maturidi`nin kelam sisteminde iman allah ve peygamberlik anlayışı
Transkript
maturidi`nin kelam sisteminde iman allah ve peygamberlik anlayışı
MATURİDİ'NİN KEUM SİSTEMİNDE İ M  N ALLAH VE PEYGAMBERLİK ANLAYIŞI (Doçentlik Tezi) Doç. Dr, Kemal İŞIK Fütüvvet Yayınlan Ankara 1980 (Doçentlik Tezi) Doç. Df, Kemal İŞİK Fütüvvet Yayınları Ankara 1980 r B u eser, Prof. M . Tâvit et-Tancî, Prof. D r . İbrahim A . Ç u bukçu, Prof. D r . N i h a t K e k h k , prof. D r . M u b a h a t Küyel ve Prof. D r . G a v i t S u n a r ' d a n k u r u l u b i l i m jürisi t a r a f m d a n 1974 E k i m a y m d a i t t i f a k l a Doçentlik T e z i olarak k a b u l edilmiştir. İ Ç İ N D E K İ L E R : ÖNSÖZ .... Sayfa; ... 5 ... ... V BİRİNCİ BÖLÜM , MÂTURÎDÎ I — Mâturîdî'nin Adı ve -Nesebi n — Çağı, Kültürü ve E s e r l e r i ... ... ... ... ... ... ... ... â — Çağı ... ... . . . . . . ... . . . . . . ••• • b — K ü l t ü r ü ... ... • •••••• •••••• c — Eserleri , ... ... • ••• I I I —- Mâturîdî ve Eş'arı M e z h e p l e r i n i n özellikleri I V ~ Mâturîdî ve Sapık Fırkalar İKİNCİ BÖLÜM ' • İMÂN H 11 13 1^ 21 32 I — İmânla i l g i l i G e n e l Hükümler ... •. ... ... ... . a imânın T a r i f i ve Dereceleri ... b İmân i l e islâm ve i h s a n Arasındaki Derece Farkları 37 37 39 c — Küfür, Şekk ve Şüphe .... ... ... ... ... • I I — Mâturîdî'nin î m â n Anlayışı a — İmânın Mâhiyeti İ3 _ Büyük Günah v e i m â n ... . . . . . . ... ... ... ... .... c — - i m â n d a i s t i s n a ... ... ... ... ... ... d — B i l g i ve îm.ân Münasebeti ... ... ... ... ... ... e — İmânın A m e l i l e İlgisi ye i n s a n B e d e n i n d e k i Y e r i f — i m â n ve islâm . . . . . . ... ... ... .... g — imânın Yaratılmış O l u p Olmaması Meselesi ... ... h — M u k a l l i d i n imânı ... ... ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ALLAH ^1 41 41 .46 47 48 53 55 59 60 I _ „ Allah'ın Varlığı . . . . . . ... .;. l î — Allah'ın Birliği . . . . . . ... m — A l l a h ' m Diğer Sıfatları a — Zatî Sıfatlar . . . . . . . ... ... ... b — Fiilî Sıfatlar ... ... ... I V — A l l a h ' m i s i m l e r i . . . . . . ... ... ... a — Allah'a Cisim A d m m Verilip selesi ... ... ... • ... ... ... ... ... ... - v ... ..^ . . . ... ... .• • Verilemiyeceği 67 74 81 ; 81 83 85 Me ... ... b — A l l a h ' a «Şey» D e n m e s i ... ... c — A l l a h ' a i s i m ve Sıfat V e r i l i p Verilemiyeceği Meselesi 85 8.7 88 3 V — Allah'ın F i i l l e r i ... .;. ... V I — insanın F i i l l e r i ... a — îrâde Hürriyeti ve istitâa ( G ü ç ) b — K a z a ve K a d e r ... ... ... ... ... ... ... ... V I I Î — Allah'ın Görülüp Görülmemesi /. ...... ... ... ... ... ... ... 89 90 90 96 98 D Ö R D Ü N C Ü BÖLÜM PEYGAMBERLİK I - ^ P E Y G A M B E R L İ K L E Î L G î L Î G E N E L H Ü K Ü M L E R ... ... 103 a — P e y g a m b e r e O l a n ihtiyaç ... ... . . . . . . . . . . ... 103 b — A k l a G ö r e P e y g a m b e r l i k ... ... ... ... ... ... ... - 105 1 — Dünya ve D i n l e i l g i l i S o r u n l a r .... . . . . . . 107 2 i — İnsanlarla i l g i l i Sorumlar 107 3 — insanın Yapısı ... 108 c — P e y g a m b e r Gönderilmesini Z o r u n l u Kılan Diğer Nedenler ... . . . . . . ... 108 I I — P E Y G A M B E R L İ K L E İLGİLİ Ö Z E L H Ü K Ü M L E R ... ... a — P e y g a m b e r l e r i n İnsanlardan Gönderilmesi ... b — Peygamberlerin K e n d i Milletlerinin Diliyle Gönde rilmesi: ... , e — P e y g a m b e r l e r i n B i r b i r l e r i n d e n üstünlüğü . . . . . . ... d — P e y g a m b e r l e r e i t a a t " Zorunluluğu ... .... e — ÎPeygamber Gönderilmedikçe maması ; insanın 110 110 114 116 117 Cezalandırıl .... ... ... 117 I I I H z . P E Y G A M B E R ' Î N . NÜBÜVVETİ . . . . . . . ... ... 119 a — H z . P e y g a m b e r i n Nübüvvetini îsbatlayan D e l i l l e r ... ':119 1 — H z . P e y g a m b e r ' i n Şahsı ... ... 120 2 — Hissî D e l i l l e r ... ... ... ... ; ..V 121 3 ~ Aklî D e l i l l e r ... ... ... . . . . . . 122 b ~ Vahiy ... ... ... ... 122 c •— Ktır'ân . . . . . . ... ... ... ... 124 d — H z . P e y g a m b e r l e i l g i l i Diğer Bazı özellikler 126 = 1 — Risâletinin Genelliği ... 126 2 — Risâletin Tebliği ... .............. 127 3 — H z . Peygamber'in ismeti . . . . . . ... 128 4 — H z . P e y g a m b e r ' i n Şefaati , 130 SONUÇ . . . . . . . . . ... ... ... 133 B İ B L İ Y O G R A F Y A . . . . . . ... ... ... , ... 137 4 ONS Ö 2 Ebû Mansûr el-Mâturîdî, İslâm akidesi ve Kelâmı üzerinde Eh.l-i Sümıet*in aklî düşüncesini t e m s i l eden ünlü b i r imaırLdır, Ayrıca islâm âleminin'Doğu bölgelerinin'daiıa çok O r t a A s y a sahasına hâkim b u l u nan ve el-Mâturîdiyye adıyla bilinen büyük b i r teolojik mektebin k u r u c u s u olarak da, Müslümanlar arasında büyük b i r m e v k i ve şöhrete sahiptir. Mâturîdî, İslâm d i n i , özellikle İslâm akidesi üzerinde bugüne k a d a r k u v v e t i n i kaybetmeyen d e r i n izler, engin tesirler bırakmayı başaran büyük b i r otoritedir. B u alanda t e l i f ettiği eserler, günümüze k a d a r i n t i k a l etmiştir. B u . cümleden olarak, meselâ, Kitâbu't-Tevhîd ve Te'viîâtu^Ku'T'ân adlı eserleri, Müsliimanlar arasında çok meşhurdur. Kısaca Mâturîdî, islâm tefekkürü, îslâm akidesi ve Kelâmıma y e n i . b i r yön veren, yeni, b i r u f u k açan büyük b i r i m a m , ünlü b i r bügindir. B u n a rağmen Mâturîdî, kendisinden s o n r a gelenler tarafından bü yük b i r i h m a l e uğramış ve îslâm âleminin o r t a bölgelerine hâkim b u l u n a n ve e l - E ^ a r i y y e adiyle b i l i n e n teolojik o k u l u n k u r u c u s u ve çağ daş meslekdaşı Ebû'l-Hasan el-Eş'arî ( ö l m . H . 3 2 4 / M . 935 v e y a H . 3 3 0 / M . 941) k a d a r geniş b i r araştırma ve inceleme k o n u s u olmamıştır. îşte bundan dolayı b i z , «MâturMÂ^ryin. Kelâm S i s t e m i n d e , îmân, A l l a h v e P e y g a m b e r l i k Ankcyişij. konusunu doçentlik tezi olarak seçer ken, her şeyden önce b u gerçekleri gözönünde tutmayı v e k o n u y u bıma göre işlemeyi amaç edindik. îmâm-ı A'zâm Ebû Hanîfe ( ö l m . H . 1 5 0 / M . 7 6 7 ) ' n i n gerek. K a d e r i y y e , gerekse Cebriyye'ye karşı i l e r i sürdüğü esas ları sistemleştiren b u büyük imamın kelâmî k o n u l a r l a ilg-ili göırüşlerini, elimizden geldiği k a d a r , d a h a çok k e n d i eserlerine d a y a n m a k s u retiyle açıklamağa ve bunları, b e l i r l i b i r ölçüde de olsa, ^ n ışığına çıkarmağa çalıştık. . , V e işte b u amaç ve u m u t l a k o n u y u işlemiş bulunuyorum. Y o r u c u olan b u çalışmamızla i l m e ve k o n u ile ilgilenenlere, b i r a x olsun Hiz mette bulunduğumuza inanıyorjve bundan -do^lâyr d a k^ mutlu sayıyoruz. ' Dr. K e m a l IŞIK 5 B İ R İ N C İ B ÖL Ü M M  T U R Î D Î I — Mâturîdî'nin Adı ve Nesebi Mâturîdî, îslâm kültürü ve özellikle islâm akîdesi ve Kelâm'ı üze rinde daha çok aklî düşünceyi t e m s i l eden ve Mâturîdîyye adını alan büyük b i r teolojik mektebin k u r u c u s u d u r / E h l - i Sünnet o k u l u n u n i k i ünlü liderinden b i r i olan b u büyük imamın t a m adı, Ebû Mansûr Mu" h a m m e d b _ . M u h a m m e d b.Mahmûd el-MâturMî'dir. Mâverâünnehr'de Sem e r k a n d ' m b i r köyü v e y a mahallesi olan Mâturîd veya Mâturit'te doğ muş olduğundan, b u r a y a nisbetle kendisine ^eJ-Mâturîdu denmiştir.^ B a z a n adına Semerkand d a eklenmek suretiyle, kendisine «Ebû M a n sûr el-Mâturîdî es-Semerhandî» de denmektedir. B u n d a n başka k e n d i s i ne a y n c a , «Alainu^l-Hudâ»^ oiÎ7nâmu%Hudâ^ y e <>^tmâmu'l-MütekeUimîn» g i b i bazı lâkablar v e r i l m e k t e d i r k i , b u n l a r = d a k e n d i s i n i n gerek ilim., gerekse İslâm inancını, özellikle E h l - i Sünnet akîdesini savunmada gös¬ terdiği üstün çabalar ve büjâik başarılar yönünden arkadaşları ve ça ğında yaşamış, b i l g i n l e r arasındaki müstesna y e r i n i ve değerini gös teren belgelerdir.^ 1 Bk. D. B. Macdonald, «Mâturîdî» M a d , İslâm C . VII, s. 404, Ansiklopedisi, İstanbul 1956; Sa'deddîn et-Teftezânî, ;Şerhu'l- M a k â s ı d , C . lî, s., 199, i s t a n b u l • 1277; Prof. M u h a m m e d h . Tâvit et-Tancî, A b û M a n s û r al-Mâturîdî, jlâhiyat Fakültesi D e r g i s i , C . ÎV, S. I - I I , s. 1, A n k a r a 1955; Prof. Y u s u f Z i y a Y ö r ü k a n , Kitâb-u Tefsîri't-Esmâ ve's"Sıfat Hakkında, İlahiyat Fakültesi Dergisi, I, s. 104, İstanbul 1952. 2 B k . ' es-Sem'ânî, 4âbu*t-Tevhîd, re f e d d i n Sayı . Kitâbu'I-Ensâb, 498, L e i d e n - L o n d o n s. D r . Fethullah Huleyf 1912j Mâturidî, s. 1, B e y r u t 1970;, Mukaddimesi, «Yaltkaya»", ^Türk K e l â m c ı l a n , D a r ü l f ü n u n Ki- M./Şe İlahiyat Fakültesi Mec muası; "Sayı 23:, Ş.3, İstanbul 1932; G i b b , H . A . R . v e K r a m e r s , J_,H^e|-Mâturîdi Mad., 3 Shorter Encyclopaedia B k . ez;-Zebîdî, İ t h a f u V S â d e II, s. 5, K a h i r e t a r i h s i z ; hiyye of I s i a m . s, 362, L e i d e n - L o n d o n eî-Muttakîn b l Şerh ei-Laknavî, M u h a m m e d fî Terâcîmi'i-Hanefiyye,, s. 195, K a h i r e Esrar 1961. îhyâ'Uîûmi'd-Dîn, Abdulhayy, 1324. C. el-Fevâidu'rBe« 7 I Mâturîdî'nin gerek hayatı, gerekse ailesi hakkında kesin olarak hiç b i r şey bilinmemekle beraber, bazı tarihçiler, nesebinin, H z . P e y g a m ber Medine'ye hicret ettiği zaman i l k olarak evine inip misafir, kaldığı Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd b. K u l e y b el-Ensârî'ye dayandığım"^ ve bunun için de adımn sonuna ^eî-Ensârîı^ lâkabmm eklenmiş olduğımu z i k r e t mektedirler.^ • ' B u r a d a hemen kaydedelim k i , B r i t i s h M u s e u m ' d z , O r . 12781 n u m a r a d a kayıtlı ve Ebûl-Kasım İshak b.Muhammed el-Mâtûrîdî (Ölm. H'. 3 4 2 / M . 9 5 3 ) ' y e a,it <^Kit|b-u N a k d i l - M u b t a d i a mine's-Şeyâdil-A'zâm alâ Tarîkatil-lmami'l-A'zâm Ebî Hanîfe» a d h y a z m a b i r eserin varlığından bahsedilmekte ye Prof.. A . S. T r i t t o n t a r a f m d a n b u eserin yazarının, büyült b i r ihtimalle, Mâturîdî okulunu kııran meşhur îmâm Ebû M a n sûr el-Mâturîdî'nin ö z kardeşi olabileceği i l e r i sürülmektedir. Aynı z a manda bu şahsın, fıkıh ve kelâm konularında imâm Mâturîdî'den ders almış ve onun talebeliğini yapmış olduğu d a zikredilmektedir.e P r o f . T r i t t o n ' u n i l e r i sürdüğü bu görüşün doğruluğu hususunda ihtilâfa dü şülmüştür. Meselâ, ffi^a!m't-Tet;M(^'in naşiri, bazı k a y n a k l a r a dayana rak, onun, Mûturîdî'nin talebesi olabileceğini k a b u l etmekle beraber, kardeşi olabileceğini, aralarındaki i s i m farklılığını delil gc^termek sure tiyle, reddetmiş ve b u şahsın «el-Hakîm es-Semerkandî» lâkâbıyle anı lan ..el-Kâdî Ebû'i Kâsım-îshâk b. Muhammed b. i s m a i l (Ölm. O. 3 4 0 / M . 951)'den bankası olmadığını i l e r i sürmüştür.^ 4 B k . es-Sem'ânî, Kitâbu*l-Ensâb, s. 498; ez-Zebîdî. Îîhâfu's-Sâde, C . II, s. 5; M â turîdî. Kitâbu't-Tevhîd, V a r . 1 Hamiş. Cambridge U n i . Ktb., yazma, No: A d d . 3651; aynı eserin D r . F e t h u l l a h H u l e y f t a r a f m d a n neşri, M u k a d d i m e , s. 2. 5^ B k . el-Beyâdî, :Kemâleddin 23. K a h i r e 1368/1049. 6 Ahmed, ' Isârâtul-Merâm m i n İbârâtil-îmâm, B k . A . S, T r i t t o n , - A n E a r l y "VVerk f r o m the Şchool of al-Mâturîdî. j o u m a l of the R o y a l A s i a t i c Society of G r e a t B ^ i t a i n a n d Ireland, s. 96-99. Parts, el-M:turidi, 7 s. ^ Kitâbu't-Tevhîd, D r . F e t h u l l a h H u l e y f Mukaddimesi, 3,4; s. 2. B k - Kitâbu't-Tevhîd, naşirin önsözü, s. 2- D r . F e t h u l l a h H u l e y f ' i n , sözü geçen düşüncesini i l e r i sürerken . el-Fevâidu'l-Behiyye, ^_lâJb^^Alijma-^yâ^ dayandığı k a y n a k l a r s. 195"; el-Kefevî, m i n Fukahâ Spazma, Daru'l-Kutubil-Mıs'rıyye. Mâhmûd, için . b_âkımz:' b. Süleyman,' Tabakâta K e - - Mezhebi*n-Nu'^âni'i - Muhtar, N o : 84; K e z a el-Laknavi, V a r . 130, b k . v a r . 117 b-118 a. Süley- mâniye K t b . CâruUah B L y a z m a N o : 1580; D r . Eyyûb Alî. el-Akîdetul^Mâturîdîyye, 8 Kahire Üniversitesi, Daru'l-^Ulûm Fak. Yazma, N o : 48/24954. Mâturîdî'nin doğduğu târih hakkında d a k a y n a k l a r d a k e s i n b i r b i l gi y o k t u r . H e r nekadar bazıları, H . 2 4 8 / M . 862 yılında vefat eden M u hammed b. Mukâtil er-Râzî'nin, Mâturîdî'nin hocalarından b i r i olduğu gerekçesiyle, onun H . 2 3 8 / M . 852 yılları civarında doğmu§ olabileceğini^ i l e r i sürüyorlarsa; da, b u görüşün doğruluk derecesi hakkında şüp heye düşülmektedir. Z i r a b u . g ö r ü ş k a b u l edildiği t a k d i r d e , Mâturîdî'nin yüz yıla yakın yaşamış olması gerekmektedir. Çünkü bilindiği gi*= bi, bütün tarihçiler k e s i n o l a r a k , o n u n , H . 3 3 3 / M . 944 yılında öldüğü h u susunda i t t i f a k etmişlerdir.^ . ^ . ' Mâturîdî'nin- gerek hayatı, gerekse i l m î . hüviyeti hakkında, dahâ önce de' belirttiğimiz g i b i , b e l l i başh İslâm fırkalarına d a i r eserlerde aydınlatıcı b i r bilgiye r a s t l a m a k mümkün değildir. Hattâ k a y n a k eser sayılan bazı k i t a p l a r , Kelâm ilmine ve b u sahada şöhrete ulaşmış d i ğer bilginlere v e y a mezhep sahiplerine büyük b i r y e r "ayırmış olmala rına rağmen, her nedense Mâturîdî^den tek 'kelimeyle dahî bahsetmem e y i âdeta kendilerine tatsal b i r görev saymışlardır. Meselâ, el-Bağdâdî (Ölm. H . 4 2 9 / M . 1 0 3 7 ) E b û l - M u z a f f e r el-Isferâyinî (Ölm. H . 4 7 1 / M . 107S)i\ îbn H a z m el-Endelusî (Ölm. H , 4 5 6 / M . 1063)^2, eş^Şehreştanî (Ölm. H . 5 4 8 / M . 1153)^^ g i b i ünlü b i l g m l e r , eserlerinde ondan tek kelimeyle bahsetmedikleri g i b i , t b n H a l d u n (Ölm. H . S O S / M . 1405) dahî «Mî^feocMime^sinde, Kelâm i l m i n i n tarihçesini yaparken^^ Mâturîd f y i z i k r e t m e k t e n kaçınmıştır. K e z a , kendisinden e l l i j a l d a n . a z b i r z a m a n s o n r a ölen Îbnu'n-Nedîm (Ölm. H . 3 7 9 / M . 987) de < ^ e h F i h r i s t . adlı eserinde, Mâturîdî'nin muâsna ve Mısır'da Hanefîlerin şeyhi ve E h l - i 8 B k . E y y û b A ü . A . H i s t o r y of M ü s l i m P h i l o s o p h y , C . I. s. 260, W i e s b a d e n 1963; Kitâbu't-Tevhîd, Naşirin ö n s ö z ü , s. 2. 9 Tafsilât için b a k ı m z : el-Bağdâdî, İsmail Paşa, H ç d i y y e t ü l -  r i f î n Esmâu'l-Mûel- lifîn ve A s â n U - M u s a n n i ü n , C..II, s. 36, İstanbul 1955; İbıi Kutlubuğa, Ebû'l-Adl s. 59, Bağdad Z e y n u d d î n Kasım, Tâcu't-Terâcim fi-Tabakâti'l-Hanefiyye, el-Laknavî, el-Fevâidul-Behiyye, s, 195; ei-Kefevî, T a b a k â t ü Ketâib-i^Aliânii'l^ . A h y â r , V a r . 110 a- 110 b, S ü l e y m â n i y e - K ü t ı İ p h â n e s i r Cârüllah 1580; el^Mâturîdî, Kitâbü*t"Tevl^^^^^ 1 ^ Bk^el-Bağdâdî; E M . . M a n s û r Huleyf A b d u l k â h i r b. Tâ^ir, h i r e 1367/1948; K i t â b - u ' U s û l T d - D î n , No. s. 2. beyneTFırak. K a - ' İstanbul 1346/1928. B k / el4sferâyinî, 12 B k . İ b n H a z m , E b û M u h a m m e d A l î b. A h m e d . K i t â b u ' l - F a s i f i ' l - M i l e l v e T E h v â ' Kahire et-Tabsîr ffd-Dîn, Kahire 1359/1940... U ve'n-Nihal, Ebûl-Muzaffe^^ Bölümü. Mukaddimesi, el-Fark 19t32; 1317-1321. 13 B k . eş-Şehrestânî. Ebû'l-Feth M u h a m m e d b . A b d u l k e r i m .14 el-MiIel v e ' n - N i h a l , K a h i r e 1 3 8 1 / 1 9 6 1 . ^ . B k . İ b n H a l d u n , M u k a d d i m e (Târih), s. 382, Mısır B u l a k B a s . 1284. b. E b i B e k r Ahmed, 9 Sünnet akidesinin imamı sayılan el-tmâm et-Tahavî (Ölm. H . 3 2 İ / M 933)'ye ve özellikle el-Eş'arî'ye büyük b i r y e r ayırırken, Mâturîdî'den tek satırla bahsetmemiştir.^^ İ b n Hamkân'm. <<Fe/%af>>mda d a o n a a i t bir bilgiye r a s t l a m a k mümkün değildir.^' İşin g a r i b i , Mâturîdî mezhe¬ b i n i ve akidesini savıman b i l g i n l e r dahî, ondan gereği g i b i bahsetme mişlerdir.' Meselâ, Ömer en-Nesefî de, o i e l ' A U d e t u ' n - N e s e f i y y e ^ a d h eserinde Mâturîdî'den bahsetmemiştir.^^ B u n l a r d a n başka,. Mâturîdrnin hayatından' bahseden Hanefî Tabakât kitaplarında dahî, Eş'arî'den bahseden Şafiî Tabakât k i t a p l a r i y l e ' ^ kıyas edilemiyeeek derecede m u h tasar b i r şekilde bahsedilmiş ve b u kısa b i l g i l e r dahî b i r b i r l e r i n i n t e k rarından öteye gidememiştir. B u , sükûtla geçiştirme işinin başhca se beplerinden b i r i , büyük b i r i h t i m a l l e , Mâturîdî'niıl Mâverâünnehr'de, zamanın kültür mşrkezi sayılan ve Eş'arî'nin yaşamış ve mezhebinin de geniş ölçüde yayılmış olduğu Irak^tan uzak olarak yaşamış v e y a onun Sünnî Kelâm t i m i üzerindeki büyük e t k i s i n i saklamağa ve buna karşılık çağdaş meslekdaşı ' Ebû'l-Hasan el-Eş*arî'yi ^ E h l - i Sünnet akidesinin yegâne savunucusu olarak gösterme temâjrülü v e arzusundan İleri gelmiş- olmasıdır k i , çağdaş araştırıcıların d a önemle üzerinde d u r dukları n o k t a l a r d a n b i r i işte budur.'^ îmâm-ı A'zâm Ebû H a n i f e (Ölm. H . 1 5 0 / M . 7 6 7 ) ' n i n açtığı y o l dan yürüyüp, aklı ön plâna a l a r a k sistemini geliştiren ve b u uğurda gerek Semerkand, gerekse çevresinde bulunan çok sayıdaki mezhep medreselerine karşı giriştiği münazara ve mücadelede büyük basan kazanmak s u r t i y l e . kısa z a m a n d a onları etrafında toplamağa ve arala¬ rında f i k i r birliği tesisine m u v a f f a k olan b u büyük i m a m , nihayet H . 15 16 B k . îbnu'n-Nedlm, M u h a m m e d b . îshâk, Kitâbu'İ^Fihrist, s. 29a. K a h i r e 1348. B k . î b n Haîlikân. E b û ' l - A b b a s A h m e d , V e f e y â t u ' l - A V a n ve Enbâu Ebnâl'z-Zemân, Bk. Muhammed en-Nesefî, M . A b d u l h a m î d neşri, • K a h i r e 1367/1948. Ömer, el-'Akâidu'n-Nesefiyye. Kahire 1319; et-Teftazânî, Şerhu^l-'Akâidrn-Nesefiyye, İstanbul 1308. 18 M u k a y e s e için b k . es-Subkî, Tâcuddîn Ebü"N^^^mdîri^^h^^^^ dîn, Tabakâtu'ş-Şâfiîyye Ebû-Kâsım ei-İmâm 19 el-KHbrâ, C. 11. a.245-300, K ^ i r e A l î b . el-Hüseyin, Tebyînu Nusib*^ ilâ' B k . Prof. M . Tancî, A b u Mansûr al-Mâturîdî, İlahiyat F a k . D e r . C. I V , Sayı MI, 10 fîmâ Ebû'l-Hasan el-Eş'arî, Dımaşk, 1347. s. 1 vd. A n k a r a 1955; el-Mâturidî, Kitâbu'fTevMd, 8-10. m ; H . A . R. G l b b - J . H . K r a m e r s , , K e z i b . el-Mufterî Takkıyvud- 1324; İbn Asâkir, Naşirin Önsözü, s. Shorter Encyclopedia of Isiam, Mâturî^, s. 362-363; D . B . M a c d o n a l d , Mâturîdî, tslâm Ansiklopedisi, s. 404-406, İstanbul 1956, al - C. V I I . 3 3 3 / M . 944 yılında, görevini hakkıyle başarmış b i r mücâhidin huzur ve sükûnu içinde h a y a t a gözlerini yummuş ve S e m e r k a n d ' d a defnedilmiştir.^" ' I I — Çağı, Kültürü ve E s e r l e r i : a Ç a ğ % : — Mâturîdî'nin-yaşadığı asır, Abbasî devletinin zayıflamağa başla dığı ve b u n u n b i r sonucu o l a r a k d a birçok îslâm d e v l e t i n i n o r t a y a çık tığı b i r z a m a n a r a s t l a r . U ^ u n z a m a n Doğu ülkeleri Abbasî h a l i f e l e r e n i n hükmü altında b i r l i k ve b e r a b e r l i k içinde kalmış, f a k a t itizâlî p r e n s i p l e r i n savunucusu d u r u m u n d a b u l u n a n Me'mûn (Ölm. H . 2 1 8 / M . 8 3 3 ) ' u n hilâfet makamına gelmesiyle, d a h a önce tesis edilen b u b i r l i k , z a yıflamağa ve Bağdad'm • hükmü altından çıkmağa başlamıştır. Sünni s i s t e m i n hâmisi ve H a l i f e Me'mûn'un başlattığı ^ M i h n e . devrini^' so n a erdiren MütevekkiFz halife olduğu z a m a n ( H . 2 3 2 — 2 4 7 / M . 846—861), artık b u ülkelerin çoğu A b b a s i devletinden kopmuş ve b i r e r müstakil devlet haline gelmiş b u l u n u y o r d u . B u n u n b i r sonucu olarak d a Mâ verâünnehr'de Sâmânîler devleti-^ kurulduğu g i b i , başlangıçta İraıi, H o - 20 B k P r o f D r . Neşet Çağatay-Prof. D r . İbrahim A g â h Ç u b u k ç u , İslâm M e z hepleri Tarihi, C . I, s. 184, A n k a r a 1965; D o ç . D r . Y a ş a r K u t l u a y , Tarihte ve Günümüzde İslâm Mezhepleri, s. 149, A n k a r a 1968. 21 d e v r i i l k d e f a H . 2 1 2 / M . 827 yılında M u t e z i l e b i l g i n l e r i n i n ' tesiri al¬ Mihne ' tında k a l a r a k , - M e - m û n ' u n d a K u r ' a n ' m kabul dâdî 70 m a h l û k , yaradılmış o l d u ğ u fıkrmı ettiğini r e s m e n açıklamasıyle başlamış o l d u . Tafsilât için b k . el-Bağel-Fark taeyneT-Fırak, s. i O S f i eş-Şehrestânî, el-Milel ve'n-Nıhal, C ^ I . s. 71- İbn HalUkân, V e f e y â t u ' l - A ' y â n , C . I, s. 64; K a h i r e 1317-1321; el-Hatıta el-Bağdâdî, A h m e d b. Alî Târihu -Bağüâd, C._ İV, « 1 4 2 , K a h i r e es-Subkî, Tabakâtu'ş-Şâfiîyye el-Kubrâ, C . I, s. 206,. K a h i r e Kemâleddin, Kemal 22 HayâtuT-Hayavân al-Kubrâ, C . I, s.' 72, K a h i r e İşık, Mutezile'nin D o ğ u ş u ve Kelâmî s 4nn K a h i r e 102 1349; 1324/1906; D r . b. Hantael, s. 315, ez-Zehebİ, el-Hâfız Şemseddîn, Duvelu'l-Islâm, C . I, H a y d a r â b â d 1337; ^ h m e d b . M u h a m m e d b. H a n b e l , Ma'rifeti'r-Ricâl, İZZ^ir^-^sm^L^ Görüşleri, S: 6 1 , A n k a r a 1967. Tafsilât için bak-.. İ b n u l - C e v z î , MenâkıbuT-İmâm A h m e d 317 1332/1913; D o ç . D r . T a l a t K o ç y ü i t Önsözü, C . I, s. 8, A h m e d Emîn, Duhal-İslâm. C . III, s. 178^ v d . K a h i r e KitâbuT-Ilel ve A n k a r a 1963; 1357-1368; Z u h d ı H a san Cârullah, el-Mu'tezile, s. 169 v d . K a h i r e 1947; D r . K e m a l , Işık, Mutezile nin Doğuşu v e Kelâmî Görüşleri, s. 6 1 v d . •23 B u k o n u için b a k : V . F . B û c h n e r , . Sâmânîler M a d . , İslâm Ateiklopedisi C. X. s. 140-143, İstanbul 1964. 11 r a s a n , Sistân ve Kirman'ı içine alan Saffârîler d e v l e t i ^ ve Cürcân T a b e r i s t a n ' d a . d a ayrıca Alevî Zeydîler devleti teşekkül etmiştir H a l i f e Me'mûn devrinden b e r i Abbâsîlerin hükmü altında b u l u n a n SâmâJiîler, ancak Hicrî 261 yılında istiklâllerine kavuşmuşlar ve' kısa zamanda b u bölgede büyük b i r devlet k u r m a c a m u v a f f a k olmuşlardır. Hicrî 389 yılına k a d a r devam eden b u güçlü devlet, nihayet b i r t a r a f tan Sebük-Tigin hanedanı, diğer t a r a f t a n d a Türk. hakanlannıh bas kılarına dayanamıyarak çökmüştür .2^ Sâmânîler .gerçekten gerek İslâmî ilimlere, gerekse A r a p d i h ' v e edebiyatına büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Makdisî, Sâmânî k r a l larından, Mâverâünnehr. ve H o r a s a n ' d a n bahsederken aynen şöyle demektedir : «Bu bölge, i l i m ve âlimler yönünden zirveye ulaşmış b i r bölgedir. İlmin ve hayrın hazinesidir. İslâm'ın aşılmaz, m u h k e m b i r kalesidir. Hükümdarları en hayırlı hükümdarlar olduğu gibi,^ ordusu d a en hayırlı ve en seçkin o r d u l a r d a n b i r i d i r . B u ülkede fâkîhler, bilginler, k r a l l a r seviyesine ulaşmıştır.» 27 İbn Hallikân d a b u görüşü t e y i d ediyor ve şöyle d i y o r : «Mâverâünnehr v e H o r a s a n ' d a k i Sâmânî hükümdarları, ahlâk ve i y i l i k yönünden başta gelen kimselerdi. Hükümdar olan kimseye s u l t m l a r m s u l t a m adı v e r i l i r ve b u lâkaptan ba§ka b i r isimle aslâ amlmazdı. B u n l a r adalet^ b i l g i v e dinî vecîbeleri yerine getirme yönünden en üstün b i r dereceye ulaşmışlardı.»28 B u n d a h d a anlaşıhyor k i , Sâmânîler, ülkelerinde geniş çapta b i r i l mî h a r e k e t i n başlamasında ve devam etmesinde büyük b i r katkıda b u lunmuşlar v e b u n u bütün, imkânlariyle desteklemişlerdir. B u n u n b i r s o nucu olarak da,ülkede, tefsir^ fıkıh.Jıaâfe, tasavvuf, kelâm, d i l ve edeSaffarüer Devleti için b a k : T . W . Haig, Saffarîler Mad., İslâm Ansiklopedisi C. X, s. 59^60, İstanbul 1964. Muhammed el-Hudarî Bey, Muhâdarâtu Târîhri-Umemi'l-Îslâmiyye Kahire 1364/1945. , .. 311 s el-Hudarî Bey, amlan eser, s. 310; Ebû Mansûr el-Mâturîdî. TeVîlâtu Ehll's Sunne, Dr. İbrahim Avazayn ve es-Seyyîd Avazayn Önsözü. C I s 11 K a hire 1391/1971. Bk. el-Makdisî. Şemseddin Lieden 1324/1906. Bk. 12 ' ^hseîıu't-Takâsîm n-Ma'rifetri-Akâlim, İ b n Hallikân. Vefeyâtu'l-A'yân, C. IV. s. 2 4q. s 294 b i y a t g i b i , i l m i n her dalında mütehassıs büyük bilginler yetişmiştir.^^ B u bilginler, z a m a n zaman i h n i n her dalında, özellikle fıkhı ve kelâmî k o n u l a r etrafında büyük mücâdele ve tartışmalara girmişler ve b u d a mezhepler arasındaki görüş» ayrıliklarımn d a h a b e l i r g i n b i r şekilde or t a y a çıkmasına sebep o l m u ş t u r . B u büyük b i l g i n l e r i n , b u tür ilmî f a a l i y e t l e r i n i n , üstün yetenek ve babanlarının b i r sonucu olarak, bütün ül keye, E h l - i Sünnet mezhebi sür'atle yayılmış ve Müslümanlar^ Ebû H a nîfe'nin koyduğu esaslara sımsıkı b i r şekilde bağlanmışlardır.^^ îşte Mâturîdî, böyle b i r m u h i t t e ve böyle b i r o r t a m d a yaşadı. B u o r t a m görüldüğü g i b i , siyâsî e n t r i k a l a r d a n , g i z l i v e y a açik h e r türlü mücâdele ve desiselerden uzak, s a k i n b i r m u h i t i d i . B u d u r u m ise, ilınî h a r e k e t i n , araştırma f a l i y e t l e r i n i n gelişmesine ve yayılmacına geniş öl çüde yardımcı-olmuştur. îşte Mâturîdî de b u n u b i r fırsat bilmiş ve y o r u l m a k bilmez h i r çabayla E h l - i Sünnet mezhebini 'savunmağa ve Müs lümanları b u mezhebin etrafında toplamağa davete başlamış ve bunu dâ hayatı boyunca devam ettirmiştir .^2 b — K ü l t ü Tü : E l i m i z d e k i k a y n a k l a r a "göre Mâturîdî,- kültürünü, çağında yaşamış ve 4İ2İleri i t i b a r i y l e Ebû Hanîfe'ye k a d a r v a r a n büyük bilginlerden a l m3§tıt'. îlk şeyhi E b û N a s r e l - i y â d î olup, d a h a sonraları ^ e l - F a r k v e H - Temylz» ve ^ e t - T e v M ^ adlı eserlerin s a h i b i Ebû B e k r A h m e d b. îshâk b. es-Subeyh (Salih) el-Cuzcânî, e r - R e y y kadısı M u h a m m e d b. - Mukâtil er-Râzâ, NusajT: b. Y a h y a el-Belhî'den ders almış ve gerek fıkıh, ge rekse kelâm i l m i n d e k i b i l g i s i n i bunların elinde tamamlamıştır î l k ' h o c a s ı Ebû N a s r e l - i y â d î de Mâturîdî g i b i «Ensârî^ olup, ne sebi, Y a h y a b. K a y s b. S a ' d b. Ubâde el-Ensârî el-Hazrecî'ye d a y a n ^ Bk. Ebû Mansûr el-Mâturîdî, Te'vüâtu EhU's-Sunne, Naşirlerin Önsözü, C. I, s. 11. •' 30 Bk. M . Ebû Zahra, Târîhu'l-Mezâhibi'i-İslamiyye, C . I, s, 207. 31 Ahmed Emîu. Zuhru'l-İslâm, C . I, s. 261. Kahire 1Ş65/1946. 32 Mâturîdî bu çalışmalarında" o kadar samimî idi ki, hiç kimse tarafından, kişiliğine ve temizliğine çok ufak da olsa bir leke getirebilecek şekilde it ham edilmemiştir. Oysa Eş'arî de dâhil diğer bilginler, sünnî veya gayr-i Sünni olsun, bundan kendilerini kurtaramamışlardır. Örnek için bk. M u hanuned Abduh, Risâletu*t-Tevhid. s. .18, Kahire 1331; tbn Asâkir, Tebyînu Kezibil-Mufterî, s. 26, 27, Dımaşk 1347. • 33 Bk. Ebû Mahsur el-Mâturîdî, Kitâbu*t-Tevhîd, Naşirin Önsözü, s, 3 m; ezZebîdî; lthâfu*s-Sâde, C. 11, s. 5; el-Beyâdî, Îşâratu'l-Merâm, s. 23, 13 maktadır .34 B u şahıs; z a m a n m m en büyük bilginlerinden ve t a k v a eh linden olduğu gibij aynı z a m a n d a . d a büyiik b i r savaşçı i d i . R i v a y e t edil diğine göre, kâfirlere karşı, Mâturîdî'nin akranı olan 40 kişilik b i r g r u p içinde savaşırken şehid edildi.^^ D a h a . s o n r a i k i oğlu Ebû A h m e d eî-İyâdî; ile Ebû B e k r el-lyadî babalarının i l m i n i ve takvasını tevarüs etmişler ve b u alanda büyük b i r üne sahip olmuşlardır.^ Hattâ b u i k i büyük b ü ginden A h m e d el-'îyâdî, Ebû Hanîfe'nin mezîiehinin doğruluğuna b i r delil olarak gösterilmiş ve b u mezhebin doğruluğuna en büyük delil, Ebû A h m e d el-iyâdî'nin onu kendisine mezhep olarak seçmiş ve ona inanmış olmasıdır. Çünkü o, aslâ bâtıl b i r mezhebi k a b u l etmez, d e n miştir.^p Ebû B e k r el-lyâdı (Ölm. H . 3 6 1 / M . 9 t l ) de, kardeşi g i b i , her tür lü i l m i i h a t a etmiş olması yönünden eşi ^bulunmâyan büyük b i r b i l g i n di. Ölmeden önce Semerkand halkına, E h l - i Sünnet mezhebine sımsıkı bağlanmalarını ve sapık f i k i r l e r d e n özellikle itizâl mezhebinden u z a k laşmalarını vasiyet etmiştir. Ayrıca, E h l - i Sünnet ile Mutezile'arasın d a k i ihtilâfın esaslarını, teşkil eden « el-Mesâilu'l-Aşra ehîyâd adiyle bUinen on a n a meseleyi b i r a r a y a getirmiştir.^'^ Babaları Ebû Nasrel-îyâdî, Mâturîdî'nin hocası olm_asına rağmen, kendisiyle beraber Ebû B e k r A h m e d el-Cu^cânî'nin^^ derslerine devam Bk. 35 e z - Z e b î d î , I t h â f u ' s - S â d e , C . ÎI, S . 5. Tafsilat için b k . Prof, Muhammed - b. Tâvit et-Tancî, Abû Mansûr al-Mâtu rîdî, İ l a h i y a t F a k . D e r . C . I V , S a y ı , I - I I , s-. 4 - 5; e l - K u r a ş î , M u h a m m e d Ebîl-Vefâ, el-Cevâhiru'î-Mudîa bâd, -Birinci b a s k ı - tarihsiz; K ü t ü b h â n e s i , N o . 1395. ^3 B k . ez-Zebîdî, amlan fî-Tabakâtiİ-Hanefiyye, en-Nesefî, e s e r , C . II, s. 5; yazma, Dâru'l-Kutubu'l-Mısrıyye, Tevhld, Naşirin el-Keıevî, .Tabâkâtu K t b . Cârullah et~Tabakâtu's-Seniyye önsözü, C . I I , s. 37 Târih Halim, vd. Serez Ktb. No. Ketâibi Serez Alânıi'S- C. II, A b u Mansûr b. V a r . 558, N o . 55; e l - M â t u r î d l , s. 4 • m ; ' P r o f . - ' T a n c i , 192, 237; e l - L a k n a v î , B k . en-Nesefi, Haydarâ- B l . ; et-Temimî, T a k y u d d î n fi-Terâcimil-Hanefiyye, h i y a t F a k . D e r . C . I V , S a y ı , I ~ I I , s. 5 - 6 ; E d i l i e , V a r . 155 b , 70, y a r . 155 b , *" A h y â r , V a r . 110 b , S ü l e y m a n i y e Abdilkâdir, C . I, s. Tabsıratu'l-Edilîe, b. Kltâbu*t- al-Mâturidl, İla en-Nesefî, Ebu'I-Muîn. . Tabsıratul-' 1395;' e l - K u r a ş î , el-Cevâhiru'l-Mudîa, e i - F e v â i d , s. 220. TabsıratuTEdiile, V a r . 51 a , v d d . F â t i h K t b . N o . 2907; P r o f . • T a n c î , A b û M a n s û r a l - M â t u ı i d î , İ l â h . F a k . D e r . C . I V , S . I - I I , s. 6; e l - K u r a ş i , e l - C e v â h i r u ' l - M u d î a , C - II, s. 33 Cüzcân, E f g a n Türkistanı'nın 241; e l - L a k n a v î , Murgab s i n i n adıdır. Tafsilât için b a k . R . H a r t m a n n , d i s i . C . m , s. 229-230, İ s t a n b u l 1963. 14 el-FevâiduT-Behiyye, ile A m u - D e r y a Cüzcân arasındaki M a d . İslâm s. bir 156. bölge Ansiklope etmiş ve ondan, b i r l i k t e icazet almışlardır,^^ Ebû B e k r el-Cuzcânî, bü tün i l i m l e r i i h a t a etmiş, h e r türlü bilgide zirveye ulaşmuş o l a n büyük b i r bilgindi.4o Aynı şeküde b u büyük b i l g i n de talebesi Ebû Nasr elJyâdî i l e beraber Ebû Hanîfe'nin talebesi ve dostu M u h a m m e d b. H a s a n ' d a n i l m i n i a l a n ve gerek fıkıh, gerekse hadîs sahalarında büyük b i r otorite o l a n , aynı zamanda dindarlığı ve takvâsıyle de şöhret y a p a n Ebû Süleyman el-Cüzcânî'nin derslerine devam etmişler ve onun talebeliğini yapmışlardır.^^ Mâturîdî'nin çağında yaşayan diğer b i r b i l g i n de Ebû B e k r M u h a m med b. el-Yemân es-Semerkahdî (Ölm. H . 2 6 8 / M . 8 8 1 ) ' d i r . O n u n «Meâlimu'd-Dîn», el-Ptisâm», «er-Reddu alffî^Kerrâmiyye» adlı k i t a p ları ve Kelâm i l m i ile i l g i l i d a h a birçok eşerler yazdığı ve bu eserleri, özellikle «er-Redd aUH-Kerrâmiyye» adlı eseri görenlerin, onun. gerek Kelâm ilmînde, gerekse d i n ilimlerinde ne derece büyük b i r b i l g i n oldu ğunu a n l a m a k t a gecikmij'-ecekleri söylenir. Ayrıca onun, aynı asırda yaşamış olması i t i b a r i y l e Kerrâmiyye fırkasına karşı Uk çıkan ve on ların f i k i r l e r i n i reddeden şahıs olduğu i l e r i sürülür.^Mâturîdî'nin çağında yaşayan b i l g i n l e r i n hepsinden burada b a h setmemiz mümkün değiidir.^^ Yukarıda hayatlarından kısaca bahset tiğimiz b i l g i n l e r dahî, Mâturîdî'nin yaşadığı asrın ve yetiştiği m u h i t i n ümî hüviyetini bize göstermesi bakımından kâfi geleceği kanısmdayiz= îşte b u asırda yetişen b i l g i n l e r topluluğu, bütün gücünü, imâm A'zâm S b û Hanîfe'nin akâid esaslarına d a i r kitaplarını, r i s a l e l e r i n i ve igörüşlerini toplamağa, okumağa ve b u n l a r üzerinde incelemelerde b u lunmağa hasretti.^^ B u arada Mâturîdî, Ebû Hanîfe'nin «el-FîMu'l-EkB k . e l - K e f e v î , K e t â i b u  ' I â m i ' l - A h y â r , V a r . 110 b , l a h BL Süleymâniye K t b Cârul B k . Anılan e s e r , V a r . l i o b ; e z - Z e b î d î , Î t h â f u * s - S â d e , C . l î , s. 5. Bk. e z - Z e b î d î , İ t h â f u ' s - S â d e , C . I I , s. 5; İ b n u ' n - N e d î m , M u h a m m e d b . K i t â b u ' l - F i h r i s t , s. 290, K a h i r e Önsözü, Bk. ( t a r i h s i z ) ; el-Mâturîdî, Kitâbu^t-Tevhîd, Naşirin 4 m. s. îshâk, . e n - N e s e f î , T a b s ı r a t u T E d i î l e . V a r . 89 vd., Kılıç AÜ Paşa K t b . N o . 506; P r o f . T a n c î , A b û M a n s û r a l - M â t u r i d i , İ l a h i y a t F a k . ' D e r . C . I V , S . I - I I , s. 7; el-Kuraşî, Daha e l - C e v â h i r , C. İî. s. 144;' e l - L a k n e v î . e î - F e v â i d , s. 202. fazla b i l g i i ç i n b a k : e n - N e s e f î . T a b s ı r a t u ' i - E d i l l e , V a r . 155 b . vd. Se- r e z , N o . 1395; V a r . 51 a , v d . F â t i h K t b . N o . 2907; P r o f . T a n c î A b û M a n s û r a l M â t u r î d î , İ l â h . F a k . D e r . C . l î , "S. I - I I , - s. 3 - 1 2 . Bk. el-Beyâdî, I ş â r â t u l - M e r â m , s. 21 •: 23. 15 her^^ «er-Risâle»y <^e2'Fıkhu'î-Eb$at»., «el-AUm ve'l-Mute'allmiy> ve «eh Vasıyye^ g i h i i t i k a d l a i l g i l i esasları d a içine alan eserlerini hocaların dan r i v a y e t e t t i / ^ Aslında bunlar, h e r h a n g i b i r delile dayanmadan E h l - i Sünnet'in inancını açıklayan e s e r l e r d i / " F a k a t d a h a sonraları Mâturîdî, bu eserlerm ihtiva ettiği, inançla i l g i l i esasları, mücerred akîde esas ları o l m a k t a n çıkararak, bunları eserlerinde aklî ve nalclî delillerle de perçinlemek; suretiyle b i r i l i m , haşka b i r deyimle « K e l â m 1 1m U haline s o k t u . B u d a h a k h olarak, kendisine, Ebû Hanîfe mezhebinin i l k mütekellimi ve Mâverâünnehir'de E h l - i Sünnet ve'l-Cemâat'm d a i l k r e i s i unvânmm verilmesine sebep oldu.'^' D a h a sonraları Mâturîdî'nin mezhebine b u i s i m verildiği g i b i , Mâverâünnehir*deki Ebû Hanîfe mez hebine bağlı kelâmcılara d a «M â t u r î d i y y e» denmeğe başlaxiı. B u n u n tabiî b i r sonucu olarak da, Ebû Hanîfe lâfzı, sadece onun fıkhî mezhebinde ihtisas y a p a n l a r a v e r i l e n b i r a d o l a r a k kaldı. Mâturîdî, zamanında büyük ün yapmış, birçok b i l g i n l e r y e t ^ t i r miştir. B u n l a r a r a s m d a meselâ, el-Hakîm es-Semerkandî lâkabıyle b i l i nen Ebûl-Kâsım î s h â k b . M u h a m m e d b . l s m â î l (Öhn. H ; : 3 4 0 / M . 951),. Ebû'Muhammed Abdulkerîm b.Mûsâ el-Pezdevî (Ölm. H . 3 9 0 / M . 999), Ebû'l-Leys el-Buhârî ve Ebû'l-Hasan A K b. Saîd. er-Rustuğfanî gibi,, z a manlarında i l i m ve-takva yönünden ün yapmış ve i m a m derecesine ulaş mış büyük b i l g i n l e r vardır.^^ Mâturîdî o k u l u n a bağlı o l a r a k d a h a son r a gelen nesiller/imamlarının mezhebini geniş ölçüde incelemişler, a n laşılmayan noktaları açıklığa kavuşturmuşlar ve b u n u y a p a r l a r k e n de çoğu z a m a n Mâturîdî^nin f i k i r l e r m i olduğu g i b i k a b u l etmişler ve bazan d a f i k i r ayrılığına düştükleri n o k t a l a r olmuştur. B u çalışmalar, Mâverâünnehir'de Mâturîdî M e z h e b i n i n yayılmasına ve b u bölgede yaşıyan 45 B k . Anılan eser/ Z â h l d u ' l - K e v s e r î ' n i n Kitâbu't-Tevhîd, 46 Naşirin Mısır'da E h l - i Sünnet'in imamı 321/M. 933) sılmıştır) de. «Beyânu's"Sımne 16 6 ve 2 . ' 23;. e l Mâturîdî, Ca'fer A h m e d et-Tahâvî (Ölm. H . 4 m. o l a n . Ebû v e l - C e m â ' a » . ( H . 1344 adh eserinde aynı metodu .takip B k . Taşköprülü Zâde, Miftâhu's-Sa'âde,ve darâbâd 48 s. s. yılında Haîeb'de a d h k ü ç ü k e s e r i n i , a y m ü s l û p l a y a z d ı ğ ı g i b i . el-Eş'arî d e 'an-Usûli'd-Diyâne» 47 Önsözü, Önsözü, ba «el-îbâne etmiştir. M i s b â h u ' s - S i ^ â d e , C . II, s. 21,Hay- 1329; e î - M â t u r î d î . K i t â b u ' t - T e v h î d , N a ş i r i n - Ö n s ö z ü , s. 5 m . B k . e i - L a k n e v î , e l - F e V â i d u ' l - B e h i y y e , s. 195; e l - K u r e ş î , e l - C e v â l i i r , C . I, s. 363. C. I I . s. 310; P r o f . T a n c î , A b û M a n s û r a l - M â t u r î d î , İ l a h i y a t F a k . , D e r . C . I V , S. • I - I I , s. 7, 10; e l - M â t u r î d î ; K i t â b u ' t - T e v h i d , Naşirin Önsözü, s. 5 m. bütün Müslümanların i t i k a d d a mezhebi hâline gelmesine geniş ölçüde y a r dımcı olmuştnr.^^ ç — E s e r l e r i : Hayatını i l m e ve E h l - i Sünnet a k i d e s i n i savunmağa v a k f e d e n Mâ turîdî, h e r türlü dinî bilgilerde ne derece büyük b i r o t o r i t e olduğuna delâlet eden v e b u s a h a l a r d a benzerine r a s t l a n m a y a c a k ölçüde değerli eserler vermiştir. F a k a t maalesef bunların b i r kısmı, çeşitli sebeplerle günümüze k a d a r i n t i k a l edememiş, i n t i k a l edenler de, s o n z a m a n l a r a k a d a r neşredilme imkânına kavuşamamıştır. B u r a d a memnuniyetle k a y detmek g e r e k i r k i , b u büyük e k s i k l i k ve i h m a l geç de olsa anlaşılmış ve Mâturîdî'nin «K i t â b u ' t - T e v Jı î d» adlı büyük çseri, D r . F e t h u l l a h H u l e y f tarafından uzunca b i r giriş eklenmek s u r e t i y l e 1970 yılında B e y r u t ' t a neşredilmiştir. K e z a aklî ve naklî delillere d a y a n m a k s u r e t i y l e hasımlarının görüşlerini ve d e l i l l e r i n i çürütmesi yönüinden eşine rastlanması hemen hemen imkânsız o l a n «Te'vîlâtu'l-Kufâny> adlı büyük t e f s i r i de D r . İbrâhîm ' A v a a a y n ve e s - S e y y i d ' A v a z a y n t a r a f m dan ^Te^vîlâUu Ehli's-Stınne» adiyle neşredilmeğe başlanmış ve B i r i n c i c i l d i 1391/1971 yılında K a h i r e ' d e bastırılmıştır. N e v a r k i , e l i m i z d e k i nüshadan d a anlaşıldığı g i b i , b u eser neşredilirken sadece üç y a z m a nüshasına d a y a n m a k l a yetinilmiş, İstanbul Kütüphanelerindeki mütead dit nüshalarıyle karşılaştırmak b i r y a n a , Semerkandî'nin b u esere y a p tığı büyük şerhine dahî gereği g i b i bakılmak ve istifade edilmek lü z u m u hissedilmemiştir. B u n u n için naşirler b u eseri neşrederken gerek ilmî, gerekse t e k n i k yönden birtakım hatâlara düşmekten k e n d i l e r i n i kurtaramamışlardır. T e m e n n i m i z , müteakip ciltlerde b u hususların g ö z önüne alınması v e y a b u eserin d a h a e h l i y e t l i b i l i m adamları tarafından yeniden neşredilmesi ve gereken değer ve önem verilmiş o l a r a k e n kısa z a m a n d a okuyucuların istifadesine sunulmasıdır. Bu 49 t e f s i r d e , başka b i r deyimle, «Te'vîlâtu Mâturîdî mûn O, (Ölm. mezhebinin b. M u h a m m e d büyük Mâturîdiliği s a v u n m a d a , H . 403) mundadır. den en en-Nesefî sonra, ve Onun Ebû yardımcılarmdan (Ölm. 508/M. Eş'arihği Hâmid 1114) savunan el-Gazzâh «Tabsırat'ul-Edille» Mâturîdî m e z h e b i EhlVs-Sunne^- adlı yazma en kısa z a m a n d a Ebû Bekr H . 505/M. eseri, Meyyoktur. el-Bâkılîânî 1111)'nin duru «Kitâbu't-Tevhid» dayanabileceği eserdir. B u n u n l a b e r a b e r b u kıymetli kitap, maalesef lememiştir. T e m e n n i m i z Ebû'l-Muin olduğunda şüphe Kâdı (Ölm. mensuplarının birinin veya «Te^- en büyük bugüne kadar b u görevin yerine bir neşredi- getirilmesidir. 17 vîlâtu'l'Mâturîdiyye fî-Beyâni Usûli Ehli's-Sunne ve Usûli't-TevMd^ de Mâturîdî, âyetlerin mânalarını açıklarken g a y e t sâde ve herkesin kolaylıkla anlıyabileceği b i r üslûp ve ifade k u l l a n m a k t a , b u a r a d a ge reksiz tafsilâta kaçmadan, âyetlerin i h t i v a ettiği dinî ve itikâdî k o n u Irı E h l - i Sünnet açısından ele a l m a k t a ve lüzumlu gördüğü t a k d i r d e , b u meseleler hakkındaki diğer emzhep ve fırkaların görüşlerini zikrede rek, b u n l a r a aklî ve naklî delillere d a y a n a n s u s t u r u c u cevaplar vermek tedir. «Keşfıı'z-Zumn» yazarına göre, şimdiye k a d a r b u t e f s i r ayarın d a v e y a b u n u n seviyesine yaklaşabilecek b i r k i t a p yazılmamıştır.^^ B u na rağmen tarihçiler, müfessirlerin hayatlarından ve eserlerinden bah seden Tabakât kitaplarında, b u büyük eserin müellifi Mâturîdî'den ve eserinden bahsetmeyi âdeta lüzumsuz görmüşlerdir.^^ Mâturîdî'nin i k i n c i büyük eseri, Kitâbu't-TevMd'dir. B u eserin yaz m a tek nüshası, C a m b r i d g e Üniversitesi Kütüphanesinde A d d . 3651 n u m a r a altında m u h a f a z a edilmektedir. B u nüsha bütün dünyada tek olup, başka kütüphanelerde benzerine r a s t l a m a k mümkün değildir. B u eser, h e r sayfası 21 satırı i h t i v a eden, o r t a b o y d a 206 v a r a k a d a n m e y d a n a gelmektedir. H . 115Ö yıllarında i s t i n s a h edilmiştir. K i t a p , Mâtu rîdî'nin îslâm akîdesi Ue i l g i l i , başka b i r deyimle Kelâmî görüşlerini i h t i v a etmesi yönünden çok kıymetli olup, E h i - i Sünnet akîdesi s a v u nucularının elden düşürmemesi gereken emsalsiz b i r k a y n a k eser m a -hiyetindedir. D a h a önce de'söylediğimiz g i b i , Mısırh D r . F e t h u l l a h H u leyf b u büyük eseri neşretmek suretiyle i l i m dünyasına, özellikle b u alanda çalışan araştırıcılara büyük b i r hizmette bulunmuştur. Mâturîdî, hayatının büyük b i r kısmını, M u ' t e z i l e ' n i n p r e n s i p l e r i n i ve onların görüşlerini çürütmeye hasretmiş ve b u uğurda büyük b i r mücâdeleye girişmiştir. K e n d i çağdaşı ve Mu'tezile'ye göre yeryüzünün imamı sayılan el-Kâ'bî'yi^^ adım adım t a k i p etmiş ve onun görüşleri50 B k . Hacı Fünûn, Halife, Mustafa A b d u l l a h ' . Keşfu^z-Zunûn C . I , s. 335-336, İ s t a n b u l an-Esâml'1-Kutub 1360/1941. 51 B k . e l - M â t u r î d i , K i t â b u ' t - T e v h î d , N a ş i r i n Ö n s ö z ü , s. 6-7. 52 el-Kâ'bî e l - M u ' t e z i U n a m ı y l a b i l i n e n b u şahsın t a m adı, E b û ' - l - K â s ı m l a h b . A h m e d b. M a h m û d el-Belhî'dir. K Ölüm tarihi lı n d a ö l d ü ğ ü hakkında s. 108-110. b i y y e fırkasının Hicrî için b a k : İbnu'n-Nedim. C . I, s. 271; P r o f . T a n c î . A b û S a y ı , I-II, s. 8. 18 vardır. söylenir. Görüşleri Beyne'l-Fırak, hir, ihtilâf ve'l- 309, v e y a el-Bağdâdi, ei-Fihrist, s. kurucusudur. 317, y a h u t Ebû 23; Abdul da Mansûr, el-Kureşî 319 yı el-Fark el-Cevâ M a n s û r al-Mâturîdî, İlâh. F a k . D e r . C . I V , n i çürütmeye çalışmıştır. Kâ'bî'nin itizalî p r e n s i p l e r i n i ve görüşlerini i h t i v a eden eserlerine reddiye o l a r a k «Reddu Evâili'l-Edüle IVf'KâhV», <^Reddu Tehzîhi'hCedel WhKâbu ve «Reddu Va'ldi'l-Fussâk lî'l-Khu adlı eserlerini yazmıştır. Ayrıca M u ' t e z i l e ' n i n genel prensiplerine ve görüşlerine karşı b i r reddiye o l a r a k «Beyânıı Vehmi'l-Mu^teziley>sin.i yaz dığı g i b i , onların beş a n a prensibine^^ karşı d a <<Reddu'l"UsûWl-Hamse U ' E M Ömer eî-Bâhilu^* adlı kitabı yazmıştır. K e z a , Karmatîlere ve Râfızîlere-^' reddiye o l a r a k d a ^ e r - R e d d u a l a UsûWhKarmmtay> ve ^ R e d d u KitabVl'lraâme U Ba^zi^r-Revâfıza^ adlı i k i eseri t e l i f etmiştir= / Mâturîdî, Usûl'ü Fıkıh'da da kıymetli eserler vermiştir. Bunlar arasında ^Me^hdzvfş-^erffu v a ^KUâbuH-Cedel:> adlı eserleri çok meş h u r d u r . ^KitâbuH-MaJcâlât fVl-Kelâmy^ adlı kitabı ise, ^Kitâbu^t-TevMd>yden s o n r a Kelâm ilminde yazılmış en değerli eserlerden b i r i d i r , B r o c k e l m a n n / ^ ^Makâlât^m Köprülü Kütüphanesi'nde 856 n u m a r a a l 53 şunlardır: 1 — e t - T e v h î d , M u ' t e z i l e ' n i n beş prensibi 3 — M e n z i î e t e y n , y u Ebû'l-Feth s. 44 v d . K a h i r e Cerr, b. J. Windrow Sweetman, ve'n-Nihaî, islam and 1947; H a n n â ' l - F â h u r i C. Christian ve Halil ei- T â r I h u T - F e l s e f e t i ' l - A r a b i y y e , s. 145 v d . B e y r u t 1957; M . E b û Z a h r a , T a - r î h u T - M e z â h i b i ' l - İ s I â m i y y e , C . I, s. 149 v d . K a h i r e rullah, (tarihsiz); Zuhdî H a s a n s. 60 v d . K a h i r e . 1 3 6 6 / 1 9 4 7 ; D r . A l b e r el-Mutezile, C . I, s. 99 v d . K a h i r e sefetuT-Mutezile, Dr. v e ' n - N e h e l - F a r k , s. 63-70; Abdilkerîm,, el-Milei 2, s. 2 1 , L o n d o n e l - A d i , b e y n ' l - b i ' i - M a ' r ü f Tafsilât için b k . eî-Bağdâdi, Muhammed 1381/1961; T h e o l o g y , P a r t . I, V o l u m . 2 — e l - M e n z i l e 5 — e î - E m r u a n i ' l - M u n k e r . eş-Şehrestânî, I, 4 — e l - V a ' d v e ' l - V a i d , 1950; P r o f . Câ' Nasrî Nâder, F e l - D r . Neşet Çağatay-Prof. i . A g â h Ç u b u k ç u , İ s l â m M e z h e p l e r i T â r i h i , C . I, s. 92-95; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u ve K e l â m ı G ö r ü ş l e r i , s. 67-73. 54 B u ş a h s m t a m adı, E b û ri'dir. Mu'tezile'nin makale, 55 s. Karmatîler, Bağdâdî, lik 9; Basra el-Laknevî, Bâtımyye'nin e l - F a r k , s. el-Hammâdî, Ömer M u h a m m e d kolunun el-Fevâid, bir kolunu b, Saîd ei-Bâhiii B k . Prof. Tancî, el-Basamlan 195 s. teşkil 169-173; e s - S a m ' â n ı , Keşfu b. Ömer mütekeliimidir. etmektedir. Tafsilât için b k . el- eTEnsâb, s. 448; M u h a m m e d EsrâriT-Bâtmiyye ve Ahbâru'l"Karamita, b. Mâ Kahire 1357/1939. 55 Bunlar Şia'nın bir koludur. B k . el-Eş'arî, Ebû'l-Hasan A l i b . İsmâîl, iâtu'I-îsîâmîyyîn, C . I, s. 65, K a h i r e 1369/1950; e r - R â z i , F a h r u d d ı n , FırakiT-Müsllmîn, 57 s. 52, K a h i r e Makâ- î'tikâdatu 1356. B k . C . B r o c k e l m a n n , G a l . I, 195 v e S u p p l . I, 346; S u p p l . I, 364. 19 tında b i r nüshasının bulunduğunu söylemekte ise de, bunun Mâturîdî'ye a i t olduğu doğru değildir.^^ B u n l a r d a n başka Mâturîdı'ye isnâd edilen d a h a birçok eser vardır k i , bunların doğruluk derecesi hakkında ihtilâf vardır. D o l a y i s i y l e b u n ları k e s i n o l a r a k Mâturîdî'nin yazdığını söylemek mümkün değildir. B u cümleden olarak meselâ Nesefî, Mâturîdî'nin «Mulhidu^§-§erâH» adlı b i r eserinin varlığından bahsetmektedir^^ k i , b e l l i başlı k a y n a k eserler, Mâturîdî'nin eserleri arasında b u k i t a p t a n bahsetmemişlerdir. Keza Mâturîdî'ye isnâd edilen ve K a y s e r i ' d e Râşid E f e n d i Kütüphanesi'nde 497/53 n u m a r a altında b u l u n a n «Kitâmu Tefsîri^î-Esmâ^ ve^s-Sıfat» ad lı eser de, Mâturîdî'nin olmayıp, gerçekte *Abdulkâhir el-Bağdâdî'nin eseridir.^^ ^ Fâtih M i l l e t Kütüphanesi F e y z u l l a h E f e n d i kısmında 2155 n u m a raiı mecmua için de b u l u n a n ve Mâturîdî'ye isnâd edilen «Kitâbu't-TevMâ>y adlı küçük risale i l e «Risâletun fi'l-Akâid» adlı eser, Türkiye'de hususî ellerde b u l u n a n i k i nüshasına istinaden P r o f . Y u s u f Ziyâ Yörü k a n tarafından Türkçe tercümeleriyle b i r l i k t e yayınlanmıştır. F a k a t b u her i k i eserin de, Mâturîdî'nin eserleri arasında zikredilmemesi sebe biyle, ona a i t olduğu k e y f i y e t i n i şüpheyle karşılamak lâzımdır. E s a s e n m e r h u m P r o f . Y u s u f Ziyâ Yörükan d a b u eserleri neşrederken b u k o n u d a k i şüphelerini belirtmiş ve b u n u n l a beraber b u eserlerin gerek muhtevaları, gerekse üslûpları bakımından Mâturîdî'ye a i t olmalarım^ kuvvetle muhtemel olduğunu i l e r i sürmüştür.^^ Ayrıca, H . 1321 yılında Haydarâbâd'da basılmış o l a n «Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber» ile «Şerhu'l-îbâne» adlı eserler, h e r nekadar Mâturîdî'ye i s 58 B k . D . B . M a c d o n a l d , M â t u r î d î , îslâm A n s i k l o p e d i s i , cî, 59 Abû Mansûr al-Mâturîdî, İ l a h i y a t C . V I I , S . 405; P r o f . F a k . D a r . C . I V , Sayı B k . . e n - N e s e f î , Tabssıratu'l-EdiIIe, V a r . 51 a , S ü l e y m â n i y e I - I I , s. Ktb. F a t i h Tan 8. Bl. No 2907. 60 B k . Prof. Y u s u f Ziyâ Yörükan, «Kitâb-u Tefsîr-il Esmâ-i Ve's-Sıfât» d a , İ l a h i y a t F a k ü l t e s i D e r g i s i , C . î, s. 104 v d d . , İ s t a n b u l n a l d , Mâturîdî, İslâm A n s i k l o p e d i s i , 61 B k . Prof. Mansûr Ta.vhîd» Yusuf Ziyâ Mâturîdî'nin ve îslâm îki E s e r i : Tevhîd h i y a t F a k . Y a y . N o . V , İstanbul 20 Hakkın Macdo C . V I I , s. 405. Yörükan, «Risâlatun fi'i-Akâid») 19^2; D . B . ve 1953. Akaidine Dair Kitabı ve b a k . Naşirin Eski Metinler, Akâid Risalesi Önsözü, I, Ebü «Kitâ.b a t - s. V I I - V I I I , İ l a nâd edilm'ekte ise de, e l i m i z d e k i k a y n a k eserlerde b u görüşün doğrulu ğunu t e y i d edecek b i r k a y d a r a s t l a m a k mümkün olamamaktadır.^^ Mâturîdî'nin andığımız birkaç büyük eserinin dışında k a l a n diğer eserlerinin tümü, maalesef günümüze k a d a r i n t i k a l edememiş ve gerek mes'ul kişilerin, gerekse i l i m adamlarının i h m a l l e r i yüzünden k a y b o l mağa mahkûm olmuştur, I I I — Mâturîdî ve Eş'arî M e z h e p l e r i n i n Özellikleri : D a h a önce, hayatı boyunca îmâm-ı A'zâm Ebû Hanîfe^nih mezhe b i n i ve onun koymuş olduğu esasları sistemleştirm^eğe, onun y o l u n d a yürümek suretiyle E h l - i Sünnet akidesine y e n i b i r yön vermeğe ve b u a k i d e y i de tüm Hanefî mezhebi mensuplarının akidesi haline g e t i r m e ğe çalışmış ve b u n u d a başarmış, en önemlisi E h l - i Sünnet akidesi üzere doğmuş ve b u akideyle dünyâyı terketmiş olan Mâturîdî'nin, bizzat k e n d i taraftarları ve Hanefî Tabakât kitapları yazarlarınca büyük b i r i h m a l e uğramasına rağmen, hayatının büyük b i r kısmını, başka b i r de y i m l e -M) yılını itizâli prensiplere inanmış o l a r a k geçirmiş ve d a h a son r a b u p r e n s i p l e r i terkederek Şafiî mezhebine göre E h l - i Sünnet a k i d e s i n i savunmağa başlamış olan Eş'arî'nin hayatından ve görüşlerinden aynı yazarların, özellikle Şafiî Tabakât kitapları müelliflerinin nasıl geniş b i r şekilde b a h s e t t i k l e r i n i zikretmiş ve bunun muhtemel sebeple r i üzerinde durmuştuk. B u n u n l a beraber, adı geçen Tabakât kitaplarının inkâr edemedik l e r i v e y a i t t i f a k etmek z o r u n d a kaldıkları b i r husus, E h l - i Sünnet mez h e b i n i n i k i r e i s i bulunduğu, b u n l a r d a n b i r i s i n i n Hanefî mezhebinden 62 Mâturîdî'nin eserlerinden t u ' l - E d i l l e , V a r . 89, K ı h ç bahseden A l i Paşa kaynaklar için b a k : en-Nesefî, K t b . N o . 506 M ; S ü l e y m a n i y e Tabsıra- K t b . Fâtih B l . V a r . 51 a , v d d ; V a r . 152 b ; S e r e z K t b . N o . 1395; P r o f . T a n c î , A b û a l - M â t u r î d î , İ l a h i y a t F a k . D e r . G . I V , S a y ı I - I I , s. 8-9; e z - Z e b i d î , C . I I , s. 5; İ b n Kutlubuğa; H«diyyetu'l-'Ârifîn, Temîmî, No, Tâcu't-Terâcim_, C . I I , s. 36-37; et-Tabakâtu's-Seniyye, 3295; e l - M â t u r î d î , s. 59; e l - B a ğ d â d î , el-Kefevî, İthafu,s-Sâde, İsmâîl el~Fevâidu'i-Behiyye, V a r . 491, S ü l e y m a n i y e ^ Kitâbu't-Tevhîd, Naşirin Önsözü, Mansûr s. Paşa, 195; et- Ktb. Ayasofya Blm. s. 6 m - 7 m ; H. A. R. G i b b ve J . H . K r a m e r s , S h o r t e r E n c y l o p e d i a o f İ s l â m , s. 362-363; D . B . M a c - d o n a l d , Mâturîdî, Ansiklopedisi, İslâm t a y v e P r o f . D r . İ. A g â h Zahra, C . I I , s. 130; E y y u b A l i , A konuda Çubuçu, el-Mezâhibu'i-îslâmiyye, anılan diğer s. History C . V I I , s. 405; P r o f ; İslâm 287 of M e z h e p l e r i Târihi, vdd.; Musîim el-Kureşi, Philosophy, D r . Neşet Çağa I, s. 185; M . E b û el-Cevâhiru'l-Muaia, C . L s. 2G1; v e bu eserler. 21 Mâturîdî, diğerinin ise Şafiî mezhebinden el-Eş'arî (Ölm. H . 3 2 4 / M . 935 H . 3 3 0 / M . 941) olduğudur. B u k o n u d a Tagköprüîü Zâde «Miftâhu'sSaâde» adlı eserinde aynen şöyle d e m e k t e d i r : «Bil k i , Kelâm i l m i n d e E h l - i S ü n n e t v e ' l - C e m a â t ' ı n i k i r e i s i vardır : B u n l a r d a n b i r i Hanefî, diğeri ise Şafiî'dir. Hanefî o l a n İmâmu'l-Hudâ, Ebû Mansûr M u h a m m e d b. M u h a m m e d b. Mahmûd el-Mâturîdî'dir. Şafiî o l a n diğeri ise, İmâmu'l-Mütekellimîn ve R e s u l l e r i n E f e n d i s i H z . M u h a m m e d ' i n Sünneti'nin müdafii, dînin ve Müslümanların a k i d e s i n i n s a v u nucusu ve muhafızı Ebû'l-Hasan el-Eş'arî el-Basrîdir.»^^ ez-Zebîdî' ise, « E h l - i S ü n n e t v e ' l - C e m a â t ' tan murad, Eş'arîlik i l e Mâturîdîlik'tir»^^ demekte ve ancak zannedildiği g i b i , Mâturîdî'nin, E h l - i Sünnet mezhebini v e p r e n s i p l e r i n i i l k defa o r t a y a attığı i l e r i sürülen el-Eş'arî'nin etbaından olmayıp gerçekte onun, Eş'arî'den önce i l k defa E h l - i Sünnet mezhebini tesis eden îmâm-ı A ' z â m Ebû Hanîfe ve ashabının kurdukları Hanefî mezhebinin b i r açıklayı cısı ve tamamlayıcısı olduğunu ve b u i t i b a r l a d a Mâturîdî'nin, Ehl-i Sünnet akîdesini y e n i şekliyle i l k sistemleştiren k i m s e olması g e r e k tiğini, el-Beyâdî'nin «Îşârâtu'l-Merâm» adlı eserindeki ifadesine d a y a n a r a k söylemektedir.^ Taftazânî'nin «Şerhu'l-^AkâidVn-Nesefiyyey> adlı eserinin haşiye sinde ise, el-Mevlâ Muslihiddîn M u s t a f a el-KesteUî, H o r a s a n , I r a k , Şam ve diğer birçok ülkede Ebû'l-Hâsan el-Eşarî'nin kurduğu E ş ' a r î 1 i ğ i n E h l - i Sünnet akîdesini t e m s i l ettiğini, b u n a m u k a b i l Mâverünn e h i r ve dolaylarında d a öğrenim s i l s i l e s i Ebû Hanîfe'ye k a d a r d a y a n a n Ebû Mansûr el-Mâturîdî'nin kurduğu M â t u r î d î l i ğ i n hâ k i m bulunduğu v e E h l - i Sünnet mezhebini t e m s i l ettiğini zikretmek te'^ ve böylece de yukarıdaki görüşü desteklemiş olmaktadır. Aralarındaki bazı cüz'î ihtilâflar b i r y a n a , E h l - i Sünnet mezhebini t e m s i l eden b u i k i büyük imâm, genel o l a r a k esasa taallûk eden k o n u 63 B k . T a ş k ö p r ü l ü Zâde, M i f t â h u ' s - S a â d e Haydarâbâd B k . ez-Zebîdî, 65 Bk. 66 B k . et-Taftazânî, zü, 22 İthâfu's-Sâde, C . II, s. ez-Zebîdi, a m i a n s. C . II, s. 21 v d d . m , vdd. 6. eser, C . 11, s. 5; el-Beyâdî, İşârâtu'l-Merâm, s. 23. Şerhu'î- A k â i d i ' n - N e s e f i y y e , İthâfu's-Sâde, 7 Misbâhu's-Siyâde, 1329. 64 Zebîdî, ve C . II, s. 6; el-Mâturîdî, s. 17, K a h i r e 1326; K e z a Kitâbu't-Tevhîd, Naşirin b k . ezÖnsö l a r d a , Özellikle mücâdele metodu ve p r e n s i p l e r i yönünden bü'birleriyle uyuşmuşlardır k i , b u da, ne i f r a t ne de t e f r i t prensibine u y g u n o l a r a k , meselelere, çeşitli zıt f i k i r l e r i n ve aşırı uçların görüşlerinin aksine, m u t e d i l ve o r t a b i r zaviyeden b a k m a k suretiyle, bunların en i y i b i r şekil de halledilebileceğine inanmış olmalarından i l e r i gelmiştir. İşte b u metod birliğinin b i r sonucu o l a r a k , gerek Mâturîdî, g e r e k se Eş'arî, genel o l a r a k muhafazakârlarla akılcılar arasında orta bir y o l u t a k i p e t t i k l e r i g i b i , özellikle Haşeviyye, Müşebbihe ve Mücessime g i b i aşırı giden fırkalarla, akılcıların mümessili o l a r a k görünen M u ' t e zile arasında ve C e b r i y y e fırkası i l e de G u i â t u ' r - R â f ı d a arasında aynı metod ve y o l u izlemişlerdir. B u i k i büyük imamın, aşırı uçtaki fırkalar arasında böyle o r t a ve m u t e d i l b i r y o l u seçmeleri, o n l a rı, b i r a z önce de söylediğimiz g i b i , metod birliğine ve dolayısıyle de mezheb birliğine götürmüştür. B u d a t a b i a t i y l e , Kelâm i l m i n i n en çok ihtilâfa sebep o l a n Allah'ın sıfatlanmn isbâtı, ezelî Kelâm'ı, g ö rühnesinin cevazı, kulların füleri, büyük günah işleyenlerin d u r u m u , P e y g a m b e r ' i n şefaati, Allah'ın arşı istivası ve benzeri k o n u l a r d a b i r leşmelerine ve f i k i r birliği etmelerine sebep olmuştur. B u r a d a hemen şunu b e h r t m e k g e r e k i r k i , bazı b i l g i n l e r , Mâturîdîliğin, Eş'arîlik ile M u ' t e z i l e arasında k a l a n b i r s i s t e m olduğunu,^' Mâtû^ rîdîüğin Eş'arîlikten çok Mu'tezile'ye d a h a yakın bulunduğunu ve b u mezhebin Eş'arî mezhebi ile ancak esasa taallûk etmeyen pek az tâlî meselelerde uyuştuğunu^^ i l e r i sürmüşlerdir k i , b u görüşlerin doğrulu ğunu k a b u l etmek mümkün değUdir. Z i r a yukarıda andığımız ve i k i mezhep s a h i b i n i n de genel o l a r a k üzerinde i t t i f a k ettiğini spyl.ediğhniz meselelerin,^'^ esasa ilişkin meseleler olmadığını söylemek gerçeğe a y k v rıdır Meselâ çeşitli fırkalar a r a s m d a en ç o k ihtilâf ve tartışma k o n u s u o l a n Allah'ın sıfatları mselesidir. Hattâ Kelâm i l m i b i l g i n l e r i dahî, 67 B u görüşü. Şeyh Ebû ile D r . Eyyûb Zahra Asâkir Tebyînu Muhammed Zâhidul-Kevserî A l i de Kezib'il-Mufteri, aynı Kevserî'nin Zahra/Târihu'i-Mezâlıibn-İslâmiyye, üeri görüşü sürmüş ve Muhammed benimsemişlerdir. M u k a d d i m e s i , s. 19; s. 212 v d d . K a h i r e Bk. ibn M . Ebu (trz.); D r . E y y û b A h , e l - ' A k î d e t u l - M a t â r î d i y y e , s. 283. 68 B u görüşü i l e r i sürenler fi-'AkâidiT-Mille hire 69 1964; E b û için b k . Dr. Mahmûd li-îbn Kuşd, D r . K â s m ' m Zahra, Kasım, Mukaddimesi, Tânhul-Mezâhîbi'î-îslâmiyye, B u m e s e l e l e r d e i k i m e z h e z i n nasıl uyuştuklarım dî, K i t â b u ' t - T e v h î d , D r . H u i e y f ' i n M u k a d d i m e s i , Menâhicul-Edille s. 18, 122, 123, K a C . I, s. 212, 213, K a h i r e . anlamak için b k . el-Mâturî- s. 10-17. 23 b u ilme « l l ' m u ' t - T e y İ ı î d v e ' s - S ı f â t » adını Termişîer ve konularını açık b i r şekilde belirtmişlerdir.^** A l l a h ' m sıfatlan k o n u s u , z a m a n l a siyâsî b i r çehreye dahî bürünmüş ve «M i h n e» dev rinde İmâm A h m e d b. H a n b e l (Ölm. H . 2 4 1 / M . 8 5 5 ) ' i n Allah'ın kelâmı o l a n Kur'ân'm mahlûk olduğu f i k r i n i k a b u l etmemesi yüzünden i m t i h a n a çekildiği ve çeşitli işkencelere mâruz bırakıldığı görülmüştür.'^ A l l a h İn sıfatairı konusuna, önemine binaen, özellikle « î 1 m - i K e 1 â m» adı bile verenler olmuştur.^^ Böyle b i r meselenin, esasa t a a l lûk etmediğini i l e r i sürmek nasıl mümkün o l u r ? B u n u n g i b i , Ehl-i Sünnet akîdesini t e m s i l eden b u i k i büyük imâmın ittifak ettikleri, rü'yet, 'arş, k u l u n k e s b i v.s. g i b i k o n u l a r d a d a aynı şeyleri söylemek mümkündür. el-Beyâdî de, «Îşârâtul-Merâm» adlı eserinde E h l l i Sünnet akîde s i n i t e m s i l edenlerin, esasta birleştiklerine ve sâdece bazı fer'î mese lelerde, b i r b i r l e r i n d e n ayrıldıklarına işaret e t t i k t e n sonra, onların a n cak, kesb, rü'yet, bütün varlıkların A l l a h ' a isnâd edilmesi,. Allah'ın zâ tının aynı v e y a gayrı olup olmadığı v.s. g i b i esasla i l g i l i k o n u l a r d a diğer fırkalardan geniş ölçüde ayrıldıklarını zikretmektedir.'^^ B u k o n u y u b i t i r m e d e n önce Mâturîdîyye ile Eş'arîyye'nin genel o l a r a k i t t i f a k e t t i k l e r i esaslarla, ihtilâfa düştükleri fer'î meselelere, b u r a d a kısaca d a olsa değinmeği, jmkarıdaki görüşleri t e y i d etmesi y ö nünden yararlı görmekteyiz. E h l - i Sünnet genel o l a r a k Allah'ın zâüyla i l g i l i sıfatların isbâtı k o n u s u n d a i t t i f a k etmişlerdir. O n l a r a g ö r e zatî sıfatlar, Allah'ın zâtıyla kâim, kadîm mânalar olup, b u n l a r ne zâtmm aynıdır, ne de g a y 70 en-Nesefî. Ömer, Bk. Ahmed Talât el-'Akâidu'n-Nesefiyye, b.Muhammed Koçyiğit'in Önsözü, b.Hanbel, s. 6, K a h i r e 1879. Kitâbu'I-iIel v e Ma'rifeti'r-Bicâl, C . I, s. 8, A n k a r a 1963; e z - Z e h e b î , s e d d î n , D u v e l u ' l - İ ş i â m , C . I, s. 102, H a y d a r â b â d 1337; İ b n u l - C e v z î , Menâkibu'l-İmâm A h m e d s. 169 v d d . , K a h i r e 1366/1947; D r . K e m a l Işık Şem Ebû,l-Ferec, b . H a n b e l , s. 315, 317, 400, K a h i r e 1349; A h m e d D u h â l - İ s I â m , C . I I I , s. 178 v d d , K a h i r e 1357-1368.- Z u h d i Mu'tezile, Doç. D r . el-Hâfız Emin, H a s a n Câınıllah, Mu'tezile'nin ^- Doğu ş u v e K e l â m î G ö r ü ş l e r i , s. 6 1 . '2 B k . eş-Şshrestânî, (tarihsiz). Abduîkerim, Kitâtau'î-Mîîel v e ' n - N i h a l , C . I, s. 32, Bağdad E k . e l - B e y â d î , İ ş â r â t u ' l - M e r â m , s. 52; e l M â t u r î d î , K i t â b u ' t ^ T e v h î d , D r . H u l e y f Mukaddimesi, 24 s. 18-19 m . rıdır. B u n a gÖre, A l l a h âlimdir, demek, O ' n u n b i r i h n i olması v e y a b i r i l i m l e h i l m e s i demektir. B u i l i m ise, kadîm b i r mâna olup, O ' n u n zâtıyla kâim ve zâtına eklenmiş b i r sıfattır. B u ise ne zâtının aymdır, ne de gayrıdır. Allah'ın kudret, irâde, h a y a t , kelâm, görme ve işitme sıfat ları d a aynen b u n u n g i b i d i r . Gerek Mâturîdiler, gerekse Eşarîler, bütün E h l - i Sünnet esasa ilişkin b u y e d i sıfat k o n u s u n d a i t t i f a k etmişlerdir.^^ B u n u n l a beraber, A l l a h ' a b e k a ve t e k v i n g i b i , başka sıfatlar isnâd et mek h u s u s u n d a ihtilâfa düşmüşlerdir. O n l a r a göre A l l a h , Bakîdir; f a k a t bekâ'nm mânâsı n e d i r ? A c a b a O, bekâ ile Bakî olup, b u d a O ' n u n zâtıyla kâim ve zâtına eklenmiş b i r sıfat mıdır? v e y a A l l a h , b e k a a i l e olmayıp K e n d i zâtıyla m r Bakîdir? Başka b i r deyimle, acaba bekâ v e y a zâtın varlıkta devamı, zâtın varlığına eklenmiş b i r mâna mıdır? Y o k sa bu, i k i n c i b i r z a m a n d a zâtın varlığının aynı mıdır? E h l - i Sünnet mezhebini m e y d a n a getiren Mâturîdiyye ile Eş'âriyye'n i n ihtilâf e t t i k l e r i k o n u l a r iste b u g i b i f e r i meselelerdir. Eş'arî'ye göre, b e k a a , Allah'ın zâtına eklenmiş o l a n b i r sıfattır. İlim ve h a y a t g i b i ' d i ğ e r mâna sıfatlan d a b u n u n g i b i d i r . Mâturîdiler ise, bekâ'mn bakî o l a n Zât'a eklenmiş b i r sıfat olmasını k a b u l etmemişlerdir.^^ Mâtûrîdî'ye göre «Tekvin» sıfatı Allah'ın zâtıyla kâim ve zâtına eklenmiş kadîm b i r sıfattır. Eş'arîler ise, b u görüşün karşısına çıkmış l a r ve t e k v i n sıfatının itibarî ve hadis b i r sıfat olduğunu i l e r i sürmüş ler ve b u n u n d a f i i l l e r i n m e y d a n a gelmesiyle m e y d a n a gelen, teceddüd eden ve hadis o l a n fiilî sıfatlardan b i r i olduğunu söylemişlerdir. Mâ tûrîdî'ye göre t e k v i n ( y a r a t m a ) sıfatı, mükevven (yaradılmış) ile a y nı değUdir. Z i r a t e k v i n , Allah'ın sıfatı olduğu halde, mükevven y a r a dılmıştır. T e k v i n s o n r a d a n o l m a değil, mükevven s o n r a d a n olmadır. Eş'arîlere göre ise, t e k v i n , mükevven'in y a n i yapılan şeyin k e n d i s i d i r . Başka bir deyimle f i i l failin değil, mef'ûlün sıfatıdır. Mâturîdî ise bu görüşü ka;bul etmemiş ve yaratmanın yaradılanm değil, Y a r a d a n ' m sı fatı olduğunu söylemiştir.^^ Mâtûrîdî'ye göre, t e k v i n , müm-kün varlık l a r a taallûk eden ve onların y o k t a n v a r olmasını sağlayan bir sıfat tır. K u d r e t sıfatı, mümkün varlıklara, mümkün olmaları i t i b a r i y l e taallûk etmekte ise de, onların y o k t a n v a r olmalarında müessir değilV4 B k . el-Mâturîdî, Kicâbu't-TeThîd, 75 B k . e l - M â t u r î d î , a n ı l a n e s e r , s. 19, 20 m . V6 B k . Prof. D r . Neşet Dr.'Huleyf Çağatay-Prof. Mukaddimesi, D r . î. A g â k Çubukçu, s. 13 m . İslâm Mezlıetîleo T â r i h i , C . I, s. 185. 25 dir. Çünkü b u , t e k v i n sıfatının görevidir. Eş'arîlere göre ise, müm kün varlıkların y o k t a n v a r olmalarım sağlayan ve bunda b i r i n c i dere cede müessir o l a n sıfat kudret sıfatı olup, t e k v i n sıfatı değildir. I^te bu anlayış. farkından dolayı t e k v i n sıfatı, Mâturîdîlere göre kadîm, Eş'arîlere göre hadis olmuştur." Görüldüğü g i b i t e k v i n sıfatı, dolayısıyla fiilî sıfatlar konusunda k i b u ihtilâfîarm tümü, esasla i l g i l i olmayıp, fer'î meselelerle i l g i l i b i r takım ihtilâflardan i b a r e t t i r k i , bunların hiçbiri E h l - i Sünnet inancı nı zedeliyecek b i r nitelikte değildir. E h l - i Sünnet, kelâm sıfatının Allah'ın zâtıyla kâim kadîm b i r sı fat olduğu, ancak nefsî kelâm'm kadîm ve b u n e f s i kelâma delâlet eden h a r f ve seslerin hadis olduğu hususımda i t t i f a k etmişlerdir. B u n d a n sonra, bu nefsî kelâm'm duyulup duyulm-ayacağı konusunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Eş'arî'ye göre, kelâm-ı nefsî'nin duyulması caizdir. ^Eş'arîier b u görüşlerini b i r takım aklî ve naklî delillerle i s b a t l a m a y a çalışmışlardır. Aklî delil olarak, Allah'ın görülmesinin caiz olması konusunda dayandıklstrı delili i l e r i sürmüşler ve Allah'ın varlığı, g ö rülmesinin caiz olm.asımn b i r sebebi olduğuna göre, kelâm-ı nefsî'nin varlığı da duyulmasının imkânının b i r i l l e t i , sebebidir, demişlerdir.'^^ Naklî delil olarak da «Allah M u s a i l e konuştu.y>P «Mûsâ tâyin ettiği m i z müddet için g e l i p R a b b i o n u n l a konuşunca^ Mûsâ : ' R a b b i m ! B a n a k e n d i n i göster^ S a n a bakayım/ dedi.»,^^ ^ E y M u h a m m e d ! Müşrikler^ d e n b i r i s a n a sığınırsa^ onu^ A l l a h ' m kelâmım d u y u n c a y a ( d i n l e y i n c e ^ y e ) k a d a r k a b u l et.»^^ âyetlerini göstermişlerdir. M.alv\nûi ve taraîlarVan, "bu ayeüerm "Hz. Musa'nın, A i l a h ' m ezeli kelâmını duyduğuna b i r delil olamıyacağını i l e r i sürmüşler ve ancak onun Allah'ın ezelî kelâmına delâlet eden b i r şeyi duymuş olabileceğini söylemişlerdir.^2 B u n u n için de «Allahhn kelâmım d u y u n c a y a kadar» 77 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 20 m . v d d ; İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-î Kelâm, C . I I , s. 121, v d d . İstanbul 1340-1343. 78 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, N a ş i r i n durrahîm b. A h , Kitâbu Nazmi'l-Ferâid Mukaddimesi, ve 79 N i s a Sûresi, â y e t : 164. 80 A'râf 81 T e v b e Sûresi, â y e t 6. 82 B k . Ömer en-Nesefi, el-'Akâidiî'n-Nesefiyye, Sûresi, â y e t : Ab1317. 143. ve CemuT-Fevâid, s. 16. 26 s. 21; Şeyhzâde, Cem'i'I-Fevâid, s. 16, K a h i r e s. 85; Ş e y h z â d e , NazmuT-Ferâid âyetim, Allah'ın kelâmına delâlet eden b i r §eyi d u y u n c a y a k a d a r , şek linde t e f s i r etmişlerdir. Allah'ın k e y f i y e t i olmadan, görülmesinin mümkün olduğu h u s u s u n d a i t t i f a k etmişler, f a k a t b u n u n akılla mı, v e y a naklî delil i l e m i bUineceği k o n u s u n d a ihtilâfa düşmüşlerdir. Şu k a d a r v a r kı, Allah'ın görüleceğini b i l d i r e n âyetler hakkında aralarında t a m b i r i t t i f a k a v a r mışlar ve M u ' t e z i l e ' n i n Allah'ın görülemiyeceğine dair ileri sürdüğü âyetleri te'vîl ve t e f s i r etmek s u r e t i y l e k e n d i görüşlerinin doğruluğu nu i s b a t l a m a y a çalışmışlardır.^^ M u ' t e z i l e ' y e göre, Allah'ın ahirette gözle görülmesi imkânsızdır. Çünkü o n l a r a göre A l l a h , cisimlere benzemez. Gözle görünen şeyler c i s i m l e r d i r . Allah'ın gözle görüleceğini söylemek, O ' n u n c i s i m l e r g i b i , g ö rülebilecek b i r varlık olduğunu k a b u l etmek d e m e k t i r . B u ise, A l l a h hakkında m u h a l d i r . M u ' t e z i l e , b u düşüncelerine mesned o l a r a k , Allah'ın görüleceğine d a i r E h l - i Sünnet'in dayandığı naklî delillere dayanmış ve onları k e n d i görüşlerine u y g u n o l a r a k t e ' v i i etmişlerdir.. M u ' t e z i l e ' y e göre «O'nM gözler i d r a k e d e m e z , h a l b u k i O gözleri i d r a k eder»^', «Al lah U r insanla ancak vahy suretiyle veya perde arkastndam konuşuT âyetleri ve özellikle H z . Mûsâ ile ügili âyete cevap o l a r a k m e n x L e n terânî - B e n i aslâ göremezdin,.;" âyeti Allah'ın etaediyyen görüle miyeceğine delâlet eden k e s i n nasslardır. E h l - i Sünnet ise, M u ' t e z i l e ' n i n b u görüşünü reddetmiş ve a k s i n e , b u âyetlerin Allah'ın görüleceğinin b i r d e l i l i olduğunu i l e r i sürmüştür. Z i r a o n l a r a gpre^ «0'WM gözler i d r a k e d e m e z , âyeti, görmeyi değil, i d r a k i n e f y e t m e k t e d i r . Çünkü b u n d a b i r i h a t a mânası vardır. A l l a h ise, her türlü i h a t a ve sınırlamalardan' münezzehdir.^^ 83 Tafsilât için b k . el-Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v h î d , y a z m a , V a r . 37 a, v d d . ; D r . H u leyf neşri s 23 m 'an-Usûli'd-Diyâne, alâ-Ehli'z-Zeyğ ve 77-85; el-Eş'arî, E b û ' l - H a s a n A l î b. İsmail, Kltâtau'l-Ibâne s. 9-10, K a h i r e veT-Bida', (trz.); s. 34, B e y r u t el-Eş'arî, 1953; Ö m e r Kitâbu'l-Luma' en-Nesefî, fi'r-Reddi er'Akâidu'n- N e s e f i y y e , s. 96-97. 84 E n ' â m Sûresi, â y e t : 103. 85 Ş û r a Sûresi, â y e t : 5 1 . 86 A'râf 87 Bk. Fahreddin Sûresi, â y e t : 143. Haydarâbâd Muhammed b.Omer er-Râzi, el-Erbaîn f i Usûli'd-Dîn, s. 213, 1353; el Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 77. Hz. Musa'nın «Rabbim! B a n a k e n d i n i göster, S a n a hakaytm»'^ sö züne karşılık, Allah'ın <^Be?ıi aslâ göremezsin^ demesi, O'nun sâdece b u dünyâda görülemiyece|i anlamını taşn/ıp, ahirette görüleceği h a k i k a t i n i nefyetmez. Z i r a H z . Mûsâ g i b i b i r peygamberin, rü'yet'in m u h a l o l duğunu bildiği halde, onu A l l a h ' d a n istemesi imkânsızdır.^^ Bundan başka «Yüzler vardır, o gün t a p t a z e d i r ; R a b h l e r i n i görecektir»^^ âyeti de Allah'ın gözle görüleceğine k e s i n b i r delildir. Dolayısıyle «O'nu göz l e r i d r a k edemez» ve «Beni aslâ gorer/ıezsin» âyetlerinin hükmü, sâde ce b u dünyâ içindir. A k s i takdirde Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleri arasın d a tenakuzun bulunması g e r e k i r k i , b u imkânsızdır. B i n a e n a l e y h A l l a h , b u dünyâda değil, f a k a t ahirette m u t l a k a görülecektir.^^ Görüldüğü g i b i E h l - i Sünnet, gerek Mâturîdiler, gerekse Eş'arîler olsun, Allah'ın görülmesini ispatlamak için b u âyetlerin t e f s i r i k o n u sunda ihtilâfa düşmemişlerdir. F a k a t aralarında ihtilâf e t t i k l e r i n o k ta, b u rü'yetin aklen caiz olup olm.adığı k e y f i y e t i d i r . Mâturîdî, rü'yetin naklî delillerle sabit ve vâcib o l m a k l a , b u konuda h e r h a n g i b i r tefsire v e y a aklî delile i s t i n a d etmenin doğru olm_ayacağını, z i r a aklî delüin bu k o n u y u isbat etmeye y e t e r l i bulunmadığım söylerken, Eş'arî A l l a h ' m görülmesinin mümkün olduğunu aklî delillerle de ispat edilebi leceğini i l e r i sürmüştür. Eş'arî'nin b u k o n u y l a i l g i l i meşhur b i r aklî d e l i l i vardır k i , k e lâmcılar buna « v a r l ı k delili» adım vermişlerdir. B u d e l i l i şu şekilde özetlemek m ü m k ü n d ü r : «Allah'ın gözle görülmesinin mümkün olması, O'nun varlığmdan doğan b i r h a k i k a t t i r . Yüce A l l a h v a r oldu ğuna göre, görülmesi de elbette mümkündür. Gözle görülen varlıklar, 88 A'râf S ü r e s i , â y e t : 143. 89 B k . e l - M â t u r i d î . K i t â b u ' t - T e v h i d , s. 23 m\, 77-85; e s - S â b u n ı , N u r e d d i n Ahmed b. M a h m û d , K i t â b u l - B i d â y s m m e ' I - K l î â y e f r r H i d â y e f i Usüli^d-Dm, D r . F e t h u l l a h H u l e y f n e ş r i , s. 74, M ı s ı r 1969; er^RâzI, e l - E r b a î n , s. 200-201. K ı y a m e t Sûresi, â y e t : 9i 22-23. B u k o n u l a r i ç i n b a k ı n ı z : e ş - E e h r e s t â n î , el~MüeI v e ' n - N i h a l , C . I, s. 45, re 1 3 8 1 / 1 9 6 1 v e M a t b a ^ a t u ' l - E z h e r b a s k ı s ı ; e l Eş a r i , e l - L u m a ' , s. 1955; Zuhdi Haz, ra Albert Nasri Nâder, Felsefetu'rMu'tezile, H a s a n C â r u l l a h , e l - M ^ ' t e z i I e , s. 79-S3; 61-68, s. 112 v d d , İ s k e n d e r i y e el-Gazzâli, el-îktlsâd Kahi Mıa^r 1950- fıl-ltikâd. P r o f . D r . 1. A g â h j : ; u b u k ç u v e D o ç . D r . H ü s - y i n A t a y , s. 60 v d d . A n k a 1062 v e a y n ı e s e r i n D r . K e m a l ız:lz ts<rrJ\adan lurkce te-T. « l o k â . i d a Orta Y o l » , s. 45 v d . A n k a r a 1971; D r . K o m a l İşık, Mu^tezl^e^^na D o ğ u ş u v e ' KeJâınI G ö r ü ş l e r i , s. 73~75. 28 ancak f i i l e n v a r olduklarından dolayı görülebilirler. B u n u n d e l i l i , b i z i m cevher ve araz g i b i , h a k i k a t l e r i değişen çeşitli şeyleri görmemizin mümkün olmasıdır. B u r a d a , görmeyi sağlayanın, değişkenlik olması i m kânsızdır. Z i r a b u t a k d i r d e , b u hükmün i k i ayrı sebebinin bulunması g e r e k i r k i , aklın b u n u k a b u l etmesi düşünülemez. O halde, gördüğü müz çeşitli hakikâtler arasında müşterek b i r v a s f m bulunması z o r u n l u d u r k i , aslında görmemizi sağlayan da işte budur. Yapılan araştır m a ve tecrübelerden anlaşıldığına göre, cevher ve a r a z l a r d a olduğu g i b i , çeşitli varlıklar arasında ancak vücûd ve hudûs yönünden b i r müş t e r e k l i k vardır. B u n u n l a beraber sâdece hudûs'ün, görm.enin gerçek b i r i l l e t i , sebebi olması mümkün değildir. Çünkü hudûs, y o k l u k t a n s o n r a meydana gelen b i r varlıktır. B u y o k l u k ise, onda h e r h a n g i b i r t e s i r ic ra etmemiştir. Buna göre geriye sâdece vücûd, varlık kalmaktadır. V ü cûd ise, görülenle görülmeyen varlıklar arasında m^üşterektir. B i naenaleyh Allah'ın varlığı, O'nun görülmesinin gerçek b i r sebebidir. Se bep, illet v a r olduğuna göre, hüküm de v a r d e m e k t i r k i , b u d a , A l l a h ' m görülmesinin caiz ve mıümkün olmasıdır.» Fahreddîn Râzî'nin dışında kalan bütün Eş'arîler, b u delili k a b u l etmişler ve A l l a h ' ı n görüleleceğini bununla ispatlamağa çalışmışlardır. Râsî ise, Mâturîdî'nin b u k o n u d a k i görüsünü benimsemiş ve Allah'ın görülmep.inin naklî delillerle sabit olmasına rağmen, b u n u n aklî delil lerle ispat edilerniyeceğini i l e r i sürm/dştür.^^ Fahreddîn Râzî, b u k o n u d a Eş'arî ve taraftarlarından ayrılıp, Mâturîdî'nin görüsünü benimsediği g i b i , Mâturîdî'nin taraftarları d a imamlarının görüşlerini k a b u l etme mişler ve E § ' a r î ve taraftarlarının adî geçen d e l i l i n i kullanm^ak s u r e t i y l e , Allah'ın gözle görülmesinin aklî delillerle de- isbat edilebilece ğini i l e r i sürmüşlerdir.^^ Görüldüğü g i b i , E h l - i Sünnet mezhebini m.eydana getiren b u i k i •S2 B k . el~Eş'ari, el-Luma', llmi'I-Kelâm, Alıred s. 32; Guiliaume eş-Şehrestânî, Kitâbu n e ş r i , s. 357, L o n d o n s. 191; e i - M â t u r î d î , " K i t â b u ' t - T e v h î d , Dr. Huleyf NihâystiTIkdâm fî 1934; e r - R â z î , el-Erbain, neşri, M u k a d d i m e , s. 24, 25, 39-40. &3 94 B k . e r - R â z î , e i - E r b a î n , s. 198. örnek mesi İ ç i n b a k ı n ı z : e n - N e s e f i , Ebıı'l-MuL-ı, T a b s ı r a t u ' i - E d i l l e , «Allah'm görül ( r ü ' y e t ) ' n i n a k l i d e h l î e r l e i s p a t ı » b a h s i , S ü l e y m â n î y e - F â t i h K t b . N o ; 2907, L â l s l i , 2162, K ı h ç A l i P a ş a , 506 m v e 517, S e r e z 139^; e n - N e s e f î , Ö m e r , du'm-Nösefiyye, Muhammed, el-'Âkâî- s. 94; e s - S â b u n i , K i t â b u ' I - B i d â y e , s. 77 v d d . ; e l - P e z d e v î , A l î b . Usûî, KeşfuT-Esrâr, kenarında, C . I , s. 59, i s t a n b u l 1308-1310/ 1890-18SS. 29 büyük o k u l arasındaki ihtilâf esasa ilişkin olmayıp, sâdece teferruat la, başka b i r deyimle y a n meselelerle i l g i l i ihtilâflardır.^^ Y i n e görül düğü g i b i , b u tür ihtilâflar sâdece i k i mezhep arasında kalmayıp, k e n di aralarında dahî v u k u bulmuştur. B u d a , sözü geçen ihtilâflarm ciddî ve k e s i n olmadıklarını bize göstermektedir. B i n a e n a l e y h , b u g i b i fer'î ihtilâfları b i r senet k a b u l ederek, Mâturîdliğin Eş'arîlikten çok M u ' t e zile'ye d a h a yakın olduğunu i l e r i sürmek, gerçekle u z a k t a n v e y a y a kından i l g i s i b u l u n m a y a n b i r i d d i a d a n başka birşey değUdir. -a» B u r a d a hemen şunu belirtmek g e r e k i r k i , Eş'arîlerle Mâturîdiler arasmda.ki b u tür ihtilâfların kırka k a d a r vadığmı söyleyen bazı b i l ginle vardır,9^ B i n a e n a l e y h , b u k o n u y u b i t i r m e d e n önce, bunların en önemlilerini özet olarak b u r a d a z i k r e t m e k , her i k i o k u l u n aralarında ihtilâfa düştükleri konuların m a h i y e t i n i ıbeiirtmesi bakımından yararlı olacaktır : ' : 1 — Cüz'î irâde : Eş'arîlere göre, cüz'ı irâdeyi y a r a t a n Allah'dır. Mâturîdiler ise, cüz'î irâdeyi Allahı'n yaratmadığmı söylerler. 2 — K e s b : Eş'arîlere göre kesb, k u l u n gücünün makdûra i k t i r a nıdır. Mâturîdîlere göre ise kesb, k u l u n b i r şeye a z m ve niyet etmesiyle o şeyin hâsıl olmasıdır. 3 — Huşun v e k u b u h : Eş'arîlere' göre huşun ve k u b u h , başka bir deyimle b i r şeyin i y i v e y a kötü olduğunun akıl ile b i l i n m e s i müm kün değildir. Bunları ancak Allah'ın e m i r l e r i ve n e h i y l e r i üe b i l m e m i z mümkündür. Eğer A l l a h b i r şeyin yapılmasını e m r e t t i ise, o şey i y i dir. Yapılmasmı nehyetti ise, o şey kötüdür. Mâturîdîlere göre ise, h u şun ve k u b u h ' u n akıl ile b i l i n m e s i mümkündür. E m i r ve nehiy, b i r şeyin i y i v e y a kötü olduğunu b i l d i r i r , î y i olan şey A l l a h tarafından emredilmiş, kötü olan şey de yasaklanmıştır. 4 — A U a h h b i l m e : Eş'arîlere göre Allah'ı bilmek şer'an vâcibdir. Mâturîdiler ise, Allah'ı tanımanın a k l e n vâcib olduğunu i l e r i sür müşlerdir. 95 B u fer'î ihtilâflar k o n u s u beyne'î-Eş'ariyye sım Alî Hasan 30 ve'l-Mâturîdiyye, b. e l - H a s a n . s. 53-56; Şeyh Zâde, A b d u r r a h i m er-Ravdatu'I-Behiyye H a y d a r â b â d ^ 1322; Tebjânu K e z i b i l - el-Eş'arî, Z â h i d u ' l - K e v s e r î İşârâtu'l'Merâm, 9S için b a k m ı z : Ebû A z b a , Mufterî Mukaddimesi, Şeyh Zâde, İbn Asâkir, Ebû'l-Kâ- f î m â N u s i b e llâ'1-tmâm s. 19, D ı m a ş k Nazmul-Ferâid ve fimâ Ebîl- 1347; el-Beyâdî, Cem'ul-Fevâid. b . A l i , N a z m u ' l - F e r â i d ve Cem'u'l-Fevâid, Mısır 1317, 5 _ T e k v i n : Eş'arîlere göre t e k v i n , hakikî b i r s i f a t olmayıp, i t i barî b i r sıfattır. Mâturîdîîer ise bunun, k u d r e t ve irâde g i b i hakikî bir sıfat olduğunu söylerler. . . 6 _ Nübüvvet : Eş'arîlere göre nübüvvet için erkek olmak şart değildir. K a d m d a nebî olabüir. B u n a göre, M e r y e m , Âsiye, Sâre, H a v va, Hâeer ve H s . Mûsâ'nm annesi de nebidirler. Mâturîdîîer ise, b u g ö rüşü k a b u l e t m i y o r l a r . O n l a r a göre nübüvvetin şartlarından b i r i s i de erkek olmaktır. Kadınların nebî olması caiz değildir. 7 — Kur'ân : Eş'arîlere göre K u r ' a n ' m bazısı, bazısından büyük tür. Mâturîdîîer ise bunu k a b u l etmezler ve K u r ' a n ' m bazısının, bazı sından büyük olamıyacağını söylerler. 8 _ Teklîf-i Mâ Lâyutâk : Allah'ın, insanın gücünün dışında k a lan b i r şeyin yapılmasını emretmesi ve kullarını bununla mükellef kıl ması Eş'arîlere göre caizdir. Mâturîdîlere göre ise, böyle b i r t e k l i f caiz değildir. 9 _ S e b e b v e H i k m e t : Eş'arîlere göre Allah'ın f i i l l e r i b i r h i k m e t ile m u a l l e l olmıadığı g i b i , b i r sebebe de bağlı değildir. Çünkü A l l a h , s a p tıklarından sorumlu değildir. S o r u m l u olan ancak kullardır. Mâturîdîîer ise, A l a h ' m f i i l l e r i n i n b i r h i k m e t ile mâilel olduğunu ve bunların b i r se bebe dayandığını i e r i sürerler. Z i r a onlara göre A l l a h , abesten münezzehdir. O'nun f i i l l e r i h i k m e t i icâbı meydana gelir. Çünkü A l l a h , her şe y i b i l e n ve hakîm olandır. 10 — KeUm-% N e f s i : Eş'arîlere göre, kelâm.-ı nefsî'nin işitilmesi caizdir. Mâturîdîîer ise bunu k a b u l etmezler ve kelâm-ı nefsî'nin d u y u lamıyacağmı söylerler. 11 E z e l d e ma'dûm'a hitâb : Eş'arîlere göre, ma'dûma hitâb-ı İlâhînin taallûk etmesi caizdir. B u n a göre A l l a h , ezelde Mükellim'dir Mâturîdîîer ise bunu k a b u l etmezler ve ma'dûma ezelde İlâhî hitabın taallûk etmediğini ve dolayisiyle Allah'ın ezelde Mükellim olmadığım ileri sürerler. 12 İbâdetin y e r i n e g e t i r i l m e s i : Eş'arîlere göre Müslüman ol m a y a n l a r d a ibâdet etmekle mükellef olup, b u n u ifâ etmeyenler ayrıca ceza göreceklerdir. Mâturîdîîer ise, Müslüman olmayanların ibâdetle mü kellef bulunmadıkları ve bunu t e r k e t t i k l e r i için de ayrıca ceza görmiyeçekleri görüşündedirler. 13 İrtidâd : Eş'arîlere göre mürted, y a n i dîninden dönen, y e n i - 31 den ted imân ederse, âmelleri de avdet etmiş olur. Mâturîdîlere göre, mür yeniden imâna dönse de âmelleri avdet etmez. — T e v b e - i ye's : Y e ' s halinde yapılan tevbe, Eş'arîlere göre m a k b u l değildir. Mâturîdîîer ise, bunun m a k b u l olduğu inancındadır lar.'^' E h M Sünnet mezhebini teşkil eden Eş'arîlik ile Mâturîdîlik arasın d a k i bağlıca ihtilâflar işte bunlardır. B u n l a r d a h a önce de söylediğimiz g i b i esasla değil, t e f e r r u a t l a , y a n meselelere ilişkin ihtüâflardır. E s a s olan da, E h l ~ i Sünnet'in fer'î meselelerde ihtilâf etmeleri değil, prensip ve esaslarda birleşm.eleridir. IV — Mâturîdî ve Sapık Fırkalar : Mâturîdî, eserlerinde, sapık cereyanların çeşith f i k i l l e r i n i zikretmiş ve özellikle yaratıcıyı nûr ile zulmet olmak üzere i k i esas olarak telâkki eden ve bu i k i s i n i n de aynı derecede ebedî olduğunu ileri süren Seneviyye^' ile müşrikler hakkında n a z i l olan «Hayat^ a n c a k b u dünyâdaki h a y a Umîzdır. Ya§ar v e ölürüz; b i z i a n c a k z a m a n ( e d - D e h r ) h e l a k e d e r , der^ ler>y"'' âyetine atfen, Allah'ın varüğînı ve dünyânın- A l l a h tarafından ve O'nun lîıtf ve keremiyle yaratıldığını inkâr etmekle k a l m a y a r a k , ayrı ca dinî hükümlerin tamamını reddeden ve zarnan ile maddenin ebedîli ğini i l e r i sürerek, dünyadaki olayların ancak t a b i a t kanunlarına u y m a k suretiyle meydana geldiğini söyleyen Dehriye'nin^o" görüşlerini büyük bir t i t i z l i k l e incelemiş ve özellikle KıtdJjv/'tTevhîd adlı ünlü eserinde sı rası geldikçe, b u n l a r a gereken cevapları vermiştir. B u r a d a hemen su gerçeği belirtmemiz g e r e k i r k i , Kitâbu't-Tevhîd, adı geçen ve benzeri sapık düşünce ve cereyanları içine alan ve bunla97 B k . M . E b û Z a h r a , e l - M e z â h i b u ' l - î s l â m i y y e , s. 292-309; e l - B e y â d i , râm, s. 35-56; Ş e y h Zâde, N a z m u T F e r â i d ve Kavdatal-Behiyye; İbn Kezibi'l-Mufteri; Asâkir, Tebyînu Cem'u'l-Fevâid; M u k a d d i m e s i , s. 19; İ z m i r l i İ s m a i l H a k k ı , Y e n i Ebû İşârâtuT-MeAzba, er- Zâhidu'i-Kevserî I h n - i K e l â m , C . I, s. 113-115; P r o f . D r . N e ş e t Ç a ğ a t a y v e P r o f . D r . İ. A g â h Ç u b u k ç u , İ s l â m M e z h e p l e r i Tâ r i h i , C . I, s. 187-189; D r . H a m û d e S3 T a f s i l â t i ç i n b k . R . S t r o t h m a n n , S e n e v i y y e , İ s l â m A n s i k l o p e d i s i , C . X , s. 495¬ 498, S9 1^0 İstanbul Câsiye 1965. Sûresi, â y e t : 24. T a f s i l â t i ç i n b k . î. G o l d z i h e r , D o h r n j e , İ s t a n b u l 1963; H . A . G i b b 67 - 68. 32 G u r â b e , e l - E ş ' a r î , s. 187-196,' K a h i r e . î s l â m A n s i k l o p e d i s i , C . l î l , s. 5 1 2 - 5 1 3 , - J . Kramers, Shorter Encyclopaedia of islam, s. Tin gereği g i b i çürütülmesine çalışan en değerli ve en eski b i r eser v e y a v e s i k a m a h i y e t i n i taşımaktadır. Meselâ- b u eser, b u tür konuları içine alan el-Kâdî Abdu'l-Cebbâr (Ölm. H . 4 1 5 / M . 1 0 2 4 ) ' m Kitâbu'l-Biuğnr^ sinden ve eş-Şehrestânî (Ölm. H . 5 4 8 / M . 1153)'nin ehMüel v e ' n - N i h a V ^ inden e s k i olduğu g i b i , H . 379/AI. 987 yüında ölen Îbnu'n-Nedim'in e l - F i h r i s r i n d e n de eskidir.^^'^ B u demektir k i , b u g i b i k o n u l a n böylesi ne geniş b i r şekilde ele a l a n i l k ciddî eser Kitâbu't-TevMd'dir, Bütün b u n l a r a rağmen Mâturîdî'nin b u g i b i fırkaların görüşlerini çürütmede ne derece e t k i h v e y a b u k o n u d a k i yardımının h a n g i ölçüde olduğunun t a m olarak t a h k i k ve tesbit edilmesi güçtür. Z i r a daha önce, eserleri nin ekserisi k a y b o l a n , özellikle i l k şeyhlerinin eserlerinin izine r a s t l a n m a y a n M u ' t e z i l e ' n i n de b u k o n u l a r d a önemli b i r r o l oynadıklarını ve meşhur münazaralarında b u g i b i İslâm dışı sapık fırkalara karşı d a ge reken önemi v e r d i k l e r i n i görüyoruz^^*'- B u n a b i r örnek olarak meselâ, Mâturîdî'den s o n r a gelen ve Mu'tezilî olan el-Kâdî Abdulcebbâr'm K i tâbu'l-Muğnî fî EbvâbVUTevMd v e ' h A d I adlı meşhur eserinin/^^ İslâm dışında k a l a n fırkalara ayrılan ve M u ' t e z i l e ' n i n genel olarak bunlar h a k kındaki görüşlerini içine alan bölümü incelendiği zaman, b u eser ile Mâ turîdî'nin Kitâbu't-Tevhîd'i arasında büyük b i r benzerliğin bulunduğu görülecektir. Meselâ el-Kâdî Abdulcebbâr, «el^Muğnude M a n i h e i s t l e r ' d e n bahseder k e n açık b i r şekilde, H , 2 4 7 / M . 861 yıhnda ölen Ebû îsâ e l - V a r r a k ' a ve onun Seneviyye fırkası hakkında yazdığı şeylere dayanmakta-"* ve Mâ turîdî de b u k o n u d a aynı şeyi yapmaktadır. B u d a gösteriyor k i , gerek e l - V a r r a k , gerekse Mâturîdî b u fırkalar hakkındaki bilgilerini aynı k a y n a k t a n almışlardır. B u n u n en b e l i r g i n d e l i l i , Mâturîdî'nin, el-Verrak'ı Kitâbu't-Tevhîd'inde birçok yerde zikretmiş ve onun b u fırkalar hakkın d a k i görüşlerine y e r vermiş olmasıdır.^^^ B u n u n g i b i , gerek el-Kâdî Abdulcebbâr, gerekse Mâturîdî, Sene v i y y e ve onu meydana getiren fırkaların görüşlerinden bahsederler imi B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhid, D r . H u l e y f 102 B k . İbnu'DMurtazâ, Kitâbu'l-Munye 103 B u eser. D r . Tâ-ha H u s e y n sesetu'l-Mısrıyye el-Âmme ve M u k . s. 47. v e ' l - E m e i , s, 25-27. D r . İbrahim h't-Te'lf veî'l-Enbâ' Mezkûr yönetiminde ve'n-Neşr» «el-Mues- tarafmdan neşre dilmektedir. 1^4 B k . , el-Kâdî, Abdulcebbâr Kitâbul-Muğnî, C . V . s. 10-11. 105 B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 186, 187, 191; D r . - H u l e y f , M u k . s. 47-48. 33 ken, aralarında büyük b i r ittifakın ve görüş birliğinin varlığını müşâhade etmekteyiz. Meselâ el-Kâdî Abdulcebbâr'm KitâbvJl-MuğnVde M a nihelistelere tahsis ettiği b i r bölümde özet o l a r a k söyle dediğini gör mekteyiz : «Onlara göre N û r ve Z u 1 m e t ' i n her b i r i beş kı sımdan meydana gelmektedir. B u n l a r da, s i y a h , b e y a z , kır m ı z ı , s'^a r 1 ve y e ş i T d i r . B u n J a r d a n Nûr âleminde beyaz olan h a y r a , ' Zulmet âleminde s i y a h olan şerre delâlet etmektedir. Bunlar için ayrıca beş d u y g u vardır. B u n l a r d a n N u r c u n bünyesinde olanlar hayır, Z u l m e t t e olanlar serdir...»^^^ Aynı k o n u y l a i l g i l i o l a r a k Mâturîdî de onların şöyle d e d i k l e r i n i z i k r e d i y o r : «Nûr ve Z u l m e t ' i n her b i r i n i n kırmızı, beyaz, sarı, s i y a h ve yeşil olmak üzere ayrı ayrı beş türü vardır. B u türlerden Nûr'un cevherinden olanlar hayır, Z u l m e t ' i n cevherinden olanlar ise şer'dir. Ayrıca Nûr ve Z u l m e t ' i n h e r b i r i için de beş d u y g u vardır... B u n l a r d a n Nûr'un cevherinin i d r a k i n i sağlayan hayır, Z u l m e t ' i n cevherini i d r a k eden ise şer'dir...»^^^ Diğer t a r a f t a n el-Kâdî Abdulcebbâr ile Mâturîdî arasındaki i t t i f a k , sâdece Ebû Isâ e l - V a r r a k ' a dayanmağa ve b u g i b i îslâmî o l m a y a n fır k a l a r hakkındaki görüş ve r i v a y e t l e r i n i n açıklanm.asma i n h i s a r etmekle kalmamış, bunun ötesinde o r J a r m iddialarının reddi ve görüşlerinin fe™ sadı hususunda d a i t t i f a k etmişlerdir.^«^ H e r i k i eserde de b u n u n birçok örneklerini görmemiz mümkündür. el-Kâdî Abdulcebbâr'dan d a h a önce gelmesine rağmen, Mâturîdî'nin, Seneviyye ve benzeri fırkaların fikir l e r i n i tartışma konusu y a p a n ve bunları reddeden i l k insan olarak k a b u l edilmesi konusunda doğru b i r f i k r e varm.ak hernekadar güç g i b i görünüyorsa d a , aslında, o asırda İslâm âleminde yaygın olan"^^^ ve özel l i k l e Müslümanların yakından ilgilenmeleri ve tartışma konusu yap maları sonucu Kelâm i l m i n i n de gelişm.esine y o l açan'^^ b u tür d i n ve los Bk. KitâbuTMuğnî, 107 B k . el-Mâturîdî, 108 Karşılaştırmak 43-44; 109 C . V , s. 11. Kitâbu't-Tevhîd, için ei-Mâturidi, bakınız: s. 157. el-Kâdi Kitâbu't-Tevhîd, s. Abdulcebbâr, 158; Kitâbu'l-Muğnî, D r . Huleyf, B k . Î b n u ' n - N e d i m , e l - F i h r i s t , s. 472, 473; A b d u r r a h m a n Mukaddimesi, Bedevi, f î T - î s l â m , s. 23 v d d . . K a h i r e 1945. 110 34 B k . B e d e v i , a n ı l a n e s e r , s. 23; H a y y â t , K i t â b u l - İ n t i s â r , s. 54-60. C.V, s. s. 49. Târihu'l-İlhâd mezheplerin görüşlerine geniş b i r y e r veren elimıizdeki en e s k i metnin, Kitâbu't-Tevhîd olduğunda şüphe y o k t u r . Sonuç olarak şunu söyiiyebiliriz : İslâm âlemine b u g i b i f i k i r ve c e r e y a n l a r m sızması ve Müslümanların, f e t h e t t i k l e r i ülkelerde b u çeşit düşünce ve mezheplerle karşılaşması, onların tevhîd dîni o l a n îslâmiyeti ve Yaratıcı'nm birliğini, eşi ve benzeri bulunmadığını hararetle s a v u n malarından ve b u hususlarda h a k h olarak aslâ b i r tâvize yanaşmama larından i l e r i gelmiştir. 35 İ K İ N C İ B Ö L Ü M Î M  N I — îmânla İlgili Gene! Hüküîmler i Mâturîdî'nin îmân hakkındaki görüşlerine geçmeden önce b u d e y i m i n gerek lügât, gerekse ıstılah yönünden n e y i ifade ettiğinin açık lanmasını g e r e k l i bulmaktayız. a —• İmânm Tarifi v e Dereceleri : îmânın, kökü i t i b a r i y l e esas mânası, k a l b i n h u z u r a ve sükûna k a vuşması, h e r h a n g i b i r k o r k u karşısında k e n d i s i n i emniyette hissetme s i d i r . Ayrıca, k o r k u s u z kılmak anlamına geldiği g i b i , doğrulamak, b i r şeyin doğruluğunu söylemek ve k a b u l etmek v e y a b i r şeye y a d a b i r i sine inanıp güvenmek anlamına d a gelir.^^^ İmâmn Türkçe anlamı olan i n a n m a k kelimesinde de aynı mânaları sezmek mümkündür. İnsanın b i r şeye i n a n m a k kelimesinde de aynı mânaları sezmek mümkündür. İnsa nın b i r şeye inanması, genel o l a r a k i k i şekilde o l u r : 1 — Z i h n i n b i r şeye bağlanması, b i r hüküm v e r m e s i için h e r h a n g i b i r tenkide, t a h l i l e v e y a delile dayanmaksızın o şeye k e n d i kendine, k e n diliğinden inanması s u r e t i y l e o r t a y a çıkan inanç. m Tafsilât için Mufredât hammed Ahmed b. Farız Âsim mûd b. Ö m e r Hüseyin Ebû'l-Kâsım s. el-Hüseyin 2^, Mısır el-FadI 1324; er-Râğıb Ebû'l-Fadi b . M a n z û r , Lisânu'l-'Arab, C. X I I I , s. 2 1 , B e y r u t 1366; İsmail bak: fî-GârîbiT~Kur'ân, b. Zekeriyyâ, Efendi, Kamus Atay, ez-^mâhşerî, Kmr'ân'a b. H a m m â d Mu'cemu Tercümesi, MakâyısıT-Luğa, el-Cevherî, İmân C , I, s. C . I, s. 10, B u l a k Esasları, eî-Sıh^h, s. 2, 133, Mısır 1304-1305; M a h 1882; D o ç . D r . A n k a r a 1961; E b û C . V , s. 2071, M ı s ı r 1956; h i r e l - B a ğ d â d i , U s û l u ' d - D î n , s. 248, İ s t a n b u l 1928; D . B . M a c d o n a l d desi, İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . V / 2 , s. 984, İ s t a n b u l elMu 1955; E b û ' l - H u s e y i n C. I V , s. S^s, İ s t a n b u l Esâsul-Belâğa, Göre el-Isfahânî, Cemâleddin Nasr Abdulkâ- îmân Mad 1951. 37 2 B i r düşüncenin v e y a aklî m u h a k e m e n i n sonucu o l a r a k do ğan inanç k i , b u n a « t e e m m ü i î inanç» admı v e r m e m i z müm kündür. B u tür inançta birtakım aklî delillere, t e n k i d , t a h l i l ve n a z a riyelere d a y a n m a k zorunluluğu Vardır.^^^ İşte b u inanç vasıtasıyla z i h i n , b e l i r l i b i r hükme varır ve o hükme tüm benliğiyle bağlanmış o l u r . B u safhada aklın büyük önemi de o r t a y a çıkmış olur. Z i r a akıl, açık ve seçik olan b i r gerçeği k a b u l ve t a s d i k etmek zorunluluğundadır. Şu k a d a r v a r k i , tüm gerçekleri kavrayabilecek b i r n i t e l i k t e o l m a y a n m a h dud insan zihninde, isbat edilememekle beraber, t a s d i k olunan bazı ger^ çeklerin de varlığını görmek mümkündür. Böyle b i r d u n u n d a « i r â d e »ye de büyük b i r görev düşmektedir k i , b u d a mütereddit k a l a n aklı uyarması, b e l i r l i sebeplerle onu hükmetmeye v e görevim y a p m a y a sevketmesidir. Görüldüğü g i b i , b i r şeye i n a n m a v e y a imân etmede kısmen de olsa, irâdenin de önemli b i r payı vardır.^^^ İslâm dîninin büyük b i r önem verdiği ve hemen hemen tüm s o r u m luluğu kendisine yüklediği b u irade payını İslâm b i l g i n l e r i de hesaba katmışlar ve a k i m , hattâ i l m i n z o r u n l u kıldığı t a s d i k ' i n imân o l a b i l mesi için iradenin payına d i k k a t i çekmek suretiyle, ona i z ' a n üe b e r a ber xtasdîk» adını vermişlerdir.'"' Bazılarına göre imânın, başka b i r deyimle i n a n m a m n bihnede oldu ğu g i b i birçok dereceleri vardır. Meselâ, h a l k m i l k e l bilgisiyle b i r t a kım sınıflamalara ve açıklamıalara d a y a n a n ilmî b i l g i ve ayrıntılı, par-^ çalı b i l g i l e r i b i r a r a y a getirmek suretiyle bunları birleştiren, bütün leştiren felsefî b i l g i arasında önemli derece farkları olduğu g i b i , h a l - . k m her türlü etkilerden uzak inancı i l e a k i m ve z i h n i n bütün tecrübe ve k o n t r o l l e r i n i n , şüphe ve tereddütlerinin b i r sonucu olan ilmî inanç ve «ilimlerin b i l m e ve düşünce çevrelerine dayanak b u l m a ihtiyacı ile, içkin d u y u l a r ve k a v r a m l a r dünyasını kuşatan aşkm varlığa çevrilme zorundan doğan felsefî i n a n m a » a r a s ı n d a d a mühim derece f a r k l a rı vardır. 112 Bk. E b û el-Gazzâlî, eHktisâd Dr. neşri, Hüseyin Atay ve Doç. D r . Kemal Işık f i ' l - î ' t i k â d , P r o f . D r . İ. A g â h Ç u b u k ç u s. 212, A n k a r a 1962; a y n ı eserin t a r a f ı n d a n t e r c ü m e s i . « İ t i k a d d a O r t a Y o l » , s. 158, A n k a r a 1971. 113 B k . D . D w e l h a u v e r s , P s i k o l o j i , M u s t a f a S e k i p T u n ç t e r c ü m e s i , s. 381, 382, İ s tanbul 1938; D o ç . D r . H ü s e y i n A t a y , K u r ' â n ' a g ö r e İ m â n E s a s l a r ı , s. 3. 114 B k . S a ' d e d d i n M es'ûd b. Ö m e r et-Teftazânî, Ş e r h u M a k â s ı d i ' t - T â l i b î n fî İimi İ15 U s û l ' A k a i d i ' d - D i n , C . 11, s. 259, İst. 1304. B k . O r d . Prof. H i l m i Z i y a Ülken, Felsefeye Giriş, 38 C . î, s. 51, A n k a r a 1963. İnançla i l g i l i b u üç dereceyi d a h a b e l i r g i n b i r hale koymamız için şöyle b i r sıralama yapmamız mümkündür : 1 _ H a l k m inancı k i , b u tür inanç, s a f d i l o l a r a k k a b u l edilen ve birtakım öğretilerle, t a k l i t l e v e y a sağduyu sezgisiyle doğmuş ohnası mümkün o l a n b i r inanış şeklidir. B u n a b i r örnek o l a r a k , meselâ, b i r kömürcünün v e y a basit b i r işçinin inancını göstermemiz mümkündür. B u tür b i r inanca s a h i p olan b i r k i m s e n i n h e r h a n g i b i r tenkide k a t l a n ması v e y a inancı konusunda b i r tartışmaya girişmesi mümkün değil dir. O n u n inancının kendisine has sağlam ve sarsılmaz b i r temeli v a r dır. 2 D o g m a t i k a k i m inanaı k i , b u tür b i r inancı özellikle medrese kelâmında ve skolâstik düşünce tarzında görmek mümkündür. B u çe şit inanç, d a h a çok dogmatik aklın delillerine dayanmak suretiyle, k e n d i s i n i sağlamlaştırmağa ve z i h n i n bütün gücünü tecrübeye dayanan d e l i l i n yerine koymağa çalışır. 3 — T e n k i d c i aklın inancı k i , b u , diğerlerinden farklı; olarak, i n a n cı, z i h i n d e n ve d u y u l a r d a n t a m a m e n ayırması s u r e t i y l e o r t a y a çıkar. B u ince ayırış ise, i n a n m a y a en elverişli y o l u açmağa sebep olur.^^® b — İmân i l e İslâm v e İhsan Arasındaki Derece Farkla^n ; Istılahı a n l a m d a imân k e l i m e s i şu i k i önemli mânayı ifade e d e r : 1 — A l l a h ' a , Resûlü'ne ve onun risâletine; 2 — B u risâletin muhtevasına inanıp güvenmek, îslâmiyeti k a b u l eden ve böyle b i r imâna sahip olan b i r kimseye «m ü m i n» adı verüir. H z . Peygamber b i r hadîsinde, k i b u n a « C i b r î l H a d î s i » de denmektedir, İ s l â m , î m â n ve İ h s a n deyim l e r i n i n mânalarını gayet açık b i r şekilde anlatmış ve aralarındaki de rece farklarını veciz b i r t a r z d a belirtmiştir. Hadîsin t a r i f i n e göre İ s lâm, Allah'ın birhğine, H z . M u h a m m e d ' i n O'nun elçisi olduğuna i n a n m a k , namaz kılmak, zekât vermek. R a m a z a n orucunu t u t m a k , k u d r e t i yetenlerin BeytuUah'ı haccetmesidir. îmân ise, A l l a h ' a m e l e k l e r i ne, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, k a d e r i n i y i v e y a k ö tü, tatlı v e y a acı A l l a h tarafından olduğuna manmaktır. îhsân'a ge116 Tafsilât için b a k : H i l r n i Ziyâ Ülken, Felsefeye Giriş, C . II. s. 229-232, A n k a r a 1958. 39 îince, A l l a h ' a , K e n d i s i n i görüyormuş g i b i ibâdet e t m e k t i r . Z i r a insaû, her nekadar O ' n u görmüyorsa d a , A l l a h onu görmektedir.' B u hadîs, bize önemli b i r h u s u s u daha öğretmektedir k i , bu d a i n a n a n insanların imânca b i r b i r l e r i n e eşit olmadıkları k e y f i y e t i d i r . Gerçek te i n s a n l a r gerek imân, gerekse b u imânm gereği olan âmel yö nünden çeşitli d u r u m l a r arzetmektedirler. B u n a göre, elbetteki o n l a rın A l l a h katındaki dereceleri de, imânları ve âmellerine göre çeşitli olacak ve kendilerine b u dereceleriyle mütenasip birtakım i s i m l e r ve r i l e c e k t i r . İşte bundan dolayı adı geçen hadîs, Müslümanları genel o l a r a k üç dereceye ayırmaktadır k i , bunları b u r a d a kısaca i z a h etmekte y a r a r görmekteyiz: 1— « İ s l â m d e r e c e s i : İslâmiyetin beş şartını k a b u l eden h e r m s a n , b u dereceyi i h r a z etmeğe h a k kazanmış olur. Böyle b i r k i m s e « m ü s 1 i m » v e y a « m ü s 1 ü m a n » adıyla amlır. G e rek Kur'ân-ı Kerîm'in müteaddit âyetlerinde^'^ gerekse H z . P e y g a m b e r ' i n bazı hadîslerinde geçtiği g i b i , îslâm, b i r i « ş e h â d e t » , d i ğeri bedenî h a r e k e t l e r d e n m e y d a n a gelen « â m e l » o l m a k üzere i k i u n s u r d a n teşekkül etmektedir'^». 2 «I m a n» d e r e e e s i : B u derece, i n s a m n d u y g u l a n a c a k derece de sağlam ve k u v v e t l i b i r i n a n c a s a h i p olmasıdır. B u r a d a hemen k a y dedelim k i , imân sadece kalple, başka b i r deyimle r u h l a i l g i l i bulundugundan, onun b i r dış görünüşü y o k t u r . B u n u n için i n a n a n l a i n a n mayanı b i r b i r i n d e n ayırmak güçtür; hattâ bazı hallerde mümkün de değildir. O y s a «islâm» böyle değildir. Z i r a İslâm'ın b i r u n s u r u d a bırtaKim bedenî hareketlerden m e y d a n a gelen ameldir B u n u n ise b i r dış görünüşü vardır. B i n a e n a l e y h , dış görünüşe dayalı b u bedenî h a r e k e t l e n yernıe g e t i r e n h e r i n s a n a «müslüman» denir. O halde imân derecesinin, İslâaı derecesinden üstün olması, sahiplerine de « m ü 'm i n » a d m m v r i l m e s i , İlâhî adaletin b i r gereği o l a r a k görülmelidir. 1" B k . el-Buhâri, Ebû Abdillah Muhammed b.,İsmâîl, el-Câmi'u's-Sahîh s. 18, i s t a n b u l 1315; e n - N i s â b u r î , E b û ' l - H u s e y n b . M ü s l i m b . H a c c â c , C I el-Câmî'- u s - S a h î l î , C . I, s. 39. K a h i r e 1 3 7 3 / 1 9 5 5 ; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u v e iCeıamî Görüşleri, s. 17. 18. A n k a r a Ectılle, V a r . 199a, y a z m a , Nûr-u 1967; E b û ' I - M u î n Osmaniye en-Nesefî, K t b . N o . 2097. ^18 B a k a r a S û r e s i , â y e t : 3; ' A s r , 3; T â - H â , 96; L u k m â n , 2; ' A n k e b û t , 7. 119 B k . M ü s l i m , C . I , s. 37: B u h â r î , C . I, s. 18. 40 Tabsıratu'i- 3 _ « t h s â n » d e r e c e s i : B u dereceyi i h r a z eden b i r kimse, artık en üstün dereceye ulaşmıştır. B u derece sahibine « M u h s î n » adı v e r i l i r . M u h s i n , îmânını t a m olarak yaşar ve R a b b i n i g ö rüyormuş g i b i , O^na ibadet eder. Gazzâlî b u n l a r a «ayne'l-yakîn» ve «hakke'l-yakîm. adını verir^-^ c — Küfüry Şekk v e Şüphe İslâm dinine göre : « t a s d i k » anlamına gelen îmânın karşıtı i n k â r'dır. T e r i m o l a r a k ele ahndığı t a k d i r d e ise, b u n u n « k ü f ü r - anlamını taşıdığı görülür. Küfür, ( K F R ) kökünden gelmesi i t i b a r i y l e , b i r şeyin üstünü ört mek v e y a ' k a p a m a k anlamına gelir. B u n a göre, küfrün d i n açışımdan ifade ettiği mâna, İslâm inancına göre îmân edilmesi z o r u n l u o l a n ger çek esasların üstünü örtmek, üzerlerini k a p a m a k suretiyle onları y o k muş g i b i farzedip inkâr etmek, k a b u l etmemektir^-'. imân ile küfür arasında mütereddit k a l m a ve hiçbirine k e s i n l i k le katılmama v e y a zihnî k a v r a m l a r d a b i r şeyi k a b u l etmeme ve inkâr etmeme haline de şekk ve şüphe adı verilmiştir^-^ B u r a y a k a d a r , genel o l a r a k , d i n açısından gerek îmân, gerekse îmânla yakından i l g i l i birtakım kavramların ifade ettiği a n l a m l a r üze rinde d u r d u k . B u n d a n sonra, b u kavramların, Mâturîdî'ye göre n e y i ifade e t t i k l e r i n i ve nasıl değerlendirildiklerini açıklamağa çalışacağız. n _ Mâturîdî'nin îmân Anlayışı : a — İmânhn M a h i y e t i : Mâturîdî'ye göre imân, d i l ile i k r a r , k a l b ile t a s d i k t i r . D i l i ile i k r a r ettiği halde k a l b i ile t a s d i k etmeyen k i m s e mümin değildir. B i r mâni olmadığı halde imânını gizleyen, d i l i ile i k r a r etmeyen k i m s e y e 120 B k . el-Gazzâli,Faysalu't-Tefrika 1325/1907; e l - K a v â i d u ' l - A ş e r e , B e y n e Ehli'l-İslâm s. 96, M ı s ı r 1343; İ b n ve'z-Zandaka, Haldun, s. 82, Mısı Şifâu's-Sâll 1 T e h z i b i ' l - M e s â i l . M . T â v i t e t - T a n c î n e ş r i , s. n z . , İ s t a n b u l 1958; D o ç . D r . H ü s e y i Atay, Kur'an'a Göre İmân Esasları, s. 3-4; D r . K e m a l Işık, M u t e z i l e n i n Dc ğ u ş u ve K e l â m î Görüşleri, s. 18. 121 B k . Lisân, C . V , s. 144; M a k â y i s . C . V , s. 191. 122 B k . M u s t a f a Ç a n k ı , Büyük F«^lsefe Lügati, C . III, s. 118, İ s t a n b u l 1954. 41 de mü'min nazariyle bakılamaz. Z i r a imanın b i r şartı da, bunun açık lanmağıdır. B i r mazeret bulunmadığı halde, d i l ile ikrarın t e r k e d i l mesi, kalbî t a s d i k i n de bulunmadığına b i r delildir. T a s d i k i n zıddı, tekzibdir. T e k z i b i n karşıtı d a t a s d i k olduğuna göre, b u m m kalb ile olma sı zorunludur. D i l ise, k a l p t e k i t a s d i k i n açıklanmasını sağlayan bir âlettir"-^. Binaenaleyh, Kerrâmiyye fırkasımn i l e r i sürdüğü g i b i , imân kalple i l g i l i olmayıp sadece d i l ile i k r a r d a n ibarettir'^* demek, doğru değildir. Ebû Hanîfe'nin de zikrettiği gibi"^^ gerçek imânın ancak kalbî tasdikle olabileceği hususundaki görüşü, Mâturîdî, aklî ve naklî d e l i l lere dayanmak suretiyle de isbatlamağa çalışmıştır. B u n u n için K u r ' an-ı Kerîm'de geçen birçok âyeti naklî delil olarak gösteren ve bunları büyük b i r t i t i z l i k l e inceleyen Mâturîdî, meselâ, Yüce Allah'ın müna fıklar hakkındaki «Onlar ağızlariyle imân e t t i k , d e d i l e r ; o y s a k a l p l e r i imân etmi§ değildir»'^-^ ve «Bedevi A r a p l a r , imân e t t i k d e d i l e r , d e k i , imân e t m e d i n i z a m a müslüman ölduk^ d e y i n - , imân henüz k a l b i n i z e girmedi.,»^-^ sözünü, b u n a b i r delil olarak göstermekte ve kalbî tasdik olmadan sadece d i l ile yapılan ikrarın gerçek b i r imân olamıyacağını söylemektedir. Eğer imân, sadece d i l ile i k r a r d a n ibaret olsaydı, bunu söyleyenin doğruluğuna derhal inanmak g e r e k i r d i . O y s a Yüce A l l a h şöyle b u y u r u y o r : «Ey imân e d e n l e r i înanmt§ kadınlar h i c r e t e d e r e k s i z e g e l i r l e r s e , onları i m t i h a n e d i n . A l l a h onların imânlarım e n i y i b i îendir»^^^; «Sizinle b e r a b e r olduklarına A l l a h ' a y e m i n e d e r l e r , o y s a o n - 123 B k . e l - M â t u r î d î , Te'viiâtu'l-Kur'ân, V a r . 186a, Ü s k ü d a r H a c ı yazma N o . 40; en-Nesefî, Ebû'l-Muîiı, Tahsıratu'l-Edille, Selim Ağa Ktb., V a r . 8b, Süleyma n i y e , F a t i h B l m . y a z m a N o . 2907; N u r - u O s m a n i y e K t b . V a r . 198b, N o . 2097. 124 K e r r â m i y y e fırkası b u g ö r ü ş ü n e H z . P e y g a m b e r ' i n «Ben i n s a n l a r l a , Allah'dan başka tanrı y o k t u r , d e y i n c e y e k a d a r s a v a ş m a k l a e m r o î u n d u m » olarak göstermiş v e imânda kalbî tasdik o l m a s a leceğini, ileri sürmüştür. B k . el-Eş'arî, hadîsini delil da, d i l ile ikrarın kâfi Makâlâtu'I-İslâmiyyİn, C.I,s. ge 205, K a h i r e 1950; e ş - Ş e h r e s t â n î , el-Mileî v e ' n - N i h a î , C.I,s. 154; e l - B a ğ d â d î , e l - F a r k b e y nel-Fırak, Z â h i d u ' l - K e v s e r î neşri, s. 135, 212; e l - B a ğ d â d î , N i h a l , D r , A . N a s r î N â d e r n e ş r i , s. 152, B e y r u t Kur'ân, V a r . 4 b ; e n - N e s e f î , Tabsıratu'l-Ediile, (trz); Kitâbu'l-Milel ve'n- el-Mâturîdî, Te'vilâtul- V a r . 198a-b, N u r - u Osmaniye. 2097.. 125 B k . E b û H a n i f e , e l - '  l i m v e ' 1 - M ü t e ' a I I i m , Z â h i d u ' l - K e v s e r î n e ş r i , s. 57 v d d . K a h i r e 1368. 126 Mâide Sûresi, â y e t : 41. 127 Hucurât Sûresi, â y e t : 14. 128 Mümtehine Süresi, â y e t : 10. 42 l a r s i z d e n değüdir^^^; A l l a h sizİn imâmmsi e n i y i hil&ndir,>'^^. B u son âyetin de gösterdiği g i b i , k a l p t e k i imânı, ancak A l l a h b i l i r ; b u n u ku^ 1un b i l m e s i imkânsızdır. B i n a e n a l e y h d i l ile i k r a r edilenle kalpteki imân arasında b i r çelişkinin bulunmaması v e bunların tamamen b i r b i r l e r i y l e u y u m halinde olması zorunludur. K a l p l e r i n d e imânm zerresi bulunmadığı halde, ben mü'minim, d i y e n l e r i n imânla b i r i l g i s i y o k t u r . «İnsanlardan, imân e t m e d i k l e r i h a l d e , A l l a h ' a v e âUret gününe imân e t t i k , d i y e n l e r vardır. B u n l a r Allah'ı v e imân e d e n l e r i aldatmağa ça lışırlar; o y s a s a d e c e k e n d i l e r i n i aldatırlar d a farkında o l m a z l a r . ' ^ ' Gerçek mü'minlerin âhiretteki y e r i , ebedî o l a r a k Cennet'te k a l maktır O y s a münafıklar b u âyette de görüldüğü g i b i , inanmadıkları halde inandık demek suretiyle gûyâ Allah'ı aldatmağa çaUgmışlardır Sözleri kalplerindekine u y g u n olsaydı, cezalarımn arttırılması y e rine onlar d a h a k i k i mü'minler g i b i ebedî o l a r a k Cennet'te kalacak ve Allah'ın sayısız nime^erinden faydalanacaklardı. îslâm D m m m esas ları konusunda, herşeyi b i l e n Allah'ın kandırılabileceğini samnak, en azından h a f i f l i k t i r , Allah'ı bUmemektir. B u ise küfür olup, gerçek imânla bağdaşamaz. §u k a d a r v a r k i , s a m i m i olarak_ tevbe edenler, günahlarından, inkârlarından dönenler, t e k r a r i m a n a donmuş olac^fardır. Bunların geçmiş günahlarım A l l a h bağışlayacaktır 3 . . D e kı. înkârcüar, inkârlarından döndükleri t a k d i r d e , geçmiş günahları bagışlanamktır»'^^'^. Mâturîdî imân için esas olanın, kalbî t a s d i k olduğuna b i r d e l i l olaı-ak d a mükreh'in, başka b i r deyimle dinden dönmesi için z o r l a n a n bir k i m s e n i n imâmnı göstermektedir. Böyle b i r k i m s e n i n k a l b i imân l a dolu ise, zorlamanın b i r sonucu o l a r a k d i l i i l e söylediği sözün b i r kıymeti y o k t u r . B u n d a n dolayı onun imânına b i r z a r a r gelmeyecektir. Z i r a Yüce A l l a h b u k o n u d a şöyle demektedir: «Gönlü imânla d o l u o l duğu h a l d e , z o r altında olanın dışında, inandıktan, s o n r a Allah'ı inkâr e d e n , gönlünü kâfirliğe açanlara A l l a h katından büyük U r g a z a h v a r dır, büyük azâb d a o n l a r içindir»''\ B u âyet-i kerîmedeki istisnadan da anlaşılıyor k i , imânm esas y e r i k a l p t i r . 129 T e v b e Sûresi, âyet: 56. 130 N i s a Sûresi, âyet: 25. 131 132 B a k a r a Sûresi, âyet: 8-9. B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, 133 Enfâl Sûresi, â y e t : 38. 134 N a h i Sûresi, â y e t : s. 373-375; TeVilâtu'l-Kur'an, V a r . 186 a. 106. 43 Mâtûrîdî'ye göre, zor altında imân eden, d i l i ile i k r a r eden b i r k i m senin, s*?rçekten mü'min olup olmadığını anlamak da güçtür. Z i r a bu k i m s e n i n kalbine nüfuz etmek mümkün değüdir. B u , ancak herşeyden haberdar olan Yüce Allah'ın bileceği b i r iştir. Şu k a d a r v a r k i , d i l ile yapı lan i k r a r a istinaden, b u k i m s e n i n m.ü'min olduğuna hükmolunur ve ona, bu dış görünüşünün b i r gereği olarak İslama hükümler uygulanır. H z . P e y g a m b e r ' i n «Allah'dan başka t a u n y o k t u r ; M u h a m m e d O ' n u n elçu s i d i r , d e y i n c e y e k a d a r i n s a n l a r l a savaşmakla emroîundum. B u n u h a k kı i l e söyleyenlerin canları v e malları artık b e n i m için haramdır. Bun¬ d a n s o n r a k i hesapları i s e , A l l a h ' a kalmıştır>^^^^ sözü, Mâtûrîdî'ye g ö re, savaşın durdurulmasmnı şartını bize bildirmektedir k i , bu da k e l i m e - i ş e h â d e t ' i n g e t i r i l m e s i d i r . B u n u n ise, k a l p t e k i imânın mahij/eti ile b i r i l g i s i y o k t u r . Z i r a b u şartlar altında müs lüman olan b i r k i m s e n i n kalbine gerçekten imân n u r u n u n g i r i p g i r mediğini bilmek mümkün değildir.^^^ H z . P e y g a m b e r , Usâme b. Z e y d ' i bir savaşta kâfirlerden b i r i n i kelim.e-i şehâdet g e t i r d i k t e n sonra öl dürdüğü için azarlamış ve ona «Allah'dan başka tanrı y o k t u r , dediği h a l d e o n u nasıl öldürdün fyy demiştir. B u n a karşılık Üsâme, k o r k u sundan böyle söyledi, dediği z a m a n H z . P e y g a m b e r ona, «Onun k a l b i ni y a r a r a k içine m i baktın? B e n insanların k a l b i n i y a r m a k l a v e karınlannı deşmekle emrolunmadım.» demiştir. . . . . . . ^ ^ ! ^ ™ ^ î ^ ™ â n iç^^^ kalbî t a s d i k i n şart olduğunu, yukarıda görjild u g u g i b i , n a k h delillere d a y a n m a k suretiyle açıkladıktan ^onra b u nun ayrıca akılla d a bilinebileceğini zikretmiş ve özet olarak şöyl« de miştir : i s l a m h a k b i r d i n d i r . D i n l e r e inanm.ak zorunluluğu vardır B u ise, ancak k a l p ile olur. imânın lügat mânası t a s d i k t i r . T a s d i k de a n cak k a l p ile olur.^38 ^ a l b e yerleşen gerçek imâna hükmetmek, z o r l a d a 135 Bu hadisin birçok varyantları 11, s. 109-110; M u s h m , eî-Câmiu's-Sahîh, C e l - C â m i u ' s - S a h î h , C . I, s. 3 8 - 3 9 ; ' Z e y n u d d î n A h m e d vardır. h Ahmed b. Abdillatîf ez-Zebîdî, S a h i k - i cemesi, Çev: Ahmed kı, A n k a r a 1970 v e Bk. el-Bukârİ, B u h a r ı M u h t a s a n T e c r i d - l Sarılı T e r - Naîm ve Prof. Kâmil M i r a s , başlıca hadîs C . I, s. 38-39, Ü ç ü n c ü bas kitapları. 136 B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 377; A y n ı e s e r , D r . F . H u l e y f Ö n s ö z ü s 46; D . B . M a c d o n a l d . İ m â n M a d . , î s î â n ı A n s i k l o p e d i s i C . V / 2 , s. 9 8 4 - 9 8 5 , ' İ s t a n b u l 1951. İST? İbn Teymiyye, 1325. 138 B k . Ebû'l-Muîn Osmaniye Takyuddîn A h m e d Kitâbu'i-îmân, en-Nesefî, Tabsıratu'l-Ediile, V a r . a b , Fâtih s 85 N o . 2907; Kahire Nur-u K t b . V a r . 198 a , v d . N o . 2097; e l - M â t u r i d î , T e ' v î l â t u ' î - K u r ' â ı ı , V a r . 4 b , 33 b , 186 a , 339 b . 44 b. Abdilhalîm, olsa, hiçbir k i m s e n i n k u d r e t i içinde değildir. A l l a h ' a ve Resûlü'ne s a m i m i olarak k a l b i n i bağlayan b i r k i m s e n i n bundan döndürülmesi i m kânsızdır. E s a s e n Yüce A l l a h da, gerçek imânın kalbî imân olduğunu bildirmJş ve buna en üstün dereceyi vermiştir. İşte k u l , böyle b i r imânla i y i âmellerde bulunur ve b u sayede k u l u n ibâdetleri, i y i âmel l e r i A l l a h katında makbiM olur. Sadece d i l ile i k r a r ise, bunun için y e t e r l i değildir.^^^ B u n d a n başka, Yüce A l l a h , Kur'ân~ı Kerîm'in birçok yerinde mü'minlere ^ E y imân edenler!»'^^ şeklinde hitâb etmiştir k i , Mâturîdî'ye göre bu d a gerçek imânın ancak kalbî im.ân olduğunu isbatlıyan diğer aklî b i r d e l i l d i r . Z i r a , b u İlâhı hitabın v u k u bulduğu anda düşünce ve araştırmanın b i r sonucu olarak h a k i k a t ve m a h i y e t i idrâk edilen imân, m u h a t a p l a r d a mevcuttur. B u n u n y e r i ise k a l p t i r . Binaenaleyh, herşey i bilen Yüce Allah'ın, d i l l e r i y l e i k r a r e t t i k l e r i halde, kalplerinde imâ nın zerresi dahî b u l u n m a y a n kimselere karşı b u şeküde hitâb edebile ceğini düşünmek imkânsızdır. Z i r a böyle b i r düşünce, Allah'ı, k a l p t e olanları bilmemekle, cehaletle i t h a m e t m e k t i r k i , şüphesiz O, b u tür düşüncelerden münezzehtir. K e z a Yüce Allah'ın «Ey imân e d e n l e r ! Yapmadığınız şeyi niçin yaptığınızı söylersiniz? Yapmadığınız şeyi yaptık d e m e n i z , A l l a h k a tında büyük a z a b a s e b e p olur»^'^'; «Ey imân. e d e n l e r ! S i z e n e o l d u k i , A l l a h y o l u n d a sa/va§a çıkın, dendiği z a m a n y e r e çöküp kaldınız.»'^'^^j «Size n e o l u y o r d a , R a h b i m i z ! B i z i halkı zâlim o l a n b u şehirden çıkar^ Katından b i z e b i r d o s t kıl, Katından b i z e b i r yardımcı gönder, d i y e n zavallı çocuklar, e r k e k l e r v e kadınlar uğrunda v e A l l a h y o l u n d a savaşmıyörsunuz»^''^^ «İmân e d e n l e r i n k a l p l e r i n i n Allah'ı anması ve O^ndan i n e n gerçeğe içten boığlanması zamanı d a h a g e l m e d i mi..?»^-^* anlamındaki sözleri, Mâturîdî'ye göre imânm kalpte olduğuna delâlet eden örneklerden diğer bazılarıdır. Z i r a b u âyetlerde görüldüğü gibi Yüee A l l a h , mü'minleri yaptıkları k u s u r l a r d a n , işledikleri günahlardan dolayı kınadığı, ve bunlar için kendilerine gereken câzanm verileceği n i bildirdiği halde, onları b u hareketlerinden dolayı imânlarından çı139 B k . el-Mâturîdi, Kitâbu't.-Tevhîd, s. 377 v d . ; Te'vîlâtu'l-Kur'ân, 140 H u c u r â t S û r e s i , â y e t : 1; b u â y e t K u r 9 . n - ı K e r î m ' d e 141 Sâf S t r e s i , 142 Tevbe Sûresi, âyet : 38. 143 N i s a Sûresi, â y e t : 75 144 Hadîd Sûresi, â y e t : 16 74 y e r d e V a r . 4 b. geçmiştir. â y e t : 2-3. 45 karmamış, sadece görecekleri cezânm büyüklüğünden bahsetmekle ye tinmiştir. B u d a gösteriyor k i , imânda kalbî t a s d i k esastır. D i l ile i k rar ise, b u t a s d i k ' i doğrulayan ve açıklayan b i r vasıtadan ibarettir.^*^ b Büyük Günah v e îman : Mâtûrîdî'ye göre z i n a etmek ve adam öldürmek g i b i , bü yük günah işlemek insanı imândan çıkarmaz. Zira Mu'tezile' nin i l e r i sürdüğü g i b i , imân ile küfür arasında üçüncü- b i r menzile, üçüncü b i r m a k a m yoktur.'^*^ Çünkü Yüce A l l a h insanları mü' m i n ve kâfir o l m a k üzere i k i kısma ayırmıştır : «Kiminiz kâfir, k i m i n i z mü'min o l a r a k s i z i y a r a t a n O'dur»^^'^ «De k% gerçek Rabbinizdend i r . D i l e y e n imân e t s i n , d i l e y e n kâfir olsun,..yy}^^ Yüce A l l a h kâfirler den r a h m e t i n i esirgeyeceğini b i l d i r i r k e n , mü'minleri özellikle tevbeye teşvik etmiştir. «Ey imân e d e n l e r ! S a a d e t e e r m e n i z için h e p i n i z t e v b e e d e r e k Alkıh\n hükmüne dönün».Bu âyetlerden de anlaşıldığı g i b i mü'minlerin işlediği günahlar, imânlarına b i r z a r a r gelmeden tevbe ile affedilecektir. Z i r a küfrün mânası tekzîb'dir. Büyük günah işleyen k i m se ise, o anda Allah'ı tekzîb etmeyip O'na i n a n m a k t a , r a h m e t i n i u m 145 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 378-379; en-Nesefî, Tabsıratul-EdiUe, V a r . 198 b, 200 a, N û r - u O s m a n i y e K t b . N o . 2097; el-Mâturîdî, Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 186 146 a. M u ' t e z i l e ' n i n m e ş h u r beş p r e n s i b i n d e n birî de, « e 1 - M e n z i 1 e b e y n e ' l - M e n z i l e t e y n » n a z a r i y e s i d i r k i , b u d a i k i mânevi y e r a r a s m d a k a l a n o r t a b i r y e r d e m e k t i r . O n l a r a g ö r e b ü y ü k g ü n a h işleyen k i m s e n e m ü ' m i n d i r n e de kâfirdir. Böyle b i r k i m s e fâsıktır; ölmeden önce t e v b e ettiği t a k d i r d e t e k r a r imâna dönmüş o l u r . T e v b e s i z ölürse ebedî o l a r a k ce h e n n e m d e kalır. Ş u k a d a r v a r k i . C e h e n n e m d e k i a z â b d e r e c e s i kâfirînkinden d a h a h a f i f olur. Tafsilât için b a k m ı z : eş-Şehrîstânî, eî-Miîeî v e ' n - ' N i h a l , C . I. s. 48;el-Bağdâdî, e l - F a r k beyne'l-Fırak, M . Zâhidu'l-Kevserî neşrî, s. 68; e l - H a y yât, E b û ' l - H u s e y n A b d u r r a h i m b. M u h a m m e d b. O s m a n , Kitâbu'I-İntisâr, D r . N y b e r g neşrî, s. 164 v d . . K a h i r e 1344/1925; en-Nesefî, el-Akâidu*n-Nesefiyye, s. 117, K a h i r e 13^9; A h m e d E m i n , FecruT-İslâm, s. 297, K a h i r e 1370/1950; e n - N e sefî, Tabsıratu'l-EdiUe, V a r . 309 a, Lâleli B l . y a z m a N o . 2162; W . M o n t g o m e r y W a t t , F r e e w i l l a n d Predestination i n E a r l y İslam, s. 63, L o n d o n 1948; D r . K e mal Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u ve K e l â m ı Görüşleri, s. 72; ehMâturidî, Te'vîlâ- tu'l-Kur'ân, V a r . 34 b, 788 a, 789 b. 147 T e ğ â b u n Sûresi, âyet : 2. 148 K e h f Sûresi, âyet : 29. 149 N û r Sûresi, âyet : 31. 46 m a k t a ve azabından korkmaktadır .^^^ ' İşlenmekte olan k o n u ile yakın d a n i l g i s i bulunması yönünden b u r a d a kısaca değindiğimiz b u mevzu, ileride daha tafsilâtlı b i r şekilde incelenecektir. c — İmânda i s t i s n a : - Mâturîdî'ye gÖre imânda i s t i s n a caiz değildir. Çünkü i s tisna ancak zannî ve şüphe ile karşılanan konularda müm kündür, îmânda ise, böyle b i r şeyin söz k o n u s u edilmesi mümkün değildir. Z i r a şekk ve şüphenin karıştığı b i r imân, gerçek b i r imân o l m a k t a n çıkmış olur. Yüce A l l a h «îmân e d e n l e r , a n c a k A l l a h ' a v e P e y g a m b e r ' i n e inanmı-ş, s o n r a şüpheye düşmemiş; A l l a h uğrundu mallarıy l a , canlarıyla cihâd etmiş olanlardır. İşte doğru sözlü o l a n l a r , a n c a k onlard%r>^'^'-^ dem.ek suretiyle imânda şüpheyi ve istisnayı k e s i n olarak yasaklamıştır. Mâturîdî, şekkcilerin b u k o n u ile i l g i l i görüşlerini şid detle reddetmekte ve onların i l e r i sürdükleri g i b i « İ n ş a a l l a h » demek suretiyle, gerçek imânm Allah'ın meşryyeti ve dilemesine bırakılamıyacağını söylemekte ve b u n a d e l i l o l a r a k da, sihirbazların «Biz âlemlerin E a b b i n e inandık»^^^ deyip, «inşaallah» demelerini ve y i n e Kur'ân'da «îşte o n l a r hakkıyla mü'mindii'ler»'^^'^ âyetinde, inşaallah mü'm i n d i r l e r denilmeyip, kesin o l a r a k «müzmindirler» denmesini göster mektedir. O n a göre imân, b i r a h i d d i r . K u l u n A l l a h ' a verdiği b i r sözdür. İnşaallah v e y a A l l a h dilerse, sözü ise, hiç şüphesiz b u a h d i n bozulma sına ve y o k olmasına sebep olur. Ayrıca en i y i âmeller konusunda so r u l a n b i r k o r u y a karşılık H z . Peygamberdin «İçinde şekk v e şüphe b u l u n m a y a n b i r imân, h i l e d e n u z a k b i r c i h a d v e hacc-ı mebrûrdur»^^^ demesi de, b u gerçeği t e y i d eden b i r delildir. B u n u n l a beraber, H z . P e y g a m b e r ' i n b i r k a b r i n yanından geçerken «Biz d e s i z l e r e i l t i h a k edeceğiz inşaallah» demiş olması, şüphecileri des tekleyen b i r delil olamaz. Z i r a Mâturîdî'ye göre H z . Peygamber, b u r a d a k i inşaallah sözünü, v u k u u k e s i n o l a n ölüm için değil, k a b r i s t a n d a k i ölülere i l t i h a k için söylemiştir. K e z a , Müslümanların M e s c i d - i H a r a m ' a girecekleri, Allah'ın bildirmiş olmasıyla k e s i n l i k kazanmış olduğu h a l 150 B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 334; Te'vîlâtu'l-Kur'ân, 128 a, 134 a, 136 b, 162 b, 311a, 3 5 1 b , 760 b . V a r . 34 b, 89 a, 151 Hucurât Sûresi, âyet : 15. 152 ' A ' r â f Sûresi, âyet ; 121. 153 Enfâl Sûresi, âyet : 74. 154 B u h a d i s , Buharı, Müslim ve T i r m i z i g i b i b e l l i başlı h a d i s k i t a p l a r m d a r i v a yet edilmiştir. 47 de Kur'ân-ı Kerîm'de «înşaallah o r a y a gireceksiniz»'^^^ denmesi, Mâtûrî dî'ye göre, m u h a k k a k olacak şeyler için «inşaallah» demenin caiz o l d u ğunu gösteren b i r delil değildir. Z i r a b u n u n gerçek anlamı, inşaallah, A l l a h dilediği z a m a n veya «âminin» k e l i m e s i âyete dâhil olduğu için, inşaallah emniyet içinde gireceksiniz, demektir.^^^ Mâturîdî'nin imânda i s t i s n a k o n u s u n d a k i görüşleri, ana hatlarıyla işte bunlardır. B u d a gösteriyor k i , imânda asıl olan, onun m u t l a k ol ması, b i r k a y d a v e y a şarta bağlı bulunmamasıdır. d — Bilgi ve tmAn Münâsebeti : Mâturîdî, bilgi^^- ve imân arasındaki münasebet üzerinde önemle d u r m a k t a ve özellikle duygu, haber ve akıl y o l u y l a elde edilen b i l g i l e r i n değer ölçüsünü tartışma konusu y a p m a k t a ve gerçeğin ancak b u üç y o l l a bilinebileceğini söylemektedir. O n a göre eşyanın h a k i k a t i n i b i l mek için, b u üç k a y n a k t a n b i r i n d e n dahî müstağnî kalmamız mümkün değildir. Z i r a b u k a y n a k l a r d a n h e r b i r i , başka y o l l a r l a elde etmemJz. i m kân dahilinde b u l u n m a y a n ve ancak onun vasıtasiyle b i l m e m i z mıümkün olan birtakım b i l g i l e r i i h t i v a etmektedir. Mâtûrîdî'ye göre, insanların, kendilerine acı v e y a hoş gelen, v a r lık y a d a yokluklarına sebep olan şeyleri b i l m e l e r i , ancak d u y g u v a sıtasıyla mümkündür. B i n a e n a l e y h d u y g u s a l b i l g i y i inkâr etmek müm kün değildir. B u n u inkâr etmek, cehaletten ve inatçılıktan başka birşey değildir. Böyle b i r k i m s e y l e b u k o n u d a tartışmaya girişmek bile yersiz ve gereksizdir. - Z i r a b u kimse her a n k e n d i nefsinde denediği ve her z a m a n karşı karşıya geldiği b i r gerçeği inkâr etmektedir. B u n u n için en u y g u n h a l çaresi, acı ve elem duyduğunu i t i r a f edinceye k a d a r dövmek veya b i r tarafını kesmek g i b i büyük acı veren birtakım metodları onun üzerinde t a t b i k etmek, s o n r a d a karşısına geçip, k e n d i s i g i b i , böyle b i r duygunun v e y a o anda o n u n h e r h a n g i b i r acı ve elem d u y g u n u bilmiş olabileceğini inkâr e t m e k t i r . Görülecektir k i , böyle b i r d u r u m karşısm155 F e t h Sûresi, âyet : 27. 156 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 391; TeVîlâtu'I-Kur'ân, V a r . 69 b; 'Akâid R i s a l e s i , s. 25; D . B . M a c d o n a l d , İmân M a d . , İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . V / 2 , s. 985, İstanbul 1951; en-Nesefî, Tabsıratu'l-Ediile V a r . 201b, v d . Nûr-u Osmaniye K t b . N o . 2097. 157 B i l g i t e o r i s i k o n u s u n d a d a h a f a z l a b i l g i için b a k m ı z : D o ç . D r . Hüseyin A t a y , K u r ' a n ' d a B i l g i T e o r i s i , İlahiyat Fakültesi D e r g i s i , C . X V I , s. 155 v d . , A n k a r a 1968. 48 da bu kimse, daha önceki inadmclan vaz geçmek ve dolayısıyla duygu sal b i l g i n i n varlığını k a b u l etmek zorunda kalacaktır.^^' B i l g i kaynağının i k i n c i s i h a b e r ' d i r . Mâtûrîdî'ye göre haber, mütevâtir haber ve peygamberlerin haberi olmak üzere i k i kısma avrılır. Mütevâtir haberin doğru olup olmadığının anlaşılabilm.esi için, ge reken inceleme ve araştırmanın yapılm.ası zorunludur. Z i r a haberi ve renlerin, özellikle peygamberlerden r i v a y e t edenlerin hatâ yapmaları veya y a l a n söylemeleri mümkündür. Z i r a ellerinde, doğru olduklarını gösterecek veya masumiyetlerini isbatlıyacak b i r delil y o k t u r . İşte bu nu bilmek için, araştırma ve inceleme gereklidir. Z i r a m.ütevâtir habe r i n b i r özelliği de, râvîlerinin, doğruluğu, adaleti ve y a l a n haber üze rinde birleşmelerinin imkânsızlığı, kesin delillerle isbatlanmış kimseler den teşekkül etmiş olmasıdır. Peygamberlerin haberine gelince, bunları doğrudan doğruya, şekk ve şüpheye düşmeksizin k a b u l etm.ek'zorunlu dur. Z i r a bu tür haberlerin doğruluğu. Yüce Allah'ın âyetleriyle de t e ' k i d edilmiştir. Binaenaleyh, Allah'ın indirdiği K i t a p l a r d a n sonra inanılma sı gereken haber, peygamberlerin haberidir. B u n l a r a inanmak insana huzur ve sükûn v e r i r . A k s i ise, onun a k l a aykırı olarak k o y u b i r inkarcı lığa, inatçıhğa düşmesine ve dolayısıyla d a sapıkhk ve dalâlet içinde yok olmasına sebep olur.^^^ B i l g i kaynağının üçüncüsü ise, n a z a r , başka bir deyimle a k ı l ' dır. Doğru ve gerçek b i l g i y i elde edebilmek için bu k a y n a k zo runludur. Z i r a duygu ve haber kanalıyla elde edüen b i l g i n i n doğru olup olmadığı veya b u n l a r m dışında k a l a n diğer hususların, y a da haberin herhangi b i r hatâ ve yanlışlığı i h t i v a edip etmediğinin anlaşılabilmesi için başvurulabilecek yegâne kaynak akıldır. Akıl, b u g i b i d u r u m l a r d a , hakkı ve bâtılı ayırt edebilmek için hükmüne müracaat edilen âdil ve tarafsız b i r hâkim g i b i d i r . A n c a k bunun vasıtasıyla peygamberlerin, doğruluklarına, dâvalarının hak ve gerçek olduğuna delâlet eden m u cizeleriyle, sahtekârların ve sihirbazların s i h i r l e r i ve benzeri h i l e l e r i n i birbirinden ayırmak mümkün olur. Y i n e ancak akıl ile, Allah'ın sayısız nimetlerini, varlıkların yaratıhşmdaki h i k m e t ve gayeyi, özellikle b u jraratıkların b i r m u c i d i , b i r yaratıcısının brlumasınm zorunluluğu açısm158 B k . E b û M a n s û r e l - M â t u r i d i , Kitâbu't-Tevhîd, s. 7, 8; D r . F e t h u l l a h H u l e y f i n M u k a d d i m e s i , s. 29. 158 B k . E b û M a n s û r e l - M â t u r î d i , Kitâbu't-Tevhîd, s. 7, 8; D r . F e t h u l l a h H u l e y f i n 49 dan, k u d r e t i sonsuz b i r Yaratıcıya, Yüce A l l a h ' a delâlet ettiğini bilme m i z ve dolayisiyle de Kadîm Varlık'la, hadis varlıkları b i r b i r i n d e n ayır mamız mümkün olur. Mâturîdî, b i l g i edinmede, aklın, düşüncenin ve araştırmanın z o r u n luluğunu b u şekilde b e l i r t t i k t e n sonra, ayrıca, H z . P e y g a m b e r ' i n en bü yük mılcizesi olan ve insanların ve d i n l e r i n dahî benzerini meydana ge t i r m e y i başaramadıkları Kur'ân-ı Kerîm'de geçen «akletrmz misiniz?». «dü§ünw.Gz misiniz?» anlamındaki birçok âyeti buna naklî b i r d e l i l ola r a k göstermekte ve özellikle §u âyetleri zikretmektedir^^^ : «Gerçeği a n lamalarına k a d a r varlığımızın b e l g e l e r i n i o n l a r a h e m dış dünyada v e h e m d e k e n d i içlerinde göstereceğiz. R a b b i n i n herşeye şâhid olması y e t m e z m i ? D i k k a t e d i n ; o n l a r R a b b l e r i n e kavuşmaktan şüphe e t m e k t e d i r l e r ; d i k k a t e d i n ; A l l a h şüphesiz herşeyi b i l g i s i y l e Kuşatanadır»}^' «Bu i n s a n l a r , d e v e n i n , nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yülcseltildiğine, dağla rın nasıl dikildiğine, y e r i n nasü yayıldığına b i r b a k m a z l a r mı?».'^^ «Gök l e r i n v e y e r i n yaratılmasında, gece i l e gündüzün b i r b i r i ardından g e l m e s i n d e , i n s a n l a r a yararlı şeylerle d e n i z d e süzülen g e m i l e r d e , A l l a h h n gökten i n d i r i p , o n u n l a ölümünden s o n r a y e r i dirilttiği s u d a , h e r türlü canlıyı o r a d a yaymasında, rüzgârları v e y e r l e gök arasında e m r e amâr d e d u r a n bulutları döndürmesinde, düşünen aklım k u l l a n a n kimseler için d e l i l l e r vardırry.'^^ «Yeryüzünde v e k e n d i içinizde Allah'ın varlı ğına n i c e d e l i l l e r vardır; görmez misiniz?».''^^ îşte b u ve benzeri âyet ler de a k i m ve düşüncenin b i l g i üzerindeki büyük önemini açık b i r şe k i l d e b e l i r t m e k t e d i r . İnsanoğlu b e l i r l i b i r t a b i a t ve akıl üzere yaratıl mıştır. B a z a n a k i m güzel gördüğü b i r şeyi, tabiatı k a b u l e t m i y e b i i i r ve y a tabiatın benimsediği birşey, a k l a u y g u n g e l m i y e b i l i r , y a d a her i k i s i birşey üzerinde i t t i f a k e t t i k l e r i g i b i , ihtilâf d a edebilirler. Bütün bunların h a k i k a t i n i b i l m e k ve yukarıda geçen h a n g i b i l i m d a l m a g i r d i ğini anlamak, ancak akıl, n a z a r ve düşünce ile mümkün olur. B u ger çeği k a b u l etmemek ise, inkarcılıktan ve körükörüne inatçılıktan başka birşey değildir.^^^ Mâturîdî'nin b i l g i n a z a r i y e s i a n a hatlarıyle işte budur. 160 B k . e l - M â t u r i d î , anılan e s e r , s. 9. 161 Fussilet Sûresi, â y e t : 53-54. 162 Ğâşiye Sûresi, âyet : 17-20. 163 B a k a r a S û r e s i , â y e t : 164. 164 Zâriyât Sûresi, âyet : 20-21. 165 50 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 10, 11. Mâturîdî'- den önceki keia.mcılar b u k o n u y a önem v e r m e d i k l e r i , hattâ eserlerin de bilgiden tek kelimeyle dahî b a h s e t m e d i k l e r i halde,ı^ d a h a s o n r a ge len kelâmcıîar b u k o n u y a büyük b i r önem vermişler ve eserlerinde b u n u d i k k a t e değer b i r şekilde işlemişlerdir.ı^'^ B u d a gösteriyor lipi, s a n k i Mâturîdî, kendisinden s o n r a gelen bilginlere b u k o n u d a önder o l muş ve onların d a kelâm i l m i y l e i l g i l i eserlerinin başında b i l g i y e önem l i b i r y e r ayırmalarına v e "bilgilerimizin kıymetini büyük ölçüde tartış m a konusu yapmalarına sebep olmuştur. Mâtûrîdî'ye göre, bazılarının i l e r i sürdüğü g i b i , imân, kalbî b i r t a s d i k olmayıp, sadece bilgiden, başka b i r deyimle m a r i f e t t e n ibaret-^ t i r , demek doğru değildir.ı^^ Z i r a imânın d i l d e k i anlamı, daha önce de belirtildiği g i b i , t a s d i k t i r . Küfrün anlamı ise, tekzîb, y a l a n l a m a v e y a birşeyin, daha doğrusu gerçeğin üstünü örtmek suretiyle o r t a y a çık masını önlemedir. Gerçekte b i l g i n i n , zıddı, cehalettir, b i l g i s i z l i k t i r . B i r şeyin mâhiyetini bilmek, o n u t a s d i k anlamına gelmiyeceği g i b i , b i l m e mek de tek2^b mânasına gelmez. B i n a e n a l e y h k a l p t e k i imân, m a r i f e t ten başka b i r şeydir.^^^ Şu k a d a r v a r k i , m a r i f e t , kalbî t a s d i k i n hâsıl 166 Örnek o l a r a k karşılaştırınız: e l - Eş'arî, Ebû'l-Hasan A l i b. İsmail, K i t â b u l L u m a ' f i ' r - R e d d i a!â~Ehli'z-Zeyğ v e ' l - B i d a ' , Mısır 1955. 167 K e z a karşılaştırınız: en-Nesefî, Tabsıratu'l-Ediile, y a z m a N u r u O s m a n i y e , N o . 2097; el-Curcânî, es-Seyyîd eş-Şerîf, Şerhu'l-Mevâkıf, İstanbul 1286; es Sâbunî, N u r e d d i n A h m e d b. Mahm.ûd, Tatâbu'l-Bidâye mine'l-Kifâye fi'İHidâye fî-Usûîi'd-Din, D r . F e t h u l l a h H u l e y f neşri, Mısır 1969; er-Râzî, F a h r e d d i n M u h a m m e d b. Ömer, M u h a s s a l u Efkâri'l-Mutekaddimîn vel-Mutealıhirîn mine'l-Uîemâ ve'i-Hukemâ ve'î-Mutekell'imîn, K a h i r e 1323; el-BâkıUânî, el-Kâdî Ebû B e k r M u h a m m e d b. et-Tayyîb, Kitâbu't-Temhîd, M c C a r t h y neşri, B e y r u t 1957 v e Kitâbul-İnsâf, K a h i r e 1950; el-Bağdâdî, Usûîu*d-Din, İst. 1346; el-Cuveynî, Îmâmu'l-Harameyn A b d u l m e l i k b. A b d i l l a h , Kitâbu'îİrşâd, D r . M . Yûsuf Mûsâ ve Alî A b d u l m u n ' î m A b d i l h a m i d neşri, K a h i r e 1950. - [\^. I j>\ 168 169 B k . el-Mâturîdî, Kîtâbu't-TevMd, s. 380. İmânın mâhiyeti k o n u s u n d a çeşitli f i k i r l e r i l e r i sürülmüştür. Bunları şu şekilde özetlememiz m ü m k ü n d ü r : İmân yalnız k a l p l e i l g i l i d i r ; sâdece m a r i f e t t i r ; sâdece d i l i l e ikrardır; bütün dinî âmellerin tümüdür; i m â n iradî o l m a y ı p Allah'ın b i r lütfü, b i r m e v h i b e s i d i r . G e n e l o l a r a k halkın v e y a m u k a l l i d l e r i n anlayışına göre, imân d i l i l e i k r a r , k a l p i l e t a s d i k t i r . E b û H a n î f e ise, b u n u d a h a d a ilmîleştirerek imânın, ilmî k a b u l anlamına k a l b i n t a s d i k i , d i l i l e ikrarın, b u n u n şartı b u l u n d u ğ u n u söylemektedir k i , Mâturîdî'nin de görüşü b u m e r k e z d e d i r . E ş ' a r î'ye g ö r e imân k a l p i l e t a s d i k t i r ; t a s d i k i n s a h i h olmasının şartı m a r i f e t t i r , b i l g i d i r . Zihnî âmeliye, k a l b i n f i i l i n d e n öncedir. B u n a g ö - 51 olmasında en büyük rolü o y n a y a n gerçek b i r u n s u r olduğu g i b i , ceha let de bazan t e k z i b i n ve inkarcılığın b i r sebebi olmaktadır.^^^ B u n u n l a i l g i l i o l a r a k m^eselâ, bütün peygamberlere k a l b i m l e imân e t t i m , demek caiz olduğu halde, onları k a l b i m l e b i l d i m , demek gerçek imân için y e t e r l i değildir. E s a s e n Yüce Allah'ın «Gönlü imânla d o l u olduğu h a l d e , z o r ' altında olanın âî§ında, i n a n d t k t a n s o n r a A l l a h h i n kâr e d e n , gönlünü kâfirliğe açanlara A l l a h katından bîr gazâb vardır; büyük azâb d a o n l a r içindir»^'^^ anlamındaki sözü, b u n a b i r d e l i l d i r . Z i r a kalpte imân olmayıp, sadece m a r i f e t bulunsaydı. Yüce Allah'ın b ö y le demesine gerek kalmazdı. Çünkü inkârın k a l p t e k i b i l g i y i y o k etmesi düşünülemez. B i l i n e n b i r şeyin, b i l i n d i k t e n s o n r a , cehalete, bilgisizliğe re m u k a l l i d i n imânı s a h i h değildir. Ş i î l e r ve K s d e r i y y e ise, imânın m a r i f e t t e n , yalnız zihnî a m e l i y e d e n i b a r e t o l d u ğ u n u söylerler. B u g ö r ü ş ü i l k d e f a o r t a y a a t a n , C e l i m b . Safvân'dır. A b d u l l a h b . GuUâb da imkânın h e m m a r i f e t , h e m de t a s d i k o l d u ğ u n u i l e r i sürmektedir k l , M ü c e s s i m e ve M ü ş e b b i h e fırkasında olanların ç o ğ u n l u ğu d a b u görüşü s a v u n u r l a r . Bunlardan K e r r â m i y y e'ye g ö r e , imân, sâdece i k r a r d a n i b a r e t o l u p , o n u n t a s d i k l e b i r i l g i s i y o k t u r . H â r . i c i y y e fırkası m e n s u p l a r ı n a göre, imân i k r a r , t a s d i k ve âmelin t ü m ü n d e n m e y d a n a g e l i r . O n l a r a g ö r e , K u r ' â n ' m hükümleriyle âmel e t m e y e n l e r , hattâ f a r z l a r d a n b i r i n i t e r k e d e n l e r kâfirdir. Gerek H a . n b e l î l e r , gerekse V e h h â b i 1 e r b u görüşü savu nurlar. M u ' t e z i l e ' n i n çoğunluğu d a b u fikirde o l m a k l a beraber, âmel e t m e y e n v e y a b ü y ü k g ü n a h işleyenin ne m ü m i n ne de kâfir o l d u ğunu, i m â n i l e k ü f ü r arasında b i r y e r d e ( e l - M e n z i l e fosyne'l-Menzileteyn) kaldığını i l e r i sürerler. S e l e f i n , f u k a hâ, n ı n v e h a d î s ç i 1 e r i n bazıları, i m â n ı n kesbî v e mahlûk, yaradılmış o l m a y ı p , Allah'ın irâde v e hidâyetine bağlı b u l u n d u ğ u n u söylerler. Bazılarına g ö r e ise, i n s a n t a r a f m d a . n o l a n ihtida kesbîdir; A l l a h tarafından o l a n hidâyet ve tevfîk ise, yaradılmış o l m a y ı p vehbîdir. î m â n ı n k o n u s u , k e s i n hükümlerdir. B u n l a r da, A l l a h ' l a p e y g a m b e r l e r le v e âhiretle i l g i l i k e s i n l i k i f a d e e d e n hükümlerdir. İmânın g a y e s i , A l l a h tarafından g e l e n e m i r l e r e b i r b ü t ü n o l a r a k u y m a y ı ; i t a a t e t m e y i sağla maktır. Bütün fırka m e n s u p l a r ı b u h ü k ü m l e r d e birleşmişlerdir. B k . Ebû M a n s û r el-Mâ.turidî, A k â i d R i s a l e s i , P r o f . Y u s u f Z i y a Y ö r ü k a n tercümesi, m ü t e r c i m i n n o t u , s. 22, İstanbul 1953. B u k o n u d a d a h a f a z l a b i l g i için k e lâm v e fırkalarla i l g i l i eserlere başvurulabilir. 170 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhid, s. 380. 171 N a M S û r e s i â y e t : 106. 51 dönüşmesi imkânsızdır. Demek o l u y o r k i , imânda esas olan, kalbî tas d i k t i r . B u n u sağlayan d a b i l g i d i r . ' ' e — İmâmn A r m i i l e İlgisi v e İnsan B e d e n i n d e k i Y e r i : İmâm Şafiî ( ö l m . H . 2 0 4 / M . 820)'ye göre imân, d i l i l e i k r a r , k a l p İle .asüık ve i y i amellerde bulunmaktır. B u görüge göre amel imân. dâ h i l d i r . Z i r a Yüce Allah'ın «Allah, s i z i n imârmnzı z a y i edecek demidir Dogrıosu A l l a h i n s a n l a r a şefkat gösterir, m e r h a m e t e d e r . ^ ' ^ sözü A l l a h İbadetlerinizi boga çıkaracak değildir, anlamım taşımaktadır k i 'bu d a namaz ve benzeri ibâdetlerin imâna dâhil olduğunu göstermektedir. İmâm Şafiî'nin b u görüşünü Mâturîdî, k a b u l etmemekle ve âme l i n i m a n a dâhil edilmesinin doğru olmadığını söylemektedir. Z i r a ona gore A l l a h , «Ktm A l l a h ' a imân e d e r v e i y i , yararlı i s işlerse, A l l a h o n u içinde t e m e l l i v e s o n s u z kalınacak, altlarından ırmaklar a k a n C e n n e t l e r e k o y ar.demek suretiyle, imânı amelden ayırmış ve insana, amelden ayrı olarak mü'min demiştir. Ayrıca âyette «iyi 'iş i s l e y e m y cümlesi «iman eden» cümlesine atfedilmiştir. A t f e d i l e n b i r sey ise. şüphesiz a t f olunandan başka b i r şeydir. B i n a e n a l e y h âyette geçen imândan m a k sat, k a l p İle t a s d i k t i r . B u n d a n başka, amelin imâna dâhil olduğu k a b u l edildiği takdirde, amelle i l g i l i hükümlerde olduğu g i b i , imân esaslarına a d a . n e s h i n câız olması g e r e k i r d i . O y s a , imânla i l g i l i k o n u l a r d a , böyle 172 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 380-381; Te'viiâtu'l-Kur'ân, V a r . 87 b. 173 T a m adı, eş-Şâfiî, el-îmâm E b û A b d i l l a h M u h a m m e d b . İdris'dir Şafiî m e z h e b i n i n k u r u c u s u d u r . H . I S O / M . 767 yılında. G a z z a ' d a d o ğ m u ş v e H 2 0 4 / M 820 y ü m d a 53 yaşında i k e n Mısır'da vefat etmiş v e M u k a t t a m dağının ete ğinde, Benû A b d i l h a k e m mezarlığına defnolunmuştur. Hayatı e s e r l e r i v e görüşleri için b k . el-Hatîb el-BağdâdI, Târîhu Bağdâd, C . II, s. 56-73 K a h i r e 1931; i b n Hallikân, Vefeyâtu'l-A'yân, C . I, s. 447, K a h i r e 1310- B r o c k e l m a n n , G A L , I, s. 178, v d ; S U P P L . I, s. 503 v d ; es-Subkî, Ebû N a s r A b d u l vehhâb, Tabakâtıı'ş-Şâfiîyye el-Kubrâ, C . I, s. 172-175, K a h i r e 1324- İbn H a l dun, e l - M u k a d d i m e , s. 500 v d . . K a h i r e 1327; A h m e d Teymûr, N a z r a t u n T â n h i y y e fî Hudûsi'l-Mezâhibi'I-Erba'a, s. 28 v d . , K a h i r e 1344; H . A . R . G i b b - J H . K r a m e r s , Slıorter E n c y c l o p e d l a of İslam, s. 512 v d , L e i d e n - L o n d o n i c i 6 l ' W . H e f f e n i n g , Şafiî M a d . , İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . X I , s. 268 v d . , İstanbul 1968^ 174 B a k a r a Sûresi, â y e t : 143. 175 Talâk Sûresi, â y e t : 11. ' ' 53 b i r şeyin söz k o n u s u edilmesi imkânsızdır. B u d a gösteriyor k i . imân ile amıel ayrı ayrı şeylerdir.^^* Mâturîdî, imân i l e âmeli, gösterdiği gerekçe ve delillere d a y a n a r a k b u şekilde açıkladıktan sonra, gerçek imânın insanın b e l i r l i b i r yerinde olmayıp, bütün bedenini kapladığını söylemiştir. O n a göre imân, parça lanır v e y a bölünür b i r nesne olmadığı için, mü'min, meselâ, b e l i r l i b i r y e r i n i n k e s i l m e s i v e y a b i r u z v u n u kaybetmesiyle imânından d a b i r kıs mını kaybetmiş olmaz. Bütün vücuda yayılmış o l a n imân, b u g i b i haller de, esas durağı o l a n kalbe avdet eder. Çünkü imân b i r bütündür. O n u n e k s i l i p artmadı d a söz k o n u s u değildir. İyi işler imânm esasından o l madığı g i b i , ona t e s i r de edemez. İmân kalbî b i r t a s d i k t i r . O n u n teced düdü, yenilenmesi, ancak küfrün t e r k e d i l m e s i ânında mümkün olur. Z i yadeleşmesi k o n u s u d a , tıpkı bunun g i b i d i r . İnsan öldüğü z a m a n , imân r u h l a beraber gitmediği g i b i , cesette de k a l m a z . O ancak, insanın imâna ehliyet kazandığı mâna ile beraber kalır k i , b u d a Yüce Allah'ın kişiyi g i z l i d e n nurlandırması v e y a insanın içindeki g i z l i m a h i y e t i ı§ıklandırmasıdır. İnsanın a m e l l e r i ise, Allah'ın sevabına v e y a cezasına u l a şır.^^' Mâturîdî'ye göre, ölüm döşeğinde, u m u t s u z kalmış, ye's halinde imân eden b i r k i m s e n i n imânı m a k b u l değildir. Z i r a böyle b i r k i m s e aslında g a y b a inanmış değildir. Mâturîdî'nin b u düşüncelerinden de anlıyoruz k i , müsbet i l i m l e r k o n u s u n d a k i t a s d i k ile, imân edilmesi gereken m e v z u l a r l a i l g i l i t a s d i k , aynı değildir. Z i r a imân edilmesi gereken şeyler, g a y b i a i l g i l i o l a n l a r dır. B i r imânın gerçek b i r imân o l a b i l m e s i için, s a h i b i n i n d a h a h a y a t t a iken, h e r h a n g i b i r umutsuzluğa, ye'se kapılmadan önce, bilerek ve zorlanmaksızm imân etmiş olması g e r e k l i d i r . Ölüm h a l i n d e insanın, g ö zü önüne âhiret ahvâli s e r i l i p , b u h a l l e r i gördükten s o n r a imân etmesi, 176 B k . el-Mâturidî, 177 Tafsilât için b a k ı n ı z : el-Mâturîdî, Te'vîlâtu E h l i - s - S u n n e , D r . İbrahim A v a z a y n v e es-Seyyîd A v a z a y n neşri, C . I, 289. 290, K a h i r e 1 3 9 1 / 1 9 7 1 ; A k â i d R i s a l e s i , s .24 ; D . B . M a c d o n a l d , İ m â n M a d . , İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . V V a , s. 985, İst. 1951; H . A . R . G i b b - J . H . K r a m e r s , S h o r t e r E n c y c l o p e d i a of İslam, s. 167; k e z a b k . A . J . W e n s i n c k , T h e M ü s l i m C r e e d , s. 22 v d , C a m b r i d g e 1932; I. G o l d z i h e r , el-'Akîde ve'ş-Şeri'a fî'l-İslâm, A r a p ç a y a Ç e v . : M . Y û s u f Mûsâ, A . H a s a n A b d u l k â d i r v e A . A b d u l h a k k , s. 87 v d , K a h i r e 1959; en-Nesefî, 54 A k â i d Risalesi, Ç e v i r e n : P r o f . Y u s u f Z i y a Yörükan, s. 22. Tatasıratu'l-Edilie, V . 200 b , N û r u o s m â n i y e K t b . N o . 2097. şuhûda d a y a n a n b i r imân o l u r k i , işte Mâturîdî'nin de k a b u l etmediği budur. / — İmân v e İslâm : İslâm b i l g i n l e r i , imân ile Islâm'm b i r olup olmadığı hususunda i h tilâfa düşmüşlerdir. îmân i l e İslâm b i r d i r , diyenler, d e l i l o l a r a k Yüce Allah'ın «Bir k i m s e İslâmiyet'ten başka b i r dîne yönelirse, o n u n k i aslâ k a b u l e d i l m e y e c e k t i r . O , a h i r e t t e d e kaybedenlerdendir»'^'^^ âyetini g ö s termişlerdir. O n l a r a göre imân, bütün ibâdetleri ve i y i işleri içine a l a n bir i s i m d i r . B i n a e n a l e y h h e r i y i iş İslâm olduğu g i b i , h e r hayırlı amel de imândır. B u n l a r d i l bakımından h e r n e k a d a r ayrı g i b i görünüyorlarsa da, aslında ifade e t t i k l e r i mâna bakımından b i r d i r . îmân i l e İslâm'ın ayrı ayrı şeyler olduğunu söyleyenler ise, «Bede^ vî A r a p l a r imân e t t i k d e d i l e r , o n l a r a d e k i : S i z imân e t m e d i n i z , f a k a t İslâm o l d u k , d e y i n i z ; çünkü imân henüz k a l p l e r i n i z e yerleşm.edi»^'^^ âyetini b u n a b i r delil o l a r a k göstermişler ve âyette de görüldüğü g i b i . Yüce Allah'ın bedevîlere İslâm olduk demıclerine i z i n verdiği halde, imân e t t i k demelerine müsaade etmemiş olması, b u n l a r m aslında b i r olmayıp, ayrı ayrı şeyler olduğunu gösterir demişler ve ayrıca b u n u Cibrîl ha(Msiyle de t e y i d etmek istemişlerdir. D a h a önce de işaret e t t i ğimiz g i b i , Müslümanlara d i n l e r i n i öğretmek gayesiyle Cibrîl'in s o r duğu s o r u l a r a karşıhk H z . P e y g a m b e r gerek imânı, gerekse İslâm'ı g a yet veciz b i r şekilde t a r i f etmiş ve a r a l a r m d a k i derece faklarını belirtmiştir.^'o B u görüşü i l e r i sürenlere göre, H z . P e y g a m b e r ve Cibrîl g i b i , yeryüzünün ve göklerin en emîn, en güvenilir kişilerinin aslında b i r o l a n b i r şeyi i k i y e ayırıp, bunları ayrı ayrı tarif etmede birleşmeleri beklenemez. B u n u yaptıklarına göre, demek k i , imân ile İslâm b i r de ğildir, b u n l a r başka başka şeylerdir.^^^ 178  l - i I m r â n Sûresi, â y e t : 85. 179 H u c u r â t Sûresi, â y e t : 14. 180 T a f s i l a t için b a k ı n ı z : el-Buhârî, C . I, s. 18; e l - M u s l i m , C . I, s. 39, D r . K e mal Işık, M u t e z i l e n i n D o ğ u ş u ve K e l â m ı Görüşlerî, s. 17 v d . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 393. 181 B u konu için b a k ı n ı z : Buhârî, el-Câmiu's-Sahîh, Kltâbu'1-îmân; A . J . W e n - sinck, T h e M ü s l i m C r e e d , Akîde san çevirenler: 1932; İgnaz G o l d z i h e r e l M . Yûsuf A b d u l k â d i r ve A b d u l a z î z A b d u l h a k , s. 87 v d . , K a h i r e donald, R. s. 22 v d . , C a m b r i d g e ve'ş-Şerîa fi'I-İsIâm, A r a p ç a y a İslâm Ansiklopedisi, C . V - 2 , Sayı Mûsâ, Alî H a 1959; D . B . M a c 50, s. 984, İstanbul 1951; H . A . G i b b - j . H . K r a m e r s , S h o r t e r Encycîopaedia of İslam, s. 167. 55 B u görüşte olanlar, b u k o n u d a kendi aralarında d a ihtilâfa düş müşlerdir. Bazılarına göre iı lân, Kur'ân ve hadîste de görüldüğü g i b i , inanılması gereken şeylere i n a n m a k ve onları kalben i a s d i k t e n i b a r e t t i r . B u n u n b i r dış görünüşü y o k t u r . İslâm'ın ise, b i r dış görünüşü vardır. İşte b u dış görünüşe bakılarak b i r k i m s e n i n müslüman olup olmadığı nı anlamak mümkün olur. İmânm y e r i ise, k a l p olduğu için, gerçek imân sahibi o l a n l a r l a olmayanları ayırm^ak zordur. B u n d a n dolayı A l l a h , Bedevi'ye «islâm oldum.» demesine i z i n verdiği halde «imân ettim» de mesine i z i n vermemiştir. Çünkü onun kalbinde henüz imân olmadığını A l l a h bilmektedir. E s a s e n hadîs de bunu t e y i t etmiş ve İslâmm dış g ö rünüşü bulunan amellerden meydana geldiğini, imâmn ise k a l b i t a s d i k olduğum] bildirmiştir. Bazıları, İslâmm, A l l a h ' a t e s l i m , o l m a k , O'nun e m i r lerine u y m a k olduğunu söylerken, diğer b i r kısmı d a İslâmm. d i l d e k i mânası i h l a s t ı r ; A l l a h ' a t a m o l a r a k gönlünü bağlamak ve O ' n a eş koşmamaktır, demiştir.^^^ B u n a d e l i l o l a r a k «Rabbi a n a : T e s l i m o l , buyurduğunda, Âlemlerin R a b b i n e t e s l i m o l d u m , derai§tir^^^>y; ^^BİZ" l e r O^na t e s l i m oîmuşuzdur'^^^»; R a b b i r r d z ! İkimizi S a n a t e s l i m o l a n l a r d a n k%l, s o y u m u z d a n d a S a n a t e s l i m o l a j n l a r d a n b i r ümmet yeti§tir'^^^» âyet l e r i n i göstermişlerdir. Mâturîdî b u çeşitli görüşleri b e l i r t t i k t e n sonra, b u k o n u d a k i k e n d i görüşlerini de delillere d a y a n m a k suretiyle açıklamıştır. O n a göre imân ile islâm, her nekadar d i l yönünden ifade e t t i k l e r i mâna bakımından a y rı g i b i görünüyorlarsa da, aslında dinî k o n u l a r d a taşıdıkları mâna ve önem i t i b a r i y l e b i r olup, aralarında b i r f a r k y o k t u r . D i l ile i l g i l i b u ayrı anlamadan dolayı, kâfirler, k e n d i l e r i n i n imânla anılmalarına ses çıkar madıkları halde, İslama nisbet edilmelerini ruhları k a b u l edememiştir. B u n u n sebebi de büyük b i r i h t i m a l l e , g e r ç ^ imânm k i m d e b u l u n d u ğunun bilinmemesi, b u n u n b i r dış görünüşünün bulunmaması, oysa îslâman b i r dış görünüşü bulunup, buna göre amel edenlerin özellikle Müslüman adıyla anılmalarıdır. îşte bundan dolayı, meselâ, İ s l â m d i y a r ı , k ü f ü r d i y a r ı dendiği halde, i m â n d i y a r ı 182 B k . Mâturîdî, bu't-Tevhîd, s. Te'vilâtu'i-Kur'ân, 183 Bakara 184 B a k a r a Sûresi, âyet 133. 185 Bakara 128. 5 Sûresi, V a r . 22 b, Selim Ağa Ktb. N o . 395. âyet : Sûresi, âyet 131. : 40; Kitâ veya küfrün m u r a d i f i olarak, t e k z i b d i y a r ı denmemiştir .^^^ Mâtûrîdî'ye göre, imânın, Allah'ın varlığını, birliğini, eşi ve ben•zeri bulunmadığını, her şeyin O'nun dilemesi ve yaratmasıyla var olduğunu tasdik e t m e . olduğuna gerek akıl, gerekse kâinattaki bütün v a r h k l a r delâlet etmektedir. İslâm da, kişinin kendisini t a m ola rak A l l a h ' a teslim etmesi, O'nun e m i r l e r i n i yerine getirm.esi, nehiylerinden kaçınması, dinî vecibeleri noksansız yerine getir mesi ve kısaca t a m b i r sadakat ve i h l a s l a O ' n a k u l l u k etmesidir.^^^ B u da gösteriyor k i , b u i k i kavramın i h t i v a ettiği m.âna yönün den esasa ilişkin b i r f a r k y o k t u r . A n c a k b i r i n c i s i n d e ' inanılması ve tasdik edilmesi gereken imân esasları açıklanmakta, ikincisinde ise, b u imânın veya kalbî tasdiğin b i r gereği olan şartlar ve bunların ye rine g e t i r i l m e s i zorunluğu belirtilmektedir. B i n a e n a l y h , imân ile islâm m b u müşterek n i t e l i k l e r i göz önüne alındığı t a k t i r d e , bunların b i r olduğu, b i r i c i n gerçek varlığı k a b u l edilip, diğerinin edilmemesinin imkânsız bulunduğu h a k i k a t i kendiliğinden o r t a y a çıkmış olur. İbare lerin değişik olması b u gerçeği değiştiremez. İmânın bütün şartlarını yerine getiren b i r kimsenin, Müslüman olmadığını üeri sürmek nasıl mümkün değilse, İslâmm tüm şartlarını hakkıyle ifâ eden b i r k i m s e n i n de mü'min olmadığmı söylemek, akıl ve mantık yönünden mümkün değildir.^^' Kur'an-ı Kerîm'de geçen «Allah katında gerçek d i n şüphesiz îslâmiyettir»^^^ ve «Kim İslâmiyetten başka b i r d i n e yönelirse, onun k i a s l a k a b u l edilmeyecektir»^^^ anlamındaki âyetler de, aslında bu gerçeği t e y i d etmektedir. Z i r a b i r k i m s e n i n hakikî b i r mü'min o l a b i l mesi, ancak, Yüce Allah'ın gerçek b i r d i n olarak, vasıflandırdığı îslâm i y e t i n bütün şartlarını e k s i k s i z yerine getirmesiyle mümkündür. Bunların b i r kısmını yerince getirip, diğerlerini kasden terkeden kimse Müslüman olmadığı g i b i , mü'min de değildir. Z i r a îslâmiyetin şartların186 B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, a vd. Muruosmaniye s. 394; en-Nesefî,Tabsiratu'l-Edilîe, V a r . 202 K t b . N o . 2097. 187 B k . Ebû Mansûr el-Mâturidî, Te'vîlatu E h i i ' s - S u n n e , D r . İbrâhîm A v a z a y n ve e s - S e y y i d A v a z a y n neşri, C . I, s. 257, 289, K a h i r e 1971; Kitâbu't-Tevhîd, s. 394, 395; en-Nesefî, Tabsıratu'l-Ediile, V a r . 8 b, Süleymâniye-Fatih B l . N o . 188 B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, 189 Âl-i İmrân Sûresi, â y e t : 19. 190 Âl-i 2907. s. 396; Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 22 b. İmrân Sûresi, â y e t : 85. 57 dan b i r kısmım inkâr etmek suretiyle îslâmiyetten çıkan, imândan da çıkmıştır. K e z a imân esaslarından bazılarını k a b u l etmemek suretiyle imândan çıkan kimse de, îslâmiyetten uzaklaşmış ve kâfir olmuştur. Mâturîdî b u k a d a r l a da yetinmiyerek, görüşünü t a k v i y e etmek için Kur'ânı Kerîm'den daha birçok örnekler vermiştir. Meselâ «Allah'a, UzG gönderilene, İbrahim'e, IsmâîFe, İshâk'a, Ya'kûb'a v e torunlarına gönderilene, Mûsâ v e Ûsâ'ya v e r i l e n e , R a b b l e r i tarafından P e y g a m b e r l e r e v e r i l e n e , onları b i r b i r i n d e n ayırt e t m e y e r e k imân e t t i k , b i z O ' n a t e s l i m olanlarız, deyim>^^'; «Mûsâ şöyle d e d i : E y m i l l e t i m ! Allah'a imân ediyorsanız v e t e s l i m olmuşsamz, O ' n a güvenin»'^^^- âyetleri de, bunların i h t i v a e t t i k l e r i gerçeklere imân edenienin Müslüman olduklarını bildirdiği g i b i , diğer b i r âyette de Yüce A l l a h , suçlu b i r k a v m i cezalan dırmak üzere gönderdiği meleklerin «Biz suçlu m i l l e t i n arasında b u l u n a n mü'minleri çıkardık; z a t e n o r a d a Müslüman o l a r a k sâdece b i r t e k ev halkı bulduk»^^^ d e d i k l e r i n i beyan etmek suretiyle, Müslüman olanla rın da mü'min olduklarını açıkça ifade etmektedir. Bütün bunlar, özel l i k l e yukarıdaki âyetlerde de görüldüğü g i b i , Allah'ın insanları bazan mü'min, bazan d a müslim olarak vasıflandırması da gösteriyor k i , ger çekte imân ile îslâm b i r d i r . Bunları yekdiğerinden ayrı olarak mütalaa etmek mümkün değildir.^^* Mâturîdî'nin imân ve İslâm konusundaki görüşleri, ana hatlarıyle işte bunlardır. K o n u y u şimdiye k a d a r açıklamağa çalıştığımız görüşleri nin b i r özeti mâhiyetini taşıyan şu sözleriyle b i t i r e l i m : «islâm, Allah'ı keyfiyetsiz olarak b i l m e k t i r ; bunun y e r i göğüstür. İmân, Allah'ı A l lah'lığı ile b i l m e k t i r ; bunun y e r i de k a l p t i r ; b u ise, göğsün içindedir. M a r i f e t , Allah'ı sıfatlarıyle b i l m e k t i r ; bunun y e r i de gönüldür; b u da, k a l b i n içindedir. Tevhîd, Allah'ı birliğiyle b i l m e k t i r ; bunun y e r i sır dır; b u ise, gönül içindedir. B u n l a r , Yüce Allah'ın «Allah, göklerin v e y e r i n Nûr'udur. O ' n u n n u r u , içinde ışık b u l u n a n b i r k a n d i l yuvasına b e n z e r . O ışık b i r c a m içindedir; c a m i s e , s a n k i i n c i g i b i p a r l a y a n bir. yıldızdır. B u , n e yalnız doğu'da v e n e d e yalnız Batılda b u l u n a n b e r e k e t l i z e y t i n ağacından yapılır. Ateş değmese b i l e , n e r d e y s e yağın k e n d i s i a y 191 Bakara 192 Yûnus 193 Zâriyât 194 B k . el-Mâtundî,Kitâbu't-Tevhid, Selim maniye 58 Sûresi; â y e t : Sûresi, 136. âyet : 84. Sûresi, âyet : 35, 36. s. A ğ a K t b . N o . 40; en-Nesefî, Ktb. No. 2097. 397 vd.; TeVilâtul-Kur'ân, Var. 339 Tabsıratu'i-Edille, V a r . 202 a, N û r - u b, Os dmlatacak! Nûr üstüne nurdur»^''' âyetine, benzer. § u halde bunlar, dört gerdanlıktır k i , dördü de b i r b i r i n d e n ayrı gayrı değildir; hepsi b i r leşince d i n olur»."'' g _ îmânın Yaratılmış O l u p Olmaması Meselesi : Mâtûrîdî'ye göre imân mahlûktur. Z i r a imânın mâhiyeti y a m a ' lûmdur, b i l i n m e k t e d i r v e y a meçhuldür, b i l i n m e m e k t e d i r . Eğer imân meçhul olup, mâhiyeti hiçbir k i m s e tarafından b i l i n m i y o r ise, onun y a ratılmamış olduğunu i l e r i sürmenin b i r anlamı k a l m a z . Çünkü b i l i n m e yen b i r şeyin mâhiyeti ve h a k i k a t i n i n b i l i n m e s i için b i r takım delillere, araştırma ve incelemelere d a y a n m a k zorunluluğu yardır. Böyle b i r y o l l a elde edilen v e y a bilinen şey de, şüphesiz mahlûktur. B u n d a n başka, d u y u organları kanalıyle de bilindiği g i b i , A l l a h ' d a n başka, kâinatta mev cut herşey yaratılmıştır, y o k l u k t a n s o n r a v a r olmuştur. Öncesiz ve sonsuz, ezelî ve ebedî olan sâdece Y ü c e ' Allah'dır. G e rek âlem, gerekse onu m e y d a n a getiren bütün varlıklar, b u n a delâlet etmektedir. Herşey Allah'ın dilemesi ve yaratması i l e v a r olduğuna göre, imânın d a bunların dışında kalması ve yaratılmamış olduğunun i l e r i sürülmesi imkânsızdır."' îmânın meçhul, b i l i n m e y e n birşey olması d a mümkün değildir. Z i r a Yüce A l l a h , P e y g a m b e r l e r i n e gönderdiği bütün k i t a p l a r d a , dâima imânla emretmiş, özellikle Kur'ân-ı Kerîm'in b i r çok yerinde de geç tiği g i b i , insanları imân etmekle yükümlü kılmış ve imân eden k u l l a rını d a mü'min adıyla vasıflandırmıştır. B u n a göre, ilganın y a p m a k l a mükellef kılındığı, yaptığı t a k t i r d e sevâbe n a i l olacağı, terkettiği t a k dirde ise, cezaya çarptırılacağı b i l d i r i l e n birşeyin h a k i k a t i n i ve mâhi y e t i n i bilmediğini düşünmek mümkün değildir. B u d a gösteriyor k i , imân meçhul değil, ma'lûmdur. O halde, imânın mâhiyeti bilindiğine göre, d a h a insan v a r olmadan önce, onun ezelde m e v c u t bulunduğunu ve dolayısıyle yaratılmamış olduğunu i l e r i sürmek, ne aklın, ne de n a k l i n k a b u l edebileceği b i r h u s u s t u r . Z i r a b u t a k d i r d e imân, d a h a mükel lef kılman i n s a n yaratılmadan önce, onun iktisâb ettiği b i r f i i l hâline gelecektir. B u ise, m u h a l d i r . İmânın ezelî olmayıp, insanın b i r f i i l i oldu ğuna en büyük delil, onun imânla mükellef kılınmış, t e r k i n d e n nehyedil- 195 196 N û r Sûresi, âyet : 35. B k . el-Mâturîdî, A k â i d R i s a l e s i , 197 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, ; s. s. 23. 385. : f; 59 mış, özellikle imân edenler övülüp, kendilerine büyük mükâfatlar vaad edilirken,, imân etmeyenler y e r i l i p , kendilerinin büyük ceza ve ikâba çarptırılacaklarının bildirilmiş olmasıdır/^^ İnsanın kendi fiilinden do ğan b i r şey, şüphesiz mahlûktur. _ Mâturîdî, imânın yaratılmış olduğunu a k l a dayanan delillerle b u şeklide isbat ettikten sonra, bunu, ayrıca naklî delillerle de teyit et miştir. Meselâ ona göre, Kur'an-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde geçen «ffer şeyi y a r a t a n AUah'Ur..^^^ ve . S i z i d e , yapUklarımzı d a y a r a t a n Allah'tır»^''' âyetleri, imânm da yaratıklar ve ameller cümlesinden o l ması i t i b a r i y l e , mahlûk olduğuna delâlet etmektedir. B u n d a n başka Y ü c e A l l a h «Gökleri, y e r i v e i k i s i n i n a r a s t n d a k i l e r i ' a l t t günde y a r a t a n , s o n r a d a arşa hükmeden Rahman'dır.-"^ demektedir k i şüphesiz bunlar arasında imân d a vardır. Ayrıca imânın yaratılmış olduğuna dair H z . Peygamberden r i v a y e t edilen çeşitli hadîsler de vardır.202 îmân, insan için b i r güzelliktir, b i r hayırdır, b i r hidâyet kaynağı dır ve b i r ziynettir. Bunların y e r i ise, k a l p t i r . Yüce A l l a h şöyle diyor : A l l a h s i s e imâm sevdirmiş, o n u k a l p l e r i n i z e güzel göstermiş; inkar cılığı, y o l d a n çıkmayı v e haş kaldırmayı s i z e iğrenç göstermiştir».^"' Sonra Yüce Allah'ın «îmân henüz k a l p l e r i n i z e girmedi»^'>-^ ve «...Kalp l e r i imân etmemişken, ağızlarıyle imân e t t i k , diyenler...yy^^^ demek s u retiyle^ imân e t t i k l e r i n i i d d i a -edenleri yalanlaması da, Mâtûrîdî'ye g ö re, imânın insanların b i r f i i l i bulunduğunu ve dolayisiyle de yaratıl mış olduğunu isbatlayan en büyük b i r delildir.^o' h — M u k a l l i d i n îmânı : Mâtûrîdî'ye göre yaratıklar için zorunlu olan dîn, ancak i k i y o l l a bilinir. Bunlardan birincisi n a k i l , i k i n c i s i de a k 1 l'dır. Dinî b i l g i l e r i n ve inançla i l g i l i esasların gereği g i b i büinmesi ve tasdik edil mesi, ancak b u i k i y o l l a mümkün olur. Gerçek imân, aklî ve naklî de198 B k . el-Mâturîdî, 199 200 En'âm Sûresi, â y e t : 102; M ü ' m i n Saffât Sûresi, âyet : 96. 201 Furkân 202 203 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, Hucurât Sûresi, âyet -.7. Sûresi, 204 Hucurât 205 Mâide 206 Bk. Sûresi, Sûresi, a m l a n eser, s. 386. Sûresi, âyet : 59. âyet s. 387. s. 388. : 14. âyet : 4 1 . el-Maturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, âyet: 62. lillere d a y a n a n imândır. B u n l a r d a n y o k s u n b i r tasdik ise, t a k l i d i imân o l m a k t a n öteye gidemez. B i r kim^senin körükörüne taklîd edilmesi, her h a n g i b i r delile v e y a araştırma ve incelemeye dayanmak gereği d u yulm-aksızm b e l i r l i b i r fikrin^ m u a y y e n b i r inancın benimsenmesi s u retiyle elde edilen böyle b i r imân ise, şüphesiz m a k b u l b i r imân değiP d i r . Z i r a b u tür b i r imân, k e n d i s i m t a k v i y e eden esaslı b i r dayanak ve destekten y o k s u n olduğu için, h e r a n yıkılm.ağa ve y o k olmağa m a h kûmdur. O y s a a k l a v e delile dayanan imân, böyle değildir. O sağlam b i r zemine oturtulmuş, k u v v e t l i b i r temele dayandırılmış olduğundan onun yıkılması, z a m a n l a y o k olm.ası dü§ünülemxez.-^^ Görüldüğü g i b i Mâturîdî, t a k l i d i imânı k a b u l etmemektedir. O b u k o n u y a o k a d a r önem vermektedir k i , «KitâbvJt-TGvMd» adlı büyük eserinin daha i l k başlangıcında b u k o n u y a öncelik vermiş ve t a k l i d i n bâtıl olduğunu ve dinî esasların akılla ve delillerle b i l i n m e s i g e r e k t i ğini belirtmiştir.-^^ E s a s e n gerek E h l - i Sünnet, gerekse Mu'tezile, t a k l i d i n bâtıl olduğu hususunda i t t i f a k etmişlerdir k i , Mâturîdî de b u g ö rüşüyle onları desteklem^is olmaktadır. Eş'arî ve taraftarları, m u k a l l i d i n imânını k a b u l etmem^ekte, hattâ d a h a d a i l e r i y e giderek onu t e k f i r etm.ektedirler. O n l a r a göre imâmn sahîh olabilmesi için, delile dayanması şa^rttır. B u n l a r b u konuda o k a dar i l e r i gitmişlerdir k i , e r g i n l i k çağma erdikten sonra şekk ve şüp heye düşmeden imân edenlerin imânlarının m a k b u l olmadığını i l e r i sürmüşlerdir.^^^ Şu k a d a r v a r k i , burada şekkten m a k s a t , b i z a t i h i k e n d i s i değildir - B u n d a n m a k s a t , kişinin daha önce, geleneksel b i r biçim de edindiği h e r türlü b i l g i , düşünce ve inançlardan sıyrılması ve dola y i s i y l e z i h n i n tam. b i r safiyetle delile ve araştırmaya dayanan ger çekleri kabule hazır b i r d u r u m a gelmesidir. E r g i n l i k çağma eren h e r Müslümanı derhal buna alıştırm.ak, hattâ mümkün olduğu t a k d i r d e d a h a önce de bazı uyarıcı t e l k i n ve tavsiyeler kanalıyle o n u b u d o r u m a hazırlamak zorunludur. B u k o n u y l a i l g i l i olarak İbn H a z m aynen şöyle dryor : «Gere . £\xhammed b. Cerîr et-Taberî, gerekse Eş'arîlerin tümü, istidlale d a y a n 207 e l - M â t u r î d i , T e ' v î l â t ' l - K u r ' â n , V a r . 8 7 b , S e l i m A ğ a K t b . N o . 40. 208 ei-Mâturîdi, 209 B k . İ b n H a z m , Ebû Muhammed ve'l-Ehvâ' C . I V , s. 4 1 , B a ğ d a d TevMd, K i t â b u ' t - T e v M d , s. 3. ve'n-Nihal, Naşirin Önsözü, A l i b. Ahmed, Ctrz); Kitâtau'l-Fasi frl-Mîlei el-Mâturîdî, Kitâbu't- s. 26. 61 m a y a n b i r imânın sahîlı olmadığını ve böyle b i r imâna sahip kimseye de Müslüman nazariyle bakılamıyacağını söylemişlerdir. Taberî d a h a d a i l e r i giderek şöyle demiştir : *Kadın v e , e r k e k e r g i n l i k çağma eren her kes, Allah'ın bütün i s i m ve sıfatlarını i s t i d l a l y o l u y l a bilmek zorunda dır. B u n u y a p m a y a n kimse kâfir olup, Müslümanlara onun canı ve m a lı helâldir. B u n u n için yedi yaşma basan erkek ve kız çocuklarını buna alıştırmak ve i s t i d l a l usûllerini kendilerine öğretmek g e r e k l i d i r . ' Eş'arî ler ise, bunun ancak e r g i n l i k çağma ulaştıktan sonra zorunlu olduğunu söylemişlerdir» .^^^ M u ' t e z i l e ' n i n t a k l i d i n bâtıl oluşu konusundaki görüşü ise, daha önce belirttiğimiz Mâturîdî'nin görüşünün b i r tekrarından i b a r e t t i r . Meselâ Mâturîdî'nin vefatından 82 yıl sonra ölen Mu'tezile bilginlerinden e l Kâdî Abdulcebbâr (el-Mu'tezilî) (Ölm. H . 4 1 5 / M . 1024) b u konuda a y nen şöyle d i y o r : «Taklidin doğruluğunu k a b u l etmek, gerçeğin inkârı demektir. Çünkü buna göre, meselâ, c i s i m l e r i n kadîm olduğunu i l e r i sü r e n i taklîd etmekle, bunların hadis bulunduğunu söyleyeni taklîd etmek arasında b i r f a r k y o k t u r . B i n a e n a l e y h , b u tür b i r taklîd, adı geçen c i s i m l e r i n aynı anda hem kadîm, hem d a hadis olduklarına inanmak de m e k t i r k i , şüphesiz b u m u h a l d i r . Diğer b i r sık ise, bunların ne kadîm, ne de hadis olduklarına inanmaktır k i , b u d a imkânsızdır. İnançla i l g i l i diğer k o n u l a r hakkında d a aynı şeyleri söylemek mümkündür. B u r a d a hemen b e l i r t e l i m k i , b u d u r u m d a olan b i r k i m s e n i n burada, ço ğunluğun görüşüne uyarım demesi de m.ümkün değildir. Z i r a haklı olan b i r kişi olabileceği g i b i , çoğunluğun d a sapıklık üzre birleşmeleri pekâlâ mümkündür. B i n a e n a l e y h , b u k i m s e n i n gerçeği başka b i r y o l l a bulması lâzımdır k i , b u da, i s t i d l a l ve araştırma yoludur.»-'-^ Görüldüğü g i b i , t a k l i d i n bâtıl oluşu konusunda gerek Mâturîdî, gerekse el-Kâdî Abdulcebbâr aynı görüşü savunmakta, lâfız ve ifade 210 B k . İbn H a z m , el-FasI fî'i-Milel v e l - E h v â ' v e ' n - N i h a l , C . I V , s. 35; el-Mâ turîdî, Kitâbu't-Tevhîd, Naşirin Önsözü, s. 27; k e z a b u k o n u için baknıız: el-Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. M u h a m m e d , İhya' Ulûmi'd-Din, C . I, s. 7 8 - 9 4 , K a h i r e ( t r z ) ; el-Bağdâdî, Ebû Mansûr Abduikâhir b. T a h i r , Kitâbu Usûli'd-Dm, s. 254-255, İstanbul 1346/1928; İbn'ul-Cevzî, Cemâleddîn Ebû'l-Ferec A b d u r r a h m a n , N a k d u ' I - İ i m ve'I-'Ulemâ, ve Telbîsu İbîîs, s. 78, K a h i r e ( t r z ) ; A h ehKârî, Şerhu'l-Fıkhil-Ekber, s. 129, K a h i r e 1323. 211 B k . el-Kâdî A b d u l c e b b â r , Kîtâbu'l-Muğnî fî-Ebvâbi't-Tevhîd v e ' i - A d I , İbrâhîm M e d k û r neşri, Cüz. 12, s. 123, K a h i r e t a r i h s i z ; el-Mâturîdî, bu't-Tevhîd, Naşirin Önsözü, s. 27-28. 62 Dr. Kitâ tarzları değişik o l m a k l a beraber, b u k o n u y u i s b a t l a m a k için aynı met o d ve delillere dayanmaktadır. B u r a d a hemen şunu b e l i r t m e k yerinde olacaktır k i , M u ' t e z i l e ' n i n şeyhlerinden o l a n b u şahıs, t a k l i d i n bâtıl oluşu k o n u s u n d a k i görüşünde, büyük b i r i h t i m a l l e Mâturîdî'nin t e s i r i altında kalmış olacaktır. Z i r a el-Kâdî Abdulcebbâr'm M u ' t e z i l e mez hebine intisâb etmeden önce, Eş'arî ekolüne mensup ve E h l - i Sünnet akîdesi üzerine yetişmiş b i r kimse olduğu bilindiği halde,-'- Eş'arî'nin taklîdi kötülemede, gerek Mâturîdî, gerekse el-Kâdî Abdulcebbâr'da olduğu g i b i , b i r üslûp ve ifade kullandığına v e y a delile dayandığına d a i r b i r tanığa r a s t l a m a k mümkün olamamaktadır.-^^ Meselâ; Mâturîdî, «Onlar h e n d i l e r i n e m e l e k l e r i n gelmesini m i , y o k s a R a b b i n i n g e l m e s i n i m i , y a h u t R a b b i n d e n birtakım mucizelerin g e l m e s i n i m i b e k l i y o r l a r f R a b b i n i n birtakım m u c i z e l e r i geldiği gün, i n s a n d a h a önce inanmamışsa v e y a imâmyle b i riyilik kazammımışsa, imânı o n a b i r f a y d a vermez»-^ âyetini i z a h ederken, taklîdî imân k o n u s u n d a d a h a önce söylediği sözleri t e y i d eder mâhiyette a y n e n şöyle d i y o r : «Âyette geçen zamandan m a k s a t , Allah'ın azabının geldiği a n dır. B u a n d a k i imânm i n s a n a b i r faydası olmayacaktır. Çünkü azâbm indiği o a n d a k i îmân, b i l g i y e , a k l a ve delile d a y a n a n b i r imân o l m a yıp, k o r k u d a n Ueri gelen b i r imândır. Gerçek t a s d i k aklî delile d a y a nan t a s d i k t i r . M u k a l l i d i n imânı ise, b u n d a n y o k s u n olduğu için m a k bul değüdir. Çünkü sevap k a z a n m a k , ancak birtakım güçlükleri y e n mek, karşüaşıian zorlukların üstesinden gelmekle mümkün o l u r . O y s a imânm esasında b i r güçlük ve z o r l u k y o k t u r . Asıl güçlük, i s t i d l a l y o l u y l a , aklı ve düşünceyi çalıştırarak karşılaşılan şüpheleri, karşıt de l i l l e r i ve tereddütleri b e r t a r a f etmek s u r e t i y l e imân etmektedir. İşte gerçek imân, böyle b i r çahşmanm sonucu ve mahsûlü o l a n imândır.»-'^ Mâturîdî'nin genel o l a r a k imân k o n u s u n d a k i görüşleri işte b u n l a r dır. B u bölümün başından b e r i görüldüğü g i b i , Mâturîdî, h e r k o n u d a 212 213 B k . İbnu'l-Murtazâ, A h m e d b. Y a h y a , K i t a b u ' l - M u n y e v e ' l - E m e l fî şerhi Kitâbi'I-Milel v e ' n - N i h a l , T. A r n o l d neşri, s. 66, H a y d a r â b â d 1316/1902. Örnek için 1367/1948; bk. el-Eş'arî, K i t â b u l - İ b â n e Kitâbu'l-Luma' fi'r-Reddi 'alâ ' a n Usûîl'd-Diyâne, Ehli'z-Zeyğ ve'l-Bida', Haydarâbâd Mc.Carthy neşri, s. 87, B e y r u t 1953, ve Mısır 1955; Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 3 v e naşirin önsözü, s. 28. 214 E n ' â m Sûresi, âyet : 158. 215 B k . Ebû'l-Mu'în en-Nesefî, Tabsıratu'i-Edille, V a r . 9 a, Süleymâniye K t b . Fâtih B l m . , N o . 2907; V a r . 6 v d . N u r u o s m â n i y e K t b . N o . 2097. 63 olduğu g i b i , b u k o n u y u d a işlerken d a i m a a k l a , düşünceye ve i s t i d l a le öncelik vermiş ve b u n u n büyük önemini özellikle b e l i r t m e y e çalış mıştır. B u n u b i l h a s s a taklîdî imânın bâtıl oluşu k o n u s u n d a k i görüş l e r i n d e d a h a açık b i r şeküde görmekteyiz. E s a s e n Kur'ân-ı Kerîm'in birçok y e r i n d e de b u k o n u y a değinilmekte ve t a k l i d i n doğru olmadığı açık b i r şekilde b e l i r t i l m e k t e d i r . B i z b u bölümü sona erdirmeden ce, b u tür âyetlerden b u r a d a birkaç örnek v e r m e k t e .'yiz. Meselâ Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «Yoksa tâb v e r d i k - d e , o n a m% b e l bağlıyorlar? mızı b i r dîn derler. üzerinde E y Muhammed! ğimiz uyarıcıya, bir bulduk, o kasabanın dîn üzerinde Gönderilen bulduk, uyarıcı; l a r : 'Doğrusu varlıklıları size, getirmiş sizinle gönderilen şeyi duğuna b i r bak!».''' rı birşey «Rabbimiz! «Onlara: üzerinde büyük B i z yöneticilerimize uğrat' inkâr yolda indirdiğine şeye uyarız' olmayan v e büyüklerimize 'Rabbimiz! derlerdi bulduğunuz ediyoruz' Yalancıların 'Allah'ın a k l e d e m e y e n v e doğru b i rlanete babalarımızı izlerini izlemekteyiz' bulduğumuz o n l a r b i z i y o l d a n saptırmışlar. lan gönderdi i s e m d e m i b a n a uymazsınız?' B i z d e o n l a r d a n i n t i k a m aldık. atalarımızı gitmekteyiz' b i rkasabaya üzerinde bir ki- b i z babaları s a d e c e : 'Doğrusu babalarınızı üzerine 'Hayır, 'doğrusu izlerinden herhangi b i z d e onların 'Eğer d e n d a h a doğrusunu b i z d e onların S e n d e n önce, y a r a r görmekte- o n l a r a , d a h a önce Hayır; ön dîn derdi. O n derlerdi. Bunun sonunun nasıl o l uyun' denilince, derler; kimseler y a atala idiyseler?».^''' i t a a t etmiştik; fakat O n l a r a i k i k a t azâb v e r , on^ derler».^-'^ Kur'ân-ı Kerîm'de b u âyetlere benzer d a h a p e k çok âyet vardır.^^s Görülüyor k i , Yüce A l l a h i n s a n l a r d a n gözü k a p a h o l a r a k b i r şeye i n a n mamalarım, babaları d a olsa, bâtıl o l a n h u s u s l a r d a o n l a r a itaat e t m e m e l e r i n i , onları taklîd e t m e m e l e r i n i istemekte ve b u n u yapanların zalandırılacaklarım b i l d i r m e k t e d i r . Y i n e Yüce A l l a h , Kur'ân-ı bir ce Kerîmin çok y e r i n d e insanların gerçeği a r a m a d a a k l a , b i l i m e , düşünce ve i s t i d l a l e - büyük önem v e r m e l e r i n i n gerektiğini ve ancak haki- 216 Zuhruf 217 B a k a r a Sûresi, â y e t : 170. 218 A h z â b Sûresi, âyet : 6 7 - 68. 219 Ö r n e k için b a k m ı z : A ' r â f Sûresi, âyet : 28; Y û n u s , âyet : 78; Enbiyâ, âyet: 53; Şuarâ, â y e t : 74; L u k m â n , â y e t : 2 1 . 64 Sûresi, âyet bu yolla : 21 - 25. kate ulaşabilmelerinin mümkün olduğunu bildirmektedir.--^ Taklîd ise, düşünme ve araştırma için yaratümış olan a k i m faydalarını i p t a l et m e k t e d i r k i , b u d a y o l u n u aydınlatması için eline b i r l a m b a verildiği halde, b u lambayı söndürüp karanlıkta yürüyen b i r kâmsenin d u r u m u n a benzer.--"- 220 Ö r n e k için b a k ı n ı z : B a k a r a Sûresi, âyet : 164; Fussilet, âyet âyet 221 :• 53; G â ş i y e , : 17. B k . İbnu'l-Cevzî, Teîbîsu İblis, s. 79; Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, D r . H u l e y f Muk., s. 28-29; Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 87 b . 65 Ü Ç Ü N C Ü B Ö L. ü M A L L A H I — Allah'ın Varlığı : Mâturîdî Allah'ın varhğmı, kâinatın ve tüm varlıkların hadis, baş k a b i r deyimle y o k l u k t a n sonra v a r oldukları gerçeğinden hareket et mek s u r e t i y l e isbatlamağa çalışm.aktadır. B u n u n için o, herşeyden^ ön ce kâinatı meydana getiren c i s i m l e r i n hadis olduklarını aklî ve naklî delülere d a y a n m a k suretiyle i s b a t l a m a k t a ve özellikle b u n l a r m kadîm, öncesi b u l u n m a y a n b i r Yaratıcı tarafından yaratılmış olmalarının zo runluluğu üzerinde büyük b i r t i t i z l i k l e durmaktadır. B u r a d a hemen şu gerçeği b e l i r t m e m i z g e r e k i r k i , Mâturîdî'nin b u konuda t a k i p etmiş o l duğu metot, daha önce M u ' t e z i l e n i n , özellikle kendisinden yaklaşık o l a r a k b i r asır önce vefat etmiş ve H a l i f e Me'mîm (Ölm. H . 2 1 8 / M . 833) zamanında Y u n a n c a d a n Arapçaya tercüme edilen eserleri i l k defa ciddi b i r şekilde incelemiş ve Y u n a n filozofla- .mn birçok eserlerini okum-uş ve daha sonra d a o n l a r m görüşlerini Mu^tezile'nin görüşleriyle bağdaş tırmağa çahşmıs olan meşhur Mu'tezilî İbrâhîm b. S e y y a r en~Nazzâm (Ölm. H . 2 3 1 / M . 845) m - ' izlemiş olduğu metodun aynıdır. Şu k a d a r v a r k i , Mâturîdî, b u k o n u d a Mu^tezile'nin hilâfına, naklî delile, başka b i r deyimle habere de büyük b i r y e r vermekte ve c i s i m l e r i n hadis o l duklarım i s b a t l a r k e n bundan büyük ölçüde faydalanmaktadır.--^^ Mâtûrîdî'ye göre c i s i m l e r i n hadis olduğunu 222 B k . eş-Şehristânî, Serhu'l-Uyûn mal ri el-MiIel ve'n-Nihaî, Şerhu Eisâleti thn-i C . î, Zeydûn, s. 53 v d . ; İ b n s. 120, K a h i r e Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u , s. 48. K e z a b u d e v i r d e k i v e M u ' t e z i l e ' n i n felsefe i l e dîni uzlaştırma mek isbatlayan için b k . O r d . Prof. H i l m i çabalan Z i y a Ülken, îslâm deliller, Nubâte el-Mısri, 1278/1861; D r . K e tercüme hakkında Medeniyetinde faaliyetle bilgi edin Tercümeler v e T e s i r l e r i , s. 102-103, İst. 1948; e l ~ M a k n z î , A h m e d b . A l i b . A b d i l k â d i r b . M u hammed, Kitâbu'î-Hıtati'I-Makrİzıyye, bizikri'i-Hitat ve'î-Âsâr, İntişâr, P r o f . N y b e r g 223 el-Mâturidî, el-Müsemmâ C . I V , s. 183, K a h i r e bi el-Mevâiz 1324-1326; e l - H a y y â t , vel-Ftisâr KitâbuT- Ö n s ö z ü , s. 58. Kitâbu't-Tevhîd, Dr. F. Huleyf Ö n s ö z ü , s. 30. 7 haber, d u y u ve a k ı l olmak üzere üçe ayrılır k i , ancak b u n lar kanalıyla eşyanın h a k i k a t i n i bilmemiz mümkün olur. D a h a önce b i l g i kaynaklarından bahsederken bunlar üzerinde gereği kadar durmuş tuk. B u r a d a da konu ile münasebetleri yönünden bunlar üzerinde kısa ca durmamızda fayda vardır. B u r a d a haberden maksat, A l l a h ' d a n gelen ve y a r a t i k l a r m , benzeri b i r delil getirmeleri imkânsız olan n a s s l a r m i h t i v a ettiği gerçeklerdir. Meselâ, Yüce A l l a h Kur'âmı Kerîm'de «Allah herşeyin Y a r atam'dır»'^'^'\ «O, gökleri v e y e r i y o k t a n Yaratanadır. Z e v c e s i o l m a d a n nasıl çocuğu o l a b i l i r f O y s a herşeyi O yaratmıştır, herşeyi b i l e n O'dur»^^^, «Gökleri v e y e r i y o k t a n v a r e d e n Allah'dır. O , b i r işin olm^asını dÂlerse, o n a a n c a k ^oV d e r v e olur»;^'^-" «Göklerin v e y e r i n hü kümranlığı Allah'ındır, A l l a h , herşeye Kaadir'dir»-^' demek suretiyle herşeyi yaratanın, gökleri ve y e r i y o k t a n v a r edenin K e n d i s i bulundu ğunu ve hüküm^ranlığm ancak Kendisine a i t olduğunu haber vermiştir k i , şüphesiz bu da, c i s i m k r i n hadis olduğuna ve A l l a h ' d a n başka kadîm b i r varlığın bulunmadığına kesin b i r delildir.^^' Mâturîdî'ye göre, ancak d u y u organlarımız vasıtasıyle bize acı ve lezzet veren şeyleri, v a r veya yok olmasının sebeplerini bilmemiz, mümk^Ân olur. Binaenaleyh, cisimlerin hadis olduğuna delâlet eden b u delilin de inkâr edilmesi mümkün değildir. D u y u s a l b i l g i y i inkâr eden kimzsenin ya-aklından zoru vardır; y a da. bunu sırf i n a t ve inkarcılığın dan dolayı yapmaktadır. B u g i b i kimselerle böyle b i r konuyu tartışmak bile gereksizdir. Z i r a her an bizzat kendi nefsinde denediği b i r gerçeği inkâr etmektedir.-^^ B u n d a n başka insanlar, cisimJerin birtakım i h t i yaç ve zaruretlere i s t i n a d ettiğini ve bunların b i r sonucu olarak o r t a ya çıktığını d u y u organlarıyla hissetmekte ve bilmektedir. Zaruret ve ihtiyaç ise, b i r başkasına muhtaçtır. Böyle b i r niteliğe sahip b i r nes ne de şüphesiz h a d i s t i r ; sonradan v a r olmadır. Kıdem'in, öncesiz ol224 Zumer S û r e s i , â y e t : 62. 225 E n ' â m S û r e s i , â y e t : 101. A y e t t e esasa v e y a benzere dayanmaksızın masıdır k i , âyette mümkündür. lim 226 de görüldüğü b i r şeyin gibi, buna Tafsilât için bk." el-Mâturİdı, edilmesi, ortaya v a r etme de TeVîlâtu'l-Kur'ân, çıkarıl dememJz V a r . 224 b , Se A ğ a K t b . N o . 40; K i t â b u ' t - T e v h î d , N a ş i r i n Ö n s ö z ü , s. 30, 31. i . A v a z a y n v e e s - S e y y î d A v a z a y n n e ş r i , C . î, s. 267-268.  M İ m r â n S û r e s i , â y e t : 189; k e z a b a k : M â i d e S û r e s i , â y e t : 228 B k . e l - M â t u r i d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 11. 229 B k . el-Mâturîdî, 68 ihdas yoktan B a k a r a S û r e s i , â y e t : 117; t a f s i l â t i ç i n b k . e i - M â t u r î d i , T e ' v î l â t u E h l i ' s - S u n n e , Dr. 227 geçen ibda', d a h a ö n c e geçmiş bîr asla, b i r Kitâbu't-Tevhîd, s. 7-8. 18, 40, 120. manın b i r şartı d a başkasına muhtaç olmamaktır. O y s a hadis varlık l a r , v a r olmalarında ve varlıklarım devam ettirmelerinde başkasına muhtaçtır. Meselâ cisimler, kendilerine ârız olan en u f a k arıza ve bo zuklukları dahî gidermede başkalarına mıuhtaçtır. E n mütekâmil, en k u v v e t l i oldukları devrede dahî, bunların k e n d i k e n d i l e r i n i ıslâh etme l e r i , bozukluklai'mı gidermeleri, dağılmış parçalarını b i r a r a y a g e t i r m e l e r i düşünülemez. B i n a e n a l e y h i n s a n , d u y u o r g a n l a r i y l e de anlıyor k i , b i r b i r l e r i y l e zıt, yekdiğerleriyle çelişik b i r d u r u m d a yaratılmış olan c i s i m l e r i n , başka b i r deyimle cevherlerin v a r olmalarında ve varlıkla rını devam ettirmelerinde m u t l a k a başkalarına muhtaçtır. V e yine a n lıyor k i , b u n l a r değişken, fâni ve z a m a n l a y o k olmağa mahkûm v a r lıklar olmaları i t i b c r i y l e h a d i s t i r . İşte b u gerçeğin b i l i n m e s i n i sağla y a n vasıtalardan b i r i s i de d u y u organlarıdır.^^^ Mâturîdî'nin c i s i m l e r i n hadis olduğunu ispatlamakta dayandığı üçüncü d e l i l , aklî d e l i l d i r . Aslında b u delil, Kelâmcılarm b u h u s u s t a i s t i n a d e t t i k l e r i meşhur b i r esasa dayanmaktadır. Meselâ o n l a r a göre c i s i m l e r i n , birtakım olayların, çeşitli e t k e n l e r i n dışında kalması müm kün değildir. C i s i m l e r h e r a n hareket ve sükûn, birleşme v e y a ayrılma, i y i veya kötü, ziyade v e y a n o k s a n o l m a h a l i n d e d i r . B u n l a r ise, gerek aklımızla, gerekse d u y u organlarımızla d a bildiğimiz g i b i , hadis v a r lıklarla i l g i l i olan birtakım vasıflardır. B i r şeyin aynı anda h e m i y i , h e m kötü olması v e y a h e m hareket, h e m de sükûn halinde bulunması v e y a hem birleşik, h e m de ayrık y a d a h e m ziyade, h e m de n o k s a n olması imkânsızdır. D o l a y i s i y l e bunların b i r düzen içinde cereyan et mesi, b i r sırayı t a k i p etmesi, b i r i n i n yokluğu i l e diğerinin v a r olması z o r u n l u d u r . B u ise, hudûs'ün b i z a t i h i kendisidir.^^^ K e z a , b r yapımcı o l m a d a n b i r işin yapılması, meselâ en b a s i t i n den, b i r y a z a r b u l u n m a d a n b i r yazının yazılması, b i r birleştirici v e y a ayırıcı olmadan b i r şeyin birleştirilmesi v e y a ayrılması, b i r hareket e t t i r i c i v e y a d u r d u r u c u b u l u n m a d a n b i r c i s m i n hareket etmesi veya durması düşünülemez. B u r a d a özet o l a r a k örneğini verdiğimiz b u g i b i olayların, daha geniş b i r anlamda bütün âleme de teşmil edilmesi ve onun b u olayların içinde, değerlendirilmesi mümkündür. Z i r a âlem b i r takım birleşik ve ayrık u n s u r l a r d a n m e y d a n a gelmektedir k i , b u n l a rın haricî b i r müdahele v e y a müessir bulunmaksızın, k e n d i l i k l e r i n d e n 230 B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 11 v d . , N â ş i r î n 231 B k . Mâturîdî, anılan eser, s. 12, M u k . , s. 31. 13. 69 meydana- gelmiş v e y a gelmekte olması imkânsızdır. O halde, a k i m b i r gereği olarak bunların kadîm değil, hadis olm-ası z o r u n l u d u r . B i naenaleyh, en küçük b i r h a r e k e t i n d a h i b i r m u h a r r i k i bulunduğuna gö re, tüm varlıklar âleminin de gerçek bir m.uharriki, b i r yaratıcısı, b i r düzenleyicisi bulunması g e r e k i r k i , b u d a , kadîm, ezelî ve ebedî olan Yüce Allah'tır.^^^ Mâturîdî'nin daha çok d u y u organlarına ve a k l a dayanan b u tür d e l i l l e r i n i , d a h a önce de söylediğimilz g i b i , kendisinden yaklaşık o l a rak bir asır önce v e f a t eden NazzamJda d a b u l m a k mümkündür. Z i r a N a s s a m d a aynı d e l i l l e r i , daha sonra Mâtiîrîdî'de olduğu g i b i , c i s i m l e r i n hadis olduğunu i s p a t l a m a d a k u l l a n m a k t a ve aynen şöyle demek tedir : «Şuna inanıyorum k i , sıcak soğuğun t a m zıddıdır ve i k i zıddm a y m anda ve b i r yerde k e n d i l i k l e r i n d e n birleşmeleri mümkün değil dir. B u n u n l a beraber i y i biliye r u m k i , varlıklarında bunların h e r i k i s i de birleşmiş olarak b i r a r a d a fcalunmaktadır. O halde bunları, b i r b i r l e r i ne zıd olmalarına rağmen, b i r a r a y a g e t i r e n v e buna z o r l a y a n b i r dış müessirin, b i r zorlayanın bulunması zorunludur. Onların b u zorlama^ ya b o y u n eğmesi ise, b i r zayıflığın, bir kudretsizliğin ifadesinden baş k a b i r şey değildir. B u ise, onların hadis olduğuna ve d o l a y i s i y l e ken d i l e r i n i ihdas eden, y o k t a n v a r eden ve kendilerine asla benzemeyen bir m u h d i s i n , b i r yaratıcının varlığını g e r e k t i r i r k i , şüphesiz b u d a , âiemlerin R a b b i ve kâdir-i mmtlak olan Yüce Allah'tır. B u n d a n başka, ateş, s u , t o p r a k , h a v a ve benzer maddelerin b i r a r a y a gelmesi de, b u n ların hadis olduğuna en büyük b i r d e l i l d i r . Şu k a d a r v a r k i , bu m a d deleri b i r a r a y a getiren i n s a n , bunların gerçek m u h d i s i , hakikî yaratı cısı değildir. Z i r a i n s a n d a tıpkı b u maddeler g i b i d i r , O halde b u ve benzeri maddeleri v e kendilerine benzeyen insanı ihdas eden, y o k t a n v a r eden b i r yaratıcı vardır k i , b u d a eşi ve benzeri b u l u n m a y a n ve K e n d i s i n i «Göklerin v e y e r i n y a r a t a m , s i z e içinizden eşler, çift çift h a y v a n l a r v a r etmiştir. B u s u r e t l e , çoğahnamzı sağlamıştır, O ' n u n ben^. z e r i hiçbir şey y o k t u r . O , İşiten'dir, Gören'dir»-^^ demek suretiyle t a v sif eden Yüce Allah'tır» ^.^^^ N a z z a m b u delilleri z a m a n z a m a n , âlemin aslı 232 B k . Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v h î d , 233 Şûra S û r e s i , â y e t : 11. 234 B k . el-Hayyât, K i t â b u l - İ n t i s â r , D r . N y b e r g T e v h î d , D r . K h o i e i f M u k . s. 32. 70 n u r ve z u 1- s. 15. neşri, s. 46-47; Mâturîdî, Kitâbu't- lîl e t ' t i r ; b i r b i r l e r i n d e n ayrı, yek diğerlerine zıd olmalarına rağmen, hiçbir dış etken bulunmaksızın k e n d i l i k l e r i n d e n birleşmişler ve b u âle m i meydana getirmişlerdir, diyen Manîheistler'e-'^ karşı d a b i r reddi-ye o l a r a k kullanmıiş ve onların b u iddialarını reddetmiş ve özet olarak b i r dış müessir, b i r kuvvet, her şeye k a d i r b i r k u d r e t bulunmaksızın, i k i zıddm kendiliğinden birleşmesinin v e y a ayrılmasının mümkün o l madığını söylemiştir.-'" M u ' t e z i l e ' n i n çoğunluğunun da k a b u l ettiği ve d a h a sonraları Mâ turîdî'nin Kitâbu't-Tevhîdinde de benzerine sık sık rastladığımız N a z zâm'm b u ve benzeri görüşleri, genel o l a r a k M u ' t e z i l e ile İslâm âlemi n i n çeşitli bölgelerine yerleşmıiş Zanâdıka, Mecûsîler, Cebriyye, Sene v i y y e , N a t u r a l i s t ve M a t e r y a l i s t v.b. sapık i d o l o j i ve dinler^^' arasında cereyan eden münakaşaların b i r sonucu o l a r a k o r t a y a çıkmıştır. Şüp hesiz b u g i b i tartışmalar, kelâm i l m i n i n gelişmesine, sahasının genişle mesine büyük ölçüde yardımcı olduğu g i b i , bizzat E h - i Sünnet ve dü şüncesi üzerinde de önemli etkilerde bulunmuştur. Mâturîdî, c i s i m l e r i n hadis olm^asım, Allah'ın varlığının en büyük b i r d e l i l i olarak göstermektedir. C i s i m l e r , kendiliğinden b i r b i r i n d e n ayrılıp, birleşemediğine, en k u v v e t l i , en mütekâmil b i r zamanlarında da hî, kendilerine ârız olan en küçük b i r noksanlığı, en b a s i t b i r b o z u k l u ğu giderme gücüne, ve yeteneğine s a h i p bulunmadığına ve özellikle b i r b i r i n e zıt ve yaratıhşiarı i t i b a r i y l e b i r b i r i n d e n nefret eder b i r t a r z da yaratılmış c i s i m l e r i n k e n d i l i n g i n d e n birleşmesi mümkün olmadı ğına göre, m u t l a k a bunları b i r a r a y a getiren, k e n d i tabiatlarının ak sine bunları birleştiren, m u t l a k b i r gücün, eşsiz b i r k u d r e t i n varlığı 235 Mu'tezile'nin kurucusu Vâsıl b. A t â ' n m muhalifleriyle yaptığı m.eşhur mü nazaraları v e yazdığı b i r ç o k e s e r i n yanı sıra özellikle M a n i h e i s t ' l e r i n b u tür görüşlerine karşı «El~Elfu M e s ' e l e fi'r-Reddi alâ'I-Mâneviyye» adlı meşhur e s e r i n i yazdığı ve b u e s e r i n sadece b i r i n c i c i l d i n d e s e k s e n d e n f a z l a m e s e l e y e t e m a s ettiği z i k r e d i l i r . B k . İbnu'l-Murtazâ, A h m e d b. Y a h y a , Kitâbu'I-Munye v e ' l - E m e l , T. A r n o l d neşri, s. 21 v d . ; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u şu v e K e l â m î Görüşleri, s. 43. 236 B k . e l - Hayyât. Kitâbu'l-İntisâr, s. 32, 48; Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, D r . K h o l e i f M u k . s. 32-33. 237 Tafsilât için b k . D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u v e K e l â m î Görüşleri, s. 43, v d . 238 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhdî, s. 17, v d . 71 g e r e k m e k t e d i r k i , b u d a herşeyi i l m i y l e kuşatan, K a a d i r - i M u t l a k olan Yüce Allah'dır.-'^^ Mâturîdî'nin A l l a h ' m varlığmı i s b a t l a m a d a dayandığı diğer b i r delil de, Eş'arî'de olduğu g i b i , teğayyür, ba^ka b i r deyimle değişme metodudur. O n a göre kâinatta b u l u n a n bütün varlıklar, büyük veya küçük bütün cisimler değişmekte, kendiierine arız olan birtakım h a l ve d u r u m l a r a göre, b i r halden diğer b i r hâle g i r m e k t e d i r . Meselâ; canh v a r h k l a r z a m a n l a ölmekte, y e r l e r i n i başkaları almaktadır. Kü çükler büyümekte, büyükler dünyalarını değiştirmektedir. Dağınık f e r t l e r t o p l u l u k haline gelmekte, t o p l u l u k l a r dağılmakta, iyüer kötü, kötüler ise i y i olmaktadır. Kısaca âlem ve onu meydana getiren u n s u r l a r , daimî b i r değişme h a l i n d e d i r . B u n u n ise, haricî b i r müdahale bulunmaksızın kendiliğinden olması mümkün değildir. A k s i tak dirde, meselâ, b i r binanın, b i r m a k i n e n i n , b i r âletin, hattâ en b a s i t i n d e n b i r iğnenin ve benzeri binlerce eşyanın b i r yapıcısı, b i r değiş t i r i c i s i bulunmaksızın kendiliğinden o hale gelmJş olması gerekecektir k i , b u n u n imkânsızlığının akıl sahibi herkes tarafından k a b u l edilmesi zorunludur. B i n a e n a l e y h , en b a s i t b i r âlet dahî kendiliğinden olmayıp, m u t l a k a b i r i tarafından o hale getirildiğine göre, bütün varlıklar âle m i n i içine a l a n kâûnatm d a , kendiliğinden olmayıp, eşsiz b i r gücün, m u t l a k b i r k u d r e t i n varlığıyla y o k t a n v a r edilmiş ve b u düzene so kulmuş, olması gerekmektedir k i , b u d a ezelî ve ebedî olan Yüce A l l a h ' dır.^^^9 Eş'arî de Allah'ın varlığını i s b a t l a r k e n , b u delilden büyük ölçüde f a y d a l a n m a k t a ve özet olarak şöyle demektedir : «Kâinatm ve o n u m e y d a n a g e t i r e n varlıkların b i r yaratıcısı bulunmaksızın kendüikler i n d e n meydana, gelmiş olmaları imkânsızdır. Z i r a en basitinden, t a r l a d a yetişen pamuğun kendiliğinden eğrüip i p l i k haline gelmiş, d a h a s o n r a da bu ipliğin b i r dokumacısı v e y a yapımcısı bulunmaksızın k e n diliğinden kumaş v e y a elbise hahne gelmiş olmasının düşünülmesi mümkün değildir. Böyle b i r düşünceye saplanan kişi, y a akıldan y o k sundur ve-ya cehalet çukuruna düşmüş b i r zavallıdır Boş b i . r arsada, hiçbir yapı malzemesi v e y a bunları b i r a r a y a getirmek ve birleştirmek suretiyle b i r yapıyı m e y d a n a getirecek olan u s t a ve benzeri elemanlar bulunmaksızın, kendiliğinden dörtbaşı mâmxur b i r köşkün yükselece239 72 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd. s. 18, 19 ve D r . Huleyf M u k . s. 33; b a k : Menâhicu'l-Edille l i ' b n i Rüşd, D r . Mahmûd Kasım M u k . s. 21. ğini bekleyen zavallı b i r insanı düşünün. Şüphesiz onun b u bekleyişine ömrü yetmeyecektir. Keza, «hır n u t f e n i n donmuş h a n a çevrilmesi, don muş kanın Vir çiğnemlik et yapılması, b i r çiğnemlik etten kemikler yaratılması, s o n r a d a b u k e m i k l e r e et g i y d i r i l m e k s u r e t i y l e insanın yaratılması»-'^' akılları hayrette bırakan b i r olay olup, bunların k e n d i H k l e r i n d e n b i r halden diğer b i r hale g i r d i k l e r i n i i l e r i sürmek ceha letten, akılsızlıktan başka birşey değildir. B i n a e n a l e y h , basit b i r n u t f e y i dahî çeşitli şekülere dönüştüren ve b u n l a r d a n başka b i r yaratık m e y d a n a getiren, eşsiz ve sonsuz b i r kudrete sahip b i r varlık vardır k i , b u d a şüphesiz Yüce Allah'dır»-'\ •Eş'ari'nm genel o l a r a k A l l a h ' m varlığmı i s b a t l a m a d a i l e r i sürdü ğü en b e l i r g i n d e l i l işte budur. O b u k o n u d a c e v h e r - i f e r d (atom) d e l i l i n i kullanmadığı g i b i , mümkün ve vâcib d e l i l i n i de kullanmağa lüzum görmemiştir. D r . Mahmûd Kasım b u her i k i d e l i l i Eş'arîlerin, Allah'ın varlığının deUlleri arasında z i k r e t t i k l e r i n i i l e r i sürmekle be raber, bunların zayıf, a k l a ve İslâm'ın r u h u n a aykırı olmaları i t i b a r i y l e , gerçek b i r e r deül olamıyacaklarım i d d i a etmektedir.^^^ Mâturîdî'ye göre âlemde şerrin, kötülüğün bulunması d a , âlemin kendiliğinden olmayıp, b i r yaratıcı tarafından yaratılmış olduğuna de lâlet etmektedir. Z i r a , eğer âlem b i r yaratıcı tarafından olmayıp, k e n di k e n d i n i halketmiş v e y a tek başına kendüiğinden m e y d a n a gelmiş olsaydı, şüphesiz b u âlemde şerrin bulunmaması g e r e k i r d i . Çünkü k e n diliğinden v a r olan v e y a başkasının müdahalesi bulunmaksızın k e n d i k e n d i n i y a r a t m a gücüne sahip b i r nesne, aslâ kendisinde şerrin, k ö tülüğün bulunmasına rızâ göstermiyecek, aksine, kendisinin iyilikle, hayırla, en i y i , en güzel sıfat ve hallerle muttasıf olmasını a r z u ede c e k t i r . O y s a görülüyor k i , b u âlem, kötülüklerle doludur. O halde o, k e n d i kendine değil, başkası tarafından yaratılmıştır k i , b u da ezelî ve ebedî olan Yüce Allah'dır.^*^ B u r a d a hemen şunu ifade etmeliyiz k i , âlemde şerrin v a r olması240 Mü'minûn 241 B k . e l - E ş ' a r î , K i t â b u l - L u m a ' , s. 6 v d . ; e l - M â t u r i d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 16; D r . Huleyf I, 242 Sûresi, â y e t : 14. M u k . , s. 33, 34; D . B . M a c d o n a l d , A U a i ı M a d . , İ s l â m A n s i k l o p e d i s i , C . s. 373, İ s t a n b u l 1941. B k . Menâhicu'l-EdiUe li'bni Rüşd, Dr. Mahmûd Kasım M u k a d d i m e s i , s. 12, vd. 243 B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 17. 73 îii, alışılmışın hilâfına, i l k defa Allah'ın varlığma b i r d e l i l olarak or t a y a atan ve yukarıda d a görüldüğü şekilde b u n u isbat eden i l k i s a n şüphesiz Mâturîdî'dir. Z i r a d a h a önce b u konuda, böyle b i r delile baş v u r a n ne b i r kelânıcı ne de' b i r filozof görülmüştür. G a r i p olmasına rağmen b u sâdece Mâturîdî'ye özgü b i r h u s u s t u r . Alışılagelen husus, b u k o n u d a gerek füozoflann gerekse kelâmcılarm, i y i l i k , hayır ve gü zellik g i b i , birtakım ulvî düşünceleri esas almaları ve buna dayanmak suretiyle Allah'ın varhğım isbat etmeleridir. Meselâ Eflâtun; Allah'ın varlığını isbat ederken daha çok âlemde mevcut hayrı ve güzelliği b i r esas olarak ele alm^akta ve bunların varlığını Allahîm varlığına en büyük b i r delil o l a r a k göstermekte ve O ' n u n kâinatı oluşturan eşyânm bünyesindeki güzellik, zerâfet ve insicamın, tüm hayır ve güzelliklerin b i z a t i h i sebebi ve i l l e t i olduğunu söylemektedir. A r i s t o ise, b u k o n u d a düzen ve gaye düşüncesi üzerinde önemle d u r m a k t a ve b u düşünceyi büyük b i r içtenlikle savunmaktadır. H e r nekadar A l l a h ' m varlığının isbatlanması k o n u s u n d a b i r delil o l a r a k b u n u açık b i r şekilde k u l l a n mamış o l m a k l a beraber, onun b u k o n u y a böylesine büyük b i r önem vermesinden de anlaşılıyor k i , varlıklar âlemdnin h e r zerresinde görü len b u muhteşem düzen, b i r gayeye bağlı olmaksızın kendiliğinden m e y d a n a gelmiş v e y a sırf tabiatın gereği olarak o r t a y a çıkmış olamaz. O halde b u n u n m u t l a k a herşeyi ilmiylş kuşatan b i r düzenleyicisi, âle m i n yaratılışmdaki g a y e y i çok i y i bilen ve b u b i l g i s i n e u y g u n olarak tabiatı v a r eden üstün b r varlık vardır k i , b u d a şüphesiz Yüce A l l a h ' dır.-^^^* Görüldüğü g i b i , gerek kelâmcılar, gerekse f i l o z o f l a r Allah'ın varlı ğını i s b a t l a m a d a , genellikle âlem-de mevcut üstün değer ve k a v r a m l a - ; rı esas alırlarken, Mâturîdî, b i r a z önce de gördüğümüz g i b i , âlemde şerrin mevcut olmasının d a Allah'ın varlığına b i r d e l i l olabileceğini söyleyen i l k i n s a n o l a r a k karşımıza çıkmaktadır. E s a s e n i y i v e y a kötü, çirkin v e y a güzel kâinatı m e y d a n a getiren h e r zerre, O'nun varlığının sonsuz k u d r e t i n i n en büyük b i r d e l i l i d i r . i l — Âîîah'ın Birliği : Mâturîdî'ye göre başlangıcı ve sonu o l m a y a n , herşeyi y o k t a n v a r 'eden A l l a h , şüphesiz b i r d i r . O'nun i k i v e y a daha çok olduğu düşünüle244 74 B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhid, T e ' v î l â t u ' l - K u r ' â n , V a r . 754 b. D r . H u l e y f M u k a d d i m e s i , s. 34; ei-Mâturîdi mez. Eğer A l l a h i k i olsaydı, bu i k i yaratıcının, kâinattaki varlıkları y a r a t m a k t a y a birleşmiş, uyuşmuş, y a d a birleşmemiş, uyuşmamış o l ması gerekirdi. Uyuştukları farsedildiği t a k d i r d e ise, b u , a y m eylemi her i k i s i n i n de tek başına yapamamalarından v e y a b i r i yapar, diğeri yapamaz olmasından i l e r i g e l i r d i . Z i r a hür, irâde s a h i b i ve kendisine t a m b i r güveni olan b i r varlığın sıkıntıya düşmedikçe veya zor b i r d u r u m d a kalmadıkça, başkasıyla birleşip, onun yardımından f a y d a l a n m a ihtyacmı duymayacağında şüphe y o k t u r . B u konuda birleşmemiş v e y a uyuşmamış olmaları halinde ise, y a her i k i s i n i n de a r z u ve d i l e k l e r i n i n yerine gelmesi g e r e k i r d i k i , b i r işte b i r b i r i n e zıt, yekdiğe rine aykırı dilek ve arzuların aynı anda yerine gelm.esi şüphesiz i m kânsızdır. Y a h u t d a her i k i s i n i n dileği de yerine gelmezdi k i , şüphesiz bu d a a c i z l i k t e n , y e t e r s i z l i k t e n başka b i r şey değildir. K u d r e t s i z , ye tersiz olanların d a yaratıcı olmağa h a k ve selâhiyetleri olmadığında şüphe yoktur.-^^ Mâturîdî b u tür b i r düşünce tarzını, k o n u ile i l g i l i olarak Kur'ân-ı Kerîm'de geçen çeşitli âyetlerden, özellikle «Eğer y e r d e v e gökte A l l a h ' d a n ba§ka tanrılar olsaydı, h e r i k i s i d e f e s a d a uğrardt^^-^' âyetin den almaktadır. Allah'ın birliğine en büyük delil, kâinatın çok mükemmiel b i r dü zen ve tedbir üzere yaratılmış ve b u eşsiz düzen ve t e r t i b i n yaratıldı ğından b u y a n a en u f a k b i r değişikliğe, b i r bozukluğa dahî uğramadan günümüze k a d a r gelmiş ve Kıyâmet'e k a d a r d a devam edecek olması dır. Eğer A l l a h ' d a n başka tanrılar olsaydı, şüphesiz Kur^ân-ı Kerîm'in de işaret ettiği g i b i , b u düzen ve t e r t i p bozulacak, her ilâhın k e n d i t a k dir ve görüşüne göre yerle gök b i r b i r i n e karışacak, güneş, ay ve yıldız ların s e y r i değişecek, gece gündüz, gündüz gece olacak, zaman birimJeri altüst olacak ve dolayısıyla da bütün b u n l a r ve benzeri olaylar, varlık lar âleminin fesadına, y o k olmasına sebep olacaktır. M a d e m k i âlem, görmekte olduğumuz b u eşsiz düzen içinde bulunmaktadır, o halde b u nu düzenleyen ve devam ettiren, herşeyi i l m i y l e kuşatan, eşi ve benzeıri b u l u n m a y a n b i r varlık vardır k i , b u d a Yüce Allah'dır.^^' Esasen 245 B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h i d , s. 21; A k â i d R i s a l e s i , s. 13; İ s m â î l H a k k ı , Y e ni 246 İlm-i K e l â m , C . I I , s. 98. E n b i y â S û r e s i , â y e t : 22; A l l a h ' ı n b i r l i ğ i k o n u s u için b a k : el-Mâturîdî, Te'vî- Î â t u ' l - K u r ' â n , V a r . 3 1 b , 6 1 b , 8 1 b , 236 a , 419 b , 433 b , 493 a , 729 b , 754 b , 9G6 a . 247 B k . e l - M â t u r î d i , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 21; D r . H u l e y f M u k . s. 36; T e ' v î l â t u ' l - K u r ' â n , Var. 3 1 b , S e l i m A ğ a K t b . N o . 40. ' 75 «Gökleri y e d i k a t üzerine y a r a t a n O ' d u r , Rahmânhn h u yaratmasında b i r düzensizlik bulamazsın. Gözünü b i r çevir b a k , b i r aksaklık görebilir mismf»^^^^âyetinin anlamı d a işte budur. Mâturîdî, Allah'ın birliğini i s b a t l a r k e n , Eş'arî'de olduğu g i b i , s a dece Kur'ân-ı Kerîm'de geçen ve k e n d i s i n i n t e m â n u deliH-'^ adını verdiği delillere d a y a n m a k l a k a l m a m a k t a , bunu, b i r a z önce de görül düğü g i b i , kâinatta mevcut h e r z e r r e n i n O'nun birliğine delâlet ede ceği noktasından hareket etmektedir.-^^ Genel o l a r a k b u k o n u d a E ş ' arî'nin dayandığı bazı âyetler şunlardır : «Ey MuJıammed; D e k i : eğer d e d i k l e r i g i b i A l l a h ' l a b e r a b e r tanrılar bulunsaydı, o t a k d i r d e h e p s i ârşm s a h i b i o l m a y a y o l ararlardı. A l l a h , onların söylediklerinden Münezzehdir, Yüce'dir, U M d u r «-^'\« A l l a h çocuk eSnmemiğtir; O'nun yanında hiçbir tanrı y o k t u r . Olsaydı, h e r tanrı k e n d i yarattığı i l e b e r a b e r g i d e r v e b i r b i r i n d e n üstün olmağa çalışırlardı. A l l a h onların v a sıflandırmalarından Münezzehdir»''\ «Eğer y e r d e v e gökte Allah'dan başka tanrılar olsaydı, i k i s i d e b o z u l u r d u . Arşın R a b b i o l a n A l l a h , o n ların vasıflandırdıklarından Münezzeh'dir».'-^^ «...Yoksa Allah'a, Allah g i b i yaratması o l a n o r t a k l a r b u l d u l a r da^ yaratmaları birbirine m i b e n z e t t i l e r ? D e k i : Herşeyi y a r a t a n Allah'dır. O , h e r şey e üstün g e l e n t e k Tanrı'diry>^^\ Eş'arî tarafından temânu' d e h l i adı v e r i l e n b u delillere ilâve o l a rak. Mâturîdî kısaca şöyle demektedir : A l l a h b i r olmasaydı, âlemin de sonlu olmaması g e r e k i r d i . Z i r a A l l a h ' d a n başka tanrıların varlığı farzedildiği t a k d i r d e , bunların sayılarının tahdîd edilmesi mümkün olamıyacağmdan, ister istemez namütenahi ilâhın varlığının k a b u l e d i l mesi gerekecektir. Bunların h e r b i r i n i n ayrı ayrı k u d r e t ve irâdeleri olacağına göre, meselâ b i r i âlemi y o k etmek isterken, diğeri onun v a r lığını a r z u edecek ve dolayısıyla b u , h e r ilâhın a r z u ve irâdesine göre sonsuzluğa k a d a r devam edip gideceğinden, yaratıklar âleminin de 248 M ü l k Sûresi, â y e t : 3. 249 B k . el-Eş'arî, Kitâbu'l-Luma', s. 8; el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 21; D r . H u leyf, M u k . s. 35; D r . M a h m û d 111, v d . , K a h i r e K a s ı m , İ b n B ü ş d ve Felsefetuhu'd-Dîniyye, 1964; Menâhicu'l-Edille, s. 3 1 . 250 B k . el-Mâturîdî, Te'vîIâtu'I-Kur'ân, V a r . 3 i b, 32 a, S e l i m A ğ a K t b . N o . 40. 251 İsrâ' Sûresi, â y e t : 42-43. B k . el-Mâturîdî, 252 M ü ' m i n û n Sûresi, â y e t : 253 Enbiyâ, Sûresi, â y e t : 22. 254 B a ' d Sûresi, â y e t : 76 16. Te'vîlât, V a r . 419 b . 91; b a k : Te'vîiât, V a r . 4 3 3 b , " 493a.. s. aslâ b i r sonu, b i r n i h a y e t i olmaması gerekecektir. B u ise imkânsızdır. Z i r a âlemde mevcut her zerrenin b i r sonu olduğu g i b i , âlemin b i z a t i h i kendisi de sonludur. B u n a aklî ve naklî deUller delâlet ettiği g i b i , yok^ l u k t a n sonra v a r olan âlemin, bugün müşahede edilen ve b i z a t i h i için de yaşanılan varlığı da delâlet etmektedir. B i n a e n a l e y h , yokluktan sonra v a r olan, canlı veya cansız herşey fânidir; er veya geç yok o l a caktır. O halde, bu âlemi, içindeki tüm varlıklarla b i r l i k t e y o k t a n v a r eden ve sonunda da yok edecek olan b i r tek yaratıcı vardır k i , o da eşi ve benzeri b u l u n m a y a n Yüce Allah'dır.-^^ Kitâbu't-Tevhîd'in naşiri D r . F e t h u l l a h H u l e y f ' e göre, Mâturîdî' n i n Allah'ın birliğine delâlet eden delillerden b i r i olarak gösterdiği b u delil, aslında, her nekadar Mâturîdî'de olduğu g i b i kullanamamış o l m a k l a beraber, A r i s t o ' y a a i t b i r delil türüdür. H e r ^ n a k a d a r A r i s t o , Allah'ın birliğini isbatlamak için başlangıçta bu delüi i l e r i sürmüşse de, daha sonra yıldızların ve gök c i s i m l e r i n i n h a r e k t i n i düzenleyen A l l a h ' d a n başka varlıkların, başka b i r deyimıle ilâhların varhğmı söy lemek suretiyle A l l a h ' a ortak koşmmş ve dolayısıyla da şirke düşmüştür.25« Mâtûrîdî'ye göre, peygam^berlerin Allah'ın birliğine dair birtakım kesin ve açık delillerle görevlendirilmiş otoaları da, O'nun birliğine, eşi ve benzeri bulunmadığına kesin b i r deüldir. Z i r a Allah'ın b i r şeriki, b i r ortağı bulunduğu farzedildiği t a k d i r d e , peygamberlerin bu tür deül ve mucizelerle gelmesi imkansızlaşacaktır. Çünkü bununla, diğer ilâhın, baş k a b i r deyimle ortağın k u d r e t i , ortaklığı ve dolayısıyla ulûhiyyeti yok edilmiş, iptal edilmiş olacaktır. B u n a ilâve olarak, içinde bulundukları i l k e l toplumların kendini beğenmiş putperestlerin, sapık ve bâtıl inanç sahibi zümrelerin bütün direnişlerine, karşı koymalarına ve türlü engel leme metodlarma rağmen, peygamberlerin b u k u t s a l görevlerinde başa rı sağlamaları da, onları b u görevle pörevlendiren Yüce A l l a h ' m gerçek birliğine, eşi ve ortağı bulunmadığına en acık b i r delildir.-^' A l l a h , gerek zâtı, gerek sıfatları, gerekse f i i l l e r i yönünden b i r d i r . Zâtında b i r olması, O'nun b i r cüz'ü, b i r parçası, b i r kısmı b u l u n m a m a sıdır. Z i r a terkîb, parçalanma, kısımlara bölünm^e, hadis, sonradan v a r 255 B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h i d , s. 19, 20; D r . H u l e y f , M u k . s. 35; T e ' v î î â t u l K u r ' â n , V a r . 419 b , 433 b , 493 a , S e l i m A ğ a K t b . N o . 40. 256 B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , D r . H u l e y f M u k . s. 35. 257 B k . e l - M â t u r î d i , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 20. _ _ , 11 olan varlıkların vasıflarmdandır. B u ise, hadis varlıkları y a r a t a n ezelî ve ebedî varük hakkında m u h a l d i r . Sıfatlarında b i r olm.ası, O'nun b e n z e r i , eşinin bulunmamasıdır. Çünkü hadis, başka b i r deyimle s o n r a d a n v a r olan varlıklara benzememek, O ' n u n en b e l i r g i n vasıflarından, özelliklerinden b i r i d i r . F i i l l e r i n d e b i r olması ise, Allah'ın k e s i n l i k l e b i r şeriki, b i r ortağı bulunmadığı ve bütün f i i l l e r i n d e tek olduğu anlamını taşır. Z i r a ortaklık v e y a başkasına mxuhtag olmak, a c i z l i k ve k u d r e t s i z l i k t e n başka birşey değildir. B u ise, herşeyi, y o k t a n v a r eden, eşi ve benzeri b u l u n m a y a n Yüce A l l a h hakkında muhaldir.-^^' Böyle b i r şeyi a k i m ve mantığın k a b u l etmesi im.kânsızdır. İşte bundan dolayı Mâturîdî, A l l a h ' m birliğine en büyük d e l i l i n , d a h a önce de zikredildiği g i b i , âlemin, canh v e y a cansız, kâinattaki tüm varlıkların akılları h a y r e t ve dehşet içinde bırakan b i r düzen ve aslâ değişmeyen b i r n i z a m içinde seyretmeğidir. B i n a e n a l e y h , aklı b a şında olan b i r insanın, h e r a n müşahede ettiği, yakından izlediği ve b i z a t i h i içinde yaşadığı b u gerçekleri inkâr etmesi mümkün değildir. E s a s e n «GöMeri y e d i k a t üzerine y a r a t a n O ' d u r , Rahmân\n h u y a r a t masında bîr düzensizlik h u l a m a z s m . Gözümü U r g e v i r b a k ; b i r a k saklık görebilir m i s i n f B i r aksaklık bıdntak için gözünü t e k r a r t e k r a r çevir b a k ; a m a göz umduğunu bulamayıp b i t k i n v e y o r g u n düşer».^^^ âyetlerinin anlamı d a , a s i m d a b u gerçeğin ifadesinden başka b i r şey değildir.'"^ Mâturîdî, Allah'ın birliğini i s b a t l a m a d a d a h a birçok aklî d e l i l l e r i l e r i sürüyor. Meselâ ona göre, gerek f a y d a v e y a z a r a r , gerek i y i l i k ve y a kötülük, gerekse belâ \^eya nimet g i b i tek b i r a n l a m taşıyan ve özü i t i b a r i y l e sâdece b u a n l a m a delâlet eden b i r cevher, b i r nesne y o k t u r . Z i r a birine göre i y i olan b i r nesne, başkasına göre pekâlâ kötü v e y a s e v i m s i z olabüir. Diğer sıfat ve hallerde de b u n u görmek mümkündür. B i n a e n a l e y h b u n l a r , h e r a n i y i v e y a güzel olmadığı g i b i , aynı z a m a n d a da kötü v e y a çirkin değildir. O halde bunları b u şekilde y a r a t a n ve dü zenleyen b i r düzenleyici vardır k i , b u d a Allah'tır. K e z a âlemde gömlen bütün cisimler, birtakım zıt ve b i r b i r l e r i y l e çelişen unsurlardan m e y d a n a gelmektedir. B u n i a r m b i r b i r i n d e n nefret etm.esi, yekdiğerin258 B k . i s m a i l H a k k ı İ z m i r l i , Y e n i İIm"i K e l â m , C . I I , s. 95-96, İst. 1340-1343; e l - M â t u r i d l , T e ' v i l â t u ' l - K u r ' â n , V a r . 433 b . 259 Mülk 250 Tafsilât 78 Sûresi, â y e t : için 3-4. bakınız: el-Mâturîdî. Te'vîlâtu'i-Kur'ân, V a r . 31b, 419b, 493a. den uzaklaşmak istemıesi ve dolayisiyle birbirlerini yok etmek suretiyle b i r i n i n diğerinin y e r i n i almak istemesi pekâla müm^kündür. B u ise, bü tün b u c i s i m l e r i n yok olmasıdır k i , b u d a varlıklar âleminin sonu de m e k t i r . O halde bütün bunların h a r e k e t l e r i n i düzenleyen, lütfü ve i h saniyle b u çelişik unsurları bir araya getiren, b i r i n i n diğerine z a r a r vermemesini ve dolayisiyle akla durgunluk verecek şekilde b i r n i z a m ve ve ahenk içinde bulunmalarım ve her b i r i n i n ayrı ayrı ve yekdiğe r i n e z a r a r v e r m e k s i z i n görev yapmalarım sağlayan h e r şeyin üstünde bir v a r h k vardır k i , şüphesiz bu da, eşi ve benzeri b u l u n m a y a n Yüce Allah'tır.2^1 Böylece A l l a h ' m gerçek birliği ve ulûhiyeti sabit olduğu zaman, O ' n u h e r türlü zıt ve benzerlerinden de tenzih etmek gerekir. Z i r a O'nun zıddı olduğunu söylemek, ulûhiyetini, benzeri bulunduğunu ileri sürmek de birliğini inkâr etmek dem.ektir. Oysa A l l a h b i r d i r . O'nun eşi, ben zeri ve ortağı y o k t u r . Ezelde ve ebed'de v a r olan sadece O'dur, E s a s e n «Göklerin v e y e r i n y a r a t a m , s i z e içinizden eşler, çift çift hayvanlar v a r -etmiştir. B u s u r e t l e çoğalm^amzı sağlamîştîr, O ' n u n b e n z e r i hiçbir şey y o k t u r . O , işitendir, görendim, «Göklerin v e y e r i n k i l i t l e r i O'nün dür. Dilediğine rızkı y a y a r v e b i r ölçüye göre v e r i r . Doğrusu O h e r şeyi bilendiry>,^'^ âyetlerinin anlamı d a işte budur. B i n a e n a l e y h Allah'ın gerçek birliği, azameti ve k u d r e t i y l e bağdaşmayan, c i s i m ve araz g i b i , eşya'nın ve yaratıkların vasıflarından olan sıfatlarla vasıflandıniması müm.kün değildir.-^^ , K o n u y u b i t i r m e d e n önee, Allah'ın birliğini ispatlamada genellikle Kelâm-cıların dayandıkları ve « T e m â n u ' d e l i l i» adını ver d i k l e r i delil türünden kısa bir örnek vermekte y a r a r görmekteyiz. B u n u n l a aynı zamanda Mâturîdî'nin yukarıdan beri zikrettiğimiz görüş l e r i n i de özetlemiş ve d a h a b e l i r g i n b i r hale getirmiş olacağız. B u hususta, meselâ, İzmirli İsmail Hakkı, Y e n i t i m - i Kelâm adlı eserinde ana h a t l a r i y l e şöyle d i y o r : «Yerde ve gökte A l l a h ' t a n başka tanrıların bulunması a k i m kabul edeceği bir husus değildir. Z i r a böyle birşey farzedildiği t a k d i r d e , canlı v e y a cansız tüm varlıkların y a hep s i n i n müşterek k u d r e t l e r i y l e , veya her b i r i n i n ayrı ayrı, y a d a b u n l a r dan sadece b i r i n i n kudret ve y a r a t m a s i y l e meydana gelmiş olmıası ge261 B k . Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v h î d , 262 Şûra S tiresi, â y e t : 11 - 1 2 , 263 B k . Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v h î d , 2. 23 v d . s. 22. 79 rekecektir. Şimdi b u y a r a t m a eyleminde her b i r i n i n ayrı ayrı k u d r e t ve k u v v e t l e r i kâfi gelmeyip, bunu m^üştereken yaptıkları düşünülürse, buna göre hiçbirinin ilâh olmağa h a k ve y e t k i s i yok demektir. Çünkü gerçek b i r ilâhhn t a m b i r kudret, k u v v e t , irade ve davranış hürriyetine s a h i p olması zorunludur. Y a r a t m a , varlıkları farzedilen b u ilâhların her b i r i n i n ayrı ayrı k u d r e t ve k u v v e t l e r i y l e meydana geldiği ve d o l a y i s i y l e her b i r i n i n müstakil b i r e r yaratıcı oldukları farzedildiği t a k dirde, b i r eserin her yönüyle t a m olan i k i v e y a daha f a z l a müessirden meydana gelmiş olması gerekecektir k i , b u da onlar hakkında a c i z l i k ve k u d r e t s i z l i k demek olduğundan imkânsızdır. Şayel;; y a r a t m a sadece b u n l a r d a n b i r i n i n k u d r e t ve iradesiyle olup, diğerlerinin bunda b i r katkıları y o k s a v e y a bu k o n u d a k i tasarrufları etkisiz kalıyorsa, b u d a şüphesiz hiçbir sebebe dayanmadan b u n l a r d a n b i r i n i n diğerine t e r c i h edilmesini ( T e r c î h u bilâ M u r e c c i h ) gerektirecektir k i , b u da bâtıldır. Z i r a böyle b i r d u r u m , yaratıklar âleminde birçok k a rışıklık ve çelişkilere y o l açacak ve dolayisiyle mümkün varlıkların yaratılmamış olmasını gerektirecektir. B i n a e n a l e y h , b u üç faraziyede de görüldüğü g i b i , herşeyi y o k t a n v a r eden A l a h b i r d i r , eşi ve benzeri yoktur».^'' E s a s e n Yüce Allah,«Tanrımz b i r t e k Tann'dır. O , m e r h a m e t e d e n , m e r h a m e t l i o l a n d a n başka Tanrı yoktur»-''^«Allah, G ' n d a n ba.§ka Tanrı o l m a y a n , k e n d i s i n i u y u k l a m a v e u y k u t u t m a y a n . Diri, h e r a n yarattıklarını gözetip durandır. Göklerde v e y e r d e olan. a n c a k Gönün dür, O ' n u n i z n i o l m - a d a n katında şefaat e d e c e k k i m d i r ? Onların işlc' d i k l e r i n i v e işleyeceklerini b i l i r , dilediğinden başka- i l m i n d e n hiçbir şeyi kavrayamazlar, Hükümrayılığı gökleri v e y e r i kaplamıştır. Onların gözetilmesi O ' n a ağır g e l m e z . O,. Yüce'dir, Büyük'tür»,^^^' «Kesin olarak i n a n a n l a r a , yeryüzünde v e k e n d i i d i n i z d e A l l a h ' m varlığma^ v e birliğine n i c e d e l i l l e r vardır; görmez misiniz?»?^'' «Ey M ' ^ h a m m s d ! D e K i : O A l l a h b i r t e k t i r , A l l a h herşeyden müstağni v e hetşey O^na muhtaçtır. 264 İzmirli İsmâîl Hakkı, b u k o n u y u 16 m a d d e h a l i n d e ele a l m a k t a v e h e r b i r i üzerinde ayrı ayrı d u r m a k s u r e t i y l e Allah'ın birliğini isbatlamağa çalışmak tadır. F a k a t b u n l a r , h e m e n h e m e n aynı d e l i l türlerinden m e y d a n a geldiğin d e n ve aynı m e t o d l a işlendiğinden b i z b u r a d a sadece yukarıdaki d e l i l i z i k r e t m e k l e y e t i n d i k . B k . Y e n i İlm-i Kelâm, C , II, s. 96 y d ^ 265 Bakara-Sûresi, â y e t : 163. 266 B a k a r a Sûresi, â y e t : 255. B k . el-Mâturidi, Te'vîiât, V a r . 3 1 b , 6 1 b . 267 Zâriyât Sûresi, â y e t : 20-21; k e z a tafsilât için b a k : el-Mâturîdî, Kur'ân, V a r . 729 b, 80 Te'vîlâtu'l- o, doğurmamış v e döğmmmşi%r. Hiçbir şey O ' n a denTc değildir^^'' mek s u r e t i y l e b u gerçeği açıkça t e y i d ve t e ' k i d etmiştir. del I I I — A l l a h ' m Diğer Sıfatferı ; Mâtûrîdî'ye göre, A l l a h ' m i l i m , h a y a t , âşitme, görme kelâm, kudret, irâde, t e k v i n , rahmet, rızık g i b i gerek zatî, gerekse fiilî d a h a birçok sıfatı vardır. E s a s e n b u ve benzeri sıfatlar, Yüce A l a h ' m ezel de K e n d i Zâtını vasıflandırdığı ve O ' n u n Zâtıyla kâim ezelî sıfatlardır. B u r a d a hemen şu gerçeği ifade etmemiz g e r e k i r k i , bu sıfatların ge rek zâtı, gerekse fiilî sıfatlar olmaları yönünden, aralarında esasa ilişkin b i r f a r k y o k t u r . B u n u n için b i z b u r a d a , b u sıfatlan b i r tüm o l a r a k ele alacak, h e r b i r i n i n ayrı ayrı detaylarına i n m e k s i z i n , bunları kelâmcıların d a gruplandırmalarına u y g u n o l a r a k zatî ve fiilî sıfatlar olmak üzere sâdece i k i g r u p t a t o p l a m a k suretiyle incelem.eğe ve b u n l a r üzerinde aslında esasa ilişkin o l m a y a n E h l - i Sünnet kelâmcılarımn b a zı görüş farklarını açıklamağa çalışacağız. a — Zatî Sıfatlar : İlim, h a y a t , işitme, görme, kelâm, k u d r e t ve irâde g i b i Allah'ın za tî sıfatları hakkında E h l - i Sünnet kelâmıcılan arasında esasa ihşkin b i r ihtilâf yoktur.2^9 O n l a r a göre, b u sıfatlar, Allah'ın sîâtıyla kâim,, kadîm b i r e r mânadan i b a r e t t i r k i , b u n l a r ne Allah'ın zâtının aynı'dır, ne de gayrı'dır.^^o B U son ibare, y a n i « b u s ı f a t l a r , ne A l l a h ' ı n z â t ı n ı n a y n ı d ı r , ne de g a y r ı d ı r : , i b a r e s i bazılarına göre h e r nekadar anlaşılması güç b i r tenakuz, b i r çelişki m a h i y e t i n i ve anlamını taşıyorsa da,^^-^ elFıkhu'hEkber Sa r i h i Alî el-,Kârî b u t e n a k u z u o r t a d a n kaldırmağa ve b u n u n anlamını açıklığa kavuşturm^ağa m u v a f f a k olmuştur. Z i r a o, b u k o n u y l a ilgili olarak, z i h i n d e v a r olan şeyle hâriçte v a r olan şeyin b i r b i r i n d e n a y rılması ve o n a göre k o n u n u n incelenm.esi gerektiği t e z i n i i l e r i sürmüş ve özet o l a r a k , b u sıfatların zihnî kavramları i t i b a r i y l e Allah'ın zâtı268 İlîlâs Sûresi, â y e t : 1 - 4 ; b u sûrenin açıklaması için b a k : el-Mâturîdî, Te'vîlâ tu'l-Kur'ân, V a r . 906 a . 269 B u k o n u d a k i ihtilâflar d a h a ç o k M u ' t e z i l e ' n i n d o ğ u ş u n d a n s o n r a başlar. B i r a z s o n r a g ö r ü l e c e ğ i g i b i , M u ' t e z i l e ' n i n b u h u s u s t a k i görüşlerine k o n u y l a y a k ı n d a n i l g i l i bulunması y ö n ü n d e n geniş b i r y e r verilmiştir. B k . e l Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 44, D r . H u l e y f M u k . s. 36. B u f i k r i K a h i r e Üniversitesi, Dâru'l-Ulûm Fakültesi Profesörlerinden v e b u Fakültede ö ğ r e n c i i k e n h o c a m ı z o l a n D r . M a m h û d Kasım i l e r i sürmüştür. B k . M e n â h i c u l - E d î i l e , M u k a d d i m e , s. 120. 270 271 81 n m a y m o l m a m a k l a beraber, hârici varlıkları i t i b a r i y l e O ' n u n zâtın d a n gayrı olmadıklarını, aslında sıfatların anlamının zâtın anlamından başka o l m a k l a beraber, riyle aynı anlamı sadece varlıklar a l e m i n d e k i tezahürleri i t i b a taşıdıkları, b i r b i r l e r i n d e n ayrılmadıklarını söyle miştir.^"^ M u ' t e z i l e ' y e göre, Allah'ın en önemli sıfatlarından i k i s i k ı d e m ve b i r 1 i k sıfatlarıdır. B u n i a r m dışında A l l a h ' a çeşitli sıfatların isnâd edilmesi caiz değildir. Böyle b i r şey yapıldığı t a k d i r d e , Allah'ın gerçek birliğine aykırı düşen birçok tabiî varlıkların m e v c u d i y e t i k a b u l edilmiş olcaktır k i , b u d a O ' n a şerîk, o r t a k koşmak demek olacak tır. O y s a A l l a h b i r d i r , eşi v e benzeri y o k t u r . O n l a r a göre, A l l a h bu âlemi y o k t a n v a r etmiş ve tüm varlıkların i l k p r e n s i p i olmuştur. B u ise b i r sebebe dayanmaktadır. O y s a O ' n u n varlığının b i r sebebi, b i r ne deni y o k t u r . B i n a e n a l e y h , Allah'ın sıfatlarının yaratıkların sıfatlarına benzemesi im-kânsızdır. A k s i t a k t i r d e b u , A l l a h ' l a O ' n u n yaratığı o i a n k u l arasında b i r müşabehetin, b i r benzerliğin doğmasına sebep olacak tır k i , b u d a onların önemle üzerinde durdukları tevhîd anlayışlarına aykırı düşen b i r h u s u s t u r . İşte b u n d a n dolayı M u ' t e z i l e , Allah'ın sı fatlarını te'vîl etm.e zorunluğunu duymuş ve A l l a h ' m , zâtiyle âlim, zâ t i y l e h a y y ( d i r i ) , zâtiyle semi'(i§itici), zâtiyle basîr ( g ö r ü c ü ) , zâtiyle mütekellim (konuşan), zâtiyle k a d i r ve zâtiyle murîd (irade edici) olduğunu, i l e r i sürmüştür.^"^ M u ' t e z i l e ' y e göre Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde geçen b u sıfatların, A l l a h ' m zâtmm dışında k a b u l edilmesi imkânsızdır. Z i r a b u t a k d i r d e birçok kadîm'in, başka b i r deyimle A l l a h ' m yanında çeşitli ilâhların varlığı d a k a b u l edilmiş olacaktır. B u ise, tevhîd sistemine aykırıdır. B i n a e n a l e y h , Allah'ın^ kıdemi dışında k a l a n diğer zatî sıfatların te'vîl edilmesi zorunludur.^" 272 B k Alî el-Kârî, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, s, 24; a y r ı c a b a k : İbn T e y m i y y e , M e c müatu'r-Resâll ve'l-Mesâil. C . I, s. 112. K a a h i r e 1341/1922; Allah'ın zâtı ve sı fatları için b a k : el-Gazzâlî, el-İktisâd f î l - f t i k â d . P r o f . D r . I. A g â h ,Çubukçu v e D o ç . D r . Hüseyin A t a y neşri, s. 24 v d . ; İtikadda O r t a Y o l , Çev. D r . K e m a l Işık, s. 22 v d . ; el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, D r . H u l e y f M u k . s. 36. 273 B k . el-Cuveynî, Kitâbu'l-İrşâd. s. 79; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u v e K e l â m î Görüşleri, s. 79. 274 82 Tafsilât için b a k ı n ı z : Z u h d î H a s a n Cârullah, el M u ' t e z i l e . s. 60 v d . ; Hannâ'lFahurî v e H a K l e l - C e r r , Târîhu'l-Felsefeti'l-Arabiyye, s. 145 v d . ; M u h a m m e d E b û Z a h r a Târîhu'i-Mezâhibi'î-İslârfliyye. C . I, s. 149-150; eş-Şehrestâni, e l M i l e l v e ' n - N i h a l . C . î. s. 44 v d . ; el-Bağdâdî, e l - F a r k beyne'l-Fırak, s. 68, 70; j . W i n d r o w S w e e t m a n , İslam a n d C h r i s t i a n T h c o l o g y , P a r t . I. V o l . 11, s. 2 1 . Mu'te2dle*nin A l l a h ' m zatî sıfatları hakkında i l e r i sürdüğü b u gö rüşler, d a h a sonraları E h l - i Sünnet kelâmcıları a r a s m d a çeşitli fikir ayrıhklarımn ve tartışmaların doğmasına sebep ohnuş ve b u d a t a b i a t i y l e d a h a önce benzerine rastlanm.ayan b i r geleneğin yerleşmesine y o l açmıştır. B i z i m , d a h a k o n u n u n babında d a işaret ettiğimiz gibi, M u ' tezile'mn b i r s i s t e m o l a r a k o r t a y a çıkışından önce gelen Selefîler, ge nel o l a r a k A l l a h ' m sıfatlan, özellikle zatî sıfatları konusunda f i k i r yürütmekten, h e r h a n g i b i r tartışmaya, te'vîl v e y a tefsire girişmekten şiddetle kaçımuışlar, hattâ AllaJı'm müteşâbih âyetlerde geçen e l , yüz, ve i s t i v a g i b i sıfatlan hakkında s o r u soruhnasım dahî bid'at saymış l a r v e b u n l a n olduğu g i b i k a b u l etmişlerdir. F a k a t gerek M u ' t e z i l e ' n i n açtığı b u y e n i çığır, gerekse z a m a n l a îslâm âlemine sızan felsefî düşünceler ve yabancı f i k i r l e r i n b i r sonucu o l a r a k E h l - i Sünnet Kelâmcıları d a b u k o n u l a r hakkında i l e r i sürülen çeşitli görüşler üzerinde t i t i z l i k l e d u r m a k z o r u n d a kalmışlar ve b u g i b i konuları içine a l a n v e karşıt görüşlere b i r cevap m a h i y e t i n i taşıyan b i r çok değerli eseri vücuda getirmişlerdir. B u cümleden olarak meselâ, as lında fakîh olup, kelâmcı o l m a m a k l a beraber Ebû Hanîfe (Ölm.. H . 1 5 0 / M . 767) d a h i meşhur «el-Fîkhu%Ekber» adlı eserini yazmış ve b u eserinde genel o l a r a k Allah'ın sıfatları hakkındaki f i k i r l e r i n i belirtmiş ve özellik le Allah'ın zatî sıfatlarının O'nun zatının a y n i de, g a y r i de olmadığını söylemiştir.^^^ îşte büyük i m a m Ebû Hanîfe tarafından i l k defa ortaya atılan b u f i k i r , d a h a sonraları Ehkî Sünnet Kelâmcılarımn başında gelen Eş'arî ve Mâturîdî tarafından da benimsenmiş ve o n l a r d a b u büyük i m a m a u y a r a k , K o n u n u n başında da belirtildiği gibi, A l l a h ' ı n zatî sıfatlarının, O'nun zatının ne ajmıdır, ne de ga^yrıdır, demişlerdir.^'^ h — Fiilî Sıfatlar : E h l - i Sünnet Kelâmcılanndan bazıları, Allah'ın fiilî sıfatları k o n u sunda E h l - i Sünnet mezhebinin i k i büyük o k u l u olan Eş'arîlik'le Mâturîdîlik arasında d e r i n b i r ihtilâfın bulunduğunu i l e r i sürmüşlerdir. Z i r a Mâturîdîlere göre fiilî sıfatlar d a Allah'ın zâtiyle kâim, gerçek ve 275 B k . Ebû'l-Muntehâ, 276 B k . Ebû'l-Hasan Şerhnl-Fıkh e l - E k b e r , s. 5 - 6 J s t a n b u L el-Eş'arî, Kitâbu'l-Luma', s. 11-14; Mâturîdî, Risâletun f i ' l - Akâid, Y u s u f Z i y a Y ö r ü k e n neşri, s. 11; A k â i d Risâiesi. s. 14, İstanbul 1953. 83 kadîm sıfatlardır. Eş'arîler ise, b u görüşü k a b u l etmemekte ve bunların sadece nisbî ve hadis sıfatlar olduğunu i l e r i sürmektedirler .^^^ B u n u n l a beraber Mâturîdî'nin b u k o n u d a k i görüşleriyle BâkıUânî ve Gazzâlî g i b i d a h a s o n r a gelen Eş'arîlerin aynı k o n u ile i l g i l i görüşleri b i r b i r i y l e kıyaslandığı ve üzerlerinde d u r u l u p incelendikleri zaman, a r a larında, i l e r i sürüldüğü g i b i , pek büyük b i r farkın bulunmadığı ve söz k o n u s u edilen ihtilâfın d a r b i r çerçeveye i n h i s a r ettiği, hattâ y o k de nilebilecek derecede azaldığı görülecektir. Meselâ; Mâturîdî, b u k o n u y l a i l g i l i o l a r a k , A l l a h ' m t e k v i n , r a h met, rızık g i b i fiilî sıfatlarının da, O'nun sıfatları ve ezelde b u n l a r l a muttasıf bulunması i t i b a r i y l e , diğer zâti sıfatlarında olduğu g i b i , ezelî ve kadîm bulunduklarını, ancak bunların, ma'lûm, makdûr, murâd ve mükevven ve benzeri k a v r a m l a r d a olduğu g i b i , hâdisâta taallukları i t i b a r i y l e hadis olduklarını ve dolayisiyle kadîm oldukları zannına kapıl m a m a k için hudûs anlarının z i k r e d i l m e s i gerektiğini söylemiştir-^' k i , aslında BâkıUânî de «fülî sıfatlardan m a k s a t , Allah'ın daha b i r f i i l haline getirmeden önce muttasıf bulunduğu bütün sıfatlardır. B i n a e n aleyh b u n l a r , b u d u r u m d a kaldıkları sürece kadîmdir»-''^ demek sure t i y l e b u gerçeği a n l a t m a k istemiştir. B u k o n u y l a i l g i l i olarak Gazzâlî de aynen şöyle demektedir : «Ka zık (rızıklandıran), hâhk ( y a r a t a n ) , cevâd (cömertlik), muizz (yük selten) , m u z i l , (alçaltan) g i b i . Yüce Allah'ın f i i l l e r i n d e n türeyen i s i m l e r i n ezelî olup olmadıkları hususunda ihtilâf edilmiştir. Bazıları b u i s i m l e r i n ezelî olduğunu, çünkü, eğer ezelî olmasaydı, Allah'ın b u i s i m lerle vasıflandıniması tegayyürü gerektireceğini söylemişler, bazıları d a b u i s i m l e r i n ezelî olamıyacağını, z i r a ezelde h a l k (yaratma) olmadı ğına göre, b i r hâlık'ın (yaratıcının) varlığı nasıl mümkün olur, demişlerdir. B u meseleyi açıklamak için şöyle demek lâzımdır : Meselâ kılıç d a h a kı nında i k e n k e s k i n dendiği g i b i , kıhç ile h e r h a n g i b i r kesme eylemi hâsıl olduğu z a m a n d a , f i i l e iktiranından dolayı k e s k i n denir. H a l b u k i b u n l a r , esâsında i k i ayrı mânayı ifade ederler. Kılıç, kınında i k e n b i l k u v v e 277 Kîtâbu't-Tevhîd'in naşiri b u k o n u y a 1968 yılında Beyrut'ta basılan «A Study on F a k h r al-Din ai-Râzi a n d H i s Controversies i n Tronsoxiana> adlı eserinin 89-104. sayfaları arasında genişçe b i r yer verildiğini zikretmektedir. B k . Kitâbu'tTevhîd, D r . Huleyf M u k . s. 37. 278 Bk. el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 47. 279 Tafsilât için bak : el-Bâkıllânî,Kitâbu,t-Temhîd, s. 262-263; Kitâbu't-Tevhîd, D r . Huleyf M u k . s. 37 84 ve kesme eylemi hasıl olduğu zaman d a b i l f i i l k e s k i n d i r . B u n u n g i b i s u için, d a h a b a r d a k t a i k e n susuzluğu g i d e r i c i dendiği g i b i , içildiği z a m a n d a k e n d i s i için aynı şey söylenir k i , esasında b u n l a r da i k i ayrı an l a m taşırlar. Kılıç için d a h a kınında i k e n k e s k i n d i r denmesinin mânası, kesme eylemi kendisiyle hâsıl olan sıfatın gerçekte kılıçta bulunması dır. B u n u n l a beraber kesme f i i l i n i n derhal meydana gelmemesi, k e s k i n ve hâzır b i r d u r u m d a bulunmaması g i b i , kılıcın zâtında b u l u n a n b i r k u s u r d a n i l e r i gelmeyip, b u , onun zâtmm dışında o l a n başka b i r sebebe dayanmaktadır. îşte bunun g i b i , d a h a kınında i k e n kılıca k e s k i n d i r denme sine sebep olan mânaya u y g u n olarak, Yüce A l l a h ' a d a ezelde Halikadır den mesi doğru olur. Z i r a yaratmanın b i l f i i l cereyan etmesi, Allah'ın zâtında b u l u n m a y a n b i r şeyin yeniden meydana gelmesinden dolayı değildir. A k s i n e , y a r a t m a f i i l i n i n gerçekleşmesi için şart o l a n h e r şey, ezelde mevcuttur. O y s a kılıçla kesmeğe başlandığı anda, kendisine k e s k i n d i r denmesine sebep o l a n mânanın ezelde bulunması doğru değildir. Mâ nanın oynadığı r o l işte budur.» Görüldüğü g i b i , Gazzalî'nin de Allah'ın fiilî sıfatları hakkındaki görüşü, Mâturîdî'nin b u k o n u d a k i görüşünden farklı değildir. A k s i n e onu t e ' y i d eder m a h i y e t t e d i r . IV — Allah'ın İsimleri a — AllaKd c i s i m adının v e r i l i p verilemeyeceği meselesi : Mâturîdî'ye göre Allah'ın i s i m l e r i t e v k i f i olup, O'nun, şeriatin k a bul ettiği m a r u f ve meşhur i s i m l e r i n d e n başka b i r i s i m l e adlandırılma sı caiz değildir. Başka b i r deyimle, Allah'ı ancak k e n d i zatına verdiği ve şeriatin zikrettiği isimlerle i s i m l e n d i r m e m i z mümkiindür. B u n d a n dolayı, her n a k a d a r Allah'ın başka cisimlere benzemeyen b i r c i s i m o l duğunu v e y a bununla O ' n u n gerçek, varlığım ispatlamayı kasdetmiş o l sak bile, A l l a h c i s i m d i r , dememiz mümkün değildir.^'^ Mâturîdî b u k o n u y l a i l g i l i olarak şöyle demektedir : «Bu h u s u s t a dayanağımız A l l a h ' d a n gelen nasslardır. B u n a s s l a r d a ise, c i s m i n Allah'ın i s i m l e r i n den ibiri olduğuna d a i r b i r k a y d a rastlanmadığı g i b i , O'nun, şeriatin! 280 281 B k . ei-Gazzâlî, el4ktisâd f i ' l j ' t i k â d , P r o f . D r . İbrahim A g â h Çubukçu ve Doç. D r . Hüseyin A t a y neşri, s. 158-159; İtikadda O r t a Y o l , D r . K e m a l Işık çevirisi, s. 115-116; el-Mâturîdî, Kitâbu't~Tevîîîd, D r . H u l e y f M u k . s. 37-38, el-Eş'arî, c i s i m l e i l g i l i o l a r a k çeşitli fırkalar arasında b e l l i başlı o n i k i görüş i l e r i sürüldüğünü z i k r e t m e k t e v e Makâlâtu'l-îsmâiyyîn adlı e s e r i n d e b u g ö rüşlere geniş b i r y e r v e r m e k t e d i r . B k . el-Eş'arî, anılan eser, C . II, s.4-7. 85 y a y m a k l a görevlendirdiği peygamberlerin veya u l u kişilerin sözlerinde de böyle b i r k a y d a rastlanmam.ıştır. Binaenleyh, A l l a h ' a c i s i m admı ver memiş mümkün değildir. Gerek hissî, gerek aldî, gerekse naklî b i r de lile dayanmaksısm, A l l a h ' a b u i s m i n verilmesinin m.ümkün olduğu f a r zedildiği takdirde, O'na cesed, şahıs ve berızeri i s i m l e r i n verihnesi de mümkün olacaktır k i , bütün bunlar, şer'i hükümlerin kesinlikle nehyettiği hususlardır. Dolayisiyle yaratıklara mahsus bütün isimJerle Allah'ı isimlendirm.emiz mümkün değildir.» Mâtûrîdî'ye göre AHah^a c i s i m adının verilmesi, sadece b i r şekilde !câiz olur k i , b u d a cismin isbat anlamrmn dışında insanlarca bilinen başka b i r anlam v e y a mâhiyet taşmıamasıdır. B u t a k d i r d e A l l a h ' a c i s i m adının verilmesi mümkündür. F a k a t şu d a b i r gerçektir k i , şu ana kadar c i s m i isbat anlamında k u l l a n a n v e y a onun Allah'ın varlığına delâlet eden isimlerden b i r i olduğunu söyleyen b i r kimseye r a s t l a n m a mıştır. B u n d a n başka b u t e r i m yaratıkların özelliklerine delâlet eden b i r anlam taşımakta ve dolayısıyla hudûs'e delâlet eden b i r mâhiyet arzetmektedir. O y s a Yüce A l l a h b u tür vasıflandırmalardan münezzehtir.283 b e n z e r i hiçbir şeyyoktur^^^ âyetinin anlamı d a bundan başka b i r şey değildir. Mâturîdî'nin. Allah'ın i s i m l e r i n i n tevkıfî olduğu hakkındaki g ö rüşünü, d a h a sonra gelen ve Eş'arî olan Bâkdlânî de aynen benimse mekte, A l l a h ' a c i s i m adının verilemeyeceğini söylemekte ve özet olarak şöyle dem.ektedir : «Allah'a c i s i m adının verilmesi caiz değildir. Z i r a ümmet, ifade e t t i k l e r i mânaları i t i b a r i y l e müstehak o l m a k l a beraber, Allah'ın âkil (akıllı), fâtin (zeki) ve hafız (koruyucu) g i b i , şerîatin Allah'ın i s i m l e r i arasında zücretmediği isimlerle isimlendirihnesmin doğru ohnadığı hususunda i t t i f a k etmiştir. B u n u n yanısıra meselâ, i f a de e t t i k l e r i mânaları i t i b a r i y l e akıl yönünden doğru ohnamakda beraber, K u r ' a n ' d a Yüce A l l a h ' a , nûr, mâkir (aldatıcı), müstehzi (alay edici) gibi birtakım isimler verildiği görülmektedir. B u d a gösteriyor k i , b u konuda esas olan sâdece şerîattir ve onun verdiği izindir.»^^^ 282 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 38, 65^67, 107-108; TeVîlâtul-Kur'an, v a r . 2a, 905a. 283 B k . el-Mâturîdi, Kitâbu't-Tevhid, s. 38, D r . H u l e y f 284 Şûra Sûresi, â y e t : 11. 285 B k . eî-Bâkıllânl, Kitâbu't-Temhld, s. 194-195. 6 M u k . s. 38. 5 — A l l a h / a «Şey» Denmesi : Mâturîdî'ye göre A l l a h ' a «s e y '» denmesi câiMir. B u hususta, A l lah için «eşyaya benzemeyen b i r şey'dir» dendiği halde, niçin «cisimlere benzemeyen b i r cisimdir» denmesi caiz o l m u y o r ? şeklinde b i r i t i r a z d a bulunulamaz. Z i r a A l l a h ' a «şey» denmesini g e r e k t i r e n sebep, cisim'de mevcut değildir. B u n d a n dolayı A l l a h ' a c i s i m adını v e r m e m i z mümkün değildir.^^^ Mâturîdî, A l l a h ' a «şey» adının v e r i l m e s i n i n caiz olduğunu i k i y o l l a i s b a t l a m a m n mümkün olduğunu söylemekte ve taunları aşağıdaki şe k i l d e sıralamaktadır : 1 _ N a k 1î D e l i l l e r : Kur'ân-ı Kerîm'de Yüce A l l a h , «O'nun b e n z e r i hiçbir şey yoktur»-"^ demektedir. Eğer A l l a h «şey» olmasaydı, âyette de görüldüğü g i b i , «şey» i n zikredilmesine v e y a «şey» adıyla O ' n d a n eşyanın şey'iyyetinin nefyedilmesine, başka b i r . deyimle O ' n u n eşyaya benzemeyen b i r şey olduğunun zikredilmesine gerek kalmayacaktı. Z i r a b u r a d a , gerçekte şey'den m a k s a t , onun i h t i v a ettiği a n l a m d a n başkadır.^'» Başka b i r âyette de Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «Şâhid o l a r a k h a n g i şey d a h a bü yüktür, d e , A l l a h b e n i m l e s i z i n aranızda şâhiddir,^->-'^ B u âyette de g ö rüldüğü g i b i , eğer A l l a h ' a «şey» denmesi caiz olmasaydı, âyetin b u k e l i m e y i i h t i v a etmemesi ve onun A l l a h ' a nisbet edilmemesi g e r e k i r d i . 2 _ A k l î D e l i l l e r : Mâturîdî, meseleyi, aklî delillerle de isbatlamağa çalışmakta ve özet o l a r a k şöyle demektedir : «Genel olarak b i l i n e n b i r husus, şey'in, n e f y i n zıddı o l a n i s b a t ' m isminden başka b i r a n l a m taşımamasıdır. Z i r a b i r şeyi küçümseme (tasgir) anlamı kastedilmediği sürece, « h i ç bir şey», «şey y o k t u r » veya «şey d e ğ i l d i r ' » i n mânası, nefy, o l u m s u z l u k t u r . B u d a gösteriyor k i , b u k e l i m e i s b a t anlamını taşımaktadır... « L â ş e y ' » kelimesi, gerçeği nefyetme v e y a sabit olanı küçük gösterme anlamında kullanıldığına göre, «şey>: 286 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu;t-Tevhîd, s. 39-40, 104. 287 Şûra Sûresi, â y e t : 288 B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 41; el-Eş'arî,Makâlâtu'l-İslâmiyyîn, C . I, s. 238; 289 11; k e z a b a k : el-Mâturidî, Te'vilâtu'l-Kur'ân. V a r . 672a. el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 646 b . En'âm Sûresi, â y e t : 19. 87 kelimesi de elbetteki Zât-ı llâhî'nin isbâtı ve O'ntm yüceltilmesi a n l a mmı ifade edecektir. A l l a h , şüphesiz buna lâyıktır.»^^o Mâturîdî, meseleyi b u şekilde i z a h e t t i k t e n sonra, « L â c i s m » d e y i m i , b u n l a r d a n hiçbirini gerektirmediği g i b i , « c i s i m » kelimesi de, varlığı a r z u l a n a n v e y a yüceltilen b i r k h n s e n i n isbatı anlamını t a şıyamıyacağmı söylemekte ve dolayisiyle A l l a h ' a c i s i m denmesi caiz olmadığı halde, şey' denmesi c a i z d i r , demektedir. G — A l l a h ' a İsim v e Sıfat Yerilip Verilemeyeceği Meselesi : Mâturîdî Allah'ın i s i m l e r i y l e i l g i l i olarak, O ' n a « c i s i m » ve ya « ş e y » denmesinin caiz olup olmadığı meselesi hakkındaki g ö rüşlerini yukarıda görüldüğü şekilde açıkladıktan sonra, A l l a h ' a zatî bir i s m i n v e y a zatî b i r sıfatın v e r i l m e s i n i n t e ş â b ü h ü gerektire ceği zaımıyla doğru olmadığını i l e r i süren ve buna b i r d e l i l o l a r a k d a meselâ, yaratıkların d a sıfatlarından olması d o l a y i s i y l e O ' n a âlim, k a d i r v e benzeri i s i m v e y a sıfatların verilemeyeceğini, k e z a mekân'ın, bir y e r i n sınırı, b i r başlangıcı ve sonu olması i t i b a r i y l e teşbih ve h u d u du ifade ettiğinden, A l l a h ' m b i r mekân'da olduğunun i l e r i sürülemeye ceğini, aksine O'nun mekân'dan münezzeh bulunduğunu ifade eden bazı görüşleri^ö^ z i k r e t m e k t e ve daha s o n r a d a b u k o n u d a k i kendi g ö rüşlerine geniş b i r y e r vermektedir. Mâtûrîdî'ye göre asıl olan, A l l a h ' m « R a h m a n » gibi. Ken disine v e r i l e n zatî i s i m l e r i olduğu g i b i , i U m , k u d r e t g i b i zâtına mahsus sıfatları vardır. însanlarm Allah'ı b u gekilde i s i m l e n d i r m e l e r i ve v a sıflandırmaları, b i r zaruretten, b i r anlayış zorunluluğundan i l e r i g e l mektedir. Z i r a insanların anlayış yetenekleri smırhdır. Binaenaleyh Allah'ın, onların anlayabilecekleri ve günlük hayatlarıyle yakından i l g i l i ve özellikle k e n d i l e r i n i n âşinâ bulundukları, k a v r a m a k t a güçlük çekmedikleri mânaları taşıyan birtakım i s i m l e r l e i s i m l e n d i r i l m e s i ve sıfatlarla sıfatlandıniması z o r u n l u d u r . B u n u n ise, b i r bakıma i n s a n l a rın muttasıf bulundukları i s i m ve sıfatlara benzemesi yönünden teşbih g i b i görünmesi mümkündür. B u n u n l a beraber, b u n l a n n zahirî mânalarıyle, gerçek mânaları arasında büyük f a r k l a r vardır. E l b e t t e A l l a h ' m k u d r e t i , i l m i , irâdesi • ve benzeri sıfatlan, b i z i m k u d r e t i m i z , i l m i m i z ve 290 291 8 B k . el-Mâturîdi, Kitâbu't-Tevhîd, s. 41-42, 104-106. B u k o n u y l a i l g i l i çeşitli görüşler için b k . el-Cuveynî, KitâbuT-İrşâd, s, 79; H a n nâ e l - F a h u r i v e H a l i l e l - C e r r , TârihuT-Felsefetil-Arabiyye, s. 145 v d . ; Z u h d i H a s a n Cârullah, ei-Mu'tezile, s. 60 v d . ; eş-Şehrestânî, e i - M i i e l ve'n-Nihaî, C . I, s. 44 v d . ; el-Bağdâdî, e l - F a r k b e y n e ' l - F i r a k , s, 68 vd.; keza b a k ; el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhid, s. 93. irâdemize benzemez. însanoğlmıun elinde başka b i r ifade vasıtası b u lunmadığı için, b u d e y i m l e r i k u l l a n m a k z o r u n d a kalmıştır. Şüphesin A l lah'ın eşi ve benzeri y o k t u r . H a k i k a t t e b u i s i m ve sıfatlar, Allah'ın g e r çek i s i m v e sıfatları o l m a m a k l a beraber, O ' n u n ululuğu ve yüceliğinin i n s a n z i h n i n e iyice yerleşmesi ve k a l b i n imânla dolması için b u d e y i m l e r kullamlmı§tır.292 Mâturîdî, Allah'ın i s i m ve sıfatlarının, yukarıda d a görüldüğü g i b i , hiçbir teşbîh'i g e r e k t i r m e s i n i n söz k o n u s u edilemiyeceğini b e l i r t t i k t e n s o n r a , ayrıca gerek P e y g a m b e r l e r i n gönderilmesi, gerekse o n l a r a i n d i r i l e n semavî kitapların d a b u gerçeği teyîd eden b i r d e l i l olduğunu z i k r e t m e k t e ve özet o l a r a k şöyle demektedir : «Daha önceki sözlerimizi t e ' k i d eden b i r d e l i l de, A l l a h katından gönderilen p e y g a m b e r l e r i n ve semavî kitapların b u i s i m v e sıfatlarla gönderilmiş olmasıdır. Zira, Allah'ın peygamberlerine indirdiği k i t a p l a r d a b i r teşbîh'in bulunduğu n u n farzedümesi, tevhîd sistemine aykırı düşen b i r h a r e k e t olacaktır. Çünkü b i z b i l i y o r u z k i , o n l a r insanları B i r O l a n ' a , Allah'ın birliğini i k r a r ve t a s d i k etmeğe davette i t t i f a k etmişlerdir. B u ise şüphesiz, b i z i m anladığımız sayı ve aded kavramını t e ' k i d eden ve halkın anlayışı n a uygunluğu i s b a t l a y a n b i r husus değildir... Âyettte geçen «O'nun b e n z e r i hiçbir şey yoMur»^^^ sözü ise, a r a z l a r , sıfatlar ve c i s i m l e r g i b i birtakım b a s i t kavramların ifade e t t i k l e r i şeylerin nefyine delâlet et mektedir.» V — Aîlah'm F i i l l e r i : Mâturîdî, Allah'ın f i i l l e r i k o n u s u n d a çeşitli fırkaların görüşlerini z i k r e t t i k t e n s o n r a , özet o l a r a k şöyle demektedir : Allah'ı gereği g i b i b i len, O ' n u n herşeyden müstağni olduğu halde, her şeyin O ' n a muhtaç bulunduğunu, gücü, k u d r e t i ve hükümranlığının sonsuzluğunu ve do l a y i s i y l e h e r şeyin mıâliki, yaratıcısı ve mutasarrıfı bulunduğunu h a k kıyle i d r a k eden b i r k i m s e n i n , O ' n u n , i y i v e y a kötü, y a d a zararlı g i b i görünen bütün f i i l l e r i n i n b i r sebebe, b i r h i k m e t e bağlı o l a r a k tecelli e t t i k l e r i hususunda şüpheye düşmesi düşünülemez. Z i r a A l l a h , bizâtihî hakîm'dir, ganîdir, herşeyi b i l e n ' d i r . O'nun b i r a n için dahî h i k m e t i n dışına çıkması, cehaletin kendisine, ârız olması ve d o l a y i s i y l e y a r a 292 B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, 293 Ş û r a Sûresi, â y e t : 294 B a k . el-Mâturidî, s. 93. 11. Kitâbu't-Tevhîd, s. 94 v d . ; Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 672a. 89 tıkların ihtiyaçlarım bilmez hâle gelmesi imkânsızdır. B u d a gösteriyor k i , O ' n u n bütün f i i l l e r i b i r hikmete, b i r sebebe bağh o l a r a k tecellî et m e k t e d i r . İnsan a k i m i n ise, b u h i k m e t i gereği g i b i i d r a k etmesi, raması mümkün kav değildir .-^^ G e n e l o l a r a k üzerinde i t t i f a k edilen husus, zulüm ve hafifliğin kö, tü, adalet ve h i k m e t i n i y i olmasıdır. B u n u n l a beraber b e l i r l i b i r şeyin b i r halde h i k m e t , diğer b i r halde h a f i f l i k , başka b i r d u r u m d a d a ada let o l u r k e n , diğer b i r durum.da zulüm olması mümkündür. Meselâ; i n sanın belirU ölçüde ve d o k t o r u n tavsiyesine u y g u n o l a r a k ilâç alması, sıhhati için i y i d i r , faydalıdır. Fazlası ise zararlıdır. K e z a yemek, içmek, eşya edinmek v e y a edinmemek' g i b i i n s a n h a y a t i y l e yakından ilgüi d i ğer h u s u s l a r d a b u n u n g i b i d i r . Aslında bunlar, yapıları i t i b a r i y l e h i k metle, i y i l i k l e adaletle dolu oldukları halde, kullanılmalarında i f r a t a kaçıldığı t a k d i r d e , aynı şeylerden zulme, hafifliğe k a d a r v a r a n kötü sonuçlar elde edilmesi ve d o l a y i s i y l e i n s a n hayatının tehlikeye düşmesi pekâlâ mümkündür. Yaratıkların dahî b u g i b i k o n u l a r d a akıllarını k u l l a n a r a k , h i k m e t ve adalet ölçüleri içerisinde hareket etmelerinin i y i , zulüm ve h a f i f l i k t e b u l u m n a l a r m m ise, kötü ve çirkin olduğu anlaşıl dığına göre. Yüce Allah'ın d a yarattığı h e r f i i l i n en azından b i r hikmıCte, b i r sebebe bağlı bulunduğunu ve bunların, kerîm, cömert, ganî ve herşeyi bilen Yüce A l l a h ' m adaleti, f a z i ve ihsanı gereği bulunduğunu k a b u l etmek z o r u n l u d u r . B i n a e n a l e y h A l l a h ' a , f i i l l e r i n d e n dolayı zulüm v e y a h a f i f l i k isnâd etmek, cehaleti ve ihtiyacı gerektireceğinden, baş k a b i r deyimle, O ' n u n câhil ve muhtaç olduğu anlamına geleceğinden, bâtıldır. Şüphesiz A l l a h , b u tür düşüncelerden münezzehdir.^^'' V I — İnsanın Fiilleri : a — İrâde Hürriyeti v e İstitâa (güç) : Mâturîdî'ye göre i n s a n , fiUlerinde gerçek b i r irâde h i r r i y e t i n e s a h i p t i r . İnsan, k e n d i nefsinde b u gerçeği her a n müşahede etmekte, yaptığı işlerde hür olduğunu ve f i i l l e r i n i k e n d i s i n i n iktisâb ettiğihi görmektedir.29^ E s a s e n Yüce A l l a h , kulların k e n d i f u l l e r i n i y a p m a ve iktisâb etme hürriyetine s a h i p olduklarını gayet açık ve seçik b i r şe295 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 216 v d . T e ' v i l â t u ' l - K u r ' â n , V a r . 385a, 386a, 296 3 8 5 a , 391b, 5 1 4 a , 613b, 646b, 689b. B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 217 v d . ; Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 653b, 780b, 297 846a. B k . el-Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 225, 226; Te'vHâtu'l-Kur'ân, 90 V a r . 231a. k i l d e belirtmekte ve göyle demektedir : «Dilediğinizi işleyin, doğru' s u O , y a p U M a n m z t Gören'din>f^\:Ey imân e d e n l e r ! Rükû e d i n , sec d e y e varın, R a b b i n i z e k u l l u k e d i n , i y i l i k yapın k i s a a d e t e erişesiniz» «İşlediklerine karşılık o l a r a k , s e d e f d e k i i n c i l e r g i b i ceylân gözlüler vardır» «Kim z e r r e k a d a r i y i l i k yapmışsa, o n u görür; k i m d e z e r r e k a d a r kötülük yapmışsa, o n u görür,»^^^ B u âyetlerde de görüldüğü g i b i , irısan k e n d i f i i l l e r i n i her nekadar iktisâb e d i y o r s a d a , gerçekte bunları y a r a t a n Yüce Allah'dır : «Sizi d e , yaptıklarınızı d a A l l a h yaratmıştır,» B u âyette de görüldüğü g i b i , f i i l i n A l l a h ' a isnâd edilmiş olması, onun insandan nefyedilmesini gerektirmez. B u n u n gerçek anlamı, d a h a yok iken, f i i l i n , bulunduğu v e v a r olduğu şekilde A l l a h t a r a f m d a n y a ratılmış ve k u l tarafından d a aynı şekilde iktisâb edilmiş ve yapılmış olmasıdır .^^^ B u n d a n d a anlaşılıyor k i , Mâturîdî'ye göre f i i l , A l l a h ile k u l a r a sında paylaşılmaktadır. B u n a göre f i i l , A l l a h ' a izafe edildiği t a k d i r d e y a r a t m a , ihsana izafe edildiği t a k d i r d e ise, kesb adını almaktadır, işte böylece Mâturîdî, b u konuda, k u l d a n t a m a m e n irâdeyi selbedip, onu bir robot hâline getiren Cebriyye^^' ile inşamın hür olduğunu, Allah'ın 298 F u s s i l e t Sûresi, â y e t : 299 Hacc Sûresi, â y e t : 40. 77. 300 V a k ı a Sûresi, â y e t : 22-24. 301 Zilzâi Sûresi, â y e t : 7-8. 302 Satfât 303 Sûresi, B k . el-Mâturidi, rîdî, 96. âyet: Kitâbu't-Tevhîd, TeVîlâtuT-Kur'ân, 366a, 378b, 420a, 522a, 671a, 304 Cebriyye fırkasının Bu mensuplarına fırka Herşey A l l a h fiiîi oraya buraya duklarından ye adı Dirhem tır. göre, b. Cehm insanın önceden mecburdur. mutlak 226 v d . ; k e z a 101b, tafsilât için b k . İnsanlar sürüklenen b i r tüy Safvân hiçbir takdir i r a s d e s i karşısında (Ölm. H . 128/M. irâdesi v e 745)'dır. hürriyeti edilmiştir. K u l , t a k d i r Cehm b. bu b i r robot gibidir. Başka b i r deyimle insanlar, havada rüzgâra tâbi gibidir. Safvân yoktur. edilen îşte böyle b i r düşünceyi dolayı k e n d i l e r i n e C e b r i y y e ve l i d e r l e r i n e nisbetle de verilmiştir. el-Mâtu 2 1 2 a , 226a, 236a, 292, 331b, 856a. kurucusu tarafından yapmağa Allah'm s. V a r . 61a, 75b, 83b, asian Horasanlıdır. Kûfe'de olarak savun CehmiyCa'd b. ( Ö l m . H . 1 2 4 / M . 741) i l e karşılaşmış ve o n d a n bazı f i k i r l e r i n i almış B i r M ü d d e t el-Hâris b. S u r e y c ' i n vezirhğini yaptığı r i v a y e t edilmektedir. D a h a s o n r a d a H o r a s a n ' d a H a r i s ile b e r a b e r E m e v i l s r e karşı girişilen k ı y a m h a r e k e t i n e iştirak etmiş olduğundan Emevîler tarafından yakalanarak dürülmüştür. F i k i r l e r i n i n d a h a çok H o r a s a n ' d a yayılmış olduğu r i v a y e t m e k t e d i r . Tafsilât için b k . İbn K a y y i m mid öl edil e l - C e v z i y y e . İgâsetu'l-Lelıfân, M . H â - el-Fakî neşri, C . II, s. 177, K a h i r e 1939; eş-Şehristânî, e l - M i l e l v e ' n - N i h a l . 91 onun f i i l l e r i üzerinde h e r h a n g i b i r müdahelede bulunmasının sÖz k o n u s u edilemiyeceğini i l e r i süren Mu'tezile^^^ arasında o r t a b i r y o l tutmuş olmaktadır. B u n d a n s o n r a Mâturîdî, insanın f i i l l e r i n i n i k i durumda mütâlâa edilmesi gerektiğini söylemektedir. O n a göre k u l u n f u l l e r i i k i haldedir. B i r i n c i s i , i n s a n aklı ve idrâkinin b u f i i l l e r i n mâhiyetim k a v rayamaması, i k i n c i s i ise, insanın, aklı ve idrâki i l e bunların mâhiyeti- 305 C . I, s. 86; el-Bağdâdî, e l - F a r k beyneİ-Firak, s. 128; A h m e d Emîn, Fecrul-İslâm, s. 286-287; A . S. T r i t t o n , M ü s l i m Theoîogy.. s. 55. L o n d o n 1947; M , Şerefeddîn, K e l â m Savaşîari, Dârü'l-Fünûn İlahiyat F a k . M e c , Sayı 24, s. 19, İst. 1932; el-İsferâyinî, Ebû'l-Muzaffer, et-Tabsîr fî'd-Din. S. 96; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u , s. 40, 4 1 , 70; Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, D r . H u l e y f M u k . s. 41-2. M u ' t e z i l e d e y i m i n i n o r t a y a çıkışı h a k k ı n d a çeşitü r i v a y e t l e r vardır. B u n ları başlıca ü ç g u r u p t a t o p l a m a k m ü m k ü n d ü r : 1 — B u i s i m V â s ü b. A t â (Ölm. H . 1 3 1 / M . 7 4 8 ) ' n i n , Hasan el-Basrî (Ölm. H . 1 1 0 / M . 7 2 8 ) ' n i n m e c l i s i n d e n ayrılması v e arkadaşı A m r b . U b e y d ( Ö l m . H . 1 4 4 / M . 761) i l e b ü y ü k g ü n a h işleyenlerin k ü f ü r i l e i m â n arasında mutavassıt b i r y e r d e ( e l - M e n z i l e b e y n e ' i - M e n z i l e t e y n ) kalıp, m u t l a k surette n e m ü ' m i n v e n e de kâfir olduklarını söylemeleri üzerine, H a ^ a n el-Basrî'nin b u n l a r h a k k ı n d a « k a d i ' t e z e l â k a v l e ' l - U m m e yâni E h h İ s l â m m g ö r ü ş ü n d e n ayrıl dılar v e y a « k a d i ' t e z e i e a n n a ' l - V â s ı l » yâni V â s ü b i z d e n ayrıldı d e m e s i y l e o r t a y a çıkmıştır. 2 — Başka b i r g ö r ü ş e g ö r e ise, M u ' t e z i l e i s m i n i n o r t a y a çıkışının g e r çek s e b e b i , V â s ü i l e arkadaşlarının d a h a ö n c e b ü y ü k g ü n a h işleyenler h a k k ı n d a i l e r i sürülen sapık v e y a e n azından b i d ' a t h k l a vasıflandınlabilec e k b i r t a k ı m düşünce v e g ö r ü ş l e r d e n ayrılmış olmalarıdır. 3 _ üçüncü b i r görüşte. el-Mes'ûdî dür. O n a g ö r e b u fırka m e n s u p l a r ı n a (Ölm. H . 3 4 5 / M . Mu'tezile g ü n a h işleyenin m ü m ' m i n l e r d e n v e kâfirlerden denmesinin 956)'nin görüşü sebebi, ayrılmış o l d u ğ u n u büyük söyleme- lerindendir. M u ' t e z i l e irâde k o n u s u n d a özet o l a r a k şöyle d e m e k t e d i r : i n s a n hürdür. O k e n d i f i i l i n i k e n d i s i y a p a r . A l l a h o n a b u yeteneği vermiştir. B i n a e n a l e y h , b i r şeyi y a p ı p y a p m a m a , t a m a m e n o n u n irâde v e dileğine b a ğ l ı b i r ş e y d i r . Z i r a insanın b ö y l e b i r irâde hürriyetine, b i r şey yapıp y a p m a m a ser b e s t i s i n e s a h i p b u l u n m a m a s ı , o n u n işlediği i y i v e y a k ö t ü a m e l l e r d e n dolayı s e v a p v e y a c e z a g ö r m e m e s i n i g e r e k t i r i r . Allah'ın^ insanları irâdeleri dışında b e l i r l i işleri y a p m a ğ a zorlaması, s o n r a d a o f i i l l e r d e n dolayı k e n d i l e r i n i cezalandırması, zulümdür, a d a l e t s i z l i k t i r . O y s a A l l a h âdildir; kullarına h i ç b i r ş e y d e z u l ü m v e y a haksızlık e d e c e ğ i düşünülemez. İrâde hürriyeti b u l u n m a y a n b i r insanın, s o r u m l u tutulması. Allah'ın h i k m e t i n e ve adaletine aslâ yakışmaz. M u ' t e z i l e ' n i n beş p r e n s i b i n d e n b i r i n i teşkil e d e n « A d a l e t * p r e n s i b i n i n şümulüne g i r e n b u g ö r ü ş l e r Kur'ân-ı K e r î m ' d e g e ç e n b i r ç o k âyetlerle de t e y i t edilmiştir: « A U a h şüphesiz zerre k a d a r h a k s ı z b k yapmaz, 92 zerre miktarı i y i l i k olsa, o n u k a t k a t artırır ve y a p a n a b ü y ü k ecir n i b i l m e s i d i r . B u d a gösteriyor k i , b i r i n c i h a l d e k i f i i l l e r , insanın k e n di f i i l l e r i değildir. İkinci h a l d e k i l e r ise, ona a i t f i i l l e r d i r . Meselâ, b i r şe y i n y o k t a n v a r olduğunun t a s v i r edilmesi, açıklanması, b i r i n c i s i g u r u b u n içine g i r e n f i i l l e r i teşkil etmektedir k i , bunları insan aklının i d râk etmesi güçtür. Yüce Allah'ın b i z a t i h i k e n d i n e f s i n i vasıflandırdı ğı şekilde vasıflandırılmış olması b u n a b i r örnek o l a r a k gösterilebilir : «O, gökleri v e y e r i y o k t a n yaratandır. Z e v c e s i o l m a d a n nasıl çocuğu o l a b i l i r ? O y s a h e r şeyi O yaratmıştır; H e r şeyi b i l e n O ' d u r . îşte R a b b i n i z A l l a h b u d u r . O ' n d a n başka Tanrı y o k t u r ^ h e r şeyin yaratanıdır, öyle i s e O ' n a k u l l u k e d i n ; O h e r şeye d e vekildir» .^^"^ ^§imseğin çak-, ması n e r e d e y s e gözlerini alır; onları aydınlattıkça ışığında yürürler v e üzerlerine karanlık basınca durakalırlar. A l l a h d i l e s e y d i işitme v e gör m e l e r i n i g i d e r i r d i . Doğrusu A l l a h h e r şeye Kadir'dir».^^'^ i k i n c i s i ise, emre v e y a nehye u y g u n b i r şekilde hareket etmek v e y a etmemek g i b i , i n s a n a a i t birtakım h a r e k e t l e r d i r k i , b u n l a r i n s a n idrâkinin ve k a v ramının içine g i r e n ve dolayisiyle o n a a i t o l a n f i i l l e r d i r . îşte insan, b u g i b i fiilileri yapıp y a p m a m a konusunda t a m b i r irâde hürriyetine sa h i p t i r . B i n a e n a l e y h k e n d i irâdesi içinde olan b i r f i i l i yapmadığından dolayı (insanın cezalandırılması, A l l a h hakkında zulüm v e y a haksızlık olmaz. E s a s e n Yüce A l l a h böyle b i r şeyi k a b u l etmemekte ve «Kim yararlı iş işlerse k e n d i l e h i n e d i r ; k i m d e kötülük işlerse k e n d i a l e y h i n e d i r . R a b b i n , k u l l a r a karşı zâlim d^eğildir»;'^^^ «Allah'ın, s i z e b o l n i verir» ( N i s a S û r e s i , â y e t : 4 0 ) . «Aİlalı o n l a r a zulüm e d i y o r değil dir. F a k a t o n l a r k e n d i k e n d i l e r i n e z u l ü m ediyorlar» ( T e v b e S û r e s i , â y e t : 70 ve R û m S û r e s i , âyet: 9). B u k o n u için balamız : el-Bağdâdî, el~Fark b e y n e T - F i r a k , s. 71; el-İsferâ yinî, et-Tebsîr fî'd-Dîn, s. 64-65; Hannâ'l-Fâhûrî v e H a l i l e l - C e r r , TârihuT-Felsefe e l - A r a b i y y e , C . I, s. 140-141, 149.; eş-Şehristâni, el-Mi!el ve'n-Nihal, C. I, s. 48; İbnu'l-Murtazâ, Tabakâtu'i-Mu'tezile, s. 3, 5, S u s a n n a D i w a l d - W i l z e r neşri, B e y r u t 1380/1961; M u h a m m e d b . e n - N u ' m â n el-Mufîd, Evâil e i " M a k â l â t fî'l-Mezâhib veT-Muhtârât, s. 4-7, T e b r i z 1371; A h m e d Emîn, F e c r u l İslâm, s. 288 v d . ; M . Şerefeddîn, K a d e r i y y e y a h u t M u ' t e z i l e , Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası, S a y ı : 4, s. 5, İstanbul 1930; P r o f . D r . İ. A g â h Ç u b u k ç u , M u t e z i l e ve Akıl Meselesi, A , Ü. İlahiyat Fakültesi D e r g i s i , 1964 sayısı, s. 51, 53, A n k a r a ; î b n Hallikân, V e f e y â t el-A'yân, C . III, s. 132, 248, vd.; Zühdî H a s a n Cârullah, e l - M u ' t e z i l e , s. 2-3; Ebû'l-Hasan A l i e l - M e s u d i , M u r u c ez~Zeheb v e M a â d i n e l - C e v h e r , C. III, s. 235, K a h i r e Işık, M u ' t e z i l e n i n D o ğ u ş u ve K e l â m ı Görüşleri, s. 50-54, Mu'cemu'l-Udebâ, C. 19, s. 243, K a h i r e 1948; D r . K e m a l 69; Yakûtul-Hamevî, 1357/1938; ,,Dr. A l b e r t Nasrî Nâder, Feîsefetu'l-Mu'tezile, C . I, s. 99. 306 E n ' â m Sûresi, â y e t : 101-102. 307 B a k a r a Sûresi, â y e t : 20. 308 Fussiîet Sûresi, â y e t : 46. 93 m e t i v e r a h m e t i oiraasaydı, -pek azmış U r yana, şeytana uyardı- mz»'°'> demektedir.'^" i Mâturîdî'ye göre insanın, ihtiyarî yâni yapıp y a p m a m a d a s'erbest olduğu fiilleri,sebep, vesile ve benzeri vasıtaların t a m o l a r a k hâsıl o l masından s o n r a , onun b u f i i l l e r i v e y a b u n l a r d a n b i r i n i İktisap etmeye azmetmesi halinde, A l l a h onda b u f i i l i işleme k u d r e t i n i yaratır3^\ B i n a enaleyh k u l , b i r f i i l i islediği z a m a n b u f i i l i n d e n dolayı onun, mükafat v e y a cezaya, övme v e y a yermeğe lâyık olması, sadece adı geçen azme v e y a k a s d a bağlıdır. Z i r a i n s a n kötü b i r f i i l i işlemeğe azmettiği ve A l l a h d a b u azme bağlı o l a r a k onda f i i l i işleme k u d r e t i yarattığı zaman, şüphesiz, azmetmediğinden dolayı hayrı işleme k u d r e t i n i b i z z a t k e n d i s i yitirmiş o l u r . B u n u n g i b i , hayrı yapm.ağa azmettiği zaman, A U a h da o n d a b u hayır y a p m a k u d r e t i n i h a l k eder ve b u azminden dolayı . d a sevaba ve mükâfata n a i l olmağa h a k kazanır. Görüldüğü g i b i , f u l bizâtihî sevab v e y a cezanın b i r sebebi, b i r dayanağı değildir. B u r a d a esas olan, kasıttır, amaçtır. B i n a e n a l e y h k a s d a m a k r u n o l m a y a n bar f i i l e ceza v e y a mükâfat terettüp etmesi düşünülemez. B u n a e n b u y u k d e l i l meselâ, u y k u d a v e y a d e l i olan b i r k i m s e n i n , yaptığı işten dolayı s o r u m l u tutulmaması ve ceza görmemesidir. H z . P e y g a m b e r b i r hadisinde «Üg k i m s e f i i l l e r i n d e n dolayı s o r u m l u değildir : B i r i n c i s i , u y k u d a o l a n k i m s e , i k i n c i s i , ergenlik çağma ermeyen küçük çocuk; üçüncüsü, deh, aklı başında o h n a y a n kimsedir» demek suretiyle b u gerçeği gayet açık bir şekilde belirtmiştir. B u n d a n başka f i i l i n , f i i l olması i t i b a r i y l e h a y r a da şerre de u y g u n olması mümkündür. Meselâ b i r y e r d e n diğer b i r vere gitme v e y a h i c r e t etme f i i l i n e b i r sevap v e y a cezamn terettüp etmesi düşünülemez. B u r a d a esas olan, P e y g a m b e r i m i z i n de, «Ameller m y e t l e r e göredir H e r k e s n i y e t i n e bağlıdır. K i m A l l a h ' a ve Resulüne h i c r e t et mek isterse şüphesiz onun h i c r e t i , A l l a h ' a ve Resulüne olacaktır; K i m dünya n i m e t l e r i n i k a z a n m a k v e y a b i r kadım niklâhlamak ıçm h i c r e t ederse şüohesiz onun h i c r e t i de b u n l a r için olacaktır» demek s u r e t i y l e gayet açık b i r şekilde behrttiği g i b i , kasıttır, nıyettır.^^^ Bazı hallerde i s t i t â a ilgili 309 310 311 312 94 (güç) 'dan, azaların v e y a sebeplerin elverişli araç ve gereçlerin, bedenle olması k a s t e d i l i p , hâdıs olan Nisa Sûresi, âyet: 83. , r Bk Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 229 vd.; Te'vilâtu'l-Kur'ân, Var. 653 b. Bk. Mâturîdî, amian eser, s. 257 vd,; Te'vilâtu'i-Kur'ân, Var. 231 a. 331 b, 420 a. Bk. Mâturîdî, Kitâbu't-Tevîd, Dr. Huleyf Muk. s. 42, 43. k u d r e t kastedilmez^^l Buna b i r örnek olarak, meselâ, b i r k i m s e n i n yazı yazabilmesi için, mutlaka yanında kağıt ve k a l e m bulunması ve elleri nin de sağlam bulunması zorunludur. Şayet yanında kağıt ve k a l e m yok sa v e y a bunlar bulunduğu halde, e l l e r i felçli v e y a sağlam değilse, b u k i m s e n i n yazı yazabileceğim ileri sürm^ek gerçeklere aykırı olur. İşte Yüce Allah'ın «Oraya y o l bulma, gücüne s a h i p o l a n i n s a n a , A l l a h için K a b e ' y i h a c c e t m e s i gereklidir»^âyetindeki «Güç» k e l i m e s i n i n de b u şekilde t e f s i r edilmesi lâzımdır. Demek oluyor k i t e k l i f , araç ve gereç l e r i n , beden v e y a sebeplerin elverişli olmasına i s t i n a d eden güce göre olup, hadis olan kudrete göre değildir. B u mânaya göre istitâa ( g ü ç ) , fiilden önce gelmektedir. B u konu ile ilgili olarak Mâturîdî özet o l a r a k şöyle demektir : «Bize göre kudret i k i kısma ayrılır : B i r i n c i s i , araç ve gereçlerin v e y a sebeplerin elverişli olmasına bağlı olan k u d r e t t i r k i , şüphesiz bu, f i i l d e n önce gelmektedir. Fiiller, her nekadar ancak bununla kâim oluyorsa d a gerçekte b u kudret, fiiller için v e y a onları meydana getirmek için yaratılmış değildir. B u tür b i r k u d r e t Allah'ın dilediği kullarına i h s a n ettiği bir nimettir. İkincisi, ancak f i i l e m u k a r i n , ona bağlı olan k u d r e t t i r . B u kudret var olduğu anda, f i i l i n v u k u u z o r u n l u dur» Mâturîdî'nin b u izahından da anlaşıhyor k i , t e k l i f e esas olan k u d ret, i k i kısma ayrılmaktadır : Birincisi, imkânlı yâni imkâna da^yanan k u d r e t t i r k i , bundan maksat daha önce de görüldüğü g i b i , araç ve ge reçlerin, her türlü vasıta veya sebeplerin elverişli b i r d u r u m d a b u l u n masıdır. Böyle b i r kudretin tahakkuku, yukarıda d a görüldüğü g i b i , b i r takım şartlara bağlıdır. Binaenaleyh buna, şartlı kudret, şartlı i s t i tâa (güç) adını d a vermemiz müm.kündür. i k i n c i s i , imkânlı kudretle be raber, f i i l i kolaylaştıran kudrettir k i , buna «kudret-i müyessire» denmek tedir. İşte b u k u d r e t vasıtasiyle insan, mükellef bulunduğu f i i l i , A l l a h ' ın sonsuz f a z i ve i n a y e t i n i n bir sonucu olarak kolaylıkla y a p a r . B u n u n l a beraber b u r a d a yine de kolaylık nedenlerinin bulunması şart tır. Mâtûrîdî'ye göre b u tür bir kudret, f i i l d e n önce olmayıp, ancak f i i l l e beraber ortaya çıkmaktadır. Daha açık bir deyimle, k u l u n kasdı ve durumam da elverişli olmasıyle A l l a h fiile mukârin olarak k u l d a b u k u d r e t i yaratmaktadır. B u da gösteriyor k i , t e k l i f t e esas olan, 313 314 315 B k . Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v M d , Âl-1 İmrân Sûresi, â y e t : 97. B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 256-262. s. 256. 95 d u r u m u n müsâitliği, elverişliliği ile beraber kasıttır, amaçtır^^^ F i i l ise, z a m a n i t i b a r i y l e ona makrûn o l a n hadis kudretle beraber Allah'ın ezelî k u d r e t i y l e vuku bulmaktadır. Eğer d u r u m u n elverişliliği i l e b e r a ber kasıt, amaç bulunmadaydı, hadis k u d r e t i n makdûre, t a k d i r o l u n a n şeye makrûn olması imkansızlaşırdı. Y a n i bu d u r u m d a ne hadis k u d r e t , ne de ona bağlı f i i l b u l u n u r d u . Eş'arî hadis k u d r e t i n makdûre makrûn olmasına «kesb» adını vermektedir^^^ B u n a göre k u l u n f i i l i , kesb'den başka birşey değüdir. Mâturîdî ise, k e s b ' i n , k u l u n birşeyi ihtiyar etme si y a d a seçmesi v e y a kasdetmesi olduğunu şöylemektedir^^^ Demek o l u y o r k i , Eş'arî'ye göre kesb, ancak f i i l l e beraber olup, ondan önce olamaz. Mâturîdî'ye göre ise, k e s b i n f i i l d e n ve hadis k u d r e t t e n de önce olması mümkündür. h — Kaza ve Kader : Mâturîdî'ye göre gerek k a z a , gerek kader, gerekse irâde, t a m a m i y l e « H a l k u M - E f ' â l » ( f i i l l e r i n yaratılması) meselesine bağh o l a n b i r k o n u d u r . B i r i sabit olduğu t a k d i r d e , diğerinin de sabit ^olması z o r u n l u d u r . Başka b i r deyimle, f i i l i n i y i v e y a kötü olmasına bağlı o l a r a k Allah'ın k a z a ve k a d e r i de tecellî etmiş olur. B u n a göre kazanın gerçek anlamı, Allah'ın f i i l l e r i ve eşyayı yaratması ve herşeyi y e r l i ye r i n e koyması; herşey niçin yaratılmışsa, o n a göre olmasıdır. Zira^bü tün yaratıkları y o k t a n v a r eden Yüce A l l a h , hakîm v e b i l i c i olduğuna göre, yaratmasının d a b u h i k m e t e göre cereyan etmesi, O ' n u n ilâhî a d a l e t i n i n b i r gereğidir^^^. Meselâ; bir âyet-i kerîmede Yüce A l l a h , «Bunun üzerine A l l a h , i k i gün içinde y e d i gök y a r a t U v e h e r göğün iğini k e n d i i s n e b i l d i r d i . Yakın göğü ışıklarla donattık v e b o z u l m a k t a n k o r u d u k , îşte b u . B i l e n , Güçlü o l a n Allah'ın kanunudur^y^^^ demektedir k i , b u r a d a geçen «kazâhmne» d e y i m i n i n anlamı, Allah'ın onları vâr et mesi, yaratmasıdır. İşte yaratıkların f i i l l e r i n i de b u şekilde t e f s i r et m e k ' v e Allah'ın onları yaratmasını d a b u şekilde a n l a m a k g e r e k l i d i r . Keza, Yüce Allah'ın Jmân e d e n s i h i r b a z l a r : S e n i , g e l e n apaçık m u c i z e l e r e v e b i z i y a r a t a n a üstün tutmayacağız. N e hüküm v e r e c e k s e n v e r . S e n a n c a k b u dünyâ hayatına hükmedebilirsin»'^^^ anlamındaki âyetinde 316 B k . e l - M â t u r î d î , Kitâbu't-Tevhîd, s. 257; Te'vîlâtul-Kur'âri, V a r . 75 a, 76 a, 83 b. 317 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-TevMd, Dr. Huleyf için b k . el-Eş'arî, M a k â l â t u T - î s i â m i y y î n , B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-TevMd, Dr. Huleyf 319 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-TevMd, s. 305-306. 320 Fussilet âyet: 321 Tâ-Hâ 96 Sûresi, âyet: 12. 72. irâde C . II, s. 87 v d . 318 Sûresi, M u k . s. 44, k e z a Mukaddimesi, s. 44. konusu geçen ve k a z a kökünden gelen ^fakzı>y e m r i de hükmet, hüküm ver, anl a m m a gelmektedir. B u deyim, Kur'ân-ı Kerîm'de d a h a birçok yerde geçmekte ve k u l lanıldığı y e r v e y a k o n u y a göre, meselâ, b i l d i r m e , haber verme, emretme ve b i t i r m e g i b i değişik d a h a birçok mânalara gelmektedir .^22. Mâtûrîdî'ye göre kader, b i r şeyin o r t a y a çıkış noktası v e y a y a r a tılış sebebidir. Başka b i r deyimle, hayır v e y a şer, i y i v e y a kötü, h i k met v e y a h a f i f l i k , herşeyin A l l a h ' m t a k d i r i n e göre olması ve d o l a y i s i y le b u n l a n n b u değişmez t a k d i r e u y g u n olarak cereyan etmesidir. Yüce Allah'ın ^Şüphesiz B i z , herşeyi U r t a k d i r e göre yaratmışızdıry.?'^^ me alindeki sözünün anlamı d a işte budur. B u n d a n , hayır ve tâat, A l l a h ' ın k a z a ve kaderine bağlı olduğu g i b i , şer ve kötü işlerin de Allah'ın k a z a ve kaderiyle meydana geldiği şeklinde b i r a n l a m çıkarılması mümİkündür. İşte bundan dolayı Mâturîdî, mâsiyet ve şerrin k a z a ve t a k d i r i y l e , bunların işlenmesini b i r b i r i n d e n ayırmakta ve bunun üzerinde büyük b i r t i t i z l i k l e durmaktadır.^^^ O n a göre mâsiyet ve şer, A l l a h tarafından t a k d i r edilmekte ve yaratılmaktadır. Z i r a herşeyin yaratıcısı Allah'dır. Bunların işlenmesi ise, k u l u n kendi k u d r e t i , irâdesi ve kasdıyla mey dana gehnektedir. B u r a d a Allah'ın b i r müdehalesi v e y a e t k i s i söz k o nusu değildir. B u n u n l a beraber Mâturîdî, kötülüklerin yaratılmasını, b i r saygı gereği olarak A l l a h ' a isnâd etmekten kaçınılmasının g e r e k l i liğine işaret etmekte ve ö^et o l a r a k şöyle demektedir : «Gerçekte . A l l a h , herşeyin R a b b i , bütün yaratıkların ilâhı, herşeyin yaratanı ve her şey O'nun olduğu halde, kötülüklerin, çirkin olan şeylerin ve şeytanın O'na isnâd edilmesi doğru değildir. İşte bundan dolayı küfrün ve mâsiy e t i n Allah'ın k a z a ve k a d e r i v e y a iradesiyle m e y d a n a geldiğini söyle mek m e k r u h t u r . B u n u n g i b i , meselâ, insanların d a h a k i k a t t e her neka dar i y i veya kötü, herşeyi y a r a t a n A l l a h olduğu halde, O'nun hakkında «Ey k ö t ü l ü k l e r i v e i ğ r e n ç ş e y l e r i yara t a n » şeklinde b i r hitabda bulunmaları v e y a buna benzer b i r ifade kullanmaları doğru değildir. A k s i n e , Allah'ın, büyüklüğüne, yüceliğine ve i n s a n l a r a bahşettiği sayısız n i m e t l e r i n anılmasına delâlet eden i s i m 322 B k . e l - M â t n r i c ü . Kitâbu't-Tevhîd, s. 306; Te'vîiât, V a . 412 a, 430 b. 547 b, 584 a. 323 Kamer 324 Mâturîdî, Sûresi, â y e t : 49. Kitâbu't-Tevhîd. s. 308. 97 ve sıfatlarla vasıflandırılması gereklidir» Mâturîdî'nin k a z a ve k a d e r hakkındaki görüşleri a n a hatlarıyle iş te bunlardır. E h l - i Sünnet'in b u k o n u d a k i görüşleri de aslında b u n l a r d a n başka birşey değildir. Sonuç o l a r a k b u r a d a şunu d i y e b i l i r i z : Mâ turîdî, Kur'ân-ı Kerîm'de geçen bazı âyetlere d a y a n a r a k k ü 1 1 î i r â d e ' n i n A l i a h a a i t olduğunu ve c ü z ' î i r â d e ' n i n de i n s a n a venu bulmayı başarmış o l a r a k görünmektedir. B u n a göre Kur'ân-ı K e rîmde geçen ve i n s a n a irâde hürriyeti veren âyetler, i n s a n a râci olup, onun neleri yapabileceğini ve i n s a n d a n irâde hürriyetini kaldıran âyet ler de . A l l a h ' a a i t olup, insanın gücünün ve irâde hürriyetinin h u d u t ve kapsamım t a y i n ve tesbit etmektedir^^^ V I I — A l l a h ' m Görülüp Görülmemesi : Mâturîdî'ye g ö r e Allah'ın gözle görülmesi, Kur'ân-ı Kerîm ve naklî delillerde de görüldüğü g i b i , vâcib'dir. Şu k a d a r v a r k i , O V m görme, k e y f i y e t s i z b i r şekilde olacaktır. «Zira k e y f i y e t , ancak b i r suret v e y a şekle sahip kimselere has b i r özelliktir. B u n u n için, b u g i b i şeylerden münezzeh o l a n Allah'ın görülmesi, o t u r m a v e k a l k m a , d a y a n m a ve y a s l a n m a , ayrılma ve birleşme, karşılaşma ve terketme, kısa ve u z u n , a y dınlık ve karanlık, d u r m a ve hareket etme, u y g u n ve zıt v e y a içerde ve dışarda g i b i , i n s a n a k h n a gelebüecek bütün vasıf ve şekillerden hiçbirine benzemeyen b i r d u r u m d a olacaktır» 325 326 Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. ,312. . A y r ı c a b k . Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 5 a, 225 a, 297 a, 4 1 2 a, 430 b , 547 b, 584 a, 678 b , 759 a, 805 a, 830 a, 844 b . D a h a f a z l a b i l g i . için b k . Sahîhul-Buhârî, C . I, s. 18; C . V I I , s. 212; Sahîlîu Musîim, C . I, s. 28-31, C . VIIÎ, s 46-47; S u n e n u Ebî D â v u d . s. 177-178; T a b e r i , Câmi'uT-Beyân, C . X X X , s. 124, Mısır 1374; V I I . C i i d d e n s o n r a 1321 baskısı; İbn H a c e r i ' i - Askalânî, FethuT-Bârî l i Şerhi S a M h i l - B u h â r î , C . I, s. 105-110, Mısır, B u l a k b a s . 1300-1301; İbn H a l d u n , Şifâu's-Sâiî, P r o f . M . Tancî Önsözü, s. n z ; D o ç . D r . Hüseyin A t a y , K u r ' a n ' a G ö r e î m â n Esasları, s. 89-97; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u ve Kelâmî Görüşleri, s. 16-19. 77-79; el-Eş' arî, e l - L u m a ' , s. 71-72, 100, D r . H a m û d e Gurâbe, el-Eş'arl s. 50 v d . ; eş-Şehristânî, e l - M i i e l v e ' n - N i h a l , C . I, s. 167; el-Curcânî, Şerhu'l-Mevâkîf, s. 620-621; el-Bağdâdi, e l - F a r k b e y n e T - F i r a k , . s. 70. 121; P r o f . D r . İ. A g â h ç u b u k çu, M u ' t e z i l e v e A k ı l M e s e l e s i , İlahiyat F a k . D e r . 1964 Sayısı, s. 59-60; e l - G a z zâlî, el-îktisâd fî'l-rtikâd, s. 1 7 8 - 189 v e D r . K e m a l Işık çevirisi, İ'tikâdda O r ta 327 98 Y o l , s. 130-138. B k . el-Mâturîdî. Kitâbu't-Tevhîd, s. 85. Rü'yet k o n u s u n d a d a h a önce, M â t u rîdî'nin h a y a t i y l e i l g i l i b ö l ü m d e kısaca t e m a s edilmiş olmasına rağmen, b u r a d a müstakil b i r k o n u h a l i n d e tekrarlanmasında y a r a r görülmüştür. Mâtûrîdî'ye göre A l i a h ' m görüleceğine en büyük d e l i l , Kur'ân-ı Kerîm'de geçen âyetlerdir. Meselâ Yüce A l l a h , b u k o n u y l a ügili o l a r a k §öyle d i y o r : ^^Gözler O ' n u idrâk e d e m e z ; h a l b u k i O , bütün gözleri id" râk e(Zer».228 Mâturîdî, b u âyetin Allah'ın görüleceğine k e s i n b i r d e l i l olduğunu söylemektedir. Z i r a Allah'ın görülmesi mümkün olmasaydı, âyette geçen « i d r â k » i n nefyinde b i r h i k m e t kalmazdı. Çünkü A l lah, görmeye muhtaç olmaksızın, başkalarını idrâk etmektedir. O y s a k u l ların birşeyi ancak görmekle idrâk etmeleri mümkündür. B i n a e n a l e y h , g ö r m e olmayacağına göre, idrâkin de n e f y i n i n b i r anlamı k a l m a m a k t a dır329. H z . Mûsâ'mn A l l a h ' a : «İ2a&&im/ B a n a k e n d i n i göster. S a n a bakaytm»^^^ demek s u r e t i y l e yalvarması d a Allah'ın görülmesinin caiz olduğuna açık bir deiildir^^^ Z i r a , mümkün o l m a y a n birşeyi A l a h ' d a n istemesi, H z . Mûsâ'mn câhil olmajsı ve Rabbını gereği g i b i b i l m e m e s i d e m e k t i r . B ö y le b i r k i m s e n i n de p e y g a m b e r olması ve A l a h ' m v a h y i n e m a s h a r o l m a sı düşünülemez'^-^ K e z a , «O gün. b i r t a h m yüzler R a b b l e r i n e bakıp parlayacaktır»^^^ âyeti de Allah'ın görüleceğini i s b a t l a y a n en b e l i r g i n delilleı-den biridir^^*. İşte b u ve benzeri âyetlerin de delâlet ettiği g i b i , müminler Allah'ı gözle göreceklerdir. Şu k a d a r v a r k i , b u görme dünyada değil, ancak ahirette olacaktır. Kâfirler ise, ahirette Allah'ı göremiyecekler ve b u nimetten m a h r u m kalacaklardır. E s a s e n Yüce A l l a h , b u gerçeği şu şekilde b e l i r t m e k t e d i r : ^Hay%r\ doğrum m l a r o gün, R a b b l e r i n d e n y o k s u n k a l a c a k lardtr»^^^. Gerek Mâturîdiler, gerekse Eş'arîler olsun, Ehî-i Sünnet'in tümü b u esaslar üzerinde birleşmişler, f a k a t görmenin aklî delillerle isbat e d i h p edilemeyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Mâturîdî, Allah'ı a h i r e t t e görmenin akılla b i l i n m e s i n i n v e y a aklî delillerle i s b a t edilmesi nin mümkün olmadığım ve dolayısıyle h e r h a n g i b i r t e ' v i i v e y a 328 E n ' â m Sûresi, âyet: 329 330 331 332 333 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, ^ s. 77; Te'vilâtu'l-Kur'ân, A'râf Sûresi, âyet: 143. B k . el-Mâturîdî, Te'viîâtu'l-Kur'ân, V a r . 265 b. B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 78. Kıyamet Sûresi, âyet: 22-23 334 B k . el-Mâturîdî, 852 a. 335 Mutaffifîn 103. V a r . 225 a. Kitâbu't-Tevhîd, s. 79; Te'vilâtu'l-Kur'ân. V a r . 265 b, 851 b, Sûresi, âyet: 15. 99 t e f s i r e kaçmaksızm b u n a inanılması gerektiğini söylerken^^^ Eş'arî b u n u n akılla ve aklî delillerle de isbat edilebileceğini i l e r i sürmüştür. Eş'arî'nin « v a r 1 ık d e l i l i » adı v e r i l e n ve Allah'ın görülebilece ğini i s p a t l a y a n aklî delili^'' özet o l a r a k şudur: Günlük h a y a t t a gözle görü l e n şeyler, gerçekte v a r oldukları için görülmektedir. A l l a h d a v a r o l d u ğuna göre, O n u n d a görülmesi pekâlâ mümkündür. V a r oldukları için h e r a n müşahede ettiğimiz ve gördüğümüz nesnelere gelince b u n i a r m şu şekilde açıklanması mümkündür : B i z h e r a n cevher ve a r a z g i b i hakîkatları v e y a yapıları değişik birçok şeyler görmekteyiz. Meselâ, r e n k l e r i gördüğünüz g i b i , c i s i m l e r i de görmekteyiz. B i n a e n a l e y h , b u gerçek çeşitli varlıkları görmemizi sağlayan nedeni inceleyebilmemiz için m u t l a k a b u n l a r arasındaki müşterek vasfı araştırmamız lâzımdır. O y s a yapılan inceleme ve araştırmalardan d a anlaşılmaktadır k i , h a k i k a t l e r i değişik o l a n b u g i b i nesneler arasında varlık ve hudûs'tan başka müşterek b i r vasıf y o k t u r . B u r a d a hemen ifade edelim k i , hudûs'ün görmeyi sağlayan b i r sebep olması mümkün değildir. Çünkü hudûs, s o n r a d a n v a r o l m a , üzerinden y o k l u k geçen b i r varlıktan i b a r e t t i r k i , yokluğun b e l i r l i b i r hükme v a r m a d a b i r değeri, b i r t e s i r i y o k t u r . H u dûs'ün b i r t e s i r i v e y a değeri olmadığına göre, geride, sadece b i r şey kalmaktadır k i , o d a , varlıktır. D e m e k o l u y o r k i , görülen ve görülme y e n şeyler arasında müşterek b i r vasfı m e y d a n a g e t i r e n sadece varlık tır. O halde Allah'ın varlığı d a , şüphesiz O ' n u n görülmesinin cevazına u y g u n düşen k u v v e t l i b i r i l l e t t i r , b i r nedendir. İllet v e y a neden hâsıl olduğu anda, hükmün de s a b i t olması z o r u n l u d u r . B i n a e n a l e y h , Allah'ın görülmesinin doğruluğuna i n a n m a k d a , böylece z o r u n l u b i r h a l almış olmaktadır^^ s Eş'arî'nin b u görüşüne, Ebû'l-Muîn en-Nesefî^3^ Alî b. M u h a m m e d el-Pezdevî^'^ Nûreddîn es-Sâbunî'^^ g i b i , Mâturîdî'nin taraftarlarının b i r ç o ğ u d a katılmıştır. Fahreddîn er-Râzî ise, Eş'arî'nin varlık delilini k a b u l etmemiş ve b u k o n u d a Mâturîdî'nin görüşüne uymayı d a h a u y g u n görmüştür^^^. 3 3 6 ~ B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd 337 Bk. el-Eş'arî, s. 77. el-Luma', s. 32; eş-Şehristânî s. 357; er-Râzî, Kitâbu'l-Erbaîn, Nihâyetu'l-îkdâm s. 191. 338 Bk. er-Râzî, Kitâbu'l-Erbaîn, 339 340 341 Huleyf M u k . s. 39-40. Tafsilât için bk. en-Nesefî, Tabsıratu'i-Edille, V a r . 95 a vdd. Bk. el-Pezdevî, Usûl, KeşfuT-Esrâr kenarında. Bk. es-Sâbûnî, KitâbuT-Bidâye fî Usûli'd-Dîn. 342 Bk. er-Râzî, Kitâbu'l-Erbaîn, 100 fi 'limil-Kelâm. s. 191. vd; s. 198. el-Mâturîdi, Kitâbu't-Tevhîd, Dr. Mâturîdî'nin ve genel olarak E h l - i Sünnet'in b u k o n u d a k i görüşü işte budur. B u n d a n da anlaşılıyor k i , ahirette A l l a h , mü'minler t a r a f m dan gözle görülecektir. M u ' t e z i l e ise b u görüşe karşı çıkmakta ve A l lah'ın ahirette gözle görülemiyeceğini i l e r i sürmektedir. O n l a r a göre A l l a h cisimlere benzemez. O y s a gözle görülen b i r şey, cisimlere b i r bakımdan benzemiş sayılır. B i n a e n a l e y h , Allah'ın gözle görüleceğini söylemek, O ' n u c i s i m l e r g i b i gözle görülebilecek b i r varlık o l a r a k vasıf landırmak d e m e k t i r k i , böyle b i r şey O ' n u n hakkında m u h a l d i r . B u n u n için M u ' t e z i l e , b u k o n u d a E h l i Sünnet'in dayandığı nassîarı t e ' v i i etmek z o r u n da kalmıştır. Meselâ, Kıyamet Sûresinde geçen «Nazıra » SOZUnU «GrO" rücü v e y a bakıcı» mânasında olmayıp,mtt;3:ar^. b e k l e m e ^ yâni Allah'ın sevabını ve n i m e t l e r i n i bekleme anlamında olduğunu i l e r i sürmüştür M u ' t e z i l e diğer âyetleri de b u n a benzer b i r şekilde t e ' v i i ve t e f s i r etmistir'*^ Bütün b u sözlerin ve bitirmiş olduğumuz A l l a h vardır, eşi ve benzeri y o k t u r . 343 344 bölümün özü şudur : B k . el-Kâdî A b d u l c a b b â r , K i t â b u l - M u ğ n î , C . I V , s. 197, 198. B u m e s e l e l e r için b a k m ı z : el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd. s. 77-85; T e ' v i l â t u l K u r ' â n , V a r . 14 b, 225 a, 265 b , 724 a, 851 b , 852 a; eş-Şehristâ.ni, e l - M i l e l v e ' n - N i h a l , C . I, s. 45; A l b e r t Nasrî Nâder, Feîsefetu'l-Mu'tezile, s. 112 v d . ; el-Eş'arî, e l - L u m a ' , s. 61-68; el-Gazzâlî, el-İktisâd fî'l-î'tikâd, s. 60 v d . v e D r . K e m a l Işık çevirisi, s. 45-54; Zuhdî H a s a n Cârullah, e l - M u ' t e z i l e , s. 79-83; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u ve K e l â m ı Görüşleri, s. 73-75. 101 D Ö R D Ü N C Ü B Ö L Ü M P E Y G A M B E R L İ K î _ PEYGAMBERLİKLE İLGİLİ a — P e y g a m h e r e o l a n ihtiyaç G E M E L HÜKÜMLER : : Mâturîdî'ye göre, emrettiği şeyleri y a p m a k , nehyettiği şeylerden kaçınmak için, Allah'ın P e y g a m b e r göndermesi haktır. Yüce Allah'ın bütün f i i l l e r i b i r h i k m e t e göre cereyan etmektedir. O ' n u n f i i l l e r i n i n b u h i k m e t i n dışına çıkması v e y a bunların h a f i f l i k l e vasıflandırılması düşünüle mez. Allah'ın emrettiği şeyleri insanların yapmasında b i r faydası olmadığı g i b i , nehyettiği şeyleri terkedip etmemelerinde de b i r zararı y o k t u r . O y s a b u e m i r v e y a nehyedilen şeylerde kulların faydalanmaları v e y a z a r a r gör m e l e r i h i k m e t i vardır. İyi v e y a kötü o l a n şeyleri bilmede, h e r n e k a d a r akıl büyük b i r r o l o y n u y o r s a da, dinle i l g i l i hükümleri v e eşyanın t a b i atlarını b i l m e k hususunda aklın i)nemli b i r payı y o k t u r .^^^ Allah'ın varlığını ve birliğini k a b u l eden b i r k i m s e n i n , O ' n u n pey gamberler gönderebileceğine de inanması g e r e k i r . A l l a h ' a bütün sıfatl a r i y l e inanmadıkça. Peygamberliğin isbatı k o n u s u n d a h e r h a n g i b i r t a r tışmaya girişmek y e r s i z d i r . Z i r a asıl o l a n elçiyi gönderendir. Elçi n i n görevi ise, k e n d i s i n i görevlendirenin emirlerini ve nehiylerini tebliğdir. İnsanları b u emirlere u y m a y a v e n e h i y l e r i n d e n kaçınmaya d a v e t t i r . Allah'ın e m i r v e n e h i y i e r i n i n ve b u n a bağlı o l a r a k i y i v e y a kötü şeylerin akılla bilinebileceğini i l e r i sürerek P e y g a m b e r gönderil mesine gerek olmadığım söylemek, y a d a peygamberliği inkâr etmek, o n u gönderen Yüce Allah'ı d a inkâr etmek d e m e k t i r . K u l l a r için n e y i n i y i olup, n e y i n kötü olduğunu en i y i b i l e n şüphesiz Allah'tır. B u n u n için Allah'ın, i n s a n l a r a p e y g a m b e r göndermesi ve b u p e y g a m b e r i n de k e n d i l e r i n d e n seçilmiş olmasının şüphesiz b i r h i k m e t i , b i r sebebi v a r dır.^^® P e y g a m b e r l e r i k e n d i k a v i m l e r i arasından seçmesinin en büyük 345 346 Bk. en-Nesefi, Tabsiratu'I-Edille. V a r . 109 b.- Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 176; Risâletun fîT-Akâid, s. 19 ve Prof. Yusuf Ziya tercümesi, Akâid Risalesi, s. 2 9 . Bk. Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 176; en-Nesefî, Tabsıratu'i-Edille, V a r . 109 b. 103 lıikmeti de, h e r a n içinde yaşadıkları ve yakından işbirliği yaptıkları t o p l u m l a r c a h a l ve durumlarının yakından islenmesi, k u d r e t ve yete n e k l e r i n i n en i y i b i r şekilde b i l i n m e s i d i r . B m a e n a l e y h , k u d r e t ve ye t e n e k l e r i n i çok i y i b i l d i k l e r i b i r k i m s e n i n o r t a y a çıkıp, k e n d i gücünü ve y e teneğini aşan birtakım o l a y l a r a sahne olması v e y a haberler vermesi, on ların, b u tür olağanüstü, olay, mucize ve haberlerin kendisinden olmayıp A l l a h ' t a n olduğuna ve dolayisiyle o n u n Peygamberliğine, söyledikleri n i n doğruluğuna inanmalarını z o r u n l u kılacaktır. H e r şeyi i l m i y l e kuşa-' tan, gücü, k u d r e t i sonsuz olan ve bütün f i i l l e r i b i r h i k m e t e göre cereyan eden A l l a h , şüphesiz gönderdiği peygamberlerin risâletinin i s p a t l a n ması için gereken âyet ve d e l i l l e r i de yaratmağa kâdirdir^^^ Mâturîdî'ye göre, zatı i t i b a r i y l e hiçbir şeye muhtaç o l m a y a n ve her şey O ' n a muhtaç o l a n A l l a h , f i i l l e r i n d e k i h i k m e t i n b i r gereği o l a r a k yaratıkları yaşamak üzere yarattı. O n l a r a b u n u n için gereken k u d r e t i v e r d i . S o n r a da, onların yaşamlarım d e v a m ettirebilmelerini, beslenme, y e t e r m c e gıda a l m a g i b i birtakım şartlara bağladı. H a y a t larının devamını, u z u n b i r süre yaşamayı kendilerine s e v d i r d i . Şayet A l l a h , b u n i t e l i k l e r l e yarattığı insanları birtakım e m i r ve nehiyîerle bağ lamamış olsaydı, b u n l a r d a n h e r b i r i k e n d i hayatını d e v a m ettirebil mek için diğerinin aleyhinde birtakım girişimlerde bulunacak, i y i , hoş ve güzel g i b i görünen şeyleri kendisine maletmek isteyecek, şehevî ve nefsânî arzularının e s i r i olacaktı. Diğerleri de aynı şekilde hareket edecekleri için, aralarında, b e l k i de yaşama y e r i n e y o k olmalarına y o l açacak büyük b i r f i t n e n i n , büyük b i r mücadelenin doğmasına sebep olacaktı. îşte b u n d a n dolaja Yüce A l a h ' m , helâl ve haramı i y i ve kötü yü beyan eden, insanların, yaşamlarım d e v a m e t t i r e b i l m e l e r i için neyi yapıp n e y i yapamayacaklarım açıklayan e m i r ve n e h i y i e r i n i n ve b u n l a r a bağh o l a r a k d a v a ' d ve v a î d ' i n i n i n s a n l a r a tebliği z o r u n l u b i r h a l aldı. Bunları i n s a n l a r a ulaştıracak v e y a tebliğ edecek t e k v a sıta ise, ancak, Allah'ın b u n u n için görevlendirdiği peygamberler o l a b i l i r d i . V e işte b u n u n için p e y g a m b e r gönderilmesi zarurî b i r ihtiyaç h a l i n i aldı^*^, Mâturîdî'ye g ö r e A l l a h , -yaratıkları faydalı ve zararlı olmak üzere i k i kısma ayırmıştır. H e r cevheri elem ve lezzeti i h t i v a edecek şekilde y a 347 348 104 B k . Mâturîdî, Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 318 b; Kitâbu't-Tevhîd, s. 176. B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 177; en-Nesefi, Tatasiratu'-l-Edille. V a r . 109 b, 110 a; Mâturîdî. Te'viiâtu'l-Kur'ân, V a r , 172 \ ratmıgtır. Bunların b u şekilde yaratılmış olması, b i r hikmete ve sebe be bağlıdır k i b u d a , terğip ve t e r h i p ' t i r . Başka b i r deyimle, A l l a h , kullarını i y i o l a n şeyleri işlem.eğe teşvik etmekte ve b u n a karşılık k e n dilerine çeşitli n i m e t l e r vadetm.ektedir. Diğer t a r a f t a n insanların kötülükten kaçınmalarım istemekte, a k s i t a k d i r d e , görecekleri cezanın ve acının büyüklüğünü kendilerine b i l d i r m e k t e d i r . İşte böylece e m i r ve n e h i y l e r i n sonuçları ve insanlar için n e y i ifade e t t i k l e r i açıklanmak tadır. A l l a h yaratıkları halkederken, b i r b i r l e r i n e o r a n l a faydalı v e y a zararlı olabilecek şekilde yaratmıştır. İnsanların bunları b i l m e s i ve k e n d i s i için faydalı olanı seçm^esi, zararlı olandan kaçınması z o r u n l u dur. İşte bundan dolayı A l l a h insanların, kendilerine faydalı o l a n şey l e r i yapmalarını emretmıekte ve zararlı olan şeylerden uzaklaşmaları nı istemektedir^^^. Allahîm b u g i b i e m i r ve n e h i y l e r i n i ve b u n l a r a te rettüp eden mükâfat v e y a mücâzatı i n s a n l a r a tebliğ edenler de, ancak peygamberlerdir. b — Akla göre peygamberlik : Allah'ın e m i r ve nehiylerinde de i n s a n l a r için ince b i r h i k m e t vardır. Z i r a A l l a h , insanları en güzel b i r şekil ve surette yaratmış,^^^ yerde ve gökte olan h e r şeyi, bütün n i m e t l e r i , daha önce kazandıkları b u h a k kın karşılığı v e y a yaptıkları b i r işin mükâfatı olmaksızın, insanoğlu nun emrine vermiştir^^^ Aslında b u g i b i n i m e t l e r i n , özellikle b u n i a r m k a d r i n i ve verilişindeki h i k m e t i v e y a sebebi bilmeyenlere verilmesi, mantıkî olarak mümkün değildir. Z i r a b u n l a r d a h a önce i n s a n l a r t a rafından kazanılmış b i r h a k değildir. îşte b u n d a n dolayı insanların, şükran görevlerini yerine g e t i r e b i l m e l e r i ve k i m i n sevilmeye lâyık o l duğunu anlamaları için, b u sonsuz n i m e t l e r i , rızıkiarı bahşedeni gere ği g i b i b i l m e l e r i zorunludur. B u ise, birtakım i m t i h a n v e y a tecrübeler den geçmeyi g e r e k t i r m e k t e d i r . îşte b u n d a n dolayı A l l a h , b u i m t i h a n ları başarıp. K e n d i s i n e karşı şükran görevini h a k k i y l e yerine getiren lere va'dde bulunmuş ve b u n u i h m a l edenleri de cezalandırmakla t e h did etmiştir^^^. B u n d a n başka A l l a h , insanoğluna en büyük b i r nimet olarak aklı vermiştir. B u n u n l a onu, i y i y i ve kötüyü b i r b i r i n d e n ayırma 349 350 35İ 352 B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 178 B u n u n için b k . M ü ' m i n Sûresi, â y e t : 64. B u n a delâlet e d e n âyetler için b k . R a ' d Sûresi, â y e t : 2; A n k e b û t : 6 1 ; L u k m â n : 20, 29; Z ü m e r ı 5; F â t ı r : 13; İ b r a h i m : 32-33; N a h i : 12, 14; H a c c : 65; Câsiye : 11. B k . Mâturîdî. Kitâbu't-Tevhîd, s. 178. 105 yeteneğine s a h i p kılmıştır. Alklını k u l l a n a n b i r k i m s e için, doğruluk v e adalet güzel, yalancılık ve zulüm ise çirkindir. Akıl b u n l a r d a n b i r i n c i s i n i n k a l p t e k i y e r i n i yüceltmiş, diğerinin ise alçaltmış ve hakîr kılmıştır. B u n d a n dolayı akıl d a , b i r bakıma, insanın makamını yücel t e n i y i isteklerle, doğrulukla emretmiş, rütbesinin düşmesine, alçalma sına sebep o l a n şeyleri işlemekten nehyetmiş olmaktadır. B i n a e n a l e y h , a k l a göre de e m i r ve n e h i y z o r u n l u d u r . E m i r ve n e h y i n gereği o l a r a k d a sevap ve ikâb ihdas edilmiştir. K i m Allah'ın emrine u y u p , doğru ve âdil o l u r s a , m u k a b i l i n d e sevaba ve mükâfata n a i l olacak, k h n Allah'ın nehyettiği şeyleri işleyip, âsi ve zâlim o l u r s a , müstahak olduğu ikâba, cezaya çarptırılacaktır^^^. Diğer t a r a f t a n aklı başında hiçbir k i m s e y o k t u r k i , k e n d i n e f s i n i t e r b i y e e t m e y i i h m a l edip, b i z a t i h i kendisine z a r a r verecek birtakım şehevî a r z u l a r a benliğini kaptırm.ağa razı olsun. A k s i n e elbette k i h e r kes, k e n d i n e f s i n i en i y i b i r şekilde t e r b i y e e t m e y i ve i n s a n l a r tarafın d a n gıpta edilen h a s l e t l e r i k e n d i nefsinde toplamayı a r z u edecektir. N e v a r k i , b u g i b i k i m s e l e r i n bazen, b u arzularını t a h a k k u k e t t i r m e k için i z l e d i k l e r i y o l u n yanlışlığı v e y a b u k o n u l a r d a k i b i l g i s i z l i k l e r i d o l a y i s i y le hidâyet yerine sapıklığa düşmeleri ve b u n u n b i r sonucu o l a r a k d a menfaat yerine z a r a r görmeleri mümkündür. B u d a gösteriyor k i , b u g i b i k i m s e l e r için doğru y o l u gösterecek, n e f i s l e r i n i k e n d i şehevî a r z u larına g ö r e değil, h a k k a ve h a k i k a t e u y g u n b i r şekilde t e r b i y e etme l e r i n i sağlayacak, i y i y i ve kötüyü b i r b i r i n d e n ayırmayı bilmelerine yardımcı olacak b i r rehbere, b i r öğreticiye ihtiyaç vardır. îşte b u ve benzeri görevleri y a p a n l a r peygamberlerdir. b u n u n için p e y g a m b e r gönderilmesi zorunludur^^^. V e işte Mâturîdî bütün b u n l a r a ilâveten, p e y g a m b e r gönderilmesinin zo runluluğunu i s p a t l a m a k için d a h a birçok aklî d e l i l i z i k r e t m e k t e ve A l lah'ın e m i r ve n e h i y l e r i n i n gereği o l a n hususların akılla bilinmesi mümkün olup, b u n u n için ayrıca b i r p e y g a m b e r gönderilmesine gerek olmadığım i l e r i sürenlere s u s t u r u c u cevaplar v e r m e k t e d i r . K o n u y u d a h a b e l i r g i n b i r hale g e t i r m e k için, Mâturîdî'nin b u d e l i l l e r i n i de madde l e r halinde z i k r e t m e k t e y a r a r görmekteyiz. 353 B k . Mâturîdî, a m l a n eser, s. 173-179; en-Nesefî, T a b s i r a t u l - E d i U e , V a r . 109 b-110 a. 354 106 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 179. 1 — D ü n y a ve d i n i e i l g i l i s o r u n l a r : Gerek dünya, gerekse dinle i l g i l i hususları insanların gereği g i b i b i l m e l e r i için, b i r p e y g a m b e r i n gönderilmesi şarttır. B u n u n akıl d a zo r u n l u kılmaktadır. Z i r a A l l a h i n s a n l a r a sayısız nimetler bahsetmiştir. B u nimetlere karşı insanların şükran borçlarını y e r i n e g e t i r m e l e r i dinî görevlerindendir. A l l a h insanları yaratmış ve çeşitili i m t i h a n v e y a tec rübelere e h i l kılmıştır. O n l a r için, gökten indirdiği yağmurlarla yeryü zünü b i r cennet h a l i n e getirmiş ve yaşamaları için z o r u n l u o l a n h e r türlü m a d d e y i yaratmıştır. B u n l a r içinde gıda m a d d e l e r i g i b i , faydalı b i t k i l e r olduğu g i b i , yerinde kullanılmadığı t a k d i r d e i n s a n hayatını tehlikeye s o k a n zararlı maddeler de vardır. B u n l a r d a n h a n g i s i n i n f a y dalı, h a n g i s i n i n zararlı olduğunu tesbit etmek için sadece akıl kâfi de ğildir. B i n a e n a l e y h , bunları çok i y i bilen b i r müşahide, b i r rehbere i h t i yaç vardır. B u n u n sayesinde insan, yaşaması için z o r u n l u olan gıdayı alacak ve A l l a h ' a o l a n şükran borcunun b i r gereği o l a r a k dinî görevle r i n i yerine getirecektir^^l 2 — İ n s a n l a r l a İ l g i l i S o r u n l a r : İnsanların k e n d i yaşantılariyle i l g i l i meseleleri, sadece akıUariyle b i l m e l e r i mümkün değildir. Meselâ daha önce hiç b i r b i l g i y e sahip o l m a d a n b i r k i m s e n i n , k e n d i s i y l e yakından i l g i l i bulunmasına rağmen, tarı mın nasıl yapılacağım veya tarımsal ürünlerin nasıl yetiştirileceğini, b u n u n için ne g i b i işlemlerin yapılması v e y a t e d b i r l e r i n alınması ge rektiğini, b i r y o l gösterici olmaksızın sırf a k l i y l e bümesi imkânsızdır. B i r maddenin özünü bildiği farzedüse dahî, b u n u n ne şekilde gıdaya elverişli b i r d u r u m a getirileceğini bilemez. S o n r a insanların beslenme s i n i sağlayan gıdaların, faydaları yanında, i f r a t a kaçıldığı zaman b a z a n i n s a n vücûduna büyük z a r a r vermeleri de mümkündür. B u n u n için f a y dalı olan m i k t a r l a , zararlı o l a n miktarı b i l m e k g e r e k l i d i r . Ayrıca i n sanların bünyeleri de çeşitlidir. B i r i n e i y i ve faydalı olan şey, diğeri için pekâla kötü ve zararlı sonuçlar doğurabilir. B u n u n için b e l i r l i b i r şeyin h a n g i i n s a n için i y i ve faydalı, h a n g i s i için kötü ve zararlı o l d u ğunu d a b i l m e k z o r u n l u d u r . T i c a r e t , san'at, hayvancılık, tıp, d i l , t a r i h , Coğrafya ve K i m y a g i b i i n s a n l a r l a yakından i l g i l i diğer k o n u l a r d a b u n u n g i b i d i r . B u g i b i konuları insanın sadece a k l i y l e çözmesi ve b i l mesi mümkün değildir. B u n l a r için m u t l a k a b i r öğreticiye, b i r rehbere 355 B k . ei-Mâturîdî, anılan eser, s. 179; en-Nesefî, T a b s ı r a t u l - E d i U e , V a r . 111 a, vd. 107 ihtiyaç vardır^^^ 3 — İ n s a n ı n y a p ı s ı : A l l a h insanı birtakım organik c i s i m l e r i i h t i v a eder şekilde y a r a t mıştır. B u o r g a n i k c i s i m l e r i n her b i r i n i n insan bedeninde ayrı ayrı g ö r e v l e r i vardır. İnsan, bunların tümü i l e b i r bütün haline gelmektedir. B u n l a r d a n b i r i n i n d a h i görevini y a p a m a z hale gelmesi, insanın da, ge rek A l l a h ' a , gerekse i n s a n l a r a karşı mükellef bulunduğu görevlerini t a m olarak yerine getirememesine sebep olacaktır. B u n u n için, insanı i n s a n y a p a n b u organların m a h i y e t i n i n , görevlerinin neler olduğunun ve ne şekilde korunacaklarının b i l i n m e s i zorunludur. Bunların ise sade ce akılla b i l i n m e s i mümkün değildir. B i n a e n a l e y h , b u n l a r için de mut l a k a b i r mürşide, b i r öğreticiye ihtiyaç vardır^^^ Q — P e y g a m b e r l e r Gönderilmesini Z o r u n l u Kılan Diğer Nedenler P e y g a m b e r gönderilmesini z o r u n l u kılan aklî delillerden da Mâtûrîdî'ye göre şunlardır : : bazıları 1 — İnsanlar arasında genellikle b i r e y i l i m vardır. B u da, en i y i , en güzel olan şeyi elde etme arzusu ve başkasının değil, sadece k e n d i s i n i n buna lâyık olduğu düşüncesidir. B u , insan p s i k o l o j i s i n i n b i r teza hürüdür, îşte insanların b u duygusal davranışları, aralarında z a m a n l a büyük tartışmaların ve anlaşmazlıkların doğmıasma sebep olmuştur. B u n u n özelliklerini, yaşadığımız t o p l u m d a dahî her a n görmemiz müm kündür. B u g i b i n i z a v e y a anlaşmazlıkların, f e r t l e r i b i r b i r i n d e n ayıran, aralarındaki sevgi bağlarının kopmasına ve dolayisiyle fertlerden m e y dana gelen t o p l u m u n y o k olmasına, fesada uğramasına sebep olan en büyük âmillerden b i r i olduğu b i l i n m e k t e d i r . Akıl d a bunları tasvîb et memekte ve çirkin görmektedir. O halde a k l a göre de, bunların arasın d a k i ilişkiyi düzenleyecek, aralarındaki anlaşmazlığı kaldıracak, hak kın gerçek sahibine v e r i l m e s i n i sağlayacak ve dolayisiyle araların d a k i d i r l i k v e düzenliği y e m d e n tesis edecek b i r kimseye ihtiyaç v a r dır. B u d a , kullarının bütün h a l l e r i n i en i y i bilen Allah'ın, b u v a z i f e l e r i y a p m a k , emir ve n e h i y l e r i n i tebliğ etmek, doğruyu ve yanlışı kendile r i n e göstermek üzere görevlendirdiği peygamberlerdir^^^ 356 357 358 108 Bk.el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 180; en-Nesefî, Tabsıratu'l-Edlîle, V a r . 112 a vd. B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 181. B k . el-Mâturîdi, anılan eser, s. 182; en-Nesefî, Tabsiratu'l-Ediİle, V a r . 112 b 113 b. 2 — B i l i n e n b i r gerçek de, insanların d i n ve dünya ile i l g i l i me selelerini anlama ve çözümleme hususunda b i l g i n l e r i n yetenekleri b a kımından çeşitli olmalarıdır. B i r b i l g i n i n i n s a n l a r l a i l g i l i tüm meseleleri b i l m e s i ve bunları tek başına halletmesi, elbetteki mümkün değildir. A k l a göre de böyle b i r şey m u h a l d i r . Gerek dinî, gerekse dünyevî, i n s a n l a r l a i l g i l i tüm meseleleri, onlar için neyin i y i , n e y i n kötü olduğunu hakkıyle bilen tek varlık, şüphesiz Yüce Allah'dır. B i n a e n a l e y h , A l l a h ' ın bildiği b u gerçekleri kullarına ulaştıracak b i r vasıtaya ihtiyaç v a r dır. B u da, b u görevi yerine getirmek üzere gönderdiği peygamberlerdir.3^9 3 — İnsanlar, yaradıhşları i t i b a r i y l e çeşitli oldukları g i b i , akılları yönünden de b i r b i r l e r i n e benzemezler. B i r i n i n a k l i y l e doğru bulduğu b i r seyi, diğerinin yanlış olarak görmesi mümkündür. Ayrıca insamn, b i r an için de olsa, aklî muhakem^esini işletm.eyip, doğruyu bulmıada, i y i y i ve yanlışı ayırmada gaflete düşmesi de mümkündür. B u gerçeklerin ışı ğı altında her a k l a inanmamız ve onun i l e r i sürdüğü görüş ve düşünce lere tartışmasız katılmamız mümkün değildir. A k s i t a k d i r d e , a k h y l e h a reket eden v e y a gerçeği a k l i y l e bulduğunu i l e r i süren herkesin doğrulu ğuna i n a n m a k gerekecektir. B u ise, sırf aklına d a y a n a r a k birtakım d i n ve inançlara bağlanan herkesin de d i n ve inancında doğru olduğunu söy lemeyi gerektirecektir k i , inanç birliğine aykırı düşen böyle birşeyin k a bulü imkânsızdır. B u n d a n başka, insanların günlük yaşantılariyle i l g i l i sorunların ve problemlerin çokluğunun, arzu, istek, nefret, dert, tasa, acı ve tatlı g i b i , i n s a n l a r l a yakından i l g i l i sorunların çeşitli oluşunun, akılları hayrette bırakm.ası ve a k i m b u n l a r a b i r çözüm y o l u bulmasını v e y a b u n l a r içinden doğruyla yanhşı b i r b i r i n d e n ayırmasını imkânsız hâle g e t i r m e s i de mümkündür. O halde, b u d u r u m l a r d a doğruyla y a n lışı b i r b i r i n d e n ayıracak, insanların şüphelerini gidererek, onlara doğ r u y o l u gösterecek b i r mürşide, b i r y o l göstericiye ihtiyaç vardır k i , b u da, Allah'ın b u görevi yapmak üzere görevlendirdiği peygamberlerdir'^o. Mâturîdî, akılla herşeyin i d r a k edilmesinin imkânsızlığını ve dola y i s i y l e bazı şeyleri k a v r a m a d a aklın dahî peygambere ve onun irşadına muhtaç olduğunu b u şekilde isbatladıktan sonra, özetle şöyle demekte d i r : «İnsanların sâdece akıllarını k u l l a n m a k v e y a bilenlere danışmak, y a d a tüm k a b i l i y e t ve yeteneklerini k u l l a n a r a k i c t i h a d etmek suretiyle 359 B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 182. 360 B k . el-Mâturîdî, K i t â b u ' f T e v h î d , Var. s. 182, 183; en-Nesefî. TabsiratuT-Edille, 113 a, v d . 109 her a n karşılaştıkları türlü p r o b l e m l e r i n i çözmeyi başardıkları farzedilse dahî, peygamberlerin gönderilmesinin yine de k e n d i l e r i için bü yük b i r nimet, kıymetli b i r yardım olduğunda şüphe y o k t u r . B u , A l lah'ın o n l a r a büyük b i r lütfü ve ihsanıdır. B u n u inkâr etmek, cehalettir, ahmaklıktır, lütfün ve ihsanın değerini b i l m e m e k t i r . O y s a peygambe r i n gönderilmesinin başta gelen nedenlerinden b i r i de, insanların yükü nü h a f i f l e t m e k ve y o r u l m a d a n doğru y o l u bulmalarına yardımcı olmak tır. İşte bunun için akıl d a genel olarak peygamıberlik müessesesini sevmiş ve o n a karşı sempati duymuştur. Ayrıca insanların h e r a n k a r şılaştıkları p r o b l e m l e r i n i çözmek, yaptıkları hatâlardan dolayı k e n d i l e r i n i i k a z etmek, u y a r m a k bakımından d a peygamberlerin gönderilme si büyük b i r n i m e t t i r . B u d a , şüphesiz onların, akıllarını kullanmalarına, gerçekleri araştırmalarına ve dolayisiyle şeytanın güzel gösterdiği şey lerden kaçınmalarına, hevâ ve heveslerine uymamalarına vesile ola caktır» II -™ PEYGAMBERLİKLE İLGİLİ ÖZEL a — Peyganıberlerin insanlardan HÜKÜMLER ı gönderilmesi : Mâtûrîdî'ye göre p e y g a m b e r l e r i n i n s a n l a r arasından seçilip gönde rilmesinde büyük b i r h i k m e t vardır. Z i r a A l l a h h e r şeyde kulları için kolaylığı m u r a d etm.iş ve onları zora koşm.aktan kaçınmıştır, D o l a y i s i y le A l l a h , e m i r ve n e h i y l e r i n i i n s a n l a r a tebliğ etmek, hayatları b o y u n ca her a n karşılaştıkları türlü p r o b l e m l e r i n i - halletmek ve özellikle k e n d i l e r i n i sapıklıktan kurtarıp doğru y o l u bulmalarını sağlayan k u r tuluş yollarını göstermek için, elçilerini i n s a n l a r arasından seçmiştir. Mâturîdî, b u k o n u üe i l g i l i olarak, Kur'ân-ı Kerîm'de geçen çeşitli âyetleri büyük b i r d i k k a t l e incelemekte ve bunların i h t i v a e t t i k l e r i h i k m e t l e r i kendine has b i r üslupla açıklamakta ve b u arada peygamberlerüı i n s a n l a r d a n olamayacağını i l e r i sürenlere karşı s u s t u r u c u ce v a p l a r vermektedir. Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «Ey i n a n a n l a r ! A n d o l s u n k i , içinizden s i z e , sıkıntıya uğramanız k e n d i s i n e ağır g e l e n ^ s i z e düşkün, i n a n a n l a r a şefkatli v e m e r h a m e t l i hır p e y g a m b e r gelmiştir»^'^-. B u âyet te de görüldüğü g i b i , i n s a n l a r a peygamber gönderilişinin en önemli se beplerinden b i r i de, onların içinde bulundukları sıkıntıları b e r t a r a f edip. 361 B k . el-Mâturîdî. a m l a n 362 Tevbe 110 Sûresi, e s e r , s. 185. â y e t : 129. k e n d i l e r i n i dünya ve âhiretde f e r a h a ve mutluluğa kavuşturmaktır. B u ise ancak, k e n d i cinslerinden olan, bizâtihî içlerinde yaşayan, türlü p r o b l e m l e r i n i ve sıkıntılarını yakından müşahede eden b i r k i m s e n i n peygamber o l a r a k görevlendirilmesi ile mümkün olur. B u n l a r d a n başka, Yüce A l l a h ' t a n ^gelen em^ir ve n e h i y l e r i n ve b u n ların i h t i v a e t t i k l e r i h i k m e t ve kavramların, zihinlerde h e r h a n g i b i r karışıklağa, şüpheye v e y a i l t i b a s a m e y d a n vermeyecek şekilde i n s a n l a r a ulaştırılması yönünden de peygamberlerin i n s a n l a r d a n gönderil mesi z o r u n l u d u r . Çünkü onlar, içinde yaşadıkları toplumların ve top lumları meydana getiren f e r t l e r i n eşyanın h a k i k a t i n i bilme ve k a v r a m a d a k i k u d r e t ve yeteneklerinin derecesini en ?yi b i l e n , en isabetli b i r şekilde değerlendiren seçkin k i m s e l e r d i r . . Ayrıca, h e r yaratık ancak kendi cinsine meyleder ve k e n d i cinsinden o l m a y a n l a r d a n d a nefret eder b i r şekilde yaratılmıştır. B u gerçeği bütün yaratıklarda görmek mümkündür. B u , yaradılışın b i r gereğidir. îşte b u n d a n dolayı Yüce A l l a h , peygamberleri de, d a h a çok yararlı o l a b i l m e l e r i ve mükellef b u lundukları görevlerini d a h a e t k i n b i r biçimde yerine getirebilmeleri ve d o l a y i s i y l e gönderildikleri insanların d a kendilerine karşı gereken s a y gı ve hürmeti gösterebilmeleri, A l l a h ' t a n getirdiği şeyleri k a b u l edebil meleri ve davetine h e r h a n g i b i r şüphe ve tereddüde düşmeksizin icabet edebilmeleri için, k e n d i cmslerinden olan i n s a n l a r d a n göndermiştir'^^ B u ise şüphesiz Yüce Allah'ın büyük b i r lütfu, değerli b i r ihsanıdır'^^ H z . Peygamber, A l l a h tarafından risâletle görevlendirildiği z a m a n , müşrikler b u n a inanmamışlar, özellikle k e n d i l e r i g i b i o l a n b i r i n s a m n peygamber olamıyacağını ve b u n u n için b i r meleğin görevlenuirilmesi gerektiğini i l e r i sürerek, kendisinden i n s a n k u d r e t i n i n dışında birtakım olağanüstü deliller göstermesini istemişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm b u olayı şu şekilde z i k r e t m e k t e d i r : «And o l s u n k i , B i z Kur'ân'da i n s a n l a r a tür lü türlü mkâl gösterip uçîMadık, Öyle i k e n insanların çoğu nmkör o l m a k t a d i r e n d i l e r v e §öyle söylediler : ' B i z e , y e r d e n k a y n a k l a r fışkvrtmadtkça s a n a inanmayacağız'. ' V e y a h u r malıkların, bağların o l u p , a r a larında ırmaklar akıtmalısın', ' Y a h u t d a i d d i a ettiğin g i b i , göğü t e p e m i z e parça parça düşürmeli, y a d a Allah'ı v e m e l e k l e r i karşımıza g e t i r m e l i s i n . ' ' V e y a altın b i r e v i n olmalı, y a h u t göğe yükselmelisin; ama oradan okuyacağımız b i r kitâb i n d i r m e z s e n y i n e inanmayacağız'. D e k i : 'Fesubhâ363 B k . el-Mâturîdî, Te'vilâtu'l-Kur'ân, 364 T a f s i l a t için b k . el-Mâturîdî, anılan eser. V a r . 375 a; İ b r a h i m 10-11; K e h f : 110; E n b i y â : V a r . 318 b, 319 a . ^ 3: Y â s î n : Sûresi, âyet: 15; Ş u a r â : j l M - 111 n a l l a h ' . B e n p e y g a m b e r o l a n b i r i n s a n d a n başka b i r şey m i y i m f\ İn s a n l a r a doğruluk r e h b e r i geldiği z a m a n , inanmalarına engel olan, s a d e c e : ' A l l a h , p e y g a m b e r o l a r a k b i r i n s a n mı gönderdir demiş o l m a l a rıdır»^^^, Mâturîdî, b u âyetlerin, özellikle «Allah, p e y g a m b e r o l a r a k b i r i n s a n mı gönderdi?» âyetinin müşriklerin b i r protestosu m a h i y e t i n i - t a şıdığmı z i k r e t m e k t e d i r . O n l a r a göre, eğer A l l a h , o n l a r m gerçekten imân etmelerini dilemiş olsaydı, kendilerine peygamber o l a r a k k e n d i l e r i g i b i b i r , i n s a n değil, b i r melek gönderirdi. Z i r a o n l a r a göre, H z . P e y g a m b e r ' i n i n s a n olması yönünden, o n l a r d a n üstün b i r tarafı olma dığı g i b i , b u göreve k e n d i l e r i n d e n h e r h a n g i b i r i n d e n de d a h a çok lâyık değildir. B i n a e n a l e y h , p e y g a m b e r i n i n s a n değil, melek olması g e r e k i r , îşte Yüce A l l a h , müşriklerin, b u tür şüphe ve tereddütlerinin b i r s o n u cu olarak, p e y g a m b e r l e r i n k e n d i cins v e y a cevherlerinden olamıyacağı hakkındaki iddialarını reddetmiş ve şöyle demiştir : «De k i : Y e r yüzünde yerleşip dolaşanlar m M e k olsalardı. B i z d e o n l a r a gökten p e y g a m b e r o l a r a k b i r m e l e k gönderirdik»^^''. B u n d a n d a açıkça anlaşılıyor k i , peygamiberlerin i n s a n l a r d a n gön d e r i l m e s i z o r u n l u d u r . Z i r a âyette de görüldüğü g i b i , yeryüzünde yerle şip dolaşanlar melekler değil, insanlardır. B i n a e n a l e y h , insanların. K e n di cinslerinden peygam/oer gönderilmesini k a b u l etmemeleri, a k l a v e mantığa u y g u n değildir. Çünkü i n s a n l a r , m e l e k l e r i v e y a c i n l e r i görme d i k l e r i g i b i , onların mâhiyetlerini, k u d r e t ve y e t e n e k l e r i n i gereği g i b i b i l m e l e r i ve t a k d i r etmeleri d e ' m ü m k ü n değildir. D o l a y i s i y l e m„âhiyeti b i l i n m e y e n b i r varlığın, A l l a h ' d a n getireceği e m i r ve n e h i y l e r i n v e y a p e y g a m b e r l e r i n i i s b a t l a m a k için göstereceği d e l i l . ve m u c i z e l e r i n , d a h a önce k u d r e t ve yetenekleri hakkında k e s i n b i r f i k r e sahip b u l u n u l m a dığı için, doğruluğuna i n a n m a k v e y a b u h u s u s t a i s a b e t l i b i r k a r a r a v a r m a k mümkün olamıyacaktır. O y s a insanların h e r a n b i r a r a d a y a şadıkları, k u d r e t ve y e t e n e k l e r i n i yakından müşahede e t t i k l e r i b i r k i m senin p e y g a m b e r o l a r a k görevlendirilmesi, b u g i b i , tereddüt v e y a şüp h e l e r i n izâlesine sebep olacak ve d o l a y i s i y l e k u d r e t ve yeteneğini aşan birtakım d e l i l v e y a m u c i z e l e r i n kendisinden olmayıp, A l l a h ' d a n olduğu n a ve k e n d i s i n i n de gerçekten A l l a h ' m elçisi bulunduğuna inanmayı gerektirecektir^^^ 365 366 367 112 İsrâ Sûresi, â y e t : 89-94. İsrâ Sûresi, â y e t : 95; B k . e l - Mâturîdî, Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 430 b . B k . el-Mâturîdî, Te'vîiâtu'e-Kur'ân, V a r . 430 b. Bımunla i l g i l i o l a r a k , Yüce A l l a h , H z . P e y g a m b e r ' i n şöyle demesini e m r e d i y o r nım: ancak l a n a Tanrınmn U n e kavuşmayı ortak : «De urrmn koşmasın»''^ müşriklere U : B e nd e ancak sizin g i U U r insa t e k U r Tanrı olduğu k i m s e , yararlı iş işlesin vahyoUnuyor R a b - ve RabUne kulhıMa U g Mâtûrîdî'ye göre, A l l a h ' m b u e m r i bağlıca uç se bebe dayanmaktadır : 1 _ Müşrikler, Allah'ın elçisi o l a r a k gönderildiğim isbatlamak için H z P e y g a m b e r ' d e n i n s a n gücünün, beşer k u d r e t i n i n dı§mda olağan¬ üstü birtakım d e l i l l e r ve m u c i z e l e r göstermesini i s t i y o r v e aksı ta.<dırde kendisine ve A l l a h ' d a n g e t i r d i k l e r i n e inanmayacaklarını söylüyorlardı. A y r ı c a eğer sen i d d i a ettiğin g i b i , gerçekten A U a h tarafından gönderil miş b i r peygamber isen, şüphesiz A l l a h s e n i n h e r dediğim yapacak, tümMsteklerıni y e r m e g e t i r e c e k t i r , diyorlardı, işte Yüce A l l a h , rnugrık-ff^-^^^^ l e r i n b u g i b i aşırı isteklerine karsı P e y g a m b e r ' i n «Ben g i b i b i r i n s a m m . B e n , ancak Tanrı'mn buyruklarmı size tebliğ e.mekk^ mükellefim. A l l a h dilediğini y a p a r , dilemediğini Pf^^f" ^."^İ^ irâdesi v e dilemesiyle v a r o l u r . O ' n a hiçbirşey • vâcib değildir. Benim elimde ise, O ' n u n e m i r l e r i m y e r i n e g e t i r m e k t e n başka hiçbir şey y o k t u r . i s t e k l e r i n i z i y e r i n e getirecek o l a n ancak O'dur» demekle yetmmesım emretmiştir. 2 - B u âvetin n a z i l o l m a s m m diğer b i r sebebi de, b i r i n s a n olan P e y g a m b e r ' i n göstermiş olduğu bazı m u c i z e l e r i n aslında kendisinden olmayıp, A l l a h tarafından olduğunun müşriklerce_ de k a b u l edılınesmm sağlanmasıdır. Z i r a o n l a r b i l i y o r l a r k i , i n s a n g u c u b u g i b i o.ay.arı m e y d a n a getirmeğe y e t e r l i değildir. B i n a e n a l e y h , g u c u dışında o l m a s ı n , rağmen P e y g a m b e r ' i n k e n d i l e r i n i âciz bırakan b u g i b i d e l i l v e y a m u c i zeleri göstermesini sağlayan, kendisine b u k u d r e t v e yeteneği veren yüce b i r varlık vardır k i , şüphesiz b u d a , herşeyi i h n i y l e kuşatan ve herşeye k a d i r o l a n Allah'tır. 3 — A l a h ' m b u e m r i n i n diğer üçüncü b i r sebebi de, büyük b i r i h t i m a l l e , mal'minlerin P e y g a m b e r ' e olan aşırı s e v g i l e r i n i n b i r sonucu o l a r a k , z a m a n l a , PIz. î s â ' n m k a v m i n d e olduğu g i b i , k e n d i s i m r a b b ve y a mabûd o l a r a k seçmelerini önlemektir^'^^ P e y g a m b e r i n görevleri, gönderildikleri t o p l m n l a r a A l l a h m emirle r i n i tebliğ etmek, b u emirlere uyanları türlü n i m e t l e r l e ve ozelhkle 368 369 K e h f Sûresi, â y e t : 110. B k . el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 448 b . Cennetle müjdelemek, emirlerine u y m a y a n l a r m da âhiretteki y e r l e r i n i n Cehennem olacağmı kendilerine b i l d i r m e k ve dolayisiyle akıllarını baş larına toplayıp, b i r a n önce doğru y o l a yönelmeleri için k e n d i l e r i n i uyarm.aktır. Z i r a her şeyin b i r sonu olduğu g i b i , b u yaşanan hayatın da elbette b i r sonu vardır, Sonsuz ve ebedî o l a n h a y a t ise, öteki dünya d a k i hayattır. B u n u n için insanın d a h a dünyada i k e n o h a y a t a hazır lanması ve o r a y a hazırhklı olarak g i t m e s i gereklidir^'o. İşte bunun için peygamberler müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmişlerdir. V e işte b u nun için Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «Peygamberleri a n c a k müjdeci v e uyarıcı o l a r a k gönderiyoruz. K i m inanır v e n e f s i n i i s l a h e d e r s e , o n l a r a k o r k u y o k t u r ; o n l a r üzülmeyeceklerdi7'y>^'^\ «Biz p e y g a m b e r l e r i ancak müjdeci v e uyarıcı o l a r a k göndeririz. O y s a inkarcılar^ hakkı bâtüla o r t a d a n kaldırmak için çekişirler. Âyetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarmaları a l a y a alırlar»'''^ îşte âhirette b u g i b i l e r i n h a l i pek perişan olacaktır. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz : A l l a h i n s a n l a r a kendilerinden, kendi cevher ve cinslerinden peygamberler • göndermekle, o n l a r a büyük bir lütuf ve ihsanda bulunmuş ve dolayisiyle daha önce içinde b u l u n dukları sapıklıktan k u r t u l u p , doğru y o l u bulmalarına vesile olmuştur. «And o l s u n 1^ A l l a h , i n a n a n l o j r a , âyetlerini o k u y a n , onları arıtan, o n l a r a Kitâb v e h i k m e t i öğreten, k e n d i l e r i n d e n , k e n d i c i n s l e r i n d e n b i r p e y g a m b e r göndermekle i y i l i k t e bulunmuştur. H a l b u k i o n l a r , önceleri apaçık sapıklıkta idiler»^'^^, b ~ Peygamberlerin kendi m i l l e t l e r i n i n d i l i i l e gönderilmesi : Yüce A l l a h b u k o n u ile i l g i l i olarak aynen şöyle d i y o r : «Kendilerine apaçık a n l a t a b i l s i n d i y e , h e r p e y g a m b e r i k e n d i m i l l e t i n i n d i l i y l e gönderd i l c . A l l a h düediğini saptırır v e dilediğini d e doğru y o l a eriştirir. Güç lü o l a n , H a k h n o l a n O'dur»^^'^. Mâturîdî b u âyete d a y a n a r a k , peygamberlerin kendi m i l l e t l e r i n i n d i l i y l e gönderilmıesinin zorunluluğu üzerinde önemle dm-m.aktadır. O n a göre d i l , önemli b i r anlaşma aracıdır. İnsanların b i r b i r l e r i y l e anlaşabil370 371 372 373 B k . ei-Mâturidî, TeVilâtu'l-Kur'ân, V a r . 172 a. En'âm Süresi, â y e t : 48; N i s a : 165. K e h f Süresi, â y e t : 56. ÂM İmrân Sûresi, â y e t : 99 a. 374 114 i b r a h i m Sûresi, â y e t : 4. 164; b k . e l - M â t u r i d î , Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 97 a, meleri, a r a l a r m d a k i problemleri halledebilmeleri ve gerçeğe ulaşabilme l e r i ancak a r a l a r m d a k i d i l birliğiyle mümkün olur. B u i t i b a r l a i n s a n l a rın yaşantılarında d i l i n önemli b i r y e r i vardır. Yüce A l l a h ' m , peygam berleri k e n d i m i l l e t l e r i n i n d i l i y l e göndermesinin ve kendileınne verdiği kitapların d a a y m dille olmasının h i k m e t ve sebebi genellikle işte budur. E s a s e n Kur'ân-ı Kerîm de b u gerçeği te'kîd etmekte ve yukarıda d a g ö rüldüğü g i b i «Kendilerine apaçık a n l a t a b i l s i n d i y e , h e r p e y g a m b e r i k e n d i m i l l e t i n i n d i l i y l e gönderdik» demektedir. Mâturîdî b u âyeti incelerken şöyle d i y o r : Şayet diğer m^illetlere gönderilen kitapların kendi d i l l e r i y l e olmadığını farzetmemiz mümkün olsaydı bile, böyle b i r f a r a z i y e y i Kur'ân-ı Kerîm hakkında yürütmemiz mümkün olamazdı. Z i r a Kur'ân-ı Kerîm H z . P e y g a m b e r ' i n A l l a h t a r a fından kendisine bahsedilen en büyük b i r mucizesidir. A r a p l a r k e n d i d i l l e r i n i çok i y i bilmelerine, bu d i l i n inceliklerine vâkıf olmalarına ve bela gat ve fesahat yönünden çok i l e r i b i r seviyede bulunmalarına rağmen kendi d i l l e r i y l e n a z i l olmuş b u l u n a n Kur'ân-ı Kerîm karşısında âciz k a l mışlar, onun, değil tümünün, b i r âyetinin dahî benzerini o r t a y a koym^ağa m u v a f f a k olamamışlardır. E s a s e n Yüce A l l a h , H z . Peygamber'e bu gerçeği o n l a r a b i l d i r m e s i n i emretmekte ve şöyle demektedir : «De k i : İnsanlar v e c i n l e r , b i r b i r i n e yardımcı o l a r a k b u Kur'ânhn b i r b e n z e r i n i o r t a y a k o y m a k için b i r a r a y a g e l s e l e r , a n d o l s u n k i , y i n e d e b e n z e r i n i o r taya koyamazlary>^'^'\ B i n a e n a l e y h , Kur'ân-ı Kerîm A l l a h kelâmı olup, beşer kelâmı veya P e y g a m b e r ' i n o r t a y a koyduğu b i r k i t a p değildir. K e n d i düleriyle n a z i l olmasına ve kendüeri de bu d i l i çok i y i bilmelerine rağmen, o n u n b i r ben zerini o r t a y a koyamamaları d a b u n u n en büyük b i r d e l i l i d i r . B u da, o n ların inanmalarım sağlayan önemli b i r u n s u r olması yönünden, kendile r i için Allah'ın büyük b i r lütfü, değerli b i r ihsanıdır. Genel o l a r a k i n sanların, kendi cinslerinden o l a n l a r a ve özellikle k e n d i d i l l e r i y l e k o n u şanlara karşı b i r sem^pati ve yakınlık duydukları b i r gerçektir, dolayısıy le i n s a n l a r , kendilerinden o l m a y a n v e y a k e n d i d i l l e r i n i konuşmayan b i r k i m s e n i n sözünden veya davetinden çok, k e n d i l e r i n i n yakından tanıdık ları ve d i l i n i b i l d i k l e r i k i m s e n i n sözünü dinleyecek v e y a dâvetine icabet edeceklerdir. P e y g a m b e r l e r i n k e n d i m i l l e t l e r i n i n d i l i y l e gönderilmesindeki h i k m e t de işte budur 375 376 İsrâ Sûresi, âyet : 88. B k . el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 373 b. 115 c — Peygamberlerin Birbirlerinden Üstünlüğü : Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «î§te b u p e y g a m b e r l e r d e n bîr k%sm%n% d i ğerlerinden üstün kuldıh. O n l a r d a n A l l d h h n k e n d i l e r i n e Mtâb ettiği, d e r e c e l e r l e yükselttikleri vardır. M e r y e m oğlu îsâr'ya b e l g e l e r v e r d i k . O n u Rûhu'l-Kudûs'le destekledik.yy^'^'^ B u âyetten de anlaşıldığı gi'bi Allah, peygamberlerden b i r kısmım diğerlerinden üstün kılmıştır. B u üstün lüğün h a n g i yönden olduğu h u s u s u n d a bazı görüşler i l e r i sürülmüştür. Mâtûrîdî'ye göre b u üstünlük, d a h a çok peygamberlere tevdî edilen görevin önem ve kapsamımn çeşitliliğinden i l e r i gelen b i r husus olup, bazılarının ve özellikle M u ' t e z i l e ' n i n i l e r i sürdüğü g i b i , p e y g a m b e r l e r i n kişilikleri üe i l g i l i değildir. Z i r a her peygamber, A l l a h tarafından k e n d i s i n e v e r i l e n h e r görevi hakkıyle yerine getirmiştir. B i n a e n a l e y h , A l lah'ın elçileri olmaları i t i b a r i y l e peygamberler arasında b i r üstünlüğün, bir e f d a l i y e t i n söz k o n u s u edilmemesi g e r e k i r . Âyette geçen «peygamberlerden b i r kısmını diğerlerinden üstün kıldık» sözü ise, Mâtûrîdî'ye göre büyük b i r i h t i m a l l e , peygamber l e r i n görevlerinin önem ve kapsamıyle orantılı o l a r a k kendilerine t a nınan h a k , y e t k i v e y a imtiyazların değişikliğine delâlet etmektedir^^^. B u cümleden o l a r a k meselâ, bazı peygamberler A l l a h ' l a konuşma i m tiyazına s a h i p kılmmış^^^, bazılarını K e n d i n e halîl, dost edinmiş^^^, b a zılarının e m r i n e rüzgâr v e kuşlar verilmiş^^^, İbrâhîm ve Mûsâ p e y g a m berler g i b i bazılarına k a v i m l e r i y l e büyük b i r mücadele v e tartışmaya girişme ve onları mağlûb etme k u d r e t ve yeteneği verilmiş, bazılarına yeryüzünün h e r yerine yerleşebilme imkân ve fırsatı verilmiş^^^, bazı ları i n s a n ve c i n l e r i n tümüne p e y g a m b e r o l a r a k gönderilirken, bazıları yalnız i n s a n l a r a ve diğer bazıları d a sâdece b e l i r l i b i r g r u b a v e y a top l u m a gönderilmiştir^^^ P e y g a m b e r l e r arasındaki derece farkları v e y a b i r b i r i n l e r i n e o l a n üstünlükleri işte b u g i b i h u s u s l a r d a n i l e r i gelmek tedir. 377 378 379 380 381 382 B a k a r a Sûresi, â y e t : 253. B k . el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 61 a. B k . N i s a Sûresi, â y e t : 164. B k . N i s a Sûresi, â y e t : 125. B k . Sâd Sûresi, â y e t : 36. B k . Yûsuf Sûresi, â y e t : 21,_56. 383 B k . el-Mâturîdî. Te'vîlâtu'l-Kur'ân, 61 a, v d ; F u z û l î , Matlau'l-Î'tikâd, Prof. M u h a m m e d Tancî neşrî, s. 68 v d . v e E s a d Coşan ~ K e m a l Işık çevirisi, s. 58 116 v d . , A n k a r a 1962. d — Peygamberlere ttâat Zorunluluğu : B u k o n u y l a i l g i l i olarak Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «Biz h e r p e y g a m b e r i a n e a k y A l l a h h n . i z n i y l e , i t a a t olunması için gönderdik. Onlar, k e n d i l e r i n e yazık e t t i k l e r i n d e s a n a g e l i p A l l a h ' t a m mağfiret dileseler v e P e y g a m b e r d e o n l a r a mağfiret d i l e s e y d i , A l l a h ' m tövbeleri dâima k a b u l v e m e r h a m e t e d e n olduğunu görürlerdiy>^^\ Mâturîdî b u âyete d a y a n a r a k , peygamberlere i t a a t etmenin zorun luluğunu i l e r i sürmekte ve daha çok âyette geçen «Allahhn izniyle» i b a resi üzerinde durmaktadır. B u a r a d a b u ibare üzerinde i l e r i sürülen bazı görüşleri de z i k r e t m e k t e ve özet o l a r a k şöyle d e m e k t e d i r : «Bazıla rına göre ' A l l a h h n i z n i y l e ' ibaresinden m a k s a t , O ' n u n meşîeti, başka bir deyimle, dilemesidir. Bazıları d a b u n u n ' A l l a h h n e m r i y l e ' v e y a ' A l l a h h n i l m i y l e ' anlamına geldiğini i l e r i sürmüşlerdir. B u i b a r e n i n ' A l l a h h n dÂleğiyle' anlamına geldiğini i l e r i sürenler, P e y g a m b e r l e r e i t a a t i n ancak Allah'ın dilemesiyle mümkün olacağını, k e z a o n l a r a isyanın d a ancak b u d i l e k ve meşîetin b i r sonucu o l a r a k m e y d a n a geleceğini söylemişlerdir. B u n u n 'Allah'ın i l m i y l e ' anlamında olduğunu i l e r i sü renler ise, peygamberlere k i m i n i t a a t edip, k i m i n i s y a n edeceğini A l lah'ın ezelî i l m i y l e bildiğini, O ' n u n hiçbir şeyden g a f i l bulunmadığını söylemişlerdir» Mâturîdî'ye göre, herşeyi bilen, herşeyden haberdâr olan Yüce A l lah, p e y g a m b e r l e r i n i gönderirken, elbette k i kendilerine k i m l e r i n i t a a t edip, k i m l e r i n i s y a n edeceğini b i l m e k t e d i r . Onların itâatlarmm p e y g a m berlere b i r f a y d a sağlaması söz k o n u s u olmadığı g i b i , b i r z a r a r verme s i de söz k o n u s u değildir. F a y d a v e y a z a r a r , ancak i t a a t v e y a i s y a n edenlere râci o l a n b i r h u s u s t u r . e Peygamber gönderilmedikçe insamn cezalandırılmamalı: Y ü c e A l l a h şöyle b u y u r u y o r :»Kim y o l a g e l i r s e , a n c a k k e n d i l e h i n e y o l a gelmiş v e M m s a p a r s a d a a n c a k k e n d i a l e y h i n e sapmıştır. K i m se k A m s e n i n günahım çekmez. B i z p e y g a m b e r göndermedikçe, kimseye azâbetmeyisy>.'^^'' Bu âyetten de anlaşıldığı g i b i , peygamber gönderihnediği sürece i n - 384 Nisa Sûresi, â y e t : 64. 385 B k . el-Mâturîdi, TeVîlâtu'I-Kur'ân, 386 V a r . 115 a, v d . İsrâ Sûresi, âyet: 15. V a r . 142 b; e n - N e s e f i , Tabsiratu'l-EdUle. 117 san, işlediği günahlardan dolayı s o r u m l u t u t u l m a y a c a k ve bunlardan ötürü cezalandırılmayacaktır. Mâturîdî, «Biz p e y g a m b e r göndermedik çe k i m s e y e azâh etmeyiz» âyetini incelerken, hergeyden önce b u n u n i n sanlar için Allah'ın büyük b i r lütfu bulunduğunu zikretmekte ve daha sonra d a b u âyetin delâlet ettiği muhtemel anlam ve k a v r a m l a r üzerin de durmaktadır. Ona göre, i n s a n l a r genel olarak yaptıkları işin i y i v e y a kötü oldu ğunu veya dünya ve âhiret mutluluğa erebilmeleri için, neyi yapıp n e y i yapmamaları gerektiğini kendilerine bildirecek ve o n l a n doğru yola yöneltecek b i r mürşide, b i r öğreticiye muhtaç o l a r a k yaratılmışlardır. B u , insanlar için doğal b i r ihtiyaçtır. İşte bundan dolayı Yüce A l l a h , i n s a n l a r a peygamber göndermiş ve onları K e n d i e m i r ve n e h i y l e r i n i tebliğ etmek ve insanları doğru y o l a sevketmekle mükellef kılmıştır. Binaenaleyh, insanların mes'ul veya sevâb y a da azaba müstehak o l a bilmeleri için, Allah'ın e m i r ve n e h i y l e r i n i önceden b i l m e l e r i z o r u n l u dur. B u husus gerçekleştiği an, artık k e n d i l e r i içm i l e r i sürebilecekleri b i r mazeret v e y a bahane, y a d a tutunabiîecekleri b i r d a l v e y a dayanak noktası kalmayacaktır.^^^ Mâturîdî, aslında insanların gerçekleri d u y u organları v e y a düşün me ve araştırma y a d a eğitim ve öğretim y o U a n y l e b i l m e l e r i ve k a v ramaları mümkün olduğu halde, Allah'ın büyük b i r lütfu ve ihsanı o l a r a k kendilerine ayrıca peygamber gönderildikten s o n r a d a inkâr ve inatlarında ısrar edecek o l u r l a r s a , dünya ve âhiret, görecekleri cezanın çok büyük olacağını z i k r e t m e k t e ve genel o l a r a k b u cezanın üç şekilde olacağını söylemektedir : B i r i n c i s i , «Her c a n ölümü tadacaktır. B i r i m t i h a n o l a r a k s i z e i y i l i k v e kötülük v e r i r i z , S o n u n d a B i z e dönersiniz»«Biz onla rı yeryüzünde i y i l e r v e kötüler o l a r a k bölük bölük ayırdık; iyiliğe dö n e r l e r d i y e onları güzellikler v e kötülüklerle smadık»'^^^ âyetlerinde g ö rüldüğü g i b i . Yüce Allah'ın dünyada insanları, b i r günah işlemedikleri halde, kendilerine bazı sıkıntılar vermek suretiyle sınaması, i m t i h a n etmesidir k i , b u n u n h i k m e t i de, büyük b i r i h t i m a l l e o n l a n u y a r m a k , günah işledikleri t a k d i r d e âhirette k e n d i l e r i n i bekleyen azâbm büyük lüğünü kendilerine hatırlatmaktır. 387 388 B k . el-Mâturîdî,, Te'vîlâtuT-Kur'ân, V a r . 414 a. Enbiyâ Sûresi, â y e t : 35. 389 A'râf 118 Sûresi, â y e t : 168. i k i n c i s i , Allah'ı inkâr eden ve b u inkârlarında inat ve ısrar edenlere v e r i l e n cezadır. B u ise, inananları' uyarması ve başkalarına da ibret olması için, b u g i b i k i m s e l e r i n helak edilmesi ve yeryüzünden köklerinin kazmmasıdır. B u tür cezalandırma, genelhkle Allah'ın, b u y o l d a k i b i r vaîdinden sonra hâsıl olmaktadır. Ü ç ü n c ü s ü ise, dünyâda i k e n ve son nefeslerini vermeden önce tevbe edip, günahlarından dönmeyenlerin ahirette görecekleri ce za ve çekecekleri azâptır.^^^ Mâturîdî'nin genel o l a r a k peygam.berlikle i l g i l i görüşleri işte bun lardır. B u n d a n sonra onun, H z . P e y g a m b e r ' i n risâleti ile i l g i l i görüşle r i n i açıklamağa çahşacağız. m — H z . PEYGAMBERİN a — Hz, Peygamberdin NÜBÜVVETİ : Nübüvvetini İspatlayan Deliller : D a h a önce, genel olarak peygamberliğin gerektirdiği ve insanların peygamberler hakkında inanmaları gereken sıfat v e y a n i t e l i k l e r i K u r ' ân-ı Kerîm'in ne şekilde belirtiğini ve b u n l a r hakkındaki Mâturîdî'nin görüşlerini açıklamıştık. B u n l a r , ana h a t l a r i y l e peygamberlerin de her h a n g i b i r yaratık g i b i b i r beşer olduğu esâsına d a y a m y o r ve b u gerçek, i l k inen âyetlerde olduğu g i b i , daha s o n r a gelen âyetlerde de açık ve seçik b i r şekilde o r t a y a konuyordu.^^^ B u n u n b i r sonucu o l a r a k da, i l k anda peygamberleri tanrılaştıran v e y a o n l a r a tanrılık sıfatı isnâd eden dinler reddedilmiştir. Böylece peygamberlerin varlığı, varlıklar içinde insanların sınıfından oldukları tesbit ve tâyin edildikten sonra, peygamber olarak hâiz bulundukları sıfatlar, Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde belir tilmiştir. Genel o l a r a k peygamberlerin i n s a n olmaları i t i b a r i y l e i k i yön l e r i vardır. B i r i , A l l a h ' a karşı olan durumlarını, diğeri de i n s a n l a r a k a r şı mükellef bulundukları görevlerini t a y i n eder. P e y g a m b e r l e r i n A l l a h ' l a olan ilişkileri, d a h a çok, O'nun elçisi olmak, risâlet görevini h a k l i i y l e 390 B k . el-Mâturîdî, T e ' v î l â t u ' l - K u r ' â n , V a r . 414 b. 391 Örnek için b a k : Enbiyâ Sûresi, â y e t : 3; İ b r â h î m : 10-11; Kelıf: 110; Y â - S î n • 15; Ş u a r â : 154; İ k r a ' : 1-4; M ü z z e m m i l : 1-5; M ü d d e s s i r : 1-5; el-Mâturidî, T e ' vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 375 a. 119 yerine getirmek, vereceği emâneti gereği g i b i i n s a n l a r a ulaştırmaktır.^^' P e y g a m b e r l e r i n ana hatlarıyle müşterek n i t e l i k l e r i işte bunlardır. Şimdi de H z . P e y g a m b e r ' i n nübüvvetini i s p a t l a y a n özel n i t e l i k l e r i n i Mâturîdî'nin nasıl t a s v i r ettiğini görelim. . Mâturidî bunları üç kısma ayırmaktadır. Bunlardan birincisi, Peygamiber'in kendi şahsı ile i l g i l i , i k i n c i s i hissî ve üçüncüsü de aklî olan hususlardır .^^^ 1 — H z . P e y g a m b e r 'i n Ş a h s ı : P e y g a m b e r ' i n şahsı ile i l g i l i h u s u s l a r özet o l a r a k şunlardır : İnsan ların t a m mxuhtaç oldukları b i r anda, A l l a h tarafından peygamber o l a rak görevlendirilen H z . P e y g a m b e r ' i n mübarek yüzleri ayın ondördünden d a h a parlaktı. M i s k ' t e n daha güzel b i r k o k u y a , ipekten d a h a y u muşak b i r tene s a h i p t i . Yaradıhşı eşsiz b i r tenâsüb ve güzelliğin t i m s a l i i d i . A l l a h onu h e r türlü âfet ve belâdan m a s u n kılmış, her türlü i y i l i k ve güzellikle t e z y i n etmiş ve yaratıklar içinde en yüksek derece ve hasletleri kendisine vermiştir. O n u n a s l a y a l a n söylediği görülme diği g i b i , kendisinden şeriat ile i l g i l i b i r h a t a ve yanlışhğm sudur e t t i ği görülmemiştir. Düşmanlarından yıldığı ve k o r k u p kaçtığı asla mü şahede edilmemiştir. Hiçbir z a m a n b i r kimseye karşı boyun eğmemiş v e y a b i r menfaat karşılığı kendi n e f s i n i küçültmemiş, a s l a ağzından kötü b i r söz çıkmamış ve k e n d i çıkarını düşünmemiştir. D a i m a i n s a n l a r a karşı şefkatli ve m e r h a m e t l i olmuş, dünya ve âhiret, her z a m a n onların i y i l i k ve mutlulukları için çalışmıştır.^^' H z . P e y g a m b e r ' i n insanlara o l a n s e v g i s i ve o n l a r a karşı duyduğu şefkat ve merhamet o k a d a r büyüktü k i , b u aşırı derecedeki ulvî ve yüce d u y g u , onun z a m a n z a m a n A l l a h tarafından i t a b edilmesine ve onlar için k e n d i s i n i b u derece harab etmesine gerek bulunmadığmm kendisine hatırlatıhnasma sebep olmuştur. Meselâ; b u n a örnek o l a r a k şu âyetleri z i k r e t m e m i z mümkündür : «Kötü işi k e n d i s i n e güzel gösteri l i p d e o n u güzel gören k i m s e , kötülüğü hiç işlemeyene benzer m i ? Şüphesiz A l l a h dilediğini saptırır; dilediğini d e doğru y o l a eriştirir. E y M u h a m m e d ! Artık o n l a r a üzülerek k e n d i n i h e r a b e t m e . A l l a h onların yaptıklarım şüphesiz bilir».«Ey M u h a m m e d ! İnanmıyorlar d i y e , n e 392 Bk. Doç. D r . Hüseyin Atay, K u r ' a n ' a Göre İ m â n Esasları, s. 393 Gazzâli'ye göre de bunlar, rılmaktadır. Bk. Gazzâlî. hissî, hayâli ve aklî olmak üzere üç kısma ay el'Madnûnu'l-Kebîr, 394 Bk. eî-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, 395 Fâtjr Sûresi, â y e t : 8. 120 70-71. s. 202. s. 18, Mısır 1309. rede isekendini mahvedeceksin..^"' . S a b r e t , sabır O n l a r a i m O m e , k u r d M - U a n düzenlerden lara gelen A n d o l s u n k i , içinizden size düşkün, size, d e e^ıdîşe etme^:^^' sıkıntıya i n a n a n l a r a şefkatli ancak Allah uğramanız «Ey içindir. inanan kendisine ağır v e merhametli U r peygamber gelmiştir» K e r e m ve cömertliğinin büyüklüğünden dolayı d a Allah'ın u y a r m a sına mâruz kalmıştır : «Elini b o y n u n a bağlayıp c i m r i k e s i l m e . Büsbü tün d e açıp, t u t u m s u z o l m a . . Y o k s a pişman o l u r , açıkta kalırsıny»Hz. P e y g a m b e r ' i n e l i o k a d a r açık, k e r e m ve cömertliği öylesine b u y u k t u k i yarınmı a s l a düşünmemiş ve b u n u n için elinde b i r d i r h e m v e y a b i r l o k m a d a h i bırakmavı a k h n d a n geQİrmema§tir. P e y g a m b e r l i k iddiasın dan vazgeçtiği v e y a b i r a z o l s u n b u k o n u d a tâviz verdiği t a k d i r d e , k e n disine, dünyanın en büyük n i m e t l e r i n i n bahşedileceği, h a t t a dilerse, kendilerine başkan v e y a k r a l t a y i n edileceği b i l d i r i l m e s i n e rağmen, dü rüstlüğünün ve davasındaki samimiyetinin b i r gereği olarak b u t u n bunları reddetmiştir-'^" H z P e y g a m b e r ' i n kişiliği ile i l g i l i b u tür haslet ve n i t e l i k l e r s a y m a k l a b i t i r i l e m e z . Kısaca şunu ifade edebüiriz k i , onun b u mümtaz şahsiyetinin b i r sonucu o l a r a k , başlangıçta kendisine karşı gelenler, dâvetine icabet etmemek ve o n a i n a n m a m a k t a direnenler, kısa b i r z a man s o n r a karşısında d i z çökmek ve inatlarından g e r i dönmek zorun da kahnışlardır. İşte b u , A l l a h ' m ona bahşettiği ve peygamberliğim i s b a t l a y a n en büyük b i r lütfü ve ihsanıdır. V e işte b u lütuf ve ihsanın b i r sonucu o l a r a k d a İslâmiyet sür'atle 'yayılmış, cihanşümul bır^dm h a l m e gelmiş ve dolayısıyle bugün, onun açmış olduğu tevhîd sancagımn altın da altıyüz m i l y o n d a n f a z l a müslüman toplanmış, ülkü ve inanç bırlıgı yapmış bulunmaktadır 2 — H i s s î Hz. 396 397 398 399 400 401 D e l i l l e r : P e y g a m b e r ' i n nübüvvetine delâlet eden d e l i l türlerinin i k i n c i s i Şuarâ Sûresi, âyet: 3. N a W Sûresi,, âyet: 127. Tevbe Sûresi, âyet: 128. İsrâ Sûresi, âyet: 29. Bk. el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 203. B u konular için bk. Prof. D r . Muhammed Hamîdullah, islam Peygamberi, Hayatı ve Eseri, M . Saîd M u t l u çevirisi. C . I. s. 13-15, ist. 1966; Fuzuli, MatlauT-ftikâd, Prof. Muhammed b. Tâvit et-Tancî neşri, s. 67-68, A n k a r a 1962. ve Esad Coşan-Kemal Işık çevirisi, s. 57-58. 121 de hissî, d u y g u s a l d e l i l l e r d i r . B u n l a r d a , genellikle birtakım ole^ğanüstü f i i l l e r d e n meydana gelmektedir. N i t e k i m Peygamberimizin göster diği ayın i k i parçaya ayrılması, a v u c u n d a k i taş kırıntılarının Allah'ı teşbih etmesi, p a r m a k l a n arasından s u y u n fışkırması, d i l s i z l e r i n k o nuşması, ağaçların boyun eğm.esi, az yemeği çoğaltıp birçok k i m s e n i n doymasına sebep olıuası, az s u y l a birçok k i m s e n i n susuzluğunu gider mesi, ağaç kütüğünün inlemesi, b i r gecede M e s c i d - i Aksâ'ya gidip dön mesi, H i r a dağındaki mağarada saklanması ve düşmanları önünden g e ç t i k l e r i halde onu görememeleri ve benzerleri birtakım doğaüstü mucize ler b u cümledendir k i , bütün b u n l a r H z . P e y g a m b e r ' i n doğruluğunu ve nübüvvetini i s b a t l a y a n d e l i l l e r d i r . ' 3 — A k 1 î D e 1 i 1 1 e r : Mâtûrîdî'ye göre, H z . P e y g a m b e r ' i n nübüvvetini i s b a t l a y a n üçün cü ve en önemli delil, a k l a d a y a n a n Kur'ân-ı Kerîm'dir. Mâturîdî bımu, P e y g a m b e r ' i n en büyük aklî delüi olarak n i t e l e n d i r m e k t e d i r . K o n u n u n önemine binaen biz b u r a d a , gerek Kur'ân-ı Kerîm'i, gerekse onun esası nı teşkil eden v a h y i ayrı k o n u l a r halinde incelemekte yarar gör mekteyiz. b — Vahiy : P e y g a m b e r i n Allah'ın elçisi olması, A l l a h ' a ve gönderildiği insan l a r a karşı görevlerinin neler olduğunu öğrenmesi, A l l a h ' d a n v a h i y a l masına bağhdır. V a h y i n d i l d e k i anlamı, g i z l i b i r şekilde konuşmak, b e l i r l i b i r şeyi en'sür'atli b i r biçimde ve g i z l i olarak kalbe i n t i k a l ettirmek, k a l b i n o şeyi b i l m e s i n i sağlamak, g i z l i söz ve i l h a m demektir.'03 D i l kurallarına göre b u a n l a m a gelen v a h i y kehmesi, genel o l a r a k akıl s a h i b i o l a n l a r a isnâd edihr. B u n u n l a beraber, b u k e l i m e n i n bazan, cansız ve h a y v a n g i b i akıl s a h i b i o l m a y a n varlıklara d a isnâd edilmesi mümkündür. B u t a k d i r d e hitâb edilen varlık, akıl s a h i b i m e v k i i n e konmuş ve ona akıllı 402 Bk. el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 203-204; Te'vîlâtu'l-Kur'ân. V a r . 79 a; Gazzâlî, el-İktisâd fî'l-î'tikâd, s. 208-211, İ'tikâdda Orta Y o l , Dr. Kemal Işık çevirisi, s. 155-156. 403 Bk. îbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, C. X V , s. 379; îbn Fâris, Mu'cemu Makâyîsi'lLuğa, C. VI, s. 93; el-İsfahânî, el-Mufredât fî-Ğârîbi'l-Kur'ân, s. 536; el-Cevherî, es-Sıhah, C . VI, s. 2520; Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah, îslâm Pey gamberi, M . Saîd Mutlu çevirisi, C. I, s. 71 vd. 122 imiş g i b i muâm^ele edilmiş olm\'o^ Böylece v a h i y keHmesinin gerçek a n l a m m m , h e r h a n g i b i r değişikliğe uğramaksızm kullanıldığı anlaşıl mış olur. Kur'ân-ı Kerîm, genellikle v a h i y k e l i m e s i n i insana nisbet etmekte d i r . B u n u n l a beraber bazan, insanların birbirleri arasında cereyan eden ve şeytanın o n l a r a yaptığı g i z l i fısıldamaları d a b u k e l i m e ile i f a de ettiği görülmektedir.'^^ Kurân-ı Kerîm-'den anlaşıldığına göre Yüce A l l a h , i n s a n l a r l a üç şekilde konuşmaktadır. B i r i n c i s i , i n s a n a doğru dan doğruya v a h y e t m e k suretiyle hâsıl olmaktadır. B u tür b i r vahiyde, peygamberlerle bütün i n s a n l a r birleşmektedir. B u ise d a h a çok b i r şeyi i l h a m etmek v e y a kalbe doğurmak, y a d a b i l d i r m e k anlamına gelir. İkincisi, A l l a h ' m perde arkasından konuşmasıdır. B u d a A l l a h ' m , sözü nü d u y u r m a k istediği kimseye duyurması için, sözleri b e l i r l i b i r c i s i m de yaratması s u r e t i y l e hâsıl olur.'o' A l l a h ' m perde arkasından konuş masının anlamı, görülmeyeceği şekilde konuşması d e m e k t i r k i , b u da O ' n u n l a i n s a n arasında b i r hâil v e y a perdeye benzer b i r engelin k o n masıdır. A s i m d a b u engel kalmış olsa bile, yine Allah'ı görmek müm kün olmayacaktır. Üçüncü v a h i y şekli de, sâdece A l l a h tarafından pey gamberlere gelen v a h i y d i r . B u n u n peygambere ulaştırılması ise, b i r melek olan Cibrîl vasıtasiyle olur. Dinî b i r t e r i m o l a r a k v a h y i n mânası budur, ilâhî t a b i a t l a i n s a n tabiatı b i r b i r i n e benzemez. D o l a y i s i y l e araların da doğrudan doğruya b i r temasın kurulması imkânsızdır. B i n a e n a l e y h b u teması sağlayacak b i r vasıtaya ihtiyaç vardır k i , işte b u vasıtaya v a h i y , perde v e y a melek adları verilmiştir.*^^ V a h y i n , genel o l a r a k ifade ettiği a n l a m işte budur. Mâturîdî de b u n l a r a ilâve o l a r a k b u k e l i m e n i n A r a p dilinde n e y i ifade ettiğini K u r ' ân-ı Kerîm-'den m i s a l l e r g e t i r m e k s u r e t i y l e açıklamakta ve b u n u n şu mânaları ifade ettiğini söylemektedir : 404 B k . Zilzâi Sûresi, â y e t : 5; N a l ı i : 65; F u s s i l e t : Beyân an-Tevîlil-Kur'ân, Hasan, Mecmau'l-Beyân 1373; ez-Zemahşerî, 12; k e z a b a k . Taberî, C . X X X , s. 147; et-Tabersî, fi-Tefsîri'l-Kur'ân, Mahmûd b. Ömer, CâmiuT- E b û A l i el-Fadi b. el- C . V I , s. 375, C . X , s. 526, T a h r a n ei-Keşşâf'an-Hakâik Ğavâmıdi't-Ten- zîl, C . II, s. 4 8 1 , C . I V , s. 625, K a h i r e 1957; H a m d i Y a z ı r , H a k Dîni Kur'ân D i l i , C . V I I , s. 6011, İstanbul 1935. 405 E n ' â m Sûresi, â y e t : 112, 121; K a s a s : 7; T â - H â : 3. 406 B k . T â - H â Sûresi, â y e t : 13, 14; N i s a s. 136; K a s a s : 30; k e z a b a k : ez-Zemahşeri, el-Keşşâf, İstanbul 407 Tafsilât C . I V , s.' 183; Fahreddîn er-Râzî, 1307; M . Reşîd Rızâ, Mefâtîhu'l-Ğayb, Tefsîru'l-Menâr, için b a k : Prof. D r . M u h a m m e d C . V I I , s. 423, C . V I , s. 71, M ı s ı r 1954. Hamîdullah, İslâm Peygamberi, C. I, s. 71-85; D o ç . D r . H ü s e y i n A t a y , K u r ' a n ' a G ö r e î m â n Esasları, s. 71-73. 123 1 — P e y g a m b e r l e r e gelen v a h i y : B u tüı; b i r v a h i y , «Allah h i r i n s a n l a a m c a k v a h i y s u r e t i y l e v e y a p e r d e a r h a s i ' n d a n konuşur; y a h u t b i r elçi gönderir. K e n d i i z n i y l e , dilediğini v a h y e d e r . Doğrusu O , Yücedir, Hakîmdir»^^^ âyetinde görüldüğü g i b i , Allah'ın peygamberlerine b i r melek göndermesi s u r e t i y l e hasıl o l u r . 2 — îgârete v e y a b i r şeyin belirlenmesine d a y a n a n v a h i y , b u çe şit b i r v a h y i de, Yüce Allah'ın şu sözlerinde görmek mümkündür : «Zekeriyâ b u n u n üzerine mâbedden ç%k%p m i l l e t i n e : S a b a h akşam A l l a h h teşbih e d i n , d i y e işarette bulunduy>}^^ 3 — îlhâm anlamında olan v a h i y k i , b u mâna aşağıdaki âyetlerde açık b i r şekilde görülmektedir : «Rabbin b a l arısma : Dağlarda, ağaç l a r d a v e hazırlanmış k o v a n l a r d a y u v a e d i n ; s o n r a h e r çeşit üründen y e ; s o n r a d a R a b b i n i n işlemen için gösterdiği y o l l a r d a n yürüj d i y e i l h a m ettir>J'^^ «Mûsâ'mn a n n e s i n e : Çocuğu e m z i r , başına g e l e c e k t e n k o r k t u ğun z a m a n , o n u s u y a bırak; k o r k m a , üzülme. B i z şüphesiz o n u soMa döndüreceğiz v e p e y g a m b e r yapmağız, d i y e ilham' etmiştik».^^"^ «îşte ogün^ R a b b i n i n o n a v a h y e t m e s i , i l h a m e t m e s i y l e k e n d i h d b e r l e r i n i an~ latır».'^^ 4 — Fısıldaşma v e y a g i z l i konuşma anlamına gelen v a h i y : B u mânayı da şu âyette görebiliriz : «Aldatmak için b i r b i r l e r i n e c a z i p sözler fısıldayan c i n v e i m a n şeytanlara, h e r p e y g a m b e r i n düşmamdır. B u şeytanlar, a h i r e t t e inanmayanların kalplerinin onlara yönelmesi^ o n l a r d a n hoşnud olması v e onların işledikleri suçları işlemeleri için o sözleri fışıldarlar B u r a y a k a d a r a n a h a t l a r i y l e v a h y i n anlamını anlatmağa çalışmış b u l u n u y o r u z . B u n d a n s o n r a d a v a h y e d a y a n a n v e H z . P e y g a m b e r ' i n en büyük m u c i z e s i o l a n Kur'ân-ı Kerîm'i, Mâturîdî'nin görüşleri ışığı altında incelemeğe çalışacağız. c — Kurbân : Mâtûrîdî'ye g ö r e Kur'ân-ı Kerîm, H z . P e y g a m b e r ' i n 408 Şûra Sûresi, âyet: 51. 409 M e r y e m Sûresi, âyet-, 11. 410 N a h i Sûresi, âyet: 68-69. 411 Kasas Sûresi, â y e t : 7. 412 Zilzâl Sûresi, âyet: 4-5. 413 E n ' â m Sûresi, âyet: 112-113. 124 nübüvvetini i s b a t l a y a n en büyük aklî b i r d e l i l d i r . B u , Allah'ın o n a bahşettiği en büyük b i r mucizedir. A s i m d a P e y g a m b e r ' i n , doğruluğunu ve dâvasında haklı bulunduğunu i s b a t l a m a k için m u c i z e y i halkın h u z u r u n d a gösterip, o n l a r a m e y d a n okumadıkça ve onlar d a b u n a karşı âciz kalmadıkça, m u c i z e n i n b i r anlamı y o k t u r . H z . P e y g a m b e r ' i n , belagat ve fesâhatta çok i l e r i gitmiş ve özellikle söz sanatım çok i y i bilmiş o m a l a r m a rağ m e n A r a p l a r a karşı Kur'ân-ı Kerîm'le m e y d a n okuduğu ve onların d a b u n a karşılık v e r m e k t e n âciz kaldıkları, tevâtüren b i l i n e n b i r gerçektir. Şayet böyle b i r karşılık verilmiş olsaydı, şüphesiz b u , g i z l i k a l m a y a c a k ve d e r h a l i n s a n l a r arasında yayılacaktı. Çünkü bazı sapık ve k e n d i n i bilmez şâirlerin, K u r ' a n ' a nazire y a p m a k özentisiyle düzenledikleri bazı şiirleri ile Peygamtoer'e m e y d a n okudukları ve kendilerine gereken k a r şılık verildiği z a m a n , aralarında meydana gelen tartışmalar ve çelişik l i k l e r hemen o r t a y a çıkmıştır. O halde, H z . P e y g a m b e r ' i n o n l a r a Kur'ân-ı Kerîm'le m e y d a n okuduğunu inkâr etmek imkânsız olduğu g i b i , A r a p ların, b i r a z önce de işaret ettiğimiz g i b i , fesâhattaki üstün k u d r e t l e r i n i ve k e n d i d i l l e r i n i , canlarını ve mallarını k o r u m a k ve özellikle müslü-' m a n l a r m hüküm ve idaresinden k u r t u l m a k için bütün güçleriyle P e y g a m b e r ' i n nübüvvetini k a b u l etmemeğe gayret s a r f e t t i k l e r i n i , b u n u n l a beraber ve bütün çabalarına, tüm direnişlerine rağmen b i r başarı elde edemeyip, âciz kaldıklarını d a inkâr etmek imkânsızdır.'^* Kur'ân-ı Kerîm'in üslûbunun akıcılığı, insanı hayrette bırakan nazm i y l e b i r a r a d a b u l u n a n fesahati, Arapların gerek şiirlerinde, gerekse hutbelerinde kullandıkları üslûb ve metodlardan bambaşka b i r metod ve üslûb kullanması ve özellikle böyle b i r naznkıla böyle b i r akıcılığın b i r a r a y a gelmesi, yeryüzünde o güne k a d a r benzerine rastlanmamış b i r mü câdele metodu ve P e y g a m b e r ' i n risâletine delâlet eden deliller k u l l a n ması, gelip geçmiş bütün peygamberlerden ve gönderildikleri millet l e r i n durumlarından o güne k a d a r hiçbir k i m s e n i n bilmediği ve b i l m e s i de mümkün o l m a y a n birtakım haberler vermıesi ve gelecekle i l g i l i b i l g i l e r i h t i v a etmesi, şüphesiz insanların k u d r e t l e r i dışında k a l a n ve H z . P e y g a m b e r ' i n nübüvvetine delâlet eden e n büyük b i r mucizedir. Kur'ân-ı Kerîm'de b u gerçeği ifade eden birçok âyet vardır. B i z i m b u r a d a bunların h e p s i n i de z i k r e t m e m i z mümkün değildir. Esasen konumuz, Kur'ân-ı Kerîm'in bizâtihî k e n d i s i olmayıp, onun H z . P e y - 414 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 204; Gazzâlî, el-îktisâd fî'l-î'tikâd, s. 206 v d ; î'tikadda Orta Y o l , D r . K e m a l Işık çevirisi, s. 153-155. 125 g a m b e r ' i n nübüvvetini i s b a t l a y a n nasıl b i r delil olduğunun incelenmesi dir. Z i r a Kur'ân'm her yönüyle incelenmesi, başh başına birçok tez k o n u s u olacak k a d a r geniş ve kapsamlıdır. Binaenaleyh biz burada, Mâturîdî'nin de işaret ettiği g i b i , b u âyetlerden sadece birkaçını z i k r e t mekle yetineceğiz Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «De k i : İnsanlar v e c i n l e r , hirhirİ7te yardımcı o l a r a k b u Kur'ânhn b i r b e n z e r i n i ortaya koymak için b i r a r a y a g e l s e l e r , a n d . o l s u n k i , y i n e b e n z e r i n i o r t a y a k o y a m a z lar».Görebildikleriniz v e göreraedikleriniz üzerine y e m i n e d e r i m kiy Kur'ân şerefli b i r elçinin getirdiği sözdür. O , şâir sözü değildir; n e a z inanıyorsunuzIyy«Ey M u h a m m . e d ! S e n i n için, ' O n u u y d u r d u ' d i y o r l a r ; öyle m i ? D e k i : O n u n sûrelerine b e n z e r b i r sûre m e y d a n a g e t i r i n . İddianızda s a m i m i i s e n i z , A l l a h ' d a n başka, yardım 'için. çağırabilecekler i n i z i d e çağırımy.^^^'' İşte onlar, Kur'ân-ı tün çabalarına rağm^en, âyetinin dahî benzerini Mâturîdî rûn de önemle Kerîm'in b u şeküde meydan okumasına ve bü değil tümünün, hattâ değil b i r sûresinin, bir meydana getirememişler ve âciz kalmışlardır. üzerinde durduğu husus işte budur.*^^ d — H z . P e y g a m b e r l e İlgili Diğer Bazı Özellikler 1 — R i s â l e t i n i n : G e n e l l i ğ i : Yüce A l l a h b u k o n u d a şöyle d i y o r : «Ya M u h a m m e d i D e k i : E y i n s a n l a r ! Doğrusu b e n , göklerin v e y e r i n hükümrânı, O ' n d a n başka tanrı b u l u n m a y a n ^ d i r i l t e n v e öldüren A l l a h h n , h e p i n i z için gönderdiği p e y g a m b e r i y i m . AllahJoj v e o k u y u p yazması o l m a y a n , h a b e r g e t i r e n p e y g a m b e r i n e - k i o do. A l l a h ^ a v e sözlerine inanmıştır - inanın; o n a u y u n k i doğru y o l u bulaşınız» Mâturîdî de işte b u âyete d a y a n a r a k , H z . P e y g a m b e r i n risâletinin, daha önce gelip geçen peygamberlerin aksine, genel b i r a n l a m ifade ettiğini, onun, beyaz, esmer, s i y a h , v e y a kızıl yeryüzündeki bütün i n s a n l a r a peygamber o l a r a k gönderildiğini z i k r e t mekte, ayrıca « H â t e m u ' l - E n b i y â » , p e y g a m b e r l e r i n en sonuncusu o l m a k l a , ondan s o n r a b i r d a h a peygamber gönderilmeyece415 416 417 İsrâ Süresi, â y e t : 88. Hâklsa Sûresi, â y e t : 38-41 Y û n u s Süresi, â y e t : 38. 418 Tafsilât için b a k : el-Mâturîdî, Kitâbu't"Teylıîd, s. 204-210; Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 20 a, 52 b, 429 a, 530 b, 691 a, 894 a; en-Nesefî, Tabsıratu'i-EdiUe, V a r . 122 b, v d ; F . B u h l , Kur'ân, îslâm A n s i k l o p e d i s i , C . V I , s] 995 v d , İstanbul 1955. A ' r â f Sûresi, â y e t : 158. 419 126 ğini söylemektedir. E h - i Sünnet'in b u k o n u d a k i görüşü de genel olarak işte budur. B u n a göre, H z . P e y g a m b e r ' i n risâleti tüm i n s a n l a r a , hattâ cinlere d a h i şâmil olduğu g i b i , getirdiği şeriat ve hükümler de kıyamete k a d a r yürürlükte kalacaktır. O n u n gelmesiyle, diğer bütün d i n l e r i n hü kümleri yürürlükten kaîdınlmıştır.'-o Mâturîdî'ye göre H z . Peygamber, b u niteliğiyle, âlemlere rahmet o l a r a k gönderilmiştir. E s a s e n Yüce A l l a h «Ey Muhammed!» B i z s e n i a n c a k âlemlere r a h m e t o l a r a k gönderdik»'^^ demek suretiyle b u gerçeği t e ' k i d etmiştir. Mâturîdî, âj^ette geçen «âlemlere r a h m e t o l a r a k gönder dik» sözünün, i n s a n v e y a c i n , varlıklar âleminde yaşayan her canhyı içi ne aldığını, z i r a P e y g a m b e r ' i n , d a h a önce de söylendiği g i b i , onların tü müne gönderildiğini z i k r e t m e k t e d i r . Ayrıca b u r a d a geçen r a h m e t k e l i m e s i n i n de, birkaç anlamı ifade ettiğini, bunlardan b i r i n i n , müstehak oldukları cezanın ertelenmesi, i k i n c i s i n i n , Peygamber'e uydukları, emir l e r i n i yerine g e t i r d i k l e r i t a k d i r d e , dünya ve âhiret, mutluluğa ve k u r tuluşa kavuşacakları, üçüncüsünün ise, büyük günah işlemiş o l a n l a r a âhirette şefaat edeceği anlamına geldiğini söylemektedir B i n a e n a l e y h , H z . P e y g a m b e r ' i n Allah'ın elçisi bulunduğuna cinler d a h i l , aklı başında olan tüm yaratıkların imân etmesi zorunludur. B ö y le b i r imân ise, ancak ondan önce gelip geçmiş bütün peygamberlere ve Kur'ân dahü o n l a r a i n d i r i l e n bütün mukaddes k i t a p l a r a , meleklere, öldükten s o n r a dirilmeğe, cennet ve cehennem'e ve kısaca h e r müslüman m i n a n m a k l a mükellef bulunduğu imân esaslarına inanmak ve İslâmi yetin tüm şartlarını k a b u l etmekle mümkün olur.^^^ H z . P e y g a m b e r ' i n diğer peygamberlerden üstün vasıflarından i l e r i gelmektedir. 2 — R i s â l e t i n olması d a işte b u T e b l i ğ i H z . Peygamber, bütün i n s a n l a r a ve cinlere peygamber olarak gön derildiğine ve b u niteliğiyle de âlemlere rahmet olduğuna göre, A l l a h ' ın kendisine tevdi, etmiş olduğu b u k u t s a l görevi hakkıyle yerine g e t i r mek ve bunu k o r k m a d a n v e hiçbir şeyden çekinmeden i n s a n l a r a tebliğ etmek ve onları Allah'ın y o l u n a davet etmek zorundadır. B u n u n için Yüce A l l a h ona şöyle b u y u r u y o r : «Ey P e y g a m b e r . R a b b i n d e n s a n a i n d i r i l e n i 420 B k . al-Mâturidi, Te'Vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 270 a. 421 Enbiyâ Sûresi, â y e t : 107. 422 B k . el-Mâturîdî, 423 B a k a r a Sûresi, â y e t : Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 475 b. 285; el-Mâturidî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 69 b. 127 tebliğ e t . Eğer bunu yapmazsan, AUah seni insanlardan O ' n u n elçiliğini h o r u r . Doğrusu AUah yapmamış kâfirlere olursun, y o l göster- mezyiJ"^^ Mâturîdî'nin de işaret ettiği g i b i , b u âyetle Yüce A l l a h , H z . P e y g a m ber'e hiçbir şeyden k o r k m a d a n , özellikle mıüşriklerin kendisine karşı giriştikleri birtakım desise ve e n t r i k a l a r d a n ürkmeden, hattâ kendisİ5îi öldürmekle i l g i h t e h d i d ve teşebbüslerden d a h i yılmadan ve zamanında Aîlah^tan gelen e m i r l e r i i n s a n l a r a tebliğ etmekle emretmiş olmaktadır. B u n u y a p a r k e n karşılaşacağı her türlü tehlikeden k e n d i s i n i k o r u y a c a k olan, şüphesiz Yüce Allah'tır. B u n a rağmen, hayatının tehlikeye g i r mesinden k o r k a r a k , tebliğ görevini yerine g e t i r m e c e , risâlet görevini ^ de i h m a l etmiş ve yerine getirmemiş olur. Mâturîdî, b u tebliğ görevinin bütün tehlikelerine rağmen, dü üe olması gerektiğini ve esasen A l a h ' m e m r i n i n de b u n u ifade ettiğini z i k retmekte ve bundan dolayı d a peygamberlerin k e n d i m i l l e t l e r m i n dille r i y l e gönderilmiş olduklarını söylem.ektedir."^^ 3 _ H z . P e y g a m b e r ' i n İ s m e t i : P e y g a m b e r l i k i s m e t i , başka b i r deyimle küçük v e y a büyük h e r türlü günahı işlemekten m a s u n olmayı g e r e k t i r i r . B u n u n l a beraber peygamberlerin, Allah'ın elçiliği görevi dışında küçük günah (sağîra) işlemelerinin mümkün olduğunu i l e r i süren bazı görüşler de vardır. B u n a ilâve olarak b i r kısım i n s a n l a r , peygamberlerin A l l a h ' a ve O'nun emirlerhıe- u y m a y a davet dışında küçük günahları işleyebilecekleri g i b i , peygamberliklerinden önce büyük günahları (kebâir, kebîre) da işleye bileceklerini i l e r i sürerler. Diğer b i r görüş de, onların, peygamber o l m a d a n önce de, o l d u k t a n sonra d a küçük günahları işleyebilecekleri merkezinde toplanmaktadır.^^^ P e y g a m b e r l e r i n i s m e t i n i k a b u l etmeyenler, genel olarak şu delille re dayanıyorlar : B i r i n c i s i , b u k o n u y l a i l g i l i olarak Kur'ân-ı Kerîm'de geçen bazı âyetlerdir k i , bunların en önemlileri şunlardır : «Bunun üzerine i k i s i d e o ağacın meyvasından y e d i ; a y w y e r l e r i görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyıddular. A d e m , R a b b i n e başkaldırdı v e y o l u n u 424 425 426 128 Mâide Sûresi, â y e t : 67. el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 191 b, 192 a; K i t â b u ' f T e v h î d , s. 208 v d . B u k o n u için b k . et-Teftazânî, Şerhu'l-Makâsıd, C . II, s. 142. şaşırdı» ^^'^ «Rahhin medi seni dalalette, şaşırmış b u l u p , doğru yola eriştir mi?».*^^ İkincisi, genellikle bilinen b i r husus, ismet'in, s a h i b i n i h e r türlü kötülükten alıkoyan b i r özellik olmasıdır. D o l a y i s i y l e , onun varlığı k a bul edildiği takdirde, günahların terkinde sevaba lâyık olunmaması ge rekir. Üçüncüsü, «De k i : B e n d e m c a k s i z i n g i b i b i r insmım»'^^ âyetinde de görüldüğü g i b i , H s . Peygamber'in b i r insan olmasıdır. İnsanın ise günahsız olması mümkün değildir. A k s i takdirde, meleklerden ayrılması imkânsız hâle g e l i r d i . P e y g a m b e r l e r i n ve özellikle H z . P e y g a m b e r ' i n ismetiyle i l g i l i b u g i b i i t i r a z l a r a kargı, E h l - i Sünnet O k u l u ana hatlarıyle şu karşıhğı ver mektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de geçen b u g i b i âyetlerin te'vîli mümkün dür. D o l a y i s i y l e bunların peygamberlerin ismetine z a r a r vermeleri veya b u hususta şüpheye düşühnesi söz konusu olamaz. Z i r a b u ve benzeri âyetler, meselâ, yalanı d a içine alan günahları kasdetmiş olsaydı, pey gamberlerin doğru söylememe i h t i m a l i n e delâlet etmiş ve dolayisiyle bu da, peygamberlikleri hakkında şüpheye düşülmesine sebebiyet yer miş olurdu. O y s a böyle b i r şey onlar hakkında nıuhaldir. İsmet, s a h i b i n i kötülüklerden alıkoyan b i r u n s u r olmasına rağmen, onun irâde hürriyetini tamamen ortadan kaldırmaz. B i r kimsenin, tâat ve mâsiy e t i n dışında k a l a n birtakım f i i l l e r i n d e elbette k i b i r irâde hürriyeti, bir davranış serbestisi vardır. Kötülükler, cezayı gerektiren f u l l e r d i r . Onların yokluğu, sabit b i r şey olmayıp, kişinin bulunduğu halde k a h n a sı demektir. Sevaba ise, ancak ameller h a k kazanır. Genel olarak i n sanda esas olan i s m e t t i r . Mâsiyet ise, suç esnasında insana ârız olan bir şeydir. B u n a göre, bazı seçkin kişilerde, Allah'ın b i r l u t f u olarak aslî h a l i n devam etmesi ve ârız olan b i r şeyle bozulmaması pekâlâ müm.kündür. B u n a ilâve olarak yine bazı k i m s e l e r i n tâat ve ibâdetle çok meşgul olmalarından dolayı mâsiyete yönelmemeleri de imkân dâhilin de olan b i r husustur.*^^^ Mâturîdî, b u n l a r a ilâve olarak, «Ey M u h a m m e d ! Seni, sana v a h yettiğimizden a y i r v p , başka birşeyi B i z e karşı u y d u r m a n için uğraşırlar, 427 428 429 Tâ-Hâ Sûresi, â y e t : 121. D u h â Sûresi, â y e t : 7. K e h f Sûresi, â y e t : 110. 430 B k . Fuzûlî,MatlauT-İ'tikâd, s. 65-67 v e tercümesi, s. 55-57; et-Teftazam, ŞerhuT-Makâsid, C . II, s. 142 v d . 129 o z a m a n s e n i d o s t edinirleryy^''^ âyetini incelerken H z . P e y g a m b e r ' i n i s m e t i konusunda şöyle dryor : H z . Peygamber Allalı'm elçisi olarak görevlendirdiği zaman, kâfirler o n u dalâlete düşürmek, görevinden vazgeçirmek ve A l l a h ' a karşı gelmesini sağlamak için ellerinden geleni yapmışlar, türlü fitne ve desiselere başvurmuşlardır. B u cümleden o l a rak, meselâ, ona, b u Kur'ân'ı i s t e m i y o r u z ; o n u değiştir, g i b i sözler söy lemişler ve A l l a h ' a i f t i r a etmesi ve O ' n a karşı gelmesi için türlü baskılar yapmışlardır. Bütün b u n l a r a rağmen Yüce A l l a h , H z . P e y g a m b e r ' i o n ların şerrinden korumuş ve ona en u f a k b i r kötülük gelmesine dahî m e y d a n vermemnştir. B u d a , H z . P e y g a m b e r ' i n ismetine delâlet eden en büyük delillerden biridir.*^^ P e y g a m b e r ' i n ismetine delâlet eden deliller, elbette k i b u n l a r d a n ibaret değildir. F a k a t biz burada, k o n u y u daha f a z l a u z a t m a m a k için, bu k a d a r l a yetinmiş bulunuyoruz. 4 — H z . P e y g a m b e r ' i n Ş e f a a t i : ' Mâturîdî'nin de işaret ettiği g i b i , H z . P e y g a m b e r ' i n en önemli özelliklerinden b i r i de, Yüce A l l a h ' m , b i r l u t f u ve ihsanı olarak ona, ahirette günahkâr mü'minlere şefaatte b u l u n m a y e t k i s i bahşetmiş o l masıdır. B u y e t k i , sâdece H z . Peygamber'e verilmiş o l a n b i r l u t u f t u r . 3 u ise, onun ümmeti için b i r saadet, b i r m u t l u l u k kaynağıdır. H z . P e y g a m b e r ' i , diğer peygamberlerden ayıran ve onlardan üstün oldu ğuna delâlet eden özelliklerden b i r i de, işte budur. Allah'ın H z . Peygamber'e bahşetmiş olduğu b u büyük ihsanı, a h i rette günahkârların tüm ümitlerini y i t i r d i k l e r i , kendilerine b i r şefaatçi arayıp bulamadıkları b i r anda, O ' n u n i z n i ve düemesiyle hâsıl olacaktır. B u n u n için A l l a h , K e n d i yüce vasıflarından bahseden âyette şöyle d i y o r : «Alîah^ O ' n d a n haşka tanrı olmayan, Kendisini uyuklama v e u y k u t u t m a y a n , D i r i , h e r a n yaratıklarım gözetip Duranadır. Gökler¬ d e VQ y e r d e o l a n a n c a k O ' n u n d u r . O ' n u n i z n i o l m a d a n katında şefaat e d e c e k k i m d i r ? Onların işlediklerini v e işleyeceklerini b i l i r ; dilediğin431 İsrâ Sûresi, â y e t : 73. 432 Bk. el-Mâturîdî, Risâletun fî'i-Akâid, Tabsıratu'l-Ediile, s. 32 v d . 130 TeVîIâtu'l-Kur'ân, s. 20 v e türkçe V a r . 426 b; tere. A k â i d s. Kitâbu't-Tevhîd, Risalesi, s. 30; V a r . 128 v d . ; P r o f . D r . M . Hamîdullah, İslâm 208 v d ; en-Nesefî, Peygamberi, d e n başka, i l m i n d e n hiçbir şeyi k a v r a y a m a z l a r . Hükümranhğt v e y e r i kaplamıştır. Onların gözetilmesi, O ' n a ağır gelmez», gökleri B u âyette gegen şefaat ve genel a n l a m d a şefaat konusunda ihtilâfa düşülmüştür. Mâturîdî, b u n l a r d a n özellikle M u ' t e z i l e ' n i n b u k o n u d a k i görüşü üzerinde durm.akta ve d a h a sonra d a kendilerine gereken ceva bı v e r m e k t e d i r . Mu'tezile'ye göre şefaat, ancak günah işlem.emiş ve hayır s a h i b i v e y a günah işlemiş de, günahından tevbe etmiş ve pişman olup, k e n d i s i n i A l l a h y o l u n a adamış k i m s e l e r içindir. B u n a d e l i l o l a r a k da, Yüce Allah'ın «Arşı yüklenen v e çevresinde bulunanlar, RaUerini överek teşbih e d e r l e r ; O ' n a inanırlar. Mü'minler için : ' R a b b i m i z ! İlmin v e r a h m e t i n h e r şeyi içine almıştır. T e v b e e d i p , S e n i n y o l u n a uyanları bağışla; o n l a n c e h e n n e m i n azâbındmı k o r u ' d i y e bağışlama dilerler»"''^ anlamındaki k y e i m i gösteriyorlar. O n l a r a göre tevbe ve istiğfar, ancak dünyada i k e n olur. Âhiretteki şefaat da, ancak b u g i b i kimseler için mümkündür. Mu'tezile'ye göre büyük günah işleyen kimseler, tevbe et meden öldükleri t a k d i r d e , ebedî olarak cehennemde kalacaklardır. Z i r a A l l a h onların ebedî o l a r a k cehennemde kalacaklarını haber vermiştir. Eğer A l l a h , şefaatin b i r gereği olarak onları affeder ve cennetine so k a r s a , vaîdinden dönmüş olmasını ve b u k o n u i l e i l g i l i h a b e r i n i n de doğ r u olmamasını g e r e k t i r e c e k t i r . Böyle b i r şey ise, A l l a h hakkında muhaldir."^' Mâturîdî b u n a karşılık, aslında şefaatin günahkârlar için olması gerektiğini, günahı olmayan b i r k i m s e n i n esasen b u n a ihtiyacı b u l u n madığını söylemekte ve âyette de geçtiği g i b i , A l l a h , tevbe ve istiğfar edenleri affedeceğini bildirdiğine göre, niçin Peygamber'in 433 B a k a r a Süresi, â y e t : 255. 434 Mü'min 435 Çeşitli Sûresi, â y e t : 7. fırkaların ve özellikle Mu'teziie'nin için b k . Mâturidi, Te'vilâtu'i-Kur'ân, Akâidu'n-Nesefiyye, Cârullah, ilgili görüşleri V a r . 61 b, 847 a, 847 b. 861 a; en-Nesefî, e l - e l - M u ' t e z i l e , s. 15 v d . : / E b û M u h a m m e d H a l i i u ' i - C e r r , Târilıul-Felsefeti'i-Arabiyye, Osman el-Irâki, K t b . N o . 791; C. I, s. 137 Kharijitism a n d T h e Kharijites, M a c d o n a l d el-Bağdâdî, günahla s. 117-118; S a h i h u Müslim, C . I. s. 63-65; Zuhdî Firakı'l-lslâmiyye, V a r . 13 b , Süleymâniye basım; büyük e l - F a r k beyne'l-Fırak, s. 70 v d . ; Târîhu'l- H a n n a l-Fâhûrî, vd.; W . Presentation Hasan Volume, eş-Şehristânî, v e ' n - N i h a l , C . I, s. 139 v d . ; el-Hayyât, Kitâbu'l-întisâr, s. 164-168; Thomson, 1933, a y ı ı el-Milel A . Emin, FecruT-İslâm, s. 297; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u ve K e l â m î Görüş l e r i , s. 30-34. 131 üzerine onları affetmesi mümkün olmasın, demektedir/^^ O n a göre büyük günah işleyenler, müslüman olup, imândan çıkmış değillerdir. Allah'ın varlığına ve birliğine inandıklarına ve bütün imân esaslarını k a b u l ve tasdik e t t i k l e r i n e göre, elbette ahirette H z . Peygamber'in şefâatma nail olacaklardır. B u n u n a k s i n i i l e r i sürmek, gerçeği inkâr etmek ve A l l a h ' m lütuf ve ihsanından yüz çevirmektir. «Artık o n l a r a , şefaatçilerin şefaati f a y d a vermez»^^'^ anlamındaki âyet ise, kâfir ler için olup, bunun günahkâr olan mü'minlerle b i r i l g i s i yoktur.^'^ Mâturîdî'nin, H z . P e y g a m b e r ' i n şefaati hakkındaki görüşleri, ana h a t l a r i y l e işte bunlardır. A k i m ve mantığın k a b u l edebileceği esaslar d a , gerçekte b u n l a r d a n başka b i r şey değildir. 436 437 ei-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 61 b, 62 a. . Müddessir Sûresi, âyet: 48. Tezde geçen âyetlerin tersümesinde, Doç. Dr. Yaşar Kutluay ve Doç. D r . Hüseyin A t a y tarafından hasırlanıp, 1961 yılında birinci baskısı Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan ve ikinci baskısı da. Doç. D r . Hüseyin Atay, Doç. D r . Mehmet Hatiboğlu ve Osman Keskioğlu'ndan k u r u l u komisyon tarafından tekrar gözden geçirildikten sonra, yine aynı dâirece 1973 yılında A n k a r a ' d a yayınlanan «Kur'ân-ı Kerîm ve Türkçe Anlamı» İMeâU adlı eserden faydalanılmıştır. 438 Bk. el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 463 b, 847 a, 847 b, 861 a. 132 S O N U Ç Bütün b u incelemelerimizden de anlaşüıyor k i , Mâturîdî, İslâm akidesi ve Kelâmı üzerinde aklî düşünceyi t e m s i l eden büyük b i r imamdır. O'nun gerek hayatı, gerekse ailesi hakkında k e s i n b i r b i l g i y e sahip değiliz. B u n u n l a beraber bazı tarihçiler, onun nesebinin Ebû E y y û b Hâlid b. Z e y d el-Ansârî'ye k a d a r dayandığını zikreder. Mâturîdî'nin doğum t a r i h i hakkında d a k e s i n b i r b i l g i y o k t u r . H . 2 3 8 / M . 852 yıhnda doğduğu zannedilmektedir. B u n u n l a beraber biHnen b i r husus, onun, İslâm d i n i ve özellikle İslâm akîdesiyle i l g i l i görevlerini hakkıyle yerine getirmiş b i r insanın h u z u r ve rahatlığı içinde H . 3 3 3 / M . 944 yılında hayata gözlerini kapamış ve S e m e r k a n t ' t a defnedilmiş olmasıdır. Mâturîdî, kültürünü çağında yaşamış ve d i z i l e r i i t i b a r i y l e , İmâm-ı A ' z a m E b û Hanîfe'ye k a d a r v a r a n büyük b i l g i n l e r d e n almıştır. İslâm a k i d e s i üzerinde büyük tesirler i c r a etmiş ve günümüze k a d a r i n t i k a l eden büyük 'eserler vermiştir. B u n l a r arasında Kitâbu't-Tevhîd üe Te'vîlâtu'lKur'ân a d h eserleri, Müslümanlar arasında pek meşhurdur. Diğer eser l e r i , .maalesef d a h a s o n r a gelen araştırıcıların i h m a l l e r i yüzünden k a y bolmuştur. B u d a gösteriyor k i , Mâturîdîliğin k u r u c u s u o l a n b u büyük i m a m a gereken değer verilmemiş ve çağdaş meslekdaşı Ebû'l-Hasan e l Eş'arî'de olduğu ölçüde geniş b i r araştırma ve inceleme konusu yapıl mamıştır. E h - i Sünnet O k u l u n u n i k i büyük k u r u c u s u Mâturîdî ile Eş'arî a r a sında esasa üişkin o l m a y a n tâli meselelerde bazı ihtüaflar görülmekte d i r . B u ihtilafların kırk k a d a r olduğunu söyleyenler vardır. B u n l a n n bazılarım tezimizde zikretmiş bulunuyoruz. D o l a y i s i y l e , bazılarının i l e r i sürdüğü g i b i , Mâturîdîliğin Eş'arîlikten çok Mu'tezile'ye d a h a yakın b u lunduğunu söylemek doğru değildir, Mâturîdî, eserlerinde sapık fırkaların çeşitli k o n u l a r d a k i f i k i r l e r i n i de zikretmiş, bunları büyük b i r d i k k a t ' v e t i t i z l i k l e incelemiş ve özellik le KitâbuH-Tevhîd adlı ünlü eserinde sırası geldikçe b u n l a r a gereken cevapları vermiştir. 133 Mâtûrîdî'ye göre imân, d i l ile i k r a r , k a l b ile t a s d i k t i r . D i l i ile i k r a r ettiği halde, k a l b i ile t a s d i k etmeyen kimse mü'min değüdir. B i r engel olmadığı halde imânım gizleyen ve d i l i y l e i k r a r etmeyen kimseye de mü'min n a z a r i y l e baküamaz. Z i r a imânın şartlarından b i r i de, onım açıkiarımasidır. B i n a e n a l e y h , b i r engel v e y a meşru b i r mazeret b u l u n madığı halde, d i l ile ikrarın terkediîmesi, kalbî t a s d i k i n de bulunmadı ğına b i r d e l i l d i r . Mâturîdî b u h u s u s u aklî ve naklî delillerle de ispat ladıktan sonra, z i n a etmek ve adam öldürmek g i b i , büyük günah iş lemenin insanı imândan çıkarmayacağını, z i r a M u ' t e z i l e ' n i n i l e r i sür düğü g i b i , imân üe küfür a r a s m d a üçüncü b i r makamın bulunmadığını ve Allah'ın insanları sadece mü'min ve kâfir olmak üzere i k i kısma ayır dığını söylemektedir. O n a göre imân ile islâm, her nekadar dü yönünden ifade e t t i k l e r i mâna bakımından ayrı g i b i görünüyorlarsa da, a s i m d a dinî k o n u l a r d a taşıdıkları mâna ve önem i t i b a r i y l e b i r olup, aralarında b i r f a r k y o k t u r . B u n d a n s o n r a Mâturîdî, imânın mahlûk olduğunu, onun meçhul, b i l i n m e y e n b i r şey olm^asmın mümkün olmadığım ve gerçek imânın,' aklî ve naklî delillere d a y a n a n imân olduğunu söylemekte ve bunu delillerle ispat etmektedir. Mâturîdî Allah'ın varlığını, kâinatın ve tüm varlıkların hadis, başka b i r deyimle y o k l u k t a n sonra v a r oldukları gerçeğinden hareket etmek s u r e t i y l e ispatlamağa çahşmaktadır. B u n u n için o, her şeyden önce varlıklar âlemini meydana g e t i r e n c i s i m l e r i n hadis olduklarım ak lî ve naklî delillere d a y a n m a k suretiyle i s p a t l a m a k t a ve bunların k a dîm, öncesi bulımmayan b i r Yaratıcı tarafından yaratılmış olmalarının gerektiğini söylemektedir. Mâturîdî, başlangıcı ve sonu o l m a y a n , her şeyi y o k t a n v a r eden, eşi ve benzeri b u l u n m a y a n Allah'ın birliğini de, yine aynı m e t o d l a r l a i s p a t l a m a k t a ve b u konuda i l e r i sürülen çeşitli görüşleri v e d e l i l l e r i z i k r e t m e k t e d i r . D a h a s o n r a d a , Allah'ın gerek zatî, gerekse fiUî sıfatlarım, çeşitli fırkaların b u k o n u l a r d a k i görüşlerine yer vermek suretiyle incelemekte ve A l l a h ' a ne g i b i i s i m ve sıfatların ve r i l i p verilemiyeceğini z i k r e t m e k t e d i r . Mâtûrîdî'ye göre Allah'ın ahirette gözle görülmesi, Kur'ân-ı K e rîm ve naklî delillerde de görüldüğü g i b i v a c i p t i r . Şu k a d a r v a r k i , O' n u görme, k e y f i y e t s i z b i r şekilde olacaktır. Z i r a keyfiyet, ancak b i r suret ve şekle sahip kimselere has b i r özelliktir. Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın gözle görüleceğine d a i r birçok âyet vardır. Gerek Mâturîdiler, gerekse Eş'arîler, E h l - i Sünnetin tümü b u k o n u d a birleşmişler, f a k a t görmenin aklî delillerle ispat edilip, edilemiyeceği hususunda ihtilafa 134 düşmüşlerdir. Meselâ, Mâturîdî, Allah'ı âhirette görmenin akılla b i l i n e miyeceğini söylerken, Eş'arî bunun akılla ve aklî delillerle de ispat edi lebileceğini i l e r i sürmüştür. Mâturîdî'ye göre, emrettiği şeyleri y a p m a k , nehyettiği şeylerden kaçınmak için, A l l a h ' m peygamber göndermesi z o r u n l u d u r . Yüce A l l a h ' ın bütün f i i l l e r i b i r hikmete göre cereyan etmektedir. Allah'ın varlığım ve birliğini k a b u l eden b i r k i m s e n i n , O'nun i n s a n l a r a peygamberler gönderebileceğine de inanması gerekir. Mâturîdî, genel olarak peygam ber gönderilmesinin zorunluluğunu birtakım aklî ve naklî delillere d a y a n m a k suretiyle ispatladıktan sonra, özellikle H z . P e y g a m b e r ' i n r i sâleti üzerinde d u r m a k t a ve o n u diğer peygamberlerden ayıran h u s u siyetleri zikretmektedir. Mâturîdî H z . P e y g a m b e r ' i n risâletini üç y o l l a ispatlamaktadır. B u n l a r d a n b i r i n c i s i , P e y g a m b e r ' i n k e n d i şahsiyle i l g i l i , i k i n c i s i hissî ve üçüncüsü de aklî olan hususlardır. H z . P e y g a m b e r ' i n nübüvvetine delâlet eden e n büyük delil, v a h y a d a y a n a n Kur'ân-ı Kerîm'dir. B u Allah'ın ona bahşettiği en büyük b i r mucizedir. O, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. O n u n A l l a h ' m elçisi bulunduğuna, cinler d a h i l , aklı başında olan tüm yaratıkların imân etmesi zorunludur. Böyle b i r imân ise, ondan önce gelip geçmiş bütün peygamberlere ve o n l a r a i n d i r i l e n bütün mukaddes k i t a p l a r a ve kısaca h e r müslümanm i n a n m a k l a mükellef bulunduğu imân esaslarına inanmak ve İslâmiyetin tüm şartla rını k a b u l etmek d e m e k t i r . H z . P e y g a m b e r ' ! diğer peygamberlerden üstün kılan ve onlardan ayıran en önemli özellik de işte budur. K o n u y u sona e r d i r i r k e n kısaca şunu d i y e b i l i r i z : Mâturîdî, daha önce de söylediğimiz g i b i , akılla naklî bağdaştırmayı başaran, islâm akîdesi ve Kelâm'ı üzerinde E h l - i Sünnet'in aklî düşüncesini temsil eden büyük b i r müctehid, ünlü b i r imamdır. Tüm hayatını E h l - i Sünnet akîdesini savunmağa ve İmam-ı A ' z a m Ebû\ Hanîfe'nin koyduğu esas ları sistemleştirmeğe h a r c a y a n b u büyük imamın kurduğu el-Mâturî d i y y e o k u l u n u n i h t i v a ettiği inaıiçla i l g i l i esaslar, bugün islâm âlemini m e y d a n a getiren müslümanların çoğunluğunun d a inancı haline gelmiş t i r . Mâturîdî'nin büyüklüğüne delâlet eden sebeplerden b i r i de işte budur. 135 B İ B L İ Y O G R A F Y A 1 — Abdulcebbâr, el-Kâdî : Kitâbu'l-Muğnî fî Ebvâbrt-TevMd v e ' l ' A d I , D r . Ibrâlıîm Medkûr neşri, K a h i r e 1965. 2 — Alî, D r . Eyyûb : el-AMdetu'l-Mâturîdîyye, Kahire K t b . , y a z m a N o : 485/24954. 3 — Alî, D r . Eyyûb : A H i s t o r y o f Müslim P h i l o s o p h y , Üniversitesi Wiesbaden 1963. 4 — A t a y , Doç, D r . Hüseyin, : K u r ' a n ' a Göre îmân Esasları, 1961. 5 — A t a y , Doç. D r . Hüseyin : Kur'ân'da Ankara B i l g i T e o r i s i , A . Ü. İlahiyat Fakültesi D e r g i s i , C. X V I , A n k a r a 1968. 6 — el-Bağdâdî, E b û Mansûr Abdulkâhir b . Tâhir, : Kitâbu Usûli'd- Dîn, İstanbul 1346/1928. 7 — el-Bağdâdî, E b û Mansûr Abdulkâhir B . Tâhir : e l - F a r k b e y n e ' l P i r a k , M u h a m m e d Zâhidu'i-Kevserî neşri, K a h i r e 1367/1948. 8 — el-Bağdâdî, E b û Mansûr Abdulkûhir b, Tâhir : Kitâbu'lMiJel v e ' n N i h a l , D r . A l b e r t Nasrî Nâder neşri, B e y r u t ( t r z ) . 9 — el-Bağdâdî, A h m e d b . Alî el-Hatîb : Târîhu Bağdâd, K a h i r e 1913 ve 1931. 10 — el-Bağdâdî, Ismâîi Paşa : HediyyetnH-Ârifîn Esmâu'l-Muellifîn v e Âsâru'l-Musannifîn, İstanbul 1955. 11 — el-Bâkıllânî, el-Kâdî Ebû B e k r M u h a m m e d b. et-Tayyîb : Kitâ12 — 13 — 14 — 15 — 16 17 — bun-însâf. K a h i r e 1950. el-Bâkıllânî, el-Kâdî E b û B e k r Muhammed b. e t - T a y y i b : Kitâbu't-Temhîd, M c C a r t h y neşri, B e y r u t 1957. Bedevî, A b d u r r a h m a n : Târîhu'l-îlhâd fVl4slâm, K a h i r e 1945. el-Beyâdî, Kemâiuddîn A h m e t : İşârâtu'l-Merâm m i n İbâratVlİmâm, K a h i r e 1368/1949. el-Beyhakî, Ebû B e k r A h m e t b, el-Huseyn b. A l î : KitâbuH-ES' mâ' ve's-Sıfât, M u h a m m e d Zâhidu'i-Kevserî neşri, Mısır 1358. B r o c k e l m a n n , C. : G A L , I , S U P P L . I. el-Buhârî, E b û A b d i l l a h M u h a m m e d b. İsmail : el~Câmfus-sahîh (Bahîhu'l-Buhârî), İstanbul 1315. 137 18 _ B u h l , F . : Kur'ân, mad. îslâm A n s i k l o p e d i s i , C. V I , Cüz : 67,Is- 19 tanbıd 1955. Büchner, V . F . : Sâmânîle'^, mad. îslâm A n s i k l o p e d i s i , C. X , C ü z : 20 21 22 23 — _ — — 24 — 25 — 101, i s t a n b u l 1964 Cârullah, Zuhdî H a s a n : e l - M u ' t e z i l e , K a h i r e 1366/1947. el-Cevherî, Ebû N a s r Ismâîl b. Hammâd : es-Sihâh, Mısır 1956. el-Curcânî, es-Seyyîd eş-Şerîf : Şerhu'l-Mevâktf, i s t a n b u l 1286. el-Cuveynî, Imâmu'l-Harameyn A b d u l m e l i k b. A b d i l l a h : K i t a b u ' U ÎTşâd ilâ Kavâtıi'l'Edille fî UsûWU'tiMd, D r . Muhammed Yû suf Mûsâ ve Alî Abdulmun'îm Abdulhamîd neşri, Kahire 1369/1950. Çankı, M u s t a f a Namık : Büyük F e l s e f e Lügati; îstanbul 1954. Çubukçu, Doç. D r . İbrahim Agâh : Gazzâlî v e Şüphecilik, A n - ra 1964. Çubukçu, Doç. D r . İbrahim Agâh : M u ' t e z i l e v e Akıl M e s e l e s i , A . Ü. i l a h i y a t Fakültesi D e r g i s i , C. X I I , A n k a r a 1964. 27 — ed-Demîrî, eş-Şeyh Kemâiuddîn : Hayâtu'l-Hayavâni'l-Kuhrâ, 26 K a h i r e 1324/1906. 28 — Dwelshauvers, G. : P s i k o l o j i , M u s t a f a sekip Tunç çevirisi, î s tanbul 1938. 29 — Ebû A z b a : e r - R a v d a t u ' l - B e h i y y e fîmâ b e y n e ' l - E f a r i y y e v e % Mâturîdîyye, Haydarâbâd 1322. 30 — Ebû Dâvud : Sünen, Kesteliye baskısı, ( t r z . ) . 31 _ Ebû Hanîfe : e l - A l i m ven-Muteâllim, Zâhidu'i-Kevserî neşri, K a h i r e 1368. 32 — Ebû'l-Muntehâ : Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, İstanbul ( t r z ) . 33 _ Ebû Z a h r a , Muhammed : Târîhu'l'Mezâhibi'l-îslâmiyye, (trz). 34 — Ebû Z a h r a , Muhammed : el-Mezâhıbv/l-îslâmiyye, Kahire Kahire (trz). 35 36 37 38 39 40 — E f e n d i , Âsim : K a m u s Tercümesi, İstanbul 1304-1305. _ Emîn, A h m e d : Duhâ'l-îsUm, K a h i r e 1357/1938, 1368/1949. Emîn, A h m e d : Fecru'l-îslâm, K a h i r e 1370/1950. — Emîn, A h m e d : Zuhru'l-îslâm, K a h i r e 1365/1946. — E n c y c l o p a e d i a B r i t a n n i c a , 1953. — el-Eş'arî, Ebû'l-Hasan Alî b. Ismâîl : Kitâbu'Ubâne a n UsûWdDiyâne, K a h i r e (trz) ve Haydarâbâd 1367/1948. 41 — el-Eş'arî, E b u ' l - H a s a n Alî b. Ismâîl : Kitâbu'l-LumaffVr-Reddi alâ Ehli'z-Zeyğ sır 1955. 138 v e ' l - B i d a ' , M c . C a r t h y neşri, B e y r u t 1953, Mı el-Eş'arî, Ebû'l-Hasan Alî b. îmâîl : Makâlâtu' l-îslmniyyîn, Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd neşri, K a h i r e 1369/1950. el-Fâhûrî, Hannâ ve Halîlu'l-Cerr : Tânhu'l'Felsefetn-Arahiyye, B e y r u t 1957. Fuzûlî, M u h a m m e d b. Süleyman : M a t l a u ' U r U M d fî M a ' r i f e t V l M e b d e i vel-Maâd, P r o f . M u h a m m e d b. Tâvit et-Tancî neşri ve E s a d Coşan-Kemal Işık çevirisi, A n k a r a 1962. ei-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. Muhammed : îhyâu Ulûmi'd-Dîn, K a h i r e ( t r z ) . el-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. Muhammed : îlcâmuHA v a m a n Îlmil-Kelâm, i s t a n b u l 1287. Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. M u h a m m e d : F a y s a l u ' t - T e f r i k a , b e y n e EhlVl-îslâm v e ' z - Z a n d a k a , Mısır 1325/1907. el-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. Muhammed : el-îktisâd fî'h Vtikâd, D r . İbrahim Agâh Çubukçu ve D r . Hüseyin A t a y neşri, A n k a r a 1962. el-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. M u h a m m e d : îtikad'da O r t a Y o l (el-Iktisâd fî'l-I'tikâd), Önsöz ve n o t l a r l a çeviren : Dr. K e m a l Işık, A n k a r a 1971. el-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. Muhammed : el-KavâidulAşara, Mısır 1343. el-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. M u h a m m e d : ehMadnûnu'l-Kebîr, Mısır 1309. G i b b , H . A . R . a n d j . H . K r a m e r s : «al-Mâturîdî» mad., S h o r t e r Encyclopaedia of i s l a m , L e i d e n - Dondon 1961. Goldziher, Ignaz : el-Akîdetu ve'ş-Şerîatu fî'l-îslâm, Arapçaya çevirenler : D r . M u h a m m e d Yûsuf Mûsâ, D r . Alî H a s a n A b d u l kâdir, Abdulâzîz A b d u l h a k k , K a h i r e 1959. Goldziher, İgnaz : D e h r i y e , m a d . îslâm A n s i k l o p e d i s i , C. I I I , Cüz : 26, İstanbul 1963. Gurâbe, D r . Hamûde : el-Eş'arî (Ebû'l-Hasan), K a h i r e ( t r z ) . el-Gurâbî, Alî M u s t a f a : Târîhu'l-Fıraki'l-îslâmiyye, ve Neş'etu llmVl-Kelâmi înde'l-Muslimîn^ K a h i r e 1378/1959. Hacı Halîfe, M u s t a f a A b d u l l a h : Keşfu'z-Zunûn a n Esmâil-Kut u b i ve'l-Funûn, i s t a n b u l 1360/1941. H a i g , T . W . : Saffarîler, m a d . îslâm A n s i k l o p e d i s i , C. X , Cüz : 100, İstanbul 1964. el-Hajnevî, Yâkût : Mu'cemu'l-Udebâ', K a h i r e 1357/1938. el-Hammâdî, M u h a m m e d b. Mâlik : Keşfu Esrâri'l-Bâtmiyye ve Ahbâiin-Karâmita, K a h i r e 1357/1939. 139 61 — Hamîdullah, P r o f . D r . Muhammed : îslâm P e y g a m b e r i , Hayatı v e E s e r i , M . Saîd M u t l u çevirisi, İstanbul 1966. 62 — H a r t m a n n , R . : Cüzcân M a d . , îslâm A n s i k l o p e d i s i , C. III, Cüz : 23, İstanbul 1963. 63 — eİ-Hayyât, Ebû'l-Huseyn A b d u r r a h i m b. M u h a m m e d b. Osman : Kitâbul-İntisâr v e ' r - R e d d i alâ Îbni'r-Râvendi ehMulhîd, D r . N y b e r g neşri. K a h i r e 1344/1925. 64 _ Heffening, W . : Şafiî M a d . , İslâm A n s i k l o p e d i s i , C. X I , Cüz : 113, İstanbul 1968. 65 — el-Herevî, Ebû İsmâîl A b d i l l a h b. Muhammed b. Alî : Kitâbu Zemmi'l-Kelâmî v e E h l i h i , A . Ü. İlahiyat Fakültesi K t b . yazma No: 7614. 66 — el-Hudarî B e y , eş-Şeyh Muhammed : Muhâdarâtu TârîMl-Umemil-lslâmiyye, K a h i r e 1364/1945. g7 H u l e y f , D r . F e t h u l l a h : A S t u d y o n F a k h r a l - D i n al-Râzî a n d h i s C o n t r o v e r s i e s i n T r a n s o x i a n a , ^ B e y v o u t h 1966. 68 — Işık, D r . K e m a l : M u ' t e z i l e ' n i n Doğuşu V e Kelâmi Görüşleri, A n k a r a 1967. 69 — İbn Asâkir, Ebû'l-Kâsım Alî b. el-Huseyn : Tebyînu Mufterî fîmâ N u s i b e ilel-lmâm EbîhHasan el-Efarî, KezibilDıma§k . 1347. 70 — İbnu'l-Cevzî, Cemâluddîn Ebû'l-Ferec A b d u r r a h m a n : N a k d u l - İl¬ m i vel-Ulemâ' ev Telbîsu Îblîs, K a h i r e (trz). 71 _ İbnu'l-Cevzî, Cemâluddîn Ebû'l-Ferec A b d u r r a h m a n : Menâkıbul-lmâm A h m e d &. H a n b e l , K a h i r e 1349/1930. 72 — İbn Fâris, Ebû'l-Huseyn A h m e d b. Zekeriyyâ : M u ' c e m u Mekâyîs i l - Luğâ, Mısır 1366. 73 — İbnu Hacari'l-Askalânî, Ebû'l-Fadi A h m e d b. Alî b. Muhammed b. M u h a m m e d : Fethu'l-Bârî l i Şerhi Sahîhi'l-Buhârî, Mısır 1300 - 1 3 0 1 . 74 i b n H a l d u n , Ebû Z e y d A b d u r r a h m a n b. Ebî B e k r Muhammed : Şifâu's-Sâil l i Tehzîbil-Mesâil, Önsöz ve n o t l a r l a neşreden : P r o f . Muhammed b. Tâvit et-Tancî, İstanbul 1958. 75 _ İbn H a l d u n ; e l - M u k a d d i m e (Târîh), Mısır 1284 ( B u l a k Baskısı) ve K a h i r e 1327. 76 — İbn Hallikân, Ebû'l-Abbâs Şemsuddîn A h m e d b. Muhammed b. Ebî B e k r : Vefeyâtul-A'yân v e Enbâu Ebnâi'z-Zemân, Muham med Muhyiddîn Abdulhamîd neşri. K a h i r e 1310-1321, 1367/1948. 77 — İbn Hanbel, A h m e d b. Muhammed : Kitâbm-tlel v e Ma'rifeti'r- 140 R i c a l , D r . T a l a t Koçyiğit ve D r . îsmâil Cerrahoğlu neşri, A n k a r a 1963. 78 — İbnu K a y y i m i ' l - C e v z i y y e , Ebû A b d i l l a h M u h a m m e d b. Ebî B e k r : Iğâsetü'l-Lehfân m i n Masâyidi'ş-Şeytân, M u h a m m e d Hâmid e l Fakî neşri, K a h i r e 1938. 79 — İbn H a z m . Ebû M u h a m m e d Alî b. A h m e d : K i t a b u H - F a s l f V l - M i l e l Ebyârî ve Abdulhafîz Şiblî neşri. K a h i r e 1355/1936. 80 — îbn Hişâm. : es-Sîretu'n-Nebeviyye, M u s t a f a es-Sakâ, İbrahim elEbyârî ve Abdulhafîz Şiblî neşri, K a h i r e 1355/1936. Te'vîli 8 — İbn K u t e y b e , Ebû M u h a m m e d A b d u l l a h b. Müslim : Kitâbu MuhtelefVl-Hadîs f V r - R e d d alâ A'doM-Hadîs, K a h i r e 1344/1925. 82 — 83 — İbn Kutlubuğa, Ebû'l-Adi Zeynuddîn Kasım : fî Tabakâtin-Hanefiyye, Bağdâd 1962. İbn Manzûr, Ebû'l-Fadi Cemâluddîn M u h a m m e d : Tâcu't-Terâcim Lisânul-Arab, B e y r u t 1955. 84 — 85 — İbnu'l-Murtadâ, A h m e d b. Y a h y a : Kitâbu TabakâtVl-Mu'tezile, S u s a n n a D i w a l d - W i l z e r neşri, B e y r u t 1380/1961. İbnu'l-Murtadâ, A h m e d b. Y a h y a : Kitâbu'l-Munye Şerhi Kitâbi'l-Milel v e ' n - N i h a l , T . A r n o l d neşri, 1316/1902. v e ' l - E m e l fî Haydarâbâd 86 — Ibnu'n-Nedîm, M u h a m m e d b. İshâk : e l - F i h r i s t , K a h i r e 1348. 87 — İbn Nubâte, el-Mısrî : Serhu'l-Uyûn Şerhu Risâleti îbn Zeydûn, K a h i r e 1278/1861. 88 — 89 — 90 — 91 — İbn S a ' d : et-Tabakâtu'l-Kubrâ, K a h i r e 1358. İbn T e y m i y y e , Takıyjmddîn A h m e d b. Abdilhalîm : Kitâbu'lîmân, K a h i r e 1325. İbn T e y m i y y e , Takıyyuddîn A h m e d b. Abdilhalîm : Mecmûaf^^Resâil ve'l-Mesâil, K R h i r e 1341/1922. el-lrâkî el-Hanefî, Ebû M u h a m m e d O s m a n b. A b d i l l a h b. e l H a s a n : Kitâbu m a N o : 791. 92 — 93 — 94 — Târîhi'l-Firaki'l-lslâmiyye, Süleymâniye K t b . y a z el-isfahânî, E b û l - K â s ı m e l - H u s e y n el-FadI er-Râğıb : e l - M u f ^ redât fî Garîbi'l-Kur'ân, Mısır 1324. el-isferâyinî, Ebû'l-Muzaffer: : et-Tabsîr fî'd-Dîn, M u h a m m e d Zâhidu'i-Kevserî neşri. K a h i r e 1359/1940. İzmirli, İsmail Hakkı : Y e n i îlm-i Kelâm, İstanbul 1339 - 1 3 4 1 , 1340 - 1 3 4 3 . 95 — el-Kârî, Alî : Şerhu'l-FıkMl-Ekber, K a h i r e 1323. 96 — Kasım, D r . Mahmûd : îbn Ruşd v e Felsefetuhu'd-Dîniyye, h i r e 1964. Ka 97 — Kasım, D r . Mahmûd : Menâhicun'Edille fî AhâidVl-MülG Wbni Ruşdy K a h i r e 1964. 98 — el-Kefevî, Mahmûd b. Süleyman : Tabakâtü Ketâibi A'lâmil-Ah' yâr m i n Fukahâi Mezhebi'n-NumâniH-Muhtâr, Dâru'l-Kutubi'lMısriyye, y a z m a N o : 84; Süleymaniye K t b . Cârullah B l m . N o : 99 _ 100 — 101 _ 102 — 103 — 104 — 1580; A y a s o f y a N o : 3401. Kur'ân«ı Kerîm v e Türkçe Anlamı ( M e a l ) , A n k a r a 1961, 1973 el-Kureşî, Muhammed b. Ebî'l-Vefâ' : ehCevâJıirun-Mudîe fî T a bakâtVl-Hanefiyye, Haydarâbâd (trz). K u t l u a y , Doç. D r . Yaşar : T a r i h t e v e Günümüzde İslâm M e z h e p leri, A n k a r a 1968. K u t u b , es S e y y i d : Fî ZılâWl-Kur'ân, Mısır ( t r z ) . el-Laknavî, Muhamımed A b d u l h a y y : el-Fevâidun-Behiyye fî TerâcimVl-Hanefiyye, K a h i r e 1324. M a c d o n a l d , D . B . : A l l a h , M a d , İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . I , İstan bul 1941/1950. 105 — M a c d o n a l d , D . B . : İmân, M a d . İslâm A n s i k l o p e d i s i , C. V / 2 , Cüz: 106 50, İstanbul 1951. M a c d o n a l d , D . B . : Mâturîdî, M a d . İslâm A n s i k l o p e d i s i , C. Y I I , Cüz : 74, İstanbul 1956. 107 — el-Makdisî, Şemsuddîn : Ahsenu't-Tekâsîm fî Ma'rifetin^Ekân z i y y e , K a h i r e 1324/1326. 108 — el-Makrîzî, A h m e d b. A l i b. Abdilkâdir : Kitâbu'l-Hıtat ehMakn z i y y e , K a h i r e 1324/1326. 109 — eî-Mâturîdî, Ebû Mansûr M u h a m m e d b. M u h a m m e d b. Mahmûd : Kitâbu't-Tevhîd, C a m b r i d g e Üniversitesi K t b . A d d . 3651 N o . ; Kitâbu't-Tevhîd, D r . F e t h u l l a h H u l e y f neşri, B e y r u t 1970. 110 — el-Mâturîdî : Te'vîlâtu'l-Kur'ân, Üsküdar Hacı S e l i m A ğ a K t b . y a z m a N o : 40.; Te'vîlâtu 111 _ E h l i ' s - S u n n e , D r . İbrâhîm A v a z a y n ve es-Seyyid A v a z a y n iıeşri, C. I, K a h i r e 1391/1971. el-Mâturîdî : Akâid R i s a l e s i , P r o f . Y u s u f Z i y a Yörükan çevirisi, İstanbul 1953. 112 — el-Mes'ûdî, Ebû'l-Hasan Alî b. el-Huseyn b. Alî : ve Meâdini'l-Cevher, M^rûcu'z-Zeheb M u h a m m e d Muhyiddîn Abdulhamîd K a h i r e 1367/1948, 113 — el-Mufîd, M u h a m m e d b. en-Nu'mân : Evâilu'l-Makâlât h i b i ve'l-Muhtârât, fi'l-Mezâ- eş-Şeyh F a d l u U a h ez-Zenzânî'nin notlarıyle, T e b r i z 1371. 114 — M u h a m m e d A b d u h : Risâletu't-TevMd, 142 neşri. K a h i r e 1351. 115 — Nâder, D r . A l b e r t Nasrî : F e l s e f e t u n - M u ' t e z i l e , İskenderiye 1950. 116 — en-Nesefî, Ebû'l-Muîn Meymûn b; M u h a m m e d b. M u h a m m e d e l Mekhûlî : T a b s i r a t u n - E d i l l e fVl-Kelâm, Süleymâniye K t b . Fâtih Blm. y a z m a N o : 2907, Lâleli B l m . N o : 2162, Kılıç A l i Paşa N o : 506 M . , ,Serez B l m . N o : 1395; Nûr-u O s m a n i y e K t b N o * 2097. 117 — en-Nesefî, 1319/1901. el-îmâm Ömer : Kahire el-AMidu'n-Nesefiyye, 118 — Neşet Çağatay-îbrahim A g â h Çubukçu : İslâm M e z h e p l e r i h i , A n k a r a 1965. 119 — en-Nîsâbûrî, Ebû'l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc : Târi el-Câmiu's- Sahîh ( S a h i h u Müslim), İstanbul 1331-1333 ve K a h i r e 1375/1955. 120 — el-Pezdevî, Alî b. M u h a m m e d : Usûl, Keşfun-Esrâr kenarında, İstanbul 13Q8-1310/1890-1892. 121 — er-Râzî, Fahruddîn M u h a m m e d b. Ömer : Dîn, Haydarâbâd 1353. 122 — er-Râzî, Fahruddîn : 1356/1938. VUhâdâtu 123 — er-Râzî, Fahruddîn : Esâsu't-Takdîs el-Eröaln fî Usûli'd- Firakrl-Muslimîn, fVl-Kelâm, Kahire Mısır 1328. 124 — er-Râ^î, Fahruddîn : M u h a s s a l u EfkârVl-Mutekaddimîn Muteahhirîn m i n e ' l - U l e m a ' ve'l-Hukemâ' ve'l-Mutekellimîn, h i r e 1323. 125 — er-Râzî, Fahruddîn : Mefâtihu'l-Ğayb, ve'lKa İstanbul 1307. 126 — Reşîd Rızâ, M u h a m m e d : Tefsiru'l-Kur'âni'l-Hakîm Menâr), Mısır 1954. (Tefsiru'l- 127 — es-Sâbûnî, Nureddîn A h m e d b. Mahmûd : Kitâbu'l-Bidâye m i ne^Kifâye fVhHidâye fî Usûli'd-Dîn, D r . F e t h u l l a h H u l e y f neşri, Mısır 1969. 128 — es-Sem'ânî, Ebû Saîd Abdulkerîm b. M u h a m m e d : sâb, L e i d e n - L o n d o n 1912. 129 — S t r o t h m a n n , R . : S e n e v i y y e , Cüz : 106, İstanbul 1965. Mad, Kitâbu'l-En- İslâm A n s i k l o p e d i s i , 130 — es-Subkî, Ebû N a s r Abdulvahhâb b. Takıyyuddîn : Şâfiiyye el-Kubrâ, Mısır 1324. C. X , Tabakâtu'ş- 131 — Svveetman, J . W i n d r o w : İslam a n d C h r i s t i a n T h e o l o g y , L o n d o n 1947. 132 — eş-Şehristânî, Ebû'l-Feth M u h a m m e d b u n - M i M ve'n-Nihal, 1381/1961. b. Abdulkerîm M u h a m m e d S e y y i d Geylânî neşri : KitâKahire 143 133 — eş-Şehristânî: Nihâyetu'l-İkdâm fî Îlmin-Kelâm, Alfred Guillau- me neşri, L o n d o n 1934. 134 135 _ 136 _ şerefeddin, M . : Kelâm _ S a v a t l a n , Darülfünun llâlııyat Fakül tesi Mecmuası, Sayı : 24, İstanbul 1932. _ Şerefeddin, M . : K a d e r i y y e y a h u t M u ' t e z i l e , Darülfünun i l a h i y a t Fakültesi Mecmuası, Sayı : 15, İstanbul 1930. Şeyh Zâde A b d u r r a h i m b. Alî : Kitâhu NazmiH-Ferâid v e C e m 11- 138 _ Fevâid, K a h i r e et-Taberî, Ebû Te'vili'l-Kur'ân, et-Taberî, Ebû 139 - Mulûk, K a h i r e 1357/1939. et-Tabressî, Ebû Alî el-FadI b. e l - H a s a n : 140 - Tefsiri'l-Kur'ân, T a h r a n 1373. et-Taftâzânî, Sa'duddîn Mes'ûd b. Ömer : §erhu'l-Alcmd 137 _ 1317. . ,T C a f e r M u h a m m e d b. Cerîr : Camıun-Beyan a n Mısır 1374; 7 n c i C. s o n r a 1321 baskısı. C a f e r M u h a m m e d b. Cerîr : Târihu'l-TJmem v e l^ Mecmau l-Beyan f i y y e , İstanbul 1308. 141 . en-NeseT- et-Taftâzânî, Sa'duddîn' Mes'ûd b. Ömer : Şerhu'l-Makasıd, t a n b u l 1277, 1304. fı j t is ^ 142 _ et-Tancî P r o f M u h a m m e d b. TâvU : Ehû M a n s u r el-MaPirıdı, A Ü İlahiyat Fakültesi D e r g i s i , C . I V , Sayı : 1-2, A n k a r a 1955. 143 _ Taşköprü Zâde : Miftahu's-Saâde v e Mishâhu's-Siyâde, HaydaT'abad 1329 144 _ et-Temîmî, Takıyyuddîn, b,. Abdulkâdir : et-Tabakâtu's-Seniyye fî Terâcimi'l-Hanefiyye, Süleymaniye K t b . , A y a s o f y a B l m . y a z m a N o . 3295; Dâru'l-Kutubi'l-Mısrıyye, Târîh Halîm N o . 55. 145 _ Teymûr, A h m e d : Nazratım Tânhiyye f i HudûsVl-Mezâhıh e l E r b a a , K a h i r e 1344. 146 — T h o m s o n , W i l l i a m : K h a r i j i t i s m a n d T h e K h a r i j i t e s , M a c d o n a l d presentation V o l u m e , 1933. ayrı basım. 147 _ T r i t t o n A . S . : A n E a r l y V / o r k f r o m t h e S c h o o l o f al-Matundı, J o u r n a l ' o f the R o y a l A s i a t i c Society of G r e a t B r i t a i n a n d I r e l a n d , Parts t 3 148 _ 149 _ 150 _ 151 _ 4. T r i t t o n , Â. S. - M . A . - D . L i t t : Müslim T h e o l o g y , L o n d o n 1947. ülken, O r d . P r o f . H i l m i Z i y a : F e l s e f e y e Giriş, A n k a r a 1958, 1963. ••• . , rr. •• Ülken, O r d . P r o f . H i l m i Z i y a : îslâm M e d e n i y e t i n d e Tercüme l e r v e T e s i r l e r , İstanbul 1948. Watt, Montgomery : F r e e W i l l a n d P r e d e s t i n a t i o n i n E a r l y i s l a m , L o n d o n 1948. 144 W e i r , T. H . : M u h a m m a d a n i s m , E t h i c s , N e w - Y o r k 1951. E n c y c l o p a e d i a of R e l i g i o n and Wensinck. A . J . : T h e M t c s l i m C r e e d , C a m b r i d g e 1932. Y a l t k a y a , M . Serefeddin : Türk KeUmcılan, Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuası, Sayı : 23, İstanbul 1932. Yazır, H a m d i : H a k D i n i Kur'ân D i U , ( Y e n i M e a l l i Türkçe T e f s i r ) , İstanbul 1935. Yöiükan, P r o f . Y u s u f Z i y a : K i t a b - u TefsırVl-Esmâ' ve's-Sıfât Hakkında, İlahiyat Fakültesi D e r g i s i , Sayı : 1, İstanbul 1952. ez-Zamahşerî, Mahmûd b. Ömer : el-Keşşâf a n Hakâik Gavâmid e t ' T e n z U , K a h i r e 1953. ez-Zamah§erî, Mahmûd b. Ömer : Esâm'l-Belâğa, Mısır 1882. ez-Zebîdî, M u h a m m e d b. M u h a m m e d el-Huseynî : İthâfu'USâde eI'Muttakîn b i Şerhi E s r a r îhyâi Ulûmi'd-Dîn, K a h i r e t r z . ez-Zebîdî, Zeynuddîn A h m e d b. A h m e d b. AbduUatîf : S^hîh-i Buhârî Muhtasarı^ Tecrîd-i S a r i h T e r c e m e s i , Ahm.ed N a i m - P r o f . Kâmil M i r a s çevirisi, A n k a r a 1960-1972 . ez-Zehebî, el-Hâfız 1337/1918. gemsuddîn : Du.velu'lJslâm, Haydarâbâd