13.03.2016
Transkript
13.03.2016
1 Meclis’e fezleke bombası SÖYLEŞİ HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik fezlekeler tartışılıyor. DEP’li milletvekillerinin 1994’te Meclis’ten gözaltına alınarak tutuklanmasına benzer görüntülerin yaşanmaması ve tutuksuz yargılamaya ilişkin formül arayışlarına devam eden AKP’nin yaptığı değerlendirmede üç seçenek üzerinde durulduğu belirtiliyor. S:02 - 03 Cengiz Yazgı Sokağına gitarıyla dönen müzisyen Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:94 14 Mart - 20 Mart 2016 S:16 bas-haber.com Diziler Irkçılık fabrikası 15 bin Peşmerge Musul’a gidiyor S:11 KBY’de bağımsızlık baharı Reformlara uluslararası destek S:06 - 07 Türkiye’de ciddi bir toplumsal sorun haline gelen, her fırsatta toplu linçlere ve ‘Türk değerlerine sahip olmayan’ ötekilerin psikolojik ve fiziki şiddet de içererek aşağılanmasına dönüşen yaygın ırkçılık ve milliyetçiliğin son zamanlarda özellikle dizi filmler üzerinden üretilmesi toplumda kaygılara neden oluyor. Dokunulmazlık güncellenmesi BİLAL SAMBUR s03 Başta Kürd meselesi olmak üzere toplumu ilgilendiren birçok yapısal sorunun çözümü önünde engel olan ve diziler ile kışkırtılan yaygın ırkçılığın son günlerde kentlerin yıkılması ile sonuçlanan şiddetin meşrulaşmasına, insan kitlelerinin kutuplaşmasına ve barış sürecinin zemin kaybetmesine de neden oluyor. S:04 - 05 Başur ve Rojava MESUT YEĞEN Ortadoğu’da yeni dönem s07 HAKAN TAHMAZ Rusya, Suriye’de kazanabilir mi? S:12 Çocuğunu öldürdüğümüz anneler s05 SENNUR BAYBUĞA s15 02 SİYASET HDP’li vekiller yaka paça gözaltına mı alınacak? 1991 yılında seçimlere SHP listesinden giren DEP’li Leyla Zana, Hatip Dicle, Mahmut Alınak ve Selim Sadak milletvekili seçilerek Meclis’e girmişlerdi. Leyla Zana Meclis’te Kürdçe yemin ettiği için lince maruz kalmıştı. Zana’nın Meclis’te Kürdçe yemin etmesinin ardından 4 Mart 1994’da Meclis’e giren kolluk kuvvetleri DEP’lileri zor kullanarak gözaltına almıştı. Selim Sadak ise, 1 Temmuz 1994’te gözaltına alınmış 12 Temmuz 1994’te tutuklanmıştı. Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılan DEP’liler, tutuklanarak Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne konulmuşlardı. Kürd vekillerin tutuklanmasının ardından Anayasa Mahkemesi ise DEP’i kapatmıştı. Anayasa Mahkemesi’nin DEP’i kapatmasının ardından 8 Aralık 1994 tarihinde Ankara 1 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, “PKK talimatları doğrultusunda bölücü faaliyet yürüttükleri” iddiasıyla Zana ve diğer DEP’lileri eski Ceza Kanunu’nun (TCK) 125. maddesi uyarınca 15’er yıl ağır hapis cezasına mahkum etmişti. AHİM Türkiye’yi mahkum etmişti Dokuz yılı aşkın bir süre cezaevinde kalan Zana, Dicle, Doğan ve Sadak’ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptığı başvuruda Türkiye, toplam 140 bin dolar manevi tazminat ödemeye mahkûm edilirken, 17 Temmuz 2001 tarihli kararında AİHM, DGM’nin tarafsız ve bağımsız olmadığı, karar duruşmasında suçun niteliğinin değiştirilmesine karşın, suçlamanın nitelik ve nedenlerinin sanıklara açık biçimde bildirilmediği ve kendilerine savunma hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylık tanınmadığı, ayrıca ifadeleri karara esas alınan iddia şahitlerini duruşmada sorguya çekme ve dinleme imkânı verilmediğini tespit ederek, “adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine” hükmetmişti. DEP’lilerin aday olmalarına izin verilmedi 9 yıl tutsak kaldıktan sonra özgürlüklerine kavuşan DEP’li vekillerden bazıları 22 Temmuz 2007 seçimlerinde aday olurken, Yüksek Seçim Kurulu, mahkûmiyetlerinin milletvekili olmaya engel kabul ederek adaylıklarını reddetmişti. 2007 seçim döneminde ise Orhan Doğan yaşamını yitirmişti. Fezlekeler süreci nasıl devam edecek? Fezlekeler hazır, ancak bundan sonraki hukuki süreç nasıl devam edecek? Hukukçular şöyle özetliyor olacakları; “Fezlekeler yetkili bir mahkeme veya yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından milletvekilinin dokunulmazlığını talep eder. Daha sonra Adalet Bakanlığı gerekçeli bir yazı ile bu talebi Başbakanlığa gönderir. Başbakanlık talebi Meclis Başkanlığı’na gönderir, Meclis Başkanı ise gelen fezlekeyi Adalet ve Anayasa Karma Komisyonu’na gönderir. Karma Komisyon iki şeyi önerebilir. Ya dokunulmazlıkların kaldırılmasını ister ya da kovuşturma kararı verir. Kovuşturma kararı verilirse Genel Kurul’da karar okunur. Milletvekilinin karara itiraz hakkı vardır. Eğer milletvekili itiraz etmez ise karar kesinleşir. Hakkında fezleke hazırlanan milletvekili 7 gün içerisinde Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir.” BasHaber 14SÖYLEŞİ Mart - 20 Mart 22016 SİYASET BasHaber 14 Mart - 20 Mart 2016 3 SÖYLEŞİ Meclis’te zaman ayarlı fezleke bombası H Eren Dinç DP’li milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması istemi ile Meclis’e sunulan fezlekelere ilişkin tartışmalar hızlandı. HDP Eş Genel Başkanı Salahattin Demirtaş, içlerinden herhangi birinin dokunulmazlığının kaldırılması halinde bu uygulamayı hepsine yapılmış kabul edeceklerini belirterek meclisten çekilme sinyali verdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dokunulmazlıkların kaldırılması için Meclis Başkanlığı’nı göreve çağırması ile başlayan süreçte giderek sona geliniyor. Meclis Başkanlığı verilerine göre, HDP için 278, CHP için 138, AKP için 41 ve MHP için 12 fezleke verildiği bildirilmekte. 57 fezleke ile hakkında en çok fezleke hazırlanan isim HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş olurken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hakkında 37 fezleke, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli hakkında ise 5 fezleke bulunmakta. 1994 yılında DEP’li milletvekillerinin Meclis’ten yaka paça gözaltına alınarak tutuklanmasına benzer görüntülerin yaşanmaması ve tutuksuz yargılamaya ilişkin formül arayışlarına devam eden AKP’nin yaptığı değerlendirmede 3 seçenek üzerinde durulduğu belirtiliyor. Bu seçeneklere göre; ya TBMM ya da mahkeme karar verecek, bu iki seçenek olmazsa da yasa değiştirilecek. Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili süreç tamamlanıp Genel Kurul’da oylama aşamasına gelindiğinde, HDP’lilerin tutuklulanabileceği belirtiliyor. Buna ilişkin daha önce hiçbir uygulama yapılmadığı ya da benzer bir kararın alınmadığı da bilinmekte. Diğer seçenek Ceza Muhakemesi Kanunu’nda değişiklik yapılması. Bunun için dokunulmazlıklarla ilgili görüşmelerden önce yasa değişikliğiyle ‘milletvekilleri tutuksuz yargılanır’ hükmünün getirilebileceği belirtiliyor. Ancak bu durumun Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırı olacağına dair tartışma yaratacağı ve hükmün iptalinin gündeme gelebileceği belirtiliyor. Bu görüşü savunanlar anayasada milletvekilliği dokunulmazlığıyla zaten ‘ayrıcalık’ verildiğini, yapılan bu değişikliğin de bu ayrıcalığın kapsamı içinde değerlendirilebileceğini iddia ediyor. Tartışılan son seçenek ise bugünkü yapının devam etmesi yönünde. Bu seçenekte dokunulmazlığı kalkacak milletvekilinin davasına bakacak mahkemenin, ‘tutuksuz yargılama’ talebinde bulunması beklenecek. ‘Terör örgütü propagandası yapmak’ gibi suçların tutuksuz yargılama kapsamına girdiği, farklı suç iddiaları için mahkemenin farklı bir yol izleyeceği, bunun da benzer tartışmalara yol açabileceği değerlendiriliyor. BasHaber’in konuya ilişkin sorularını yanıtlayan Prof. Dr. Doğu Ergil, Türkiye’nin resmi siyasetinin Kürd sorununa, Kürdlerin isteklerine şiddetle yanıt verdiğini, sivil Türkiye’nin de büyük bir kısmının bu yaklaşımın doğruluğuna inandığını ve desteklediğini ileri sürdü. Alternatif çözümlere iktidarın başvurmadığına dikkat çeken Ergil, Kürdlerin ileri sürdüğü taleplerin kabul edilmesi gerektiğini, ancak buna ne resmi Türkiye’nin, ne de sivil Türkiye’nin yanaşmadığını söyledi. Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz HDP Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık, DTP eski Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak, HDP Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş ve HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ise 1994 yılında DEP’li milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına rağmen Kürd sorununun devam ettiğine dikkat çektiler. Sakık: Eski yöntemler tekrar devrede 1994 yılında dokunulmazlığı kaldırılarak tutuklanan milletvekillleri arasında olan HDP Ağrı Belediye Başkanı Sırrı Sakık, HDP milletvekillerine yönelik hazırlanan fezlekelere ilişkin BasHaber’e konuştu. Sakık, HDP’li vekillere yönelik hazırlanan fezlekeleri üzüntü ile izlediklerini belirterek, “Devasa bir sorunumuz var. 30 yıldır bu sorunun barışçıl yöntemlerle çözülmesi için çaba sarfedilirken, ne yazık ki geçmişte denenen yöntemler tekrar devreye sokulmaya başlandı” dedi. ‘Çiller sesimizi kısmaya çalıştı, direndik’ 4 Mart 1994 tarihinde DEP milletvekili iken gözaltına alınarak tutuklandığını hatırlatan Sakık, “O dönemde de dokunulmazlıklarımızı kaldırdılar. O tarihlerde de Kürd coğrafyasında faili meçhul cinayetler işleniyor, köyler yakılıyordu. Silahın dışında hiçbir yol, yöntem yol bulunmuyordu. Bizler de bu hukuksuzluğa karşı direniyorduk. Dönemin Genelkurmay Başkanı ve Tansu Çiller o gün HDP’li milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması talebi ile Meclis’e sunulan fezlekelere ilişkin tartışmalar hızlandı. HDP Eş Genel Başkanı Salahattin Demirtaş, dokunulmazlıklarının kaldırılması halinde meclisten çekilme sinyali verirken AKP’nin yaptığı değerlendirmede 3 seçenek üzerinde durulduğu belirtiliyor. sesimizi kesmeye çalıştılar. Öyle bir hukuksuzluk yaptılar ki hiçbir delil yokken tutuklu olduğumuz süre içinde delil yaratmaya çalıştılar” ifadelerini kullandı. Sakık, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması sorunu çözmede yeterli olacaksa dokunulmazlıkların kaldırılması çağrısında bulunarak, şunları söyledi: “Biz hazırız. 550 milletvekilinin dokunulmazlıklarını kaldırın. Parti olarak daha önce bu konudaki tavrımızı ortaya koymuştuk. Ama ülkede yolsuzluklardan, hukuksuzluklara dair o kadar çok fezleke varken, siz gelip Kürd halkının iradesini parlamentodan atmaya çalışıyorsunuz.” Sadak: Türkiye hala yerinde sayıyor 1994’te dokunulmazlıkları kaldırılanlar arasında olan DEP’li ve Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak, dünden bugüne değişen bir şeyin olmadığına vurgu yaparak şunları söyledi: “Daha da kötüye giden bir gidiş var. 1994 DEP döneminde Tansu Çiller kürsüye çıkıp ‘PKK’yi meclisten attım’ derken herkes alkışlıyordu. Şimdi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çıkıp ‘ben bunları meclisten atacağım’ diyor. O gün DEP’lilere yapılanlarla Türkiye çok şey kaybetti. O süreçten sonra Kürdler daha fazla bir araya geldi. Aradan yıllar geçmesine rağmen Türkiye hala orada sayıyor. Türkiye’nin kazandığı hiçbir şey olmadı. Türkiye’yi kurtaracak olan tek şey demokratikleşmedir.” Beştaş: Fezlekeler saray kaynaklıdır HDP Adana Milletvekili Meral Danış Beştaş ise şunları söyledi: “Bu fezlekelerin gündemleşmesi saray kaynaklıdır. Geçmiş dönemlerde de fezlekeleri gündeme getiriyorlardı. Fezlekeler tehdit aracı olarak kullanılıyordu. Sanki biz halkın oyuyla parlamentoya girmedik. Bütün engellere, katliamlara rağmen halkın oylarını alan bir partiyiz.” Beştaş, Cumhurbaşkanı’nın yargı ve hükümete talimat verdiğini savunarak şöyle dedi: “Cumhurbaşkanının açıklamaları düşünce ifade etme değildir. Gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül konusunda da bunu gördük. Cumhurbaşkanı talimat veriyor. Bu nedenle biz fezleke tehditlerine aldırmıyoruz. Bunlar bizleri yolumuzdan alıkoyamaz. Düşüncelerimizden vazgeçmeyiz. Biz bir halk hareketiyiz. Her yerde herkese operasyon yapılıyor. Biz gerçek anlamda barışı ve kardeşliği savunan bir partiyiz. Devletin yaptığı katliamları teşhir ettiğimiz için bu yöntem kullanılıyor.” Fezlekelerin gerilimi daha fazla tırmandıracağını söyleyen Beştaş, Türkiye’de aklı başında herkesin bunu görebileceğini söyledi. Beştaş, 1994 DEP döneminde yaşananları hatırlatarak şunları söyledi: “Hala etkileri devam ediyor. Lanetlenen, reddedilen bir dönem olarak yerini almıştır. Bu delilik halinden Türkiye’nin kurtarılması gerekir” diye konuştu. Beştaş, fezlekelerin rutin olarak sürekli Meclis’e geldiğini belirterek, şöyle devam etti: “Rutin olmayan durum, bunun birileri tarafından dayatılmasıdır. Fezlekeleri Meclis’e gönderilen 5 arkadaşımız için basında kullanılan dil kabul edilemez. İmralı heyeti de devletin bilgisi dahilinde İmralı’ya gitmiştir. Onlar büyük bir korku yaşadıkları için bizim de korktuğumuzu sanıyorlar. Korktuğumuz ve hesabını veremeyeceğimiz hiçbir şey yok.” Sarıyıldız: Amaç Cizre’deki vahşeti gündemden düşürmek Hakkında birçok fezleke hazırlanan ve dokunulmazlığının kaldırılacağı söylenen HDP Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız ise yaptığı açıklamalarda HDP hakkında hazırlanan fezlekelere tepki gösterdi. Yıldız, mevcut iktidarın yaptığı katliamlar sonrası şimdi de halkın iradesine saldırmayı planladığını söyledi. Halkın on yıllardır büyük bedel ödediğini ifade eden Sarıyıldız, “Kürdistan son yıllarda binlerce çocuğunu kaybetti, coğrafyası tahrip edildi, acılar yaşandı. Ancak bu acılar yaşandıkça da bir halk politikleşti, bir iradeye kavuştu, siyasal bir güç ortaya çıkardı. Devlet bunları görerek bu halka teslimiyeti dayatıyor. Taleplerinden vazgeçirmeye çalışıyor. Varlığı hala inkar edilebiliyor, katliamlarla karşı karşıya kalabiliyor. Halk bunu kabul etmediği ve direndiği için mevcut iktidar çıldırıyor. Şu anda bunun üzerinden dokunulmazlıklarımızı gündemine getirerek, halkın iradesine yöneliyor. Halka bu katliam dayatılmışken bize de ne yapılacaklarsa yapılsın” dedi. ‘Fezlekelerin amacı baskı altında tutmak’ Fezlekelerinin gündeme gelmesini tehdit olarak değerlendiren Siyaset Bilimci Prof. Dr. Doğu Ergil ise “Kürd siyasetinin silahlı mücadeleyi bırakması için yakındaki sembolünü baskı altında tutmak istiyor. Uzaktaki sembol Kandil’dir. Meclis’te bulunan HDP’nin baskı altında tutularak ‘silahlı mücadeleye son verin’ diye baskı altında tutuluyor” diye konuştu. Meclis’te karar verildikten sonra Anayasa Mahkemesi sürecinin olduğunu da vurgulayan Ergil şöyle devam etti: “Kesin bir ihraç amacı değil siyasal mesaj olarak bakılıyor. Amaç bu. Zana, Doğan 10 yıl cezaevinde yattı. Niye çıkarıldıklarına dair tek bir kelime bile söylemediler. Kürd siyaseti silahlı mücadelesinden vazgeçmedi. Bu yolla Kürd siyaseti silahlı mücadeleden vazgeçirilmek isteniliyorsa ne ala. Silahlı mücadeleyi sonlandırmanın yöntemi insanları öldürmek, hapse atmak mıdır diye düşünmekte lazım.” Yaşananların kriz olduğunu söyleyen Ergil, şunları söyledi: “Tankla, topla her gün yüzlerce insanın öldürüldüğü bir anlaşmazlık bir kriz var ortada. Krizin ortadan kaldırılma yöntemi olarak dokunulmazlıkların kaldırılması ne kadar işe yarayacak buna da yanıt vermek lazım.” Türkiye’nin ikiye ayrıldığına dikkat çeken Ergil, “AKP’yi destekleyen yarı ile AKP’nin tam karşısında duran diğer yarı. Bu iki siyasi yarı Kürdler söz konusu olduğunda birbirlerine çok yakın oluyor ve Kürd konusunun şiddetle bastırılmasını birinci yöntem olarak görüyorlar. Bu yöntem 30 yıldır deneniyor. Hükümete destek devam ediyor. Halkın büyük bir çoğunluğu Kürd sorununa terörizm olarak bakıyor. Bundan dolayı da başka bir alternatif” geliştiremediğini söyledi. ‘Hem resmi hem de sivil Türkiye çözümden yana değil’ Resmi Türkiye’nin Kürd sorununa ‘terörizm’ olarak baktığına dikkat çeken Ergil, şöyle devam etti: “Resmi Türkiye Kürd sorununa Kürdlerin isteklerine şiddetle yanıt verdi. Sivil Türkiye’nin büyük bir kısmı da buna inanıyor ve destekliyor. Bundan dolayı alternatif bir yol ortaya çıkamıyor. Tekrardan görüşmelerin başlaması için Kürdlerin ileri sürdüğü taleplerin kabul edilmesi gerekir. Fakat bunu ne resmi Türkiye, ne de sivil Türkiye kabul etmez. Bunun bedeline bakarak ne kadar sürerse sürsün biz bu yöntemi kullanırız deniliyor. Bundan dolayı büyük kayıplar yaşanıyor. Türkiye’deki hakim kanaat bu işin çözülmesinden yana değil bastırılmasından yanadır. Bunu şiddetli bir isyan olarak görüyor. Bu yöntemin işe yaramayacağını da izleyip göreceğiz” 03 Dokunulmazlık veya iktidar güncellenmesi BİLAL SAMBUR Son Ankara katliamını yapan saldırganın Van’da oturan ailesine bir HDP’li vekilin taziye ziyaretinde bulunması siyaset dünyasında HDP’ye karşı kamuoyu oluşturulması için önemli bir malzeme olarak kullanılmaktadır. Söz konusu ziyaret, HDP’nin terörizmle ilişkisini veya özdeşliğini deşifre eden en büyük suç belgesi olarak sunulmaktadır. Bazı HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması için bugünlerde yoğun bir çalışma yapıldığı görülmektedir. Hükümet, HDP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldırmak için sistematik ve sofistike bir hazırlık yapmış durumdadır. Ak Parti, 1994 yılındaki gibi apar-topar bir şekilde değil, gayet iyi bir planlamayla HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırarak onları cezaevine yollamaya kararlıdır. Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı, Demirtaş’ın cezaevine yollanacağını ifade etmiştir. Demirtaş, kendilerinin cezaeviyle korkutulamayacağı karşılığını vermiştir. Ak Parti ve HDP arasında, çetin bir siyasi mücadelenin yürütüldüğünü söyleyebiliriz. HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına Kürdleri siyasi açıdan temsilcisiz bırakacağı, Kürdler arasındaki kopuşun hızlanacağı, Kürd sorununun çözümüne hiçbir katkısının olamayacağı, PKK’ye yönelimi arttıracağı gibi gerekçelerle karşı çıkanlar da bulunmaktadır. 1994 yılında DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak cezaevinde on yıl yatmalarının yarattığı olumsuz sonuçlar sürekli olarak hatırlatılmaktadır. Resmi devlet ve hükümet yaklaşımı açısından HDP, bir siyasi parti olmadığı gibi, milletvekilleri de siyasetçide değillerdir. HDP’nin siyasette PKK’nin uzantısı, milletvekillerinin de militan olduğuna dair algı mutlak doğru olarak kabul edilmektedir. Başka bir ifade ile hükümetin perspektifine göre HDP, PKK’nin siyaset postuna girmiş hali olarak değerlendirilmektedir. HDP, PKK’nin siyasi ve sosyal alanını genişleten ve derinleştiren bir terör örgütü uzantısı olarak görülmektedir. Bu anlayışa göre, normal bir siyasi parti gibi davranmayan, PKK’nin uzantısı olmaktan başka bir işe yaramayan HDP’nin yaptıklarının cezasını çekmesi ve milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması gerekmektedir. Hükümet, paralel yapı operasyonunu her geçen gün yeni hamlelerle genişletmektedir. Hükümete yakın basın organlarında, HDP-PKK-Paralel Yapı işbirliği sürekli olarak gündemde tutulmaktadır. Rusya ile yaşanan krizden sonra Demirtaş ve bir HDP’li heyetin Moskova’da Lavrov’la görüşmesi, hükümet tarafından hainlik olarak nitelenmişti. HDP-Paralel Yapı işbirliğinin konuşulduğu bir durumda HDP’nin paralel yapının ve bugün can düşmanı olarak gösterilen Rusya’nın destekçisi olarak sunulması, HDP’nin siyaseten etkisizleştirilmesi arayışının zeminin uzun süredir hazırlandığını göstermektedir. 1 Kasım sonrası dönemde Ak Parti, siyasi muhatap olarak MHP’yi almaktadır. CHP’nin anayasa komisyonundan çekilmesi, siyasi arenada Ak Parti-MHP yakınlaşmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Ak Parti’de, CHP ve HDP’ye uzaklaştıkça, MHP’yi partner olarak görme eğiliminin güçlenmekte olduğunu söyleyebiliriz. Devlet ve hükümet, hiçbir zaman HDP’yi normal bir siyasi parti görmedi ve hazmedemedi. Önümüzdeki süreçte başkanlık sistemi ve anayasa değişikliğinin referanduma sunulması konusunda önemli adımlar atılacaktır. MHP, referandum konusunda olumlu mesajlar vermiştir. Ak Parti, başkanlık ve anayasa konusunda MHP’yi daha güçlü bir şekilde yanına çekmek için bazı HDP’lilerin dokunulmazlıklarını kaldıracak ve HDP’yi siyasi ve sosyal açılardan etkisizleştirmeyi amaçlayan hamlelerde bulunacaktır. Türkiye’de iktidar yapısı yeniden dizayn edilmektedir. İktidarı yeniden dizayn eden siyasi aktörler, Ak Parti ve MHP’dir. Siyasi ve sosyal iktidarın yeniden güncellenmesi için HDP’nin alan dışına itilmekte, nasyonalizmin yükseltilmesi ve toplumsal desteğin sağlanması için de kullanışlı bir araç olarak kullanılmaktadır. 04 IRKÇILIK BasHaber 14SÖYLEŞİ Mart - 20 Mart 42016 Dramalar ile üretilen dram Türk dizileri ırkçılık fabrikası G Dilan Almaz erek yapımcı şirketlerin, gerekse senaristlerin Türkiye’de yaşayan farklı etnik ve dini gruplara mensup insanları hayali karakterler üzerinden aşağılamaya, hor görmeye dönük yaklaşımları sık sık tartışma konusu oluyor. Yeşilçam’dan günümüze dek Türk filmlerinde, dizilerinde ötekileri dışlayan, aşağılayan bu tavır, siyasal ve kültürel hassasiyetleri olan toplumda öfke ve nefret duygusunun yaygınlaşmasına neden oldu. Film yapımcıları dönem dönem devletin Kürd sorununa bakışıyla paralel üretim yapmaya çalışsalar da, genel hatlarıyla Kürd halkını “aşağı, hor, ilkel, alt kültür” göstermekten kaçınmıyor. ‘Tek Türkiye, Şefkat Tepesi, Ölümsüz Kahramanlar, Kurtlar Vadisi, Sakarya Fırat’ dizileri Kürdleri potansiyel ‘terörist’ olarak hedef gösterirken, ‘Karagül, Sıla, Adını Kalbime Yazdım’ gibi diziler de Kürdlerin, sosyal ve kültürel değerlerini aşağılıyor. Romanlar “ayakçı, vurdumduymaz, hırsız” olarak karakterize edilirken, Lazlar ise “hızlı konuşan, ne dediği anlaşılmayan, komik” tiplemeler ile yer ediniyor. Rum kadınları “gözü dışarıda” olarak lanse edilirken, Ermeni ve Yahudiler ise ‘cimri, insafsız, tefeci’ şeklinde gösterilerek toplumda bir önyargı oluşturulmasına sebebiyet veriliyor. Elbette tüm bunların yanısıra filmlerdeki Türk tipi ise ’üstün değerlere sahip ve diğerlerini terbiye etmek üzere varlık bulan’ karekterler olarak arzı endam ediyor. Türk sinema sektörünün toplumun ötekilerine karşı barış dili yerine nefret dilini tercih etmesinin sonuçlarından biri de linç kültürü oldu. Her dizide birkaç yüz ‘kötü kişiyi temizleyerek Türklüğü ve Türkiye’yi koruyan’ Polat Alemdar karakteri Ortadoğu’nda idolleştirilmek istenirken, Kurtlar Vadisi, Tek Türkiye gibi dizileri izleyen toplum, şiddetin üst boyutu olan linç kültürünü, ırkçılığı içselleştirerek, dizide “kötü, vatan haini, düşkün, devlete karşı” Mekiye Kızılkaya Türkiye’de ciddi bir toplumsal sorun haline gelen, her fırsatta toplu linçlere ve ‘Türk değerlerine sahip olmayan’ ötekilerin psikolojik ve fiziki şiddet de içererek aşağılanmasına dönüşen yaygın ırkçılık ve milliyetçiliğin son zamanlarda özellikle dizi filmler üzerinden üretilmesi toplumda kaygılara neden oluyor. gibi lanse edilen ülkenin ötekilerini medyadan öğrendikleri tekniklerle yok etmeye kalkışıyor. Kurtlar Vadisi ilhamlı cinayetlerin sayısının birkaç düzineyi bulduğu dikkat çekerken, gazetelerin 3. sayfalarında “Polat Alemdar’a özendi, arkadaşının boğazını kesti“ türünden haberler klasik rutinler arasında yer aldı. Kültürel ve sosyal değerlerin aşağılanmasının amaçlarından biri de, hedef seçilen kitlenin değerlerinden uzaklaştırılması olarak dikkat çekiyor. Öyle ki bu dizilerin yarattığı algı yüzünden Kürd çocukları Kürdçe konuşmaya “köylülük, gerilik” gözüyle bakarken, kamusal alanda Kürdçe konuşmanın “tehlikeli bir eyleme“ dönüştüğü gözleniyor. Bu şekilde kültürel asimilasyonun hız kazandığı, eğitim dili olarak kullanılmayan Kürd dilinin ciddi tehdit altına girdiği gözleniyor. Tüm bunların yanısıra Kürdçe konuşan veya şarkı söyleyen Kürdlere yönelik işlenen ırkçı cinayetlerin sayısı da giderek artıyor. ‘Dizi figürleri gerçeği yansıtmıyor’ BasHaber olarak, Türk dizilerinin neden olduğu toplumsal sonuçları yazar, gazeteci ve oyuncularla konuştuk. Kürd yazar Ferzan Şêr, Türkiye’de ırkçılığın her alanda yaygınlaştığını vurgulayarak, mevcut sistemin kendisi dışındaki farklılıkları reddettiğini belirtti. Toplumdaki sinema algısının siyasal iktidara göre değişiklik gösterdiğini fakat Kürdlere bakışın aynı olduğunu dile getiren Şêr şöyle devam etti: “İstisna olan Yılmaz Güney’leri çıkarırsak bu böyle oluyor. Kemalistler döneminde öğretmen figürü üzerinden aydınlanma eksenli karakterler yaratıldı. Şimdi AKP döneminde İslami kesimden karakterler var. Ancak her iki Müslüm Yücel yaklaşım da Kürdleri hor görüyor. Yöresel giyinen, şiveli ve kaba Türkçe konuşan, kadınlara köle muamelesi yapan karakterler hala devam ediyor.” Türklerin, Kürdleri görmek istediği şeklide sinemada tezahür ettiğini ifade eden Şêr, “Türk toplumu Kürdleri nasıl görüyorsa sinema da öyle tezahür ediliyor. Kürdler, Türklere köylü olarak aktarılıyor” dedi. İzleyicilerin dizi seyrederken eleştirel yaklaşmadığına vurgu yapan Şêr şunları söyledi: “Karagül dizisinde asker figürü var. Hümanist, iyi, yardımsever gibi kendi gerçek algısından koparılıp yüceltiliyor. Bu yaklaşım ise Kemalizm etkisindendir.” Kürd aydınlarının da tepki göstermesine rağmen bu yaklaşımlara benzediğine dikkat çeken Şêr, “Kürd aydınlarında buna tepkisel bir duruş olsa da bir benzeme de söz konusu. Kürd yazarları kelimeleri kabalaştırıyor ve bu kültürel kodlarla inşa ediliyor. Niyet saf olabilir ama pratikte farkında olmadan bir geçiş oluyor” dedi. Sorumluluğu sadece senaristlere ya da yapımcılara yüklenmesinin eksik olacağını aktaran Şêr, “Türk toplumu tamamen masum, böyle bir şey istemiyor. Ama sinemacılar böyle yapmaya çalışıyorlar diye bir şey yok her ikisi de birbirlerini besliyorlar. Ötekileri dışlama algısı inşa edilmeye çalışılıyor” diye belirtti. Kürdlerin bu duruma verdikleri tepkinin yeterince anlatılamadığının altını çizen Şêr, “Devletsiz uluslar kurumlara sahip değil. Devlet ise fazlasıyla imkanlara sahip. Konferanslar, seminerler veriyorlar. Yüzlerce gazete var. Kendi ürettiği bilgiyi çok çabuk ve yaygın bir şekilde dolaşıma koyup kurumsallaşıyor. Ama Kürdlerin bu duruma karşı gösterdikleri tepki yeterince dolaşıma girmiyor. Bu durumu deşifre edecek bilgi sistemleri Zelal Gündüz oluşturulmadıkça bu şekilde devam edecektir. Kürdlerin haliyle bu duruma duydukları rahatsızlık devam edecektir” dedi. IRKÇILIK BasHaber 14 Mart - 20 Mart 2016 5 SÖYLEŞİ Başta Kürd meselesi olmak üzere toplumu ilgilendiren birçok yapısal sorunun çözümü önünde engel olan ve diziler ile kışkırtılan yaygın ırkçılığın son günlerde kentlerin yıkılması ile sonuçlanan şiddetin meşrulaşmasına, insan kitlelerinin kutuplaşmasına ve barış sürecinin zemin kaybetmesine de neden oluyor. ‘Kötü karakterleri Doğulu gösteriyorlar’ Uzun yıllar Türkiye’nin ulusal medya kuruluşlarında gazetecilik yapmış olan Tuğrul Eryılmaz ise, ötekilerin dışlanmasının Yeşilçam geleneği olduğunu savunarak, kötü insanların genellikle ötekilerden seçildiği vurgusunu yaparak şöyle konuştu: “Kötü insanlar genellikle Yahudi ya da Ermeni olurdu. Aksanlarıyla konuştururlardı. Şimdi ise etnik tartışmalar ortaya çıktığından beri bu sefer de kadına şiddet uygulayan herkesi Sünni Türklere dokunmamak için Doğulu gösteriyorlar. Mesela Karagül dizisinde kadına yapılmadık şey kalmadı.” Filmlerin toplum tarafından izlenmesinin zihinsel ve siyasal iklimle ilintili olduğunu dile getiren Eryılmaz, “Medya şu an var olan önyargıları pekiştiriyor. Şiddet toplumunda yaşıyoruz ve bu senaryolar iş yapıyor. Yapımcı buna karar veriyor. Ötekileri incitecek karakterleri sunmaktan geri durmuyorlar. Yapıp yapıp ‘halk istiyor’ diyorlar. Rekabetçi sistemde kimse bunu düşünmüyor. İnsanlara farklı düzgün bir şey verilirse belki izler insanlar. Televizyon şu an ki sistemin temellerini güçlendirmek için bombardıman yapıyor. Sosyal sorumluluk tüm Batı ülkelerinde var ama Türkiye’de yok” şeklinde konuştu. Kürd oyuncu Mekiye Kızılkaya ise senaryoların gerçeği yansıtmadığını, bölge halkının mağaralarda yaşamadığını, vurgulayarak şöyle söyledi: “Bu ön yargıları da topluma lanse eden yapımcı kuruluşlardır. Toplumun aslında sahip olduğu bu ön yargıları tasvip eder bir hal almış çoğunlukla inandırıcı olmuştur aslında. Bu yapımcı kuruluşlar da lanse ettikleri bu olgulara çok vakıf değiller ama işlerine gelir, çünkü kitlelerin ne düşündüğü ile birebir örtüşecek projelerin sergilenmesi onların reyting kaygılarını kısmen de olsa ortadan kaldıracak ölçüdedir ve bundan ekonomik rant sağlamayı düşünürler.” ‘Yapımcılar reyting uğruna halkları dışlıyor’ Toplumun ötekilere bakış açılarının ön yargılardan ibaret olduğunu dile getiren ‘Kürd kadını barış elçisidir’ Kadınların dizi ve filmlerde “köle” gibi gösterilmesinden rahatsızlık duyduğunu ifade eden Kızılkaya, Kürd toplumunda kadına verilen değerden bahsederek, “32 yıldır bölgede yaşıyorum. Maddi imkanı olup da kızını okula göndermeyen, hiç evden çıkarmayan, zorla evlendirmeye çalışan ailelere çok az rastladım. Üstelik bu sadece Doğu’da yaşanılıyormuş gibi gösteriliyor. Bu durum tüm Türkiye’de var. Kürdlerin kadınlarını insan yerine koymadıklarını düşünüp öyle göstermeye çalışırlar. Aslında Kürdlerin kadınlarına çok değer verdiklerinin ve çoğu zaman akan kanı durduracak kadar söz hakkına sahibi olduğu çok iyi biliniyor. Kürd kadınları beyaz tülbent ile başlarını örterler. Eskiden Kürd aileler arasında bir husumet olduğunda beyaz tülbentli kadınlar meydana çıkıp tülbentlerini yere atıp giderlermiş. Bunun üzerine aileler hiçbir şey demeden barışırlarmış. Yani kadın bir nevi barış elçisidir Kürd toplumunda” şeklinde konuştu. Erkeklerin yüceltilip kadınların ezildiğini ifade eden Kızılkaya, “Sonuç olarak toplumun büyük bir kesimi ne düşünüyorsa onu sahneleyip bir tarafı yüceltirken birçok kesimi de yerin dibine sokmanın gayretindeler. Rasyonel düşünenler bu tarz senaryolara itibar etmeyip tepkisini göstermesi gerektiğini düşünüyor ve insanların ezber kalıpları aşıp daha çok araştırmaları gerektiğini söylüyorum” dedi. ‘Hor gösterilmeye karşı çıktığım için rol vermiyorlar’ Türk dizilerindeki ırkçı yaklaşımları kabul etmediği için kendisine dizilerde rol verilmediğini söyleyen Kürd oyuncu Zelal Gündüz, dizilerin yayınladığı kanalların konuları genelde kendilerinin belirlediğini aktararak, “Çok klişe bir omurga yaratılır ve her şey bu omurga etrafında dönmeye başlar. Tamamen kazanca endekslidir ve bu yüzden de gereğinden fazla uzatılır” diye konuştu. Dizi seyircilerinin kanal ve yapım şirketlerince sınıflandırıldığını ifade eden Gündüz, bu sınıflandırmayı şöyle açıkladı: “ A gurubu eğitim ve sosyoekonomik olarak en üst seviyededir. TV seyircisi değildir, dolayısıyla dizi yapımcılarının ilgi alanlarında da olmazlar. Sinema, tiyatro, opera seyreden başka hobileri olan bir gruba mensuptur onlar. B sınıfı ortalarda bir yerdedir. Bir kısmı seyredebilir. C sınıfı ise, dizilerin ana hedef kitlesidir. Eğitim ve sosyo-ekonomik olarak buna uygundur. Genelde ev hanımları ya da diğer sosyal alanlara gücü yetmeyen, akşam işten eve yorgun geldiğinde, yemekten sonraki bir iki saatini, TV karşısında dizi seyrederek geçiren işçi ya da küçük memur olan düşük gelirli insanlardır bunlar.” ‘Siyasi çizgi dizilere yön veriyor’ Dizilerde ötekilerin dışlanmasının Türk siyasi çizgisiyle bağlantılı olduğunu ifade eden Gündüz, empati yapılması yerine ötekileştirmenin esas alındığını vurguladı. Öteki olanı aşağılamanın gelenek haline geldiğini ifade eden Gündüz, bazen kötü niyet gözetmeden, sadece reyting için de bu tarz dizilerin yapıldığını aktardı. ‘Dizi değil, psikolojik savaş ürünü’ Dizilerde ötekilerin dışlanması üzerine çalışmalar yapan Kürd yazar Müslüm Yücel ise, bu dışlanmanın son dönemde daha çok tırmandığını savunarak, “İktidar kimdeyse diziler de ona hizmet eden birer kitle afyonu rolünü üstlenir. Tek Türkiye, Şefkat Tepe’de Hükümetin Cemaatle işbirliği halinde yaptığı dizilerdir. Bunlar da psikolojik savaş içindi” dedi. Bu sorunsalın sadece sinema sektöründe değil, edebiyat, müzik alanlarında da olduğunu hatırlatan Yücel, bu durumun ezen-ezilen ilişkisi olduğunu vurgulayarak, “Dizilerin ilk 12 bölümü belli bir merkezden izlenir. Daha sonra buna devletin tüm mekanizmaları karar verir sonra dizi gelişir. Bu sıkıntı yıllardır var. Türk müziği, sineması ve romanında da durum böyle. Bu ezen ile ezilen arasındaki diyalektik ilişkidir” şeklinde konuştu. Kürdlerin kendi sektörlerinin olması gerektiğini söyleyen Yücel, “Örneğin bir Kürd yazarın kitabı Kürd yayınevinde yayınlanırsa ciddiye alınmaz. Ama ne zaman Türk egemen gücü kabul eder Kürdler de o zaman kabul eder. Kürdlerin kendi tarihlerini, kültürlerini oluşturmaları gerekiyor. Onu oluşturmayan toplumlar başka uluslar tarafından yönetilmeye mahkumdurlar” diye konuştu. ‘Erkek aklı, devlet aklıdır ve kirlidir’ Kadınların dizilerde metalaştırıldığına dikkat çeken Yücel, bu duruma kadınların tepki göstermesi gerektiğini belirterek, “Dizilerde 4 tane düşürülmüş kadın rolü var. Bunlar fahişe, kuma, evden kaçmış kız, son olarak az biraz da olsa vefa örneği olan yaşlı kadınlardır. Ama yaşlı kadınlarda bir sürü elekten geçmiş, durulanmış az biraz da olsa aklı temsil ederler. Bu noktada kadınlar erkeklere güvenmemeli. Erkek aklı devlet aklıdır, kirlidir” dedi. Sanat üzerinden bir şey ima etmenin her zaman için risk taşıdığını aktran Yücel, ötekiyi dışlama olayının artık sektör haline geldiğini söyledi. 05 Ortadoğu’da yeni dönem ve Kürdler HAKAN TAHMAZ Cenevre görüşmelerini ilerletmek amacıyla 27 Şubat’ta başlatılan Suriye ateşkesinin hemen akabinde uluslararası kamuoyunda yeni senaryolar tartışılmaya başlandı. Suriye ve Irak’ın Sykes Picot anlaşmasıyla ile çizilen sınırlarının geleceği ve değişme olasılığı. Türkiye ve İran’ın sınırların değişmesine göstereceği refleks bunu neredeyse imkânsız kılıyor. Aynı zamanda böylesine bir gelişmeyi küresel güçlerin yönetebilme kapasitelerinin ve becerilerinin düşüklüğü de önemli bir mani. Ancak, artık Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak da çok kolay bir şey değil. Her iki ülke de fiili bölünmüşlük söz konusu. Buna yerel ve uluslararası arenada meşruiyet kazandırma süreci işletiliyor. Abdullah Öcalan, İmralı Notları kitabındaki “ Artık Suriye Kürdlerini merkezi hükümetin içinde kimse eritemez” sözleriyle Ortadoğu’da yerinden oynayan taşların, eski yerlerine yerleştirilme çabasının beyhude bir iş olduğuna işaret ediyor. Kürdistan Bölgesel Yönetim (KBY) Başkanı Mesud Barzani’nin geçen hafta partisinin kadro eğitimi toplantısının açılış konuşmasında sarf ettiği “Ne İran’a konuşmaya giderim, ne de Ankara’ya gidip onların istediği gibi konuşurum. Amerikalı yetkililere de söyledim, biz Kürdler kendi davamızın sahibiyiz. Bağımsızlık için ya hep birlikte yok olacağız ya da kanımızı bu kez bağımsızlık için dökeceğiz.” sözleri farklı ihtiyaçtan kaynaklı iç kamuoyuna yönelik mesajdır. Ancak hiçbir biçimde bununla sınırlı değildir. Bu konuşmanın uluslararası camiada revaçta olan farklı senaryolara yönelik boyutunu görememek siyasetten bihaber olmaktır. Bunca yaşanmışlıklardan sonra bölgede bütün taşlar yerinde oynadı. Bunları eski yerlerine yeniden yerleştirme şans ve imkânı artık hiçbir biçimde kaldı. Yerel, bölgesel, uluslararası aktör ve güçlerde ciddi değişiklikler ve alt üst oluşlar yaşandı. Rus, Türk ilişkisinin görünür gelecek eski gibi olma ihtimali söz konusu değil. İlişkilerin normalleşmesi oldukça uzun zaman alacağa benziyor. İki ülke arasında büyük çıkar çatışması yaşanıyor. Suriye’de yaşananlardan sonra Türkiye-ABD ilişkilerini de eskiden olduğu gibi “stratejik ortak” olarak iki ülke açısından da sürdürmenin zemini büyük ölçüde yıprandı, koşulları değişti. 1 Mart tezkere vakasının yarattığı tahribatı giderme çabaları 2014 Ekim’de Kobani’nin IŞİD tarafından işgali girişimi sırasında tökezledi. Türk hükümeti, ABD’nın bir kez daha Türkleri değil Kürdleri “tercih” ettiğini gördü. Bu yıl Türkiye’nin PYD mevzilerine top atışı yapmasıyla makas daha da açıldı. Artık her iki ülkede de “bu nasıl strateji ortaklık” sorusu sorulmaya başladığını görüyoruz. Son bir hafta içinde ABD yetkilileri PYD/PKK konusundaki açıklamalarıyla, Türkiye ile yükselen gerilimi düşürmeye yönelik frene bastılar. Ancak bununla birlikte ABD’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu çıkışına mesafeli duruşu, “ABD Kürdleri satıyor” veya “Kürdler için ABD garanti değil” gibi yorumlara yol açtı. Özellikle son günlerde gelişen PYD, Rusya ilişkileri ve ABD’nin PYD ile ilişkilerini salt IŞİD’e karşı mücadele ile sınırlaması bu türden yorumları güçlendiriyor. Bu yaklaşım, Kürdlerin haklarını ve kendi özgün amaçlarını tali konuma itmektir. ABD’nin önündeki başkanlık seçim sonuçları, Kürdlerle ilişkisini de büyük ölçüde belirleyecek. Bu açıdan beklide bütün kartlar yeniden karılacak. Bütün bunlar bölgeyi bugüne kadar olduğundan çok daha çetin ve karmaşık bir sürecin beklediğini gösteriyor. Kürd ABD ilişkisi bozulsa da, sürse de kaybedecek ülkelerin en başında Türkiye yer alıyor. Çünkü Türkiye çözüm sürecini bitirerek Öcalan tarafında bu durumun panzehiri olarak önerilen tarihsel Türk, Kürd ittifakının fırsatını kaçırdı. Üstelik de toplumdaki Kürd karşıtlığını tavan yaptıran bir siyaset güderek ve barışın önüne yeni barikatlar kurarak. Bölgede siyasal kırım yaparak. 06 HABER Barzani: Bu kadar kan bağımsızlık için döküldü KBY Başkanı Mesud Barzani’nin bağımsızlık referandumundaki ısrarı devam ediyor. Erbil’de Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) 19’uncu kadro eğitimi mezunları için düzenlenen toplantıda konuşan KBY Başkanı Mesud Barzani, “Bu defa dökülen kanların bağımıszlık için“ döküldüğünü belirterek, “Ya bağımsız olacağız ya da hepimiz kaybedeceğiz” dedi. Barzani, “Daha önce de söylemiştim; kanımız bu defa bağımsızlık için dökülecektir. Dökülen hiçbir kanın boşa gitmesine izin vermeyeceğiz. Bağımsızlık hakkımızdır, onun için çalıştık, vazgeçmeyeceğiz. Bizim açımızdan kimin bağımsızlığı ilan edeceği önemli değil, bir çocuk bile ilan etse destekleyecek ve tebrik edeceğiz. Bu şekilde olmalı ki, ‘Oğlumun kanı niçin döküldü?’ diye soran şehit annelerine cevap verebilelim.” Kürdistan’da bazı çevrelerin bağımsızlığa karşı çıkmalarını hayretle karşıladığını dile getiren KBY Başkanı Barzani, Kürdlerin haklı davalarına sahip olduğunu, bu konuda ne İran, ne Türkiye ve ne de ABD’nin gönlüne göre konuşacağını belirtti. Barzani, “Ne İran’a gidip bir şey derim, ne de Ankara’ya gidip onların gönlüne göre konuşurum. Amerika’da da söyledim, biz sadece kendi davamızın sahibiyiz. Bu defa ya bağımsız olacağız ya da hepimiz kaybedeceğiz” dedi. Musul’da kaldığı müddetçe IŞİD’in Kürdistan Bölgesi için tehdit oluşturmaya devam edeceğini belirten Barzani, “Bütün dünya Pêşmerge’nin IŞİD’i yendiğine şahittir” dedi. Reform, iyileştirme ve yolsuzlukla mücadele için hükümet ve Temiz Eller Komisyonu ile görüştüklerini söyleyen Barzani, ekonomik krizi atlatacaklarına emin olduğunu belirtti. “Reformlar uygulanacak” Erbil’deki diplmasiği trafiği de devam ediyor. Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesud Barzani, BM Irak Temsilcisi Jan Kubis, ABD Bağdat Büyükelçisi Stuart Jones, İngiltere’nin Bağdat Büyükelçisi Frank Baker, Japonya Bağdat Büyükelçisi Fumio Iwai, AB Irak Büyükelçisi Patrick Simonetta, Kanada Irak Temsilcisi Robert Bistro, Almanya Bağdat Büyükelçisi Yardımcısı Milan Simandel, Fransa Erbil Büyükelçisi Alain Guépratte ve Dünya Bankası Irak Temsilcisi Robert Bou Jaoude ile bir araya geldi. Görüşmede Barzani, “Terör örgütü IŞİD ve beraberinde gelen sığınmacılarla birlikte iç göçmen krizi konusunda kimse Kürdistan Bölgesi’ne yardım eli uzatmadı. Bölgenin tek gelir kaynağı olan petrol fiyatlarında yaşanan ciddi düşüş, halkımızı maddi olarak zor duruma soktu. Terörle mücadelede daha aktif olunması, iç göç ve sığınmacıların sorunlarının çözülmesine yönelik bir reformun yapılması hususunda BM, G-7 ve AB ülkelerinden yardım talebinde bulunuyoruz” dedi. KBY hükümeti içerisinde yapılacak reformun hedefine ulaşması için ellerindeki tüm imkanları seferber edeceklerini aktaran Barzani, “Bu sürecin başarılı bir şekilde amacına ulaşması konusunda çok kararlıyız. Bunun yanında Kürdistan’daki siyasi krizin çözülmesi için gerekli taraflarla görüşme halindeyiz” diye konuştu. Misafir heyetin adına konuşan BM Irak Temsilcisi Kubis ise uluslararası toplumun Kürdistan Bölgesi’nin terörle mücadele ve iç göç konusunda yaptığı fedakarlıklardan haberdar olduğunu belirterek şunları kaydetti: “KBY’nin içinde olduğu ekonomik ve güvenlik krizden başarılı bir şekilde çıkabilmesi için uluslararası toplum gereken yardımlarını esirgemeyecektir. Bunun yanında hükümet içerisinde yapılacak reform adımlarına da destek verilecektir.” BasHaber 14 Mart - 20 Mart 2016 BasHaber HABER 14 Mart - 20 Mart 2016 KBY’de bağımsızlık baharı Reformlara uluslararası destek S Zeyat Birûsk addam rejimine karşı Güney Kürdistan halkının başlattığı büyük ayaklanmanın 25’inci yıl dönümünde bağımsızlık referandumu hazırlıkları en sıcak gündem olarak öne çıkıyor. IŞİD’e karşı savaşta Bağdat merkezi yönetiminden beklenen desteği alamayan ve aynı zamanda bütçe ambargosuna maruz kalan KBY, İbadi yönetiminin reform ve iyileştirme politikalarının hayata geçmesiyle de merkezi hükümette payına düşen bir çok koltuğu kaybetme durumu ile de karşı karşıya kalmış bulunuyor. 2016 baharı ile birlikte ‘Bağdat ile dostluk temelinde bağların koparılması’ ve bağımsızlık için referanduma gidilmesi planı ön plana çıkıyor. KBY Başkanı Mesud Barzani’nin KDP kadroları ile gerçekleştirdiği toplantıda, “Kürd halkının meşru hakları ve kutsal davası konusunda ne İran, ne Türkiye ve ne de Amerika’nın gönlüne göre konuşmayacağız. Bağımsızlık hakkımızı hiç bir zaman siyasi müzayede konusu yapmadık, yapmayacağız” şeklindeki sözleri, bu gerçeği ifade ediyor. Öte yanda KBY’nin içerde yaşanan siyasi ve ekonomik krizin aşılması için de arayışları da sürüyor. Kürdistan Bölge Parlamentosu ve hükümetinin yeniden aktifleştirilmesi girişimleri Goran Hareketi’nin şartlarına takıldı. Parlamento ve hükümetin daha çok pasif kalmaması yönünde halkın ve sivil toplum kuruluşlarının taleplerine kulak veren KBY, geniş tabanlı hükümet yerine çoğunluk hükümetinin sağlanması için adımlarını hızlandırıyor. Bu kapsamda bölgenin iki önemli partisi olan PDK ve YNK arasındaki görüşmeler yoğunluk kazandı. Reform ve yolsuzluklara karşı mücadele projesinin de, hükümet ve parlamentonun yeniden aktifleşmesi ile daha hızlı ilerlemesi bekleniyor. Ayrıca Musul Operasyonu için hazırlıkları da sürüyor. Irak Ordusu hafta içinde KBY’nin onayını alarak Mahmur’a yeni güç takviye ederek bölgede şimdiye dek 750 olan asker sayısını bir tümene çıkardı. Operasyon hazırlıklarını sabote etmek isteyen IŞİD de özellikle Mahmur-Giwer hattına yönelik saldırılarını yoğunlaştırmış bulunuyor. Peşmerge Güçleri Musul’un Keskê Cephesi’nin ardından MahmurGiwer’de de örgütün saldırı girişimlerini boşa çıkardı. Yasin Mahmuud: Barzani, G-7 temsilcilerine Kürdlerin meşru haklarını anlattı Öte yandan KBY Başkanı Mesud Barzani Irak’taki Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Birliği (AB), Dünya Bankası ve G-7 misyon temsilcileriyle görüşerek, IŞID savaşı, mülteci akını ve Bağdat’ın bütçe ambargosu nedeniyle yaşanan ekonomik krizi anlattı. Barzani “Terör örgütü IŞİD ve sığınmacı krizi konusunda kimse KBY’ne yardım eli uzatmadı” diyerek sığınmacıların sorunlarının çözülmesi ve reformların desteklenmesi hususunda uluslararası destek istedi. KBY’deki gelişmeleri ve Barzani’nin bu sözlerini BasHaber’e değerlendiren Salahattin Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Akademisyen Yasin Mahmud, Barzani’nin gerek dış ülkelere gerçekleştirdiği ziyaretlerde ve gerekse Kürdistan’ı ziyaret eden farklı ülkelerin devlet adamlarıyla gerçekleştirdiği görüşmelerde, Kürd halkının meşru haklarını ve bağımsızlık isteğini sürekli dile getirdiğini, tarihte Kürdlere yapılan haksızlıkların tekrar edilmemesi ve mevcut konjonktürde Kürdistan’da yaşanan krizin aşılması konularında kendilerine yardım edilmesi için beklentilerini dile getirdiğini belirtti. “G-7 ülkeleri KBY’ne yardım etmek istiyor” “Barzani uluslararası alanda Kürd davasını ve diplomasisini bir adım daha ileri götürdü” diyen Mahmuud, gerek bölge ülkelerinin ve gerekse de Avrupa ülkelerinin ziyaretleri esnasında Barzani’yi devlet başkanı gibi karşıladığına dikkat çekti: “Ortadoğu’da ve Irak’ta yaşanan gelişmeler, IŞİD savaşı dünyanın dikkatini bölgeye çekti. Kürdler artık bölgede yapılan sünni değişimlerin ve büyük güçlerin çıkarlarının kurbanı olmak istemiyor. Diğer yandan, Batılı ve büyük güçler, Ortadoğu’da kendi çıkarları için en uygun müttefikin Kürdler olduğunu anlamış bulunuyor. Güney ve Rojava’da IŞİD’e karşı tarihi bir direniş gösteren ve ardından yetersiz askeri donanıma rağmen tarihin en tehlikeli örgütüne büyük darbeler vuran Kürd güçleri, bir anlamda tüm dünya adına bu yükü sırtlamış bulunuyor.“ Dünyanın ve özellikle de ABD ve Avrupa devletlerinin Kürd halkına ve bölgedeki Kürd sorununa bakışının değiştiği görüşünü savunan Akademisyen Yasin Mahmud, “Bölgede Kürd kartının güçlenmesi ile birlikte uluslararası güçlerin de Kürdlere karşı yaklaşımında minimum düzeye düşürmeyi hedefliyor. Tüm bunlarla birlikte yolsuzluklarla mücadele projesinin de başarıya ulaşması ile birlikte ekonomik krizin aşılması mümkün” şeklinde konuşuyor. KBY’de diplomasi trafiği ve referanduma yönelik hazırlıklar devam ediyor. Erbil’i ziyaret eden G-7 ülkeleri temsilcileri KBY’ne ekonomik destek sözü verirken, yolsuzlukları önlemek için çalışmalara başlayan Temiz Eller Komisyonu’da çalışmalarını sürdürüyor. Erbil’de Kürdistan Demokrat Partisi’nin (KDP) 19’uncu kadro eğitimi mezunları için düzenlenen toplantıda konuşan KBY Başkanı Mesud Barzani, “Bu kez dökülen kanların bağımsızlık için“ olduğunu belirterek, “Ya bağımsız olacağız ya da hepimiz kaybedeceğiz” diyerek kendi kaderlerini tayin hakkına hiç kimsenin müdahale etmeyeceğini bir kez daha vurguladı. önemli bir değişim var. Bu durumu dünyanın sayılı devletlerinin lider ve siyasetçilerinin Erbil’e gerçekleştirdikleri ziyaretlerden ve birçok ülkenin KBY’de konsolosluk ve temsilcilik açmasından da anlamak mümkün. Yine başta ABD, Kanada, Almanya ve Fransa olmak üzere bir çok ülke KYB ile ilişkilerinin önemini vurguluyor ve Peşmerge güçlerine doğrudan askeri destek vermek istiyor. KBY bir yandan da ekonomik krizin aşılması için uluslararası destek arayışında. BM, AB ve G-7 temsilcilerinin KBY ile gerçekleştirdiği toplantıları bu bağlamda okumak mümkün. Bu güçler KYB’nin reform ve iyileştirmeler konusunda samimi olduğunu gördükleri takdirde elbette yardım etmek ve kredi vermek isterler” diyor. ‘Ekonomik krizin aşılması zor değil’ KBY’nin reform ve yolsuzluklarla mücadele projesinin başarıya ulaşmasının mümkün olduğunu belirten Akademisyen Yasin Mahmud, “Başkan Barzani projeyi destekliyor ve bunun için prensiplerini de belirledi. KBY her açıdan verimli topraklar ve gelir kaynaklarına sahip bir bölge. Hükümetin en büyük yanlışı ekonomik anlamda sırtını Bağdat’tan gelecek bütçeye ve petrol gelirlerine dayaması oldu. Oysa başta ziraat-hayvancılık, sanayi, ticaret ve turizm olmak üzere bir çok sektörün de geliştirilmesi gerekiyordu. Bu olmadığı için ekonomik kriz sancılı geçiyor. Ancak gerek hükümet yetkilileri ve gerekse Başkan Barzani, bu durumun geçici olduğunu ve aşılabileceğini ifade ediyor. Hükümetin kendi içinde iyileştirmeler için giderlerini kısıtlaması, büyük bütçeye ihtiyaç duyan bakanlıkların yeniden düzenlenmesi için çalışmalar var. Yine 6-7 milyon nüfusa sahip olan bir bölgede 1 milyon 600 bin memur bulunuyor. Hükümet resmi dairelerde verimi düşürmeden, çalışmaları aksatmadan memur sayısını Goran ve Yekgirtû krizde ısrarlı Öte yandan Kürdistan Bölge Parlamentosu’nda grubu bulunan partilerin grup başkan vekillerinin katılımıyla gerçekleştirilen ikinci toplantıda Goran Hareketi’nin şartlarında ısrarcı olması nedeniyle anlaşma sağlanamadı. Bunun üzerine Goran Hareketi ve İslami Hareket (Yekgirtû) milletvekilleri parlamentoda eylemler başlattı. Konu hakkında BasHaber’e konuşan ve parlamentodaki oturumları yakından takip eden gazeteci Hoşmend Sadık, “Geçen hafta gerçekleştirilen toplantıdan sonra bu toplantı için ümitler yüksekti. Tarafların şart koşmadan Parlamento’nun aktifleşmesi için görüş ve önerilerini sunmaları bekleniyordu. Ancak Goran Hareketi, eski Başkan Yusuf Muhammed’in tekrar Parlamento Başkanı sıfatıyla göreve getirilmesini ve Parlamento’nun bu değişiklikten sonra aktifleşmesini şart koştu. Bu şart başta PDK olmak üzere diğer partiler tarafından kabul edilmedi. Goran Hareketi bu yüzden parlamentoda iki günlük bir grev başlattı. Diğer partilere de greve destek vermeleri çağrısında bulundu” değerlendirmesini yaptı. Sadık, “Halk, Parlamento’nun yeniden devreye girmesi istiyor. Parlamento’nun yaşanan siyasi ve ekonomik krizde çözüm merkezi olmasını istiyoruz” dediğini belirtti. Gazeteci Hoşmend Sadık, “Gerek KBY Başkanı Barzani ve gerekse PDK, Parlamento’nun yeniden aktifleşmesi ve geniş tabanlı hükümetin tekrar faal olması için son girişimlerini yaptı. Bu durumda zaman daralırken Parlamento ve hükümetin de bu şartlarda aktifleş- mesi mümkün görülmüyor. Dolayısıyla çoğunluğu elinde bulunduran PDK, başta YNK olmak üzere diğer partilerle bir araya gelerek geniş tabanlı hükümet yerine çoğunluk hükümeti kurma arayışında. Önümüzdeki günlerde PKD ve YNK yönetimi bu konuda görüşmeler gerçekleştirecek” diyor. IŞİD’in Mahmur ve Keskê saldırıları püskürtüldü Irak Ordusu Mahmur ilçesine yapılan son sevkiyatla bu bölgedeki asker sayısını 10 bine yükseltti. Hazırlıkları sabote etmeyi amaçlayan IŞİD ise iki haftadan beridir Mahmur-Guwer cephesini hedef alıyor. Peşmerge Güçleri son olarak örgütün bu cepheye düzenlediği saldırıyı püskürttü. KBY Mesud Barzani’nin Danışmanı Kifah Mehmud da, Peşmerge Bakanlığı’nın, Irak Savunma Bakanlığı ve Koalisyon Güçleri ile Musul’u kurtarma operasyonu konusunda bir görüşme gerçekleştirildiğini ve operasyona Irak Ordusu ile Peşmerge Güçleri dışında hiçbir milis gücün katılmayacağı konusunda anlaşmaya varıldığını açıkladı. Öte yandan IŞİD de Musul Operasyonu hazırlıklarını sabote etmek amacıyla iki haftadan beridir MahmurGuwer cephesine saldırılarını yoğunlaştırmış bulunuyor. IŞİD mensupları, ağır silahlarla Guwer yakınlarındaki Giwêzat Köyü’nde konuşlanan Peşmerge mevzilerine yönelik saldırı düzenledi. Konu hakkında BasHaber’e konuşan Peşmerge Guwer Güçleri Komutanı Kadir Kadir, saldırıların operasyon hazırlıklarını sabote etmek için yapıldığını belirtti. Kadir, Peşmerge’nin tüm cephelerde iyi konuşlandığını ve bu yüzden IŞİD saldırılarının sonuçsuz kaldığını belitti. Kadir, “Son saldırıda da Pêşmerge Güçleri 15 dakikada teroristlerin saldırısını geri püskürttü“ şeklinde konuştu. “Dünya Peşmerge’yi övüyor ancak silah vermiyor” Kürdistan Bölge Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani, tüm dünyanın IŞİD ile mücadelede Peşmerge Güçleri’ne övgü yağdırdığını ancak Kürdlerin silahlandırılması gündeme geldiğinde taleplerinin karşılanmadığına dikkat çekti. Barzani, bölgedeki siyasi sorunlar kökten çözülmediği ve yeni bir sistem oluşturulmadığı sürece gelecekte de IŞİD benzeri örgütlerin çıkabileceğini söyledi. Voice of America kanalına değerlendirmelerde bulunan Mesrur Barzani, tüm dünyanın IŞİD ile mücadelede Peşmerge Güçleri’ne övgü yağdırdığını ancak Peşmerge’nin elindeki silahların eski olduğunu belirterek, “Kürdlerin silah ihtiyacı karşılanmıyor” dedi. Barzani sözlerini şöyle sürdürdü: “Bana göre bu durum uluslararası toplumun sorumluluğundadır. Ellerinden geldiğince Kürdleri silahlandırmalıdırlar. Bu kadar bedel ödemememize rağmen halen silah ihtiyacımızın olması utanç verici bir durum.“ Kürdlere silah ulaştırma şeklini de eleştiren Mesrur Barzani şu ifadeleri kullandı: “Gönderilen silahlar önce Bağdat’a ulaşıyor. Irak ordusu IŞİD karşısında bazı başarılar elde etmek istiyor ama Peşmerge Güçleri’nin IŞİD karşısındaki başarısı gözler önünde. Biz neden böyle bir rutin uygulandığını anlamakta güçlük çekiyoruz. Neden gönderilen silah yardımı ilk önce Bağdat’ta gidiyor? Neden doğrudan Kürdlere teslim edilmiyor?” diye sordu. 07 Başur ve Rojava MESUT YEĞEN Ateşkese bağlı olsa gerek, Suriye ve Rojava meselesine dair siyasette hararet az da olsa düştü. Şimdi herkes gibi Türkiye de Cenevre’ye ve sonrasına hazırlanıyor. Hazırlıklar yürürken gelen işaretler, şimdiye kadar hüsrandan başka bir sonuç vermeyen Suriye siyasetinin Cenevre ve sonrasında farklı bir netice üretebilmesi için Türkiye’nin eskisinden daha az iddialı olacağını gösteriyor. Çok değil, bir sene önce Türkiye için “Esad gitsin, Sünni Araplar yönetsin, Kürdler abad olmasın” öncelikli siyasetken, malum geçen birkaç ayın öncelikli siyaseti “Halep ve kuzeyi Sünni Müslümanlarda kalsın, Kürdler abad olmasın” oldu. Türkiye’nin Suriye siyasetinin öncelikleri Cenevre ve sonrasında bir kez daha yenilenecek gibi görünüyor: Türkiye, “Halep ve kuzeyi Sünni Müslümanlarda kalsın” fikrinden vazgeçecek görünmüyor ama esas enerjisini “Kürdler abad olmasın” işine hasredeceğe benziyor. Ancak Suriye siyasetindeki öncelikler değişirken Türkiye’nin Güney Kürdistan siyaseti de değişme yoluna girecek gibi görünüyor. Daha doğrusu, Türkiye’nin “Suriye’de Kürdler abad olmasın” siyaseti ancak Türkiye’nin Güney Kürdistan’la ilişkisinin değişmesi pahasına gerçekleşebilecek gibi görünüyor. Aslında işin esası şu: Ortadoğu’ya İhvan çizgisi üzerinden nizam vermek, Esad’ı devirip, Suriye’de Sünni bir rejimle çalışmak işleri yürümediğinden Türkiye için hiç olmazsa Suriye Kürdlerine nizam vermek gerekiyor. Lakin, ABD ve Rusya onay verecek gibi görünmediğinden, Suriye (ve onun üzerinden Türkiye) Kürdlerine nizam verebilmek için İran’ın, Irak Kürdlerine nizam vermesine razı gelmek gerekebilir. Nitekim, Suriye’nin kuzeyinde Kürd oluşumunu Türkiye’nin kırmızı çizgisi ilan eden Erdoğan’ın yakınlardaki konuşmalarından anlıyoruz ki, 2003’te Irak’ın işgal edilmesine destek vermemenin bedeli olarak Güney Kürdistan’ın ortaya çıkmasından hoşnut olmayanlar arasına Erdoğan ve Ak Parti de katılmış. Bu durumda, Suriye Kürdlerinin abad olmamasını temin etmek için Irak Kürdlerinin abad olmamasına rıza göstermek fena bir seçenek gibi durmuyor. Aslında, Ortadoğu’ya nizam verme işlerini beceremeyen Türkiye için ideal durum, tabii ki 1991 öncesine, o eski, güzel zamanlara dönmek olur. Ankara, Tahran, Bağdat ve Şam’ın, aralarındaki ihtilafları ihmal ederek, Kürdleri hep birlikte bir cenderede tuttukları zamanlara. ABD-SSCB dengesi tarafından da desteklenen, Kürdlerin yaşadıkları hiçbir ülkede ses çıkaramadıkları, ses çıkardıklarında da tepelendikleri bu kutlu zamanlar geri getirilebilse fena olmaz görünüyor. Peki bu güzel günler geri getirilemez mi? Aslında zor görünmüyor: Tahran ve Ankara anlaşsa olabilir gibi, çünkü eskisi gibi ortada anlaşması gereken dört başkent, dört ülke de yok. Hem Şam hem de Bağdat Tahran’ın yörüngesinde olduğuna göre iş Ankara’yla Tahran’ın anlaşmasına bakar. Türkiye’nin, Ortadoğu’da kendisine yakıştırdığından daha sınırlı bir role razı olması karşılığında Tahran da bu güzel günlere geri dönmeyi tercih edebilir. Ne de olsa Tahran da kendi Kürdlerinin zamanlarını beklediklerini biliyor. Tahran ve Ankara anlaşırsa kolayca olabilecek gibi görünen “Suriye’de ve Irak’ta Kürdler abad olmasın” siyasetinin handikapları da yok değil tabii. Olur da Ankara ve Tahran “Kürdler abad olmasın” üzerinde uzlaşırsa, ABD ve Rusya, “iyi işte ne güzel anlaştılar” deyip, bu işe onay verir mi? Biraz zor görünüyor. İkinci bir handikap da Kürdlerin ne yapacağına bağlı olarak gelişebilir. Türkiye ve İran’ın Rojava ve Güney Kürdistan abad olmasın siyasetinde uzlaşmaları doğal olarak Kürdistan’ın bu iki parçası arasında bir yakınlaşmaya yol verebilir olabilir. Bu da Kürdleri Irak ve Suriye siyasetinin şimdikinden daha da güçlü bir aktörü kılabilir. Galiba şu ortada: Irak ve Suriye başta olmak üzere, Ortadoğu’da atılacak her yeni adım domino etkisi üretmeye devam edecek. 08 EKOLOJİ BasHaber 14SÖYLEŞİ Mart - 20 Mart 82016 BasHaber 14 Mart - 20 Mart 2016 9 SÖYLEŞİ EKOLOJİ 09 İklim değişir felaket olur Beklenen tehlike Gültekin Çelik / Rihan Roj K üresel iklim değişikliğine atmosferdeki miktarı ve yoğunluğu artan sera gazlarına endüstriyel, tarımsal ve enerji tüketimi gibi faaliyetlerin neden olduğu bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış. Konu hakkında BasHaber’e konuşan Dicle Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü Hidrolik Anabilim Dalı Öğretim üyesi Doç. Dr. Zeynel Fuat Toprak, küresel iklim değişikliğine inanırken, konunun mübalağa edildiğini de vurgulayarak şu açıklamalarda bulundu: “Neden iklim değişikliği var diyorum çünkü tespiti gayet kolaydır. Buzulların erimesi bunun bir delilidir. Bilim camiası deney ve gözlemlerini, ilgili bilgilerini ve makalelerini yazdığı zaman, her bilim insanı o bilgiler üzerinden değerlendirmelerde bulunabiliyor. 2000 ve 2010 yılları arasında çekilen iki fotoğrafı kıyasladığın zaman karlı ve buzlu alanların farkını ayırt etmeyi de biliyorsak doğruluğunu görebiliriz” dedi. Doç. Toprak, iklim değişiklerinin; kuraklık, çölleşme, yağışlardaki dengesizlik ve sapmalar, su baskınları, tayfun, fırtına, hortum vb. meteorolojik olaylardaki artışlar gibi belirtilerle kendini gösterdiğine dikkat çekti. Isınma ve değişim kavramları Diyarbakır ve çevresinde özellikle çalışmalar yaptığını ve konuyla ilgili en az 10 konferans ve seminere katıldığını belirten Doç. Toprak bilimsel çalışmalar sonucunda iklim değişikliğinin kanıtlandığı vurgulayarak; “Ulusal ve uluslararası bir dergide makalelerim yayınlandı ve şu anda Diyarbakır’da küresel iklim değişikliği var mı yok mu üzerine bir doktora tezi yürütüyorum. 1960 yılındaki veriler üzerinden bu güne kadar ki değişimi gözlemliyoruz. İklim değişikliği, sıcaklığın artması olarak mı yoksa soğuması olarak mı kendisi hissettirdiğini ölçüyoruz. Ben iklim değişikliği diyorum ama bazıları küresel ısınma diyor. Doğru olan iklim değişikliğidir. Küremiz bu değişimi salt sıcaklığını artırarak gerçekleştirmiyor ki biz küresel ısınma diyelim. Bazen soğuyabiliyor da. Mesela yaz aylarında yağmur fırtınalarının oluşması, mevsimlerin kayması ve anormal meteorolojik olaylar bunun en bariz örnekleridir. Başka bir örnekte ise bir öğrencimle Amerika’daki fırtına sayıları üzerine bir araştırma yapmıştık ve fırtına sayılarının son 20 yılda hızla arttığını gözlemlemiştik. Bu aynı zamanda can ve mal kaybının da sürekli arttığına işarettir.” İklim değişikliği fırsatçılığı Gelişen ve değişen dünyada insanlığı etkileyen her olaydan nemalanan ve olumsuzlukları bile fırsata çeviren bireylerin olduğu ve bunun için küresel iklim değişikliğinin büyük sermaye sahiplerinin elinde fırsata döndüğünü ve zenginlerini yarattığını belirten Doç. Toprak, “Mesela motorlu araçlardaki egzos gazlarının iklim değişikliğine verdiği zararları azaltmak için eskimiş araçların piyasadan kalkması gerek. Bu şekilde 5 milyon aracın tedavülden kaldırılması gerekiyor. Bu noktada 5 milyon aracın yerine yenisinin alınması 20 bin dolardan hesaplanması 100 milyon dolar gibi devasa bir miktar ortaya çıkartıyor. Bu araçların vergilerini de hesaplarsak bu işin ekonomik boyutunu tahmin bile edemezsiniz ki bu sadece Türkiye için olanıdır.” Bütün bunları düşündüğümüzde sermaye sahiplerinin iklim değişikliğindeki olumsuz durumu kendilerine nasıl bir fırsata dönüştürdüklerini görebilir ve bunu da Avrupa Standartları çerçevesinde ülkelere dayatarak, dünya için tehlike boyutunu abartarak ülkelerin hızla bu yasaları geçirmelerini ve sağlamaya çalıştıklarının da dillendiren Doç. Toprak, “Bazı çevrelerin mübalağa ettiğini ve küresel iklim değişikliğinin büyük sermaye sahiplerinin elinde fırsata döndüğünü ve zenginlerini yarattığını söylemem bu nedenlerdendi” dedi. Kyoto Protokolü Türkiye’nin en son bu protokolü imzaladığını ve ABD’nin imzalamadığını söyleyen Doç. Dr. Zeynel Fuat Toprak Kyoto protokolü hakkında da şöyle konuştu: “Kyoto Protokolü’nün birçok maddesi var ama biz birini inceleyelim. Örneğin gelişmiş bir ülkenin dünyayı kirletme hakkını doldurduğunu ve sanayisini tamamlamış olduğunu düşünelim. Bu ülkenin dünyayı kirletme hakkı kalmamıştır ama gelişmekte olan ya da geri kalmış ülkelerin hakkı var. Bu madde dünyayı kirleten ülkeye diyor ki; ‘Eğer sen hala dünyayı kirletmek istiyorsan Angola veya Etiyopya diyelim onların dünyayı kirletme kotasından kullanabilirsin ama bu ülkelere para vererek yapacaksın.” Bu yönüyle bakıldığında kulağa hoş ve mantıklı geliyor.“ Doç. Toprak sözlerine söyle devam etti: “Aslında bu para direkt olarak bu ülkelere verilmeyecek. Para, Dünya Bankası’na veya büyük sermaye sahibi kurumlara aktarılacak. Peki bu paradan nasıl faydalanacak Etiyopya ve Angola gibi ülkeler? Avrupa Birliği projelerinde olduğu gibi o ülkelerden herhangi bir konuda gelişme amaçlı bir proje isteyecek ama o projelere sürekli bir kulp bulunup geri iade edilecek ve sürekli süründürme politikası ile geçiştirilecek.” Türkiye’nin de payına düşen paranın 300 milyon doları geçtiğini bildiren Doç. Toprak, “Biz bu paradan çok da nemalanıyoruz sayılmaz. Ez azından yapılan projelere bakılırsa verilen ödeneğin 300 milyon doları bulmadığı görülür” dedi. Gezegenimizdeki iklim değişikliği, karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde gözlenen doğal iklim değişikliğinin dışında, doğrudan ve dolaylı olarak küresel atmosferin bileşimini bozan insan faaliyetleri sonucunda oluşan felaketlerdir. Dünyamız büyük tehlike ile karşı karşıyayken bilim dünyası buna çözüm yolları arıyor. Doç. Dr. Zeynel Fuat Toprak BasHaber’e iklim değişikliğini, sebeplerini ve çözüm yollarını anlattı. Felaket senaryoları Küresel iklim değişikliği için şu an bile bütün önlemleri almaya başlarsak ancak 100 yıl sonra bugünün gerisine gidilebileceğini aktaran Doç. Toprak, “500 yüzyıl önceki iklim koşullarına gelmekte yüzlerce yılımızı alır. Her ne kadar sermaye sahipleri durumu kendi çıkarları doğrultusunda abartsalar da yine de önleminin alınması gerektiğine inanıyor ve bunun için bilim camiası olarak mücadele etmeye devam edeceğiz” dedi. Atmosferdeki sera etkili gazların yok olması yüzyıllar aldığını ve IPCC raporlarına göre BM’nin hazırladığı 6 tane senaryo olduğunu ve bu senaryoların tam olarak felaket tellallığı anlamına geldiğini de sözlerine ekleyen Doç. Toprak, “Bir tanesinde eğer sıcaklık yüzde 3 artarsa kutuplar insan habitatına açılacak ve buraların hepsi çöl olacak. Aynı zamanda dünya kıtalar bazında küçülecek ve Hollanda ile ada ülkeleri ve okyanusa kıyısı olan yerler sular altında kalacak. Dünya mükemmel bir canlı sadece insan değil bütün canlıların göçüne şahitlik edecek” dedi. Su kaynaklarının tahribatı Dünyada en çok su kaynağı çöl ve karasal ikliminin hakim olduğu yerlerde olduğunu ve büyük kuraklıklarının yaşandığı sırasında bu suyun kullanılmaması gerektiğini vurgulan Doç. Dr. Zeynel Fuat Toprak, “Maalesef bu alanlar zaruri ihtiyaçlar dışında kullanılıp ve kuyu kazılmış olmasından dolayı başta Diyarbakır ve bütün dünyada mükemmel bir kaynak tahribatına yol açmıştır. Bugün Suudi Arabistan, Libya ve Türkiye’nin delik teşik kaynakları bertaraf edilmiştir. Çözüm olarak da sera gazının salgılanmasını azaltmak gerekir. Ya da basit bir örnekle benzin, mazot ve diğer yakıtlarla çalışan araçlar yerine elektrikli araçların kullanılması gerek” dedi. Kayagazı Türkiye’de alternatif olamaz J Reyhan Akgün eoloji Yüksek Mühendisi Doç. Dr. Orhan Kavak, son dönemlerde konuşulan kayagazının ne olduğunu ve Türkiye’deki durumunu BasHaber’e değerlendirdi. Kayagazının bilindik doğalgazın bir benzeri olduğunu vurgulayan Kavak, “Kayagazı normal gazın bir benzedir ancak kayagazı belirli veya belli bir alanda birikmemektedir kayaçların gözeneklerinde dağınık bir şekilde biriktiğinden dolayı kayagazı olarak nitelendirilmektedir” dedi. Kayagazının yüksek maliyetlerle çıkarıldığını belirten Kavak, kayaçların gözeneklerinde biriken gazların birbiriyle bağlantısının olmadığını bunların bir araya getirilmesi için yüksek maliyetlerin gerektiğini ve miktarın az olduğunu söyledi. Kayagazının normal enerji kaynaklarından hiçbir farkının olmadığını belirten Kavak, “Doğalgazdan hiçbir farkı yoktur, sadece çıkarılma maliyeti yüksek, üretimini yapmak çok zor bir gazdır. Doğalgaz toplu halde bir alanda bulunmaktadır, üretimi kolay ve maliyeti düşüktür. Ancak kayagazının toplu bir alanda bulunmaması çıkarma maliyetini yükseltmektedir.”diye konuştu. “Türkiye’nin 10 yıllık doğalgaz ihtiyacı karşılanır” Türkiye’de petrol rezervlerinin olduğu alanlarda doğalgazın mevcut olduğuna değinen Kavak, Bölgede Diyarbakır’ın Hazro ilçesinde ve merkezin bir kısmında gaz olduğunu Türkiye’de ise Tekirdağ ve İç Anadolu bölgesinde olduğunu dile getirdi. Türkiye deki doğalgaz rezervlerinin olmamasını petrol rezervlerinin az olmasından kaynakladığını aktaran Kavak, konuşmasına devamla şöyle dedi: “Bilindiği gibi petrol bir kapan halinde bulunmaktadır bu kapanın en altında tuzlu su üstünde petrol ve en üstünde de gaz bulunmaktadır. Dolayısıyla petrol olmadığı yerlerde kayagazının da olması mümkün değildir. Bu sebeple olduğuna dikkat çeken Kavak, bu kuyukayagazı rezervleri çok azdır. Yapılan son lardan hiçbir sonuç alınamadığını yabancı araştırmalara göre Türkiye’nin ihtiyacı bir firmanın açtığı kuyuların ise güvenlik olan doğalgaz ihtiyacının yaklaşık 10 yılına gerekçesiyle durdurulduğunu ve bilinen hitap etmektedir. Mevcut bulunan kayagazı başka bir çalışmanın olmadığını söyledi. rezervlerimizin tamamı üretildiği takdirPetrol fiyatlarının düşmesinde kaynaklı bir de şu anki tespitlere göre 10 yıl boyunca çok firmanın küçülmeye gittiğini söyleyen Türkiye’nin gaz ihtiyacını karşılayabilecek” Kavak, doğalgaz arama faaliyetlerini sadece dedi. Doğal enerji kaynakları yenilenebilir İngiltere’nin Kuzey Denizi’nde sürdüğünü enerji kaynakları oldubelirtti. Kavak, “DoğalSon dönemlerde sıkça söz edilen gazının kullanımı hiçğuna ancak kayagazının yenilenemediğine değikayagazının alternatif bir enerji bir şekilde Türkiye’yi nen Kavak, Türkiye’de kaynağı olabileceği konusu halen dışa bağımlılıktan kayagazı üretilmeye kurtarmaz. Her türlü tartışmalı. Uzmanlar kayagazının kullanım makineleribaşlandığında 10 yıl sonra bütün rezervleri- dünya genelinde birçok ülkede bu- miz, fabrikalarımız, nin biteceğini aktardı. lunduğunu ancak Türkiye’de sadece evlerimiz araçlarımız doğalgazla çalışmakta10 yıllık ihtiyacı giderebileceğini dır. Her şey doğalgaza “Kayagazının vurguluyor. Türkiye’deki kayagazı endeksli çalışıyor” diye çıkarılması ekolojiye zarar veriyor” rezervlerinin çıkarılma maliyetleri konuştu. Kayagazının kilometçok yüksek olmasından kaynaklı “ABD’nin kayagazı relerce yatay sondajdan şimdilik alternatif gibi görünmüyor. kullanımı KBY’yi sonra çıkarıldığını dile getiren Kavak, “Kayalaetkileyecektir” rın içinde dağınık haldeki kayagazını belli Amerika’nın kayagazını kullanmaya bir alana toplamak için sondajdan sonra başlamasının Kürdistan Federal Bölgesi’ni kimyasal maddeler enjekte edilmektedir (KBY) etkileyeceğini söyleyen Kavak, ve kimyasal maddeler enjekte edildikten “KBY’de bulunan petrol rezervlerini sonra belirli patlatmalar yapılıyor. Bu karıştırmamak lazım, orda petrol de var kagözeneklerin birbirine bağlantısı sağlanyagazı da var. Onların üretimi ilerde dünya dıktan sonra kayagazıbir yerde toplanıyor enerji alanına çok ciddi etki yaratacaktır. ve çıkarılıyor” dedi. Yapılan bu işlemlerin Zaten şu anki mevcut savaşın nedenlerinçevreye ciddi zararlar verdiğini hatırlatan den biride petrol ve doğalgazdır. ÜretilmeKavak, “Ekolojiye zararlarında bir tanesi de miş ciddi petrol ve kayagazı rezervleri var. içeriye kimyasal maddenin enjekte edilmesi Amerika’nın kayagazını kullanması KBY’yi ve patlatma gerçekleştirilmesidir. Öncelikde etkileyecektir” diye belirtti. Türkiye’deki le bu kimyasal kayaçlara ve uzun bir süre mevcut teknolojilerin kayagazı üretimine sonrada toprağa ve suya zarar vermektedir. uygun olmadığına değinen Kavak şöyle Kısa vade de olmazsa da uzun vade de konuştu: “Kayagazı için bir takım metot ve ister istemez yer altı sularına etki edecekteknolojilerle uygulamalar yapılıyor, ancak tir. Bu yer altı sularına etki etmesiyle de çıkartılacak kayagazının teknolojisini tam canlılara ve her şeye zarar verecektir” diye olarak tespit etmiş değiliz. İlerde belki konuştu. Türkiye de kayagazı için açılan daha uygun ve düşük maliyetli yöntemilk kuyunun Diyarbakır’ın Hazro ilçesinde ler ile çıkarabiliriz, şuan risk çok fazla ve Türkiye’nin 10 yıllık doğalgaz ihtiyacına hitap edecek istihdam alanı da belli bir süreyi kapsayacak. İstihtam alanı da yaratmayacaktır. Sadece 10 yıl boyunca İran ve Rusya gibi ülkelerden gaz almayacağız, ülke ekonomisine böyle bir katkısı olur.” Kayalara hapsolmuş enerji Genel Jeoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. M. Şefik İmamoğlu, ise kayagazının geçimlilik özelliği olmayan kayalara hapsolan gazlardan oluştuğunu dile getirdi. Geçimlilik özeliği olmayan bu kayaçlardan gazların çıkarılmasının maliyetle bir işlem olduğuna dikkat çeken İmamoğlu, “Doğalgazdan tek farkı bu gazın kayalara haps olmasıdır. Doğalgaz büyük kaynaklar olarak bir arada bulunur. Ancak kayaların içinde küçük gözeneklerde hapsolan kaya gazıdır.” Yenilenebilir enerji kaynaklarının dışında kalan petrol, kömür ve doğalgazın tükenebilir doğal kaynaklar olduğunu belirten İmamoğlu: “Kayagazının petrol, kömür ve diğer doğalgazdan farkı hapsolmuş bir gaz olmasıdır. Sondajla toplanan gazı çıkarmak çok kolaydır ancak kayagazını almak bir takım zor işlemler gerektiriyor. Seviyenin olduğu yere kadar sondaj ile iniliyor daha sonra yataylamasına o birimin içinde geniş uzunca bir alana kadar gidiyorsunuz ve belli alanlarda patlatmalar yapıyorsunuz. Kayayı parçalıyorsunuz, parçaladıktan sonra oranın içine çok ince kumlu sıvılar enjekte ediyorsunuz. Aradan rahatlıkla gaz sızdırabilsin. O sızdırmazlığı oluştursun diye yapılan bu işlem çok maliyetli ve fiyatını da yükseltiyor” diye konuştu. Amerika gibi bir çok gelişmiş ülkenin kayagazı rezervlerini tespit ettiğini ancak çıkarmadığını söyleyen İmamoğlu, bu ülkelerin başka yerlerde bulduğu ucuz enerji kaynaklarını kullandığını ancak kendi rezervlerini ellerinde tutuğunu aktardı. 10 ROJAVA BasHaber 14 Mart - 20 Mart 2016 Cenevre yine PYD bilmecesi ile açılıyor S Esad’ın danışmanlarından Buseyna Şaban ise böyle bir planın Suriye halkına hizmet etmeyeceğini söylemişti. Federasyon tartışmalarına Erbil de dahil olmuş, Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’de Rojava’daki siyasi partilere, “federasyonda ısrar edin” çağrısı yapmıştı. Rojava’daki öncü Kürd partilerinden olan PYD ve ENKS de federasyon talebinde bulunuyor. Mehmet Salih Batırhan uriye rejimi ve muhalefeti 14 Mart’da Cenevre III toplantılarına devam etmek için İsviçre’ye gitmeye hazırlanıyor. PYD’nin ikinci etabı yapılacak toplantılara katılıp katılmayacağı merak konusu olmaya başladı. Rusya Devlet Başkanı Putin ve BM Suriye Özel Temsilcisi PYD’nin Cenevre’ye katılmalarının önemli olacağını açıklarken, PYD’li yetkililer BasHaber’e yaptıkları açıklamalarda Cenevre’ye gitmeye hazır olduklarını ve davet beklediklerini söyledi. ABD Dış İşleri Bakanı John Kerry’nin fitilini ateşlediği “Suriye’de federasyon olabilir” tartışması da devam ediyor. ABD, Rusya ve Erbil’den sonra BM’de gelişmelere müdahil olarak federasyonun tartışılması gerektiğini açıkladı. Uzmanlar Suriye’de federasyonun çözüm olacağını ifade ediyor. Öte yandan 27 Şubat’da ilan edilen taraflar arasındaki “ateşkes” de devam ederken uzun bir süredir abluka ve selefi grupların saldırısı altında olan Şêx Meqsûd Mahallesi’ndeki çatışmalar da devam ediyor. Bölgedeki kaynaklar durumun ciddi olduğunu ve şimdiye kadar onlarca sivilin yaşamını yitirdiğini belirtiyor. Suriye iç savaşı konulu Cenevre görüşmeleri bir kez daha uluslararası diplomasinin temel gündemi oluyor. Putin ilk görüşmeye katılmayan PYD’nin toplantıya katılması gerektiğini söylerken, BM Temsilcisi Staffan de Mistura da Kürdlerin Cenevre’de olmasının önemli olacağını açıkladı. Cenevre’den gelecek davetiyeyi bekleyen PYD yetkilileri de davetin gelmesi halinde toplantının ikinci etabına katılacaklarını belirtiyor. ENKS, muhalefet çatısı altında toplantıya katılıyor. PYD Cenevre’ye gidecek mi? Defalarca ertelenen Cenevre III Toplantısı’nın 14 Mart’da tekrar başlayacağı öğrenildi. PYD’li yetkililerin sözkonusu toplantıya katılıp katılmayacakları da tekrar tartışılmaya başlandı. 25 Ocak’ta BM Suriye Özel Temsilcisi Stefan de Mistura’nın başkanlığında gerçekleşen toplantıya, Şam rejimi ve Suriye muhalefeti katılırken PYD yetkilileri toplantıya davet edilmemişti. Rusya PYD’nin davet edilmesi gerektiğini açıklarken, Türkiye PYD’nin Cenevre Toplantısı’na katılmaması için özellikle Almanya üzerinden BM’ye baskı yapmıştı. PYD’nin toplantıdaki olası pozisyonu da şimdiden tartışmalara neden olmaya başladı. PYD’nin toplantıdaki pozisyonunun belirsizliği ise devam ederken, toplantıya katılması halinde masanın hangi tarafında yer alacağı konusu henüz netleşmiş değil. sağlama konusunda görevlendirildiğini açıkladı.Öte yandan bu gün Rus 24 Tv kanalına açıklamalarda bulunan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’de 14 Mart’da yapılması beklenen Cenevre toplantısına Kürdlerin katılması gerektiğini söyledi. Putin’in açıklamalarının yanı sıra Rusya Dışişlerine bağlı Ortadoğu ve Kuzey Afrika Masası Müdür Yardımcısı Andre Ban, de Kürdlerin Suriye’de yaşayan halkların başat bir halkı olduğunu söyleyerek, Kürdlerin Cenevre görüşmelerinde yer almasının gerekli olduğunu söyledi. Sözkonusu açıklamaların bir diğer Kürd gücü olan ENKS’nin Suriye muhalefeti çatısı altında toplantılara katılması ile ne denli ilgili olduğu da bilinmiyor. Staffan de Mistura: Kürdlerin Cenevre’ye katılımı önemli BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, önümüzdeki günlerde Cenevre’de yeniden başlanacak olan görüşmelere Kürdlerin temsilcilerinin de katılabileceğini ve bunun önemli olduğunu söyledi. BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan De Mistura, önümüzdeki günlerde Cenevre’de yeniden başlanacak olan görüşmelere Kürdlerin temsilcilerinin de katılmasının önemini çok iyi bildiklerini belirtti. Ayrıca de Mistura, kendisinin BM Güvenlik Konseyi tarafından görüşmelere en geniş katılımı PYD’li Dibo: Davet gelirse katılırız PYD’nin Cenevre’ye katılıp katılmayacağı tartışmalarının yeniden alevlenmesine dikkat çeken PYD Dış İşleri Komiysonu Üyesi, Sehanok Dibo BasHaber’e değerlendirmelerde bulundu. PYD’siz yapılan toplantıların sonuçsuz olacağını defalarca dile getirdiklerini açıklayan Dibo, uluslararası güçlerin bunu gördüklerini ve Suriye krizinin çözüm toplantılarında PYD’yi muhatap alacaklarını açıkladı. Dibo, “Suudi Arabistan, Türkiye ve diğer Sünni ülkeler bölgede siyasi, askeri ve ekonomik güç olmamızı istemiyorlar. Ceneve I – II ve Cenevre III’ün ilk toplantısında önümüzde set oldular” değerlendirmesini yaptı. Dibo davet gelmesi durumunda toplantıya katılacaklarını söyleyerek, Kürdlerin Cenevre’de temsil edilmesi gerektiğini ve Suriye krizindeki ajandalarının, açıklamalarının önemli olduğunu vurguladı. Federasyon tartışmaları da devam ediyor Öte yandan federasyon tartışmaları da hız kazanmaya başladı. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, ateşkes ve BM Suriye için siyasi geçişi öngören sürecin de başarısızlıkla sonuçlanması halinde, ABD’nin, Suriye’nin parçalara bölünmesini de içeren daha agresif bir tutum sergileyeceğini söylemişti. John Kerry geçtiğimiz hafta, “Rusya ve İran, Suriye barış sürecinin gerçekleşmesi konusunda ciddi değillerse, o zaman daha çok fikir ayrılığına sebebiyet verebilecek ve meseleyi daha da alevli bir halde biçimlendirebilecek B Planı’na geçmemiz gerekir” demişti. Öte yandan Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Riyabkov ise, Lavrov’un açıklamasından birkaç gün sonra, 29 Şubat’ta Moskova’da düzenlediği basın toplantısında, çatışmaların beşinci yılına giren Suriye ile ilgili “federal devlet olabilir” diyerek Rusya’nın Suriye’de federal sisteme uzak olmadığını ima etmişti. Beşar Prof. Dr. Rafik Sulaiman: Federasyon çözüm olabilir Mardin Artuklu Üniversitesi akademisyenlerinden Prof. Dr. Rafik Sulaiman ABD, Rusya ve Rojava Kürdlerinin tartıştığı federasyonun Suriye’ye çözüm getitip getirmeyeceği konusunu BasHaber’e değerlendirdi. Prof. Dr. Rafik Sulaiman, Suriye’de Suriye Sünnilleri ve Suriye Alevileri arasında 5 yıldır bir savaşın olduğunu söyledi. Sulaiman, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın Suriye’deki Sünnni gruplara, İran, Lübnan Hizbullah’ı ve Yemen’deki Husileri ve Rusya’nın da Suriyeli Nusayri gruplara destek verdiğini açıkladı. Prof. Sulaiman, Rusya ve ABD’nin bölgede kalıcı olmaya çalıştığını savunarak, Rusya’nın Nusayrilerin yaşadığı bölgelerde, Fransa, ABD, Almanya ve İngiltere’nin de Sünni ve Kürdlerin bölgelerinde kalıcı olacağını belirtti. Suriye’nin fiili olarak bölündüğünü savunan Sulaiman,”Suriye fiili olarak bölünmüş bir durumda. Federal bir Suriye bölgedeki çatışmaları azaltabilir ve sonlandırabilir. Uluslararası güçlerin böyle bir planının olduğunu söyleyebiliriz. Kürdlerin de defakto bir federal yönetimleri var. Suriye’de çözüm federal yapı olacak bu yakın zamanda ortaya çıkacak” diyor. Ehmed Hisso: Şêx Meqsûd abluka altında Ateşkesin devam ettiği Suriye’de Ahrar El Şam ve El Nusra’nın Halep’teki Şêx Meqsûd Mahallesi’ne saldırıları da devam ediyor. Halep’in Şêx Maqsud Mahellesi’ndeki saldırıları BasHaber’e değerlendiren Ceyş el Siwar Basın Sözcüsü Ehmed Hisso, ateşkesin ilan edilmesinden sonra Kürdlere saldırıların arttığını ve sivillerin katliam tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu açıkladı. Hisso, “Nureddin Zengi Taburları, Liwa 13, Birinci Fewc, 116. Fırka ve Ebû Ehrar El-Şam, ElCebhe El-Şamiye, Sultan Murad Tugayı, Fatih Sultan Mehmet Taburları, Feqtesim Kema Emert Taburları, Emara Taburları Şêx Meqsûd’a saldırıyor. Ateşkes başladıktan bu yana onlarcası katledildi. Türkiye’den destek alan grupların Kürdlere saldırıları ateşkesin bir anlamı olmadığını gösterdi” dedi. Ehmed Hisso, Şêx Meqsûd’da bulunan YPG birliklerinin, saldırılara cevap verdiğini ifade ederek, abluka altındaki mahallede durumun ciddi olduğunu söyledi. BasHaber HABER 14 Mart - 20 Mart 2016 15 bin Peşmerge Musul’a gidiyor I Siwar Bedirxan rak ve Kürdistan Bölge Yönetimi’nde gözler Musul Operasyonu’na çevrilmiş durumda. Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u Haziran 2014’te işgal eden IŞİD, kentteki ağır silahları ele geçirerek Irak ve Suriye’de büyük alan hakimiyetine sahip oldu. IŞİD, Musul vilayetinin yanı sıra, Tikirit, Ramadi ve Feluce’yi de kontrol altına alarak bu bölgelerden KBY’ne doğru büyük göç dalgalarına da neden oldu. Musul Operasyonu’nun konuşulduğu günlerde, IŞİD’in ilerleyişine son veren Peşmergelerin operasyona katılımları da tartışma konusu oluyor. Geçtiğimiz hafta Bağdat’ı ziyaret eden ABD Başkanı Barack Obama’nın IŞİD İle Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk, Musul Operasyonu’nun başlamak üzere olduğunu açıklarken Irak Ordusu’na bağlı 750 yakın askerin KBY’nin Mahmur İlçesi’ne operasyon için konuşlandı. KBY Başkanı Mesud Barzani’nin Danışmanı Kîfah Mehmûd, Peşmerge Bakanlığı’nın, Irak Savunma Bakanlığı ve koalisyon güçleri ile Musul’u kurtarma operasyonu konusunda bir görüşme gerçekleştirildiğini ve bazı konularda uzlaşıldığını söyledi. Mehmûd, Musul Operasyonu’na hiçbir milis gücün katılmayacağı konusunda anlaşmaya vardıklarını ve Heşdi Şabi ve PKK’nin operasyonda yer almayacaklarını söylüyor. Musul Operasyonu’nundaki askeri hazırlıkları öğrenmek için görüştüğümüz Mahmur’daki KBY Peşmerge komutanları harekatın hazırlık sürecinde olduğunu Peşmerge’nin operasyona katılabilmesi için yardımların yapılması gerektiğini ve ”Sünnilerin jandarması” olmayacaklarını ifade ediyorlar. Peşmerge’ye ağır silah talebi Mahmur Cephesi komutanlarından General Nejad Eli, Peşmerge’nin operasyondaki rolüne ilişkin BasHaber’e çarpıcı açıklamalarda bulundu. KBY Başkanı Mesud Barzani ve Erbil’in Şengal Operasyonu ile IŞİD’e ağır darbe vuran KBY Peşmergeleri IŞİD’in Musul ile Rakka arasındaki ikmal yollarını kesmişti. Ulusulararası bir sorun haline gelen Musul Operasyonu için de gözler yine KBY Peşmergelerinde. KBY komutanları operasyon için hazır olduklarını açıklarken, Erbil, Peşmerge’nin operasyona katılması için uluslararası koalisyondan ağır silahlar, Bağdat’tan da, Musul’daki Kürd yerleşim yerlerinin kontrolünü istiyor. Bağdat Hükümeti ve uluslararası koalisyon ile operasyonu konuştuğunu açıklayan Eli, Erbil’in Peşmerge’nin operasyona katılması için uluslararası koalisyona ve Bağdat’a bazı şartlar sunduğunu söylüyor. Erbil’in şartlarından birinin Peşmerge’ye ağır silahlar verilmesi olduğunu açıklayan Eli, “Peşmerge’nin IŞİD’e karşı elde ettiği başarılar ortada. Peşmerge’nin yer almayacağı bir operasyonun başarılı olması mümkün değil. Şartlarımız var. Bize ağır silahlar gönderilmediği sürece, Musul çevresinde yaşayan Kürd köylerinin kontrolü bize verilmediği sürece operasyona katılmayacağız. Irak ve uluslararası kaolisyon istiyor diye Musul Operasyonu’na dahil olmayacağız” ifadelerini kullanıyor. Nejad Eli, Peşmerge’nin Şengal Operasyonu’da gösterdiği başarının Musul’da da göstermeye hazır olduğunu ancak şartlarının yerine gelmesi ile operasyonun başlayacağını savunuyor. Musul çevresindeki Kürd köylerinin kontrolünün Peşmerge’ye verilmesini de uluslararası koalisyona ve Bağdat’a şart olarak sunduklarını söyleyen Eli, “Musul çevresinde yüzlerce Kürd köyü ve yerleşimi var onların kontrolü de Peşmerge’nin elinde olmalı. Ordaki yurttaşlarımızın can ve mal güvenliklerini de bizim sağlamamız lazım. Kürdlerin yaşam alanlarını Irak Ordusu’na ve Sünni Araplara bırakamayız” ifadelerini kullandı. General Ehmed Gerdi: 15 bin Peşmerge katılacak Ekim 2014’te KBY Parlamamentosu’nun isteği ve KBY Başkanı Mesud Barzani’nin kararı ile Kobanê’ye giden ilk 150 kişilik Peşmerge birliğine komuta eden ve şu anda Mahmur Cephsi’nde bulunan General Ehmed Gerdi’de BasHaber’e olası Musul Operasyonu’nu değerlendirdi. Peşmerge’nin Barzani ve Peşmerge Bakanlığı’nın vereceği kararları yerine getirmeye hazır olduğunu söyleyen Ehmed Gerdi, Musul Operasyonu için kimi kararların alındığını ve Peşmerge’nin operasyona 15 bin kişilik bir kuvvetle katılacağını söylüyor. Operasyon tarihini güvenlik kaygıları ile açıklamayan Gerdi, Peşmerge’nin Musul’un şehir merkezine de girmeye hazır olduğunu dile getiriyor. “Musul’daki IŞİD, KBY için tehdit” Konuşmasının devamında, Peşmerge’nin yankı uyandıran Şengal Operasyonu’na da değinen Gerdi, “Peşmerge her zaman operasyonlar için hazır durumda. Şengal Operasyonu Peşmerge’nin savaş tecrübesini herkese kanıtlamıştır. Uluslararası koalisyon ile olan koordinasyonumuz IŞİD’e büyük darbeler vurmuştur. Musul Operasyonu’na katılacak Peşmergeler de aynı başarıyı elde edecekler” değerlendirmesinde bulundu. IŞİD’in Suriye’nin Rakka kentinde de zayıfladığını açıklayan General Gerdi, Musul’un alınmasının hayati olduğunu söylüyor. Gerdi, Musul’un KBY’ne yakın olduğunu ve IŞİD’in Musul’daki varlığının KBY’ye tehdit oluşturduğunu açıklayarak, “KBY kendi güvenliği için de IŞİD’in Musul’dan çıkarılması için elinden geleni yapacaktır. Musul’un alınması KBY’ni de rahatlatacaktır” şeklinde konuşuyor. “Heşdi Şabi ve PKK operasyona katılmayacak” “PKK gerillaları ve Heşdi Şabi milisleri Musul Operasyonu’na katılacaklar mı?” sorumuza “Musul halkı ve uluslararası güçler operasyona Irak Ordusu’nun ve Vatan Cephesi kuvvetlerinin katılmasını istiyor. Özelikle Musul halkı ve Musul’daki Sünni aşiret ileri gelenleri Peşmerge’yi Musul’da görmek istediklerini ifade ediyorlar. Heşdi Şabi’nin Musul’a girmesi mezhep kargaşasını büyütecektir. PKK de katılmayacak. Karar böyle alınmış. Irak Ordusu ve Peşmerge beraber operasyona katılacaklar ve IŞİD’i Musul’dan çıkaracaklar” yanıtını veren Gerdi, IŞİD’in Irak’tan tamamen çıkarılması için Irak Ordusu ile başka operasyonların da yapılabileceğini ifade ediyor. 11 Hukukun üstünlüğü mü üstünlerin hukuku mu? AHMET ÖZER İnsan bir toplum düzeni kurmak ve bu düzen içinde yaşamak zorunda ise onun mekanizmalarını bulmak ve yaşatmak zorunda. Çünkü onun her şeyden önce fiziki varlığını korumak için diğer insanlarla bir arada yaşaması ve işbirliği yapması gerekiyor. Ancak insanda toplumsal eğilimler kadar ona karşıt eğilimler de bulunur. Kimi insan(lar) aynı zamanda çıkarı için başkalarına zarar vermekten, gücünü başkalarını yok edinceye kadar kullanmaktan çekinmeyen bencil kişiliklerdir. İnsan insanın ilacı olabilirken Hobbes’ın dediği aynı zamanda “insan insanın kurdu” da olabiliyor. Bu nedenle insanlar bir düzen kurduklarında gücün sınırlarını güçsüz olanı düşünerek sınırlandıran sistemler oluşturmuşlardır. Çünkü sınırsız güç kullanılması toplum yaşamını zehirler ve onu yok eder. O yüzden doğa yasalarının dışında normların (kuralların) bulunması gerekir. Bu normları bulan insanoğlu buna toplum içinde herkesin uyması gereken “hukuk düzeni”dedi. Peki hukuk neye göre nasıl olacak veya nasıl işleyecek? İşte burada da işin püf noktası şudur: Toplum içinde bireylerin güvenilir olmasını sağlayan hukukun öncelikle kendisinin güvenilir olması zorunlu. Çünkü kendisi için güvenilir olmayan normlar silsilesi başkalarının güvenliğini nasıl sağlayabilir ki? İşte bunu da sağlayacak bir otorite oluştu, ona da devlet denildi. Yani hukuk, devleti oluşturdu. Bu noktada asıl sıkıntı bizatihi devletten çıktı. Ya devlette güvenli değilse? Onu ele geçirenler kendi çıkarları için kullanıyorsa? Burada da işin püf noktası şudur: Hukukun gerçek bir güvenlik sağlamasının önemli bir koşulu da hukuk düzeninin arkasında bulunan devletin, somut anlamda yönetenlerin de kendilerini aynı hukuka tabi kılmasıdır. Bu da eşitlik ilkesinin gereğidir. Yani cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, yüksek yargı, komutanlar, zenginler herkes bu hukuka tabidir. Kimse hukuk kurallarından azade ve üstünde değildir. Cumhurbaşkanı çıkıp ben AYM kararını tanımıyorum diyemez. Derse; a) O Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı olduğunu hatırlaması lazım, aksi taktirde o zaman Cumhurbaşkanlığını tanımamayı önermiş olur. b) Başkalarının da istemedikleri kararlara uymamasının ve kargaşanın önünü bizatihi kendisi açmış olur. c) Hukuk düzenini koruması gereken biri olarak düzeni sabote etmiş olur. e) Anayasal suç işlemiş olur. Böyle biri, halkın gözünde Cumhurbaşkanlığını tartışmalı hale getirir. Çünkü bizi bir arada tutan temel tutkal hukuktur ve hukuk herkes için geçerlidir, kimse hukuktan üstün değildir velev ki Cumhurbaşkanı olsa bile. Anayasayı, kanunları beğenmeyebilir, eleştirebiliriz. Ama yürürlükte oldukları müddetçe herkes onlara uymak zorundadır. Kimse mahkemenin kararını,“beğenmedim onun için tanımıyorum, uymuyorum” diyemez. O yüzden demokratik devlette üstünlerin hukuku yok, hukukun üstünlüğü vardır. Peki ya böyle kurulmuş olan düzen adil işlemiyorsa, kişlerin keyfi tutumları hüküm sürüyorsa, ya birileri bu mekanizmaları ele geçirip kendi çıkarı için kullanıyorsa, kısacası hukuk egemen ve üstün olması gerekirken kendini üstün gören güçlü birileri egemen oluyorsa? İşte o zaman rejim meşriyetini kaybeder, birey ve toplum buna haklı olarak rıza göstermez, değiştirmeye çalışır, bu onun en doğal hakkı haline gelir. Diğer bir deyişle insanın yukarıda anlattığımız vasıflarından ötürü bir düzenden memnun olmama hakkı vardır. Ancak bu hak tek başına yetmez. Bu düzenden memnun olmayanların onu değiştirme görevleri de vardır. Bu görevi yerine getirmenin riskleri olabilir. O taktirde her bir birey bunu diğerinden beklemeye başlarsa toplumsal felç durumu meydana gelir o zaman da hiçbir şey değişmez. Demek ki sadece istemek yetmez yapmak/değiştirmek gerekir. Bu aynı zamanda insanın insanlık onuruna yakışır düzeyde yaşamayı isteme hakkıdır. 12 SURİYE BasHaber Rusya, Suriye’de kazanabilir mi? T İskender Kahraman ürkiye’de ‘Rus dış politikası’ denince akla ilk gelen husus Rusya’nın çarlık döneminden bu yana takip ettiği ‘sıcak denizlere inme amacı’ olmakta. Fakat Moskava’nın dış politikasının sadece bu olmadığı, çok daha geniş bir vizyona sahip olduğu bilinmektedir. Dünya gaz üretimin yüzde 24’üne, petrol üretiminin yüzde 7 sine, silah ticaretinin yüzde 24’üne sahiplik eden Rusya, başta nükleer güç olmak üzere askeri bakımdan ABD’den sonra dünyadaki ikinci güç. Balkanlardan Alaska’ya, Suriye’den Kuzey Avrupa’ya, Tacikistan’dan Sibirya’ya kadar etki olanına sahiptir. Yeltsin’den sonra devlet başkanlığına gelen Putin, çok boyutlu bir dış politika anlayışı ile hareket etmiş ve SSCB’nin yıkılışından sonra Rusya yeniden yükselen bir güç haline gelmiştir. Putin’in bu çok boyutlu dış politikası Ortadoğu ile olan ilişkileri de etkilemiştir. Rusya’yı Ortadoğu’ya daha fazla yönelten başka bir sebep ise, Balkanlarda AB’nin, Asya-Pasifik bölgesinde de Çin ile Japonya’nın etkin olmasıdır. Rusya’nın Ortadoğu politikasının ikinci boyutu, bölgedeki devletler dışı aktörlerle diyalogun kurulması üzerinedir. Hizbullah, Hamas ve PYD ile olan ilişkiler buna örnek teşkil etmektedir. Ortadoğu politikasında SSCB’nin uygulamalarını devam ettiren Rusya, AB, ABD, BM ve Rusya’dan oluşan Ortadoğu dörtlüsünün HAMAS’ı dışlamayan tek üyesidir. Üçüncüsü, Rusya’nın tarihi hedefleri için Ortadoğu ve Akdeniz’deki etkinliğini artırmaktır. Bunlara ek olarak Rusya, dbölgesel anlamda ABD’nin ve Batı’nın etki alanı olarak kabul ettiği Ortadoğu’da siyasi anlamda Batı ile karşı karşıya gelmenin kendisine yarar sağlamayacağının farkındadır. ABD ve Batı ile Ortadoğu’da karşı karşıya gelmemeye özen göstermektedir. Dikkat edilirse Rusya ile ABD’nin tarihsel olarak herhangi bir konu üzerinde uzlaştıkları nadirdir. Ancak Rusya ile ABD Suriye konusunda şimdi ise birlikte çalışmaktadır. Önemli kale: Suriye SSCB’nin çökmesinin ardından Rus- 20 yıl öncesine kadar dünyanın yarısından fazlasını hem ideolojik/politik hem de kültürel ve teknolojik olarak doğrudan etkileyebilen küresel Sovyet gücünün birikimini barındıran Rusya, çok yönlü dış politika ilkesi ile hareket etmekte. Doğu Akdeniz’deki çıkarları için Suriye savaşına bulaşan Rusya, Kafkasya ve Orta Asya’daki etkinliğinin yanı sıra Ortadoğu’da uzun bir süre varlık gösterecek gibi görünüyor. ya Federasyonu’nun sınırlarında birçok Müslüman devlet ortaya çıktı. Bu da Moskova’da başta İran olmak üzere Ortadoğu’daki ‘radikal İslamcıların’ bu bölgeye akın edeceği endişesine yol açmış dolayısıyla, Moskova’nın, Ortadoğu politikasında İran’a öncelik vermesine neden olmuştu. Fakat SSCB’den sonra Rusya ile İran iyi ilişkiler geliştirdi. Bu sıcak ilişkilerden dolayı Rusya, İran kontrolündeki Hürmüz Boğazı’nı hala kullanabilmektedir. Dolayısıyla Rusya’ya radikal dincileri sevk edecek yer şuan Suriye’dir. Başka bir deyişle, Suriye’ye olan ilgisi yeni olmayan Rusya, Ortadoğu’da tarihsel öncelliği İran’a vermişse de son zamanlarda Suriye üzerinde odaklanmıştır. Halihazırda, Rusya’nın eski Sovyet toprakları dışındaki tek deniz üssü Tartus’tadır. Tartus üssü 1977 yılından bu yana Rus donanması tarafından kullanılmaktadır. Çeşitli yayın kuruluşu Rusya’nın Lazkiye’de bir hava üssünün inşa edildiğini ve çok sayıda Antonov tipi büyük askeri kargo uçağının son günlerde buraya geldiğini söylüyor. Ayrıca, Rusya’nın Lazkiye’ye T-90 tankları gönderdiği, ağır zırhlı araçlarını ve SA-22 hava savunma sistemlerini taşındığı basında yer almıştı. Doğu Akdeniz gibi jeopolitik önemi artan bir coğrafyada stratejik öneme haiz böyle üslerin ya da müttefikin kaybedilmesine Rusya’nın göz yumması elbette beklenemez. Yani, Önce Irak’ı Arap Baharı nedeniyle de Libya’yı kaybeden Rusya, Suriye’yi de kaybetmeyi kolayca göze alamayacaktır. Dolayısıyla, Şam rejiminin yıkılması, Rusya’nın bölgede var olan tek üssünü kaybetmesi anlamına gelecektir Radikal İslam Tehdidi Devlet Başkanı Vladimir Putin, ülkedeki Müslüman nüfusunun 18-20 milyon olduğunu açıkladı. Bu da toplam Rusya nüfusunun yüzde 14-15′ine denk geliyor. Çoğunluğu radikal İslamcı Çeçenlerin IŞİD’e katılarak Suriye’de savaştığı biliniyor. Rusya, IŞİD’in kendi ulusal ve bölgesel güvenlik çıkarlarını artık doğrudan tehdit etmeye başladığı konusunda ikna olmuş durumda. IŞİD saflarında savaşmaya giden Rusya vatandaşı sayısı resmi rakamlara göre 2200’ü geçiyor. Suriye kriziyle ilgili Rusya’nın ulusal güvenliğine tehdit olarak algıladığı diğer bir konu da Şam rejiminin düşmesi halinde yönetime gelebilecek radikal İslami hareketler. Dünya ne diyor? Rusya’nın Suriye’deki varlığı Batı için pratik anlamda bazı sorunlar ortaya çıkarmış olabilir. Yani, Rus askerlerinin kullandığı hava savunma sistemlerinin hangi hedeflere kilitleneceği bir muamma olsa da Rus ordusunu doğrudan bir rol üstlenmeye başlarsa ne olacak? Beyaz Saray Sözcüsü Moskova’ya Esad’e sağladığı askeri desteğini azaltma çağrıları yaparken, Türkiye dışında Ortadoğu’nun hemen tüm ülkeleri Rusya ile iyi geçinmeye çalışıyor ya da Suriye’deki varlığını görmemezlikten geliyor. Hatta birçok ülke Rusya’nın ABD’den daha tutarlı ve iş çözücü olduğunu düşünüyor. Fakat Türkiye, Rusya’nın Ortadoğu’daki artan etkisine, en azından Suriye’deki varlığına aşırı tepki veriyor. Çünkü Rusya’nın kedisinin Suriye’deki planlarının neredeyse tümüne taş koyduğunu düşünüyor. Uzmanlar Rusya ile Türkiye’yi kıyaslarken siyasi, ekonomik ve askeri üstünlüklerin rekabetin hangi yöne evirileceğini belirleyen unsurlar olduğunu söylüyor. Çünkü Türkiye her ne kadar kendi başına hareket etme kabiliyetine sahip ve NATO üyesi bir ülke olsa da Rusya’nın bir dünya devi olduğu aşikardır. Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) Başkan Yardımcısı, Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Şahin BasHaber’e 14SÖYLEŞİ Mart - 20 Mart12 2016 yaptığı değerlendirmede Rusya’nın Suriye eksenli Ortadoğu’daki etkinliğine dikkat çekiyor. Şahin, Rusya’nın Suriye’de kazançlı çıktığını savunarak, “Rusya’nın Suriye politikası sonuçları itibariyle farklı bir noktaya geldi. Moskova’nın Suriye politikası Rusya dışına taşan bir etki doğurdu. Rusya Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki etkinliğini arttırmaya çalışıyor. Bu Rusya’nın ilk hedefi olsa bile sonuçları itibariyle Rusya daha kazançlı çıktı. Rusya’nın Suriye politikası Ortadoğu’nun dışına taştığı için NATO, Avrupa tartışılmaya başlandı. Batılı ülkeler arasında sorunlar çıkmaya başladı. Rusya’nın daha kazançlı çıkacağı görülüyor. Rusya Suriye politikasıyla bir taşla bir kaç kuş vurma niyetindedir. Rusya’nın Ortadoğu’daki etkinliği artıyor” değerlendirmelerini yapıyor. Putin’in uzun süre önce Rossiiskaya gazetesine yazdığı “Güçlü Olmak Rusya’nın Milli Güvenliğinin Teminatıdır” başlıklı makalede, ülkesinin önümüzdeki on yıl boyunca takip edeceği silahlanma programı ve hedefleri konusunda oldukça açıklayıcı bilgiler vermişti. Buna göre, Rusya önümüzdeki on yıl boyunca silahlanmaya 23 trilyon ruble, yani ortalama 770 milyar dolarlık (yaklaşık 1 trilyon 379 milyar Türk Lirası -Türkiye’nin 2012 yılı bütçesi 350 milyar lira- olarak hesaplanmıştı) bir fon ayırdı. Şu anda enerji ve ekonomi bağlamında Rusya’ya yüzde 50 bağımlılığı olan Türkiye, gerek doğalgaz gerekse petrol bakımından Rusya’ya mecbur durumda. Özellikle doğalgazda Rusya’ya yüzde 60’ları aşan bir bağımlılık söz konusudur. Rusya’nın Akdeniz hedefleri gerçekleşiyor mu? Yeryüzünde tesbit edilmiş petrol rezervlerinin yüzde 72.7’sinin ve doğalgaz rezervlerinin ise yüzde 71.8’inin bulunduğu bir coğrafyanın parçası olan Doğu Akdeniz, Rusya’nın özellikle Ortadoğu’da küresel bir rol oynamak için olmazsa olmazı. Süveyş Kanalı doğudan Avrupa’ya deniz ulaşımını yaklaşık 7 bin deniz mili kısaltarak özellikle Doğu Akdeniz’in stratejik ve ticari önemini artırmıştır. Bugün dünya ticaretinin yüzde 30’u Akdeniz üzerinden gerçekleştirilmektedir. Avrupa kıtasının petrol ihtiyacının yaklaşık yüzde 70’i Akdeniz üzerinden taşınmaktadır. Bu anlamda, 1967 yılında kesilen Rusya ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkiler 1991 yılında yeniden kuruldu. İsrail, Rusya’nın Arap ülkelerine verdiği desteği kesmek; hiç olmazsa Rusya’yı tarafsız bir noktaya çekmek için ilişkiyi önemsiyor. Bir yandan da İsrail, Rusya ile ilişkilerini geliştirerek Rusya’nın İran’a verdiği desteği de kesmek istemektedir. Bunların yanı sıra Rusya, Türkiye dışında, Irak, Suudi Arabistan gibi diğer Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini düzeltmiş ve birçok anlamda Doğu Akdeniz’e yerleşmiş durumdadır. SİNEMA BasHaber 14 Mart - 20 Mart 2016 13 SÖYLEŞİ Kürdistan Kürdistan Küskün turnaların küskün filmi L Beritan Yılmaz ondra Uluslararası Dünya Sinemacıları Film Festivali’nde, “En İyi Yabancı Film” dalında birinci olan “Kürdistan Kürdistan” filminin yönetmeni Bülent Gündüz ödülü reddetmesi ile gündeme geldi. BasHaber’e konuşan yönetmen Gündüz Avrupa’nın bölgede yaşanan olaylara duyarsız kaldığını belirterek, “Tavrımız son bir yıldır dünyanın gözü önünde yaşadığımız katliamlara olan sessizliğin bir dışa vurumuydu” dedi. Londra Festivali’nde, “En İyi Yabancı Film” dalında birincilik ödülü alan filmin yönetmeni, Kürdlerin maruz kaldığı olaylara Avrupa’nın duyarsız kalışını protesto amacıyla hakettiği ödülü almayı reddetti. Bülent Gündüz, Kürdistan’da yaşanan ölümlere sessiz kalınmaması gerektiğini belirterek, “Son zamanlarda bir gün gönül rahatlığıyla uyanmadık sabaha. Hangi Kürd şehrinden bahsetsek, ölümle kanla anılır oldu. Kobanê, Şengal, Sur, Silopî, Cizre bunların örneği” dedi. İnsanlar öldürüldüğü sürece rahat edemeyeceğini dile getiren Gündüz, “Avrupa ülkelerinin Kürdlere bakışı, hakim ülkelerle süren ekonomik bağları ile doğrudan ilişkili. Dolayısıyla kimse ticari ilişkilerini bozmak istemiyor” diye konuştu. ‘Mülteci sorununu yüz yıllık Kürd sorununa değiştirdiler’ Avrupa’nın Kürdlere karşı ‘ikiyüzlü’ davrandığını dile getiren yönetmen Gündüz, “En ikiyüzlü tavır da Avrupalıların mülteci sorunu karşısında Türk hükümetine adeta boyun eğmesi. Avrupalılar, yüz yıllık Kürd sorununu bir yıllık mülteci sorununa değiştirdiler” şeklinde konuştu. Ödülü reddetmesi nedeni ile olumlu tepkiler aldığını ifade eden Gündüz, kararının bireysel olduğunu vurgulayarak, şunları söyledi: “Sonuçları ne olursa olsun bunu göğüslemeyi de bilmenin ayrıca bir duruş gerektirdiğine inanıyorum. Genel olarak toplum tarafından olumlu tepkiler aldık. Çünkü duyarlı herkesin içinde bu ikiyüzlü tavrın ve ölümlere karşı sessizliğin yarattığı ciddi bir rahatsızlık vardı. Böylesi anlar aslında insanın bir umut ışığı aradığı andır. İçindeki isyanı, acıyı, öfkeyi dışa vuracak imgeler arar bazen insan.” ‘Ödülü reddettiğimde salona sessizlik çöktü’ Türkiye’deki sinemacıların tavrına değinen Gündüz, “Bu durum, sistemle olan ilişkiyi de sorguluyor aslında. Çünkü günümüz Türkiyesi’nde sisteme biat etmiş sinemacıların bu duruştan hoşnut olduklarını düşünmüyorum. Dolayısıyla ekonomik ve siyasi olarak sistemin bir par- çası olmuş sanatçılar sessizliklerini sürdürmeye devam edecekler. Buna, Kürd olup değer yargılarını ekonomik çıkarlarına değişen de dahildir ki isim vermeye kalkarsan elimizde üç beş sanatçı dışında kimse kalmaz Türkiye’de” diye konuştu. Gündüz, filmin adı okunduğunda salonda büyük bir duygu yoğunluğu yaşandığını söyleyerek, “Salonda heyecan ve şok olma durumu vardı. Daha sonra yavaş yavaş bir sessizliğin çöktüğünü hissettim. Neşe içinde gecen festival bir anda ciddi bir konuyla sessizliğe büründu. Amacım da buydu tam olarak. Festival Komitesi’ne bu tavrımızın onlara karşı olmadığını ve saygıyla onları selamladığımızı ifade ettikten sonra ödülü almadan oturdum. Bir anda yaklaşık bir dakika süren alkışlar başladı. Jüri heyeti bu tavrımızdan dolayı desteklerini sunarak, Kürd halkının yanında olduklarını çok samimi bir dilli ifade ettiler” dedi. ‘Avrupalı yönetmenlerden destek aldım’ Ödülü reddettikten sonra birçok yönetmenden destek aldığını belirten Gündüz, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Japon, Alman, İngiliz, Amerikalı ve Tunuslu sinemacılar bir bir tebrik edip Kürd halkının haklı davasının yanında olduklarını ifade ettiler. Hatta bir Fransız sinemacı gelip elimi öpmek istedi. Çok utandım ve şaşırdım. Onların kültüründe böyle bir şey yok. Artık nasıl etkilenmişse bilemiyorum ama unutamadığım anlardan biriydi.” “Kürdistan Kürdistan“ filminin bir çok şeyi ifade ettiğini dile getiren Gündüz, “Savaşın ve yıkımların gölgesinde insanın özüne bir yolculuk, sanatçıların değerleriyle yeniden buluşmasının hikayesidir. Anne ve evladın yirmi yıllık hasretidir. Egidê Cimo’dur. Turnaların savaştan ve insanların vahşetinden dolayı bizden küsüp bir daha gelmemek üzere gitmesidir. Çocukların tertemiz dünyasına kilamlar eşliğinde kuğu dansıyla yeniden durmaktır” dedi. 13 Sabahattin Ali ÖZTEKİN ÇAÇAN “Zaman zaman mağlûp olsam bile etime, insan olmak dokunuyor haysiyetime. Büyük, temiz bir arkadaş arıyor ruhum, işte rüzgâr, şimdi sana sığınıyorum!” Rüzgâr şiirini ilk dinlediğimde çok etkilenmiştim. Bir insanın yalnızlığı ve çaresizliğini, saf ve temiz şeyler arayışını çok güzel anlatıyordu. Evet dinlediğimde diyorum çünkü evdeki kırık dökük teybimize taktığım bilmem kaçıncı kopya olan Gösteri Dergisi’nin hazırladığı “şiir antolojisi” kasetinden bu sözler yükseliyordu. Şair, yazar Sabahattin Ali ile ilk tanışmam bu şekilde olmuştu. Büyük bir eksiklik ama aradan geçen yıllar içinde yazarın, “Çakıcının İlk Kurşunu” kitabının dışında hiçbir eserini okumamıştım. Bir ay kadar önce bir kitapçıda bakınırken yazarın zamanında toplatılmış, “Sırça Köşk” adlı öykü kitabına gözüm ilişti, satın aldım. Çok sevdiğim şairin bu kez de hikâyelerine vuruldum. Kısa yazımda amacım bir edebi tanıtım veya eleştiri yazmak değil. Böyle bir şey benim haddim de değil. Ama sorun şu ki namuslular ve namussuzlar, iyiler ve kötüler, duyarlılar ve duyarsızlar arasındaki kavgayı birde Sabahattin Ali’den okuyunca kendimi sorumlu hissettim. Nesilleri aşan bu bigâne kalmak olmazdı. Böyle namuslu bir aydını, bende anlatayım istedim. Kitaptan devam edelim… “Niçin hep acı şeyler yazayım? Dostlar yufka yürekli dostlar bundan hoşlanmıyorlar. ‘Hep kötü, sakat şeylerden mi göreceksin’ diyorlar. ‘Hep acılardan, çarpıklıklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin? Geceleri izmarit toplayan serseri çocuklardan;… Cezaevlerinde ruhları kemirile kemirile eriyip gidenlerden; doktor bulamayanlardan; hakkını alamayanlardan başka yazacak şeyler, iyi güzel şeyler kalmadı mı? Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli? Bu memlekette yüzü gülen bahtiyar insanlar yok mu?” (SırçaKöşk sf 59) Kendini yukarıdaki cümlelerle eleştiren dostlarına sitem eder. Ama bu dünyadan neredeyse hiçbir güzel şey anlatamadan, yaşayamadan göçer. Hayatı boyunca romanlarında, şiirlerinde, hikâyelerinde ezilenleri, en alttakileri, duyarsız züppeleri, zübük siyasetçileri anlatır durur Sabahattin Ali. Çünkü namusludur. Tek parti döneminde bile halkının ve ülkesinin sorunlarına duyarsız kalamaz. Yıllarca işsiz kalır, hapishanelerde yatar. Mahkemelerle cebelleşir ama yılmaz. Hayatının sonuna geldiğinde ise 41 yaşındadır. Ölümü azrailin değil, devletin elinden olacaktır. Aslında 1930’lu yıllarda İsmet İnönü, İstiklal Mahkemesi Başkanı Kel Ali için yazdığı şiirler idam fermanını imzalamıştır edebiyatçımızın. 1948 yılına gelindiğinde ise milli şefe hakaretten üç ay kaldığı cezaevinden çıkınca baskılardan kurtulmak adına yurtdışına çıkmaya karar verir. Pasaport alamayınca, Bulgaristan’a kaçak yollardan geçmek ister. Ancak cesedi 1 Nisan 1948’de Edirne yakınlarında, Bulgaristan sınırında ormanlık arazide bulunur. O dönemin istihbarat teşkilatı MEH (Milli Emniyet Hizmeti) mensubu Ali Ertekin tarafından ihbar edildiği, karakolda işkence edilerek öldürüldüğü ve suçu da yine Ertekin’in üstlendiği öne sürülür. Anlayacağımız Sabahattin Ali olayı da, faili meçhul kalır ve bugüne kadar aydınlanamaz. Memleketten Haber şiirinde “Hey anavatandan ayrılmayanlar. Bulanık dereler durulmuş mudur? Dinmiş mi olukla akan o kanlar?” diye soruyor Sabahattin Ali. Vardığı yerde bizden haber bekliyor. Bende öte dünyaya benden önce gitmesi muhtemel dostlarıma sesleniyorum. Yanına vardığınızda Sabahattin Ali’ye hiçbir şey değişmedi ülkende. Hatta daha kötü durumdayız. Cesetler günlerce sokaklarda, derin dondurucularda bekletiliyor gömülemiyor bile. Ve senin ardılın olmayı hak etmeyen “aydınlar” her gece meyhanelerde kafa çekiyor deyin. Ve Murathan Mungan herkese “Sur’un, Cizre’nin, Amed’in öyküsüne kimse sahip çıkmayacak mı?” soruyor diye ekleyin. Dostumuz bizden habersiz kalmasın. 14 RUMLAR BasHaber 14SÖYLEŞİ Mart - 20 Mart14 2016 Rumlar kurdukları şehirde müzelik! K Rumet Serhat urulduğundan beri Konstantinapolis, Byzantion, Bizans gibi isimlerle anılıp Roma, Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarına başkentlik yapmış bir şehir İstanbul. Dünyanın en kalabalık kentlerinden olan İstanbul’un en eski sahibi olan Rumların nüfusu şimdilerde 2 binin altına düşmüş. Herkesin “sonradan geldiği” bir şehirde “buralı” olarak kendi sayılarının sürekli azalmasının nedenlerini İstanbul yerlisi bir Rum aileyle konuştuk. Anne Alexandra Klasik ve Modern Yunanca, İngilizce ve Fransızca bilen, Baba Yanni Zenginoğlu üç defa milli forma giymiş eski basketbolcu. Ailenin tek kızı Tina ise Klasik ve Modern Yunanca, Osmanlıca, Farsça, Fransızca ve İngilizce dillerini bilen bir siyaset öğrencisi. “İstanbul’da Rumlar müzelik!” Kısaca Tina diye çağrılan Kristina Zenginoğlu‘nu kentsel dönüşümden dolayı şimdi anne ve babasıyla birlikte yaşadığı Büyükada’daki evlerinde buluyoruz. İstanbul doğumlu babası Yanni, aslen Orta Anadolu’nun Karaman Rumlarından. İstanbul’daki Rumlardan sadece Karamanlı olanların soyadlarında “oğlu” yazarmış. Özel Zapyon Lisesi’nde ilkokul, daha sonra ise Özel Zoğrafyon Lisesi’nde orta öğrenimini bitirdiği için aslında üniversiteye başlayana kadar toplumda hissedilen baskıyı pek yaşamamış. Sadece o zamandan sorguladığı şey okulda göstermelik Rum müdürü yöneten Türk müdür başyardımcısı zorunluluğu. İnsanların kültürel, politik sınırlarla ayrılması yerine insan olma paydasında birleşmelerine ve herkesin her yerde özgürce yaşaması gerektiğine inanıyor Tina. Fakat kendisiyle ilgili çoğunluğun bakışının da farkında ve “ben bir yabancılaştırma efektiyim, bir UFO’yum” diyebilecek kadar toplumun önyargılarına gülecek cesurlukta. Bir gün takside annesiyle Rumca konuşurken taksicinin hangi dil olduğunu sorması üzerine, anne Alexandra Zenginoğlu “İtalyanca” diyor. Tina “Korkuyoruz, çünkü bir susku psikolojisi söz konusu” diyerek korktuğunu kabul edebilecek kadar cesur. Annesi daha çekingen, kızının sokakta Rumca konuşmasını istemezken, kimliğini inkâr etmesine karşı çıkmış. Baba Yanni‘nin sözleri ise çok daha güzel açıklıyordu; “İstanbul’da müzelik olduk!” Kristina Zenginoğlu Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Yayın Koordinatörü: Yeter Polat Haber Merkezi: Mehmet Salih Batırhan, Mehmet Emin Kan, Çimen Gümüş, Adem Özgür “Az“ olmak İlk ve orta eğitimi sırasında bilmezken özel bir üniversitede Türk Dili Edebiyatı öğrenimine başladığında fark etmiş “az” olmayı. Bir derste kendisini “azınlık” olarak tanımladığında ön sıradaki bir Kürd kız arkadaşının “Bizans bu kadar eserler bırakmışken sen kendine azınlık dersen, biz kendimize ne diyelim?” cümlesi Tina’ya destek olmuş. Kendi tanımıyla “özellikle üst kültürün baskın olduğu yerlerde baskı hissediliyor. Devletin tüm kurumlarından baskı hissedildiği için, toplumun bu refleksini aslında normal karşılıyor. Tina’ya tüm bunların temelinde tarihte yaşanan münasebet(sizlik) leri görüyor. Ermeni bir çocuğun annesine evde “mama”, dışarıda “anne” diye seslenmesinin ifade ettiği parçalanmışlığı ise halen süren yokedici baskı- İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal nın varlığına delalet olarak gösteriyor. Tina, kendisinin hataları ve doğrularıyla toplumda var olduğunu, eğer tek tipleştirme devam ediyorsa eritmenin de devam edeceğini söyleyerek ekliyor: “Kimse ‘makbul vatandaş’ olmak zorunda değil, toplum farklılıklarla var olabilir. Oysa ’makbul olmanın’ tanımı bir üst otorite tarafında yapılıyor ve sonra bir faunusun içine atılıp ’ya bunu kabul edersin, ya da sana bir hayat yok’ şartı dayatılıyor.“ “Vatandaş Türkçe Konuş!” Rum Ortodoks Patrikhanesi, tüm dünyada olduğundan farklı olarak Türkiye’de yaşayan Rumların aynı zamanda devlet nezdindeki siyasi temsilcisi gibi kabul ediliyor. Türkiye’de Gayrimüslimler genelde iktidar partilerine oy veriyor. Bu durumun en ilginç örneği ise 6-7 Eylül olayları sırasında iktidar olan Demokrat Parti’nin kurulmasında Rumlar dahil çok sayıda Gayrimüslimin yer alması. Şu an özel bir üniversitede Küresel Siyaset ve Uluslararası İlişkiler konulu bir tez hazırlayan Tina’nın belgelendiği üzere DP’nin pek çok organında da çok sayıda Gayrimüslim yer almış. Rum toplumunun üzerinde 6-7 Eylül olaylarının gölgesinin halen olduğunu, dünkü devlet politikasının halen aşılamadığını söyleyen Tina, “6-7 Eylül’de öldürmeler minimalde tutuldu, daha çok dükkân, hane yağması ve tecavüz vakaları yaşanıyor. Fakat esas olarak sadece 6-7 Eylül olaylarıyla Rumlar Türkiye’den göç etmiştir diyemeyiz, biriken durumların dışa yansımasıyla göçler yaşandı. Sonrasında maddi zarar esas bedel yanında çok hafif olarak tazmin edilse de manevi zarar hiçbir zaman telafi edilemiyor. Hatta görmezden gelinip üstü devlet tarafından kapatılıyor.“ Gayrimüslim vatandaşına sahip çıkmayan devlet Tina Rumların bu travmasını tezindek aktarmaya devam ediyor: “Aslında 6-7 Eylül olayları ‘Pera-Beyoğlu koridoru’ olarak tarihe girdi, ama aslında sadece bu tarihlerden öncesi ve sonrası var ve halen günümüze kadar sürüyor. İzmir, Eskişehir, Adalar ve Ankara’da da olaylar yaşanıyor. Ankara’da sadece protesto yapılırken, diğer yerlerde kaos yaşanıyor. Bazı yerlerde halk ’komşuma bir şey olmasın’ diye evine alıp, ya da otele giderken refakat ederken, bazı yerlerde de hedef gösterenler oluyor. Öncesinde sokaklara dair bir topoğrafya çalışmasının yapıldığı belli oluyor.” Tina’nın tesbit ettiği resimlerden: Bir binadan buzdolabı atılması, vitrin malzemesi kumaşların sokaklarda yırtılması gibi Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: [email protected] www.bas-haber.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. insan aklının tutukluk yapıp ilkel güdülerine dönüştüğü haller dahi var. Tina’ya göre bu olayların TC vatandaşlarına yapılması, Gayrimüslim olduğu için vatandaşına sahip çıkmayan devlet algısını yerleştiriyor. Bu noktada baba Yanni söze giriyor, kendisinin o sırada Heybeliada’da 8-9 yaşlarında bir çocuk olduğunu, Ruhban Okulu’na yürüyen insanların kendi evlerinin önünden zarar vermeden geçtiklerini, o sırada okuldaki yatılı öğrencilerin korkudan ağladıklarını net hatırlıyor. Diğer bir hatırladığıysa o zaman İstanbul’da yaşayan Kürdlerin anlattıklarıyla aynı; Tramvaylarda asılı “Vatandaş, Türkçe Konuş!” levhaları. Türkiye’de Yunan, Yunanistan’da Türk! İstanbullu Rumların anavatanı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu topraklar olsa da, alakaları olmadığı halde yakın dönemde akraba, tanıdıklarının gitmek zorunda kaldıkları Yunanistan’da yaşadıkları durum. Yunanistan’a gittiklerinde orada da bir ötekileştirme yaşadıklarını anlatıyor Tina. Yunanistan’da “Türkiyeli Rum” yerine, doğrudan “Türk” olarak adlandırıldıklarını, özellikle dinsel aşağılama yaşadıklarını anlatıyor. Kendileri gibi Rum Ortodoks olmalarına rağmen İstanbullu Rumları aşağılamak için sürekli Katolik oldukları, hatta Müslüman oldukları, “Ortodoksluk ve Katoliklik arasındaki farkı biliyor musunuz?” gibi ötekileştirici sorulara muhatap olduklarından muzdarip. Rum Ortodoks Patrikhanesi dışında herhangi bir siyasi, sosyal oluşumları olmamalarının sebebini Rumlarıda devam eden korkuya bağlıyorlar. Halen tam anayasal güvenceleri olamamalarına rağmen geçmişe göre gündelik siyasi koşulların biraz daha iyi olduğunu söylüyorlar. En karmaşık olanı ise sağ partilerin daha toleranslı görünürken, sol partilerin ise kendilerini görmezden gelmeleri. “Barış“ temennisi Rum toplumunda yaşlıların halen korkularının olmasından, gençlerin ise tamamen apolitik olarak yetişip belli bir yaştan sonra ya Yunanistan’a, ya da ABD’ye göç ettiği, üretmek yerine emlak gelirleriyle yaşamayı tercih etmeleri saydıkları dilemalardan. Elbette fakir Rumlar da var ve düzenli olmasa da birbirleriyle yardımlaşıyorlar. Patrik Bartholomeos topluluğu bir arada tutmak için çok çaba göstermesine rağmen genel olarak Rumlar tepkisizliğine şaşıyorlar. Toplumdan, devletten ne istediklerini sordulduğunda ise üçü de “Barış” sözcüğünü dillendiriyor. Baba Yanni, “Herkes insan, kimsenin diğerinden farkı yok, ne olarak doğduğu, dini önemli değil, Cizre’de Sur’da da insanlar öldürülmesin, İstanbul’da, Konya’da insanlar öldürülmesin, herkes politik farklılıkları kabul edip barış içinde yaşasın“ diyerek temennisini dile getiriyor. YAŞAM BasHaber 14 Mart - 20 Mart 2016 15 SÖYLEŞİ Sadece Erasmus öğrencileri kaldı İstanbul’daki Avrupalılar pandalardan az! G Çaçan Amedi ünümüz İstanbul’una bol paralı Arap turistlerin yanı sıra daha az paralı “orta sınıf” Arap turistler ile İranlılar da akın etmiş durumda. İran, Tunus, Fas, Lübnan, Libya ile Türkiye arasında uygulanan 90 günlük vizesiz seyahat, turizm ve diğer ilişkilerinin artması sonucunu doğurmuş. Örneğin İran’ın değişik şehirlerinden İstanbul’a haftada 165 uçak seferi düzenleniyor. Ve bu seferlerin yüzde 85 doluluk oranı var. Geçen yıl Van sokaklarında gördüğüm genelde günübirlik gezi ve alışveriş için gelen İranlı kalabalığın çok daha artmış, çeşitlenmiş halini İstiklal Caddesinde görmeye başladım. İlgimi çeken İranlılar ve Arap ülkelerinden gelenlerden oluşan bu “kalabalığın” İstanbul sokaklarını nasıl değiştirdiği ve nasıl yaşadıkları. Konuyla ilgili gözlemler yapmaya başladım. Neler gördüm dersiniz? Yaşam aynen devam… Yerliler ne yapıyorsa onlar da onu yapıyor İstiklal sokaklarında en rahat dolaşan en rahat davranan kesim İranlı “misafirlerden” oluşuyor. Misafir kelimesini Hazopolo hanındaki çay kahvelerinden birinde Suryeli bir çalışandan duydum. Birkaç dakika süren sohbetimizde “en çok nereden turist var“ sorumuza karşılık “turist“ kelimesini az biraz Türkçesi ile “misafir“ kelimesine dönüştürüvermişti. Yani kendisi ev sahibi oluyor böylelikle. Demem o ki dönmeye niyeti yok. Turistler daha çok Doğulu halklardan oluşmaya başlayınca Arapça, Farsça bilen “ev sahibi” mültecilere yeni bir çalışma alanı da açılmış oluyor böylelikle. Yani o ülkelerin zenginleri kendilerinden daha fakir “soydaşlarına” gelir kaynağı oluyorlar böylece. Tek istihdam örneği garsonluk, tezgâhtarlık değil tabi. Örneğin birçok cafede Farsça veya Arapça bilen falcılar bulunmakta. Özellikle Türkiye’de öğrenci olarak bulunan kişilerden oluşan bu falcı ekip misafirlerimize “üç vakte kadar” diye başlayan cümleler kurup masraflar hariç 10 dolar alıyor. Rakam sizi yanıltmasın grup indirimi yok ve bazen tarot benzeri ek uygulamalarla elli hatta yüz dolara kadar çıkıyormuş. Kadın falcılar çoğunlukta tabi. İsminin “Revanduz” olduğunu söyleyen bir falcı Arap, ya da İranlı erkeklerin, kadınlarına fal için ancak bu kadar harcama yaptırabileceğini belirtiyor. Güler misin ağlar mısın? Erkekler ise turistik amaçlar yanında daha çok estetik amaçlı olarak buradalar. Neredeyse gördüğümüz on erkekten ikisi saç ektirmeye gelmiş ve kafasında aralarına pamuk sıkıştırılmış bandajlar ile dolaşıyor. “Beyazlar piyasadan çekildi” İstiklal’in müdavimlerinden arkadaşlara sorduğumda son yedi sekiz ayda Arapça ve Farsça tabelaların arttığını çoğu tabelanın son birkaç ayın ürünü olduğunu belirtiyorlar. Bunun en önemli sebebinin ise Rusya ile yaşanan uçak düşürme krizi olarak gösteriyorlar. Küçükparmakkapı Sokak’ta cafe işleten Diyarbekirli bir hemşerimiz sadece Rusların değil, genelde Slav turistlerin uçak krizinden sonra, Avrupalı turistlerin ise 10 misafirin yaşamını kaybettiği yirmiye yakın misafirin ise yaralandığı Sultanahmet bombasından sonra birden bire kaybolduğunu belirtiyor. “Artık panda sayısı bile İstanbul’daki Avrupalı turistlerden fazla. Beyazlar çekildi piyasadan” diyor ve ekliyor: “Sadece Erasmus öğrencileri kaldı.” Beyazlar çekilmiş olabilir ama yerlerini esmerlerin hızla doldurduğunu belirtiyorum. O da bana “Ama bunlar sadece cafeleri çalıştırıyor içkili mekânlarda yerliler dışında tık yok“ diyor. Evet, özellikle Arap misafirler kadınlı erkekli sadece cafeleri dolduruyor. Çün- kü genelde içki kullanmıyorlar. O’nun yerine kadınlı erkekli guruplar halinde oturup bol bol çay kahve tüketip nargile tüttürüyorlar. Özellikle ülkelerindeki sıcak havanın getirdiği alışkanlıktan olsa gerek daha çok akşam saatlerinde piyasa yapmaya başlıyorlar. Mağazaları dolaşıp bol bol “çağdaş ve modern” kıyafet alıyorlar. Türk dizilerinin etkisi Doğulu turistlerin artmasında daha çok Türkiye’de çekilen ve Arap TV kanallarında gösterilen dizilerin etkisinden söz ediyor modacı arkadaşım Erdnas Hezoi. Türkiye’ye yönelik diziler yoluyla şekillenmiş ciddi bir ilgi var diyor. Arap kanallarında gösterilmek için seçilen ve Türkiye’de yaşayan kadınların özgür, bakımlı vb gösterildiği dizilerin giyimde moda imajının temeli olduğunu belirtiyor. Alışveriş sırasında “TV’den çekilmiş kıyafet resimlerinin gösterilip aynısını alamaya çalışıyorlar“ diyor. Bütün bunların dışında ilginçtir yerel Arap kıyafetleri satan birkaç dükkân da var. Meşelik Sokak’ta 8 ay önce açılmış olan ve çalışanların büyük çoğunluğu Suriyeli Arapların oluşturduğu mağazaya baktığımızda yerel Arap kıyafetlerinin çağdaş renklerle olan yorumlarıyla karşılaşıyoruz. Türkiye imajına uygun hale getirilmiş kıyafetler yani. Anlayacağınız ablam ülkesinde “Türkiye’den aldım“ deyip hava atacak yani. Endonezyalı ve Malezyalılar hizmetçiler! İstiklal’de Arap turistlerin el ayak çektiği saatlerden sonra ise Malezyalı, Endonezyalı “küçük boylu kadınlar” çıkmaya başlar sokaklara. Gecenin o saatlerine kadar yolları arşınlamış Arap kadınlar otellerine ya da evlerine dönmüş ve o saate kadar çocuklarına bakan köleleri geçici olarak azad etmişlerdir artık. Gelirken ülkelerinden yanlarında getirdikleri bu “küçük boylu kadınlar” genelde bir kaç kişilik guruplar halinde yalnız ve mutsuz dolaşırlar sokaklarda. Başlarına gelebilecek belalardan korkup göz teması kurmazlar kimseyle. Ve gece biraz daha ilerleyip sokaklar iyice tenhalaşınca prangalarına geri dönerler. Yazımı bu son ve dramatik gözlemimi aktararak bitirmek istemezdim. Ama böyle bir vicdani sorumluluğu taşımak istemedim. Ne diyeyim inanın “esmer” misafirlerimizin böyle hallerini görünce, ben de “beyazları” özledim. 15 Çocuğunu öldürdüğümüz anneler SENNUR BAYBUĞA Bugün adını bildiğimiz, hep birlikte öldürdüğümüz binlerce çocuktan Berkin Elvan’ın ölüm yıldönümü. 24 Nisan adını bildiğimiz binlerce çocuktan Sevag Balıkçı’nın ölüm yıldönümü. Önümüzdeki haftalar adını bilmediğimiz binlerce çocuğun ölüm yıldönümleri gelecek ve önümüzdeki haftalarda ve bugün adını belki de hiç bilemeyeceğimiz çocuklar yine ölecek, bu ülkede hem de. Yanı başımızda, biz bakarken. Her anne evladına çocuk diyeceğim, böyle diyorum, kusura bakılmasın. Yıllardır avukatlık yapıyorum, çocukların merkezinde, mağduru olduğu hiçbir dosyada avukatlık yapm-a-madım, yapamazdım. Kadınların mağduru olduğu hiçbir dosyada avukatlık yapamadığım gibi, ne yapabilir ve ne de o dosyaları okuyabilirim, o kadar güçlü değilim ben. Belki de zayıf bilmiyorum. Sevgili Gülsem Elvan ve sevgili Ani Balıkçı’nın gözlerinden alınmış belki öncesi de olmayan o ışık beni kendine çekiyor. Çocuklarını, onlara ait olmayan kavgalarda yitirmiş tüm annelerden özür dileyerek bu iki kadının adıyla yazacağım, ama tümünün gözlerinin o kadınların gözünde baktığını biliyorum. Berkin’in annesi -ismi yok, o şimdi Berkin’in annesive Sevag’ın annesi, bütün fotoğraflarında hepimize aynı gözle bakıyorlar farkında mısınız, hepimize kırgınlar ve hepimize küsler, küsmüşler. Kendilerine bile, koruyamadıkları evlatları için tüm dünyaya küsmüşler. Etraflarında oluşturduğumuz kalabalıkların, kimi özel zamanlarda mümkünse yanlarında yörelerinde fotoğraflarında çıkmak için sergilediğimiz çabanın, acı ile tuttuğumuz ellerinin, hiçbirinin onlar için hiçbir şey ifade etmediğini çoğu zaman görüyor musunuz. Onlar bize küsmüşler, tüm dünya ile beraber. Baktıkça fotoğraflarında, yüzlerinin zamanla oluşmuş yeni çizgilerinde gördüğüm şey, onların acılarına ortak olunamayacağını, kimsenin bunu başaramayacağını bildiğim için öfkeye dönüşüyor. Öfkeye dönüşüyor zira, evladından ettiğimiz iki kadının ve evladından ettiğimiz yüzlerce kadının yanında yöresinde dolanıp, sadece belirli günlerini paylaşan siyasal figürler olarak bizler, aynı zamanda ve yine ama hiç sormadan söylemeden, başka kadınların çocuklarının olası akıbetlerinin siyasetlerinin peşine düşmüyor muyuz. Taziye çadırlarına fotoğrafı asılmış her ölü çocuğun yanına annesinin fotoğrafını da asıp, o çocuktan yaratacağımız kahramanın, o çocuğa öykündürmeye çalıştığımız tüm kahraman adaylarının annelerinin bize soracağı bir şey olup olmadığını merak etmemiz gerekmiyor mu? O çocukların en son fotoğraflarından sonra, artık bir daha çektiremedikleri o fotoğrafların yerini alacak annelerin fotoğrafları bunu biliyoruz, bunu bilmek istemiyoruz. Bu devlet, hepimizin çocuklarını dişlerinin arasından kan aka aka yiyor, yemeye de devam edecek. Korumasız, savunmasız ve kendimizsiz bıraktığımız her çocuğu öldürecek, önlerine attığımız her çocuğu yiyecek ve biz anneleri ile çektirdiğimiz fotoğraflara bakıp duracağız. Berkin’in annesinin küçük oğlunu neden sokağa gönderdiğini, Sevag’ın annesinin oğlunu neden askere gönderdiğini düşünmediği bir gün bile olmadığını sanıyorum. Ve bizim yazdığımız yerden değil, kendi yaşadıkları yerden yaşamaya çalıştıklarını biliyorum, düşünüyorum. Ve çocukları hendeklerde ve çocukları hendekli sokaklarda asker giysileri içinde olan tüm çocukların anneleri, hakikaten bizim çocuklarımızın oralarda ne işi var, fotoğraflarına sarılalım diye mi bir gün bu kavganın ortasına, bu devletin kanlı dişlerinin arasına attık onları? Bunun bir yolu olmalı, bunu hem bütün annelere anlatmanın ve hem de çocuklarımızı bütün bunlardan uzakta büyütebilmenin bir yolu olmalı. Emri ben verdim diyen şeriki ve onun çocuksuz katillerini ve hepimizi, durdurmanın bir yolu olmalı. 16 MÜZİK BasHaber 16 14 SÖYLEŞİ Mart - 20 Mart 2016 Mendil sattığı sokaklara gitarıyla geri dönen müzisyen C kilde söylüyor. Bazen de “sokağın nabzına kulak verdiğini” ifade ediyor. Cengiz, şuana kadar bir albüm çalışması yapmamış. Bu durumu da maddi sıkıntılara bağlıyor. Sadece yazdığı ve bestelediği şarkıları sosyal medya aracılığı ile paylaşıyor. Sosyal medya aracılığıyla insanlara ulaşmak albüm yapmaktan daha ekonomik ve etkili olduğunu söyleyen Cengiz, son beste çalışmasını da Ankara Katliamı’nda hayatını kaybeden bir arkadaşı için yazdığını ve yakın zamanda bu bestenin biteceğini söylüyor. Ercan Ekinci engiz’in hikayesini öğrenmek için sahne aldığı Şirinevler’e doğru yola çıkıyoruz. Nasıl bir manzarayla karşılacağımız merak konusu. Salonda beklediğimizin aksine büyük bir kalabalıkla karşılaşıyoruz. Cengiz’in çalıp söylediği şarkılara yüzlerce kişi kol kola girmiş halay çekerek katılıyor. İlginç olan mekan dekorasyonu. Mekan, Kürd tarihine damga vuran isimlerin yanı sıra dünya ve Türkiye sol hareketinin önemli isimlerinin posterleri ile süslenmiş. Konser salonu dışında kütüphanesi olan ve birçok kültürel etkinliğin yapıldığı bir mekan. Kısa bir mekan keşfinden sonra konserin bitmesini beklemek için bir masaya oturuyoruz. Masada bulunan sipariş mönüsüne bakıyoruz. Mönüde “Agirî Dürüm” dikkatimizi çekiyor. Nasıl bir şey olduğunu gelen garsona soruyoruz ama nasıl bir şey olduğunu söylemiyor, sadece “yemenizi tavsiye ediyorum” diyor. “Agirî Dürüm”; lavaş ekmeği içinde tavuk, kaşar peyniri ve biber turşusu olan bir çeşit dürüm. Konser uzadıkça uzuyor, açıkçası ilginç ve farklı bir ses vardı karşımızda. Bir süre sonra Cengiz, konseri bitirip bize doğru geldiğini fark ediyoruz. “Sokakta mendil satmak benim için bir devrim” Sıcak ve samimi bir insan olduğu her halinden belli. Daha oturur oturmaz Cengiz anlatmaya başlıyor hayatını. 1987 yılında Siirt’in Baykan İlçesi’nin Ziyaret beldesinde dünyaya geldiğini, 90’lı yılların köy yakma ve boşaltmalarından dolayı İstanbul’a geldiğini söylüyor. 9 çocuklu bir ailenin 7. çocuğu olarak dünyaya gelen Cengiz, geldikleri İstanbul’da büyük ekonomik sıkıntılarla yüz yüze kalıyor. Bir süre sonra aile ekonomisine katkı yapmak için sokakta mendil satmaya başlıyor. “Sokakta mendil satmak benim için bir devrim” olduğunu belirtiyor. Nedenini ise şöyle açıklıyor: “Cerrahpaşa ve Çapa Tıp Fakültelerinde öğrencilerin arasında selpak satıyordum. Öğrenciler arasında mendil satarken onlarla etkileşim oluyordu. Bunların içinde müzikle ilgilenen Kürd öğrencileri de vardı. Onlardan da bir etkileşim oldu.” “O dönem bir anatomi dersine girmediğim kalmıştı” Cengiz bir mendil satıcısı olarak çıktığı yolda Batı müziği ve enstrümanlarıyla tanışıyor. Mekik dokuduğu Cerrahpaşa Cengiz Yazgı, kendi tabiriyle “hayatın feleğinden” geçmiş biri. Evet, 90’lı yıllarda köy boşaltmalarından ailesi de nasibini almış ve İstanbul’a göç etmek zorunda kalmışlar. İstanbul’un “en” merkezi yerine yani Fatih İlçesi’ne yerleşiyorlar. Cengiz’in bugün sahip olduğu yaşam deneyimleri bu tarihi yarımadanın sokaklarında başlıyor. ve Çapa Tıp Fakülteleri arasında sadece doktorluk için bir diploma eksik kalıyor. Kendi değişiyle o dönem için bir “Anatomi dersine girmediğim kalmıştı” diyor. Sadece derslere girmiyor, öğrencilerin kültürel etkinliklerini de yakından takip etmeye çalışıyor. Bunun mükâfatını öğrencilerden birinin ona hediye ettiği gitar olduğunu ifade ediyor. Bu gitar onun için bir dönüm noktası oluyor. Natalia, Romans, Malaguera ve İspanyol tarzı şarkıları gitar üzerinde denediğini ve gitarla şarkı söylemeye başladığını söylüyor. Çocukluğunda mendil sattığı sokaklara gitarıyla geri dönüyor Çocukluğunda mendil sattığı sokaklara kısa bir süre sonra gitarıyla geri dönüyor. 2012 yılındaki açlık grevleri zamanında sokaklara çıkıp bu sefer gitarıyla anadilinden şarkı söylemeye karar veriyor Cengiz. Bunu “cesur ve yeni bir adım” olarak tanımlıyor. İstanbul’un en merkezi yerlerinde; Taksim, “Çağdaş derviş” Şirinevler, Bakırköy ve Avcılar sokaklarında radikal ve anonim Kürdçe ezgiler çalıp, söylüyor. Sokaklar, onun bu icrasına kayıtsız kalmıyor ve “muazzam olumlu” tepkiler aldığını ifade ediyor. Olumsuz tepkilerin az olduğunu, sadece polis ve zabıtaların rutin tutumların yanı sıra bir keresinde beşinci kattan fırlatılan soda şişesi hariç. Cengiz, polis ve zabıtaların rahatsız edici tutumlarından İstanbul sokakların terk etmeye karar veriyor. “Gitarın ruhuna uygun olan melodiler tarzımı belirliyor” Cengiz, yaptığı müziği tanımlamıyor. “Hafif rock” olduğunu söylese de, tarzını şöyle açıklıyor: “Elimdeki enstrümandan dolayı aslında gitarın ruhuna uygun olan melodiler tarzımı belirliyor.” Sokakta gönlündeki ezgileri söylediğini dile getiren Cengiz, Şivan Perwer, Ciwan Haco ve Mihemed Şêxo gibi tanınmış sanatçıların klasikleşen ezgilerini tarzına uygun bir şe- İstanbul sokaklarını bırakan Cengiz, gitarını yanına alarak Kürd illerine gitmek için yola çıkıyor. İlk durağı doğduğu yer olan Siirt’e gidiyor. Önce Siirt sonra Dersim, Amed, Şırnak, Urfa, Van, Bitlis ve birçok il ve ilçede sokak müziği yapmaya başlıyor. Kendi tabiriyle o dönem, “Çözüm sürecinden dolayı insanların ruh hallerinin iyi” olduğunu belirtiyor. İlk “Onlarda bir tarih bilinci ve merakı uyandırmak istiyorum” Cengiz, erken yaşta İstanbul’a gelmesine rağmen Kürdçe’si gayet akıcı. Bunu da müziğe bağlıyor. Kürdçe okumayı bildiğini ancak yazamadığını söylüyor. Kısa zamanda bunu da başaracağını belirtiyor. Hatta asmilasyon politikaların gereksiz bir bahane olduğunu, isteyen herkesin anadilini öğrenebileceğini ve bunun birçok yolunun olduğunu dile getiriyor. Söylediği anonim ezgilerinin kime yazıldığını, tarihini bir bir hayranlarıyla paylaşıyor Cengiz. Buradaki amacını da şöyle belirtiyor: “Beni dinlemeye gelenlerin çoğu genç. Onlarda bir tarih bilinci ve merakı uyandırmak istiyorum. Mesela “Zembîfiroş” başlı başına bir destan. Bunun hikayesini anlatma ihtiyacı hissediyorum.” Kendi küçük cemaatine sahip olduğu her şeyi paylaşmaya çalışıyor. Cengiz’in en büyük arzusu acıların son bulması. Artık acıların yaşamın her alanında bizi yönlendirmesini istemiyor. Cengiz; “Toplum olarak sürekli çektiğimiz acılar ve sıkıntılar gönlümüzdeki müziği yapmamıza engel oluyor. Şarkılarımız sürekli acılarımıza yazılıyor. Umut ediyorum ki bir gün bu acılar biter ve kadına, aşka, doğaya ve anneye yazılan şarkılar olmasını istiyorum, acılara değil ama” diyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi “hayatın feleğinden” geçmesine rağmen pozitif bakmayı bilen bir insan. Çocuk yaşta sokakta mendil satan ve bugün gitarıyla sahnede olan mütevazi ve sıcaklığıyla sosyal çevresinde sevilen bir insan Cengiz Yazgı. başta insanların bu duruma pek alışık olmadığını, sokak müziğine tuhaf baktığını söyleyen Cengiz, bir süre sonra insanların ilgisinin arttığını hatta halk tarafından “Derwêşê Hemdem / Çağdaş Derviş“ olarak tanındığını ifade ediyor. Sadece sokaklarda değil gittiği köylerin meydan ve damlarında küçük bir grup da olsa müzik yapmaya çalışan biri.
Benzer belgeler
04.04.2016
görüntülerin yaşanmaması ve tutuksuz yargılamaya ilişkin formül arayışlarına devam eden
AKP’nin yaptığı değerlendirmede üç seçenek
üzerinde durulduğu belirtiliyor.
S:02 - 03
Cengiz Yazgı
30.05.2016
görüntülerin yaşanmaması ve tutuksuz yargılamaya ilişkin formül arayışlarına devam eden
AKP’nin yaptığı değerlendirmede üç seçenek
üzerinde durulduğu belirtiliyor.
S:02 - 03
Cengiz Yazgı