“Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.“ Eflatun - Sesleniş

Transkript

“Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.“ Eflatun - Sesleniş
Nisan 2016
Sayı: 28
ÜCRETSİZDİR
DEĞER
Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Yayınıdır
“Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.“
Eflatun
“Olmaya Devlet Cihanda Bir Nefes
Sıhhat Gibi.”
Kanunî Sultan Süleyman
NİSAN/2016
Enis Yavuz YILDIRIM
Ceza ve Tevkifevleri
Genel Müdürü
Ceza infaz kurumları kültürel ve etnik açıdan farklı,
cinsiyete göre kapsamı değişen, sağlıkla ilgili tutum ve davranışları açısından değişken bireylerden oluşan kurumlardır. Kurumlarda bu farklılıkları ön plana alarak sağlık hizmetleri sunulmaktadır. Ceza infaz kurumlarında bulunan
hükümlü ve tutukluların beden ruh sağlığının korunması ile
muayene ve tedavi başta olmak üzere sağlık hizmetlerinden
yararlandırılması devletin ve dolayısıyla ceza infaz kurumu
idaresinin sorumluluğu altındadır. Bu bağlamda 5275 sayılı
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Kanunun 6. maddesi
‘’Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile
beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur’’ der. Bu madde de birey
sağlığının korunması, geliştirilmesi ve sağlık düzeyinin yükseltilmesi hedeflenmiştir.
1986’da sağlığın teşviki ve geliştirilmesine yönelik dönüm noktalarından biri olan Ottawa sözleşmesinde,
sağlığı geliştirmede hedef kurumlardan biri olan ceza infaz
kurumlarına yer verilerek, ceza infaz kurumlarında bireyselliğin korunması, hastalık odalı risklerin azaltılması, sağlık
eğitimi ve danışmanlık sağlanması, bulaşıcı hastalıkların
azaltılması ve yasa dışı ilaç alımının önlenmesi amaçlanmıştır. Gerek kendi mevzuatımız gerekse uluslar arası sözleşmelerde bu durum detaylı olarak düzenlenmiştir. Bu bakımdan
ülkemizde bu mevzuatlar çerçevesinde hükümlü - tutuklu
vatandaşlarımız ve yabancılar için sağlık konusunda tüm çalışmalar titizlikle yürütülmektedir. Bu çalışmalar neticesinde ceza infaz kurumlarımız çağdaş ve değişen dünyaya örnek
teşkil edecek duruma gelmiştir.
Ceza infaz kurumları toplu olarak yaşanılan kurumlardır. Ceza infaz kurumlarında bireylerin bilincini artırmak
amacıyla Sağlık Bakanlığı ve sivil toplum örgütleri ortaklığıyla sağlığın geliştirilmesi, bilgi sağlanması konusunda uzman hekimler ve akademisyenler tarafından sağlığa yönelik
konferanslar düzenlenmesi gibi çalışmalar da yürütülmektedir. Ceza infaz kurumlarımızda sağlık konusuna çok önem
verilmekte ve salgın hastalıklarla ilgili önlemler alınmakta
ve planlı olarak sportif faaliyetler düzenlenerek hükümlü tutukluların katılımları sağlanmaktadır. Bilginin değerine
her zaman önem verilirken, kurum kütüphanelerinde sağlıkla ilgili yayınlara yer verilmesi ve diğer imkanların bulunmasının yanında salgın hastalıklar ile ilgili konularda verilere rahatlıkla ulaşılarak, hükümlü tutukluların bu konularda
bilgilendirilmesi sağlanmaktadır.
Kişinin ruhsal, fiziksel ve sosyal anlamda tam bir
iyilik hali olarak tanımlanan sağlık kavramı içerisinde kişilerin ruhsal sağlıklarının korunması ile ilgili olarak çalışmalar da yürütülmektedir. Hükümlü ve tutukluların beden ve
ruh sağlığının korunması hastalıklarının tanısı için gereken
ilk muayene ve tedavi hizmetleri öncelikli olarak bulunduğu ceza infaz kurumunda verilmektedir. İleri tetkik tedavi
ve rehabilitasyon gereken hallerde hükümlü ve tutuklular
devlet hastanelerine daha ileri sağlık hizmetleri gerekmesi
halinde ise üniversite hastanelerine sevk edilmektedirler. Kurumlarda bu konuyla ilgili yürütülen çalışmalardan biri
olan “Ceza İnfaz Kurumlarında Ruh Sağlığı ve Bağımlılık Tedavi Hizmetlerinin İyileştirilmesi Projesi” geliştirilerek Yapılandırılmış Ruhsal Değerlendirme ve Müdahale Programı
(YARDM) oluşturulmuştur. YARDM ile ceza infaz kurumlarındaki ruh sağlığı problemleri olan hükümlü tutukluların
personel tarafından erken dönemde tanınması ve psiko sosyal yardım ve sağlık servisi personelinin eğitimi amacıyla bir erken tanı ve değerlendirme sistemi oluşturulmuştur.
Madde bağımlılığı ve ruh sağlığı problemleri olan hükümlü/
tutukluların tedavileri ve bu hükümlü/tutuklulara doğrudan
iletişimi bulunan personelin eğitimi için yeni yaklaşım modelleri geliştirilmiştir. Personelin ruh sağlığı bozulmuş olan hükümlü - tutuklulara yönelik tutumlarını değiştirmek ve
kendi ruh sağlıklarını desteklemek için ruh sağlığı problemleri hakkında farkındalıklarını arttırmak amacıyla geliştirilen programlar kurumlarda uygulanmaktadır.
Her ne kadar bu çalışmalar yapılıyor olsa da önemli
olan hükümlü ve tutukluların ceza infaz kurumlarında geçirdikleri süre boyunca sağlıklarının ‘’değer’’ini bilmesi ve
ona göre davranmasıdır. Her işin başı sağlıktır. Sağlık olmadan diğer konular önemsiz veya ikinci planda kalmaktadır.
İnsanlar en çok sağlığını kaybettiği zaman hayatın değerini
anlar. Sağlığına kavuştuğunda da yine kıymetini bilmeden
yaşamaya devam eder. Unutmayalım ki tüm bu çalışmaların
gerçek hedefine ulaşabilmesi için kurumlarımızda sağlığının ‘’değer’’ini bilen ve kendilerine verilen ‘’değer’’in bilincinde olan bireylerin varlığı şarttır. Sadece maddi anlamda değil, manevi anlamda da sağlıklı olmak gerektiği gerçekliğiyle yola çıkarak her ay dergimizde işlediğimiz ‘’değer’’ler
sizlerin manevi sağlığına da katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
Hepinizin sağlıklı bir ömür geçirmesi ve yaşantınıza
sağlıklı bireyler olarak devam etmeniz dileğiyle...
BAŞYAZI
3
İçindekiler
36
Aylık Kültür ve Yaşam Dergisi
Yıl: 3 Sayı: 28 Nisan 2016
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
Yayınıdır
Değer
16
YAYIN KURULU
Ali YILDIZ Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdür Yardımcısı
Çelebi YILMAZ Faruk KARCI Ramazan GÜNŞAN Elçin Çakar TERZİOĞLU
Emrullah ÖZGER
Irmak ŞENEL Zümrüt ÖZKAN
Beynun GÜNEY İslam AZAKLI
Hakan ERDEM
(Yayın Kurulu Başkanı)
(Eğitim Daire Başkanı)
(Tetkik Hâkimi)
(Şube Müdürü)
(Şube Müdürü)
(Şube Müdürü)
(Sosyal Çalışmacı)
(Psikolog)
(Psikolog)
(Sosyal Çalışmacı)
(Memur)
2
18
10
Editör
Faruk KARCI
Sahibi
Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Adına
Necmi ACUN Katkı Sağlayanlar
(Tetkik Hakimi)
(Kurum Müdürü)
Abdullah Tutgun - Ali Oktay
Aydın Keçeci - Cevdet Tekin - Ejder Topal
Ferhat Çeliker - İsa Tiyek - Ahmet Eser - Murat Namdar Hakan Yıldız - Mehmet Gökçe - Ramazan Sağır
- Recep Güngör - Mustafa M. Ünlü - Özcan Gültekin Mehmet Varnalı - Ersin Kaya - Meltem Yamakoğlu Ülker Hatice Keleş - Nesil Sağın Küçük
Nisan 2016
22
24
44 46
0
Matbaa-Baskı Şefi
Salim KILIÇ
Grafik Tasarım
Yayın Türü
Yerel Süreli Yayın
Basım Tarihi: 06/06/2016
İletişim
Baskı
Ankara Açık Ceza İnfaz Kurumu Matbaası
İstanbul Yolu 15.Km Hava Müzesi Karşısı
Şaşmaz / Ankara
Tel: (0312) 278 7610 Faks: 278 25 68
Abidin Daver Sk. 7/10 Çankaya -Ankara
0312 441 00 40 - 0533 616 23 18
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
Konya Yolu No:70 06330 Beşevler/ANKARA
Tel: 0312 204 1661 Faks: 223 43 91
e-posta: [email protected]
Web: www.cte.adalet.gov.tr
Sesleniş Gazetesinin ekidir
EDİTÖRDEN
Faruk KARCI - Tetkik Hakimi
Adalet Bakanlığı Ceza ve
Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
Sevgili Okurlar, bu ay sayımızda yaşamımızın olmazsa olmazı ‘’sağlık’’ konusunu ele alıyoruz. Öncelikle
insanların sağlıklı bir yaşam sürebilmeleri için akıl ve ruh
sağlıklarının yerinde olması gerekmektedir. Her insan hayatının bir döneminde yaralayıcı tecrübelerle, kayıplarla
zorluklarla karşılaşıp, umutsuzluklar içinde çaresiz bir dönem yaşayabilir. İşte o gün düştüğü olumsuzluklardan en
az yara alarak kurtulabilmek için sağlıklı düşünme yetisine
sahip olabilmesi gerekir.
Ceza infaz kurumlarında yaşamak en az hükümlü - tutuklular kadar, cezaevi personeli içinde görev alanı olarak
zor bir yerdir. Yıllarca bu kurumlarda görev yaptığımızı
düşünürsek, bu sürenin beden ve ruh sağlığımız açısından
bize nasıl döneceğini belirlemek aslında elimizde olan bir
durum. Kurumlarda sıklıkla yaşadığımız olumsuz durumları ya da karşılaştığımız olayları sürekli düşünüp olumsuz
düşünce yapısını beynimize yerleştirmek, zamanla bedensel ve ruhsal sağlık problemleri olarak bize geri dönecektir. Bu yüzden olaylara pozitif yaklaşabilme yeteneğimizi
geliştirmeliyiz. Bir insan nasıl düşünürse öyle yaşar hayatı.
Bunun için önce kafamızda yer eden, takıntı haline getirdiğimiz, aslında önemsiz olan kişileri ve küçük şeylere üzülmeyi bırakmalıyız. Yaşantımızda sağlıklı düşünce yapısını
beynimize yerleştirebilmemiz açısından sizlerle küçük bir
hikayeyi paylaşmak istiyorum:
Ahmet, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan
biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek
olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile, ‘Bu adam bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor?’
diye. Birisi nasıl olduğunu sorsa ‘Bomba gibiyim.’ diye
yanıt verirdi hep. ‘Bomba gibiyim’ Ahmet doğal bir motivasyoncuydu. Yanındaki insanlardan biri o gün, kötü bir
gündeyse, Ahmet yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı. Bu tarzı fena halde düşündürüyordu
beni. Bir gün Ahmet’e gittim ‘Anlayamıyorum’ dedim. ‘Nasıl oluyor da her zaman, her koşulda bu kadar olumlu bir
insan olabiliyorsun? Nasıl başarıyorsun bunu? ‘Her sabah
kalktığımda kendi kendime Ahmet bugün iki seçimin var.
Havan ya iyi olacak, ya da kötü derim. Her zaman havamın
iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var. Kabullenmek ya da ders almak. Ben başıma gelen
kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana bir şeyden
şikayete geldiğinde, yine iki seçimim var. Şikayetini kabul
etmek ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben
olumlu yanlarını göstermeyi seçerim. ‘Yok yahu’ diye dalga geçtim. ‘Bu kadar kolay yani’.. ‘Evet Kolay’ dedi Ah-
met. ‘Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim
vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen
insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin.
Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin. Yani
sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin.’ Ahmet’in sözleri
beni oldukça etkilemişti. Onu uzun yıllar görmedim. Ama
hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine olumlu seçimler yaptığımda hep onu hatırladım.
Yıllar sonra Ahmet’in başına çok talihsiz bir olay
geldi. Ahmet ağır bir trafik kazası geçirmiş ve kaza esnasında, çarptığı araca ait metal bir parça vücuduna isabet etmişti. Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda
kalmış, hatta yoğun bakımdan çıkması mucize eseriymiş.
Ben onu olaydan altı ay sonra gördüm. ‘Nasılsın?’ diye sorduğumda ‘Bomba gibi sağlıklıyım’ dedi. ‘Bomba gibi’ ‘Olay
sırasında neler hissettin Ahmet?’ dedim. ‘Yerde yatarken
iki seçimim var diye düşündüm. Ya yaşamayı seçecektim
ya da ölümü. Allah’a dua ederek yaşamayı seçtim.’ ‘Korkmadın mı? Şuurunu kaybetmedin mi?’ ‘Ambulansla gelen
sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep iyileşeceksin
merak etme’ dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerken doktorların ve hemşirelerin yüzündeki
ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana ‘Bu adam
ölmüş’ diyordu. ‘Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir
adam olacaktım.’ ‘Ne yaptın?’ diye merakla sordum.’Bir
hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak her hangi bir şeye
ihtiyacım olup olmadığını sordu. ‘Evet’ diye yanıt verdim.’
‘Var’ doktorlar ve hemşireler merakla sustular. Derin bir
nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım.’Şu lanet olası demir parçasını çıkarın bedenimden, metale alerjim
varda!..’ Doktor ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar
bağırdım. Dua ettim. ‘Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı
gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil.’ Ahmet, sadece
doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının da büyük katkısı ile yaşadı. Allah’a dua ederek
yaşadı. Yaşaması bana yeni bir ders oldu.
Her nerede yaşantımıza devam edersek edelim bu
olaydaki karakter gibi her gün hayatımızı dolu dolu ve sağlıklı yaşamayı seçme şansımız olduğunu, her şeyin kendi
seçimlerimize bağlı olduğunu ve Yaradanın her zaman yanımızda olduğunu asla unutmamalıyız.
Bu yazıyı okudunuz. Şimdi iki seçiminiz var: 1.
Unutup gitmek, 2. Yazıyı dikkate almak ve her zaman ‘BOMBA GİBİ SAĞLIKLIYIM’ demek! Allah’a emanet
olun...
NİSAN/2016
Okuyucularımızdan
Teşekkür Mektupları
e Değer
dürüm v nları,
ü
M
l
e
n
e
Çalışa
Sayın G
Kıymetli
in
in
le hais
g
Der
ir emek olu
b
in
b
için
inesi d
le bizler
bilgi haz den büu
b
Öncelik
n
a
ıl
sarf e
ulaştır
, bizlere zenleyen, emek uz saygılarızırlanıp
ü
d
sons
üreten,
şanlara r şeyiyle adeta
lı
a
ç
e
dergiyi
v
e
ylesi he
i biz
üklerim
tün büy
ekten bö dolu bu dergiy uç
r
e
G
.
d
gi
rım
mı suna l güzellikte, bil dığınız için tüm ue
ır
o
t
m
ş
i
m
la
u
giy k
müke
mlarına
i bu der a başr
u
k
le
h
e
a
c
n
m
ö
kader
Daha
okumay rüp
sizinle.
dergiyi
e gö
alarımız . Daha sonra
ömrümd isinin
k
lı
m
ıl
u
y
d
muyor
ten 50
r’’ derg
a gerçek çok şeyi ‘’Değe k eksiklikd
ım
ığ
d
la
bir
irço
ediğim
ayede b
s
m
e
u
n
kanlıkla
B
e
.
r
ğ
ö
l ve alış r derendim
r
a
ğ
h
ö
k
e
o
d
ç
. Değe
sayesin zleşmek ve bir
duydum ımda, aile
i
yü
in
le
ğ
e
r
im
e
r
g
le
ant
azgeçme ra gelecek yaş
v
n
ntımda
a
d
rım
eki yaşa şarır
n son
d
a
e
d
in
ğ
n
is
u
r
e
e
b
rli D
lum iç
ızda ba
gisinin
Değe
e ve top . Yayın hayatın lmasını ve
d
m
im
ü
n
e
k
z
ır
o
t
dü
ey
.
i olacak
, berrak
ün Al
orum
ı bir yer eğinizin parlak
r
y
.
ı
y
l
a
im
Selam
r
m
e
z
ed
la
lec
i,
le se şmaya yü
diler, ge mesini temenni
i
r
la
ı
Ailes
g
la
en
say
lü
r sür
kurak ibi yenid Hüküm
nizi
nice yılla
uş
g
Hepi ışığında
u
ğ
u
h Durm
urumu
benim can buld niz
in
yatulla
İnfaz K
z
A
i
a
n
z
n
ı
e
i
C
n
r
i
e
alı
ini,
diğ
insa
ipi Kap
Fikirl
nice r yeşerdiğ imize işle bizleri
o’lu L T
ş
N
1
u
i
r
ç
a
m
İ
iv
Sil
tut
lik
tekr yorum.
imsel
ıyor.
i
krar
ve te irtmek ist şgörü, Bil yaklaştır Ala
l
.
o
nu be Saygı, H n biraz dah ediyorum k.
r
,
ü
i
d
e
g
l
g
a
l
r
v
n
r ı
ü
Se
r geçe uz teşekk lah’a ısma
e
h
a
ğ
ışı
ons
. Al
olsun
nize s
Hepi dımcınız
r
lah ya
ümlü
Hük Koca
ı
az
apal
Yılm E Tipi K
ne
mu
üşha
Kuru
Güm za İnfaz
Ce
7
YENİ SAYFA - OKUR MEKTUPLARI
Anneler Günü K
n
i
r
e
l
utlu
e
n
n
A
Ols
n
ü
un
t
ü
B
8
ÇOCUK
NİSAN/2016
Öğretmen Zekeriya Gücer İlkokulunun katıldığı
Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda
gerçekleşen annelerinin yanında kalan çocuklar için ‘’Anneler Günü’’ programında Deniz Seki
sözü ve müziği kendisine ait olan, ‘’Çocuk Marşı’’
şarkısını bütün çocuklar için seslendirdi.
“BÜTÜN ÇOCUKLAR ÇİÇEK’’
Bugün günlerden güneş
Aylardan yıldız bugün
Yıllardan en sevdiğim
Her mevsim çiçek bugün
Çünkü bütün çocuklar çiçek
Çocuklar çiçek çiçek
Bildiğim tek doğru şey
Güzel günler gelecek
Hükümlü
Deniz SEKİ
Bakırköy Kadın Kapalı
Ceza İnfaz Kurumu
9
ÇOCUK
ÖZ GÜVENLİ ÇOCUK
YETİŞTİRMEK
Eğer bir gün yolunuzu kaybederseniz bir çocuğun
gözlerinin içine bakın çünkü bir çocuğun bir yetişkine öğretebileceği her zaman üç şey vardır: Nedensiz yere mutlu olmak, her zaman meşgul olabilecek bir şey bulmak ve
elde etmek istediği şey için var gücüyle dayatmaktır.
Diğer insanlara konuşurken rahat konuşamıyor
musunuz?
Söylemek istediğinizi rahatlıkla söyleyemiyor musunuz?
Hayır diyemiyor musunuz?
Sürekli kararsızlık yaşar mısınız?
siniz?
Kendinize yönelik olumsuz düşüncelere mi sahip-
gösterirse bebekte güven duygusu gelişir. Bebek acıktığında, altını ıslattığında, ağladığında , ihtiyaçları hemen giderilirse sakinleşir, rahatlar ve etrafına güveneceğini anlar.
Kendinizi Beceriksiz değersiz mi hissediyorsu- Bebekte bu durumlar karşılanmazsa güvensizlik duygusu
nuz?
gelişir. Bebek ihtiyaç duyduğunda birileri onun yanında
olduğunu ve yardımcı olduğunu hissettiğinde güven duy
Öz güveni düşük kişiler genellikle yukarıdaki so- gusu gelişir. Bu dönemde olumlu yaşantılar umut duyguruların çoğunluğuna evet deme eğilimindedirler. Çocuk sunu güçlendirirken, aksi durumda öz güvenden yoksun
ailede yetişir ve ailenin desteğiyle çevrede şekillenir. Öz kişilik yapısı, kararsız, gergin, kaygılı karamsar ve kendine
güven 0-2 yaş döneminde kazanılan bir kişiliğe yerleşen güveni olmayan kişilik özellikleri ortaya çıkar.
bir duygudur. Öz güven özellikle 0-2 yaş aralığındaki çocuklarda kazanmasını beklenen bir duygudur . Çocuğun Örneğin; kalabalığın içinde rahat konuşmak, kenbakımını sağlayan kişi (anne ya da bakıcı) düzenli ve tutar- dini çekinmeden rahat ifade edebilmek, istemediği bir
lı bir şekilde çocuğa davranırsa çocuğun öz güveni gelişir. söz ya da davranışa hayır diyebilmek öz güvenle ilgilidir.
Bebek temel ihtiyaçları olan acıkma, ağlama, altını ıslatma Bebeklik döneminde öz güven duygusu kazanmış bir çogibi ihtiyaçları karşılanma düzeyine göre güven - güven- cuk, yetişkinlikte ayakları yere basan, kendine güvenen
sizlik duygusunu kazanır.
toplumda bir yer edinen herkes tarafından sevilen sayılan
ve varlığıyla kendini kabul ettiren bir birey olur. Kendine
Çocuk yaşamının ilk yıllarında annesine bağımlı- güvenen anneler babalar da öz güvenli nesiller yetiştiredır. Anne bebeğini yeterince besler, onu korur, ilgi, sevgi cektir.
10
ÇOCUK
NİSAN/2016
Toplum olarak öğrendiğimiz bir takım olgular
vardır ve bu düşünceler yanlış bile olsa anne ve babadan
öğrenilerek nesilden nesile aktarılır. Bu yanlış düşünceler,
çocuk her ağladığında kucağa alınmamalı, şımartmamalı,
disiplin sağlamak için tutarsız ve katı cezalar verilmemeli.
Örneğin; annenin hayır dediği bir olaya, babanın
evet demesi çocukta karmaşaya ve kararsızlığa neden oluşturur.
Çocuğun ruhsal ve fiziksel gelişimi için her bebeğin özellikle 0-2 yaş aralığındaki bebek ağladığında ihmal
edilmemeli kucağa alınıp, sevgi ve ilgi gösterilmeli. Anne
sıcaklığını alan bebek kendini güvende hissettiği için sakinleşir.
Öncelikle çocuğun güvende olduğunu hissettirmeli,
Cezaevinde annesinin yanında kalan çocuklarda ya da dışarıda kalan bu yaş grubundaki
çocuklarınızın öz güvenini kazanması için neler
yapmalıyız?
Çocuk kendini güvende hissettiği ortamda güven
duygusu gelişir.
Çocuğa karşı her zaman düzenli tutarlı anne baba
tutumu sergilemek.
Çocuk çok yalnız bırakılmamalı,
Temel ihtiyaçları yemek yedirme gibi ihtiyaçlarının yanında sevgi ve ilgi göstermeli ,
Çok sık kucağa alınıp, göz teması kurularak konuşulmalı,
Çocuğun kendini değerli hissetmesi sağlanmalı,
Cezalandırılmaktan kaçınılmalı. Sürekli cezalandırılan çocuk içselleştirerek güvensizlik korkulu şüphe
duygusu gelişir.
Nesil SAĞIN KÜÇÜK
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu 11
Psikolog
ÇOCUK
Anne-Babaların
Unutmaması
Gereken 8 Altın Kural
Çocuğunuzu en doğru şekilde yetiştirmek için uğraşırken, çelişkide kaldığınız durumlar oluyor mu? Modern çağın çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmek isteyen
anne babaları basın, kitaplar, internet ve diğer kaynaklarda yüzlerce öneri ve teori ile karşı karşıya kalıyorlar. Bunlardan bir kısmını yaşamlarını kolaylaştıran ve ebeveynlik
becerilerini destekleyen olumlu, kullanışlı bilgilere dönüştürürken, bir kısmı da kafalarının karışmasına neden oluyor.
Aşağıda, zaman zaman bir ebeveyn olarak kendinize güveninizin zayıfladığını ya da kafanızın karıştığını
hissettiğiniz dönemlerde başvurabileceğiniz ve çocukların
en temel ihtiyaçlarını karşılamanızda size yardımcı olacak
altın kurallar yer alıyor.
1- Çocuğunuzun en önemli istek ve ihtiyaçlarından
biri ona zaman ayırmanızdır.
Kısa, yoğun etkileşimler günlük rutinleri paylaşmanın yerini tutmaz. Bu nedenle, her gün kısa da olsa, sadece çocuğunuza ayıracağınız belirli sürelere ilave olarak,
aile yaşamınızın günlük rutinlerini de çocuğunuzla paylaşmalısınız. Örneğin; çamaşırları makineye atmak, yıkanmış
çamaşırları asmak, bulaşıkları yerleştirmek, yemek pişirirken, arabayı yıkarken, temizlik yaparken size yardımcı
olması; birlikte alışverişe çıkmak, akraba, komşu ziyaretlerinde veya banka ya da postaneye giderken size eşlik etmesi, ailece yenen akşam yemekleri gibi. Ayrıca kaybedilen
zamanı maddi şeylerle telafi edemeyeceğinizi unutmamalısınız. Para yerine koyulabilir, ancak zaman asla geri getirilemez.
2- Mükemmel olmaya çalışmayın.
Anne-baba olarak elinizden gelenin en iyisini yapmaya gayret edin. Ancak kusurlarınız olabileceğini, zaman
zaman hatalar yapabileceğinizi de kabul edin.
12
4- Konuşmaya başlamadan önce çocuğunuzu dinleyin.
Konuştuğunuz konu ne olursa olsun, siz ne kadar
çok dinlerseniz, çocuğunuz da size o kadar çok şey anlatır.
Elbette bu da karşılıklı konuşmanızın çok daha etkili ve
anlamlı olmasını sağlar.
5- Öz güven ruh sağlığının temel taşıdır.
Çocuğunuz, yaşına uygun olmak kaydı ile kendi
seçimlerini yapabilme ve kararlarını verebilme olanağını
bulabilirse net ve sağlam bir öz güven duygusuna sahip
olabilir.
Örneğin, çocuğunuzun hatalı davranışlarını düzeltmeye çalışırken, ona iki doğru seçenek sunabilir ve
bunlardan birini kendisinin tercih etmesine izin verebilirsiniz.
6- En etkin ceza, zamanında verilen, geçici olarak
uygulanan ve çocuğun neyi, neden onaylamadığınızı anladığı cezalardır.
Çocuğunuza doğru davranışları, sınırları ve kuralları öğrenmesi için ceza vermeyi gerekli gördüğünüz durumlarda, bu cezanın hatalı davranışla ilişkili ve orantılı
bir ceza olması gerektiğini, cezanın amacının intikam almak ya da çocuğu üzmek değil, doğruyu anlamasına yardımcı olmak olduğunu, cezanın geçici bir süreyi kapsaması
gerektiğini, çocuğunuzun hangi davranışını onaylamadığınızı ve beklentinizin ne olduğunu açık bir şekilde anlamasını sağlamayı kesinlikle ihmal etmemelisiniz.
7- Çocuğunuz size bir soru sorduğunda, konu ne
olursa olsun basit ve güvenilir bir cevap verin.
Çocuğunuzun mükemmel bir anne-babaya değil
onu seven, koruyan ve kabul eden bir anne ile babaya ihtiyacı vardır. Ayrıca herkesin hata yapabileceğini ve hataları
hoş görebilmeyi bilmek ve bu hataları birer öğrenme fırsatı
olarak değerlendirebileceğini anlamak, çocuğunuza verebileceğiniz paha biçilmez bir yaşam dersi olacaktır.
Ölüm, doğum ve benzeri zor konulardaki soruların uzun uzun açıklamalar gerektirdiğini düşünebilirsiniz.
Ancak aslında çok fazla ayrıntı ve bilgi vermek bir varil
suyu bir bardağa doldurmaya çalışmaya benzer. Açıktır ki
bu tür bir yaklaşım da kaynakların israf olmasına ve alıcının yorulmasına neden olur. Çocuğunuzun yaşına ve gelişim düzeyine uygun kısa, net ve doğru bilgileri vermeniz
her zaman için yeterli olacaktır.
3- Çocuğunuz için söylediklerinizden çok yaptıklarınız anlam taşır.
8- Yaşadığınız çevreye saygı göstermeyi günlük
yaşamınızın önemli bir parçası haline getirin.
Uzun konuşmalar ve nasihatler nadiren akılda yer
eder, oysa davranışlarınız etkili, net mesajlar verir. Örneğin çocuğunuzun dürüst ve şefkatli bir insan olmasını
istiyorsanız, öncelikle siz dürüst ve şefkatli davranan biri
olmalısınız.
AİLE
Siz kısıtlı kaynaklarımızı özenli ve doğru kullanırsanız, çocuğunuz da bunu öğrenecektir. Elbette ki bu da
onun sağlıklı, mutlu ve uzun bir yaşam sürmesine katkıda
bulunacaktır.
www.aile.org
NİSAN/2016
İnternetten Alışveriş
Güvenliği
İnternet hayatımızın artık vazgeçilmez ögelerinden biri olmakla beraber, alışverişin de sıkça yapıldığı bir
yer olarak dikkat çekmektedir. Ceza İnfaz Kurumu personeli arkadaşlarımızın da internet aracılığıyla çeşitli dolandırıcılıklara maruz kaldığını görmekteyiz. Bu yazımızda
interneti güvenli olarak nasıl kullanırız sorusunun cevaplarına ulaşabilir ve güvenli alışverişle mağdur olmadan interneti kullanabilirsiniz.
İnternetten Alışveriş Güvenliği
Her yeni güne yeni bir e-ticaret sitesiyle uyandığımız ülkemizde ilk e-ticaret sitesi örneklerine 1991 yılı itibari ile tanışmaya başladık. Aradan geçen yıllara rağmen
internet kullanıcılarının aklında hala belli başlı sorular
tekrarlanmaktadır. İnternet kullanıcıları e-ticaretin, diğer
bir söyleyişle çevrim içi alışverişin ne kadar güvenli olduğu hakkında gerekli bilgiye sahip değil. Ticaret kanununda
kullanıcıları koruyan maddelerin olmasına rağmen, çevrim içi alışverişte dolandırılır mıyım? Kişisel bilgilerim ya
da kredi kartı bilgilerim çalınır mı? gibi sorular kullanıcıların internetten alışveriş yapmaktan kaçınmasına sebep
olmaktadır. Öncelikle söylemeliyiz ki çevrim içi alışverişte
her zaman için bir risk vardır. Bu risklerin ne olduğu ve
korunma yollarını açıklamaya çalışacağız.
Kredi Kartınız Sanal Alışverişe Açık mı?
Her bankanın farklı özelliklere ve avantajlara sahip birçok kredi kartı bulunmaktadır. Kredi kartları çeşitlilik gösterse de her kartın sanal alışveriş limitini (Mail
Order) belirleme ve tamamen kapatma imkânınız vardır.
Online alışveriş yapmadığınız zamanlarda sanal alışveriş
özelliğini tamamen kapatmakta fayda var. Çünkü sanal
alışverişe açık olan bir kartınızdan kötü niyetli kişilerin
para çekmesi için illa internetten işlem yapmanıza gerek
yok. Kartı kaybetmeniz ya da üstündeki bilgilerin bir şekilde elde edilmesi durumunda karttan para çekmek çok
kolay olacaktır. Alışveriş yapacağınızda harcayacağınız
miktar kadar limit açarak işlemlerinizi yaparsanız riski en
aza indirmiş oluruz.
Tarayıcınız Son Sürüm Olsun
Tarayıcı yazılımlarının üretici firmaları yeni çıkan
kötücül tehditlere karşı ürünlerini kısa aralıklarla güncelleyip güvenlik açıklarını kapatmaktadır. Tarayıcımızı güncel tutmamız çevrim içi güvenliğimizi artıracaktır.
Alışveriş Yaptığınız Sitenin SSL Kullandığından
Emin Olun
SSL, internet üzerinden veri iletiminin güvenliğini
sağlamak amacıyla geliştirilmiş bir teknolojidir. SSL kullanan sitelerde kullanıcı ile site arasından gidip gelen veriler
şifrelenerek, başkalarının eline geçmesi engellenmiş olur.
Alışveriş yaptığınız sitelerde SSL özelliği olup olmadığını
kontrol etmeniz yararınıza olacaktır.
Teslimatta Ödeme Yöntemini Kullanın
Kredi kartınız yoksa ya da kullanmak istemiyorsanız çoğu e-ticaret sitesi ödeme seçeneği olarak ‘kapıda
ödeme’ yöntemini kullanmaktadır. Kapıda ödemede ürünü kontrol ettikten sonra kargo görevlisine ödeme yapabilir veya iade edebilirsiniz.
Bilindik Sitelerden Alışveriş Yapın
Çevrim içi alışverişte kullandığımız siteler önem
teşkil etmekte. Tanınan ün yapmış siteler hem sipariş esnasında hem de sipariş sonrası size gerekli desteği kanunlara göre sağlayıp sizi mağdur etmeyecektir. Ersin Kaya
Konya E Tipi Ceza İnfaz Kurumu
İnfaz ve Koruma Memuru
BİLİM
13
ELLERİNİZİN HASTALIK
KORUMA KALKANI MI O
Mehmet GÖKCE
Geleneksel kültürümüzde temizlik iç ve dış olmak üzere iki yönüyle ele alınır. Dış temizlikle; bedenimizin, giysilerimizin, çevremizin kirden, iç temizlik
ile de kalbimizi kötü duygu ve düşüncelerden arındırırız. Ruh ve beden temizliği, kendi sağlımızın yanında
aynı zamanda toplum ve çevre sağlığı açısından da çok
önemlidir. Uzuvlarımız arasında en çok ellerimiz kullanıldığından dolayı cisimlerle en çok temas eden de
ellerimiz olmaktadır. Bunun neticesinde bakteriler en
çok el teması yoluyla bulaşıyor. Yapılan bir araştırma
sonucunda, ellerin her santimetre karesinde 4-6 bin zararlı mikroorganizmanın bulunduğu tespit edilmiştir. Bu mikroorganizmalar; ellerimiz vasıtasıyla solunum
ve/veya yiyecek içeceklerle birlikte bize bulaşmaktadır.
Uzmanlar önleyici tedbirleri sayarken bunların içinden
kolay ve en etkili olanının bilinçli bir şekilde elleri düzenli olarak sabunla yıkamak olduğunu belirtmektedirler. Özellikle kış aylarında toplu taşım araçlarında,
hasta kişilerin dokunduğu yerlere temas sonucu geçebilecek hastalıklardan, düzenli el yıkama alışkanlığı sayesinde korunmak mümkün.
El hijyeninde amaç zararlı mikropları uzaklaştırmaktır. Sadece su ile yapılan temizlik göz ile görünür,
kir uzaklaştırılmakta fakat etkili bir hijyen sağlanamamaktadır. Tam bir temizlik için su ile birlikte sabun
kullanılması gerekmektedir. Özellikle toplu bulunulan
yerlerde sıvı sabun tercih edilmelidir.
14
KAPAK KONUSU
Eller Nasıl Yıkanmalı?
•
Eller ılık su ile ıslatılır, sabun ellerin tüm yüze-
yine dağıtılır ve iyice köpürtülür.
•
Bilekler, avuç içleri, parmaklar, parmak
araları, el sırtı ve tırnak içleri en az 30 saniye
kuvvetlice ovulur.
•
Eller iyice durulanır.
•
Özellikle halka açık ve toplu yerlerde tek
kullanımlık havlu kağıt ile eller kurulanır.
•
Kurulamada kullanılan kağıt havlu ile musluk kapatılır ve çöp kutusuna atılır.
Türkiye’de El Yıkama Alışkanlığı Yüksek
Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) bir araştırmasına göre dünyada su, temizlik ve hijyen kaynaklı hastalıklara önlem olarak sadece sabunla ellerin yıkanması
sonucunda hastalıkların önlenebileceği, her yıl 650 bin
hayatın kurtarılabileceği tahmin ediliyor. Bu sebeple,
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF)
el yıkamanın önemini vurgulamak için 2008 yılında
15 Ekim’i “Dünya El Yıkama Günü” olarak kabul etti.
Araştırma şirketi BAREM, global ortağı WIN/ Gallup
International ile birlikte UNICEF tarafından ilan edilen
15 Ekim Dünya El
Yıkama günü için
tüm dünyada el
yıkama alışkanlıklarını araştırdı. Araştırma kapsamında katılımcılara “Tuvalete
gittikten sonra ellerimi sabunla yıkamak
NİSAN/2016
K VİZESİ Mİ YOKSA BİR
OLMASINI İSTERSİNİZ?
otomatik olarak yaptığım bir şey” ifadesine ne kadar katıldıkları soruldu, yanıt verenlerin yüzde 94’ü katılıyorum, %4’ü kısmen katılıyorum cevabı verdi. Bu alışkanlığa erkekler ve kadınlar benzer oranlarda sahip iken,
tuvalet sonrası el yıkama konusunda bilinçlenmeye en
çok ihtiyacı olan grubun öğrenciler olduğu görünüyor.
Dünyada Tuvalet Sonrası Temizlik
Kültürü El Yıkama Oranlarını Etkiliyor
Belirtilen araştırmada; dünya nüfusunun 3’te
2’si tuvalete gittikten sonra sabun ve suyla el yıkama
alışkanlığına sahip olduğu tespit edilmiştir. Dünya genelinde görüşülen kişilerin %65’i ellerini su ve sabunla
yıkamanın alışkanlık olarak yaptıkları bir şey olduğuna
katılırken, %26’sı bir dereceye kadar katıldığını, %8’i
ise katılmadığını söyledi.
Dünyada tuvalet sonrası su ve sabun ile el yıkama alışkanlığı en yüksek ülke Suudi Arabistan (%97)
iken Çin (%23) ve Japonya (%30) bu alışkanlığın en
düşük olduğu ülkeler. Avrupa’da bu anlamda en yüksek
oran Türkiye’den (%94) sonra Yunanlılar (%85) en düşük oran ise Hollandalılar (%50) arasında görünüyor.
Yapılan araştırma Müslüman ülkelerin dünya geneline
göre bu alışkanlığa daha yüksek oranlarda sahip olduğunu gösteriyor. İslam dini mutlu, huzurlu ve sağlıklı yaşamın
devamı için, bireylerin daima iç ve dış temizliğinin olmasını ister. Temizlik, Allah’ın bize Hz. Muhammed
aracılığıyla verdiği öğütlerin başında gelmektedir. İlk
vahiy:”Yaratan Rabbinin adıyla oku!”dan sonra ikinci
vahiy: -“Ey Peygamber! Kalk, insanları uyar, Rabbini
yücelt, kendini arındır, elbiseni tertemiz tut, kötü şeyleri terk et.” anlamındadır. Yine Kur’an-ı Kerim’in Tevbe
Suresi 108. ayetinde Allah şöyle buyurmuştur:- ‘’Allah
temizliğe dikkat edenleri sever.’’ Birçok önemli şahsiyet
bu tür temizliğin önemini vurgulamıştır. Peygamber
Efendimiz, “Temizlik imandandır.” diyerek mutlaka
yapılması gereken farz ibadetler ölçüsünde ele almış ve
öyle tavsiye etmiştir.
Yine, “Allah temizdir temizliği sever”,” Temizlik
imanın yarısıdır” sözleriyle de temizliğin önemini vurgulamıştır. Sonuç olarak her birey; bulunduğu, çalıştığı
yeri, bedenini, elbisesini, evini, çevresini temiz tutmakla sorumludur. Sorumluluğumuzun bilincinde sağlıklı
bir yaşam için temiz olmaya gayret etmemiz dileğiyle,
sağlıcakla kalın...
Kocaeli 2 No’lu F Tipi Ceza İnfaz
Kurumu Öğretmeni
KAPAK KONUSU
15
UYKU BOZUKLUKLARI
VE UYKU HİJYENİ
Cem TIĞRAK
Yaşamımızın vazgeçilmez periyodik döngülerinden biri olan uykuyu, organizmanın çevreyle ilişkisinin
çeşitli uyaranlarla geri döndürülebilir şekilde geçici olarak
kaybolması şeklinde tanımlayabiliriz. Geri döndürülebilir
bir bilinçsizlik hali olan uyku, sadece vücudun dinlendirildiği pasif bir süreç değil, vücudu yeniden yaşama hazırlayan aktif bir süreçtir.
Uykuya neden ihtiyacımız olduğu ve uyku süreciyle ilgili iki temel varsayım bulunmaktadır. Bunlardan ilki
‘restoratif (yineleyici) teori’, bedenimizin ve zihnimizin
ihtiyacı olan enerjiyi uyku sırasında depoladığı üzerine temellendirilmiştir. Diğer yandan ‘evrimsel teori’ ise uykuyu
çevreye uyum sürecinin sonucu olarak edinilmiş bir özellik olarak açıklayarak, avlanmanın zor ve tehlikeli olduğu
gece boyunca organizmaya gelecek zararların önlediğini
savunmaktadır. Her iki teorinin de güçlü ve noksan yanları olmakla birlikte birbirini destekleyen ve tamamlayan
yanlarının da olduğu görülmektedir.
Bebekler günün yarısını uykuda geçirirken, yetişkinlikte bu süre 7-9 saate, yaşlılıkla birlikte ise 5-6 saate kadar indiği görülmektedir. Uykuya geçişle birlikte iki
evreden söz edilebilir: Uyku sürecinin 1/4’ünü kapsayan,
hızlı göz hareketlerinin bulunduğu REM evresi ve 3/4’ünü
kapsayan NREM evresi. NREM-REM döngüsünün ortalama süresi 90-100 dakika olmakla birlikte yetişkin bir insanın uykusunda bu döngü 5-6 defa tekrarlanmaktadır.
16
Uyku ile ilgili sorunlar psikiyatrik hastalıklarda
en yaygın olan yakınmalardan birisi olarak karşımıza çıkmakta ve bazen başka bir fiziksel ya da ruhsal bozukluğun
belirtisi olarak bazen de tek başına ayrı bir hastalık olarak
görülebilmektedir. Genellikle orta yaşlar ve yaşlılıkla birlikte ortaya çıkan uyku bozuklukları kadınlarda erkeklere
oranla daha fazladır. Yapılan araştırmalarda uykusuzluk
durumuyla birlikte psikomotor işlevlerde (dikkat, bellek,
SAĞLIK
konsantrasyon) bozulma, aile ve sosyal ilişkilerde olumsuzluk, akademik başarıda, yaşam kalitesinde ve üretkenlikte düşüş, kaza yapma riskinde artış olduğu bulunmuştur.
Uyku bozukluklarının tespitinde polisomragrafi
yöntemi kullanılarak uyku sürecinde vücudumuzda olan
fizyolojik değişiklikler değerlendirilir ve kayıt altına alınır. Günümüzde uyku bozukluklarının tedavisinde genel
olarak farmakoterapi (ilaç tedavisi), davranışsal teknikler
(uyku günlüğü tutma, uyku hijyeni eğitimi vb.) ve ışık tedavisinin sıklıkla kullanıldığı görülmektedir.
Uyku Hijyeni
•
Kendinize bir kalkış saati belirleyin ve hep
bu saatte kalkmaya özen gösterin.
•
Sabah kalkınca yatakta geçirdiğiniz süreyi en
aza indirin.
•
Gündüz saatlerinde kesinlikle uyumayın.
•
Tercihen gündüz ya da akşamüstü saatlerinde
düzenli olarak spor ve egzersiz yapın.
•
Akşam saatlerinden itibaren alkol, nikotin
(sigara, puro, pipo, nargile) kafein (kahve,
enerji içecekleri) tein (çay) gibi uyarıcı
içeren maddelerin alımını azaltın.
•
Akşam yemeğini hafif yemeye çalışın.
•
Çok aç ya da çok tok şekilde yatmayın.
•
Yatmadan önce aşırı sıvı alımından kaçının.
•
Uykunuz gelmeden yatağa girmeyin.
NİSAN/2016
•
Yatağı sadece uyumak için kullanın.
duş alma, solunum ve gevşeme egzersizleri vb.)
bulunun.
•
Uyku dışındaki aktivitelerinizi (kitap okuma,
müzik dinleme, ders çalışma, televizyon
izleme vb.) yatakta gerçekleştirmeyin.
•
Doktor tarafından önerilen uyku ilacınız varsa, ilacınızı yatmadan bir saat önce alın.
•
Yatacağınız ortam ses, ışık ve ısı bakımından
uygun fiziksel koşullarda olmalı.
•
Alkol tüketimiyle birlikte uyku ilacını
kullanmayın.
•
Aşırı sert ya da yumuşak yataklar tercih etmeyin.
•
Yatağa yattıktan sonra 20-25 dakika içerisinde uyuyamazsanız kendinizi uyumaya zorlamayın.
Yataktan kalkın ve rahatlatıcı faaliyetlerde (ılık Uzm. Aile Danışmanı & Psikolog
“Uyku, biyolojik ritmimizin bir parçası
olarak günlük yaşamımızın üçte birini
kapsar. Günlük uyku süresi alışkanlıklar
ve genetik faktörlerin etkisiyle kişiden
kişiye göre değişebilmektedir.
”
17
SAĞLIK
BİR ASLAN ‘’MİYAV’’
DEDİ
Kedi, şiirlere, şarkılara, edebiyata hatta farkında
olmadan bilime ilham kaynağı olan canlılardandır. “Kediler doğanın başyapıtıdır” diyerek önemine vurgu yapmıştır
Leonardo da Vinci. Antik kökenleri tam olarak bilinmese
de evcil kedinin kökenleri en az 9.500 yıl öncesine, Orta
doğu’da ziraatin başladığı dönemlere kadar gider. Güney
Kıbrıs’ta bir insan iskeletinin yanında bulunan bir kedi
iskeleti aynı döneme denk gelir. Çin’de bulunan yaklaşık
5.300 yıllık fosil kayıtlarına göre de günümüzün evcil kedisi cüssesinde kediler ziraatle uğraşılan bölgelerde tahılla
beslenen kemirgenleri avlıyorlardı. Bu bulgulara dayanılarak kedilerin, zararlıları avlamaları için, çiftçiler tarafından beslendikleri veya varlıklarına müsaade edildiği düşünülür.
18
Tarihte kedileri en çok yüceltenler Mısırlılar olmuştur. Nil vadisinin eski insanları kediyi neşe ve müziğin, güzel şarkıların, kıvrak dansların temsilcisi kedi kafalı
tanrıça Bastet’le özdeşleştirmişler. Eski Mısır’daki hemen
her evde kedi beslenmiş. İnanışa göre bu güzel yaratık miyavladıkça evlerin içi tanrıçanın insanlara hediyesi sayılan
neşeyle dolarmış. Eski Mısır’da kediye vuran, tekmeleyen,
kötü davrananlar en ağır şekilde cezalandırılmışlar. Hele
hele kedi öldürenler! Onların cezası da idammış. Tarihi
kaynaklarda çok ilginç anlatılar var. İsa’dan sonraki devirlerde Romalılar’ın Mısır’a egemen oldukları sıralarda,
İskenderiye sokaklarında dolaşan iki Romalı askerin önCANLILAR ALEMİ
lerine çıkan, uğursuz saydıkları kara bir kediyi öldürmeleri üzerine, bütün bir mahalle halkı, Romalı askerleri linç
edip, cesetlerini paramparça etmişler. Firavunlar döneminde kediye tekme vuranlar ağır cezalara çarptırılmışlar.
Kedi öldürenler ise idam edilmişler. Tanrıça katına yükselen kediler bile var eski Mısır’da. Şaka bir yana, eski Mısır
dilinde kedinin adı “Myeou” imiş. Herhalde, miyavlama
kelimesi de oradan geliyor.
Hz. Muhammed (s.a.v) hırkasının üzerinde kendinden geçmiş mışıl mışıl uyuyan kediyi rahatsız etmemek
için hırkasının bir ucunu kesmeyi yeğlemiş. Kedilerin tarihine baktığımızda her zaman değerli bir konuma yerleştirilmese de olumlu ya da olumsuz, tüm zamanlarda dikkatleri üzerlerinde toplayan canlılardır. Zamanla Suriye,
Arabistan ve Avrupa’ya yayılan kediler, her gittikleri yerde
Mısır’daki kadar hoş karşılanmamışlardır. Özellikle Avrupa’da en fazla zulüm gören hayvanlar kediler olmuştur.
Geçmişten günümüze dikkatleri toplayan bu canlılar bugün evlerimizde, mahallemizde, şehirlerde, köylerde, hemen her yerde hayatımızın içinde yer bulmaya devam etmektedir. Kedileri sevmeyen birçok kişiye rağmen
büyük bir çoğunluğun yoğun bir ilgi ve sevgisini çekmeye
devam etmektedir. Biliyorum hiçbir kedici, kedisi sağlığına iyi geldiğini düşünerek kedici olmamıştır. Ancak son
yıllarda (ki her gün bir yenisi ekleniyor) yapılan bilimsel
NİSAN/2016
Doç. Dr. İsmail Koçak (Kulak- Burun-Boğaz Uzmanı) insanların kedilerden benzer uyaranları aldıklarında bir rahatlama ve bir sevgi duygusu geliştirdiğini,
kedilerin vücut ısılarının insanlarınkinden daha yüksek
olduğunu, kedilerde ek olarak mırıldama hareketinin vücutta benzer duyguları uyandırdığı için insanlarda bir sevgi bağı hissettirdiğini, bunun da güven, bağlılık, sevgi, şefkat ve vicdan duygusunu arttırdığını ifade etmektedir. Bu
açıdan bakıldığında kedi mırıltısının aynı zamanda stresi
aldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
çalışmalar kedilerin tahmin edemeyeceğimiz düzeyde sağlığımızı olumlu etkilediğini gösteriyor. Bunlardan en ilgi
çekici olanı mırlamanın etkisi. Birçoğumuzun anlam vermediği mırlama öyle faydalı bir şeymiş ki okudukça bana
hak vereceksiniz.
Vahşi, evcil tüm kedigiller familyası mırlama yeteneğine sahip. Bildiğiniz gibi mırlama ile beraber bir
titreşimde meydana geliyor. Mırlama kedilerin gırtlaklarındaki kasların titreşimleri ile başlıyor. Buna tüm nefes
yolundaki kaslar ve diyaframda eşlik ederek dakikalar süren senfoni başlıyor. Mırlama sonucu saniyede 20-50 arası
titreşim (20-50 hertz) oluşuyor. Bu süreçte kediler normal
nefes alıp vermeye devam edebiliyorlar. Bu ses frekansının
olumlu etkileri olabileceği ile ilgili ilk araştırmaların başlangıcı 1950’li yıllara kadar uzanıyor. O yıllarda çok ciddiye alınmayan çalışmaların sonuçları günümüzde artık
bilim insanlarınca tartışılmıyor. O günden bugüne kadar
yapılan birçok araştırma, kedilerle bir arada yaşamının
zihin ve beden sağlığı üzerinde birçok olumlu etki yaptığı
şeklinde sonuçlanmıştır.
Gelelim Mırlamanın Büyüleyici Etkisine…
Kedi mırıldaması ile ilgili olarak Uzman Psikolog
Saba Başoğlu da: “Kediler iletişim kurduğu varlıklara mırıldayarak, ‘Ben buradayım, iyiyim ve mutluyum’ mesajı
verir. Genelde yalnız kaldığımızda ben buradayım, mutluyum diyen bir kişi olursa bu kendimizi iyi hissettirir. Dolayısıyla kişi güçsüz ve yalnız hissettiğinde kediyle ilişkisi varsa bu mırıltı kişiye iyi gelecektir” diyerek, biyolojik
etkisine ek olarak psikolojik anlamda da önemli bir etki
yarattığına vurgu yapmaktadır.
Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul da kedi mırlamasının rahatlatıcı etkisinin düşük frekansta devamlı bir
uğultu olmasından kaynaklandığını, insanın yapı olarak
süreğen ve düşük dozda uğultularla sakinleştiğini, bunun
nedeninin de anne karnındaki ortamın sakinleştirici etkisini hatırlatmasından kaynaklandığını belirtmektedir.
Sakin ve düşük ses tonuyla konuşan insanların hipnotize
edici düzeyde bizi sakinleştirmesinin nedeni de budur.
Aynı durum kedilerle de yaşanmaktadır. Binlerce yıl önce
insan yaşamına girmiş olan bu estetik ve gizemli hayvanlar
bugün ise sevgi alışverişi yaptığımız ve yalnızlığımızı paylaşan arkadaş olarak insan yaşamında yerini almıştır.
Meltem YAMAKOĞLU ÜLKER
Eskişehir H Tipi Ceza İnfaz Kurumu Psikolog
İngilizce “purr therapy” diye tanımlanan bu tedavi
üzerine ilk önemli çalışma Amerika’dan. Uluslararası İletişim Araştırma Enstitüsünde yapılan çalışmalar sonucu
kedilerin mırlayarak doğal bir iyileştirme yeteneğine sahip oldukları kanıtlanmıştır. Çeşitli nedenlerle yaralanmış
sokak ve ev kedilerinde yapılan çalışmalarda, mırlamanın
kedilerin kemik ve organları üzerinde iyileştirici özelliğe
sahip olduğu anlaşılmıştır. Dr. Elizabeth Muggenthaler
başkanlığında yürütülen çalışma sonucu kedilerin kendilerini mırlayarak tedavi ederken çıkardıkları seslere benzer
frekansta (20-50 hertz) sese tabi tutulan insan kemiğinin
de güçlendiğini saptanmıştır. Aynı çalışmada bu etkinin
sadece kemiklerde değil kas, eklem, tendon ve bağ doku
yaralanmalarında da başarılı olduğu görülmüştür.
Bir diğer çalışma Fransa’dan. Çalışma sonucu kedi
mırıltısının, kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan serotonin, prolaktin ve oksitosin hormon düzeylerimizi artırdığı,
stresle baş etmekte, hatta depresyona karşı savaşmakta bu
hormonal değişikliklerin son derece yararlı olduğu bilimsel olarak ortaya konulmuştur. Veteriner Jean Yves Gauchet, “purr terapi”nin etkisinin kedinin göğüs kafesinin boyutuna bağlı olduğu ve genişledikçe stres giderici etkinin
çoğaldığını saptamıştır.
19
CANLILAR ALEMİ
BUNLARI BİLİYOR
MUSUNUZ
Haydan gelen huya gider atasözünün içinde Angut kuşu, eşi öldüğü zaman onun yanına
gidip, kendisi de ölene kadar ondan gözlerini
geçen ‘’Hay’’ ve ‘’Hu’’ Allah demektir.
ayırmadan bakar.
Sol kulağımız konuşulanları ve çözümlenecek
Köpekler, kanser hastalarını koku yoluyla alproblemleri daha iyi duyarken, sağ kulağımız
gılayabilirler.
müzik ve ritimleri daha iyi duyar.
Kollarınızı sağa ve sola açtığınızda iki uç nokYılan balığı ve vatoz 500-600 volta kadar çı- ta arasındaki mesafe boyunuzun uzunluğuna
kan elektrik akımı taşırlar ve bunu düşman- eşittir.
larına karşı kullanabilirler.
Rusya’nın dörtte biri ormanlarla kaplıdır, bu
Bebekler günde ortalama 200 defa gülümser. alan Türkiye’nin yüz ölçümüne eşittir.
Kadınlar ortalama 62 defa, erkekler ise ortaYapılan bir deney sonucunda sigara içindeki
lama 8 defa gülümsüyor.
katran maddesinin bir farenin sırtına sürüldükten sonra, farenin sırtındaki o bölgede
Kartalların gözlerinde iki retina vardır. İki
kanser oluştuğu gözlemlendi.
retinaya sahip olmak mükemmel derecede
keskin bir görüş kabiliyeti sağlar. 1500 met- Sihirli sözcük olan ‘‘Abrakadabra’’ ilk olarak
re yüksekten, otların arasında kamufle olmuş yüksek ateşli hastaların ateşlerini düşürmek
fareyi çok rahat ayırt edebilir.
için söylenmiştir.
20
BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?
NİSAN/2016
ERZİNCAN’A
GİRDİM TÜRKÜSÜNÜN
HİKAYESİ
“Erzincan’a girdim ne güzel bağlar.” Erzincan Halk Türküleri içinde en çok sevilen uzun havadır. Güzel
olduğu kadar da acı bir gerçeği dile getirir. Erzincan, yemyeşil beldelerimizden biridir. I. Dünya Savaşı yıllarında bu “güzel bağlar” da tıpkı o günkü Erzincanlılar gibi hüzünlüydü . Çünkü bu bağlar terk ediliyordu. Halen yaşlı Erzincanlıların hatıraları arasında kalan genç nesillerin 1916 yılında Ruslar Erzurum’u almış, Erzincan’a doğru
ilerliyorlardı masal havası içinde dinledikleri “Muhacirlik”, binlerce Erzincanlının Anadolu içlerine göç etmesini ve aylar sonra Erzincan’a geri dönmesini hikaye eder.
Bu türkü o acı hatıraların yaşandığı hüzünlü Erzincan’ı
dile getirir.
ERZİNCAN’A GİRDİM
Erzincan’a girdim ne güzel bağlar
Erzurum’a vardım dumanlı dağlar
Elleri koynunda bir güzel ağlar
Oy anam anam hallarım yaman
Yüce dağ başında çadır açarım
Nazlım seni buradan alıp kaçarım
Kahve bulamazsam kenger içerim
Oy anam anam hallarım ağlar
Anama söyleyin lamba yakmasın
Çuha şalvarıma uçkur takmasın
Oğlum gelir diye yola bakmasın
Oy anam anam hallarım yaman
21
BİR TÜRKÜ BİR HİKAYE
FELSEFE
BİR KAVRAM
Hümanizm (İnsancılık) Nedir,
Ne Demektir?
‘İnsancılık’ (hümanizm) terimi en genel anlamıyla
insan aklını, etik ve adalet kavramlarını temele alan, batıl
inanışları reddeden bir dünya görüşüdür. Bu seküler biçimiyle “hümanizm, çalışmalarda, felsefede ve pratikte insansal değerlere ve ilgilere odaklanan bir yaklaşımdır.” Bu
yaklaşım anti-hümanist (insancı olmayan) her türlü kavram, düşünce ve uygulamayı dışlama yoluna gider. Yukarıdaki iki tanımı bütünleyen bir tanım da şudur: Hümanizm,
tüm insanların değerli ve onurlu olduğunu öngören ahlak
felsefelerinin genel bir kategorisini anlatan bir terimdir.
Hümanizm, insan aklını, etik ve adalet kavramlarını temel alan, teorik ve pratik alanda insansal değer ve
ilgilere odaklanan, tüm insanların değerli ve onurlu olduklarını öngören ahlak felsefelerinin genel bir kategorisini
anlatan bir terimdir.
Rönesans döneminde “hümanizm genelde kültür
ve eğitim alanında akademisyenler, yazarlar ve kamusal
liderler tarafından gerçekleştirilen her türlü yenileştirme reform etkinliklerini anlatan bir terimdir.” Özel anlamıyla
hümanizm, Grek ve Latin dillerinin, kültürlerinin ve sanatlarının araştırılması esasına dayanan ve sonraları insan
araştırmalarına odaklanan devrimsel Rönesans devinimi
ya da yönelimidir. Yaratıcılıkta en üst sınırlara ulaşmış bu
zengin kaynağı özümseyip, ardından yeni ufuklara yelken
açmak amacı güdülmüştür. Araştırma ve keşif özellikle yazın ve felsefe örnekleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Grekçeyi
iyi bilmek gerektiği için Grek dili üzerindeki çalışmalara
öncelik verilmiştir. Bu coşkulu ve dinamik arayışlar dönemi günümüze dek süregelen modern çağın şafağını oluşturmuştur.
BİR AKIM
Kuşkuculuk (Şüphecilik, Septisizm) Nedir?
22
Şüpheci filozoflar felsefe tarihinde, bilginin imkanından şüphe ederek önemli bir yer almışlardır. Bu şüphe, farklı sebeplerden kaynaklanmıştır. Mesela gündelik
deneylerimiz, duyularımızın sık sık yanılgıya düştüğünü
göstermiştir. Yine geçmişte kabul edilen bazı bilgilerin,
bugün apaçık bir biçimde reddedildiği ve çürütüldüğü de
bilinmektedir. Yine bilim tarihi, insanların geçmişte doğru
FELSEFE
olarak kabul ettikleri birçok bilimsel görüşün, bugün artık
doğru kabul edilmediğini göstermektedir. Pascal, “Pirenelerin öte yanında (İspanya’da) doğru olan, bu yanında
(Fransa’da) yanlıştır” derken bir başka şüphecilik kaynağına, farklı topluluk veya kültürlerin farklı “doğru” görüşlerine sahip olduğuna işaret etmiştir. İşte bütün bunlar,
insanın bilgiye sahip olduğu iddiasının karşısına çıkan ve
felsefe dilinde şüphecilik veya septiklik diye adlandırılan
bir akımın doğmasına sebep olmuştur.
Felsefenin kendisinde her zaman bizzat yapısından kaynaklanan ve “bir tavır olarak şüphecilik” diye adlandırabileceğimiz şüpheciliğin yanında, “yöntem olarak
şüphecilik”, “deney dışı bilgiye ilişkin şüphecilik” ve “aşırı
şüphecilik” diye ayırt edebileceğimiz şüphecilik türleri de
vardır.
NİSAN/2016
BİR NASİHAT
Eflatun’a iki soru sormuşlar:
Birincisi:
İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları
nelerdir? Eflatun tek tek sıralamış: “Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama
sağlıklarını geri almak için para öderler. Yarından endişe
ederken bu günü unuturlar. Dolayısıyla ne bu günü ne de
yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç
yaşamamış gibi ölürler.”
Sıra gelmiş ikinci soruya: “Peki sen ne
öneriyorsun?”
Bilge yine sıralamış: “Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır. Önemli olan hayatta en çok
şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.
Derleyen: Abdullah TUTGUN
Maltepe 1 No’lu L Tipi
Ceza İnfaz Kurumu Öğretmeni
23
FELSEFE
FELSEFE
ERZİNCAN
Etrafı dağlık, ortası bağlık; havası sert, insanı
mert, 24 ayar insanların yaşadığı canlar diyarı Erzincan...
TARİHÇESİ
Erzincan’ın İlk çağ tarihi hakkında bir bilgi bulunmamakla birlikte ikinci bin yıl da, bu yörede, Hurrilerin
yaşadığını, ikinci bin yılın ilk yarısı başlarında da Hayaslılarla Azzilerin hüküm sürdüğünü kaydetmektedir. Doğu
Anadolu’da kurulan ilk çağ devletlerinden biri de Urartulardır. M.Ö. 900 yıllarında kurulan Urartular’ın bıraktığı
eserlere yapılan kazı çalışmalarında ulaşılmış ve bu bölgenin Urartular egemenliğinde olduğu kanıtlanmıştır. Erzincan ve yöresi, M.Ö. 612 yılında Urartular’ı yenerek Anadolu’yu istilaya başlayan Medlerin eline geçmiştir. Ayrıca,
M.Ö 70 ‘de Romalılar ve Halife Hz. Osman (644-656) zamanında tarafından da ele geçirilmiştir. Fakat, Türklerin
Anadolu’yu vatan edinmeleri genel kanaate göre Malazgirt
(1071) zaferinden sonradır. Malazgirt zaferi kazanılınca
Alparslan, Karasu ve Çatlı nehirleri vadilerinin fethine
Mengücek Ahmet Gazi’yi görevlendirmiştir.
Sultan Alparslan’ın komutanlarından olan Mengücek Ahmet Gazi, Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar yörelerini hakimiyeti altına aldı.1228 tarihinde
Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubat Erzincan ve Kemah’ı
işgal ederek Mengücek Beyliğine son verdi. Alaattin Keykubat’ın ölümü (1237) üzerine, yerine oğlu II. Gıyasettin
Keyhüsrev geçti. Onun zamanında devlet Moğolların istilasına uğradı. 1240 tarihinde Erzurum’u işgal eden Moğollar Erzincan’ı geçerek 1243 tarihinde Kösedağ savaşında
Anadolu Selçuklu Devletini hezimete uğrattı. Böylece Erzincan ve yöresi İlhanlıların eline geçti.
24
1455’de de, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan
Erzincan’ı aldı. Kaleyi yeniden onardı. Yöre Fatih ile Uzun
Hasan arasında çıkan Otlukbeli savaşına kadar (11 Ağustos
1473) Akkoyunların elinden kaldı. Bu savaştan sonra Osmanlıların denetimine geçti. 1502 tarihinde Safevi tahtına
gecen Şah İsmail Erzincan’ı karargah yapmıştı. Anadolu’yu eline geçirmek isteyen Safeviler’e Yavuz Sultan Selim
23 Ağustos 1514’te Çaldıran Savaşıyla dur deyince, Erzincan tekrar Osmanlılar’ın yönetimine geçti. Birinci dünya
savaşından 11 Temmuz 1916 tarihinde Ruslar tarafından
şehir işgal edilmiş, bunu fırsat bilen ayrılıkçı Ermeniler’de
silahlı birlikler oluşturarak faaliyete geçmişlerdir. 18 AraGEZİ
lık 1917 de Sovyet hükümeti ile yapılan Erzincan Mütarekesi ile 11 Ocak 1918 de Rus askerleri bölgeden çekilmiş
ancak, ermeni çeteleri bir çok kanlı olaya neden olmuştur.
Kazım Kara Bekir komutasındaki askeri birlikler 13 Şubat
1918 de Erzincan’ı 22 Şubat 1918 de Tercan’ı ermeni silahlı güçlerinden kurtarmışlardır. Kurtuluş savaşında ve
hareketli geçen Cumhuriyetin ilk yıllarında Erzincan halkı
Büyük Atatürk’ün yanında olmuştur.
Kentin adının Eriza veya Aziriz kelimelerinden
geldiği, ilk önce Erziricin daha sonrada bugün ifade edildiği şekilde Erzincan’a dönüştüğü rivayet edilmektedir.1923
yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ili olan Erzincan, 1939’da şiddetli depreme maruz kalmış, şehir harabeye dönmüştür. Şehirde taş taş üstünde kalmamış, on
binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Depremden sonra
demir yolundan yukarı yeni bir şehir inşaatına başlanarak
bugünkü Erzincan şehri meydana getirilmiştir.
COĞRAFİ YAPISI VE İKLİMİ
Doğuda Erzurum, Batıda Sivas, Güneyde Tunceli,
Güneydoğuda Bingöl, Güneybatıda Elazığ, Malatya, Kuzeyde Gümüşhane, Bayburt ve Kuzeybatıda Giresun illeri
ile çevrilidir. Yüz ölçümü 11.903 km2 olup il merkezinin
denizden yüksekliği 1.185 metredir.
Erzincan’ın ilçeleri; Çayırlı, İliç, Kemah, Kemaliye, Otlukbeli, Refahiye, Tercan ve Üzümlü`dür. Erzincan
birinci derecede deprem kuşağı üzerindedir. 1939 depreminden sonra şehir merkezi şimdiki yerinde yeniden kurulmuştur. En son önemli deprem 13 Mart 1992 tarihinde
rihter ölçeğine göre 6,8 şiddetinde meydana gelmiş ve 657
kişi hayatını yitirmiştir.
Erzincan, karasal iklim özelliğine sahiptir. Ancak,
yüzey şekilleri, ovaları ve dağlarla çevrili olması yer yer değişik karakterli iklimlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Doğu Anadolu bölgesinde yer alan Elazığ ve Malatya
dışındaki diğer tüm illerden daha ılıman bir iklimi vardır.
NÜFUSU
Erzincan nüfusu 2015 yılına göre 222.918’dir. Bu
nüfus, 113.158 erkek ve 109.760 kadından oluşmaktadır.
Yüzde olarak ise: %50,76 erkek, %49,24 kadındır.
NİSAN/2016
EL SANATLARI
BAKIR İŞLEMECİLİĞİ
Erzincan’da bakır el sanatlarının başlangıcı çok
eskiye dayanmaktadır. Dövme bakırcılık çok eski bir meslek olmasına rağmen, bakır işlemeciliğinin başlangıcı
1955-1960 yılları arasıdır. Bu yıllarda Erzincan’da çeyiz
eşyaları satan birkaç esnafın dükkan vitrinlerinde bakır
hamam tası, sabunluk bulunmakta iken hamam taslarının
iyi satıldığı görülünce bunların seri imalatına başlanmıştır. Daha sonraki yıllarda bakırcılığın cazip hale gelmesiyle
turistik bakır süs eşyalarının üretimine başlanmıştır. Çaydanlık, semaver, sürahi, vazo, tepsi, çay, kahve, zemzem
takımları vs. süs kulanım eşyaları yapılmakta olup, bakırın
boyanması ve işlenmesi ile yurt içi ve yurt dışına pazarlanması sağlanmıştır.
1955-1960 yılları arasında küçük atölyelerde işleme bakırcılığın başlaması ile Erzincan el sanatlarında cazibe merkezi olmuş ve 1970’li yıllarda bakırcılık altın çağını
yaşamıştır. Yüzlerce ailenin geçim kaynağı olan bakırcılık
sanatının parlak çağı fazla uzun sürmemiş yok olma durumuna gelmiştir. Ticari yönden parlak dönemi ise 19801985 yılları arasındadır. Ancak bu dönemdeki fazla sürüm
ve fazla kazanma hırsı bakır işlemeciliğinin sanat değerini
en alt seviyeye indirmiştir. Önceleri “Tekli” kalemle işlenen bakır, daha sonra makinelerle işlenmeye başlanmıştır.
Bilgisiz kişilerin sektöre girmesiyle bilinçsizce ve sanat değeri olmayan bakır işleri üretilmeye başlanmış ve bundan
da bakırcılık sanatı büyük ölçüde talep yetersizliği ile karşılaşmıştır. Üretimin yüzde 10’u yurt içinde, özellikle Ege
ve Akdeniz Bölgeleri’ne, yüzde 90’ı ise yurt dışında A.B.D.,
İtalya, Finlandiya, Japonya, Almanya, Fransa gibi ülkelere pazarlanıyordu. Sanat değeri azaldığından önce yurt
dışı, daha sonra da yurt içi pazarlar gün geçtikçe zayıfladı.
Bu işten gelir sağlayanlar kendi sanatlarına kendileri değer vermeyerek başkalarının değer vermesini beklediler.
Bugün bu bilince varan birkaç bakır işletmecisinin sabır
ve üstün gayretleriyle Erzincan’ da bakır işlemeciliği azda
olsa yapılmaktadır.
GEZİLECEK YERLER
Kemah Kalesi: Anadolu’nun en eski ve tabii kalelerinden biri olan Kemah Kalesinin kuruluşu, Hitit-Urar-
tu dönemine kadar uzanmaktadır. Sarp kayalar üzerinde
kurulu olan Kalenin, iç içe iki yapısı olup, çevresi surlarla
çevrilidir.
CAMİ TÜRBE VE KÜLLİYELER
İlde yer alan Terzibaba Türbesi, Hıdır Abdal Sultan Türbesi ve Melik Gazi Türbesi görülmeye değer turistik
çekim merkezleridir. Kemah ilçesindeki Gülabibey Cami
günümüzde halen kullanılmaktadır.
Mama Hatun Külliyesi: Tercan ilçesindedir. Saltukoğulları Hükümdarı II. İzzettin’in kızı olan Mama Hatun,
Tercan’da Orta Çağ Türk mimarisinin en ilginç ve önemli
eseri kervansaray, hamam, mescit ve kendi türbesinden
oluşan büyük bir külliye inşa etmiştir.
Otlukbeli Gölü: Otlukbeli Gölü’nün en önemli
özelliği çanağının ve oluşumunun göl türleri içerisinde günümüze kadar bilinenlerin içerisinde dünyada tek tip oluşudur. Göl, bu özelliğinden dolayı doğal anıt olarak nitelendirilmektedir. Otlukbeli Gölü Erzurum Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu kararı ile doğal sit alanı ilan
edilerek, koruma altına alınmıştır.
Girlevik Çağlayanı: Erzincan’ın 29 km güneydoğusunda Çağlayan Beldesi’nde bulunan şelale, doğal serinliği
ve güzelliği ile ünlü bîr mesire yendir. Suyun kışın donmasıyla oluşan sarkıtlarda tırmanıcılık, yazın soğuk sularında
serinleme imkanı sunan Girlevik Çağlayanı, birçok yerli ve
yabancı turisti bölgeye çekmektedir.
Ekşisu Mesire Alanı: Şehir Merkezine 11 km uzaklıkta eski Erzincan-Erzurum kara yolu üzerinde bulunmaktadır. Ekşisu, doğal maden suyunun çıktığı, geniş park
alanlarının bulunduğu, yerli ve yabancı turistlerin en çok
tercih ettiği Erzincan’ın en gözde mesire alanlarından biridir.
TURİZM AKTİVİTELERİ
RAFTİNG
Rafting, Erzincan’da 1994 yılından itibaren Karasu (Fırat) Nehrinde yapılmaktadır. 1997’de Munzur Fırat
Doğa Sporları Derneği’nin kurulması ile aktif olarak zen-
25
GEZİ
gin malzeme ve rehber kadrosu ile hizmet vermektedir. 15
Mayıs 1999 yılında yaklaşık 100 kişilik bir sporcu grubunun katıldığı Erzincan 2000 Rafting Festivali yapılmıştır. Özellikle Mayıs ayında 6’lık ve 5’lik rapitler oldukça
fazladır. Yollar üstü Mutu arasındaki parkurun uzunluğu
40 km. yi bulur. Mayıs ayından sonra suların azalmasıyla
Sansa - Bağlar mevkinden (Erzincan - Erzurum Kara- yolu
55 km) Mutu’ya kadar 26 km’lik bir parkur vardır. Bir tane
5’lik, 3 tane 4’lük, 5 tane 3’lük, 1 tane 2’lik rapit oluşur.
Parkurun diğer bir özelliği Erzincan-Erzurum kara ve demir yolunu takip etmesidir. Bu özellik dünyanın hiçbir yerinde yoktur.
YAMAÇ PARAŞÜTÜ
Termiklerin oldukça fazla olması coğrafi şartların
mükemmelliği bu spor için Erzincan’ı birinci sıraya oturtmuştur. 1997 yılında başlayan bu spor 1998 de kurulan
derneklerle daha hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Yaylabaşı
Munzur-Ata Doğa ve Hava Sporları Derneği yamaç paraşütü eğitim kursları açmış gayet başarılı olmuştur, halen
Yaylabaşı beldesinde yurt içi ve yurt dışından gelen sporcular hem eğitimini almakta hem de bu sporu yapmaktadırlar. Keşiş ve Munzur Dağları 3200-3500 m bu sporun
yapılmasına avantaj sağlar. Doğa Sporları için Erzincan
eşsiz alternatifler sunar.
TREAKİNG-DAĞCILIK VE KAMPÇILIK
Erzincan coğrafyasının ve ikliminin ‘mükemmelliği bu sporları yapmaya çok müsaittir. “Erzincan Munzur
Fırat Doğa Sporları Derneği”, “Erzincan Dağcılık Kayakçılık ve ihtisas Kulübü” (EDKİK) tecrübeli, eğitimli dağcıları
rehberleri ve kayakçıları ile bu sporları aktif olarak yapmaktadır. Yaylabaşı Ardıçlı Gölü, Bayırbağdan başlayarak
Yedigöller ve Aygır Gölü güzergahında treaking ve kaya
tırmanışı, Esence, Yedigöller, Refahiye Dumanlı ormanlarında ve Bayırbağ Değirmen önü mevkinde kampçılık yapılmaktadır.
CİRİT
26
Atlı Cirit Sporu günümüzde, Orta Asya ve Anadolu’da oynanmaktadır. Erzincan’da bilinen tarihi 19.yy.
ortalarına dayanmaktadır. Erzincan’da faaliyet gösteren 2
adet Atlı İhtisas Spor Kulübü bulunmaktadır. Cirit Sporu;
bir takım (alay) 7 kişi ve 7 at ile oynanır. 9 hakem yönetir,
GEZİ
iki devreli ve 70 dakikadır. Yapılan her hamle ve hareketin
(+) veya (-) değeri vardır. Bu sporu yapabilmek için kulüp
üyesi, 16 yaşından büyük lisanslı sporcu olmak gerekir. Cirit Sporunun özünde mertlik, çeviklik, uyanıklık ve diğer
spor dallarında olmayan bağışlama vardır.
ERZİNCAN ERGAN DAĞI KIŞ SPORLARI
VE DOĞA TURİZMİ MERKEZİ
Munzur Sıra Dağlarının eteklerinde bulunan, 3
bin 256 metre yüksekliğindeki Ergan Dağı, yaklaşık 12 km
dikey uzunluğundaki kayak pisti ile kış turizminde önemli
bir merkez haline gelmiştir. Ayrıca Erzincan eşsiz doğasıyla; Kayak, Dağ Kayağı, Snowboard, Snowkite, Snowpark,
Kar Motosikleti, Kızak, Buz pateni, Buzul Tırmanışı gibi
bir çok faaliyete ev sahipliği yapmaktadır.
Ergan Dağının bir diğer önemli avantajı ise; Havaalanına olan yakınlığıdır. Havaalanına olan mesafesi
on- on iki dakikadır. Kayak Merkezine çift şeritli, refüj aydınlatmalı ve bitümlü sıcak kaplama yol ile ulaşım sağlanmaktadır. Ergan Dağı Kış Sporları ve Doğa Turizmi alanında 2 etaptan oluşan telesiyej sistemi kuruludur.
Ergan Dağı Kış Sporları ve Doğa Turizmi merkezinde 1 adet günübirlik konaklama tesisleri mevcuttur.
Kayak alanına gelecek konuklar için Erzincan’ daki konaklama merkezleri hizmet vermektedir. Erzincan karayolu,
havayolu ve demiryolu ulaşım imkanlarının tamamına sahiptir.
SAĞLIK (KAPLICA) TURİZMİ
Ekşisu (Böğert Maden Suyu):
İl merkezine 11 km uzaklıktaki bölgede bulunan ve
Ekşisu adı verilen Böğert maden suyu, sağlık yönünden oldukça önem taşımaktadır. Maden suyu; anemi, kara ciğer,
mide, bağırsak ve safra yolları hastalıklarına iyi gelmektedir.
Horhor Şifalı Havuz:
Ekşisu kaynağının yakınında bulunan su, büyük
bir oluktan kaynamaktadır. Miktarı dakikada 1 ton hesap
edilmiştir. Özelliği, sodyum, magnezyum ve, kalsiyum
hidrokarbonatı iyonları ile bu su, ekşisudan daha mües-
NİSAN/2016
sir olup, mide bozukluktan, diyabet, çocukların yeme isteksizlikleri, karaciğer ve safra yolları hastalıktan tedavisi
ve cilt hastalıklarına iyi gelmektedir. Bol miktarda kükürt
içermektedir.
Erzincan Ilıcası:
Ekşisu yakınındaki kaplıca, 33 derecelik ısıya sahiptir. Su banyosu şeklinde kullanılan kaplıca suyu, cilt,
romatizma, damar sertliği ve kalp hastalıklarına iyi gelmektedir. Ilıca 12 adet kapalı havuzu ile hizmet vermektedir. Daha sıcak bir kaplıca suyuna sahip olmak için sondaj
çalışmaları devam etmektedir.
YÖRESEL LEZZETLER VE ERZİNCAN MUTFAĞI
Fırat nehrinin yukarısında yer alan ve bir çok medeniyete ev sahipliği yapmasının yanı sıra, tarihi ipek yolu
güzergâhında yer alıyor olması, Erzincan’ın Anadolu’nun
en eski kültür merkezlerinden biri olmasına katkı sağlamıştır. Soğuk iklimin hüküm sürdüğü Erzincan’da geçmişten günümüze mutfak kültürü de tarım ve hayvansal ürünlerle bezenmiştir.
Bu nedenden dolayı şeker hastalarının da sıhhi
olarak tüketebildiği, sağlık açısından birçok yararı bulunan bir meyvedir. 2001 yılında Erzincan’ın Üzümlü Belediyesinin Türk Patent Enstitüsüne müracaatı ile bu eşsiz
üzüm “Cimin Üzümü” ismi ile tescillenerek belgesini almıştır.
ERZİNCAN ÇORBASI (UN,KESME ÇORBASI)
Malzemeler: 150 gr. erişte , 500 gr. Yoğurt, 1 yumurta, 6 bardak et suyu, 1 büyük kuru soğan, 1 büyük domates, 2 sivri biber, 4 diş sarımsak, 150 gr. Kıyma, 200 gr.
Tereyağ, 1 yemek kaşığı salça, 1 tatlı kaşığı kırmızı biber, 1
tatlı kaşığı nane2 yemek kaşığı ince kıyılmış maydanoz, 2
yemek kaşığı ince kıyılmış dereotu, arzu edilirse 1 yemek
kaşığı ince kıyılmış taze soğan
Yapılışı: Kuru soğan, domates, sivri biber ince
kıyılır. Bir tencerede tereyağın yarısı eritilir. Önce soğan
biraz pembeleştirilir. Sonra domates, biber, salça ilave
edilir. Biraz kavrulur. Et suyu ilave edilir. Kaynatılır. Yo-
Kışa hazırlıkta hayvanların sütünün bol olduğu
dönemlerde yapılan peynirler, küplere ve tulumlara, süzme yoğurtlar küplere basılarak, ağızlarına tereyağı dökülerek kapatılır. Çeşitli kavurmalar samanlara gömülür. Kavun, karpuz, tavanlara asılan hevenklerde saklanır.
Yaz sonu meyveleri, kesmece, pestil, kavut unu,
bastık, elma, armut, gahı, tamas yarması, dut yoğurtlaması, incir, tarhana, çiğit, kuru fasulye, nohut, barbunya, çeşitli turşular, pekmez, reçeller ve tahıllar özenle kilerlerini
süsler. Erzincan tava leblebisi ve ülkemizin her yöresinde bilinen meşhur tulum peyniri Erzincan ekonomisinde
önemli bir yere sahiptir. Erzincan tulumu ve cimin üzümü
Türk Patent Enstitüsü’nden tescillenmiş tatlardır.
Yolunuz düştüğünde lavaş ekmeği tulum peyniri
ve cimin üzümünü mutlaka tatmanızı tavsiye ediyorum.
Kendine has eşsiz tadıyla sofralık olarak talep görmekte
olan Cimin Üzümü’nün mayhoş bir tadı bulunmakta ve
içerisindeki şeker oranı sıfıra yakın olmaktadır.
27
GEZİ
ğurt, yumurtayla çırpılır ilave edilir. Karıştırarak kaynatılır. Erişteler ilave edilir. Kıyma karabiber, tuz ve kırmızı
biberle yoğrulur. Küçük yuvarlak köfteler yapılır. Kaynamakta olan çorbaya ilave edilir. Küçük bir tavada kalan
tereyağ eritilir. Kıyılmış nane, dereotu, maydanoz, kırmızı
biber ve taze soğan ilave edilip karıştırılır. Servisten önce
çorbanın üzerine gezdirilir.
SIRIN
Malzemeler : 2 bardak un, 3 kaşık tereyağı , 1 bardak
pekmez , tuz
Yapılışı: Un ve tuz suyla hamur haline getirilir. Hamur
yumurta büyüklüğünde bezelere ayrılır, bezeler kalın yuf-
larını yuvarlayıp, oklava ile açın. Hamurun iki ucunu ortaya katlayın. 1 paket margarinde 6 su bardağı unu kavurun.
2 çorba kaşığı toz şekeri katıp, karıştırın. Hazırladığınız
harcı katladığınız hamurların ortasına yayıp, katlayın. Elle
bastırıp, hamuru açın. Rulo yapıp, kendi etrafında dolayın.
Üzerine çırpılmış yumurta sarısı sürün ve 200 dereceli fırında üzeri kızarana dek pişirin.
EKŞİLİ
Malzemeler: 2 soğan, 2 çorba kaşığı margarin, 8
su bardağı su, 2 çorba kaşığı salça, 1 kase iri bulgur, Yarım
su bardağı kurutulmuş erik ,5 taze soğan, Yarım demet dereotu ,2 yumurta, 250 gr. kavurma veya pişirilmiş kuşbaşı
et, tuz
ka halinde açılır. Yufkalar kızgın saç üzerinde pişirilir. Soğumasını önlemek için kalın bir bez içinde saklanır daha
sonra , tereyağının eritilerek içine pekmez karıştırılmasıyla elde edilen karışım ile her iki tarafı yağlanır. Yağlanan
yufka iki parmak genişliğinde katlanarak rulo haline getirilip, 2-3 cm kalınlığında kesilip tepsiye dizilir. Üzerine
tekrar pekmezli tereyağı dökülür.
ERZİNCAN KETESİ
Malzemeler: 1 komposto kasesi margarin yada
tereyağı , 2 su bardağı süt , 1 çorba kaşığı tepeleme kuru
maya , 4 su bardağı un , Yarım çay bardağı ılık su , 1 tatlı
kaşığı toz şeker , 1 tatlı kaşığı tuz , 1 adet yumurtanın sarısı
İçi için: 250 gr. margarin (1 paket) ,6 su bardağı un 2 çorba
kaşığı toz şeker
28
Yapılışı: Öncelikle yarım çay bardağı ılık suda
kuru mayayı ve 1 tatlı kaşığı toz şekeri eritin. Margarin,
süt, un, tuz ve eritilmiş kuru mayayla çok sert olmayan bir
hamur hazırlayın. Hazırladığınız hamurun üzerini örtüp, 1
saat dinlendirin. Hamuru 12 parçaya bölün. Hamur parça
GEZİ
Yapılışı: Soğanı yağda pembeleşinceye kadar kavurup pişirilmiş kuşbaşı eti ya da kavurmayı ekleyin. Sekiz su bardağı su, tuz ve salça ilave edip kaynatın. Kaynayan karışıma bulgur ile kurutulmuş ekşi erikleri ilave edin ve pişirin.
Ateşten indirmeye yakın ince kıyılmış taze soğan ve dereotunu ekleyin. Ocağı kapatın ve çorbanın içine iki yumurta
kırarak karıştırın.
GASEFE
Malzemeler: 1/2 kg. kayısı kurusu (yarma), 2-3 çorba
kaşığı tereyağı, 1 su bardağı iri çekilmiş ceviz içi
Yapılışı: Kayısı kurusu bol su ile yıkanıp temizlenir. Bir
tencerede üzerini örtecek kadar su konur, kayısı kuruları
yumuşayıncaya kadar pişirilir. Ateşten alınarak dinlen-
NİSAN/2016
meye bırakılır. Dinlenen kaysı süzgeçten süzülür, servis
tabağına alınır. Üzerine tavada kızdırılmış tereyağı gezdirilir, iri kıyılmış cevizler üzerine serpildikten sonra servis
yapılır.
ERZİNCAN TULUM PEYNİRİ
Ülkemizde geleneksel olarak farklı yörelerde değişik şekillerde tulum peyniri yapılmaktadır. En meşhur
olan tulum peyniri Erzincan yöresine ait olandır. Tulum
peyniri, yağsız koyun sütünden yapılmaktadır. Kullanılan
süt çiğ olarak kullanılmaktadır. Tulum peynirinin konulduğu torba keçi derisinden yapılır ki, bunun peynire ayrı
bir lezzet ve koku verdiği bilinmelidir.
Said ŞENER
Erzincan T Tipi Kapalı Ceza İnfaz
Kurumu Öğretmeni
29
GEZİ
1
Washington’da ABD, Kanada, Norveç, Danimarka, Hollanda,
Belçika, Lüksemburg, İngiltere, Fransa, Portekiz, İzlanda ve
İtalya arasında imzalanan bir anlaşmayla, Kuzey Atlantik Paktı
(NATO)’ nun 4 Nisan 1949 yılında kurulmasının üzerinden 67
sene geçti.
Anadolu Ajansının Türk Kurtuluş Savaşı hakkındaki haberleri duyurmak amacıyla Mustafa Kemal Atatürk, Halide Edip Adıvar ve Yunus
Nadi tarafından 6 Nisan 1920’de kurulmasının üzerinden 96 yıl geçti.
3
Cumhuriyet öncesinde yargı işleri din adamları tarafından görülürdü. Kadı adı verilen yargıçlar din kurallarına göre karar verirdi. Hukuk alanında yapılan değişiklikle eski mahkemeler kapatıldı. Şeriyye Mahkemelerinin 8 Nisan 1924 yılında kapatılmasının
üzerinden 92 sene geçti.
Rütbeleri polis memurluğundan başlayıp emniyet genel müdürlüğüne kadar uzanan, tüm il ve ilçelerde örgütlenmiş, sahil
ve denizlerde görevi askeri polis olan Sahil Güvenlik, kırsalda
ise görevini askeri polis olan jandarmaya bırakmış, kentte ise
görevi kendisi yöneten iç güvenlikten sorumlu devlet teşkilatıdır. 10 Nisan 1845 tarihinde kurulmasının üzerinden 171
yıl geçti.
5
2
4
2003 yılında geçirdiği kaza ile tahrip olmasına kadar 120’den fazla
uçuş yapan İlk Uzay Mekiği Colombia’nın 12 Nisan 1981 yılında
fırlatılışının üzerinden 35 sene geçti
Albert Einstein, İzafiyet Teorisini 11 Nisan 1905’de açıkladı. İzafiyet Teorisinin açıklanmasının üzerinden 111 yıl geçti.
30
KAÇ SENE GEÇTİ ?
6
NİSAN/2016
7
Çanakkale anıtı, 1915 yılında I. Dünya Savaşı sırasında Çanakkale
Savaşları’nda hayatını kaybeden askerlerin anısına yaptırıldı. Temeli
19 Nisan 1954 tarihinde atılmış ve 21 Ağustos 1960 tarihinde ziyarete açılmıştır. Anıtın yapılmasının üzerinden 101 yıl geçti.
20 Nisan 1924’te yürürlüğe giren 1924 Anayasası, Teşkilât-ı
Esasîye Kanunu’nu yürürlükten kaldırmıştır. Birkaç önemli
değişiklikle (Altı ilkenin eklenmesi, devletin dininin İslam
olduğuna dair ibarenin kaldırılması ve kadınlara milletvekili
seçme ve seçilme hakkının verilmesi gibi) 1961’e dek yürürlükte kalmıştır. Kabul edilişinin üzerinden 92 sene geçti.
9
8
23 Nisan 1920’de Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri’nce işgali sırasında direniş gösteren Türk Milletinin oluşturduğu irade
ile kurulan, (asli kurucu iktidar) ve yine bu iradenin sahibi olan
Türk Milletinin anayasa ile verdiği yetki ile yasama görevi yapan
Türkiye Cumhuriyeti anayasal devlet organıdır. TBMM’nin açılışının üzerinden 96 sene geçti.
Anayasa Mahkemesinin kuruluşunda, kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç tüzükleri’nin Anayasa’ya şekil bakımından uygunluğunu denetleme görevi verilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 22.04.1962 tarihinde kurulmasının üzerinden 54 sene geçti.
11
10
II. Dünya Savaşı sonucunda Almanya’nın yenilgisinin kesinleşmesi ve ümitsizliğin iyice artması üzerine 30 Nisan 1945’te
Adolf Hitler Berlin’de eşi Eva Braun’la birlikte intihar ederler.
Hitler’in intihar etmesinin üzerinden 71 yıl geçti.
Adı daha sonra “Ho Chih Minh olarak değiştirilen Saygon
kenti, Vietnamlı farklı görüşlülerin, Amerika tarafından desteklenen Güney Vietnamlılara karşı 30 Nisan 1975 yılında
kazanılması ve sonucunda 3 Milyon Vietnamlı ve 58000 Amerikan askerinin ölümüne sebebiyet veren savaşın üzerinden 41
yıl geçti.
12
31
KAÇ SENE GEÇTİ ?
BAĞIMLILIĞIN
GİRDABI
Hatice KELEŞ
Bağımlılık genel olarak bireylerin ruhsal ve bedensel sağlığına ya da sosyal yaşamına zarar vermesine
rağmen belirli bir eylemi tekrarlayıcı bir şekilde yapmaya
yönelik önüne geçilemeyen bir istek duymalarıdır. Bağımlılıkta bir eksikliğin giderilmesi ve bu eksikliğin bireyde
yarattığı gerginliğe bir son verme çabası vardır. Bireylerin
yoksunluğunu hissettikleri bağımlılık nesneleri birbirinden farklı olsa da geliştirilen bağımlılık örüntüsü benzerlik
göstermektedir.
Kişiye bağlanma, paraya bağlanma, ya da maddeye bağlanma gibi durumlar aşırıya kaçtığında kişi bağımlılığa sürüklenebilmektedir. Çünkü bağımlılığın kendisi bir
bağlanma sorunudur. Örneğin otoriter ebeveynlik stili ile
çocuk yetiştiren anne ve babaların katı kurallar koyması
ve koyulan kuralların sebeplerinin çocuğa aktarılmaması
doğru bir yaklaşım değildir. Çocuğun bu kurallara uymadığında ya da bu kuralları eksiksiz yerine getiremediğinde sert bir şekilde cezalandırılması çocuğun öz güveninin
düşmesine ve bağımlı kişilik gelişimi için riskli hale gelmesine neden olmaktadır. Böylece bu çocuklar ergenlikte
akranlarına yetişkinlikte ise eşlerine bağımlı olan bireylere
dönüşmektedir. Bu bireyler sevgi, ait olma ve takdir görme
gibi ihtiyaçlarını gidermek için de genellikle kendisi için
bilindik davranış örüntüsüne sahip olan ebeveyn gibi eş ve
arkadaşlar bularak kendilerini bu insanlara hoşnut etmeye adarlar. Bağımlı oldukları kişiler kendilerini ne kadar
üzerse üzsün yine de onlardan vazgeçmeyi göze alamazlar.
32
Bağımlılığın biyolojik yanına bakıldığında ise karşımıza birbiriyle ilişkili olan birçok beyin yapısı ve nörobiyolojik süreç çıkar. Bağımlılığın oluşumunda ele alınması
gereken ve önemli bir süreç olan güdülenme kişinin duygu, düşünce ve davranışlarının önceliğini belirleyen şeydir. Güdülenmede önemli olan sinir hücreleri ve uzantıları
vardır. Bu uzantılarda da önemli bir kimyasal taşıyıcı olan
dopamin her ne kadar keyif ile ilişkili olduğu bilinse de asıl
görevi duruma veya nesneye değerlilik atfetmek ve motiYENİ SAYFA - PSİKOLOJİ
vasyon sağlamaktır. İnsanın kendisi için değerli ve önemli
bulduğu davranışı yapma eğilimin fazla olduğu bilinmektedir.
Yeme, içme, cinsellik gibi temel güdülerimizi deneyimlerken dopamin salgılarız. Ancak bağımlılıkta bu işleyiş bozulmaktadır. Örneğin
madde ve alkol bağımlılığında yemek
yediğimizde salgılanan dopaminden kat kat daha fazla dopamin
salgılanmaktadır. Bu sebeple
de alkol ya da madde bağımlılığı olan kişi için alkol veya madde yemekten bile daha önemli
hale gelmektedir.
Bağımlı olan
kişinin davranış
repertuvarı artık
yoksunluğu
hissedilen alkol
ya da maddeyi bulma ve
kullanmadan
ibaret hale
gelmeye başlar.
Kişi ailesinden,
arkadaşlarından
ve sevdiklerinden
uzaklaşmaya, izole
yaşamaya başlar. Bir
süre sonra da kişi artık
alkol ve maddeyi kullansa da ilk kullandığındaki etkiyi elde edemez ve
tolerans gerçekleşir. Yani artık
aynı etki için daha fazla alkole ya
da maddeye ihtiyaç vardır. Böylece
işleyişi bozulan sistem her ne kadar tedavi
NİSAN/2016
edilse de bağımlı olduğundan bir beyin hastalığına dönüşür. Kişi kontrolünü kaybederek, tedavi olmasını gerektirecek bir girdaba girer.
Bağımlılık geliştiren kişilerin yalnızca kendi
yaşamı değil ailesinin yaşamı da etkilenmektedir. Sosyal etkilerine bakıldığında bağımlı olan kişiler bağımlı
oldukları nesne arayışına girdiklerinden ya da bağımlı
olduğu davranışı tekrarlama döngüsüne girdiklerinden
ailesini maddi ve manevi olarak ihmal etmektedirler.
Genetik etkilerine bakıldığında ise alkolizm ve madde
bağımlılığı olan kişilerin çocuklarının da bağımlı olma
oranının, bağımlı olmayan kişilerin çocuklarına göre daha
fazla olduğu bilgisi birçok araştırmayla desteklenmiştir.
Örneğin; alkoliklerin yakın akrabalarına bakıldığında bu
kişilerin alkolizm geliştirme oranının toplumun diğer kesimine göre 5 kat daha fazla olduğu gözlemlenmektedir. Hem genetik faktörler hem de sosyal öğrenme faktörleri
düşünüldüğünde bağımlılığın sonraki kuşaklara aktarılma riski bulunmaktadır. Fiziksel ve psikolojik bağımlılığın yanında sosyal ve toplumsal değerler de kaybedilme
ya da bozulma ile karşı karşıya kalmaktadır. Alkoliklerin
ailelerine bakıldığında; dinsel, toplumsal, geleneksel
bağlar, birlik ve beraberlik, sevgi ve saygı duygularının
zayıfladığı görülür. Aile içindeki rol dağılımı ise çarpıktır.
Eğer bağımlı olan kişi baba ise bu ailede baba yetersiz,
edilgen; anne ise daha baskın ve egemendir. Baba ile
ilişkiler kopukken anneye bağımlılık çok fazladır. Sağlıklı bir aile iletişimi olmadığından bu ailelerin aile içi
eğitimi dayak, kırıcı sözler ve saldırganlığa
dayalıdır. Bu sebeple de bu ailelerde aile
içi çatışma, kavga, ayrı yaşama ve
boşanma yaygındır. Böyle bir aile
ortamında büyüyen gençlerde
ise yıkıcı eğilimler, narsisizm, engellenme eşiğinde düşüklük, öz saygıda
ve benlik
değerindedüşüklük
gözlemlenmektedir.
Bağımlılıkta daima aşağıya doğru
giden bir hayat
kalitesi vardır.
Bağımlı kişi kısa
mutluluklarına
ailesini, arkadaşlarını, yaşam
enerjisini ve
yaşama sevincini
sığdıramaz. Kontrol elinden çıkmış
ve beyin bağımlılık
nesnesine ulaşmaktan başka bir şey düşünemez hale gelmiştir.
Bu noktada artık kişinin
iştahını, hevesini, umudunu,
sosyal hayatını yeniden yapı landırması; kısacası yaşamına
geri dönmesi için güçlü bir kararlılığa
ve desteğe ihtiyacı vardır.
Bağımlı kişi yaşadığı olumsuzluklar nedeniyle
kendine ve bağlantı içinde olduğu kişilere karşı kırgınlık
içindedir. Öfkesi, üzüntüsü, utancı ve kayıplarla dolu
bir anı belleği vardır. Bu acı verici belleği düzenlemek
ve temizlemenin bir yolu var: Anlatmak. Kişi anlatırken
geçmişini bugünün beklenti ve düşünceleriyle anlatır.
Geçmişteki kayıplarının hepsi telafi edilemese de yeni yaşantı ve deneyimlerle acı veren, kısıtlayan anılar yeniden
işlenip umut aşılar. Yeni bir hayat için düzenlenmiş ve
geride bırakılabilmiş bir geçmişe ihtiyaç vardır. Bağımlı
olan kişilerin kayıplarının olduğu farkındalık kazanma ihtiyacı içinde oldukları ve kesin sonuç alınamayan
bırakma girişimleri olduğu göz ardı edilmemeli. Bırakma
girişimlerinin desteklenmesi ve takdir edilmesi iyi bir
motivasyondur. Özellikle de ergenlik dönemindeki gençlerde akran ilişkileri önem kazandığından aile bağlarının
korunması için ailenin ergenlik döneminin özelliklerini
bilmesi ve gençlere gerekli desteğin verilmesi önemlidir.
Bağımlılığı tedavi etmenin ilk koşulu bağımlı olduğunun kabul edilmesidir. Bunun için de bağımlı kişilerde
olan direncin kırılması ve farkındalıklarının kazanılması
için onları duygu ve düşüncelerin anlatmaya teşvik etmek,
onları etkin olarak dinlemek, tedavi planı oluşturmada
yardım etmek gereklidir. Bunların yanında kişinin bağımlı olduğu nesne ya da davranıştan vazgeçmesi zaman alabilir. Çünkü bağımlılık birçok davranış örüntüsünü içerdiğinden bu davranış zincirini kırmak için sabırlı olmak
gerekmektedir. Bağımlılıkta genellikle bağımlı olduğu ortamını ve arkadaşlarını değiştirmesi gereklidir. Kişinin bu
değişikliğe hazır olması, değişim motivasyonunun yüksek
olması bu süreci kolaylaştıracaktır. Bu değişim sürecinde
bağımlı olan kişilerin ve onlara yardım eden insanların
sabırlı ve destekleyici bir yaklaşımı benimsemiş olmaları
önemlidir. Zonguldak M Tipi Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu
Psikolog
YENİ SAYFA - PSİKOLOJİ
33
SÜPÜRGECİLİK
El sanatları, toplumsal ve kültürel yaşam biçimlerinin, inanç sistemlerinin ve gereksinimlerin somut bir ifade biçimidir. Zaman içinde gelişerek çevre şartlarına uyum
gösteren el sanatları, ortaya çıktığı toplumun duygularını,
sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtır hale
gelerek “geleneksel” olma niteliğini kazanmış, el sanatı
üreticileri ustadan çırağa, babadan oğula bu geleneği aktarmıştır. Teknolojik gelişmeler, yabancılara ve yabancı
mallara tanınan ayrıcalıklar, göçler, ihtiyaçların çeşitlenmesi, alışkanlıkların değişmesi, moda ve kullanılan ham
maddelerin azalması ya da ortadan kalkması nedenleriyle
bu el sanatlarının bir kısmı yok olmuş, bir kısmının da üretim biçimi ve işlevi değişmiştir.
“Silip süpürmek, saçını süpürge etmek” gibi günlük yaşantımızda da kullandığımız birçok anlamlı benzetmeye örnek teşkil eden süpürge ve süpürgecilik gelişen
teknoloji karşısında temizlik aracı olarak önemini yitirirken geleneksel bir sanat ürünü olarak değerini korumaya
çalışan geleneksel el sanatlarımızdan birisidir. Kullanım
eşyası olarak yapımı halen devam eden süpürgelerin yanı
sıra nişan ve düğün geleneklerinde bir süs eşyası folklorik
bir malzeme hatta batıl itikatlar sebebiyle olması gereken
süpürgelerin aynalı veya süslü süpürge diye de anılan çeşitleri farklı ebatlarda ve aksesuarlarla, Türkiye’nin dört
bir yanında hala rağbet görmektedir.
Süpürge İle İlgili Adet ve Geleneklerimiz
34
Süpürge bir obje olarak evlenme geleneklerinde
önemli yer tutar. Süpürgenin sapına kabara denilen iri
başlı özel bir çivi çakıldığında süpürgeyi kullanan kişinin
evlenmemiş bir kız olduğu ifade edilmiş olur. Bu tip bir
süpürge evin kapısı dışına asıldığında evlenecek çağda kız
bulunduğu belirtilmiş olur. Bunun diğer manası bu kız,
evine dünürcü beklemektedir. Çeyiz eşyasını arasına konulan aynalı süpürgeler; uğuru, bereketi, huzur ve dirlik
düzeni sağlayacağına inanılan bir obje olarak konur. Bu
bakımdan aynalı süpürgeler, evlenen kızın çeyiz eşyaları
arasındaki vazgeçilmez eşyalardan birisidir.
KÜLTÜR SANAT
Folklorik olarak kazandığı önemler sebebiyle de
bu tip süpürgelerin üretimi devam ettiği gibi, süpürgeler
minyatür şekillere de girmiş, turistik türündeki üretimi de
yapılabilmektedir. Turistlere de hitap edebilecek şekillerde ve görsellikte süpürgeler üretmek çabasına girildiği de
gözlemlenebilmektedir. Minyatür, süslü, bol renkli ve aksesuarlı süpürge şekilleri bu amaçlar ve arayışlar için yapılmaktadır.
NİSAN/2016
Süpürgenin Sırası İle Yapılma İşlemleri
Geleneksel süpürge üretiminde; tarladan toplanan süpürge telleri süpürge yapımına uygun uzunlukta
kesilir. Tohumları ve yaprakları ayıklanıp demetler haline
getirilerek üretici tarafından Borsada satışa çıkarılır. Üreticinin belirlediği fiyatlar üzerinden açık arttırma ile süpürge yapımcıları tarafından satın alınan süpürge telleri,
yumuşak olması ve kükürdün kolay ıslanması için su ile
ıslatılır. Islatılan teller küçük kapalı ve bir ocağı bulunan
penceresiz bir odaya konarak kükürtle ağartılır. Ağartılan
bu süpürge telleri “ayıklayıcı” diye anılan kişi tarafından
bıçakla ayıklanır. Kalın, dolgun ve etli olanlar tepelik, ince
ve cılız tellerde işlik olarak ayrılır. Kısa, kırık, koyu renkte
düzgün olmayan teller ayıklanarak küçük el süpürgeleri ve
top süpürge yapımında kullanılır. Teller “sarıcı”larca (taslakçı) temizlenir. 4-9 ya da daha çoğu bir araya getirilip
yavru demetler yapılır. Bunların ikisi birleştirilir, pamuk
ipliğiyle bağlanarak, süpürge taslağı oluşturulur.
“Bağlayıcı”larca (tepeci) bu taslağın sapına 4-5
tel yerleştirilerek, tepelik yapılır. “Ayakcak” denilen ayak
mengenesinden yararlanılarak sap, üç ya da daha çok
yerinden galvanize telle bağlanır. Süpürge taslağına “el
mengenesi” (falaka) yardımıyla süpürge biçimi verilir.
Tokmakla vurularak bu biçim pekiştirilir. Üç ya da daha
çok yerinden çuvaldızla dikilir ve böylece satışa sunulur.
Adapazarı, Edirne, Eskişehir, Kayseri, Kırıkkale, Kırklareli ve Trabzon’da geleneksel süpürge üretimi halen devam
etmektedir. Günümüzde geleneksel boyutlarından daha
küçük yapılan süpürgelerle Edirne’de üretilen aynalı süpürgeler turistik eşya olarak pazarda yerini bulmaktadır.
Derleyen: Mehmet GÖKCE
Kocaeli 2 No’lu F Tipi Ceza İnfaz
Kurumu Öğretmeni
35
KÜLTÜR SANAT
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı Değer Dergisinin
‘’Sağlıklı Yaşam’’ değerinde bu ay ki konuğu Ahmet Maranki oldu. Marankiyle
sağlık sektöründen şifali bitkilere, doğru ilaç kullanımından projelerine kadar
birçok konuyu konuştuk.
1956 yılında İnebolu’da doğdu. Liseyi İstanbul’da bitiren Ahmet Maranki, ilk önce Tütün
Eksperleri Yüksek Okulu’nu bitirip, 1976 yılında
stajını tamamlayarak devlet görevine başladı. Sırasıyla 1981 yılında İstanbul Üniversitesi Orman
Endüstri Mühendisliği’ni, 1986 yılında İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Siyaset Bölümünde masterını, 1990
yılında aynı bölümün Sosyal Siyaset Çalışma Ekonomisi Endüstri İlişkileri alanında doktorasını
tamamladı. 1991 yılında ABD’de mesleki alanda
mahalli idareler, sosyal güvenlik sistemleri ve
tarım alanında doktora üstü bilimsel çalışma ve
araştırmalarda bulundu. Rusya’da 1998 yılında
yaptığı çalışmalarda en başarılı yabancı bilim adamı seçildi. Halen İstanbul’da bitkisel besin destek ürünü faaliyetlerini yürüttüğü kozmik yaşam
merkezi ve kozmik stratejik araştırmalar vakfında
çalışmalarına devam etmektedir.
Hocam bitkiler ile ilgili araştırma yapma
düşüncesi sizde ilk olarak ne zaman oluşmaya
başladı?
Bitkiler ile ilk tanışmam Kastamonu İnebolu ilçesi
Çamlıca köyünde köylü çocuğu olduğumdan ve bitkiler ile
haşır neşir büyüdüğümden dolayı oldu. İlk bitki tecrübem
küçükken bize yedirilen içirilen keten tohumu yağı oldu.
Bugün sağlığımızı buna borçluyuz diyebilirim. Bitkiler ile
araştırma yapma düşüncesi de tütün eksperi yüksek okuluna başladığım zaman oluşmaya başladı.
Bitkiler ile ilgili araştırmalarımda “hayatımın dönüm noktası oldu” diyebileceğiniz bir an
oldu mu?
90’lı yılların başında tarım çiftliklerinde doktora
36 üstü araştırmalar yapmak için resmi görevli olarak AmeriRÖPORTAJ
ka’ya gittiğimde orada gördüm ki 5 kiloluk domates ve patatesler üretiliyor. Tabi bunlar GDO’lu çalışmalar ve ürünler. Gördüğüm bu dehşetten sonra Türkiye’ye döndüm
ve kısa bir süre sonra araştırma yapmak ve bu kez resmi
görevli olarak bitki genleri üzerine incelemede bulunmak
için Rusya’ya görevlendirildim. Aynı dehşeti orada da gördüm. Bundan sonra bu işe ilgim daha da arttı gemileri yaktım ve 15 yıl boyunca çok büyük araştırmalar yaptım.
Peki hocam, şu anda ülkemizde ya da yurt
dışında devam eden bir çalışmanız var mı? Çalışmalarınız hakkında ne gibi geri dönüşler alıyorsunuz?
Şu anda ben Türkiye Hollanda Sağlık Vakfı başkanıyım. Dünya bilim ve buluş adamları derneğimiz var. 11
ülkenin katılımı ile bu işi yapıyoruz ve genel sekreterliğini yürütüyorum. Ayrıca pek çok gönüllü kuruluşlar ile bu
işleri yürütüyoruz. Yapmış olduğumuz çalışmalar yurt içi
ve yurt dışında yoğun ilgi görüyor. Özellikle Amsterdam,
Strasbourg ve Lyon’da çok daha fazla ilgi görüyoruz bu da
bizi mutlu ediyor. Son 5 yıl içerisinde 1700’den fazla konferans verdik. Bu konferansların yaklaşık 1000 tanesi yurt
dışında oldu.
Günümüzde birçok insan çağımızın hastalığı olarak bilinen ‘’Obezite ve Kalp Damar hastalığı’’ ile mücadele etmektedir. Sizin bu hastalıklar
için önerdiğiniz özel kürler var mı?
Türkiye İstatistik kurumunun verilerine bakıldığında, ölüm oranı en yüksek olan hastalıklar kalp damar
hastalıklarıdır. Bunun da en temel sebebi tüketilen rafine
edilmiş gıdalardır. Yani ebter gıdalardır. Kalp damar ve
kanser hastalıklarının bu kadar artmasının sebebi budur.
Bu hastalıklardan korunmak için öncelikle ve acil olarak
rafine edilmiş ebter gıdalardan uzak durmak gerek. Obe-
zite için de kalp damar hastalıkları için de en önemli şey
rafine edilmiş ebter gıdalardan uzak durmaktır. Bunları
yapınca sizde büyük farkı göreceksiniz.
NİSAN/2016
Yapmış olduğunuz iş toplum için şüphesiz
büyük önem arz etmekte ve biraz önce dediğimiz
gibi yakından takip edilmekte, bütün bunlar göz
önüne alındığında mesleğiniz için “olmazsa olmaz” dediğiniz bir konu var mı?
Evet çok güzel bir soru. Kesinlikle bu ülkenin kurtuluşu bugün Amerika, Avrupa, Rusya ve gelişmiş bütün
dünya ülkelerinde uygulandığı gibi tamamlayıcı tıp yasasının altı doldurularak insanlarımızın hizmetine sunulmasıyla olur. Tamamlayıcı tıp yasası ile ‘’taşlarla terapi,
bitkiler ile terapi, aromalar ile terapi ve tuzla terapi’’ gibi
alternatif olan bütün bu metotların bilimsel alt yapısı oluşturularak, üniversitelerimizde de en kısa zamanda ders
programları düzenlenip, bu işin uzmanları yetiştirilerek,
işin ehli olmayan kişilerin elinden alınması gerekir.
Bunun alt yapısı oluşturulurken de başta doktorlarımız olmak üzere bu işin duayenleri eğitici ve öğretici
olarak görevlendirilmelidir.
Hocam yapmış olduğunuz çalışmalar ve
araştırmalar ülkemizde kamuoyu tarafından yakinen takip ediliyor. Biz de takipçilerimiz adına size
sormak istiyoruz sağlıklı yaşamın altın kuralları
nedir?
Bunu kısa ve öz olarak şu şekilde sıralayabiliriz:
“Sağlıklı düşün, sağlıklı beslen ve sağlıklı yaşa ömür uzamasa da kaliteli yaşamanın mümkün olduğunu göreceksiniz. Bunun yanında saymış olduğum beyazlardan uzak
durun diyoruz. Bunlar; Kabuğu kepeği alınmış, dna’sı değiştirilmiş beyaz undan, beyaz pirinçten, beyaz şekerden,
83 minerali alınmış rafine edilmiş tuzdan, 40 günlük beyaz tavuktan ve kaynatılmamış sütten birde son yılların en
büyük tehlikesi radyasyondan korunmakla olur.’’
Hocam sizler fırsat buldukça kurumlarımız da konferanslar veriyorsunuz. Türkiye geneli kurumlarımızda da sosyal faaliyet çerçevesinde farkındalık oluşturmak için konferanslarınızı
yaygınlaştırmayı düşünüyor musunuz?
Bu konuda Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü son yıllarda hükümlü ve tutukluların eğitimi, rehabilitasyonu ve yeniden topluma kazandırılması konusunda
büyük hamleler yaptı. Hem ceza infaz kurumları hem de
denetimli serbestlik müdürlüklerinde konferanslar verilmesi için illerimizdeki başsavcılarımızdan büyük bir talep
var. Hali hazırda bazı ceza infaz kurumlarında ben bu tür
konferansları veriyorum. Bunların teşvik edilmesi elbette
önemli ancak ben tek başıma her kuruma yetişemem.
Bu konuda benim Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’ne önerim Ceza İnfaz Kurumları ve Denetimli
Serbestlik Şube Müdürlüklerindeki eğitimcilerin toplandığı uygun bir yerde gönüllü olarak her zaman konferans
verebilirim. Bunun yanında davet edildiğimiz takdirde
37
RÖPORTAJ
fırsat buldukça hem ceza infaz kurumlarımızda hem de
denetimli serbestlik müdürlüklerinde gönüllü olarak konferanslar veriyoruz.
Her hastalıkta sık sık ilaç kullanmak doğru
mudur? İlaç kullanımı dışında neler yapılabilir?
Günümüzde yapılan bilimsel çalışmalarda artan
hastalıkların sebebinde yani hastalıklarda fazla ilaç kullanma olarak gösterilmiştir. İlaçların ancak doktor kontrolünde ve kronik hastalıklar da kullanılması önerilmiştir.
Bunun dışında her hastalığa ilaç kullanmak tavsiye edilmemektedir. Ayrıca vücut ilaçlara karşı bağışıklık kazanmakta mikroplarda bağışıklık kazanmaktadır.
38
Bunun yerine koruyucu hekimlik, önleyici sağlık
tedbirleri alınabilir. Gribal rahatsızlıklarda veya böbrek
rahatsızlıklarında zencefil, yeşil çay, ısırgan çayı, altın
otu, ekinezya, kırk kilit otu gibi ısıtıcı gıdalar ve antioksidan gıdalar kullanılarak bağışıklık sistemi güçlendirebilir.
RÖPORTAJ
İşin bir yönü de ülkemizde maalesef bugüne kadar hiçbir ilaç patenti bulunmadığından milyarlarca dolar döviz
yurt dışına gönderilmektedir. Bu büyük bir israftır, hem
insanlarımızın parası gitmekte hem sağlıkları risk altına
girmektedir. Önce hiçbir toksite değeri olmayan yollar denenmelidir.
Bitkilerle tedavi dışında kısıtlı olanakları
olan değer dergisi hükümlü/tutuklu okuyucuları
için sağlıklı yaşamak adına neler önerirsiniz?
Değer dergisini okuyan ‘’değerli’’ okuyuculara ve
tutuklu kardeşlerimize sağlıklı yaşamanın daha doğrusu
yaş almanın mümkün olduğunu söylemek isterim.
Allah’ın verdiği ömrü uzatamayız ömrümüz bellidir inanç yapımıza göre ancak bu verilen ömrü kaliteli
sağlıklı, dik yaşamak mümkündür. Kainat şifahanesi ile
bağışıklık sistemini güçlendirerek bunu başarabiliriz.
Bağışıklık güçlendirmenin en kısa yolu bedeni
toksinlerden arındırarak mikroplardan da arındırmış olmakla başlar.
NİSAN/2016
mizde, bu dünyadan sıkıldıklarını sanki dünyanın içinde
tutuklu olduklarını söyleyenlerin sayısı içerideki tutukluların sayısından sanıyorum kat kat fazladır.
Onun için tutukluluk beyindedir. Tabi ki özgürlükler var ama günümüz dünyasında artık ceza infaz kurumlarında olanların daha emniyetli olduklarını düşünenlerdenim. Sizlerin yediğiniz gıda belli, kontrollü, yattığınız
yerler emin, işte yine sular sağlıklı soluduğumuz havalar
ki hapishanelerin bulunduğu yerler genelde şehir dışlarına
da olduğundan çok daha temiz ve sağlıklı. Şehir içinde yaşayan beyni tutuklu şehrin içine tutuklanıp kalmış insanlardan çok daha iyi olduklarını düşünüyorum.
Şunu asla unutmayın belki de bu günleriniz yaratıcıyla irtibat kurmaya, bir kitap okumaya, ailenizi düşünmeye ya da bir kitap yazmaya, yeni bir şey üretmeye, yeni
bir sanat kazanmaya müsaittir. Bugün ceza infaz kurumlarında bunlar fazlasıyla yapılmaktadır. Buralarda defalarca
konferans vermiş biri olarak bunları çok iyi bilen biriyim.
Böyle bir empati yaparsanız aslında tutuk evlerinin netice
itibariyle dünyanın pek çok yerinden daha emniyetli yerler
olduğunu burada söylemek isterim. Allah yar ve yardımcınız olsun ve Allah kurtarsın diyorum unutmayın kaynak
şifa hanesinde Allah’ın 124.000 çeşit nebatatından insanlık için şifasız dert verilmedi? Sağlık ve esenlikle kalmanızı
diliyorum.
Hocam bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür
ederiz, çalışmalarınızın vatanımıza ve milletimize uluslararası alanda da her zaman başarılar getirmesini dileriz.
Röportaj: İsa TİYEK
Kastamonu İnebolu M Tipi Ceza İnfaz Kurumu
İnfaz ve Koruma Memuru
Bugün havanın, suyun, toprağın ve kullandığımız
gıdaların temiz olmadığını düşünürüz bunun için birinci
olarak temiz havada yaşamak oksijeni bol, eksi iyon havalar, alkali değeri 7.3 üstünde ph’lı sular içmek ve Nuh’un
gemisinden inen tohumlardan elde edilmiş rafine olmayan
tabi gıdalar yemek, güzel görmek güzel düşünmekle kalan
ömrümüzü nerede olursak olalım kaliteli yaşayabiliriz.
Hocam bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak Değer Dergisi aracılığıyla buradan hükümlü ve tutuklulara neler söylemek istersiniz?
Evet aslında hükümlü ve tutuklu kim onu irdelemek lazım. Bugün ceza infaz kurumlarında olanlar mı tutuklu hüküm giymiş yoksa dünyada dışarıda yaşayanlar
mı? İman penceresinden, inanç penceresinden bakarsak
aslında tutukluluk kafanın içindedir. Büyük dünyamızda
bir tutukluluk alanı mesela bulunduğunuz yerde beyninizin içinde hükümlü/tutuklu olmamak, kendini kapatmamak bu mümkündür. Hükümlü ve tutuklu kardeşlerimize
bir ‘’empati’’ yaparak böyle düşünmelerini öneririm. Çoğu
zaman bizde danışanlarımıza neden hastalandın dediği-
39
RÖPORTAJ
PLEVNE KAHRAMANI
GAZİ OSMAN PAŞA
40
Tokat’ta doğdu. Asıl adı Osman Nuri’dir. Babası,
İstanbul kereste gümrüğünde kâtip olan Mehmed Efendi,
annesi Şâkire Hatun’dur. Ailenin tek erkek çocuğu olan
Osman Nuri, henüz yedi sekiz yaşlarında iken ailesiyle
birlikte İstanbul’a babasının yanına gitti. Önce Beşiktaş
Askeri Rüşdiyesi’ne, daha sonra 1844’te dayısının ders nâzırı bulunduğu askeri idâdiye yazıldı. Buradaki beş yıllık
tahsisini tamamlayarak Mekteb-i Harbiye’ye girdi ve 1853
yılında mülâzım-ı sâni (üsteğmen) rütbesiyle okuldan mezun oldu. Erkânıharp sınıfına kaydolduysa da Kırım harbinin çıkması üzerine Rumeli’deki orduya sevkedildi. Savaşta gösterdiği yararlılık ve kahramanlık dolayısıyla rütbesi
21 Mart 1855’te yüzbaşılığa yükseltildi. Kırım Harbi sona
erince İstanbul’a dönerek erkânıharp sınıfına devam etti.
Bu tahsilin ardından bir süre Erkânıharp Dairesi’nde çalıştı ve bir yıl sonra kolağası (Kıdemli Yüzbaşı) oldu.
danlığına getirildi ve kendisine feriklik (Orgeneral) rütbesi
verildi. Ardından İstanbul Merkez Kumandanlığı’na tayin
edilen Osman Paşa, görevde kısa bir müddet kaldıktan
sonra önce Arnavutluk’ta bulunan İşkodra kumandanlığına ve oradan da Bosna kumandanlığına gönderildi. Bosna
Valisi Derviş Paşa ile aralarının açılması üzerine 1875’te
merkezi Erzurum olan dördüncü Ordu Erkânıharp Başkanlığı’na tayin edildiyse de Balkanlar’ın tam bir kargaşa içinde bulunması dolayısıyla aynı yıl Niş’e gönderildi.
Ardından da boşalan Vidin kumandanlığına getirildi. Sırp
Prensi Milan’ın 2 Temmuz 1876 da Osmanlı Devleti’ne
savaş ilan etmesi esnasında Rus generallerinin kumanda
ettiği Sırp ordusunu bozguna uğrattı. Asıl şöhretini burada elde ettiği zaferlerle kazandı. Kendisine ikinci rütbeden
Mecidiye nişanı ile 1876’da müşirlik (Mareşal) rütbesi verildi.
1861’de Rumeli Ordusu’nda görev yaptıktan sonra Suriye’de başlayan Yusuf Kerem ayaklanması sebebiyle
Cebel-i Lübnan’a gönderildi ve burada önemli hizmetlerde bulundu. 1866’da Girit’te baş gösteren Rum isyanı
dolayısıyla buraya yollandı. Adı geniş ölçüde ilk defa bu
hareket sırasında gösterdiği gayret ve fedâkarlık sayesinde duyuldu. Bilhassa Serdâr-ı Ekrem Ömer Paşa’nın
takdirini kazandı, rütbesi miralaylığa (Albay) yükseltildi,
1868’de gönderildiği Yemen’deki başarıları ile de mirlivâ
(Tuğgeneral) oldu. Daha sonra Üçüncü Ordu’nun redif livalığına (Tugay) tayin edildi, bir süre ordu merkezi olan
Manastır’da kaldı. 1873 yılında Yenipazar Tümeni kuman-
PLEVNE MÜDÂFAASI
TARİH
Osmanlı’nın ezelî düşmanı olan Rusya, Balkan
cephesindeki ilk hücûmunda Osmanlı ordusunu mağlûp
edip İstanbul önlerine varmayı planlamıştı. Çarın kardeşi
Grandük Nikola Nikolayeviç’in başkumandanlık ettiği Rus
ordusu, Berkofça Dağları’nı aşarak Bulgaristan topraklarına girdi. Vidin’de bulunan Osman Paşa’ya, Ruslara karşı durmak üzere hareket emri verildi. 13 Temmuz’da yola
çıkan Osman Paşa, on iki bin asker ve 54 topla hareket
ederek beş günlük yürüyüşle Plevne’ye geldi ve derhal tahkimâta başladı.
NİSAN/2016
deviren bir kurşun sebebiyle dizinden yaralandı. Asker ve
halkın daha fazla kırılmaması için teslim olunması emrini
verdi. Yaralı olarak teslim alınan Osman Paşa, Rus Çarından saygı gördü. Müdâfaadaki başarısını tebrik eden Çar,
kılıcını kendisine iâde ederek, çifte kartal nişânı verdi. Abdülhamid Han, Serasker Müşir Rauf Paşa’yı, Gâzi Osman
Paşa’yı İstanbul’a getirmesi için Petersburg’a gönderdi.
Heyetin İstanbul’a gelişi (12-13 Mart 1878) muhteşem bir
törenle kutlandı.
Osman Paşa 14 Mart 1878’de Hassa Ordusu müşavirliğine getirildi. 5 Kasım 1878’de de Hassa müşirliği
uhdesinde kalmak üzere Mâbeyn müşiri oldu ve ölünceye
kadar bu görevde kaldı: hatta ölümünden sonra dahi yerine başka bir tayin yapılmadı. Bunun yanı sıra seraskerliğe getirildiyse de Doğu Rumeli’nin istilası üzerine savaş
taraftarı olmakla itham edilerek bu vazifesinden azledildi. Yaverlik unvanı, mefharet, birinci rütbeden Mecidiye
ve imtiyaz nişanlarına ilave olarak papa da dahil kendisini takdir eden yabancı devlet başkanları ve hükümdarlar
tarafından birinci rütbeden nişanlarla mükafatlandırılan
Osman Paşa, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’nda Edhem Paşa’dan harbe dair kesin bir cevap gelmemesi ve basında
Yunanlılar’ın galibiyetinden bahsedilmesi üzerine 23 Nisan 1897’de başmüfettiş sıfatıyla hareketi yürütmek üzere
savaş yerine gönderildi.
Ruslar, 20 Temmuz’da yaptıkları birinci saldırıda
üç bin kayıp vererek geri çekildi. 30 Temmuz’da, 184 top
ve 50 bin askerle birlikte yeniden saldırdı. Osman Paşa’nın
elinde 58 top ve 23 bin asker vardı. Bu ikinci saldırıda da
yenilen Ruslar, yirmi binden fazla kayıp verdi. Osman paşa
ve askerleri düşmanın bir adım ilerlemesine izin vermiyordu. Bütün dünyânın gözü kulağı Plevne’deydi. Bir avuç Osmanlı ordusu, Rus ordusunu perişan ediyor; halk türküler
yakıyordu.
Karadeniz akmam dedi,
Ben Tuna’ya bakmam dedi,
Yüz bin Moskof gelmiş olsa,
Osman Paşa korkmam dedi.
Bundan sonra Ruslar bütün kuvvetlerini Plevne önlerine yığmaya başladı. Çar 2. Aleksandr da bizzat
cepheye geldi. Durumun vehâmetini görünce, Romanya
Prensi Birinci Karol’a, “Yetiş! Hristiyanlık, dâvâsını kaybetmek üzeredir.” diyen bir telgraf çekerek yardım istedi. Telgrafı alan Karol, ciddi bir kuvvetle yardıma yetişti.
Günlerce Plevne’yi topla döven Ruslar ve Romenler, 11
Eylül’deki üçüncü saldırıda kendilerinin dörtte biri kadar
olan Osman Paşa kuvvetleri karşısında, içlerinde general
ve subayların da olduğu on beş binden fazla kayıp verdiler.
Üçüncü yenilgiden sonra Ruslar o zamana kadar iki yönden kuşattıkları Plevne’yi her taraftan kuşattılar. Böylelikle, erzâk ve mühimmât yardımı alamayacak olan Osman
Paşa’yı teslime zorlamak niyetindeydiler. Osman Paşa
ve askerleri ise son kurşunları kalana kadar vuruşmaya
devâm etme karârındaydılar.
Plevne’yi 145 gün savunan Osman Paşa, düşman
hattını yarıp geçmekten başka çâre kalmayınca, 10 Aralık
gecesi kaleden çıkıp vuruşmaya başladı. Ancak, atını da
Askeri şahsiyeti yanında Gazi Osman Paşa saraydaki görevleri sırasında siyasi faaliyetlerde de bulundu.
Sarayda bulunduğu süre içinde dış politika konularında
Abülhamid’i etkilemeye çalıştı. 4-5 Nisan 1900 Cuma gecesi vefat etti ve Fatih Sultan Mehmed Türbesi yanına gömüldü. Osman Paşa iyi derecede Arapça, biraz da Farsça
ve Fransızca biliyordu. Ferik Neşet Paşa’nın kız kardeşi
Zâtıgül Hanım’la yaptığı evlilikten Nureddin, Kamâleddin, Cemâleddin ve Hüseyin Abdulkadir adlı dört çocuğu
olmuştur. Torunları halen İstanbul, Kahire ve Paris’te yaşamaktadır. II. Abdulhamid kendisini çok takdir ettiği için
iki kızını Osman Paşa’nın iki oğluyla evlendirmiştir.
Bugün hâlâ Bulgaristan Türkleri arasında hâtırası
canlı olarak yaşayan Gâzi Osman Paşa, adına marş yazılan
birkaç kumandandan birisidir. Plevne Marşı’nın sözleri
şöyledir:
Tuna nehri akmam diyor
Etrafımı yıkmam diyor
Şanı büyük Osman Paşa
Plevne’den çıkmam diyor
Düşman Tuna’yı atladı
Karakolları yokladı
Osman Paşa’nın kolunda
Beş bin top birden patladı
Kılıcımı vurdum taşa
Taş yarıldı baştan başa
Şanı büyük Osman Paşa
Askerinle binler yaşa
Derleyen: Ali OKTAY
Bursa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
Öğretmeni
TARİH
41
HER ZAMAN
HER YERDE
SPOR
Öncellikle fit bir vücuda sahip olmak için spor
salonuna gitmenin bir zorunluluk olmadığını belirtmekte
fayda var. Ancak sağlıklı bir vücut için düzenli egzersiz bir
zorunluluktur. Aletsiz vücut geliştirme egzersizleri ile kişi
beslenmesine ve uyku düzenine dikkat ettiği takdirde, ev
ortamında yapacağı egzersizler ve farklı kaslar üzerinde
etkili kombinasyonlarla istediği neticeye ulaşabilir.
Bu yazıda, evde kas yapma hareketlerinden sağlayabileceğiniz en yüksek fayda ve bu süreçte yapılması ve
yapılmaması gerekenler üzerinde duracağız. Kas geliştirmek, birçok insanın kendilerini iyi hissetmek için tercih
ettiği spor dallarından biri. “Evde yaptığımız spor hiçbir
işe yaramıyor!”,“Boşuna ter döküyoruz!” gibi sitemler,
evde kas geliştirmeyi deneyenlerden çokça duyulabilir.
Bunun nedeni belki de bir takım şeyleri yanlış yapıyor olmalarıdır. Vücudunuzu nasıl şekillendirmek isterseniz isteyin, beklediğiniz sonuçlara ulaşmak için yardım almak
yararınıza olacaktır.
Vücut geliştirme hareketleri, aletsiz veya minimum hareketle, evde rahat bir şekilde uygulanabilir. Evde yapılabilen aletsiz vücut geliştirme hareketlerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
42
Yürüyüş
Mekik
Barfiks
Şınav
Yüzme hareketi
Kalf
Squat
Sandalye kullanarak dips ve rowing
Sopa ile twist
Sırtüstü yatarak silecek hareketi
Bu hareketleri, evde minimum aletle yapmak hiç
de zor değildir. Yapabileceğiniz bu vücut geliştirme hareketleri, herkes tarafından kolayca uygulanabilir. Birkaç tanesini detaylı olarak anlatalım.
SPOR
Evde Uygulayabileceğiniz Temel Vücut Geliştirme Hareketleri
1-) Şınav çekmek: Şınav çekerken dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, vücudun doğru pozisyonda
olması olacaktır. Kollar omuz hizasında açık, yüzünüz yere
bakacak şekilde, göğsünüzü yere değme noktasına gelene
kadar eğip tekrar kaldırıyorsunuz. 3 set 8 tekrar ile kol, göğüs, omuz ve sırt kaslarınızı çalıştırabilirsiniz.
2- Dips&Rowing: Karşılıklı duran iki sandalyeden birinde ayaklarınız diğerinde ise elleriniz bulunmalı.
Arada kalan boşlukta, sırt üstü kalacak şekilde aşağı doğru
inip kalkmanız bu hareketi oluşturacaktır.
3-Mekik çekmek: Karın kaslarınız için oldukça
etkili olan bu hareket, aletsiz vücut geliştirme hareketleri
içerisinde en popüler olanlarından biridir. Sırt üstü yatar
pozisyonda, ayaklar birleşik, eller ensede veya göğüste duracak şekilde doğrulup tekrar yatmanız şeklinde bir hareket olan mekik, karın kaslarının gelişimini sağlar.
4-Sopa ile twist: Evde bulabileceğiniz bir sopa
yardımıyla, vücudunuzun sadece üst kısmını burgu hareketiyle döndürmek suretiyle gerçekleşir. Ayakta veya oturarak yapabileceğiniz bu hareket, vücudunuzun yan bölgesinde bulunan kaslara etki etmektedir.
5-Squat: Squat, halter olarak bilinen harekete
benzer. Halterden farkı ise aletsiz olarak yapılmasıdır. Sırt
bölgesi dik duracak şekilde, sandalyeye oturur pozisyonda,
kolların öne uzatılmasıyla uygulanan hareket olarak bilinmektedir. Vücudun üst ve alt bölgesindeki birçok kasın
çalışmasına olanak sağlayan bu hareket, doğru uygulandığında çok etkili olacaktır.
Beslenme düzeni ve uyku düzenine dikkat edip,
disiplinli bir çalışma programı çıkardığınızda elde edeceğiniz sonuç, beklediğinizin çok çok üstünde olacaktır. Aletsiz vücut geliştirme hareketleri, herkes tarafından kolayca
NİSAN/2016
uygulanabilir. Yukarıda belirtilen noktalara dikkat ederek,
sabırlı ve disiplinli bir çalışma sağladığınızda, vücudunuzu
şekle sokabilir, hatta istediğiniz kas yoğunluğuna ulaşabilmek için gerekli olan ilk adımları basit ve pratik bir şekilde
atabilirsiniz.
EN TEMEL HAREKETLER
Göğüs kası hareketi
Göğüs kasını evde geliştirmek için yapabileceğiniz
en temel hareket şınav egzersizidir. Göğüs yere bakacak
şekilde eller omuz genişliğinde açık vücudu düz bir şekilde
yere uzatarak kollar yardımıyla iniş ve kalkış hareketidir.
Kol kası hareketi
Kol geliştirme, elinizde ağırlık bulunmadığı zamanlarda pek alternatifi olmayan kas gruplarındandır.
Vücut ağırlığıyla yapılabilecek temel egzersiz ellerin içe
dönük olduğu barfiks hareketidir. Bu hareket biceps adı
verilen kolun iç kısmındaki kası çalıştıracaktır.
Kolun dış kısmındaki triceps kaslarını çalıştırmak
için de dips adı verilen hareket uygulanabilir. Eller bir sandalyeye koyularak kollar yardımıyla iniş ve kalkış yapılabilir.
Omuz kası hareketi
Omuz kası, evde en zor geliştirilebilecek kaslardan
biridir. Omuz kasları itiş gücü ile çalışan kaslar olduğu için
bir ağırlık kaldırılması gerekmektedir. Ayakların yukarıda
tutulduğu şınav hareketi ile omuz kası geliştirilebilir.
Sırt kası hareketi
Barfiks hareketi sırt ve kanat kası geliştirmek için
evde uygulanabilecek en temel harekettir. Yatay sabit bir
bar tutularak vücut yukarı çekilir.
Karın kası hareketi
Evde karın kası geliştirmek için yapılabilecek temel egzersiz mekik hareketidir. Mekik, hali hazırda spor
salonlarında bile uygulanan en temel karın geliştirme egzersizidir.
Bacak kası hareketi
Squat adı verilen dik eğilme hareketi tüm bacak
kaslarını etkileyen en bilinen harekettir. Ayaklar karşıya
dik bakacak şekilde yine bacaklar omuz genişliğinde açılmış vaziyette eğilip kalkma hareketidir. Burada dikkat
edilmesi gereken husus iniş sırasında vücudun ileri değil
geriye doğru yönelmesi, dizlerin ayak uçlarından daha ileriye gitmemesidir.
Beslenme düzeni ve uyku düzenine dikkat edip,
disiplinli bir çalışma programı çıkardığınızda elde edeceğiniz sonuç, beklediğinizin çok çok üstünde olacaktır. Aletsiz vücut geliştirme hareketleri, herkes tarafından kolayca
uygulanabilir. Yukarıda belirtilen noktalara dikkat ederek,
sabırlı ve disiplinli bir çalışma sağladığınızda, vücudunuzu
şekle sokabilir, hatta istediğiniz kas yoğunluğuna ulaşabilmek için gerekli olan ilk adımları basit ve pratik bir şekilde
atabilirsiniz.
Hazırlayan: Mustafa Murat ÜNLÜ
İnebolu M Tipi Ceza İnfaz Kurumu Öğretmeni
43
SPOR
Saç
Boyatmanın
Zararları
Saç boyamak özellikle bayanların en çok uyguladığı yöntemlerin başında gelmektedir. Bir tür güzellik işlemi
olarak adlandırılabilir. Saç boyama beyazları kapama ya da
saç rengini değiştirme işlemi olarak ifade edilir. Tüm güzellik salonlarında ve kuaförlerde saç boyama işlemi yapılmaktadır. Bunun için öncelikli olarak kendimize en uygun
saç rengini uzman bir kuaför yardımı ile belirlemek gerekmektedir. Saç mecbur kalınmadıkça boyanmamalıdır.
Çünkü boyaların içerisinde bulunan kimyasal maddeler
insan vücudu üzerinde olumlu sonuçlar vermemektedir.
Çeşitli zararlı kimyasallara maruz kalmamak için saç boyalarından uzak durmak gerekmektedir.
Saç Boyamanın Nedenleri
Günümüzde kadın erkek demeden saç boyatmak
oldukça sık kullanılan bir güzellik yöntemi olarak ifade edilmektedir. Özellikle bayanların çok genç yaşlardan
itibaren saç boyamaları estetik açıdan güzel dursa dahi
uzmanlar tarafından pek tercih edilmemektedir. Saç boyamanın bir diğer nedeni ise yaşın ilerlemesi ile birlikte
ortaya çıkan yaşlılık belirtileridir. Saçlarda meydana gelen
44
YENİ SAYFA - KADIN
beyazları kapamak için saç boyama işlemi kullanılmaktadır. Bazen genetik beyazlık erken yaşlarda bayanların ve
erkeklerin saçlarında meydana gelmektedir. Bu durumda
göze güzel görünmek için saç boyama işlemi tercih edilmektedir.
Saç Boyamanın Zararları
Saç boyama işlemi estetik açıdan güzel görünmesine rağmen içerisinde bulunan kimyasal maddeler uzmanlar tarafından önerilmemektedir. Özellikle sık uygulanan
saç boyaları cilde temas ettiği için bazı durumlarda kişide
cilt kanserine yakalanma oranı artırmaktadır. Ayrıca saç
derisinde kepeklenme sorununa yol açmaktadır. Saç boyalarının sık kullanılması saç dökülmesinde saç renginin
daha çabuk beyazlamasına ayrıca egzama ve kaşıntıya neden olarak kişinin hayatını olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Ayrıca günümüzde doğallık daha fazla ilgi gördüğü
için saç boyatma eski gözdeliğini kaybetmeye başlamıştır.
www.medikaltedavi.com
NİSAN/2016
Ceza İnfaz Kurumunda
Kadın Olmak Zordur
Neden kadın ceza infaz kurumuna girer?
Neden kadın suç işler ?
Kadın ve çocuk sosyal dezavantajlı ve hassas gruplardır.
Kadın ve çocuğa suç olgusunu yakıştıramayız. Çünkü kadın her şeyden önce bir anne yada anne adayıdır. Çocuk ise tüm bu yaşananları masumiyetiyle izlemektedir. Kadın
ailenin temel taşıdır. Çocuğu yetiştiren anadır, babayla çocuk arasında güçlü bir köprüdür.
Peki neden kadın ve çocuklar ceza infaz kurumundadır? Ceza infaz kurumunda kadın olmak
nedir?
Suçlu kadın olmak, ceza infaz kurumunda olmak birazda
toplumsal bir sorundur. Kadın ceza infaz kurumuna girdikten sonra aileler parçalanmakta, çocuklarda çeşitli suçlara
yönelmekte ya da davranış sorunları oluşmaktadır. Kadınlar ceza infaz kurumuna girdikten sonra dışarıdaki ailesi
çocuklarını düşünmekte ve çaresizlik duygusu zamanla kadını gerginleşmekte umutsuzluk, ümitsizlik duygusuna
yöneltmektedir. Ceza infaz kurumundaki kadınlarda görülen en güçlü duygu tükenmişlik, tükenmişliğin temel özellikleri, enerji kaybı, motivasyon eksikliği, diğerlerine karşı
negatif tutum ve aktif olarak geri çekilmeyi içerir. Bunun
yanı sıra fiziksel tükenme, kronik yorgunluk, çaresizlik,
ümitsizlik, negatif bir kendilik algısı, duygusal ve zihinsel
tükenme de tükenmişliğin göstergelerindendir..
Tüm bu duygularla baş edebilmek için ceza infaz kurumundaki kadınların diğer hükümlü-tutuklulardan daha
güçlü olmaları gerekmektedir. Geride bıraktığı ailesi, onu
üzmemeli aksine güçlendirmelidir. Neden buradayım,
keşkelerini pişmanlıklarını düşünmektense, kendim için
çocuklarım ve ailem için ne yapabilirim? bunu düşünmesi gerekir. Kadın ceza infaz kurumunda da olsa kadın annedir. Annelik duygusu cezalandırılamaz, engellenemez.
Kadınlık, annelik duygusuna eşlik eden tükenmişlik duygusuna kapılması mücadelesini bırakması aile bağlarını
koparıyor, çocuklarda uzun süreli davranış sorunları ortaya çıkarıyor. Çünkü annesi ceza infaz kurumunda bile
olsa çocuk için annedir, mahkum değildir. Annesinden
güç destek almak ister, bu gücü desteği göremeyen çocuklar sevgi ve destek arayışı içinde yanlışlara yönelmektedir. Her ayın ilk haftası büyük bir özlem sevinçle annelerine ziyarete gelen çocuklar, aileler annesini eşlerini, yakınını, mutsuz, umutsuz, çaresiz gördüklerinde oldukça etkilenmektedirler. Tutuklu olduğunuzu değil kadın, anne olduğunuzu unutmamak gerekiyor. Farkındalığınızı geliştirerek, kaybettiklerinizi değil geleceğinizi düşünmek gerekiyor. Yaşamış
olduğunuz duygu olan çaresizlik, umutsuzluk ve ümidinin
kalmaması duygusunu olumlu ve motivasyonel duygu olarak dönüştürmek gerekiyor. Bir gün çıkıp, çocuklarıma
aileme sağlıklı bir ruh durumuyla, hayatıma kaldığım yerden daha güzel devam edeceğim diye düşünmek gerekir.
Mevlanın sözü gibidir ceza infaz kurumunda kadın olmak. Hüzün olgunlaştırır, kaybetmek ise sabrı öğretir,
Kaderi sev, varsa kederini de sev. Olumsuzluklara odaklanmamızı, her olumsuzun içinde mutlaka bir umudun olduğu inancımızı, ümidimizi yitirmememizi söyler.
Nesil Sağın KÜÇÜK
Sincan Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
Psikolog
YENİ SAYFA - KADIN
45
KADIN
Kadın;
Maharet, zerafet.
Nadide bir buket.
Hanede bereket. Haktan emanet.
Kadın;
Yürek parçası.
Duygu deryası.
Şefkat simgesi.
İffet örtüsü…
Kadın; Yalnızlık sığınağı Tebessüm sağanağı.
Çile yumağı.
Sabır ocağı.
Kadın;
Bahar yeli.
Sevda gülü.
Gönlün emeli.
Ömrün bedeli.
Özcan GÜLTEKİN
Kartal H Tipi Ceza İnfaz
Kurumu Öğretmeni
46
YENİ SAYFA - KADIN
NİSAN/2016
KİTAP ÖNERİLERİ
Hayatımızı karartan beyazlar…
Süt, şeker, un, tuz, pirinç, beyaz et, kimyasal ilaçlar,
deterjanlar, boyalar, kozmetikler vb. tabi olmayan,
konsantre, hibrit, rafine, en azından şüpheli dahi
olan, beyaz un, beyaz şeker, kimyasal tuz, süt, yağ ve
ortak özellikleri “beyaz” olan işlenmiş gıdalar… Bu
“Beyaz Çete” elemanlarının en büyük benzerlikleri,
yavaş yavaş ama kesinlikle insanlığın sağlığının bozulmasına ve yavaş yavaş sürünerek yok olmasına yol
açan besinler olması. Oysa gerçekte böyle miydi? Hiç
de değil…
Siz onu hep fiziksel şişmanlığa en doğru çözümleri bulan uzman hekim olarak tanıdınız. Sağlıklı
beslenme konusundaki önerilerini dinlediniz, uyguladınız. Milyonların sevgilisi Dr. Ender Saraç bu kitabında ise ‘yaralı ruhları’ tedavi ediyor! Stetoskopuyla
insanların ‘içini’ dinliyor. Doğumdan yaşlılığa yaşamın
her dönemi için ‘manevi gıdalar’ öneriyor. Gereksiz yere acı çeken ve çareyi hep ‘dışarıda’ arayanlara
sesleniyor. Ruh doğru beslenirse, birçok hastalığın
da kendiliğinden iyileşeceğini müjdeliyor. Evlilik,
iş, başarı, huzurlu yaşam gibi konularda bir türlü
amaçlarına ulaşamayanlara da şeytanın bacağını kırmanın ipuçlarını veriyor!
47
KİTAP ÖNERİLERİ
‘’ESKİ KULAĞI
KESİKLERDEN’’
Becerikli, iş bilir ve kıvrak zekâlı olmakla birlikte,
bu meziyetleri kendi menfaatleri doğrultusunda kullanan,
bu arada ufak tefek kaçamaklarla kendisine çıkar sağlayan kişilerden bahsederken kullandığımız bir deyimimiz
vardır: ‘’Eski kulağı kesiklerden.’’ Bu deyimin dilimizdeki
varlığı 16. asır başlarına, Hacı Bektaşî Veli zamanına kadar uzanır. Bilindiği gibi Hacı Bektaşî Veli hazretlerinin
kurduğu tarikat (Bektaşiyye) yeniçerilerin resmî tarikatı
olmuş ve asker ocağına girenler, genellikle bu tarikat adabınca yaşamışlardır. Ancak yeniçeriliğin daha ilk dönemlerden itibaren devşirme sisteminden beslenmesi tarikatın
da yozlaşmasını hızlandırmış ve yeniçeriler arasında Bektaşî geleneğine uymayan davranış ve hayat tarzları, hoşgörüyle karşılanıp giderek tarikat düsturlarındanmış gibi
algılanmalarına yol açmıştır.
Rivayete göre Bektaşiliğe girmeyi kabul eden muhiplere tarikatın şartları açıklanıp, bunlara uyacaklarına
dair söz alındıktan sonra şeyh tarafından bazı küçük nasihatler verilir ve tekkenin kapı eşiğinde kulaklarından
birine bir delik açılarak halka biçiminde bir küpe takılırmış (“Kulağına küpe olsun” sözü buradan geliyor olmalı).
Eski kaynakların “menguş” ismiyle kaydettikleri bu küpe,
muhibbin artık derviş olduğuna işaretle, kulağından Hz.
Ali’ye bağlı olduğunu sembolize eder. Nitekim, Yavuz Sul-
tan Selim’in kulağındaki menguşun da Bektaşîlik sembolü
olduğunu söyleyenler vardır. Yeniçerilerin belli bir yaşa
kadar evlenmeleri yasak olduğundan, bu küpe zamanla
onların mücerret (bekâr) yaşamayı kabul ettiklerinden kinaye olarak anılmış ve kulağı küpeli dolaşan birinin yeniçeri taifesinden olup evlenmeyeceğine inanılır olmuş. “Kulağı deldirmek” ikrar vermek manası taşır ki bundan, Şeyh
eşiğine baş koyup kulağı deldirenlerin, kendilerine telkin
edilen şeylerin hilâfına davranmalarının yasaklanmış olduğu anlaşılır.
Ne var ki insanoğlu, nefis sahibi olmak hasebiyle
sık sık ikrarından döne gelmiştir. Gel zaman, git zaman...
Tarikata girerken mücerretlik sözü verip kulağı deldiren
dervişlerden bazıları zaman içerisinde kaçamak evlilikler
yaparak yol yordam azdırdıklarında, Balım Sultan bunları huzura çağırıp keyfiyeti öğrenmek ister. İçlerinden birkaçı vaziyeti inkâra kalkışınca da onlara ders olsun diye
kulaklarındaki menguşlarını çekip alır. Tabi bu esnada, bizimkilerin kulak memeleri yırtılır. Bilâhare halk, bunların
eskiden Bektaşî olduklarını telmihen “eski kulağı kesik”,
“eski kulağı kesikler” diye söylemeye başlar. İşte, sonraki
zamanlarda bu cümleler birer deyim hâline gelip umumileşmiş ve bugün herkes hakkında kullanılır olmuştur.
İskender Pala - İki Dirhem
Bir Çekirdek
48
DEYİM
NİSAN/2016
Fıkralar
acı
l
İ
k
acı
l
rü
İ
ü
l
s
i
k
Ö
üsh
M
uş,
e
n
yorm tor
i
ü
r
r
ü
öks ş. Dok
Ye
e
ı
vetli
kuv
latm cı yerin
çok dini an
i
ila
r
i
r
rük i:
ın b miş de
ü
s
m
k
a
Ad
git
a ö emiş k
ora
şlıkl
. Bir
dokt a yanlı miş ve d
lecek ç ve
er
e
g
i
adam il ilacı v
i
iy
h
likle n sonra
n
i
s
müs
e
e
k
klerd
ana
laç s ca yeme
i
u
or
“- B boyun e gel.”
dokt .
e
l
d
a
o
t
n
r
f
uş
nt
iği
ha
e ko
geld ini sorm
c
r
n
i
a
t
r
iğ
bi
a tek sürmed ca da:
sonr
k
un
ö
a
y
t
u
f
üp
ha
id
bü r Bir a öksür ediğin
e bö
m
y
r
i
m
ü
d
a
s
!”
ad
ın ök
iydim
iş m
Adam
m
e
dem
sana
n
e
B
emi“ksür
iş.
ö
m
p
n
i
:
e
l
iş
ed
verm , cesaret
vap
y
e
e
c
B
r
Adam e Dokto
id
y
İ
“
!”
m ki
yoru
Mevzu
Koca
Olunca
Sen
B
Moto unları
r
Dene Çalışırk
en
sene
Düny
an
araba ın en ünl
ü kalp
sı boz
ul
Tami
rci ar muş, araba doktoru D
e
a
s
Bake
y’e dö basının k ını tamire Bakey’ın
aputu
götür
nerek
m
nu aç
:
mış v üş.
- “Siz
e De
e bir ş
ey sor
aynı i
ac
şl
ile ka eri yapıyo ağım nere
ruz. M
deyse
putu
a
nered
b
e
e old çacağım b sela ben ş en ve siz
uğun
i
i
temiz
m
r
di iti
b
akı
ua
le
yağın yeceğim, nlayacağı şta proble na
m
ı
m
g
moto değiştirec erekirse k , kapakçı in
k
ru çı
eğim
a
l
b
arı
l
o
lar
ka
,h
Söyle
seniz rıp yerine atta çok ı, motor
g
e
arlar
erekl
yenis
nasıl
i
i
k
kurşu azanıyors oluyor da ni takacağ ise
siz m
n atıy
unuz
ı
ilyon m!
orum
ama
dol?”
b
e
n
Bunu
mete
n
liğe
na eğ üzerine D
ilmiş
e Bak
ve şö
yle de ey tamirci
nin k
miş:
- “Bu
ulağı
n
mayı ların heps
denes
ini m
otor
enize
çalışı
!”
yorke
n ya-
Tabip mu
ayene ett
iğ
sinin du
l olup olm i kadının oğluna
, anneadığını s
uğu ceva
orar ve d
bını alınc
ul olda da:
— Valide
ha
siniz. Ha nımı mutlaka ko
stalığının
caya ver
m
başkaca
Kadının
ilacı yoktu elioğlu:
r, der.
— Aman
hekim e
fendi, alt
ra nasıl
m
olur? de
yince ka ışından sonyerden s
dıncağız
öylenir:
yattığı
—Tövbe
töv
iyi mi bil be! Ay oğul, der,
eceksin?
sen hekim
den
49
FIKRALAR
İLGİNÇ
HABER
LER
Lüks Ar
a
cı
Kullanab nı Öldükten Son
r
ilmek İç
in Göme a
c
e
k
‘’370.0
AMi Göründü!
YAŞ
b
anın Di
00 Eur
o de
aracını
öldükten ğerindeki Bentl
ey mark
mezara
a
gömeceğ sonra kullanab
ilmek iç
im” ded
alı iş ad
i, olay o
in
amı Tha
ldu. Bre
ne Chiq
medyan
zilyuinho S
ın tepki
c
a
o
rpa, sos
d
lerden b
aklı en ç
yal
iri,
ok
ki lüks a nedeni ise 370 b konuştuğu kişiracını ev
in Euro d
inin bah
eğerinde
ra kullan
çes
abilmek
için göm ine öldükten son
mek.
-
tubora şit
a
l
,
di
and
le e
e An beyniy “Bu
retil
n
Ü
e
i
R
d,
ün
n
Be yn
’nde ir fetüs dı. Anan lmıyor
i
n
s
a
e
s
t
İn
ka
ersi
lık b
aşar
m
Üniv eş hafta tmeyi b ünmekle gibi tü
e
t
a
t
n
r
b
e
de
i
S
r
ö
y
n
a
g
ü
Ohio rtamınd beyin in gibi ri bir be yüklüğü na
a
r
e
ü
y
i
o
türl
tüm
var lukta b
r be
ye b
n bi lı hücre ir bezel beynin beynin
n
e
u
ş
g
i
l
l
,
o
e
k
ncak
di. B
türü
ce g
a far
sade zamand iyor” de a hücre nuyor, a
r
d
u
aynı ri göste ok sayı ilik bul
dek
ç
r
e
l
u
e
ana igen beyind bir om nmiş.
u
ş
n
e
le
ildi v i olarak ’da
olan leri ve ğu belir
t
e
r
ü
r
a
m
u
den
orid
enze
bölü rsız old
lerin in en b larını Fl niversia
e
r
m
c
a
d
in
nuç
ı. Ü
ri hü
rçeğ
n de ında ge lışma so açıklad len beyn ia
s
n
as
ça
ni
reti
mes
likte
Beyi enler ar Anand
tkin nd’ın, ü est edil
e
i
l
.
i
r
t
t
r
a
ske da An
iyo
in
üre
ni
diril
bir a
a
lerin
ceği
telen la ilgili açıklam eki etki e getire temi
l
is
d
ık
sağl yapılan üzerin etik ha sinir s cı oln
a
n
ı
n
i
e
h
n
ı
h
d
a
a
dm
zi
te
ve d . Çalışm a da yar
rın
y
a
l
a
ç
l
i
n
ila
ko
ild nması
ildir
aha
ni d düğü b are bulu
n
ç
düşü lıklarına r.
o
a
t
has bekleniy
ı
s
ma
ğu iddia
u
t
ş
u
l
o
ucu
ne
mur son gencin ölümü
ğ
a
y
a
d
’
a la
şık
r2
Guatem metrelik çuku yuttu ve yakla
i
9
v
iliedilen 9 ev çukur 12 e ye edildi. Yetk id
hli
ı. D
yağan ş .
yol açt de bölgeden ta
a
d
r
a
l
n
i
a
or
ş
1.000 ki urun son zam ıldığını söylüy
ç uk
eden
n aç
lerden
üzünde rsıntılarına n ha
y
r
a
l
ş
ı
ğ
a
da
detli ya aman yer s
ukurun run
ç
n
a
z
y
a
Zaman ötü kokular y uluyor. Çuku k
ir
rk
olan ve emesinden ko esinden’ de ted işl
çıl
us
da gen inden gelen ‘s
rların a
u
k
u
ç
r
a
le
şk
derinlik ölge halkı ba
b
n
gin ola
an
masınd duyuyor.
şe
da endi
Düny
LIK
SAĞ
50
KISA HABERLER
TEKN
Robot İn OLOJİ
tihar Ett
i!
Avustur
ya bu şaş
ırtıcı ola
bot isim
yı konuş
li elektri
uyo
k süpürg
dayken b
esi kapalı r! İroirden ça
konumlışmaya
ni ocağa
başladı.
doğru sü
Kend
rü
ocaktaki
ateşin üz kleyen robot so isinunda
erine gelm
Mutfakt
a ufak ç
esiyle ale
a
p
v aldı.
lı bir yan
bot kulla
gın çıka
nılamaz
ran roha
intikal e
den itfa le gelirken, olay
iy
yerine
e ekibi
müdaha
yangına
le etti.
anında
Ev sahib
in
bıraktığı in robotu terk e
tt
konusun
da ısrarc iğinde kapalı
kat çeke
ı
n itfaiye
olduğun
a
e
cihazın
kendi ke ri Helmut Knie dikwasser
nd
veremed
iğini ifa ine çalışmasına
d
a
e
nlam
ları ise ‘i
ederken
nti
, evin k
omşuçok fazla har eden’ robotu
na
buna da çalıştırıldığını r ilece
yanamay
obotun
ara
etmiş ola
bileceğin k kendini yok
i esprili
anlattı.
bir dille
NİSAN/2016
BİR BARDAK
SÜTÜN HATIRI
Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu. O gün hiçbir şey satamamıştı, karnı da çok açtı.
Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek bir şeyler istemeye karar verdi. Kapıyı açan sevimli genç bayanı görünce
utandı. Yiyecek bir şeyler yerine: “Affedersiniz, bir bardak
su rica edebilir miyim?” diyebildi yalnızca. Genç bayan çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt
getirdi ona. Çocuk sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra: “çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?” diye
sordu genç bayana.
Genç bayan: “Borcunuz yok diyerek yüzünde sıcak
bir gülümsemeyle devam etti, annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini
beklememizi öğretti bize” dedi. Çocuk: “O halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size” dedi. Howart Kelly
evin önünden ayrıldığı zaman kendisini yalnızca bedensel
olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.
Yıllar sonra genç bayan çok ender rastlanan bir
hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca hastalığıyla ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük
bir kente gönderdiler. Dr. Kelly konsültasyon yapması için
çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan bayanı ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun
yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı. Uzun süren
tedaviden sonra bayan sağlığına kavuştu.
Dr. Kelly denetlemesi için önüne getirilen faturaya şöyle bir baktı ve üstüne bir şeyler yazarak zarfın içine
koyup hasta bayanın odasına gönderdi. Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline. Açmaya korkuyordu. Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu
faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu. Sonunda zarfı
açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti. Kağıtta
şunlar yazılıydı: ‘’Hastahane giderlerinin tamamı bir bardak süt karşılığı ödenmiştir.’’
51
HİKAYE
SİZDEN GELENLER
ALLAH DİYELİM ALLAH
YOL
Öldüğünde kabre konmadan
Melek sual sormadan
Rabbin kimdir demeden
ALLAH diyelim ALLAH
Bu yol, nereye gider?
Peki, giden yol mudur?
Ne hayatlar geçiyor üstünden kim bilir.
Kiminin var acelesi
Kiminin yok kaygısı
Belki bir suçtan kaçan, kaçanı kovalayan
Biraz durup nefes alan,
Aldığı son nefesi yolda bırakan
Yol, hayatın ta kendisi aslında,
Önce yokuşu, onca zorluğun ardından
Tam bitti diye nefes alışı, her şey yolunda derken bir
anda inişi
Bir müddet daha sakin gidişi
Sonra aniden, soluksuz kalmışcasına karşına çıkan
virajda,
Ölümle kalım arasında, ayağın yerden kesilir gibi
Ya hakimiyeti kaybedersin dönüşü olmaz geriye,
Ya da öyle tutarsın ki, o can simidini “ben bu savaşta varım bu yol, bu keskin dönemeç mi yıldırır beni”
diye
Ve gidersin yoluna, tutuna tutuna!
Bir bakmışsın güneş açmış ve sonra yağmur, kar, buz,
tuz derken vardır bir lokantası.
Sıcacık tavşan kanı çayı.
Eh be yol!
Dilin olsa da konuşsan, desen ya geçen hayatlara:
Dur yolcu!
Sakin ol hele,
Elbet varacaksın gideceğin yere
Tadını çıkarsan ya, bu yolun
Baksan etrafına; dağlara, ağaçlara, kuşlara en uzaktaki bulutlara
Çiçeklere, sevdiğine, sevenlerine…
Hey yolcu!
Durup, hayatı çeksene içine.
Zevku sefa hep yalan
Bir ALLAH baki kalan
Gönlüm ona sevdalan
ALLAH diyelim ALLAH
Seher kanat açarken
Nefsim beni yorarken
Son nefesi vermeden
ALLAH diyelim ALLAH
Hikmet eyle kurtulam
Ol hasrete yol bulam
Ben ona kurban olam
ALLAH diyelim ALLAH
Ben düştüm kaldır beni
Deryalara daldır beni
Aşk yoluna saldır beni
ALLAH diyelim ALLAH
Hasretin kalbim deler
Gözümden yaşlar döker
Kalksın ara perdeler
ALLAH diyelim ALLAH
Hükümlü
Süleyman Çelik
Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
Sadet Dişçeken
Kahramanmaraş E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İnfaz ve Koruma Memuru
52
SİZDEN GELENLER
NİSAN/2016
TARİHTE BİR
İHANET VE
SONUCU
Galya’yı, Fransa’yı, İsviçre’yi ve Belçika’yı fetheden
Sezar, İngiltere’ye çıktı. Döndü Makedonya’dan Batı Anadolu’ya, oradan Mısır’a ulaştı. O, senatoya bağlı cumhurbaşkanıydı. Başarısını çekemeyen Pompeus yanlıları
tarafından bıçaklı saldırıya uğradı. Bıçağı sırtına en son
saplayan da manevi oğlu Brutus idi. Sezar, evlatlık edinerek tahsil yaptırdığı ve sarayda büyüttüğü Brütüs’ün elindeki kanlı bıçağı görünce mukavemeti kırıldı. Son nefesini
verirken söylediği cümle:“Sende mi Brutus?” oldu. Brutus’e: “Neden bunu yaptın, sen Sezar’ı çok seviyordun?”
diye sorduklarında Brütüs:“Roma’yı Sezar’dan daha çok
seviyordum.” diyerek ahmakça bir cevap verdi. Pompeus
taraftarı Brutus, dünyayı fetheden Sezar’ı öldürmekle
güya Roma’yı Sezar’dan kurtarmış oluyordu.
Deha sahibi bir asker, üstün politikacı, ünlü hitabetiyle peşinden milyonları koşuşturmuş bir lider, tarihte eşine pek az rastlanan bir suikasta kurban gitmiştir.
Ama perde, yine Brutus’ün kanlı hançeriyle kapanacaktı.
O hançeri kınından çeken Brutus ve arkadaşları sonunda kendi ihanetlerinin kurbanı oldular. Sezar’ı öldürenler, Roma’yı Sezar’dan kurtarmaya çalışırlarken Roma’yı
tamamen kargaşanın içine attılar. Cumhuriyeti koruyacağız, Roma’yı kurtaracağız derlerken Roma’da oluk oluk diz
boyu kanın akmasına sebep oldular.
Brütüs’ün kanıyla kızıla boyandı ve böylelikle her ikisi için de perde kapandı.
Bu olaya milattan önceki tarihi bir olay deyip geçemeyiz. Necip Fazıl’ın “Sonsuzluk kervanı, peşinizde ben”
mısrasını biliyorsunuzdur. Sonsuzluk kervanı: Adem aleyhisselamdan iki cihan serverine kadar devam eden peygamberler; oradan başlayan sahabe, tabiin, evliyalar, insanlığın iyiliğinden başka bir şey düşünmeyen milletinin
kalkınması için çalışan nice devlet büyükleri ihaneti uzaktan değil, hep yakınından görmüşlerdir. Yüce Peygamberimiz öz amcası Ebu Cehil’den gördüğü eziyeti ve hakareti
kimden gördü? Onun için doğduğu büyüdüğü şehri terk
etmedi mi? Hz. İsa’yı Roma krallarına ihbar eden 12 havarisinden biri olan Yehuda değil miydi? Bunların hangi
birini sayalım? Milattan evvelki Roma nerede? Ve yirmi
birinci asır nerede? Hala “sen de mi Brutus?” tabiri dillerde dolaşıyorsa, ihanetin çizgisi de devam ediyor demektir.
İhanet Kuran’da münafıklık şeklinde ifade edilir. Bilerek ve isteyerek başkasına zarar verenler Kur’an
tabiriyle münafıktır, haindir, katildir. Kanlı cinayetlerde
Brutus’leri teşhis etmek kolay da kansız cinayetlerde Brutus’leri teşhis etmek çok zor. Ama kanlı da olsa, kansız da
olsa bütün ihanetleri tertipleyenlerin sonu kanlı ve kansız
ölümüne sebep oldukları insanların ölümünden daha kötü
Brutus ve arkadaşları mağlup oldular. Kendisi oluyor. Hainlerin gözünü hırs perdeliyor ve ihanet ettikleri
dağdaki kayalıklar arasında saklanıyordu. Aşağıya bakınca insanların yerine geçmekle ilelebet o koltukta kalacağını
Sezar’ın ordusunun marş söyleyerek kendisine doğru gel- sanıyorlar ama yanılıyorlar. Çünkü bu dünyaya gelmenin
diğini gördü. Hâlbuki Sezar’ın sağlığında ordunun başın- bir sebebi olduğu gibi gitmenin de bir sebebi var. Ama
da önemli bir görevi vardı ve üst derecede bir komutandı. hırsları ve hasetlikleri gözlerini perdeliyor.
Hırs ve kıskançlıkla Sezar’ın kanını akıttılar. O kan, şimdi dostları düşman etmişti. Brutus, yaptığı ihanet sonucu Oğlu genç yaşta vefat eden Allah dostuna “Allah
duyduğu pişmanlık ve vicdan azabı içinde : “Ey Sezar! sen mekânını cennet eylesin. Oğlunuzun ölüm sebebi neydi?” ne büyüksün ki ölümün dahi intikam alıyor” diyerek han- diye sorduklarında, Allah dostunun verdiği cevap oldukça
çerini çekip, arkadaşlarından birine uzattı. “Son emrimi ibret verici: “Oğlumun ölüm sebebi, dünyaya gelmesiydi.”
de sen yerine getir. Bu hançeri al, bütün gücünle bağrıma İhanetle, suikastla başkalarının ölümüne sebep olanlar,
sapla.” dedi. Çünkü Brutus dönüşü olmayan bir yola girdi- bilmeliler ki dünya da kendilerinin ölüm sebebi olacaktır.
ğini biliyordu. Kaşlarını çattı, dişlerini ve dudaklarını sıktı
Kadir KESKİN
verilen emir aynen uygulandı. Bağrına saplanan hançerle
Eğitimci - Yazar
son nefesini o da verdi. Aynı hançer hem Sezar’ın, hem de
EĞİTİM
53
HZ. PEYGAMBER, T
“Lâ İlâhe İllallah” diyerek kelime-i
tevhidi samimi bir şekilde gönlüyle tasdik,
diliyle ikrar eden ve
tevhid inancını benimseyen muvahhid kardeşlerim! Rab olarak Yüce
Allah’ı, din olarak İslam’ı,
Peygamber olarak Muhammed Mustafa’yı, Kitap olarak
Kur’an-ı Kerim’i kabul eden
bahtiyar müminler! Allah’ın
lütfu ile kardeş olan, kardeşliklerini bu mabette yan yana saf tutarak, aynı duygu ve gayeleri paylaşarak
pekiştiren kıymetli kardeşlerim! Bu âyet-i
kerimede Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin
yaratıcısıdır. Öyle ise O’na kulluk edin. Güvenilip dayanılacak tek varlık O’dur.” Okuduğum hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanlar, Âdem’in
çocuklarıdır. Âdem de topraktan yaratılmıştır.”
Peygamber Efendimizin dünyayı teşriflerinin yıl
dönümü olan yeni bir Kutlu Doğum Haftasına daha girmiş
bulunuyoruz. Bu hafta içerisinde, Peygamberimizi anmak
ve onun mesajlarını anlamak amacıyla çeşitli etkinlikler
düzenlenmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu sene
yüce dinimizin tevhid inancı ve vahdet anlayışına dikkat
çekmek ve bu konuda bir bilinç oluşturmak amacıyla Kutlu Doğum Haftası’nda “Hz. Peygamber, Tevhid ve Vahdet”
temasını gündeme taşıyacaktır. “İnsanlığı diriltmek, insanlığı yaşatmak ve insanlığı yüceltmek için gelin birlik
olalım!” çağrısıyla Peygamberimiz (s.a.s)’in ortaya
koyduğu örneklik çerçevesinde, tevhid ve vahdet
konusu bütün yönleriyle ele alınacaktır. İnsanlığın topyekûn sıkıntılı süreçlerden
geçtiği şu günlerde, parçalanan
zihinlerin, yaralanan gönüllerin tamirine katkı sağlanacaktır. Bu vesileyle Kutlu Doğum
Haftanızı tebrik ediyorum.
54
MANEVİYAT
Bu haftanın hepimiz için hayırlara vesile olmasını Yüce
Rabbimizden diliyorum.
Tevhid, Yüce Rabbimizin varlığını ve birliğini gönülden tasdik etmek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. İnsanın yaratılış gaye ve hikmeti tevhide dayanır. Bütün peygamberler, tevhid inancını yeryüzünde yaymak ve
egemen kılmak üzere gönderilmiştir. Onlar bu uğurda çetin mücadeleler vermişler, ağır imtihanlara tabi tutulmuşlardır. Tevhid inancının son elçisi olarak Yüce Rabbimiz,
Efendimiz (s.a.s)’i görevlendirmiştir. Âlemlere rahmet
Peygamberimiz, Allah’ın varlığını ve birliğini tüm insanlığa yeniden tebliğ etmiştir. Yalnızca Allah’a kul olmaya ve
insanca bir yaşayışa çağırmıştır. Rahmet peygamberi, kısa
bir sürede şirk toplumundan bir olan Allah’a iman eden
muvahhit bir toplum inşa etmiştir. Onun Mekke’de yaktığı
tevhid meşalesi her geçen gün yayılmıştır. Öyle ki bu meşale ile karanlıklar, aydınlığa; zulüm, adalete; kin ve nefret, şefkat ve merhamete dönüşmüştür. Efendimiz (s.a.s),
sadece tevhid inancını değil, beraberinde vahdet anlayışını da getirmiştir. Bu anlayış, Ensar ve Muhacir arasında
zirveye çıkan kardeş olma, birlik olma, bütün olmaya
dair en nadide örnekleri insanlığa takdim etmiştir. Efendimizin vahdet anlayışı ile dilleri,
renkleri, ırkları farklı inançları, gayeleri, gönülleri aynı “birler”
“bin”, “binler”
“bir” olmuştur.
TEVHİD VE VAHDET
Tevhid, sadece bir inanç ve düşünce sistemi değildir,
aynı zamanda bir hayat tarzı ve yaşama biçimidir. Tevhid
inancının bireysel hayattaki tezahürü, bu inancın gerektirdiği şekilde yaşamaktır. Rabbimize, kendimize, çevremize, kâinata karşı sorumluluğumuzun bilincinde olmaktır.
Tevhid inancının toplumsal hayattaki karşılığı ise vahdettir. Vahdet; kardeşlik, dostluk, sevgi, saygı, yardımlaşma,
dayanışma ve paylaşmadır. Birlikte yaşama şuuruna sahip
olmaktır, ortak değerler etrafında kenetlenmektir, ortak
ideallere yönelmektir. Vahdet, tevhidin sancağı altında
toplanmaktır, Allah yolunda her türlü çıkarı bir kenara bırakmaktır. Varlığımızı, yokluğumuzu, acılarımızı, sevinçlerimizi, dualarımızı ortak kılmaktır vahdet. Müslüman
kanının dökülmesini, Müslümanların bölünüp parçalanmasını engellemek için var gücümüzle çalışmaktır. Vahdet, İslam ümmetinin inşa ettiği mümtaz medeniyetlerin,
bu medeniyetlerin ortaya koyduğu büyük tecrübelerin farkında olmaktır. Unutulmamalıdır ki yeryüzündeki bütün
muhtaçlara, bütün mazlumlara, bütün insanlığa huzur ve
saadet getirecek yegâne çözüm İslam’dadır, imandadır,
İslam’ın tevhid ve vahdet anlayışındadır. Ancak bunun için bizim tevhid ve
vahdeti iyi ve doğru bir şekilde idrak etmemiz gerekmektedir.
Özelde Müslümanların, genelde ise bütün insanlığın tarihin en buhranlı günlerini geçirdiği şu süreçte bizlere
büyük görevler düşmektedir. Küfrün karşısında tek ses,
zalimin karşısında yekvücut olmak biz Müslümanların en
önemli görevlerindendir. Ancak bunu başarabilmemiz,
her şeyden önce birbirimizin mezhebini, meşrebini, ırkını,
dilini, coğrafyasını ve ideolojisini değil, İslam’ın tevhid ve
vahdet anlayışını esas almakla mümkündür. Birliğe, dirliğe ve huzura giden yol da; dostu düşmanı tanımanın yolu
da; başkalarının değil, ümmetin yüzünü güldürmenin yolu
da buradan geçmektedir.
Kutlu doğumunu idrak edeceğimiz Peygamberimiz (s.a.s.)’in getirdiği tevhid dininin ve rahmet yüklü
evrensel mesajların; başta ülkemiz olmak üzere bütün
Müslümanların vahdetine, birliğine, dirliğine ve huzuruna vesile olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum.
İnsanlığın, merhamet dini İslam’ın rahmet ve adaletinden
hiçbir zaman nasipsiz kalmamasını, Kutlu Doğum Haftasının, toplumumuzda Peygamber Efendimize duyulan
sevgi ve bağlılığın perçinleşmesine vesile olmasını
diliyorum.
Hazırlayan:
Din Hizmetleri Genel
Müdürlüğü
55
HOŞÇA BAK ZATINA…
Bilimin bize sunduğu verilerden biri de, varlık aleminin kozmik bir yapıya sahip olduğudur. Kozmos; düzen,
uyum, bütünlük anlamlarına gelmektedir. Buna göre, var
olan her bir şey bir diğeriyle ilişkilidir. Varlıklar arasında
uyum ve ahenk vardır. Bu uyum ve ahenk, varlık aleminin
işleyişinde belli bir düzen ve süreklilik sağlamaktadır. Hiçbir varlık; diğerine ihtiyaç duymadan varlığını sürdürememektedir. Bu durum kendiliğinden sebepler zinciri oluşturmaktadır. Buna göre; her bir varlık bir diğerine muhtaç
ve aynı zamanda harekete geçirici durumundadır. Varlık
alemi; birbiriyle ilintili ve muhtaç olma/ihtiyaç duyma esası üzerine var edilmiş dersek sanırım yanlış olmaz.
Evrende var olan her şey, birbiriyle ilintiliyken,
insanın; fiziki, biyolojik, sosyal ve psikolojik/ruhsal yönlerinden kaynaklanan davranışlarını birbirinden bağımsız
düşünemeyiz. Bundan dolayı, insanı bir bütünlük içinde
ele almak ve olayları, harekete geçirici sebepleriyle birlikte değerlendirmek zorundayız. Nasıl ki; bedenimizle
ilgileniyor, biyolojik ihtiyaçlarımızı karşılıyor, sosyal ilişkilerimizi kural ve kaidelere göre düzenliyor isek, ruh sağlığımızın dengesini sarsacak etki ve tepkilerden de uzak
durmamız ve korumamız gerekmektedir. Tabiri caizse, bir
yanımızın ihmali, bir diğer yanımızda olumsuzlukları tetiklemiş olacaktır. Şayet böyle yapmazsak insana ve olaylara dair tespit ve tedbirlerimizle de sağlıklı sonuçlar elde
edemeyiz ve kendimizi ihmal etmiş oluruz.
56
nül dünyamızda yeni duygu ve düşünceler oluşturarak
sosyal ilişkilerimizde farklı tutumlara, davranışlara sebep
olur. Etrafımızda ki insanları incitir, “Keskin sirke küpüne
zarar verir” misali kendimizi üzer, sosyal ilişkilerimizi
tahrip eder hale geliriz. Oysaki, hayatın sükunet içerisinde
yaşanabilir bir yüzü vardır ki asıl olan da bu yüzüdür. Yeryüzünü hayat şartlarına uygun hale getirmek üzere, yaratılışı itibariyle donatılmış olan insana alternatif duygu
ve düşünceler oluşturma, iyilikleri çoğaltma becerisi de
verilmiştir. Bu sebeple, iyilik ve doğruluk insanın özünde
mevcuttur. Bize düşen, olumlu duygu ve düşüncelerle bu
özü besleyerek çürümesinin önüne geçmektir.
Ruh sağlığımız ve sosyal ilişkilerimizin selameti
için, gönül dünyamızı bulandıran bu kir ve pasaklardan
kurtulmamız gerekir. Hani her zehrin bir de panzehiri olur
ya. Bu olumsuz ruh halini, olumlu duygular geliştirerek
yeniden düzenleyebiliriz. Kültür geleneğimizde “Ruh Terbiyesi” diye bir kavram vardır. Düşüncelerimizin bozulmaması, gönlümüzün kötü olana meyil etmemesi için bir
eğitim sürecini ifade eder. Bu eğitim sürecinin özünü; kendimizle yüzleşmemiz ve iyiliklerin çoğaltılması teşkil eder.
Öncelikle, hayata bakışımız çok önemlidir. Hayata, neresinden ve nasıl tutunuyoruz. Yani yaşamak için nereden,
nasıl başlıyoruz. Mesela; hayatı bir yarış alanı olarak görür
ve bu düşünceyle başlarsak günlük işlerimize, her gün yüz
yüze geldiğimiz bir çok insanı kendimize rakip olarak görür ve onlara öyle davranırız. Rekabet duygusu zaten in
İnsan yaşadığı anla sınırlı bir varlık değildir. Geç- sanı hep tetikte tutar, beraberinde kaybetme korkusu ve
mişin sevinç yada hüzünlerini şuuraltında taşıyabilen, gerginlik/stres yaratır. Rekabet döngüsün içinde, yolunda
zamanın farkında olan, zamana, mekana ve eşyaya an- gitmeyen her işimiz bize, hırs aşılar. İnsanlara karşı itilam katabilen, geleceğe dair hayaller kuran, planlar yapan, matsızlık ve menfaatçi yaklaşımlar benimsetir. Başarısızkorku, endişe ve umut taşıyan bir varlıktır. Ömrümüz bu lıklarımıza sebep olarak hep rakiplerimizi görür ve onlara
duygu ve düşünce anaforunda geçer. Hayatımızı bu denli karşı kıskançlık ve nefret duygusu uyandırır ruhumuzda.
hareketli hale getiren, davranışlarımızı harekete geçiren, Oysa ki; yalnızca kendimize odaklanıp, nasıl daha iyi hale
genellikle ruh dünyamızdır. Ruh/gönül dünyamız; adeta getirebilirim düşüncesiyle işimize başlar, aynı alanda faaduygu üretim merkezi, düşüncelerimizin ana rahmidir. liyet gösteren insanlarla bilgi ve tecrübe paylaşımında buDavranışlarımızı tetikleyerek sosyal ilişkilerimizde etki lunabilirsek şayet; hem işimizi, hem de duygu ve düşün– tepki alanı oluşturur. İnsana ve hayata buradan baka- celerimizi olumlu hale dönüştürebiliriz. Kıskançlık, nefret
rız hep. Hayata sevgiyle bakabilmişsek sevecen bir ilişki gibi duygularımızı bertaraf edip gerginlikten de kurtulmuş
oluşur insanlarla aramızda. Kötümser bakmışsak nefretle oluruz.
biçimlenir ilişkilerimiz. Bu bir pencereden dışarıya bakmaya benzer. Pencerenin camı, ne kadar temiz ise dışarıyı Her faaliyetimizde kendimizi merkeze alıp yalnızo kadar net görürüz. Gönül, kendi dışımıza açılan pence- ca kendimize yönelik yaşamaya başlar, ilişkilerimizi saderemizdir. Gönül dünyamızı bulandıran şeyler de, pencere ce kazanmak üzerine bina edersek zamanla bencilleşiriz. camındaki kir ve pasak gibidir.
Etrafımızda varlığımızdan mutluluk duyan, kötü günümüzde arayıp soran, koruyup kollayan dostlar bulamayız
Bazen hayatımızı zorlaştıran, bizi biden uzak- ve yalnızlaşırız. Ama her şeyi bırakıp gideceğimiz bu gelaştıran, ruh halimizi geren ve dengesini sarsan haller çici dünyada hayatın iyi günde de kötü günde de başkalayaşarız. Temel ihtiyaçlarımız vardır. Hayata dair; talep- rıyla birlikte yaşanabilecek bir süreç olduğunu kabul edelerimiz, beklentilerimiz, heveslerimiz vardır. Bunların rek yaşamaya devam edersek acıların paylaşımında dahi
gerçekleşmesi için umut taşırız, Çabalarız, imkanları se- memnuniyet ve mutluluk yaşandığına da şahit olmuş oluferber ederiz. Bu mücadelede çaba ve çarenin tükendiği ruz. Dar ve zor zamanlarında insanlara el uzatıp, imkanyerde, karamsarlık sarar ruhumuzu. Umduğumuz gibi bir larımızı paylaşabilirsek; sevgiyi, yardımlaşmayı çoğaltarak sonuç alamamışsak, güçsüz hissederiz kendimizi. Kaybet- bencil duygulardan arınırız. Toplum içinde iyilikle anılır,
me duygusuna kapılırız. Beklentilerimize olumlu cevap saygınlık kazanırız.
alamamışsak öfkeleniriz. Hırs oluşur nefsimizde… Bazen
de; sevgisizlik, ilgisizlik hissine kapılırız. Kıskançlık duy- Bizi insanlığımızdan uzaklaştıran şeylerden biri
gularımız depreşir. Nefrete meylederiz. Bütün bunlar gö- de anlık tepkilerimizdir. Öfkemiz yani. Öfkeyle kalkanın
KÖŞE YAZISI
NİSAN/2016
hep zararla oturduğunu insanlık epeyce tecrübe etmiş bulunmaktadır. Hz. Peygamber; kızgın ve kırgın olduğumuz
insanlara karşı taşkın davranmamamızı, onlarla bir gün
dost olabileceğimizi nasihat eder bize. Bir gün yüz yüze
geldiğimizde mahcup olmamıza sebep olacak söz ve davranışlardan kaçınıp öfkemizi yutabilirsek şayet; çevremizde güven ve huzur tesis etmiş, insanlığımızı da çoğaltmış
oluruz.
Bazen bir şeyin olmasını çok isteriz. Daha çok! İllaki… diye diye hırsa dönüşür bu istek. Adeta ruhumuzda
zirve yapar. Neye mal olursa olsun der ve o işi yapmaya
kalkışırız Ölüm ötesine bitirip giden, alıp götüren var mı!
diye düşünmeyiz hiç. Her şeye rağmen ısrarla olmasını
istediğimiz şeyin neticesinde huzur bulacak mıyız? acaba diye sormayız kendimize? Halbuki, bütün çabamıza
rağmen bazen işler kendi mecrasında akar gider. Biz ise;
hırsımızla gerginliğimizle baş başa kalırız. Kırdığımız
kalplerle defalarca yüz yüze gelir mahcubiyet duyarız. Sezai Karakoç’ un bir şiirinde dediği gibi; “…..Kaderin üstünde bir kader vardır.
Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır.
Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır.
Yanmışsam, külümden yapılan bir hisar vardır.
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır…” Büyük şair; “sırların sırrını çözen anahtar” cümlesiyle sorunları çözebilecek, zorluklarla baş edebilecek kabiliyetlerimize, beklemeyi bilen tahammülümüze işaret eder. Çünkü “Sabah ola hayr ola..” diye geceyi huzurlu
kılan bir kadim kültürün mensuplarıyız biz. Çarenin tükendiği noktada “geceyi onaran mimarı” bekleyen umudumuz, “Hızır gibi yetişti” dedirten devamız var bizim.
Şeyh Galip asırlar önce , “Hoşça bak zatına kim
zübde-i alemsin sen. Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin
sen” diyerek sesleniyor bize. Bugünkü dilimizle: “Kendine hoş, iyi davran. Çünkü sen alemin özüsün. Varlıkların
göz bebeği olan insansın sen.” diyor. İnsan, varlıkların
en şereflisi olarak yaratılmıştır. Onun için, ünlü düşünür
ve şair Şeyh Galip insanı “zübde i alem” yani alemin özü
olarak görüyor. Madem ki alemin özüyüz, madem ki varlıkların en şereflisiyiz; bu sıfatımıza yakışır bir hal içinde
olmalıyız. Her gün insaniyetimizi gözden geçirmemiz gerekmektedir. Sahip olduğumuz maddi şeyler bize şahsiyet
kazandırmaz. Şahsiyetimiz; insanlığımızdır. Ne kadar insanca davranabiliyorsak o ölçüde şahsiyetliyizdir. “İnsan
denince acaba hatırlanacak mıyım!” diye bir soru olmalı
gündemimizde. Gönül dünyamız, bunun endişesini taşımalıdır. İyiliklerin çoğaltılması için elimizdeki imkanlar
imkansızlıklarımızdan daha fazladır. Kim, her ne ederse
kendine eder. Bedelini de kendisi öder.
Dertlerimizi dinleyen, sıkıntılarımıza ortak olan
dostları kaybetmemek için elimizi çabuk tutalım ve iyilikleri çoğaltarak kendimize iyilik edelim.
Özcan GÜLTEKİN
Kartal H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
Öğretmeni
57
KÖŞE YAZISI
SAĞLIK VE
BEN
Yaşam, kazanımlarımız, doğumumuzla birlikte kendi yaşam serüvenimizin de başlamasında önemli
bir noktadır. Kendi yaşamımızda bir arada olduğumuz
her anımız bedenimizin sağlığı ile de yakından ilişkilidir.
Sağlık dediğimiz zaman önemli olan yaşamda kendimizi
strese tabi tutmadan, olabildiğince doğal ve içten olmaktan geçer. Çünkü insanın bulunduğu yerde mutluluğu
yakalayıp, sakinlik ve huzur empatisi ile sağlığını kendi
eline alarak mutluluğu yakalayıp, yaşamının tadına varma noktasında mükemmelliğe ulaşması her zaman kendi
elindedir. Sağlık her zaman bizim kendi elimizde olan en
büyük doğal yaşam kaynağımızdır. Bu detaylara dikkat ettiğimiz ölçüde spor yaparak, doğal beslenerek ve en önemlisi negatif düşüncüler yerine pozitif düşüncelerde olmayı
seçerek, mutluluğu kabul ederek sağlıklı zinde bir yaşamı
kendi hayatımızda yaşayabiliriz. Bunları yerine getirirken
doğal ilacımız olan gülümsemeyi her zaman yüzümüzdeki
ifademize yerleştirmemiz bizi daha da yaşama bağlar.
Her zaman yaşamanın bizim için önemli olduğunu, sağlığımızın bize ve çevremizde yaşadığımız olaylara,
insanlara bağlı olduğunu düşünerek kendimizi her
zaman sevmeli ve kendi sevgimizi sağlığa
dönüştürecek küçük bir tebessüm bile olsa
kendimizi mutlu hissedeceğimiz ana dönüştürerek
yaşamı sevelim. Sağlığımız
için her zaman
söylenen sigara,
alkol ve diğer
zararlı maddeler
gibi bağımlılığa
sebep olan, bizi
negatif düşündüren ve
yaşamımızı kısaltan
58
KÖŞE YAZISI
tüm bu maddeleri hayatımıza almayalım ki hayatı gerçekten kendimiz için yaşadığımız, sağlığımız için nefes aldığımız güzel anlara dönüştürmenin mutluluğunu tadalım.
Her zaman mutlu olmak için bir yol olduğunu bilelim ve
sağlıklı olmanın altın kuralının spor ve doğal beslenmekten önce stres olmayan huzur içinde yaşadığımız anlarda
saklı olduğunun farkına varalım. Çünkü biz şu anda çok
yoğun bir sıkıntı yaşıyorsak bunu ne doğal beslenmek, ne
düzenli spor yapmak ne de çok donanımlı bir doktora giderek ilaç ile tedavi olmak düzeltebilir. Bunu sadece stresin
kaynağını bularak buna engel olursak sağlığın ilk kuralını
yerine getirmiş oluruz. Unutmayalım hayattayken sağlığımız varsa biz varız. Biz neşeyle hayata küçücük nedenlerle
de olsa tutunabiliyorsak, o zaman kendi kendimizi tedavi
eden doktora dönüşür ve bu yaşamın içerisinde kendimizi alabilmenin haklı mutluluğunu yaşarız. Biz sağlığımızla
var olmamıza şükrettiğimiz sürece içtiğimiz çaydan, yediğimiz ekmekten mutlu olarak, hayatta bize verilen işlerimizi
yerine getirerek bunun için kendimize teşekkür ederek her zaman sağlık için yaşamımızın kalite
sini arttırmanın bilincinde olup bu doğrultuda istediklerimize ulaş-
manın hazzına varırız.
Ayşe DEMİRKAN
Bilim Uzmanı
“Hiç kimseye imandan sonra sağlıktan daha
üstün bir nimet verilmemiştir.”
Hz. Ebû Bekir
“Spor Hayata Tutunmanın Bir Dalıdır.”

Benzer belgeler