Halifeyi ağlatan çocuk: 24 Altın

Transkript

Halifeyi ağlatan çocuk: 24 Altın
Halifeyi ağlatan çocuk:
Sıcak bir yaz günüydü.
Arabistan çöllerine güneş bütün sıcaklığıyla vuruyordu.
Adeta insanın beynini kaynatıyordu.
Herkesin köşesine çekildiği, etrafın sessizliğe büründüğü bir anda, ezan vaktinin yaklaştığını gören halife,
Abdestini almış,ağır ağır camiye gidiyordu.
Bir çocuğun, kendisini geçmek istercesine hızlı adımlarla gittiğini gördü.
Küçücük çocuğun bu telaşı neydi?
Acele edişinin mutlaka bir sebebi vardı.
Acaba bir derdi mi vardı? Derdi varsa, derdine çare bulmak halifenin göreviydi.
Nihayet halkın derdini dert eden halife sordu: - "Yavrucuğum nedir bu telâşın? Bir derdin mi var?
Niçin bu kadar hızlı gidiyorsun?"
Çocuk halifeyi tanıyamamıştı.
- "Camiye gidiyorum amcacığım" diye cevap verdi.
Halife şaşırdı. Çocuk henüz küçüktü. Ama sözleri büyük adam sözleriydi. Biraz daha konuşturmaya karar verdi:
- "Yavrucuğum senin yaşın daha küçük! namaz sana farz değildir. Niçin bu kadar telaşlanıyorsun ?"
Çocuk kınar gibi halifeye baktı: - "Amca, amca! Bu işin büyüğü küçüğü olur mu?
Daha dün mahallemizde bir çocuk öldü. Üstelik benden de küçüktü. Ölüm denen gerçeğin büyük küçük ayırdığı yok. En iyisi her yaşta buna hazır
olmalı.
Hem bu yaşta namaza alışmazsam, büyüyünce kılmak zor gelebilir."
Halifeyi derin bir düşünce aldı.
Gözlerinden yaşlar boşalırken ağzından şu cümleler döküldü:
"Ey rabbim! Ne akıllı bir çocuktur bu çocuk! Büyüklerde bulunması gereken ruhu taşıyor.!
24 Altın:
Eski zamanlardan birinde bir ülkede büyük bir hükümdar yaşamaktaymış. Bu hükümdarın, başşehre epeyce uzaklıkta bir yerde güzel bir çiftliği
varmış. Bir gün emrindeki adamlardan ikisini bir süre kalmaları için bu çiftliğe göndermek istemiş.
Fakat adamların bu yolculuğu birlikte çıksalar da herkes kendinden sorumlu olacakmış. Birbirlerine yardım etmeleri de yasakmış.
Adamlar yola çıkmadan önce, hükümdar her birine ayrı ayrı yirmi dörder altın lira vermiş.
Onlara da: “Bu para sizin yol masrafınızı karşılayacak sermayenizdir. İhtiyaçlarınız için kullanırsınız.” demiş.
Ayrıca: “Burayla çiftliğin arası yaya olarak yaklaşık iki ay kadardır. Hem buraya bir günlük uzaklıkta, bir istasyon var. Bu istasyonda hem araba, hem
gemi, hem tren, hem de uçak bulunur. Herkes bütçesine göre bunlardan birine biner.” demiş.
Sonra da iyi yolculuklar dilemiş.
O iki adam, hükümdarı dinledikten sonra saraydan ayrılmış, yolculuk için hemen hazırlık yapmaya girişmişler.
Ardından da buluşup yola koyulmuşlar. Adamlardan birisi iyi bir kimseymiş. Yolculuk boyunca akıllıca hareket etmiş.
İstasyona varıncaya kadar bir miktar masraf etmiş. Fakat o harcadığı paralarla hükümdarın hoşuna gidecek çok güzel alışverişler yapmış. Böylelikle
para kaybetmek şöyle dursun sermayesini kat kat artırmış.
Diğer adamsa, kötü bir kimseymiş. İstasyona varıncaya kadar altınlarından yirmi üç lirasını harcamış. Hemen tamamını içki, kumar gibi geçici ve
yasak eğlencelere harcayıp tüketmiş. Sonunda kala kala elinde sadece bir tek altını kalmış. Rastladığı bir yerde onun halini gören yol arkadaşı bu
adama: “Arkadaşım! Kalan şu son paranla bir bilet al. Hiç olmazsa bu kadar uzun bir yolu aç ve yaya gitmek zorunda kalmayasın!” diye uyarıda
bulunmuş.
Ayrıca:“Hem bizim hükümdarımız merhametlidir. Belki sana acıyıp kusurlarını affeder. “Bakarsın seni de uçağa bindirirler. Sen de hedefine çabucak
ulaşırsın. “Yoksa bu iki ay boyunca çölde aç, yaya ve yalnız gitmeğe mecbur olursun.” diye tavsiyelerde bulunmuş.
Peki adam ne mi yapmış?
Orası bilinmiyor.
Ama zaten iki ihtimal var!
Eğer o noktadan sonra aklı başına gelip de bir bilet aldıysa bu da bir şeydir. Diğer adamla kıyaslanmasa ve basit bir araçla uzun bir yolculuk da yapsa
yine de kötü sayılmaz.
Ama eğer bu adam arkadaşının sözlerine rağmen yine de inat edip kalan o bir lirasını da bir bilete vermeyerek geçici bir zevk için harcasa; herhalde
herkesin onun aptal bir adam olduğundan şüphesi kalmaz.
***
Şimdi bu masalın arkasında nasıl bir anlam gizli? Ona bakalım:
Sevgili dostum!
O hükümdar, Rabbimiz; yaratıcımızdır.
O iki yolcu ise, her ikisi de Müslüman kimselerdir. Sorumlu oldukları halde birisi kulluk bilincine sahip, dindar, namazını kılan bir kimse; diğeri ise
kulluk bilincine sahip olmayan, gafil, namazsız bir insandır. Aslında her ikisi de bu iki tip insanın bir örneğidir.
O yirmi dörder altın ise, her gün akıp gideduran yirmi dört saatlik ömür süremizdir.
Uzaklardaki o güzel çiftlik ise, Cennet’tir. O istasyon ise, insanın ölümden hemen sonraki mekanı olan kabirdir.
O seyahat ise, dünyaya gönderilmiş olan insanın kabir ve büyük mahkemeden geçip sonsuzluğa uzanan yolculuğudur.
O uzun yolculuğumuz, o bir günlük sürede yaptığımız işlere; ibadetlere ve ibadetlerdeki içtenliğe göre belirlenir. Bu sayede de çeşitli konfor ve
sürelerde kat edilir. Bir kısım insanlar, bu yolu sürünerek, emekleyerek, yürüyerek uzun ve perişan bir halde alır.
Kimisi, basit de olsa bir araçtan faydalanır. Bir kısmının durumlarına göre biraz daha iyi araçları olur.
Bazı kimseler;
Ama öyle insanlar vardır ki, şimşek gibi bin senelik yolu bir günde giderler.
Hatta bazıları hayal gibi elli bin senelik mesafeyi bir günde kat eder.
Yolculuk için alınan o bilet ise namaz ibadetidir. Bu seyahat rahat bir şekilde ancak o biletle mümkündür.
Akıllı ve sorumlu bir insan için günde sadece bir tek saatlik süre bile, hazırlığıyla beraber beş vakit namaza ayeter.
Acaba her gün yirmi üç saatini şu kısacık dünya hayatına harcayıp da bir tek saatini bile o sonsuz ahiret hayatı için kullanmayan kimsenin, ne kadar
zarar ettiğini varın siz düşünün...
Arı, kendi adına inen ayeti anlatıyor
Ben küçücük bir bal arısıyım ALLAH’ın yarattığı şu kocaman dünyada, onun içindeki milyonlarca, milyarlarca canlının en
küçüklerinden biriyim.
Yüce ALLAH, insanlara gönderdiği son kutsal kitabında bana özel bir yer ve önem vererek benden bahsetmektedir
Hazreti Muhammed (sas) de ALLAH’ın emri gereği Kur’an-ı Kerim’den bir sureye benim adımı vermiştir Bunu öğrenince
çok mutlu oldum.
Bu surede Yüce ALLAH, bana nasıl yuva yapacağımı, nasıl petek öreceğimi, kilometrelerce uzakta da olsa yolumu
şaşırmadan gidip en güzel çiçeklerden bal özü alıp nasıl bal yapacağımı öğretti.
Bizler de bu emre boyun eğerek mükemmel bir geometrik plân ve matematiksel oranla hareket ederiz Önce altıgen
şeklindeki bal mumu hücrelerinden oluşan mimarlık harikası peteği meydana getiririz Sonra türlü türlü çiçeklerden
yorucu çabalar sonucu elde ettiğimiz bitki öz sularını kendi gövdemizde bin bir beceriyle bala dönüştürürüz Sonra bu
balı peteğin her odacığına özenle doldururuz Bu işi diğer arı kardeşlerimizle iş bölümüyle ve hiç hata yapmadan var
gücümüzle çalışarak yaparız.
Rabbimiz bize öğrettiğinden beri lezzetli mi lezzetli, aynı zamanda da şifa kaynağı olan balı yapmak için gece gündüz
çalışıp didiniyoruz Dünyanın sonuna kadar da hiç durmadan çalışacağız.
Rabbimiz, bizi örnek vererek hiçbir şeyi boşuna yaratmadığını, hiçbir varlığın önemsiz ve değersiz olmadığını anlatıyor
Ağaçlara, kuşlara, renk renk çiçeklere, coşkun akan nehirlere, gökyüzünün şirin kandilleri yıldızlara bakarak sonsuz
güç ve kudretin ancak kendisine ait olduğunu anlamamızı istiyor Hepimizi bu güzeller güzeli dünyamızın eşsiz
dengesini bozmadan bütün canlıların mutluluğunu artıracak işler bekliyor Ne olur unutmayalım! İnşALLAH sizler bunları
merak edip araştırırsınız ve biz arıları her gördüğünüzde bu sözlerimi hatırlarsınız.
Peki acaba sizler hangi konularda ALLAH’a itaat etmelisiniz? Hiç düşündünüz mü? Bunun için öncelikle çokça Kur’an-ı
Kerim okumanız gerekiyor Sadece benim adımın geçtiği bu surede dahi birçok konu yer almaktadır Gelin bu sureye bir
göz atalım
İsmimin geçtiği sureyi merak ettiniz değil mi? Öyleyse hemen söyleyeyim Nahl Suresi adını benden aldı Nahl, bal arısı
demektir Bu sure Kur’an-ı Kerim’in 16 suresidir
Nahl Suresinin ayet sayısı 128’dir Bu ayetlerde yerlerin, göklerin ve onlarda bulunan bütün varlıkların güzellikleri,
birbiriyle uyum içinde olmaları ve insanlara hizmet etmeleri anlatılıyor.
İnsanların bütün bunlar üzerinde düşünmelerine ve ALLAH’ı tanıyıp ona ibadet etmenin önemine vurgu yapılıyor İnkâr
edenlerin sonlarının nasıl olacağına, Kur’an-ı Kerim’in indiriliş gayesine, aklı kullanmanın ve düşünmenin önemine
dikkat çekiliyor.
Kısaca iman, inkâr, adalet, iyilik, düşünme, akıl, sözünde durma, bilgi, sabır ve takva bu surede vurgulanan temel
konulardır.
Aklıma gelmişken şu konuyu da sizlerle paylaşmadan sözlerimi bitirmek istemiyorum Hazreti Muhammed’in (sas),
bütün varlıklara karşı ne kadar hassas davrandığını biliyor musunuz? Savaş sırasında bile askerlerine ve arkadaşlarına,
“Sakın hayvanları öldürmeyin, ağaçlara, bitkilere zarar vermeyin Çocuklara, hanımlara, ibadet hâlindeki diğer din
mensuplarına ve onların ibadet yerlerine saldırmayın” ifadelerine, günümüz dünyası ne kadar muhtaçtır değil mi? Ben
bunları işitince çok duygulandım Nasıl duygulanmayayım ki âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamber, bizler
gibi küçücük bir varlığa önem veriyor ve insanlara, bizlere karşı iyi ve güzel davranmayı tavsiye ediyor.
İki Yol
Bir zamanlar bir ülkede yaşayan iki asker varmış. Bunlar bir gün komutanlarından bir emir almışlar. Bu emre göre uzak bir şehre gitmeleri
gerekiyormuş.
Komutanlarının verdiği emri duyunca: “Baş üstüne!” deyip hazırlık yapmaya gitmişler.
Daha sonra da beraberce yola koyulmuşlar. Az gitmişler, uz gitmişler. Epeyce bir yol gitmişler.
Sonra yolun ikiye ayrıldığı bir kavşağa gelmişler. Orada bir adam durmaktaymış.
Selam verip biraz sohbet etmişler. Daha sonra adam askerlere: “İsterseniz size bu iki yol hakkında biraz bilgi vereyim. Beni dinledikten sonra
hangisinden gideceğinize karar verirsiniz.” demiş.
Askerler memnun olmuşlar.
Adam:“Aslında bu yolların her ikisi de aynı uzunlukta. Fakat sağdaki yoldan gidenler zarar görmez. Üstelik o yoldan gidenlerin onda dokuzu, çok
rahat eder. Hatta çok büyük kazançları olur.
“Şu soldaki yol ise pek faydalı bir şey yoktur. Üstelik o yoldan giden yolculardan onda dokuzu da zarar görür.”
“Sol yolun yolcuları, görünüşte bir hafiflik ve rahatlık içindedirler. Çünkü kendilerine bir ölçüde zahmet verecek çanta, silah gibi şeyleri yanlarına
almamışlardır. Onlar hiçbir kanun ve düzene uymazlar.”
“Kurallara ve askerlik düzenine bağlı olan sağ yolun yolcuları ise, görünüşte biraz zahmet çekerler.
“Çünkü çeşitli yiyeceklerle dolu çantalarını ve gerektiğinde düşmanlarına karşı kullanacakları silahlarını yanlarında taşırlar.” demiş.
Askerler, adamın söylediklerini dikkatle dinlemişler. Fakat her biri farklı yoldan gitmek niyetindeymiş. Birbirlerini ikna etmek istemişlerse de başarılı
olamamışlar.
Daha sonra o iki askerden birisi sağdaki, diğeri ise soldaki yoldan gitmiş.
Sağdaki yoldan giden asker sırtına yiyecek, silah gibi ağırlıklar yüklenmiş olarak yol alıyormuş.
Biraz zahmet çekmiş. Fakat onun kalbi ve ruhu, pek çok korkunun ve başkaları tarafından aşağılanmanın ağırlığından kurtulmuş.
Soldaki yoldan giden diğer asker ise, kurallara uymak istememiş. Hatta askerlik görevini de terk etmiş.
Böyle yapmakla bir ölçüde serbest hareket etmiş, bedeni bir miktar ağırlıktan kurtulmuş.
Fakat bu defa da onun kalbi ve ruhu pek çok korku ve aşağılanmanın ağırlığı altında ezilmiş.
Yol boyunca her şeyden korkmuş, herkese dilenci olmuş.
Nihayet güç bela o şehre ulaşmış. Ama zaten asi ve kaçak olduğundan kendisini yakalanıp hapse atmışlar.
Sağdaki yoldan giden asker, görevini biliyor ve seviyormuş. Bu sebeple gerekenleri yapmış. Çantasını ve silahını sürekli yanında taşımış.
Bunun için ne kimseden korkmuş, ne de kimse tarafından aşağılanmış. Vicdanı ve kalbi rahatlık içinde yolculuk yapmış.
Hedefe ulaştığında ise, görevini başarıyla tamamlamış kimselere yakışır bir şekilde karşılanmış.
Görevini sorumlulukla yerine getirdiği için kendisine birçok ödül de verilmiş.
Şimdi bu masalın gerçek anlamına bakalım:
Sevgili dostum!
Yolculuğa çıkan o iki asker, aslında iki tip insanı temsil etmektedir.
Onlardan birisi Allah’ın kanunlarına boyun eğen, uysal bir kimsedir. Bu kişi masalda sağ yoldan giden yolcu olarak gösterilmiş.
Diğeri ise içindeki kötülük odağı olan nefsinin isteklerine uyan ve emirlerini dinlemeyerek Allah’a isyan eden kimsedir. Bu kişi ise masalda sol
yoldan giden yolcu olarak gösterilmiş.
O yolculuk ise, herkesin bir ömür yaşadığı şu hayat yolculuğudur.
Bu yolculuk ruhlar aleminde başlar. Dünyada devam eder. Nihayet ölüm tünelinden geçip ahiret ülkesine ulaşır.
Çanta ve silah ise, kişinin hayatı boyunca yaptığı ibadet ve iyiliklerdir.
İbadet ve iyilik yapmak insanlara zor gelir. Fakat bu zorlukların içinde nice güzellikler de vardır.
Üstelik insanlar onlarda hiçbir şeyde bulmadıkları çok özel ve güzel tatlar da bulurlar.
Daha da önemlisi yapılan ibadet ve iyiliklere karşılık Ahiret ülkesindeki sonsuz hayatta çok önemli ödüller verilecektir.
İyimser ve Karamsar:
Biir zamanlar bir ülkede yaşayan iki adam varmış. Bu iki adam, aynı günlerde bir yolculuğa çıkmışlar.
Hem eğlenmek, hem de ticaret yapmak istiyorlarmış. Ama bu iki adamın birbirlerinden önemli bir farklılığı varmış.
Çünkü birisi varlıkların yaratıcısı ve sahibi olan Allah’a inanıyor, diğeri ise inanmıyormuş.
*
İnançlı olan bir yöne, inançsız olan da diğer bir yöne gitmiş.İnançsız adam bencilmiş. Yani sadece kendisini düşünür, başkalarına hiç değer
vermezmiş. Üstelik çok da karamsar bir kişiymiş. Her olayı kötüye yorar, sürekli olumsuz ve üzücü şeylerden söz edermiş.
Zaten, kötümserlik inançsızlığın bir özelliği değim miymiş!
*
Yolculuğu esnasında bu inançsız adamın yolu bir memlekete düşmüş.Çok kötü bir yermiş burası. İnsanlara kötülük ve eziyet eden birçok zalim ve
zorba adam varmış burada. Bunlar güçsüz ve zavallı kimselere sürekli olarak işkence ediyorlarmış.
O zavallıların elinden de ağlayıp sızlamaktan başka bir şey gelmiyormuş. İnançsız adam, gezdiği her yerde hep bu türden çok üzücü ve korkunç
durumlar görmüş. Bütün ülke bir yas yeriymiş adeta. Her tarafta pek çok cenaze ve ümitsizce ağlaşıp duran öksüz-yetim çocuklar varmış.
*
Gördükleri o kişiyi çok etkiliyor, vicdanı sürekli acı çekiyormuş. O acıları hissetmemek için, hemen o üzücü ortamı terk ediyormuş.
Fakat nereye giderse gitsin, hep aynı şeylerle karşılaşıyormuş. Bu durumdan kurtulmak için çok uğraşmış. Ama uğraşması boşunaymış.
Sonunda içki içip sarhoş olmaktan başka bir çare bulamamış. İnançlı olan diğer adam, güzel ahlaklı, alçak gönüllü bir kimseymiş.
Yani sadece kendisini düşünmez, başkalarına da değer verirmiş. Ayrıca iyimser bir kişiymiş de. Her şeyin iyi yönlerine bakar, sadece güzel ve
mutluluk verici şeylerden söz edermiş. Zaten, iyimserlik de inancın bir özelliği değil miymiş!
*
İnançlı adam, yolculuğu esnasında çok güzel bir memlekete rast gelmiş. Burada büyük şenlikler yapıldığını görmüş.
Her tarafta sevinçli insanlar varmış. Bunlar büyük bir mutluluk içindeymiş. Buradaki herkes ona sanki dostu ve akrabası gibi görünüyormuş.
Bu inançlı ve iyimser adam hem kendisinin, hem de başkalarının sevinciyle mutlu oluyormuş. Öte yandan seyahati esnasında çok karlı alışverişler de
yapmış. Ayrıca yaşayıp gördüğü bütün bu güzellikler için Allah'a şükretmeyi de unutmamış. “Bu kadar yeter. Artık memleketime döneyim!” diye
düşünmüş. Dönmeye karar vermiş. Hazırlanıp yola koyulmuş.
*
İyimser adam dönüş yolunda ilerlerken bir yere geldiğinde, kötümser adamla karşılaşmış. Adamın durumunun çok kötü görünüyormuş.
Bir sure konuşup sohbet etmişler. İnançlı adam diğerine, niçin böyle bir durumda olduğunu sormuş. İnançsız adam da bütün yaşadıklarını bir bir
anlatmış. İnançlı adam meseleyi anlamış. Diğerine: “Arkadaş! Senin gezdiğin yerleri ben de gezip gördüm. Hiç de öyle bir durum yoktu.
“Halbuki sen deli de değilsin! Niçin böyle davranıp kendine işkence ettin?
“Aslında bütün gördüklerin senin kafandaki yanlış düşüncelerin dışa yansımasından başka bir şey değil. “Bunun için olanları başka şekilde
görmüşsün. 'Sen mutluluğu üzüntü, gülmeyi ağlama sanıyorsun.”
“Aklını başına al, kalbini temizle! “Böylece bu karanlık perde gözünden kalksın da, gerçeği görebilesin!
“Çünkü biz burada sonsuz derecede adaletli, merhametli, kudretli, şefkatli bir hükümdarla karşı karşıyayız. “Onun memleketi, senin kuruntularının
gösterdiği şekilde olamaz. “Zaten öyle de değil!” demiş.
*
Bunları duyunca bir anda o zavallı adamın aklı başına gelmiş. “Evet, galiba ben gerçekten de deli olmuşum. “Yaptıklarım hiç de akıllıca şeyler
değilmiş.” demiş. Sonra da: “Sevgili dostum! Beni böyle cehennem gibi bir ortamdan kurtardın.
“Bunun için sana çok teşekkür ederim. Allah senden razı olsun!” demiş.
***
Bu masalın bir de gerçek anlamı vardır. Biz şimdi de ona bakalım: Önceki adam, bütün varlıkların yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ı tanımayan bir
kimsedir. Onun için bir çok kötülük yapıp pek çok günah işlemiştir. Bu sebeple her şey onun gözüne olduğundan başka görünür.
Onun gözüyle bakıldığında, bu dünya hiç kimsenin zevk almadığı, herkesin üzüntü içinde yaşadığı bir yerdir.
Bütün canlılar sevdiklerinden ayrılmış ve yok oluşun acısıyla ağlayan yetim çocuklara benzer.
Hayvanlar ve insanlar, adına “ölüm” denen bir canavarın pençesiyle parçalanan kimsesiz zavallılardır adeta.
Dağ, deniz gibi büyük varlıklar; ruhsuz, korkunç birer cenazedir.
İşte onu bunlar gibi inançsızlığın getirdiği daha pek çok kötü düşünce ve kabus rahatsız etmiştir.
*
Diğer adam ise, inançlıdır. Allah'ı tanımakta, varlığını ve gücünü kabul etmektedir.
Onun inancı da gerçeği görmesine yardım eder. Karamsar adamın aksine her şey onun gözüne güzel görünmektedir.
Şu yaşadığımız dünya, varlıklar için bir eğitim alanı, bir sınav salonu ve bir ibadet yeridir.
Çok acı görünen ölümler ise, adeta bir dersin veya sınavın bitişi gibidir.
Hayattaki görevlerini bitirenler, bu geçici dünyadan sonsuzluk alemine göçerler.
Böylelikle okulda veya askerlikte olduğu gibi eskiler işlerini bitirip yeni gelenlere yer açmış olurlar.
Doğumlar da yeni grupların görev başı yapması demektir.
Aslında bütün canlılar, görevli birer memur ve askerdir.
İşitilen birtakım sesler ise, varlıkların görevlerini neşe içinde yaparken çıkardıkları seslerdir.
Onlar aynı zamanda çıkardıkları bu seslerle yaratıcılarına teşekkür de etmiş olurlar.
O inançlı kişiye göre her bir varlık, Allah'ın görevlendirdiği sevimli bir dosttur.
Aynı zamanda her bir varlık, içinde pek çok bilime ait çok önemli sırların ve formüllerin bulunduğu son derece ilgi çekici birer kitaptır.
Beşikte Oruç
Abdulkadir Geylani Hazretleri, henüz iki-üç aylıkken görülen kerametlerini annesi söyle anlatır:
"Oğlum henüz birkaç aylıktı. Mübarek Ramazan ayı geldi. Birinci gün şafak söktükten güneş batıncaya kadar bütün gün hiç süt emmedi. İkinci gün
de ayni durum tekrar edince anladım ki Abdulkadir oruç tutuyor.
İkinci sene Şaban ayının sonuna doğru hava fazla bulutlu olduğu için halk Ay'ı göremedi. Ramazanın başlama tarihini tespit edemediler. Abdulkadir'in
bu meziyetini bilenler hemen annesinin yanına gidip onun süt emip emmediğini sordular. Gerçekten o gün Abdulkadir şafaktan beri süt emmemişti.
Daha sonra o günün ramazanın birinci günü olduğu anlaşıldı.
Beşikteyken oruç tuttuğunu şu beyit ile dile getirir.
"Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi.
Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi.
Allah ona ayağını veli kullarımın omuzlarına koy derken sebebi bu olsa gerek ...
Ayeti kerimenin indirdiği iftar:
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin küçük yaşta hastalanırlar. Hz. Ali ile Hz. Fatıma çocuklar iyi olunca, ikisi de oruç tutar.
Birinci gün, iftar için hazırladıkları yemeği, o esnada kapılarına gelen yetimlere vererek, iftar etmeden, ikinci günün
orucuna başlarlar. O akşam iftarlığını da, yine o saatte kapıya gelip, (Allah için bir şey verin!) diyen fakir ve
miskinlere verdiler. O gece de, iftar etmeden, üçüncü günün orucuna başladılar. O akşam dahi, kapılarına gelen
esirleri boş çevirmemek için iftarlıklarını bunlara verdiler.
Bunun üzerine, Ayet-i Kerime indi. Ayet-i Kerimenin Meal-i Alisi şöyledir:
"Bunlar, adaklarını yerine getirdiler. Uzun ve sürekli olan kıyamet gününden korktukları için, çok sevdikleri ve
canlarının istediği yemekleri miskin, yetim ve esirlere verdiler. Biz bunları, Allahu Teala'nın rızası için yitirdik. Sizden
karşılık olarak bir teşekkür, bir şey beklemedik, bir şey istemeyiz dediler. Bunun için, Cenab-ı Hak, onlara Şarab-ı
Tahruriçirdi."
(insan, 7-9, 21)
El-Kuddüs
Yüce Rabbimizin isimlerinden birtanesi de (el Kuddüs)dür. Yani; Allah temizdir ve temiz olanı sever. Allah bizim temiz olmamızı bize faydası
olduğu için istiyor.Çünkü eğer temiz olmazsak kötü mikroplar vücudumuzun her tarafını sarar.Daha sonra hastalanırız ve gücümüz elimizi , kolumuzu
hareket ettiremeyecek kadar azalır.O zaman hiçbir şeyin tadı olmaz hayatımızda...Ayrıca temiz olmayanlar çok kötü kokarlar.Kimse onların yanına
yaklaşamaz, ya da onların yanındayken burnunu kapatır. "Iyy! ne kadar iğrenç olur değil mi? Şimdi bakalım Bediüzzaman Dedemiz,Risale-i Nur
kitabımızda İsm-i Kuddüs hakkında neler söylüyor. -İsm-i Kuddüs'ün bir mazharı ve bir cilvesi olan fiil-i tanzif ve tathir(temizleme,yıkama),O Zat-ı
Vacib-ül Vücudun hem güneş gibi mevcudiyetini,hem gündüz gibi vahdaniyetini gösteriyorlar.(30.lem'a) Evet,miss kokulu çocuklar.Kainata
baktığımız zamanda,Yüce Rabbimizin Kuddüs isminin yansımalarını görürüz. Nasıl bizler banyo yapıp temizleniyorsak,Rabbimizin yağmur emri ile
yeryüzü yıkanıyor ve toprak hayat kazanıyor.Bizler evlerimizi süpürüp,temizlediğimiz gibi,Rabbimiz'in emri ile hava rüzgar üfürüyor,yollardaki
süprüntüler temizleniyor,havalanıyor. Ayrıca yeryüzünde temizlik ile görevli memur karıncalar,sinekler ve böceklerinde olduğunu biliyor muydunuz?
Bu konuda tekrar Bediüzzaman Dedemize kulak verelim; -Hava, zeminin sathına,yüzüne konan toz toprak süprüntülere üfler,tanzif eder.Bulut
süngeri,zemin bahçesine su serper,toz toprağı yatıştırır.Sonra,gökyüzünü çok zaman kirletmemek için,çabuk süprüntülerini toplayıp kemal-i intizamla
çekilir,gizlenir.Göğün güzel yüzünü ve gözünü,silinmiş ve süpürülmüş,parıl parıl parlar gösteriyor.(30.lem'a) Madem; ALLAH TEMİZDİR VE
TEMİZ OLANI SEVER.Bizler de tertemiz mis kokulu çocuklar olalım.Hem sağlığımızı koruyup,hem de çevremizdeki
arkadaşlarımıza,kardeşlerimize örnek olalım.Nasıl mı? Temizliğin en birinci aşaması taharet.Yani vücudumuzu görünmeyen pisliklerden
arındırmak.Tuvalete sol ayağımız ile girip,sağ ayağımız ile çıkalım.Sonrasında ellerimizi,tırnak aralarını tertemiz yıkayalım.Uzayan tırnaklarımızı
kesmeyi unutmuyoruz değil mi?Eğer kendimiz kesemiyorsak,anne veya babamızdan yardım isteyelim. Biraz tırnak kontrolü yapalım mı? -Imm!
Tırnaklarımız birazcık uzamış galiba. Üstelik aralarında mikroplar var.Ama hemen keselim ki, mikroplar bizi hasta edemesin. Saçlarımızı tarıyalım.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hem sabah,hem gece yatmadan önce mutlaka saçlarını tararmış. Böylelikle sünnet sevabı da
kazanmış oluruz.Dişlerimizi fırçalamayı unutmayalım.Eğer onları çürütürsek bize darılıp küserler. Miss kokulu çocuklar; Elbiselerimizin temizliğine
de dikkat edelim.Kirlenen kıyafetlerimizi hemen değiştirelim.Bu arada odamızı ve dolaplarımızı dağıtmamaya özen gösterelim olur mu? n güzel
işlerin..