maturidi`nin kelam sisteminde iman allah ve peygamberlik anlayışı

Transkript

maturidi`nin kelam sisteminde iman allah ve peygamberlik anlayışı
MATURİDİ'NİN
KEUM SİSTEMİNDE
İ M Â N ALLAH VE PEYGAMBERLİK
ANLAYIŞI
(Doçentlik
Tezi)
Doç. Dr, Kemal İŞIK
Fütüvvet Yayınlan
Ankara 1980
(Doçentlik
Tezi)
Doç. Df, Kemal İŞİK
Fütüvvet Yayınları
Ankara 1980
r
B u eser, Prof. M . Tâvit et-Tancî, Prof. D r . İbrahim A . Ç u ­
bukçu, Prof. D r . N i h a t K e k h k , prof. D r . M u b a h a t Küyel ve
Prof. D r . G a v i t S u n a r ' d a n k u r u l u b i l i m jürisi t a r a f m d a n 1974
E k i m a y m d a i t t i f a k l a Doçentlik T e z i olarak k a b u l edilmiştir.
İ Ç İ N D E K İ L E R
:
ÖNSÖZ ....
Sayfa;
...
5
... ...
V
BİRİNCİ BÖLÜM
, MÂTURÎDÎ
I — Mâturîdî'nin Adı ve -Nesebi
n
— Çağı, Kültürü ve E s e r l e r i ... ... ... ...
... ... ...
...
â — Çağı ... ... . . . . . . ... . . . . . .
•••
• b — K ü l t ü r ü ... ...
•
•••••• ••••••
c — Eserleri
, ... ... •
•••
I I I —- Mâturîdî ve Eş'arı M e z h e p l e r i n i n özellikleri
I V ~ Mâturîdî ve Sapık Fırkalar
İKİNCİ BÖLÜM
' •
İMÂN
H
11
13
1^
21
32
I — İmânla i l g i l i G e n e l Hükümler ...
•.
... ... ...
. a
imânın T a r i f i ve Dereceleri ...
b
İmân i l e islâm ve i h s a n Arasındaki Derece Farkları
37
37
39
c — Küfür, Şekk ve Şüphe .... ... ... ... ...
•
I I — Mâturîdî'nin î m â n Anlayışı
a — İmânın Mâhiyeti
İ3 _ Büyük Günah v e i m â n ... . . . . . . ... ... ... ...
....
c — - i m â n d a i s t i s n a ...
... ... ...
...
...
d — B i l g i ve îm.ân Münasebeti
... ... ... ... ... ...
e — İmânın A m e l i l e İlgisi ye i n s a n B e d e n i n d e k i Y e r i
f — i m â n ve islâm . . . . . .
... ... ...
....
g — imânın Yaratılmış O l u p Olmaması Meselesi ... ...
h — M u k a l l i d i n imânı
...
...
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ALLAH
^1
41
41
.46
47
48
53
55
59
60
I _ „ Allah'ın Varlığı . . . . . . ... .;.
l î — Allah'ın Birliği . . . . . . ...
m — A l l a h ' m Diğer Sıfatları
a — Zatî Sıfatlar . . . . . . . ... ... ...
b — Fiilî Sıfatlar
... ... ...
I V — A l l a h ' m i s i m l e r i . . . . . . ... ... ...
a — Allah'a Cisim A d m m Verilip
selesi ...
...
...
•
...
... ...
... ... ... - v ...
..^ . . . ...
... .•
•
Verilemiyeceği
67
74
81
; 81
83
85
Me­
... ...
b — A l l a h ' a «Şey» D e n m e s i
... ...
c — A l l a h ' a i s i m ve Sıfat V e r i l i p Verilemiyeceği Meselesi
85
8.7
88
3
V — Allah'ın F i i l l e r i
... .;. ...
V I — insanın F i i l l e r i
...
a — îrâde Hürriyeti ve istitâa ( G ü ç )
b — K a z a ve K a d e r ... ... ... ... ... ... ... ...
V I I Î — Allah'ın Görülüp Görülmemesi
/.
......
...
...
... ...
...
...
89
90
90
96
98
D Ö R D Ü N C Ü BÖLÜM
PEYGAMBERLİK
I - ^ P E Y G A M B E R L İ K L E Î L G î L Î G E N E L H Ü K Ü M L E R ... ...
103
a — P e y g a m b e r e O l a n ihtiyaç ... ... . . . . . . . . . .
...
103
b — A k l a G ö r e P e y g a m b e r l i k ... ... ... ... ... ... ...
- 105
1 — Dünya ve D i n l e i l g i l i S o r u n l a r .... . . . . . .
107
2 i — İnsanlarla i l g i l i Sorumlar
107
3 — insanın Yapısı
...
108
c — P e y g a m b e r Gönderilmesini
Z o r u n l u Kılan
Diğer
Nedenler
...
. . . . . . ...
108
I I — P E Y G A M B E R L İ K L E İLGİLİ Ö Z E L H Ü K Ü M L E R ... ...
a — P e y g a m b e r l e r i n İnsanlardan Gönderilmesi ...
b — Peygamberlerin K e n d i Milletlerinin Diliyle Gönde­
rilmesi:
...
,
e — P e y g a m b e r l e r i n B i r b i r l e r i n d e n üstünlüğü . . . . . . ...
d — P e y g a m b e r l e r e i t a a t " Zorunluluğu ...
....
e — ÎPeygamber Gönderilmedikçe
maması
;
insanın
110
110
114
116
117
Cezalandırıl­
.... ...
...
117
I I I H z . P E Y G A M B E R ' Î N . NÜBÜVVETİ . . . . . . . ... ...
119
a — H z . P e y g a m b e r i n Nübüvvetini îsbatlayan D e l i l l e r ... ':119
1 — H z . P e y g a m b e r ' i n Şahsı ...
...
120
2 — Hissî D e l i l l e r ... ... ... ...
;
..V 121
3 ~ Aklî D e l i l l e r ... ...
... . . . . . .
122
b ~ Vahiy
... ...
... ...
122
c •— Ktır'ân . . . . . . ...
...
... ...
124
d — H z . P e y g a m b e r l e i l g i l i Diğer Bazı özellikler
126
= 1 — Risâletinin Genelliği ...
126
2 — Risâletin Tebliği ...
..............
127
3 — H z . Peygamber'in ismeti
. . . . . . ...
128
4 — H z . P e y g a m b e r ' i n Şefaati
,
130
SONUÇ . . . . . . . . .
... ... ...
133
B İ B L İ Y O G R A F Y A . . . . . . ... ... ...
, ...
137
4
ONS
Ö 2
Ebû Mansûr el-Mâturîdî, İslâm akidesi ve Kelâmı üzerinde Eh.l-i
Sümıet*in aklî düşüncesini t e m s i l eden ünlü b i r imaırLdır, Ayrıca islâm
âleminin'Doğu bölgelerinin'daiıa çok O r t a A s y a sahasına hâkim b u l u ­
nan ve el-Mâturîdiyye adıyla bilinen büyük b i r teolojik mektebin k u ­
r u c u s u olarak da, Müslümanlar arasında büyük b i r m e v k i ve şöhrete
sahiptir.
Mâturîdî, İslâm d i n i , özellikle İslâm akidesi üzerinde bugüne k a d a r
k u v v e t i n i kaybetmeyen d e r i n izler, engin tesirler bırakmayı
başaran
büyük b i r otoritedir. B u alanda t e l i f ettiği eserler, günümüze k a d a r
i n t i k a l etmiştir.
B u . cümleden olarak, meselâ, Kitâbu't-Tevhîd
ve
Te'viîâtu^Ku'T'ân
adlı eserleri, Müsliimanlar arasında çok meşhurdur.
Kısaca Mâturîdî, islâm tefekkürü, îslâm akidesi ve Kelâmıma y e n i . b i r
yön veren, yeni, b i r u f u k açan büyük b i r i m a m , ünlü b i r bügindir.
B u n a rağmen Mâturîdî, kendisinden s o n r a gelenler tarafından bü­
yük b i r i h m a l e uğramış ve îslâm âleminin o r t a bölgelerine hâkim b u ­
l u n a n ve e l - E ^ a r i y y e adiyle b i l i n e n teolojik o k u l u n k u r u c u s u ve çağ­
daş meslekdaşı Ebû'l-Hasan el-Eş'arî
( ö l m . H . 3 2 4 / M . 935 v e y a H .
3 3 0 / M . 941) k a d a r geniş b i r araştırma ve inceleme k o n u s u olmamıştır.
îşte bundan dolayı b i z , «MâturMÂ^ryin. Kelâm S i s t e m i n d e , îmân, A l ­
l a h v e P e y g a m b e r l i k Ankcyişij. konusunu doçentlik tezi olarak seçer­
ken, her şeyden önce b u gerçekleri gözönünde tutmayı v e k o n u y u bıma
göre işlemeyi amaç edindik. îmâm-ı A'zâm Ebû Hanîfe ( ö l m . H . 1 5 0 / M .
7 6 7 ) ' n i n gerek. K a d e r i y y e , gerekse Cebriyye'ye karşı i l e r i sürdüğü esas­
ları sistemleştiren b u büyük imamın kelâmî k o n u l a r l a ilg-ili göırüşlerini, elimizden geldiği k a d a r , d a h a çok k e n d i eserlerine d a y a n m a k s u ­
retiyle açıklamağa ve bunları, b e l i r l i b i r ölçüde de olsa, ^ n ışığına
çıkarmağa çalıştık.
. ,
V e işte b u amaç ve u m u t l a k o n u y u işlemiş bulunuyorum. Y o r u c u
olan b u çalışmamızla i l m e ve k o n u ile ilgilenenlere, b i r a x olsun Hiz­
mette bulunduğumuza inanıyorjve bundan -do^lâyr d a k^
mutlu
sayıyoruz.
'
Dr.
K e m a l IŞIK
5
B İ R İ N C İ
B ÖL
Ü M
M Â T U R Î D Î
I — Mâturîdî'nin Adı ve Nesebi
Mâturîdî, îslâm kültürü ve özellikle islâm akîdesi ve Kelâm'ı üze­
rinde daha çok aklî düşünceyi t e m s i l eden ve Mâturîdîyye
adını alan
büyük b i r teolojik mektebin k u r u c u s u d u r / E h l - i Sünnet o k u l u n u n i k i
ünlü liderinden b i r i olan b u büyük imamın t a m adı, Ebû Mansûr Mu"
h a m m e d b _ . M u h a m m e d b.Mahmûd el-MâturMî'dir. Mâverâünnehr'de Sem e r k a n d ' m b i r köyü v e y a mahallesi olan Mâturîd veya Mâturit'te doğ­
muş olduğundan, b u r a y a nisbetle
kendisine
^eJ-Mâturîdu denmiştir.^
B a z a n adına Semerkand d a eklenmek suretiyle, kendisine «Ebû M a n ­
sûr el-Mâturîdî es-Semerhandî»
de denmektedir. B u n d a n başka k e n d i s i ­
ne a y n c a , «Alainu^l-Hudâ»^ oiÎ7nâmu%Hudâ^ y e <>^tmâmu'l-MütekeUimîn»
g i b i bazı lâkablar v e r i l m e k t e d i r k i , b u n l a r = d a k e n d i s i n i n gerek ilim.,
gerekse İslâm inancını, özellikle E h l - i Sünnet akîdesini savunmada gös¬
terdiği üstün çabalar ve büjâik başarılar yönünden arkadaşları ve ça­
ğında yaşamış, b i l g i n l e r arasındaki müstesna y e r i n i ve değerini gös­
teren belgelerdir.^
1
Bk. D. B. Macdonald,
«Mâturîdî»
M a d , İslâm
C . VII, s. 404,
Ansiklopedisi,
İstanbul 1956; Sa'deddîn et-Teftezânî, ;Şerhu'l- M a k â s ı d , C . lî, s., 199, i s t a n b u l
• 1277;
Prof. M u h a m m e d
h . Tâvit et-Tancî, A b û M a n s û r al-Mâturîdî, jlâhiyat
Fakültesi D e r g i s i , C . ÎV, S. I - I I , s. 1, A n k a r a 1955; Prof. Y u s u f Z i y a Y ö r ü k a n ,
Kitâb-u
Tefsîri't-Esmâ
ve's"Sıfat
Hakkında,
İlahiyat
Fakültesi
Dergisi,
I, s. 104, İstanbul 1952.
2
B k . ' es-Sem'ânî,
4âbu*t-Tevhîd,
re f e d d i n
Sayı
.
Kitâbu'I-Ensâb,
498, L e i d e n - L o n d o n
s.
D r . Fethullah Huleyf
1912j
Mâturidî,
s. 1, B e y r u t 1970;,
Mukaddimesi,
«Yaltkaya»", ^Türk K e l â m c ı l a n , D a r ü l f ü n u n
Ki-
M./Şe­
İlahiyat Fakültesi
Mec­
muası; "Sayı 23:, Ş.3, İstanbul 1932; G i b b , H . A . R . v e K r a m e r s , J_,H^e|-Mâturîdi
Mad.,
3
Shorter
Encyclopaedia
B k . ez;-Zebîdî, İ t h a f u V S â d e
II, s. 5, K a h i r e t a r i h s i z ;
hiyye
of I s i a m . s, 362, L e i d e n - L o n d o n
eî-Muttakîn b l Şerh
ei-Laknavî, M u h a m m e d
fî Terâcîmi'i-Hanefiyye,, s.
195, K a h i r e
Esrar
1961.
îhyâ'Uîûmi'd-Dîn,
Abdulhayy,
1324.
C.
el-Fevâidu'rBe«
7
I
Mâturîdî'nin gerek hayatı, gerekse ailesi hakkında kesin olarak hiç­
b i r şey bilinmemekle beraber, bazı tarihçiler, nesebinin, H z . P e y g a m ­
ber Medine'ye hicret ettiği zaman i l k olarak evine inip misafir, kaldığı
Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd b. K u l e y b el-Ensârî'ye dayandığım"^ ve bunun
için de adımn sonuna ^eî-Ensârîı^ lâkabmm eklenmiş olduğımu z i k r e t ­
mektedirler.^
•
'
B u r a d a hemen kaydedelim k i , B r i t i s h M u s e u m ' d z , O r . 12781 n u m a ­
r a d a kayıtlı ve Ebûl-Kasım İshak b.Muhammed el-Mâtûrîdî (Ölm. H'.
3 4 2 / M . 9 5 3 ) ' y e a,it <^Kit|b-u N a k d i l - M u b t a d i a mine's-Şeyâdil-A'zâm alâ
Tarîkatil-lmami'l-A'zâm Ebî Hanîfe» a d h y a z m a b i r eserin varlığından
bahsedilmekte ye Prof.. A . S. T r i t t o n t a r a f m d a n b u eserin yazarının,
büyült b i r ihtimalle, Mâturîdî okulunu kııran meşhur îmâm Ebû M a n ­
sûr el-Mâturîdî'nin ö z kardeşi olabileceği i l e r i sürülmektedir. Aynı z a ­
manda bu şahsın, fıkıh ve kelâm konularında imâm Mâturîdî'den ders
almış ve onun talebeliğini yapmış olduğu d a zikredilmektedir.e P r o f .
T r i t t o n ' u n i l e r i sürdüğü bu görüşün doğruluğu hususunda ihtilâfa dü­
şülmüştür. Meselâ, ffi^a!m't-Tet;M(^'in naşiri, bazı k a y n a k l a r a dayana­
rak, onun, Mûturîdî'nin talebesi olabileceğini k a b u l etmekle beraber,
kardeşi olabileceğini, aralarındaki i s i m farklılığını delil gc^termek sure­
tiyle, reddetmiş ve b u şahsın «el-Hakîm es-Semerkandî» lâkâbıyle anı­
lan ..el-Kâdî Ebû'i Kâsım-îshâk b. Muhammed b. i s m a i l (Ölm. O. 3 4 0 / M .
951)'den bankası olmadığını i l e r i sürmüştür.^
4
B k . es-Sem'ânî, Kitâbu*l-Ensâb, s. 498; ez-Zebîdî. Îîhâfu's-Sâde, C . II, s. 5; M â ­
turîdî.
Kitâbu't-Tevhîd,
V a r . 1 Hamiş.
Cambridge
U n i . Ktb., yazma,
No:
A d d . 3651; aynı eserin D r . F e t h u l l a h H u l e y f t a r a f m d a n neşri, M u k a d d i m e , s. 2. 5^ B k . el-Beyâdî, :Kemâleddin
23. K a h i r e 1368/1049.
6
Ahmed,
'
Isârâtul-Merâm
m i n İbârâtil-îmâm,
B k . A . S, T r i t t o n , - A n E a r l y "VVerk f r o m the Şchool of al-Mâturîdî. j o u m a l of
the R o y a l A s i a t i c Society of G r e a t B ^ i t a i n a n d Ireland, s. 96-99. Parts,
el-M:turidi,
7
s.
^
Kitâbu't-Tevhîd, D r . F e t h u l l a h H u l e y f
Mukaddimesi,
3,4;
s. 2.
B k - Kitâbu't-Tevhîd, naşirin önsözü, s. 2- D r . F e t h u l l a h H u l e y f ' i n , sözü geçen
düşüncesini i l e r i
sürerken
. el-Fevâidu'l-Behiyye,
^_lâJb^^Alijma-^yâ^
dayandığı k a y n a k l a r
s. 195"; el-Kefevî,
m i n Fukahâ
Spazma, Daru'l-Kutubil-Mıs'rıyye.
Mâhmûd,
için
. b_âkımz:'
b. Süleyman,' Tabakâta K e - -
Mezhebi*n-Nu'^âni'i - Muhtar,
N o : 84; K e z a
el-Laknavi,
V a r . 130,
b k . v a r . 117 b-118 a. Süley-
mâniye K t b . CâruUah B L y a z m a N o : 1580; D r . Eyyûb Alî. el-Akîdetul^Mâturîdîyye,
8
Kahire
Üniversitesi,
Daru'l-^Ulûm
Fak. Yazma,
N o : 48/24954.
Mâturîdî'nin doğduğu târih hakkında d a k a y n a k l a r d a k e s i n b i r b i l ­
gi y o k t u r . H e r nekadar bazıları, H . 2 4 8 / M . 862 yılında vefat eden M u hammed b. Mukâtil er-Râzî'nin, Mâturîdî'nin hocalarından b i r i olduğu
gerekçesiyle, onun H . 2 3 8 / M . 852 yılları civarında doğmu§ olabileceğini^ i l e r i sürüyorlarsa; da, b u görüşün doğruluk derecesi hakkında şüp­
heye düşülmektedir. Z i r a b u . g ö r ü ş k a b u l edildiği t a k d i r d e , Mâturîdî'nin yüz yıla yakın yaşamış olması gerekmektedir. Çünkü bilindiği gi*=
bi, bütün tarihçiler k e s i n o l a r a k , o n u n , H . 3 3 3 / M . 944 yılında öldüğü h u ­
susunda i t t i f a k etmişlerdir.^ .
^
.
' Mâturîdî'nin- gerek hayatı, gerekse i l m î . hüviyeti hakkında, dahâ
önce de' belirttiğimiz g i b i , b e l l i başh İslâm fırkalarına d a i r eserlerde
aydınlatıcı b i r bilgiye r a s t l a m a k mümkün değildir. Hattâ k a y n a k eser
sayılan bazı k i t a p l a r , Kelâm ilmine ve b u sahada şöhrete ulaşmış d i ­
ğer bilginlere v e y a mezhep sahiplerine büyük b i r y e r "ayırmış olmala­
rına rağmen, her nedense Mâturîdî^den tek 'kelimeyle dahî bahsetmem e y i âdeta kendilerine tatsal b i r görev saymışlardır. Meselâ, el-Bağdâdî (Ölm. H . 4 2 9 / M . 1 0 3 7 ) E b û l - M u z a f f e r el-Isferâyinî (Ölm. H .
4 7 1 / M . 107S)i\ îbn H a z m el-Endelusî (Ölm. H , 4 5 6 / M . 1063)^2, eş^Şehreştanî (Ölm. H . 5 4 8 / M . 1153)^^ g i b i ünlü b i l g m l e r , eserlerinde ondan
tek kelimeyle bahsetmedikleri g i b i , t b n H a l d u n (Ölm. H . S O S / M . 1405)
dahî «Mî^feocMime^sinde, Kelâm i l m i n i n tarihçesini yaparken^^ Mâturîd f y i z i k r e t m e k t e n kaçınmıştır. K e z a , kendisinden e l l i j a l d a n . a z b i r z a ­
m a n s o n r a ölen Îbnu'n-Nedîm (Ölm. H . 3 7 9 / M . 987) de < ^ e h F i h r i s t . adlı
eserinde, Mâturîdî'nin muâsna ve Mısır'da Hanefîlerin şeyhi ve E h l - i
8
B k . E y y û b A ü . A . H i s t o r y of M ü s l i m P h i l o s o p h y , C . I. s. 260, W i e s b a d e n 1963;
Kitâbu't-Tevhîd, Naşirin ö n s ö z ü , s. 2.
9
Tafsilât için b a k ı m z : el-Bağdâdî, İsmail Paşa, H ç d i y y e t ü l - Â r i f î n
Esmâu'l-Mûel-
lifîn ve A s â n U - M u s a n n i ü n , C..II, s. 36, İstanbul 1955; İbıi Kutlubuğa, Ebû'l-Adl
s. 59, Bağdad
Z e y n u d d î n Kasım, Tâcu't-Terâcim fi-Tabakâti'l-Hanefiyye,
el-Laknavî, el-Fevâidul-Behiyye, s, 195; ei-Kefevî, T a b a k â t ü
Ketâib-i^Aliânii'l^
. A h y â r , V a r . 110 a- 110 b, S ü l e y m â n i y e - K ü t ı İ p h â n e s i r Cârüllah
1580;
el^Mâturîdî, Kitâbü*t"Tevl^^^^^
1 ^ Bk^el-Bağdâdî; E M . . M a n s û r
Huleyf
A b d u l k â h i r b. Tâ^ir,
h i r e 1367/1948; K i t â b - u ' U s û l T d - D î n ,
No.
s. 2.
beyneTFırak. K a - '
İstanbul 1346/1928.
B k / el4sferâyinî,
12
B k . İ b n H a z m , E b û M u h a m m e d A l î b. A h m e d . K i t â b u ' l - F a s i f i ' l - M i l e l v e T E h v â '
Kahire
et-Tabsîr
ffd-Dîn,
Kahire
1359/1940...
U
ve'n-Nihal,
Ebûl-Muzaffe^^
Bölümü.
Mukaddimesi,
el-Fark
19t32;
1317-1321.
13
B k . eş-Şehrestânî. Ebû'l-Feth M u h a m m e d b . A b d u l k e r i m
.14
el-MiIel v e ' n - N i h a l , K a h i r e 1 3 8 1 / 1 9 6 1 . ^
.
B k . İ b n H a l d u n , M u k a d d i m e (Târih), s. 382, Mısır B u l a k B a s . 1284.
b. E b i B e k r
Ahmed,
9
Sünnet akidesinin imamı sayılan el-tmâm et-Tahavî (Ölm. H . 3 2 İ / M 933)'ye ve özellikle el-Eş'arî'ye büyük b i r y e r ayırırken, Mâturîdî'den
tek satırla bahsetmemiştir.^^ İ b n Hamkân'm. <<Fe/%af>>mda d a o n a a i t
bir bilgiye r a s t l a m a k mümkün değildir.^' İşin g a r i b i , Mâturîdî mezhe¬
b i n i ve akidesini savıman b i l g i n l e r dahî, ondan gereği g i b i bahsetme­
mişlerdir.' Meselâ,
Ömer en-Nesefî de, o i e l ' A U d e t u ' n - N e s e f i y y e ^ a d h
eserinde Mâturîdî'den bahsetmemiştir.^^ B u n l a r d a n başka,. Mâturîdrnin
hayatından' bahseden Hanefî Tabakât kitaplarında
dahî,
Eş'arî'den
bahseden Şafiî Tabakât k i t a p l a r i y l e ' ^ kıyas edilemiyeeek derecede m u h ­
tasar b i r şekilde bahsedilmiş ve b u kısa b i l g i l e r dahî b i r b i r l e r i n i n t e k ­
rarından öteye gidememiştir. B u , sükûtla geçiştirme işinin başhca se­
beplerinden b i r i , büyük b i r i h t i m a l l e , Mâturîdî'niıl
Mâverâünnehr'de,
zamanın kültür mşrkezi sayılan ve Eş'arî'nin yaşamış ve mezhebinin
de geniş ölçüde yayılmış olduğu Irak^tan uzak olarak
yaşamış v e y a
onun Sünnî Kelâm t i m i üzerindeki büyük e t k i s i n i saklamağa ve buna
karşılık çağdaş meslekdaşı ' Ebû'l-Hasan
el-Eş*arî'yi ^ E h l - i
Sünnet
akidesinin yegâne savunucusu olarak gösterme temâjrülü v e arzusundan
İleri gelmiş- olmasıdır k i , çağdaş araştırıcıların d a önemle üzerinde d u r ­
dukları n o k t a l a r d a n b i r i işte budur.'^
îmâm-ı A'zâm Ebû H a n i f e (Ölm. H . 1 5 0 / M . 7 6 7 ) ' n i n açtığı y o l ­
dan yürüyüp, aklı ön plâna a l a r a k sistemini geliştiren ve b u uğurda
gerek Semerkand, gerekse çevresinde bulunan
çok sayıdaki mezhep
medreselerine karşı giriştiği münazara ve mücadelede büyük
basan
kazanmak s u r t i y l e . kısa z a m a n d a onları etrafında toplamağa ve arala¬
rında f i k i r birliği tesisine m u v a f f a k olan b u büyük i m a m , nihayet H .
15
16
B k . îbnu'n-Nedlm, M u h a m m e d b . îshâk, Kitâbu'İ^Fihrist, s. 29a. K a h i r e 1348.
B k . î b n Haîlikân. E b û ' l - A b b a s A h m e d , V e f e y â t u ' l - A V a n ve Enbâu Ebnâl'z-Zemân,
Bk.
Muhammed
en-Nesefî,
M . A b d u l h a m î d neşri, • K a h i r e 1367/1948.
Ömer,
el-'Akâidu'n-Nesefiyye.
Kahire
1319;
et-Teftazânî,
Şerhu^l-'Akâidrn-Nesefiyye, İstanbul 1308.
18
M u k a y e s e için b k . es-Subkî, Tâcuddîn Ebü"N^^^mdîri^^h^^^^
dîn,
Tabakâtu'ş-Şâfiîyye
Ebû-Kâsım
ei-İmâm
19
el-KHbrâ, C. 11. a.245-300, K ^ i r e
A l î b . el-Hüseyin,
Tebyînu
Nusib*^
ilâ'
B k . Prof. M . Tancî, A b u Mansûr al-Mâturîdî, İlahiyat F a k . D e r . C. I V , Sayı
MI,
10
fîmâ
Ebû'l-Hasan el-Eş'arî, Dımaşk, 1347.
s. 1 vd. A n k a r a
1955; el-Mâturidî, Kitâbu'fTevMd,
8-10. m ; H . A . R. G l b b - J . H . K r a m e r s ,
,
K e z i b . el-Mufterî
Takkıyvud-
1324; İbn Asâkir,
Naşirin
Önsözü, s.
Shorter Encyclopedia of Isiam,
Mâturî^, s. 362-363; D . B . M a c d o n a l d , Mâturîdî, tslâm Ansiklopedisi,
s. 404-406, İstanbul 1956,
al -
C. V I I .
3 3 3 / M . 944 yılında, görevini hakkıyle başarmış b i r
mücâhidin
huzur
ve sükûnu içinde h a y a t a gözlerini yummuş ve S e m e r k a n d ' d a defnedilmiştir.^"
'
I I — Çağı, Kültürü ve E s e r l e r i :
a
Ç a ğ % :
—
Mâturîdî'nin-yaşadığı asır, Abbasî devletinin zayıflamağa başla­
dığı ve b u n u n b i r sonucu o l a r a k d a birçok îslâm d e v l e t i n i n o r t a y a çık­
tığı b i r z a m a n a r a s t l a r . U ^ u n z a m a n Doğu ülkeleri Abbasî h a l i f e l e r e
n i n hükmü altında b i r l i k ve b e r a b e r l i k içinde kalmış, f a k a t itizâlî p r e n ­
s i p l e r i n savunucusu d u r u m u n d a b u l u n a n Me'mûn (Ölm. H . 2 1 8 / M . 8 3 3 ) '
u n hilâfet makamına gelmesiyle, d a h a önce tesis edilen b u b i r l i k , z a ­
yıflamağa ve Bağdad'm • hükmü altından çıkmağa başlamıştır. Sünni
s i s t e m i n hâmisi ve H a l i f e Me'mûn'un başlattığı ^ M i h n e . devrini^' so­
n a erdiren MütevekkiFz halife olduğu z a m a n ( H . 2 3 2 — 2 4 7 / M . 846—861),
artık b u ülkelerin çoğu A b b a s i devletinden kopmuş ve b i r e r müstakil
devlet haline gelmiş b u l u n u y o r d u . B u n u n b i r sonucu olarak d a Mâ­
verâünnehr'de Sâmânîler devleti-^ kurulduğu g i b i , başlangıçta İraıi, H o - 20 B k P r o f
D r . Neşet Çağatay-Prof. D r . İbrahim A g â h Ç u b u k ç u , İslâm M e z ­
hepleri Tarihi, C . I, s. 184, A n k a r a 1965; D o ç . D r . Y a ş a r K u t l u a y , Tarihte ve
Günümüzde İslâm Mezhepleri, s. 149, A n k a r a 1968.
21
d e v r i i l k d e f a H . 2 1 2 / M . 827 yılında M u t e z i l e b i l g i n l e r i n i n ' tesiri al¬
Mihne
' tında k a l a r a k , - M e - m û n ' u n d a K u r ' a n ' m
kabul
dâdî
70
m a h l û k , yaradılmış o l d u ğ u fıkrmı
ettiğini r e s m e n açıklamasıyle başlamış o l d u . Tafsilât için b k . el-Bağel-Fark
taeyneT-Fırak,
s. i O S f i eş-Şehrestânî, el-Milel ve'n-Nıhal, C ^ I . s.
71- İbn HalUkân, V e f e y â t u ' l - A ' y â n , C . I, s. 64; K a h i r e 1317-1321; el-Hatıta
el-Bağdâdî, A h m e d b. Alî Târihu -Bağüâd, C._ İV, « 1 4 2 , K a h i r e
es-Subkî, Tabakâtu'ş-Şâfiîyye el-Kubrâ, C . I, s. 206,. K a h i r e
Kemâleddin,
Kemal
22
HayâtuT-Hayavân
al-Kubrâ, C . I, s.' 72, K a h i r e
İşık, Mutezile'nin D o ğ u ş u ve Kelâmî
s
4nn K a h i r e
102
1349;
1324/1906; D r .
b. Hantael, s. 315,
ez-Zehebİ, el-Hâfız Şemseddîn, Duvelu'l-Islâm, C . I,
H a y d a r â b â d 1337; ^ h m e d b . M u h a m m e d b. H a n b e l ,
Ma'rifeti'r-Ricâl,
İZZ^ir^-^sm^L^
Görüşleri, S: 6 1 , A n k a r a 1967.
Tafsilât için bak-.. İ b n u l - C e v z î , MenâkıbuT-İmâm A h m e d
317
1332/1913;
D o ç . D r . T a l a t K o ç y ü i t Önsözü, C . I, s. 8,
A h m e d Emîn, Duhal-İslâm. C . III, s.
178^ v d . K a h i r e
KitâbuT-Ilel
ve
A n k a r a 1963;
1357-1368; Z u h d ı H a ­
san Cârullah, el-Mu'tezile, s. 169 v d . K a h i r e 1947; D r . K e m a l , Işık, Mutezile­
nin Doğuşu v e Kelâmî Görüşleri, s. 6 1 v d .
•23
B u k o n u için b a k : V . F . B û c h n e r , . Sâmânîler M a d . , İslâm Ateiklopedisi C. X.
s. 140-143, İstanbul 1964.
11
r a s a n , Sistân ve Kirman'ı içine alan Saffârîler d e v l e t i ^ ve Cürcân
T a b e r i s t a n ' d a . d a ayrıca Alevî Zeydîler devleti teşekkül etmiştir
H a l i f e Me'mûn devrinden b e r i Abbâsîlerin hükmü altında b u l u n a n
SâmâJiîler, ancak Hicrî 261 yılında istiklâllerine kavuşmuşlar ve' kısa
zamanda b u bölgede büyük b i r devlet k u r m a c a m u v a f f a k olmuşlardır.
Hicrî 389 yılına k a d a r devam eden b u güçlü devlet, nihayet b i r t a r a f ­
tan Sebük-Tigin hanedanı, diğer t a r a f t a n d a Türk. hakanlannıh bas­
kılarına dayanamıyarak çökmüştür .2^
Sâmânîler .gerçekten gerek İslâmî ilimlere, gerekse A r a p d i h ' v e
edebiyatına büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Makdisî, Sâmânî k r a l ­
larından, Mâverâünnehr. ve H o r a s a n ' d a n
bahsederken
aynen
şöyle
demektedir : «Bu bölge, i l i m ve âlimler yönünden zirveye ulaşmış b i r
bölgedir. İlmin ve hayrın hazinesidir. İslâm'ın aşılmaz, m u h k e m b i r
kalesidir. Hükümdarları en hayırlı hükümdarlar olduğu gibi,^ ordusu d a
en hayırlı ve en seçkin o r d u l a r d a n b i r i d i r . B u ülkede fâkîhler, bilginler,
k r a l l a r seviyesine ulaşmıştır.» 27
İbn Hallikân d a b u görüşü t e y i d ediyor ve şöyle d i y o r : «Mâverâünnehr v e H o r a s a n ' d a k i Sâmânî hükümdarları, ahlâk ve i y i l i k yönünden
başta gelen kimselerdi. Hükümdar olan kimseye s u l t m l a r m s u l t a m adı
v e r i l i r ve b u lâkaptan ba§ka b i r isimle aslâ amlmazdı. B u n l a r adalet^
b i l g i v e dinî vecîbeleri yerine getirme yönünden en üstün b i r dereceye
ulaşmışlardı.»28
B u n d a h d a anlaşıhyor k i , Sâmânîler, ülkelerinde geniş çapta b i r i l ­
mî h a r e k e t i n başlamasında ve devam etmesinde büyük b i r katkıda b u ­
lunmuşlar v e b u n u bütün, imkânlariyle desteklemişlerdir. B u n u n b i r s o ­
nucu olarak da,ülkede, tefsir^ fıkıh.Jıaâfe, tasavvuf, kelâm, d i l ve edeSaffarüer Devleti için b a k : T . W . Haig, Saffarîler Mad., İslâm Ansiklopedisi
C.
X, s. 59^60, İstanbul 1964.
Muhammed el-Hudarî Bey, Muhâdarâtu Târîhri-Umemi'l-Îslâmiyye
Kahire 1364/1945.
,
..
311
s
el-Hudarî Bey, amlan eser, s. 310; Ebû Mansûr el-Mâturîdî. TeVîlâtu Ehll's
Sunne, Dr. İbrahim Avazayn ve es-Seyyîd Avazayn Önsözü. C I s 11 K a ­
hire 1391/1971.
Bk.
el-Makdisî. Şemseddin
Lieden 1324/1906.
Bk.
12
'
^hseîıu't-Takâsîm n-Ma'rifetri-Akâlim,
İ b n Hallikân. Vefeyâtu'l-A'yân, C. IV. s. 2 4q.
s
294
b i y a t g i b i , i l m i n her dalında mütehassıs büyük bilginler yetişmiştir.^^
B u bilginler, z a m a n zaman i h n i n her dalında, özellikle fıkhı ve kelâmî
k o n u l a r etrafında büyük mücâdele ve tartışmalara girmişler ve b u d a
mezhepler arasındaki görüş» ayrıliklarımn d a h a b e l i r g i n b i r şekilde or­
t a y a çıkmasına sebep o l m u ş t u r . B u büyük b i l g i n l e r i n , b u tür ilmî f a a l i ­
y e t l e r i n i n , üstün yetenek ve babanlarının b i r sonucu olarak, bütün ül­
keye, E h l - i Sünnet mezhebi sür'atle yayılmış ve Müslümanlar^ Ebû H a nîfe'nin koyduğu esaslara sımsıkı b i r şekilde bağlanmışlardır.^^
îşte Mâturîdî, böyle b i r m u h i t t e ve böyle b i r o r t a m d a yaşadı. B u
o r t a m görüldüğü g i b i , siyâsî e n t r i k a l a r d a n , g i z l i v e y a açik h e r türlü
mücâdele ve desiselerden uzak, s a k i n b i r m u h i t i d i . B u d u r u m ise, ilınî
h a r e k e t i n , araştırma f a l i y e t l e r i n i n gelişmesine ve yayılmacına geniş öl­
çüde yardımcı-olmuştur. îşte Mâturîdî de b u n u b i r fırsat bilmiş ve y o ­
r u l m a k bilmez h i r çabayla E h l - i Sünnet mezhebini 'savunmağa ve Müs­
lümanları b u mezhebin etrafında toplamağa davete başlamış ve bunu
dâ hayatı boyunca devam ettirmiştir .^2
b
—
K ü l t ü Tü :
E l i m i z d e k i k a y n a k l a r a "göre Mâturîdî,- kültürünü, çağında yaşamış
ve 4İ2İleri i t i b a r i y l e Ebû Hanîfe'ye k a d a r v a r a n büyük bilginlerden a l m3§tıt'. îlk şeyhi E b û N a s r e l - i y â d î olup, d a h a sonraları ^ e l - F a r k v e H - Temylz» ve ^ e t - T e v M ^ adlı eserlerin s a h i b i Ebû B e k r A h m e d b. îshâk
b. es-Subeyh (Salih) el-Cuzcânî, e r - R e y y kadısı M u h a m m e d b. - Mukâtil
er-Râzâ, NusajT: b. Y a h y a el-Belhî'den ders almış ve gerek fıkıh, ge­
rekse kelâm i l m i n d e k i b i l g i s i n i bunların elinde tamamlamıştır
î l k ' h o c a s ı Ebû N a s r e l - i y â d î de Mâturîdî g i b i «Ensârî^ olup, ne­
sebi, Y a h y a b. K a y s b. S a ' d b. Ubâde el-Ensârî el-Hazrecî'ye d a y a n ^
Bk. Ebû Mansûr el-Mâturîdî, Te'vüâtu EhU's-Sunne, Naşirlerin Önsözü, C. I,
s. 11.
•'
30
Bk. M . Ebû Zahra, Târîhu'l-Mezâhibi'i-İslamiyye, C . I, s, 207.
31 Ahmed Emîu. Zuhru'l-İslâm, C . I, s. 261. Kahire 1Ş65/1946.
32 Mâturîdî bu çalışmalarında" o kadar samimî idi ki, hiç kimse tarafından,
kişiliğine ve temizliğine çok ufak da olsa bir leke getirebilecek şekilde it­
ham edilmemiştir. Oysa Eş'arî de dâhil diğer bilginler, sünnî veya gayr-i
Sünni olsun, bundan kendilerini kurtaramamışlardır. Örnek için bk. M u hanuned Abduh, Risâletu*t-Tevhid. s. .18, Kahire 1331; tbn Asâkir, Tebyînu
Kezibil-Mufterî, s. 26, 27, Dımaşk 1347. •
33 Bk. Ebû Mahsur el-Mâturîdî, Kitâbu*t-Tevhîd, Naşirin Önsözü, s, 3 m; ezZebîdî; lthâfu*s-Sâde, C. 11, s. 5; el-Beyâdî, Îşâratu'l-Merâm, s. 23,
13
maktadır .34 B u şahıs; z a m a n m m en büyük bilginlerinden ve t a k v a eh­
linden olduğu gibij aynı z a m a n d a . d a büyiik b i r savaşçı i d i . R i v a y e t edil­
diğine göre, kâfirlere karşı, Mâturîdî'nin akranı olan 40 kişilik b i r g r u p
içinde savaşırken şehid edildi.^^ D a h a . s o n r a i k i oğlu Ebû A h m e d eî-İyâdî;
ile Ebû B e k r el-lyadî babalarının i l m i n i ve takvasını tevarüs etmişler
ve b u alanda büyük b i r üne sahip olmuşlardır.^ Hattâ b u i k i büyük b ü ginden A h m e d el-'îyâdî, Ebû Hanîfe'nin mezîiehinin doğruluğuna b i r
delil olarak gösterilmiş ve b u mezhebin doğruluğuna en büyük delil,
Ebû A h m e d el-iyâdî'nin onu kendisine mezhep olarak seçmiş ve ona
inanmış olmasıdır. Çünkü o, aslâ bâtıl b i r mezhebi k a b u l etmez, d e n miştir.^p
Ebû B e k r el-lyâdı (Ölm. H . 3 6 1 / M . 9 t l ) de, kardeşi g i b i , her tür­
lü i l m i i h a t a etmiş olması yönünden eşi ^bulunmâyan büyük b i r b i l g i n ­
di. Ölmeden önce Semerkand halkına, E h l - i Sünnet mezhebine sımsıkı
bağlanmalarını ve sapık f i k i r l e r d e n özellikle itizâl mezhebinden u z a k ­
laşmalarını vasiyet etmiştir. Ayrıca, E h l - i Sünnet ile Mutezile'arasın­
d a k i ihtilâfın esaslarını, teşkil eden « el-Mesâilu'l-Aşra
ehîyâd
adiyle bUinen on a n a meseleyi b i r a r a y a getirmiştir.^'^
Babaları Ebû Nasrel-îyâdî, Mâturîdî'nin hocası olm_asına rağmen,
kendisiyle beraber Ebû B e k r A h m e d el-Cu^cânî'nin^^ derslerine devam
Bk.
35
e z - Z e b î d î , I t h â f u ' s - S â d e , C . ÎI, S . 5.
Tafsilat için b k . Prof,
Muhammed
-
b. Tâvit
et-Tancî,
Abû
Mansûr
al-Mâtu­
rîdî, İ l a h i y a t F a k . D e r . C . I V , S a y ı , I - I I , s-. 4 - 5; e l - K u r a ş î , M u h a m m e d
Ebîl-Vefâ,
el-Cevâhiru'î-Mudîa
bâd, -Birinci b a s k ı -
tarihsiz;
K ü t ü b h â n e s i , N o . 1395.
^3
B k . ez-Zebîdî,
amlan
fî-Tabakâtiİ-Hanefiyye,
en-Nesefî,
e s e r , C . II, s. 5;
yazma,
Dâru'l-Kutubu'l-Mısrıyye,
Tevhld,
Naşirin
el-Keıevî, .Tabâkâtu
K t b . Cârullah
et~Tabakâtu's-Seniyye
önsözü,
C . I I , s.
37
Târih
Halim,
vd. Serez
Ktb. No.
Ketâibi
Serez
Alânıi'S-
C.
II,
A b u Mansûr
b.
V a r . 558,
N o . 55; e l - M â t u r î d l ,
s. 4 • m ; ' P r o f . - ' T a n c i ,
192, 237; e l - L a k n a v î ,
B k . en-Nesefi,
Haydarâ-
B l . ; et-Temimî, T a k y u d d î n
fi-Terâcimil-Hanefiyye,
h i y a t F a k . D e r . C . I V , S a y ı , I ~ I I , s. 5 - 6 ;
E d i l i e , V a r . 155 b ,
70,
y a r . 155 b ,
*"
A h y â r , V a r . 110 b , S ü l e y m a n i y e
Abdilkâdir,
C . I, s.
Tabsıratu'l-Edilîe,
b.
Kltâbu*t-
al-Mâturidl,
İla­
en-Nesefî, Ebu'I-Muîn. . Tabsıratul-'
1395;' e l - K u r a ş î ,
el-Cevâhiru'l-Mudîa,
e i - F e v â i d , s. 220.
TabsıratuTEdiile,
V a r . 51 a ,
v d d . F â t i h K t b . N o . 2907; P r o f . •
T a n c î , A b û M a n s û r a l - M â t u ı i d î , İ l â h . F a k . D e r . C . I V , S . I - I I , s. 6; e l - K u r a ş i ,
e l - C e v â h i r u ' l - M u d î a , C - II, s.
33
Cüzcân, E f g a n
Türkistanı'nın
241; e l - L a k n a v î ,
Murgab
s i n i n adıdır. Tafsilât için b a k . R . H a r t m a n n ,
d i s i . C . m , s. 229-230, İ s t a n b u l 1963.
14
el-FevâiduT-Behiyye,
ile A m u - D e r y a
Cüzcân
arasındaki
M a d . İslâm
s.
bir
156.
bölge­
Ansiklope­
etmiş ve ondan, b i r l i k t e icazet almışlardır,^^ Ebû B e k r el-Cuzcânî, bü­
tün i l i m l e r i i h a t a etmiş, h e r türlü bilgide zirveye ulaşmuş o l a n büyük
b i r bilgindi.4o Aynı şeküde b u büyük b i l g i n de talebesi Ebû
Nasr
elJyâdî i l e beraber Ebû Hanîfe'nin talebesi ve dostu M u h a m m e d b.
H a s a n ' d a n i l m i n i a l a n ve gerek fıkıh, gerekse hadîs sahalarında büyük
b i r otorite o l a n , aynı zamanda dindarlığı ve takvâsıyle de şöhret y a ­
p a n Ebû Süleyman el-Cüzcânî'nin derslerine devam etmişler ve onun
talebeliğini yapmışlardır.^^
Mâturîdî'nin çağında yaşayan diğer b i r b i l g i n de Ebû B e k r M u h a m ­
med b. el-Yemân es-Semerkahdî
(Ölm. H . 2 6 8 / M . 8 8 1 ) ' d i r . O n u n
«Meâlimu'd-Dîn»,
el-Ptisâm»,
«er-Reddu alffî^Kerrâmiyye»
adlı k i t a p ­
ları ve Kelâm i l m i ile i l g i l i d a h a birçok eşerler yazdığı ve bu eserleri,
özellikle «er-Redd aUH-Kerrâmiyye»
adlı eseri görenlerin, onun. gerek
Kelâm ilmînde, gerekse d i n ilimlerinde ne derece büyük b i r b i l g i n oldu­
ğunu a n l a m a k t a gecikmij'-ecekleri söylenir. Ayrıca onun, aynı asırda
yaşamış olması i t i b a r i y l e Kerrâmiyye fırkasına karşı Uk çıkan ve on­
ların f i k i r l e r i n i reddeden şahıs olduğu i l e r i sürülür.^Mâturîdî'nin çağında yaşayan b i l g i n l e r i n hepsinden burada b a h ­
setmemiz mümkün değiidir.^^ Yukarıda hayatlarından kısaca bahset­
tiğimiz b i l g i n l e r dahî, Mâturîdî'nin yaşadığı asrın ve yetiştiği m u h i ­
t i n ümî hüviyetini bize göstermesi bakımından kâfi geleceği kanısmdayiz= îşte b u asırda yetişen b i l g i n l e r topluluğu, bütün gücünü, imâm
A'zâm S b û Hanîfe'nin akâid esaslarına d a i r kitaplarını, r i s a l e l e r i n i ve
igörüşlerini toplamağa, okumağa ve b u n l a r üzerinde incelemelerde b u ­
lunmağa hasretti.^^ B u arada Mâturîdî, Ebû Hanîfe'nin
«el-FîMu'l-EkB k . e l - K e f e v î , K e t â i b u  ' I â m i ' l - A h y â r , V a r . 110 b ,
l a h BL
Süleymâniye K t b
Cârul­
B k . Anılan e s e r , V a r . l i o b ; e z - Z e b î d î , Î t h â f u * s - S â d e , C . l î , s. 5.
Bk.
e z - Z e b î d î , İ t h â f u ' s - S â d e , C . I I , s. 5; İ b n u ' n - N e d î m , M u h a m m e d b .
K i t â b u ' l - F i h r i s t , s. 290, K a h i r e
Önsözü,
Bk.
( t a r i h s i z ) ; el-Mâturîdî, Kitâbu^t-Tevhîd, Naşirin
4 m.
s.
îshâk,
.
e n - N e s e f î , T a b s ı r a t u T E d i î l e . V a r . 89
vd., Kılıç
AÜ
Paşa
K t b . N o . 506;
P r o f . T a n c î , A b û M a n s û r a l - M â t u r i d i , İ l a h i y a t F a k . ' D e r . C . I V , S . I - I I , s. 7;
el-Kuraşî,
Daha
e l - C e v â h i r , C. İî. s. 144;' e l - L a k n e v î . e î - F e v â i d , s. 202.
fazla
b i l g i i ç i n b a k : e n - N e s e f î . T a b s ı r a t u ' i - E d i l l e , V a r . 155 b .
vd. Se-
r e z , N o . 1395; V a r . 51 a , v d . F â t i h K t b . N o . 2907; P r o f . T a n c î A b û M a n s û r a l M â t u r î d î , İ l â h . F a k . D e r . C . l î , "S. I - I I , - s. 3 - 1 2 .
Bk.
el-Beyâdî,
I ş â r â t u l - M e r â m , s.
21 •: 23.
15
her^^
«er-Risâle»y <^e2'Fıkhu'î-Eb$at»., «el-AUm ve'l-Mute'allmiy>
ve «eh
Vasıyye^ g i h i i t i k a d l a i l g i l i esasları d a içine alan eserlerini hocaların­
dan r i v a y e t e t t i / ^ Aslında bunlar, h e r h a n g i b i r delile dayanmadan E h l - i
Sünnet'in inancını açıklayan e s e r l e r d i / " F a k a t d a h a sonraları Mâturîdî,
bu eserlerm ihtiva ettiği, inançla i l g i l i esasları, mücerred akîde esas­
ları o l m a k t a n çıkararak, bunları eserlerinde aklî ve nalclî delillerle de
perçinlemek; suretiyle b i r i l i m , haşka b i r deyimle « K e l â m
1 1m U
haline s o k t u . B u d a h a k h olarak, kendisine, Ebû Hanîfe mezhebinin i l k
mütekellimi ve Mâverâünnehir'de
E h l - i Sünnet ve'l-Cemâat'm d a i l k
r e i s i unvânmm verilmesine sebep oldu.'^' D a h a sonraları Mâturîdî'nin
mezhebine b u i s i m verildiği g i b i , Mâverâünnehir*deki Ebû Hanîfe mez­
hebine bağlı kelâmcılara d a «M â t u r î d i y y e» denmeğe başlaxiı.
B u n u n tabiî b i r sonucu olarak da, Ebû Hanîfe lâfzı, sadece onun fıkhî
mezhebinde ihtisas y a p a n l a r a v e r i l e n b i r a d o l a r a k kaldı.
Mâturîdî, zamanında büyük ün yapmış, birçok b i l g i n l e r y e t ^ t i r miştir. B u n l a r a r a s m d a meselâ, el-Hakîm es-Semerkandî lâkabıyle b i l i ­
nen Ebûl-Kâsım î s h â k b . M u h a m m e d b . l s m â î l (Öhn. H ; : 3 4 0 / M . 951),.
Ebû'Muhammed Abdulkerîm b.Mûsâ el-Pezdevî (Ölm. H . 3 9 0 / M . 999),
Ebû'l-Leys el-Buhârî ve Ebû'l-Hasan A K b. Saîd. er-Rustuğfanî gibi,, z a ­
manlarında i l i m ve-takva yönünden ün yapmış ve i m a m derecesine ulaş­
mış büyük b i l g i n l e r vardır.^^ Mâturîdî o k u l u n a bağlı o l a r a k d a h a son­
r a gelen nesiller/imamlarının mezhebini geniş ölçüde incelemişler, a n ­
laşılmayan noktaları açıklığa kavuşturmuşlar ve b u n u y a p a r l a r k e n de
çoğu z a m a n Mâturîdî^nin f i k i r l e r m i olduğu g i b i k a b u l etmişler ve bazan
d a f i k i r ayrılığına düştükleri n o k t a l a r olmuştur. B u çalışmalar, Mâverâünnehir'de Mâturîdî M e z h e b i n i n yayılmasına ve b u bölgede yaşıyan
45
B k . Anılan
eser/ Z â h l d u ' l - K e v s e r î ' n i n
Kitâbu't-Tevhîd,
46
Naşirin
Mısır'da E h l - i Sünnet'in imamı
321/M.
933)
sılmıştır)
de. «Beyânu's"Sımne
16
6 ve
2 . ' 23;. e l
Mâturîdî,
Ca'fer A h m e d
et-Tahâvî
(Ölm. H .
4 m.
o l a n . Ebû
v e l - C e m â ' a » . ( H . 1344
adh
eserinde
aynı
metodu .takip
B k . Taşköprülü Zâde, Miftâhu's-Sa'âde,ve
darâbâd
48
s.
s.
yılında Haîeb'de
a d h k ü ç ü k e s e r i n i , a y m ü s l û p l a y a z d ı ğ ı g i b i . el-Eş'arî d e
'an-Usûli'd-Diyâne»
47
Önsözü,
Önsözü,
ba­
«el-îbâne
etmiştir.
M i s b â h u ' s - S i ^ â d e , C . II, s.
21,Hay-
1329; e î - M â t u r î d î . K i t â b u ' t - T e v h î d , N a ş i r i n - Ö n s ö z ü , s. 5 m .
B k . e i - L a k n e v î , e l - F e V â i d u ' l - B e h i y y e , s. 195; e l - K u r e ş î , e l - C e v â l i i r , C . I, s. 363.
C.
I I . s. 310; P r o f . T a n c î , A b û M a n s û r a l - M â t u r î d î , İ l a h i y a t F a k . , D e r . C . I V ,
S.
• I - I I , s. 7, 10; e l - M â t u r î d î ; K i t â b u ' t - T e v h i d ,
Naşirin
Önsözü,
s. 5
m.
bütün Müslümanların i t i k a d d a mezhebi hâline gelmesine geniş ölçüde y a r ­
dımcı olmuştnr.^^
ç —
E s e r l e r i :
Hayatını i l m e ve E h l - i Sünnet a k i d e s i n i savunmağa v a k f e d e n Mâ­
turîdî, h e r türlü dinî bilgilerde ne derece büyük b i r o t o r i t e olduğuna
delâlet eden v e b u s a h a l a r d a benzerine r a s t l a n m a y a c a k ölçüde değerli
eserler vermiştir. F a k a t maalesef bunların b i r kısmı, çeşitli sebeplerle
günümüze k a d a r i n t i k a l edememiş, i n t i k a l edenler de, s o n z a m a n l a r a
k a d a r neşredilme imkânına kavuşamamıştır. B u r a d a memnuniyetle k a y ­
detmek g e r e k i r k i , b u büyük e k s i k l i k ve i h m a l geç de olsa anlaşılmış
ve Mâturîdî'nin «K i t â b u ' t - T e v Jı î d» adlı büyük çseri, D r .
F e t h u l l a h H u l e y f tarafından uzunca b i r giriş eklenmek s u r e t i y l e 1970
yılında B e y r u t ' t a neşredilmiştir. K e z a aklî ve naklî delillere d a y a n m a k
s u r e t i y l e hasımlarının görüşlerini ve d e l i l l e r i n i çürütmesi yönüinden
eşine rastlanması hemen hemen imkânsız o l a n «Te'vîlâtu'l-Kufâny>
adlı
büyük t e f s i r i de D r . İbrâhîm ' A v a a a y n ve e s - S e y y i d ' A v a z a y n t a r a f m dan ^Te^vîlâUu Ehli's-Stınne»
adiyle neşredilmeğe başlanmış ve B i r i n c i
c i l d i 1391/1971 yılında K a h i r e ' d e bastırılmıştır. N e v a r k i , e l i m i z d e k i
nüshadan d a anlaşıldığı g i b i , b u eser neşredilirken sadece üç y a z m a
nüshasına d a y a n m a k l a yetinilmiş, İstanbul Kütüphanelerindeki mütead­
dit nüshalarıyle karşılaştırmak b i r y a n a , Semerkandî'nin b u esere y a p ­
tığı büyük şerhine dahî gereği g i b i bakılmak ve istifade edilmek lü­
z u m u hissedilmemiştir. B u n u n için naşirler b u eseri neşrederken gerek
ilmî, gerekse t e k n i k yönden birtakım hatâlara düşmekten k e n d i l e r i n i
kurtaramamışlardır. T e m e n n i m i z , müteakip ciltlerde b u hususların g ö z
önüne alınması v e y a b u eserin d a h a e h l i y e t l i b i l i m adamları tarafından
yeniden neşredilmesi ve gereken değer ve önem
verilmiş o l a r a k e n
kısa z a m a n d a okuyucuların istifadesine sunulmasıdır.
Bu
49
t e f s i r d e , başka b i r deyimle, «Te'vîlâtu
Mâturîdî
mûn
O,
(Ölm.
mezhebinin
b. M u h a m m e d
büyük
Mâturîdiliği s a v u n m a d a ,
H . 403)
mundadır.
den
en
en-Nesefî
sonra,
ve
Onun
Ebû
yardımcılarmdan
(Ölm. 508/M.
Eş'arihği
Hâmid
1114)
savunan
el-Gazzâh
«Tabsırat'ul-Edille»
Mâturîdî m e z h e b i
EhlVs-Sunne^-
adlı
yazma
en kısa z a m a n d a
Ebû
Bekr
H . 505/M.
eseri,
Meyyoktur.
el-Bâkılîânî
1111)'nin
duru­
«Kitâbu't-Tevhid»
dayanabileceği
eserdir. B u n u n l a b e r a b e r b u kıymetli kitap, maalesef
lememiştir. T e m e n n i m i z
Ebû'l-Muin
olduğunda şüphe
Kâdı
(Ölm.
mensuplarının
birinin
veya «Te^-
en
büyük
bugüne kadar
b u görevin yerine
bir
neşredi-
getirilmesidir.
17
vîlâtu'l'Mâturîdiyye
fî-Beyâni Usûli
Ehli's-Sunne
ve
Usûli't-TevMd^
de Mâturîdî, âyetlerin mânalarını açıklarken g a y e t sâde ve herkesin
kolaylıkla anlıyabileceği b i r üslûp ve ifade k u l l a n m a k t a , b u a r a d a ge­
reksiz tafsilâta kaçmadan, âyetlerin i h t i v a ettiği dinî ve itikâdî k o n u Irı E h l - i Sünnet açısından ele a l m a k t a ve lüzumlu gördüğü t a k d i r d e , b u
meseleler hakkındaki diğer emzhep ve fırkaların görüşlerini zikrede­
rek, b u n l a r a aklî ve naklî delillere d a y a n a n s u s t u r u c u cevaplar vermek­
tedir. «Keşfıı'z-Zumn»
yazarına göre, şimdiye k a d a r b u t e f s i r ayarın­
d a v e y a b u n u n seviyesine yaklaşabilecek b i r k i t a p yazılmamıştır.^^ B u ­
na rağmen tarihçiler, müfessirlerin hayatlarından ve eserlerinden bah­
seden Tabakât kitaplarında, b u büyük eserin müellifi Mâturîdî'den ve
eserinden bahsetmeyi âdeta lüzumsuz görmüşlerdir.^^
Mâturîdî'nin i k i n c i büyük eseri, Kitâbu't-TevMd'dir.
B u eserin yaz­
m a tek nüshası, C a m b r i d g e Üniversitesi Kütüphanesinde A d d . 3651 n u ­
m a r a altında m u h a f a z a edilmektedir. B u nüsha bütün dünyada tek
olup, başka kütüphanelerde benzerine r a s t l a m a k mümkün değildir. B u
eser, h e r sayfası 21 satırı i h t i v a eden, o r t a b o y d a 206 v a r a k a d a n m e y ­
d a n a gelmektedir. H . 115Ö yıllarında i s t i n s a h edilmiştir. K i t a p , Mâtu­
rîdî'nin îslâm akîdesi Ue i l g i l i , başka b i r deyimle Kelâmî görüşlerini
i h t i v a etmesi yönünden çok kıymetli olup, E h i - i Sünnet akîdesi s a v u ­
nucularının elden düşürmemesi gereken emsalsiz b i r k a y n a k eser m a -hiyetindedir. D a h a önce de'söylediğimiz g i b i , Mısırh D r . F e t h u l l a h H u ­
leyf b u büyük eseri neşretmek suretiyle i l i m dünyasına, özellikle b u
alanda çalışan araştırıcılara büyük b i r hizmette bulunmuştur.
Mâturîdî, hayatının büyük b i r kısmını, M u ' t e z i l e ' n i n p r e n s i p l e r i n i
ve onların görüşlerini çürütmeye hasretmiş ve b u uğurda büyük b i r
mücâdeleye girişmiştir. K e n d i çağdaşı ve Mu'tezile'ye göre yeryüzünün
imamı sayılan el-Kâ'bî'yi^^ adım adım t a k i p etmiş ve onun görüşleri50
B k . Hacı
Fünûn,
Halife, Mustafa
A b d u l l a h ' . Keşfu^z-Zunûn
C . I , s. 335-336, İ s t a n b u l
an-Esâml'1-Kutub
1360/1941.
51
B k . e l - M â t u r î d i , K i t â b u ' t - T e v h î d , N a ş i r i n Ö n s ö z ü , s. 6-7.
52
el-Kâ'bî e l - M u ' t e z i U n a m ı y l a b i l i n e n b u şahsın t a m adı, E b û ' - l - K â s ı m
l a h b . A h m e d b. M a h m û d el-Belhî'dir. K
Ölüm
tarihi
lı n d a ö l d ü ğ ü
hakkında
s.
108-110.
b i y y e fırkasının
Hicrî
için b a k :
İbnu'n-Nedim.
C . I, s. 271; P r o f . T a n c î . A b û
S a y ı , I-II, s. 8.
18
vardır.
söylenir. Görüşleri
Beyne'l-Fırak,
hir,
ihtilâf
ve'l-
309, v e y a
el-Bağdâdi,
ei-Fihrist,
s.
kurucusudur.
317, y a h u t
Ebû
23;
Abdul­
da
Mansûr,
el-Kureşî
319
yı­
el-Fark
el-Cevâ­
M a n s û r al-Mâturîdî, İlâh. F a k . D e r . C . I V ,
n i çürütmeye çalışmıştır. Kâ'bî'nin itizalî p r e n s i p l e r i n i ve görüşlerini
i h t i v a eden eserlerine reddiye o l a r a k «Reddu Evâili'l-Edüle
IVf'KâhV»,
<^Reddu
Tehzîhi'hCedel
WhKâbu
ve «Reddu Va'ldi'l-Fussâk
lî'l-Khu
adlı eserlerini yazmıştır. Ayrıca M u ' t e z i l e ' n i n genel prensiplerine ve
görüşlerine karşı b i r reddiye o l a r a k «Beyânıı Vehmi'l-Mu^teziley>sin.i
yaz­
dığı g i b i , onların beş a n a prensibine^^ karşı d a <<Reddu'l"UsûWl-Hamse
U ' E M Ömer eî-Bâhilu^* adlı kitabı yazmıştır.
K e z a , Karmatîlere
ve Râfızîlere-^' reddiye o l a r a k d a ^ e r - R e d d u a l a UsûWhKarmmtay> ve ^ R e d d u KitabVl'lraâme
U Ba^zi^r-Revâfıza^ adlı
i k i eseri t e l i f etmiştir=
/
Mâturîdî, Usûl'ü Fıkıh'da da kıymetli eserler vermiştir.
Bunlar
arasında ^Me^hdzvfş-^erffu
v a ^KUâbuH-Cedel:> adlı eserleri çok meş­
h u r d u r . ^KitâbuH-MaJcâlât fVl-Kelâmy^ adlı kitabı ise,
^Kitâbu^t-TevMd>yden
s o n r a Kelâm ilminde yazılmış en değerli
eserlerden b i r i d i r ,
B r o c k e l m a n n / ^ ^Makâlât^m Köprülü Kütüphanesi'nde 856 n u m a r a a l 53
şunlardır: 1 — e t - T e v h î d ,
M u ' t e z i l e ' n i n beş prensibi
3 —
M e n z i î e t e y n ,
y u
Ebû'l-Feth
s. 44 v d . K a h i r e
Cerr,
b.
J. Windrow
Sweetman,
ve'n-Nihaî,
islam
and
1947; H a n n â ' l - F â h u r i
C.
Christian
ve Halil
ei-
T â r I h u T - F e l s e f e t i ' l - A r a b i y y e , s. 145 v d . B e y r u t 1957; M . E b û Z a h r a , T a -
r î h u T - M e z â h i b i ' l - İ s I â m i y y e , C . I, s. 149 v d . K a h i r e
rullah,
(tarihsiz); Zuhdî H a s a n
s. 60 v d . K a h i r e . 1 3 6 6 / 1 9 4 7 ; D r . A l b e r
el-Mutezile,
C . I, s. 99 v d . K a h i r e
sefetuT-Mutezile,
Dr.
v e ' n - N e h e l - F a r k , s. 63-70;
Abdilkerîm,, el-Milei
2, s. 2 1 , L o n d o n
e l - A d i ,
b e y n ' l -
b i ' i - M a ' r ü f
Tafsilât için b k . eî-Bağdâdi,
Muhammed
1381/1961;
T h e o l o g y , P a r t . I, V o l u m .
2 —
e l - M e n z i l e
5 — e î - E m r u
a n i ' l - M u n k e r .
eş-Şehrestânî,
I,
4 —
e l - V a ' d v e ' l - V a i d ,
1950; P r o f .
Câ'
Nasrî Nâder, F e l -
D r . Neşet
Çağatay-Prof.
i . A g â h Ç u b u k ç u , İ s l â m M e z h e p l e r i T â r i h i , C . I, s. 92-95; D r . K e m a l
Işık,
M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u ve K e l â m ı G ö r ü ş l e r i , s. 67-73.
54
B u ş a h s m t a m adı, E b û
ri'dir.
Mu'tezile'nin
makale,
55
s.
Karmatîler,
Bağdâdî,
lik
9;
Basra
el-Laknevî,
Bâtımyye'nin
e l - F a r k , s.
el-Hammâdî,
Ömer M u h a m m e d
kolunun
el-Fevâid,
bir kolunu
b, Saîd
ei-Bâhiii
B k . Prof.
Tancî,
el-Basamlan
195
s.
teşkil
169-173; e s - S a m ' â n ı ,
Keşfu
b. Ömer
mütekeliimidir.
etmektedir.
Tafsilât
için b k . el-
eTEnsâb, s. 448; M u h a m m e d
EsrâriT-Bâtmiyye
ve
Ahbâru'l"Karamita,
b. Mâ­
Kahire
1357/1939.
55
Bunlar
Şia'nın
bir koludur.
B k . el-Eş'arî,
Ebû'l-Hasan
A l i b . İsmâîl,
iâtu'I-îsîâmîyyîn, C . I, s. 65, K a h i r e 1369/1950; e r - R â z i , F a h r u d d ı n ,
FırakiT-Müsllmîn,
57
s. 52, K a h i r e
Makâ-
î'tikâdatu
1356.
B k . C . B r o c k e l m a n n , G a l . I, 195 v e S u p p l . I, 346; S u p p l . I, 364.
19
tında b i r nüshasının bulunduğunu söylemekte ise de, bunun Mâturîdî'ye
a i t olduğu doğru değildir.^^
B u n l a r d a n başka Mâturîdı'ye isnâd edilen d a h a birçok eser vardır
k i , bunların doğruluk derecesi hakkında ihtilâf vardır. D o l a y i s i y l e b u n ­
ları k e s i n o l a r a k Mâturîdî'nin yazdığını söylemek mümkün değildir. B u
cümleden olarak meselâ Nesefî, Mâturîdî'nin «Mulhidu^§-§erâH» adlı b i r
eserinin varlığından bahsetmektedir^^ k i , b e l l i başlı
k a y n a k eserler,
Mâturîdî'nin eserleri arasında b u k i t a p t a n
bahsetmemişlerdir.
Keza
Mâturîdî'ye isnâd edilen ve K a y s e r i ' d e Râşid E f e n d i Kütüphanesi'nde
497/53 n u m a r a altında b u l u n a n «Kitâmu Tefsîri^î-Esmâ^ ve^s-Sıfat» ad­
lı eser de, Mâturîdî'nin olmayıp, gerçekte *Abdulkâhir el-Bağdâdî'nin
eseridir.^^
^
Fâtih M i l l e t Kütüphanesi F e y z u l l a h E f e n d i kısmında 2155 n u m a raiı mecmua için de b u l u n a n ve Mâturîdî'ye isnâd edilen
«Kitâbu't-TevMâ>y adlı küçük risale i l e «Risâletun fi'l-Akâid»
adlı eser, Türkiye'de
hususî ellerde b u l u n a n i k i nüshasına istinaden P r o f . Y u s u f Ziyâ Yörü­
k a n tarafından Türkçe tercümeleriyle b i r l i k t e yayınlanmıştır. F a k a t b u
her i k i eserin de, Mâturîdî'nin eserleri arasında zikredilmemesi sebe­
biyle, ona a i t olduğu k e y f i y e t i n i şüpheyle karşılamak lâzımdır. E s a s e n
m e r h u m P r o f . Y u s u f Ziyâ Yörükan d a b u eserleri neşrederken b u k o ­
n u d a k i şüphelerini belirtmiş ve b u n u n l a beraber b u eserlerin gerek
muhtevaları, gerekse üslûpları bakımından Mâturîdî'ye a i t olmalarım^
kuvvetle muhtemel olduğunu i l e r i sürmüştür.^^
Ayrıca, H . 1321 yılında Haydarâbâd'da basılmış o l a n «Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber» ile «Şerhu'l-îbâne» adlı eserler, h e r nekadar Mâturîdî'ye i s 58
B k . D . B . M a c d o n a l d , M â t u r î d î , îslâm A n s i k l o p e d i s i ,
cî,
59
Abû
Mansûr
al-Mâturîdî, İ l a h i y a t
C . V I I , S . 405; P r o f .
F a k . D a r . C . I V , Sayı
B k . . e n - N e s e f î , Tabssıratu'l-EdiIIe, V a r . 51 a , S ü l e y m â n i y e
I - I I , s.
Ktb. F a t i h
Tan­
8.
Bl. No
2907.
60
B k . Prof. Y u s u f
Ziyâ Yörükan,
«Kitâb-u Tefsîr-il Esmâ-i Ve's-Sıfât»
d a , İ l a h i y a t F a k ü l t e s i D e r g i s i , C . î, s. 104 v d d . , İ s t a n b u l
n a l d , Mâturîdî, İslâm A n s i k l o p e d i s i ,
61
B k . Prof.
Mansûr
Ta.vhîd»
Yusuf
Ziyâ
Mâturîdî'nin
ve
îslâm
îki E s e r i :
Tevhîd
h i y a t F a k . Y a y . N o . V , İstanbul
20
Hakkın­
Macdo­
C . V I I , s. 405.
Yörükan,
«Risâlatun fi'i-Akâid»)
19^2; D . B .
ve
1953.
Akaidine Dair
Kitabı ve
b a k . Naşirin
Eski
Metinler,
Akâid Risalesi
Önsözü,
I,
Ebü
«Kitâ.b a t -
s. V I I - V I I I , İ l a ­
nâd edilm'ekte ise de, e l i m i z d e k i k a y n a k eserlerde b u görüşün doğrulu­
ğunu t e y i d edecek b i r k a y d a r a s t l a m a k mümkün olamamaktadır.^^
Mâturîdî'nin andığımız birkaç büyük eserinin dışında k a l a n diğer
eserlerinin tümü, maalesef günümüze k a d a r i n t i k a l edememiş ve gerek
mes'ul kişilerin, gerekse i l i m adamlarının i h m a l l e r i yüzünden k a y b o l ­
mağa mahkûm olmuştur,
I I I — Mâturîdî ve
Eş'arî M e z h e p l e r i n i n Özellikleri :
D a h a önce, hayatı boyunca îmâm-ı A'zâm Ebû Hanîfe^nih mezhe­
b i n i ve onun koymuş olduğu esasları sistemleştirm^eğe, onun y o l u n d a
yürümek suretiyle E h l - i Sünnet akidesine y e n i b i r yön vermeğe ve b u
a k i d e y i de tüm Hanefî mezhebi mensuplarının akidesi haline g e t i r m e ­
ğe çalışmış ve b u n u d a başarmış, en önemlisi E h l - i Sünnet akidesi üzere
doğmuş ve b u akideyle dünyâyı terketmiş olan Mâturîdî'nin,
bizzat
k e n d i taraftarları ve Hanefî Tabakât kitapları yazarlarınca büyük b i r
i h m a l e uğramasına rağmen, hayatının büyük b i r kısmını, başka b i r de­
y i m l e -M) yılını itizâli prensiplere inanmış o l a r a k geçirmiş ve d a h a son­
r a b u p r e n s i p l e r i terkederek Şafiî mezhebine göre E h l - i Sünnet a k i d e ­
s i n i savunmağa başlamış olan Eş'arî'nin hayatından ve görüşlerinden
aynı yazarların, özellikle Şafiî Tabakât kitapları müelliflerinin nasıl
geniş b i r şekilde b a h s e t t i k l e r i n i zikretmiş ve bunun muhtemel sebeple­
r i üzerinde durmuştuk.
B u n u n l a beraber, adı geçen Tabakât kitaplarının inkâr edemedik­
l e r i v e y a i t t i f a k etmek z o r u n d a kaldıkları b i r husus, E h l - i Sünnet mez­
h e b i n i n i k i r e i s i bulunduğu, b u n l a r d a n b i r i s i n i n Hanefî mezhebinden
62
Mâturîdî'nin
eserlerinden
t u ' l - E d i l l e , V a r . 89, K ı h ç
bahseden
A l i Paşa
kaynaklar
için
b a k : en-Nesefî,
K t b . N o . 506 M ; S ü l e y m a n i y e
Tabsıra-
K t b . Fâtih
B l . V a r . 51 a , v d d ; V a r . 152 b ; S e r e z K t b . N o . 1395; P r o f . T a n c î , A b û
a l - M â t u r î d î , İ l a h i y a t F a k . D e r . G . I V , S a y ı I - I I , s. 8-9; e z - Z e b i d î ,
C . I I , s. 5; İ b n
Kutlubuğa;
H«diyyetu'l-'Ârifîn,
Temîmî,
No,
Tâcu't-Terâcim_,
C . I I , s.
36-37;
et-Tabakâtu's-Seniyye,
3295; e l - M â t u r î d î ,
s. 59; e l - B a ğ d â d î ,
el-Kefevî,
İthafu,s-Sâde,
İsmâîl
el~Fevâidu'i-Behiyye,
V a r . 491, S ü l e y m a n i y e ^
Kitâbu't-Tevhîd,
Naşirin
Önsözü,
Mansûr
s.
Paşa,
195;
et-
Ktb. Ayasofya Blm.
s. 6 m - 7 m ;
H. A.
R.
G i b b ve J . H . K r a m e r s ,
S h o r t e r E n c y l o p e d i a o f İ s l â m , s. 362-363; D . B . M a c -
d o n a l d , Mâturîdî,
Ansiklopedisi,
İslâm
t a y v e P r o f . D r . İ. A g â h
Zahra,
C . I I , s. 130; E y y u b A l i , A
konuda
Çubuçu,
el-Mezâhibu'i-îslâmiyye,
anılan
diğer
s.
History
C . V I I , s. 405; P r o f ;
İslâm
287
of
M e z h e p l e r i Târihi,
vdd.;
Musîim
el-Kureşi,
Philosophy,
D r . Neşet
Çağa­
I, s. 185; M . E b û
el-Cevâhiru'l-Muaia,
C . L s. 2G1; v e
bu
eserler.
21
Mâturîdî, diğerinin ise Şafiî mezhebinden el-Eş'arî (Ölm. H . 3 2 4 / M . 935
H . 3 3 0 / M . 941) olduğudur. B u k o n u d a Tagköprüîü Zâde
«Miftâhu'sSaâde» adlı eserinde aynen şöyle d e m e k t e d i r : «Bil k i , Kelâm i l m i n d e
E h l - i
S ü n n e t
v e ' l - C e m a â t ' ı n
i k i r e i s i vardır : B u n ­
l a r d a n b i r i Hanefî, diğeri ise Şafiî'dir. Hanefî o l a n İmâmu'l-Hudâ, Ebû
Mansûr M u h a m m e d b. M u h a m m e d b. Mahmûd el-Mâturîdî'dir. Şafiî o l a n
diğeri ise, İmâmu'l-Mütekellimîn ve R e s u l l e r i n E f e n d i s i H z . M u h a m m e d ' i n Sünneti'nin müdafii, dînin ve Müslümanların a k i d e s i n i n s a v u ­
nucusu ve muhafızı Ebû'l-Hasan el-Eş'arî el-Basrîdir.»^^
ez-Zebîdî' ise, « E h l - i
S ü n n e t
v e ' l - C e m a â t ' tan murad, Eş'arîlik i l e Mâturîdîlik'tir»^^ demekte ve ancak zannedildiği g i b i ,
Mâturîdî'nin, E h l - i Sünnet mezhebini v e p r e n s i p l e r i n i i l k defa o r t a y a
attığı i l e r i sürülen el-Eş'arî'nin etbaından
olmayıp gerçekte
onun,
Eş'arî'den önce i l k defa E h l - i Sünnet mezhebini tesis eden îmâm-ı A ' z â m
Ebû Hanîfe ve ashabının kurdukları Hanefî mezhebinin b i r açıklayı­
cısı ve tamamlayıcısı olduğunu ve b u i t i b a r l a d a Mâturîdî'nin,
Ehl-i
Sünnet akîdesini y e n i şekliyle i l k sistemleştiren k i m s e olması g e r e k ­
tiğini, el-Beyâdî'nin «Îşârâtu'l-Merâm» adlı eserindeki ifadesine d a y a ­
n a r a k söylemektedir.^
Taftazânî'nin «Şerhu'l-^AkâidVn-Nesefiyyey>
adlı eserinin
haşiye­
sinde ise, el-Mevlâ Muslihiddîn M u s t a f a el-KesteUî, H o r a s a n , I r a k , Şam
ve diğer birçok ülkede Ebû'l-Hâsan el-Eşarî'nin kurduğu E ş ' a r î 1 i ğ i n E h l - i Sünnet akîdesini t e m s i l ettiğini, b u n a m u k a b i l Mâverünn e h i r ve dolaylarında d a öğrenim s i l s i l e s i Ebû Hanîfe'ye k a d a r d a y a ­
n a n Ebû Mansûr el-Mâturîdî'nin kurduğu M â t u r î d î l i ğ i n
hâ­
k i m bulunduğu v e E h l - i Sünnet mezhebini t e m s i l ettiğini
zikretmek­
te'^ ve böylece de yukarıdaki görüşü desteklemiş olmaktadır.
Aralarındaki bazı cüz'î ihtilâflar b i r y a n a , E h l - i Sünnet mezhebini
t e m s i l eden b u i k i büyük imâm, genel o l a r a k esasa taallûk eden k o n u 63
B k . T a ş k ö p r ü l ü Zâde, M i f t â h u ' s - S a â d e
Haydarâbâd
B k . ez-Zebîdî,
65
Bk.
66
B k . et-Taftazânî,
zü,
22
İthâfu's-Sâde, C . II, s.
ez-Zebîdi, a m i a n
s.
C . II, s. 21 v d d .
m , vdd.
6.
eser, C . 11, s. 5; el-Beyâdî, İşârâtu'l-Merâm, s. 23.
Şerhu'î- A k â i d i ' n - N e s e f i y y e ,
İthâfu's-Sâde,
7
Misbâhu's-Siyâde,
1329.
64
Zebîdî,
ve
C . II, s.
6; el-Mâturîdî,
s. 17, K a h i r e
1326; K e z a
Kitâbu't-Tevhîd,
Naşirin
b k . ezÖnsö­
l a r d a , Özellikle mücâdele metodu ve p r e n s i p l e r i yönünden bü'birleriyle
uyuşmuşlardır k i , b u da, ne i f r a t ne de t e f r i t prensibine u y g u n o l a r a k ,
meselelere, çeşitli zıt f i k i r l e r i n ve aşırı uçların görüşlerinin aksine, m u ­
t e d i l ve o r t a b i r zaviyeden b a k m a k suretiyle, bunların en i y i b i r şekil­
de halledilebileceğine inanmış olmalarından i l e r i gelmiştir.
İşte b u metod birliğinin b i r sonucu o l a r a k , gerek Mâturîdî, g e r e k ­
se Eş'arî, genel o l a r a k muhafazakârlarla akılcılar arasında
orta bir
y o l u t a k i p e t t i k l e r i g i b i , özellikle Haşeviyye, Müşebbihe ve Mücessime
g i b i aşırı giden fırkalarla, akılcıların mümessili o l a r a k görünen M u ' t e zile arasında ve C e b r i y y e fırkası i l e de
G u i â t u ' r - R â f ı d a
arasında aynı metod ve y o l u izlemişlerdir. B u i k i büyük imamın, aşırı
uçtaki fırkalar arasında böyle o r t a ve m u t e d i l b i r y o l u seçmeleri, o n l a ­
rı, b i r a z önce de söylediğimiz g i b i , metod birliğine ve dolayısıyle de
mezheb birliğine götürmüştür. B u d a t a b i a t i y l e , Kelâm i l m i n i n en
çok ihtilâfa sebep o l a n Allah'ın sıfatlanmn isbâtı, ezelî Kelâm'ı, g ö rühnesinin cevazı, kulların füleri, büyük günah işleyenlerin d u r u m u ,
P e y g a m b e r ' i n şefaati, Allah'ın arşı istivası ve benzeri k o n u l a r d a b i r ­
leşmelerine ve f i k i r birliği etmelerine sebep olmuştur.
B u r a d a hemen şunu b e h r t m e k g e r e k i r k i , bazı b i l g i n l e r , Mâturîdîliğin, Eş'arîlik ile M u ' t e z i l e arasında k a l a n b i r s i s t e m olduğunu,^' Mâtû^
rîdîüğin Eş'arîlikten çok Mu'tezile'ye d a h a yakın bulunduğunu ve b u
mezhebin Eş'arî mezhebi ile ancak esasa taallûk etmeyen pek az tâlî
meselelerde uyuştuğunu^^ i l e r i sürmüşlerdir k i , b u görüşlerin doğrulu­
ğunu k a b u l etmek mümkün değUdir. Z i r a yukarıda andığımız ve i k i
mezhep s a h i b i n i n de genel o l a r a k üzerinde i t t i f a k ettiğini spyl.ediğhniz
meselelerin,^'^ esasa ilişkin meseleler olmadığını söylemek gerçeğe a y k v
rıdır Meselâ çeşitli fırkalar a r a s m d a en ç o k ihtilâf ve tartışma k o n u ­
s u o l a n Allah'ın sıfatları mselesidir. Hattâ Kelâm i l m i b i l g i n l e r i dahî,
67
B u görüşü.
Şeyh
Ebû
ile D r . Eyyûb
Zahra
Asâkir
Tebyînu
Muhammed
Zâhidul-Kevserî
A l i de
Kezib'il-Mufteri,
aynı
Kevserî'nin
Zahra/Târihu'i-Mezâlıibn-İslâmiyye,
üeri
görüşü
sürmüş
ve
Muhammed
benimsemişlerdir.
M u k a d d i m e s i , s. 19;
s. 212 v d d . K a h i r e
Bk.
ibn
M . Ebu
(trz.); D r . E y y û b A h ,
e l - ' A k î d e t u l - M a t â r î d i y y e , s. 283.
68
B u görüşü i l e r i sürenler
fi-'AkâidiT-Mille
hire
69
1964; E b û
için b k .
Dr. Mahmûd
li-îbn Kuşd, D r . K â s m ' m
Zahra,
Kasım,
Mukaddimesi,
Tânhul-Mezâhîbi'î-îslâmiyye,
B u m e s e l e l e r d e i k i m e z h e z i n nasıl uyuştuklarım
dî, K i t â b u ' t - T e v h î d , D r . H u i e y f ' i n M u k a d d i m e s i ,
Menâhicul-Edille
s. 18, 122, 123, K a ­
C . I, s. 212, 213, K a h i r e .
anlamak
için b k .
el-Mâturî-
s. 10-17.
23
b u ilme « l l ' m u ' t - T e y İ ı î d
v e ' s - S ı f â t »
adını Termişîer
ve konularını açık b i r şekilde belirtmişlerdir.^** A l l a h ' m sıfatlan k o n u ­
s u , z a m a n l a siyâsî b i r çehreye dahî bürünmüş ve «M i h n e»
dev­
rinde İmâm A h m e d b. H a n b e l (Ölm. H . 2 4 1 / M . 8 5 5 ) ' i n Allah'ın kelâmı
o l a n Kur'ân'm mahlûk olduğu f i k r i n i k a b u l etmemesi yüzünden i m t i ­
h a n a çekildiği ve çeşitli işkencelere mâruz bırakıldığı görülmüştür.'^ A l ­
l a h İn sıfatairı konusuna, önemine binaen, özellikle « î 1 m - i K e 1 â m» adı bile verenler olmuştur.^^ Böyle b i r meselenin, esasa t a a l ­
lûk etmediğini i l e r i sürmek nasıl mümkün o l u r ? B u n u n g i b i ,
Ehl-i
Sünnet akîdesini t e m s i l eden b u i k i büyük imâmın
ittifak ettikleri,
rü'yet, 'arş, k u l u n k e s b i v.s. g i b i k o n u l a r d a d a aynı şeyleri söylemek
mümkündür.
el-Beyâdî de, «Îşârâtul-Merâm» adlı eserinde E h l l i Sünnet akîde­
s i n i t e m s i l edenlerin, esasta birleştiklerine ve sâdece bazı fer'î mese­
lelerde, b i r b i r l e r i n d e n ayrıldıklarına işaret e t t i k t e n sonra, onların a n ­
cak, kesb, rü'yet, bütün varlıkların A l l a h ' a isnâd edilmesi,. Allah'ın zâ­
tının aynı v e y a gayrı olup olmadığı v.s. g i b i esasla i l g i l i k o n u l a r d a
diğer fırkalardan geniş ölçüde ayrıldıklarını zikretmektedir.'^^
B u k o n u y u b i t i r m e d e n önce Mâturîdîyye ile Eş'arîyye'nin genel o l a ­
r a k i t t i f a k e t t i k l e r i esaslarla, ihtilâfa düştükleri fer'î meselelere, b u ­
r a d a kısaca d a olsa değinmeği, jmkarıdaki görüşleri t e y i d etmesi y ö ­
nünden yararlı görmekteyiz.
E h l - i Sünnet genel o l a r a k Allah'ın zâüyla i l g i l i sıfatların isbâtı
k o n u s u n d a i t t i f a k etmişlerdir. O n l a r a g ö r e zatî sıfatlar, Allah'ın zâtıyla kâim, kadîm mânalar olup, b u n l a r ne zâtmm aynıdır, ne de g a y 70
en-Nesefî.
Ömer,
Bk. Ahmed
Talât
el-'Akâidu'n-Nesefiyye,
b.Muhammed
Koçyiğit'in
Önsözü,
b.Hanbel,
s. 6, K a h i r e
1879.
Kitâbu'I-iIel v e Ma'rifeti'r-Bicâl,
C . I, s. 8, A n k a r a
1963; e z - Z e h e b î ,
s e d d î n , D u v e l u ' l - İ ş i â m , C . I, s. 102, H a y d a r â b â d 1337; İ b n u l - C e v z î ,
Menâkibu'l-İmâm A h m e d
s.
169 v d d . , K a h i r e
1366/1947; D r . K e m a l
Işık
Şem­
Ebû,l-Ferec,
b . H a n b e l , s. 315, 317, 400, K a h i r e 1349; A h m e d
D u h â l - İ s I â m , C . I I I , s. 178 v d d , K a h i r e 1357-1368.- Z u h d i
Mu'tezile,
Doç. D r .
el-Hâfız
Emin,
H a s a n Câınıllah,
Mu'tezile'nin
^-
Doğu­
ş u v e K e l â m î G ö r ü ş l e r i , s. 6 1 .
'2
B k . eş-Şshrestânî,
(tarihsiz).
Abduîkerim,
Kitâtau'î-Mîîel
v e ' n - N i h a l , C . I, s. 32,
Bağdad
E k . e l - B e y â d î , İ ş â r â t u ' l - M e r â m , s. 52; e l M â t u r î d î , K i t â b u ' t ^ T e v h î d , D r . H u l e y f
Mukaddimesi,
24
s. 18-19 m .
rıdır. B u n a gÖre, A l l a h âlimdir, demek, O ' n u n b i r i h n i olması v e y a b i r
i l i m l e h i l m e s i demektir. B u i l i m ise, kadîm b i r mâna olup, O ' n u n zâtıyla
kâim ve zâtına eklenmiş b i r sıfattır. B u ise ne zâtının aymdır, ne de
gayrıdır. Allah'ın kudret, irâde, h a y a t , kelâm, görme ve işitme sıfat­
ları d a aynen b u n u n g i b i d i r . Gerek Mâturîdiler, gerekse Eşarîler, bütün
E h l - i Sünnet esasa ilişkin b u y e d i sıfat k o n u s u n d a i t t i f a k etmişlerdir.^^
B u n u n l a beraber, A l l a h ' a b e k a ve t e k v i n g i b i , başka sıfatlar isnâd et­
mek h u s u s u n d a ihtilâfa düşmüşlerdir. O n l a r a göre A l l a h , Bakîdir; f a ­
k a t bekâ'nm mânâsı n e d i r ? A c a b a O, bekâ ile Bakî olup, b u d a O ' n u n
zâtıyla kâim ve zâtına eklenmiş b i r sıfat mıdır? v e y a A l l a h , b e k a a i l e
olmayıp K e n d i zâtıyla m r Bakîdir? Başka b i r deyimle, acaba bekâ v e y a
zâtın varlıkta devamı, zâtın varlığına eklenmiş b i r mâna mıdır? Y o k ­
sa bu, i k i n c i b i r z a m a n d a zâtın varlığının aynı mıdır?
E h l - i Sünnet mezhebini m e y d a n a getiren Mâturîdiyye ile Eş'âriyye'n i n ihtilâf e t t i k l e r i k o n u l a r iste b u g i b i f e r i meselelerdir. Eş'arî'ye
göre, b e k a a , Allah'ın zâtına eklenmiş o l a n b i r sıfattır. İlim ve h a y a t
g i b i ' d i ğ e r mâna sıfatlan d a b u n u n g i b i d i r . Mâturîdiler ise, bekâ'mn
bakî o l a n Zât'a eklenmiş b i r sıfat olmasını k a b u l etmemişlerdir.^^
Mâtûrîdî'ye göre «Tekvin» sıfatı Allah'ın zâtıyla kâim ve zâtına
eklenmiş kadîm b i r sıfattır. Eş'arîler ise, b u görüşün karşısına çıkmış­
l a r ve t e k v i n sıfatının itibarî ve hadis b i r sıfat olduğunu i l e r i sürmüş­
ler ve b u n u n d a f i i l l e r i n m e y d a n a gelmesiyle m e y d a n a gelen, teceddüd
eden ve hadis o l a n fiilî sıfatlardan b i r i olduğunu söylemişlerdir. Mâ­
tûrîdî'ye göre t e k v i n ( y a r a t m a ) sıfatı, mükevven (yaradılmış) ile a y ­
nı değUdir. Z i r a t e k v i n , Allah'ın sıfatı olduğu halde, mükevven y a r a dılmıştır. T e k v i n s o n r a d a n o l m a değil, mükevven s o n r a d a n
olmadır.
Eş'arîlere göre ise, t e k v i n , mükevven'in y a n i yapılan şeyin k e n d i s i d i r .
Başka bir deyimle f i i l failin değil, mef'ûlün sıfatıdır. Mâturîdî ise bu
görüşü ka;bul etmemiş ve yaratmanın yaradılanm değil, Y a r a d a n ' m sı­
fatı olduğunu söylemiştir.^^ Mâtûrîdî'ye göre, t e k v i n , müm-kün varlık­
l a r a taallûk eden ve onların y o k t a n v a r olmasını sağlayan bir sıfat­
tır. K u d r e t sıfatı, mümkün varlıklara, mümkün olmaları i t i b a r i y l e
taallûk etmekte ise de, onların y o k t a n v a r olmalarında müessir değilV4
B k . el-Mâturîdî,
Kicâbu't-TeThîd,
75
B k . e l - M â t u r î d î , a n ı l a n e s e r , s. 19, 20 m .
V6
B k . Prof.
D r . Neşet
Dr.'Huleyf
Çağatay-Prof.
Mukaddimesi,
D r . î. A g â k
Çubukçu,
s. 13 m .
İslâm
Mezlıetîleo
T â r i h i , C . I, s. 185.
25
dir. Çünkü b u , t e k v i n sıfatının görevidir. Eş'arîlere göre ise, müm­
kün varlıkların y o k t a n v a r olmalarım sağlayan ve bunda b i r i n c i dere­
cede müessir o l a n sıfat kudret sıfatı olup, t e k v i n sıfatı değildir. I^te
bu anlayış. farkından dolayı t e k v i n sıfatı, Mâturîdîlere göre
kadîm,
Eş'arîlere göre hadis olmuştur."
Görüldüğü g i b i t e k v i n sıfatı, dolayısıyla fiilî sıfatlar konusunda­
k i b u ihtilâfîarm tümü, esasla i l g i l i olmayıp, fer'î meselelerle i l g i l i b i r
takım ihtilâflardan i b a r e t t i r k i , bunların hiçbiri E h l - i Sünnet inancı­
nı zedeliyecek b i r nitelikte değildir.
E h l - i Sünnet, kelâm sıfatının Allah'ın zâtıyla kâim kadîm b i r sı­
fat olduğu, ancak nefsî kelâm'm kadîm ve b u n e f s i kelâma delâlet eden
h a r f ve seslerin hadis olduğu hususımda i t t i f a k etmişlerdir. B u n d a n
sonra, bu nefsî kelâm'm duyulup duyulm-ayacağı konusunda ihtilâfa
düşmüşlerdir. Eş'arî'ye göre, kelâm-ı
nefsî'nin
duyulması
caizdir.
^Eş'arîier b u görüşlerini b i r takım aklî ve naklî delillerle i s b a t l a m a y a
çalışmışlardır. Aklî delil olarak, Allah'ın
görülmesinin caiz olması
konusunda dayandıklstrı delili i l e r i sürmüşler ve Allah'ın varlığı, g ö ­
rülmesinin caiz olm.asımn b i r sebebi olduğuna göre, kelâm-ı nefsî'nin
varlığı da duyulmasının imkânının b i r i l l e t i , sebebidir, demişlerdir.'^^
Naklî delil olarak da «Allah M u s a i l e konuştu.y>P «Mûsâ tâyin
ettiği­
m i z müddet için g e l i p R a b b i o n u n l a konuşunca^ Mûsâ : ' R a b b i m ! B a ­
n a k e n d i n i göster^ S a n a bakayım/ dedi.»,^^ ^ E y M u h a m m e d ! Müşrikler^
d e n b i r i s a n a sığınırsa^ onu^ A l l a h ' m kelâmım d u y u n c a y a ( d i n l e y i n c e ^
y e ) k a d a r k a b u l et.»^^ âyetlerini göstermişlerdir.
M.alv\nûi ve taraîlarVan, "bu ayeüerm "Hz. Musa'nın, A i l a h ' m ezeli
kelâmını duyduğuna b i r delil olamıyacağını i l e r i sürmüşler ve ancak
onun Allah'ın ezelî kelâmına delâlet eden b i r şeyi duymuş olabileceğini
söylemişlerdir.^2 B u n u n için de «Allahhn kelâmım d u y u n c a y a
kadar»
77
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 20 m
. v d d ; İzmirli
İsmail Hakkı,
Yeni
İlm-î Kelâm, C . I I , s. 121, v d d . İstanbul 1340-1343.
78
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, N a ş i r i n
durrahîm b. A h , Kitâbu Nazmi'l-Ferâid
Mukaddimesi,
ve
79
N i s a Sûresi, â y e t : 164.
80
A'râf
81
T e v b e Sûresi, â y e t
6.
82
B k . Ömer en-Nesefi,
el-'Akâidiî'n-Nesefiyye,
Sûresi, â y e t :
Ab1317.
143.
ve CemuT-Fevâid, s. 16.
26
s. 21; Şeyhzâde,
Cem'i'I-Fevâid, s. 16, K a h i r e
s. 85; Ş e y h z â d e ,
NazmuT-Ferâid
âyetim, Allah'ın kelâmına delâlet eden b i r §eyi d u y u n c a y a k a d a r , şek­
linde t e f s i r etmişlerdir.
Allah'ın k e y f i y e t i olmadan, görülmesinin mümkün olduğu h u s u ­
s u n d a i t t i f a k etmişler, f a k a t b u n u n akılla mı, v e y a naklî delil i l e m i
bUineceği k o n u s u n d a ihtilâfa düşmüşlerdir. Şu k a d a r v a r kı, Allah'ın
görüleceğini b i l d i r e n âyetler hakkında aralarında t a m b i r i t t i f a k a v a r ­
mışlar ve M u ' t e z i l e ' n i n Allah'ın görülemiyeceğine
dair ileri
sürdüğü
âyetleri te'vîl ve t e f s i r etmek s u r e t i y l e k e n d i görüşlerinin doğruluğu­
nu i s b a t l a m a y a çalışmışlardır.^^
M u ' t e z i l e ' y e göre, Allah'ın ahirette gözle görülmesi
imkânsızdır.
Çünkü o n l a r a göre A l l a h , cisimlere benzemez. Gözle görünen şeyler c i ­
s i m l e r d i r . Allah'ın gözle görüleceğini söylemek, O ' n u n c i s i m l e r g i b i , g ö ­
rülebilecek b i r varlık olduğunu k a b u l etmek d e m e k t i r . B u ise, A l l a h
hakkında m u h a l d i r . M u ' t e z i l e , b u düşüncelerine mesned o l a r a k , Allah'ın
görüleceğine d a i r E h l - i Sünnet'in dayandığı naklî delillere dayanmış ve
onları k e n d i görüşlerine u y g u n o l a r a k t e ' v i i etmişlerdir.. M u ' t e z i l e ' y e
göre «O'nM gözler i d r a k e d e m e z , h a l b u k i O gözleri i d r a k eder»^',
«Al­
lah U r insanla
ancak vahy suretiyle veya perde arkastndam
konuşuT
âyetleri ve özellikle H z . Mûsâ ile ügili âyete cevap o l a r a k m e n
x L e n terânî - B e n i aslâ göremezdin,.;"
âyeti Allah'ın etaediyyen görüle­
miyeceğine delâlet eden k e s i n nasslardır.
E h l - i Sünnet ise, M u ' t e z i l e ' n i n b u görüşünü reddetmiş ve a k s i n e , b u
âyetlerin Allah'ın görüleceğinin b i r d e l i l i olduğunu i l e r i sürmüştür. Z i ­
r a o n l a r a gpre^ «0'WM gözler i d r a k e d e m e z , âyeti, görmeyi değil, i d r a ­
k i n e f y e t m e k t e d i r . Çünkü b u n d a b i r i h a t a mânası vardır. A l l a h ise,
her türlü i h a t a ve sınırlamalardan' münezzehdir.^^
83
Tafsilât için b k . el-Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v h î d , y a z m a , V a r . 37 a, v d d . ; D r . H u ­
leyf neşri s
23 m
'an-Usûli'd-Diyâne,
alâ-Ehli'z-Zeyğ
ve 77-85; el-Eş'arî, E b û ' l - H a s a n A l î b. İsmail, Kltâtau'l-Ibâne
s.
9-10, K a h i r e
veT-Bida',
(trz.);
s. 34, B e y r u t
el-Eş'arî,
1953; Ö m e r
Kitâbu'l-Luma'
en-Nesefî,
fi'r-Reddi
er'Akâidu'n-
N e s e f i y y e , s. 96-97.
84
E n ' â m Sûresi, â y e t : 103.
85
Ş û r a Sûresi, â y e t : 5 1 .
86
A'râf
87
Bk. Fahreddin
Sûresi, â y e t : 143.
Haydarâbâd
Muhammed
b.Omer
er-Râzi, el-Erbaîn f i Usûli'd-Dîn, s. 213,
1353; el Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 77.
Hz. Musa'nın «Rabbim! B a n a k e n d i n i göster, S a n a hakaytm»'^ sö­
züne karşılık, Allah'ın <^Be?ıi aslâ göremezsin^ demesi, O'nun sâdece b u
dünyâda görülemiyece|i anlamını taşn/ıp, ahirette görüleceği h a k i k a ­
t i n i nefyetmez. Z i r a H z . Mûsâ g i b i b i r peygamberin, rü'yet'in m u h a l o l ­
duğunu bildiği halde, onu A l l a h ' d a n istemesi imkânsızdır.^^
Bundan
başka «Yüzler vardır, o gün t a p t a z e d i r ; R a b h l e r i n i görecektir»^^
âyeti
de Allah'ın gözle görüleceğine k e s i n b i r delildir. Dolayısıyle «O'nu göz­
l e r i d r a k edemez» ve «Beni aslâ gorer/ıezsin» âyetlerinin hükmü, sâde­
ce b u dünyâ içindir. A k s i takdirde Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleri arasın­
d a tenakuzun bulunması g e r e k i r k i , b u imkânsızdır. B i n a e n a l e y h A l l a h ,
b u dünyâda değil, f a k a t ahirette m u t l a k a görülecektir.^^
Görüldüğü g i b i E h l - i Sünnet, gerek Mâturîdiler, gerekse Eş'arîler
olsun, Allah'ın görülmesini ispatlamak için b u âyetlerin t e f s i r i k o n u ­
sunda ihtilâfa düşmemişlerdir. F a k a t aralarında ihtilâf e t t i k l e r i n o k ­
ta, b u rü'yetin aklen caiz olup olm.adığı k e y f i y e t i d i r . Mâturîdî, rü'yetin
naklî delillerle sabit ve vâcib o l m a k l a , b u konuda h e r h a n g i b i r tefsire
v e y a aklî delile i s t i n a d etmenin doğru olm_ayacağını, z i r a aklî delüin
bu k o n u y u isbat etmeye y e t e r l i bulunmadığım söylerken, Eş'arî A l l a h ' m görülmesinin mümkün olduğunu aklî delillerle de ispat edilebi­
leceğini i l e r i sürmüştür.
Eş'arî'nin b u k o n u y l a i l g i l i meşhur b i r aklî d e l i l i vardır k i , k e lâmcılar buna « v a r l ı k
delili»
adım vermişlerdir. B u d e l i l i şu
şekilde özetlemek m ü m k ü n d ü r : «Allah'ın gözle görülmesinin mümkün
olması, O'nun varlığmdan doğan b i r h a k i k a t t i r . Yüce A l l a h v a r oldu­
ğuna göre, görülmesi de elbette mümkündür. Gözle görülen varlıklar,
88
A'râf
S ü r e s i , â y e t : 143.
89
B k . e l - M â t u r i d î . K i t â b u ' t - T e v h i d , s. 23 m\, 77-85; e s - S â b u n ı , N u r e d d i n
Ahmed
b. M a h m û d , K i t â b u l - B i d â y s m m e ' I - K l î â y e f r r H i d â y e f i Usüli^d-Dm, D r . F e t ­
h u l l a h H u l e y f n e ş r i , s. 74, M ı s ı r 1969; er^RâzI, e l - E r b a î n , s. 200-201.
K ı y a m e t Sûresi, â y e t :
9i
22-23.
B u k o n u l a r i ç i n b a k ı n ı z : e ş - E e h r e s t â n î , el~MüeI v e ' n - N i h a l , C . I, s. 45,
re
1 3 8 1 / 1 9 6 1 v e M a t b a ^ a t u ' l - E z h e r b a s k ı s ı ; e l Eş a r i , e l - L u m a ' , s.
1955;
Zuhdi
Haz,
ra
Albert
Nasri
Nâder, Felsefetu'rMu'tezile,
H a s a n C â r u l l a h , e l - M ^ ' t e z i I e , s. 79-S3;
61-68,
s. 112 v d d , İ s k e n d e r i y e
el-Gazzâli,
el-îktlsâd
Kahi­
Mıa^r
1950-
fıl-ltikâd.
P r o f . D r . 1. A g â h j : ; u b u k ç u v e D o ç . D r . H ü s - y i n A t a y , s. 60 v d d . A n k a ­
1062 v e a y n ı e s e r i n D r . K e m a l ız:lz
ts<rrJ\adan lurkce
te-T. « l o k â . i d a
Orta
Y o l » , s. 45 v d . A n k a r a 1971; D r . K o m a l İşık, Mu^tezl^e^^na D o ğ u ş u v e ' KeJâınI
G ö r ü ş l e r i , s. 73~75.
28
ancak f i i l e n v a r olduklarından dolayı görülebilirler. B u n u n d e l i l i , b i ­
z i m cevher ve araz g i b i , h a k i k a t l e r i değişen çeşitli şeyleri görmemizin
mümkün olmasıdır. B u r a d a , görmeyi sağlayanın, değişkenlik olması i m ­
kânsızdır. Z i r a b u t a k d i r d e , b u hükmün i k i ayrı sebebinin bulunması
g e r e k i r k i , aklın b u n u k a b u l etmesi düşünülemez. O halde, gördüğü­
müz çeşitli hakikâtler arasında müşterek b i r v a s f m bulunması z o r u n ­
l u d u r k i , aslında görmemizi sağlayan da işte budur. Yapılan araştır­
m a ve tecrübelerden anlaşıldığına göre, cevher ve a r a z l a r d a olduğu g i ­
b i , çeşitli varlıklar arasında ancak vücûd ve hudûs yönünden b i r müş­
t e r e k l i k vardır. B u n u n l a beraber sâdece hudûs'ün, görm.enin gerçek b i r
i l l e t i , sebebi olması mümkün değildir. Çünkü hudûs, y o k l u k t a n s o n r a
meydana gelen b i r varlıktır. B u y o k l u k ise, onda h e r h a n g i b i r t e s i r ic­
ra etmemiştir. Buna göre geriye sâdece vücûd, varlık kalmaktadır. V ü ­
cûd ise, görülenle görülmeyen
varlıklar
arasında
m^üşterektir. B i ­
naenaleyh Allah'ın varlığı, O'nun görülmesinin gerçek b i r sebebidir. Se­
bep, illet v a r olduğuna göre, hüküm de v a r d e m e k t i r k i , b u d a , A l l a h ' m
görülmesinin caiz ve mıümkün olmasıdır.»
Fahreddîn Râzî'nin dışında kalan bütün Eş'arîler, b u delili k a b u l
etmişler ve A l l a h ' ı n görüleleceğini bununla ispatlamağa çalışmışlardır.
Râsî ise, Mâturîdî'nin b u k o n u d a k i görüsünü benimsemiş ve Allah'ın
görülmep.inin naklî delillerle sabit olmasına rağmen, b u n u n aklî delil­
lerle ispat edilerniyeceğini i l e r i sürm/dştür.^^ Fahreddîn Râzî, b u k o n u ­
d a Eş'arî ve taraftarlarından ayrılıp, Mâturîdî'nin görüsünü benimsediği
g i b i , Mâturîdî'nin taraftarları d a imamlarının görüşlerini k a b u l etme­
mişler ve E § ' a r î ve taraftarlarının adî geçen d e l i l i n i kullanm^ak s u r e ­
t i y l e , Allah'ın gözle görülmesinin aklî delillerle de- isbat edilebilece­
ğini i l e r i sürmüşlerdir.^^
Görüldüğü g i b i , E h l - i Sünnet mezhebini m.eydana getiren b u i k i
•S2
B k . el~Eş'ari,
el-Luma',
llmi'I-Kelâm, Alıred
s. 32;
Guiliaume
eş-Şehrestânî,
Kitâbu
n e ş r i , s. 357, L o n d o n
s. 191; e i - M â t u r î d î , " K i t â b u ' t - T e v h î d ,
Dr. Huleyf
NihâystiTIkdâm
fî
1934; e r - R â z î ,
el-Erbain,
neşri, M u k a d d i m e ,
s. 24, 25,
39-40.
&3
94
B k . e r - R â z î , e i - E r b a î n , s. 198.
örnek
mesi
İ ç i n b a k ı n ı z : e n - N e s e f i , Ebıı'l-MuL-ı, T a b s ı r a t u ' i - E d i l l e ,
«Allah'm
görül­
( r ü ' y e t ) ' n i n a k l i d e h l î e r l e i s p a t ı » b a h s i , S ü l e y m â n î y e - F â t i h K t b . N o ; 2907,
L â l s l i , 2162, K ı h ç A l i P a ş a , 506 m v e 517, S e r e z 139^; e n - N e s e f î , Ö m e r ,
du'm-Nösefiyye,
Muhammed,
el-'Âkâî-
s. 94; e s - S â b u n i , K i t â b u ' I - B i d â y e , s. 77 v d d . ; e l - P e z d e v î , A l î b .
Usûî,
KeşfuT-Esrâr,
kenarında,
C . I , s. 59, i s t a n b u l
1308-1310/
1890-18SS.
29
büyük o k u l arasındaki ihtilâf esasa ilişkin olmayıp, sâdece teferruat­
la, başka b i r deyimle y a n meselelerle i l g i l i ihtilâflardır.^^ Y i n e görül­
düğü g i b i , b u tür ihtilâflar sâdece i k i mezhep arasında kalmayıp, k e n ­
di aralarında dahî v u k u bulmuştur. B u d a , sözü geçen ihtilâflarm ciddî
ve k e s i n olmadıklarını bize göstermektedir. B i n a e n a l e y h , b u g i b i fer'î
ihtilâfları b i r senet k a b u l ederek, Mâturîdliğin Eş'arîlikten çok M u ' t e ­
zile'ye d a h a yakın olduğunu i l e r i sürmek, gerçekle u z a k t a n v e y a y a ­
kından i l g i s i b u l u n m a y a n b i r i d d i a d a n başka birşey değUdir.
-a»
B u r a d a hemen şunu belirtmek g e r e k i r k i , Eş'arîlerle Mâturîdiler
arasmda.ki b u tür ihtilâfların kırka k a d a r vadığmı söyleyen bazı b i l ­
ginle vardır,9^ B i n a e n a l e y h , b u k o n u y u b i t i r m e d e n önce, bunların en
önemlilerini özet olarak b u r a d a z i k r e t m e k , her i k i o k u l u n aralarında
ihtilâfa düştükleri konuların m a h i y e t i n i ıbeiirtmesi bakımından yararlı
olacaktır :
'
:
1 — Cüz'î irâde : Eş'arîlere göre, cüz'ı irâdeyi y a r a t a n Allah'dır.
Mâturîdiler ise, cüz'î irâdeyi Allahı'n yaratmadığmı söylerler.
2 — K e s b : Eş'arîlere göre kesb, k u l u n gücünün makdûra i k t i r a ­
nıdır. Mâturîdîlere göre ise kesb, k u l u n b i r şeye a z m ve niyet etmesiyle
o şeyin hâsıl olmasıdır.
3 — Huşun v e k u b u h : Eş'arîlere' göre huşun ve k u b u h , başka
bir deyimle b i r şeyin i y i v e y a kötü olduğunun akıl ile b i l i n m e s i müm­
kün değildir. Bunları ancak Allah'ın e m i r l e r i ve n e h i y l e r i üe b i l m e m i z
mümkündür. Eğer A l l a h b i r şeyin yapılmasını e m r e t t i ise, o şey i y i ­
dir. Yapılmasmı nehyetti ise, o şey kötüdür. Mâturîdîlere göre ise, h u ­
şun ve k u b u h ' u n akıl ile b i l i n m e s i mümkündür. E m i r ve nehiy, b i r
şeyin i y i v e y a kötü olduğunu b i l d i r i r , î y i olan şey A l l a h tarafından
emredilmiş, kötü olan şey de yasaklanmıştır.
4 — A U a h h b i l m e : Eş'arîlere göre Allah'ı bilmek şer'an vâcibdir. Mâturîdiler ise, Allah'ı tanımanın a k l e n vâcib olduğunu i l e r i sür­
müşlerdir.
95
B u fer'î ihtilâflar k o n u s u
beyne'î-Eş'ariyye
sım
Alî
Hasan
30
ve'l-Mâturîdiyye,
b. e l - H a s a n .
s.
53-56;
Şeyh Zâde, A b d u r r a h i m
er-Ravdatu'I-Behiyye
H a y d a r â b â d ^ 1322;
Tebjânu K e z i b i l -
el-Eş'arî, Z â h i d u ' l - K e v s e r î
İşârâtu'l'Merâm,
9S
için b a k m ı z : Ebû A z b a ,
Mufterî
Mukaddimesi,
Şeyh Zâde,
İbn
Asâkir,
Ebû'l-Kâ-
f î m â N u s i b e llâ'1-tmâm
s. 19, D ı m a ş k
Nazmul-Ferâid
ve
fimâ
Ebîl-
1347; el-Beyâdî,
Cem'ul-Fevâid.
b . A l i , N a z m u ' l - F e r â i d ve Cem'u'l-Fevâid, Mısır 1317,
5 _ T e k v i n : Eş'arîlere göre t e k v i n , hakikî b i r s i f a t olmayıp, i t i ­
barî b i r sıfattır. Mâturîdîîer ise bunun, k u d r e t ve irâde g i b i hakikî bir
sıfat olduğunu söylerler.
. .
6 _ Nübüvvet
: Eş'arîlere göre nübüvvet için erkek olmak şart
değildir. K a d m d a nebî olabüir. B u n a göre, M e r y e m , Âsiye, Sâre, H a v ­
va, Hâeer ve H s . Mûsâ'nm annesi de nebidirler. Mâturîdîîer ise, b u g ö ­
rüşü k a b u l e t m i y o r l a r . O n l a r a göre nübüvvetin şartlarından b i r i s i de
erkek olmaktır. Kadınların nebî olması caiz değildir.
7 — Kur'ân : Eş'arîlere göre K u r ' a n ' m bazısı, bazısından büyük­
tür. Mâturîdîîer ise bunu k a b u l etmezler ve K u r ' a n ' m bazısının, bazı­
sından büyük olamıyacağını söylerler.
8 _
Teklîf-i
Mâ Lâyutâk
: Allah'ın, insanın gücünün dışında k a ­
lan b i r şeyin yapılmasını emretmesi ve kullarını bununla mükellef kıl­
ması Eş'arîlere göre caizdir. Mâturîdîlere göre ise, böyle b i r t e k l i f caiz
değildir.
9 _ S e b e b v e H i k m e t : Eş'arîlere göre Allah'ın f i i l l e r i b i r h i k m e t
ile m u a l l e l olmıadığı g i b i , b i r sebebe de bağlı değildir. Çünkü A l l a h , s a p ­
tıklarından sorumlu değildir. S o r u m l u olan ancak kullardır. Mâturîdîîer
ise, A l a h ' m f i i l l e r i n i n b i r h i k m e t ile mâilel olduğunu ve bunların b i r se­
bebe dayandığını i e r i sürerler. Z i r a onlara göre A l l a h , abesten münezzehdir. O'nun f i i l l e r i h i k m e t i icâbı meydana gelir. Çünkü A l l a h , her şe­
y i b i l e n ve hakîm olandır.
10 — KeUm-%
N e f s i : Eş'arîlere göre, kelâm.-ı nefsî'nin işitilmesi
caizdir. Mâturîdîîer ise bunu k a b u l etmezler ve kelâm-ı nefsî'nin d u y u lamıyacağmı söylerler.
11
E z e l d e ma'dûm'a hitâb : Eş'arîlere göre, ma'dûma
hitâb-ı
İlâhînin taallûk etmesi caizdir. B u n a göre A l l a h , ezelde Mükellim'dir
Mâturîdîîer ise bunu k a b u l etmezler ve ma'dûma ezelde İlâhî hitabın
taallûk etmediğini ve dolayisiyle Allah'ın ezelde Mükellim
olmadığım
ileri sürerler.
12
İbâdetin y e r i n e g e t i r i l m e s i : Eş'arîlere göre Müslüman ol­
m a y a n l a r d a ibâdet etmekle mükellef olup, b u n u ifâ etmeyenler ayrıca
ceza göreceklerdir. Mâturîdîîer ise, Müslüman olmayanların ibâdetle mü­
kellef bulunmadıkları ve bunu t e r k e t t i k l e r i için de ayrıca ceza görmiyeçekleri görüşündedirler.
13
İrtidâd
: Eş'arîlere göre mürted, y a n i dîninden dönen, y e n i -
31
den
ted
imân ederse, âmelleri de avdet etmiş olur. Mâturîdîlere göre, mür­
yeniden imâna dönse de âmelleri avdet etmez.
— T e v b e - i ye's : Y e ' s halinde yapılan tevbe, Eş'arîlere göre
m a k b u l değildir. Mâturîdîîer ise, bunun m a k b u l olduğu inancındadır­
lar.'^'
E h M Sünnet mezhebini teşkil eden Eş'arîlik ile Mâturîdîlik arasın­
d a k i bağlıca ihtilâflar işte bunlardır. B u n l a r d a h a önce de söylediğimiz
g i b i esasla değil, t e f e r r u a t l a , y a n meselelere ilişkin ihtüâflardır. E s a s
olan da, E h l ~ i Sünnet'in fer'î meselelerde ihtilâf etmeleri değil, prensip
ve esaslarda birleşm.eleridir.
IV
— Mâturîdî ve Sapık Fırkalar :
Mâturîdî, eserlerinde, sapık cereyanların çeşith f i k i l l e r i n i zikretmiş
ve özellikle yaratıcıyı nûr ile zulmet olmak üzere i k i esas olarak telâkki
eden ve bu i k i s i n i n de aynı derecede ebedî olduğunu ileri süren Seneviyye^' ile müşrikler hakkında n a z i l olan «Hayat^ a n c a k b u dünyâdaki h a y a Umîzdır. Ya§ar v e ölürüz; b i z i a n c a k z a m a n ( e d - D e h r ) h e l a k e d e r , der^
ler>y"'' âyetine atfen, Allah'ın varüğînı ve dünyânın- A l l a h tarafından ve
O'nun lîıtf ve keremiyle yaratıldığını inkâr etmekle k a l m a y a r a k , ayrı­
ca dinî hükümlerin tamamını reddeden ve zarnan ile maddenin ebedîli­
ğini i l e r i sürerek, dünyadaki olayların ancak t a b i a t kanunlarına u y m a k
suretiyle meydana geldiğini söyleyen Dehriye'nin^o" görüşlerini
büyük
bir t i t i z l i k l e incelemiş ve özellikle KıtdJjv/'tTevhîd adlı ünlü eserinde sı­
rası geldikçe, b u n l a r a gereken cevapları vermiştir.
B u r a d a hemen su gerçeği belirtmemiz g e r e k i r k i ,
Kitâbu't-Tevhîd,
adı geçen ve benzeri sapık düşünce ve cereyanları içine alan ve bunla97
B k . M . E b û Z a h r a , e l - M e z â h i b u ' l - î s l â m i y y e , s. 292-309; e l - B e y â d i ,
râm, s. 35-56; Ş e y h
Zâde, N a z m u T F e r â i d
ve
Kavdatal-Behiyye;
İbn
Kezibi'l-Mufteri;
Asâkir,
Tebyînu
Cem'u'l-Fevâid;
M u k a d d i m e s i , s. 19; İ z m i r l i İ s m a i l H a k k ı , Y e n i
Ebû
İşârâtuT-MeAzba,
er-
Zâhidu'i-Kevserî
I h n - i K e l â m , C . I, s. 113-115;
P r o f . D r . N e ş e t Ç a ğ a t a y v e P r o f . D r . İ. A g â h Ç u b u k ç u , İ s l â m M e z h e p l e r i Tâ­
r i h i , C . I, s. 187-189; D r . H a m û d e
S3
T a f s i l â t i ç i n b k . R . S t r o t h m a n n , S e n e v i y y e , İ s l â m A n s i k l o p e d i s i , C . X , s. 495¬
498,
S9
1^0
İstanbul
Câsiye
1965.
Sûresi, â y e t :
24.
T a f s i l â t i ç i n b k . î. G o l d z i h e r , D o h r n j e ,
İ s t a n b u l 1963; H . A . G i b b
67 - 68.
32
G u r â b e , e l - E ş ' a r î , s. 187-196,' K a h i r e .
î s l â m A n s i k l o p e d i s i , C . l î l , s. 5 1 2 - 5 1 3 ,
- J . Kramers,
Shorter
Encyclopaedia
of
islam,
s.
Tin gereği g i b i çürütülmesine çalışan en değerli ve en eski b i r eser v e y a
v e s i k a m a h i y e t i n i taşımaktadır. Meselâ- b u eser, b u tür konuları içine
alan el-Kâdî Abdu'l-Cebbâr (Ölm. H . 4 1 5 / M . 1 0 2 4 ) ' m Kitâbu'l-Biuğnr^
sinden ve eş-Şehrestânî (Ölm. H . 5 4 8 / M . 1153)'nin ehMüel v e ' n - N i h a V ^
inden e s k i olduğu g i b i , H . 379/AI. 987 yüında ölen
Îbnu'n-Nedim'in
e l - F i h r i s r i n d e n de eskidir.^^'^ B u demektir k i , b u g i b i k o n u l a n böylesi­
ne geniş b i r şekilde ele a l a n i l k ciddî eser Kitâbu't-TevMd'dir,
Bütün
b u n l a r a rağmen Mâturîdî'nin b u g i b i fırkaların görüşlerini çürütmede
ne derece e t k i h v e y a b u k o n u d a k i yardımının h a n g i ölçüde olduğunun
t a m olarak t a h k i k ve tesbit edilmesi güçtür. Z i r a daha önce, eserleri­
nin ekserisi k a y b o l a n , özellikle i l k şeyhlerinin eserlerinin izine r a s t l a n ­
m a y a n M u ' t e z i l e ' n i n de b u k o n u l a r d a önemli b i r r o l oynadıklarını ve
meşhur münazaralarında b u g i b i İslâm dışı sapık fırkalara karşı d a ge­
reken önemi v e r d i k l e r i n i görüyoruz^^*'- B u n a b i r örnek olarak meselâ,
Mâturîdî'den s o n r a gelen ve Mu'tezilî olan el-Kâdî Abdulcebbâr'm K i tâbu'l-Muğnî fî EbvâbVUTevMd
v e ' h A d I adlı meşhur eserinin/^^ İslâm
dışında k a l a n fırkalara ayrılan ve M u ' t e z i l e ' n i n genel olarak bunlar h a k ­
kındaki görüşlerini içine alan bölümü incelendiği zaman, b u eser ile Mâ­
turîdî'nin Kitâbu't-Tevhîd'i arasında büyük b i r benzerliğin bulunduğu
görülecektir.
Meselâ el-Kâdî Abdulcebbâr, «el^Muğnude M a n i h e i s t l e r ' d e n bahseder­
k e n açık b i r şekilde, H , 2 4 7 / M . 861 yıhnda ölen Ebû îsâ e l - V a r r a k ' a ve
onun Seneviyye fırkası hakkında yazdığı şeylere dayanmakta-"* ve Mâ­
turîdî de b u k o n u d a aynı şeyi yapmaktadır. B u d a gösteriyor k i , gerek
e l - V a r r a k , gerekse Mâturîdî b u fırkalar hakkındaki
bilgilerini
aynı
k a y n a k t a n almışlardır. B u n u n en b e l i r g i n d e l i l i , Mâturîdî'nin, el-Verrak'ı
Kitâbu't-Tevhîd'inde
birçok yerde zikretmiş ve onun b u fırkalar hakkın­
d a k i görüşlerine y e r vermiş olmasıdır.^^^
B u n u n g i b i , gerek el-Kâdî Abdulcebbâr, gerekse Mâturîdî, Sene­
v i y y e ve onu meydana getiren fırkaların görüşlerinden
bahsederler­
imi
B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhid, D r . H u l e y f
102
B k . İbnu'DMurtazâ, Kitâbu'l-Munye
103
B u eser. D r . Tâ-ha H u s e y n
sesetu'l-Mısrıyye
el-Âmme
ve
M u k . s. 47.
v e ' l - E m e i , s, 25-27.
D r . İbrahim
h't-Te'lf
veî'l-Enbâ'
Mezkûr
yönetiminde
ve'n-Neşr»
«el-Mues-
tarafmdan
neşre­
dilmektedir.
1^4
B k . , el-Kâdî,
Abdulcebbâr
Kitâbul-Muğnî,
C . V . s.
10-11.
105
B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 186, 187, 191; D r . - H u l e y f ,
M u k . s. 47-48.
33
ken, aralarında büyük b i r ittifakın ve görüş birliğinin varlığını müşâhade etmekteyiz. Meselâ el-Kâdî Abdulcebbâr'm KitâbvJl-MuğnVde M a nihelistelere tahsis ettiği b i r bölümde özet o l a r a k söyle dediğini gör­
mekteyiz : «Onlara göre N û r
ve Z u 1 m e t ' i n her b i r i beş kı­
sımdan meydana gelmektedir. B u n l a r da, s i y a h ,
b e y a z ,
kır­
m ı z ı , s'^a r 1 ve y e ş i T d i r . B u n J a r d a n Nûr âleminde beyaz olan
h a y r a , ' Zulmet âleminde s i y a h olan şerre delâlet etmektedir.
Bunlar
için ayrıca beş d u y g u vardır. B u n l a r d a n
N u r c u n bünyesinde olanlar
hayır, Z u l m e t t e olanlar serdir...»^^^
Aynı k o n u y l a i l g i l i o l a r a k Mâturîdî de onların şöyle d e d i k l e r i n i
z i k r e d i y o r : «Nûr ve Z u l m e t ' i n her b i r i n i n kırmızı, beyaz, sarı, s i y a h
ve yeşil olmak üzere ayrı ayrı beş türü vardır. B u türlerden Nûr'un
cevherinden olanlar hayır, Z u l m e t ' i n cevherinden olanlar ise şer'dir.
Ayrıca Nûr ve Z u l m e t ' i n h e r b i r i için de beş d u y g u vardır... B u n l a r ­
d a n Nûr'un cevherinin i d r a k i n i sağlayan hayır, Z u l m e t ' i n cevherini i d ­
r a k eden ise şer'dir...»^^^
Diğer t a r a f t a n el-Kâdî Abdulcebbâr ile Mâturîdî arasındaki i t t i f a k ,
sâdece Ebû Isâ e l - V a r r a k ' a dayanmağa ve b u g i b i îslâmî o l m a y a n fır­
k a l a r hakkındaki görüş ve r i v a y e t l e r i n i n açıklanm.asma i n h i s a r etmekle
kalmamış, bunun ötesinde o r J a r m iddialarının reddi ve görüşlerinin fe™
sadı hususunda d a i t t i f a k etmişlerdir.^«^ H e r i k i eserde de b u n u n birçok
örneklerini görmemiz mümkündür. el-Kâdî Abdulcebbâr'dan d a h a önce
gelmesine rağmen, Mâturîdî'nin, Seneviyye ve benzeri fırkaların
fikir­
l e r i n i tartışma konusu y a p a n ve bunları reddeden i l k insan olarak k a ­
b u l edilmesi konusunda doğru b i r f i k r e varm.ak hernekadar
güç g i b i
görünüyorsa d a , aslında, o asırda İslâm âleminde yaygın olan"^^^ ve özel­
l i k l e Müslümanların yakından ilgilenmeleri ve tartışma
konusu
yap­
maları sonucu Kelâm i l m i n i n de gelişm.esine y o l açan'^^ b u tür d i n ve
los
Bk. KitâbuTMuğnî,
107
B k . el-Mâturîdî,
108
Karşılaştırmak
43-44;
109
C . V , s. 11.
Kitâbu't-Tevhîd,
için
ei-Mâturidi,
bakınız:
s. 157.
el-Kâdi
Kitâbu't-Tevhîd,
s.
Abdulcebbâr,
158;
Kitâbu'l-Muğnî,
D r . Huleyf,
B k . Î b n u ' n - N e d i m , e l - F i h r i s t , s. 472, 473; A b d u r r a h m a n
Mukaddimesi,
Bedevi,
f î T - î s l â m , s. 23 v d d . . K a h i r e 1945.
110
34
B k . B e d e v i , a n ı l a n e s e r , s. 23; H a y y â t , K i t â b u l - İ n t i s â r , s. 54-60.
C.V,
s.
s. 49.
Târihu'l-İlhâd
mezheplerin görüşlerine geniş b i r y e r veren elimıizdeki en e s k i metnin,
Kitâbu't-Tevhîd olduğunda şüphe y o k t u r .
Sonuç olarak şunu söyiiyebiliriz : İslâm âlemine b u g i b i f i k i r ve
c e r e y a n l a r m sızması ve Müslümanların, f e t h e t t i k l e r i ülkelerde b u çeşit
düşünce ve mezheplerle karşılaşması, onların tevhîd dîni o l a n îslâmiyeti
ve Yaratıcı'nm birliğini, eşi ve benzeri bulunmadığını hararetle s a v u n ­
malarından ve b u hususlarda h a k h olarak aslâ b i r tâvize yanaşmama­
larından i l e r i gelmiştir.
35
İ K İ N C İ
B Ö L Ü M
Î M Â N
I —
îmânla
İlgili Gene! Hüküîmler i
Mâturîdî'nin îmân hakkındaki görüşlerine geçmeden önce b u d e y i ­
m i n gerek lügât, gerekse ıstılah yönünden n e y i ifade ettiğinin açık­
lanmasını g e r e k l i bulmaktayız.
a —• İmânm
Tarifi v e Dereceleri
:
îmânın, kökü i t i b a r i y l e esas mânası, k a l b i n h u z u r a ve sükûna k a ­
vuşması, h e r h a n g i b i r k o r k u karşısında k e n d i s i n i emniyette hissetme­
s i d i r . Ayrıca, k o r k u s u z kılmak anlamına geldiği g i b i , doğrulamak, b i r
şeyin doğruluğunu söylemek ve k a b u l etmek v e y a b i r şeye y a d a b i r i ­
sine inanıp güvenmek anlamına d a gelir.^^^ İmâmn Türkçe anlamı olan
i n a n m a k kelimesinde de aynı mânaları sezmek mümkündür. İnsanın b i r
şeye i n a n m a k kelimesinde de aynı mânaları sezmek mümkündür. İnsa­
nın b i r şeye inanması, genel o l a r a k i k i şekilde o l u r :
1 — Z i h n i n b i r şeye bağlanması, b i r hüküm v e r m e s i için h e r h a n g i
b i r tenkide, t a h l i l e v e y a delile dayanmaksızın o şeye k e n d i kendine, k e n ­
diliğinden inanması s u r e t i y l e o r t a y a çıkan inanç.
m
Tafsilât
için
Mufredât
hammed
Ahmed
b. Farız
Âsim
mûd
b. Ö m e r
Hüseyin
Ebû'l-Kâsım
s.
el-Hüseyin
2^,
Mısır
el-FadI
1324;
er-Râğıb
Ebû'l-Fadi
b . M a n z û r , Lisânu'l-'Arab, C. X I I I , s. 2 1 , B e y r u t
1366;
İsmail
bak:
fî-GârîbiT~Kur'ân,
b. Zekeriyyâ,
Efendi, Kamus
Atay,
ez-^mâhşerî,
Kmr'ân'a
b. H a m m â d
Mu'cemu
Tercümesi,
MakâyısıT-Luğa,
el-Cevherî,
İmân
C , I, s.
C . I, s. 10, B u l a k
Esasları,
eî-Sıh^h,
s. 2,
133,
Mısır
1304-1305; M a h ­
1882; D o ç . D r .
A n k a r a 1961; E b û
C . V , s. 2071, M ı s ı r
1956;
h i r e l - B a ğ d â d i , U s û l u ' d - D î n , s. 248, İ s t a n b u l 1928; D . B . M a c d o n a l d
desi, İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . V / 2 , s. 984, İ s t a n b u l
elMu­
1955; E b û ' l - H u s e y i n
C. I V , s. S^s, İ s t a n b u l
Esâsul-Belâğa,
Göre
el-Isfahânî,
Cemâleddin
Nasr
Abdulkâ-
îmân
Mad­
1951.
37
2
B i r düşüncenin v e y a aklî m u h a k e m e n i n sonucu o l a r a k do­
ğan inanç k i , b u n a « t e e m m ü i î
inanç»
admı v e r m e m i z müm­
kündür. B u tür inançta birtakım aklî delillere, t e n k i d , t a h l i l ve n a z a ­
riyelere d a y a n m a k zorunluluğu Vardır.^^^ İşte b u inanç vasıtasıyla z i ­
h i n , b e l i r l i b i r hükme varır ve o hükme tüm benliğiyle bağlanmış o l u r .
B u safhada aklın büyük önemi de o r t a y a çıkmış olur. Z i r a akıl, açık
ve seçik olan b i r gerçeği k a b u l ve t a s d i k etmek zorunluluğundadır. Şu
k a d a r v a r k i , tüm gerçekleri kavrayabilecek b i r n i t e l i k t e o l m a y a n m a h dud insan zihninde, isbat edilememekle beraber, t a s d i k olunan bazı ger^
çeklerin de varlığını görmek mümkündür. Böyle b i r d u n u n d a « i r â d e »ye de büyük b i r görev düşmektedir k i , b u d a mütereddit k a l a n
aklı uyarması, b e l i r l i sebeplerle onu hükmetmeye v e görevim y a p m a ­
y a sevketmesidir. Görüldüğü g i b i , b i r şeye i n a n m a v e y a imân etmede
kısmen de olsa, irâdenin de önemli b i r payı vardır.^^^
İslâm dîninin büyük b i r önem verdiği ve hemen hemen tüm s o r u m ­
luluğu kendisine yüklediği b u irade payını İslâm b i l g i n l e r i de hesaba
katmışlar ve a k i m , hattâ i l m i n z o r u n l u kıldığı t a s d i k ' i n imân o l a b i l ­
mesi için iradenin payına d i k k a t i çekmek suretiyle, ona i z ' a n üe b e r a ­
ber xtasdîk» adını vermişlerdir.'"'
Bazılarına göre imânın, başka b i r deyimle i n a n m a m n bihnede oldu­
ğu g i b i birçok dereceleri vardır. Meselâ, h a l k m i l k e l bilgisiyle b i r t a ­
kım sınıflamalara ve açıklamıalara d a y a n a n ilmî b i l g i ve ayrıntılı, par-^
çalı b i l g i l e r i b i r a r a y a getirmek suretiyle bunları birleştiren, bütün­
leştiren felsefî b i l g i arasında önemli derece farkları olduğu g i b i , h a l - .
k m her türlü etkilerden uzak inancı i l e a k i m ve z i h n i n bütün tecrübe
ve k o n t r o l l e r i n i n , şüphe ve tereddütlerinin b i r sonucu olan ilmî inanç
ve «ilimlerin b i l m e ve düşünce çevrelerine dayanak b u l m a ihtiyacı ile,
içkin d u y u l a r ve k a v r a m l a r dünyasını kuşatan aşkm varlığa çevrilme
zorundan doğan felsefî i n a n m a » a r a s ı n d a d a mühim derece f a r k l a ­
rı vardır.
112
Bk. E b û el-Gazzâlî,
eHktisâd
Dr.
neşri,
Hüseyin
Atay
ve
Doç.
D r . Kemal
Işık
f i ' l - î ' t i k â d , P r o f . D r . İ. A g â h Ç u b u k ç u
s. 212, A n k a r a
1962; a y n ı
eserin
t a r a f ı n d a n t e r c ü m e s i . « İ t i k a d d a O r t a Y o l » , s. 158, A n k a r a 1971.
113
B k . D . D w e l h a u v e r s , P s i k o l o j i , M u s t a f a S e k i p T u n ç t e r c ü m e s i , s. 381, 382, İ s ­
tanbul
1938; D o ç . D r . H ü s e y i n A t a y ,
K u r ' â n ' a g ö r e İ m â n E s a s l a r ı , s. 3.
114
B k . S a ' d e d d i n M es'ûd b. Ö m e r et-Teftazânî,
Ş e r h u M a k â s ı d i ' t - T â l i b î n fî İimi
İ15
U s û l ' A k a i d i ' d - D i n , C . 11, s. 259, İst. 1304.
B k . O r d . Prof. H i l m i Z i y a Ülken, Felsefeye
Giriş,
38
C . î, s. 51, A n k a r a
1963.
İnançla i l g i l i b u üç dereceyi d a h a b e l i r g i n b i r hale koymamız için
şöyle b i r sıralama yapmamız mümkündür :
1 _ H a l k m inancı k i , b u tür inanç, s a f d i l o l a r a k k a b u l edilen ve
birtakım öğretilerle, t a k l i t l e v e y a sağduyu sezgisiyle doğmuş
ohnası
mümkün o l a n b i r inanış şeklidir. B u n a b i r örnek o l a r a k , meselâ, b i r
kömürcünün v e y a basit b i r işçinin inancını göstermemiz mümkündür.
B u tür b i r inanca s a h i p olan b i r k i m s e n i n h e r h a n g i b i r tenkide k a t l a n ­
ması v e y a inancı konusunda b i r tartışmaya girişmesi mümkün değil­
dir. O n u n inancının kendisine has sağlam ve sarsılmaz b i r temeli v a r ­
dır.
2
D o g m a t i k a k i m inanaı k i , b u tür b i r inancı özellikle medrese
kelâmında ve skolâstik düşünce tarzında görmek mümkündür. B u çe­
şit inanç, d a h a çok dogmatik aklın delillerine
dayanmak suretiyle,
k e n d i s i n i sağlamlaştırmağa ve z i h n i n bütün gücünü tecrübeye dayanan
d e l i l i n yerine koymağa çalışır.
3 — T e n k i d c i aklın inancı k i , b u , diğerlerinden farklı; olarak, i n a n ­
cı, z i h i n d e n ve d u y u l a r d a n t a m a m e n ayırması s u r e t i y l e o r t a y a çıkar.
B u ince ayırış ise, i n a n m a y a en elverişli y o l u açmağa sebep olur.^^®
b —
İmân i l e İslâm v e İhsan
Arasındaki
Derece Farkla^n
;
Istılahı a n l a m d a imân k e l i m e s i şu i k i önemli mânayı ifade e d e r :
1 — A l l a h ' a , Resûlü'ne ve onun risâletine;
2 — B u risâletin muhtevasına inanıp güvenmek,
îslâmiyeti k a b u l eden ve böyle b i r imâna sahip olan b i r kimseye «m ü
m i n» adı verüir. H z . Peygamber b i r hadîsinde, k i b u n a « C i b r î l H a ­
d î s i »
de denmektedir, İ s l â m ,
î m â n
ve İ h s a n
deyim­
l e r i n i n mânalarını gayet açık b i r şekilde anlatmış ve aralarındaki de­
rece farklarını veciz b i r t a r z d a belirtmiştir. Hadîsin t a r i f i n e göre İ s ­
lâm, Allah'ın birhğine, H z . M u h a m m e d ' i n O'nun elçisi olduğuna i n a n ­
m a k , namaz kılmak, zekât vermek. R a m a z a n orucunu t u t m a k , k u d ­
r e t i yetenlerin BeytuUah'ı haccetmesidir. îmân ise, A l l a h ' a m e l e k l e r i ­
ne, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, k a d e r i n i y i v e y a k ö ­
tü, tatlı v e y a acı A l l a h tarafından olduğuna manmaktır. îhsân'a ge116
Tafsilât için b a k : H i l r n i Ziyâ Ülken, Felsefeye Giriş, C . II. s. 229-232, A n k a r a
1958.
39
îince, A l l a h ' a , K e n d i s i n i görüyormuş g i b i ibâdet e t m e k t i r . Z i r a insaû,
her nekadar O ' n u görmüyorsa d a , A l l a h onu görmektedir.'
B u hadîs, bize önemli b i r h u s u s u daha öğretmektedir k i , bu d a i n a ­
n a n insanların imânca b i r b i r l e r i n e eşit olmadıkları k e y f i y e t i d i r . Gerçek­
te i n s a n l a r gerek imân, gerekse b u imânm gereği olan
âmel
yö­
nünden çeşitli d u r u m l a r arzetmektedirler. B u n a göre, elbetteki o n l a ­
rın A l l a h katındaki dereceleri de, imânları ve âmellerine göre çeşitli
olacak ve kendilerine b u dereceleriyle mütenasip birtakım i s i m l e r ve­
r i l e c e k t i r . İşte bundan dolayı adı geçen hadîs, Müslümanları genel o l a ­
r a k üç dereceye ayırmaktadır k i , bunları b u r a d a kısaca i z a h etmekte
y a r a r görmekteyiz:
1— « İ s l â m
d e r e c e s i :
İslâmiyetin beş şartını k a b u l
eden h e r m s a n , b u dereceyi i h r a z etmeğe h a k kazanmış olur. Böyle b i r
k i m s e « m ü s 1 i m » v e y a « m ü s 1 ü m a n » adıyla amlır. G e ­
rek Kur'ân-ı Kerîm'in müteaddit âyetlerinde^'^ gerekse H z . P e y g a m b e r ' i n bazı hadîslerinde geçtiği g i b i , îslâm, b i r i « ş e h â d e t » , d i ­
ğeri bedenî h a r e k e t l e r d e n m e y d a n a gelen « â m e l »
o l m a k üzere
i k i u n s u r d a n teşekkül etmektedir'^».
2
«I m a n» d e r e e e s i : B u derece, i n s a m n d u y g u l a n a c a k derece­
de sağlam ve k u v v e t l i b i r i n a n c a s a h i p olmasıdır. B u r a d a hemen k a y ­
dedelim k i , imân sadece kalple, başka b i r deyimle r u h l a i l g i l i bulundugundan, onun b i r dış görünüşü y o k t u r . B u n u n için i n a n a n l a i n a n ­
mayanı b i r b i r i n d e n ayırmak güçtür; hattâ bazı hallerde mümkün de
değildir. O y s a «islâm» böyle değildir. Z i r a İslâm'ın b i r u n s u r u d a
bırtaKim bedenî hareketlerden m e y d a n a gelen ameldir B u n u n ise b i r
dış görünüşü vardır. B i n a e n a l e y h , dış görünüşe dayalı b u bedenî h a ­
r e k e t l e n yernıe g e t i r e n h e r i n s a n a «müslüman» denir. O halde
imân
derecesinin, İslâaı derecesinden üstün olması, sahiplerine de « m ü 'm i n »
a d m m v r i l m e s i , İlâhî adaletin b i r gereği o l a r a k görülmelidir.
1"
B k . el-Buhâri,
Ebû
Abdillah
Muhammed
b.,İsmâîl,
el-Câmi'u's-Sahîh
s. 18, i s t a n b u l 1315; e n - N i s â b u r î , E b û ' l - H u s e y n b . M ü s l i m b . H a c c â c ,
C
I
el-Câmî'-
u s - S a h î l î , C . I, s. 39. K a h i r e 1 3 7 3 / 1 9 5 5 ; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u v e
iCeıamî
Görüşleri,
s.
17. 18. A n k a r a
Ectılle, V a r . 199a, y a z m a ,
Nûr-u
1967; E b û ' I - M u î n
Osmaniye
en-Nesefî,
K t b . N o . 2097.
^18
B a k a r a S û r e s i , â y e t : 3; ' A s r , 3; T â - H â , 96; L u k m â n , 2; ' A n k e b û t , 7.
119
B k . M ü s l i m , C . I , s. 37: B u h â r î , C . I, s. 18.
40
Tabsıratu'i-
3 _ « t h s â n » d e r e c e s i :
B u dereceyi i h r a z eden b i r
kimse, artık en üstün dereceye ulaşmıştır. B u derece sahibine « M u h
s î n » adı v e r i l i r . M u h s i n , îmânını t a m olarak yaşar ve R a b b i n i g ö ­
rüyormuş g i b i , O^na ibadet eder. Gazzâlî b u n l a r a «ayne'l-yakîn»
ve
«hakke'l-yakîm. adını verir^-^
c — Küfüry Şekk v e Şüphe
İslâm dinine göre
:
« t a s d i k »
anlamına gelen îmânın karşıtı
i n k â r'dır. T e r i m o l a r a k ele ahndığı t a k d i r d e ise, b u n u n
« k ü f ü r -
anlamını taşıdığı görülür.
Küfür, ( K F R ) kökünden gelmesi i t i b a r i y l e , b i r şeyin üstünü ört­
mek v e y a ' k a p a m a k anlamına gelir. B u n a göre, küfrün d i n açışımdan
ifade ettiği mâna, İslâm inancına göre îmân edilmesi z o r u n l u o l a n ger­
çek esasların üstünü örtmek, üzerlerini k a p a m a k suretiyle onları y o k ­
muş g i b i farzedip inkâr etmek, k a b u l etmemektir^-'.
imân ile küfür arasında mütereddit k a l m a ve hiçbirine k e s i n l i k ­
le katılmama v e y a zihnî k a v r a m l a r d a b i r şeyi k a b u l etmeme ve inkâr
etmeme haline de şekk ve şüphe adı verilmiştir^-^
B u r a y a k a d a r , genel o l a r a k , d i n açısından gerek îmân, gerekse
îmânla yakından i l g i l i birtakım kavramların ifade ettiği a n l a m l a r üze­
rinde d u r d u k . B u n d a n sonra, b u kavramların, Mâturîdî'ye göre n e y i
ifade e t t i k l e r i n i ve nasıl değerlendirildiklerini açıklamağa çalışacağız.
n
_
Mâturîdî'nin
îmân Anlayışı :
a — İmânhn M a h i y e t i
:
Mâturîdî'ye göre imân, d i l ile i k r a r , k a l b ile t a s d i k t i r . D i l i ile i k ­
r a r ettiği halde k a l b i ile t a s d i k etmeyen k i m s e mümin değildir. B i r
mâni olmadığı halde imânını gizleyen, d i l i ile i k r a r etmeyen k i m s e y e
120
B k . el-Gazzâli,Faysalu't-Tefrika
1325/1907; e l - K a v â i d u ' l - A ş e r e ,
B e y n e Ehli'l-İslâm
s. 96, M ı s ı r
1343; İ b n
ve'z-Zandaka,
Haldun,
s.
82,
Mısı
Şifâu's-Sâll
1
T e h z i b i ' l - M e s â i l . M . T â v i t e t - T a n c î n e ş r i , s. n z . , İ s t a n b u l 1958; D o ç . D r . H ü s e y i
Atay,
Kur'an'a
Göre
İmân
Esasları,
s. 3-4; D r . K e m a l
Işık,
M u t e z i l e n i n Dc
ğ u ş u ve K e l â m î Görüşleri, s. 18.
121
B k . Lisân, C . V , s. 144; M a k â y i s . C . V , s. 191.
122
B k . M u s t a f a Ç a n k ı , Büyük F«^lsefe Lügati, C . III, s. 118, İ s t a n b u l 1954.
41
de mü'min nazariyle bakılamaz. Z i r a imanın b i r şartı da, bunun açık­
lanmağıdır. B i r mazeret bulunmadığı halde, d i l ile ikrarın t e r k e d i l mesi, kalbî t a s d i k i n de bulunmadığına b i r delildir. T a s d i k i n zıddı, tekzibdir. T e k z i b i n karşıtı d a t a s d i k olduğuna göre, b u m m kalb ile olma­
sı zorunludur. D i l ise, k a l p t e k i t a s d i k i n açıklanmasını sağlayan
bir
âlettir"-^. Binaenaleyh, Kerrâmiyye fırkasımn i l e r i sürdüğü g i b i , imân
kalple i l g i l i olmayıp sadece d i l ile i k r a r d a n ibarettir'^* demek, doğru
değildir.
Ebû Hanîfe'nin de zikrettiği gibi"^^ gerçek imânın ancak kalbî
tasdikle olabileceği hususundaki görüşü, Mâturîdî, aklî ve naklî d e l i l ­
lere dayanmak suretiyle de isbatlamağa çalışmıştır. B u n u n için K u r ' an-ı Kerîm'de geçen birçok âyeti naklî delil olarak gösteren ve bunları
büyük b i r t i t i z l i k l e inceleyen Mâturîdî, meselâ, Yüce Allah'ın müna­
fıklar hakkındaki «Onlar ağızlariyle imân e t t i k , d e d i l e r ; o y s a k a l p ­
l e r i imân etmi§ değildir»'^-^ ve «Bedevi A r a p l a r , imân e t t i k d e d i l e r , d e
k i , imân e t m e d i n i z a m a müslüman ölduk^ d e y i n - , imân henüz k a l b i n i z e
girmedi.,»^-^ sözünü, b u n a b i r delil olarak göstermekte ve kalbî tasdik
olmadan sadece d i l ile yapılan ikrarın gerçek b i r imân olamıyacağını
söylemektedir. Eğer imân, sadece d i l ile i k r a r d a n ibaret olsaydı, bunu
söyleyenin doğruluğuna derhal inanmak g e r e k i r d i . O y s a Yüce A l l a h
şöyle b u y u r u y o r : «Ey imân e d e n l e r i înanmt§ kadınlar h i c r e t e d e r e k
s i z e g e l i r l e r s e , onları i m t i h a n e d i n . A l l a h onların imânlarım e n i y i b i îendir»^^^; «Sizinle b e r a b e r olduklarına A l l a h ' a y e m i n e d e r l e r , o y s a o n -
123
B k . e l - M â t u r î d î , Te'viiâtu'l-Kur'ân, V a r . 186a, Ü s k ü d a r H a c ı
yazma
N o . 40;
en-Nesefî,
Ebû'l-Muîiı,
Tahsıratu'l-Edille,
Selim Ağa Ktb.,
V a r . 8b,
Süleyma­
n i y e , F a t i h B l m . y a z m a N o . 2907; N u r - u O s m a n i y e K t b . V a r . 198b, N o . 2097.
124
K e r r â m i y y e fırkası b u g ö r ü ş ü n e H z . P e y g a m b e r ' i n
«Ben i n s a n l a r l a , Allah'dan
başka tanrı y o k t u r , d e y i n c e y e k a d a r s a v a ş m a k l a e m r o î u n d u m »
olarak göstermiş v e imânda kalbî tasdik o l m a s a
leceğini, ileri
sürmüştür.
B k . el-Eş'arî,
hadîsini
delil
da, d i l ile ikrarın kâfi
Makâlâtu'I-İslâmiyyİn,
C.I,s.
ge­
205, K a ­
h i r e 1950; e ş - Ş e h r e s t â n î , el-Mileî v e ' n - N i h a î , C.I,s. 154; e l - B a ğ d â d î , e l - F a r k b e y nel-Fırak, Z â h i d u ' l - K e v s e r î
neşri,
s. 135, 212; e l - B a ğ d â d î ,
N i h a l , D r , A . N a s r î N â d e r n e ş r i , s. 152, B e y r u t
Kur'ân, V a r . 4 b ; e n - N e s e f î ,
Tabsıratu'l-Ediile,
(trz);
Kitâbu'l-Milel
ve'n-
el-Mâturîdî,
Te'vilâtul-
V a r . 198a-b, N u r - u
Osmaniye.
2097..
125
B k . E b û H a n i f e , e l - ' Â l i m v e ' 1 - M ü t e ' a I I i m , Z â h i d u ' l - K e v s e r î n e ş r i , s. 57 v d d . K a ­
h i r e 1368.
126
Mâide Sûresi, â y e t : 41.
127
Hucurât Sûresi, â y e t : 14.
128
Mümtehine Süresi, â y e t : 10.
42
l a r s i z d e n değüdir^^^; A l l a h sizİn imâmmsi e n i y i hil&ndir,>'^^.
B u son
âyetin de gösterdiği g i b i , k a l p t e k i imânı, ancak A l l a h b i l i r ; b u n u ku^
1un b i l m e s i imkânsızdır. B i n a e n a l e y h d i l ile i k r a r
edilenle
kalpteki
imân arasında b i r çelişkinin bulunmaması v e bunların tamamen b i r ­
b i r l e r i y l e u y u m halinde olması zorunludur. K a l p l e r i n d e imânm zerresi
bulunmadığı halde, ben mü'minim, d i y e n l e r i n imânla b i r i l g i s i y o k t u r .
«İnsanlardan, imân e t m e d i k l e r i h a l d e , A l l a h ' a v e âUret gününe imân
e t t i k , d i y e n l e r vardır. B u n l a r Allah'ı v e imân e d e n l e r i aldatmağa ça­
lışırlar; o y s a s a d e c e k e n d i l e r i n i aldatırlar d a farkında o l m a z l a r . ' ^ '
Gerçek mü'minlerin âhiretteki y e r i , ebedî o l a r a k Cennet'te k a l ­
maktır O y s a münafıklar b u âyette de görüldüğü g i b i , inanmadıkları
halde inandık demek
suretiyle gûyâ Allah'ı aldatmağa çaUgmışlardır Sözleri kalplerindekine u y g u n olsaydı, cezalarımn arttırılması y e ­
rine onlar d a h a k i k i mü'minler g i b i ebedî o l a r a k Cennet'te
kalacak
ve Allah'ın sayısız nime^erinden faydalanacaklardı. îslâm D m m m esas­
ları konusunda, herşeyi b i l e n Allah'ın kandırılabileceğini samnak,
en
azından h a f i f l i k t i r , Allah'ı bUmemektir. B u ise küfür
olup,
gerçek
imânla bağdaşamaz. §u k a d a r v a r k i , s a m i m i olarak_ tevbe edenler,
günahlarından, inkârlarından dönenler, t e k r a r i m a n a donmuş
olac^fardır. Bunların geçmiş günahlarım A l l a h bağışlayacaktır 3 . . D e kı.
înkârcüar, inkârlarından döndükleri t a k d i r d e , geçmiş günahları
bagışlanamktır»'^^'^.
Mâturîdî imân için esas olanın, kalbî t a s d i k olduğuna b i r d e l i l
olaı-ak d a mükreh'in, başka b i r deyimle dinden dönmesi için z o r l a n a n
bir k i m s e n i n imâmnı göstermektedir. Böyle b i r k i m s e n i n k a l b i imân­
l a dolu ise, zorlamanın b i r sonucu o l a r a k d i l i i l e söylediği sözün b i r
kıymeti y o k t u r . B u n d a n dolayı onun imânına b i r z a r a r gelmeyecektir.
Z i r a Yüce A l l a h b u k o n u d a şöyle demektedir: «Gönlü imânla d o l u o l ­
duğu h a l d e , z o r altında olanın dışında, inandıktan, s o n r a Allah'ı inkâr
e d e n , gönlünü kâfirliğe açanlara A l l a h katından büyük U r g a z a h v a r ­
dır, büyük azâb d a o n l a r içindir»''\ B u âyet-i kerîmedeki istisnadan
da anlaşılıyor k i , imânm esas y e r i k a l p t i r .
129
T e v b e Sûresi, âyet: 56.
130
N i s a Sûresi, âyet: 25.
131
132
B a k a r a Sûresi, âyet: 8-9.
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd,
133
Enfâl Sûresi, â y e t : 38.
134
N a h i Sûresi, â y e t :
s.
373-375;
TeVilâtu'l-Kur'an,
V a r . 186 a.
106.
43
Mâtûrîdî'ye göre, zor altında imân eden, d i l i ile i k r a r eden b i r k i m ­
senin, s*?rçekten mü'min olup olmadığını anlamak da güçtür. Z i r a bu
k i m s e n i n kalbine nüfuz etmek mümkün değüdir. B u , ancak herşeyden
haberdar olan Yüce Allah'ın bileceği b i r iştir. Şu k a d a r v a r k i , d i l ile yapı­
lan i k r a r a istinaden, b u k i m s e n i n m.ü'min olduğuna hükmolunur ve ona,
bu dış görünüşünün b i r gereği olarak İslama hükümler uygulanır. H z .
P e y g a m b e r ' i n «Allah'dan başka t a u n y o k t u r ; M u h a m m e d O ' n u n elçu
s i d i r , d e y i n c e y e k a d a r i n s a n l a r l a savaşmakla emroîundum. B u n u h a k ­
kı i l e söyleyenlerin
canları v e malları artık b e n i m için haramdır.
Bun¬
d a n s o n r a k i hesapları i s e , A l l a h ' a kalmıştır>^^^^ sözü, Mâtûrîdî'ye g ö ­
re, savaşın durdurulmasmnı şartını bize
bildirmektedir
k i , bu
da
k e l i m e - i ş e h â d e t ' i n
g e t i r i l m e s i d i r . B u n u n ise, k a l p t e k i
imânın mahij/eti
ile b i r i l g i s i y o k t u r . Z i r a b u şartlar altında müs­
lüman olan b i r k i m s e n i n kalbine gerçekten imân n u r u n u n g i r i p g i r ­
mediğini bilmek mümkün değildir.^^^ H z . P e y g a m b e r , Usâme b. Z e y d ' i
bir savaşta kâfirlerden b i r i n i kelim.e-i şehâdet g e t i r d i k t e n sonra öl­
dürdüğü için azarlamış ve ona «Allah'dan başka tanrı y o k t u r , dediği
h a l d e o n u nasıl öldürdün fyy demiştir. B u n a karşılık Üsâme, k o r k u ­
sundan böyle söyledi, dediği z a m a n H z . P e y g a m b e r ona, «Onun k a l b i ­
ni y a r a r a k içine m i baktın? B e n insanların k a l b i n i y a r m a k l a v e karınlannı deşmekle emrolunmadım.» demiştir.
. . . . . . ^ ^ ! ^ ™ ^ î ^ ™ â n iç^^^ kalbî t a s d i k i n şart olduğunu, yukarıda görjild u g u g i b i , n a k h delillere d a y a n m a k suretiyle açıkladıktan ^onra b u ­
nun ayrıca akılla d a bilinebileceğini zikretmiş ve özet olarak şöyl« de­
miştir : i s l a m h a k b i r d i n d i r . D i n l e r e inanm.ak zorunluluğu vardır B u
ise, ancak k a l p ile olur. imânın lügat mânası t a s d i k t i r . T a s d i k de a n ­
cak k a l p ile olur.^38 ^ a l b e yerleşen gerçek imâna hükmetmek, z o r l a d a
135
Bu
hadisin
birçok
varyantları
11, s. 109-110; M u s h m ,
eî-Câmiu's-Sahîh,
C
e l - C â m i u ' s - S a h î h , C . I, s. 3 8 - 3 9 ; ' Z e y n u d d î n A h m e d
vardır.
h
Ahmed
b. Abdillatîf ez-Zebîdî, S a h i k - i
cemesi,
Çev: Ahmed
kı,
A n k a r a 1970 v e
Bk.
el-Bukârİ,
B u h a r ı M u h t a s a n T e c r i d - l Sarılı T e r -
Naîm ve Prof. Kâmil M i r a s ,
başlıca hadîs
C . I, s. 38-39, Ü ç ü n c ü
bas­
kitapları.
136
B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 377; A y n ı e s e r , D r . F . H u l e y f Ö n s ö z ü s
46; D . B . M a c d o n a l d . İ m â n M a d . , î s î â n ı A n s i k l o p e d i s i C . V / 2 , s. 9 8 4 - 9 8 5 , ' İ s ­
t a n b u l 1951.
İST?
İbn Teymiyye,
1325.
138
B k . Ebû'l-Muîn
Osmaniye
Takyuddîn A h m e d
Kitâbu'i-îmân,
en-Nesefî, Tabsıratu'l-Ediile, V a r . a b ,
Fâtih
s
85
N o . 2907;
Kahire
Nur-u
K t b . V a r . 198 a , v d . N o . 2097; e l - M â t u r i d î , T e ' v î l â t u ' î - K u r ' â ı ı , V a r .
4 b , 33 b , 186 a , 339 b .
44
b. Abdilhalîm,
olsa, hiçbir k i m s e n i n k u d r e t i içinde değildir. A l l a h ' a ve Resûlü'ne s a ­
m i m i olarak k a l b i n i bağlayan b i r k i m s e n i n bundan döndürülmesi i m ­
kânsızdır. E s a s e n Yüce A l l a h da, gerçek imânın kalbî imân olduğunu
bildirmJş ve buna en üstün dereceyi vermiştir. İşte k u l , böyle b i r
imânla i y i âmellerde bulunur ve b u sayede k u l u n ibâdetleri, i y i âmel­
l e r i A l l a h katında makbiM olur. Sadece d i l ile i k r a r ise, bunun için
y e t e r l i değildir.^^^
B u n d a n başka, Yüce A l l a h , Kur'ân~ı Kerîm'in birçok yerinde mü'minlere ^ E y imân edenler!»'^^ şeklinde hitâb etmiştir k i , Mâturîdî'ye
göre bu d a gerçek imânın ancak kalbî im.ân olduğunu isbatlıyan diğer
aklî b i r d e l i l d i r . Z i r a , b u İlâhı hitabın v u k u bulduğu anda düşünce ve
araştırmanın b i r sonucu olarak h a k i k a t ve m a h i y e t i idrâk edilen imân,
m u h a t a p l a r d a mevcuttur. B u n u n y e r i ise k a l p t i r . Binaenaleyh, herşey i bilen Yüce Allah'ın, d i l l e r i y l e i k r a r e t t i k l e r i halde, kalplerinde imâ­
nın zerresi dahî b u l u n m a y a n kimselere karşı b u şeküde hitâb edebile­
ceğini düşünmek imkânsızdır. Z i r a böyle b i r düşünce, Allah'ı, k a l p t e
olanları bilmemekle, cehaletle i t h a m e t m e k t i r k i , şüphesiz O, b u tür
düşüncelerden münezzehtir.
K e z a Yüce Allah'ın «Ey imân e d e n l e r ! Yapmadığınız
şeyi niçin
yaptığınızı söylersiniz?
Yapmadığınız
şeyi yaptık d e m e n i z , A l l a h k a ­
tında büyük a z a b a s e b e p olur»^'^'; «Ey imân. e d e n l e r ! S i z e n e o l d u k i ,
A l l a h y o l u n d a sa/va§a çıkın, dendiği
z a m a n y e r e çöküp kaldınız.»'^'^^j
«Size n e o l u y o r d a , R a h b i m i z ! B i z i halkı zâlim o l a n b u şehirden çıkar^ Katından b i z e b i r d o s t kıl, Katından b i z e b i r yardımcı gönder, d i ­
y e n zavallı çocuklar, e r k e k l e r v e kadınlar uğrunda v e A l l a h y o l u n d a
savaşmıyörsunuz»^''^^ «İmân e d e n l e r i n k a l p l e r i n i n
Allah'ı
anması
ve
O^ndan
i n e n gerçeğe içten boığlanması zamanı d a h a g e l m e d i mi..?»^-^*
anlamındaki sözleri, Mâturîdî'ye göre imânm kalpte olduğuna delâlet
eden örneklerden diğer bazılarıdır. Z i r a b u âyetlerde görüldüğü
gibi
Yüee A l l a h , mü'minleri yaptıkları k u s u r l a r d a n , işledikleri günahlardan
dolayı kınadığı, ve bunlar için kendilerine gereken câzanm verileceği­
n i bildirdiği halde, onları b u hareketlerinden dolayı imânlarından çı139
B k . el-Mâturîdi, Kitâbu't.-Tevhîd,
s. 377 v d . ; Te'vîlâtu'l-Kur'ân,
140
H u c u r â t S û r e s i , â y e t : 1; b u â y e t K u r 9 . n - ı K e r î m ' d e
141
Sâf S t r e s i ,
142
Tevbe Sûresi, âyet
: 38.
143
N i s a Sûresi, â y e t :
75
144
Hadîd Sûresi, â y e t : 16
74 y e r d e
V a r . 4 b.
geçmiştir.
â y e t : 2-3.
45
karmamış, sadece görecekleri cezânm büyüklüğünden bahsetmekle ye­
tinmiştir. B u d a gösteriyor k i , imânda kalbî t a s d i k esastır. D i l ile i k ­
rar ise, b u t a s d i k ' i doğrulayan ve açıklayan b i r vasıtadan ibarettir.^*^
b
Büyük
Günah v e îman :
Mâtûrîdî'ye göre z i n a etmek ve adam öldürmek g i b i , bü­
yük günah işlemek insanı
imândan
çıkarmaz.
Zira
Mu'tezile'­
nin
i l e r i sürdüğü
g i b i , imân ile küfür arasında üçüncü- b i r
menzile, üçüncü b i r m a k a m yoktur.'^*^ Çünkü Yüce A l l a h insanları mü'­
m i n ve kâfir o l m a k üzere i k i kısma ayırmıştır : «Kiminiz kâfir, k i m i ­
n i z mü'min o l a r a k s i z i y a r a t a n O'dur»^^'^ «De k% gerçek
Rabbinizdend i r . D i l e y e n imân e t s i n , d i l e y e n kâfir olsun,..yy}^^
Yüce A l l a h kâfirler­
den r a h m e t i n i esirgeyeceğini b i l d i r i r k e n , mü'minleri özellikle tevbeye
teşvik etmiştir. «Ey imân e d e n l e r ! S a a d e t e e r m e n i z için h e p i n i z t e v b e
e d e r e k Alkıh\n hükmüne dönün».Bu
âyetlerden de anlaşıldığı g i b i
mü'minlerin işlediği günahlar, imânlarına b i r z a r a r gelmeden tevbe ile
affedilecektir. Z i r a küfrün mânası tekzîb'dir. Büyük günah işleyen k i m ­
se ise, o anda Allah'ı tekzîb etmeyip O'na i n a n m a k t a , r a h m e t i n i u m 145
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 378-379; en-Nesefî, Tabsıratul-EdiUe, V a r .
198 b, 200 a, N û r - u O s m a n i y e K t b . N o . 2097; el-Mâturîdî, Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r .
186
146
a.
M u ' t e z i l e ' n i n m e ş h u r beş p r e n s i b i n d e n birî de, « e 1 - M e n z i 1 e b e y n e ' l - M e n z i l e t e y n »
n a z a r i y e s i d i r k i , b u d a i k i mânevi y e r a r a ­
s m d a k a l a n o r t a b i r y e r d e m e k t i r . O n l a r a g ö r e b ü y ü k g ü n a h işleyen k i m s e
n e m ü ' m i n d i r n e de kâfirdir. Böyle b i r k i m s e fâsıktır; ölmeden önce t e v b e
ettiği t a k d i r d e t e k r a r imâna dönmüş o l u r . T e v b e s i z ölürse ebedî o l a r a k ce­
h e n n e m d e kalır. Ş u k a d a r v a r k i . C e h e n n e m d e k i a z â b d e r e c e s i kâfirînkinden
d a h a h a f i f olur. Tafsilât için b a k m ı z : eş-Şehrîstânî, eî-Miîeî v e ' n - ' N i h a l , C . I.
s. 48;el-Bağdâdî, e l - F a r k beyne'l-Fırak, M . Zâhidu'l-Kevserî neşrî, s. 68; e l - H a y yât, E b û ' l - H u s e y n A b d u r r a h i m b. M u h a m m e d b. O s m a n , Kitâbu'I-İntisâr, D r .
N y b e r g neşrî, s. 164 v d . . K a h i r e 1344/1925; en-Nesefî, el-Akâidu*n-Nesefiyye, s.
117, K a h i r e 13^9; A h m e d E m i n , FecruT-İslâm, s. 297, K a h i r e 1370/1950; e n - N e ­
sefî, Tabsıratu'l-EdiUe, V a r . 309 a, Lâleli B l . y a z m a N o . 2162; W . M o n t g o m e r y
W a t t , F r e e w i l l a n d Predestination i n E a r l y İslam, s. 63, L o n d o n 1948; D r . K e ­
mal
Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u ve K e l â m ı Görüşleri, s. 72; ehMâturidî, Te'vîlâ-
tu'l-Kur'ân, V a r . 34 b, 788 a, 789 b.
147
T e ğ â b u n Sûresi, âyet : 2.
148
K e h f Sûresi, âyet : 29.
149
N û r Sûresi, âyet : 31.
46
m a k t a ve azabından korkmaktadır .^^^
' İşlenmekte olan k o n u ile yakın­
d a n i l g i s i bulunması yönünden b u r a d a kısaca değindiğimiz b u mevzu,
ileride daha tafsilâtlı b i r şekilde incelenecektir.
c — İmânda i s t i s n a :
-
Mâturîdî'ye gÖre imânda
i s t i s n a caiz
değildir.
Çünkü i s ­
tisna
ancak
zannî ve şüphe
ile karşılanan
konularda
müm­
kündür, îmânda ise, böyle b i r şeyin söz k o n u s u edilmesi mümkün
değildir. Z i r a şekk ve şüphenin karıştığı b i r imân, gerçek b i r imân o l ­
m a k t a n çıkmış olur. Yüce A l l a h «îmân e d e n l e r , a n c a k A l l a h ' a v e P e y g a m b e r ' i n e inanmı-ş, s o n r a şüpheye düşmemiş; A l l a h uğrundu
mallarıy­
l a , canlarıyla cihâd etmiş olanlardır. İşte doğru
sözlü o l a n l a r , a n c a k
onlard%r>^'^'-^
dem.ek suretiyle imânda şüpheyi ve istisnayı k e s i n olarak
yasaklamıştır. Mâturîdî, şekkcilerin b u k o n u ile i l g i l i görüşlerini şid­
detle reddetmekte ve onların i l e r i sürdükleri g i b i
« İ n ş a a l l a h »
demek suretiyle, gerçek imânm Allah'ın meşryyeti ve dilemesine bırakılamıyacağını söylemekte ve b u n a d e l i l o l a r a k da, sihirbazların «Biz
âlemlerin E a b b i n e inandık»^^^ deyip, «inşaallah»
demelerini ve y i n e
Kur'ân'da «îşte o n l a r hakkıyla mü'mindii'ler»'^^'^ âyetinde, inşaallah mü'm i n d i r l e r denilmeyip, kesin o l a r a k «müzmindirler» denmesini
göster­
mektedir. O n a göre imân, b i r a h i d d i r . K u l u n A l l a h ' a verdiği b i r sözdür.
İnşaallah v e y a A l l a h dilerse, sözü ise, hiç şüphesiz b u a h d i n bozulma­
sına ve y o k olmasına sebep olur. Ayrıca en i y i âmeller konusunda so­
r u l a n b i r k o r u y a karşılık H z . Peygamberdin «İçinde şekk v e şüphe b u ­
l u n m a y a n b i r imân, h i l e d e n u z a k b i r c i h a d v e hacc-ı
mebrûrdur»^^^
demesi de, b u gerçeği t e y i d eden b i r delildir.
B u n u n l a beraber, H z . P e y g a m b e r ' i n b i r k a b r i n yanından geçerken
«Biz d e s i z l e r e i l t i h a k edeceğiz inşaallah» demiş olması, şüphecileri des­
tekleyen b i r delil olamaz. Z i r a Mâturîdî'ye göre H z . Peygamber, b u r a ­
d a k i inşaallah sözünü, v u k u u k e s i n o l a n ölüm için değil, k a b r i s t a n d a k i
ölülere i l t i h a k için söylemiştir. K e z a , Müslümanların M e s c i d - i H a r a m ' a
girecekleri, Allah'ın bildirmiş olmasıyla k e s i n l i k kazanmış olduğu h a l 150 B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 334; Te'vîlâtu'l-Kur'ân,
128 a, 134 a, 136 b, 162 b, 311a, 3 5 1 b , 760 b .
V a r . 34 b, 89 a,
151 Hucurât Sûresi, âyet : 15.
152 ' A ' r â f Sûresi, âyet ; 121.
153 Enfâl Sûresi, âyet : 74.
154
B u h a d i s , Buharı, Müslim ve T i r m i z i g i b i b e l l i başlı h a d i s k i t a p l a r m d a r i v a ­
yet
edilmiştir.
47
de Kur'ân-ı Kerîm'de «înşaallah o r a y a gireceksiniz»'^^^ denmesi, Mâtûrî­
dî'ye göre, m u h a k k a k olacak şeyler için «inşaallah» demenin caiz o l d u ­
ğunu gösteren b i r delil değildir. Z i r a b u n u n gerçek anlamı, inşaallah,
A l l a h dilediği z a m a n veya «âminin» k e l i m e s i âyete dâhil olduğu için,
inşaallah emniyet içinde gireceksiniz, demektir.^^^
Mâturîdî'nin imânda i s t i s n a k o n u s u n d a k i görüşleri, ana hatlarıyla
işte bunlardır. B u d a gösteriyor k i , imânda asıl olan, onun m u t l a k ol­
ması, b i r k a y d a v e y a şarta bağlı bulunmamasıdır.
d — Bilgi ve tmAn
Münâsebeti
:
Mâturîdî, bilgi^^- ve imân arasındaki münasebet üzerinde önemle
d u r m a k t a ve özellikle duygu, haber ve akıl y o l u y l a elde edilen b i l g i l e ­
r i n değer ölçüsünü tartışma konusu y a p m a k t a ve gerçeğin ancak b u
üç y o l l a bilinebileceğini söylemektedir. O n a göre eşyanın h a k i k a t i n i b i l ­
mek için, b u üç k a y n a k t a n b i r i n d e n dahî müstağnî kalmamız mümkün
değildir. Z i r a b u k a y n a k l a r d a n h e r b i r i , başka y o l l a r l a elde etmemJz. i m ­
kân dahilinde b u l u n m a y a n ve ancak onun vasıtasiyle b i l m e m i z mıümkün
olan birtakım b i l g i l e r i i h t i v a etmektedir.
Mâtûrîdî'ye göre, insanların, kendilerine acı v e y a hoş gelen, v a r ­
lık y a d a yokluklarına sebep olan şeyleri b i l m e l e r i , ancak d u y g u v a ­
sıtasıyla mümkündür. B i n a e n a l e y h d u y g u s a l b i l g i y i inkâr etmek müm­
kün değildir. B u n u inkâr etmek, cehaletten ve inatçılıktan başka birşey
değildir. Böyle b i r k i m s e y l e b u k o n u d a tartışmaya girişmek bile yersiz
ve gereksizdir. - Z i r a b u kimse her a n k e n d i nefsinde denediği ve her z a ­
m a n karşı karşıya geldiği b i r gerçeği inkâr etmektedir. B u n u n için en
u y g u n h a l çaresi, acı ve elem duyduğunu i t i r a f edinceye k a d a r dövmek
veya b i r tarafını kesmek g i b i büyük acı veren birtakım metodları onun
üzerinde t a t b i k etmek, s o n r a d a karşısına geçip, k e n d i s i g i b i , böyle b i r
duygunun v e y a o anda o n u n h e r h a n g i b i r acı ve elem d u y g u n u bilmiş
olabileceğini inkâr e t m e k t i r . Görülecektir k i , böyle b i r d u r u m karşısm155 F e t h Sûresi, âyet : 27.
156 B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 391; TeVîlâtu'I-Kur'ân, V a r . 69 b; 'Akâid
R i s a l e s i , s. 25; D . B . M a c d o n a l d , İmân M a d . , İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . V / 2 , s. 985,
İstanbul 1951; en-Nesefî, Tabsıratu'l-Ediile V a r . 201b, v d . Nûr-u
Osmaniye
K t b . N o . 2097.
157 B i l g i t e o r i s i k o n u s u n d a d a h a f a z l a b i l g i için b a k m ı z : D o ç . D r . Hüseyin A t a y ,
K u r ' a n ' d a B i l g i T e o r i s i , İlahiyat Fakültesi D e r g i s i , C . X V I , s. 155 v d . , A n k a r a
1968.
48
da bu kimse, daha önceki inadmclan vaz geçmek ve dolayısıyla duygu­
sal b i l g i n i n varlığını k a b u l etmek zorunda kalacaktır.^^'
B i l g i kaynağının i k i n c i s i h a b e r '
d i r . Mâtûrîdî'ye göre haber,
mütevâtir haber ve peygamberlerin haberi olmak üzere i k i kısma avrılır. Mütevâtir haberin doğru olup olmadığının anlaşılabilm.esi için, ge­
reken inceleme ve araştırmanın yapılm.ası zorunludur. Z i r a haberi ve­
renlerin, özellikle peygamberlerden r i v a y e t edenlerin hatâ
yapmaları
veya y a l a n söylemeleri mümkündür. Z i r a ellerinde, doğru olduklarını
gösterecek veya masumiyetlerini isbatlıyacak b i r delil y o k t u r . İşte bu­
nu bilmek için, araştırma ve inceleme gereklidir. Z i r a m.ütevâtir habe­
r i n b i r özelliği de, râvîlerinin, doğruluğu, adaleti ve y a l a n haber üze­
rinde birleşmelerinin imkânsızlığı, kesin delillerle isbatlanmış kimseler­
den teşekkül etmiş olmasıdır. Peygamberlerin haberine gelince, bunları
doğrudan doğruya, şekk ve şüpheye düşmeksizin k a b u l etm.ek'zorunlu­
dur. Z i r a bu tür haberlerin doğruluğu. Yüce Allah'ın âyetleriyle de t e ' k i d
edilmiştir. Binaenaleyh, Allah'ın indirdiği K i t a p l a r d a n sonra inanılma­
sı gereken haber, peygamberlerin haberidir. B u n l a r a inanmak insana
huzur ve sükûn v e r i r . A k s i ise, onun a k l a aykırı olarak k o y u b i r inkarcı­
lığa, inatçıhğa düşmesine ve dolayısıyla d a sapıkhk ve dalâlet içinde
yok olmasına sebep olur.^^^
B i l g i kaynağının üçüncüsü ise,
n a z a r ,
başka
bir
deyimle
a k ı l ' dır. Doğru ve gerçek b i l g i y i elde edebilmek için bu k a y n a k zo­
runludur. Z i r a duygu ve haber kanalıyla elde edüen b i l g i n i n doğru olup
olmadığı veya b u n l a r m dışında k a l a n diğer hususların, y a da haberin
herhangi b i r hatâ ve yanlışlığı i h t i v a edip etmediğinin anlaşılabilmesi
için başvurulabilecek yegâne kaynak akıldır. Akıl, b u g i b i d u r u m l a r d a ,
hakkı ve bâtılı ayırt edebilmek
için hükmüne müracaat edilen âdil ve
tarafsız b i r hâkim g i b i d i r . A n c a k bunun
vasıtasıyla
peygamberlerin,
doğruluklarına, dâvalarının hak ve gerçek olduğuna delâlet eden m u cizeleriyle, sahtekârların ve sihirbazların s i h i r l e r i ve benzeri h i l e l e r i n i
birbirinden ayırmak mümkün olur. Y i n e ancak akıl ile, Allah'ın sayısız
nimetlerini, varlıkların yaratıhşmdaki h i k m e t ve gayeyi, özellikle b u jraratıkların b i r m u c i d i , b i r yaratıcısının brlumasınm zorunluluğu açısm158
B k . E b û M a n s û r e l - M â t u r i d i , Kitâbu't-Tevhîd, s. 7, 8; D r . F e t h u l l a h H u l e y f i n
M u k a d d i m e s i , s. 29.
158
B k . E b û M a n s û r e l - M â t u r î d i , Kitâbu't-Tevhîd, s. 7, 8; D r . F e t h u l l a h H u l e y f i n
49
dan, k u d r e t i sonsuz b i r Yaratıcıya, Yüce A l l a h ' a delâlet ettiğini bilme­
m i z ve dolayisiyle de Kadîm Varlık'la, hadis varlıkları b i r b i r i n d e n ayır­
mamız mümkün olur.
Mâturîdî, b i l g i edinmede, aklın, düşüncenin ve araştırmanın z o r u n ­
luluğunu b u şekilde b e l i r t t i k t e n sonra, ayrıca, H z . P e y g a m b e r ' i n en bü­
yük mılcizesi olan ve insanların ve d i n l e r i n dahî benzerini meydana ge­
t i r m e y i başaramadıkları Kur'ân-ı Kerîm'de geçen «akletrmz
misiniz?».
«dü§ünw.Gz misiniz?»
anlamındaki birçok âyeti buna naklî b i r d e l i l ola­
r a k göstermekte ve özellikle §u âyetleri zikretmektedir^^^ : «Gerçeği a n ­
lamalarına k a d a r varlığımızın b e l g e l e r i n i o n l a r a h e m dış dünyada v e h e m
d e k e n d i içlerinde göstereceğiz.
R a b b i n i n herşeye şâhid olması y e t m e z
m i ? D i k k a t e d i n ; o n l a r R a b b l e r i n e kavuşmaktan
şüphe e t m e k t e d i r l e r ;
d i k k a t e d i n ; A l l a h şüphesiz herşeyi b i l g i s i y l e Kuşatanadır»}^'
«Bu i n ­
s a n l a r , d e v e n i n , nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yülcseltildiğine,
dağla­
rın nasıl dikildiğine, y e r i n nasü yayıldığına b i r b a k m a z l a r mı?».'^^ «Gök­
l e r i n v e y e r i n yaratılmasında,
gece
i l e gündüzün b i r b i r i ardından g e l ­
m e s i n d e , i n s a n l a r a yararlı şeylerle d e n i z d e süzülen g e m i l e r d e , A l l a h h n
gökten i n d i r i p , o n u n l a ölümünden s o n r a y e r i dirilttiği s u d a , h e r türlü
canlıyı o r a d a yaymasında, rüzgârları v e y e r l e gök arasında e m r e amâr
d e d u r a n bulutları döndürmesinde,
düşünen aklım k u l l a n a n
kimseler
için d e l i l l e r vardırry.'^^ «Yeryüzünde
v e k e n d i içinizde Allah'ın varlı­
ğına n i c e d e l i l l e r vardır; görmez misiniz?».''^^ îşte b u ve benzeri âyet­
ler de a k i m ve düşüncenin b i l g i üzerindeki büyük önemini açık b i r şe­
k i l d e b e l i r t m e k t e d i r . İnsanoğlu b e l i r l i b i r t a b i a t ve akıl üzere yaratıl­
mıştır. B a z a n a k i m güzel gördüğü b i r şeyi, tabiatı k a b u l e t m i y e b i i i r ve­
y a tabiatın benimsediği birşey, a k l a u y g u n g e l m i y e b i l i r , y a d a her i k i ­
s i birşey üzerinde i t t i f a k e t t i k l e r i g i b i , ihtilâf d a edebilirler.
Bütün
bunların h a k i k a t i n i b i l m e k ve yukarıda geçen h a n g i b i l i m d a l m a g i r d i ­
ğini anlamak, ancak akıl, n a z a r ve düşünce ile mümkün olur. B u ger­
çeği k a b u l etmemek ise, inkarcılıktan ve körükörüne inatçılıktan başka
birşey değildir.^^^
Mâturîdî'nin b i l g i n a z a r i y e s i a n a hatlarıyle işte budur.
160
B k . e l - M â t u r i d î , anılan e s e r , s. 9.
161
Fussilet
Sûresi, â y e t : 53-54.
162 Ğâşiye Sûresi, âyet : 17-20.
163
B a k a r a S û r e s i , â y e t : 164.
164
Zâriyât Sûresi, âyet : 20-21.
165
50
B k . el-Mâturîdî,
Kitâbu't-Tevhîd,
s.
10,
11.
Mâturîdî'-
den önceki keia.mcılar b u k o n u y a önem v e r m e d i k l e r i , hattâ eserlerin­
de bilgiden tek kelimeyle dahî b a h s e t m e d i k l e r i halde,ı^ d a h a s o n r a ge­
len kelâmcıîar b u k o n u y a büyük b i r önem vermişler ve eserlerinde b u ­
n u d i k k a t e değer b i r şekilde işlemişlerdir.ı^'^ B u d a gösteriyor lipi, s a n ­
k i Mâturîdî, kendisinden s o n r a gelen bilginlere b u k o n u d a önder o l ­
muş ve onların d a kelâm i l m i y l e i l g i l i eserlerinin başında b i l g i y e önem­
l i b i r y e r ayırmalarına v e "bilgilerimizin kıymetini büyük ölçüde tartış­
m a konusu yapmalarına sebep olmuştur.
Mâtûrîdî'ye göre, bazılarının i l e r i sürdüğü g i b i , imân, kalbî b i r
t a s d i k olmayıp, sadece bilgiden, başka b i r deyimle m a r i f e t t e n ibaret-^
t i r , demek doğru değildir.ı^^ Z i r a imânın d i l d e k i anlamı, daha önce de
belirtildiği g i b i , t a s d i k t i r . Küfrün anlamı ise, tekzîb, y a l a n l a m a v e y a
birşeyin, daha doğrusu gerçeğin üstünü örtmek suretiyle o r t a y a çık­
masını önlemedir. Gerçekte b i l g i n i n , zıddı, cehalettir, b i l g i s i z l i k t i r . B i r
şeyin mâhiyetini bilmek, o n u t a s d i k anlamına gelmiyeceği g i b i , b i l m e ­
mek de tek2^b mânasına gelmez. B i n a e n a l e y h k a l p t e k i imân, m a r i f e t ­
ten başka b i r şeydir.^^^ Şu k a d a r v a r k i , m a r i f e t , kalbî t a s d i k i n hâsıl
166
Örnek o l a r a k karşılaştırınız: e l - Eş'arî, Ebû'l-Hasan A l i b. İsmail, K i t â b u l L u m a ' f i ' r - R e d d i a!â~Ehli'z-Zeyğ v e ' l - B i d a ' , Mısır 1955.
167
K e z a karşılaştırınız: en-Nesefî, Tabsıratu'l-Ediile, y a z m a N u r u O s m a n i y e ,
N o . 2097; el-Curcânî, es-Seyyîd eş-Şerîf, Şerhu'l-Mevâkıf, İstanbul 1286; es Sâbunî, N u r e d d i n A h m e d b. Mahm.ûd, Tatâbu'l-Bidâye mine'l-Kifâye fi'İHidâye fî-Usûîi'd-Din, D r . F e t h u l l a h H u l e y f neşri, Mısır 1969; er-Râzî, F a h ­
r e d d i n M u h a m m e d b. Ömer, M u h a s s a l u Efkâri'l-Mutekaddimîn
vel-Mutealıhirîn mine'l-Uîemâ ve'i-Hukemâ ve'î-Mutekell'imîn, K a h i r e 1323; el-BâkıUânî, el-Kâdî Ebû B e k r M u h a m m e d b. et-Tayyîb, Kitâbu't-Temhîd, M c C a r t h y
neşri, B e y r u t 1957 v e Kitâbul-İnsâf, K a h i r e 1950; el-Bağdâdî, Usûîu*d-Din,
İst. 1346; el-Cuveynî, Îmâmu'l-Harameyn A b d u l m e l i k b. A b d i l l a h , Kitâbu'îİrşâd, D r . M . Yûsuf Mûsâ ve Alî A b d u l m u n ' î m A b d i l h a m i d neşri, K a h i r e
1950.
- [\^.
I j>\
168
169
B k . el-Mâturîdî, Kîtâbu't-TevMd, s. 380.
İmânın mâhiyeti k o n u s u n d a çeşitli f i k i r l e r i l e r i sürülmüştür. Bunları
şu
şekilde özetlememiz m ü m k ü n d ü r : İmân yalnız k a l p l e i l g i l i d i r ; sâdece m a ­
r i f e t t i r ; sâdece d i l i l e ikrardır; bütün dinî âmellerin tümüdür; i m â n iradî
o l m a y ı p Allah'ın b i r lütfü, b i r m e v h i b e s i d i r . G e n e l o l a r a k halkın v e y a m u k a l l i d l e r i n anlayışına göre, imân d i l i l e i k r a r , k a l p i l e t a s d i k t i r .
E b û
H a n î f e
ise, b u n u d a h a d a ilmîleştirerek imânın, ilmî k a b u l anlamına
k a l b i n t a s d i k i , d i l i l e ikrarın, b u n u n şartı b u l u n d u ğ u n u söylemektedir k i ,
Mâturîdî'nin de görüşü b u m e r k e z d e d i r .
E ş ' a r î'ye g ö r e imân k a l p i l e t a s d i k t i r ; t a s d i k i n s a h i h olmasının
şartı m a r i f e t t i r , b i l g i d i r . Zihnî âmeliye, k a l b i n f i i l i n d e n öncedir. B u n a g ö -
51
olmasında en büyük rolü o y n a y a n gerçek b i r u n s u r olduğu g i b i , ceha­
let de bazan t e k z i b i n ve inkarcılığın b i r sebebi olmaktadır.^^^
B u n u n l a i l g i l i o l a r a k m^eselâ, bütün peygamberlere k a l b i m l e imân
e t t i m , demek caiz olduğu halde, onları k a l b i m l e b i l d i m , demek gerçek
imân için y e t e r l i değildir. E s a s e n Yüce Allah'ın «Gönlü imânla d o l u
olduğu h a l d e , z o r ' altında olanın âî§ında, i n a n d t k t a n s o n r a A l l a h h i n ­
kâr e d e n , gönlünü kâfirliğe açanlara A l l a h katından bîr gazâb
vardır;
büyük azâb d a o n l a r içindir»^'^^ anlamındaki sözü, b u n a b i r d e l i l d i r . Z i ­
r a kalpte imân olmayıp, sadece m a r i f e t bulunsaydı. Yüce Allah'ın b ö y ­
le demesine gerek kalmazdı. Çünkü inkârın k a l p t e k i b i l g i y i y o k etmesi
düşünülemez. B i l i n e n b i r şeyin, b i l i n d i k t e n s o n r a , cehalete, bilgisizliğe
re m u k a l l i d i n imânı s a h i h değildir. Ş i î l e r
ve K s d e r i y y e
ise,
imânın m a r i f e t t e n , yalnız
zihnî a m e l i y e d e n i b a r e t o l d u ğ u n u
söylerler.
B u g ö r ü ş ü i l k d e f a o r t a y a a t a n , C e l i m b . Safvân'dır. A b d u l l a h b . GuUâb
da imkânın h e m m a r i f e t , h e m de t a s d i k o l d u ğ u n u i l e r i sürmektedir k l ,
M ü c e s s i m e
ve M ü ş e b b i h e
fırkasında olanların ç o ğ u n l u ­
ğu d a b u görüşü s a v u n u r l a r .
Bunlardan K e r r â m i y y
e'ye g ö r e ,
imân, sâdece i k r a r d a n i b a r e t o l u p , o n u n t a s d i k l e b i r i l g i s i y o k t u r .
H â r . i c i y y e
fırkası m e n s u p l a r ı n a göre, imân i k r a r , t a s d i k ve
âmelin t ü m ü n d e n m e y d a n a g e l i r . O n l a r a g ö r e , K u r ' â n ' m
hükümleriyle
âmel e t m e y e n l e r , hattâ f a r z l a r d a n b i r i n i
t e r k e d e n l e r kâfirdir.
Gerek
H a . n b e l î l e r ,
gerekse V e h h â b i 1 e r
b u görüşü
savu­
nurlar. M u ' t e z i l e
' n i n çoğunluğu d a b u fikirde o l m a k l a beraber,
âmel e t m e y e n v e y a b ü y ü k g ü n a h işleyenin ne m ü m i n ne de kâfir o l d u ­
ğunu, i m â n i l e k ü f ü r arasında b i r y e r d e ( e l - M e n z i l e
fosyne'l-Menzileteyn)
kaldığını i l e r i sürerler.
S e l e f i n ,
f u k a hâ, n ı n v e h a d î s ç i 1 e r i n bazıları,
i m â n ı n kesbî v e mahlûk, yaradılmış o l m a y ı p , Allah'ın irâde v e hidâyetine
bağlı b u l u n d u ğ u n u söylerler. Bazılarına g ö r e ise, i n s a n t a r a f m d a . n o l a n
ihtida kesbîdir; A l l a h tarafından o l a n hidâyet ve tevfîk ise, yaradılmış
o l m a y ı p vehbîdir.
î m â n ı n k o n u s u , k e s i n hükümlerdir. B u n l a r da, A l l a h ' l a p e y g a m b e r l e r ­
le v e âhiretle i l g i l i k e s i n l i k i f a d e e d e n hükümlerdir. İmânın g a y e s i , A l l a h
tarafından g e l e n e m i r l e r e b i r b ü t ü n o l a r a k u y m a y ı ; i t a a t e t m e y i sağla­
maktır. Bütün fırka m e n s u p l a r ı b u h ü k ü m l e r d e birleşmişlerdir. B k . Ebû
M a n s û r el-Mâ.turidî, A k â i d R i s a l e s i , P r o f . Y u s u f Z i y a Y ö r ü k a n tercümesi,
m ü t e r c i m i n n o t u , s. 22, İstanbul 1953. B u k o n u d a d a h a f a z l a b i l g i için k e ­
lâm v e fırkalarla i l g i l i eserlere başvurulabilir.
170
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhid, s. 380.
171
N a M S û r e s i â y e t : 106.
51
dönüşmesi imkânsızdır. Demek o l u y o r k i , imânda esas olan, kalbî tas­
d i k t i r . B u n u sağlayan d a b i l g i d i r . ' ' e — İmâmn A r m i i l e İlgisi v e İnsan B e d e n i n d e k i Y e r i
:
İmâm Şafiî ( ö l m . H . 2 0 4 / M . 820)'ye göre
imân, d i l i l e i k r a r , k a l p
İle .asüık ve i y i amellerde bulunmaktır. B u görüge göre amel imân. dâ­
h i l d i r . Z i r a Yüce Allah'ın «Allah, s i z i n imârmnzı
z a y i edecek
demidir
Dogrıosu A l l a h i n s a n l a r a şefkat gösterir, m e r h a m e t e d e r . ^ ' ^ sözü A l l a h
İbadetlerinizi boga çıkaracak değildir, anlamım taşımaktadır k i 'bu d a
namaz ve benzeri ibâdetlerin imâna dâhil olduğunu göstermektedir.
İmâm Şafiî'nin b u görüşünü Mâturîdî, k a b u l etmemekle ve âme­
l i n i m a n a dâhil edilmesinin doğru olmadığını söylemektedir. Z i r a ona
gore A l l a h , «Ktm A l l a h ' a imân e d e r v e i y i , yararlı i s işlerse, A l l a h o n u
içinde t e m e l l i v e s o n s u z kalınacak, altlarından ırmaklar a k a n C e n n e t l e ­
r e k o y ar.demek
suretiyle, imânı amelden ayırmış ve insana, amelden
ayrı olarak mü'min demiştir. Ayrıca âyette
«iyi 'iş i s l e y e m y cümlesi
«iman eden» cümlesine atfedilmiştir. A t f e d i l e n b i r sey ise. şüphesiz a t f olunandan başka b i r şeydir. B i n a e n a l e y h âyette geçen imândan m a k ­
sat, k a l p İle t a s d i k t i r . B u n d a n başka, amelin imâna dâhil olduğu k a b u l
edildiği takdirde, amelle i l g i l i hükümlerde olduğu g i b i , imân esaslarına a d a . n e s h i n câız olması g e r e k i r d i . O y s a , imânla i l g i l i k o n u l a r d a , böyle
172
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 380-381; Te'viiâtu'l-Kur'ân, V a r . 87 b.
173
T a m adı, eş-Şâfiî, el-îmâm E b û A b d i l l a h M u h a m m e d b . İdris'dir Şafiî m e z ­
h e b i n i n k u r u c u s u d u r . H . I S O / M . 767 yılında. G a z z a ' d a d o ğ m u ş v e H 2 0 4 / M
820 y ü m d a 53 yaşında i k e n Mısır'da vefat etmiş v e M u k a t t a m dağının ete­
ğinde, Benû A b d i l h a k e m mezarlığına defnolunmuştur. Hayatı e s e r l e r i v e
görüşleri için b k . el-Hatîb el-BağdâdI, Târîhu Bağdâd, C . II, s. 56-73 K a h i ­
r e 1931; i b n Hallikân, Vefeyâtu'l-A'yân, C . I, s. 447, K a h i r e 1310- B r o c k e l m a n n , G A L , I, s. 178, v d ; S U P P L . I, s. 503 v d ; es-Subkî, Ebû N a s r A b d u l vehhâb, Tabakâtıı'ş-Şâfiîyye el-Kubrâ, C . I, s. 172-175, K a h i r e 1324- İbn H a l ­
dun, e l - M u k a d d i m e , s. 500 v d . . K a h i r e 1327; A h m e d Teymûr, N a z r a t u n T â n h i y y e fî Hudûsi'l-Mezâhibi'I-Erba'a, s. 28 v d . , K a h i r e 1344; H . A . R . G i b b - J
H . K r a m e r s , Slıorter E n c y c l o p e d l a of İslam, s. 512 v d , L e i d e n - L o n d o n i c i 6 l '
W . H e f f e n i n g , Şafiî M a d . , İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . X I , s. 268 v d . , İstanbul 1968^
174
B a k a r a Sûresi, â y e t : 143.
175
Talâk Sûresi, â y e t : 11.
'
'
53
b i r şeyin söz k o n u s u edilmesi imkânsızdır. B u d a gösteriyor k i . imân ile
amıel ayrı ayrı şeylerdir.^^*
Mâturîdî, imân i l e âmeli, gösterdiği gerekçe ve delillere d a y a n a r a k
b u şekilde açıkladıktan sonra, gerçek imânın insanın b e l i r l i b i r yerinde
olmayıp, bütün bedenini kapladığını söylemiştir. O n a göre imân, parça­
lanır v e y a bölünür b i r nesne olmadığı için, mü'min, meselâ, b e l i r l i b i r
y e r i n i n k e s i l m e s i v e y a b i r u z v u n u kaybetmesiyle imânından d a b i r kıs­
mını kaybetmiş olmaz. Bütün vücuda yayılmış o l a n imân, b u g i b i haller­
de, esas durağı o l a n kalbe avdet eder. Çünkü imân b i r bütündür. O n u n
e k s i l i p artmadı d a söz k o n u s u değildir. İyi işler imânm esasından o l ­
madığı g i b i , ona t e s i r de edemez. İmân kalbî b i r t a s d i k t i r . O n u n teced­
düdü, yenilenmesi, ancak küfrün t e r k e d i l m e s i ânında mümkün olur. Z i ­
yadeleşmesi k o n u s u d a , tıpkı bunun g i b i d i r . İnsan öldüğü z a m a n , imân
r u h l a beraber gitmediği g i b i , cesette de k a l m a z . O ancak,
insanın
imâna ehliyet kazandığı mâna ile beraber kalır k i , b u d a Yüce Allah'ın
kişiyi g i z l i d e n nurlandırması v e y a insanın içindeki g i z l i m a h i y e t i ı§ıklandırmasıdır. İnsanın a m e l l e r i ise, Allah'ın sevabına v e y a cezasına u l a şır.^^'
Mâturîdî'ye göre, ölüm döşeğinde, u m u t s u z kalmış, ye's halinde
imân eden b i r k i m s e n i n imânı m a k b u l değildir. Z i r a böyle b i r k i m s e
aslında g a y b a inanmış değildir.
Mâturîdî'nin b u düşüncelerinden de anlıyoruz k i , müsbet i l i m l e r
k o n u s u n d a k i t a s d i k ile, imân edilmesi gereken m e v z u l a r l a i l g i l i t a s d i k ,
aynı değildir. Z i r a imân edilmesi gereken şeyler, g a y b i a i l g i l i o l a n l a r ­
dır. B i r imânın gerçek b i r imân o l a b i l m e s i için, s a h i b i n i n d a h a h a y a t t a
iken, h e r h a n g i b i r umutsuzluğa, ye'se kapılmadan önce,
bilerek ve
zorlanmaksızm imân etmiş olması g e r e k l i d i r . Ölüm h a l i n d e insanın, g ö ­
zü önüne âhiret ahvâli s e r i l i p , b u h a l l e r i gördükten s o n r a imân etmesi,
176
B k . el-Mâturidî,
177
Tafsilât için b a k ı n ı z : el-Mâturîdî, Te'vîlâtu E h l i - s - S u n n e , D r . İbrahim A v a z a y n v e es-Seyyîd A v a z a y n neşri, C . I, 289. 290, K a h i r e 1 3 9 1 / 1 9 7 1 ; A k â i d
R i s a l e s i , s .24 ; D . B . M a c d o n a l d , İ m â n M a d . , İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . V V a , s.
985, İst. 1951; H . A . R . G i b b - J . H . K r a m e r s , S h o r t e r E n c y c l o p e d i a of İslam,
s. 167; k e z a b k . A . J . W e n s i n c k , T h e M ü s l i m C r e e d , s. 22 v d , C a m b r i d g e
1932; I. G o l d z i h e r , el-'Akîde ve'ş-Şeri'a fî'l-İslâm, A r a p ç a y a Ç e v . : M . Y û ­
s u f Mûsâ, A . H a s a n A b d u l k â d i r v e A . A b d u l h a k k , s. 87 v d , K a h i r e 1959;
en-Nesefî,
54
A k â i d Risalesi, Ç e v i r e n :
P r o f . Y u s u f Z i y a Yörükan, s. 22.
Tatasıratu'l-Edilie, V . 200 b , N û r u o s m â n i y e
K t b . N o . 2097.
şuhûda d a y a n a n b i r imân o l u r k i , işte Mâturîdî'nin de k a b u l etmediği
budur.
/ — İmân
v e İslâm
:
İslâm b i l g i n l e r i , imân ile Islâm'm b i r olup olmadığı hususunda i h ­
tilâfa düşmüşlerdir. îmân i l e İslâm b i r d i r , diyenler, d e l i l o l a r a k Yüce
Allah'ın «Bir k i m s e İslâmiyet'ten
başka b i r dîne yönelirse, o n u n k i aslâ
k a b u l e d i l m e y e c e k t i r . O , a h i r e t t e d e kaybedenlerdendir»'^'^^ âyetini g ö s ­
termişlerdir. O n l a r a göre imân, bütün ibâdetleri ve i y i işleri içine a l a n
bir i s i m d i r . B i n a e n a l e y h h e r i y i iş İslâm olduğu g i b i , h e r hayırlı amel
de imândır. B u n l a r d i l bakımından h e r n e k a d a r ayrı g i b i görünüyorlarsa
da, aslında ifade e t t i k l e r i mâna bakımından b i r d i r .
îmân i l e İslâm'ın ayrı ayrı şeyler olduğunu söyleyenler ise, «Bede^
vî A r a p l a r imân e t t i k d e d i l e r , o n l a r a d e k i : S i z imân e t m e d i n i z , f a k a t
İslâm o l d u k , d e y i n i z ;
çünkü imân henüz k a l p l e r i n i z e yerleşm.edi»^'^^
âyetini b u n a b i r delil o l a r a k göstermişler ve âyette de
görüldüğü
g i b i . Yüce Allah'ın bedevîlere İslâm olduk demıclerine i z i n verdiği halde,
imân e t t i k demelerine müsaade etmemiş olması, b u n l a r m aslında b i r
olmayıp, ayrı ayrı şeyler olduğunu gösterir demişler ve ayrıca b u n u
Cibrîl ha(Msiyle de t e y i d etmek istemişlerdir. D a h a önce de işaret e t t i ­
ğimiz g i b i , Müslümanlara d i n l e r i n i öğretmek gayesiyle Cibrîl'in s o r ­
duğu s o r u l a r a karşıhk H z . P e y g a m b e r gerek imânı, gerekse İslâm'ı g a ­
yet veciz b i r şekilde t a r i f etmiş ve a r a l a r m d a k i derece faklarını belirtmiştir.^'o B u görüşü i l e r i sürenlere göre, H z . P e y g a m b e r ve Cibrîl
g i b i , yeryüzünün ve göklerin en emîn, en güvenilir kişilerinin aslında b i r
o l a n b i r şeyi i k i y e ayırıp, bunları ayrı ayrı tarif etmede
birleşmeleri
beklenemez. B u n u yaptıklarına göre, demek k i , imân ile İslâm b i r de­
ğildir, b u n l a r başka başka şeylerdir.^^^
178
 l - i I m r â n Sûresi, â y e t : 85.
179
H u c u r â t Sûresi, â y e t : 14.
180
T a f s i l a t için b a k ı n ı z : el-Buhârî, C . I, s. 18; e l - M u s l i m , C . I, s. 39, D r . K e ­
mal
Işık, M u t e z i l e n i n D o ğ u ş u ve K e l â m ı Görüşlerî, s. 17 v d . el-Mâturidî,
Kitâbu't-Tevhîd, s. 393.
181
B u konu
için b a k ı n ı z : Buhârî, el-Câmiu's-Sahîh, Kltâbu'1-îmân; A . J . W e n -
sinck, T h e M ü s l i m C r e e d ,
Akîde
san
çevirenler:
1932; İgnaz G o l d z i h e r e l M . Yûsuf
A b d u l k â d i r ve A b d u l a z î z A b d u l h a k , s. 87 v d . , K a h i r e
donald,
R.
s. 22 v d . , C a m b r i d g e
ve'ş-Şerîa fi'I-İsIâm, A r a p ç a y a
İslâm
Ansiklopedisi,
C . V - 2 , Sayı
Mûsâ,
Alî H a ­
1959; D . B . M a c ­
50, s. 984, İstanbul
1951; H . A .
G i b b - j . H . K r a m e r s , S h o r t e r Encycîopaedia of İslam, s. 167.
55
B u görüşte olanlar, b u k o n u d a kendi aralarında d a ihtilâfa düş­
müşlerdir. Bazılarına göre iı lân, Kur'ân ve hadîste de görüldüğü g i b i ,
inanılması gereken şeylere i n a n m a k ve onları kalben i a s d i k t e n i b a r e t t i r .
B u n u n b i r dış görünüşü y o k t u r . İslâm'ın ise, b i r dış görünüşü vardır.
İşte b u dış görünüşe bakılarak b i r k i m s e n i n müslüman olup olmadığı­
nı anlamak mümkün olur. İmânm y e r i ise, k a l p olduğu için,
gerçek
imân sahibi o l a n l a r l a olmayanları ayırm^ak zordur. B u n d a n dolayı A l l a h ,
Bedevi'ye «islâm oldum.» demesine i z i n verdiği halde «imân ettim» de­
mesine i z i n vermemiştir. Çünkü onun kalbinde henüz imân olmadığını
A l l a h bilmektedir. E s a s e n hadîs de bunu t e y i t etmiş ve İslâmm dış g ö ­
rünüşü bulunan amellerden meydana geldiğini, imâmn ise k a l b i t a s d i k
olduğum] bildirmiştir.
Bazıları, İslâmm, A l l a h ' a
t e s l i m ,
o l m a k , O'nun e m i r ­
lerine u y m a k olduğunu söylerken, diğer b i r kısmı d a İslâmm. d i l d e k i
mânası i h l a s t ı r ;
A l l a h ' a t a m o l a r a k gönlünü bağlamak ve O ' n a
eş koşmamaktır, demiştir.^^^ B u n a d e l i l o l a r a k
«Rabbi a n a : T e s l i m
o l , buyurduğunda, Âlemlerin R a b b i n e t e s l i m o l d u m , derai§tir^^^>y; ^^BİZ"
l e r O^na t e s l i m oîmuşuzdur'^^^»; R a b b i r r d z ! İkimizi S a n a t e s l i m o l a n l a r d a n
k%l, s o y u m u z d a n d a S a n a t e s l i m o l a j n l a r d a n b i r ümmet yeti§tir'^^^» âyet­
l e r i n i göstermişlerdir.
Mâturîdî b u çeşitli görüşleri b e l i r t t i k t e n sonra, b u k o n u d a k i k e n d i
görüşlerini de delillere d a y a n m a k suretiyle açıklamıştır. O n a göre imân
ile islâm, her nekadar d i l yönünden ifade e t t i k l e r i mâna bakımından a y ­
rı g i b i görünüyorlarsa da, aslında dinî k o n u l a r d a taşıdıkları mâna ve
önem i t i b a r i y l e b i r olup, aralarında b i r f a r k y o k t u r . D i l ile i l g i l i b u ayrı
anlamadan dolayı, kâfirler, k e n d i l e r i n i n imânla anılmalarına ses çıkar­
madıkları halde, İslama nisbet edilmelerini ruhları k a b u l edememiştir.
B u n u n sebebi de büyük b i r i h t i m a l l e , g e r ç ^ imânm k i m d e b u l u n d u ­
ğunun bilinmemesi, b u n u n b i r dış görünüşünün
bulunmaması, oysa
îslâman b i r dış görünüşü bulunup, buna göre amel edenlerin özellikle
Müslüman adıyla anılmalarıdır. îşte bundan dolayı, meselâ,
İ s l â m
d i y a r ı ,
k ü f ü r
d i y a r ı
dendiği halde, i m â n
d i y a r ı
182
B k . Mâturîdî,
bu't-Tevhîd,
s.
Te'vilâtu'i-Kur'ân,
183
Bakara
184
B a k a r a Sûresi, âyet
133.
185
Bakara
128.
5
Sûresi,
V a r . 22
b,
Selim
Ağa
Ktb. N o .
395.
âyet :
Sûresi, âyet
131.
:
40;
Kitâ­
veya küfrün m u r a d i f i olarak,
t e k z i b
d i y a r ı
denmemiştir .^^^
Mâtûrîdî'ye göre, imânın, Allah'ın varlığını, birliğini, eşi ve ben•zeri bulunmadığını, her şeyin O'nun dilemesi ve yaratmasıyla
var
olduğunu tasdik e t m e . olduğuna gerek akıl, gerekse kâinattaki bütün
v a r h k l a r delâlet etmektedir. İslâm da, kişinin
kendisini t a m
ola­
rak
A l l a h ' a teslim
etmesi,
O'nun
e m i r l e r i n i yerine
getirm.esi,
nehiylerinden kaçınması, dinî vecibeleri
noksansız yerine
getir­
mesi ve kısaca t a m b i r sadakat ve i h l a s l a O ' n a k u l l u k etmesidir.^^^
B u da gösteriyor k i , b u i k i kavramın
i h t i v a ettiği m.âna yönün­
den esasa ilişkin b i r f a r k y o k t u r . A n c a k b i r i n c i s i n d e ' inanılması ve
tasdik edilmesi gereken imân esasları açıklanmakta, ikincisinde ise,
b u imânın veya kalbî tasdiğin b i r gereği olan şartlar ve bunların ye­
rine g e t i r i l m e s i zorunluğu belirtilmektedir. B i n a e n a l y h , imân ile islâm m b u müşterek n i t e l i k l e r i göz önüne alındığı t a k t i r d e , bunların b i r
olduğu, b i r i c i n gerçek varlığı k a b u l edilip, diğerinin
edilmemesinin
imkânsız bulunduğu h a k i k a t i kendiliğinden o r t a y a çıkmış olur. İbare­
lerin değişik olması b u gerçeği değiştiremez. İmânın bütün şartlarını
yerine getiren b i r kimsenin, Müslüman olmadığını üeri sürmek nasıl
mümkün değilse, İslâmm tüm şartlarını hakkıyle ifâ eden b i r k i m s e n i n
de mü'min olmadığmı söylemek, akıl ve mantık yönünden mümkün değildir.^^'
Kur'an-ı Kerîm'de geçen «Allah katında gerçek d i n şüphesiz
îslâmiyettir»^^^ ve «Kim İslâmiyetten
başka b i r d i n e
yönelirse,
onun­
k i a s l a k a b u l edilmeyecektir»^^^ anlamındaki âyetler de, aslında bu
gerçeği t e y i d etmektedir. Z i r a b i r k i m s e n i n hakikî b i r mü'min o l a b i l ­
mesi, ancak, Yüce Allah'ın gerçek b i r d i n olarak, vasıflandırdığı îslâm i y e t i n bütün şartlarını e k s i k s i z yerine
getirmesiyle
mümkündür.
Bunların b i r kısmını yerince getirip, diğerlerini kasden terkeden kimse
Müslüman olmadığı g i b i , mü'min de değildir. Z i r a îslâmiyetin şartların186
B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd,
a vd. Muruosmaniye
s. 394; en-Nesefî,Tabsiratu'l-Edilîe,
V a r . 202
K t b . N o . 2097.
187
B k . Ebû Mansûr el-Mâturidî, Te'vîlatu E h i i ' s - S u n n e , D r . İbrâhîm A v a z a y n
ve e s - S e y y i d A v a z a y n neşri, C . I, s. 257, 289, K a h i r e 1971; Kitâbu't-Tevhîd,
s. 394, 395; en-Nesefî, Tabsıratu'l-Ediile, V a r . 8 b, Süleymâniye-Fatih B l . N o .
188
B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd,
189
Âl-i İmrân Sûresi, â y e t : 19.
190
Âl-i
2907.
s. 396; Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 22 b.
İmrân Sûresi, â y e t : 85.
57
dan b i r kısmım inkâr etmek suretiyle îslâmiyetten çıkan, imândan da
çıkmıştır. K e z a imân esaslarından bazılarını k a b u l etmemek suretiyle
imândan çıkan kimse de, îslâmiyetten uzaklaşmış ve kâfir olmuştur.
Mâturîdî b u k a d a r l a da yetinmiyerek, görüşünü
t a k v i y e etmek için
Kur'ânı Kerîm'den daha birçok örnekler vermiştir. Meselâ
«Allah'a,
UzG gönderilene,
İbrahim'e, IsmâîFe, İshâk'a, Ya'kûb'a v e torunlarına
gönderilene, Mûsâ v e Ûsâ'ya v e r i l e n e , R a b b l e r i tarafından P e y g a m b e r ­
l e r e v e r i l e n e , onları b i r b i r i n d e n ayırt e t m e y e r e k imân e t t i k , b i z O ' n a
t e s l i m olanlarız, deyim>^^';
«Mûsâ şöyle d e d i : E y m i l l e t i m !
Allah'a
imân ediyorsanız v e t e s l i m olmuşsamz, O ' n a güvenin»'^^^- âyetleri de,
bunların i h t i v a e t t i k l e r i gerçeklere imân edenienin Müslüman olduklarını
bildirdiği g i b i , diğer b i r âyette de Yüce A l l a h , suçlu b i r k a v m i cezalan­
dırmak üzere gönderdiği meleklerin «Biz suçlu m i l l e t i n arasında b u l u n a n
mü'minleri çıkardık; z a t e n o r a d a Müslüman o l a r a k sâdece b i r t e k ev
halkı bulduk»^^^ d e d i k l e r i n i beyan etmek suretiyle, Müslüman olanla­
rın da mü'min olduklarını açıkça ifade etmektedir. Bütün bunlar, özel­
l i k l e yukarıdaki âyetlerde de görüldüğü g i b i , Allah'ın insanları bazan
mü'min, bazan d a müslim olarak vasıflandırması da gösteriyor k i , ger­
çekte imân ile îslâm b i r d i r . Bunları yekdiğerinden ayrı olarak mütalaa
etmek mümkün değildir.^^*
Mâturîdî'nin imân ve İslâm konusundaki görüşleri, ana hatlarıyle
işte bunlardır. K o n u y u şimdiye k a d a r açıklamağa çalıştığımız görüşleri­
nin b i r özeti mâhiyetini taşıyan şu sözleriyle b i t i r e l i m : «islâm, Allah'ı
keyfiyetsiz olarak b i l m e k t i r ; bunun y e r i göğüstür. İmân, Allah'ı A l lah'lığı ile b i l m e k t i r ; bunun y e r i de k a l p t i r ; b u ise, göğsün içindedir.
M a r i f e t , Allah'ı sıfatlarıyle b i l m e k t i r ; bunun y e r i de gönüldür; b u da,
k a l b i n içindedir. Tevhîd, Allah'ı birliğiyle b i l m e k t i r ; bunun y e r i sır­
dır; b u ise, gönül içindedir. B u n l a r , Yüce Allah'ın «Allah, göklerin v e
y e r i n Nûr'udur. O ' n u n n u r u , içinde ışık b u l u n a n b i r k a n d i l yuvasına
b e n z e r . O ışık b i r c a m içindedir; c a m i s e , s a n k i i n c i g i b i p a r l a y a n bir.
yıldızdır. B u , n e yalnız doğu'da v e n e d e yalnız Batılda b u l u n a n b e r e k e t ­
l i z e y t i n ağacından yapılır. Ateş değmese b i l e , n e r d e y s e yağın k e n d i s i a y 191
Bakara
192
Yûnus
193
Zâriyât
194
B k . el-Mâtundî,Kitâbu't-Tevhid,
Selim
maniye
58
Sûresi; â y e t :
Sûresi,
136.
âyet : 84.
Sûresi, âyet : 35, 36.
s.
A ğ a K t b . N o . 40; en-Nesefî,
Ktb. No.
2097.
397
vd.; TeVilâtul-Kur'ân,
Var.
339
Tabsıratu'i-Edille, V a r . 202 a, N û r - u
b,
Os­
dmlatacak!
Nûr
üstüne
nurdur»^''' âyetine, benzer.
§ u halde
bunlar,
dört gerdanlıktır k i , dördü de b i r b i r i n d e n ayrı gayrı değildir; hepsi b i r ­
leşince d i n olur»."''
g _
îmânın
Yaratılmış
O l u p Olmaması
Meselesi
:
Mâtûrîdî'ye göre imân mahlûktur. Z i r a imânın mâhiyeti y a m a ' lûmdur, b i l i n m e k t e d i r v e y a meçhuldür, b i l i n m e m e k t e d i r .
Eğer imân
meçhul olup, mâhiyeti hiçbir k i m s e tarafından b i l i n m i y o r ise, onun y a ­
ratılmamış olduğunu i l e r i sürmenin b i r anlamı k a l m a z . Çünkü b i l i n m e ­
yen b i r şeyin mâhiyeti ve h a k i k a t i n i n b i l i n m e s i için b i r takım delillere,
araştırma ve incelemelere d a y a n m a k zorunluluğu yardır. Böyle b i r y o l l a
elde edilen v e y a bilinen şey de, şüphesiz mahlûktur. B u n d a n başka, d u y u
organları kanalıyle de bilindiği g i b i , A l l a h ' d a n başka, kâinatta mev­
cut
herşey yaratılmıştır, y o k l u k t a n s o n r a v a r olmuştur. Öncesiz ve sonsuz, ezelî ve ebedî olan sâdece Y ü c e ' Allah'dır. G e ­
rek âlem, gerekse onu m e y d a n a getiren bütün varlıklar, b u n a delâlet
etmektedir. Herşey Allah'ın dilemesi ve yaratması i l e v a r olduğuna
göre, imânın d a bunların dışında kalması ve yaratılmamış olduğunun
i l e r i sürülmesi imkânsızdır."'
îmânın meçhul, b i l i n m e y e n birşey olması d a mümkün
değildir.
Z i r a Yüce A l l a h , P e y g a m b e r l e r i n e gönderdiği bütün k i t a p l a r d a , dâima
imânla emretmiş, özellikle Kur'ân-ı Kerîm'in b i r çok yerinde de geç­
tiği g i b i , insanları imân etmekle yükümlü kılmış ve imân eden k u l l a ­
rını d a mü'min adıyla vasıflandırmıştır. B u n a göre, ilganın y a p m a k l a
mükellef kılındığı, yaptığı t a k t i r d e sevâbe n a i l olacağı, terkettiği t a k ­
dirde ise, cezaya çarptırılacağı b i l d i r i l e n birşeyin h a k i k a t i n i ve mâhi­
y e t i n i bilmediğini düşünmek mümkün değildir. B u d a gösteriyor k i ,
imân meçhul değil, ma'lûmdur. O halde, imânın mâhiyeti bilindiğine
göre, d a h a insan v a r olmadan önce, onun ezelde m e v c u t bulunduğunu
ve dolayısıyle yaratılmamış olduğunu i l e r i sürmek, ne aklın, ne de n a k ­
l i n k a b u l edebileceği b i r h u s u s t u r . Z i r a b u t a k d i r d e imân, d a h a mükel­
lef kılman i n s a n yaratılmadan önce, onun iktisâb ettiği b i r f i i l hâline
gelecektir. B u ise, m u h a l d i r . İmânın ezelî olmayıp, insanın b i r f i i l i oldu­
ğuna en büyük delil, onun imânla mükellef kılınmış, t e r k i n d e n nehyedil-
195
196
N û r Sûresi, âyet : 35.
B k . el-Mâturîdî, A k â i d R i s a l e s i ,
197
B k . el-Mâturîdî,
Kitâbu't-Tevhîd,
;
s.
s.
23.
385.
:
f;
59
mış, özellikle imân edenler övülüp, kendilerine büyük mükâfatlar vaad
edilirken,, imân etmeyenler y e r i l i p , kendilerinin büyük ceza ve ikâba
çarptırılacaklarının bildirilmiş olmasıdır/^^ İnsanın kendi fiilinden do­
ğan b i r şey, şüphesiz mahlûktur.
_ Mâturîdî, imânın yaratılmış olduğunu a k l a dayanan delillerle b u
şeklide isbat ettikten sonra, bunu, ayrıca naklî delillerle de teyit et­
miştir. Meselâ ona göre, Kur'an-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde
geçen
«ffer şeyi y a r a t a n AUah'Ur..^^^
ve . S i z i d e , yapUklarımzı d a y a r a t a n
Allah'tır»^''' âyetleri, imânm da yaratıklar ve ameller cümlesinden o l ­
ması i t i b a r i y l e , mahlûk olduğuna delâlet etmektedir. B u n d a n başka
Y ü c e A l l a h «Gökleri, y e r i v e i k i s i n i n a r a s t n d a k i l e r i ' a l t t günde y a r a t a n ,
s o n r a d a arşa hükmeden Rahman'dır.-"^ demektedir k i şüphesiz bunlar
arasında imân d a vardır. Ayrıca imânın yaratılmış olduğuna dair H z .
Peygamberden r i v a y e t edilen çeşitli hadîsler de vardır.202
îmân, insan için b i r güzelliktir, b i r hayırdır, b i r hidâyet kaynağı­
dır ve b i r ziynettir. Bunların y e r i ise, k a l p t i r . Yüce A l l a h şöyle diyor :
A l l a h s i s e imâm sevdirmiş, o n u k a l p l e r i n i z e güzel
göstermiş;
inkar­
cılığı, y o l d a n çıkmayı v e haş kaldırmayı s i z e iğrenç
göstermiştir».^"'
Sonra Yüce Allah'ın «îmân henüz k a l p l e r i n i z e girmedi»^'>-^ ve
«...Kalp­
l e r i imân etmemişken, ağızlarıyle imân e t t i k , diyenler...yy^^^
demek s u ­
retiyle^ imân e t t i k l e r i n i i d d i a -edenleri yalanlaması da, Mâtûrîdî'ye g ö ­
re, imânın insanların b i r f i i l i bulunduğunu ve dolayisiyle de yaratıl­
mış olduğunu isbatlayan en büyük b i r delildir.^o'
h — M u k a l l i d i n îmânı :
Mâtûrîdî'ye göre yaratıklar için zorunlu olan dîn, ancak i k i y o l l a
bilinir. Bunlardan birincisi n a k i l ,
i k i n c i s i de a k 1 l'dır. Dinî
b i l g i l e r i n ve inançla i l g i l i esasların gereği g i b i büinmesi ve tasdik edil­
mesi, ancak b u i k i y o l l a mümkün olur. Gerçek imân, aklî ve naklî de198
B k . el-Mâturîdî,
199
200
En'âm Sûresi, â y e t : 102; M ü ' m i n
Saffât Sûresi, âyet : 96.
201
Furkân
202
203
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd,
Hucurât Sûresi, âyet
-.7.
Sûresi,
204
Hucurât
205
Mâide
206
Bk.
Sûresi,
Sûresi,
a m l a n eser, s. 386.
Sûresi,
âyet : 59.
âyet
s.
387.
s.
388.
: 14.
âyet : 4 1 .
el-Maturîdî,
Kitâbu't-Tevhîd,
âyet:
62.
lillere d a y a n a n imândır. B u n l a r d a n y o k s u n b i r tasdik ise, t a k l i d i imân
o l m a k t a n öteye gidemez. B i r kim^senin körükörüne taklîd edilmesi, her­
h a n g i b i r delile v e y a araştırma ve incelemeye dayanmak gereği d u yulm-aksızm b e l i r l i b i r fikrin^ m u a y y e n b i r inancın benimsenmesi s u ­
retiyle elde edilen böyle b i r imân ise, şüphesiz m a k b u l b i r imân değiP
d i r . Z i r a b u tür b i r imân, k e n d i s i m t a k v i y e eden esaslı b i r dayanak
ve destekten y o k s u n olduğu için, h e r a n yıkılm.ağa ve y o k olmağa m a h ­
kûmdur. O y s a a k l a v e delile dayanan imân, böyle değildir. O sağlam
b i r zemine oturtulmuş, k u v v e t l i b i r temele dayandırılmış olduğundan
onun yıkılması, z a m a n l a y o k olm.ası dü§ünülemxez.-^^
Görüldüğü g i b i Mâturîdî, t a k l i d i imânı k a b u l etmemektedir. O b u
k o n u y a o k a d a r önem vermektedir k i , «KitâbvJt-TGvMd» adlı
büyük
eserinin daha i l k başlangıcında b u k o n u y a öncelik vermiş ve t a k l i d i n
bâtıl olduğunu ve dinî esasların akılla ve delillerle b i l i n m e s i g e r e k t i ­
ğini belirtmiştir.-^^ E s a s e n gerek E h l - i Sünnet, gerekse Mu'tezile, t a k ­
l i d i n bâtıl olduğu hususunda i t t i f a k etmişlerdir k i , Mâturîdî de b u g ö ­
rüşüyle onları desteklem^is olmaktadır.
Eş'arî ve taraftarları, m u k a l l i d i n imânını k a b u l etmem^ekte, hattâ
d a h a d a i l e r i y e giderek onu t e k f i r etm.ektedirler. O n l a r a göre imâmn
sahîh olabilmesi için, delile dayanması şa^rttır. B u n l a r b u konuda o k a ­
dar i l e r i gitmişlerdir k i , e r g i n l i k çağma erdikten sonra şekk ve şüp­
heye düşmeden imân edenlerin imânlarının m a k b u l
olmadığını i l e r i
sürmüşlerdir.^^^ Şu k a d a r v a r k i , burada şekkten m a k s a t , b i z a t i h i k e n ­
d i s i değildir - B u n d a n m a k s a t , kişinin daha önce, geleneksel b i r biçim­
de edindiği h e r türlü b i l g i , düşünce ve inançlardan sıyrılması ve dola­
y i s i y l e z i h n i n tam. b i r safiyetle delile ve araştırmaya dayanan ger­
çekleri kabule hazır b i r d u r u m a gelmesidir. E r g i n l i k çağma eren h e r
Müslümanı derhal buna alıştırm.ak, hattâ mümkün olduğu t a k d i r d e
d a h a önce de bazı uyarıcı t e l k i n ve tavsiyeler kanalıyle o n u b u d o r u ­
m a hazırlamak zorunludur.
B u k o n u y l a i l g i l i olarak İbn H a z m aynen şöyle dryor : «Gere . £\xhammed b. Cerîr et-Taberî, gerekse Eş'arîlerin tümü, istidlale d a y a n 207
e l - M â t u r î d i , T e ' v î l â t ' l - K u r ' â n , V a r . 8 7 b , S e l i m A ğ a K t b . N o . 40.
208
ei-Mâturîdi,
209
B k . İ b n H a z m , Ebû
Muhammed
ve'l-Ehvâ'
C . I V , s. 4 1 , B a ğ d a d
TevMd,
K i t â b u ' t - T e v M d , s. 3.
ve'n-Nihal,
Naşirin
Önsözü,
A l i b.
Ahmed,
Ctrz);
Kitâtau'l-Fasi
frl-Mîlei
el-Mâturîdî,
Kitâbu't-
s. 26.
61
m a y a n b i r imânın sahîlı olmadığını ve böyle b i r imâna sahip kimseye
de Müslüman nazariyle bakılamıyacağını söylemişlerdir. Taberî d a h a d a
i l e r i giderek şöyle demiştir : *Kadın v e , e r k e k e r g i n l i k çağma eren her­
kes, Allah'ın bütün i s i m ve sıfatlarını i s t i d l a l y o l u y l a bilmek zorunda­
dır. B u n u y a p m a y a n kimse kâfir olup, Müslümanlara onun canı ve m a ­
lı helâldir. B u n u n için yedi yaşma basan erkek ve kız çocuklarını buna
alıştırmak ve i s t i d l a l usûllerini kendilerine öğretmek g e r e k l i d i r . ' Eş'arî­
ler ise, bunun ancak e r g i n l i k çağma ulaştıktan sonra zorunlu olduğunu
söylemişlerdir» .^^^
M u ' t e z i l e ' n i n t a k l i d i n bâtıl oluşu konusundaki görüşü ise, daha önce
belirttiğimiz Mâturîdî'nin görüşünün b i r tekrarından i b a r e t t i r . Meselâ
Mâturîdî'nin vefatından 82 yıl sonra ölen Mu'tezile bilginlerinden e l Kâdî Abdulcebbâr (el-Mu'tezilî) (Ölm. H . 4 1 5 / M . 1024) b u konuda a y ­
nen şöyle d i y o r : «Taklidin doğruluğunu k a b u l etmek, gerçeğin inkârı
demektir. Çünkü buna göre, meselâ, c i s i m l e r i n kadîm olduğunu i l e r i sü­
r e n i taklîd etmekle, bunların hadis bulunduğunu söyleyeni taklîd etmek
arasında b i r f a r k y o k t u r . B i n a e n a l e y h , b u tür b i r taklîd, adı geçen c i ­
s i m l e r i n aynı anda hem kadîm, hem d a hadis olduklarına inanmak de­
m e k t i r k i , şüphesiz b u m u h a l d i r . Diğer b i r sık ise, bunların ne kadîm,
ne de hadis olduklarına inanmaktır k i , b u d a imkânsızdır. İnançla i l ­
g i l i diğer k o n u l a r hakkında d a aynı şeyleri söylemek mümkündür. B u ­
r a d a hemen b e l i r t e l i m k i , b u d u r u m d a olan b i r k i m s e n i n burada, ço­
ğunluğun görüşüne uyarım demesi de m.ümkün değildir.
Z i r a haklı
olan b i r kişi olabileceği g i b i , çoğunluğun d a sapıklık üzre birleşmeleri
pekâlâ mümkündür. B i n a e n a l e y h , b u k i m s e n i n gerçeği başka b i r y o l l a
bulması lâzımdır k i , b u da, i s t i d l a l ve araştırma yoludur.»-'-^
Görüldüğü g i b i , t a k l i d i n bâtıl oluşu konusunda gerek
Mâturîdî,
gerekse el-Kâdî Abdulcebbâr aynı görüşü savunmakta, lâfız ve ifade
210
B k . İbn H a z m , el-FasI fî'i-Milel v e l - E h v â ' v e ' n - N i h a l , C . I V , s. 35; el-Mâ­
turîdî, Kitâbu't-Tevhîd, Naşirin Önsözü, s. 27; k e z a b u k o n u için baknıız:
el-Gazzâlî, Ebû Hâmid
Muhammed
b. M u h a m m e d ,
İhya' Ulûmi'd-Din,
C . I, s. 7 8 - 9 4 , K a h i r e ( t r z ) ; el-Bağdâdî, Ebû Mansûr Abduikâhir b. T a h i r ,
Kitâbu Usûli'd-Dm, s. 254-255, İstanbul 1346/1928;
İbn'ul-Cevzî,
Cemâleddîn Ebû'l-Ferec A b d u r r a h m a n , N a k d u ' I - İ i m ve'I-'Ulemâ, ve Telbîsu
İbîîs,
s. 78, K a h i r e ( t r z ) ; A h ehKârî, Şerhu'l-Fıkhil-Ekber, s. 129, K a h i r e 1323.
211
B k . el-Kâdî A b d u l c e b b â r , Kîtâbu'l-Muğnî fî-Ebvâbi't-Tevhîd v e ' i - A d I ,
İbrâhîm M e d k û r neşri, Cüz. 12, s. 123, K a h i r e t a r i h s i z ; el-Mâturîdî,
bu't-Tevhîd, Naşirin Önsözü, s. 27-28.
62
Dr.
Kitâ­
tarzları değişik o l m a k l a beraber, b u k o n u y u i s b a t l a m a k için aynı met o d ve delillere dayanmaktadır. B u r a d a hemen şunu b e l i r t m e k yerinde
olacaktır k i , M u ' t e z i l e ' n i n şeyhlerinden o l a n b u şahıs, t a k l i d i n bâtıl
oluşu k o n u s u n d a k i görüşünde, büyük b i r i h t i m a l l e Mâturîdî'nin t e s i r i
altında kalmış olacaktır. Z i r a el-Kâdî Abdulcebbâr'm M u ' t e z i l e mez­
hebine intisâb etmeden önce, Eş'arî ekolüne mensup ve E h l - i Sünnet
akîdesi üzerine yetişmiş b i r kimse olduğu bilindiği halde,-'- Eş'arî'nin
taklîdi kötülemede, gerek Mâturîdî, gerekse el-Kâdî Abdulcebbâr'da
olduğu g i b i , b i r üslûp ve ifade kullandığına v e y a delile dayandığına
d a i r b i r tanığa r a s t l a m a k mümkün olamamaktadır.-^^
Meselâ; Mâturîdî,
«Onlar h e n d i l e r i n e m e l e k l e r i n
gelmesini m i ,
y o k s a R a b b i n i n g e l m e s i n i m i , y a h u t R a b b i n d e n birtakım
mucizelerin
g e l m e s i n i m i b e k l i y o r l a r f R a b b i n i n birtakım m u c i z e l e r i geldiği gün, i n ­
s a n d a h a önce inanmamışsa
v e y a imâmyle
b i riyilik
kazammımışsa,
imânı o n a b i r f a y d a vermez»-^
âyetini i z a h ederken, taklîdî imân k o ­
n u s u n d a d a h a önce söylediği sözleri t e y i d eder mâhiyette a y n e n şöyle
d i y o r : «Âyette geçen zamandan m a k s a t , Allah'ın azabının geldiği a n ­
dır. B u a n d a k i imânm i n s a n a b i r faydası olmayacaktır. Çünkü azâbm
indiği o a n d a k i îmân, b i l g i y e , a k l a ve delile d a y a n a n b i r imân o l m a ­
yıp, k o r k u d a n Ueri gelen b i r imândır. Gerçek t a s d i k aklî delile d a y a ­
nan t a s d i k t i r . M u k a l l i d i n imânı ise, b u n d a n y o k s u n olduğu için m a k ­
bul değüdir. Çünkü sevap k a z a n m a k , ancak birtakım güçlükleri y e n ­
mek, karşüaşıian zorlukların üstesinden gelmekle mümkün o l u r . O y s a
imânm esasında b i r güçlük ve z o r l u k y o k t u r . Asıl güçlük, i s t i d l a l y o ­
l u y l a , aklı ve düşünceyi çalıştırarak karşılaşılan şüpheleri, karşıt de­
l i l l e r i ve tereddütleri b e r t a r a f etmek s u r e t i y l e imân etmektedir. İşte
gerçek imân, böyle b i r çahşmanm sonucu ve mahsûlü o l a n imândır.»-'^
Mâturîdî'nin genel o l a r a k imân k o n u s u n d a k i görüşleri işte b u n l a r ­
dır. B u bölümün başından b e r i görüldüğü g i b i , Mâturîdî, h e r k o n u d a
212
213
B k . İbnu'l-Murtazâ, A h m e d b. Y a h y a , K i t a b u ' l - M u n y e v e ' l - E m e l fî
şerhi
Kitâbi'I-Milel v e ' n - N i h a l , T. A r n o l d neşri, s. 66, H a y d a r â b â d 1316/1902.
Örnek
için
1367/1948;
bk.
el-Eş'arî, K i t â b u l - İ b â n e
Kitâbu'l-Luma'
fi'r-Reddi
'alâ
' a n Usûîl'd-Diyâne,
Ehli'z-Zeyğ
ve'l-Bida',
Haydarâbâd
Mc.Carthy
neşri, s. 87, B e y r u t 1953, ve Mısır 1955; Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 3 v e
naşirin
önsözü, s. 28.
214
E n ' â m Sûresi, âyet : 158.
215
B k . Ebû'l-Mu'în en-Nesefî, Tabsıratu'i-Edille, V a r . 9 a, Süleymâniye K t b .
Fâtih B l m . , N o . 2907; V a r . 6 v d . N u r u o s m â n i y e K t b . N o . 2097.
63
olduğu g i b i , b u k o n u y u d a işlerken d a i m a a k l a , düşünceye ve i s t i d l a ­
le öncelik vermiş ve b u n u n büyük önemini özellikle b e l i r t m e y e
çalış­
mıştır. B u n u b i l h a s s a taklîdî imânın bâtıl oluşu k o n u s u n d a k i
görüş­
l e r i n d e d a h a açık b i r şeküde görmekteyiz. E s a s e n Kur'ân-ı
Kerîm'in
birçok y e r i n d e de b u k o n u y a değinilmekte ve t a k l i d i n doğru olmadığı
açık b i r şekilde b e l i r t i l m e k t e d i r . B i z b u bölümü
sona
erdirmeden
ce, b u tür âyetlerden b u r a d a birkaç örnek v e r m e k t e
.'yiz. Meselâ Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «Yoksa
tâb v e r d i k - d e , o n a m% b e l bağlıyorlar?
mızı
b i r dîn
derler.
üzerinde
E y Muhammed!
ğimiz uyarıcıya,
bir
bulduk,
o kasabanın
dîn üzerinde
Gönderilen
bulduk,
uyarıcı;
l a r : 'Doğrusu
varlıklıları
size,
getirmiş
sizinle
gönderilen
şeyi
duğuna
b i r bak!».'''
rı birşey
«Rabbimiz!
«Onlara:
üzerinde
büyük
B i z yöneticilerimize
uğrat'
inkâr
yolda
indirdiğine
şeye
uyarız'
olmayan
v e büyüklerimize
'Rabbimiz!
derlerdi
bulduğunuz
ediyoruz'
Yalancıların
'Allah'ın
a k l e d e m e y e n v e doğru
b i rlanete
babalarımızı
izlerini izlemekteyiz'
bulduğumuz
o n l a r b i z i y o l d a n saptırmışlar.
lan
gönderdi­
i s e m d e m i b a n a uymazsınız?'
B i z d e o n l a r d a n i n t i k a m aldık.
atalarımızı
gitmekteyiz'
b i rkasabaya
üzerinde
bir ki-
b i z babaları­
s a d e c e : 'Doğrusu
babalarınızı
üzerine
'Hayır,
'doğrusu
izlerinden
herhangi
b i z d e onların
'Eğer
d e n d a h a doğrusunu
b i z d e onların
S e n d e n önce,
y a r a r görmekte-
o n l a r a , d a h a önce
Hayır;
ön­
dîn­
derdi. O n ­
derlerdi.
Bunun
sonunun
nasıl o l ­
uyun'
denilince,
derler;
kimseler
y a atala­
idiyseler?».^'''
i t a a t etmiştik;
fakat
O n l a r a i k i k a t azâb v e r , on^
derler».^-'^
Kur'ân-ı Kerîm'de b u âyetlere benzer d a h a p e k çok âyet vardır.^^s
Görülüyor k i , Yüce A l l a h i n s a n l a r d a n gözü k a p a h o l a r a k b i r şeye i n a n ­
mamalarım, babaları d a olsa, bâtıl o l a n h u s u s l a r d a o n l a r a itaat e t m e ­
m e l e r i n i , onları taklîd e t m e m e l e r i n i
istemekte ve b u n u yapanların
zalandırılacaklarım b i l d i r m e k t e d i r . Y i n e Yüce A l l a h , Kur'ân-ı
bir
ce­
Kerîmin
çok y e r i n d e insanların gerçeği a r a m a d a a k l a , b i l i m e , düşünce ve i s ­
t i d l a l e - büyük önem v e r m e l e r i n i n gerektiğini ve ancak
haki-
216
Zuhruf
217
B a k a r a Sûresi, â y e t : 170.
218
A h z â b Sûresi, âyet : 6 7 - 68.
219
Ö r n e k için b a k m ı z : A ' r â f Sûresi, âyet : 28; Y û n u s , âyet : 78; Enbiyâ, âyet:
53; Şuarâ, â y e t : 74; L u k m â n , â y e t : 2 1 .
64
Sûresi,
âyet
bu yolla
: 21 - 25.
kate ulaşabilmelerinin mümkün olduğunu bildirmektedir.--^ Taklîd ise,
düşünme ve araştırma için yaratümış olan a k i m faydalarını i p t a l et­
m e k t e d i r k i , b u d a y o l u n u aydınlatması için eline b i r l a m b a verildiği
halde, b u lambayı söndürüp karanlıkta yürüyen b i r kâmsenin d u r u m u ­
n a benzer.--"-
220
Ö r n e k için b a k ı n ı z : B a k a r a Sûresi, âyet : 164; Fussilet, âyet
âyet
221
:• 53; G â ş i y e ,
: 17.
B k . İbnu'l-Cevzî, Teîbîsu İblis, s. 79; Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, D r . H u l e y f
Muk.,
s. 28-29;
Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 87 b .
65
Ü Ç Ü N C Ü
B Ö L. ü M
A L L A H
I —
Allah'ın Varlığı :
Mâturîdî Allah'ın varhğmı, kâinatın ve tüm varlıkların hadis, baş­
k a b i r deyimle y o k l u k t a n sonra v a r oldukları gerçeğinden hareket et­
mek s u r e t i y l e isbatlamağa çalışm.aktadır. B u n u n için o, herşeyden^ ön­
ce kâinatı meydana getiren c i s i m l e r i n hadis olduklarını aklî ve naklî delülere d a y a n m a k suretiyle i s b a t l a m a k t a ve özellikle b u n l a r m kadîm,
öncesi b u l u n m a y a n b i r Yaratıcı tarafından yaratılmış olmalarının zo­
runluluğu üzerinde büyük b i r t i t i z l i k l e durmaktadır. B u r a d a hemen şu
gerçeği b e l i r t m e m i z g e r e k i r k i , Mâturîdî'nin b u konuda t a k i p etmiş o l ­
duğu metot, daha önce M u ' t e z i l e n i n , özellikle kendisinden yaklaşık o l a ­
r a k b i r asır önce vefat etmiş ve H a l i f e Me'mîm (Ölm. H . 2 1 8 / M . 833)
zamanında Y u n a n c a d a n Arapçaya tercüme edilen eserleri i l k defa ciddi
b i r şekilde incelemiş ve Y u n a n filozofla- .mn birçok eserlerini okum-uş
ve daha sonra d a o n l a r m görüşlerini Mu^tezile'nin görüşleriyle bağdaş­
tırmağa çahşmıs olan meşhur Mu'tezilî İbrâhîm b. S e y y a r en~Nazzâm
(Ölm. H . 2 3 1 / M . 845) m - ' izlemiş olduğu metodun aynıdır. Şu k a d a r
v a r k i , Mâturîdî, b u k o n u d a Mu^tezile'nin hilâfına, naklî delile, başka b i r
deyimle habere de büyük b i r y e r vermekte ve c i s i m l e r i n hadis o l ­
duklarım i s b a t l a r k e n bundan büyük ölçüde faydalanmaktadır.--^^
Mâtûrîdî'ye göre c i s i m l e r i n hadis olduğunu
222
B k . eş-Şehristânî,
Serhu'l-Uyûn
mal
ri
el-MiIel ve'n-Nihaî,
Şerhu Eisâleti
thn-i
C . î,
Zeydûn,
s.
53 v d . ; İ b n
s. 120, K a h i r e
Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u , s. 48. K e z a b u d e v i r d e k i
v e M u ' t e z i l e ' n i n felsefe i l e dîni uzlaştırma
mek
isbatlayan
için b k . O r d . Prof. H i l m i
çabalan
Z i y a Ülken, îslâm
deliller,
Nubâte
el-Mısri,
1278/1861; D r . K e ­
tercüme
hakkında
Medeniyetinde
faaliyetle­
bilgi
edin­
Tercümeler
v e T e s i r l e r i , s. 102-103, İst. 1948; e l ~ M a k n z î , A h m e d b . A l i b . A b d i l k â d i r b . M u ­
hammed,
Kitâbu'î-Hıtati'I-Makrİzıyye,
bizikri'i-Hitat
ve'î-Âsâr,
İntişâr, P r o f . N y b e r g
223
el-Mâturidî,
el-Müsemmâ
C . I V , s. 183, K a h i r e
bi
el-Mevâiz
1324-1326; e l - H a y y â t ,
vel-Ftisâr
KitâbuT-
Ö n s ö z ü , s. 58.
Kitâbu't-Tevhîd,
Dr. F. Huleyf
Ö n s ö z ü , s. 30.
7
haber,
d u y u
ve a k ı l
olmak üzere üçe ayrılır k i , ancak b u n ­
lar kanalıyla eşyanın h a k i k a t i n i bilmemiz mümkün olur. D a h a önce b i l ­
g i kaynaklarından bahsederken bunlar üzerinde gereği kadar durmuş­
tuk. B u r a d a da konu ile münasebetleri yönünden bunlar üzerinde kısa­
ca durmamızda fayda vardır. B u r a d a haberden maksat, A l l a h ' d a n gelen
ve y a r a t i k l a r m , benzeri b i r delil getirmeleri imkânsız olan n a s s l a r m i h ­
t i v a ettiği gerçeklerdir. Meselâ, Yüce A l l a h Kur'âmı Kerîm'de «Allah
herşeyin Y a r atam'dır»'^'^'\ «O, gökleri v e y e r i y o k t a n Yaratanadır. Z e v ­
c e s i o l m a d a n nasıl çocuğu o l a b i l i r f O y s a herşeyi O yaratmıştır,
herşeyi
b i l e n O'dur»^^^, «Gökleri v e y e r i y o k t a n v a r e d e n Allah'dır. O , b i r işin
olm^asını dÂlerse, o n a a n c a k ^oV d e r v e olur»;^'^-" «Göklerin v e y e r i n hü­
kümranlığı Allah'ındır, A l l a h , herşeye Kaadir'dir»-^' demek
suretiyle
herşeyi yaratanın, gökleri ve y e r i y o k t a n v a r edenin K e n d i s i bulundu­
ğunu ve hüküm^ranlığm ancak Kendisine a i t olduğunu haber vermiştir
k i , şüphesiz bu da, c i s i m k r i n hadis olduğuna ve A l l a h ' d a n başka kadîm
b i r varlığın bulunmadığına kesin b i r delildir.^^'
Mâturîdî'ye göre, ancak d u y u organlarımız vasıtasıyle bize acı ve
lezzet veren şeyleri, v a r veya yok olmasının sebeplerini bilmemiz, mümk^Ân olur. Binaenaleyh, cisimlerin hadis olduğuna delâlet eden b u
delilin de inkâr edilmesi mümkün değildir. D u y u s a l b i l g i y i inkâr eden
kimzsenin ya-aklından zoru vardır; y a da. bunu sırf i n a t ve inkarcılığın­
dan dolayı yapmaktadır. B u g i b i kimselerle böyle b i r konuyu tartışmak
bile gereksizdir. Z i r a her an bizzat kendi nefsinde denediği b i r gerçeği
inkâr etmektedir.-^^ B u n d a n başka insanlar, cisimJerin birtakım i h t i ­
yaç ve zaruretlere i s t i n a d ettiğini ve bunların b i r sonucu olarak o r t a ­
ya çıktığını d u y u organlarıyla hissetmekte ve bilmektedir. Zaruret ve
ihtiyaç ise, b i r başkasına muhtaçtır. Böyle b i r niteliğe sahip b i r nes­
ne de şüphesiz h a d i s t i r ; sonradan v a r olmadır. Kıdem'in, öncesiz ol224
Zumer
S û r e s i , â y e t : 62.
225
E n ' â m S û r e s i , â y e t : 101. A y e t t e
esasa v e y a
benzere dayanmaksızın
masıdır k i , âyette
mümkündür.
lim
226
de
görüldüğü
b i r şeyin
gibi, buna
Tafsilât için bk." el-Mâturİdı,
edilmesi,
ortaya
v a r etme de
TeVîlâtu'l-Kur'ân,
çıkarıl­
dememJz
V a r . 224 b ,
Se­
A ğ a K t b . N o . 40; K i t â b u ' t - T e v h î d , N a ş i r i n Ö n s ö z ü , s. 30, 31.
i . A v a z a y n v e e s - S e y y î d A v a z a y n n e ş r i , C . î, s. 267-268.
 M İ m r â n S û r e s i , â y e t : 189; k e z a b a k : M â i d e S û r e s i , â y e t :
228
B k . e l - M â t u r i d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 11.
229
B k . el-Mâturîdî,
68
ihdas
yoktan
B a k a r a S û r e s i , â y e t : 117; t a f s i l â t i ç i n b k . e i - M â t u r î d i , T e ' v î l â t u E h l i ' s - S u n n e ,
Dr.
227
geçen ibda', d a h a ö n c e geçmiş bîr asla, b i r
Kitâbu't-Tevhîd,
s.
7-8.
18, 40, 120.
manın b i r şartı d a başkasına muhtaç olmamaktır. O y s a hadis varlık­
l a r , v a r olmalarında ve varlıklarım devam
ettirmelerinde
başkasına
muhtaçtır. Meselâ cisimler, kendilerine ârız olan en u f a k arıza ve bo­
zuklukları dahî gidermede başkalarına mıuhtaçtır. E n mütekâmil, en
k u v v e t l i oldukları devrede dahî, bunların k e n d i k e n d i l e r i n i ıslâh etme­
l e r i , bozukluklai'mı gidermeleri, dağılmış parçalarını b i r a r a y a g e t i r ­
m e l e r i düşünülemez. B i n a e n a l e y h i n s a n , d u y u
o r g a n l a r i y l e de anlıyor
k i , b i r b i r l e r i y l e zıt, yekdiğerleriyle çelişik b i r d u r u m d a yaratılmış olan
c i s i m l e r i n , başka b i r deyimle cevherlerin v a r olmalarında ve varlıkla­
rını devam ettirmelerinde m u t l a k a başkalarına muhtaçtır. V e yine a n ­
lıyor k i , b u n l a r değişken, fâni ve z a m a n l a y o k olmağa mahkûm v a r ­
lıklar olmaları i t i b c r i y l e h a d i s t i r . İşte b u gerçeğin b i l i n m e s i n i sağla­
y a n vasıtalardan b i r i s i de d u y u organlarıdır.^^^
Mâturîdî'nin c i s i m l e r i n hadis olduğunu
ispatlamakta
dayandığı
üçüncü d e l i l , aklî d e l i l d i r . Aslında b u delil, Kelâmcılarm b u h u s u s t a
i s t i n a d e t t i k l e r i meşhur b i r esasa dayanmaktadır. Meselâ o n l a r a göre
c i s i m l e r i n , birtakım olayların, çeşitli e t k e n l e r i n dışında kalması müm­
kün değildir. C i s i m l e r h e r a n hareket ve sükûn, birleşme v e y a ayrılma,
i y i veya kötü, ziyade v e y a n o k s a n o l m a h a l i n d e d i r . B u n l a r ise, gerek
aklımızla, gerekse d u y u organlarımızla d a bildiğimiz g i b i , hadis v a r ­
lıklarla i l g i l i olan birtakım vasıflardır. B i r şeyin aynı anda h e m i y i ,
h e m kötü olması v e y a h e m hareket, h e m de sükûn halinde bulunması
v e y a hem birleşik, h e m de ayrık y a d a h e m ziyade, h e m de n o k s a n
olması imkânsızdır. D o l a y i s i y l e bunların b i r düzen içinde cereyan et­
mesi, b i r sırayı t a k i p etmesi, b i r i n i n yokluğu i l e diğerinin v a r olması
z o r u n l u d u r . B u ise, hudûs'ün b i z a t i h i kendisidir.^^^
K e z a , b r yapımcı o l m a d a n b i r işin yapılması, meselâ en b a s i t i n ­
den, b i r y a z a r b u l u n m a d a n b i r yazının yazılması, b i r birleştirici v e y a
ayırıcı olmadan b i r şeyin birleştirilmesi v e y a ayrılması, b i r hareket
e t t i r i c i v e y a d u r d u r u c u b u l u n m a d a n b i r c i s m i n hareket
etmesi
veya
durması düşünülemez. B u r a d a özet o l a r a k örneğini verdiğimiz b u g i b i
olayların, daha geniş b i r anlamda bütün âleme de teşmil edilmesi ve
onun b u olayların içinde, değerlendirilmesi mümkündür. Z i r a âlem b i r ­
takım birleşik ve ayrık u n s u r l a r d a n m e y d a n a gelmektedir k i , b u n l a ­
rın haricî b i r müdahele v e y a müessir bulunmaksızın, k e n d i l i k l e r i n d e n
230
B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 11 v d . , N â ş i r î n
231
B k . Mâturîdî, anılan eser, s. 12,
M u k . , s.
31.
13.
69
meydana- gelmiş v e y a gelmekte olması imkânsızdır. O halde, a k i m b i r
gereği olarak bunların kadîm değil, hadis
olm-ası z o r u n l u d u r . B i ­
naenaleyh, en küçük b i r h a r e k e t i n d a h i b i r m u h a r r i k i bulunduğuna gö­
re, tüm varlıklar âleminin de gerçek bir m.uharriki, b i r yaratıcısı, b i r
düzenleyicisi bulunması g e r e k i r k i , b u d a , kadîm, ezelî ve ebedî olan
Yüce Allah'tır.^^^
Mâturîdî'nin daha çok d u y u organlarına ve a k l a dayanan b u tür
d e l i l l e r i n i , d a h a önce de söylediğimilz g i b i , kendisinden yaklaşık o l a ­
rak bir asır önce v e f a t eden NazzamJda d a b u l m a k mümkündür. Z i r a
N a s s a m d a aynı d e l i l l e r i , daha sonra Mâtiîrîdî'de olduğu g i b i , c i s i m l e ­
r i n hadis olduğunu i s p a t l a m a d a k u l l a n m a k t a ve aynen şöyle demek­
tedir : «Şuna inanıyorum k i , sıcak soğuğun t a m zıddıdır ve i k i zıddm
a y m anda ve b i r yerde k e n d i l i k l e r i n d e n birleşmeleri mümkün değil­
dir. B u n u n l a beraber i y i biliye r u m k i , varlıklarında bunların h e r i k i s i de
birleşmiş olarak b i r a r a d a fcalunmaktadır. O halde bunları, b i r b i r l e r i ­
ne zıd olmalarına rağmen, b i r a r a y a g e t i r e n v e buna z o r l a y a n b i r dış
müessirin, b i r zorlayanın bulunması zorunludur. Onların b u zorlama^
ya b o y u n eğmesi ise, b i r zayıflığın, bir kudretsizliğin ifadesinden baş­
k a b i r şey değildir. B u ise, onların hadis olduğuna ve d o l a y i s i y l e ken­
d i l e r i n i ihdas eden, y o k t a n v a r eden ve kendilerine asla benzemeyen
bir m u h d i s i n , b i r yaratıcının varlığını g e r e k t i r i r k i , şüphesiz b u d a ,
âiemlerin R a b b i ve kâdir-i mmtlak olan Yüce Allah'tır. B u n d a n başka,
ateş, s u , t o p r a k , h a v a ve benzer maddelerin b i r a r a y a gelmesi de, b u n ­
ların hadis olduğuna en büyük b i r d e l i l d i r . Şu k a d a r v a r k i , bu m a d ­
deleri b i r a r a y a getiren i n s a n , bunların gerçek m u h d i s i , hakikî yaratı­
cısı değildir. Z i r a i n s a n d a tıpkı b u maddeler g i b i d i r , O halde b u ve
benzeri maddeleri v e kendilerine benzeyen insanı ihdas eden, y o k t a n
v a r eden b i r yaratıcı vardır k i , b u d a eşi ve benzeri b u l u n m a y a n ve
K e n d i s i n i «Göklerin v e y e r i n y a r a t a m , s i z e içinizden eşler, çift çift h a y ­
v a n l a r v a r etmiştir. B u s u r e t l e , çoğahnamzı
sağlamıştır,
O ' n u n ben^.
z e r i hiçbir şey y o k t u r . O , İşiten'dir, Gören'dir»-^^ demek suretiyle t a v ­
sif eden Yüce Allah'tır» ^.^^^
N a z z a m b u delilleri z a m a n z a m a n , âlemin aslı
232
B k . Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v h î d ,
233
Şûra S û r e s i , â y e t : 11.
234
B k . el-Hayyât, K i t â b u l - İ n t i s â r , D r . N y b e r g
T e v h î d , D r . K h o i e i f M u k . s. 32.
70
n u r
ve
z u 1-
s. 15.
neşri, s. 46-47; Mâturîdî,
Kitâbu't-
lîl e t ' t i r ; b i r b i r l e r i n d e n ayrı, yek diğerlerine zıd olmalarına rağmen,
hiçbir dış etken bulunmaksızın k e n d i l i k l e r i n d e n birleşmişler ve b u âle­
m i meydana getirmişlerdir, diyen Manîheistler'e-'^ karşı d a b i r reddi-ye o l a r a k kullanmıiş ve onların b u iddialarını reddetmiş ve özet olarak
b i r dış müessir, b i r kuvvet, her şeye k a d i r b i r k u d r e t bulunmaksızın,
i k i zıddm kendiliğinden birleşmesinin v e y a ayrılmasının mümkün o l ­
madığını söylemiştir.-'"
M u ' t e z i l e ' n i n çoğunluğunun da k a b u l ettiği ve d a h a sonraları Mâ­
turîdî'nin Kitâbu't-Tevhîdinde de benzerine sık sık rastladığımız N a z zâm'm b u ve benzeri görüşleri, genel o l a r a k M u ' t e z i l e ile İslâm âlemi­
n i n çeşitli bölgelerine yerleşmıiş Zanâdıka, Mecûsîler, Cebriyye, Sene­
v i y y e , N a t u r a l i s t ve M a t e r y a l i s t v.b. sapık i d o l o j i ve dinler^^' arasında
cereyan eden münakaşaların b i r sonucu o l a r a k o r t a y a çıkmıştır. Şüp­
hesiz b u g i b i tartışmalar, kelâm i l m i n i n gelişmesine, sahasının genişle­
mesine büyük ölçüde yardımcı olduğu g i b i , bizzat E h - i Sünnet ve dü­
şüncesi üzerinde de önemli etkilerde bulunmuştur.
Mâturîdî, c i s i m l e r i n hadis olm^asım, Allah'ın varlığının en büyük
b i r d e l i l i olarak göstermektedir.
C i s i m l e r , kendiliğinden b i r b i r i n d e n
ayrılıp, birleşemediğine, en k u v v e t l i , en mütekâmil b i r zamanlarında da­
hî, kendilerine ârız olan en küçük b i r noksanlığı, en b a s i t b i r b o z u k l u ­
ğu giderme gücüne, ve yeteneğine s a h i p bulunmadığına ve özellikle
b i r b i r i n e zıt ve yaratıhşiarı i t i b a r i y l e b i r b i r i n d e n nefret eder b i r t a r z ­
da yaratılmış c i s i m l e r i n k e n d i l i n g i n d e n birleşmesi mümkün olmadı­
ğına göre, m u t l a k a bunları b i r a r a y a getiren, k e n d i tabiatlarının ak­
sine bunları birleştiren, m u t l a k b i r gücün, eşsiz b i r k u d r e t i n varlığı
235
Mu'tezile'nin kurucusu
Vâsıl b. A t â ' n m
muhalifleriyle
yaptığı
m.eşhur
mü­
nazaraları v e yazdığı b i r ç o k e s e r i n yanı sıra özellikle M a n i h e i s t ' l e r i n b u tür
görüşlerine
karşı «El~Elfu M e s ' e l e
fi'r-Reddi
alâ'I-Mâneviyye»
adlı
meşhur
e s e r i n i yazdığı ve b u e s e r i n sadece b i r i n c i c i l d i n d e s e k s e n d e n f a z l a m e s e l e ­
y e t e m a s ettiği z i k r e d i l i r . B k . İbnu'l-Murtazâ, A h m e d b. Y a h y a , Kitâbu'I-Munye v e ' l - E m e l , T. A r n o l d neşri, s. 21 v d . ; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ­
şu v e K e l â m î Görüşleri, s. 43.
236
B k . e l - Hayyât.
Kitâbu'l-İntisâr,
s.
32, 48; Mâturidî,
Kitâbu't-Tevhîd, D r .
K h o l e i f M u k . s. 32-33.
237
Tafsilât için b k . D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u v e K e l â m î Görüşleri,
s. 43, v d .
238
B k . el-Mâturîdî,
Kitâbu't-Tevhdî, s. 17, v d .
71
g e r e k m e k t e d i r k i , b u d a herşeyi i l m i y l e kuşatan, K a a d i r - i M u t l a k olan
Yüce Allah'dır.-'^^
Mâturîdî'nin A l l a h ' m varlığmı i s b a t l a m a d a dayandığı diğer b i r
delil de, Eş'arî'de olduğu g i b i , teğayyür, ba^ka b i r deyimle
değişme
metodudur. O n a göre kâinatta b u l u n a n bütün varlıklar, büyük veya
küçük bütün cisimler değişmekte, kendiierine arız olan birtakım h a l
ve d u r u m l a r a göre, b i r halden diğer b i r hâle g i r m e k t e d i r . Meselâ;
canh v a r h k l a r z a m a n l a ölmekte, y e r l e r i n i başkaları almaktadır. Kü­
çükler büyümekte, büyükler dünyalarını
değiştirmektedir.
Dağınık
f e r t l e r t o p l u l u k haline gelmekte, t o p l u l u k l a r dağılmakta, iyüer kötü,
kötüler ise i y i olmaktadır. Kısaca âlem ve onu meydana getiren u n ­
s u r l a r , daimî b i r değişme h a l i n d e d i r . B u n u n ise, haricî b i r müdahale
bulunmaksızın kendiliğinden
olması mümkün
değildir. A k s i
tak­
dirde, meselâ, b i r binanın, b i r m a k i n e n i n , b i r âletin, hattâ en b a ­
s i t i n d e n b i r iğnenin ve benzeri binlerce eşyanın b i r yapıcısı, b i r değiş­
t i r i c i s i bulunmaksızın kendiliğinden o hale gelmJş olması gerekecektir
k i , b u n u n imkânsızlığının akıl sahibi herkes tarafından k a b u l edilmesi
zorunludur. B i n a e n a l e y h , en b a s i t b i r âlet dahî kendiliğinden olmayıp,
m u t l a k a b i r i tarafından o hale getirildiğine göre, bütün varlıklar âle­
m i n i içine a l a n kâûnatm d a , kendiliğinden olmayıp, eşsiz b i r gücün,
m u t l a k b i r k u d r e t i n varlığıyla y o k t a n v a r edilmiş ve b u düzene so­
kulmuş, olması gerekmektedir k i , b u d a ezelî ve ebedî olan Yüce A l l a h ' dır.^^^9
Eş'arî de Allah'ın varlığını i s b a t l a r k e n , b u delilden büyük ölçüde
f a y d a l a n m a k t a ve özet olarak şöyle demektedir :
«Kâinatm ve o n u
m e y d a n a g e t i r e n varlıkların b i r yaratıcısı bulunmaksızın kendüikler i n d e n meydana, gelmiş olmaları imkânsızdır. Z i r a en basitinden, t a r ­
l a d a yetişen pamuğun kendiliğinden eğrüip i p l i k haline gelmiş, d a h a
s o n r a da bu ipliğin b i r dokumacısı v e y a yapımcısı bulunmaksızın k e n ­
diliğinden kumaş v e y a elbise hahne gelmiş
olmasının
düşünülmesi
mümkün değildir. Böyle b i r düşünceye saplanan kişi, y a akıldan y o k ­
sundur ve-ya cehalet çukuruna düşmüş b i r zavallıdır Boş b i . r arsada,
hiçbir yapı malzemesi v e y a bunları b i r a r a y a getirmek ve birleştirmek
suretiyle b i r yapıyı m e y d a n a getirecek olan u s t a ve benzeri elemanlar
bulunmaksızın, kendiliğinden dörtbaşı mâmxur b i r köşkün
yükselece239
72
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd. s. 18, 19 ve D r . Huleyf M u k . s. 33; b a k :
Menâhicu'l-Edille l i ' b n i Rüşd, D r . Mahmûd Kasım M u k . s. 21.
ğini bekleyen zavallı b i r insanı düşünün. Şüphesiz onun b u bekleyişine
ömrü yetmeyecektir. Keza, «hır n u t f e n i n donmuş h a n a çevrilmesi,
don­
muş kanın Vir çiğnemlik
et yapılması, b i r çiğnemlik
etten kemikler
yaratılması,
s o n r a d a b u k e m i k l e r e et g i y d i r i l m e k s u r e t i y l e
insanın
yaratılması»-'^' akılları hayrette bırakan b i r olay olup, bunların k e n d i H k l e r i n d e n b i r halden diğer b i r hale g i r d i k l e r i n i i l e r i sürmek ceha­
letten, akılsızlıktan başka birşey değildir. B i n a e n a l e y h , basit b i r n u t f e y i dahî çeşitli şekülere dönüştüren ve b u n l a r d a n başka b i r yaratık
m e y d a n a getiren, eşsiz ve sonsuz b i r kudrete sahip b i r varlık vardır k i ,
b u d a şüphesiz Yüce Allah'dır»-'\
•Eş'ari'nm genel o l a r a k A l l a h ' m varlığmı i s b a t l a m a d a i l e r i sürdü­
ğü en b e l i r g i n d e l i l işte budur. O b u k o n u d a c e v h e r - i
f e r d
(atom) d e l i l i n i kullanmadığı g i b i , mümkün ve vâcib d e l i l i n i de kullanmağa
lüzum görmemiştir. D r . Mahmûd Kasım b u her i k i d e l i l i Eş'arîlerin,
Allah'ın varlığının deUlleri arasında z i k r e t t i k l e r i n i i l e r i sürmekle be­
raber, bunların zayıf, a k l a ve İslâm'ın r u h u n a aykırı olmaları i t i b a r i y l e ,
gerçek b i r e r deül olamıyacaklarım i d d i a etmektedir.^^^
Mâturîdî'ye göre âlemde şerrin, kötülüğün bulunması d a , âlemin
kendiliğinden olmayıp, b i r yaratıcı tarafından yaratılmış olduğuna de­
lâlet etmektedir. Z i r a , eğer âlem b i r yaratıcı tarafından olmayıp, k e n ­
di k e n d i n i halketmiş v e y a tek başına kendüiğinden
m e y d a n a gelmiş
olsaydı, şüphesiz b u âlemde şerrin bulunmaması g e r e k i r d i . Çünkü k e n ­
diliğinden v a r olan v e y a başkasının müdahalesi bulunmaksızın k e n d i
k e n d i n i y a r a t m a gücüne sahip b i r nesne, aslâ kendisinde şerrin, k ö ­
tülüğün bulunmasına rızâ göstermiyecek, aksine,
kendisinin iyilikle,
hayırla, en i y i , en güzel sıfat ve hallerle muttasıf olmasını a r z u ede­
c e k t i r . O y s a görülüyor k i , b u âlem, kötülüklerle
doludur. O halde o,
k e n d i kendine değil, başkası tarafından yaratılmıştır k i , b u da ezelî
ve ebedî olan Yüce Allah'dır.^*^
B u r a d a hemen şunu ifade etmeliyiz k i , âlemde şerrin v a r olması240
Mü'minûn
241
B k . e l - E ş ' a r î , K i t â b u l - L u m a ' , s. 6 v d . ; e l - M â t u r i d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 16; D r .
Huleyf
I,
242
Sûresi, â y e t :
14.
M u k . , s. 33, 34; D . B . M a c d o n a l d , A U a i ı M a d . , İ s l â m A n s i k l o p e d i s i , C .
s. 373, İ s t a n b u l
1941.
B k . Menâhicu'l-EdiUe
li'bni Rüşd,
Dr. Mahmûd
Kasım
M u k a d d i m e s i , s.
12,
vd.
243
B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 17.
73
îii, alışılmışın hilâfına, i l k defa Allah'ın varlığma b i r d e l i l olarak or­
t a y a atan ve yukarıda d a görüldüğü şekilde b u n u isbat eden i l k i s a n
şüphesiz Mâturîdî'dir. Z i r a d a h a önce b u konuda, böyle b i r delile baş­
v u r a n ne b i r kelânıcı ne de' b i r filozof görülmüştür. G a r i p olmasına
rağmen b u sâdece Mâturîdî'ye özgü b i r h u s u s t u r . Alışılagelen husus,
b u k o n u d a gerek füozoflann gerekse kelâmcılarm, i y i l i k , hayır ve gü­
zellik g i b i , birtakım ulvî düşünceleri esas almaları ve buna dayanmak
suretiyle Allah'ın varhğım isbat etmeleridir. Meselâ Eflâtun; Allah'ın
varlığını isbat ederken daha çok âlemde mevcut hayrı ve güzelliği b i r
esas olarak ele alm^akta ve bunların varlığını Allahîm varlığına en
büyük b i r delil o l a r a k göstermekte ve O ' n u n kâinatı oluşturan eşyânm
bünyesindeki güzellik, zerâfet ve insicamın, tüm hayır ve güzelliklerin
b i z a t i h i sebebi ve i l l e t i olduğunu söylemektedir. A r i s t o ise, b u k o n u d a
düzen ve gaye düşüncesi üzerinde önemle d u r m a k t a ve b u düşünceyi
büyük b i r içtenlikle savunmaktadır. H e r nekadar A l l a h ' m
varlığının
isbatlanması k o n u s u n d a b i r delil o l a r a k b u n u açık b i r şekilde k u l l a n ­
mamış o l m a k l a beraber, onun b u k o n u y a böylesine büyük b i r önem
vermesinden de anlaşılıyor k i , varlıklar âlemdnin h e r zerresinde görü­
len b u muhteşem düzen, b i r gayeye bağlı olmaksızın
kendiliğinden
m e y d a n a gelmiş v e y a sırf tabiatın gereği olarak o r t a y a çıkmış olamaz.
O halde b u n u n m u t l a k a herşeyi ilmiylş kuşatan b i r düzenleyicisi, âle­
m i n yaratılışmdaki g a y e y i çok i y i bilen ve b u b i l g i s i n e u y g u n olarak
tabiatı v a r eden üstün b r varlık vardır k i , b u d a şüphesiz Yüce A l l a h ' dır.-^^^*
Görüldüğü g i b i , gerek kelâmcılar, gerekse f i l o z o f l a r Allah'ın varlı­
ğını i s b a t l a m a d a , genellikle âlem-de mevcut üstün değer ve k a v r a m l a - ;
rı esas alırlarken, Mâturîdî, b i r a z önce de gördüğümüz g i b i , âlemde
şerrin mevcut olmasının d a Allah'ın varlığına b i r d e l i l
olabileceğini
söyleyen i l k i n s a n o l a r a k karşımıza çıkmaktadır. E s a s e n i y i v e y a kötü,
çirkin v e y a güzel kâinatı m e y d a n a getiren h e r zerre, O'nun varlığının
sonsuz k u d r e t i n i n en büyük b i r d e l i l i d i r .
i l — Âîîah'ın Birliği :
Mâturîdî'ye göre başlangıcı ve sonu o l m a y a n , herşeyi y o k t a n v a r
'eden A l l a h , şüphesiz b i r d i r . O'nun i k i v e y a daha çok olduğu düşünüle244
74
B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhid,
T e ' v î l â t u ' l - K u r ' â n , V a r . 754 b.
D r . H u l e y f M u k a d d i m e s i , s. 34; ei-Mâturîdi
mez. Eğer A l l a h i k i olsaydı, bu i k i yaratıcının, kâinattaki varlıkları
y a r a t m a k t a y a birleşmiş, uyuşmuş, y a d a birleşmemiş, uyuşmamış o l ­
ması gerekirdi. Uyuştukları farsedildiği t a k d i r d e ise, b u , a y m eylemi
her i k i s i n i n de tek başına yapamamalarından v e y a b i r i yapar, diğeri
yapamaz olmasından i l e r i g e l i r d i . Z i r a hür, irâde s a h i b i ve kendisine
t a m b i r güveni olan b i r varlığın sıkıntıya düşmedikçe veya zor b i r
d u r u m d a kalmadıkça, başkasıyla birleşip, onun yardımından f a y d a l a n ­
m a ihtyacmı duymayacağında şüphe y o k t u r .
B u konuda birleşmemiş
v e y a uyuşmamış olmaları halinde ise, y a her i k i s i n i n de a r z u ve d i ­
l e k l e r i n i n yerine gelmesi g e r e k i r d i k i , b i r işte b i r b i r i n e zıt, yekdiğe­
rine aykırı dilek ve arzuların aynı anda yerine gelm.esi şüphesiz i m ­
kânsızdır. Y a h u t d a her i k i s i n i n dileği de yerine gelmezdi k i , şüphesiz
bu d a a c i z l i k t e n , y e t e r s i z l i k t e n başka b i r şey değildir. K u d r e t s i z , ye­
tersiz olanların d a yaratıcı olmağa h a k ve selâhiyetleri olmadığında
şüphe yoktur.-^^
Mâturîdî b u tür b i r düşünce tarzını, k o n u ile i l g i l i olarak Kur'ân-ı
Kerîm'de geçen çeşitli âyetlerden, özellikle «Eğer y e r d e v e gökte A l ­
l a h ' d a n ba§ka tanrılar olsaydı, h e r i k i s i d e f e s a d a uğrardt^^-^' âyetin­
den almaktadır.
Allah'ın birliğine en büyük delil, kâinatın çok mükemmiel b i r dü­
zen ve tedbir üzere yaratılmış ve b u eşsiz düzen ve t e r t i b i n yaratıldı­
ğından b u y a n a en u f a k b i r değişikliğe, b i r bozukluğa dahî uğramadan
günümüze k a d a r gelmiş ve Kıyâmet'e k a d a r d a devam edecek olması­
dır. Eğer A l l a h ' d a n başka tanrılar olsaydı, şüphesiz Kur^ân-ı Kerîm'in
de işaret ettiği g i b i , b u düzen ve t e r t i p bozulacak, her ilâhın k e n d i t a k ­
dir ve görüşüne göre yerle gök b i r b i r i n e karışacak, güneş, ay ve yıldız­
ların s e y r i değişecek, gece gündüz, gündüz gece olacak, zaman birimJeri
altüst olacak ve dolayısıyla da bütün b u n l a r ve benzeri olaylar, varlık­
lar âleminin fesadına, y o k olmasına sebep olacaktır. M a d e m k i âlem,
görmekte olduğumuz b u eşsiz düzen içinde bulunmaktadır, o halde b u ­
nu düzenleyen ve devam ettiren, herşeyi i l m i y l e kuşatan, eşi ve benzeıri b u l u n m a y a n b i r varlık vardır k i , b u d a Yüce Allah'dır.^^'
Esasen
245
B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h i d , s. 21; A k â i d R i s a l e s i , s. 13; İ s m â î l H a k k ı , Y e ­
ni
246
İlm-i
K e l â m , C . I I , s.
98.
E n b i y â S û r e s i , â y e t : 22; A l l a h ' ı n b i r l i ğ i k o n u s u
için b a k : el-Mâturîdî,
Te'vî-
Î â t u ' l - K u r ' â n , V a r . 3 1 b , 6 1 b , 8 1 b , 236 a , 419 b , 433 b , 493 a , 729 b , 754 b , 9G6 a .
247
B k . e l - M â t u r î d i , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 21; D r . H u l e y f M u k . s. 36; T e ' v î l â t u ' l - K u r ' â n ,
Var.
3 1 b , S e l i m A ğ a K t b . N o . 40.
'
75
«Gökleri y e d i k a t üzerine y a r a t a n O ' d u r , Rahmânhn h u yaratmasında
b i r düzensizlik bulamazsın. Gözünü b i r çevir b a k , b i r aksaklık
görebilir
mismf»^^^^âyetinin anlamı d a işte budur.
Mâturîdî, Allah'ın birliğini i s b a t l a r k e n , Eş'arî'de olduğu g i b i , s a ­
dece Kur'ân-ı Kerîm'de geçen ve k e n d i s i n i n t e m â n u deliH-'^ adını
verdiği delillere d a y a n m a k l a k a l m a m a k t a , bunu, b i r a z önce de görül­
düğü g i b i , kâinatta mevcut h e r z e r r e n i n O'nun birliğine delâlet ede­
ceği noktasından hareket etmektedir.-^^ Genel o l a r a k b u k o n u d a E ş ' ­
arî'nin dayandığı bazı âyetler
şunlardır : «Ey MuJıammed; D e k i :
eğer d e d i k l e r i g i b i A l l a h ' l a b e r a b e r tanrılar
bulunsaydı, o t a k d i r d e
h e p s i ârşm s a h i b i o l m a y a y o l ararlardı. A l l a h , onların
söylediklerinden
Münezzehdir,
Yüce'dir,
U M d u r «-^'\« A l l a h çocuk eSnmemiğtir;
O'nun
yanında hiçbir tanrı y o k t u r . Olsaydı, h e r tanrı k e n d i yarattığı i l e b e ­
r a b e r g i d e r v e b i r b i r i n d e n üstün olmağa çalışırlardı. A l l a h onların v a ­
sıflandırmalarından
Münezzehdir»''\
«Eğer y e r d e v e gökte
Allah'dan
başka tanrılar olsaydı, i k i s i d e b o z u l u r d u . Arşın R a b b i o l a n A l l a h , o n ­
ların vasıflandırdıklarından
Münezzeh'dir».'-^^ «...Yoksa
Allah'a, Allah
g i b i yaratması
o l a n o r t a k l a r b u l d u l a r da^ yaratmaları
birbirine m i
b e n z e t t i l e r ? D e k i : Herşeyi y a r a t a n Allah'dır. O , h e r şey e üstün g e l e n
t e k Tanrı'diry>^^\
Eş'arî tarafından temânu' d e h l i adı v e r i l e n b u delillere ilâve o l a ­
rak.
Mâturîdî kısaca şöyle demektedir : A l l a h b i r olmasaydı, âlemin
de sonlu olmaması g e r e k i r d i . Z i r a A l l a h ' d a n başka tanrıların varlığı
farzedildiği t a k d i r d e , bunların sayılarının tahdîd
edilmesi mümkün
olamıyacağmdan, ister istemez namütenahi ilâhın varlığının k a b u l e d i l ­
mesi gerekecektir. Bunların h e r b i r i n i n ayrı ayrı k u d r e t ve irâdeleri
olacağına göre, meselâ b i r i âlemi y o k etmek isterken, diğeri onun v a r ­
lığını a r z u edecek ve dolayısıyla b u , h e r ilâhın a r z u ve irâdesine göre
sonsuzluğa k a d a r
devam edip gideceğinden, yaratıklar âleminin de
248
M ü l k Sûresi, â y e t : 3.
249
B k . el-Eş'arî, Kitâbu'l-Luma', s. 8; el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 21; D r . H u ­
leyf, M u k . s. 35; D r . M a h m û d
111, v d . , K a h i r e
K a s ı m , İ b n B ü ş d ve Felsefetuhu'd-Dîniyye,
1964; Menâhicu'l-Edille,
s. 3 1 .
250
B k . el-Mâturîdî, Te'vîIâtu'I-Kur'ân, V a r . 3 i b, 32 a, S e l i m A ğ a K t b . N o . 40.
251
İsrâ' Sûresi, â y e t : 42-43. B k . el-Mâturîdî,
252
M ü ' m i n û n Sûresi, â y e t :
253
Enbiyâ, Sûresi, â y e t : 22.
254
B a ' d Sûresi, â y e t :
76
16.
Te'vîlât, V a r . 419 b .
91; b a k : Te'vîiât, V a r . 4 3 3 b ,
"
493a..
s.
aslâ b i r sonu, b i r n i h a y e t i olmaması gerekecektir. B u ise imkânsızdır.
Z i r a âlemde mevcut her zerrenin b i r sonu olduğu g i b i , âlemin b i z a t i h i
kendisi de sonludur. B u n a aklî ve naklî deUller delâlet ettiği g i b i , yok^
l u k t a n sonra v a r olan âlemin, bugün müşahede edilen ve b i z a t i h i için­
de yaşanılan varlığı da delâlet etmektedir. B i n a e n a l e y h ,
yokluktan
sonra v a r olan, canlı veya cansız herşey fânidir; er veya geç yok o l a ­
caktır. O halde, bu âlemi, içindeki tüm varlıklarla b i r l i k t e y o k t a n v a r
eden ve sonunda da yok edecek olan b i r tek yaratıcı vardır k i , o da
eşi ve benzeri b u l u n m a y a n Yüce Allah'dır.-^^
Kitâbu't-Tevhîd'in naşiri D r . F e t h u l l a h
H u l e y f ' e göre, Mâturîdî'­
n i n Allah'ın birliğine delâlet eden delillerden b i r i olarak gösterdiği b u
delil, aslında, her nekadar Mâturîdî'de olduğu g i b i kullanamamış o l ­
m a k l a beraber, A r i s t o ' y a a i t b i r delil türüdür. H e r ^ n a k a d a r A r i s t o ,
Allah'ın birliğini isbatlamak için başlangıçta bu delüi i l e r i sürmüşse
de, daha sonra yıldızların ve gök c i s i m l e r i n i n h a r e k t i n i düzenleyen
A l l a h ' d a n başka varlıkların, başka b i r deyimıle ilâhların varhğmı söy­
lemek suretiyle A l l a h ' a ortak koşmmş ve dolayısıyla da şirke düşmüştür.25«
Mâtûrîdî'ye göre, peygam^berlerin Allah'ın birliğine dair birtakım
kesin ve açık delillerle görevlendirilmiş otoaları da, O'nun birliğine, eşi
ve benzeri bulunmadığına kesin b i r deüldir. Z i r a Allah'ın b i r şeriki, b i r
ortağı bulunduğu farzedildiği t a k d i r d e , peygamberlerin bu tür deül ve
mucizelerle gelmesi imkansızlaşacaktır. Çünkü bununla, diğer ilâhın, baş­
k a b i r deyimle ortağın k u d r e t i , ortaklığı ve dolayısıyla ulûhiyyeti yok
edilmiş, iptal edilmiş olacaktır. B u n a ilâve olarak, içinde bulundukları
i l k e l toplumların kendini beğenmiş putperestlerin, sapık ve bâtıl inanç
sahibi zümrelerin bütün direnişlerine, karşı koymalarına ve türlü engel­
leme metodlarma rağmen, peygamberlerin b u k u t s a l görevlerinde başa­
rı sağlamaları da, onları b u görevle pörevlendiren Yüce A l l a h ' m gerçek
birliğine, eşi ve ortağı bulunmadığına en acık b i r delildir.-^'
A l l a h , gerek zâtı, gerek sıfatları, gerekse f i i l l e r i yönünden b i r d i r .
Zâtında b i r olması, O'nun b i r cüz'ü, b i r parçası, b i r kısmı b u l u n m a m a ­
sıdır. Z i r a terkîb, parçalanma, kısımlara bölünm^e, hadis, sonradan v a r
255
B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h i d , s. 19, 20; D r . H u l e y f , M u k . s. 35; T e ' v î î â t u l K u r ' â n , V a r . 419 b , 433 b , 493 a , S e l i m A ğ a K t b . N o . 40.
256
B k . e l - M â t u r î d î , K i t â b u ' t - T e v h î d , D r . H u l e y f M u k . s. 35.
257
B k . e l - M â t u r î d i , K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 20.
_
_
,
11
olan varlıkların vasıflarmdandır. B u ise, hadis varlıkları y a r a t a n ezelî
ve ebedî varük hakkında m u h a l d i r . Sıfatlarında b i r olm.ası, O'nun b e n ­
z e r i , eşinin bulunmamasıdır. Çünkü hadis, başka b i r deyimle s o n r a ­
d a n v a r olan varlıklara benzememek, O ' n u n en b e l i r g i n vasıflarından,
özelliklerinden b i r i d i r . F i i l l e r i n d e b i r olması ise, Allah'ın k e s i n l i k l e b i r
şeriki, b i r ortağı bulunmadığı ve bütün f i i l l e r i n d e tek olduğu anlamını
taşır. Z i r a ortaklık v e y a başkasına mxuhtag olmak, a c i z l i k ve k u d r e t s i z ­
l i k t e n başka birşey değildir. B u ise, herşeyi, y o k t a n v a r eden, eşi ve
benzeri b u l u n m a y a n Yüce A l l a h hakkında muhaldir.-^^' Böyle b i r şeyi
a k i m ve mantığın k a b u l etmesi im.kânsızdır.
İşte bundan dolayı Mâturîdî, A l l a h ' m birliğine en büyük d e l i l i n ,
d a h a önce de zikredildiği g i b i , âlemin, canh v e y a cansız,
kâinattaki
tüm varlıkların akılları h a y r e t ve dehşet içinde bırakan b i r düzen ve
aslâ değişmeyen b i r n i z a m içinde seyretmeğidir. B i n a e n a l e y h , aklı b a ­
şında olan b i r insanın, h e r a n müşahede ettiği, yakından izlediği ve
b i z a t i h i içinde yaşadığı b u gerçekleri inkâr etmesi mümkün
değildir.
E s a s e n «GöMeri y e d i k a t üzerine y a r a t a n O ' d u r , Rahmân\n h u y a r a t ­
masında bîr düzensizlik h u l a m a z s m . Gözümü U r g e v i r b a k ; b i r a k ­
saklık görebilir m i s i n f B i r aksaklık bıdntak için gözünü t e k r a r t e k ­
r a r çevir b a k ; a m a göz umduğunu bulamayıp b i t k i n v e y o r g u n düşer».^^^
âyetlerinin
anlamı d a , a s i m d a b u gerçeğin ifadesinden başka b i r
şey değildir.'"^
Mâturîdî, Allah'ın birliğini i s b a t l a m a d a d a h a birçok aklî d e l i l l e r
i l e r i sürüyor. Meselâ ona göre, gerek f a y d a v e y a z a r a r , gerek i y i l i k ve­
y a kötülük, gerekse belâ \^eya nimet g i b i tek b i r a n l a m taşıyan ve özü
i t i b a r i y l e sâdece b u a n l a m a delâlet eden b i r cevher, b i r nesne y o k t u r .
Z i r a birine göre i y i olan b i r nesne, başkasına göre pekâlâ kötü v e y a
s e v i m s i z olabüir. Diğer sıfat ve hallerde de b u n u görmek mümkündür.
B i n a e n a l e y h b u n l a r , h e r a n i y i v e y a güzel olmadığı g i b i , aynı z a m a n d a
da kötü v e y a çirkin değildir. O halde bunları b u şekilde y a r a t a n ve dü­
zenleyen b i r düzenleyici vardır k i , b u d a Allah'tır. K e z a âlemde gömlen bütün cisimler, birtakım zıt ve b i r b i r l e r i y l e çelişen
unsurlardan
m e y d a n a gelmektedir. B u n i a r m b i r b i r i n d e n
nefret etm.esi, yekdiğerin258
B k . i s m a i l H a k k ı İ z m i r l i , Y e n i İIm"i K e l â m , C . I I , s. 95-96, İst. 1340-1343; e l - M â t u r i d l , T e ' v i l â t u ' l - K u r ' â n , V a r . 433 b .
259
Mülk
250
Tafsilât
78
Sûresi, â y e t :
için
3-4.
bakınız:
el-Mâturîdî.
Te'vîlâtu'i-Kur'ân,
V a r . 31b,
419b,
493a.
den uzaklaşmak istemıesi ve dolayisiyle birbirlerini yok etmek suretiyle
b i r i n i n diğerinin y e r i n i almak istemesi pekâla müm^kündür. B u ise, bü­
tün b u c i s i m l e r i n yok olmasıdır k i , b u d a varlıklar âleminin sonu de­
m e k t i r . O halde bütün bunların h a r e k e t l e r i n i düzenleyen, lütfü ve i h saniyle b u çelişik unsurları bir araya getiren, b i r i n i n diğerine z a r a r
vermemesini ve dolayisiyle akla durgunluk verecek şekilde b i r n i z a m
ve ve ahenk içinde bulunmalarım ve her b i r i n i n ayrı ayrı ve yekdiğe­
r i n e z a r a r v e r m e k s i z i n görev yapmalarım sağlayan h e r şeyin üstünde
bir v a r h k vardır k i , şüphesiz bu da, eşi ve benzeri b u l u n m a y a n Yüce
Allah'tır.2^1
Böylece A l l a h ' m gerçek birliği ve ulûhiyeti sabit olduğu zaman,
O ' n u h e r türlü zıt ve benzerlerinden de tenzih etmek gerekir. Z i r a O'nun
zıddı olduğunu söylemek, ulûhiyetini, benzeri bulunduğunu ileri sürmek
de birliğini inkâr etmek dem.ektir. Oysa A l l a h b i r d i r . O'nun eşi, ben­
zeri ve ortağı y o k t u r . Ezelde ve ebed'de v a r olan sadece O'dur, E s a s e n
«Göklerin v e y e r i n y a r a t a m , s i z e içinizden eşler, çift çift
hayvanlar
v a r -etmiştir. B u s u r e t l e çoğalm^amzı sağlamîştîr,
O ' n u n b e n z e r i hiçbir
şey y o k t u r . O , işitendir, görendim,
«Göklerin v e y e r i n k i l i t l e r i O'nün­
dür. Dilediğine rızkı y a y a r v e b i r ölçüye göre v e r i r . Doğrusu O h e r şeyi
bilendiry>,^'^
âyetlerinin anlamı d a işte budur. B i n a e n a l e y h
Allah'ın
gerçek birliği, azameti ve k u d r e t i y l e bağdaşmayan, c i s i m ve araz g i b i ,
eşya'nın ve yaratıkların vasıflarından olan sıfatlarla vasıflandıniması
müm.kün değildir.-^^
,
K o n u y u b i t i r m e d e n önee, Allah'ın birliğini ispatlamada genellikle
Kelâm-cıların dayandıkları ve « T e m â n u '
d e l i l i» adını ver­
d i k l e r i delil türünden kısa bir örnek vermekte y a r a r görmekteyiz. B u ­
n u n l a aynı zamanda Mâturîdî'nin yukarıdan beri zikrettiğimiz görüş­
l e r i n i de özetlemiş ve d a h a b e l i r g i n b i r hale getirmiş olacağız.
B u hususta, meselâ, İzmirli İsmail Hakkı, Y e n i t i m - i Kelâm adlı
eserinde ana h a t l a r i y l e şöyle d i y o r : «Yerde ve gökte A l l a h ' t a n başka
tanrıların bulunması a k i m kabul edeceği bir husus değildir. Z i r a böyle
birşey farzedildiği t a k d i r d e , canlı v e y a cansız tüm varlıkların y a hep­
s i n i n müşterek k u d r e t l e r i y l e , veya her b i r i n i n ayrı ayrı, y a d a b u n l a r ­
dan sadece b i r i n i n kudret ve y a r a t m a s i y l e meydana gelmiş olmıası ge261
B k . Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v h î d ,
262
Şûra S tiresi, â y e t : 11 - 1 2 ,
263
B k . Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v h î d , 2. 23 v d .
s. 22.
79
rekecektir. Şimdi b u y a r a t m a eyleminde her b i r i n i n ayrı ayrı k u d r e t
ve k u v v e t l e r i kâfi gelmeyip, bunu m^üştereken yaptıkları düşünülürse,
buna göre hiçbirinin ilâh olmağa h a k ve y e t k i s i yok demektir. Çünkü
gerçek b i r ilâhhn t a m b i r kudret, k u v v e t , irade ve davranış hürriyetine
s a h i p olması zorunludur. Y a r a t m a , varlıkları
farzedilen b u ilâhların
her b i r i n i n ayrı ayrı k u d r e t ve k u v v e t l e r i y l e meydana geldiği ve d o l a ­
y i s i y l e her b i r i n i n müstakil b i r e r yaratıcı oldukları farzedildiği t a k ­
dirde, b i r eserin her yönüyle t a m olan i k i v e y a daha f a z l a müessirden
meydana gelmiş olması gerekecektir k i , b u da onlar hakkında a c i z l i k
ve k u d r e t s i z l i k demek olduğundan imkânsızdır. Şayel;; y a r a t m a sadece
b u n l a r d a n b i r i n i n k u d r e t ve iradesiyle olup,
diğerlerinin bunda b i r
katkıları y o k s a v e y a bu k o n u d a k i tasarrufları etkisiz kalıyorsa, b u d a
şüphesiz hiçbir sebebe dayanmadan b u n l a r d a n b i r i n i n diğerine t e r c i h
edilmesini ( T e r c î h u
bilâ
M u r e c c i h )
gerektirecektir k i ,
b u da bâtıldır. Z i r a böyle b i r d u r u m , yaratıklar âleminde birçok k a ­
rışıklık ve çelişkilere y o l açacak ve dolayisiyle mümkün
varlıkların
yaratılmamış olmasını gerektirecektir. B i n a e n a l e y h , b u üç faraziyede
de görüldüğü g i b i , herşeyi y o k t a n v a r eden A l a h b i r d i r , eşi ve benzeri
yoktur».^'' E s a s e n Yüce Allah,«Tanrımz
b i r t e k Tann'dır. O , m e r h a m e t
e d e n , m e r h a m e t l i o l a n d a n başka Tanrı yoktur»-''^«Allah,
G ' n d a n ba.§ka
Tanrı o l m a y a n , k e n d i s i n i u y u k l a m a v e u y k u t u t m a y a n .
Diri, h e r a n
yarattıklarını
gözetip durandır. Göklerde v e y e r d e olan.
a n c a k Gönün­
dür, O ' n u n i z n i o l m - a d a n katında şefaat e d e c e k k i m d i r ? Onların işlc'
d i k l e r i n i v e işleyeceklerini
b i l i r , dilediğinden başka- i l m i n d e n hiçbir şeyi
kavrayamazlar,
Hükümrayılığı gökleri v e y e r i
kaplamıştır.
Onların
gözetilmesi
O ' n a ağır g e l m e z . O,. Yüce'dir, Büyük'tür»,^^^' «Kesin
olarak
i n a n a n l a r a , yeryüzünde v e k e n d i i d i n i z d e A l l a h ' m varlığma^ v e birliğine
n i c e d e l i l l e r vardır; görmez
misiniz?»?^'' «Ey M ' ^ h a m m s d ! D e K i : O
A l l a h b i r t e k t i r , A l l a h herşeyden müstağni v e hetşey O^na muhtaçtır.
264
İzmirli İsmâîl Hakkı, b u k o n u y u 16 m a d d e h a l i n d e ele a l m a k t a v e h e r b i r i
üzerinde ayrı ayrı d u r m a k s u r e t i y l e Allah'ın birliğini isbatlamağa çalışmak­
tadır. F a k a t b u n l a r , h e m e n h e m e n aynı d e l i l türlerinden m e y d a n a geldiğin­
d e n ve aynı m e t o d l a işlendiğinden b i z b u r a d a sadece yukarıdaki d e l i l i z i k ­
r e t m e k l e y e t i n d i k . B k . Y e n i İlm-i Kelâm, C , II, s. 96 y d ^
265
Bakara-Sûresi, â y e t : 163.
266
B a k a r a Sûresi, â y e t : 255. B k . el-Mâturidi, Te'vîiât, V a r . 3 1 b , 6 1 b .
267
Zâriyât Sûresi, â y e t : 20-21; k e z a tafsilât için b a k : el-Mâturîdî,
Kur'ân, V a r . 729 b,
80
Te'vîlâtu'l-
o, doğurmamış v e döğmmmşi%r. Hiçbir şey O ' n a denTc değildir^^''
mek s u r e t i y l e b u gerçeği açıkça t e y i d ve t e ' k i d etmiştir.
del­
I I I — A l l a h ' m Diğer Sıfatferı ;
Mâtûrîdî'ye göre, A l l a h ' m i l i m , h a y a t ,
âşitme,
görme
kelâm,
kudret, irâde, t e k v i n , rahmet, rızık g i b i gerek zatî, gerekse fiilî d a h a
birçok sıfatı vardır. E s a s e n b u ve benzeri sıfatlar, Yüce A l a h ' m ezel­
de K e n d i Zâtını vasıflandırdığı ve O ' n u n Zâtıyla kâim ezelî sıfatlardır.
B u r a d a hemen şu gerçeği ifade etmemiz g e r e k i r k i , bu sıfatların ge­
rek zâtı, gerekse fiilî sıfatlar olmaları yönünden,
aralarında esasa
ilişkin b i r f a r k y o k t u r . B u n u n için b i z b u r a d a , b u sıfatlan b i r tüm o l a ­
r a k ele alacak, h e r b i r i n i n ayrı ayrı detaylarına
i n m e k s i z i n , bunları
kelâmcıların d a gruplandırmalarına u y g u n o l a r a k zatî ve fiilî sıfatlar
olmak üzere sâdece i k i g r u p t a t o p l a m a k suretiyle incelem.eğe ve b u n l a r
üzerinde aslında esasa ilişkin o l m a y a n E h l - i Sünnet kelâmcılarımn b a ­
zı görüş farklarını açıklamağa çalışacağız.
a — Zatî
Sıfatlar
:
İlim, h a y a t , işitme, görme, kelâm, k u d r e t ve irâde g i b i Allah'ın za­
tî sıfatları hakkında E h l - i Sünnet kelâmıcılan arasında esasa
ihşkin
b i r ihtilâf yoktur.2^9 O n l a r a göre, b u sıfatlar, Allah'ın sîâtıyla kâim,,
kadîm b i r e r mânadan i b a r e t t i r k i , b u n l a r ne Allah'ın zâtının aynı'dır,
ne de gayrı'dır.^^o B U son ibare, y a n i « b u s ı f a t l a r ,
ne A l ­
l a h ' ı n
z â t ı n ı n
a y n ı d ı r ,
ne de
g a y r ı d ı r : ,
i b a r e s i bazılarına göre h e r nekadar anlaşılması güç b i r tenakuz, b i r
çelişki m a h i y e t i n i ve anlamını taşıyorsa da,^^-^ elFıkhu'hEkber
Sa­
r i h i Alî el-,Kârî b u t e n a k u z u o r t a d a n kaldırmağa ve b u n u n anlamını
açıklığa kavuşturm^ağa m u v a f f a k olmuştur. Z i r a o, b u k o n u y l a
ilgili
olarak, z i h i n d e v a r olan şeyle hâriçte v a r olan şeyin b i r b i r i n d e n a y ­
rılması ve o n a göre k o n u n u n incelenm.esi gerektiği t e z i n i i l e r i sürmüş
ve özet o l a r a k , b u sıfatların zihnî kavramları i t i b a r i y l e Allah'ın zâtı268
İlîlâs Sûresi, â y e t : 1 - 4 ; b u sûrenin açıklaması için b a k : el-Mâturîdî, Te'vîlâ­
tu'l-Kur'ân, V a r . 906 a .
269
B u k o n u d a k i ihtilâflar d a h a ç o k M u ' t e z i l e ' n i n d o ğ u ş u n d a n s o n r a başlar. B i ­
r a z s o n r a g ö r ü l e c e ğ i g i b i , M u ' t e z i l e ' n i n b u h u s u s t a k i görüşlerine k o n u y l a y a ­
k ı n d a n i l g i l i bulunması y ö n ü n d e n geniş b i r y e r verilmiştir.
B k . e l Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 44, D r . H u l e y f M u k . s. 36.
B u f i k r i K a h i r e Üniversitesi, Dâru'l-Ulûm Fakültesi Profesörlerinden v e b u
Fakültede ö ğ r e n c i i k e n h o c a m ı z o l a n D r . M a m h û d Kasım i l e r i sürmüştür.
B k . M e n â h i c u l - E d î i l e , M u k a d d i m e , s. 120.
270
271
81
n m a y m o l m a m a k l a beraber, hârici varlıkları i t i b a r i y l e O ' n u n zâtın­
d a n gayrı
olmadıklarını, aslında sıfatların anlamının zâtın anlamından
başka o l m a k l a beraber,
riyle
aynı
anlamı
sadece varlıklar a l e m i n d e k i tezahürleri i t i b a ­
taşıdıkları, b i r b i r l e r i n d e n
ayrılmadıklarını
söyle­
miştir.^"^
M u ' t e z i l e ' y e göre, Allah'ın en önemli sıfatlarından i k i s i k ı d e m
ve b i r 1 i k sıfatlarıdır. B u n i a r m dışında A l l a h ' a çeşitli sıfatların
isnâd edilmesi caiz değildir. Böyle b i r şey yapıldığı t a k d i r d e , Allah'ın
gerçek birliğine aykırı düşen birçok tabiî varlıkların m e v c u d i y e t i k a ­
b u l edilmiş olcaktır k i , b u d a O ' n a şerîk, o r t a k koşmak demek olacak­
tır. O y s a A l l a h b i r d i r , eşi v e benzeri y o k t u r . O n l a r a göre, A l l a h bu
âlemi y o k t a n v a r etmiş ve tüm varlıkların i l k p r e n s i p i olmuştur. B u
ise b i r sebebe dayanmaktadır. O y s a O ' n u n varlığının b i r sebebi, b i r ne­
deni y o k t u r . B i n a e n a l e y h , Allah'ın sıfatlarının yaratıkların sıfatlarına
benzemesi im-kânsızdır. A k s i t a k t i r d e b u , A l l a h ' l a O ' n u n yaratığı o i a n
k u l arasında b i r müşabehetin, b i r benzerliğin doğmasına sebep olacak­
tır k i , b u d a onların önemle üzerinde durdukları tevhîd anlayışlarına
aykırı düşen b i r h u s u s t u r . İşte b u n d a n dolayı M u ' t e z i l e , Allah'ın sı­
fatlarını te'vîl etm.e zorunluğunu duymuş ve A l l a h ' m , zâtiyle âlim, zâ­
t i y l e h a y y ( d i r i ) , zâtiyle semi'(i§itici), zâtiyle basîr ( g ö r ü c ü ) , zâtiyle
mütekellim (konuşan), zâtiyle k a d i r ve zâtiyle murîd
(irade edici)
olduğunu, i l e r i sürmüştür.^"^ M u ' t e z i l e ' y e göre Kur'ân-ı Kerîm'in birçok
yerinde geçen b u sıfatların, A l l a h ' m zâtmm dışında k a b u l
edilmesi
imkânsızdır. Z i r a b u t a k d i r d e birçok kadîm'in, başka b i r deyimle A l ­
l a h ' m yanında çeşitli ilâhların varlığı d a k a b u l edilmiş olacaktır. B u
ise, tevhîd sistemine aykırıdır. B i n a e n a l e y h , Allah'ın^ kıdemi dışında
k a l a n diğer zatî sıfatların te'vîl edilmesi zorunludur.^"
272
B k Alî el-Kârî, Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, s, 24; a y r ı c a b a k : İbn T e y m i y y e , M e c müatu'r-Resâll ve'l-Mesâil. C . I, s. 112. K a a h i r e 1341/1922; Allah'ın zâtı ve sı­
fatları için b a k : el-Gazzâlî, el-İktisâd f î l - f t i k â d . P r o f . D r . I. A g â h ,Çubukçu
v e D o ç . D r . Hüseyin A t a y neşri, s. 24 v d . ; İtikadda O r t a Y o l , Çev. D r . K e m a l
Işık, s. 22 v d . ; el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, D r . H u l e y f M u k . s. 36.
273
B k . el-Cuveynî, Kitâbu'l-İrşâd. s. 79; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u v e
K e l â m î Görüşleri, s. 79.
274
82
Tafsilât için b a k ı n ı z : Z u h d î H a s a n Cârullah, el M u ' t e z i l e . s. 60 v d . ; Hannâ'lFahurî v e H a K l e l - C e r r , Târîhu'l-Felsefeti'l-Arabiyye, s. 145 v d . ; M u h a m m e d
E b û Z a h r a Târîhu'i-Mezâhibi'î-İslârfliyye. C . I, s. 149-150; eş-Şehrestâni, e l M i l e l v e ' n - N i h a l . C . î. s. 44 v d . ; el-Bağdâdî, e l - F a r k beyne'l-Fırak, s. 68, 70; j .
W i n d r o w S w e e t m a n , İslam a n d C h r i s t i a n T h c o l o g y , P a r t . I. V o l . 11, s. 2 1 .
Mu'te2dle*nin A l l a h ' m zatî sıfatları hakkında i l e r i sürdüğü b u gö­
rüşler, d a h a sonraları E h l - i Sünnet kelâmcıları a r a s m d a çeşitli
fikir
ayrıhklarımn ve tartışmaların doğmasına sebep ohnuş ve b u d a t a b i ­
a t i y l e d a h a önce benzerine rastlanm.ayan b i r geleneğin yerleşmesine
y o l açmıştır. B i z i m , d a h a k o n u n u n babında d a işaret ettiğimiz gibi, M u ' tezile'mn b i r s i s t e m o l a r a k o r t a y a çıkışından önce gelen Selefîler, ge­
nel o l a r a k A l l a h ' m sıfatlan, özellikle zatî sıfatları
konusunda f i k i r
yürütmekten, h e r h a n g i b i r tartışmaya, te'vîl v e y a tefsire girişmekten
şiddetle kaçımuışlar, hattâ AllaJı'm müteşâbih âyetlerde geçen e l , yüz,
ve i s t i v a g i b i sıfatlan hakkında s o r u soruhnasım dahî bid'at saymış­
l a r v e b u n l a n olduğu g i b i k a b u l etmişlerdir.
F a k a t gerek M u ' t e z i l e ' n i n açtığı b u y e n i çığır,
gerekse z a m a n l a
îslâm âlemine sızan felsefî düşünceler ve yabancı f i k i r l e r i n b i r sonucu
o l a r a k E h l - i Sünnet Kelâmcıları d a b u k o n u l a r hakkında i l e r i sürülen
çeşitli görüşler üzerinde t i t i z l i k l e d u r m a k z o r u n d a kalmışlar ve b u g i b i
konuları içine a l a n v e karşıt görüşlere b i r cevap m a h i y e t i n i taşıyan b i r ­
çok değerli eseri vücuda getirmişlerdir. B u cümleden olarak meselâ, as­
lında fakîh olup, kelâmcı o l m a m a k l a beraber Ebû Hanîfe (Ölm.. H . 1 5 0 / M .
767) d a h i meşhur «el-Fîkhu%Ekber»
adlı eserini yazmış ve b u eserinde
genel o l a r a k Allah'ın sıfatları hakkındaki f i k i r l e r i n i belirtmiş ve özellik­
le Allah'ın zatî sıfatlarının O'nun zatının a y n i de, g a y r i de olmadığını
söylemiştir.^^^
îşte büyük i m a m Ebû Hanîfe tarafından i l k defa ortaya atılan b u
f i k i r , d a h a sonraları Ehkî Sünnet Kelâmcılarımn başında gelen Eş'arî
ve Mâturîdî tarafından da benimsenmiş ve o n l a r d a b u büyük i m a m a
u y a r a k , K o n u n u n başında da belirtildiği gibi, A l l a h ' ı n zatî sıfatlarının,
O'nun zatının ne ajmıdır, ne de ga^yrıdır, demişlerdir.^'^
h —
Fiilî Sıfatlar
:
E h l - i Sünnet Kelâmcılanndan bazıları, Allah'ın fiilî sıfatları k o n u ­
sunda E h l - i Sünnet mezhebinin i k i büyük o k u l u olan Eş'arîlik'le Mâturîdîlik arasında d e r i n b i r ihtilâfın bulunduğunu i l e r i sürmüşlerdir.
Z i r a Mâturîdîlere göre fiilî sıfatlar d a Allah'ın zâtiyle kâim, gerçek ve
275
B k . Ebû'l-Muntehâ,
276
B k . Ebû'l-Hasan
Şerhnl-Fıkh
e l - E k b e r , s. 5 - 6 J s t a n b u L
el-Eş'arî, Kitâbu'l-Luma',
s. 11-14;
Mâturîdî,
Risâletun f i ' l -
Akâid, Y u s u f Z i y a Y ö r ü k e n neşri, s. 11; A k â i d Risâiesi. s. 14, İstanbul 1953.
83
kadîm sıfatlardır. Eş'arîler ise, b u görüşü k a b u l etmemekte ve bunların
sadece nisbî ve hadis sıfatlar olduğunu i l e r i sürmektedirler .^^^
B u n u n l a beraber Mâturîdî'nin b u k o n u d a k i görüşleriyle BâkıUânî ve
Gazzâlî g i b i d a h a s o n r a gelen Eş'arîlerin aynı k o n u ile i l g i l i görüşleri
b i r b i r i y l e kıyaslandığı ve üzerlerinde d u r u l u p incelendikleri zaman, a r a ­
larında, i l e r i sürüldüğü g i b i , pek büyük b i r farkın bulunmadığı ve söz
k o n u s u edilen ihtilâfın d a r b i r çerçeveye i n h i s a r ettiği, hattâ y o k de­
nilebilecek derecede azaldığı görülecektir.
Meselâ; Mâturîdî, b u k o n u y l a i l g i l i o l a r a k , A l l a h ' m t e k v i n , r a h ­
met, rızık g i b i fiilî sıfatlarının da, O'nun sıfatları ve ezelde b u n l a r l a
muttasıf bulunması i t i b a r i y l e , diğer zâti sıfatlarında olduğu g i b i , ezelî
ve kadîm bulunduklarını, ancak bunların, ma'lûm, makdûr, murâd ve
mükevven ve benzeri k a v r a m l a r d a olduğu g i b i , hâdisâta taallukları i t i ­
b a r i y l e hadis olduklarını ve dolayisiyle kadîm oldukları zannına kapıl­
m a m a k için hudûs anlarının z i k r e d i l m e s i gerektiğini söylemiştir-^' k i ,
aslında BâkıUânî de «fülî sıfatlardan m a k s a t ,
Allah'ın daha b i r f i i l
haline getirmeden önce muttasıf bulunduğu bütün sıfatlardır. B i n a e n ­
aleyh b u n l a r , b u d u r u m d a kaldıkları sürece kadîmdir»-''^ demek sure­
t i y l e b u gerçeği a n l a t m a k istemiştir.
B u k o n u y l a i l g i l i olarak Gazzâlî de aynen şöyle demektedir : «Ka­
zık (rızıklandıran), hâhk ( y a r a t a n ) , cevâd (cömertlik), muizz (yük­
selten) , m u z i l , (alçaltan) g i b i . Yüce Allah'ın f i i l l e r i n d e n türeyen i s i m ­
l e r i n ezelî olup olmadıkları hususunda ihtilâf edilmiştir. Bazıları b u
i s i m l e r i n ezelî olduğunu, çünkü, eğer ezelî olmasaydı, Allah'ın b u i s i m ­
lerle vasıflandıniması tegayyürü gerektireceğini
söylemişler, bazıları
d a b u i s i m l e r i n ezelî olamıyacağını, z i r a ezelde h a l k (yaratma) olmadı­
ğına göre, b i r hâlık'ın (yaratıcının) varlığı nasıl mümkün olur, demişlerdir.
B u meseleyi açıklamak için şöyle demek lâzımdır : Meselâ kılıç d a h a kı­
nında i k e n k e s k i n dendiği g i b i , kıhç ile h e r h a n g i b i r kesme eylemi hâsıl
olduğu z a m a n d a , f i i l e iktiranından dolayı k e s k i n denir. H a l b u k i b u n ­
l a r , esâsında i k i ayrı mânayı ifade ederler. Kılıç, kınında i k e n b i l k u v v e
277
Kîtâbu't-Tevhîd'in naşiri b u k o n u y a 1968 yılında Beyrut'ta basılan «A Study
on F a k h r al-Din ai-Râzi a n d H i s Controversies i n Tronsoxiana> adlı eserinin
89-104. sayfaları arasında genişçe b i r yer verildiğini zikretmektedir. B k .
Kitâbu'tTevhîd, D r . Huleyf M u k . s. 37.
278 Bk. el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 47.
279 Tafsilât için bak : el-Bâkıllânî,Kitâbu,t-Temhîd, s. 262-263;
Kitâbu't-Tevhîd,
D r . Huleyf M u k . s. 37
84
ve kesme eylemi hasıl olduğu zaman d a b i l f i i l k e s k i n d i r . B u n u n g i b i
s u için, d a h a b a r d a k t a i k e n susuzluğu g i d e r i c i dendiği g i b i , içildiği z a ­
m a n d a k e n d i s i için aynı şey söylenir k i , esasında b u n l a r da i k i ayrı an­
l a m taşırlar. Kılıç için d a h a kınında i k e n k e s k i n d i r denmesinin mânası,
kesme eylemi kendisiyle hâsıl olan sıfatın gerçekte kılıçta bulunması­
dır. B u n u n l a beraber kesme f i i l i n i n derhal meydana gelmemesi, k e s k i n
ve hâzır b i r d u r u m d a bulunmaması g i b i , kılıcın zâtında b u l u n a n b i r k u ­
s u r d a n i l e r i gelmeyip, b u , onun zâtmm dışında o l a n başka b i r sebebe
dayanmaktadır. îşte bunun g i b i , d a h a kınında i k e n kılıca k e s k i n d i r denme­
sine sebep olan mânaya u y g u n olarak, Yüce A l l a h ' a d a ezelde Halikadır den­
mesi doğru olur. Z i r a yaratmanın b i l f i i l cereyan etmesi, Allah'ın zâtında
b u l u n m a y a n b i r şeyin yeniden meydana gelmesinden dolayı değildir.
A k s i n e , y a r a t m a f i i l i n i n gerçekleşmesi için şart o l a n h e r şey, ezelde
mevcuttur. O y s a kılıçla kesmeğe başlandığı anda, kendisine k e s k i n d i r
denmesine sebep o l a n mânanın ezelde bulunması doğru değildir. Mâ­
nanın oynadığı r o l işte budur.»
Görüldüğü g i b i , Gazzalî'nin de Allah'ın fiilî sıfatları hakkındaki
görüşü, Mâturîdî'nin b u k o n u d a k i görüşünden farklı değildir. A k s i n e
onu t e ' y i d eder m a h i y e t t e d i r .
IV —
Allah'ın İsimleri
a — AllaKd
c i s i m adının v e r i l i p verilemeyeceği
meselesi :
Mâturîdî'ye göre Allah'ın i s i m l e r i t e v k i f i olup, O'nun, şeriatin k a ­
bul ettiği m a r u f ve meşhur i s i m l e r i n d e n başka b i r i s i m l e adlandırılma­
sı caiz değildir. Başka b i r deyimle, Allah'ı ancak k e n d i zatına verdiği
ve şeriatin zikrettiği isimlerle i s i m l e n d i r m e m i z mümkiindür. B u n d a n
dolayı, her n a k a d a r Allah'ın başka cisimlere benzemeyen b i r c i s i m o l ­
duğunu v e y a bununla O ' n u n gerçek, varlığım ispatlamayı kasdetmiş o l ­
sak bile, A l l a h c i s i m d i r , dememiz mümkün değildir.^'^ Mâturîdî b u k o ­
n u y l a i l g i l i olarak şöyle demektedir : «Bu h u s u s t a dayanağımız A l ­
l a h ' d a n gelen nasslardır. B u n a s s l a r d a ise, c i s m i n Allah'ın i s i m l e r i n ­
den ibiri olduğuna d a i r b i r k a y d a rastlanmadığı g i b i , O'nun, şeriatin!
280
281
B k . ei-Gazzâlî, el4ktisâd f i ' l j ' t i k â d , P r o f . D r . İbrahim A g â h
Çubukçu ve
Doç. D r . Hüseyin A t a y neşri, s. 158-159; İtikadda O r t a Y o l , D r . K e m a l Işık
çevirisi, s. 115-116; el-Mâturîdî, Kitâbu't~Tevîîîd, D r . H u l e y f M u k . s. 37-38,
el-Eş'arî, c i s i m l e i l g i l i o l a r a k çeşitli fırkalar arasında b e l l i başlı o n i k i görüş
i l e r i sürüldüğünü z i k r e t m e k t e v e Makâlâtu'l-îsmâiyyîn
adlı e s e r i n d e b u g ö ­
rüşlere geniş b i r y e r v e r m e k t e d i r . B k . el-Eş'arî, anılan eser, C . II, s.4-7.
85
y a y m a k l a görevlendirdiği peygamberlerin veya u l u kişilerin sözlerinde de
böyle b i r k a y d a rastlanmam.ıştır. Binaenleyh, A l l a h ' a c i s i m admı ver­
memiş mümkün değildir. Gerek hissî, gerek aldî, gerekse naklî b i r de­
lile dayanmaksısm, A l l a h ' a b u i s m i n verilmesinin m.ümkün olduğu f a r ­
zedildiği takdirde, O'na cesed, şahıs ve berızeri i s i m l e r i n verihnesi de
mümkün olacaktır k i , bütün bunlar, şer'i hükümlerin kesinlikle nehyettiği hususlardır. Dolayisiyle yaratıklara mahsus bütün isimJerle Allah'ı
isimlendirm.emiz mümkün değildir.»
Mâtûrîdî'ye göre AHah^a c i s i m adının verilmesi, sadece b i r şekilde
!câiz olur k i , b u d a cismin isbat anlamrmn dışında insanlarca
bilinen
başka b i r anlam v e y a mâhiyet taşmıamasıdır. B u t a k d i r d e A l l a h ' a c i ­
s i m adının verilmesi mümkündür. F a k a t şu d a b i r gerçektir k i , şu ana
kadar c i s m i isbat anlamında k u l l a n a n v e y a onun Allah'ın
varlığına
delâlet eden isimlerden b i r i olduğunu söyleyen b i r kimseye r a s t l a n m a ­
mıştır. B u n d a n başka b u t e r i m yaratıkların özelliklerine delâlet eden
b i r anlam taşımakta ve dolayısıyla hudûs'e delâlet eden b i r mâhiyet
arzetmektedir. O y s a Yüce A l l a h b u tür vasıflandırmalardan münezzehtir.283
b e n z e r i hiçbir şeyyoktur^^^
âyetinin anlamı d a bundan
başka b i r şey değildir.
Mâturîdî'nin. Allah'ın i s i m l e r i n i n tevkıfî olduğu hakkındaki g ö ­
rüşünü, d a h a sonra gelen ve Eş'arî olan Bâkdlânî de aynen benimse­
mekte, A l l a h ' a c i s i m adının verilemeyeceğini söylemekte ve özet olarak
şöyle dem.ektedir : «Allah'a c i s i m adının verilmesi caiz değildir. Z i r a
ümmet, ifade e t t i k l e r i mânaları i t i b a r i y l e müstehak o l m a k l a beraber,
Allah'ın âkil (akıllı), fâtin (zeki) ve hafız (koruyucu) g i b i , şerîatin
Allah'ın i s i m l e r i arasında zücretmediği
isimlerle
isimlendirihnesmin
doğru ohnadığı hususunda i t t i f a k etmiştir. B u n u n yanısıra meselâ, i f a ­
de e t t i k l e r i mânaları i t i b a r i y l e akıl yönünden doğru ohnamakda beraber,
K u r ' a n ' d a Yüce A l l a h ' a , nûr, mâkir (aldatıcı), müstehzi (alay edici)
gibi birtakım isimler verildiği görülmektedir. B u d a gösteriyor k i , b u
konuda esas olan sâdece şerîattir ve onun verdiği izindir.»^^^
282
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 38, 65^67, 107-108; TeVîlâtul-Kur'an, v a r .
2a,
905a.
283
B k . el-Mâturîdi, Kitâbu't-Tevhid, s. 38, D r . H u l e y f
284
Şûra Sûresi, â y e t : 11.
285
B k . eî-Bâkıllânl, Kitâbu't-Temhld, s. 194-195.
6
M u k . s. 38.
5 —
A l l a h / a «Şey»
Denmesi
:
Mâturîdî'ye göre A l l a h ' a «s e y '» denmesi câiMir. B u hususta, A l ­
lah için «eşyaya benzemeyen b i r şey'dir» dendiği halde, niçin «cisimlere
benzemeyen b i r cisimdir» denmesi caiz o l m u y o r ? şeklinde b i r i t i r a z d a
bulunulamaz. Z i r a A l l a h ' a «şey» denmesini g e r e k t i r e n sebep, cisim'de
mevcut değildir. B u n d a n dolayı A l l a h ' a c i s i m adını v e r m e m i z mümkün
değildir.^^^
Mâturîdî, A l l a h ' a «şey» adının v e r i l m e s i n i n caiz olduğunu i k i y o l l a
i s b a t l a m a m n mümkün olduğunu söylemekte ve taunları aşağıdaki
şe­
k i l d e sıralamaktadır :
1 _
N a k 1î
D e l i l l e r :
Kur'ân-ı Kerîm'de Yüce A l l a h , «O'nun b e n z e r i hiçbir şey yoktur»-"^
demektedir. Eğer A l l a h «şey» olmasaydı, âyette
de görüldüğü g i b i ,
«şey» i n zikredilmesine v e y a «şey» adıyla O ' n d a n eşyanın şey'iyyetinin
nefyedilmesine, başka b i r . deyimle O ' n u n eşyaya benzemeyen b i r şey
olduğunun zikredilmesine gerek kalmayacaktı. Z i r a b u r a d a , gerçekte
şey'den m a k s a t , onun i h t i v a ettiği a n l a m d a n başkadır.^'» Başka b i r
âyette de Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «Şâhid o l a r a k h a n g i şey d a h a bü­
yüktür, d e , A l l a h b e n i m l e s i z i n aranızda şâhiddir,^->-'^ B u âyette de g ö ­
rüldüğü g i b i , eğer A l l a h ' a «şey» denmesi caiz olmasaydı, âyetin b u k e ­
l i m e y i i h t i v a etmemesi ve onun A l l a h ' a nisbet edilmemesi g e r e k i r d i .
2 _ A k l î
D e l i l l e r :
Mâturîdî, meseleyi, aklî delillerle de isbatlamağa
çalışmakta ve
özet o l a r a k şöyle demektedir : «Genel olarak b i l i n e n b i r husus, şey'in,
n e f y i n zıddı o l a n i s b a t ' m isminden başka b i r a n l a m taşımamasıdır. Z i ­
r a b i r şeyi küçümseme (tasgir) anlamı kastedilmediği sürece, « h i ç ­
bir
şey»,
«şey
y o k t u r »
veya
«şey
d e ğ i l d i r ' »
i n mânası, nefy, o l u m s u z l u k t u r . B u d a gösteriyor k i , b u k e l i m e i s b a t
anlamını taşımaktadır... « L â ş e y ' » kelimesi, gerçeği nefyetme
v e y a sabit olanı küçük gösterme anlamında kullanıldığına göre, «şey>:
286
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu;t-Tevhîd, s. 39-40, 104.
287
Şûra Sûresi, â y e t :
288
B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 41; el-Eş'arî,Makâlâtu'l-İslâmiyyîn, C . I, s.
238;
289
11; k e z a b a k : el-Mâturidî, Te'vilâtu'l-Kur'ân. V a r . 672a.
el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 646 b .
En'âm Sûresi, â y e t : 19.
87
kelimesi de elbetteki Zât-ı llâhî'nin isbâtı ve O'ntm yüceltilmesi a n l a mmı ifade edecektir. A l l a h , şüphesiz buna lâyıktır.»^^o
Mâturîdî, meseleyi b u şekilde i z a h e t t i k t e n sonra, « L â c i s m »
d e y i m i , b u n l a r d a n hiçbirini gerektirmediği g i b i , « c i s i m »
kelimesi
de, varlığı a r z u l a n a n v e y a yüceltilen b i r k h n s e n i n isbatı anlamını t a şıyamıyacağmı söylemekte ve dolayisiyle A l l a h ' a c i s i m denmesi
caiz
olmadığı halde, şey' denmesi c a i z d i r , demektedir.
G —
A l l a h ' a İsim v e Sıfat
Yerilip
Verilemeyeceği
Meselesi
:
Mâturîdî Allah'ın i s i m l e r i y l e i l g i l i olarak, O ' n a « c i s i m »
ve­
ya
« ş e y »
denmesinin caiz olup olmadığı meselesi hakkındaki g ö ­
rüşlerini yukarıda görüldüğü şekilde açıkladıktan sonra, A l l a h ' a zatî
bir i s m i n v e y a zatî b i r sıfatın v e r i l m e s i n i n t e ş â b ü h ü
gerektire­
ceği zaımıyla doğru olmadığını i l e r i süren ve buna b i r d e l i l o l a r a k d a
meselâ, yaratıkların d a sıfatlarından olması
d o l a y i s i y l e O ' n a âlim,
k a d i r v e benzeri i s i m v e y a sıfatların verilemeyeceğini, k e z a mekân'ın,
bir y e r i n sınırı, b i r başlangıcı ve sonu olması i t i b a r i y l e teşbih ve h u d u ­
du ifade ettiğinden, A l l a h ' m b i r mekân'da olduğunun i l e r i sürülemeye­
ceğini, aksine O'nun mekân'dan münezzeh bulunduğunu
ifade eden
bazı görüşleri^ö^ z i k r e t m e k t e ve daha s o n r a d a b u k o n u d a k i kendi g ö ­
rüşlerine geniş b i r y e r vermektedir.
Mâtûrîdî'ye göre asıl olan, A l l a h ' m « R a h m a n »
gibi. Ken­
disine v e r i l e n zatî i s i m l e r i olduğu g i b i , i U m , k u d r e t g i b i zâtına mahsus
sıfatları vardır. însanlarm Allah'ı b u gekilde i s i m l e n d i r m e l e r i ve v a ­
sıflandırmaları, b i r zaruretten, b i r anlayış zorunluluğundan i l e r i g e l ­
mektedir. Z i r a insanların anlayış yetenekleri smırhdır.
Binaenaleyh
Allah'ın, onların anlayabilecekleri ve günlük hayatlarıyle yakından i l ­
g i l i ve özellikle k e n d i l e r i n i n âşinâ bulundukları,
k a v r a m a k t a güçlük
çekmedikleri mânaları taşıyan birtakım i s i m l e r l e i s i m l e n d i r i l m e s i ve
sıfatlarla sıfatlandıniması z o r u n l u d u r . B u n u n ise, b i r bakıma i n s a n l a ­
rın muttasıf bulundukları i s i m ve sıfatlara benzemesi yönünden teşbih
g i b i görünmesi mümkündür. B u n u n l a beraber, b u n l a n n zahirî mânalarıyle, gerçek mânaları arasında büyük f a r k l a r vardır. E l b e t t e A l l a h ' m
k u d r e t i , i l m i , irâdesi • ve benzeri sıfatlan, b i z i m k u d r e t i m i z , i l m i m i z ve
290
291
8
B k . el-Mâturîdi, Kitâbu't-Tevhîd, s. 41-42, 104-106.
B u k o n u y l a i l g i l i çeşitli görüşler için b k . el-Cuveynî, KitâbuT-İrşâd, s, 79; H a n nâ e l - F a h u r i v e H a l i l e l - C e r r , TârihuT-Felsefetil-Arabiyye, s. 145 v d . ; Z u h d i
H a s a n Cârullah, ei-Mu'tezile, s. 60 v d . ; eş-Şehrestânî, e i - M i i e l ve'n-Nihaî, C .
I, s. 44 v d . ; el-Bağdâdî, e l - F a r k b e y n e ' l - F i r a k , s, 68 vd.; keza b a k ; el-Mâturîdî,
Kitâbu't-Tevhid, s. 93.
irâdemize benzemez. însanoğlmıun elinde başka b i r ifade vasıtası b u ­
lunmadığı için, b u d e y i m l e r i k u l l a n m a k z o r u n d a kalmıştır. Şüphesin A l ­
lah'ın eşi ve benzeri y o k t u r . H a k i k a t t e b u i s i m ve sıfatlar, Allah'ın g e r ­
çek i s i m v e sıfatları o l m a m a k l a beraber, O ' n u n ululuğu ve yüceliğinin
i n s a n z i h n i n e iyice yerleşmesi ve k a l b i n imânla dolması için b u d e y i m ­
l e r kullamlmı§tır.292
Mâturîdî, Allah'ın i s i m ve sıfatlarının, yukarıda d a görüldüğü g i b i ,
hiçbir teşbîh'i g e r e k t i r m e s i n i n söz k o n u s u edilemiyeceğini b e l i r t t i k t e n
s o n r a , ayrıca gerek P e y g a m b e r l e r i n gönderilmesi, gerekse o n l a r a i n ­
d i r i l e n semavî kitapların d a b u gerçeği teyîd eden b i r d e l i l olduğunu
z i k r e t m e k t e ve özet o l a r a k şöyle demektedir : «Daha önceki sözlerimizi
t e ' k i d eden b i r d e l i l de, A l l a h katından gönderilen p e y g a m b e r l e r i n ve
semavî kitapların b u i s i m v e sıfatlarla gönderilmiş olmasıdır.
Zira,
Allah'ın peygamberlerine indirdiği k i t a p l a r d a b i r teşbîh'in bulunduğu­
n u n farzedümesi, tevhîd sistemine aykırı düşen b i r h a r e k e t olacaktır.
Çünkü b i z b i l i y o r u z k i , o n l a r insanları B i r O l a n ' a , Allah'ın birliğini
i k r a r ve t a s d i k etmeğe davette i t t i f a k etmişlerdir. B u ise şüphesiz, b i ­
z i m anladığımız sayı ve aded kavramını t e ' k i d eden ve halkın anlayışı­
n a uygunluğu i s b a t l a y a n b i r husus değildir... Âyettte
geçen «O'nun
b e n z e r i hiçbir şey yoMur»^^^ sözü ise, a r a z l a r , sıfatlar ve c i s i m l e r g i b i
birtakım b a s i t kavramların ifade e t t i k l e r i şeylerin nefyine delâlet et­
mektedir.»
V — Aîlah'm F i i l l e r i :
Mâturîdî, Allah'ın f i i l l e r i k o n u s u n d a çeşitli fırkaların görüşlerini
z i k r e t t i k t e n s o n r a , özet o l a r a k şöyle demektedir : Allah'ı gereği g i b i b i ­
len, O ' n u n herşeyden müstağni olduğu halde, her şeyin O ' n a muhtaç
bulunduğunu, gücü, k u d r e t i ve hükümranlığının sonsuzluğunu ve do­
l a y i s i y l e h e r şeyin mıâliki, yaratıcısı ve mutasarrıfı bulunduğunu h a k ­
kıyle i d r a k eden b i r k i m s e n i n , O ' n u n , i y i v e y a kötü, y a d a zararlı g i b i
görünen bütün f i i l l e r i n i n b i r sebebe, b i r h i k m e t e bağlı o l a r a k tecelli
e t t i k l e r i hususunda şüpheye düşmesi düşünülemez. Z i r a A l l a h , bizâtihî
hakîm'dir, ganîdir, herşeyi b i l e n ' d i r . O'nun b i r a n için dahî h i k m e t i n
dışına çıkması, cehaletin kendisine, ârız olması ve d o l a y i s i y l e y a r a 292
B k . el-Mâturidî,
Kitâbu't-Tevhîd,
293
Ş û r a Sûresi, â y e t :
294
B a k . el-Mâturidî,
s.
93.
11.
Kitâbu't-Tevhîd,
s.
94 v d . ; Te'vilâtu'l-Kur'ân,
V a r . 672a.
89
tıkların ihtiyaçlarım bilmez hâle gelmesi imkânsızdır. B u d a gösteriyor
k i , O ' n u n bütün f i i l l e r i b i r hikmete, b i r sebebe bağh o l a r a k tecellî et­
m e k t e d i r . İnsan a k i m i n ise, b u h i k m e t i gereği g i b i i d r a k etmesi,
raması mümkün
kav­
değildir .-^^
G e n e l o l a r a k üzerinde i t t i f a k edilen husus, zulüm ve hafifliğin kö,
tü, adalet ve h i k m e t i n i y i olmasıdır. B u n u n l a beraber b e l i r l i b i r şeyin
b i r halde h i k m e t , diğer b i r halde h a f i f l i k , başka b i r d u r u m d a d a ada­
let o l u r k e n , diğer b i r durum.da zulüm olması mümkündür. Meselâ; i n ­
sanın belirU ölçüde ve d o k t o r u n tavsiyesine u y g u n o l a r a k ilâç alması,
sıhhati için i y i d i r , faydalıdır. Fazlası ise zararlıdır. K e z a yemek, içmek,
eşya edinmek v e y a edinmemek' g i b i i n s a n h a y a t i y l e yakından ilgüi d i ­
ğer h u s u s l a r d a b u n u n g i b i d i r . Aslında bunlar, yapıları i t i b a r i y l e h i k ­
metle, i y i l i k l e adaletle dolu oldukları halde, kullanılmalarında i f r a t a
kaçıldığı t a k d i r d e , aynı şeylerden zulme, hafifliğe k a d a r v a r a n kötü
sonuçlar elde edilmesi ve d o l a y i s i y l e i n s a n hayatının tehlikeye düşmesi
pekâlâ mümkündür. Yaratıkların dahî b u g i b i k o n u l a r d a akıllarını k u l ­
l a n a r a k , h i k m e t ve adalet ölçüleri içerisinde hareket etmelerinin i y i ,
zulüm ve h a f i f l i k t e b u l u m n a l a r m m ise, kötü ve çirkin olduğu anlaşıl­
dığına göre. Yüce Allah'ın d a yarattığı h e r f i i l i n en azından b i r hikmıCte, b i r sebebe bağlı bulunduğunu ve bunların, kerîm, cömert, ganî ve
herşeyi bilen Yüce A l l a h ' m adaleti, f a z i ve ihsanı gereği bulunduğunu
k a b u l etmek z o r u n l u d u r . B i n a e n a l e y h A l l a h ' a , f i i l l e r i n d e n dolayı zulüm
v e y a h a f i f l i k isnâd etmek, cehaleti ve ihtiyacı gerektireceğinden, baş­
k a b i r deyimle, O ' n u n câhil ve muhtaç olduğu anlamına geleceğinden,
bâtıldır. Şüphesiz A l l a h , b u tür düşüncelerden münezzehdir.^^''
V I — İnsanın Fiilleri :
a — İrâde Hürriyeti
v e İstitâa
(güç)
:
Mâturîdî'ye göre i n s a n , fiUlerinde gerçek b i r irâde h i r r i y e t i n e s a ­
h i p t i r . İnsan, k e n d i nefsinde b u gerçeği her a n müşahede
etmekte,
yaptığı işlerde hür olduğunu ve f i i l l e r i n i k e n d i s i n i n iktisâb
ettiğihi
görmektedir.29^ E s a s e n Yüce A l l a h , kulların k e n d i f u l l e r i n i y a p m a ve
iktisâb etme hürriyetine s a h i p olduklarını gayet açık ve seçik b i r şe295
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 216 v d . T e ' v i l â t u ' l - K u r ' â n , V a r . 385a, 386a,
296
3 8 5 a , 391b, 5 1 4 a , 613b, 646b, 689b.
B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 217 v d . ; Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 653b, 780b,
297
846a.
B k . el-Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v h î d , s. 225, 226; Te'vHâtu'l-Kur'ân,
90
V a r . 231a.
k i l d e belirtmekte ve göyle demektedir : «Dilediğinizi işleyin,
doğru'
s u O , y a p U M a n m z t Gören'din>f^\:Ey
imân e d e n l e r ! Rükû e d i n ,
sec­
d e y e varın, R a b b i n i z e k u l l u k e d i n , i y i l i k yapın k i s a a d e t e
erişesiniz»
«İşlediklerine
karşılık o l a r a k , s e d e f d e k i i n c i l e r g i b i ceylân
gözlüler
vardır»
«Kim z e r r e k a d a r i y i l i k yapmışsa, o n u görür; k i m d e z e r r e
k a d a r kötülük yapmışsa, o n u görür,»^^^ B u âyetlerde de görüldüğü g i b i ,
irısan k e n d i f i i l l e r i n i her nekadar iktisâb e d i y o r s a d a , gerçekte bunları
y a r a t a n Yüce Allah'dır : «Sizi d e , yaptıklarınızı d a A l l a h
yaratmıştır,»
B u âyette de görüldüğü g i b i , f i i l i n A l l a h ' a isnâd edilmiş
olması,
onun insandan nefyedilmesini gerektirmez. B u n u n gerçek anlamı, d a h a
yok iken, f i i l i n , bulunduğu v e v a r olduğu şekilde A l l a h t a r a f m d a n y a ­
ratılmış ve k u l tarafından d a aynı şekilde iktisâb edilmiş ve yapılmış
olmasıdır .^^^
B u n d a n d a anlaşılıyor k i , Mâturîdî'ye göre f i i l , A l l a h ile k u l a r a ­
sında paylaşılmaktadır. B u n a göre f i i l , A l l a h ' a izafe edildiği t a k d i r d e
y a r a t m a , ihsana izafe edildiği t a k d i r d e ise, kesb adını almaktadır, işte
böylece Mâturîdî, b u konuda, k u l d a n t a m a m e n irâdeyi selbedip, onu
bir robot hâline getiren Cebriyye^^' ile inşamın hür olduğunu, Allah'ın
298
F u s s i l e t Sûresi, â y e t :
299
Hacc
Sûresi, â y e t :
40.
77.
300
V a k ı a Sûresi, â y e t :
22-24.
301
Zilzâi Sûresi, â y e t :
7-8.
302
Satfât
303
Sûresi,
B k . el-Mâturidi,
rîdî,
96.
âyet:
Kitâbu't-Tevhîd,
TeVîlâtuT-Kur'ân,
366a, 378b, 420a, 522a, 671a,
304
Cebriyye
fırkasının
Bu
mensuplarına
fırka
Herşey A l l a h
fiiîi
oraya buraya
duklarından
ye
adı
Dirhem
tır.
göre,
b.
Cehm
insanın
önceden
mecburdur.
mutlak
226 v d . ; k e z a
101b,
tafsilât
için b k .
İnsanlar
sürüklenen b i r tüy
Safvân
hiçbir
takdir
i r a s d e s i karşısında
(Ölm.
H . 128/M.
irâdesi v e
745)'dır.
hürriyeti
edilmiştir. K u l , t a k d i r
Cehm
b.
bu
b i r robot
gibidir.
Başka
b i r deyimle
insanlar,
havada
rüzgâra
tâbi
gibidir.
Safvân
yoktur.
edilen
îşte
böyle
b i r düşünceyi
dolayı k e n d i l e r i n e C e b r i y y e ve l i d e r l e r i n e nisbetle de
verilmiştir.
el-Mâtu­
2 1 2 a , 226a, 236a, 292, 331b,
856a.
kurucusu
tarafından
yapmağa
Allah'm
s.
V a r . 61a, 75b, 83b,
asian
Horasanlıdır.
Kûfe'de
olarak
savun­
CehmiyCa'd
b.
( Ö l m . H . 1 2 4 / M . 741) i l e karşılaşmış ve o n d a n bazı f i k i r l e r i n i almış­
B i r M ü d d e t el-Hâris b. S u r e y c ' i n vezirhğini yaptığı r i v a y e t
edilmektedir.
D a h a s o n r a d a H o r a s a n ' d a H a r i s ile b e r a b e r E m e v i l s r e karşı girişilen k ı y a m
h a r e k e t i n e iştirak etmiş
olduğundan
Emevîler
tarafından
yakalanarak
dürülmüştür. F i k i r l e r i n i n d a h a çok H o r a s a n ' d a yayılmış olduğu r i v a y e t
m e k t e d i r . Tafsilât için b k . İbn K a y y i m
mid
öl­
edil­
e l - C e v z i y y e . İgâsetu'l-Lelıfân, M . H â -
el-Fakî neşri, C . II, s. 177, K a h i r e 1939; eş-Şehristânî, e l - M i l e l v e ' n - N i h a l .
91
onun f i i l l e r i üzerinde h e r h a n g i b i r müdahelede bulunmasının sÖz k o n u ­
s u edilemiyeceğini i l e r i süren Mu'tezile^^^ arasında o r t a b i r y o l tutmuş
olmaktadır. B u n d a n s o n r a Mâturîdî, insanın f i i l l e r i n i n
i k i durumda
mütâlâa edilmesi gerektiğini söylemektedir. O n a göre k u l u n f u l l e r i i k i
haldedir. B i r i n c i s i , i n s a n aklı ve idrâkinin b u f i i l l e r i n mâhiyetim k a v ­
rayamaması, i k i n c i s i ise, insanın, aklı ve idrâki i l e bunların mâhiyeti-
305
C . I, s. 86; el-Bağdâdî, e l - F a r k beyneİ-Firak, s. 128; A h m e d Emîn, Fecrul-İslâm,
s. 286-287; A . S. T r i t t o n , M ü s l i m Theoîogy.. s. 55. L o n d o n 1947; M , Şerefeddîn,
K e l â m Savaşîari, Dârü'l-Fünûn İlahiyat F a k . M e c , Sayı 24, s. 19, İst. 1932;
el-İsferâyinî, Ebû'l-Muzaffer, et-Tabsîr fî'd-Din. S. 96; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' ­
n i n D o ğ u ş u , s. 40, 4 1 , 70; Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, D r . H u l e y f M u k . s. 41-2.
M u ' t e z i l e d e y i m i n i n o r t a y a çıkışı h a k k ı n d a çeşitü r i v a y e t l e r
vardır. B u n ­
ları başlıca ü ç g u r u p t a t o p l a m a k m ü m k ü n d ü r :
1 — B u i s i m V â s ü b. A t â (Ölm. H . 1 3 1 / M . 7 4 8 ) ' n i n ,
Hasan
el-Basrî
(Ölm. H . 1 1 0 / M . 7 2 8 ) ' n i n m e c l i s i n d e n ayrılması v e arkadaşı A m r b . U b e y d
( Ö l m . H . 1 4 4 / M . 761) i l e b ü y ü k g ü n a h işleyenlerin k ü f ü r i l e i m â n arasında
mutavassıt b i r y e r d e ( e l - M e n z i l e
b e y n e ' i - M e n z i l e t e y n ) kalıp, m u t l a k surette n e m ü ' m i n v e n e de kâfir olduklarını
söylemeleri üzerine, H a ^ a n el-Basrî'nin b u n l a r h a k k ı n d a « k a d i ' t e z e l â
k a v l e ' l - U m m e
yâni E h h İ s l â m m g ö r ü ş ü n d e n ayrıl­
dılar v e y a
« k a d
i ' t e z e i e
a n n a ' l - V â s ı l »
yâni V â s ü
b i z d e n ayrıldı d e m e s i y l e o r t a y a çıkmıştır.
2 — Başka b i r g ö r ü ş e g ö r e ise, M u ' t e z i l e i s m i n i n o r t a y a çıkışının g e r ­
çek
s e b e b i , V â s ü i l e arkadaşlarının d a h a ö n c e b ü y ü k g ü n a h
işleyenler
h a k k ı n d a i l e r i sürülen sapık v e y a e n azından b i d ' a t h k l a vasıflandınlabilec e k b i r t a k ı m düşünce v e g ö r ü ş l e r d e n ayrılmış olmalarıdır.
3 _
üçüncü
b i r görüşte. el-Mes'ûdî
dür. O n a g ö r e b u fırka m e n s u p l a r ı n a
(Ölm. H . 3 4 5 / M .
Mu'tezile
g ü n a h işleyenin m ü m ' m i n l e r d e n v e kâfirlerden
denmesinin
956)'nin
görüşü­
sebebi,
ayrılmış o l d u ğ u n u
büyük
söyleme-
lerindendir.
M u ' t e z i l e irâde k o n u s u n d a özet o l a r a k şöyle d e m e k t e d i r : i n s a n hürdür.
O k e n d i f i i l i n i k e n d i s i y a p a r . A l l a h o n a b u yeteneği vermiştir. B i n a e n a l e y h ,
b i r şeyi y a p ı p y a p m a m a , t a m a m e n o n u n irâde v e dileğine b a ğ l ı b i r ş e y ­
d i r . Z i r a insanın b ö y l e b i r irâde hürriyetine, b i r şey yapıp y a p m a m a ser­
b e s t i s i n e s a h i p b u l u n m a m a s ı , o n u n işlediği i y i v e y a k ö t ü a m e l l e r d e n dolayı
s e v a p v e y a c e z a g ö r m e m e s i n i g e r e k t i r i r . Allah'ın^ insanları irâdeleri dışında
b e l i r l i işleri y a p m a ğ a zorlaması, s o n r a d a o f i i l l e r d e n dolayı k e n d i l e r i n i
cezalandırması, zulümdür, a d a l e t s i z l i k t i r . O y s a A l l a h âdildir; kullarına h i ç ­
b i r ş e y d e z u l ü m v e y a haksızlık e d e c e ğ i düşünülemez. İrâde hürriyeti b u ­
l u n m a y a n b i r insanın, s o r u m l u tutulması. Allah'ın h i k m e t i n e
ve adaletine
aslâ yakışmaz. M u ' t e z i l e ' n i n beş p r e n s i b i n d e n b i r i n i teşkil e d e n
« A d a ­
l e t *
p r e n s i b i n i n şümulüne g i r e n b u g ö r ü ş l e r Kur'ân-ı K e r î m ' d e g e ç e n
b i r ç o k âyetlerle de t e y i t edilmiştir: « A U a h şüphesiz zerre k a d a r h a k s ı z b k
yapmaz,
92
zerre miktarı i y i l i k olsa, o n u k a t k a t artırır ve y a p a n a b ü y ü k ecir
n i b i l m e s i d i r . B u d a gösteriyor k i , b i r i n c i h a l d e k i f i i l l e r , insanın k e n ­
di f i i l l e r i değildir. İkinci h a l d e k i l e r ise, ona a i t f i i l l e r d i r . Meselâ, b i r şe­
y i n y o k t a n v a r olduğunun t a s v i r edilmesi, açıklanması, b i r i n c i s i g u ­
r u b u n içine g i r e n f i i l l e r i teşkil etmektedir k i , bunları insan aklının i d ­
râk etmesi güçtür. Yüce Allah'ın b i z a t i h i k e n d i n e f s i n i vasıflandırdı­
ğı şekilde vasıflandırılmış olması b u n a b i r örnek o l a r a k gösterilebilir :
«O, gökleri v e y e r i y o k t a n yaratandır. Z e v c e s i o l m a d a n nasıl çocuğu
o l a b i l i r ? O y s a h e r şeyi O yaratmıştır;
H e r şeyi b i l e n O ' d u r . îşte R a b b i n i z A l l a h b u d u r . O ' n d a n başka Tanrı y o k t u r ^ h e r şeyin
yaratanıdır,
öyle i s e O ' n a k u l l u k e d i n ; O h e r şeye d e vekildir» .^^"^ ^§imseğin çak-,
ması n e r e d e y s e gözlerini alır; onları aydınlattıkça ışığında yürürler v e
üzerlerine karanlık basınca durakalırlar. A l l a h d i l e s e y d i işitme v e gör­
m e l e r i n i g i d e r i r d i . Doğrusu A l l a h h e r şeye Kadir'dir».^^'^ i k i n c i s i ise,
emre v e y a nehye u y g u n b i r şekilde hareket etmek v e y a etmemek g i b i ,
i n s a n a a i t birtakım h a r e k e t l e r d i r k i , b u n l a r i n s a n idrâkinin ve k a v ­
ramının içine g i r e n ve dolayisiyle o n a a i t o l a n f i i l l e r d i r . îşte insan, b u
g i b i fiilileri yapıp y a p m a m a konusunda t a m b i r irâde hürriyetine sa­
h i p t i r . B i n a e n a l e y h k e n d i irâdesi içinde olan b i r f i i l i yapmadığından
dolayı (insanın cezalandırılması, A l l a h hakkında zulüm v e y a haksızlık
olmaz. E s a s e n Yüce A l l a h böyle b i r şeyi k a b u l etmemekte ve
«Kim
yararlı iş işlerse k e n d i l e h i n e d i r ; k i m d e kötülük işlerse k e n d i a l e y h i ­
n e d i r . R a b b i n , k u l l a r a karşı zâlim d^eğildir»;'^^^ «Allah'ın, s i z e b o l n i verir» ( N i s a
S û r e s i ,
â y e t : 4 0 ) . «Aİlalı o n l a r a zulüm e d i y o r değil­
dir. F a k a t o n l a r k e n d i k e n d i l e r i n e z u l ü m ediyorlar»
( T e v b e
S û r e s i ,
â y e t : 70 ve R û m S û r e s i ,
âyet: 9).
B u k o n u için balamız : el-Bağdâdî, el~Fark b e y n e T - F i r a k , s. 71; el-İsferâ­
yinî, et-Tebsîr fî'd-Dîn, s. 64-65; Hannâ'l-Fâhûrî v e H a l i l e l - C e r r , TârihuT-Felsefe e l - A r a b i y y e , C . I, s. 140-141, 149.; eş-Şehristâni,
el-Mi!el
ve'n-Nihal,
C. I, s. 48; İbnu'l-Murtazâ, Tabakâtu'i-Mu'tezile, s. 3, 5, S u s a n n a D i w a l d - W i l z e r neşri, B e y r u t 1380/1961; M u h a m m e d b . e n - N u ' m â n
el-Mufîd, Evâil e i "
M a k â l â t fî'l-Mezâhib veT-Muhtârât, s. 4-7, T e b r i z 1371; A h m e d Emîn, F e c r u l İslâm, s. 288 v d . ; M . Şerefeddîn, K a d e r i y y e y a h u t M u ' t e z i l e ,
Darülfünun
İlahiyat Fakültesi Mecmuası, S a y ı : 4, s. 5, İstanbul 1930; P r o f . D r . İ. A g â h
Ç u b u k ç u , M u t e z i l e ve Akıl Meselesi, A , Ü. İlahiyat Fakültesi D e r g i s i , 1964
sayısı, s. 51, 53, A n k a r a ; î b n Hallikân, V e f e y â t el-A'yân, C . III, s. 132, 248,
vd.; Zühdî H a s a n Cârullah,
e l - M u ' t e z i l e , s. 2-3; Ebû'l-Hasan A l i e l - M e s u d i ,
M u r u c ez~Zeheb v e M a â d i n e l - C e v h e r , C. III, s. 235, K a h i r e
Işık, M u ' t e z i l e n i n D o ğ u ş u ve K e l â m ı Görüşleri, s. 50-54,
Mu'cemu'l-Udebâ,
C. 19, s. 243, K a h i r e
1948; D r . K e m a l
69; Yakûtul-Hamevî,
1357/1938; ,,Dr. A l b e r t Nasrî
Nâder,
Feîsefetu'l-Mu'tezile, C . I, s. 99.
306
E n ' â m Sûresi, â y e t :
101-102.
307
B a k a r a Sûresi, â y e t : 20.
308
Fussiîet Sûresi, â y e t : 46.
93
m e t i v e r a h m e t i oiraasaydı, -pek azmış
U r yana,
şeytana
uyardı-
mz»'°'> demektedir.'^"
i
Mâturîdî'ye göre insanın, ihtiyarî yâni yapıp y a p m a m a d a s'erbest
olduğu fiilleri,sebep, vesile ve benzeri vasıtaların t a m o l a r a k hâsıl o l ­
masından s o n r a , onun b u f i i l l e r i v e y a b u n l a r d a n b i r i n i İktisap etmeye
azmetmesi halinde, A l l a h onda b u f i i l i işleme k u d r e t i n i yaratır3^\ B i n a ­
enaleyh k u l , b i r f i i l i islediği z a m a n b u f i i l i n d e n dolayı onun, mükafat
v e y a cezaya, övme v e y a yermeğe lâyık olması, sadece adı geçen azme
v e y a k a s d a bağlıdır. Z i r a i n s a n kötü b i r f i i l i işlemeğe azmettiği ve A l ­
l a h d a b u azme bağlı o l a r a k onda f i i l i işleme k u d r e t i yarattığı zaman,
şüphesiz, azmetmediğinden dolayı hayrı işleme k u d r e t i n i b i z z a t k e n d i ­
s i yitirmiş o l u r . B u n u n g i b i , hayrı yapm.ağa azmettiği zaman, A U a h
da o n d a b u hayır y a p m a k u d r e t i n i h a l k eder ve b u azminden
dolayı
. d a sevaba ve mükâfata n a i l olmağa h a k kazanır. Görüldüğü g i b i , f u l
bizâtihî sevab v e y a cezanın b i r sebebi, b i r dayanağı değildir. B u r a d a
esas olan, kasıttır, amaçtır. B i n a e n a l e y h k a s d a m a k r u n o l m a y a n bar
f i i l e ceza v e y a mükâfat terettüp etmesi düşünülemez. B u n a e n b u y u k
d e l i l meselâ, u y k u d a v e y a d e l i olan b i r k i m s e n i n , yaptığı işten dolayı
s o r u m l u tutulmaması ve ceza görmemesidir. H z . P e y g a m b e r b i r hadisinde
«Üg k i m s e f i i l l e r i n d e n dolayı s o r u m l u değildir : B i r i n c i s i , u y k u d a o l a n
k i m s e , i k i n c i s i , ergenlik çağma ermeyen küçük çocuk; üçüncüsü, deh,
aklı başında o h n a y a n kimsedir» demek suretiyle b u gerçeği gayet açık
bir şekilde belirtmiştir. B u n d a n başka f i i l i n , f i i l olması i t i b a r i y l e h a y ­
r a da şerre de u y g u n olması mümkündür. Meselâ b i r y e r d e n diğer b i r
vere gitme v e y a h i c r e t etme f i i l i n e b i r sevap v e y a cezamn terettüp etmesi
düşünülemez. B u r a d a esas olan, P e y g a m b e r i m i z i n de, «Ameller m y e t l e r e
göredir H e r k e s n i y e t i n e bağlıdır. K i m A l l a h ' a ve Resulüne h i c r e t et­
mek isterse şüphesiz onun h i c r e t i ,
A l l a h ' a ve Resulüne
olacaktır;
K i m dünya n i m e t l e r i n i k a z a n m a k v e y a b i r kadım
niklâhlamak ıçm
h i c r e t ederse şüohesiz onun h i c r e t i de b u n l a r için olacaktır» demek s u ­
r e t i y l e gayet açık b i r şekilde behrttiği g i b i , kasıttır, nıyettır.^^^
Bazı hallerde i s t i t â a
ilgili
309
310
311
312
94
(güç) 'dan,
azaların v e y a sebeplerin elverişli
araç ve gereçlerin, bedenle
olması
k a s t e d i l i p , hâdıs
olan
Nisa Sûresi, âyet: 83.
, r
Bk Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 229 vd.; Te'vilâtu'l-Kur'ân, Var. 653 b.
Bk. Mâturîdî, amian eser, s. 257 vd,; Te'vilâtu'i-Kur'ân, Var. 231 a. 331 b, 420 a.
Bk. Mâturîdî, Kitâbu't-Tevîd, Dr. Huleyf Muk. s. 42, 43.
k u d r e t kastedilmez^^l Buna b i r örnek olarak, meselâ, b i r k i m s e n i n yazı
yazabilmesi için, mutlaka yanında kağıt ve k a l e m bulunması ve elleri­
nin de sağlam bulunması zorunludur. Şayet yanında kağıt ve k a l e m yok­
sa v e y a bunlar bulunduğu halde, e l l e r i felçli v e y a sağlam değilse, b u
k i m s e n i n yazı yazabileceğim ileri sürm^ek gerçeklere aykırı olur. İşte
Yüce Allah'ın «Oraya y o l bulma,
gücüne s a h i p o l a n i n s a n a , A l l a h için
K a b e ' y i h a c c e t m e s i gereklidir»^âyetindeki «Güç» k e l i m e s i n i n de b u
şekilde t e f s i r edilmesi lâzımdır. Demek oluyor k i t e k l i f , araç ve gereç­
l e r i n , beden v e y a sebeplerin elverişli olmasına i s t i n a d eden güce göre
olup, hadis olan kudrete göre değildir. B u mânaya göre istitâa ( g ü ç ) ,
fiilden önce gelmektedir. B u konu ile ilgili olarak Mâturîdî özet o l a r a k
şöyle demektir : «Bize göre kudret i k i kısma ayrılır : B i r i n c i s i , araç
ve gereçlerin v e y a sebeplerin elverişli olmasına bağlı olan k u d r e t t i r k i ,
şüphesiz bu, f i i l d e n önce gelmektedir. Fiiller, her nekadar ancak bununla
kâim oluyorsa d a gerçekte b u kudret, fiiller için v e y a onları meydana
getirmek için yaratılmış değildir. B u tür b i r k u d r e t Allah'ın dilediği
kullarına i h s a n ettiği bir nimettir. İkincisi, ancak f i i l e m u k a r i n , ona
bağlı olan k u d r e t t i r . B u kudret var olduğu anda, f i i l i n v u k u u z o r u n l u ­
dur»
Mâturîdî'nin b u izahından da anlaşıhyor k i , t e k l i f e esas olan k u d ­
ret, i k i kısma ayrılmaktadır : Birincisi, imkânlı yâni imkâna da^yanan
k u d r e t t i r k i , bundan maksat daha önce de görüldüğü g i b i , araç ve ge­
reçlerin, her türlü vasıta veya sebeplerin elverişli b i r d u r u m d a b u l u n ­
masıdır. Böyle b i r kudretin tahakkuku, yukarıda d a görüldüğü g i b i ,
b i r takım şartlara bağlıdır. Binaenaleyh buna, şartlı kudret, şartlı i s t i ­
tâa (güç) adını d a vermemiz müm.kündür. i k i n c i s i , imkânlı kudretle be­
raber, f i i l i kolaylaştıran kudrettir k i , buna «kudret-i müyessire» denmek­
tedir. İşte b u k u d r e t vasıtasiyle insan, mükellef bulunduğu f i i l i , A l l a h ' ­
ın sonsuz f a z i ve i n a y e t i n i n bir sonucu olarak kolaylıkla y a p a r . B u n u n ­
l a beraber b u r a d a yine de kolaylık nedenlerinin bulunması şart­
tır. Mâtûrîdî'ye göre b u tür bir kudret, f i i l d e n önce olmayıp,
ancak f i i l l e beraber ortaya çıkmaktadır. Daha açık bir deyimle, k u l u n
kasdı ve durumam da elverişli olmasıyle A l l a h fiile mukârin
olarak
k u l d a b u k u d r e t i yaratmaktadır. B u da gösteriyor k i , t e k l i f t e esas olan,
313
314
315
B k . Mâturîdî, K i t â b u ' t - T e v M d ,
Âl-1 İmrân Sûresi, â y e t : 97.
B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd,
s. 256-262.
s. 256.
95
d u r u m u n müsâitliği, elverişliliği ile beraber kasıttır, amaçtır^^^ F i i l
ise, z a m a n i t i b a r i y l e ona makrûn o l a n hadis kudretle beraber Allah'ın
ezelî k u d r e t i y l e vuku bulmaktadır. Eğer d u r u m u n elverişliliği i l e b e r a ­
ber kasıt, amaç bulunmadaydı, hadis k u d r e t i n makdûre, t a k d i r o l u n a n
şeye makrûn olması imkansızlaşırdı. Y a n i bu d u r u m d a ne hadis k u d r e t ,
ne de ona bağlı f i i l b u l u n u r d u . Eş'arî hadis k u d r e t i n makdûre makrûn
olmasına «kesb» adını vermektedir^^^ B u n a göre k u l u n f i i l i , kesb'den
başka birşey değüdir. Mâturîdî ise, k e s b ' i n , k u l u n birşeyi ihtiyar etme­
si y a d a seçmesi v e y a kasdetmesi olduğunu şöylemektedir^^^ Demek
o l u y o r k i , Eş'arî'ye göre kesb, ancak f i i l l e beraber olup, ondan önce
olamaz. Mâturîdî'ye göre ise, k e s b i n f i i l d e n ve hadis k u d r e t t e n de önce
olması mümkündür.
h — Kaza
ve Kader
:
Mâturîdî'ye göre gerek k a z a , gerek kader, gerekse irâde, t a m a m i y l e
« H a l k u M - E f ' â l »
( f i i l l e r i n yaratılması) meselesine bağh
o l a n b i r k o n u d u r . B i r i sabit olduğu t a k d i r d e , diğerinin de sabit ^olması
z o r u n l u d u r . Başka b i r deyimle, f i i l i n i y i v e y a kötü olmasına bağlı o l a ­
r a k Allah'ın k a z a ve k a d e r i de tecellî etmiş olur. B u n a göre kazanın
gerçek anlamı, Allah'ın f i i l l e r i ve eşyayı yaratması ve herşeyi y e r l i ye­
r i n e koyması; herşey niçin yaratılmışsa, o n a göre olmasıdır. Zira^bü­
tün yaratıkları y o k t a n v a r eden Yüce A l l a h , hakîm v e b i l i c i olduğuna
göre, yaratmasının d a b u h i k m e t e göre cereyan etmesi, O ' n u n ilâhî
a d a l e t i n i n b i r gereğidir^^^. Meselâ; bir âyet-i kerîmede
Yüce A l l a h ,
«Bunun üzerine A l l a h , i k i gün içinde y e d i gök y a r a t U v e h e r göğün
iğini k e n d i i s n e b i l d i r d i . Yakın göğü ışıklarla donattık v e b o z u l m a k t a n
k o r u d u k , îşte b u . B i l e n , Güçlü o l a n Allah'ın kanunudur^y^^^
demektedir k i ,
b u r a d a geçen «kazâhmne»
d e y i m i n i n anlamı, Allah'ın onları vâr et­
mesi, yaratmasıdır. İşte yaratıkların f i i l l e r i n i de b u şekilde t e f s i r et­
m e k ' v e Allah'ın onları yaratmasını d a b u şekilde a n l a m a k g e r e k l i d i r .
Keza, Yüce Allah'ın Jmân e d e n s i h i r b a z l a r : S e n i , g e l e n apaçık m u c i ­
z e l e r e v e b i z i y a r a t a n a üstün tutmayacağız.
N e hüküm v e r e c e k s e n v e r .
S e n a n c a k b u dünyâ hayatına hükmedebilirsin»'^^^ anlamındaki âyetinde
316
B k . e l - M â t u r î d î , Kitâbu't-Tevhîd, s. 257; Te'vîlâtul-Kur'âri, V a r . 75 a, 76 a, 83 b.
317
B k . el-Mâturîdî,
Kitâbu't-TevMd,
Dr. Huleyf
için b k . el-Eş'arî, M a k â l â t u T - î s i â m i y y î n ,
B k . el-Mâturîdî,
Kitâbu't-TevMd,
Dr. Huleyf
319
B k . el-Mâturîdî,
Kitâbu't-TevMd,
s. 305-306.
320
Fussilet
âyet:
321
Tâ-Hâ
96
Sûresi,
âyet:
12.
72.
irâde
C . II, s. 87 v d .
318
Sûresi,
M u k . s. 44, k e z a
Mukaddimesi,
s. 44.
konusu
geçen ve k a z a kökünden gelen ^fakzı>y e m r i de hükmet, hüküm ver, anl a m m a gelmektedir.
B u deyim, Kur'ân-ı Kerîm'de d a h a birçok yerde geçmekte ve k u l ­
lanıldığı y e r v e y a k o n u y a göre, meselâ, b i l d i r m e , haber verme, emretme
ve b i t i r m e g i b i değişik d a h a birçok mânalara gelmektedir .^22.
Mâtûrîdî'ye göre kader, b i r şeyin o r t a y a çıkış noktası v e y a y a r a ­
tılış sebebidir. Başka b i r deyimle, hayır v e y a şer, i y i v e y a kötü, h i k ­
met v e y a h a f i f l i k , herşeyin A l l a h ' m t a k d i r i n e göre olması ve d o l a y i s i y ­
le b u n l a n n b u değişmez t a k d i r e u y g u n olarak cereyan etmesidir. Yüce
Allah'ın ^Şüphesiz B i z , herşeyi U r t a k d i r e göre yaratmışızdıry.?'^^ me­
alindeki sözünün anlamı d a işte budur. B u n d a n , hayır ve tâat, A l l a h ' ­
ın k a z a ve kaderine bağlı olduğu g i b i , şer ve kötü işlerin de Allah'ın
k a z a ve kaderiyle meydana geldiği şeklinde b i r a n l a m çıkarılması mümİkündür.
İşte bundan dolayı Mâturîdî, mâsiyet ve şerrin k a z a ve t a k d i r i y l e ,
bunların işlenmesini b i r b i r i n d e n ayırmakta ve bunun üzerinde
büyük
b i r t i t i z l i k l e durmaktadır.^^^ O n a göre mâsiyet ve şer, A l l a h tarafından
t a k d i r edilmekte ve yaratılmaktadır. Z i r a herşeyin yaratıcısı Allah'dır.
Bunların işlenmesi ise, k u l u n kendi k u d r e t i , irâdesi ve kasdıyla mey­
dana gehnektedir. B u r a d a Allah'ın b i r müdehalesi v e y a e t k i s i söz k o ­
nusu değildir. B u n u n l a beraber Mâturîdî, kötülüklerin yaratılmasını,
b i r saygı gereği olarak A l l a h ' a isnâd etmekten kaçınılmasının g e r e k l i ­
liğine işaret etmekte ve ö^et o l a r a k şöyle demektedir : «Gerçekte . A l ­
l a h , herşeyin R a b b i , bütün yaratıkların ilâhı, herşeyin yaratanı ve her­
şey O'nun olduğu halde, kötülüklerin, çirkin olan şeylerin ve şeytanın
O'na isnâd edilmesi doğru değildir. İşte bundan dolayı küfrün ve mâsiy e t i n Allah'ın k a z a ve k a d e r i v e y a iradesiyle m e y d a n a geldiğini söyle­
mek m e k r u h t u r . B u n u n g i b i , meselâ, insanların d a h a k i k a t t e her neka­
dar i y i veya kötü, herşeyi y a r a t a n A l l a h olduğu halde, O'nun hakkında
«Ey k ö t ü l ü k l e r i
v e
i ğ r e n ç
ş e y l e r i
yara­
t a n »
şeklinde b i r hitabda bulunmaları v e y a buna benzer b i r ifade
kullanmaları doğru değildir. A k s i n e , Allah'ın, büyüklüğüne, yüceliğine
ve i n s a n l a r a bahşettiği sayısız n i m e t l e r i n anılmasına delâlet eden i s i m
322
B k . e l - M â t n r i c ü . Kitâbu't-Tevhîd, s. 306; Te'vîiât, V a . 412 a, 430 b. 547 b, 584 a.
323
Kamer
324
Mâturîdî,
Sûresi, â y e t :
49.
Kitâbu't-Tevhîd. s.
308.
97
ve sıfatlarla vasıflandırılması
gereklidir»
Mâturîdî'nin k a z a ve k a d e r hakkındaki görüşleri a n a hatlarıyle iş­
te bunlardır. E h l - i Sünnet'in b u k o n u d a k i görüşleri de aslında b u n l a r ­
d a n başka birşey değildir. Sonuç o l a r a k b u r a d a şunu d i y e b i l i r i z : Mâ­
turîdî, Kur'ân-ı Kerîm'de geçen bazı âyetlere d a y a n a r a k k ü 1 1 î i r â d e ' n i n A l i a h a a i t olduğunu ve c ü z ' î
i r â d e ' n i n de i n s a n a venu bulmayı başarmış o l a r a k görünmektedir. B u n a göre Kur'ân-ı K e ­
rîmde geçen ve i n s a n a irâde hürriyeti veren âyetler, i n s a n a râci olup,
onun neleri yapabileceğini ve i n s a n d a n irâde hürriyetini kaldıran âyet­
ler de . A l l a h ' a a i t olup, insanın gücünün ve irâde hürriyetinin h u d u t
ve kapsamım t a y i n ve tesbit etmektedir^^^
V I I — A l l a h ' m Görülüp Görülmemesi :
Mâturîdî'ye g ö r e Allah'ın gözle görülmesi, Kur'ân-ı Kerîm ve naklî
delillerde de görüldüğü g i b i , vâcib'dir. Şu k a d a r v a r k i , O V m görme,
k e y f i y e t s i z b i r şekilde olacaktır. «Zira k e y f i y e t , ancak b i r suret v e y a
şekle sahip kimselere has b i r özelliktir. B u n u n için, b u g i b i şeylerden
münezzeh o l a n Allah'ın görülmesi, o t u r m a v e k a l k m a , d a y a n m a ve y a s ­
l a n m a , ayrılma ve birleşme, karşılaşma ve terketme, kısa ve u z u n , a y ­
dınlık ve karanlık, d u r m a ve hareket etme, u y g u n ve zıt v e y a içerde
ve dışarda g i b i , i n s a n a k h n a gelebüecek bütün vasıf ve şekillerden
hiçbirine benzemeyen b i r d u r u m d a olacaktır»
325
326
Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. ,312. . A y r ı c a b k . Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 5 a,
225 a, 297 a, 4 1 2 a, 430 b , 547 b, 584 a, 678 b , 759 a, 805 a, 830 a, 844 b .
D a h a f a z l a b i l g i . için b k . Sahîhul-Buhârî,
C . I, s. 18; C . V I I , s. 212;
Sahîlîu Musîim, C . I, s. 28-31, C . VIIÎ, s 46-47; S u n e n u Ebî D â v u d . s. 177-178;
T a b e r i , Câmi'uT-Beyân, C . X X X , s. 124, Mısır 1374; V I I . C i i d d e n s o n r a 1321
baskısı; İbn H a c e r i ' i - Askalânî, FethuT-Bârî l i Şerhi S a M h i l - B u h â r î , C . I, s.
105-110, Mısır, B u l a k b a s . 1300-1301; İbn H a l d u n , Şifâu's-Sâiî, P r o f . M . Tancî
Önsözü, s. n z ; D o ç . D r . Hüseyin A t a y , K u r ' a n ' a G ö r e î m â n Esasları, s. 89-97; D r .
K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u ve Kelâmî Görüşleri, s. 16-19. 77-79; el-Eş'­
arî, e l - L u m a ' , s. 71-72, 100, D r . H a m û d e
Gurâbe,
el-Eş'arl
s. 50 v d . ;
eş-Şehristânî, e l - M i i e l v e ' n - N i h a l , C . I, s. 167; el-Curcânî, Şerhu'l-Mevâkîf, s.
620-621; el-Bağdâdi, e l - F a r k b e y n e T - F i r a k , . s. 70. 121; P r o f . D r . İ. A g â h ç u b u k ­
çu, M u ' t e z i l e v e A k ı l M e s e l e s i , İlahiyat F a k . D e r . 1964 Sayısı, s. 59-60; e l - G a z zâlî, el-îktisâd fî'l-rtikâd, s. 1 7 8 - 189 v e D r . K e m a l Işık çevirisi, İ'tikâdda O r ­
ta
327
98
Y o l , s. 130-138.
B k . el-Mâturîdî. Kitâbu't-Tevhîd, s. 85. Rü'yet k o n u s u n d a d a h a önce, M â t u ­
rîdî'nin h a y a t i y l e i l g i l i b ö l ü m d e kısaca t e m a s edilmiş olmasına
rağmen,
b u r a d a müstakil b i r k o n u h a l i n d e tekrarlanmasında y a r a r görülmüştür.
Mâtûrîdî'ye göre A l i a h ' m görüleceğine en büyük
d e l i l , Kur'ân-ı
Kerîm'de geçen âyetlerdir. Meselâ Yüce A l l a h , b u k o n u y l a ügili o l a r a k
§öyle d i y o r : ^^Gözler O ' n u idrâk e d e m e z ; h a l b u k i O , bütün gözleri id"
râk e(Zer».228 Mâturîdî, b u âyetin Allah'ın görüleceğine k e s i n b i r d e l i l
olduğunu söylemektedir. Z i r a Allah'ın görülmesi mümkün olmasaydı,
âyette geçen « i d r â k » i n nefyinde b i r h i k m e t kalmazdı. Çünkü A l ­
lah, görmeye muhtaç olmaksızın, başkalarını idrâk etmektedir. O y s a k u l ­
ların birşeyi ancak görmekle idrâk etmeleri mümkündür. B i n a e n a l e y h ,
g ö r m e olmayacağına göre, idrâkin de n e f y i n i n b i r anlamı k a l m a m a k t a dır329.
H z . Mûsâ'mn A l l a h ' a : «İ2a&&im/ B a n a k e n d i n i göster. S a n a bakaytm»^^^
demek s u r e t i y l e yalvarması d a Allah'ın görülmesinin caiz olduğuna açık
bir deiildir^^^ Z i r a , mümkün o l m a y a n birşeyi A l a h ' d a n istemesi, H z .
Mûsâ'mn câhil olmajsı ve Rabbını gereği g i b i b i l m e m e s i d e m e k t i r . B ö y ­
le b i r k i m s e n i n de p e y g a m b e r olması ve A l a h ' m v a h y i n e m a s h a r o l m a ­
sı düşünülemez'^-^
K e z a , «O gün. b i r t a h m yüzler R a b b l e r i n e bakıp
parlayacaktır»^^^
âyeti de Allah'ın görüleceğini i s b a t l a y a n en b e l i r g i n delilleı-den biridir^^*.
İşte b u ve benzeri âyetlerin de delâlet ettiği g i b i , müminler Allah'ı gözle
göreceklerdir. Şu k a d a r v a r k i , b u görme dünyada değil, ancak ahirette
olacaktır. Kâfirler ise, ahirette Allah'ı göremiyecekler ve b u nimetten
m a h r u m kalacaklardır. E s a s e n Yüce A l l a h , b u gerçeği şu şekilde b e l i r t ­
m e k t e d i r : ^Hay%r\
doğrum m l a r o gün, R a b b l e r i n d e n y o k s u n k a l a c a k lardtr»^^^.
Gerek Mâturîdiler, gerekse Eş'arîler olsun, Ehî-i Sünnet'in tümü
b u esaslar üzerinde birleşmişler, f a k a t görmenin aklî delillerle isbat e d i h p edilemeyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Mâturîdî, Allah'ı a h i r e t t e
görmenin akılla b i l i n m e s i n i n v e y a
aklî delillerle i s b a t
edilmesi­
nin
mümkün olmadığım ve dolayısıyle h e r h a n g i b i r t e ' v i i v e y a
328
E n ' â m Sûresi, âyet:
329
330
331
332
333
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, ^ s. 77; Te'vilâtu'l-Kur'ân,
A'râf Sûresi, âyet: 143.
B k . el-Mâturîdî, Te'viîâtu'l-Kur'ân, V a r . 265 b.
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 78.
Kıyamet Sûresi, âyet: 22-23
334
B k . el-Mâturîdî,
852 a.
335
Mutaffifîn
103.
V a r . 225 a.
Kitâbu't-Tevhîd, s. 79; Te'vilâtu'l-Kur'ân. V a r . 265 b, 851 b,
Sûresi, âyet:
15.
99
t e f s i r e kaçmaksızm b u n a inanılması gerektiğini söylerken^^^ Eş'arî b u ­
n u n akılla ve aklî delillerle de isbat edilebileceğini i l e r i sürmüştür.
Eş'arî'nin « v a r 1 ık d e l i l i » adı v e r i l e n ve Allah'ın görülebilece­
ğini i s p a t l a y a n aklî delili^'' özet o l a r a k şudur: Günlük h a y a t t a gözle görü­
l e n şeyler, gerçekte v a r oldukları için görülmektedir. A l l a h d a v a r o l d u ­
ğuna göre, O n u n d a görülmesi pekâlâ mümkündür. V a r oldukları için
h e r a n müşahede ettiğimiz ve gördüğümüz nesnelere gelince b u n i a r m şu
şekilde açıklanması mümkündür : B i z h e r a n cevher ve a r a z g i b i hakîkatları v e y a yapıları değişik birçok şeyler görmekteyiz. Meselâ, r e n k ­
l e r i gördüğünüz g i b i , c i s i m l e r i de görmekteyiz. B i n a e n a l e y h , b u gerçek
çeşitli varlıkları görmemizi sağlayan nedeni inceleyebilmemiz
için
m u t l a k a b u n l a r arasındaki müşterek vasfı araştırmamız lâzımdır. O y ­
s a yapılan inceleme ve araştırmalardan d a anlaşılmaktadır k i , h a k i k a t ­
l e r i değişik o l a n b u g i b i nesneler arasında varlık ve hudûs'tan başka
müşterek b i r vasıf y o k t u r . B u r a d a hemen ifade edelim k i , hudûs'ün
görmeyi sağlayan b i r sebep olması mümkün değildir. Çünkü
hudûs,
s o n r a d a n v a r o l m a , üzerinden y o k l u k geçen b i r varlıktan i b a r e t t i r k i ,
yokluğun b e l i r l i b i r hükme v a r m a d a b i r değeri, b i r t e s i r i y o k t u r . H u ­
dûs'ün b i r t e s i r i v e y a değeri olmadığına göre, geride, sadece b i r şey
kalmaktadır k i , o d a , varlıktır. D e m e k o l u y o r k i , görülen ve görülme­
y e n şeyler arasında müşterek b i r vasfı m e y d a n a g e t i r e n sadece varlık­
tır. O halde Allah'ın varlığı d a , şüphesiz O ' n u n görülmesinin cevazına
u y g u n düşen k u v v e t l i b i r i l l e t t i r , b i r nedendir. İllet v e y a neden hâsıl
olduğu anda, hükmün de s a b i t olması z o r u n l u d u r . B i n a e n a l e y h , Allah'ın
görülmesinin doğruluğuna i n a n m a k d a , böylece z o r u n l u b i r h a l almış
olmaktadır^^ s
Eş'arî'nin b u görüşüne, Ebû'l-Muîn en-Nesefî^3^ Alî b. M u h a m m e d
el-Pezdevî^'^ Nûreddîn es-Sâbunî'^^ g i b i , Mâturîdî'nin taraftarlarının b i r ­
ç o ğ u d a katılmıştır. Fahreddîn er-Râzî ise, Eş'arî'nin
varlık
delilini
k a b u l etmemiş ve b u k o n u d a Mâturîdî'nin görüşüne uymayı d a h a u y ­
g u n görmüştür^^^.
3 3 6 ~ B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd
337
Bk. el-Eş'arî,
s. 77.
el-Luma', s. 32; eş-Şehristânî
s. 357; er-Râzî, Kitâbu'l-Erbaîn,
Nihâyetu'l-îkdâm
s. 191.
338
Bk. er-Râzî, Kitâbu'l-Erbaîn,
339
340
341
Huleyf M u k . s. 39-40.
Tafsilât için bk. en-Nesefî, Tabsıratu'i-Edille, V a r . 95 a vdd.
Bk. el-Pezdevî, Usûl, KeşfuT-Esrâr kenarında.
Bk. es-Sâbûnî, KitâbuT-Bidâye fî Usûli'd-Dîn.
342
Bk. er-Râzî, Kitâbu'l-Erbaîn,
100
fi 'limil-Kelâm.
s.
191. vd;
s. 198.
el-Mâturîdi,
Kitâbu't-Tevhîd,
Dr.
Mâturîdî'nin ve genel olarak E h l - i Sünnet'in b u k o n u d a k i görüşü
işte budur. B u n d a n da anlaşılıyor k i , ahirette A l l a h , mü'minler t a r a f m ­
dan gözle görülecektir. M u ' t e z i l e ise b u görüşe karşı çıkmakta ve A l ­
lah'ın ahirette gözle görülemiyeceğini i l e r i sürmektedir. O n l a r a göre
A l l a h cisimlere benzemez. O y s a gözle görülen b i r şey, cisimlere b i r
bakımdan benzemiş sayılır. B i n a e n a l e y h , Allah'ın gözle görüleceğini
söylemek, O ' n u c i s i m l e r g i b i gözle görülebilecek b i r varlık o l a r a k vasıf­
landırmak d e m e k t i r k i , böyle b i r şey O ' n u n hakkında m u h a l d i r . B u n u n için
M u ' t e z i l e , b u k o n u d a E h l i Sünnet'in dayandığı nassîarı t e ' v i i etmek z o r u n ­
da kalmıştır. Meselâ, Kıyamet Sûresinde geçen «Nazıra » SOZUnU «GrO"
rücü v e y a bakıcı» mânasında olmayıp,mtt;3:ar^. b e k l e m e ^ yâni Allah'ın
sevabını ve n i m e t l e r i n i bekleme anlamında olduğunu i l e r i sürmüştür
M u ' t e z i l e diğer âyetleri de b u n a benzer b i r şekilde t e ' v i i ve t e f s i r etmistir'*^
Bütün b u sözlerin ve bitirmiş olduğumuz
A l l a h vardır, eşi ve benzeri y o k t u r .
343
344
bölümün
özü
şudur :
B k . el-Kâdî A b d u l c a b b â r , K i t â b u l - M u ğ n î , C . I V , s. 197, 198.
B u m e s e l e l e r için b a k m ı z : el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd. s. 77-85; T e ' v i l â t u l K u r ' â n , V a r . 14 b, 225 a, 265 b , 724 a, 851 b , 852 a; eş-Şehristâ.ni, e l - M i l e l
v e ' n - N i h a l , C . I, s. 45; A l b e r t Nasrî Nâder, Feîsefetu'l-Mu'tezile, s. 112 v d . ;
el-Eş'arî, e l - L u m a ' , s. 61-68; el-Gazzâlî, el-İktisâd fî'l-î'tikâd, s. 60 v d . v e D r .
K e m a l Işık çevirisi, s. 45-54; Zuhdî H a s a n Cârullah, e l - M u ' t e z i l e , s. 79-83; D r .
K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u ve K e l â m ı Görüşleri, s. 73-75.
101
D Ö R D Ü N C Ü
B Ö L Ü M
P E Y G A M B E R L İ K
î _
PEYGAMBERLİKLE İLGİLİ
a — P e y g a m h e r e o l a n ihtiyaç
G E M E L HÜKÜMLER
:
:
Mâturîdî'ye göre, emrettiği şeyleri y a p m a k , nehyettiği
şeylerden
kaçınmak için, Allah'ın P e y g a m b e r göndermesi haktır. Yüce Allah'ın
bütün f i i l l e r i b i r h i k m e t e göre cereyan etmektedir. O ' n u n f i i l l e r i n i n b u h i k ­
m e t i n dışına çıkması v e y a bunların h a f i f l i k l e vasıflandırılması düşünüle­
mez. Allah'ın emrettiği şeyleri insanların yapmasında b i r faydası olmadığı
g i b i , nehyettiği şeyleri terkedip etmemelerinde de b i r zararı y o k t u r . O y s a
b u e m i r v e y a nehyedilen şeylerde kulların faydalanmaları v e y a z a r a r gör­
m e l e r i h i k m e t i vardır. İyi v e y a kötü o l a n şeyleri bilmede, h e r n e k a d a r
akıl büyük b i r r o l o y n u y o r s a da, dinle i l g i l i hükümleri v e eşyanın t a b i ­
atlarını b i l m e k hususunda aklın i)nemli b i r payı y o k t u r .^^^
Allah'ın varlığını ve birliğini k a b u l eden b i r k i m s e n i n , O ' n u n pey­
gamberler gönderebileceğine de inanması g e r e k i r . A l l a h ' a bütün sıfatl a r i y l e inanmadıkça. Peygamberliğin isbatı k o n u s u n d a h e r h a n g i b i r t a r ­
tışmaya girişmek y e r s i z d i r . Z i r a asıl o l a n elçiyi gönderendir. Elçi­
n i n görevi ise, k e n d i s i n i görevlendirenin
emirlerini ve
nehiylerini
tebliğdir. İnsanları b u emirlere u y m a y a v e n e h i y l e r i n d e n kaçınmaya
d a v e t t i r . Allah'ın e m i r v e n e h i y i e r i n i n ve b u n a bağlı o l a r a k i y i v e y a
kötü şeylerin akılla bilinebileceğini i l e r i sürerek P e y g a m b e r gönderil­
mesine gerek olmadığım söylemek, y a d a peygamberliği inkâr etmek,
o n u gönderen Yüce Allah'ı d a inkâr etmek d e m e k t i r . K u l l a r için n e y i n
i y i olup, n e y i n kötü olduğunu en i y i b i l e n şüphesiz Allah'tır. B u n u n
için Allah'ın, i n s a n l a r a p e y g a m b e r göndermesi ve b u p e y g a m b e r i n de
k e n d i l e r i n d e n seçilmiş olmasının şüphesiz b i r h i k m e t i , b i r sebebi v a r dır.^^® P e y g a m b e r l e r i k e n d i k a v i m l e r i arasından seçmesinin en büyük
345
346
Bk. en-Nesefi, Tabsiratu'I-Edille. V a r . 109 b.- Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 176;
Risâletun fîT-Akâid, s. 19 ve Prof. Yusuf Ziya tercümesi, Akâid Risalesi, s. 2 9 .
Bk. Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 176; en-Nesefî, Tabsıratu'i-Edille, V a r . 109 b.
103
lıikmeti de, h e r a n içinde yaşadıkları ve yakından işbirliği yaptıkları
t o p l u m l a r c a h a l ve durumlarının yakından islenmesi, k u d r e t ve yete­
n e k l e r i n i n en i y i b i r şekilde b i l i n m e s i d i r . B m a e n a l e y h , k u d r e t ve ye­
t e n e k l e r i n i çok i y i b i l d i k l e r i b i r k i m s e n i n o r t a y a çıkıp, k e n d i gücünü ve y e ­
teneğini aşan birtakım o l a y l a r a sahne olması v e y a haberler vermesi, on­
ların, b u tür olağanüstü, olay, mucize ve haberlerin kendisinden olmayıp
A l l a h ' t a n olduğuna ve dolayisiyle o n u n Peygamberliğine, söyledikleri­
n i n doğruluğuna inanmalarını z o r u n l u kılacaktır. H e r şeyi i l m i y l e kuşa-'
tan, gücü, k u d r e t i sonsuz olan ve bütün f i i l l e r i b i r h i k m e t e göre cereyan
eden A l l a h , şüphesiz gönderdiği peygamberlerin risâletinin i s p a t l a n ­
ması için gereken âyet ve d e l i l l e r i de yaratmağa kâdirdir^^^
Mâturîdî'ye göre, zatı i t i b a r i y l e hiçbir şeye muhtaç o l m a y a n ve
her şey O ' n a muhtaç o l a n A l l a h , f i i l l e r i n d e k i h i k m e t i n b i r gereği o l a ­
r a k yaratıkları yaşamak üzere yarattı. O n l a r a b u n u n
için gereken
k u d r e t i v e r d i . S o n r a da, onların yaşamlarım d e v a m
ettirebilmelerini,
beslenme, y e t e r m c e gıda a l m a g i b i birtakım şartlara bağladı. H a y a t ­
larının devamını, u z u n b i r süre yaşamayı kendilerine s e v d i r d i . Şayet
A l l a h , b u n i t e l i k l e r l e yarattığı insanları birtakım e m i r ve nehiyîerle bağ­
lamamış olsaydı, b u n l a r d a n h e r b i r i k e n d i hayatını d e v a m
ettirebil­
mek için diğerinin aleyhinde birtakım girişimlerde bulunacak, i y i , hoş
ve güzel g i b i görünen şeyleri kendisine maletmek isteyecek, şehevî ve
nefsânî arzularının e s i r i olacaktı. Diğerleri de aynı şekilde
hareket
edecekleri için, aralarında, b e l k i de yaşama y e r i n e y o k olmalarına y o l
açacak büyük b i r f i t n e n i n , büyük b i r mücadelenin doğmasına sebep
olacaktı. îşte b u n d a n dolaja Yüce A l a h ' m , helâl ve haramı i y i ve kötü­
yü beyan eden, insanların, yaşamlarım d e v a m e t t i r e b i l m e l e r i için neyi
yapıp n e y i yapamayacaklarım açıklayan e m i r ve n e h i y i e r i n i n ve b u n ­
l a r a bağh o l a r a k d a v a ' d ve v a î d ' i n i n i n s a n l a r a tebliği z o r u n l u
b i r h a l aldı. Bunları i n s a n l a r a ulaştıracak v e y a tebliğ edecek t e k v a ­
sıta ise, ancak, Allah'ın b u n u n için görevlendirdiği peygamberler o l a ­
b i l i r d i . V e işte b u n u n için p e y g a m b e r gönderilmesi zarurî b i r ihtiyaç
h a l i n i aldı^*^,
Mâturîdî'ye g ö r e A l l a h , -yaratıkları faydalı ve zararlı olmak üzere i k i
kısma ayırmıştır. H e r cevheri elem ve lezzeti i h t i v a edecek şekilde y a 347
348
104
B k . Mâturîdî, Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 318 b; Kitâbu't-Tevhîd, s. 176.
B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 177; en-Nesefi, Tatasiratu'-l-Edille. V a r . 109
b, 110 a; Mâturîdî. Te'viiâtu'l-Kur'ân, V a r , 172
\
ratmıgtır. Bunların b u şekilde yaratılmış olması, b i r hikmete ve sebe­
be bağlıdır k i b u d a , terğip ve t e r h i p ' t i r . Başka b i r deyimle, A l l a h ,
kullarını i y i o l a n şeyleri işlem.eğe teşvik etmekte ve b u n a karşılık k e n ­
dilerine çeşitli n i m e t l e r vadetm.ektedir. Diğer
t a r a f t a n insanların
kötülükten kaçınmalarım istemekte, a k s i t a k d i r d e , görecekleri cezanın
ve acının büyüklüğünü kendilerine b i l d i r m e k t e d i r .
İşte böylece e m i r
ve n e h i y l e r i n sonuçları ve insanlar için n e y i ifade e t t i k l e r i açıklanmak­
tadır. A l l a h yaratıkları halkederken, b i r b i r l e r i n e o r a n l a faydalı v e y a
zararlı olabilecek şekilde yaratmıştır. İnsanların
bunları b i l m e s i ve
k e n d i s i için faydalı olanı seçm^esi, zararlı olandan kaçınması z o r u n l u ­
dur. İşte bundan dolayı A l l a h insanların, kendilerine faydalı o l a n şey­
l e r i yapmalarını emretmıekte ve zararlı olan şeylerden uzaklaşmaları­
nı istemektedir^^^. Allahîm b u g i b i e m i r ve n e h i y l e r i n i ve b u n l a r a te­
rettüp eden mükâfat v e y a mücâzatı i n s a n l a r a tebliğ edenler de, ancak
peygamberlerdir.
b — Akla
göre
peygamberlik
:
Allah'ın e m i r ve nehiylerinde de i n s a n l a r için ince b i r h i k m e t vardır.
Z i r a A l l a h , insanları en güzel b i r şekil ve surette yaratmış,^^^ yerde ve
gökte olan h e r şeyi, bütün n i m e t l e r i , daha önce kazandıkları b u h a k ­
kın karşılığı v e y a yaptıkları b i r işin mükâfatı olmaksızın, insanoğlu­
nun emrine vermiştir^^^ Aslında b u g i b i n i m e t l e r i n , özellikle b u n i a r m
k a d r i n i ve verilişindeki h i k m e t i v e y a sebebi bilmeyenlere
verilmesi,
mantıkî olarak mümkün değildir. Z i r a b u n l a r d a h a önce i n s a n l a r t a ­
rafından kazanılmış b i r h a k değildir. îşte b u n d a n dolayı insanların,
şükran görevlerini yerine g e t i r e b i l m e l e r i ve k i m i n sevilmeye lâyık o l ­
duğunu anlamaları için, b u sonsuz n i m e t l e r i , rızıkiarı bahşedeni gere­
ği g i b i b i l m e l e r i zorunludur. B u ise, birtakım i m t i h a n v e y a tecrübeler­
den geçmeyi g e r e k t i r m e k t e d i r . îşte b u n d a n dolayı A l l a h , b u i m t i h a n ­
ları başarıp. K e n d i s i n e karşı şükran görevini h a k k i y l e yerine getiren­
lere va'dde bulunmuş ve b u n u i h m a l edenleri de cezalandırmakla t e h did etmiştir^^^. B u n d a n başka A l l a h , insanoğluna en büyük b i r nimet
olarak aklı vermiştir. B u n u n l a onu, i y i y i ve kötüyü b i r b i r i n d e n ayırma
349
350
35İ
352
B k . Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 178
B u n u n için b k . M ü ' m i n Sûresi, â y e t : 64.
B u n a delâlet e d e n âyetler için b k . R a ' d Sûresi, â y e t : 2; A n k e b û t : 6 1 ; L u k m â n : 20, 29; Z ü m e r ı 5; F â t ı r : 13; İ b r a h i m : 32-33; N a h i : 12, 14; H a c c : 65;
Câsiye : 11.
B k . Mâturîdî. Kitâbu't-Tevhîd, s. 178.
105
yeteneğine s a h i p kılmıştır. Alklını k u l l a n a n b i r k i m s e için, doğruluk
v e adalet güzel, yalancılık ve zulüm ise çirkindir. Akıl b u n l a r d a n b i ­
r i n c i s i n i n k a l p t e k i y e r i n i yüceltmiş, diğerinin ise alçaltmış ve hakîr
kılmıştır. B u n d a n dolayı akıl d a , b i r bakıma, insanın makamını yücel­
t e n i y i isteklerle, doğrulukla emretmiş, rütbesinin düşmesine, alçalma­
sına sebep o l a n şeyleri işlemekten nehyetmiş olmaktadır. B i n a e n a l e y h ,
a k l a göre de e m i r ve n e h i y z o r u n l u d u r . E m i r ve n e h y i n gereği o l a r a k
d a sevap ve ikâb ihdas edilmiştir. K i m Allah'ın emrine u y u p , doğru ve
âdil o l u r s a , m u k a b i l i n d e sevaba ve mükâfata n a i l olacak, k h n Allah'ın
nehyettiği şeyleri işleyip, âsi ve zâlim o l u r s a , müstahak olduğu ikâba,
cezaya çarptırılacaktır^^^.
Diğer t a r a f t a n aklı başında hiçbir k i m s e y o k t u r k i , k e n d i n e f s i n i
t e r b i y e e t m e y i i h m a l edip, b i z a t i h i kendisine z a r a r verecek birtakım
şehevî a r z u l a r a benliğini kaptırm.ağa razı olsun. A k s i n e elbette k i h e r ­
kes, k e n d i n e f s i n i en i y i b i r şekilde t e r b i y e e t m e y i ve i n s a n l a r tarafın­
d a n gıpta edilen h a s l e t l e r i k e n d i nefsinde toplamayı a r z u edecektir. N e
v a r k i , b u g i b i k i m s e l e r i n bazen, b u arzularını t a h a k k u k e t t i r m e k için
i z l e d i k l e r i y o l u n yanlışlığı v e y a b u k o n u l a r d a k i b i l g i s i z l i k l e r i d o l a y i s i y ­
le hidâyet yerine sapıklığa düşmeleri ve b u n u n b i r sonucu o l a r a k d a
menfaat yerine z a r a r görmeleri mümkündür. B u d a gösteriyor k i , b u
g i b i k i m s e l e r için doğru y o l u gösterecek, n e f i s l e r i n i k e n d i şehevî a r z u ­
larına g ö r e değil, h a k k a ve h a k i k a t e u y g u n b i r şekilde t e r b i y e etme­
l e r i n i sağlayacak, i y i y i ve kötüyü b i r b i r i n d e n ayırmayı
bilmelerine
yardımcı olacak b i r rehbere, b i r öğreticiye ihtiyaç vardır.
îşte b u ve benzeri görevleri y a p a n l a r
peygamberlerdir.
b u n u n için p e y g a m b e r gönderilmesi zorunludur^^^.
V e işte
Mâturîdî bütün b u n l a r a ilâveten, p e y g a m b e r gönderilmesinin zo­
runluluğunu i s p a t l a m a k için d a h a birçok aklî d e l i l i z i k r e t m e k t e ve A l ­
lah'ın e m i r ve n e h i y l e r i n i n gereği o l a n hususların akılla
bilinmesi
mümkün olup, b u n u n için ayrıca b i r p e y g a m b e r gönderilmesine gerek
olmadığım i l e r i sürenlere s u s t u r u c u cevaplar v e r m e k t e d i r . K o n u y u d a ­
h a b e l i r g i n b i r hale g e t i r m e k için, Mâturîdî'nin b u d e l i l l e r i n i de madde­
l e r halinde z i k r e t m e k t e y a r a r görmekteyiz.
353
B k . Mâturîdî, a m l a n eser, s. 173-179;
en-Nesefî, T a b s i r a t u l - E d i U e , V a r . 109
b-110 a.
354
106
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 179.
1 — D ü n y a
ve
d i n i e
i l g i l i
s o r u n l a r :
Gerek dünya, gerekse dinle i l g i l i hususları insanların gereği g i b i
b i l m e l e r i için, b i r p e y g a m b e r i n gönderilmesi şarttır. B u n u n akıl d a zo­
r u n l u kılmaktadır. Z i r a A l l a h i n s a n l a r a sayısız nimetler bahsetmiştir.
B u nimetlere karşı insanların şükran borçlarını y e r i n e g e t i r m e l e r i dinî
görevlerindendir. A l l a h insanları yaratmış ve çeşitili i m t i h a n v e y a tec­
rübelere e h i l kılmıştır. O n l a r için, gökten indirdiği yağmurlarla yeryü­
zünü b i r cennet h a l i n e getirmiş ve yaşamaları için z o r u n l u o l a n h e r
türlü m a d d e y i yaratmıştır. B u n l a r içinde gıda m a d d e l e r i g i b i , faydalı
b i t k i l e r olduğu g i b i , yerinde kullanılmadığı t a k d i r d e
i n s a n hayatını
tehlikeye s o k a n zararlı maddeler de vardır. B u n l a r d a n h a n g i s i n i n f a y ­
dalı, h a n g i s i n i n zararlı olduğunu tesbit etmek için sadece akıl kâfi de­
ğildir. B i n a e n a l e y h , bunları çok i y i bilen b i r müşahide, b i r rehbere i h t i ­
yaç vardır. B u n u n sayesinde insan, yaşaması için z o r u n l u olan gıdayı
alacak ve A l l a h ' a o l a n şükran borcunun b i r gereği o l a r a k dinî görevle­
r i n i yerine getirecektir^^l
2 — İ n s a n l a r l a
İ l g i l i
S o r u n l a r :
İnsanların k e n d i yaşantılariyle i l g i l i meseleleri,
sadece akıUariyle
b i l m e l e r i mümkün değildir. Meselâ daha önce hiç b i r b i l g i y e sahip o l m a ­
d a n b i r k i m s e n i n , k e n d i s i y l e yakından i l g i l i bulunmasına rağmen, tarı­
mın nasıl yapılacağım veya tarımsal ürünlerin nasıl
yetiştirileceğini,
b u n u n için ne g i b i işlemlerin yapılması v e y a t e d b i r l e r i n alınması ge­
rektiğini, b i r y o l gösterici olmaksızın sırf a k l i y l e bümesi imkânsızdır.
B i r maddenin özünü bildiği farzedüse dahî, b u n u n
ne şekilde gıdaya
elverişli b i r d u r u m a getirileceğini bilemez. S o n r a insanların beslenme­
s i n i sağlayan gıdaların, faydaları yanında, i f r a t a kaçıldığı zaman b a ­
z a n i n s a n vücûduna büyük z a r a r vermeleri de mümkündür. B u n u n için f a y ­
dalı olan m i k t a r l a , zararlı o l a n miktarı b i l m e k g e r e k l i d i r . Ayrıca i n ­
sanların bünyeleri de çeşitlidir. B i r i n e i y i ve faydalı olan şey, diğeri
için pekâla kötü ve zararlı sonuçlar doğurabilir. B u n u n için b e l i r l i b i r
şeyin h a n g i i n s a n için i y i ve faydalı, h a n g i s i için kötü ve zararlı o l d u ­
ğunu d a b i l m e k z o r u n l u d u r . T i c a r e t , san'at, hayvancılık, tıp, d i l , t a r i h ,
Coğrafya ve K i m y a g i b i i n s a n l a r l a yakından
i l g i l i diğer k o n u l a r d a
b u n u n g i b i d i r . B u g i b i konuları insanın sadece a k l i y l e çözmesi ve b i l ­
mesi mümkün değildir. B u n l a r için m u t l a k a b i r öğreticiye, b i r rehbere
355
B k . ei-Mâturîdî, anılan eser, s. 179; en-Nesefî,
T a b s ı r a t u l - E d i U e , V a r . 111 a,
vd.
107
ihtiyaç vardır^^^
3 — İ n s a n ı n
y a p ı s ı :
A l l a h insanı birtakım organik c i s i m l e r i i h t i v a eder şekilde y a r a t ­
mıştır. B u o r g a n i k c i s i m l e r i n her b i r i n i n insan bedeninde ayrı ayrı g ö ­
r e v l e r i vardır. İnsan, bunların tümü i l e b i r bütün haline gelmektedir.
B u n l a r d a n b i r i n i n d a h i görevini y a p a m a z hale gelmesi, insanın da, ge­
rek A l l a h ' a , gerekse i n s a n l a r a karşı mükellef bulunduğu
görevlerini
t a m olarak yerine getirememesine sebep olacaktır. B u n u n için, insanı
i n s a n y a p a n b u organların m a h i y e t i n i n , görevlerinin neler olduğunun
ve ne şekilde korunacaklarının b i l i n m e s i zorunludur. Bunların ise sade­
ce akılla b i l i n m e s i mümkün değildir. B i n a e n a l e y h , b u n l a r için de mut­
l a k a b i r mürşide, b i r öğreticiye ihtiyaç vardır^^^
Q —
P e y g a m b e r l e r Gönderilmesini
Z o r u n l u Kılan Diğer
Nedenler
P e y g a m b e r gönderilmesini z o r u n l u kılan aklî delillerden
da Mâtûrîdî'ye göre şunlardır :
:
bazıları
1 — İnsanlar arasında genellikle b i r e y i l i m vardır. B u da, en i y i ,
en güzel olan şeyi elde etme arzusu ve başkasının değil, sadece k e n d i ­
s i n i n buna lâyık olduğu düşüncesidir. B u , insan p s i k o l o j i s i n i n b i r teza­
hürüdür, îşte insanların b u duygusal davranışları, aralarında z a m a n l a
büyük tartışmaların ve anlaşmazlıkların doğmıasma
sebep olmuştur.
B u n u n özelliklerini, yaşadığımız t o p l u m d a dahî her a n görmemiz müm­
kündür. B u g i b i n i z a v e y a anlaşmazlıkların, f e r t l e r i b i r b i r i n d e n ayıran,
aralarındaki sevgi bağlarının kopmasına ve dolayisiyle fertlerden m e y ­
dana gelen t o p l u m u n y o k olmasına, fesada uğramasına sebep olan en
büyük âmillerden b i r i olduğu b i l i n m e k t e d i r . Akıl d a bunları tasvîb et­
memekte ve çirkin görmektedir. O halde a k l a göre de, bunların arasın­
d a k i ilişkiyi düzenleyecek, aralarındaki anlaşmazlığı kaldıracak, hak­
kın gerçek sahibine v e r i l m e s i n i
sağlayacak ve dolayisiyle
araların­
d a k i d i r l i k v e düzenliği y e m d e n tesis edecek b i r kimseye ihtiyaç v a r ­
dır. B u d a , kullarının bütün h a l l e r i n i en i y i bilen Allah'ın, b u v a z i f e l e r i
y a p m a k , emir ve n e h i y l e r i n i tebliğ etmek, doğruyu ve yanlışı kendile­
r i n e göstermek üzere görevlendirdiği peygamberlerdir^^^
356
357
358
108
Bk.el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 180; en-Nesefî, Tabsıratu'l-Edlîle, V a r . 112
a vd.
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 181.
B k . el-Mâturîdi, anılan eser, s. 182; en-Nesefî, Tabsiratu'l-Ediİle, V a r . 112 b 113 b.
2 — B i l i n e n b i r gerçek de, insanların d i n ve dünya ile i l g i l i me­
selelerini anlama ve çözümleme hususunda
b i l g i n l e r i n yetenekleri b a ­
kımından çeşitli olmalarıdır. B i r b i l g i n i n i n s a n l a r l a i l g i l i tüm meseleleri
b i l m e s i ve bunları tek başına halletmesi, elbetteki
mümkün değildir.
A k l a göre de böyle b i r şey m u h a l d i r . Gerek dinî, gerekse dünyevî, i n s a n ­
l a r l a i l g i l i tüm meseleleri, onlar için neyin i y i , n e y i n kötü
olduğunu
hakkıyle bilen tek varlık, şüphesiz Yüce Allah'dır. B i n a e n a l e y h , A l l a h ' ­
ın bildiği b u gerçekleri kullarına ulaştıracak b i r vasıtaya ihtiyaç v a r ­
dır. B u da, b u görevi yerine getirmek üzere gönderdiği peygamberlerdir.3^9
3 — İnsanlar, yaradıhşları i t i b a r i y l e çeşitli oldukları g i b i , akılları
yönünden de b i r b i r l e r i n e benzemezler. B i r i n i n a k l i y l e doğru bulduğu b i r
seyi, diğerinin yanlış olarak görmesi mümkündür. Ayrıca insamn, b i r
an için de olsa, aklî muhakem^esini işletm.eyip, doğruyu bulmıada, i y i y i
ve yanlışı ayırmada gaflete düşmesi de mümkündür. B u gerçeklerin ışı­
ğı altında her a k l a inanmamız ve onun i l e r i sürdüğü görüş ve düşünce­
lere tartışmasız katılmamız mümkün değildir. A k s i t a k d i r d e , a k h y l e h a ­
reket eden v e y a gerçeği a k l i y l e bulduğunu i l e r i süren herkesin doğrulu­
ğuna i n a n m a k gerekecektir. B u ise, sırf aklına d a y a n a r a k birtakım d i n
ve inançlara bağlanan herkesin de d i n ve inancında doğru olduğunu söy­
lemeyi gerektirecektir k i , inanç birliğine aykırı düşen böyle birşeyin k a ­
bulü imkânsızdır. B u n d a n başka, insanların günlük yaşantılariyle i l g i l i
sorunların ve problemlerin çokluğunun, arzu, istek, nefret, dert, tasa,
acı ve tatlı g i b i , i n s a n l a r l a yakından i l g i l i sorunların çeşitli oluşunun,
akılları hayrette bırakm.ası ve a k i m b u n l a r a b i r çözüm y o l u bulmasını
v e y a b u n l a r içinden doğruyla yanhşı b i r b i r i n d e n ayırmasını imkânsız
hâle g e t i r m e s i de mümkündür. O halde, b u d u r u m l a r d a doğruyla y a n ­
lışı b i r b i r i n d e n ayıracak, insanların şüphelerini gidererek, onlara doğ­
r u y o l u gösterecek b i r mürşide, b i r y o l göstericiye ihtiyaç vardır k i ,
b u da, Allah'ın b u görevi yapmak üzere görevlendirdiği peygamberlerdir'^o.
Mâturîdî, akılla herşeyin i d r a k edilmesinin imkânsızlığını ve dola­
y i s i y l e bazı şeyleri k a v r a m a d a aklın dahî peygambere ve onun irşadına
muhtaç olduğunu b u şekilde isbatladıktan sonra, özetle şöyle demekte­
d i r : «İnsanların sâdece akıllarını k u l l a n m a k v e y a bilenlere danışmak,
y a d a tüm k a b i l i y e t ve yeteneklerini k u l l a n a r a k i c t i h a d etmek suretiyle
359
B k . el-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 182.
360
B k . el-Mâturîdî, K i t â b u ' f T e v h î d ,
Var.
s.
182, 183;
en-Nesefî.
TabsiratuT-Edille,
113 a, v d .
109
her a n karşılaştıkları türlü p r o b l e m l e r i n i çözmeyi başardıkları farzedilse dahî, peygamberlerin gönderilmesinin yine de k e n d i l e r i için bü­
yük b i r nimet, kıymetli b i r yardım olduğunda şüphe y o k t u r . B u , A l ­
lah'ın o n l a r a büyük b i r lütfü ve ihsanıdır. B u n u inkâr etmek, cehalettir,
ahmaklıktır, lütfün ve ihsanın değerini b i l m e m e k t i r . O y s a peygambe­
r i n gönderilmesinin başta gelen nedenlerinden b i r i de, insanların yükü­
nü h a f i f l e t m e k ve y o r u l m a d a n doğru y o l u bulmalarına yardımcı olmak­
tır. İşte bunun için akıl d a genel olarak peygamıberlik
müessesesini
sevmiş ve o n a karşı sempati duymuştur. Ayrıca insanların h e r a n k a r ­
şılaştıkları p r o b l e m l e r i n i çözmek, yaptıkları hatâlardan dolayı k e n d i ­
l e r i n i i k a z etmek, u y a r m a k bakımından d a peygamberlerin gönderilme­
si büyük b i r n i m e t t i r . B u d a , şüphesiz onların, akıllarını kullanmalarına,
gerçekleri araştırmalarına ve dolayisiyle şeytanın güzel gösterdiği şey­
lerden kaçınmalarına, hevâ ve heveslerine
uymamalarına vesile ola­
caktır»
II -™ PEYGAMBERLİKLE İLGİLİ ÖZEL
a — Peyganıberlerin
insanlardan
HÜKÜMLER ı
gönderilmesi
:
Mâtûrîdî'ye göre p e y g a m b e r l e r i n i n s a n l a r arasından seçilip gönde­
rilmesinde büyük b i r h i k m e t vardır. Z i r a A l l a h h e r şeyde kulları için
kolaylığı m u r a d etm.iş ve onları zora koşm.aktan kaçınmıştır, D o l a y i s i y ­
le A l l a h , e m i r ve n e h i y l e r i n i i n s a n l a r a tebliğ etmek, hayatları b o y u n ­
ca her a n karşılaştıkları türlü p r o b l e m l e r i n i - halletmek ve özellikle
k e n d i l e r i n i sapıklıktan kurtarıp doğru y o l u bulmalarını sağlayan k u r ­
tuluş yollarını göstermek için, elçilerini i n s a n l a r arasından seçmiştir.
Mâturîdî, b u k o n u üe i l g i l i olarak, Kur'ân-ı Kerîm'de geçen çeşitli
âyetleri büyük b i r d i k k a t l e incelemekte ve bunların i h t i v a e t t i k l e r i
h i k m e t l e r i kendine has b i r üslupla açıklamakta ve b u arada peygamberlerüı i n s a n l a r d a n olamayacağını i l e r i sürenlere karşı s u s t u r u c u ce­
v a p l a r vermektedir. Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «Ey i n a n a n l a r ! A n d o l s u n
k i , içinizden s i z e , sıkıntıya uğramanız k e n d i s i n e ağır g e l e n ^ s i z e düşkün,
i n a n a n l a r a şefkatli v e m e r h a m e t l i hır p e y g a m b e r gelmiştir»^'^-. B u âyet­
te de görüldüğü g i b i , i n s a n l a r a peygamber gönderilişinin en önemli se­
beplerinden b i r i de, onların içinde bulundukları sıkıntıları b e r t a r a f edip.
361
B k . el-Mâturîdî. a m l a n
362
Tevbe
110
Sûresi,
e s e r , s. 185.
â y e t : 129.
k e n d i l e r i n i dünya ve âhiretde f e r a h a ve mutluluğa kavuşturmaktır. B u
ise ancak, k e n d i cinslerinden olan, bizâtihî içlerinde
yaşayan, türlü
p r o b l e m l e r i n i ve sıkıntılarını yakından müşahede
eden b i r k i m s e n i n
peygamber o l a r a k görevlendirilmesi ile mümkün olur.
B u n l a r d a n başka, Yüce A l l a h ' t a n ^gelen em^ir ve n e h i y l e r i n ve b u n ­
ların i h t i v a e t t i k l e r i h i k m e t ve kavramların,
zihinlerde h e r h a n g i b i r
karışıklağa, şüpheye v e y a i l t i b a s a m e y d a n vermeyecek şekilde i n s a n ­
l a r a ulaştırılması yönünden de peygamberlerin i n s a n l a r d a n gönderil­
mesi z o r u n l u d u r . Çünkü onlar, içinde yaşadıkları toplumların ve top­
lumları meydana getiren f e r t l e r i n eşyanın h a k i k a t i n i bilme ve k a v r a ­
m a d a k i k u d r e t ve yeteneklerinin derecesini en ?yi b i l e n , en isabetli b i r
şekilde değerlendiren seçkin k i m s e l e r d i r . . Ayrıca, h e r yaratık ancak
kendi cinsine meyleder ve k e n d i cinsinden o l m a y a n l a r d a n
d a nefret
eder b i r şekilde yaratılmıştır. B u gerçeği bütün yaratıklarda görmek
mümkündür. B u , yaradılışın b i r gereğidir. îşte b u n d a n dolayı
Yüce
A l l a h , peygamberleri de, d a h a çok yararlı o l a b i l m e l e r i ve mükellef b u ­
lundukları görevlerini d a h a e t k i n b i r biçimde yerine getirebilmeleri ve
d o l a y i s i y l e gönderildikleri insanların d a kendilerine karşı gereken s a y ­
gı ve hürmeti gösterebilmeleri, A l l a h ' t a n getirdiği şeyleri k a b u l edebil­
meleri ve davetine h e r h a n g i b i r şüphe ve tereddüde düşmeksizin icabet
edebilmeleri için, k e n d i cmslerinden olan i n s a n l a r d a n
göndermiştir'^^
B u ise şüphesiz Yüce Allah'ın büyük b i r lütfu, değerli b i r ihsanıdır'^^
H z . Peygamber, A l l a h tarafından risâletle görevlendirildiği z a m a n ,
müşrikler b u n a inanmamışlar, özellikle k e n d i l e r i g i b i o l a n b i r i n s a m n
peygamber olamıyacağını ve b u n u n için b i r meleğin görevlenuirilmesi
gerektiğini i l e r i sürerek, kendisinden i n s a n k u d r e t i n i n dışında birtakım
olağanüstü deliller göstermesini istemişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm b u olayı
şu şekilde z i k r e t m e k t e d i r : «And o l s u n k i , B i z Kur'ân'da i n s a n l a r a tür­
lü türlü mkâl gösterip uçîMadık, Öyle i k e n insanların çoğu nmkör o l ­
m a k t a d i r e n d i l e r v e §öyle söylediler : ' B i z e , y e r d e n k a y n a k l a r fışkvrtmadtkça s a n a inanmayacağız'.
' V e y a h u r malıkların, bağların o l u p , a r a ­
larında ırmaklar akıtmalısın', ' Y a h u t d a i d d i a ettiğin g i b i , göğü t e p e ­
m i z e parça parça düşürmeli, y a d a Allah'ı v e m e l e k l e r i karşımıza g e t i r m e l i ­
s i n . ' ' V e y a altın b i r e v i n olmalı, y a h u t göğe yükselmelisin;
ama oradan
okuyacağımız b i r kitâb i n d i r m e z s e n y i n e inanmayacağız'. D e k i : 'Fesubhâ363
B k . el-Mâturîdî, Te'vilâtu'l-Kur'ân,
364
T a f s i l a t için b k . el-Mâturîdî, anılan eser. V a r . 375 a; İ b r a h i m
10-11; K e h f : 110; E n b i y â :
V a r . 318 b, 319 a . ^
3: Y â s î n :
Sûresi,
âyet:
15; Ş u a r â : j l M -
111
n a l l a h ' . B e n p e y g a m b e r o l a n b i r i n s a n d a n başka b i r şey m i y i m f\ İn­
s a n l a r a doğruluk r e h b e r i geldiği z a m a n , inanmalarına
engel olan, s a ­
d e c e : ' A l l a h , p e y g a m b e r o l a r a k b i r i n s a n mı gönderdir
demiş o l m a l a rıdır»^^^,
Mâturîdî, b u âyetlerin, özellikle «Allah, p e y g a m b e r o l a r a k b i r i n ­
s a n mı gönderdi?»
âyetinin müşriklerin b i r protestosu m a h i y e t i n i - t a şıdığmı z i k r e t m e k t e d i r . O n l a r a göre, eğer A l l a h , o n l a r m
gerçekten
imân etmelerini dilemiş olsaydı, kendilerine peygamber o l a r a k k e n d i ­
l e r i g i b i b i r , i n s a n değil, b i r melek gönderirdi. Z i r a o n l a r a göre, H z .
P e y g a m b e r ' i n i n s a n olması yönünden, o n l a r d a n üstün b i r tarafı olma­
dığı g i b i , b u göreve k e n d i l e r i n d e n h e r h a n g i b i r i n d e n de d a h a çok lâyık
değildir. B i n a e n a l e y h , p e y g a m b e r i n i n s a n değil, melek olması g e r e k i r ,
îşte Yüce A l l a h , müşriklerin, b u tür şüphe ve tereddütlerinin b i r s o n u ­
cu olarak, p e y g a m b e r l e r i n k e n d i cins v e y a cevherlerinden olamıyacağı hakkındaki iddialarını reddetmiş ve şöyle demiştir : «De k i : Y e r ­
yüzünde yerleşip dolaşanlar m M e k olsalardı. B i z d e o n l a r a gökten p e y ­
g a m b e r o l a r a k b i r m e l e k gönderirdik»^^''.
B u n d a n d a açıkça anlaşılıyor k i , peygamiberlerin i n s a n l a r d a n gön­
d e r i l m e s i z o r u n l u d u r . Z i r a âyette de görüldüğü g i b i , yeryüzünde yerle­
şip dolaşanlar melekler değil, insanlardır. B i n a e n a l e y h , insanların. K e n ­
di cinslerinden peygam/oer gönderilmesini k a b u l etmemeleri, a k l a v e
mantığa u y g u n değildir. Çünkü i n s a n l a r , m e l e k l e r i v e y a c i n l e r i görme­
d i k l e r i g i b i , onların mâhiyetlerini, k u d r e t ve y e t e n e k l e r i n i gereği g i b i
b i l m e l e r i ve t a k d i r etmeleri d e ' m ü m k ü n değildir. D o l a y i s i y l e m„âhiyeti
b i l i n m e y e n b i r varlığın, A l l a h ' d a n getireceği e m i r ve n e h i y l e r i n v e y a
p e y g a m b e r l e r i n i i s b a t l a m a k için göstereceği d e l i l . ve m u c i z e l e r i n , d a h a
önce k u d r e t ve yetenekleri hakkında k e s i n b i r f i k r e sahip b u l u n u l m a ­
dığı için, doğruluğuna i n a n m a k v e y a b u h u s u s t a i s a b e t l i b i r k a r a r a
v a r m a k mümkün olamıyacaktır. O y s a insanların h e r a n b i r a r a d a y a ­
şadıkları, k u d r e t ve y e t e n e k l e r i n i yakından müşahede e t t i k l e r i b i r k i m ­
senin p e y g a m b e r o l a r a k görevlendirilmesi, b u g i b i , tereddüt v e y a şüp­
h e l e r i n izâlesine sebep olacak ve d o l a y i s i y l e k u d r e t ve yeteneğini aşan
birtakım d e l i l v e y a m u c i z e l e r i n kendisinden olmayıp, A l l a h ' d a n olduğu­
n a ve k e n d i s i n i n de gerçekten A l l a h ' m elçisi bulunduğuna
inanmayı
gerektirecektir^^^
365
366
367
112
İsrâ Sûresi, â y e t : 89-94.
İsrâ Sûresi, â y e t : 95; B k . e l - Mâturîdî, Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 430 b .
B k . el-Mâturîdî, Te'vîiâtu'e-Kur'ân, V a r . 430 b.
Bımunla i l g i l i o l a r a k , Yüce A l l a h , H z . P e y g a m b e r ' i n
şöyle demesini e m r e d i y o r
nım:
ancak
l a n a Tanrınmn
U n e kavuşmayı
ortak
: «De
urrmn
koşmasın»''^
müşriklere
U : B e nd e ancak sizin g i U U r insa­
t e k U r Tanrı olduğu
k i m s e , yararlı
iş işlesin
vahyoUnuyor R a b -
ve RabUne
kulhıMa U g
Mâtûrîdî'ye göre, A l l a h ' m b u e m r i bağlıca uç se­
bebe dayanmaktadır :
1 _ Müşrikler, Allah'ın elçisi o l a r a k gönderildiğim
isbatlamak
için H z P e y g a m b e r ' d e n i n s a n gücünün, beşer k u d r e t i n i n dı§mda olağan¬
üstü birtakım d e l i l l e r ve m u c i z e l e r göstermesini i s t i y o r v e aksı ta.<dırde
kendisine ve A l l a h ' d a n g e t i r d i k l e r i n e inanmayacaklarını söylüyorlardı.
A y r ı c a eğer sen i d d i a ettiğin g i b i , gerçekten A U a h tarafından gönderil­
miş b i r peygamber isen, şüphesiz A l l a h s e n i n h e r dediğim
yapacak,
tümMsteklerıni y e r m e g e t i r e c e k t i r , diyorlardı, işte Yüce A l l a h , rnugrık-ff^-^^^^
l e r i n b u g i b i aşırı isteklerine karsı P e y g a m b e r ' i n «Ben
g i b i b i r i n s a m m . B e n , ancak Tanrı'mn buyruklarmı size tebliğ e.mekk^
mükellefim. A l l a h dilediğini y a p a r , dilemediğini
Pf^^f"
^."^İ^
irâdesi v e dilemesiyle v a r o l u r . O ' n a hiçbirşey • vâcib değildir.
Benim
elimde ise, O ' n u n e m i r l e r i m y e r i n e g e t i r m e k t e n başka hiçbir şey y o k t u r . i s t e k l e r i n i z i y e r i n e getirecek o l a n ancak O'dur» demekle
yetmmesım
emretmiştir.
2 - B u âvetin n a z i l o l m a s m m diğer b i r sebebi de, b i r i n s a n olan
P e y g a m b e r ' i n göstermiş olduğu bazı m u c i z e l e r i n aslında
kendisinden
olmayıp, A l l a h tarafından olduğunun müşriklerce_ de k a b u l edılınesmm
sağlanmasıdır. Z i r a o n l a r b i l i y o r l a r k i , i n s a n g u c u b u g i b i
o.ay.arı
m e y d a n a getirmeğe y e t e r l i değildir. B i n a e n a l e y h , g u c u dışında o l m a s ı n ,
rağmen P e y g a m b e r ' i n k e n d i l e r i n i âciz bırakan b u g i b i d e l i l v e y a m u c i ­
zeleri göstermesini sağlayan, kendisine b u k u d r e t v e yeteneği veren
yüce b i r varlık vardır k i , şüphesiz b u d a , herşeyi i h n i y l e kuşatan ve
herşeye k a d i r o l a n Allah'tır.
3 — A l a h ' m b u e m r i n i n diğer üçüncü b i r sebebi
de, büyük b i r
i h t i m a l l e , mal'minlerin P e y g a m b e r ' e olan aşırı s e v g i l e r i n i n b i r
sonucu
o l a r a k , z a m a n l a , PIz. î s â ' n m k a v m i n d e olduğu g i b i , k e n d i s i m r a b b ve­
y a mabûd o l a r a k seçmelerini önlemektir^'^^
P e y g a m b e r i n görevleri, gönderildikleri t o p l m n l a r a A l l a h m emirle­
r i n i tebliğ etmek, b u emirlere uyanları türlü n i m e t l e r l e ve ozelhkle
368
369
K e h f Sûresi, â y e t : 110.
B k . el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 448 b .
Cennetle müjdelemek, emirlerine u y m a y a n l a r m da âhiretteki y e r l e r i n i n
Cehennem olacağmı kendilerine b i l d i r m e k ve dolayisiyle akıllarını baş­
larına toplayıp, b i r a n önce doğru y o l a yönelmeleri
için k e n d i l e r i n i
uyarm.aktır. Z i r a her şeyin b i r sonu olduğu g i b i , b u yaşanan hayatın
da elbette b i r sonu vardır, Sonsuz ve ebedî o l a n h a y a t ise, öteki dünya­
d a k i hayattır. B u n u n için insanın d a h a dünyada i k e n o h a y a t a hazır­
lanması ve o r a y a hazırhklı olarak g i t m e s i gereklidir^'o. İşte bunun için
peygamberler müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmişlerdir. V e işte b u ­
nun için Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «Peygamberleri
a n c a k müjdeci v e
uyarıcı o l a r a k gönderiyoruz.
K i m inanır v e n e f s i n i i s l a h e d e r s e , o n l a r a
k o r k u y o k t u r ; o n l a r üzülmeyeceklerdi7'y>^'^\ «Biz p e y g a m b e r l e r i
ancak
müjdeci v e uyarıcı o l a r a k göndeririz. O y s a inkarcılar^ hakkı bâtüla o r ­
t a d a n kaldırmak için çekişirler.
Âyetlerimizi
ve kendilerine
yapılan
uyarmaları a l a y a alırlar»'''^ îşte âhirette b u g i b i l e r i n h a l i pek perişan
olacaktır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz : A l l a h i n s a n l a r a kendilerinden,
kendi cevher ve cinslerinden peygamberler • göndermekle, o n l a r a büyük
bir lütuf ve ihsanda bulunmuş ve dolayisiyle daha önce içinde b u l u n ­
dukları sapıklıktan k u r t u l u p , doğru y o l u bulmalarına vesile
olmuştur.
«And o l s u n 1^ A l l a h , i n a n a n l o j r a , âyetlerini o k u y a n , onları arıtan, o n l a r a
Kitâb v e h i k m e t i öğreten, k e n d i l e r i n d e n , k e n d i c i n s l e r i n d e n b i r p e y g a m ­
b e r göndermekle
i y i l i k t e bulunmuştur. H a l b u k i o n l a r , önceleri
apaçık
sapıklıkta idiler»^'^^,
b ~
Peygamberlerin
kendi
m i l l e t l e r i n i n d i l i i l e gönderilmesi
:
Yüce A l l a h b u k o n u ile i l g i l i olarak aynen şöyle d i y o r :
«Kendilerine
apaçık a n l a t a b i l s i n d i y e , h e r p e y g a m b e r i k e n d i m i l l e t i n i n d i l i y l e gönderd i l c . A l l a h düediğini saptırır
v e dilediğini d e doğru y o l a eriştirir. Güç­
lü o l a n , H a k h n o l a n O'dur»^^'^.
Mâturîdî b u âyete d a y a n a r a k , peygamberlerin kendi m i l l e t l e r i n i n
d i l i y l e gönderilmıesinin zorunluluğu üzerinde önemle dm-m.aktadır. O n a
göre d i l , önemli b i r anlaşma aracıdır. İnsanların b i r b i r l e r i y l e anlaşabil370
371
372
373
B k . ei-Mâturidî, TeVilâtu'l-Kur'ân, V a r . 172 a.
En'âm Süresi, â y e t : 48; N i s a : 165.
K e h f Süresi, â y e t : 56.
ÂM
İmrân Sûresi, â y e t :
99 a.
374
114
i b r a h i m Sûresi, â y e t : 4.
164; b k . e l - M â t u r i d î , Te'vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 97 a,
meleri, a r a l a r m d a k i problemleri halledebilmeleri ve gerçeğe ulaşabilme­
l e r i ancak a r a l a r m d a k i d i l birliğiyle mümkün olur. B u i t i b a r l a i n s a n l a ­
rın yaşantılarında d i l i n önemli b i r y e r i vardır. Yüce A l l a h ' m , peygam­
berleri k e n d i m i l l e t l e r i n i n d i l i y l e göndermesinin ve kendileınne verdiği
kitapların d a a y m dille olmasının h i k m e t ve sebebi genellikle işte budur.
E s a s e n Kur'ân-ı Kerîm de b u gerçeği te'kîd etmekte ve yukarıda d a g ö ­
rüldüğü g i b i «Kendilerine apaçık a n l a t a b i l s i n d i y e , h e r p e y g a m b e r i k e n d i
m i l l e t i n i n d i l i y l e gönderdik»
demektedir.
Mâturîdî b u âyeti incelerken şöyle d i y o r : Şayet diğer m^illetlere
gönderilen kitapların kendi d i l l e r i y l e olmadığını farzetmemiz
mümkün
olsaydı bile, böyle b i r f a r a z i y e y i Kur'ân-ı Kerîm hakkında yürütmemiz
mümkün olamazdı. Z i r a Kur'ân-ı Kerîm H z . P e y g a m b e r ' i n A l l a h t a r a ­
fından kendisine bahsedilen en büyük b i r mucizesidir. A r a p l a r k e n d i d i l ­
l e r i n i çok i y i bilmelerine, bu d i l i n inceliklerine vâkıf olmalarına ve bela­
gat ve fesahat yönünden çok i l e r i b i r seviyede bulunmalarına rağmen
kendi d i l l e r i y l e n a z i l olmuş b u l u n a n Kur'ân-ı Kerîm karşısında âciz k a l ­
mışlar, onun, değil tümünün, b i r âyetinin dahî benzerini o r t a y a koym^ağa m u v a f f a k olamamışlardır. E s a s e n Yüce A l l a h , H z . Peygamber'e bu
gerçeği o n l a r a b i l d i r m e s i n i emretmekte ve şöyle demektedir : «De k i :
İnsanlar v e c i n l e r , b i r b i r i n e yardımcı o l a r a k b u Kur'ânhn b i r b e n z e r i n i
o r t a y a k o y m a k için b i r a r a y a g e l s e l e r , a n d o l s u n k i , y i n e d e b e n z e r i n i o r ­
taya
koyamazlary>^'^'\
B i n a e n a l e y h , Kur'ân-ı Kerîm A l l a h kelâmı olup, beşer kelâmı veya
P e y g a m b e r ' i n o r t a y a koyduğu b i r k i t a p değildir. K e n d i düleriyle n a z i l
olmasına ve kendüeri de bu d i l i çok i y i bilmelerine rağmen, o n u n b i r ben­
zerini o r t a y a koyamamaları d a b u n u n en büyük b i r d e l i l i d i r . B u da, o n ­
ların inanmalarım sağlayan önemli b i r u n s u r olması yönünden, kendile­
r i için Allah'ın büyük b i r lütfü, değerli b i r ihsanıdır. Genel o l a r a k i n ­
sanların, kendi cinslerinden o l a n l a r a ve özellikle k e n d i d i l l e r i y l e k o n u ­
şanlara karşı b i r sem^pati ve yakınlık duydukları b i r gerçektir, dolayısıy­
le i n s a n l a r , kendilerinden o l m a y a n v e y a k e n d i d i l l e r i n i konuşmayan b i r
k i m s e n i n sözünden veya davetinden çok, k e n d i l e r i n i n yakından tanıdık­
ları ve d i l i n i b i l d i k l e r i k i m s e n i n sözünü dinleyecek v e y a dâvetine icabet
edeceklerdir. P e y g a m b e r l e r i n k e n d i m i l l e t l e r i n i n d i l i y l e gönderilmesindeki h i k m e t de işte budur
375
376
İsrâ Sûresi, âyet : 88.
B k . el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 373 b.
115
c — Peygamberlerin Birbirlerinden
Üstünlüğü
:
Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «î§te b u p e y g a m b e r l e r d e n bîr k%sm%n% d i ­
ğerlerinden üstün kuldıh. O n l a r d a n A l l d h h n k e n d i l e r i n e Mtâb ettiği, d e ­
r e c e l e r l e yükselttikleri
vardır. M e r y e m oğlu îsâr'ya b e l g e l e r v e r d i k . O n u
Rûhu'l-Kudûs'le
destekledik.yy^'^'^
B u âyetten de anlaşıldığı gi'bi
Allah,
peygamberlerden b i r kısmım diğerlerinden
üstün kılmıştır. B u üstün­
lüğün h a n g i yönden olduğu h u s u s u n d a bazı görüşler i l e r i sürülmüştür.
Mâtûrîdî'ye göre b u üstünlük, d a h a çok peygamberlere tevdî edilen
görevin önem ve kapsamımn çeşitliliğinden i l e r i gelen b i r husus olup,
bazılarının ve özellikle M u ' t e z i l e ' n i n i l e r i sürdüğü g i b i , p e y g a m b e r l e r i n
kişilikleri üe i l g i l i değildir. Z i r a her peygamber, A l l a h tarafından k e n d i ­
s i n e v e r i l e n h e r görevi hakkıyle yerine getirmiştir. B i n a e n a l e y h , A l ­
lah'ın elçileri olmaları i t i b a r i y l e peygamberler arasında b i r üstünlüğün,
bir e f d a l i y e t i n söz k o n u s u edilmemesi g e r e k i r .
Âyette
geçen «peygamberlerden
b i r kısmını diğerlerinden
üstün
kıldık» sözü ise, Mâtûrîdî'ye göre büyük b i r i h t i m a l l e , peygamber­
l e r i n görevlerinin önem ve kapsamıyle orantılı o l a r a k kendilerine t a ­
nınan h a k , y e t k i v e y a imtiyazların değişikliğine delâlet etmektedir^^^.
B u cümleden o l a r a k meselâ, bazı peygamberler A l l a h ' l a konuşma i m ­
tiyazına s a h i p kılmmış^^^, bazılarını K e n d i n e halîl, dost edinmiş^^^, b a ­
zılarının e m r i n e rüzgâr v e kuşlar verilmiş^^^, İbrâhîm ve Mûsâ p e y g a m ­
berler g i b i bazılarına k a v i m l e r i y l e büyük b i r mücadele v e tartışmaya
girişme ve onları mağlûb etme k u d r e t ve yeteneği verilmiş, bazılarına
yeryüzünün h e r yerine yerleşebilme imkân ve fırsatı verilmiş^^^, bazı­
ları i n s a n ve c i n l e r i n tümüne p e y g a m b e r o l a r a k gönderilirken, bazıları
yalnız i n s a n l a r a ve diğer bazıları d a sâdece b e l i r l i b i r g r u b a v e y a top­
l u m a gönderilmiştir^^^ P e y g a m b e r l e r arasındaki derece farkları v e y a
b i r b i r i n l e r i n e o l a n üstünlükleri işte b u g i b i h u s u s l a r d a n i l e r i gelmek­
tedir.
377
378
379
380
381
382
B a k a r a Sûresi, â y e t : 253.
B k . el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 61 a.
B k . N i s a Sûresi, â y e t : 164.
B k . N i s a Sûresi, â y e t : 125.
B k . Sâd Sûresi, â y e t : 36.
B k . Yûsuf Sûresi, â y e t : 21,_56.
383
B k . el-Mâturîdî.
Te'vîlâtu'l-Kur'ân,
61 a, v d ; F u z û l î ,
Matlau'l-Î'tikâd,
Prof.
M u h a m m e d Tancî neşrî, s. 68 v d . v e E s a d Coşan ~ K e m a l Işık çevirisi, s.
58
116
v d . , A n k a r a 1962.
d — Peygamberlere
ttâat
Zorunluluğu
:
B u k o n u y l a i l g i l i olarak Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «Biz h e r p e y ­
g a m b e r i a n e a k y A l l a h h n . i z n i y l e , i t a a t olunması için gönderdik.
Onlar,
k e n d i l e r i n e yazık e t t i k l e r i n d e s a n a g e l i p A l l a h ' t a m mağfiret
dileseler
v e P e y g a m b e r d e o n l a r a mağfiret d i l e s e y d i , A l l a h ' m tövbeleri
dâima
k a b u l v e m e r h a m e t e d e n olduğunu görürlerdiy>^^\
Mâturîdî b u âyete d a y a n a r a k , peygamberlere i t a a t etmenin zorun­
luluğunu i l e r i sürmekte ve daha çok âyette geçen «Allahhn izniyle» i b a ­
resi üzerinde durmaktadır. B u a r a d a b u ibare üzerinde
i l e r i sürülen
bazı görüşleri de z i k r e t m e k t e ve özet o l a r a k şöyle d e m e k t e d i r : «Bazıla­
rına göre ' A l l a h h n i z n i y l e ' ibaresinden m a k s a t , O ' n u n
meşîeti, başka
bir deyimle, dilemesidir. Bazıları d a b u n u n ' A l l a h h n e m r i y l e ' v e y a ' A l ­
l a h h n i l m i y l e ' anlamına geldiğini i l e r i sürmüşlerdir. B u i b a r e n i n ' A l ­
l a h h n dÂleğiyle' anlamına geldiğini i l e r i sürenler, P e y g a m b e r l e r e i t a a ­
t i n ancak Allah'ın dilemesiyle mümkün olacağını, k e z a o n l a r a isyanın­
d a ancak b u d i l e k ve meşîetin b i r sonucu o l a r a k m e y d a n a geleceğini
söylemişlerdir. B u n u n 'Allah'ın i l m i y l e ' anlamında olduğunu i l e r i sü­
renler ise, peygamberlere k i m i n i t a a t edip, k i m i n i s y a n edeceğini A l ­
lah'ın ezelî i l m i y l e bildiğini, O ' n u n hiçbir şeyden g a f i l bulunmadığını
söylemişlerdir»
Mâturîdî'ye göre, herşeyi bilen, herşeyden haberdâr olan Yüce A l ­
lah, p e y g a m b e r l e r i n i gönderirken, elbette k i kendilerine k i m l e r i n i t a a t
edip, k i m l e r i n i s y a n edeceğini b i l m e k t e d i r . Onların itâatlarmm p e y g a m ­
berlere b i r f a y d a sağlaması söz k o n u s u olmadığı g i b i , b i r z a r a r verme­
s i de söz k o n u s u değildir. F a y d a v e y a z a r a r , ancak i t a a t v e y a i s y a n
edenlere râci o l a n b i r h u s u s t u r .
e
Peygamber
gönderilmedikçe
insamn
cezalandırılmamalı:
Y ü c e A l l a h şöyle b u y u r u y o r :»Kim y o l a g e l i r s e , a n c a k k e n d i l e h i ­
n e y o l a gelmiş v e M m s a p a r s a d a a n c a k k e n d i a l e y h i n e sapmıştır. K i m ­
se k A m s e n i n günahım çekmez. B i z p e y g a m b e r göndermedikçe,
kimseye
azâbetmeyisy>.'^^''
Bu
âyetten de anlaşıldığı g i b i , peygamber gönderihnediği sürece i n -
384
Nisa Sûresi, â y e t : 64.
385
B k . el-Mâturîdi, TeVîlâtu'I-Kur'ân,
386
V a r . 115 a, v d .
İsrâ Sûresi, âyet: 15.
V a r . 142 b; e n - N e s e f i ,
Tabsiratu'l-EdUle.
117
san, işlediği günahlardan dolayı s o r u m l u t u t u l m a y a c a k ve bunlardan
ötürü cezalandırılmayacaktır. Mâturîdî, «Biz p e y g a m b e r
göndermedik­
çe k i m s e y e azâh etmeyiz»
âyetini incelerken, hergeyden önce b u n u n i n ­
sanlar için Allah'ın büyük b i r lütfu bulunduğunu zikretmekte ve daha
sonra d a b u âyetin delâlet ettiği muhtemel anlam ve k a v r a m l a r üzerin­
de durmaktadır.
Ona göre, i n s a n l a r genel olarak yaptıkları işin i y i v e y a kötü oldu­
ğunu veya dünya ve âhiret mutluluğa erebilmeleri için, neyi yapıp n e y i
yapmamaları gerektiğini kendilerine bildirecek
ve o n l a n doğru yola
yöneltecek b i r mürşide, b i r öğreticiye muhtaç o l a r a k yaratılmışlardır.
B u , insanlar için doğal b i r ihtiyaçtır. İşte bundan dolayı Yüce A l l a h ,
i n s a n l a r a peygamber göndermiş ve onları K e n d i e m i r ve n e h i y l e r i n i
tebliğ etmek ve insanları doğru y o l a sevketmekle mükellef kılmıştır.
Binaenaleyh, insanların mes'ul veya sevâb y a da azaba müstehak o l a ­
bilmeleri için, Allah'ın e m i r ve n e h i y l e r i n i önceden b i l m e l e r i z o r u n l u ­
dur. B u husus gerçekleştiği an, artık k e n d i l e r i içm i l e r i sürebilecekleri
b i r mazeret v e y a bahane, y a d a tutunabiîecekleri b i r d a l v e y a dayanak
noktası kalmayacaktır.^^^
Mâturîdî, aslında insanların gerçekleri d u y u organları v e y a düşün­
me ve araştırma y a d a eğitim ve öğretim y o U a n y l e b i l m e l e r i ve k a v ­
ramaları mümkün olduğu halde, Allah'ın büyük b i r lütfu ve ihsanı o l a ­
r a k kendilerine ayrıca peygamber gönderildikten s o n r a d a inkâr ve
inatlarında ısrar edecek o l u r l a r s a , dünya ve âhiret, görecekleri cezanın
çok büyük olacağını z i k r e t m e k t e ve genel o l a r a k b u cezanın üç şekilde
olacağını söylemektedir :
B i r i n c i s i , «Her c a n ölümü tadacaktır. B i r i m t i h a n o l a r a k
s i z e i y i l i k v e kötülük v e r i r i z , S o n u n d a B i z e dönersiniz»«Biz
onla­
rı yeryüzünde i y i l e r v e kötüler o l a r a k bölük bölük ayırdık; iyiliğe dö­
n e r l e r d i y e onları güzellikler v e kötülüklerle smadık»'^^^ âyetlerinde g ö ­
rüldüğü g i b i . Yüce Allah'ın dünyada insanları, b i r günah işlemedikleri
halde, kendilerine bazı sıkıntılar vermek suretiyle sınaması, i m t i h a n
etmesidir k i , b u n u n h i k m e t i de, büyük b i r i h t i m a l l e o n l a n u y a r m a k ,
günah işledikleri t a k d i r d e âhirette k e n d i l e r i n i bekleyen azâbm büyük­
lüğünü kendilerine hatırlatmaktır.
387
388
B k . el-Mâturîdî,, Te'vîlâtuT-Kur'ân, V a r . 414 a.
Enbiyâ Sûresi, â y e t : 35.
389
A'râf
118
Sûresi, â y e t :
168.
i k i n c i s i ,
Allah'ı inkâr eden ve b u inkârlarında inat ve ısrar
edenlere v e r i l e n cezadır. B u ise, inananları' uyarması ve başkalarına da
ibret olması için, b u g i b i k i m s e l e r i n helak edilmesi
ve yeryüzünden
köklerinin kazmmasıdır. B u tür cezalandırma, genelhkle Allah'ın, b u
y o l d a k i b i r vaîdinden sonra hâsıl olmaktadır.
Ü ç ü n c ü s ü
ise, dünyâda i k e n ve son nefeslerini
vermeden
önce tevbe edip, günahlarından dönmeyenlerin ahirette görecekleri ce­
za ve çekecekleri azâptır.^^^
Mâturîdî'nin genel o l a r a k peygam.berlikle i l g i l i görüşleri işte bun­
lardır. B u n d a n sonra onun, H z . P e y g a m b e r ' i n risâleti ile i l g i l i görüşle­
r i n i açıklamağa çahşacağız.
m
—
H z . PEYGAMBERİN
a — Hz, Peygamberdin
NÜBÜVVETİ :
Nübüvvetini
İspatlayan
Deliller :
D a h a önce, genel olarak peygamberliğin gerektirdiği ve insanların
peygamberler hakkında inanmaları gereken sıfat v e y a n i t e l i k l e r i K u r ' ­
ân-ı Kerîm'in ne şekilde belirtiğini ve b u n l a r hakkındaki Mâturîdî'nin
görüşlerini açıklamıştık. B u n l a r , ana h a t l a r i y l e peygamberlerin de her­
h a n g i b i r yaratık g i b i b i r beşer olduğu esâsına d a y a m y o r ve b u gerçek,
i l k inen âyetlerde olduğu g i b i , daha s o n r a gelen
âyetlerde de açık ve
seçik b i r şekilde o r t a y a konuyordu.^^^ B u n u n b i r sonucu o l a r a k da, i l k
anda peygamberleri tanrılaştıran v e y a o n l a r a tanrılık sıfatı isnâd eden
dinler reddedilmiştir. Böylece peygamberlerin varlığı, varlıklar içinde
insanların sınıfından oldukları tesbit ve tâyin edildikten sonra, peygamber
olarak hâiz bulundukları sıfatlar, Kur'ân-ı Kerîm'in çeşitli yerlerinde belir­
tilmiştir. Genel o l a r a k peygamberlerin i n s a n olmaları i t i b a r i y l e i k i yön­
l e r i vardır. B i r i , A l l a h ' a karşı olan durumlarını, diğeri de i n s a n l a r a k a r ­
şı mükellef bulundukları görevlerini t a y i n eder. P e y g a m b e r l e r i n A l ­
l a h ' l a olan ilişkileri, d a h a çok, O'nun elçisi olmak, risâlet görevini h a k l i i y l e
390
B k . el-Mâturîdî, T e ' v î l â t u ' l - K u r ' â n , V a r . 414 b.
391
Örnek için b a k : Enbiyâ Sûresi, â y e t : 3; İ b r â h î m : 10-11; Kelıf:
110; Y â - S î n •
15; Ş u a r â : 154; İ k r a ' : 1-4; M ü z z e m m i l : 1-5; M ü d d e s s i r : 1-5; el-Mâturidî, T e ' ­
vilâtu'l-Kur'ân, V a r . 375 a.
119
yerine getirmek, vereceği emâneti gereği g i b i i n s a n l a r a ulaştırmaktır.^^'
P e y g a m b e r l e r i n ana hatlarıyle müşterek n i t e l i k l e r i işte bunlardır.
Şimdi de H z . P e y g a m b e r ' i n nübüvvetini i s p a t l a y a n özel n i t e l i k l e r i n i
Mâturîdî'nin nasıl t a s v i r ettiğini görelim.
.
Mâturidî bunları üç kısma ayırmaktadır.
Bunlardan birincisi,
Peygamiber'in kendi şahsı ile i l g i l i , i k i n c i s i hissî ve üçüncüsü de aklî
olan hususlardır .^^^
1 — H z . P e y g a m b e r 'i n
Ş a h s ı :
P e y g a m b e r ' i n şahsı ile i l g i l i h u s u s l a r özet o l a r a k şunlardır : İnsan­
ların t a m mxuhtaç oldukları b i r anda, A l l a h tarafından peygamber o l a ­
rak görevlendirilen H z . P e y g a m b e r ' i n mübarek yüzleri ayın ondördünden d a h a parlaktı. M i s k ' t e n daha güzel b i r k o k u y a , ipekten d a h a y u ­
muşak b i r tene s a h i p t i . Yaradıhşı eşsiz b i r tenâsüb ve güzelliğin t i m ­
s a l i i d i . A l l a h onu h e r türlü âfet ve belâdan m a s u n kılmış, her türlü
i y i l i k ve güzellikle t e z y i n etmiş ve yaratıklar içinde en yüksek derece
ve hasletleri kendisine vermiştir. O n u n a s l a y a l a n söylediği görülme­
diği g i b i , kendisinden şeriat ile i l g i l i b i r h a t a ve yanlışhğm sudur e t t i ­
ği görülmemiştir. Düşmanlarından yıldığı ve k o r k u p kaçtığı asla mü­
şahede edilmemiştir. Hiçbir z a m a n b i r kimseye karşı boyun eğmemiş
v e y a b i r menfaat karşılığı kendi n e f s i n i küçültmemiş, a s l a ağzından
kötü b i r söz çıkmamış ve k e n d i çıkarını düşünmemiştir. D a i m a i n s a n ­
l a r a karşı şefkatli ve m e r h a m e t l i olmuş, dünya ve âhiret, her z a m a n
onların i y i l i k ve mutlulukları için çalışmıştır.^^'
H z . P e y g a m b e r ' i n insanlara o l a n s e v g i s i ve o n l a r a karşı duyduğu
şefkat ve merhamet o k a d a r büyüktü k i , b u aşırı derecedeki ulvî ve
yüce d u y g u , onun z a m a n z a m a n A l l a h tarafından i t a b edilmesine ve
onlar için k e n d i s i n i b u derece harab etmesine gerek
bulunmadığmm
kendisine hatırlatıhnasma sebep olmuştur. Meselâ; b u n a örnek o l a r a k
şu âyetleri z i k r e t m e m i z mümkündür : «Kötü işi k e n d i s i n e güzel
gösteri­
l i p d e o n u güzel gören k i m s e , kötülüğü
hiç işlemeyene
benzer m i ?
Şüphesiz A l l a h dilediğini saptırır; dilediğini d e doğru y o l a eriştirir. E y
M u h a m m e d ! Artık o n l a r a üzülerek k e n d i n i h e r a b e t m e . A l l a h onların
yaptıklarım şüphesiz bilir».«Ey
M u h a m m e d ! İnanmıyorlar d i y e , n e 392
Bk. Doç. D r . Hüseyin Atay, K u r ' a n ' a Göre İ m â n Esasları, s.
393
Gazzâli'ye göre de bunlar,
rılmaktadır.
Bk. Gazzâlî.
hissî, hayâli ve aklî olmak üzere üç kısma ay­
el'Madnûnu'l-Kebîr,
394
Bk. eî-Mâturidî, Kitâbu't-Tevhîd,
395
Fâtjr Sûresi, â y e t : 8.
120
70-71.
s. 202.
s. 18, Mısır 1309.
rede isekendini mahvedeceksin..^"'
. S a b r e t , sabır
O n l a r a i m O m e , k u r d M - U a n düzenlerden
lara
gelen
A n d o l s u n k i , içinizden
size
düşkün,
size,
d e e^ıdîşe etme^:^^'
sıkıntıya
i n a n a n l a r a şefkatli
ancak Allah
uğramanız
«Ey
içindir.
inanan­
kendisine
ağır
v e merhametli U r peygamber
gelmiştir»
K e r e m ve cömertliğinin büyüklüğünden dolayı d a Allah'ın u y a r m a ­
sına mâruz kalmıştır : «Elini b o y n u n a bağlayıp c i m r i k e s i l m e . Büsbü­
tün d e açıp, t u t u m s u z o l m a . . Y o k s a pişman o l u r , açıkta
kalırsıny»Hz.
P e y g a m b e r ' i n e l i o k a d a r açık, k e r e m ve cömertliği öylesine b u y u k t u
k i yarınmı a s l a düşünmemiş ve b u n u n için elinde b i r d i r h e m v e y a b i r
l o k m a d a h i bırakmavı a k h n d a n geQİrmema§tir. P e y g a m b e r l i k iddiasın­
dan vazgeçtiği v e y a b i r a z o l s u n b u k o n u d a tâviz verdiği t a k d i r d e , k e n ­
disine, dünyanın en büyük n i m e t l e r i n i n bahşedileceği,
h a t t a dilerse,
kendilerine başkan v e y a k r a l t a y i n edileceği b i l d i r i l m e s i n e rağmen, dü­
rüstlüğünün ve davasındaki
samimiyetinin
b i r gereği olarak b u t u n
bunları reddetmiştir-'^"
H z P e y g a m b e r ' i n kişiliği ile i l g i l i b u tür haslet ve n i t e l i k l e r s a y ­
m a k l a b i t i r i l e m e z . Kısaca şunu ifade edebüiriz k i , onun
b u mümtaz
şahsiyetinin b i r sonucu o l a r a k , başlangıçta kendisine karşı
gelenler,
dâvetine icabet etmemek ve o n a i n a n m a m a k t a direnenler, kısa b i r z a ­
man s o n r a karşısında d i z çökmek ve inatlarından g e r i dönmek zorun­
da kahnışlardır. İşte b u , A l l a h ' m ona bahşettiği ve peygamberliğim i s ­
b a t l a y a n en büyük b i r lütfü ve ihsanıdır. V e işte b u lütuf ve ihsanın b i r
sonucu o l a r a k d a İslâmiyet sür'atle 'yayılmış, cihanşümul bır^dm h a l m e
gelmiş ve dolayısıyle bugün, onun açmış olduğu tevhîd sancagımn altın­
da altıyüz m i l y o n d a n f a z l a müslüman toplanmış, ülkü ve inanç bırlıgı
yapmış bulunmaktadır
2 — H i s s î
Hz.
396
397
398
399
400
401
D e l i l l e r :
P e y g a m b e r ' i n nübüvvetine delâlet eden d e l i l türlerinin i k i n c i s i
Şuarâ Sûresi, âyet: 3.
N a W Sûresi,, âyet: 127.
Tevbe Sûresi, âyet: 128.
İsrâ Sûresi, âyet: 29.
Bk. el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 203.
B u konular için bk. Prof. D r . Muhammed Hamîdullah, islam
Peygamberi,
Hayatı ve Eseri, M . Saîd M u t l u çevirisi. C . I. s. 13-15, ist. 1966; Fuzuli, MatlauT-ftikâd, Prof. Muhammed b. Tâvit et-Tancî neşri, s. 67-68, A n k a r a 1962.
ve Esad Coşan-Kemal Işık çevirisi, s. 57-58.
121
de hissî, d u y g u s a l d e l i l l e r d i r . B u n l a r d a , genellikle birtakım ole^ğanüstü
f i i l l e r d e n meydana gelmektedir. N i t e k i m
Peygamberimizin
göster­
diği ayın i k i parçaya ayrılması, a v u c u n d a k i taş kırıntılarının Allah'ı
teşbih etmesi, p a r m a k l a n arasından s u y u n fışkırması, d i l s i z l e r i n k o ­
nuşması, ağaçların boyun eğm.esi, az yemeği çoğaltıp birçok k i m s e n i n
doymasına sebep olıuası, az s u y l a birçok k i m s e n i n susuzluğunu gider­
mesi, ağaç kütüğünün inlemesi, b i r gecede M e s c i d - i Aksâ'ya gidip dön­
mesi, H i r a dağındaki mağarada saklanması ve düşmanları önünden g e ç ­
t i k l e r i halde onu görememeleri ve benzerleri birtakım doğaüstü mucize­
ler b u cümledendir k i , bütün b u n l a r H z . P e y g a m b e r ' i n doğruluğunu ve
nübüvvetini i s b a t l a y a n d e l i l l e r d i r . '
3 — A k 1 î
D e 1 i 1 1 e r :
Mâtûrîdî'ye göre, H z . P e y g a m b e r ' i n nübüvvetini i s b a t l a y a n üçün­
cü ve en önemli delil, a k l a d a y a n a n Kur'ân-ı Kerîm'dir. Mâturîdî bımu,
P e y g a m b e r ' i n en büyük aklî delüi olarak n i t e l e n d i r m e k t e d i r . K o n u n u n
önemine binaen biz b u r a d a , gerek Kur'ân-ı Kerîm'i, gerekse onun esası­
nı teşkil eden v a h y i ayrı k o n u l a r halinde
incelemekte
yarar
gör­
mekteyiz.
b — Vahiy
:
P e y g a m b e r i n Allah'ın elçisi olması, A l l a h ' a ve gönderildiği insan­
l a r a karşı görevlerinin neler olduğunu öğrenmesi, A l l a h ' d a n v a h i y a l ­
masına bağhdır.
V a h y i n d i l d e k i anlamı, g i z l i b i r şekilde konuşmak, b e l i r l i b i r şeyi
en'sür'atli b i r biçimde ve g i z l i olarak kalbe i n t i k a l ettirmek, k a l b i n o
şeyi b i l m e s i n i sağlamak, g i z l i söz ve i l h a m demektir.'03 D i l kurallarına
göre b u a n l a m a gelen v a h i y kehmesi, genel o l a r a k akıl s a h i b i o l a n l a r a
isnâd edihr. B u n u n l a beraber, b u k e l i m e n i n bazan, cansız ve h a y v a n
g i b i akıl s a h i b i o l m a y a n varlıklara d a isnâd edilmesi mümkündür. B u
t a k d i r d e hitâb edilen varlık, akıl s a h i b i m e v k i i n e konmuş ve ona akıllı
402
Bk. el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 203-204; Te'vîlâtu'l-Kur'ân. V a r . 79 a;
Gazzâlî, el-İktisâd fî'l-î'tikâd, s. 208-211, İ'tikâdda Orta Y o l , Dr. Kemal Işık
çevirisi, s. 155-156.
403
Bk. îbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, C. X V , s. 379; îbn Fâris, Mu'cemu Makâyîsi'lLuğa, C. VI, s. 93; el-İsfahânî, el-Mufredât fî-Ğârîbi'l-Kur'ân, s. 536; el-Cevherî, es-Sıhah, C . VI, s. 2520; Prof. Dr. Muhammed Hamîdullah, îslâm Pey­
gamberi, M . Saîd Mutlu çevirisi, C. I, s. 71 vd.
122
imiş g i b i muâm^ele edilmiş olm\'o^ Böylece v a h i y keHmesinin gerçek
a n l a m m m , h e r h a n g i b i r değişikliğe uğramaksızm kullanıldığı anlaşıl­
mış olur.
Kur'ân-ı Kerîm, genellikle v a h i y k e l i m e s i n i insana nisbet etmekte­
d i r . B u n u n l a beraber bazan, insanların
birbirleri
arasında cereyan
eden ve şeytanın o n l a r a yaptığı g i z l i fısıldamaları d a b u k e l i m e ile i f a ­
de ettiği görülmektedir.'^^ Kurân-ı Kerîm-'den anlaşıldığına göre Yüce
A l l a h , i n s a n l a r l a üç şekilde konuşmaktadır. B i r i n c i s i , i n s a n a doğru­
dan doğruya v a h y e t m e k suretiyle hâsıl olmaktadır. B u tür b i r vahiyde,
peygamberlerle bütün i n s a n l a r birleşmektedir. B u ise d a h a çok b i r şeyi
i l h a m etmek v e y a kalbe doğurmak, y a d a b i l d i r m e k anlamına
gelir.
İkincisi, A l l a h ' m perde arkasından konuşmasıdır. B u d a A l l a h ' m , sözü­
nü d u y u r m a k istediği kimseye duyurması için, sözleri b e l i r l i b i r c i s i m ­
de yaratması s u r e t i y l e hâsıl olur.'o' A l l a h ' m perde arkasından konuş­
masının anlamı, görülmeyeceği şekilde konuşması d e m e k t i r k i , b u da
O ' n u n l a i n s a n arasında b i r hâil v e y a perdeye benzer b i r engelin k o n ­
masıdır. A s i m d a b u engel kalmış olsa bile, yine Allah'ı görmek müm­
kün olmayacaktır. Üçüncü v a h i y şekli de, sâdece A l l a h tarafından pey­
gamberlere gelen v a h i y d i r . B u n u n peygambere ulaştırılması ise, b i r melek
olan Cibrîl vasıtasiyle olur. Dinî b i r t e r i m o l a r a k v a h y i n mânası budur,
ilâhî t a b i a t l a i n s a n tabiatı b i r b i r i n e benzemez. D o l a y i s i y l e araların­
da doğrudan doğruya b i r temasın kurulması imkânsızdır. B i n a e n a l e y h
b u teması sağlayacak b i r vasıtaya ihtiyaç vardır k i , işte b u vasıtaya
v a h i y , perde v e y a melek adları verilmiştir.*^^
V a h y i n , genel o l a r a k ifade ettiği a n l a m işte budur. Mâturîdî de
b u n l a r a ilâve o l a r a k b u k e l i m e n i n A r a p dilinde n e y i ifade ettiğini K u r ' ­
ân-ı Kerîm-'den m i s a l l e r g e t i r m e k s u r e t i y l e açıklamakta ve b u n u n şu
mânaları ifade ettiğini söylemektedir :
404
B k . Zilzâi Sûresi, â y e t : 5; N a l ı i : 65; F u s s i l e t :
Beyân an-Tevîlil-Kur'ân,
Hasan, Mecmau'l-Beyân
1373;
ez-Zemahşerî,
12; k e z a b a k . Taberî,
C . X X X , s. 147; et-Tabersî,
fi-Tefsîri'l-Kur'ân,
Mahmûd
b. Ömer,
CâmiuT-
E b û A l i el-Fadi
b. el-
C . V I , s. 375, C . X , s. 526, T a h r a n
ei-Keşşâf'an-Hakâik
Ğavâmıdi't-Ten-
zîl, C . II, s. 4 8 1 , C . I V , s. 625, K a h i r e 1957; H a m d i Y a z ı r , H a k Dîni
Kur'ân
D i l i , C . V I I , s. 6011, İstanbul 1935.
405
E n ' â m Sûresi, â y e t : 112, 121; K a s a s : 7; T â - H â : 3.
406
B k . T â - H â Sûresi, â y e t : 13, 14; N i s a s. 136; K a s a s : 30; k e z a b a k : ez-Zemahşeri,
el-Keşşâf,
İstanbul
407
Tafsilât
C . I V , s.' 183; Fahreddîn er-Râzî,
1307; M . Reşîd Rızâ,
Mefâtîhu'l-Ğayb,
Tefsîru'l-Menâr,
için b a k : Prof. D r . M u h a m m e d
C . V I I , s. 423,
C . V I , s. 71, M ı s ı r 1954.
Hamîdullah,
İslâm
Peygamberi,
C.
I, s. 71-85; D o ç . D r . H ü s e y i n A t a y , K u r ' a n ' a G ö r e î m â n Esasları, s. 71-73.
123
1 — P e y g a m b e r l e r e gelen v a h i y : B u tüı; b i r v a h i y , «Allah h i r i n ­
s a n l a a m c a k v a h i y s u r e t i y l e v e y a p e r d e a r h a s i ' n d a n konuşur; y a h u t b i r
elçi gönderir. K e n d i i z n i y l e , dilediğini v a h y e d e r . Doğrusu O , Yücedir,
Hakîmdir»^^^ âyetinde görüldüğü g i b i , Allah'ın
peygamberlerine b i r
melek göndermesi s u r e t i y l e hasıl o l u r .
2 — îgârete v e y a b i r şeyin belirlenmesine d a y a n a n v a h i y , b u çe­
şit b i r v a h y i de, Yüce Allah'ın şu sözlerinde görmek
mümkündür :
«Zekeriyâ b u n u n üzerine mâbedden ç%k%p m i l l e t i n e : S a b a h akşam A l l a h h teşbih e d i n , d i y e işarette
bulunduy>}^^
3 — îlhâm anlamında olan v a h i y k i , b u mâna aşağıdaki âyetlerde
açık b i r şekilde görülmektedir : «Rabbin b a l arısma : Dağlarda,
ağaç­
l a r d a v e hazırlanmış k o v a n l a r d a y u v a e d i n ; s o n r a h e r çeşit üründen y e ;
s o n r a d a R a b b i n i n işlemen için gösterdiği
y o l l a r d a n yürüj d i y e i l h a m
ettir>J'^^
«Mûsâ'mn a n n e s i n e : Çocuğu e m z i r , başına g e l e c e k t e n k o r k t u ­
ğun z a m a n , o n u s u y a bırak; k o r k m a , üzülme. B i z şüphesiz o n u
soMa
döndüreceğiz
v e p e y g a m b e r yapmağız,
d i y e ilham'
etmiştik».^^"^
«îşte
ogün^ R a b b i n i n o n a v a h y e t m e s i , i l h a m e t m e s i y l e k e n d i h d b e r l e r i n i an~
latır».'^^
4 — Fısıldaşma v e y a g i z l i konuşma anlamına gelen v a h i y : B u
mânayı da şu âyette
görebiliriz : «Aldatmak
için b i r b i r l e r i n e c a z i p
sözler fısıldayan c i n v e i m a n şeytanlara, h e r p e y g a m b e r i n
düşmamdır.
B u şeytanlar, a h i r e t t e inanmayanların
kalplerinin
onlara
yönelmesi^
o n l a r d a n hoşnud olması v e onların işledikleri suçları işlemeleri için o
sözleri
fışıldarlar
B u r a y a k a d a r a n a h a t l a r i y l e v a h y i n anlamını anlatmağa çalışmış
b u l u n u y o r u z . B u n d a n s o n r a d a v a h y e d a y a n a n v e H z . P e y g a m b e r ' i n en
büyük m u c i z e s i o l a n Kur'ân-ı Kerîm'i, Mâturîdî'nin
görüşleri ışığı
altında incelemeğe çalışacağız.
c — Kurbân :
Mâtûrîdî'ye g ö r e Kur'ân-ı Kerîm, H z . P e y g a m b e r ' i n
408
Şûra Sûresi, âyet: 51.
409
M e r y e m Sûresi, âyet-, 11.
410
N a h i Sûresi, âyet: 68-69.
411
Kasas Sûresi, â y e t : 7.
412
Zilzâl Sûresi, âyet: 4-5.
413
E n ' â m Sûresi, âyet: 112-113.
124
nübüvvetini
i s b a t l a y a n en büyük aklî b i r d e l i l d i r . B u , Allah'ın o n a bahşettiği en
büyük b i r mucizedir. A s i m d a P e y g a m b e r ' i n , doğruluğunu ve dâvasında
haklı bulunduğunu i s b a t l a m a k için m u c i z e y i halkın h u z u r u n d a gösterip,
o n l a r a m e y d a n okumadıkça ve onlar d a b u n a karşı âciz kalmadıkça,
m u c i z e n i n b i r anlamı y o k t u r . H z . P e y g a m b e r ' i n ,
belagat ve fesâhatta
çok i l e r i gitmiş ve özellikle söz sanatım çok i y i bilmiş o m a l a r m a rağ­
m e n A r a p l a r a karşı Kur'ân-ı Kerîm'le m e y d a n okuduğu ve onların d a
b u n a karşılık v e r m e k t e n âciz kaldıkları, tevâtüren b i l i n e n b i r gerçektir.
Şayet böyle b i r karşılık verilmiş olsaydı, şüphesiz b u , g i z l i k a l m a y a c a k
ve d e r h a l i n s a n l a r arasında yayılacaktı. Çünkü bazı sapık ve k e n d i n i
bilmez şâirlerin, K u r ' a n ' a nazire y a p m a k özentisiyle düzenledikleri bazı
şiirleri ile Peygamtoer'e m e y d a n okudukları ve kendilerine gereken k a r ­
şılık verildiği z a m a n , aralarında meydana gelen tartışmalar ve çelişik­
l i k l e r hemen o r t a y a çıkmıştır. O halde, H z . P e y g a m b e r ' i n o n l a r a Kur'ân-ı
Kerîm'le m e y d a n okuduğunu inkâr etmek imkânsız olduğu g i b i , A r a p ­
ların, b i r a z önce de işaret ettiğimiz g i b i , fesâhattaki üstün k u d r e t l e r i n i
ve k e n d i d i l l e r i n i , canlarını ve mallarını k o r u m a k ve özellikle müslü-'
m a n l a r m hüküm ve idaresinden k u r t u l m a k için bütün güçleriyle P e y ­
g a m b e r ' i n nübüvvetini k a b u l etmemeğe gayret s a r f e t t i k l e r i n i , b u n u n l a
beraber ve bütün çabalarına, tüm direnişlerine rağmen b i r başarı elde
edemeyip, âciz kaldıklarını d a inkâr etmek imkânsızdır.'^*
Kur'ân-ı Kerîm'in üslûbunun akıcılığı, insanı hayrette bırakan nazm i y l e b i r a r a d a b u l u n a n fesahati, Arapların gerek şiirlerinde, gerekse
hutbelerinde kullandıkları üslûb ve metodlardan bambaşka b i r metod ve
üslûb kullanması ve özellikle böyle b i r naznkıla böyle b i r akıcılığın b i r
a r a y a gelmesi, yeryüzünde o güne k a d a r benzerine rastlanmamış b i r mü­
câdele metodu ve P e y g a m b e r ' i n risâletine delâlet eden deliller k u l l a n ­
ması, gelip geçmiş bütün peygamberlerden ve gönderildikleri
millet­
l e r i n durumlarından o güne k a d a r hiçbir k i m s e n i n bilmediği ve b i l m e s i
de mümkün o l m a y a n birtakım haberler vermıesi ve gelecekle i l g i l i b i l ­
g i l e r i h t i v a etmesi, şüphesiz insanların k u d r e t l e r i dışında k a l a n ve H z .
P e y g a m b e r ' i n nübüvvetine delâlet eden e n büyük b i r mucizedir.
Kur'ân-ı Kerîm'de b u gerçeği ifade eden birçok âyet vardır. B i z i m
b u r a d a bunların h e p s i n i de z i k r e t m e m i z mümkün
değildir.
Esasen
konumuz, Kur'ân-ı Kerîm'in bizâtihî k e n d i s i olmayıp, onun H z . P e y -
414
B k . el-Mâturîdî, Kitâbu't-Tevhîd, s. 204; Gazzâlî,
el-îktisâd fî'l-î'tikâd,
s. 206
v d ; î'tikadda Orta Y o l , D r . K e m a l Işık çevirisi, s. 153-155.
125
g a m b e r ' i n nübüvvetini i s b a t l a y a n nasıl b i r delil olduğunun incelenmesi­
dir. Z i r a Kur'ân'm her yönüyle incelenmesi,
başh başına birçok tez
k o n u s u olacak k a d a r geniş ve kapsamlıdır.
Binaenaleyh biz burada,
Mâturîdî'nin de işaret ettiği g i b i , b u âyetlerden sadece birkaçını z i k r e t ­
mekle yetineceğiz Yüce A l l a h şöyle d i y o r : «De k i : İnsanlar v e c i n l e r ,
hirhirİ7te yardımcı o l a r a k b u Kur'ânhn b i r b e n z e r i n i
ortaya koymak
için b i r a r a y a g e l s e l e r , a n d . o l s u n k i , y i n e b e n z e r i n i o r t a y a k o y a m a z ­
lar».Görebildikleriniz
v e göreraedikleriniz
üzerine y e m i n e d e r i m kiy
Kur'ân şerefli b i r elçinin getirdiği sözdür. O , şâir sözü değildir; n e a z
inanıyorsunuzIyy«Ey
M u h a m m . e d ! S e n i n için, ' O n u u y d u r d u ' d i y o r ­
l a r ; öyle m i ? D e k i : O n u n sûrelerine b e n z e r b i r sûre m e y d a n a g e t i r i n .
İddianızda s a m i m i i s e n i z , A l l a h ' d a n başka, yardım 'için. çağırabilecekler i n i z i d e çağırımy.^^^''
İşte onlar, Kur'ân-ı
tün çabalarına rağm^en,
âyetinin dahî benzerini
Mâturîdî rûn de önemle
Kerîm'in b u şeküde meydan okumasına ve bü­
değil tümünün, hattâ değil b i r sûresinin, bir
meydana getirememişler ve âciz kalmışlardır.
üzerinde durduğu husus işte budur.*^^
d — H z . P e y g a m b e r l e İlgili Diğer Bazı Özellikler
1 — R i s â l e t i n i n
:
G e n e l l i ğ i :
Yüce A l l a h b u k o n u d a şöyle d i y o r : «Ya M u h a m m e d i D e k i : E y
i n s a n l a r ! Doğrusu b e n , göklerin v e y e r i n hükümrânı,
O ' n d a n başka
tanrı b u l u n m a y a n ^ d i r i l t e n v e öldüren A l l a h h n , h e p i n i z için
gönderdiği
p e y g a m b e r i y i m . AllahJoj
v e o k u y u p yazması o l m a y a n , h a b e r g e t i r e n p e y ­
g a m b e r i n e - k i o do. A l l a h ^ a v e sözlerine inanmıştır - inanın; o n a u y u n
k i doğru y o l u bulaşınız»
Mâturîdî de işte b u âyete d a y a n a r a k , H z .
P e y g a m b e r i n risâletinin, daha önce gelip geçen peygamberlerin aksine,
genel b i r a n l a m ifade ettiğini, onun, beyaz, esmer, s i y a h , v e y a kızıl
yeryüzündeki bütün i n s a n l a r a peygamber o l a r a k gönderildiğini z i k r e t ­
mekte, ayrıca « H â t e m u ' l - E n b i y â »
, p e y g a m b e r l e r i n en
sonuncusu o l m a k l a , ondan s o n r a b i r d a h a peygamber gönderilmeyece415
416
417
İsrâ Süresi, â y e t : 88.
Hâklsa Sûresi, â y e t : 38-41
Y û n u s Süresi, â y e t : 38.
418
Tafsilât için b a k : el-Mâturîdî, Kitâbu't"Teylıîd, s. 204-210; Te'vîlâtu'l-Kur'ân,
V a r . 20 a, 52 b, 429 a, 530 b, 691 a, 894 a; en-Nesefî, Tabsıratu'i-EdiUe, V a r . 122
b, v d ; F . B u h l , Kur'ân, îslâm A n s i k l o p e d i s i , C . V I , s] 995 v d , İstanbul 1955.
A ' r â f Sûresi, â y e t : 158.
419
126
ğini söylemektedir. E h - i Sünnet'in b u k o n u d a k i görüşü de genel olarak
işte budur. B u n a göre, H z . P e y g a m b e r ' i n risâleti tüm i n s a n l a r a , hattâ
cinlere d a h i şâmil olduğu g i b i , getirdiği şeriat ve hükümler de kıyamete
k a d a r yürürlükte kalacaktır. O n u n gelmesiyle, diğer bütün d i n l e r i n hü­
kümleri yürürlükten kaîdınlmıştır.'-o
Mâturîdî'ye göre H z . Peygamber, b u niteliğiyle, âlemlere rahmet
o l a r a k gönderilmiştir. E s a s e n Yüce A l l a h «Ey Muhammed!» B i z s e n i a n ­
c a k âlemlere r a h m e t o l a r a k gönderdik»'^^ demek suretiyle b u gerçeği
t e ' k i d etmiştir. Mâturîdî, âj^ette geçen «âlemlere r a h m e t o l a r a k gönder­
dik» sözünün, i n s a n v e y a c i n , varlıklar âleminde yaşayan her canhyı içi­
ne aldığını, z i r a P e y g a m b e r ' i n , d a h a önce de söylendiği g i b i , onların tü­
müne gönderildiğini z i k r e t m e k t e d i r . Ayrıca b u r a d a geçen r a h m e t k e ­
l i m e s i n i n de, birkaç anlamı ifade ettiğini, bunlardan b i r i n i n , müstehak
oldukları cezanın ertelenmesi, i k i n c i s i n i n , Peygamber'e uydukları, emir­
l e r i n i yerine g e t i r d i k l e r i t a k d i r d e , dünya ve âhiret, mutluluğa ve k u r ­
tuluşa kavuşacakları, üçüncüsünün ise, büyük günah işlemiş o l a n l a r a
âhirette şefaat edeceği anlamına geldiğini söylemektedir
B i n a e n a l e y h , H z . P e y g a m b e r ' i n Allah'ın elçisi bulunduğuna cinler
d a h i l , aklı başında olan tüm yaratıkların imân etmesi zorunludur. B ö y ­
le b i r imân ise, ancak ondan önce gelip geçmiş bütün
peygamberlere
ve Kur'ân dahü o n l a r a i n d i r i l e n bütün mukaddes k i t a p l a r a , meleklere,
öldükten s o n r a dirilmeğe, cennet ve cehennem'e ve kısaca h e r müslüman m i n a n m a k l a mükellef bulunduğu imân esaslarına inanmak ve İslâmi­
yetin tüm şartlarını k a b u l etmekle mümkün olur.^^^
H z . P e y g a m b e r ' i n diğer peygamberlerden üstün
vasıflarından i l e r i gelmektedir.
2 — R i s â l e t i n
olması d a işte b u
T e b l i ğ i
H z . Peygamber, bütün i n s a n l a r a ve cinlere peygamber olarak gön­
derildiğine ve b u niteliğiyle de âlemlere rahmet olduğuna göre, A l l a h ' ­
ın kendisine tevdi, etmiş olduğu b u k u t s a l görevi hakkıyle yerine g e t i r ­
mek ve bunu k o r k m a d a n v e hiçbir şeyden çekinmeden i n s a n l a r a tebliğ
etmek ve onları Allah'ın y o l u n a davet etmek zorundadır. B u n u n için Yüce
A l l a h ona şöyle b u y u r u y o r : «Ey P e y g a m b e r . R a b b i n d e n s a n a i n d i r i l e n i
420
B k . al-Mâturidi, Te'Vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 270 a.
421
Enbiyâ Sûresi, â y e t : 107.
422
B k . el-Mâturîdî,
423
B a k a r a Sûresi, â y e t :
Te'vîlâtu'l-Kur'ân,
V a r . 475 b.
285; el-Mâturidî,
Te'vîlâtu'l-Kur'ân,
V a r . 69 b.
127
tebliğ
e t . Eğer
bunu yapmazsan,
AUah
seni insanlardan
O ' n u n elçiliğini
h o r u r . Doğrusu
AUah
yapmamış
kâfirlere
olursun,
y o l göster-
mezyiJ"^^
Mâturîdî'nin de işaret ettiği g i b i , b u âyetle Yüce A l l a h , H z . P e y g a m ­
ber'e hiçbir şeyden k o r k m a d a n , özellikle mıüşriklerin kendisine karşı
giriştikleri birtakım desise ve e n t r i k a l a r d a n ürkmeden, hattâ kendisİ5îi
öldürmekle i l g i h t e h d i d ve teşebbüslerden d a h i yılmadan ve zamanında
Aîlah^tan gelen e m i r l e r i i n s a n l a r a tebliğ etmekle emretmiş olmaktadır.
B u n u y a p a r k e n karşılaşacağı her türlü tehlikeden k e n d i s i n i k o r u y a c a k
olan, şüphesiz Yüce Allah'tır. B u n a rağmen, hayatının tehlikeye g i r ­
mesinden k o r k a r a k , tebliğ görevini yerine g e t i r m e c e , risâlet görevini ^
de i h m a l etmiş ve yerine getirmemiş olur.
Mâturîdî, b u tebliğ görevinin bütün tehlikelerine rağmen, dü üe
olması gerektiğini ve esasen A l a h ' m e m r i n i n de b u n u ifade ettiğini z i k ­
retmekte ve bundan dolayı d a peygamberlerin k e n d i m i l l e t l e r m i n dille­
r i y l e gönderilmiş olduklarını söylem.ektedir."^^
3 _ H z .
P e y g a m b e r ' i n
İ s m e t i :
P e y g a m b e r l i k i s m e t i , başka b i r deyimle küçük v e y a büyük h e r
türlü günahı işlemekten m a s u n olmayı g e r e k t i r i r . B u n u n l a beraber
peygamberlerin, Allah'ın elçiliği görevi dışında küçük günah (sağîra)
işlemelerinin mümkün olduğunu i l e r i süren bazı görüşler
de vardır.
B u n a ilâve olarak b i r kısım i n s a n l a r , peygamberlerin A l l a h ' a ve O'nun
emirlerhıe- u y m a y a davet dışında küçük günahları işleyebilecekleri g i b i ,
peygamberliklerinden önce büyük günahları (kebâir, kebîre) da işleye­
bileceklerini i l e r i sürerler. Diğer b i r görüş de, onların, peygamber o l ­
m a d a n önce de, o l d u k t a n sonra d a küçük günahları
işleyebilecekleri
merkezinde toplanmaktadır.^^^
P e y g a m b e r l e r i n i s m e t i n i k a b u l etmeyenler, genel olarak şu delille­
re dayanıyorlar :
B i r i n c i s i , b u k o n u y l a i l g i l i olarak Kur'ân-ı Kerîm'de
geçen bazı
âyetlerdir k i , bunların en önemlileri
şunlardır : «Bunun üzerine i k i s i
d e o ağacın meyvasından y e d i ; a y w y e r l e r i görünüverdi.
Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyıddular. A d e m , R a b b i n e başkaldırdı v e y o l u n u
424
425
426
128
Mâide Sûresi, â y e t : 67.
el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 191 b, 192 a; K i t â b u ' f T e v h î d , s. 208 v d .
B u k o n u için b k . et-Teftazânî, Şerhu'l-Makâsıd, C . II, s. 142.
şaşırdı» ^^'^ «Rahhin
medi
seni dalalette,
şaşırmış
b u l u p , doğru
yola
eriştir­
mi?».*^^
İkincisi, genellikle bilinen b i r husus, ismet'in, s a h i b i n i h e r türlü
kötülükten alıkoyan b i r özellik olmasıdır. D o l a y i s i y l e , onun varlığı k a ­
bul edildiği takdirde, günahların terkinde sevaba lâyık olunmaması ge­
rekir.
Üçüncüsü, «De k i : B e n d e m c a k s i z i n g i b i b i r insmım»'^^ âyetinde
de görüldüğü g i b i , H s . Peygamber'in b i r insan olmasıdır. İnsanın ise
günahsız olması mümkün değildir. A k s i takdirde, meleklerden ayrılması
imkânsız hâle g e l i r d i .
P e y g a m b e r l e r i n ve özellikle H z . P e y g a m b e r ' i n ismetiyle i l g i l i b u
g i b i i t i r a z l a r a kargı, E h l - i Sünnet O k u l u ana hatlarıyle şu karşıhğı ver­
mektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de geçen b u g i b i âyetlerin te'vîli mümkün­
dür. D o l a y i s i y l e bunların peygamberlerin ismetine z a r a r vermeleri veya
b u hususta şüpheye düşühnesi söz konusu olamaz. Z i r a b u ve benzeri
âyetler, meselâ, yalanı d a içine alan günahları kasdetmiş olsaydı, pey­
gamberlerin doğru söylememe i h t i m a l i n e delâlet etmiş ve dolayisiyle
bu da, peygamberlikleri hakkında şüpheye düşülmesine sebebiyet yer­
miş olurdu. O y s a böyle b i r şey onlar hakkında nıuhaldir. İsmet, s a h i ­
b i n i kötülüklerden alıkoyan b i r u n s u r olmasına rağmen,
onun irâde
hürriyetini tamamen ortadan kaldırmaz. B i r kimsenin, tâat ve mâsiy e t i n dışında k a l a n birtakım f i i l l e r i n d e elbette k i b i r irâde hürriyeti,
bir davranış serbestisi vardır. Kötülükler, cezayı gerektiren f u l l e r d i r .
Onların yokluğu, sabit b i r şey olmayıp, kişinin bulunduğu halde k a h n a sı demektir. Sevaba ise, ancak ameller h a k kazanır. Genel olarak i n ­
sanda esas olan i s m e t t i r . Mâsiyet ise, suç esnasında insana ârız olan
bir şeydir. B u n a göre, bazı seçkin kişilerde, Allah'ın b i r l u t f u olarak
aslî h a l i n devam etmesi ve ârız olan b i r şeyle bozulmaması pekâlâ müm.kündür. B u n a ilâve olarak yine bazı k i m s e l e r i n tâat ve ibâdetle çok
meşgul olmalarından dolayı mâsiyete yönelmemeleri de imkân dâhilin­
de olan b i r husustur.*^^^
Mâturîdî, b u n l a r a ilâve olarak, «Ey M u h a m m e d !
Seni, sana v a h yettiğimizden a y i r v p , başka birşeyi B i z e karşı u y d u r m a n için uğraşırlar,
427
428
429
Tâ-Hâ Sûresi, â y e t : 121.
D u h â Sûresi, â y e t : 7.
K e h f Sûresi, â y e t : 110.
430
B k . Fuzûlî,MatlauT-İ'tikâd,
s.
65-67
v e tercümesi,
s.
55-57;
et-Teftazam,
ŞerhuT-Makâsid, C . II, s. 142 v d .
129
o z a m a n s e n i d o s t edinirleryy^''^
âyetini incelerken H z . P e y g a m b e r ' i n i s ­
m e t i konusunda şöyle dryor : H z . Peygamber Allalı'm
elçisi olarak
görevlendirdiği zaman, kâfirler o n u dalâlete
düşürmek,
görevinden
vazgeçirmek ve A l l a h ' a karşı gelmesini sağlamak için ellerinden geleni
yapmışlar, türlü fitne ve desiselere başvurmuşlardır. B u cümleden o l a ­
rak, meselâ, ona, b u Kur'ân'ı i s t e m i y o r u z ; o n u değiştir, g i b i sözler söy­
lemişler ve A l l a h ' a i f t i r a etmesi ve O ' n a karşı gelmesi için türlü baskılar
yapmışlardır. Bütün b u n l a r a rağmen Yüce A l l a h , H z . P e y g a m b e r ' i o n ­
ların şerrinden korumuş ve ona en u f a k b i r kötülük gelmesine dahî
m e y d a n vermemnştir. B u d a , H z . P e y g a m b e r ' i n ismetine delâlet eden
en büyük delillerden biridir.*^^
P e y g a m b e r ' i n ismetine delâlet eden deliller, elbette k i b u n l a r d a n
ibaret değildir. F a k a t biz burada, k o n u y u daha f a z l a u z a t m a m a k için,
bu k a d a r l a yetinmiş bulunuyoruz.
4 — H z . P e y g a m b e r ' i n
Ş e f a a t i :
'
Mâturîdî'nin de işaret ettiği g i b i , H z . P e y g a m b e r ' i n en önemli
özelliklerinden b i r i de, Yüce A l l a h ' m , b i r l u t f u ve ihsanı olarak ona,
ahirette günahkâr mü'minlere şefaatte b u l u n m a y e t k i s i bahşetmiş o l ­
masıdır. B u y e t k i , sâdece H z . Peygamber'e verilmiş o l a n b i r l u t u f t u r .
3 u ise, onun ümmeti için b i r saadet, b i r m u t l u l u k kaynağıdır. H z .
P e y g a m b e r ' i , diğer peygamberlerden ayıran ve onlardan üstün oldu­
ğuna delâlet eden özelliklerden b i r i de, işte budur.
Allah'ın H z . Peygamber'e bahşetmiş olduğu b u büyük ihsanı, a h i ­
rette günahkârların tüm ümitlerini y i t i r d i k l e r i , kendilerine b i r şefaatçi
arayıp bulamadıkları b i r anda, O ' n u n i z n i ve düemesiyle hâsıl olacaktır.
B u n u n için A l l a h , K e n d i yüce vasıflarından bahseden âyette şöyle d i ­
y o r : «Alîah^ O ' n d a n haşka tanrı
olmayan, Kendisini uyuklama v e
u y k u t u t m a y a n , D i r i , h e r a n yaratıklarım
gözetip Duranadır. Gökler¬
d e VQ y e r d e o l a n a n c a k O ' n u n d u r . O ' n u n i z n i o l m a d a n katında
şefaat
e d e c e k k i m d i r ? Onların işlediklerini v e işleyeceklerini
b i l i r ; dilediğin431
İsrâ Sûresi, â y e t : 73.
432
Bk.
el-Mâturîdî,
Risâletun
fî'i-Akâid,
Tabsıratu'l-Ediile,
s. 32 v d .
130
TeVîIâtu'l-Kur'ân,
s. 20 v e türkçe
V a r . 426 b;
tere. A k â i d
s.
Kitâbu't-Tevhîd,
Risalesi,
s.
30;
V a r . 128 v d . ; P r o f . D r . M . Hamîdullah, İslâm
208 v d ;
en-Nesefî,
Peygamberi,
d e n başka, i l m i n d e n hiçbir şeyi k a v r a y a m a z l a r .
Hükümranhğt
v e y e r i kaplamıştır. Onların gözetilmesi, O ' n a ağır
gelmez»,
gökleri
B u âyette gegen şefaat ve genel a n l a m d a şefaat konusunda ihtilâfa
düşülmüştür. Mâturîdî, b u n l a r d a n özellikle M u ' t e z i l e ' n i n b u k o n u d a k i
görüşü üzerinde durm.akta ve d a h a sonra d a kendilerine gereken ceva­
bı v e r m e k t e d i r . Mu'tezile'ye göre şefaat, ancak günah işlem.emiş ve
hayır s a h i b i v e y a günah işlemiş de, günahından tevbe etmiş ve pişman
olup, k e n d i s i n i A l l a h y o l u n a adamış k i m s e l e r içindir. B u n a d e l i l o l a r a k
da, Yüce Allah'ın «Arşı yüklenen v e çevresinde
bulunanlar, RaUerini
överek teşbih e d e r l e r ; O ' n a inanırlar. Mü'minler için : ' R a b b i m i z ! İlmin
v e r a h m e t i n h e r şeyi içine almıştır. T e v b e e d i p , S e n i n y o l u n a
uyanları
bağışla; o n l a n c e h e n n e m i n azâbındmı k o r u ' d i y e bağışlama dilerler»"''^
anlamındaki k y e i m i gösteriyorlar. O n l a r a göre tevbe ve istiğfar, ancak
dünyada i k e n olur. Âhiretteki şefaat da, ancak b u g i b i kimseler için
mümkündür. Mu'tezile'ye göre büyük günah işleyen kimseler, tevbe et­
meden öldükleri t a k d i r d e , ebedî olarak cehennemde kalacaklardır. Z i r a
A l l a h onların ebedî o l a r a k cehennemde kalacaklarını haber vermiştir.
Eğer A l l a h , şefaatin b i r gereği olarak onları affeder ve cennetine so­
k a r s a , vaîdinden dönmüş olmasını ve b u k o n u i l e i l g i l i h a b e r i n i n de doğ­
r u olmamasını g e r e k t i r e c e k t i r .
Böyle b i r şey ise, A l l a h
hakkında
muhaldir."^'
Mâturîdî b u n a karşılık, aslında şefaatin günahkârlar için olması
gerektiğini, günahı olmayan b i r k i m s e n i n esasen b u n a ihtiyacı b u l u n ­
madığını söylemekte ve âyette de geçtiği g i b i , A l l a h , tevbe ve istiğfar
edenleri affedeceğini bildirdiğine göre, niçin
Peygamber'in
433
B a k a r a Süresi, â y e t : 255.
434
Mü'min
435
Çeşitli
Sûresi, â y e t : 7.
fırkaların
ve
özellikle
Mu'teziie'nin
için b k . Mâturidi, Te'vilâtu'i-Kur'ân,
Akâidu'n-Nesefiyye,
Cârullah,
ilgili
görüşleri
V a r . 61 b, 847 a, 847 b. 861 a; en-Nesefî, e l -
e l - M u ' t e z i l e , s. 15 v d . : / E b û M u h a m m e d
H a l i i u ' i - C e r r , Târilıul-Felsefeti'i-Arabiyye,
Osman
el-Irâki,
K t b . N o . 791;
C. I, s. 137
Kharijitism a n d T h e Kharijites, M a c d o n a l d
el-Bağdâdî,
günahla
s. 117-118; S a h i h u Müslim, C . I. s. 63-65; Zuhdî
Firakı'l-lslâmiyye, V a r . 13 b , Süleymâniye
basım;
büyük
e l - F a r k beyne'l-Fırak, s. 70 v d . ;
Târîhu'l-
H a n n a l-Fâhûrî,
vd.; W .
Presentation
Hasan
Volume,
eş-Şehristânî,
v e ' n - N i h a l , C . I, s. 139 v d . ; el-Hayyât, Kitâbu'l-întisâr, s. 164-168;
Thomson,
1933, a y ı ı
el-Milel
A . Emin,
FecruT-İslâm, s. 297; D r . K e m a l Işık, M u ' t e z i l e ' n i n D o ğ u ş u ve K e l â m î Görüş­
l e r i , s. 30-34.
131
üzerine onları affetmesi mümkün olmasın,
demektedir/^^ O n a göre
büyük günah işleyenler, müslüman olup, imândan çıkmış değillerdir.
Allah'ın varlığına ve birliğine inandıklarına ve bütün imân esaslarını
k a b u l ve tasdik e t t i k l e r i n e göre, elbette ahirette
H z . Peygamber'in
şefâatma nail olacaklardır. B u n u n a k s i n i i l e r i sürmek, gerçeği inkâr
etmek ve A l l a h ' m lütuf ve ihsanından yüz çevirmektir. «Artık o n ­
l a r a , şefaatçilerin şefaati f a y d a vermez»^^'^ anlamındaki âyet ise, kâfir­
ler için olup, bunun günahkâr olan mü'minlerle b i r i l g i s i yoktur.^'^
Mâturîdî'nin, H z . P e y g a m b e r ' i n şefaati hakkındaki görüşleri, ana
h a t l a r i y l e işte bunlardır. A k i m ve mantığın k a b u l edebileceği esaslar d a ,
gerçekte b u n l a r d a n başka b i r şey değildir.
436
437
ei-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 61 b, 62 a.
.
Müddessir Sûresi, âyet: 48. Tezde geçen âyetlerin tersümesinde, Doç. Dr.
Yaşar Kutluay ve Doç. D r . Hüseyin A t a y tarafından hasırlanıp, 1961 yılında
birinci baskısı Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanan ve ikinci baskısı da.
Doç. D r . Hüseyin Atay, Doç. D r . Mehmet Hatiboğlu ve Osman Keskioğlu'ndan k u r u l u komisyon tarafından tekrar gözden geçirildikten sonra, yine
aynı dâirece 1973 yılında A n k a r a ' d a yayınlanan «Kur'ân-ı Kerîm ve Türkçe
Anlamı» İMeâU adlı eserden faydalanılmıştır.
438 Bk. el-Mâturîdî, Te'vîlâtu'l-Kur'ân, V a r . 463 b, 847 a, 847 b, 861 a.
132
S O N U Ç
Bütün b u incelemelerimizden de anlaşüıyor k i , Mâturîdî, İslâm akidesi
ve Kelâmı üzerinde aklî düşünceyi t e m s i l eden büyük b i r imamdır. O'nun
gerek hayatı, gerekse ailesi hakkında k e s i n b i r b i l g i y e sahip değiliz.
B u n u n l a beraber bazı tarihçiler, onun nesebinin Ebû E y y û b Hâlid b.
Z e y d el-Ansârî'ye k a d a r dayandığını zikreder. Mâturîdî'nin doğum t a ­
r i h i hakkında d a k e s i n b i r b i l g i y o k t u r . H . 2 3 8 / M . 852 yıhnda doğduğu
zannedilmektedir. B u n u n l a beraber biHnen b i r husus, onun, İslâm d i n i
ve özellikle İslâm akîdesiyle i l g i l i görevlerini hakkıyle yerine getirmiş
b i r insanın h u z u r ve rahatlığı içinde H . 3 3 3 / M . 944 yılında
hayata
gözlerini kapamış ve S e m e r k a n t ' t a defnedilmiş olmasıdır.
Mâturîdî, kültürünü çağında yaşamış ve d i z i l e r i i t i b a r i y l e , İmâm-ı
A ' z a m E b û Hanîfe'ye k a d a r v a r a n büyük b i l g i n l e r d e n almıştır. İslâm
a k i d e s i üzerinde büyük tesirler i c r a etmiş ve günümüze k a d a r i n t i k a l eden
büyük 'eserler vermiştir. B u n l a r arasında Kitâbu't-Tevhîd
üe
Te'vîlâtu'lKur'ân a d h eserleri, Müslümanlar arasında pek meşhurdur. Diğer eser­
l e r i , .maalesef d a h a s o n r a gelen araştırıcıların i h m a l l e r i yüzünden k a y ­
bolmuştur. B u d a gösteriyor k i , Mâturîdîliğin k u r u c u s u o l a n b u büyük
i m a m a gereken değer verilmemiş ve çağdaş meslekdaşı Ebû'l-Hasan e l Eş'arî'de olduğu ölçüde geniş b i r araştırma ve inceleme konusu yapıl­
mamıştır.
E h - i Sünnet O k u l u n u n i k i büyük k u r u c u s u Mâturîdî ile Eş'arî a r a ­
sında esasa üişkin o l m a y a n tâli meselelerde bazı ihtüaflar görülmekte­
d i r . B u ihtilafların kırk k a d a r olduğunu söyleyenler vardır. B u n l a n n
bazılarım tezimizde zikretmiş bulunuyoruz. D o l a y i s i y l e , bazılarının i l e r i
sürdüğü g i b i , Mâturîdîliğin Eş'arîlikten çok Mu'tezile'ye d a h a yakın b u ­
lunduğunu söylemek doğru değildir,
Mâturîdî, eserlerinde sapık fırkaların çeşitli k o n u l a r d a k i f i k i r l e r i n i
de zikretmiş, bunları büyük b i r d i k k a t ' v e t i t i z l i k l e incelemiş ve özellik­
le KitâbuH-Tevhîd
adlı ünlü eserinde sırası geldikçe b u n l a r a
gereken
cevapları vermiştir.
133
Mâtûrîdî'ye göre imân, d i l ile i k r a r , k a l b ile t a s d i k t i r . D i l i ile i k r a r
ettiği halde, k a l b i ile t a s d i k etmeyen kimse mü'min değüdir. B i r engel
olmadığı halde imânım gizleyen ve d i l i y l e i k r a r etmeyen kimseye de
mü'min n a z a r i y l e baküamaz. Z i r a imânın şartlarından b i r i de, onım
açıkiarımasidır. B i n a e n a l e y h , b i r engel v e y a meşru b i r mazeret b u l u n ­
madığı halde, d i l ile ikrarın terkediîmesi, kalbî t a s d i k i n de bulunmadı­
ğına b i r d e l i l d i r . Mâturîdî b u h u s u s u aklî ve naklî delillerle de ispat­
ladıktan sonra, z i n a etmek ve adam öldürmek g i b i , büyük günah iş­
lemenin insanı imândan çıkarmayacağını, z i r a M u ' t e z i l e ' n i n i l e r i sür­
düğü g i b i , imân üe küfür a r a s m d a üçüncü b i r makamın bulunmadığını
ve Allah'ın insanları sadece mü'min ve kâfir olmak üzere i k i kısma ayır­
dığını söylemektedir. O n a göre imân ile islâm, her nekadar dü yönünden
ifade e t t i k l e r i mâna bakımından ayrı g i b i görünüyorlarsa da, a s i m d a dinî
k o n u l a r d a taşıdıkları mâna ve önem i t i b a r i y l e b i r olup, aralarında b i r
f a r k y o k t u r . B u n d a n s o n r a Mâturîdî, imânın mahlûk olduğunu, onun
meçhul, b i l i n m e y e n b i r şey olm^asmın mümkün olmadığım ve gerçek
imânın,' aklî ve naklî delillere d a y a n a n imân olduğunu söylemekte ve
bunu delillerle ispat etmektedir.
Mâturîdî Allah'ın varlığını, kâinatın ve tüm
varlıkların hadis,
başka b i r deyimle y o k l u k t a n sonra v a r oldukları gerçeğinden hareket
etmek s u r e t i y l e ispatlamağa çahşmaktadır. B u n u n için o, her şeyden
önce varlıklar âlemini meydana g e t i r e n c i s i m l e r i n hadis olduklarım ak­
lî ve naklî delillere d a y a n m a k suretiyle i s p a t l a m a k t a ve bunların k a ­
dîm, öncesi bulımmayan b i r Yaratıcı tarafından yaratılmış olmalarının
gerektiğini söylemektedir. Mâturîdî, başlangıcı ve sonu o l m a y a n , her
şeyi y o k t a n v a r eden, eşi ve benzeri b u l u n m a y a n Allah'ın birliğini de,
yine aynı m e t o d l a r l a i s p a t l a m a k t a ve b u konuda i l e r i sürülen çeşitli
görüşleri v e d e l i l l e r i z i k r e t m e k t e d i r . D a h a s o n r a d a , Allah'ın gerek zatî,
gerekse fiUî sıfatlarım, çeşitli fırkaların b u k o n u l a r d a k i görüşlerine
yer vermek suretiyle incelemekte ve A l l a h ' a ne g i b i i s i m ve sıfatların ve­
r i l i p verilemiyeceğini z i k r e t m e k t e d i r .
Mâtûrîdî'ye göre Allah'ın ahirette gözle görülmesi, Kur'ân-ı K e ­
rîm ve naklî delillerde de görüldüğü g i b i v a c i p t i r . Şu k a d a r v a r k i , O'­
n u görme, k e y f i y e t s i z b i r şekilde olacaktır. Z i r a keyfiyet, ancak b i r
suret ve şekle sahip kimselere has b i r özelliktir. Kur'ân-ı
Kerîm'de
Allah'ın gözle görüleceğine d a i r birçok âyet vardır. Gerek Mâturîdiler,
gerekse Eş'arîler, E h l - i Sünnetin tümü b u k o n u d a birleşmişler, f a k a t
görmenin aklî delillerle ispat edilip, edilemiyeceği hususunda
ihtilafa
134
düşmüşlerdir. Meselâ, Mâturîdî, Allah'ı âhirette görmenin akılla b i l i n e miyeceğini söylerken, Eş'arî bunun akılla ve aklî delillerle de ispat edi­
lebileceğini i l e r i sürmüştür.
Mâturîdî'ye göre, emrettiği şeyleri y a p m a k , nehyettiği
şeylerden
kaçınmak için, A l l a h ' m peygamber göndermesi z o r u n l u d u r . Yüce A l l a h ' ­
ın bütün f i i l l e r i b i r hikmete göre cereyan etmektedir. Allah'ın varlığım
ve birliğini k a b u l eden b i r k i m s e n i n , O'nun i n s a n l a r a
peygamberler
gönderebileceğine de inanması gerekir. Mâturîdî, genel olarak peygam­
ber gönderilmesinin zorunluluğunu birtakım aklî ve naklî delillere d a ­
y a n m a k suretiyle ispatladıktan sonra, özellikle H z . P e y g a m b e r ' i n r i ­
sâleti üzerinde d u r m a k t a ve o n u diğer peygamberlerden ayıran h u s u ­
siyetleri zikretmektedir.
Mâturîdî H z . P e y g a m b e r ' i n risâletini üç y o l l a
ispatlamaktadır.
B u n l a r d a n b i r i n c i s i , P e y g a m b e r ' i n k e n d i şahsiyle i l g i l i , i k i n c i s i hissî
ve üçüncüsü de aklî olan hususlardır. H z . P e y g a m b e r ' i n nübüvvetine
delâlet eden e n büyük delil, v a h y a d a y a n a n Kur'ân-ı
Kerîm'dir. B u
Allah'ın ona bahşettiği en büyük b i r mucizedir. O, âlemlere
rahmet
olarak gönderilmiştir. O n u n A l l a h ' m elçisi bulunduğuna,
cinler d a h i l ,
aklı başında olan tüm yaratıkların imân etmesi zorunludur. Böyle b i r
imân ise, ondan önce gelip geçmiş bütün peygamberlere ve o n l a r a i n ­
d i r i l e n bütün mukaddes k i t a p l a r a ve kısaca h e r müslümanm i n a n m a k l a
mükellef bulunduğu imân esaslarına inanmak ve İslâmiyetin tüm şartla­
rını k a b u l etmek d e m e k t i r .
H z . P e y g a m b e r ' ! diğer peygamberlerden üstün kılan ve onlardan
ayıran en önemli özellik de işte budur.
K o n u y u sona e r d i r i r k e n kısaca şunu d i y e b i l i r i z : Mâturîdî, daha
önce de söylediğimiz g i b i , akılla naklî bağdaştırmayı başaran, islâm
akîdesi ve Kelâm'ı üzerinde E h l - i Sünnet'in aklî düşüncesini
temsil
eden büyük b i r müctehid, ünlü b i r imamdır. Tüm hayatını E h l - i Sünnet
akîdesini savunmağa ve İmam-ı A ' z a m Ebû\ Hanîfe'nin koyduğu esas­
ları sistemleştirmeğe h a r c a y a n b u büyük imamın kurduğu el-Mâturî­
d i y y e o k u l u n u n i h t i v a ettiği inaıiçla i l g i l i esaslar, bugün islâm âlemini
m e y d a n a getiren müslümanların çoğunluğunun d a inancı haline gelmiş­
t i r . Mâturîdî'nin büyüklüğüne delâlet eden sebeplerden b i r i de işte budur.
135
B İ B L İ Y O G R A F Y A
1 — Abdulcebbâr,
el-Kâdî :
Kitâbu'l-Muğnî
fî
Ebvâbrt-TevMd
v e ' l ' A d I , D r . Ibrâlıîm Medkûr neşri, K a h i r e 1965.
2 — Alî, D r . Eyyûb : el-AMdetu'l-Mâturîdîyye,
Kahire
K t b . , y a z m a N o : 485/24954.
3 — Alî, D r . Eyyûb : A H i s t o r y o f Müslim P h i l o s o p h y ,
Üniversitesi
Wiesbaden
1963.
4 — A t a y , Doç, D r . Hüseyin, : K u r ' a n ' a Göre îmân Esasları,
1961.
5 — A t a y , Doç. D r . Hüseyin : Kur'ân'da
Ankara
B i l g i T e o r i s i , A . Ü. İlahiyat
Fakültesi D e r g i s i , C. X V I , A n k a r a 1968.
6 — el-Bağdâdî, E b û Mansûr Abdulkâhir b . Tâhir, : Kitâbu
Usûli'd-
Dîn, İstanbul 1346/1928.
7 — el-Bağdâdî, E b û Mansûr Abdulkâhir B . Tâhir : e l - F a r k b e y n e ' l P i r a k , M u h a m m e d Zâhidu'i-Kevserî neşri, K a h i r e 1367/1948.
8 — el-Bağdâdî, E b û Mansûr Abdulkûhir b, Tâhir :
Kitâbu'lMiJel
v e ' n N i h a l , D r . A l b e r t Nasrî Nâder neşri, B e y r u t ( t r z ) .
9 — el-Bağdâdî, A h m e d b . Alî el-Hatîb : Târîhu Bağdâd, K a h i r e 1913
ve 1931.
10 — el-Bağdâdî, Ismâîi Paşa : HediyyetnH-Ârifîn
Esmâu'l-Muellifîn
v e Âsâru'l-Musannifîn,
İstanbul 1955.
11 — el-Bâkıllânî, el-Kâdî Ebû B e k r M u h a m m e d b. et-Tayyîb :
Kitâ12 —
13 —
14 —
15 —
16
17 —
bun-însâf.
K a h i r e 1950.
el-Bâkıllânî, el-Kâdî E b û B e k r
Muhammed
b. e t - T a y y i b :
Kitâbu't-Temhîd,
M c C a r t h y neşri, B e y r u t 1957.
Bedevî, A b d u r r a h m a n : Târîhu'l-îlhâd fVl4slâm,
K a h i r e 1945.
el-Beyâdî, Kemâiuddîn A h m e t : İşârâtu'l-Merâm
m i n İbâratVlİmâm, K a h i r e 1368/1949.
el-Beyhakî, Ebû B e k r A h m e t b, el-Huseyn b. A l î : KitâbuH-ES'
mâ' ve's-Sıfât, M u h a m m e d Zâhidu'i-Kevserî neşri, Mısır 1358.
B r o c k e l m a n n , C. : G A L , I , S U P P L . I.
el-Buhârî, E b û A b d i l l a h M u h a m m e d b. İsmail : el~Câmfus-sahîh (Bahîhu'l-Buhârî),
İstanbul 1315.
137
18 _
B u h l , F . : Kur'ân, mad. îslâm A n s i k l o p e d i s i , C. V I , Cüz : 67,Is-
19
tanbıd 1955.
Büchner, V . F . : Sâmânîle'^, mad. îslâm A n s i k l o p e d i s i , C. X , C ü z :
20
21
22
23
—
_
—
—
24 —
25 —
101, i s t a n b u l 1964
Cârullah, Zuhdî H a s a n : e l - M u ' t e z i l e , K a h i r e 1366/1947.
el-Cevherî, Ebû N a s r Ismâîl b. Hammâd : es-Sihâh, Mısır 1956.
el-Curcânî, es-Seyyîd eş-Şerîf : Şerhu'l-Mevâktf, i s t a n b u l 1286.
el-Cuveynî, Imâmu'l-Harameyn A b d u l m e l i k b. A b d i l l a h : K i t a b u ' U
ÎTşâd ilâ Kavâtıi'l'Edille
fî UsûWU'tiMd,
D r . Muhammed Yû­
suf Mûsâ
ve Alî Abdulmun'îm
Abdulhamîd neşri,
Kahire
1369/1950.
Çankı, M u s t a f a Namık : Büyük F e l s e f e Lügati; îstanbul 1954.
Çubukçu, Doç. D r . İbrahim Agâh : Gazzâlî v e Şüphecilik, A n -
ra 1964.
Çubukçu, Doç. D r . İbrahim Agâh : M u ' t e z i l e v e Akıl M e s e l e s i ,
A . Ü. i l a h i y a t Fakültesi D e r g i s i , C. X I I , A n k a r a 1964.
27 — ed-Demîrî, eş-Şeyh Kemâiuddîn :
Hayâtu'l-Hayavâni'l-Kuhrâ,
26
K a h i r e 1324/1906.
28 — Dwelshauvers, G. : P s i k o l o j i , M u s t a f a sekip Tunç çevirisi, î s ­
tanbul 1938.
29 — Ebû A z b a : e r - R a v d a t u ' l - B e h i y y e fîmâ b e y n e ' l - E f a r i y y e v e %
Mâturîdîyye,
Haydarâbâd 1322.
30 — Ebû Dâvud : Sünen, Kesteliye baskısı, ( t r z . ) .
31 _ Ebû Hanîfe : e l - A l i m ven-Muteâllim,
Zâhidu'i-Kevserî
neşri,
K a h i r e 1368.
32 — Ebû'l-Muntehâ : Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber,
İstanbul ( t r z ) .
33 _ Ebû Z a h r a , Muhammed : Târîhu'l'Mezâhibi'l-îslâmiyye,
(trz).
34 — Ebû Z a h r a , Muhammed
: el-Mezâhıbv/l-îslâmiyye,
Kahire
Kahire
(trz).
35
36
37
38
39
40
— E f e n d i , Âsim : K a m u s Tercümesi, İstanbul 1304-1305.
_ Emîn, A h m e d : Duhâ'l-îsUm, K a h i r e 1357/1938, 1368/1949.
Emîn, A h m e d : Fecru'l-îslâm, K a h i r e 1370/1950.
— Emîn, A h m e d : Zuhru'l-îslâm, K a h i r e 1365/1946.
— E n c y c l o p a e d i a B r i t a n n i c a , 1953.
— el-Eş'arî, Ebû'l-Hasan Alî b. Ismâîl : Kitâbu'Ubâne
a n UsûWdDiyâne, K a h i r e (trz) ve Haydarâbâd 1367/1948.
41 — el-Eş'arî, E b u ' l - H a s a n Alî b. Ismâîl :
Kitâbu'l-LumaffVr-Reddi
alâ Ehli'z-Zeyğ
sır 1955.
138
v e ' l - B i d a ' , M c . C a r t h y neşri, B e y r u t
1953, Mı­
el-Eş'arî, Ebû'l-Hasan Alî b. îmâîl : Makâlâtu'
l-îslmniyyîn,
Muhammed Muhyiddîn Abdulhamîd neşri, K a h i r e 1369/1950.
el-Fâhûrî, Hannâ ve Halîlu'l-Cerr :
Tânhu'l'Felsefetn-Arahiyye,
B e y r u t 1957.
Fuzûlî, M u h a m m e d b. Süleyman : M a t l a u ' U r U M d fî M a ' r i f e t V l
M e b d e i vel-Maâd, P r o f . M u h a m m e d b. Tâvit et-Tancî neşri ve
E s a d Coşan-Kemal Işık çevirisi, A n k a r a 1962.
ei-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. Muhammed : îhyâu Ulûmi'd-Dîn, K a h i r e ( t r z ) .
el-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. Muhammed : îlcâmuHA v a m a n Îlmil-Kelâm,
i s t a n b u l 1287.
Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. M u h a m m e d : F a y s a l u ' t - T e f r i k a , b e y n e EhlVl-îslâm v e ' z - Z a n d a k a , Mısır 1325/1907.
el-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. Muhammed : el-îktisâd fî'h
Vtikâd, D r . İbrahim Agâh Çubukçu ve D r . Hüseyin A t a y neşri,
A n k a r a 1962.
el-Gazzâlî, Ebû Hâmid
M u h a m m e d b. M u h a m m e d : îtikad'da
O r t a Y o l (el-Iktisâd fî'l-I'tikâd), Önsöz ve n o t l a r l a çeviren :
Dr. K e m a l Işık, A n k a r a 1971.
el-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. Muhammed :
el-KavâidulAşara, Mısır 1343.
el-Gazzâlî, Ebû Hâmid M u h a m m e d b. M u h a m m e d : ehMadnûnu'l-Kebîr, Mısır 1309.
G i b b , H . A . R . a n d j . H . K r a m e r s : «al-Mâturîdî» mad., S h o r t e r
Encyclopaedia of i s l a m , L e i d e n - Dondon 1961.
Goldziher, Ignaz : el-Akîdetu ve'ş-Şerîatu fî'l-îslâm,
Arapçaya
çevirenler : D r . M u h a m m e d Yûsuf Mûsâ, D r . Alî H a s a n A b d u l ­
kâdir, Abdulâzîz A b d u l h a k k , K a h i r e 1959.
Goldziher, İgnaz : D e h r i y e , m a d . îslâm A n s i k l o p e d i s i , C. I I I ,
Cüz : 26, İstanbul 1963.
Gurâbe, D r . Hamûde : el-Eş'arî (Ebû'l-Hasan), K a h i r e ( t r z ) .
el-Gurâbî, Alî M u s t a f a : Târîhu'l-Fıraki'l-îslâmiyye,
ve
Neş'etu
llmVl-Kelâmi înde'l-Muslimîn^ K a h i r e 1378/1959.
Hacı Halîfe, M u s t a f a A b d u l l a h : Keşfu'z-Zunûn a n Esmâil-Kut u b i ve'l-Funûn, i s t a n b u l 1360/1941.
H a i g , T . W . : Saffarîler, m a d . îslâm A n s i k l o p e d i s i , C. X , Cüz :
100, İstanbul 1964.
el-Hajnevî, Yâkût : Mu'cemu'l-Udebâ',
K a h i r e 1357/1938.
el-Hammâdî, M u h a m m e d b. Mâlik : Keşfu Esrâri'l-Bâtmiyye
ve
Ahbâiin-Karâmita,
K a h i r e 1357/1939.
139
61 — Hamîdullah, P r o f . D r . Muhammed : îslâm P e y g a m b e r i ,
Hayatı
v e E s e r i , M . Saîd M u t l u çevirisi, İstanbul 1966.
62 — H a r t m a n n , R . : Cüzcân M a d . , îslâm A n s i k l o p e d i s i , C. III, Cüz :
23, İstanbul 1963.
63 — eİ-Hayyât, Ebû'l-Huseyn A b d u r r a h i m b. M u h a m m e d b. Osman :
Kitâbul-İntisâr
v e ' r - R e d d i alâ Îbni'r-Râvendi
ehMulhîd, D r .
N y b e r g neşri. K a h i r e 1344/1925.
64 _ Heffening, W . : Şafiî M a d . , İslâm A n s i k l o p e d i s i , C. X I , Cüz :
113, İstanbul 1968.
65 — el-Herevî, Ebû İsmâîl A b d i l l a h b. Muhammed b. Alî : Kitâbu
Zemmi'l-Kelâmî
v e E h l i h i , A . Ü. İlahiyat Fakültesi K t b . yazma
No:
7614.
66 — el-Hudarî B e y , eş-Şeyh Muhammed : Muhâdarâtu
TârîMl-Umemil-lslâmiyye,
K a h i r e 1364/1945.
g7
H u l e y f , D r . F e t h u l l a h : A S t u d y o n F a k h r a l - D i n al-Râzî a n d
h i s C o n t r o v e r s i e s i n T r a n s o x i a n a , ^ B e y v o u t h 1966.
68 — Işık, D r . K e m a l : M u ' t e z i l e ' n i n Doğuşu V e Kelâmi
Görüşleri,
A n k a r a 1967.
69 — İbn Asâkir, Ebû'l-Kâsım Alî b. el-Huseyn : Tebyînu
Mufterî fîmâ N u s i b e ilel-lmâm EbîhHasan el-Efarî,
KezibilDıma§k
. 1347.
70 — İbnu'l-Cevzî, Cemâluddîn Ebû'l-Ferec A b d u r r a h m a n : N a k d u l - İl¬
m i vel-Ulemâ' ev Telbîsu Îblîs, K a h i r e (trz).
71 _ İbnu'l-Cevzî, Cemâluddîn Ebû'l-Ferec A b d u r r a h m a n : Menâkıbul-lmâm A h m e d &. H a n b e l , K a h i r e 1349/1930.
72 — İbn Fâris, Ebû'l-Huseyn A h m e d b. Zekeriyyâ : M u ' c e m u Mekâyîs i l - Luğâ, Mısır 1366.
73 — İbnu Hacari'l-Askalânî, Ebû'l-Fadi A h m e d b. Alî b. Muhammed
b. M u h a m m e d
:
Fethu'l-Bârî
l i Şerhi
Sahîhi'l-Buhârî,
Mısır
1300 - 1 3 0 1 .
74
i b n H a l d u n , Ebû Z e y d A b d u r r a h m a n b. Ebî B e k r Muhammed :
Şifâu's-Sâil l i Tehzîbil-Mesâil, Önsöz ve n o t l a r l a neşreden : P r o f .
Muhammed b. Tâvit et-Tancî, İstanbul 1958.
75 _ İbn H a l d u n ; e l - M u k a d d i m e (Târîh), Mısır 1284 ( B u l a k Baskısı)
ve K a h i r e 1327.
76 — İbn Hallikân, Ebû'l-Abbâs Şemsuddîn A h m e d b. Muhammed b.
Ebî B e k r : Vefeyâtul-A'yân
v e Enbâu Ebnâi'z-Zemân,
Muham­
med Muhyiddîn Abdulhamîd neşri. K a h i r e 1310-1321, 1367/1948.
77 — İbn Hanbel, A h m e d b. Muhammed : Kitâbm-tlel
v e Ma'rifeti'r-
140
R i c a l , D r . T a l a t Koçyiğit ve D r . îsmâil Cerrahoğlu neşri, A n k a ­
r a 1963.
78 —
İbnu K a y y i m i ' l - C e v z i y y e , Ebû A b d i l l a h M u h a m m e d b. Ebî B e k r :
Iğâsetü'l-Lehfân
m i n Masâyidi'ş-Şeytân,
M u h a m m e d Hâmid e l Fakî neşri, K a h i r e 1938.
79 — İbn H a z m . Ebû M u h a m m e d Alî b. A h m e d : K i t a b u H - F a s l f V l - M i l e l
Ebyârî ve Abdulhafîz Şiblî neşri. K a h i r e 1355/1936.
80 — îbn Hişâm. : es-Sîretu'n-Nebeviyye,
M u s t a f a es-Sakâ, İbrahim elEbyârî ve Abdulhafîz Şiblî neşri, K a h i r e 1355/1936.
Te'vîli
8 — İbn K u t e y b e , Ebû M u h a m m e d A b d u l l a h b. Müslim : Kitâbu
MuhtelefVl-Hadîs
f V r - R e d d alâ A'doM-Hadîs,
K a h i r e 1344/1925.
82 —
83 —
İbn Kutlubuğa, Ebû'l-Adi Zeynuddîn Kasım :
fî Tabakâtin-Hanefiyye,
Bağdâd 1962.
İbn Manzûr, Ebû'l-Fadi Cemâluddîn M u h a m m e d :
Tâcu't-Terâcim
Lisânul-Arab,
B e y r u t 1955.
84 —
85 —
İbnu'l-Murtadâ, A h m e d b. Y a h y a : Kitâbu
TabakâtVl-Mu'tezile,
S u s a n n a D i w a l d - W i l z e r neşri, B e y r u t 1380/1961.
İbnu'l-Murtadâ, A h m e d b. Y a h y a : Kitâbu'l-Munye
Şerhi Kitâbi'l-Milel v e ' n - N i h a l , T . A r n o l d neşri,
1316/1902.
v e ' l - E m e l fî
Haydarâbâd
86 — Ibnu'n-Nedîm, M u h a m m e d b. İshâk : e l - F i h r i s t , K a h i r e 1348.
87 — İbn Nubâte, el-Mısrî : Serhu'l-Uyûn Şerhu Risâleti îbn Zeydûn,
K a h i r e 1278/1861.
88 —
89 —
90 —
91 —
İbn S a ' d : et-Tabakâtu'l-Kubrâ,
K a h i r e 1358.
İbn T e y m i y y e , Takıyjmddîn A h m e d
b. Abdilhalîm :
Kitâbu'lîmân, K a h i r e 1325.
İbn T e y m i y y e , Takıyyuddîn A h m e d b. Abdilhalîm : Mecmûaf^^Resâil ve'l-Mesâil, K R h i r e 1341/1922.
el-lrâkî el-Hanefî, Ebû M u h a m m e d
O s m a n b. A b d i l l a h b. e l H a s a n : Kitâbu
m a N o : 791.
92 —
93 —
94 —
Târîhi'l-Firaki'l-lslâmiyye,
Süleymâniye K t b . y a z ­
el-isfahânî, E b û l - K â s ı m e l - H u s e y n el-FadI er-Râğıb : e l - M u f ^
redât fî Garîbi'l-Kur'ân,
Mısır 1324.
el-isferâyinî,
Ebû'l-Muzaffer: : et-Tabsîr fî'd-Dîn, M u h a m m e d
Zâhidu'i-Kevserî neşri. K a h i r e 1359/1940.
İzmirli, İsmail Hakkı : Y e n i îlm-i Kelâm, İstanbul 1339 - 1 3 4 1 ,
1340 - 1 3 4 3 .
95 —
el-Kârî, Alî : Şerhu'l-FıkMl-Ekber,
K a h i r e 1323.
96 —
Kasım, D r . Mahmûd : îbn Ruşd v e Felsefetuhu'd-Dîniyye,
h i r e 1964.
Ka­
97 — Kasım, D r . Mahmûd
: Menâhicun'Edille
fî AhâidVl-MülG
Wbni
Ruşdy K a h i r e 1964.
98 — el-Kefevî, Mahmûd b. Süleyman : Tabakâtü Ketâibi
A'lâmil-Ah'
yâr m i n Fukahâi Mezhebi'n-NumâniH-Muhtâr,
Dâru'l-Kutubi'lMısriyye, y a z m a N o : 84; Süleymaniye K t b . Cârullah B l m . N o :
99 _
100 —
101 _
102 —
103 —
104 —
1580; A y a s o f y a N o : 3401.
Kur'ân«ı Kerîm v e Türkçe Anlamı ( M e a l ) , A n k a r a 1961, 1973
el-Kureşî, Muham­med b. Ebî'l-Vefâ' : ehCevâJıirun-Mudîe
fî T a bakâtVl-Hanefiyye,
Haydarâbâd
(trz).
K u t l u a y , Doç. D r . Yaşar : T a r i h t e v e Günümüzde İslâm M e z h e p ­
leri, A n k a r a 1968.
K u t u b , es S e y y i d : Fî ZılâWl-Kur'ân, Mısır ( t r z ) .
el-Laknavî, Muhamımed A b d u l h a y y : el-Fevâidun-Behiyye
fî TerâcimVl-Hanefiyye,
K a h i r e 1324.
M a c d o n a l d , D . B . : A l l a h , M a d , İslâm A n s i k l o p e d i s i , C . I , İstan­
bul 1941/1950.
105 — M a c d o n a l d , D . B . : İmân, M a d . İslâm A n s i k l o p e d i s i , C. V / 2 , Cüz:
106
50, İstanbul 1951.
M a c d o n a l d , D . B . : Mâturîdî,
M a d . İslâm A n s i k l o p e d i s i , C. Y I I ,
Cüz : 74, İstanbul 1956.
107 — el-Makdisî,
Şemsuddîn : Ahsenu't-Tekâsîm
fî
Ma'rifetin^Ekân z i y y e , K a h i r e 1324/1326.
108 — el-Makrîzî, A h m e d b. A l i b. Abdilkâdir : Kitâbu'l-Hıtat
ehMakn z i y y e , K a h i r e 1324/1326.
109 — eî-Mâturîdî, Ebû Mansûr M u h a m m e d b. M u h a m m e d b. Mahmûd :
Kitâbu't-Tevhîd,
C a m b r i d g e Üniversitesi K t b . A d d . 3651 N o . ;
Kitâbu't-Tevhîd, D r . F e t h u l l a h H u l e y f neşri, B e y r u t 1970.
110 — el-Mâturîdî : Te'vîlâtu'l-Kur'ân,
Üsküdar Hacı S e l i m A ğ a K t b .
y a z m a N o : 40.; Te'vîlâtu
111 _
E h l i ' s - S u n n e , D r . İbrâhîm A v a z a y n ve
es-Seyyid A v a z a y n iıeşri, C. I, K a h i r e 1391/1971.
el-Mâturîdî : Akâid R i s a l e s i , P r o f . Y u s u f Z i y a Yörükan çevirisi,
İstanbul 1953.
112 — el-Mes'ûdî, Ebû'l-Hasan Alî b. el-Huseyn b. Alî :
ve
Meâdini'l-Cevher,
M^rûcu'z-Zeheb
M u h a m m e d Muhyiddîn Abdulhamîd
K a h i r e 1367/1948,
113 — el-Mufîd, M u h a m m e d b. en-Nu'mân : Evâilu'l-Makâlât
h i b i ve'l-Muhtârât,
fi'l-Mezâ-
eş-Şeyh F a d l u U a h ez-Zenzânî'nin notlarıyle,
T e b r i z 1371.
114 — M u h a m m e d A b d u h : Risâletu't-TevMd,
142
neşri.
K a h i r e 1351.
115 — Nâder, D r . A l b e r t Nasrî : F e l s e f e t u n - M u ' t e z i l e , İskenderiye 1950.
116 — en-Nesefî, Ebû'l-Muîn Meymûn b; M u h a m m e d b. M u h a m m e d e l Mekhûlî : T a b s i r a t u n - E d i l l e fVl-Kelâm, Süleymâniye K t b . Fâtih
Blm.
y a z m a N o : 2907, Lâleli B l m . N o : 2162, Kılıç A l i Paşa
N o : 506 M . , ,Serez B l m . N o : 1395; Nûr-u O s m a n i y e K t b N o *
2097.
117 — en-Nesefî,
1319/1901.
el-îmâm
Ömer :
Kahire
el-AMidu'n-Nesefiyye,
118 — Neşet Çağatay-îbrahim A g â h Çubukçu : İslâm M e z h e p l e r i
h i , A n k a r a 1965.
119 — en-Nîsâbûrî, Ebû'l-Huseyn Müslim
b. el-Haccâc :
Târi­
el-Câmiu's-
Sahîh ( S a h i h u Müslim), İstanbul 1331-1333 ve K a h i r e 1375/1955.
120 — el-Pezdevî, Alî b. M u h a m m e d : Usûl, Keşfun-Esrâr
kenarında,
İstanbul 13Q8-1310/1890-1892.
121 — er-Râzî, Fahruddîn M u h a m m e d b. Ömer :
Dîn, Haydarâbâd 1353.
122 — er-Râzî,
Fahruddîn :
1356/1938.
VUhâdâtu
123 — er-Râzî, Fahruddîn : Esâsu't-Takdîs
el-Eröaln
fî
Usûli'd-
Firakrl-Muslimîn,
fVl-Kelâm,
Kahire
Mısır 1328.
124 — er-Râ^î, Fahruddîn : M u h a s s a l u
EfkârVl-Mutekaddimîn
Muteahhirîn
m i n e ' l - U l e m a ' ve'l-Hukemâ'
ve'l-Mutekellimîn,
h i r e 1323.
125 — er-Râzî, Fahruddîn : Mefâtihu'l-Ğayb,
ve'lKa­
İstanbul 1307.
126 — Reşîd
Rızâ, M u h a m m e d : Tefsiru'l-Kur'âni'l-Hakîm
Menâr), Mısır 1954.
(Tefsiru'l-
127 — es-Sâbûnî, Nureddîn A h m e d b. Mahmûd : Kitâbu'l-Bidâye m i ne^Kifâye
fVhHidâye fî Usûli'd-Dîn, D r . F e t h u l l a h H u l e y f neşri,
Mısır 1969.
128 — es-Sem'ânî, Ebû Saîd Abdulkerîm b. M u h a m m e d :
sâb, L e i d e n - L o n d o n 1912.
129 — S t r o t h m a n n , R . : S e n e v i y y e ,
Cüz : 106, İstanbul 1965.
Mad,
Kitâbu'l-En-
İslâm A n s i k l o p e d i s i ,
130 — es-Subkî, Ebû N a s r Abdulvahhâb b. Takıyyuddîn :
Şâfiiyye el-Kubrâ, Mısır 1324.
C. X ,
Tabakâtu'ş-
131 — Svveetman, J . W i n d r o w : İslam a n d C h r i s t i a n T h e o l o g y , L o n d o n
1947.
132 — eş-Şehristânî, Ebû'l-Feth M u h a m m e d
b u n - M i M ve'n-Nihal,
1381/1961.
b. Abdulkerîm
M u h a m m e d S e y y i d Geylânî neşri
:
KitâKahire
143
133 — eş-Şehristânî: Nihâyetu'l-İkdâm
fî Îlmin-Kelâm,
Alfred Guillau-
me neşri, L o n d o n 1934.
134
135 _
136 _
şerefeddin, M . : Kelâm
_
S a v a t l a n , Darülfünun llâlııyat Fakül­
tesi Mecmuası, Sayı : 24, İstanbul 1932.
_
Şerefeddin, M . : K a d e r i y y e y a h u t M u ' t e z i l e , Darülfünun i l a h i y a t
Fakültesi Mecmuası, Sayı : 15, İstanbul 1930.
Şeyh Zâde A b d u r r a h i m b. Alî : Kitâhu NazmiH-Ferâid v e C e m 11-
138 _
Fevâid, K a h i r e
et-Taberî, Ebû
Te'vili'l-Kur'ân,
et-Taberî, Ebû
139 -
Mulûk, K a h i r e 1357/1939.
et-Tabressî, Ebû Alî el-FadI b. e l - H a s a n :
140 -
Tefsiri'l-Kur'ân,
T a h r a n 1373.
et-Taftâzânî, Sa'duddîn Mes'ûd b. Ömer : §erhu'l-Alcmd
137 _
1317.
.
,T
C a f e r M u h a m m e d b. Cerîr : Camıun-Beyan a n
Mısır 1374; 7 n c i C. s o n r a 1321 baskısı.
C a f e r M u h a m m e d b. Cerîr : Târihu'l-TJmem v e l^
Mecmau l-Beyan
f i y y e , İstanbul 1308.
141
.
en-NeseT-
et-Taftâzânî, Sa'duddîn' Mes'ûd b. Ömer : Şerhu'l-Makasıd,
t a n b u l 1277, 1304.
fı
j
t
is­
^
142 _
et-Tancî P r o f M u h a m m e d b. TâvU : Ehû M a n s u r
el-MaPirıdı,
A Ü İlahiyat Fakültesi D e r g i s i , C . I V , Sayı : 1-2, A n k a r a 1955.
143 _ Taşköprü Zâde : Miftahu's-Saâde
v e Mishâhu's-Siyâde,
HaydaT'abad 1329
144 _ et-Temîmî, Takıyyuddîn, b,. Abdulkâdir :
et-Tabakâtu's-Seniyye
fî Terâcimi'l-Hanefiyye,
Süleymaniye K t b . , A y a s o f y a B l m . y a z ­
m a N o . 3295; Dâru'l-Kutubi'l-Mısrıyye, Târîh Halîm N o . 55.
145 _ Teymûr, A h m e d : Nazratım Tânhiyye
f i HudûsVl-Mezâhıh e l E r b a a , K a h i r e 1344.
146 — T h o m s o n , W i l l i a m : K h a r i j i t i s m a n d T h e K h a r i j i t e s , M a c d o n a l d
presentation V o l u m e , 1933. ayrı basım.
147 _ T r i t t o n A . S . : A n E a r l y V / o r k f r o m t h e S c h o o l o f al-Matundı,
J o u r n a l ' o f the R o y a l A s i a t i c Society of G r e a t B r i t a i n a n d I r e l a n d ,
Parts t 3
148 _
149 _
150 _
151 _
4.
T r i t t o n , Â. S. - M . A . - D . L i t t : Müslim T h e o l o g y , L o n d o n 1947.
ülken, O r d . P r o f . H i l m i Z i y a : F e l s e f e y e Giriş, A n k a r a 1958,
1963.
•••
.
,
rr.
••
Ülken, O r d . P r o f . H i l m i Z i y a : îslâm M e d e n i y e t i n d e
Tercüme
l e r v e T e s i r l e r , İstanbul 1948.
Watt, Montgomery : F r e e W i l l a n d P r e d e s t i n a t i o n i n E a r l y i s l a m ,
L o n d o n 1948.
144
W e i r , T. H . : M u h a m m a d a n i s m ,
E t h i c s , N e w - Y o r k 1951.
E n c y c l o p a e d i a of R e l i g i o n and
Wensinck. A . J . : T h e M t c s l i m C r e e d , C a m b r i d g e 1932.
Y a l t k a y a , M . Serefeddin : Türk KeUmcılan, Darülfünun İlahiyat
Fakültesi Mecmuası, Sayı : 23, İstanbul 1932.
Yazır, H a m d i : H a k D i n i Kur'ân D i U , ( Y e n i M e a l l i Türkçe T e f ­
s i r ) , İstanbul 1935.
Yöiükan, P r o f . Y u s u f Z i y a : K i t a b - u TefsırVl-Esmâ'
ve's-Sıfât
Hakkında, İlahiyat Fakültesi D e r g i s i , Sayı : 1, İstanbul 1952.
ez-Zamahşerî, Mahmûd b. Ömer : el-Keşşâf a n Hakâik Gavâmid
e t ' T e n z U , K a h i r e 1953.
ez-Zamah§erî, Mahmûd b. Ömer : Esâm'l-Belâğa,
Mısır 1882.
ez-Zebîdî, M u h a m m e d b. M u h a m m e d el-Huseynî : İthâfu'USâde
eI'Muttakîn b i Şerhi E s r a r îhyâi Ulûmi'd-Dîn, K a h i r e t r z .
ez-Zebîdî, Zeynuddîn A h m e d b. A h m e d b. AbduUatîf :
S^hîh-i
Buhârî Muhtasarı^ Tecrîd-i S a r i h T e r c e m e s i , Ahm.ed N a i m - P r o f .
Kâmil M i r a s çevirisi, A n k a r a 1960-1972 .
ez-Zehebî, el-Hâfız
1337/1918.
gemsuddîn
: Du.velu'lJslâm,
Haydarâbâd

Benzer belgeler