn: Bir hazineyi bekleyen, yöneten kimse, hazinedar.
hendek: Derin çukur.
hendese: Geometri.
hesap: Aritmetik.
heyet: Astronomi.
hilat: Kaftan.
hilf: Yemin, sözleşme.
hilye: Hz. Muhammed’in dış görünüşünü ve niteliklerini anlatan manzum ve mensur eser.
hakem: Tarafların aralarındaki anlaşmazlığı çözmek
için yetkili olarak seçtikleri ve üzerinde anlaştıkları kişi,
yargıç.
İ
ictihat: Fakihin dinî nasslardan şeri bir hüküm çıkarmaya çalışması.
ihtida: Başka bir dinden çıkıp Müslüman olma.
ihtilaf: Ayrılık, anlaşmazlık, aykırılık, uyuşmazlık.
ikâmet: Bir yerde oturma, eğleşme.
ikta sistemi: Mülkiyeti devlete ait olan bir kısım toprak
gelirinin bir hizmet karşılığı olarak kişiye verilmesine
dayanan sistem.
ilmiye: Osmanlılarda din, yargı ve öğretim işleriyle
uğraşan devlet görevlileri sınıfı.
imaret: Yoksullara ve öğrencilere yiyecek vermek için
kurulmuş hayır kurumu.
integral: Türevi bilinen fonksiyon.
irtidat: Dinden dönme, dinden çıkma.
istişare: Karşılıklı görüş alış verişi yapmak, danışmak.
istinsah: El yazması bir eseri yazıyla kopyalama.
itikadi: İnançla ilgili.
ittifak: Anlaşma, uyuşma.
itikaf: Dünya işlerinden vazgeçip bir yerde kapanma,
ibadet etme. Kendini bir konuya verme.
izafiyet: Görelilik.
K
kadı: Tanzimat’a kadar her türlü davaya, Tanzimat ile
Medeni Kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme,
boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkeme
başkanları.
Kadirilik: Şeyh Abdülkadir Geylani tarafından 11.
yüzyılda kurulan bir tarikat. Bu tarikata mensup olma
durumu.
kağan: Hanların bağlı olduğu devlet başkanı, hakan.
kâtip: Yazman, sekreter.
kıpti: Mısır halkından olan kimse.
kitabe: Yazıt.
krallık: Kral tarafından yönetilen devlet ve bu devletin
toprağı.
konfederasyon: Birden fazla ülkenin genellikle dış
işleri ve savunma alanlarında federasyona göre biraz
daha ılımlı bir bağımlılık içinde ortak politika ve yönetim izleyip diğer alanlarda ise bölgesel yönetimlerinde
serbest bulundukları devletler topluluğu.
konservatuvar: Müzik ve tiyatro eğitimi yapılan
mektep.
kut: Tanrı tarafından hakana verildiğine inanılan yönetme hakkı ve gücü.
M
mancınık: Top yapımının bilinmediği çağlarda, kale
kuşatmalarında, ağır taş gülle fırlatmakta kullanılan
basit bir araç.
Maveraünnehir ( Aşağı Türkistan): Aral Gölü’ne dökülen Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasında kalan geniş
ve verimli topraklar.
Mecusi: Zerdüşt dininden olanlar, ateşe tapanlar.
meskûn: Yurt edinilmiş yer.
meşruiyet: Meşruluk.
meta: Mal, ticaret malı, sermaye.
metafizik: fizikötesi.
metanet: Metin olma, dayanma, dayanıklılık, sağlamlık.
mevali: Azat edilen köleler. Köle azat eden kişiler.
minyatür: Işık, gölge ve hacim duygusu yansıtmayan
küçük renkli resim sanatı.
monarşi: Siyasî otoritenin genellikle miras yoluyla bir
kişinin üzerinde toplandığı devlet düzeni veya rejim.
muhacir: Hz. Muhammed’e uyarak Mekke’den
Medine’ye göç edenler.
muhasara: Kuşatma.
muhkem: Sağlam.
murtazıka: Abbasilerde daimi ve ücretli asker.
musalla: Namazgâh, namaz kılınan yer.
musikişinas: Müzikle uğraşan.
mutavva: Abbasilerde gönüllü yedek asker.
mutasavvıf: Tasavvuf inançlarını benimsemiş kimse,
sofi.
mübareze: Düşman olan taraflardan birer kişinin ortaya çıkarak çarpışmasıdır.
mücellit: Ciltçi.
mülhit:İnkarcı, kafir.
189
Ş
şaman: Eski Türklerde din adamı.
şerh: Bir şeyi açıklamak amacıyla yazılmış kitap.
şûra: Bir alanla ilgili olarak oluşturulan danışma
kurulu.
T
tabiiyyat: Tabiat ilimleri.
takiyye: İnancını, mezhebini belirtmeme, gizleme.
Olduğundan farklı görünme.
takrir: Hz. Peygamber’in yapılan bir davranışı susarak
doğrulaması.
tarikat: İslam geleneğinde tasavvuf düşüncesini esas
alan ekollerin her biri için kullanılan ad.
tasavvuf: İslamiyette, din gerçeğine sezgi ve gönül
yoluyla varmayı esas kabul eden düşünce sistemi.
tecrit: Ayırma, ayrı bir tarafta tutma.
tedavül: Dolanım.
tedvin: Derleme. Bir araya getirme.
tefviz: Bir işi bir kimsenin üzerinde bırakma. Halifenin
vekilliği görevi.
tekfin: Kefenleme.
tenfiz: Verilen görevi yapmak. İslam devletlerinde
bakanlığa denk düşen görev.
teoloji: İlahiyat.
tertil: Kur’an-ı Kerim’i usul ve kaidesine göre güzel
okumak.
teveccüh: Güler yüz gösterme, yakınlık duyma.
tuğra: Osmanlı padişahlarının imza yerine kullandıkları, özel bir biçimi olan sembolleşmiş işaret.
mürtet: Müslümanlığı bırakıp başka bir dine geçmiş
olan kimse.
müşrik: Allah’a ortak koşan.
N
nahiv: Söz dizimi.
nakip:Temsilci, denetleyici.
nesep: Baba soyu, soy.
O
oligarşi: Siyasal gücün birkaç kişinin elinde bulunduğu
siyasal rejim.
optik: Fizik biliminin ışık olaylarını inceleyen kolu.
Ö
öşür: Ziraî mahsullerinden alına zekât.
P
paganist: Putlara tapınan kimse.
rasathane: Gözlemevi.
R
Reconquista: Endülüs Döneminde İber
Yarımadası’ndaki Hristiyanların Müslümanların
yarımadadaki varlıklarını ortadan kaldırma amaç ve
çabalarına verilen ad.
revak: Üstü örtülü, önü açık yer, ön yüzü kemerlemeli,
arkası kör duvarlı, üstü tonoz, kubbe ya da damla örtülü
geçit.
rey: Bir konuda kendi görüşüne dayanarak hüküm
vermek.
risalet: Peygamberlik.
rivayet: Söylenti, nakletmek, aktarmak.
riyaziye: Matematik.
U
usturlap: Gök cisimlerinin yükseltisini ölçmekte
kullanılan araç.
S
Sabii: Yıldızlara tapan.
sema: Mevlevi dervişlerinin ney, nısfiye vb. çalgılar eşliğinde, kollarını iki yana açıp dönerek yaptıkları ayin.
semah: Alevi ve Bektaşi topluluklarında yaygın olan ve
müzik eşliğinde uygulanan tören nitelikli oyun.
Senusiyye: 19. yüzyılda Kuzey Afrika’da ortaya çıkan
ve sömürgeciliğe karşı mücadeleyi, vatan savunmasını
öne çıkaran bir tasavvuf hareketi.
serriye: Hz. Muhammed (s.a.s)’in bizzat katılmayıp
sancağı, ashabından birine teslim ederek onun komutası
altında gönderdiği birliklerin gerçekleştirdiği siyasî ve
askerî harekâtlar.
sikke: Madenî para.
sufi: Tasavvuf yollarından birini benimseyerek ona
göre yaşayan ve kendini tanrıya adamış olan kimse.
süvari: Atlı asker.
sıddık: Hiç yalan söylemeyen, doğru konuşan, sözünün eri.
Ü
ümmi: Okuma yazma bilmeyen, Hz. Muhammed’in
bir niteliği.
V
veraset: Mirasta hak sahibi olmak.
Y
yarı başkanlık sistemi: Başkanlık rejimi ile parlamenter sistemi birleştirmeyi hedefleyen siyasi rejim.
Yesevi: Ahmet Yesevi’nin yolunda olan kimse.
Z
zekât: Müslümanlıkta, zenginlerin sahip olduğu mal
ve paranın kırkta birinin dağıtılmasını öngören İslam’ın
beş şartından biri.
zımmi: İslam Devleti tebasında olup haraç veren Hrıstiyan ve Yahudiler.
zındık: Müslüman görünüp gizlice eski dinleri olan
Zerdüştlüğe ve Maniheistliğe bağlı kimse.
190
KAYNAKÇA
Acluni, Keşfü’l-Hafa, Beyrut, H 1351.
Ahmet bin Hanbel, Müsned, Cilt I-VI, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1982.
Ahmet Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiyâ ve Tevarih-i Hulefa, Bedir Yayınları, 1966.
Akyüz, Yahya,Türk Eğitim Tarihi, İstanbul Kültür Ünversitesi Yayınları, 6. Baskı, İstanbul, 1997.
Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, Kültür Koleji Yayınları, İstanbul, 1994.
Alptekin, İsa Yusuf, Doğu Türkistan Davası, Seha Yayınları, İstanbul, 1992.
Apak, Adem, İslam Tarihi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2007.
Aristoteles, Politika (çev.: Mete Tunçay), Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993.
Atar, Fahreddin, İslam’da Adliye Teşkilatı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 4. Baskı, Ankara, 1999.
Atatürkçülük Cilt I, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997.
Ateş, Süleyman, Kur’an-ı Kerim ve Yüce Meâli, Yeni Ufuklar Neşriyat, İstanbul.
Aycan, İrfan-Sarıçam, İbrahim, Emeviler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2008.
Aycan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye bin Ebi Süfyan, Fecr Yayınevi, Ankara,1990.
Aydın, Mustafa, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yayınları, İstanbul, 1991.
Ayverdi, İhsan, Misalli Türkçe Büyük Sözlük, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 2006.
Baltacı, Cahit, İslam Medeniyeti Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2007.
Bertelsmann, Bugünkü Dünyamız Atlas Ansiklopedisi, Cilt II, III, IV, Gün Yayınları, İstanbul, 1993.
Barthold, V. V. Moğol İstilasına Kadar Türkistan (hzl.: H. Dursun Yıldız), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,
1990.
Barthold, W., İslam Medeniyeti Tarihi (çev.: Fuat Köprülü), Akçağ Yayınları, 3. Baskı, Ankara, 2004.
Bayrak, M. Orhan, Osmanlı Tarihi Sözlüğü, İnkılap Yayınları, İstanbul, 1999.
Bayraktar, Mehmet, İslam Felsefesine Giriş, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1997.
Bayraktar, Mehmet, İslam Düşünce Tarihi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 7. Baskı, Eskişehir, 2006.
Belâzuri, Fütuhu’l-Büldan (çev.: Mustafa Fayda), TC Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2002.
Berki, Ali Himmet-Keskioğlu, Osman, Hazreti Muhammed ve Hayatı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara,
1986.
Biçer, Bekir, Türklerin İslamlaşma Süreci, Akçağ Yayınları, Ankara, 2007.
Bilhan, Saffet, Orta Asya Bilgin Türk Hükümdarlar Devletinde Eğitim-Bilim-Sanat, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara, 1988.
Buhari, Sahih-i Buhari (çev.: Mehmet Sofuoğlu), Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1987.
Can, Yılmaz-Gün, Recep, Ana Hatlarıyla Türk-İslam Sanatları ve Estetiği, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2006.
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 9. Baskı, Ankara, 1993.
Çağatay, Neşet, Bir Türk Kurumu Olarak Ahilik, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1997/1999.
Dineveri, Ebu Hanife, İslam Tarihi, (çev.: Nusrettin Bolelli-İbrahim Tüfekçi) Hivda İletişim, İstanbul, 2007.
Ebu Davut, Sünen (çev.: Necati Yeniel-Hüseyin Kayapınar), Şamil Yayınları, İstanbul, 1985.
Ersoy, Mehmet Akif, Safahat, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları (çev.: M. Ertuğrul Düzdağ),
İstanbul, 2000.
Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, İşaret Yayınları, İstanbul, 2000.
Faruki, İsmail Raci, İslam Kültür Atlası, (çev.: M. Okan Kibaroğlu-Zerrin Kibaroğlu), İnkılâb Yayınları, 2. Baskı,
İstanbul, 1997.
Fığlalı, Ethem Ruhi, İmam Ali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007.
Filibeli, Ahmet Hilmi, İslam Tarihi (çev.: Cem Zorlu), Anka Yayınları, İstanbul, 2005.
Gülsoy, Ufuk, Hicaz Demiryolu, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1994.
Gündüz, Şinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, Vadi Yayınları, Ankara, 1993.
Güngör, Erol, Tarihte Türkler, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1989.
Hamidullah, Muhammed, Hz. Peygamberin Savaşları (çev.: Salih Tuğ), Yağmur Yayınları, İstanbul, 1981.
Hamidullah, Muhammed, İlk İslam Devleti (çev.: İhsan Süreyya Sırma), Beyan Yayınları, İstanbul, 1992.
Hamidullah, Muhammed, İslam Müesseselerine Giriş (çev.: İhsan Süreyya Sırma), Beyan Yayınları, İstanbul,
2007.
Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi (çev.: Salih Tuğ), İrfan Yayımcılık, İstanbul, 1991.
Hamidullah, Muhammed, İslam Tarihine Giriş, (çev.: Ruhi Özcan), Beyan Yayınları, İstanbul, 2007.
Hasan, İbrahim Hasan, İslam Tarihi (çev.: Heyet), Kayıhan Yayınları, İstanbul, 1985.
Hasan, İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam, Cilt I-IV, Nahdatu’l- Mısrıyye, Kahire, 1979.
191
Heyet, Dinî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006.
Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Esra Yayınları, Konya, 1994.
Heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Çağ Yayınları, İstanbul, 1986,1992.
Heyet, Emeviler Dönemi, Bilim, Kültür ve Sanat Hayatı, İlahiyat Yayınları, Ankara, 2003.
Heyet, İlmihal, Cilt I-II, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2004.
Heyet, İslam Tarihi Ders Kitabı, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 2003.
Heyet, İslam Tarihi Ders Kitabı, İstanbul, 2008.
Heyet, İslam Tarihi, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2006.
Heyet, İslam’a Giriş, Evrensel Mesajlar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004.
Heyet, İslam’a Giriş, Temel Esaslar, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2008.
Heyet, Türk Aile Ansiklopedisi, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayınları, Ankara, 1991.
Hitti, Philip K, İslam Tarihi (çev.: Salih Tuğ), Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1989.
Hitti, Philip K, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi (çev.: Salih Tuğ), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları, İstanbul, 1995.
Hizmetli, Sabri, Gazali, İnsan Yayınları, İstanbul, 1986.
Hizmetli, Sabri, İslam Tarihçiliği Üzerine, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1991.
Hizmetli, Sabri, İslam Tarihi, Ankara Okulu Yayınları, Ankara, 2006.
İbnü’l- Esir, el-Kamil Fi’t-Tarih (çev.: Heyet), Bahar Yayınları, İstanbul, 1985.
İbn Hişam, Siret Tercümesi, Cilt I-IV, (çev.: Hasan Ege), Kahraman Yayınları, İstanbul, 1985.
İbn Mace, Sünen (çev. Haydar Hatipoğlu), Kahraman Yayınları, İstanbul, 1982.
İhsanoğlu, Ekmeleddin, Osmanlılar ve Bilim, Nesil Yayınları 2. Baskı, İstanbul, 2003.
İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 1985.
İslamiyat Dergisi, Cilt 7- 2004, Sayı 2.
Kafesoğlu, İbrahim, Selçuklu Tarihi, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1992.
Kafesoğlu, İbrahim, Türk Millî Kültürü, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1988.
Karlığa, Bekir, İslam Düşüncesinin Batı Düşüncesine Etkileri, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2004.
Kazancıgil, Aykut, Osmanlılarda Bilim ve Teknoloji, Ufuk Kitapları, İstanbul, 2000.
Kazıcı, Ziya, İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları,
İstanbul, 2006.
Kitab-ı Mukaddes, Kitabı Mukaddes Şirketi Yayınları, İstanbul, 2007.
Kitapçı, Zekeriya, Saadet Asrında Türkler İlk Türk Sahabe Tabii ve Tebea Tabiiler, Konya, 1993.
Kitapçı, Zekeriya, Türkistan’da Müslüman Olan İlk Türk Hükümdarları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1988.
Komisyon, Genel Tarih, Cilt II-III, Ağaoğlu Yayınevi, İstanbul, 1997.
Komisyon, Genel Türk Tarihi, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
Komisyon, Millî Eğitim Bakanlığı İHL İslam Tarihi Ders Kitabı, Devlet Kitapları, İstanbul, 2008.
Koımisyon, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi 9. Sınıf Ders Kitabı, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları. Ankara, 2007.
Komisyon, Tarih 9. Sınıf Ders Kitabı, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara,
Komisyon, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002.
Konrapa, Zekai, Peygamberimiz, Fatih Yayınevi, İstanbul, Tarihsiz.
Köksal, Mustafa Asım, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık, İstanbul, 1999.
Köprülü, M. Fuat, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003.
Köprülü, M. Fuat, Türk Tarih-i Dinisi (hzl.: Metin Ergin), Akçağ Yayınları, , Ankara, 2005.
Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2001.
Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2004.
Kutluer, İlhan, İlim ve Hikmetin Aydınlığında, İz Yayınları, İstanbul, 2001.
Maverdi, el-Ahkamü’s- Sultaniyye (çev.: Ali Şafak), Bedir Yayınları, İstanbul.
Müslim, Sahih-i Müslim, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992.
Nasr, S. Hüseyin, İslam’da Bilim ve Medeniyet (çev.: Komisyon), İnsan Yayınları, İstanbul, 1991.
Nasr, Seyyid Hüseyin, İslam ve İlim, İnsan Yayınları (çev.: İlhan Kutluer), İstanbul, 1989.
Nurbaki, Haluk, Anadolu Mucizesi, Damla Yayınları, İstanbul, 1985.
Ortaylı, İlber, Eski Dünya Seyahatnamesi, Aşina Kitaplar, İstanbul, 2007.
Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2006.
Özkuyumcu, Nadir, Mısır ve Kuzey Afrika’nın Müslümanlar Tarafından Fethi, TC Kültür Bakanlığı Yayınları,
192
Ankara, 2007.
Rayyıs, Ziyaettin, İslam’da Siyasi Düşünce Tarihi (çev.: İbrahim Sarmış), Nehir Yayınları, 2. Baskı, İstanbul,
1995.
Roux, Jean-Paul, Orta Asya Tarih ve Uygarlık (çev.: Lale Arslan), Kabalcı Yayınları, İstanbul, 2006.
Ruthven, Malise, Historical Atlas Of İslam, Harvard University Press, USA, 2004.
Salih, Suphi, İslam Kurumları (çev.: İbrahim Sarmış), Fecr Yayınevi, 2. Baskı, Ankara, 1999.
Sarıçam, İbrahim, Hz. Ebu Bekir, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2006.
Sarıçam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007.
Sarıçam, İbrahim, İlahiyat Ön Lisans Programı, İlk Dönem İslam Tarihi, Açık Öğretim Fakültesi Yayınları, Eskişehir, 2002.
Seydişehiri, M. Esat, Tarihi Dini İslam, Cilt I-II, Divan Yayınları, İstanbul, 1983.
Sezgin, Fuat, İslam’da Bilim ve Teknik, İBB Kültür A.Ş Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2008.
Suyuti, Camiu’s-Sağir, Mısır, 1938.
Suyûtî, Tarihu’l-Hulefa, Beyrut, 1986.
Şahin, Tahir Erdoğan, İslam Tarihi Ders Kitabı, Bem Koza Yayınları, Ankara, 1997.
Şeker, Mehmet, Anadolu’da Bir Arada Yaşama Tecrübesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2005.
Şerif, M. Muzaffer, İslam Düşüncesi Tarihi (çev.: Komisyon), İnsan Yayınları, İstanbul, 1991.
Şeşen, Ramazan, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2001.
Şeşen, Ramazan, Müslümanlarda Tarih Coğrafya Yazıcılığı, İsar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1998.
Şibli, İmam, Peygamberimizin Hayatı, Timaş Yayınları, İstanbul, 2004.
Tabakoğlu, Ahmet, İslam ve Ekonomik Hayat, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2. Baskı, Ankara, 1996.
Tarih-i Taberi Tercümesi (çev.: M. Faruk Gürtunca), Sağlam Yayınevi.
Tevrat, Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 2003.
Tirmizi, Sünen (çev.: Osman Zeki Mollamehmetoğlu), Yunus Emre Yayınları, İstanbul, tarihsiz.
Turan, Osman, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, Cilt I-II, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1993.
Uçar, Fuat, Dış Türkler, Fark Yayınları, Ankara, 2007.
Unat, Faik Reşit, Tarih Atlası, Kanaat Yayınları, İstanbul,1997.
Uzunçarşılı, İ. Hakkı, Mekke-i Mükerreme Emirleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara,1984.
Ülkü, Hayati, İslam Tarihi, Çelik Yayınevi, İstanbul, 2008.
Ünal, Oğuz, Türkiye Tarihine Giriş Horasan’dan Anadolu’ya, Töre Devlet Yayınevi, Ankara, 1980.
Ünlü, Nuri, İslam Tarihi, Marmara Ünversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 1984.
Watt, Montgomary, İslam Avrupa’da (çev.: Hulusi Yavuz), Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2000.
Yazıcı, Nesimi, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2007.
Yazım Kılavuzu, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2005.
Yeni Türkiye Dergisi Osmanlı Özel Sayısı, Ankara, 2000.
Yıldırım, Suat, Kur’an-ı Hakim’in Açıklamalı Meâli, Işık Yayınları, İstanbul, 2004.
Yıldız, Hakkı Dursun, İslamiyet ve Türkler, Kamer Yayınları, İstanbul, 2000.
Yılmaz, Hasan Kamil, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2002.
İnternet Kaynakları
www.mfa.gov.tr
www.iran-embassy.dk
www.lebanonembassyus.org
www.pakistan-embassy.org
www.embassyofafghanistan.org
www.tajikembassytr.com
www.tdk.gov.tr
193

Benzer belgeler