20.07.2016
Transkript
20.07.2016
1 Cevat Öneş SÖYLEŞİ Kürdlerin duruşu alkışlanmalıdır Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:110 19 - 24 Temmuz 2016 bas-haber.com S:08 - 09 Türkiye’nin en uzun gecesi Askeri darbeye sivil darp! Türkiye, 15 Temmuz 2016’da en uzun darbe gecesini yaşadı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve hükümet ilgilileri ile muhalefet partilerinin darbecilere karşı kararlı davranması ardından sokaklara çıkan halk, tankların üzerine çıkıp, yollara barikatlar kurarak darbe girişimini engelledi. Şiddet olaylarında 232 kişi öldü, 1500’den fazla kişi yaralandı. Paralel cuntanın sonu BİLAL SAMBUR Diyarbakır, Elazığ, Muş, Urfa, Siirt, Bingöl, Ağrı, Kars, Erzurum, Iğdır, Malatya, Mardin, Şırnak, Van, Hakkari, Bitlis, Antep ve Kilis’te yüz binlerce insan meydanlara çıkarak “Darbeye dur” sloganları attı. HDP seçmenlerinin kitlesel olarak katılmadığı gösterilere daha çok dindar kesimler, HDP dışında kalan Kürd siyaseti ve AKP tabanı katıldı. PKK, gelişmelere sessiz kaldı. HAKAN TAHMAZ S:02 - 03 -04 - 05 - 06 Bıçak sırtı Darbe, fırsatlar ve riskler s03 Türkiye’de şimdiye dek askere direnmeyi aklından geçirmeyi dahi ‘günah‘ sayan kamuoyu, darbeci askerlere sert tepki verdi. Çok sayıda asker halk tarafından linç ve toplu darp edildi, gözaltına alınan generallerin kameralar önünde dövüldüğü görüntüler kamuoyuna yansıdı. Darbeci askerler soyularak, üniformaları çıkarılarak topluca gözaltına alındı. Askeri birlikler halk ve polis tarafından işgal edildi. s08 FERHAT KENTEL Bir darbe girişimi üzerine s09 ABDULLUH KARABAY s05 02 MANŞET BasHaber SÖYLEŞİ 19 - 24 Temmuz 22016 Askeri darbeye sivil barikat Dilan Almaz- Ahmet Özyeter - M. Emin Kan- Kerem Ari – Yeter Polat S iyasi tarihinde onlarca kalkışma ve sonuçları uzun yıllar devam eden 4 büyük darbe olan Türkiye, 15 Temmuz 2016’da en uzun darbe gecesini yaşadı. 15 Temmuz akşamı 22.00 sularında Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün askeri tanklarla kapatılması sonrasında başlayan darbe girişimi ardından hareketli zamanlar yaşandı. Emniyet Müdürlüğü, MİT, Özel Harekat Dairesi, Meclis ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı hedef alan savaş uçakları ve helikopterlerin bombalaması ile saatlerce süren çatışmalar yaşandı. İstanbul Atatürk Havalimanı tanklarla gelen askerler tarafından ele geçirildi. Darbe girişimi sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tatilini geçirdiği Marmaris’teki otele 4 helikoper dolusu MAK timi ile baskın yapan darbeciler, Genelkurmay Karargahını da ele geçirerek, Genelkurmay Başkanı ve yardımcısı dahil tüm kuvvet komutanlarını da rehin alarak, yanlarına çekmek için baskı yaptı. TRT’yi ele geçirerek darbe bildirisi okutan, Hürriyet gazetesi ve CNN Türk binası ile Türk Telekom, AKP binaları ve diğer kimi stratejik kurumlara da giren darbeci askerlerin neden olduğu şiddet olaylarında 232 kişi öldü, 1500’den fazla kişi yaralandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Yıldırım ve hükümet ilgilileri ile muhalefet partileri ve AKP yöneticilerinin darbecilere karşı kararlı dav-ranması ardından sokaklara çıkan halk, tankların üzerine çıkıp, yollara barikatlar kurarak darbe girişimini engelledi. Cumhurbaşkanı’nın halkı direnmeye çağırması ardından camilerde sabaha dek salalar okundu ve Türkiye’nin tüm yerleşimlerinde çoğunluğu AKP seçmeni milyonlarca insan sokaklarda darbecilere karşı gösteriler düzenledi. Darbe girişiminin ardından bir süre durumu gözleyip bekleyen diğer ordu birliklerinin destek vermemesi sonucunda girişim başarısızlığa uğradı ve darbeciler ya teslim oldu ya da yapılan operasyonlarda tutuklandı. Darbe bilançosu: 232 ölü, 1541 yaralı, 7543 gözaltı Darbe girişimi süresince çıkan çatışmalarda 24’ü darbeci asker olmak üzere 232 kişi öldü, bin 541 kişi yaralandı, 2 bin 137’si asker 7 bin 543 kişi gözaltına alındı. Devam eden operasyonlarda gözlatı ve tutuklamalar da devam ediyor. Tutuklananlar arasında, Diyarbakır, Şırnak, Bingöl ve Malatya gibi illerde PKK’ye karşı operasyonları yürüten generaller de bulunuyor. 19 Temmuz 2016 saat 18.00 itibariyle düzenlenen operasyonlarda açığa alınan, uzaklaştırılan ve tutuklananların sayıları yaklaşık 30 bin kişiyi buldu. Darbe teşebbüsüne karıştığı tespit edilen Orgeneral Adem Huduti ve Yüksek Askeri Şura Üyesi Orgeneral Akın Öztürk başta olmak üzere 118 general ve amiral ile çok sayıda albay binbaşı ve farklı rütbelerden toplam 2 bin 137 asker tutuklandı. 29 albay ve 5 general görevden alındı. Öte yandan farklı kamu kurumlarında, 30’u vali, onlarca kaymakan, 15 bin 200 kamu görevlisine görevden el çektirildi. YÖK tarafından da 1577 dekanın da istifası istendi. Milli Eğitim Bakanlığı da özel okullarındaki 21 öğretmenin lisansını iptal etti. Darbe girişimi sonrasında Türkiye genelinde gözaltına alma ve açığa alınmalar devam ediyor. Kısa bir süre önce HSYK Genel Kurulu tarafından yapılan açıklama ile Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın gözaltı kararı doğrultusunda 5 HSYK üyesinin üyeliğinin düşürülmesine karar verdiği açıklandı. HSYK 2. Dairesi’nin verdiği karar ile de 541’i ilk derece idari yargıda, 2 bin 204’ü ilk d erece adli yargıda olmak üzere toplam 2 bin 745 hakim ve savcının açığa aldığı bildirildi. Danıştay’da ise 48 hakim ve savcı görevden alındı. Ekranlarda darbe ve karşı darbe Ordu içinde bir grubun 15 Temmuz gecesi yaptığı darbe girişimi, sadece Türkiye değil, dünya tarihine de unutulmayacak görüntülerle geçti. Emir-komuta zinciri dışında planlandığı ortaya çıkan ve saatlerce canlı yayında izlenen darbe girişimi, eş zamanlı olarak bir medya savaşına da sahne oldu. Darbe girişimi sürerken ilk açıklama, CNN Türk ve NTV’nin de aralarında bulunduğu kanallara canlı yayında telefonla bağlanan Başbakan Binali Yıldırım’dan geldi. Yıldırım, “Bu bir kalkışmadır, darbe değildir. Bunu yapanlar en ağır bedeli ödeyeceklerdir” dedi. Yıldırım’ı televizyon kanal-larına peş peşe bağlanan bakanlar izledi. Hükümet yetkilileri vatandaşları demokra- Barzani: Türkiye vatandaşlarının tavrı sevindirici Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) Başkanlığı, Türkiye’de başarısızlıkla sonuçlanan darbe girişimiyle ilgili yayınladığı yazılı açıklamada darbe girişimini eleştirerek Türkiye vatandaşlarının, seçilmiş ve meşru hükümeti destekleyerek, darbeyi engellemesinin sevindirici bir gelişme olduğunu belirtti. “Bölgede ve Türkiye’de istikrar ve barışın sağlanması umut ediyoruz” ifadesinin yer aldığı açıklamada, halk iradesinin ve demokrasinin göz ardı edilemeyeceği vurgusu yapıldı. siye sahip çıkmak için sokağa çıkmaya çağırdı. Cep telefonunu ile görüntülü olarak CNN Türk’e bağlanan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da halkı meydanlara çağırdı. Darbe girişiminin, ordu içinde paralel yapılanmaya bağlantılı küçük bir cunta tarafından organize edildiğini belirten Erdoğan kendisinin de meydanlara çıkacağını vurguladı ve İstanbul’a geldi. Cumhurbaşkanı’nın çağrısı ve muhalefetin de demokrasi vurgusunun ardından İstanbul, Ankara, İzmir, Samsun ve diğer kentlerde cadde ve meydanlar hareketlenmeye başladı. Türkiye’de yaşanan ilklerden biri olarak hiçkimse darbecilerden yana tavır almadı ve meşru hükümeti savundu. Kürdler Hükümete destek verdi Diyarbakır, Elazığ, Muş, Urfa, Siirt, Bingöl, Ağrı, Kars, Erzurum, Iğdır, Malatya, Mardin, Şırnak, Van, Hakkari, Bitlis, Antep ve Kilis’te yüz binlerce insan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı çağrıya yanıt olarak meydanlara çıkarak “Darbeye dur” sloganları attı. HDP seçmenlerinin kitlesel olarak katılmadığı gösterilere daha çok dindar kesimler, HDP dışında kalan Kürd siyaseti ve AKP seçmeni taban katıldı. Darbecilere karşı sokağa çıkılan kimi yerlerde göstericiler Kürdistan bayrağı da taşıdı. PKK’nin olaylara ilişkin sessiz kaldığı, durumdan faydalanmaya çalışmadığı ve olayları izlemekle yetindiği ve darbe sonrası zamanlarda eylemlerini durdurduğu gözlendi. Hükümetin olayların hemen ardından Öcalan’ın durumu ile ilgili olarak HDP’ye bilgi verdiği de açıklandı. Darbecilere linç Türkiye’de “kutsal ocak“ diye bilinen ordu ve herbiri kendi egemenlik sahasında “imparator“ olarak kabul edilen, yasalar tarafından korunma altına alınan, halkın dışında, elit mekanlarda yaşayan ve dokunulmaz olan askeri komutanlar geçmişte çok sayıda darbe yaptı veya darbe girişiminde bulundu. Onlar istediklerinde siyasetçiler şapkalarını alıp evlerine gitti. Sıkıyönetim dönemlerinde sayılamayacak kadar suça, insan hakkı ihlalelerine ve yasadışı uygulamalara bulaşmalarına rağmen yasalar onları korudu. Özel yargıları ve mahkemeleri oldu. Cumhuriyetin kuruluşundan 1988 yılında dek Cumhurbaşkanı makamı emekli askerlere ayrıldı. Fiilen iktidarda olmadıkları zaman da gölgeleri ve vesayetleri ile ülkeyi yöneten, uyarıları ile iktidarları deviren, başbakan ve bakanları atayan, yayın yönetmenlerine manşet attıran, kararları sorgulanamaz olan askerler 15 Temmuz darbesi girişimi ile tüm bu ayrıcalıklarını kaybettikleri gibi tüm imajlarını da yitirdiler. 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan sabah Türkiye’nin ilk kez tanık olduğu sahnelerden biri de, darbeci askerlerin ellerini başlarının üzerine koyarak teslim olmalarıydı. Olaylar sırasında çok sayıda asker, halk tarafından linç edildi, askerler toplu darp edildi, gözaltına alınan generaller kameralar önünde dö- vüldü, yara bere içindeki görüntüleri kamuoyuna yansıdı. Darbeci askerler soyularak, üniformaları çıkarılıp dövülerek topluca gözaltına alındı. Gözaltı merkezlerinde kameralar önünde hakaretlere uğrayan darbeci subaylara utanç verici muamelelerde bulunuldu. Çok sayıda askeri birlik halk ve polis tarafından işgal edildi veya giriş çıkışları tutuldu. Bir grup darbeci subay helikopter ile Yunanistan’a sığındı. Çok sayıda darbeci askerin dağa veya ormana kaçtığı, kimilerinin firar ettiği bildirildi. Olup biteni değerlendiren uzmanlar Türkiye’de “militarizme karşı fazla gerçek olan bir devrimin yaşandığını“ ifade ediyor. Meclis’ten ortak tavır Yaklaşık bir yıldır hiçbir konuda uzlaşamayan, sık sık yumruklu kavgaların yaşandığı meclis de darbeye karşı ortak tavır aldı. Darbe gecesi uçaklardan atılan 4 bomba ile hasar gören TBMM’de toplanan Genel Kurul, tüm siyasi parti liderlerinin katılımıyla Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın başkanlığında olağanüstü toplandı. AKP, CHP, MHP ve HDP’nin darbe girişimine karşı anlaştığı ortak deklarasyon metni okundu. Partilerin genel başkanları birer konuşma yaptı. Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, yüksek yargı mensupları ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez de Meclis’teki olağanüstü toplantıya katıldı. Bu kez TRT yetmedi Askerin CNN Türk’ü basarak yayını durdurma girişimi de TRT’den duyurduğu darbe bildirisi ve “emirler”in yeterli olmadığının göstergesi olarak değerlendirildi. Türk Sat’ın tüm uydu yayınlarını sabote etmeyi de deneyip başarılı olamayan dar- MANŞET BasHaber 19 - 24 Temmuz 2016 3 SÖYLEŞİ beciler televizyonlar ve internet sitelerine hakim olamayınca, dünya canlı yayınlarda en uzun darbe girişimi ve karşısındaki “demokrasi dayanışmasına” tanıklık etti. Geçmiş deneyimlerde siyaset Türkiye’deki hiçbir darbeye direnmemiş, kamuoyu önemli ölçüde 1960 ve 1980 darbelerine destek vermişti. 15 Temmuz darbe girişiminde ise siyaset, darbe girişimine karşı çıkarak tarihinde ilk kez demokrasi paydasında buluştu. Demokrasi dayanışması darbe girişiminin en büyük kazancı olarak görülürken, aynı şekilde, muhalefetle sert bir kavga yürüten Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım’ın muhalefete teşekkür vurguları büyük tehdidi savuşturmak gereksinimi olarak yorumlandı. Camilerden tankların üzerine Türkiye açısından belki de en önemli sonuç şimdiye dek askere karşı direnme diye bir kavram üzerinde konuşmayı dahi ‘günah‘ sayan kamuoyunun darbe girişimine verdiği sert tepki oldu. Sovyetler Birliği’nd Gorbaçov’a karşı düzenlenen darbeye karşı halkı direnmeye çağıran Boris Yeltsin’le hafızalara kazınan tankların üzerine çıkma görüntüleri o gece bolca fotoğraflandı. Türkiye camilerinden yapılan anonslarla ilk kez, halka meydanlara çıkılarak cuntacılara direnilmesi yolunda çağrı yapıldı. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, imam ve müezzinlere verdiği talimat üzerine imam ve müezzinler sabaha dek cami hoperlörlerinde sala okudu ve halkı darbecilere karşı sokağa çıkmaya davet etti. Türkiye’de asker ve polis, bir darbe girişiminde ilk kez karşı karşıya gelerek çatıştı. Olaylarda 2004 yılında 13 yaşındaki Uğur Kaymaz ve babasını Kızıltepe’de katleden polis memurunun aralarında ol- duğu onlarca polis öldürüldü. Hükümetin talimatının ardından göreve çağrılan polis teşkilatı, cunta emrindeki askerlerin bulunduğu yerlerde konuşlandı ve çatışmaya girdi. Olaylarda 15 Temmuz darbesinin Türkiye açısından ilginç bir ilki de, darbe girişiminin zamanlamasıydı. Genellikle sabaha doğru başlatılan önceki darbelerin aksine, 15 Temmuz darbesi, daha gün tam batmadan Boğaziçi Köprüsü’nü Avrupa’dan Anado-lu yönüne geçişlere kapattı ve jetlerle Ankara semalarında, özellikle TBMM, Cumhurbaşkanlığı üzerinde alçak irtifada uçuşlara başladı. Uzmanlar emir komuta kademesi dışında davranan darbecilerin erken başlamasının nedeni olarak AKP’den rahatsız kesimlerin kendilerini destekleyeceğini ve darbenin dalgalar halinde yayılmasını sağlamak için alışılagelmiş zamanlanın dışına çıktıklarını belirtti. Halkın sokaklara çıkmasıyla alışılagelmiş darbe ritüellerinin dışına çıkan 15 Temmuz girişimi tüm dünyada yankı buldu. Darbe girişimi sonrasında hızla başlayan gözaltı ve tutuklamalar, çoğunluğu AKP’li seçmenlerin günlerdir sabahlara dek süren kutlamaları ve güç gösterileri farklı soru işaretlerinin doğmasına da neden olurken, cadı avından uzak durulması gerektiğini savunan uzmanlar “rejim değişikliği” tartışmalarının gündeme geleceğine inanıyor. Ağır sonuçları olan darbe girişiminin hedeflerini, askeri ve siyasi sonuçlarını gazeteciler, akademisyenler, STK’lar, politikacılar BasHaber’e değerlendirdi. Kürdler alanlarda darbeye karşı çıktı İnsan Hakları Savunucusu Eren Keskin: DİTAM Başkanı Mehmet Kaya: Askeri darbeye de sivil faşistlere de karşıyız Kürd siyaseti de darbeyi net bir şekilde okudu Bu coğrafyada her zaman gerçekten yöneticilerin Deneyimler göstermiştir ki tüm darbelerde en militaristler olduğuna inanıyorum. Hükümet olan her fazla mağdur edilenler Kürdler oluyor. Darbecilerin parti ancak onlar ile uzlaştığı oranda yönetebilir bu darbeyi meşrulaştırma faaliyetleri de Kürd halkına, coğrafyayı. Yani AKP’nin son dönemler bir uzlaşma Kürd siyasetine yaptıkları saldırılardır. Geçmiş tüm içinde olduğu, açık bir uzlaşma içine girdiğini gördük darbelerde biz bunu net görebildik. Gerek 80 darbesi, ve bu yapı giderek güçlendi. Yani ben bunun Fetulgerek 60 darbesi olsun. Biri sağ, diğeri tanesi sol lah Gülen ile sınırlanabileceğini asla inanamıyorum. eksende olmasına rağmen yine de en fazla mağdur Eren Keskin Cemaat örgütlenmesinin militarizmden bağımsız olanlar Kürdlerdi. olduğunu düşünmüyorum. Türk militarizmi ile iş birliği Böyle çatışmalı bir ortamda Cemaat denilen bir içinde, hatta emperyalist güçler ile işbirliği içinde olan bir yapıdan yapının yapacağı darbenin başarıya ulaşması demek, Kürdler söz ediyoruz. Kendi iç kavgalarının da rahat temizlemenin bir için bu ülke ile beraber yaşamanın olanaksız olacağı demektir. aracı olarak şuan da kullanıyorlar. Ama ben bu darbenin gerçek Sürekli bir çatışma, hali sürekli bir baskı olacaktı. Eğer bu darbe anlamda bir askeri darbe girişimi olduğunu düşünüyorum. gerçekleşmiş olsaydı, darbenin birinci ya da ikinci haftasında Sadece bir yapının değil, ordudaki birçok unsurunda bunun içinde sırf Batı’da darbeye toplumsal destek oluşturmak için, Kürdlere olduğuna inanıyorum. Yarın ne olacağını bilmiyoruz. Ama bence yönelik topyekün bir savaş başlatacaklardı. artık AKP’nin tek bir çıkış noktası var: Demokratik bir Kürdler oldukça geniş bir skalaya sahipler. Kürdleçözümü amaçlaması. Yani Kürt sorununda bir yumuşarin siyasi temsilcileri de, muhafazakârları da, HDP’li ma politikasına gitmesi. Onun dışında Türkiye bence bir siyasetçiler de, HDP’nin dışındaki siyasetçiler de bunu iç savaşa doğru gidiyor. Bugün “demokrasi istiyoruz” net okuyorlardı. Halk tarafından seçilen bir partinin diye sokağa çıkan insanlar, IŞİD mantığı ile davranıyordevrilmemesi önemlidir. Bence Kürdlerin sevinci ve lar. Yani şimdi biz askeri darbeye karşıyız ama bu sivil tepkisinin asıl nedeni bölgenin yaşanılmaz bir durum faşistlere de karşıyız. Bu olayın mağdurları zavallı erler olmasına karşı çıkıldığı içindir. Mehmet Kaya oldu. AKP’nin tek şansı Kürd meselesinin çözümüdür. Dikkat ederseniz siyasi partilerin önünde yapılan Çünkü bütün dünya ile arasını bozmuş durumda. Tek tepkiler yok, kent meydanlarında tepkiler var bunu çıkış noktası yeni bir yumuşama politikası olacaktır bence. böyle okumak lazım. 03 Gülenizm ve paralel cuntanın sonu BİLAL SAMBUR Gülen hareketi, kırk yıldan fazla bir süredir sahip olduğu yönetim perspektifi çerçevesinde sistematik olarak devlete yerleşmeye çalışan bir yapıdır. Bu perspektifin bir sonucu olarak Gülen örgütü, emniyet, istihbarat, ordu, adalet ve üniversitelerde ciddi olarak yerleşmiş bulunmaktadır. Paralel Yapı veya devlet içinde devlet denilen durum, Gülen örgütünün sistematik, sürekli ve stratejik olarak devlete yerleşmesinin sonucu olarak oluşmuştur. Gülen örgütü, iddia ettiğinin aksine hizmet etmeyi değil, yönetmeyi isteyen bir yapıdır. Ak Parti ve paralel yapı arasında sert bir mücadele yaşanmaktadır. Ak Parti, paralel yapıyı devletten tasfiyeye çalışırken, paralel yapıda AK Parti’nin sosyal ve siyasal iktidarını kırarak iktidardan uzaklaştırma gayretindedir. MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın tutuklanmaya kalkışılmasıyla başlayan 7 Şubat darbesi, hükümet ve paralel yapı arasındaki mücadelede bir kırılma noktası oluşturmaktadır. 17-25 Aralık olayında paralel yapının yolsuzluk operasyonu adı altında stratejik bir zamanlamayla hükümeti ve Erdoğan’ı tasfiyeye teşebbüs etmesi, keskin bir iktidar mücadelesinin oluşmasına neden olmuştur. Ak Parti hükümeti, paralel yapıyı yargı, eğitim, medya, lobicilik, istihbarat, ekonomi alanlarından silmek için radikal adımlar atmış ve politikalar geliştirmiştir. Ak Parti hükümeti, paralel yapının terörist örgüt ve ulusal güvenliğe birincil tehdit oluşturan bir yapı olarak Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde konulmasını sağlamıştır. Erdoğan ve devlet, paralel yapının özellikle ordu içindeki büyük gücünden ve varlığından çok rahatsızdır. Bu seneki Askeri Yüksek Şura’da paralel yapının ordu içindeki varlığı tamamen tasfiye edileceği planlanmıştır. Başka bir ifade ile TSK, kendi içindeki paralel orduyu tasfiye edecekti. Tasfiye edileceklerinin farkında olan ordu içindeki cemaatçi cunta, 15 Temmuz’da eşi benzeri görülmeyen bir darbe teşebbüsüne girişti. Paralel cunta, Genel Kurmay başta olmak üzere üst düzey komutanları alıkoydular, İstanbul’da köprü giriş çıkışlarına engel oldular, Ankara ve İstanbul’daki kamu binalarını işgale kalktılar, havaalanlarını kapattılar, TRT’yi basarak darbe ve sıkıyönetim rejimi ilan ettiler, MİT’i, TBMM’yi, Genel Kurmay’ı bombaladılar, başkentin üzerinden savaş uçakları ve helikopterleri uçurdular. Paralel darbe girişiminin bir benzerini Türkiye daha önce yaşamamıştır. İlk defa dini ve sosyal amaçlar taşıdığını ve cemaat olduğunu iddia eden bir yapı, ordu içindeki bir grup cuntacıya kanlı bir darbe yaptırmaya kalkmıştır. Paralel Yapı, sosyal açıdan hiçbir etkisi kalmayan bir harekettir. Fethullah Gülen’in Hoca efendi’den FETÖ’ya düştüğü, hizmetin teröre dönüştüğü bir dönemdeyiz. Paralel cuntanın darbe girişimine toplum, siyaset, medya, ekonomi ve dış dünya hiçbir şekilde destek vermemiştir. Paralel cuntacıların sosyal, siyasal ve uluslararası desteğinin olmaması, darbe girişiminin başından beri ölü doğmasını sağlamıştır. Toplum, iktidarın zor ve silah yoluyla değiştirilmesine şiddetle karşı koymuştur. 15 Temmuz, Türkiye’de darbecilik ve cuntacılığın hala ölmediğini göstermektedir. 15 Temmuz, demokrasinin, bireysel ve hak özgürlüklerin asli değerler olarak anlaşılmasının önemini ortaya koymaktadır. 15 Temmuz sonrası süreçte, yargı, ordu, eğitim, siyaset ve bürokrasi başta olmak üzere bütün alanlarda paralel yapıya karşı köklü bir temizlik operasyonu yapılacaktır. Bunun sonucunda devletin ordu, yargı ve emniyet başta olmak üzere ana kurumlarının güncelleneceğini söyleyebiliriz. 15 Temmuz’un iki temel sonucu vardır. Paralel cuntanın darbe girişimi başarısız kılınmış ve Gülenizm çökmüştür. İkinci olarak Tayyip Erdoğan, mutlak güç merkezi haline gelmiş ve devletin ana kurumlarında büyük bir yeniden yapılanma yapılacaktır. Türkiye, 15 Temmuz sonrası süreçte demokrasisini derinleştirmenin, bireysel hak ve özgürlükleri korumanın hukukun, çoğulculuğun ve barışın temeli olduğunu unutmamalıdır. 04 MANŞET BasHaber Milletvekilleri ne diyor? AKP Milletvekili Orhan Miroğlu: Türkiye demokrasisi açısından milat Bu darbe girişimi halktan çok büyük bir cevap aldı, siyasi iktidar çok sağlam durdu, Cumhurbaşkanımız darbenin duyulduğu ilk andan itibaren halkı sokağa çağırmakla bence sürecin kontrol altına alınmasını sağlayan önemli bir adım attı ve medya darbe döneminde olmadığı gibi çok demokrat bir tavır ortaya koydu. 15 Temmuz bence sadece Türkiye demokrasisi açısından değil, dünya demokrasi tarihi açısından da milattır diye düşünüyorum. Meclisin korunacağını beklemiyorlardı. O gece biz dokuz defa saldırıya uğradık. İlk bomba Genel Kurul salonunun üstüne isabet etseydi, büyük bir facia yaşanacaktı. Meclise gelen arkadaşlarımız “ya dem-okrasi ya ölüm” diyerek geldiler. Ve hiçbir problem yaşanmayacak yani bu darbeci zihniyet ve gelenek tabii ki hukuku bakımından siyasi bakımdan ve müfredat bakımdan tasfiye edildikten sonra ki tasfiyesi için zaten adım atılıyor biliyorsunuz. Sivil siyaset ile ordu arasındaki ilişkilerinin vatandaşın lehinde olacağı yeni bir Türkiye ile karşı karşıya olacağız. Bu bakımdan bence demokrasi ve sivil siyasetin kazandığı bir gün oldu. AKP Milletvekili Yasin Aktay: Pensilvanya bu işin içinde Ülkeyi teslim alıp, Recep Tayyip Erdoğan’ı indirmeyi amaçladılar. Pensilvanya’daki adamın arkasında kimler var ise, onu kimler destekliyor ise, ona kimler bu destekleri ile karşılık veriyor ise, tabi onlarda bu planların işinde. Böyle bir Mecliste milletvekilleri toplanıp, darbeye karşı durdukları andan itibaren, çılgınca bir öfkeye kapıldıklarını, bu öfkenin onların elinin ayağını birbirine dolandırmış olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Yani normal şartlarda bir parlamento bombalamak, değil darbecilerin, savaşta bile düşmanların aklına gelmez. Orada bir hesap plan yok, gerçek bir öfke ile yapılmış olduğu açıkça görünüyor. Türkiye’nin birbirine daha çok kenetlenmiş, millet olma vasfına daha çok yaklaşmıştır. Bu darbeye karışmış olan herkesin tasfiye edilmesine dönük, hukuki çerçevede gerçek bir resmiyet kazanmıştır. HDP Milletvekili Adem Geveri: Hükümet HDP’ye yarım ağızla teşekkür etti Darbe mi, kişiye özel saldırı mı, düzmece mi onu şimdilik söylemek pek mümkün değil. Yalnızca şunu söyleyebilirim, bu kaotik ve tam olarak ne olduğu belli olmayan girişim Ortadoğu’da yaşananlardan bağımsız değil. Bu iş Ortadoğu’daki yeniden dizayn sürecinin bir parçası veya yansımasıdır. Ortadoğu’da örgütler, çeteler ve devlet güçleri arasında yaşanan çatışmalar gibi, 15 Temmuzda da TSK içindeki bir grup ile polis, MİT, halk hatta TSK’nın kendisi bile çatıştı. Başka darbe girişimleri, hem Türkiye, hem Kürd hareketi açısından son derece önemli ve bir o kadar da zarar veren bir durumdur. Biz parti olarak sivil siyaset ve çoğulcu demokrasiden yanayız bu tarz girişimleri, demokrasi açısından kaygı ve endişe içerisinde izliyoruz. Hükümet, darbeyi kınayan tüm partilere teşekkür etti ama bizim partimize herkesten ayrı ve yarım ağızla teşekkür etti. Buradan hükümet ve HDP arasında bir yumuşama olur demek eksik kalır ama eğer hükümet, bundan ders çıkarır ve demokrasiyi işletirse biz de ona göre davranırız. HDP Milletvekili İmam Taşçıer: Emir-komuta darbeden haberdardı Darbe girişiminden, emir komuta zincirinin haberi vardı fakat bir takım güçlerin müdahalesi ile darbeye dâhil olmaktan son anda vazgeçtiler o yüzden başarılı olamadı bu girişim. Eğer başarılı olsalardı, Erdoğan’dan sonra direkt Kürdler’e yönelirlerdi. Listedeki komutanlara bakın, neredeyse hepsi Kürdistan’da katliamlara imza atan kişiler, zaten şimdi ciddi bir saldırı var, darbenin gerçekleşmesi halinde bu saldırılar daha çok artacaktı. Erdoğan’ın eline ciddi bir güç geçti hem de bu güç halkın önemli bir kısmının onayıyla geçti. Bu gücü demokrasi ve Kürd meselesinin çözümü için kullanmazsa, ilerleyen süreçte bizi, faşist bir diktatör rejim bekliyor olacak, ama bu gücü demokrasi için kullanırsa, hem Türkiye’de hem Kürdistan’da halkın desteği iki kat artacaktır. HDP Milletvekili Ayhan Bilgen: Darbecilere vaadedilen destek gelmedi Sanırım şöyle bir tablo var ortada. Bir müdahaleyi önceden hisseden, fark eden yani bir biçimde bu müdahaleyi boşa düşürecek girişimleri sergileyen bir tablo var. Kör komplo teorisi olarak söylemiyorum ama önceden alınan duyumlar, hazırlıklar bu girişimde etkili olmuş gibi gözüküyor. Ciddi bir hazırlığın olduğu görülüyor ve darbe girişiminde bulunanlara da sanırım vaat edilen destek gerçekleşmemiş gözüküyor. Bu anlamda bir hayal kırıklığı olmuş, onları cesaretlendiren bir takım çevreler de hükümetin yanında pozisyon almışlar. Kendi güvenlik birimlerinden, askeri yapılanmaları içerisinden bahsediyorum. CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu: Herkesin kendisini sorgulaması lazım 15 Temmuz’da yaşananları cemaat ya da başka bir güç yaptı demek bize düşmez, bu yargının ve hükümetin işidir. Asıl önemli olan konu: Bu darbe girişimini yapanlar TSK personelidir, bunlara emri veren ya da TSK içerisinde örgütlenen bu grup, nasıl oraya yerleşti, nasıl bu kadar örgütlendi. TSK ve hükümetin bundan gerçekten haberi yok muydu bunları sormak lazım. Erdoğan’ın, kendisinden olmayan parti, grup ve medya ku-ruluşlarının darbeye nasıl karşı çıktığını görmesi ve ona göre bir tutum takınması lazım. “Darbeyi ABD yaptı, dış güçler yaptı” demek çok doğru değil. Bu darbeyi 30 yıldır TSK içinde görev yapanlar gerçekleştirdi. Hatta o personelden bazıları 17-25 Aralık Operasyonu’ndan sonra terfi aldı. Suçu hep başkasına atmak yanlış, oturup herkesin kendisini sorgulaması lazım. CHP Milletvekili Levent Gök: AKP daha demokrat davranacaktır Ben yapılan bu darbe girişiminde Cemaat’in parmağı olduğunu düşünüyorum. Böyle bir kalkışmaya başladılar ama başarılı olamadılar. 15 Temmuz’dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. 15 Temmuz darbe girişimi karşısında muhalefet, tarihi bir destek verdi. Bu destekten sonra Erdoğan ve AKP eskisi gibi olmayacaktır, daha demokrat ve daha çoğulcu davranacaktır. Tabi burada tam tersi bir ihtimal de var yani daha sert ve daha anti demokratik olma ihtimalide var bunu zaman gösterecek ama ben öyle olacağını düşünmüyorum. Herkes oturup düşünmeli: Bu kalkışma neden oldu? SÖYLEŞİ 19 - 24 Temmuz 42016 Bu kalabalıklar Türkiye’nin geleceğine zarar verir Darbe girişiminin arkasında ABD’nin olduğu kanısında değilim. ABD, Genelkurmay’ı yönlendirerek darbeye destek İsmail Beşikçi verir. Bu darbe girişimi emir komuta zinciri içinde gerçekleşmemiştir. Darbe girişiminde ulusalcıların, Kemalistlerin daha ön planda olduğunu düşünüyorum. Ulusalcıların Cemaatle işbirliği yaptığı söylenebilir. Ama darbe girişimi, çok hazırlıksız bir görüntü veriyor. Darbe girişiminin akşam başlaması, Cumhurbaşkanlığı’na, Başbakanlığa, Bakanlar Kurulu’na yöneleceklerine kö-prülerin tutulması, darbe pratiğine aykırıdır. 2015 yılında, Hürriyet Gazetesi’ne saldırıda, hükümeti eleştiren bazı gazetecilere saldırıda karanlık yüzlü kalabalıklar görmüştük. O kalabalıklar bu sefer de meydanlardaydı. Darbecileri linç etmeye çalışan kalabalıklar. Hiçbir insani değere sahip olmayan bu kalabalıklar Türkiye’nin gelecekte ciddi bir kaos yaşayacağını gösterir. Darbecilerin bu kalabalıkları hesaplamamış olması şaşırtıcıdır. Başkanlık sisteminin önü açıldı Darbeler tarihine baktığımızda birkaç özellik görüyoruz. Bunlardan biri, silahlı kuvvetlerin önemli bir kısmının müdahil Doğu Ergil olması geri kalanının tersine hareket etmemesi için bağlanması. İki, eğer burada hedef doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı ise ki Cumhurbaşkanına ulaşmak darbecilerin başarısı açısından çok önemli bir faktördü. Sayın Erdoğan Marmaris’te bir otelden ayrıldıktan bir buçuk saat sonra gelmişler. Başarısız olduktan sonra helikopterle dönemiyorlar ve ormanlık alana kaçıyorlar. Yani orada bile lojistik hazırsızlık var. Bu bir azınlık hareketidir. Geri kalanlarının en azından direnmemesini sağlayacak bir hazırlıkları dahi yoktur. Bütün bunlar gösteriyor ki darbeciler iyi bir planlama yapamamışlar, strateji geliştirememişler ve hedeflerini şaşmışlar. Eskiden giderlerdi hükümetin başını alırlardı olay biterdi. Şimdi hükümet olduğu yerde duruyor, Cumhurbaşkanı halka beyanat veriyor. Toplumun önemli bir kısmı partili ve Cumhurbaşkanını destekliyor, haliyle böyle bir kalkışmaya karşı tavır alacağı kesin. Olan maalesef erlere oldu. Bugün tasfiye edilmek için harekete geçirmiş olan kadrolar bu tasfiyenin haberini aldıktan sonra işi aceleye getirdiler. Başkanlık sistemini hayata geçirmek gibi bir proje vardı ve bu proje bildiğimiz herhangi bir Başkanlık sistemi gibi de olmayacak. Kuvvetler ayrılığı ve Cumhurbaşkanının bütün yetkileri haiz olması ve hesap vermemesi gibi bir yönteme bağlanacaktı şimdi bunun önü açılmış bulunuyor. MANŞET BasHaber 19 - 24 Temmuz 2016 5 SÖYLEŞİ Kürd siyaseti ne diyor? PAK Genel Başkanı Mustafa Özçelik: Tepkiler demokrasinin kurumsallaşması adına olumludur Bu darbe girişimi başarılı olsaydı eğer, daha önceki darbelerden farklı bir yönetim getirmeyeceti. Ordu içindeki bir grubun girişimi olduğu görülmektedir. Mevcut iktidarın uygulamaları Kürdleri ve Kürdistan gerçekliğini yok sayan ve gittikçe daha da saldırganlaşan bir zemindedir. Askeri darbe girişiminin bunu da aratacak bir anlayışa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Geçmişteki askeri darbelerin halkımıza yaşattığı acı tecrübeler hala beleklerdedir. Elbette askeri darbeye ‘hayır‘ derken, kapsamlı bir sivil darbe ye de ’hayır’ diyoruz. Kürdistan halkı ve Türkiye’deki özgürlük ve demokrasi güçleri olarak yeni bir saldırı planına ve özgürlük mücadelemizi tasfiyeye yönelik her türlü senaryo ve girişime karşı uyanık olmalıdır. Bugün askeri ya da sivil darbelere karşı halkımızın en geniş siyasal ve sivil güçlerinin ulusal demokratik bir program etrafında birlik ve omuz omuza verme günü olduğunu söylemek gerekir. HAK-PAR Genel Başkanı Refik Karakoç: Halkın demokrasiyi sahiplenmesi önemlidir Darbelerin her türlüsü sıkıntılı, zararlı ve tasvip edilecek bir olay değil. Onun için herkesin görevi darbeye karşı çıkmaktır. Darbeler Türkiyede her 10 yılda bir yapılıyordu bir süre sessiz kalmışlardı ama yine teşebbüste bulundular dolayısıyla başarılı olma şansları yoktu ve olmadılar da. Çünkü bu emir komuta zinciri çerçevesinde gerçekleşen bir şey değildi. Neticede bu teşebbüs dahi bir darbedir. Bu darbeye karşı çıkmak, eleştirmek, kınamak her demokrat yurtsever insanın görevidir. Bu teşebbüs sürecinde ilkler vardı. Bu ilklerden biri, Hükümet sahayı terk etmedi bu önemliydi. Önceki darbelerden farklı olan yanı buydu. Doğru ve cesaretli bir tavırdı. Diğer önemli yanı da halk darbeye karşı sokağa çıktı. Demokrasi çerçevesinde seçilen kurumlara yapılan silahlı müdahaleye halkın tepki göstermesi güzel bir olaydı ve olması gereken de buydu. Bu anlamıyla halkın demokrasiye ve demokratik işleyişe sahip çıkması önemliydi. T-KDP Genel Başkanı M. Emin Kardaş: Darbe olsaydı durum kötü olurdu Bir siyasetçi olarak bunun onaylanamaz bir durum olduğudur. Neticede darbe nerden kimden ve nasıl gelirse gelsin seçilmiş bir yönetime karşı başkaldırıdır. Bu kabul edilemez. 27 Mayıs, 12 Eylül darbeleri ve 12 Mart muhtıraları gibi ve belki onlardan daha nitelikli bir darbeydi ve başarılı olamadı. Her darbe kötüdür, bu darbenin de bir amacı yoktu. Ne ulusal ne de sınıfsaldı. Sadece bu teokratik faşizan bir darbeydi. Darbe başarılı olsaydı bu gün durum çok daha kötü olurdu. Kürdistan bu konuya biraz daha temkinli davrandı. ÖSP Genel Başkanı Sinan Çiftyürek: Kürdistan’da halkın sokağa çıkması olumludur ÖSP olarak biz darbenin karşısındayız. Darbeyi kim yapmış ne için yapmış, önemli değil, biz askeri darbenin karşısındayız. Bu darbelerin hedefinde iktidar içi hesaplar olsa bile illaki bu iktidar içi hesaplarında bir yanıyla Kürd meselesi ve emekçilerin meselesi vardır. Parti olarak bu gün bu darbenin başarısız olmasından seviniyoruz. Fakat bundan hareketle AKP hükümeti bir süreden beri özellikle Kürdistan merkezli geliştirdiği polis devleti eğilimini güçlendirirse bu kaygı vericidir, bunun karşısında durmak lazım. Kürdistan’ın birçok yerinde Batıdaki kadar olmasa da sokaklara çıktı bu olumlu bir gelişmedir. Halkın darbeye karşı tutum alması doğrudur. Biz darbeye hayır derken Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ya da iktidar partisi AKP ile darbeye farklı bakıyoruz. Askeri darbenin emir ve komuta zinciri içinde yapılmadığı açıktır. AZADİ Genel Sekreteri Sıtkı Zilan: Kürdistan’da tüm kesimler sokaktaydı Darbeye karşı Türkiye halkının bu özgüveni iyidir. Söylendiği gibi ise bu darbeye yeltenenler Gülen Cemaati’ne yakın kişilerdir. Gülen Cemaati’nin de ABD’nin denetiminde olduğuna dair hem emareler hem de iddialar var. Ulusalcılar, MHP faktörü, Fetullahçılar harici tüm İslamcılar, buna Kuzey Kürdistan’da HüdaPar da dahil bunların hepsi darbeye karşı sokaktaydı. MHP’nin de azımsanmayacak bir desteği vardı. ABD’nin daha önce Feth-ullahçılar aracılığıyla içeri attığı, tasfiye etmek istediği, Kürdistan meselesiyle de ilgili ve Ortadoğu’daki dizayn ile de ilgili bunlar karşı çıkıyorlardı. Bunları Mustafa Özçelik Refik Karakoç M. Emin Kardaş Sinan Çiftyürek tasfiye etmek istedi. Bu darbeye yeltenenler ahmakça bir plan yaptılar. Emniyet ve MİT’e insanların destek vermesiyle başarısız oldular. Cemaatin elindeki argümanlar da boşa çıktı. Türkiye açısından bir trajediydi bu durum. PDK Bakur Başkanı Sertaç Bucak: Halkın direnmesi doğruydu Bu darbenin merkezi İstanbul ve Ankara’ydı. Ankara ağırlıklı olarak Batı kentlerinde gelişti. Kürdistan’da herhangi bir askeri hareketlilik yani bizim darbelerde alıştığımız biçimde bir şey yoktu. Özellikle altını çizmek istiyorum. Önceki darbelerde her zaman asıl hedeflerden biri Kürd halkı olmuştur. Tüm darbelerde Kürd halkı çok kuvvetli bir şekilde ezilmişlerdir. 12 Eylül’de yine öyle, Diyarbakır’da yüzlerce insan hapis yatmıştır. 12 Eylül’de Kürdlerin başına gelenler hiçbir yerde olmamıştır. Sivil halkın bu gün tankların karşısına geçip direnmesini çok doğru bir eylem olarak görüyorum. Ama tehlike şurada ki eğer bu darbeden de ders çıkarılmaz ve Türkiye’deki demokratikleşme, özgürlükler ve Kürd meselesinin çözümü konusunda adım atılmaz ise ve ülkedeki hak ve özgürlükler dünya standartlarına ulaşmazsa asker ve diğer güçler her zaman darbe yapabilir. PSK Genel Başkan Yardımcısı Bayram Bozyel: Askeri darbe miadını doldurmuştur Türkiye geçmişte 12 Eylül’ü, 12 Mart’ı, 1960’ı yapanlarla hesaplaşsa, darbecileri gerektiği gibi yargılasaydı, bu girişim ile karşı karşıya kalmazdı. Türk ordusunun genetiğinde darbe kültürü var. Bu ordu sürekli iç düşman paradigması üzerinde inşa edilmiştir. Bu iç düşman daha çok Kürdler olmuştur. Kürdlerin yerini zaman zaman solcular, solcuların olmadığı dönemlerde muhafazakar İslami kesimler ordunun hedefi haline gelmişlerdir. Düşünün ki Türkiye hava kuvvetleri 80 yıllık tarihinde bir tek Kıbrıs’ta operasyon yapmıştır. Onun dışında bütün gücünü, enerjisini Kürdlere karşı kullanmıştır. Yani bu ordunun var oluşunda Kürdleri ezmek, muhalifleri yok etmek ve darbe yapmak vardır. Mesele dar anlamda Fettullah Gülen Cemaati meselesi değildir. Mesele Türk Ordusu’nun üzerinde yeşerdiği Türkiye devletinin yapısıyla karakteri ile ilgilidir. Sıtkı Zilan Sertaç Bucak Bayram Bozyel 05 Sonuçlarından hareketle bir darbe girişimi üzerine ABDULLAH KARABAY Düşman üretme kapasitesi yüksek bir siyasi hareket, bir iktidarla karşı karşıyayız. Bu sefer ordu içinden darbe girişimi ile ortaya çıktı. Ama bu sefer ki biraz karanlık bir grup. Bir örgütlenme var karşımızda; devleti ele geçirmeye ramak kalmış ama kim olduklarını; isimlerini, ideolojilerini veya yüzlerinin kamuoyunda bir türlü göremedik. 15 Temmuz 2016 gecesi bütün medyada bir tek darbeci yüz görmedik; hayatları tehlikede olan bütün figürler ise sürekli medyada. Bir tuhaflık vardı; ama post modern zamanların karakterinden kaynaklanan bir sonuç mu; yoksa gerçekten tiyatro diyenlerin argümanlarının da üzerinde düşünmek gerekiyor mu? “Yüzde ellinin” bir kısmının insanlık dışı sokak pratikleri vardı sonrasında. Ama daha ironik olarak hala %92’nin oyuyla yani nerdeyse tam bir ‘halk iradesi’ ile kabul edilen bir anayasanın yönetimi altında siyaset yapıldığının unutulmasıdır. Yüzde elli fetişizmi ile çelişik bir durum var gibi. Seçimlerle iktidar olmanın fetişleştirilmesi bize hep Alman Nazizminin çapraşık seçim oyunlarıyla örülen iktidara gelme sürecini hatırlatıyor. Tarihten biliyoruz ki çoğunluk kitlenin demokratlığı garanti değil, yani demokrasi salt seçimden oluşan bir süreç değildir. Katılımı esas alan kurumsallaşma kültürü ve azınlığın korunmasını garanti eden kurallar modern demokrasisinin temelidir ki bu temel çoğu kez unutuluyor. 15 Temmuz gecesinin en tuhaf müdahalelerinden birisi darbecilerin hükümet yanlısı havuz medyası yerine, hükümetle sorunlu olduğu bilinen bir gruba yönelmesi oldu. Bu durum hayalet darbeci örgütün felsefeden yoksunluğunun bir diğer işareti olarak tarihe kaydedilmelidir. Bu hayalet örgüte karşı hızla bir mücadeleye girilmesi adına; fırsat bilinerek ordu ve adli sistemden büyük bir tasfiye yapıldı. AKP hareketi yapmak isteyip normal prosedürle yapmakta zorlandığı adımları hızlı bir şekilde attı. Ancak atılan adımların darbecilerle ilgili olan ile fırsatçılık yapılarak yapılanlar arasındaki sınır çok belirsiz. Oysa iktidar daha önce yapmak isteyip yapamadığı adımlar için ciddi bir atmosferi kendi yaratmıştır; yaranın tazeliği sürekli kaşınmış, kontrolsüz kitleler sokaklara çağrılmış, kitlelerin vahşice eylemlerinin zemini hazırlanmıştır. Darbe hiçbir şekilde demokrasilerde olmamalı; ama oluyorsa demokrasi de sorgulanmalıdır. Bu darbe zaten demokrasi olmayan bir sistemi sanki demokrasi imiş gibi korunmasının imkânını yarattı. Uzun bir süre AKP’nin ülkeyi tekleştirme politikasına ivme sağlayacaktır. Mağduriyete oynamanın dokusunda yer aldığı bu harekete bugüne kadarki en iyi mağduriyet imkânı verilmiştir. Başka da hiçbir işe yaramamıştır bu darbe girişimi. Demokrasiden maalesef ne kadar uzak olduğumuzu da göstermiştir bu darbe teşebbüsü. Görünen o ki bir antidemokratik yapı olarak bu iktidarın en güçlü muhalifi yine başka antidemokratik güçlerdir. Kimin kime niçin karşı olduğu, kimin kime karşı hangi farklı projeyi savunduğunun anlaşılmadığı, ne için darbe yapmak istedikleri anlaşılmayan bir siyasal kültürle karşı karşıyayız. Bu darbe girişiminin demokrasi açısından tek dersi belki demokrasi düşmanlarının demokrasi olmadan birbirine olan düşmanlıklarının da ilelebet süreceğini göstermektedir. Darbecilerin yekpare bir görüntü ortaya koyamamalarından anlaşılıyor ki yaklaşan askeri şura ile ‘beka kaygısı’ yaşayan çok yamalı bir grubun, son çare olarak ve adeta intiharvari kalkışmasıdır. Evet, bu hareket ordunun emir komuta zinciri içinde olmadı belki; ama başka herhangi bir örgütün de ‘emir komuta zinciri’ içinde gerçekleştiği şüpheli görünüyor. Kitlesi olmayan, kendilerini hiçbir sivil gücün desteklememesi kimseyi değil sadece kendilerini kurtarmaya çalıştıklarını gösteriyor. Sahipsiz ve pervasız bir girişim olarak tarihe geçti bu darbe girişimi. İşlemeyen ‘çoğunlukçu’ demokrasilerde sürekli çözümü savaşta, darbede arayan güçler olacaktır. Evet, darbeye karşı olmak lazım ama sorunlarının çözüm yollarını ve imkânlarını kendi içinde barındırmayan bir ‘çoğunlukçu otoriter demokrasiye’ de karşı olmak gerekiyor. 06 MANŞET BasHaber 19 - 24 Temmuz 2016 Prof. Abdullah Kıran: Demokrasi tehlikesi devam ediyor Halkın darbe karşısında kararlı tavır alması, demokrasi açısından büyük bir kazanım. Halkın demokrasiye sahip çıkması gerekir, hala bir tehlike var. Sistem tartışmaları var. Ben Başkanlık sisteminin Türkiye için iyi olacağını, Kürd Meselesi’nin çözümünü kolaylaştıracağını düşünüyorum. HDP darbe konusunda, demokratik güçleri meydanlara davet etmeliydi. Diyarbakır’da milyonlar hemen sokağa dökülmeliydi. HDP’nin mesajı bana göre biraz zayıf kaldı. Bundan sonraki süreçte HDP bağımsız bir politi-ka yürütebilirse, bir şeyler konuşulabilir. HDP’nin biraz da pragmatist davranması lazım. Bu anlamıyla sürece dönülmesi açısından bir umut var. Doç. Osman Aytar: ‘Online darbe’ girişimi Darbe girişimin tüm detayları ortaya çıkmadı, hala farklı senaryolar dile getirilmekte. Darbeyi 15 Temmuz akşamından itibaren bir film veya ‘reality show’ izler gibi izledik ve ‘online darbe’ terimi buna çok uymaktadır, diye düşünüyorum. Ortada, iktidar tarafından tezgahlanmış bir ‘oyun’ veya danışıklı döğüşten öte, demokrasi ile ilişkisi olmayan, güç, koltuk, para ve pul için birbirlerine her saldırıyı gerçekleştirebilecek hem bir ‘darbe’, hem de bir ‘karşı darbe’ girişimi söz konusu. Kürdler ve demokrasi güçleri, mevcut iktidarın veya darbecilerin gündemlerine yoğunlaşmak yerine, başta kendi sorunları olmak üzere, özgür ve demokratik yollarla çözüm yol ve yöntemlerinde yoğunlaşmalıdırlar. Darbecisi, karşı darbecisi, farketmez, bu anti-Kürd ve anti-demokrasi güçlerinden çok çekmiş olan Kürdler ve dostları, devlet ve ordu kaynaklı tepişmelerin bitmediğini, yaşanan süreçlerin halen çok önemli riskler taşıdıklarını da hesaba katarak hazırlıklı olmalıdırlar. ROJAVA 19 - 24 Temmuz 2016 07 Minbic’de savaş, Kamişlo’da anayasa hazırlıkları Akademisyenler ne düşünüyor? Dr. N. Ali Özcan: Darbenin önlenmmesi demokrasiyi garantilemez Cemaatin hükümete karşı harekete geçtiği bir eylemdir bu. Darbenin önlendiği doğrudur, ama önlenmiş olması demokrasinin geleceğini gar-antilemez. Darbelerden de, darbelerin önlenmesinden de faydalanmak isteyenler oluyor. Kitleleri harekete geçirmek için bir hikayenizin olması lazım. Burada bu hikaye demokrasi. Gerçeğin ne olduğunu görmek için zamana ihtiyaç var. Bu krizden sonra bir restorasyon süreci yaşayacak Türkiye. Kriz olağanüstü olduğu için, olağanüstü yöntemler belki işin içeris-ine girecek. Olağanüstü yöntemler derken, kitlesel tutuklamaları falan kast ediyorum. O zaman da Türkiye’de yeni tartışmalar başlayacak. Durum acil olduğu için yargıya da müdahaleyi hızlandırdı. BasHaber R Gazeteci ve yazarlar ne diyor? Şahidin Şimşek: Kürdler, Türk bayrakları ile sokağa çıktılar Bilişim çağında yaşıyoruz ve toplum hemen taraf pozisyonunu alıyor. Kürdler darbenin kendi lehine olup olmadığını bilmeden hemen taraf pozisyonu aldı. Kürdlerin her türlü darbeye karşı çıkması olması gereken bir şey. Bu kendilerinden ziyade başkasının isteğine göre bir pozisyon almadır. Kürdler bu tür durumlarda kendi ulusal ve milli sorunlarını un-utup başka kervanlara katılıyorlar. Mesela Kürdler, Türk bayrakları ve Hüda-Par flamaları ile sokağa çıktılar. Kürdlerin kendi sorun ve isteklerini merkeze alarak sokağa çıkması daha doğru bir tepki olurdu. Türkiye’deki slogan ve ideolojilerle sokağa çıktılar. Bu Kürdler arasında milli bir siyasetin oluşmadığının kanıtıdır. Fuad Önen: Bu darbeci gelenekler arasında bir çatışmadır Türk devleti bir kriz içindedir. Turgut Özal ile başlayan devleti restore et-me girişimi başarılı olamamıştır. Her devletin arkasında onu yöneten bir iktidar bloku var. AKP ve Cemaat arasında oluşan iktidar bloğu 2013’te çatlamıştır. Bu son darbe denemesi o çatlağın orduyu da içine alarak de-vam ettiğini göstermektedir. Bu iktidar bloğu içinde bir çatışmadır. Cemaat - AKP kavgasından sonra AKP klasik devlet ile uzlaşarak ayakta durmaya çalıştı. Öyle gözüküyor ki klasik devlete yaklaşması bile AKP’yi bu darbe teşebbüsünden kurtaramamıştır. Yığınların meydana inmesi özel-likle iktidarın manipülasyonu sonucudur. Yığınlar 100 yıllık iki sembol üzerinden sokaklara indiler: biri Türk Bayrağı diğeri ise ezandır. Bu darbe girişimine karşı durmasını olumlu görmekle beraber yığınların ırkçı, şoven ideolojiler eşliğinde meydanlara inmesini gelecek için tehlikeli buluyorum. Çatışan her iki tarafın da demokratiklik kriterlerin siyasete katılımı ile bir ilgisi yoktu. Aslında daha genel bir çerçeveden bakılırsa iki tarafın da darbeci olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü AKP darbeci kanat ile uzlaşarak ayakta durmaya çalışmaktadır. Bu son tepki darbeci ve demo-kratların savaşı değildir. Darbeci gelenekler arasında bir çatışmadır. Bu tepkinin içeriği demokratik olmaktan son derece uzaktır. Etyen Mahçupyan: Son birkaç gün Kürd dünyasının sessiz kalması önemli Bu darbe ile hükümetin eline Gülen Cemaatini tamamen tasfiye etmenin araçları verilmiş oldu. Bu iki grubun son iki üç yıl içersinde giderek tırmanan ölüm kalım meselesi haline gelen bir gerilimini, kavgasını izledik. Görünen o ki bu darbenin başarılı olmamasıyla da hükümet burada galip çıkmış oluyor, bu da karşı tarafın tasfiyesi demek. Buradan giderek demokrasiye doğru da götürebilirsiziniz ülkeyi, aksi yöne de götürebilirsiniz. Ama şuan da demokrasiye gitme ihtimalinin daha güçlü olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu darbeyle başa çıkma usulü çok demokratik unsurlarla oldu. Halkın sokağa çıkması, medyanın kimlikten bağımsız olarak demokrasiye sahip çıkması oldukça önemlidir. Son birkaç gün içerisinde Kürd dünyasının, PKK’ nin sessiz kalması önemlidir. Bu bir tür yeni bir eşiğe geçilmesi ve birlikte Türkiye üzerine düşünme şansı demek. Adı Çözüm Süreci olmasa bile bir şeyler konuşulmaya başlanabilir. Ama taraflar Suriye’ yi temel alacaklardır. PKK içinde bu geçerli. Şubat ayına kadar beklenileceğini düşünüyorum. Bu süreçte bir tür ateşkesin tomur-cukları ortaya çıkabilir. De facto bir ateşkes yaşanabilir. Recep Maraşlı: Böyle darbe mi olur? Evet! Tam da böyle olur... Osmanlı Saray entrikalarından, Yeniçeri Ayak-lanmalarına, İttihatçıların Bab-ı Ali baskınından 27 Mayıs’a, 22 Şubat’tan 12 Mart’a, 12 Eylül’den 28 Şubat’a ve Ergenekonculardan nihayet 15 Temmuz’a nice açık, gizli, başarılı, başarısız, sonucu böyle veya şöyle olmuş cunta girişimleri ve darbeler tarihidir Osmanlı-Türk tarihi. Herkesin rol yaptığını, tiyatro yaptığını, önceden yazılmış bir senaryoda oynadığını söyleyerek izah etmeye çalışmak çok saçmadır. Bu kadar Generalin “hadi oyun oynayalım, biz sizin binalarınızı bombalayalım, ölen ölsün, kalan kalsın, siz de bizi döverek donlarımızı indirerek tutuklayın!” diye danışıklı bir oyun oynadıklarını söylemek ne siyasetten ne tarihten ne toplum-bilimden hiçbir şey bilmemek demektir. Ortada dolaşan haklı soru işaretlerinin hepsinin makul ve mantıklı cevapları vardı. İşin arka yüzü öğrenildikçe cevaplar yerli yerine oturacaktır. Ancak bunlar şimdiden de görülüp tahmin edilebilir. Darbe girişimi sahiciydi. Göstermelik veya kurgulanmış bir oyun değildi. Fakat 15 Temmuz cuntacılarının ordunun büyük kısmını denetleyemediği açık. Bu nedenle zaten ilk iş komuta kademesini tutuklayarak birliklerin manipüle edilmesini sağlamaya çalışmışlar. Cunta ve güç kapışmalarının noktalanmadığını, daha da kızıştığını belirtmek de yerinde olur. Yazar Ümit Fırat: Cadı avı başladı Bir insan hakları savunucusu olarak hiçbir zaman askeri bir darbe ile geleceğimizin daha iyi ve aydınlık olacağına inanmadım ve böylesi bir umuda kapılmadım. Hala aynı inancımı muhafaza ediyorum. Darbe gecesi, İslamcılar veya Tayyip Erdoğan taraftarları ‘Allahuekber’ nidalarıyla darbeyi bertaraf etmek için sokaklara/meydanlara çıktılar. Tankların, silahlı askerlerin üzerine yürüdüler. Önemli sayıda can kayıpları ve yaralanmalar yaşandı. Onlar bu eylemlerini demokrasi için değil, iktidarlarını korumak için de yapmış olabilirler. Tabii ortaya çıkan sonuca şüpheyle yaklaşanlar ve bazı sorular sorarak olayın arka planında bir komplo arayanlar da var. Öyle de olsa, kısa vadede demokrasi kazanmamış gibi de olsa, her hâlükârda darbecilere unutamayacakları bir ders verildi ve hezimete uğratıldılar. Evet, Tayyip Erdoğan çok büyük bir güç ve itibar kazandı; eline büyük fırsatlar geçti ve bu gücünü; haklar, özgürlükler ve demokrasi için iyi yönde kullanmayacağı da pekâlâ öngörülebilir. Nitekim hiç zaman kaybetmeden elde ettiği fırsatları değerlendirmeye başladı bile. O günün ertesinde herkes elinde listeler, cadı avı başlatıldı. Tehlikeli manipülatif şeyler yaşanıyor. Sağduyuyu elden bırakmamak lazım. Murat Özdemir ojava’da 17 Martta Kanton yönetimlerinin ortak kararıyla ilan edilen Rojava-Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nun anayasa taslağı çalışmaları sürerken, Minbic’in kurtarılması amacıyla başlayan operasyonlar devam ediyor. PYD’nin ana bileşeni olduğu Demokratik Toplum Hareketi’nin (TEV-DEM) RojavaKuzey Suriye Demokratik Federasyonu için hazırladığı ve 85 maddeden oluşan Anayasa taslağına göre bölgede kanuşulan tüm dil ve etnik gruplar eşit haklara sahip olacak. Eşbaşkanlık sisteminin savunulduğu anayasa taslağına göre Qamişlo kenti Rojava-Kuzey Suriye Federasyon’nun başkenti oluyor ve Federasyona özgü bir bayrak ve logo belirleniyor. Suriye Kürd Ulusal Kongresi (ENKS) de Avrupalı ve ABD’li hukukçuların yardımı ile 132 maddelik bir Anayasa taslağı hazırlıyor. ENKS’nin anayasa taslağının bu hafta tartışmaya açılması ve Suriye krizinin çözümünün görüşüldüğü uluslararası toplantılarda gündeme getirilmesi öngörülüyor. Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nda (SMDK) yer alan ENKS, Suriye muhalefetinin oluşturduğu geçici hükümetten ayrıldı. Bakanlıkların adil dağıtılmadığı ve Kürd temsiliyetinin az olduğu gerekçesiyle muhalefetin kurduğu hükümetten çekilme kararı alan ENKS Suriye Koalisyonu’nda yer almaya devam edecek. Minbic’in yarısından fazlası kurtarıldı 1 Haziran’da başlayan Minbic Operasyonu ise devam ediyor. Operasyonun 45. gününde HSD-YPG güçlerinin öncülük ettiği Minbic Askeri Meclisi savaşçılarının kentin yüzde 60’nı kontrol altına aldığı bildiriliyor. Bölgedeki kaynakların BasHaber’e verdiği bilgilere göre yakın zamanda kentin düşmesi bekleniyor. Operasyonun, IŞİD’in elindeki bölgelerde sivillerin varlığı ve tarihi öneme sahip olan kentin tahrip olmasını engellemek amacı ile ağır yürüdüğü bildiriliyor. Bölgede sıkışan ve sivilleri canlı kalkan olarak kul- lanan IŞID militanlarının kendilerine bir koridor açılmasını talep ettikleri, buradan Rakka’ya geçmek istedikleri ve bu taleplerinin de Minbic Askeri Meclisi ve Uluslararası Koalisyon tarafından olumlu karşılandığı ve grupların kent merkezinde çıkışına izin verilebileceği söyleniyor. Bölgede çatışmalar devam ederken, savaştan kaçan sivillerin güvenli alanlara göçleri de sürüyor. Şehba bölgesinden kaçan göçmenler Efrin Kantonu Toplumsal İşler Konseyi tarafından yeni açılan Şehba Kampına yerleştiriliyor. Kampta şimdilik 225 çadırın bulunduğunu ifade eden ilgililer bu sayının 500’e kadar çıkabileceğini belirterek, uluslararası kuruluşlara destek çağrısında bulunuyor. Bölgede daha önce açılan Rubar kampı ise dolmuş durumda. Rojava’da askeri ve siyasi alanda bu gelişmeler yaşanırken, Suriye krizinin başlaması ardından bölgede rejim karşıtı radikal gruplara destek veren ve Rus uçağının düşürülmesinden sonra Suriye’deki etkinliği kırılan Türkiye, sahada yeniden yer almak için politikasında değişikliğe gidiyor. Rusya, İsrail ve Mısır’dan sonra Suriye rejimi ile de ilişkilerini normalleştirmek isteyen Türkiye’nin bu çerçeve de rejim ile görüşmeler gerçekleştirdiği vurgulanıyor. Rusya’dan özür dileyip, İsrail ile tazminat karşılığında anlaşan Türkiye’nin Esad rejimi ile de görüşmelere başladığı ve bu politika değişikliğinin Rojava’da güçlenen ve NATO’nun da aktif desteğini alan Kürdlere karşı yeni bir cephe amaçlı geliştiği iddia ediliyor. Kobanê Savuna Bakanı Şêx Hesen: Kürdler ve Arapları düşmanlaştırmak istiyorlar Bölgedeki gelişmeleri BasHaber’e değerlendiren Kobanê Savunma Bakanı İsmet Şêx Hesen Minbic Operasyonu’nun başarılı bir şekilde devam ettiğini belirterek Minbic Askeri Meclisi’nin HSD güçlerinin desteğiyle ilerleyişini sürdürdüğünü söyledi. Bölgedeki tüm kesimlerin işbirliği ve desteğiyle IŞİD’i bölgeden temizleyeceklerini ifade eden Şêx Hesen Ankara ile Şam’ın yakınlaşması ile ilgili olarak da bu görüşmelerin kandırma amaçlı ve kendi çıkarları için gerçekleştiğini söyledi: “Türkiye hükümeti ve Esad Rejimi yakınlaşabilir. Suriye’deki savaş ve yıkımın sorumlularından biri de Türkiye’dir. Onlar Kürdler ile Suriye’deki diğer halkların karşı karşıya gelmesini istiyordu. Ancak bu istekleri gerçekleşmedi. HSD güçleri gün be gün Kuzey Suriye’yi çetelerden temizledi. Bölgede ne IŞİD ne de rejim kendine yer bulamaz.” ’Kimse bize saldıramaz’ “Ne Esad ne de başka bir güç bize saldıramaz’ diyen Şêx Hesen, “Burada oluşturulan güç sadece Kürdlerin değil. Arap, Süryani, Türkmen, Ermeni ve diğer oluşumlar birlikte hareket ediyor. Demokrat, eşitlikçi ve tüm halkaların birlikte yaşam sürebileceği bir Suriye için mücadelemiz devam edecek. Askeri alandaki başarı ve ilerleme diplomasiye de etki edecektir. Şuan savaş halindeyiz. Aynı zaman da federasyonun anayasası hazırlanıyor. Askeri alanda yaşananlar siyasi olarak da karşılığını görecektir” dedi. ENKS Temsilcisi Remî: Rejim Rojava’ya yönelebilir ENKS Temsilcisi Elî Remî de Türkiye ile Suriye rejimi arasında yaşanan yakınlaşma ile ilgili olarak BasHaber’e yaptığı açıklamada Türkiye’nin Suriye muhalefetine desteğini her zaman dile getirdiğini söyleyerek, “Türkiye her zaman Suriye muhalefeti ve devrimine bağlılık ve desteğini bildirmiştir. Türkiye’nin Esad rejimi ile birlikte Kürdlere karşı bir cephe kurduğuna şahit olmadık. Ancak birbirinden farklı düşünen tarafların Kürd meselesi söz konusu olduğunda bir araya geldiğini biliyoruz. Suriye muhalefetine şuana kadar söylenen, rejim yıkılına kadar destek ve dayanışmanın devam edeceği yönündedir” dedi. Remî rejimin Rojava’ya yönelebileceğini de vurgulayarak, “Umudumuz Kürd güçlerinin birlik oluşturmalarıydı ki, uluslararası güçlerden destek görelim ve daha güçlenelim. Ne yazık ki bu daha birlik henüz gerçekleşmiş değil. Rojava üzerindeki tehlike devam ediyor.” ‘ENKS’nin muhalefetteki varlığı stratejiktir’ Eli Remi ENKS’nin geçici hükümetten çekilme kararı ile ilgili olarak da, SMDK’de yer almaya devam edeceklerini ancak, oluşturulan hükümette dağılımın adil olmadığından dolayı geçici hükümetten çekilme kararı aldıklarını söyledi: “SMDK ile hükümet birbirinden ayrıdır. SMDK’daki varlığımız stratejiktir. Geçici hükümette bakanlıklar adil dağıtılmadı ve Kürdlerin temsiliyeti yönünde eksiklik vardı. Bizim hükümette yer almamızı istiyorlar. Görüşmelere açık olduklarını belirtiyorlar.” Gazeteci Mesto: Minbic kontrol altında Rojava’da bulunan ve bölgedeki askeri ve siyasi gelişmeleri izleyen gazeteci Amina Mesto, Minbic’in artık kontrol altına alındığını, IŞİD militanlarının sivillerin içinde mevzilendiğini söyleyerek, IŞİD militanlarının kentten çıkıp Rakka’ya geçmek için bir koridor talep ettiklerini söykledi. DSG’nin sivillerin zarar görmemesi ve kentin tahrip olmaması için bu talebe olumlu baktığını ifade etti. Sivilleri canlı kalkan olarak kullanan IŞİD’in tarihi dokusu olan Minbic’i tahrip etmesinin istenmediğini söyleyerek, bir koridorun açılabileceğini ve sivillerin bölgeden kaçışının devam ettiğini bildirdi. Bölgede sivillerin geçişi için bir koridor açıldığını ifade eden Mesto, Bab’da da katliam ve baskıların devam ettiğini, IŞİD’in özellikle Kürdleri rehin aldığını söyleyerek şuana kadar çoğunluğu küçük yaşta, 2 bin kişinin kaçırıldığını ve bunların akıbetinin bilinmediğine dikkat çekti. Gazeteci Bilo: IŞİD gruplarının bağlantıları koptu Minbic Operasyonu ile ilgili BasHaber’e bilgi veren gazeteci Mihemed Bilo da kentte stratejik noktaların kontrol edildiğini söyleyerek, “Büyük bir ilerleme var. IŞİD için manevi etkisi olan yerler de ellerinden alındı. Bu da Minbic Askeri Meclisi savaşçılarının moralleri üzerinde çok olumlu bir etki yarattı. Kentin en büyük hastanesi ve çevresi alındı. Kentin ikiye ayrıldığını söyleyebiliriz. IŞİD militanlarının birbiriyle bağlantıları kopmuş durumda. Bir bölümü kentin batı, diğer bölümü de doğu kısmında sıkıştırıldı. Net bir bilgiye sahip olmamakla beraber, IŞİD’in ağır kayıp verdiği ve kentin yüzde 60’ının temizlendiğini söyleyebilirim” dedi. 08 SÖYLEŞİ Darbe, fırsatlar ve riskler HAKAN TAHMAZ 15 Temmuz darbe girişiminin, kaybedeni sadece darbeciler değil. İlk aşamada darbeciler kaybetti, sivil siyaset kazandı. Tersi olsaydı herkes için çok daha büyük felaket olurdu. Ancak darbe engellenmiş olsa da, bu girişimle bütün Türkiye zarar gördü. Bu, zamanla daha iyi anlaşılacak. İç ve dış siyasette ciddi bir kırılma ve fay hattı belirdi. 15 Temmuz birçok bakımdan Türkiye için milat olacak. Teorik olarak darbe tehdidinin varlığını sürdürüyor olsa da fiilen darbeler dönemi kapandı. Asker- siyaset, toplum-asker ilişkisinde yeni bir döneme başlıyor. Darbecilerin giriştikleri eylemler, darbe girişimine halkın gösterdiği büyük tepki ve bu sırada yaşanan olaylar yeni dönemin ipuçlarını sunuyor. Ak Parti, devleti yeniden reorganize edecek. Bütün devlet kurumlarından yapılmaya başlanan temizlik hareketi, büyük bir tasfiyeye, ele geçirme operasyonu biçiminde gelişeceğe benziyor. Ancak, kutsal ordu ve kutsal meslek askerlik ciddi sarsıldı. Gözaltına alınanların rütbeleri, görevleri ve sayıları birçok şeyi özetliyor. Askerin, artık toplum gözünde eski kudretli, dokunulmazlık zırhı kaplı yerini koruması oldukça zor. Ya da bunun yeniden inşa edilmesinde çok zorluk çıkacak. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının asker kökenli olması, Cumhuriyetin ordu öncülüğünde kurulması, askerin ve ordunun siyaset içinde/merkezinde yer almasına yol açtı. 1961 darbesiyle bu durum, Milli Güvenlik Kurulu oluşturularak kurumsallaştırıldı; Askeri vesayet rejimini resmileştirildi. Bu süreçten sonra, siyaseti vesayet altında tutma adeta askerin resmi ideolojisi oldu. Anayasada, yasalarda askerin siyasi partilerle ilişkisi olamayacağına dair hükümler kâğıt üzerinde kaldı. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu Umumi Vazifeler başlıklı C bendinin, 35. Maddesi, askeri vesayeti tanımlayan niteliğini korumayı hep sürdürdü. Askeri vesayeti geriletme iddiasına taşıyanlar, bu maddeye dokunmaya yanaşmadılar. Aksine sivil siyaseti zayıflatacak, etkisiz kılacak ve parlamentonun etkisini zayıflatacak önlemler aldılar, askerin yetkilerini güçlendirdiler. Her daim demokratik sokak gösterilerini karalayanlar, darbe girişimiyle sokak gösterilerinin gücü gördükleri gibi bu siyasetin yarattığı tehlikeyi ne yazık ki görebilmiş değiller. Sözünü ettiğimiz 35. Madde’de askerin görevinin “Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumak” biçiminde tarif edilmiş olması, darbelerin ideolojisini oluşturuyor. Cumhuriyeti iç tehditten/düşmandan kollama ve korumak, darbeciliğin gücünü oluşturdu. Ordunun direnç kaynağı, kültür oldu. Bu, başka hiçbir devlet kurumunda olmayan bir gelenek ve bağlılık yarattığı için de orduda değişim/dönüşüm kolay yapılamıyor. YÖK’te, poliste, yargıda, olduğu gibi üst komuta kademesini değiştirerek, orduyu dönüştürmek mümkün değil. Kendi iç dinamikleri her daim yön belirleyebiliyor. Bunun üstesinden gelemeyen siyasi iradeyi ise, son Kürd savaşından da görüldüğü gibi asker teslim alabiliyor. Darbe girişimi nedeniyle gözaltına alınanların içinde son bir yıldır sürdürülen şehir savaşının komutanlarının da olması tam da bunun kanıtı olsa gerek. Darbecilere karşı operasyon, Kemalist cumhuriyetçi devlet kurumları yerine başta ordu olmak üzere tüm devlet kurumlarını Kemalizm soslu Ak Parti kurumları yaratmaya dönüştürülmesi, darbe girişimini engelleyen gücün ve güdünün doğru tahlil edilmemesi olacaktır. Bu tehlike, bugün ciddi bir biçimde var. Ak Parti’nin, 28 Nisan 2007 e-muhtırasına karşı ortaya çıkan toplumsal tepki yanlış okuyup güç zehirlenmesi yaşamasına benzer bir süreç yaşana bilinilir. Örneği katı Kemalist laik ordu yerine, dine bağlı ordu ve anti-batıcı ordu ve devlet kurumları yaratma iddiası, devlet kurumlarında Ak Parti karşıtı, bütün muhaliflerin tasfiyesine yol açabilir. Kriz ve kaotik durum derinleşip kronikleşebilir. Diğer taraftan darbe girişimin engellenmesi süreci Türkiye’nin ve Ak Parti’nin önüne büyük fırsatı çıkarmıştır. Özellikle, AB ile müzakere sürecinde başlatılan reformlar yeniden ele alınabilir, başta ordu olmak üzere devletin yeniden yapılandırılması demokratik bir muhtevada geliştirilebilir. Darbe tehlikesini kalıcı bir biçimde savuşturmanın yolu burada geçiyor. Bu yol, orduyu iç düşman tehdidine göre konumlandırmakta ısrar etmemektir. Bu yaklaşım Kürd savaşını barışa doğru itecek önemli bir açılım olabilir. Bütün veriler gidişatın bu yönde olma ihtimalin düşük olduğunu gösteriyor. BasHaber SÖYLEŞİ 19 - 24 Temmuz 82016 Eski MİT Müsteşarı Cevat Öneş: Kürdlerin duruşu alkışlanmalıdır Darbe girişimi sırasında Kürdlerin demokrasi ekseninde durmalarının alkışlanacak bir durum olduğunu kaydeden MİT Eski Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, Kürdlerin Türkiye demokrasisinin en önemli motoru olduğunu ifade etti. Darbecilerin, Cumhurbaşkanı’nı ölü ya da diri ele geçirerek üst komutayı hedeflediğini söyleyen Eski MİT Müsteşarı Cevat Öneş, “Silahlı kuvvetlerin büyük çoğunluğunun özellikle komuta Yeter Polat Türkiye sokakları garip olaylara sahne oldu, darbeci askerlere karşı halk sokaklara çıktı ve onları rehin aldı neredeyse. Burası Türkiye olabilir mi? 15 Temmuz akşamı yaşanan olaylar gerçekten Türkiye’ye yakışmayan bir manzaraydı. Türkiye toplumu bu manzarayı hak etmedi. Biz de tüm gelişmeleri çağımızın iletişim imkanları içerisinde televizyon ve diğer iletişim araçlarından canlı takip ettik. Özellikle TBMM’nin bombalanması, insanların tank paletleri altında ezilmesi, MİT Müsteşarlığı’nın ve emniyetin bombalanması, silahlı kişilerce basılması günümüzde düşünülmeyecek bir olaydı. Linç edilen, soyulan, dövülen hatta kesilen kanlar içinde “kutsal ocak ordunun” askerlerinin görüntüleri her yeri sardı. Eskiden asker homurdanır, hükümet devrilirdi. Türkiye’de bir sarı devrim mi yaşanan şey? Hayır ben öyle düşünmüyorum. Yapılan eylem TSK içerisindeki bir çete ve isyan hareketidir. TBMM’nin bombalanması ve halka yönelik gaddarca ve insanlık dışı eylemlerin bu harekatın amacını bize gösterdi. Bu özgürlüklere karşı ve demokratik sisteme karşı bir harekattı. Bu darbe girişiminin toplumsal zemini, halk desteği yoktu ve nitekim başarısız oldu. Darbecilerin bildirilerinde Kemalizm’e, Atatürk’e güçlü vurgular vardı. Ancak CHP ve MHP çok erken karşı tavır gösterdi sizce bu nasıl oldu? Bu darbeciler ve cuntacılar, harekatta kademesinin karşı duruşu bu noktada çok önemli idi. Genelkurmay Başkanı’nın direnmesi, bildiriyi imzalamaması oldukça önemliydi. Tabi buna paralel olarak Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın, hükümetimizin duruşu ve Türkiye toplumunun meydanlara demokrasiyi koruma amacıyla inişi karşısında” bu kalkışmanın başarısız kaldığını belirtti. BasHaber’in sorularını yanıtlayan Eski MİT Müsteşarı Cevat Öneş, “Özellikle Cumhurbaşkanı’na ve hükümete düşen görev, geçmişin hatalarından arınarak, temel meseleleri özellikle demokrasi ve insan hakları konusunu iç politika malzemesi yapmadan ve siyasal İslam’ı kullanmanın bu ülkeye getirdiği zararları görerek; demokratik laiklik zihniyet ve pratiği içerisinde yeni bir süreci başlatmalarıdır” dedi. başarı sağlayabilirse ittifakı genişletmek ve aynı niyette olmasalar bile belirli kesimlerden destek alabilmek adına taktiksel ve maskeli bir bildiri tarzıdır. Bu ifade tarzına rağmen arkasından giden hiçbir siyasi parti olmadı CHP, MHP, HDP ve sivil toplum kuruluşları destek vermedi. Bu, demokrasimiz açısından sevinebileceğimiz bir olaydır. Halkın darbe tepkisi, Türkiye’nin darbeler geçmişi ile ilişkilendirilebilir mi? Şüphesiz, Türkiye demokrasisinin eksik olduğunu söylemek ve kabul etmek lazım. Çünkü yalnızca eksik demokrasilerde darbeler ve darbe girişimleri yaşanabilir. Demek ki Türkiye’nin demokratik yapısında ve kurumsal yapılarında önemli eksiklikler var. Bu konu üzerinde tartışmalar yapmamız lazım, Türkiye’nin darbeler tarihinden sizin de ifade ettiğiniz gibi alınmış dersler var. Toplum bu dersler sayesinde demokrasiye sahip çıkma iradesini ortaya koydu ve kazandı. Fakat darbe karşıtı gösterilerin içerisinde bazı manzaralar çok çirkindi. Bazı eylemler askerlere yönelik darp edici davranışta veya radikal İslamcı modele yönelik sloganlar ve davranışlar var, bunlar az miktarda olsa bile tespit edilmesi ve kontrol altına alınması gereken durumlardı. Darbecilere karşı direnen AKP, bundan sonraki süreçte demokrasinin kurumsallaşması konusunda da daha ilkeli davranır mı? Şunu ifade etmek isterim. Darbecilerin öyle çok dar, basit çerçeveli bir yapılanma içerisinde olmadığını gördüm. Silahlı kuvvetler bünyesinde orgeneral, korgeneral, tuğgeneral seviyesinde önemli bir kadronun İzmir’den Diyarbakır’a, İncirlik Üssü’ne kadar uzandığını ve önemli birliklerde, önemli kurumların yönetimlerinde bulunduklarını gördük. Bu ciddi bir durumdur. Sanıyorum ki, Cumhurbaşkanı’nı ele geçirerek veya öldürerek üst komutayı ele geçirerek, esir alarak silahlı kuvvetlerin tamamı üzerinde hakimiyet kurabileceklerini düşündüler. Tabi ki silahlı kuvvetlerin büyük çoğunluğunun özellikle komuta kademesinin karşı duruşu çok önemli idi. Genelkurmay Başkanı’nın direnmesi, bildiriyi imzalamaması çok önemliydi. Tabi buna paralel olarak Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın, hükümetimizin duruşu ve Türkiye toplumunun meydanlara demokrasiyi koruma amacıyla inişi karşısında başarısız kaldılar. Ancak, bu başarısız kalmaları durumunu rehavet içerisinde karşılamamamız gerekiyor. Çünkü yargı sistemi, emniyet ve silahlı kuvvetler içerisinde bürokrasinin diğer SÖYLEŞİ BasHaber 19 - 24 Temmuz 2016 9 SÖYLEŞİ kademelerinde ki bu yapılanmanın hassas bir şekilde, hukukun emirlerine uyarak temizlenmesi zaman alacaktır ve önemini korumaya devam edecektir. Kimi yorumcular Erdoğan’ın mutlak iktidarına giden bir sonuçtan söz ediyor. Erdoğan bundan böyle mutlak iktidarını mı hedefleyecek, yoksa bu girişimi bir uyarı olarak algılayıp, daha dengeli bir siyaset mi izleyecek? Bugün Türkiye’nin en önemli tartışma konusu bu. Türkiye siyasi platformunda, sivil toplum vasatlarında, demokratik ülkeler vasatlarında tartışılan, izlenen bir konu. Türkiye eksik bir demokrasiye sahip ve bu eksik demokrasi sebebiyle, demokrasinin kurumsallaşamaması sebebiyle Türkiye’de siyaset iç politika merkezli, sandık merkezli ve parti çıkarları, grup çıkarları veya kişi çıkarları istikametinde özellikle son yıllarda gelişme göstermesi sebebiyle böylesine bir darbe olayı gündeme gelebilmiş, girişim yapılabilmiştir. O nedenle Türkiye bugün bu darbelerden kurtulmak istiyorsa Kürd meselesi, Alevi meselesi gibi temel sorunlarını, diğer ekonomik sorunlarını, sosyo-politik sorunlarını, psikolojik sorunlarını temelden çözebilmek için gerçekten nitelikli bir demokratikleşme sürecine girmesi gerekir. Bu sürecin de sadece iktidarla olamayacağını görmemiz gerekir ve iktidarın son 3-4 senedir içerisine girdiği mutlak iktidar olma arayışından uzaklaşması gerekir ve muhalefetle birlikte, Türkiye’nin demokratik güçleriyle birlikte asgari müştereklerde demokratik ittifaklar kurarak, Türkiye siyasetini şekillendirmesi gerekir. Ve tüm bu gelişmeler bize gösteriyor ki yeni bir toplumsal kon- sensüse girilmesi gerekir. Bu toplumsal konsensüs de ancak çok farklı kimlikleri, çok farklı siyasetlerin demokrasi ekseninde birleşmesiyle mümkün olabilir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve AK Parti yönetiminin ancak bu istikamette hareket ettiği takdirde Türkiye’nin bir demokrasi sıçraması yapmasında öncülük yapacağını düşünüyorum. Aksi takdirde bu karşılaştığımız sorunlar ağırlaşarak devam edecektir. Darbenin arkasında Cemaatin olduğu yönünde bir propaganda ve izlenim var, Cemaatin orduda darbe yapabilecek kadar yayıldığı veya bir kısım Kemalist askerle işbirliği yaptığı iddiası reel mi? Maalesef üzülerek görüyoruz Cemaat bir inanç, eğitim boyutu çerçevesinde geçmişte kazandığı sempatiyi gelişmeler içerisinde tamamen kaybetmiştir. Çünkü Cemaat olması gereken inanç boyutlu, yardımlaşma boyutlu bir süreçten devlet içinde kadrolaşma ve iktidar mücadelesi içine gelme, taraftarlarından müteşekkir bir iktidar oluşturma yarışı içerisine girmiş bulunduğunu görüyoruz. Emniyet teşkilatı içerisinde gördüğümüz Cemaat yapılanmasının çok yaygın yargı sisteminde olduğu gibi, Silahlı Kuvvetler bünyesinde de gerçekleştiğini görmüş olduk. Bu darbe de, darbe arayışında Cemaat ağırlıklı bir mekanizmanın bir karar merkezinin oluştuğunu ben şahsen görebiliyorum. İfade edilen bazı bağlantılar sanırım bir örgütlü bağlantıdan ziyade bireysel bağlantı olur o da AK Parti karşıtlığını nefret düzeyine sıçratmış, cinnet getirme düzeyine sıçratmış bazı bireysel cunta taraftarı arayıcılar olarak görebilirim. Örgütsel bir bağlantı yok. Tabi ki burada vurgu yapmamız lazım, CHP, MHP ve HDP’nin demokrasi safında çok zaman geçirmeden duruşları darbenin önlenmesin de önemli öncelikli etmenlerindendir. Kürdlerin tavrını nasıl değerlendirdiniz? Kürdler konusu çok önemli. Türkiye, Kürdü ile Türkü ile farklı kimliklerin zenginlik bahçesi. Bu farklı kimlikler ayrılmaz bir parça, siyaseten tartışmalar olmasına rağmen, bölünme iddialarına, ayrılık iddialarına rağmen Türkiye kültürüyle tarihsel birliğiyle, yaşam tarzıyla, aile birlikteliğinin oluşmasıyla, ekonomik hayatımızdaki işbirliği şartlarıyla, tarihten gelen bir birliktelik içerisinde, öncelikle Kürdler bakımından ifade ediyorum, bir sosyal yapı ve kültürel yapı oluşturmuştur. Bu silahlı mücadelenin çok ağır sonuçlarına rağmen Türkiye Kürdleri içerisinde demokratikleşme adımları arayışları, talepleri sürekli gelişme kaydetmiştir. Bugün Türkiye demokrasisi Kürdler olmadan gelişme kaydedemez. Kürdlerle sorunlarımız çözülmeden demokratikleşme ekseninde insan hakları ekseninde, evrensel değerler ekseninde çözülmeden, Türkiye demokrasisine gelişme kaydettirmek mümkün değildir. O bakımdan Kürdler demokrasimizin en önemli motorudur. Bu son gelişmeler karşısında demokrasi ekseninde durmaları da alkışlanacak bir durumdur. Türkiye büyük bir badire atlattı diyenler var, hayır bitmedi devam edecek diyenler var. Siz nasıl bakıyorsunuz? Bundan sonra ne olur? Türkiye gerçekten bir bıçak sırtından dönmüştür 15 Temmuz gecesi. Çünkü yapılan harekatı küçümsememek gerekir. Sadece silahlı kuvvetler de değil, devletin en önemli kurumundaki yapısı ile bir ahtapot, bir karabasan gibi bu ülkenin üstüne çömüştür. Önemlidir. Ancak bunun ile mücadele etkin bir şekilde yapılmalıdır. Balyoz, Ergenekon türevli davalarda gördüğümüz şekli ile değil, gerçekten hukuk ilkeleri çerçevesinde yapılması ve Türkiye demokrasisine zarar vermeden, Türkiye demokrasisini geliştirerek yapılması ve bu mücadelenin süreklilik kazandırılması gerekir. Tekrar vurgulanması gerekir. Muhalefeti ile iktidarı ile ittifak ve işbirliği içinde ve sivil toplumu ile birlikte hareket edilerek, toplumsal idareyi ortaya çıkararak, geçmişte yakın dönemde gördüğümüz o iç politikanın, söyleminin icraat tarzının, çıkar hesaplı yapılışını, ortadan kaldırarak yapılmalıdır. Türkiye basını, hükümet kanadı, kanaat liderleri hatta AKP karşıtlarının bir kısmı ciddi bir karşı koyuş sergiledi darbecilere karşı. Bu yeni bir tolerans dalgası yaratabilir mi Türkiye’de? Yaratması lazım. Darbe girişimi karşısında TBMM içerisinde AKP, CHP, MHP, HDP birliği ortak hareket tarzı ve duruşu çok önemliydi, onu özellikle vurgulamam gerekir. Medyanın tümü hatta hükümet çevrelerinin sürekli eleştirdiği medyanın çok güçlü bir şekilde darbe girişiminin karşısında yer alması ve toplumun yer alışı Türkiye demokrasisinin birlikte korunabileceği, Türkiye gelişiminin birlikte hareket ederek gerçekleştirebileceği doğrultusunu bize gösterdi. Şimdi siyasetçiye düşen görev, özellikle Cumhurbaşkanı’na ve hükümete düşen görev, geçmişin hatalarından arınarak, temel meseleleri özellikle demokrasi ve insan hakları konusunu iç politika malzemesi yapmadan ve siyasal İslam’ı kullanmanın bu ülkeye getirdiği zararları görerek demokratik laiklik zihniyet ve pratiği içerisinde yeni bir süreci başlatmalarıdır. Bu önemli ve temel bir sorundur. Söyleşinin tamamı bas-haber.com’da 09 Bıçak sırtı FERHAT KENTEL Korkunç günler geçirdik. Benim gibi Türkiye’nin bütün darbelerine şahit olmuş insanlar için bile korkunç günlerdi. 27 Mayıs’tan bu yana, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbelerinin açık zulmünü ya da 27 Nisan ve Ergenekon’un yarattığı korkuları benim gibi insanların unutması mümkün değil. Ama 2008’de, 7’den 70’e, aksakallısından piercing’lisine 70 milyon adım darbelere karşı yürüdüğümüz zaman, darbeler bitti diye düşünmüştük. Ve işte bugün, her şeyden önce en büyük şoklardan birini, “Türkiye’de darbe olmaz” diye düşünürken yaşadık. Ama yarım haklı çıktık; gördük ki “darbe olmaz” değil, “darbe olamaz”mış... Diğer şoku, bu ülkenin köylerinden, kasabalarından, şehirlerinden çıkmış insanların omuzlarındaki rütbeler yükseldikten sonra, bu kadar kolaylıkla kendilerini bu memleketin gerçek sahibi hissedip, çatır çatır insan öldürebilmelerinde yaşadık. Bugün Fethullah Gülen cemaatiyle özdeşleşen darbecilerin, geçmişteki ağabeylerinin Fethullahçılıkla alâkası yoktu. Ama geçmiş ve şimdiki performanslara baktığımızda ordunun damarlarına sinmiş korkunç bir “kibirli” eğilimin aynen devam ettiğini görmemek mümkün değil... İşin kötü tarafı şu ki, toplumumuzun da damarlarında, alttan alta darbeci zihniyeti besleyen ciddi bir “güce tapma” eğilimi var. Çünkü bu toplum başarıların veya başarısızlıkların hep güce bağlı olduğuna dair bir gelenek altında eğitildi, sosyalleşti. Yani, sürekli olarak hevesleri kırılmış, aşağılanmış, seslerini duyuramayan, bu nedenle kendi güçlerine güvenemeyen insanların daha güçlü olma arzularına tekabül eden bir “güç” arayışı hep sürdü. Bu yüzden, bugünün darbecileri Güneydoğu’da bütün hışımlarıyla güç sergilerken, bu biz Batı’dakilere de pek dokunmadı. Ama darbeciliğe zemin hazırlayan zihniyeti konuşmanın şimdilik çok bir faydası yok. Bugünkü bıçak sırtı gibi durumu gerçekten iyi düşünmemiz lazım. Bir taraftan durum şu: bugün alenen bir savaş ülkesine döndük. 15 Temmuz’da bu memlekete iflah olmaz yaralar açan katiller belki de umduklarından bile fazlasını yaptılar... Zaten kutuplaşmış olan bir ülkede insan öldürmenin ne kadar sıradanlaşabileceğini örnekleriyle hayata geçirdiler. Darbecilerin bu kadar kolay, gözlerini kırpmadan insan öldürtebilmeleri; galeyana gelmiş bazı kesimler tarafından dile getirilen idam çağrıları, linçler ve bunların yanı sıra en resmi ağızlardan bireysel silahlanmanın kolaylaştırılması yönündeki çağrılar memleketin geleceğinin nasıl öngörülebileceğine dair çok önemli ipuçları veriyor. Bu arada binlerce yargı elemanının gözaltına alınmasıyla, herkesin “fahri polis” olabilmesiyle, bildiğimiz anlamda bir “Devlet”ten bahsetmek pek mümkün olmayacak. Ya da devletin yargısı çökerken, sokakta şekillenecek bir yargıyla karşı karşıya kalacağız demektir. Darbenin getirdiği belâları düşünmekteyken, Cumhurbaşkanı, “Taksim’e kışlayı isteseler de istemeseler de yapacağız” diyerek, kısa vadede toplumda bir uzlaşmanın pek ufukta görünmediğini, belki de pek istenmediğini de göstermiş oldu. Ancak, gene de 15 Temmuz darbe girişimi musibetinden hareketle, toplum olarak başka bir fırsatı yaratabilmeyi düşünebiliriz. Tayyip Erdoğan’ın mesajındaki mantığa rağmen, gayet sağduyulu bir şekilde birliktelik mesajı veren Binali Yıldırım’a benzer bir biçimde düşünmenin pratiğini yapabiliriz mesela... Bugün o kadar belirsiz bir durumdayız ki... Mesela 15 Temmuz darbesi, sadece 15 Temmuz’da denenen bir darbe girişimi miydi? Yoksa başka darbelerin hazırlayıcısı, denemesi ve hatta iç savaş gibi daha da kâbus senaryolarının fişekleyicisi miydi? Belki... Ama bu memleket hakkında korkunç planlar üretenlere rağmen, bu toplumun adaletli insanları, tankların üzerine çıkıp darbeyi durduran insanları, hep birlikte bu memlekette gerçekten demokrasiyi tesis etmek için, tam da darbecilerin yapmak istediğine direnerek, içimizdeki gücün ve ölümün diline karşı barışın dilini tesis etmek zorundayız. 10 HABER BasHaber 19 - 24 Temmuz 2016 BasHaber Washington-Erbil Protokolü ABD’den referanduma yeşil ışık G Siwar Bedirxan eçtiğimiz hafta Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) ile ABD arasında Erbil’de tarihi önemde sayılan ilk resmi askeri ve siyasi protokol imzalandı. IŞİD’in Musul’dan çıkarılmasına yönelik protokol kapsamında ABD’nin KBY’ne doğrudan lojistik ve ekonomik yardımlarda bulunması öngörülüyor. ABD-KBY yetkilileri arasında Erbil’de yapılan protokolün imza töreninde KBY Başkanı Mesud Barzani de hazır bulundu. Törende Protokolü ABD adına Savunma Bakanlığı Uluslararası Güvenlik İşlerinden Sorumlu Ellisa Slotkin, KBY adına ise Peşmerge Bakanı Kerim Sincari imzaladı. Protokole göre Musul’u IŞİD’ten kurtarma operasyonuna katılacak Peşmerge güçlerinin maaşları ABD’nin göndereceği bütçeden karşılanacak ve ABD tarafından ilk etapta maaşların ve diğer savaş masraflarının ödenmesi için 415 milyon dolarlık bütçe gönderilecek. Bu sistem üzerinden Peşmerge maaşlarının ödenmesine devam edilecek. IŞİD ile mücadele sona erene kadar ABD’nin yardıma devam edeceği de protokolde bağıtlanıyor. Protokolün detaylarının açıklanmamasına rağmen, içeriğinde siyasi bir takım angajmanların da olduğu iddia ediliyor. BasHaber’in KBY Başkanlık Divanı’na yakın kaynaklardan aldığı bilgilere göre askeri protokol siyasi anlaşmayı da kapsıyor. ABD-KBY arasında bir ilk olan protokole ilişkin değerlendirmelerde bulunan uzmanlar ABD’nin bu protokol ile KBY’nin sonbaharda yapacağı bağımsızlık referandumu için de yeşil ışık yaktığını belirtiyor. Uzmanlar ABD Başkanlık Seçimleri’nin hemen öncesinde bu protokolün imzalanmasını Demokrat Parti’nin bir zafere ihtiyaç duyması ile açıklıyor. Obama’nın IŞİD’in başkentini ele geçirerek partisinin oylarını arttırmayı amaçladığı, bu nedenle de Kürdlere muhtaç olduğu savunuluyor. Kürdlerin de Başkanlık seçimleri öncesinde bağımsızlık referandumu yapmaya kararlı oldukları ve yeni seçilecek ABD yönetimine karşı ellerini güçlendirmek amacında oldukları belirtiliyor. Bu arada hafta içinde KBY’nin başkenti Erbil’e gelen ABD’li üst düzey askeri yetkililer de, KBY Başkanı Mesud Barzani ile Musul Operasyonu’nun detaylarını konuştukları ve KBY’ne açık destek vermeye hazır olduklarını dile getirdikleri öğrenildi. KBY Başkanlık Sözcüsü Ümit Sabah, toplantı sonrası yaptığı değerlendirmede “Çok önemli bir toplantı yapıldı. Toplantının ana gündem maddesi, özellikle terörle mücadele konusunda uluslararası koalisyon güçleri ve KBY arasındaki ortak strateji ve iş birliğiydi” ifadelerini kullandı. ‘Protokol Musul Operasyonu’nu da kapsıyor’ ABD ve KBY yetkilileri arasında imzalanan protokolün yaklaşık iki yıldır Peşmerge ve koalisyon güçleri arasındaki dayanışmanın ürünü olduğunu söyleyen KBY Başkanlık Sözcüsü Sabah, “KBY Başkanı Barzani ve ABD Savunma Bakanı Ashton Carter arasında Aralık 2015’te önemli bir toplantı gerçekleşmişti. Bu toplantıda ikili iş birliğinin gelecekte daha da güçlendirilmesi için protokol sürecinin hazırlanmasına karar verilmişti. Bu anlaşma IŞİD ile mücadele eden tarafların özellikle Musul’u Kurtarma Operasyonu’nda nasıl daha kapsamlı ortak hareket edeceklerine dair maddeler içeriyor” şeklinde konuştu. Peşmerge Sözcüsü Yawer: Askeri ve iktisadi yardımlar yapılacak Peşmerge Bakanlığı Sözcüsü Cabbar Yawer de ABD-KBY arasında imzalanan askeri protokolü BasHaber’e değerlendirdi. Yawer, Peşmerge’nin IŞİD ile mücadele eden Uluslararası Koalisyon uyumlu bir şekilde hareket ettiğini ve protokolün bu uyumlu ve beraber hareket etmenin yeni bir adımı olduğunu açık- ABD ile yoğun diplomasi trafiği KBY Başkanı Mesud Barzani’nin, Selahaddin kentindeki yoğun diplomasi trafiği bu hafta da devam etti. Barzani, ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel ve beraberindeki askeri heyeti kabul etti. KBY Başkanlık Divanı’dan yapılan açıklamaya göre, taraflar görüşmede, Erbil-Washington arasında imzalanan askeri protokolü, IŞİD ile mücadele ve Musul’un kurtarılması operasyonunu ele aldı. ABD’li heyete askeri protokolün imzalanmasından dolayı teşekkürlerini dile getiren Barzani, bu gelişmenin bölge halkı ve Peşmerge’yi mutlu ettiğini söyledi. Barzani, KBY’nin önceliğinin IŞİD’i yenilgiye uğratmak olduğunu ve bu vesileyle Peşmerge Güçleri’nin, Irak Ordusu ve Uluslararası Koalisyon güçleriyle ortak hareket edebileceğini ifade etti. ABD’li General Votel’in ise IŞİD ile mücadele konusunda ülkesinin Peşmerge güçlerine desteklerinin devam edeceğine vurgu yaparak, her iki taraf arasında protokolün imzalanmasından dolayı Barzani’ye teşekkür etti. Votel ayrıca, Barzani’nin Ninova ilindeki etnik ve dini unsurların haklarının garanti altına alınması konusunda gösterdiği çaba ve yak-laşımdan dolayı takdirlerini ifade etti. Barzani, Ashton Carter ile görüştü Ayrıca Mesud Barzani’nin hafta içinde ABD Savunma Bakanı Ashton Carter ile IŞİD ile mücadeleyi ele almak için telefon görüşmesi gerçekleştirdikleri belirtildi. KBY Başkanlık Divanı’dan yapılan yazılı açıklamada, tarafların görüşme sırasında IŞİD ile mücadele, cep- ladı. Protokolün içeriğine de ilişkin konuşma yapan Yawer, “ABD Hükümeti ile Kürdistan Hükümeti arasında imzalanan bir protokoldür. Bu protokole göre ABD Peşmerge’ye askeri ve iktisadi yadımlardan bulunacak ve IŞİD ile mücadele de yeni adımlar atılacak. Peşmerge’nin maaşlarının ödenmesi konusunda askeri yardımlar yapılacak. IŞİD ile mücadelede hava operasyonlarına ve lojistik yardımlara devam edilecek. Protokole göre Peşmerge’ye askeri yardımlar yapılacak. Ancak verilecek silahların niteliğine ilişkin net bir durum yok” şeklinde konuştu. “Musul Operasyonu yakında yapılacak” Peşmerge’nin IŞİD ile mücadele daha aktif bir konuma geleceğini de ifade eden Sözcü Yawer, Musul’un IŞİD’in elinden kurtarılmasına yönelik yapılan operasyon hazırlıklarına dair de bilgi verdi: “Musul Operasyonu 2015 yılında Kürdistan’da başladı. Musul’a bağlı Kürd yerleşim yerlerin çoğunu IŞİD’den aldık. Şengal, Başik, Zumar, Xazir, Mahmur, Rabia ve Ninova Ovası’daki Kürd yerleşimlerini özgürleştirdik. Irak Ordusu’nun Rumadi’de sonuç alamaması kent merkezine yapılan operasyonu erteletiyor. Irak Ordusu son dönem de Geyara ve Mahmur’a birlikler gönderdi. Musul kentinin dört bir tarafı şimdi kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Irak Ordusu’nun Musul’un güneyine inmesi için operasyonlar yapılıyor. Kentin doğusunda, batısında ve kuzeyinde varlar. İlerleyen günlerde ortak bir operasyonun yapılmasını bekliyoruz. Uluslararası Koalisyon Irak Ordusu ve Peşmergeler kenti IŞİD’in elinden almak için operasyon yapacak-lar” açıklamasını yaptı. Yawer, ayrıca IŞİD’in elinden alındıktan sonra kenti yönetecek bir idari yapının da kurulacağını söyledi. PDK’li Merxeli: Protokol halkımızın geleceğini garanti altına alıyor helerdeki son durum, Peşmerge Güçleri’nin Uluslararası Koalisyon güçleri ve Irak ordusu ile dayanışmasıyla, ABD’nin Peşmerge güçlerine yapacağı yardımları ele aldıkları ifade edildi. Açıklamada, ülkesinin Kürdistan’a ve Peşmerge güçlerine yardımlarının devam edeceğini vurgulayan Carter’in, Peşmerge Güçleri ve Irak Ordusu arasındaki dayanışmadan ise memnuniyet duyduğu kaydedildi. KBY Başkanı Barzani’nin ise terörle mücadele konusunda yardım ve desteklerinden dolayı ABD’ye teşekkür ettiği ve söz konusu yardımların devamından memnuniyetini dile getirdiği aktarıldı. Kanada Savunma Bakanı’ndan Erbil’e ziyaret Kanada Savunma Bakanı Harjif Sajan da hafta içinde KBY Başkanı Mesud Barzani ile görüştü. Görüşmede IŞİD ile mücadele gündeme geldi. Barzani’nin radikal grupları farklı Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Parlementeri Aras Hiso Merxeli de protokole ilişkin BasHaber’e bilgi vererek, askeri protokolün siyasi bir boyut kazanacağını savundu. Merxeli protokolün KBY-ABD arasında yeni bir ittifak adımı olduğunu belirterek, protokolün KBY’nin bölgedeki güvenliğini garanti altına aldığını ve KBY Peşmerge Güçleri’nin ağır silahlar ile Kürdistan halkını koruyacağını söyledi. Merxeli, “anlaşmanın askeri yönü ağır basıyor. Tabiki siyasi yönü de var, anlaşmadan sonra KBY’deki kriz yumuşayabilir. Peşmerge’nin maaşı ödenir. KBY’nin içişler-ine müdahalenin önü kesilir” şeklinde konuştu. Askeri protokolün bağımsızlık referandumuna etkilerine de değinen Merxeli, “bölgedeki kimi devletler, Kürdistan’ın bağımsızlığına halkımızın kendi kaderini tayin etmesine karşı çıkabilirler. Türkiye, İran, Suriye, Irak bağımsızlığa karşı çıkabilir. Bu anlaşma halkımızın kültürler, dinler ve düşüncelerin sığınağı olan Kürdistan’da barındırmayacağını ifade ettiği belirtildi. IŞİD’e karşı savaşın öncelikleri olduğunu dile getiren Barzani’nin “Kürdistan Bölgesi’nde hiçbir zaman farklı din ve etkinler arasında hassasiyet oluşmamıştır. Radikal terörist düşüncelerin burada yayılmasına izin ver-meyeceğiz” şeklinde konuştuğu ifade edildi. Harjit Sajan ise, Kürdistan’da istikrar, birlikte yaşama ve kabullenme kültürünün muhafaza edilmesinden dolayı Barzani’ye teşekkürlerini iletti. Ülkesinin Kürdistan’a ve Peşmerge Güçleri’ne destek olmaya devam ede-ceğini dile getiren Kanadalı Bakan, “Başkan Barzani liderliğinde Peşmergelerin fedakârlığı ve koalisyon güçlerinin çabaları sonucu IŞİD’e karşı savaşta ilerleme kaydedildi” ifadelerini kullandı. HABER 19 - 24 Temmuz 2016 geleceğini de garanti altına alacaktır. Bu devletler bize müdahale edemezler” şeklinde konuştu. Bağdat ile KBY ilişkilerine de değinen Merxeli, Bağdat’ta hükümet ve iktidarın kalmadığını Bağdat’ın kendi sorunlarını çözdükten sonra, onlarla görüşeceklerini belirtti. Dr. Mahmud Osman: ABD bağımsızlığa karşı değil Kürd siyasetçi Dr. Mahmud Osman da KBY-ABD arasında imzalanan askeri protokolün KBY’ye etkilerine yönelik BasHaber’e konuştu. Dr. Osman anlaşmayı çok önemli bulduğunu, KBY’nin bu anlaşma ile bölgedeki etkinliğini bir kez daha gösterdiğini savundu. Osman, anlaşma ile KBY Peşmerge Güçleri’nin ağır silahlara sahip olacağını ve sal- dırılara karşı koyabileceğini belirtti. Anlaşmanın hazırlıkları yapılan bağımsızlık referandumuna etkilerine ilişkin de konuşan Osman, “ABD’nin KBY’nin bağımsızlığı için bir tavır ortaya koyduğunu düşünüyorum. ABD bağımsızlığa hayır dememiştir. Bu anlaşma ABD’nin siyasi anlamda da Kürdistan ile siyasi bir müttefik olabileceğini gösteriyor. Bağımsızlık referandumu ertelenmeden yapılmalıdır” şeklinde konuştu. Siyasi partiler arasında yaşanan siyasi krize de atıfta bulunan Osman, siya-si partilerin, diyalog içerisinde olması ver KBY’ndeki krizleri sona erdirmek için toplanmaları gerektiğini belirtti. Siyasi partilerin Kürdlerin çıkarı için bir araya gelmeleri gerektiğini ifade eden Dr. Osman partilerin sorunları derinleştirmekten uzak durmaları gerektiği ifadesini kullandı. Prof. Nakşibendi: Anlaşma bağımsızlığa götürür Selahaddin Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü akademisyenlerinden Prof. Dr. Mahmud Azad Nakşibendi’de BasHaber’e ABD-KBY arasında imzalanan askeri protokolü değerlendirdi. Nakşibendi, ABD’nin KBY’yi bağımsız bir devlet gibi gördüğünü ve KBY ile bu protokolde diplomatik faaliyetler yürüttüğünü savundu. Anlaşmanın sadece askeri bir boyutunun olmadığını savunan Nakşibendi, “ABD Hükümeti, Irak Kürdistan Federal Bölgesi olarak tanınan bir idare ile sadece askeri anlaşmalar yapmaz. Bu anlaşmanın askeri boyutundan daha çok siyasi boyutu olduğunu düşünüyorum. ABD-Kürdistan ile ayrı ve özel bir diplomasi yürütüyor. ABD Kürdistan’ı ayrı bir devlet olarak görüyor. Baktığımız zaman ABD’nin KBY ile kurduğu ilişkiler ve diplomatik faaliyetlerde bunu göreceksiniz. ABD, askeri, siyasi ve diplomatik faaliyetlerde Kürdistan’a ayrı bir önem veriyor. Bu anlaşma çok önemlidir. Bu anlaşma Kürdistan’ı bölgede daha çok ön plana çıkaracak ve Kürdistan’ı bağımsızlığa götürecektir” şeklinde konuştu. KBY’deki siyasi partilerin de iç barışın sağlanması ve sorunların giderilme-si konusunda anlaşmaları gerektiğini belirten, Nakşibendi, protokolün Kürd siyasetinin önemli bir diplomatik başarısı olduğunu belirtti. Siyasi partilerin Kürd kazanımlarının korunması için biran önce bir araya gelmeli ve protokole sahip çıkmaları gerektiğini söyledi. Gazeteci Etroşi: ABD-KBY ilişkileri yeni bir boyut kazanıyor Gazeteci Emir Etroşi’de ABD-KBY arasında imzalanan askeri protokolü ve ABD-KBY ilişkilerini BasHaber’e değerlendirdi. Emir Etroşi, Saddam rejiminin yıkılmasından sonra KBY ve ABD’nin siyasi ve askeri müttefik olduğunu IŞİD’in Irak ve Kürdistan’a saldırılarından sonra ilişkilerin daha kapsayıcı bir boyut kazandığını belirtti. KBY Başkanı Barzani’nin IŞİD ile mücadelede önemli bir rol aldığını ve ABD’nin yanı sıra diğer ülkelerin de KBY ile iyi ilişkiler kurduğunu açıklayarak, protokolün Kürd tarihinde önemli bir belge olacağını belirtti. Peşmerge ve ABD’nin IŞİD ile mücadelede önemli bir sınav verdiğini ifade eden Etroşi, “ABD yardımlar yaparak Peşmerge’nin IŞİD karşısında zaferler elde etmesinin önünü açtı. IŞİD Kürdistan’dan çıkarıldı. Bu anlaşmada Mesud Barzani’nin rolü büyük. Barzani iyi bir diplomasi ile Kürdistan’daki Kürd kazanımlarını garanti altına aldı” şeklinde konuştu. Musul Operasyonu hazırlıklarına ilişkin de açıklamalarda bulunan Emir Etroşi, Obama’nın Musul Operasyonu’nun gerçekleşmesini istediğini ve ABD Başkanlık seçimleri öncesinde perasyonun yapılacağını açıkladı: “ ABD Başkanlık Seçimleri 2015 yılının Sonbahar aylarında yapılacak. Başkanlık seçimleri öncesinde Musul’un IŞİD’in elinden alınmasını istiyor. Bu konuda hazırlıklar da yapılıyor. Operasyonun kısa bir zamanda başlayacağını düşünüyorum.” Mesrur Barzani: Fransa’nın yanındayız Kürdistan Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani, Geçtiğimiz hafta Fransa’nın Nice kentinde IŞİD militanlarının sivil bir topluluğu hedefleyerek çok sayıda insanı katletmesini kınayarak, Kürdistan halkının terörle mücadelede Fransa halkının yanında olduğu mesajını verdi. Barzani Twitter’de yaptığı açıklamada, Fransa’nın Nice kentinde 84 kişinin ölümüne yol açan saldırıyı kınayarak, Fransa halkına desteklerini belirtti ve ‘‘Terörle mücadelede her zaman Fransa halkının yanındayız’’ ifadelerini kullandı. ‘Hedef Fransız Devrimi’ KBY Başkanı Barzani de Fransa Devlet Başkanı François Hollande’ye yolladığı bir mektupla Nice kentinde yapılan saldırıyı kınadı. Barzani, saldırıda hayatını kaybe- denler için üzüntüsünü dile getirerek, şöyle dedi: “Teröristlerin yaptığı bu barbarca saldırıyı kınıyorum. Şahsım ve Kürdistan halkı adına Fransa halkı ile hayatını kaybedenlere başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyorum.” “Teröristlerin insanlık ve özgürlük düşmanı olduğunu“ dile getiren Barzani, “Fransa’nın milli gününde yapılan bu saldırı, Fransız Devrimi’nin özgürlük, eşitlik ve adalet prensiplerine yapılmış bir saldırıdır” dedi. Fransa’nın Nice kentinde 14 Temmuz günü yapılan Bastil Yürüyüşüne kamyonla dalan bir IŞİD militanı 84 kişinin ölümüne ve 204 kişinin yaralanmasına neden olmuştu. Saldırıda Şilan A. isimli bir Kürd kızı da yaşamını yitirmişti. 11 “Generallerin gecesi” darp ve darbe ÖZTEKİN ÇAÇAN “Generallerin gecesi” filmi bir şekliyle gerçek oldu. Helmut Kirst’in romanından uyarlanan Anatole Nitvak’ın yönettiği; Peter O’Toole, Omar Sharif gibi oldukça büyük bir oyuncu kadrosunun yer aldığı film bir yönüyle gerçek oldu. Filmde popüler bir general olan Tanz’ın (Peter O’Toloe) hayatı anlatılır. Aslında general iktidarsızlık problemleri yaşayan, birlikte “olamadığı” fahişeleri canice öldüren bireysel ve kitlesel “şiddet” meraklısı, psikopat bir seri katildir. Kişisel durumu böyle olmakla birlikte Tanz mesleğini kullanarak bu sorununu gizleyip, bir erkek gibi davranabilmekte, komuta ettiği birliklerin idolü olabilmektedir. Filmin arka planında ise iki olay işlenir. Birinci olay bir SS olan Binbaşı Grau (Omar Sherif) cinayeti aydınlatmak amacıyla harekete geçip mutlak adaleti aramasıdır. Diğer olay ise Tanz’ın karşı çıktığı Hitlere düzenlenen 20 Temmuz suikastı ile ilgili olan kısımdır. Filmde Freud’dan esinlenen bakış açılarıyla askerlik, güç, iktidar ve iktidarsızlık kavramları sinema diliyle ve oldukça iyi anlatılmış. Canice işlenmiş seri cinayetlerin soruşturması, savaşın sonrasına kadar sarkmış ve General Tanz suçlarının açığa çıkması sebebiyle (1965) intihar etmiştir. Yani mutlak adalet yerini bulmuş “iktidarsızlığın” iktidarı sona ermiştir. Gerçek hayatta Hitler’in başına gelenler ise ortada. Ona karşı yapılan 20 Temmuz 1944 darbe ve suikast girişiminden 9 ay sonra intihar etmek zorunda kalmıştır. Yukarıda anlattığım filmle, bizim neredeyse bir film gibi izlediğimiz darbe süreçlerinde birbirine uyan ve uymayan birçok şey var. Ama temelde anlatmak istediğim şey her şiddet kullanma biçimidir. Şiddet filmdeki gibi bir “fahişe” ye ya da bir topluma yöneltilse de temelde iktidar olma ya da iktidarsız olma tezahürüdür. Psikanaliz ve Freud’un görüşleri ile yaşadıklarımızın bir ilişkisi var. Davranış bozuklukları tek başına “hayatın gerçekleriyle” açıklanabilecek basitlikte şeyler değil çünkü. Bireysel algımız, kişiliğimiz bulunduğumuz mesleki ya da sosyal konumdaki kararlarımızı çok etkiliyor. Yıllardır bitirilemeyen iç savaşımızın mutlaka ego, süper ego, libido gibi kavramlarla ilişkisi var. Yoksa bize yaşatılan aptalca şiddet ortamlarını hangi gerçekçi teori, hangi sosyal bilim kavramı tutarlı olarak açıklayabilir. Düşünün bir kere darbe/darp gecesi ortaya birden çıkan cihatçı guruplar, camilerden çıkan sala ve ezan sesleri ve kafa kesilerek yapılan infazların ne anlamı olabilir. Ve nasıl yorumlanabilir. Helikopterlerden halka açılan ateşin tetiğine basan el ne kadar sağlıklı. Meclise bomba sallamak neyin nesidir. Ya ortam durulmasına rağmen Malatya’dan gelen Alevi mahallelerine yönelmiş saldırılar ne? Hepsi ruh sağlığını yitirmiş bir toplumun davranış bozuklukları değil mi? Oidipus karmaşalarını, Fallus komplekslerini aşamamış birçok general ve cihatçı bize 16 Temmuz gecesini ve bu günleri yaşattılar. Darp aşamasında kalmış “darbe” aşamasına geçememiş girişiminin artık son bulması gerekiyor. Darp/ darbeyi gerekçe yapıp topluma darbe yapmaya kalkışanlar da en az darbeciler kadar tehlikelidir. Darbenin askere bile fayda sağlamadığını bu toplum öğrenemedi mi? Türkiye generallerin gecesini yaşadı. Kişisel görüşüm darp aşamasında kalan olayın sadece paralel kaynaklı olmadığı yönünde. Olay darbe konusunda ikna edilen generallerle, ikna edilemeyen her görüşten generaller arasında geçiyor. Ve tamamının paralelci olduğunu düşünmüyorum. Ve yine maalesef darbe süreci devam ediyor. Bari sivil siyaset ya da kendilerine “sivil toplum” süsü veren hilafet/cihat meraklıları ortadan çekilselerdi. Ülkede kendilerinden kaynaklı yeni darplar, Malatya’lar yaşanmasa. Hangi kesimden olursa olsun ister Müslüman, ister solcu gerçek darbe karşıtları, gerçek demokratlar ortaya çıksa meydanları, TV’leri onlar doldursa. Benimde çağrım budur. 12 MÜLTECİLER BasHaber SÖYLEŞİ 19 - 24 Temmuz12 2016 Suriyeli mültecilere vatandaşlık mezattı Vatandaşlık kime yarayacak? Ü Dilan Almaz lkelerindeki savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeli mültecilere vatandaşlık verileceğinin duyurulmasıyla Türkiye’nin ana gündem maddelerinden biri bu konu oldu. Savaş mağduru Suriyelilere yönelik ırkçı saldırıların arttığı bu dönemde gündeme oturan vatandaşlık konusu zihinleri kurcalıyor. HDP ve CHP Suriyelilere vatandaşlık verilmesi noktasında referandum önerisinde bulunurken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriyeli mültecilerin TOKİ evlerine yerleştirilebileceği yönündeki açıklaması ise birçok kesimin tepkisine neden oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eğitim, barınma, sağlık, istihdam alanlarında oldukça sıkıntı yaşayan mülteciler arasında “kalifiyeli elemanlara” vatandaşlık verilmesi gerektiği yönündeki açıklamaları “ayrımcılık” olarak yorumlanıyor. İç İşleri Bakanı Efkan Ala, Suriyelilerin yanı sıra Ahıska Türklerine de vatandaşlık verileceğini açıklamıştı. Kısa bir süre önce de Suriyeli mültecilerin ve Ahıska Türklerinin Kürd illerine yerleştirileceği yönünde duyumlar gündemde idi. Nüfusu 3 milyonu bulan Suriyelilere ve Ahıska Türklerine vatandaşlık verilmesinin siyasi gidişatı etkileyeceğine ve demografik yapıyı değiştirme amaçlı olduğuna inanılıyor. Son dönemlerde Suriyeli mültecilere yönelik dışlayıcı tavırların yoğunlaşmasıyla birlikte sosyal medyada sık sık “Suriyelileri istemiyoruz” başlıklı gruplar kurulup, imza kampanyaları başlatılıyor. Suriyeli mültecilere ve Ahıska Türklerine vatandaşlık verilmesi bir kısım uzman tarafından olumlu karşılanırken, kimileri tarafından da olumsuz karşılanıyor. Türkiye Mülteci Sözleşmesini imzalamadığı için Suriyeliler, ilticacı olma hakkından faydalanamıyor ve devletin istediği biçimde yaşamak zorunda kalıyorlar. Uzmanların büyük bir kısmı Suriyelilere her şeyden önce mülteci hakkı tanınması gerektiği görüşünde. Erdem: Vatandaşlığa kabul halka suikasttir Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesinin sonuçlarını uzman isimler BasHaber’e de- ğerlendirdi. KONDA Yönetim Kurulu Başkanı Tarhan Erdem, konuya ilişkin ciddi çalışmalar yapılması gerektiğini vurgulayarak “iltica”, “yurttaşlığa kabul”, “göçmen”, “mülteci” gibi tanımlamaların doğru yapılması gerektiğini belirtti. Erdem, Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesine ilişkin gösterilen tepkilerin nedenini şöyle açıklıyor: “Konunun bu kadar tepki ve ilgi toplamasının nedeni, söz konusu ‘işleme tabi nüfusun’, kabul eden devlet nüfusunun yüzde 3’ünün üstünde olmasıdır.” Erdem, aynı etnik kökenli göç ve mübadele olaylarında da bu kadar büyük nüfus hareketliliğinin olmadığını hatırlatarak, ciddi çalışmalar yapılmadığı için bu hareketliliğin partiler arası oy dağılımına etkisinin hesaplanamayacağını vurguluyor. Cumhurbaşkanının söylediği vatandaşlığa kabulün anlamının; “Her otuz kişiden birinin, dilini bilmediği, ne iş yaptığı bilinmeyen, çoğunlukla çocuk ve mesleksizi yatak odasına almak” olduğunu ileri süren Erdem, “Bu halkın tümüne suikasttır” yorumunda bulunuyor. ‘Vatandaşlığın ciddi siyasi sonuçları var’ Vatandaşlık konusunun her ülkede abartılacak, kutsal bir konu olmadığını ancak siyasi sonuçları olduğu için önemsendiğini söyleyen Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi Müdürü Doç. Dr. Murat Erdoğan ise Suriyelilerin mülteci olarak Türkiye’de bulunmaları ile vatandaşlığa kabul edilmeleri arasında ciddi farklılıklar olduğunu belirtiyor: “Vatandaş olduğu andan itibaren gelecekteki kaderinizde söz sahibi olacak insanlardan bahsediyorsunuz. Eğer mülteci statüsünde ise ya da geçici koruma altında ise ya da başka bir statüde ise onlar bir biçimde sizin ilgi gösterdiğiniz ve zor durumdan kurtardığınız insanlar. Ama vatandaş olması ile birlikte toplumdaki bütün karar mekanizmaları içinde haklı olarak yerini alması gereken kitlelerden söz ediyoruz. Ve bunun ciddi siyasi sonuçları var.” Mültecilik konusunun birden bire bir siyasi projenin bir parçası haline gelmesi ve siyasileştirilmek istenmesinin büyük bir sıkıntı olduğunu ileri süren Erdoğan, “Son dönemde Türkiye’de mülteciler karşıtı nefret söylemleri ırkçı söylemler bununla ilgili. Bu sürecin iyi yönetilmesi gerekiyor” diyor. Vatandaşlık verilmeden önce diğer ülkelerde ki uyum sürecinin işlemesi gerektiğini aktaran Erdoğan, vatandaşlık konusunun masaya yatırılması gerektiğine dikkat çekerek, “Mültecilere vatandaşlık verilmesi konusunun bu şekilde konuşulması, çok politize olması hem mülteciye yazık hem de bugüne kadar onlara ev sahipliği yapan topluma yazık” diyor. Suriyelilerin şu anki Türkiye’deki nüfusunun, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde dördüne denk geldiğini hatırlatan Erdoğan şunları söylüyor: “Diyelim ki; Suriyeliler ilerde bir parti kurdular. Yüzde 4 civarında bir oy potansiyeli var. Şimdi bu çok ciddi bir siyasi güçtür. Bu siyasi güç hızlı bir biçimde verilirse, buna verilecek tepkilerin de sert olması gayet doğaldır.” ‘Demografyanın değiştirileceği iddiaları abartı’ Yasalara göre Suriyelilerin vatandaş olabilmesi için bazı koşulların sağlanması gerektiğine vurgu yapan Yrd. Doç. Dr. Vahap Coşkun ise, mültecilerin TC vatandaşlığına kabul edilmeleri için gerekli yasal koşulları şöyle sıralıyor: “Türkiye’de asgari 5 yıl oturmak, Türkçe’yi konuşmak, hayatını idame ettirebilecek kadar bir gelire sahip olmak ve benzeri bir takım şartlara sahip olmak gerekiyor. Suriyelilere toplu bir vatandaşlık verme söz konusu olacaksa, yasanın değiştirilmesi ve şartlarının bunlara göre yeniden düzenlenmesi gerekiyor.” Konu üzerinde çok ayrıntılı düşünülmüş bir hazırlığın söz konusu olmadığını belirten Coşkun, Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesine ilişkin gösterilen tepkileri ve ülkenin demografisini değişeceği yönündeki iddiaları “gerçeklikten yoksun, milliyetçi ve ırkçı” olarak yorumluyor. Türkiye’de 50 milyon seçmen olduğunu ve vatandaşlık verilmesi muhtemel olan Suriyeli mültecilerin seçim sonuçlarını etkileyecek sayıda olmadığına dikkat çeken Coşkun, “Gelen seçmenlerin mutlaka bir partiye oy vereceğinin bir garantisi yok. Çünkü gelenler hem etnik, hem mezhebi olarak farklı özellikler taşıyor. Kürdler, Aleviler, Türkmenler var. Dolayısıyla bunlar seçme hakkını kullansalar bile hepsinin topyekûn bir siyasal partiye oy vermesi mümkün değil. O yüzden bu konudaki iddiaları son derece abartılı buluyorum” diyor. Coşkun, Ahıska Türklerine vatandaşlık verilip, Kürd illerine yerleştirilmesi konusundaki iddiaların da abartıldığına inanıyor: “Vatandaşlık hakkını kazandıktan sonra o insanların ülke içindeki hareketliliğini önlemeniz söz konusu değil. O nedenle burada nüfusla oynanacak, demografi bozulacak şeklindeki yaklaşımların doğru olmadığını düşünüyorum. Benzer şekilde muhalefette suç oranının artacağı şeklindeki argümanlarla konuşuyor. Bunların da çok gerçekliği yok.” Siyasi sonuçları kime yarayacak? Türkiye’de uzun süreli kalacak olan Suriyelilere yegane çare vatandaşlık verilmesi olduğunu belirten Yazar Ahmet İnsel de, Cumhurbaşkanı’nın önerisinin hazırlıksız olduğuna dikkat çekiyor. Üzerine düşünülmediği ve çalışma yapıldığı için halk arasında endişe ve tepkiye neden olan vatandaşlığa kabul çıkışını “bir çuval inciri berbat etmek” olarak yorumlayan İnsel, vatandaşlıktan önce iltica hakkının tanınması gerektiğini vurguluyor. Vatandaşlık konusuna eğilmeden önce devletin yaklaşık 40 yıldır Doğu sınırlarından gelenleri mülteci kabul etmeme kuralını revize etmesi gerektiğini ifade eden İnsel, mülteci olarak kabul edilmeyen insanların bir kısmına vatandaşlık vermenin sıkıntılı olduğunu ifade ediyor. Vatandaşlığa kabulün siyasi sonuçlarını da değerlendiren İnsel şöyle diyor: “AKP’nin aleyhine olur, çünkü AKP seçmeninin yüzde 80’i vatandaşlık verilmesini istemiyor. CHPMHP seçmeni istemiyor. Yine en fazla isteyen HDP seçmeni. O da yüzde 30’luk bir kısım istiyor. Dolayısıyla Erdoğan buradan ‘rant elde edecek’ demek bana doğru gelmiyor, aksine çok ciddi bir seçmen kaybı yaşayacak.” ÇOCUK BasHaber 19 - 24 Temmuz 2016 13 SÖYLEŞİ Şiddet artık çocuk oyuncağı! İ Diler Badîkan ç savaşların, politik kavgaların, mezhepsel, etnik çatışmaların, patlamaların kısacası şiddetin hem olgu olarak hem de pratik olarak dünyanın dört bir yanında egemen olduğu şu zamanlarda toplumların ana sermayesi olan çocuklar büyük risk altında. Büyüklerinden gördükleriyle kendilerine has minik dünyalarında oyunlarıyla hayatlar kuran çocukların şimdiler de vazgeçilmez oyuncakları; Silahlar, maytaplar, kılıçlar, tahtadan, çamurdan yapmaya çalıştıkları el bombaları ve bunlara benzer öldürücü aletler. Oyuncak silah, hemen hemen her çocuğun özellikle erkek çocuklarının favorisi iken maytap, kız kaçıran gibi patlayıcılar da özellikle bayram dönemlerinde yine çocuklar tarafından oldukça ilgi görüyor. Oyuncakları silah olan çocukların oyunları da elbette savaş! Oyuncakların yanısıra özellikle kentlerin kontrolsüz sokak aralarına kümelenmiş internet kafelerde oynanan savaş ve yoketme içerikli sanal oyunlar da son yılların trendlerinden. Bunlara şiddet içerikli dizi ve filmlerin de çocuklar tarafından rahatça izlendiği düşünülünce nasıl bir tehlike ile karşı karşıya bulunduğumuz daha net anlaşılıyor. Silahın bir oyuncak olarak kullanılması çocuklara yaşamın tüm aşamalarında zarar veriyor. Oyuncak üreten firmalar aksini iddia etse de, araştırmalarda elde edilen veriler oyuncak silahların saldırganlıkla doğrudan ilişkili olduğunu, oyuncak silahın daha sonra gerçek silaha sahip olma isteğine dönüştüğü, çocukların oyuncak silahları gerçeğinden ayırt edemedikleri yönünde. “Oyuncak” denilerek “masum” kılınmak istenen bu silahlarla oynayan çocukların psikolojik ve sosyal yönden olumsuz etkilendiğine dikkat çeken uzmanlar özellikle maytap, kız kaçıran gibi patlayıcıların ölümlere bile sebebiyet verebildiğine vurgu yapıyor. Elinde kız kaçıran veya maytap patladığı için ölen, yaralanan çocuk haberlerine sıkça rastlanırken, son trajik örnek ise Diyarbakır’ın Çermik ilçesinde bayram günü maytaplarla oynayan çocukların attığı bir maytabın bir evin balkonuna sıçraması üzerine çıkan yangında 2’si çocuk 3 kişinin ölümüne sebebiyet verdiği olay. Piyasada bolca bulunan ve maliyeti düşük olduğu için temini oldukça kolay olan bu patlayıcılar ve oyuncaklara bu denli talep olmasının arkasında aslında özellikle son 1 yıldır yaşanan şiddet girdabı. Özellikle Kürdistan’da savaşın sürdüğü yerleşimlerde yaşayan çocukların duygu dünyaları ve oyun alanları çatış- 13 Ne öğretildiyse odur sokakta yaşanan SENNUR BAYBUĞA malardan kaynaklı şiddet oyunlarına hapsolmuş durumda. Nitekim Nusaybin’deki çocukların briketler ve taşlarla barikatlar kurarak, Cizre’deki çocukların çatışmalardan arda kalan mermi kovanlarıyla oynadıkları oyunlarının fotoğrafları kamuoyunca uzun süre tartışılmıştı. Savaşın mağduru olan ve şiddetin kimi zaman direkt kimi zaman dolaylı olarak hedefinde olan çocukların yaşamına etki eden şiddet içerikli oyunları Eğitim-Sen Diyarbakır Şubesi Sekreteri Abbas Şahin ve Psikolog Eda Erdener ile konuştuk. ‘5 yaşındaki çocuğun savaş oyunları oynaması kahredici’ Psikolog Yrd. Doç. Dr. Eda Erdener, politik şiddet kültüründe büyüyen çocukların ‘başkalarına zarar verme, zararı inkar etme, zararı provoke etme ve cezalandırma’ gibi edimleri diğer çocuklara kıyasla daha fazla kabul edebileceğini belirterek, “Çocuklar, durumları tam değerlendirememeleri nedeniyle olguların sebeplerinden ziyade sadece sonuçlarına bakarlar. Şu anda bölgede en korkutucu yüzüyle tartışmasız bir savaş var. Kendilerinin açlıkla, susuzlukla, sokağa çıkma yasaklarıyla sınanması, ölümün gündelik hayatın bir parçası haline gelmesi, evlerin kurşunlanması, okulların mühimmat deposu yapılması, bunlar somut sonuçlardır. Sebebi ise onlar için tek ve basittir: Kürd olmak” diyor. Çocukların savaşmaktan başka oyununun olmamasını “kahredici” olarak yorumlayan Erdener, Kürd çocuklarının oyunlarındaki savaş temasını şöyle değerlendiriyor: “Çocuklar için şu anda keskin anlamda ‘kötüler’ ve ‘iyiler’ vardır. İyiler evlerini, topraklarını savunan Kürdlerdir, kötüler ise işgal eden devlet güçleridir, devletin temsil ettiği Türklük ve onların acısına kayıtsız kalan Türklerdir. Çocuklar da oyun oynarken kendilerince pasifize olmak yerine direnmeye çalışmaktadır. 5 yaşında bir çocuğun savaşmaktan başka oyununun olamaması, bizi insanlığımızdan utandırıcı ve kahredici bir durum olmalıdır.” Ciddi toplumsal ve politik şiddet ortasında büyümüş olan çocukların, en basit haksızlıklarda dahi ‘intikam alma’ ve ‘intikamı onaylama’ eğilimlerinin arttığına dikkat çeken Psikolog Erdener, “Yani politik şiddetin kurbanı olma, politik olmayan şiddeti de meşrulaştırmayı beraberinde getirmektedir. Bu durum çocuklarında oyunlarında yer bulmaktadır” diye konuşuyor. ‘Çocukların sağlıklı yaşaması için şiddet ortadan kalkmalı’ Bölgedeki savaşın çocukların hayal dünyalarını, davranışlarını, oyun alanlarını ve kahramanlarını değiştirdiğini belirten Eğitim-Sen Diyarbakır Şube Sekreteri Abbas Şahin ise, savaş argümanları olan silah ve patlayıcıların çocukların oyun dünyasında fazlasıyla yer edindiğine dikkat çekiyor. Özellikle bayram döneminde çocukların patlayıcı maytaplarla oynadığını hatırlatan Şahin, “Şehir merkezindeki patlamalar, çatışmalar, anlatılan hikayeler, çocukları çok olumsuz etkiledi. Sürekli silahların patladığı, savaş uçaklarının uçtuğu yerlerde bu tür davranışlar normalleşmeye başladı. Çocuklar, artık yetişkin bireyler gibi düşünmeye başlıyor” şeklinde konuşuyor. Çocukların sağlıklı ve çocuk gibi yaşamaları için savaş ve şiddetin ortadan kaldırılması gerektiğine vurgu yapan Şahin, “Sivil siyasetin, demokrasinin olduğu yerde sosyal yapı zenginleşecektir. Ve çocukların oyun alanları da, davranışları da normalleşecektir” diyor. Eğitim-Sen olarak savaş mağduru çocuklara psikolojik destek verdiklerini ifade eden Şahin; çocukların savaş travmasını atlatamadığını ve direnç geliştirebilmeleri için onlarla kimi destekleyici çalışmalar yaptıklarını vurguluyor. 15 Temmuz’da gündüz saatlerinde ayrıldım oradan. Akşam, uzak bir ülkede, Beylerbeyi Sarayı’nın önündeki görüntüler düştü sayfalarıma ve takip eden saatler, kopan kıyametin, sosyal medyadan seyircisi olarak sabahladık. Tanklardan halkın üzerine ateş açan zavallı askerler, bombalanan meclis, spekülatif ölüm haberleri, gözaltına alınan genelkurmay başkanı, ezilip ölenler. Ve memlekete bir daha hiç mi dönemeyeceğim diye sabahı sabah etmemiz. Aklım fikrim geride kalanlardaydı. Birkaç saat içinde tersine dönen bir senaryo, sokaklara, tankların önüne kendini atan halk ve elbette içlerinde durumu fırsata çevirmeye çalışanlar, bir yandan darbeye ve darbecilere karşı direnen bir yandan da kaosu olanağa çevirmeye çalışan suratlarına alışık olduğumuz sivil faşistler ve halk düşmanları. En çok da 1996 doğumlu mecburi görevini yapan asker çocuklara acıdı içim. Hep derim siyasette önemi olmayan tek şey insandır. Ordunun yönetim kademesinde görevli, epeycesi bir yıldır Kürd kesen ‘cemaatçi’ komutanlardan oluşan bir grup, okuduklarıma göre, tasfiye edileceklerini haber almış ve son altın vuruşlarını yapmışlar gibi duruyor. Ama tümü yaşıyor, yüzlerce insan öldü, öldürüldü. Memlekette an itibarı ile kaos devam ediyor gibi görünüyor buradan, endişe ile izlemeye devam ediyorum. Sosyal medyada ve yorumlarda en çok siviller üzerine pervasızca ateş açılan askeri araçlardaki vicdanın şaşkınlık yarattığını görüyorum, o eller bir yıldan fazladır binlerce sivil Kürdün üzerine böyle ateş açtı diye itiraz ediyorum, terörist adını verip binlercesini kıtır kıtır doğradılar, aynı sorusuz vicdanlar. Meclis’te bulunan tüm siyasi partiler net olarak darbenin karşısında durdular, tarihin bir ironisidir bu meclisten bir ay önce atılmasına karar verilen HDP’de bunların arasındaydı. Belki de en erken ve net açıklamayı, ülkedeki tüm askeri darbelerin gerçek mağduru olan Kürdlerin ve solcuların oluşturduğu HDP’nin yapmasında anlaşılamayacak bir şey yok. ‘Sivil darbe’ ve ‘askeri darbe’yi aynı kefeye koymak meselesine gelince, burada susacağım, yazıktır diyeceğim o kadar. Bizim ülkemizde problemlerimiz var, kadük bir demokrasi, güvencesiz ve hakim teminatının olmadığı siyasalaşmış yargı, bugünkü darbecileri iktidarın ortağı yaparak ittifak tercihini bunlardan yana koyup sonra anlaşmayı bozan ve darbe ile karşılaşan otoriter bir iktidar, sivil özelliğini kaybeden alanlar, en önemlisi Kürd meselesi. Aylardır ağır şiddet ve Doğudaki katliamlar nedeni ile yata kalka tüm potansiyeli katile dönüşmeye hazır bir halk. Ve darbe girişimi ile herkes içinde biriken zehri döktü ortaya, şaşırdık mı bu kadar ağır şiddete. Ülkede, şu anda tehlikeyi tam savmamış bir iktidar, darbecilerle nasıl baş edeceği ile ilgili en ufak bir tecrübesi olmayan seçmenleri ve bizler. Kaos, şiddet, birikmiş kinlerin dışa vurumu ve kültürümüzün sokakta kendine yer açması, tüm bunlar yıllardır tahayyül ettiğimiz her şeyin doğrulanmasından başka bir şey değil, ne olacaktı yani. Demokrasi kültürü, ülke yönetimimin silahla değil inanın ya da inanmayın seçimle değişmesini kabul eder. Eğer halkın çoğunluğunun ya da azınlığının tercihlerini saygı değer bulmuyorsan, bildiğini anlatmakla işe başlarsın, ikna etmeye çalışırsın, ama mutlaka şiddetsiz bir arada yaşamayı savunursun har daim. Kürdünle, Alevinle, Ermeninle ve o ülkeyi kiminle paylaşıyorsan tümüyle adil bir biçimde paylaşmayı öğrenirsin, çoğunluk iktidarı değil çoğulcu iktidarı savunursun, kimse cesaret edip de tankların üzerinden ateş açamaz sana o zaman. Ve şunu da bilmen gerekir, Kürdüne acımayan, kimi Alevisine kimi Ermenisine ve kimi ‘sakallısına’ acımayan üniforma, bir gün sana da acımaz. O üniformaya sadece kendin için iyilik değil herkes için iyilik isteyerek dur demeyi öğrenmen gerekir. Sokakların gürültüsünün içinden iyi şeyler de çıkabilir, biraz sakin olalım yeter ki. Memleketim buradan yine de çok güzel görünüyorsun. 14 PORTRE BasHaber Gururlu dizelerin şairi Orhan Kotan göçeli 18 yıl oldu O Besê Çelik rhan Kotan 54 yıllık yaşamında teorisyenliği, şairliği, gazeteciliği ve yayıncılığı bir arada yürütürken militan ruhunu hiç elden bırakmadı. Kürd siyasetinin en renkli simalarından biri olan Kotan, birden fazla hastalığına rağmen mücadeleden geri durmadı ve son günlerine kadar da yazmaya devam etti. “25 yıllık evliliğimiz sürecince çok az havadan, sudan ya da yemekten konuştuk; 25 yıl boyunca her gün Kürdlerden ve diğer ezilen halklardan konuştuk, bizim günlük yaşamımızın odağında hep onlar oldu” diyor eşi Mehtap Bora. Kişiliği için kısa ve samimi cümleler kuruyor: “Dürüst ve cesur bir insandı, keşke onun gibi insanların sayısı biraz daha fazla olsaydı.” Fırtınalı bir tanışmanın ardından evleniyor Orhan ve Mehtap sonra Ankara’ya yerleşiyorlar. “Daha ne olduğunu anlayamadan ikizlerimiz oldu” diyor Mehtap Bora ve devamında şunları söylüyor: “Şartlar gerçekten çok zordu, yıl 1974, Orhan aranıyor. Geçim zorluğu dayatmıştı ama öylesine Kürd meselesiyle doluydu ki çevresinde olup bitenler umurunda bile değildi. Onun kadına olan güveni ve saygısı anlatılamazdı, bu bana ve 3 kızımıza yaşamın tüm zorluklarında rehber oldu. Tanıdığım ilk gerçek feminist idi Orhan, çok güzel bir eş ve babaydı. Ama Kürdistan meselesi onun için her zaman ailesinden ve çocuklarından önce gelmiştir. O kendini de ailesini de bu davaya adamıştı. 18 yıl hastalıkla mücadele etti ama her anı, her saniyesi tüm düşünceleri Kürdistan davasının çözümüne odaklanmıştı. Bizim diğer insanlar gibi öyle klasik anne-baba-çocuk, aile yaşantımız olmadı. O hep meşguldü; yazardı, okurdu, düşünürdü ve gene okur gene yazar gene düşünürdü…” İlk ve orta öğrenimini Kürdistan’da tamamlayan Orhan Kotan, üniversite eğitimine Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde başlar. Arap ve Fars dilleri bölümünün “profesyonel devrimcilik yapan amatör ruhlu kıdemli öğrencilerinden” birisi olarak tarif edilen Kotan, TİP ve Fikir Kulüpleri Federasyonu’nda çalışır. 68 gençlik hareketinin içinde aktif olması üniversite yaşamında boşluklara neden olmuştur. üretkenliğinin sınırlandığını ve enerjisini yanlış yerde tükettiğini” savunuyor. Örgütsel çalışmaların Kotan’ı çerçevelediğini ileri süren Maraşlı, “Halbuki çok daha fazla bağımsız ürünler verebilecek çalışmalar yapabilirdi. Tabi çok erken yitirmiş olmamız da ayrı bir vaka. Dogmatik düşünmemesi, yeni fikirlere ve yaklaşımlara açık, modern bir kafa yapısına sahip olduğunu” da ekliyor. Herkesin Orhan Kotan’ı farklı Ailesi, arkadaşları ve yoldaşları herkesin Orhan Kotan tarifi farklı. Mesela eski yol arkadaşları, sevenleri Orhan Kotan’ı daha çok, “Ubeydullah Nehri Destanı”yla, “dört bir yanından hançerlenmiş Kürd halkı sömürgeciliğe karşı döne döne mücadele ederken, düşene yürüyene bin selam olsun!” diyen militan dizleriyle anmayı yeğliyor. PRK/Rizgarî Eski Genel Sekreteri Mümtaz Kotan, Yenilginin İzdüşümleri adlı kitabında, Orhan Kotan’ı İsmail Beşikçi ile birlikte “Kürd cephesindeki yenilginin teorisyenleri” olarak nitelendirmektedir. Eski yol arkadaşlarından İbrahim Güçlü onu, “Seçkin, şaşırtan ve şok eden Kürd aydını ve siyasetçilerinden, yenilikçi, yenilikleri önceden yakalayan bir aydın, soğuk savaş sonrası Kürd Rönesansı’nın öncülerinden biri” olarak tanımlıyor. “... O bir teorisyendi” diyen gazeteci Yaşar Karadoğan, “Şimdi içinde olduğumuz düşünsel çoraklığı ve ‘Kürdün Kürde propagandası’nın sıkıcılığını düşününce Orhan Kotan’ın kaybının ne kadar büyük olduğu daha çok anlaşılıyor” diye yazmakta. Yazar Recep Maraşlı’nın Orhan Kotan değerlendirmesi ise bambaşka, “Gerçekten hem çok iyi bir şair, hem tarihçi, hem de siyaset teorisyeniydi. Başarılı bir gazeteci ve yayıncıydı aynı zamanda. Çok yönlü ve üretken bir kişinin örgütsel çalışmalar içinde Ümit Fırat’ın anlatımından Kotan ile arkadaşlıklarının 1964-65 yıllarına, Ankara’ya üniversite dönemine dayandığını söyleyen Yazar Ümit Fırat, Orhan Kotan’ı BasHaber’e şöyle anlattıyor: “Çoğu kez Ankara merkeze bağlı bir köyde öğretmen olan eşi Mehtap ile ikiz kızları Helin ve Sinem’le hafta sonları misafirim olurlardı. 1979’da Rızgari operasyonu ile aranmaya başlamıştı.1980 Haziran ayında İstanbul’da bir veda buluşmasında bir araya geldik ve kısa bir süre sonra da Türkiye’den çıktığını öğrendim. 1986’da cezaevinden çıktığımda zaman zaman İsveç’ten telefon açıp Türkiye’de olan bitenler üzerine konuşurduk. Orada da boş durmamış ve Kürdistan Press gazetesini yayınlamaya başlamıştı. Bu gazete, Kürd gazeteciliği açısından çok değerli deney ve birikimler bırakmıştır.” 1992 yılında Mahmut Baksi ile Orhan Kotan’ın Türkiye’de legal bir gazete çıkarmaya karar verdiklerini anlatan Fırat, spekülasyonlara neden olan Taha Akyol meselesini de anlattı: “Yayında benim de aktif olarak yer almamı ve bir isim bulmamı istemişlerdi. Realite, Mahmut Baksi’nin ayrılması sonrası ancak 1995 yılında bizzat kendisinin Türkiye’ye gelmesiyle bir süre daha yayınlanabildi. Yeşilköy Havaalanı’nda polislerce gözaltına alınmıştı Orhan. Polis arşivindeki kayıtlar silinmemişti ve boşuna gözaltında tutuluyordu. Muamele uzayacaktı ve Orhan’ın böbrek nakli nedeniyle steril bir ortamda yaşaması gerekliydi. Konunun insani bir mesele olduğunu, zaten siyasi bir problem olsa Orhan’ın bir yardım talebi olmayacağını, ağır yürüyen işlemlerin hızlandırılması için Taha Akyol’u aradım ve dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu ile görüşebilmesinin mümkün olup olmadığını sordum. Memnuniyetle yardımcı olacağını söyledi ve kısa bir süre sonra da Orhan serbest kaldı. Spekülasyonlara konu olan Taha Akyol tanışıklığı işte böyle başlamıştı.” Seçkin Kürd entelektüellerinden biri olarak tanınan Orhan Kotan’ın hayat öyküsüne Yaşadığı dönemlere iz bırakanlardan 70 sonrası kuşaklar üzerinde derin izler bırakan Kotan, 1944 yılında Ankara’da dünyaya gelir. Aslen Muş Malazgirtli olan Kotan’ın babası Celal Kotan Malazgirt Kaymakamlığı’nda katiplik yapmış bir memurdur. 49’lar davasında yargılanarak hüküm giyen Emin Kotan ile de akraba olan Orhan Kotan’ın annesi Fatma Huriye Hanım İskilipli göçmen bir Türk’tür. 70’li yıllardan itibaren de Kotan kardeşlerin hemen hepsi istinasız aileleriyle birlikte politik fırtınaların ortasında “Kürdçü-komünist!” damgası yemiş, yargılanmış, işkence ve cezaevi görmüş sonrasında ise mülteci bir yaşam sürmüşlerdir. Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan, M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş Dilan Almaz, Murat Özdemir, Eren Dinç, Mustafa Erğün İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Tel: +90 212 243 27 60 E-mail: [email protected] www.bas-haber.com Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No: 39 Kat:5 Beyoğlu / İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. SÖYLEŞİ 19 - 24 Temmuz14 2016 bakınca siyasal iklimimizdeki sert fırtınaların, entelektüel yaşamı ne denli zorlaştırdığına tanıklık etmek bugünü anlamayı da kolaylaştırmaktadır. Bu konuda Recep Maraşlı’nın 2009’da İletişim Yayınlarından çıkan “Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Cilt 9, Dönemler ve Zihniyetler kitabının Orhan Kotan ile ilgili bölümü güncel siyaseti yorumlamak açısından referans niteliğindedir. İdeolojik tartışmalar T-KDP yöneticiliğinden, PRK- Rizgarî (Kürdistan Kurtuluş Partisi) üyeliği dönemine kadar ideolojik olarak sürekli revizyonu esas alan Kotan, bu alanda “Bağımsız birleşik bağımsız Kürdistan” fikrinden kopuşuyla ciddi tartışmalara yol açmıştır. Orhan Kotan’ın düşünce dünyasındaki yerini Rizgarî hareketi ve devamında PRK- Rizgarî’ye eleştirileriyle birlikte ele almak gerekmektedir. Başka bir yazının konusu olabilecek konunun derinlikli tartışılması, bugünün “ulus devlet dönemi bitmiştir ” tartışmalarıyla ilişkisi bakımından değerlendirmeye değer görünmektedir. Orhan Kotan 1974 yılında T-KDP Geçici Merkez Komite üyesi olarak kaleme aldığı parti bildirisinde, Türk sosyalist hareketi ile Kürd ulusal demokratik hareketi arasındaki sancılı/ çatışmalı ilişkiye işaret eder ve sonraki yıllarda daha da derinleşecek olan “Türk solu eleştirisinin“ ideolojik satırbaşlarını verir. Türk solunun Kürdistan için önerdiği Marksist - Leninist hedefleri “Kürdistan halkının içinde bulunduğu üretim biçimine, sosyal ve idari ilişkilerine, politik bilinç seviyesine uygun olmayan mücadele biçimleri” olarak değerlendiren Kotan, özel olarak T-KDP’nin, genel anlamda ise Kürd halkı için nesnel mücadele zemininin “ulusal demokratik direnme” çizgisi olduğunu savunmaktadır. Orhan Kotan’ın ideolojik çizgisi Kürd yurtseverliğinin sosyalizmle ilişkisinin tanımı ve buluşma noktaları ile Türk sosyalistlerinin kendi milliyetçilikleriyle ilişkilenme biçimleri; Türk ve Kürd sollarının çatışma ilişkileri için halen sorunlu bir alan olma özelliğini korumaktadır. Hastalığı ve son günleri 1970’li yılların mitinglerinde, gecelerinde, 1980’li yıllarda ise cezaevlerinde, hücrelerde dilden dile söylenen, çoğu kişinin ezberinde ya da defterinin bir köşesinde bulunan şairlerden biriydi Orhan Kotan. Ahmet Kaya, onun birçok şiirini bestelemiş, albümlerinde yer vermiştir. Bu arada geçirdiği ameliyatlar sağlığını daha da bozmuştur. Doktorların kesin istirahat önermelerine rağmen son bir hamleyle Türkiye’de bir yayın projesi hayata geçirmeye çalışan Kotan, yıllar süren sürgünün ertesinde, 1995 yılında İstanbul’a döner. İsveç SİDA Vakfı’nın desteklediği Realite Press gazetesi ancak 7 sayı yayınlayabilir. 1997’de açık kalp ameliyatı ve 1998’in başlarında ikinci bir kalp ameliyatı daha geçirir Orhan Kotan. 9 Temmuz 1998’de, aylarca tedavi gördüğü Stockholm’ün Karolinska Hastanesi’nin ıssız odalarının birinde, yalnız ve sessizce aramızdan ayrılır, geride gurulu dizeler ve çocuklar bırakarak. “Gece seninle ışıyacak Seninle karılacak sabahın harcı Sevdalıyım sana Irgatın bağrından sökülen şafak“ PORTRE BasHaber 19 - 24 Temmuz 2016 15 SÖYLEŞİ Rüzgarın sürüklediği sanatçı: Keyarüstemi G Avaşin Yorulmaz eçtiğimiz Mart ayında kanser teşhisi konulan Keyarüstemi Paris’te 4 Temmuz’da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Kirazın Tadı ve Rüzgâr Bizi Götürecek filmleri ile bilinen Keyarüstemi sinemada İran yeni dalga akımının önemli yönetmenleri arasında yer alıyordu.22 Haziran 1940’ta Tahran’da doğan Keyarüstemi, dönemin birçok aydının aksine 1979 İslam Devrimi sonrası ülkesini terk etmeyip 40’tan fazla film çekti. Kiraz’ın Tadı filmiyle 1997 yılında Cannes’da Altın Palmiye, yazıya konu alan film Rüzgâr Bizi Sürükleyecek filmi ile 1999 yılında Venedik Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazandı. Şiirsel anlatımın ustası Kirazın Tadı ve Rüzgâr Bizi Sürükleyecek filmlerinde bireyin hayat karşısındaki “anlam” sorgulamasıdır. ‘Hayat nedir, niçin yaşarız, neden yas tutarız, neden severiz, arkadaşlık nedir’ gibi birçok konu sessiz sakin bir şekilde Abbas Keyarüstemi’nin filmlerinde akar. Bazen bu soruların altı çizilir bazen de izleyici kendi sorgu pencerelerini açar. Rüzgar Bizi Sürükleyecek filmi, ismini ünlü kadın şair Furuğ’un şiirinden almıştır. Bir grup gazeteci ve mühendis Kürdistan bölgesindeki bir köye matem geleneğini gözlemeyip bel-gelemek için gider. Gazeteciler ölümünü bekledikleri kişinin ölmemesi üzerine arkadaşları Behzad’a haber vermeden köyü terk eder. Behzad son ana kadar kalır ve amacına ulaşır. Doğu’nun anlatı sanatı: Anlam ve hikaye En az şiirsellik kadar Doğu’nun en büyük sanatı olan anlatım geleneğinin izlerini görürüz filmde. Film boyunca Behzad dışında diğer arkadaşlarının yüzünü, gazetecilerin ve ölmesini bekledikleri anneannenin yüzünü görmeyiz. Gazetecilerin ve Yusuf’un sesini seslerini duyarız sadece. Bir kere bile olsun yüzünü görmediğimiz ve nasıl birisi olduğunu bilmediğimiz yaşlı kadının hikâyesini 11 yaşındaki Ferzad’ın anlatımlarından izleriz. Film boyunca yüzünü görmediğimiz ama hikayesinin sıcaklığına sarıldığımız Yusuf eski mezarların olduğu tepede telefon direkleri için çukur kazar, ama Yusuf’un yüzünü bir kere bile olsa göremeyiz. Anlatımlarından ve simgelerden Yusuf’un hikayesini parça parça öğreniriz. Yusuf 16 yaşındaki Zeynep’e âşıktır. Burada iki temel gönderme vardır. Birincisi kuyudaki Yusuf peygamber diğeri de Şirin için dağları delen Ferhat’tır. Yusuf’un 15 Bir darbenin anatomisi AHMET ÖZER hikâyesi bu iki mitolojiyle özdeşleştirmiştir Keyarüstemi. Mühendis: Dağları Ferhat mı deldi? Yusuf: Ferhat delmedi. Mühendis: Kim deldi? Yusuf: Aşk deldi. Yusuf göçük altında kaldığında yine onu görmeyiz. Amerika sineması olsaydı göçüğü her açıdan gösterirdi. Görüntü hikâyenin önüne geçerdi. Keyarüstemi ile Amerikan sineması arasındaki en temel farklardan biridir bu özellik. Keyarüstemi doğunun anlatım sanatına Amerikan sineması görsel teknolojiye odaklanır. Kürd köyünün kadınları Bütün film Kürd köyünde geçer. Kürdlerin misafirleri ağırlama, güçlü kadınların oluşu bu filmde görülüyor. George Sand, Şeytanlı Göl romanında köy hayatının renklerini ayrıntılı bir şekilde anlatır. Köy hayatının uzaktan bakıldığının aksine “eğlenceli” ve “derin” olduğunu över Sand. Romanın her sayfasında bunu ayrıntılarıyla görmek mümkündür. Romanda köydeki düğün geleneği ve düğün oyunları betimlemeleriyle verilir. Keyarüstemi Rüzgâr Bizi Sürükleyecek filminde benzer bir tat var. Filmin konusu genel olarak matem geleneğini araştırmaya gelen bir grubun hikâyesidir. Bu genel hikaye içinde nice hikaye görürüz. Köyde-ki şiirselliği aktaran öykücüklerden biri de işletmecisi bir kadın olan köy kahvesidir. Köy kahvesini işleten Taçdevlet Hanım karşısında Behzad şaşkınlığını gizleyemez. Taçdevlet’in soru ve cevapları karşısında Behzad daha da şaşkına uğrar ve kadının haklılığını teslim eder. Behzad: Daha önce kahveci kadın görmemiştim. Taçdevlet: Nerden çıktın? Anne ve baban var değil mi? Behzad: Evet. Taçdevlet: Babana kim çay götürürdü? Behzad: Annem. Taçdevlet: Neden daha önce öyle bir şey görmedim diyorsun! Bütün kadınlar hizmet eder. Bütün kadınlar işçidir, akşam da servis yapar. Derin matem izleri Köydeki matem geleneğini belgelemek isteyen Behzad, köy öğretmenini yoldan alır, okula bırakır. Öğretmene matem hakkındaki fikirlerini sorar. Öğretmenin anlattığı yine Doğu’nun anlatım sanatının izidir. İzleyicinin hafızasında öğretmenin anlattıkları canlanır: “Matemde kadınlar matemlerinin ne kadar büyük olduğunu göstermek için yüzlerini tırmalarlar. Annemin yüzündeki izlerden biri babamın mateminden diğeri ise fabrika müdürünün yakını içindir. Annem, babam fabrikadaki işini kaybetmemek için fabrika müdürünün yakınının mateminde yüzünü derin yarmıştı.” Rüzgar bizi sürükleyecek Yusuf ile Zeynep’in aşkı, 40 yaşın üstündeki Behzad ile 11 yaşındaki Ferzad’ın arkadaşlığı, başak tarlaları, toprak evler, ölüm döşeğindeki yaşlı kadının mavi pencereli evi, köy kahvesi ve kahvenin işletmecisi Taçdevlet ile eşinin kadın-erkek hukuku üzerine atışmalarındaki teatrallik, iletişim çağının sembollerinden olan telefon direkleri için çukurun eski bir mezarlıkta kazılması, çukurda insan bacağına ait bir kemiğin bulunması, sinirlenen Behzad’ın kaplumbağayı ters çevirmesi, kaplumbağanın kendi çabasıyla kendini düzeltip yoluna devam etmesi, kaplumbağanın ardında bıraktığı pisliği bir böceğe hayat olması filmdeki şiirsel imgelerdendir. En etkileyici şiirsel imge ise karanlık bir bodrum katında sadece ayağını ve ellerini bir rüzgâr feneri sayesinde gördüğümüz Zeynep’in suskunluğunun altındaki derin hislerdir. Zeynep süt sağarken Behzad’ın Furuğ’tan şiir okuması ayrı bir imgeselliktir. Acıya ve ölüme tanıklık Motosikletle Yusuf’a ilk müdahaleyi yapmaya gelen doktorun hayat karşısındaki duruşu Keyarüstemi’nin filmini özetler gibidir. Doktor birçok acıya ve ölüme tanık olmuştur. Yaşamın kıymetini en iyi bilenlerdendir. Benim kuşağımdan olanlar, (hele hele solcu ve devrimciler) darbelerden çok çekti. Vuruldular, asıldılar, sürüldüler, hapislere atıldılar, kimi yurt dışına kaçmak zorunda kaldı, vatandaşlıktan çıkarıldı, kimi işinden gücünden oldu, aileleri dağıldı, büyük acılar çektiler. Bir bütün olarak ülke kaybetti, her seferinde Türkiye darbe mekaniğinde geriye gitti, kaybedilen insani ve demokratik değerlerin telafisi ya mümkün olmadı ya çok zaman aldı. Bugün bile sağlıklı bir demokrasiye sahip olamamamızın nedenlerinden biri ve belki en büyüğü bu darbelerdir. Tipi, biçimi, amacı meşrebi ne olursa olsun, nerden gelirse gelsin topyekün darbeleri redettik ve lanetledik, bu darbeyi de reddediyor ve lanetliyoruz. Her zaman en kötü demokrasinin darbelerden bin kat daha iyi olduğunu söyledik söylemeye devam ediyoruz. Ordudaki darbe psikolojisinin tarihsel arka planı İttihat Terakki’ye kadar gider. Gerek Harp Okulları’nda verilen eğitim, tarihsel kurucu olmanın verdiği psikoloji, yetiştirilme biçimi askeri bu ülkenin sınırlarının koruyucusu olmanın ötesinde asıl sahibi şeklinde biçimlendiriyor. Kendine göre yapılanları beğenmediği zaman, yönetime el koyma hakkını kendinde görerek, savaşta kullanılmak üzere kendisine verilen zor kullanma gücünü kullanarak darbe yapıyor. Başardığı anda, haklının kuvvetli olması evrensel ilkesini tersine çevirerek kuvvetlinin haklı olduğu bir mekanizmayı devreye sokarak işletiyor. 15 Temmuz’u değerlendirirken, Gülen’e, cemaate vurgu yaparken işin bu tarafını da gözden ırak tutmamak lazım. Bir de şimdilerde radyolarda ve televizyonlarda şöyle bir retorik işletiliyor: Bunlar asker değil, bunlar Türk ordusu değil diye. Onca darbeyi bugüne kadar uzaylılar mı yaptı? Evren asker değil miydi? Bugün bu darbeyi yapanlar düne kadar bu orduda üst rütbelere nasıl geldiler? Roboski’nin emrini nasıl verdiler, katliamlara imza atanlar bunlar değil miydi? Bunlar bir günde mi orgeneral, korgeneral, tümgeneral, tuğgeneral oldu? Üstelik de bir kaç kişiden bahsedilmiyor, yüzlerce generalden bahsediliyor ve daha şimdiden 70 general gözaltında. O halde Bu darbe girişimi, yapılışı, başlaması ve bitişi ile diğerlerine benzemeyen bazı özellikler gösteriyor. Akşam yemeği sonrası başlayan bir darbe girişimi; televizyonlar, radyolar ele geçirilmeden köprüler tutularak sağa sola saldırılarla duyurulan bir kalkışma. Saldırılara rağmen siyasi liderlere yönelik bir girişim yok; bir tarafta darbecilerin yaptıkları yayınlar sürerken öte yandan karşı yayınlar tüm hızıyla devam ediyor. Bütün bu işler, peşpeşe gelen açıklamalar kafaları karıştırdı, ya bunun gerçek bir darbe olmadığı, ya da bunu yapanların bir zamanlama meselesi yüzünden (YAŞ öncesi ve görevden alınan ya da alınması beklenen üst düzey cemaatçi komutanlar nedeniyle) “ya herro ya merro” deyip başlamış bir girişim... Ayrıca darbenin bilinmemesi hem MİT’ten hem de askeri istihbaratın bu kadar büyük organizeyi önceden haber almaması bir istihbarat zaafiyetininin ötesinde manidar bir duruma işaret etmiyor mu? Darbeye polis gücüyle anında karşılık verilmesi sanki zamanı tam bilinmese bile iktidar kanadından böyle bir beklenti ve hazırlık olduğu imajını veriyor. Bilinmesi gereken husus şudur ki; hiç bir askeri darbe sivil darbenin aracı yapılamaz ve hiç bir darbe sivil darbeyi meşru kılmaz. Bu darbe vesilesiyle iki yol var AKP hükümetinin önünde; darbeyi sadece kendine yapılmış bir tehdit gibi görüp zaten var olan baskıları ve anti demokratik uygulamaları daha da arttıracak mı? Yoksa darbenin demokrasi için asıl tehdit olduğu gerçeğini görüp demokratik değerleri ve demokratik standartları arttırmak yoluna mı gidecek? Önemli olan burada sadece darbecileri derdest etmek değil, darbe mekaniği ve darbe potansiyelini bir daha olmayacak şekilde ortadan kaldırmaktır. 16 MÜZİK BasHaber SÖYLEŞİ 19 - 24 Temmuz16 2016 Eren Aydın Acıyla beslenen şarkıların sesi S Çimen Gümüş esi ve soluğuyla şarkıların yeni adı olma konusunda iddialı sanatçı Eren Aydın, genç yaşına rağmen çıkardığı “Şîr” albümüyle adından sıkça söz ettiriyor. Kendi deyimiyle yürümeye başladığı yaşlardan itibaren oyuncak sazlarla müziğe başlayan ve o günlerden bu yana hayatı müzikle geçen Eren Aydın sesi ve soluğuyla şarkıların yeni adı olma yolunda iddialı. Yeteneğinin yanı sıra Kürd ve Alevi olmasının şarkılarle büyük bir bağ kurmasını sağladığı sanatçı, yaptığı müzik ile yaşamın çıkmazlarını, yaşanan toplumsal sorunları, iç çatışmaları ve kardeşlik mesajını her fırsatta dile getirmekten geri durmuyor. Çocukken başlayan müzik serüvenine babasının işinden kaynaklı Çankırı, Ankara ve İstanbul olmak üzere üç ilin güzel sanatlar lisesinde devam eden sanatçıya ninesinden kalan yanık sesi ve annesinin desteği de eklenince, sazıyla sözüyle aranan isimler arasındaki yerini şimdiden almış. Üç yaşında iken plastik bağlamalarla başlayan müzik yolculuğu, taşındıkları İzmir’de 7 yaşında bağlama kursuna başlamasıyla devam eder. İzmir’de başlayan müzik yolculuğunu lise çağında Ankara’da sürdürür. Girdiği sınav sonucunda Çankırı Güzel Sanatlar Lisesi’ne giren Aydın, ardından Ankara Güzel Sanatlar Lisesi’ne geçiş yaparak 1 yıl da burada eğitim alır. Henüz 15 yaşında iken gençlik merkezlerinin düzenlediği bir halk müziği yarışmasında İç Anadolu birincisi olur. Ardından ailesinin İstanbul’a taşınmasıyla burada Kadıköy Göztepe Güzel Sanatlar Lisesi’nde okuluna devam eder. Yanı sıra babasının işlettiği barda çalıp söylemeye başlayarak sahnelere adım atar. 2006 yılında İstanbul’daki küçük bir barda başlayan sahne yaşamı Aydın’ın müzik hayatına başka bir boyut katar ve Aydın söz ve müziği kendisine ait olan eserlerinde olduğu bir albüm yapmaya karar verir. Şu an hala Kocaeli Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda öğrenci olan Aydın, geçtiğimiz aylarda bir albüm çıkarır. çalışmasına başlayacak. Albümü için çalışmalarına başladığını ifade eden Aydın, ilk albüm çalışmasında genele hitap etmek için sadece Türkçe şarkılara yer verdiğini ancak ikinci albümünde Zazaca eserlere de yer vereceğini kaydetti. Aydın, “Kendi dilim olan Zazacayı çok sevsem de bilmiyorum. Kurmanciyi de bilmiyorum. Ezberleyerek söylüyorum. Yanlış yapmamak için oturup saatlerce hece hece yazıp ezberliyorum. Yanlış aktarmayayım diye çok çalışıyorum” dedi. İlk albüm için yazdığı ancak “Para kazanmak için Berkin Elvan’ın adını kullanıyor” denilmesi kaygısıyla albümünde yer vermediği eserine ikinci albümünde yer vereceğini belirten Aydın, aynı zamanda ailelerinin onayıyla yer vereceğini söyledi. Kendi emeğimle yaptığım için Babuko gibi el emeğiyle yapılan ve yokluktan yaratılan bir isim olsun istedim. Bu nedenle albümümün ismini ‘Şîr’ koydum. Albümümü yaparken yaşadığım en büyük zorluk yokluk idi. Üç senenin tüm emeğini albümüme yatırdım.” Hayat tecrübelerinin ürünleri en sevilen eserler Albüm çalışmasının başında iken yine maddi sıkıntılardan 6 şarkılük bir albüm çıkarmak istediğini ancak daha sonra kararını değiştirip 10 parçalık bir albüme karar veren ancak yaşadığı maddi sıkıntılardan dolayı bir eseri çıkarmak zorunda kalan Aydın, albüm çıkarma işinin de bu nedenle çok uzadığını kaydetti. Albümünde kendisine ait Dîlan ve El emeğinin ürünü bir albüm: Şîr Gulê isimli iki eseri bulunan Aydın, özellikÇıkardığı “Şîr” isimli albümünde kendisine le en çok tutulan şarkısı olan Gulê’yi kendi ait Dîlan ve Gulê isimli iki şarkısı bulunan genç yaşam deneyimlerinden yola çıkarak yazdığını sanatçı Aydın, büyük ekonomik sıkıntılar ve belirtti. Gulê parçası sayesinde eskiden çok üç yıllık bir emek sonucu çıkardığı albümüne bilinmezken epey tanındım” diyen Aydın, “Şîr” adını vermesini ise şöyle anlatıyor; “Der- albümündeki tüm şarkılarle ilgili çok olumlu sim yöresinin gelenekselleşmiş Babûka adında tepkiler aldığını dile getirdi. bir yemeği var, Şîr de deniliyor. Yoklukta kete ile yapılan bir yemek. Bu yemek aileler toplan- Şarkılar acılarımızı ifade etme biçimimiz dığında yenilir. Benim ailemin maddi durumu Şarkılarla arasında farklı bir bağ olduğunu iyi değildi. O yüzden albümümü büyük zorsözlerine ekleyen Aydın, şöyle devam ediyor; luklarla çıkardım. Albümümü üç yılda yapa“Bu benim sloganımdır. Acıyla beslenmeyi bildim. Üç yıllık bir emeğin ürünüdür. Birçok severim. Keyifli ve insanları eğlendiren müzikyere gidip çalışarak, sezonluk işler yaparak, üç ler de var. Ama şarkılar benim için bizim için yıllık birikimimle çıkarabildim. Sponsorum dert. Derdimizi anlatabildiğimiz bir müziktir. yoktu. Albümün her şeyini kendim yaptım. Toplum olarak acıyla besleniyoruz. Şarkılarda Sanatçıların toplumsal sorumlulukları var Konser ve barlarda sahne alarak ve yaşamını sadece müzikle idame ettiren bir müzisyen olan Aydın, müziğin geldiği noktanın üzücü olduğuna işaret ederek, müziğin insanlar arası iletişimin bir yolu olmaktan daha ziyade bir eğlence aracı olarak ele alındığını belirtti. Herkesin şarkılarle birbiriyle bağ kurabileceğini ifade eden Aydın, “Bu ülkede bazı şeyleri dile getirmek çok zor. Bu nedenle sanatçıların görevi ağırlaşıyor. Gazetecilerin, hukukçuların, siyasetçilerin dile getiremediğini, sanatçılar dile getirebilmeliler. Bizlere böyle bir görev bizim özümüzde, kültürümüzde, toprağımız- düştüğünü düşünüyorum. Ve kendimce da var. Kendimi şarkılara böyle bağlamışım. İs- sahnede sosyal mesajlarda vermeye çalışıyotediği kadar her şey yolunda gitsin, çok mutlu rum. Müziğimle insanların kendi dillerini asla olayım, bir şarkı dinlemek beni çok uzaklara, evlerinden çıkarmamaları gerektiği mesajını geçmişime, tarihe ve tüm yaşanmışlıklara veriyorum. Zaza bir ailenin çocuğuyum. Ama götürür ve ben yine ağlarım. Bu tarzın ağır ol- bilmiyorum. Ve çok üzülüyorum. Kimse duğunu düşünenler de var. Kendimi rock veya Zazaca konuşamıyor. Kurs yok. Olsa ve ben pop müzikle ifade edebileceğimi düşünmüyo- gitsem kiminle konuşacağımı bilmiyorum. rum. İçine giremiyorum. Beni yansıtmıyor.” Kimse bilmiyor. Bence bu çok önemli ve bende müziğimle ağırlıklı olarak anadil ve Müziğimin geleceğe taşınmasını istiyorum yanında bu ülkede zulmün bizim insanlarımız Müzikle geçen bir hayat ve 10 yıllık sahne üzerinde son bulması, herkesin kardeş olduğu deneyiminin ardından ilk albümü olan “Şîr”i mesajını şarkılarimde veriyorum. Ve vermeye çıkaran genç sanatçı Aydın, en büyük hayali de devam edeceğim. Maalesef böyle bir ülkede şarkıların geleceğe taşınmasında katkı sahibi yaşıyoruz ve bizim üzerimize büyük bir görev olmak. Sonraki kuşaklara emeğiyle yaptığı bir düşüyor. Elimden geldiği kadar bunu yapmaya şarkı aktarmak ve bu yolda gösterdiği çaba ile çalışıyorum” şeklinde konuştu. dinleyicilerine örnek olmak istediğini belirten Aydın, “Benden sonraki nesillere bu kalsın. En büyük hedefim Kürdçe bir albüm Başka bir şey istemem. Çünkü gerçekten yapmak insanlara şarkı beğendirtmek ve dinletmek Kendi anadilini bilmemenin sıkıntısını artık çok zor. Teknoloji geliştikçe istekler ve her fırsatta dile getiren Aydın, gelecekteki en tercihler değişiyor. Buna cevap olmak için büyük hedeflerinden birinin sadece Kürdçe bir albüm yapmak olduğunu söyledi. Parçalade çok fazla çalışmak gerekiyor. Ben de öyle yapıyorum. Bu albümü yaptım. Eserlerim var. rının her yaşa hitap ettiğini ve oldukça olumlu Artık oturayım, para kazanayım kafasında tepkiler aldığını aktaran Aydın, hedefleri için değilim. Sürekli yeni şarkılar yapma arayışınise şunları söyledi: “Kendime bir yaş sınırı koydayım” diye konuştu. dum. Barda çıkma taraftarı değilim. Ama şu an şartlar onu gerektiriyor. 35’ime kadar yani 8-9 Yeni albümde Zazaca eserler de olacak yıl daha böyle barlarda söyledikten sonra sadeYeni bir şarkı yazdığını ve önümüzdeki ce konserlerde sahne almak istiyorum. Daha aylarda ona bir klip çekeceğini sözlerine ekdonanımlı işler yapmak ve gelecek nesillere leyen Aydın, önümüzdeki yıl ise ikinci albüm yeni şarkılar yazıp bırakmak istiyorum.“