medya okuryazarlığı
Transkript
medya okuryazarlığı
MEDYA OKURYAZARLIĞI 24 KASIM 2006 – ANKARA 1 Medya Okuryazarlığı © Bu kitabın tüm telif hakları RTÜK’e aittir. 1. Baskı - ……….. 2007, Ankara RTÜK Yayın No: … Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Bilkent – Ankara IBSN: …………………… Web : www.rtuk.org.tr e-posta : [email protected] Bu kitap, RTÜK Eğitim Dairesi Başkanlığı tarafından yayıma hazırlanmıştır. Türkçe Redaksiyon: Dr. Emir. M. Ulucak Baskı Tel : ………………………….. : …………………………. Bu kitapta yer alan görüşler ve yaklaşımlar, konuşmacılara aittir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nu bağlamaz. 2 ĐÇĐNDEKĐLER ÖNSÖZ AÇILIŞ KONUŞMALARI Dr. Zahid AKMAN Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı D. Hanno HARTIG Avrupa Konseyi Đnsan Hakları Genel Müdürlüğü Azınlıklar, Medya ve Eşitlik Bölüm Başkanı Dr. Vahap ÖZPOLAT MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkan Vekili I. BÖLÜM Medya Okuryazarlığı – Temel Bir Aktör Olarak Medyanın Rolü Oturum Başkanı Prof. Dr. Bülent ÇAPLI A.Ü. Đletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Panelistler Doç. Dr. Bilal ARIK Selçuk Üniversitesi Đletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Muhittin BĐLGE Radyo Televizyon Üst Kurulu Uzmanı Oğuz HAKSEVER Ulusal Yayın Kuruluşu Temsilcisi, Editör Robin BLAKE Yönetici, Telekomünikasyon ve Yayıncılıktan Sorumlu Düzenleyici Otorite (OFCOM), Đngiltere Soru–Cevap Bölümü 3 II. BÖLÜM Medya Okuryazarlığı – Nasıl Bir Eğitim? Oturum Başkanı Prof. Dr. Davut DURSUN Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Üyesi Panelistler Prof. Dr. Meral UYSAL Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürü Evelyne BEVORT Müdür Yardımcısı, Milli Eğitim Bakanlığı Medya Okuryazarlığı Merkezi (CLEMI), Fransa Dr. Vahap ÖZPOLAT Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Başkan Yardımcısı Mehmet Akif SÜTCÜ Milli Eğitim Bakanlığı Öğretim ve Program Dairesi Başkanı Fatih KÖLÜK Milli Eğitim Bakanlığı Đlköğretim Medya Okuryazarlığı Dersi Program Geliştirme Komisyonu Üyesi Soru–Cevap Bölümü 4 ÖNSÖZ Dr. A. Zahid Akman Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı 5 AÇILIŞ KONUŞMALARI Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Başkanı Dr. Zahid AKMAN’ın Açılış Konuşması Sayın Konuklar, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Medya Okuryazarlığı konulu Uluslararası Panelimize hoş geldiniz. Panelimizi çok uzun bir yoldan gelerek onurlandıran Sayın Dr. Hanno Hartig’e, Sayın Robin Blake’e ve Sayın Evelyne Bevort’a, değerli akademisyenlerimize ve uzmanlarımıza, proje ortağımız olan Milli Eğitim Bakanlığının saygıdeğer bürokratlarına katkılarından ötürü şimdiden teşekkür ediyorum. Đlköğretim çağındaki çocuklarımızın sayısı 12 milyon civarında. Kitle iletişim araçları sınır tanımıyor. Kitle iletişim araçları her türlü imkânı kullanarak başta biz ebeveynler olmak üzere çocuklarımızın, tüm vatandaşlarımızın, önemli bir vaktini işgal ediyor. Neredeyse iş ve dinlenme dışında tüm sürelerin kitle iletişim araçları karşısında, ama özellikle TV karşısında geçirildiği artık yatsınamaz bir gerçek. Değerli konuklar, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak hem teknolojideki bu gelişmeler ve etkileşimi dikkate alıp hem de özgürlükleri kısıtlamadan insanların doğru, sıhhatli, sağlıklı bilgiye ulaşma imkânı nasıl olur sorusunun cevabı üzerine göreve geldikten sonra çok düşündük. Olumsuzluk içeren yayınları engellemeye kalktığınızda, bunu tespit etme imkânının güçlüğünü sizler de takdir edersiniz. Hangisi doğru? Hangisi yanlış? Neye göre doğru? Neye göre yanlış? Kime göre doğru? Kime göre yanlış? Bu sorular ardı ardına getirilebilir ve sıralanabilir. Eğer siz sürekli olarak yapılan yayınları ve programları belli bir noktadan değerlendirir, sürekli yanlışlığını ortaya koyarsanız, toplumu korumak adına, toplumun haber alma özgürlüğünü kısıtlar bir konuma da gelebilirsiniz. Özgürlüklerin en fazla şekilde kullanılmasını benimseyen bir anlayışla görev başında bulunan Üst Kurulumuzun, böyle bir noktada; yapılan programları denetlerken, onları engellemekten çok hem yayın faaliyetinin bir tarafı olan yayıncıların belli bir bilince ve yayınlarını yönelttikleri vatandaşları tanımasına katkı sağlayacak birtakım çalışmalara yönlendirilirken hem de TV programlarını izleyen vatandaşlarımızın TV programlarını nasıl izlemeleri gerektiği ve bu programlara nasıl ulaşmaları gerektiği, ulaştıkları bu programları nasıl analiz edip algılamaları gerektiği konusunda da onları bilgilendirmek zorunluluğu vardır. Ülkemizde, biraz önce konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi çok genç bir nüfusa sahip olduğumuzdan hareketle, böyle bir bilinçlendirme çalışmasının ilk önce 6 çocuklarımızdan başlatılması zorunluluğu var. En son yapmış olduğumuz araştırmada çocuklarımızın günde yaklaşık 3 saatini ekran başında geçirdiklerini gördük. Ve tabi daha da önemli olan tarafı; bu üç saatlik süre içerisinde, ekrandaki mesajlara ve programlara karşı çocukları yönlendiren, çocukları programların içeriği hakkında bilgilendiren, onun da ötesinde seyrettiklerinin doğru ya da yanlış olduğu noktasında onları bilgilendiren herhangi bir rehberin bulunmadığı gerçeğidir. Bu son derece önemli. Zaten her türlü bilgiye aç, gelişmekte olan evlatlarımızın 3 saat ekran başında vakit geçiriyor olmaları başlı başına bir sıkıntı kaynağı iken, bir de bu geçirdikleri süre içerisinde herhangi bir rehber olmadan, her türlü doğru ya da yanlış mesaja açık konumda onları bırakıyor olmak, kamu görevi yapmakta olan bizlerin ve ebeveynlerin büyük ihmalidir. Bu manada biz görev geldikten sonra, özellikle izleyicilerimizin bilinçlendirilmesi ve bilgilendirilmesi noktasında bazı çalışmalar yaptık. Bunlardan sizler de haberdarsınız. Đşte bir tanesi akıllı işaretler koruyucu sembol sistemi. Onun ardından son günlerde yine çocuklarımızın bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi amacıyla sırf çocuklarımıza yönelik bir internet sayfası hayata geçirdik. Çocuklarımızın, ekrandaki şiddete karşı bilincinin artırılması için tüm ilköğretim okullarımız arasında komposizyon yarışması düzenledik. Özellikle evlatlarımızın ve ebeveynlerin program içerikleriyle ilgili görüşlerini daha doğru, sıhhatli ve hızlı bir şekilde bize ulaştırmalarını sağlayacak çağrı merkezini oluşturduk. Tamamen interaktif bir şekilde ekranın beklentileri karşılar bir noktaya getirilmesi için, yayıncıları da kapsayacak bilgi akışının sıhhatli olmasını sağlamak amacıyla birtakım faaliyetler başlattık. Tabi bu faaliyetlerimiz içinde en önemsediğimiz ve önemli gördüğümüz de tüm örgün eğitim kurumlarımızda, ilköğretim okullarında Milli Eğitim Bakanlığı ile müşterek olarak başlattığımız Medya Okuryazarlığı projesi. Biraz önceki konuğumuzun da ifade ettiği gibi Medya Okuryazarlığı projemizin içinde “Bilinçli bir televizyon izleyici nasıl olunur?” sorusunun cevaplarıyla birlikte, özellikle internet kullanımı ve internette karşılaşılacak doğru ve yanlış konularla ilgili evlatlarımız bilgilendirilecek. Günlük hayatımızın önemli bir kısmı, söylemiş olduğum gibi televizyon karşısında geçiyor. Bugünün teknolojisi bunu zorunlu kılıyor. Ama önümüzdeki yıllarda tahmin ediyorum ki birçok gelişmiş batı ülkesinde olduğu gibi insanlar artık önemli vakitlerini homeoffice olarak kullandıkları evlerinde değerlendirecekler. Đletişim teknolojisinin verdiği ikmânlarla bilgisayarlar hayata geçirildi. Her türlü iş artık ofis kullanılmadan bilgisayarın sağladığı ikmânlarla evlerden yönetilebiliyor, kontrol edilebiliyor. Kısaca söylemek gerekirse önümüzdeki on yılın içerisinde, tüm kitle iletişim araçları, bilgisayar ve internet teknolojisi, hayatımızın her safhasını etkileyecek, yönlendirecek bir güce kavuşmuş olacak. Böyle bir gerçeklik söz konusuyken, böyle bir gerçeklikle yüz yüze geleceğimiz şu anda çok net ortadayken, buna karşı tedbir almamak olmazdı. Kamu görevi olan bizlerin böyle bir çalışmayı başlatıyor olması elbette çok önemli. Çok önemsiyoruz. Bunun en güzel şekliyle 7 gerçekleşmesi ve çocuklarımıza en faydalı hâle getirilmesi konusunda özellikle Milli Eğitim Bakanlığımızın çok ciddi katkıları var ve beş pilot ilimizde uygulama devam ediyor. Çeşitli kamuoyu araştırmalarıyla da bu dersler sonrasında çocuklarımızın gelmiş olduğu seviye ölçülerek bu pilotlama uygulaması sonrasında, 2007-2008 öğretim yılında, güzel ülkemizin her tarafında bu dersin başlaması için çalışma yürütülüyor. Ama bu çalışmanın başarılı olması için Milli Eğitim Bakanlığının bunun müfredatını hazırlayıp okullara ders olarak koyması yetmiyor. Çocuklarımızın dersleri alması da yetmiyor. Ebeveynlerin de aslında bizlerin de bu derse ihtiyacı var. Bizler bir eğitim kurumuna gidemiyoruz, bunu öğrenemiyoruz her zaman. Kitaplardan, yayınlardan bir medya mesajı nasıl algılanmalı, nasıl değerlendirilmeli ve hayatta nasıl kullanılması sorusunun cevabını, karşılığını almak zorunluluğumuz var. Çocuklarımızı bu noktada bilinçlendirmek zorunluluğumuz var. Sık sık gündemimize gelen ekranda şiddet, ekranda erotizm, cinsellik, cinsel istismar gibi konuların önemli bir kısmının çıkış noktası, hepinizin bildiği gibi kitle iletişim araçları ve internet. Bu noktada, bu sorunların aşılması için bireysel olarak da tabiki hepimizin belli bir bilince ulaşması, kavuşması gerekir. Bu konunun daha başarılı olması, daha etkin bir şekilde kamuoyunun içerisinde kabullendirilmesinin sağlanması, bir ortak bilinç oluşması noktasında, medya okuryazarlığı ile ilgili bu tip çalışmalarımız devam edecek. Yurt dışından çok değerli konuklarımız var. Kendilerinin yaşamış oldukları ülkelerde ve yapmış oldukları iş nedeniyle diğer bir çok batılı ülkede bu konuyla ilgili uygulamalar ve edindikleri tecrübeler bugün toplantılarda tartışılacak, konuşulacak. Ben bu toplantının herkese hayırlar ve güzellikler getirmesini diliyorum. Ayrıca bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. Bizi yetiştiren, hepimizin bir noktaya gelmesinde en büyük katkıya, emeğe sahip olan öğretmenlerimizin de Öğretmenler Günü’nü kutluyorum. Onlar iyi ki varlar. Hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum. Hepinize hayırlı günler diliyorum efendim. Avrupa Konsey, Đnsan Hakları Genel Müdürlüğü, Azınlıklar, Medya ve Eşitlik Bölümü Başkanı Dr. Hanno Hartig’in Açılış Konuşması Sayın Bakan, Bayanlar ve Baylar Avrupa Konseyi adına, bugün burada sizlerle birlikte olmanın büyük bir onur ve mutluluk olduğunu söylemeliyim. Türkiye Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna bu toplantıyı düzenlediği ve Avrupa Konseyinin medya ve bilgi toplumu alanındaki çalışmalarında son derece faal olduğu için özelikle teşekkür etmek istiyorum. Medya okuryazarlığının Avrupa Konseyi açısından siyasi önemi fazladır. Mayıs 2005’de Varşova’da düzenlenen Avrupa Konseyi Üçüncü Zirvesinde, aralarında Türkiye Başbakanı Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın da bulunduğu 46 8 üye devletin Devlet ve Hükümet Başkanları, Avrupa Konseyinin gelecek yıllardaki başlıca görevlerinden bir tanesinin “(…) bilgi toplumundaki çocuklar üzerindeki çalışmalar, özellikle onların medya okuryazarlığı becerilerinin geliştirilmesi ve zararlı içeriğe karşı korunmalarının sağlanması” 1 olduğunu vurgulamışlardır. Medya okuryazarlığı Avrupa Konseyi için neden bu kadar önemli hale geldi? Bunun çeşitli sebepleri vardır: * Çocuk ve gençler, bilgilenmek, öğrenmek ve yaratıcı yeni oluşumlara katılmak amacıyla Đnternet ile diğer iletişim hizmetleri ve teknolojilerine giderek daha fazla bağlı hale gelmektedir; * Çocuklara, Đnternet üzerinde insan hakları ve temel özgürlüklerin gelişmesine yardımcı olacak (örneğin birbirlerinin haklarına ve özgürlüklerini nasıl etkileyecekleri ve saygı duyacakları hakkında hiçbir bilgi yoktur) sorumlu bilgisayarı veya cep telefonunu kullanımı düzenli bir şekilde öğretilmemekte veya bu konuda bilgilendirilmemekteler; * Đnternetin uzun dönemde sürdürülebilir olması için saygı, hoşgörü ve onur kültürünün gelişmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu temelde, Türkiye’de Đnternet ile ilgili medya okuryazarlığının iyi yolda olduğunu öğrenmek beni çok mutlu etti ve * Bugün burada Türk toplumunun iki önemli ayağının – bir başka deyişle Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından temsil edilen medya ayağı ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından temsil edilen eğitim ayağının- Đnternet’i anlamak ve kullanmak hususunda çocuklar ve gençler arasında farkındalık yaratmak, onları bilgilendirmek ve bu becerileri kazandırmak amacıyla güçlerini birleştirdiklerini; * Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan, Đnternet akımlarını ve terminolojisini 2 açıklamaya yardımcı Đnternet Okuryazarlığı El Kitabının Türkçeye tercüme edilmiş ve basılmış olduğunu ve; 1 Avrupa Konseyi Üçüncü Zirvesi Eylem Planı 5. Konu 3. Paragraf Đnternet Okur Yazarlığı El Kitabı, tüm Avrupa’daki ebeveynler, öğretmenler ve gençleri ve çocukları hedef kitle kabul eden karmaşık bilgi ve iletişim ağlarının kullanımında bir rehberdir. El kitabı, her biri Đnternet kullanımında belirli başlıkları kapsayan 21 kılavuz metninden oluşmaktadır. Bu başlıklar arasında arama yapmak, blog oluşturmak, e-alışveriş, ve e-vatandaşlık gibi konular yer almaktadır. Bu kılavuz metinler öğretmenler ve ebeveynlere, çocukların ve gençlerin iletişim teknolojilerindeki yolculuklarında deneyimlerini paylaşmaları için yeterli teknik bilgi ve altyapı sağlayacaktır. Kılavuz metinler, etik ve güvenlik konularını ön plana çıkarmakta, eğitime bir katma değer sağlama konusunda fikir vermekte, evde veya sınıfta yürütülecek temel eylemler için görüş oluşturmakta, Đnternet kullanımında örnek uygulamaları paylaşmakta ve uygulama örnekleri ile derinlemesine bilgi sunan zengin site ve bağlantılar ve tanımlar sağlamaktadır. 2 9 * Türk öğretmenlerinin özel hazırlık kursları almış olduklarını ve Avrupa Konseyi Đnternet Okuryazarlığı El Kitabından esinlenerek medya ve Đnternet eğitimi öğretiminin başlamış olduğunu öğrenmekten memnuniyet duydum. Çocuklarımızın Đnternet ve bunun getirdiği sosyal sonuçların da dahil olduğu yaşamları ve mutlulukları hakkındaki bazı çok önemli sorunlarla ilgili tartışmanın Türkiye’de çoktan başlamış olduğunu görebiliyorum. Örneğin; * Çocuk ve gençlerimiz yaşamak ve iletişim kurmak için giderek daha fazla mı teknoloji bağımlısı oldular, özellikle cep telefonu sahipliği ve cep telefonu zil sesleri indirmek vb eğilimleri dikkate aldığımızda. Gerçekten çocuklukta teknolojiye ne kadar ihtiyaç vardır? * Bir çocuk/genç diğer arkadaşları gibi cep telefonu veya Đnterneti olmazsa kendini sosyal olarak dışlanmış hisseder mi? * Đnternet ve yeni teknolojilerle bağlantılı tehlikeler hakkında yazılan yazılardaki tehlikelere ilişkin yeni hikâyeler haddinden fazla mı tehlikeli? (örneğin pedofili faaliyetleri, zararlı içerik, güvenli erişim ihtiyacı ve diğer kullanıcılara kişisel bilgilerinizi vermemek, tanımadığınız kişilerle fotoğraflarınızı paylaşmamak, Đnternet üzerinde yapılan sohbetler sonrasında yabancılarla tanışmamak gibi bazı şeyleri yapmamak tavsiyesini önemsemek ihtiyacı, vb). Bu soruların cevapları beklemektedir; en azından kısmen cevaplandırılmamıştır. Çocukları ve gençleri yönlendirmek, beceri kazandırmak hususundaki çalışmalarınız aşağıdaki hususlar dikkate alındığında oldukça önemli ve gereklidir: * Yaşadığımız dünyanın sürekli değişmesi, bir başka deyişle demografik eğilimler, değişen aile yapıları ve esnek çalışma koşulları çocukları eğitme yöntemimizi zorlamaktadır; * Çocukların çeşitli ekranlar önünde harcadıkları saatlerin artması ve dahası öğretmenlerinin ve hatta ebeveynlerinin önünde harcadıkları zamandan daha fazla olması! * Çocuklarımızın davranış ve kültürleri Đnternet ve diğer yeni iletişim hizmetleri ve teknolojilerinden oldukça fazla etkilenmekte, onların kendilerini bilgilendirme ve ifade etmede her zamankinden daha fazla yaratıcı olmalarına yardımcı olmaktadır. Bu alandaki gayretleriniz, Avrupa Konseyinin 27 Eylül 2006 tarihinde Bakanlar Komitesi tarafından kabul edilen çocukların yeni bilgi ve iletişim ortamında yetkinleştirilmesi hakkındaki yeni Tavsiye Kararının uygulanmasına 10 ilişkin erken ve oldukça olumlu bir başlangıcı göstermektedir. Bu Tavsiye Kararı aşağıdaki hususların altını çizmektedir. * Medya okuryazarlığı ve eğitimi, çocuk ve gençlerin Bilgi Toplumuna tam olarak ve sorumlu bir şekilde katılımı için zaruridir. * Đnternet teknolojileri ve hizmetleri korkulmaması (özellikle öğretmenler ve ebeveynler gibi eğitimciler tarafından) daha ziyade çocukların yaşamlarında erken aşamalarda yararlanılması gereken olumlu araçlardır. * Öğrenme süreci ve çocukların bu teknoloji ve hizmetleri kullanımlarında aktif, eleştirel ve seçici olmaya teşvik etmek, Đnternet’te kendi hak ve özgürlüklerini başkalarına karşı sorumlu ve saygılı bir şekilde nasıl kullanacaklarına ilişkin eğitimle birlikte yapılmalıdır. * Daha fazla anlayış ve beceri, çocukların zarar riski içeren içerik (örneğin şiddet ve kendine zarar verme, pornografi, ayrımcılık ve ırkçılık) ve davranışları (örneğin kabadayılık, taciz veya ..) daha iyi anlamalarını ve başa çıkabilmelerini sağlar ve böylece çocuklarımızın Đnternet ile ilgili güven ve memnuniyet duygularını geliştirir. Bu bağlamda ve bu seminer kapsamında Avrupa Konseyinin çocuk ve gençlerin pan-Avrupa düzeyinde yetkinleştirilmesi (Erivan, 5-6 Ekim 2006) kararını takiben, * Çocuk ve gençlerin yeni bilgi ve iletişim ortamında yetkinleştirilmesi hakkında Tavsiye Kararını (2006) tercüme etmenizi, ulusal, bölgesel ve yerel düzeyde dağıtmanızı ve tartışmanızı, * Çocuk ve gençlerin Đnternet ve cep telefonu hizmet ve teknolojilerini kullanmaları hususunda etkileri olacak devlet veya sivil aktörlerin sorumlulukları ve insan hakları görevleri hakkındaki tartışmaları hızlandırmak, farkındalık ve hassasiyet yaratılmasına devam etmenizi destekliyorum. Sayın Bakan, bayanlar ve baylar, bir kere daha burada bulunmaktan ve sadece çocuklar ve gençlerin değil aynı zamanda onların yaşamlarındaki yetişkinlerin, özelikle öğretmen ve ebeveynlerin okuryazarlığını ve becerilerini artırmak üzere son derece faal olduğunuzdan dolayı teşekkür ederim. Avrupa Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Maud de Boer-Bucquicchio, birkaç hafta önce Strasbourg’da çocuk ve gençleri yetkinleştirilmesi hakkında düzenlenen Pan-Avrupa Forumunda “çocukların Đnterneti kullanmalarında onları yetkin hale getirmek en iyi filtredir” diye ifade etmiştir. “Đnterneti filtrelemek ve sınıflandırmak çocuk ve gençlerin web üzerinde güvenle dolaşmalarını sağlamak için yeterli değildir” diye ilave etmiştir. Bugün günümüzde Genel Sekreter Yardımcısının sözlerinin anlaşılmış olduğu ve buna 11 göre hareket edildiği görülmekte ve ben sizleri bu mükemmel başlangıç için tebrik ederim. Bu öğleden sonra verimli ve yapıcı tartışmalar yapılmasını dilerim. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkan Vekili Dr. Vahap Özpolat’ın Açılış Konuşması 12 I. BÖLÜM Medya Okuryazarlığı – Temel Bir Aktör Olarak Medyanın Rolü Oturum Başkanı : Prof. Dr. Bülent Çaplı Panelistler : Robin Blake, Dr. Muhittin Bilge, Oğuz Haksever, Doç. Dr. Bilal Arık, Prof. Dr. Bülent Çaplı: Efendim hoş geldiniz. Önce 24 Kasım Öğretmenler Günü’nün kutlu olmasını diliyorum. Bu vesileyle medya okuryazarlığının panelinin bugüne denk gelmesi çok anlamlı. Öğretmenlerimize her zaman olduğundan daha fazla ihtiyaç olacak. Özellikle medyayla ilişkilerimiz anlamında. Önce Doç. Dr. Bilal Arık’la başlayacağız. Ardından Dr. Muhittin Bilge’yle devam edeceğiz. Üçüncü konuşmacımız Sayın Oğuz Haksever olacak ve ardından sayın Robin BLAKE’e söz vereceğim. Ondan önce isterseniz çok hızlı bir şekilde medya birey ilişkisine ilişkin birkaç şey söylemek istiyorum. Dikkat ederseniz medyayla birey ilişkisi o kadar problematik bir hâle geldi ki; medya okuryazarlığı diye bir kavramı ortaya çıkartmak zorunda kaldık. Sadece biz değil, bütün dünyada, özellikle batılı toplumlarda böyle bir kavram ortaya çıkma gerekliliği gündeme geldi. Neden? Aslında medyanın var oluş nedenine baktığınız zaman, medyanın toplumsal olarak konumuna baktığınız zaman, medyanın insanlık yararına, insanlık için olduğunu görüyorsunuz. Ama demek ki zaman içerisinde bazı işlevlerde, bazı içeriklerde problemler çıkmış. Geldiğimiz nokta itibariyle böyle bir tablo var. Bu çok üzücü, düşündürücü. Yani medyaya baktığımız zaman korunması gereken bir şey gibi tanımlıyoruz. Medyanın karşısındaki bireyi de tanımlarken; korunması, medyadan korunması gereken bir varlık gibi tanımlıyoruz. Şimdi bu noktada bir hesaplaşma yapmamız lazım, ortaya bir bilanço çıkartmamız lazım. Bu, önce medyaya düşüyor. Medya, kendi içinde bulunduğu bu durumu ciddi olarak gözden geçirmesi gerekiyor. Neden böylesine bir konumda? Đçerikleri itibariyle, mülkiyet yapıları itibariyle, büyüklüğü ve tekelleşmesi itibariyle, toplumsal ve siyasal konumu itibariyle bir problem var. Bu probleme, ciddi olarak önce medyanın kendi içinde, dışarıdan düzenlemeler olmaksızın kendi içinde bir sorgulaması, eleştirmesi, bu konuda bir şeyler yapması gerekiyor. Daha sonra da medyanın karşısındaki bireyi, Sayın Başkanın da çok güzel söylediği gibi bilinçlendirmek gerekiyor. Farkındalığı bireye göstermek gerekiyor. Şimdi bu noktada, eğer bu noktadan başlarsak, yola çıkarsak, yani medyanın karşısındaki bireyin korunması gerekiyor diye başlarsak, yanlış bir yola çıkıyoruz demektir. Çünkü çıkış noktamız bu olmamalı. Nedenine gelince, medyanın karşısındaki bireyle ilişkisine baktığınız zaman, aslında birbirini etkileyen ve birbirine bu 13 etkileşim içerisinde bir noktalara getiren bir ilişki. Yani birey medyadan, medya bireyden etkileniyor. Ve bu etkileşimin olması da son derece doğal. Bugün için baktığımızda, bu ilişkinin, bu etkileşim ilişkisinin çok sağlıklı olmadığını görüyoruz. Đşte bu noktada medyanın karşısındaki en küçük bireye, yani çocuğa yönelmemiz gerekiyor. Bu aşamada medya okuryazarlığı da çok önemli. Bir; medyayı nasıl kullanması gerektiğini öğretmemiz gerekiyor bireye. Medyanın nasıl olması gerektiğini de öğretmemiz gerekiyor o bireye. Sadece medya içeriklerini nasıl tüketeceği, nasıl okuyacağının yanı sıra, nasıl bir medya olmalıyı da mutlaka o küçük bireyler görmeli ve algılamalı. Onun için sadece olumsuz örnekler değil, olumlu örnekler üzerinden de giderek, ileride medyanın çalışanı olacak genç bireylere de, öyle potansiyeli olan ya da böylesi bir olasılık durumunda o bireylere de, yeri geldiğinde medyada görev aldıklarında, neler yapmaları gerektiğini de aslında göstermek gerekiyor. Çünkü bu problematik ilişkiyi, böylesine bir kısır döngü içerisinde devam ettirmeye çalışırsak, sağlıksız bir yapı ortaya çıkacak. Bu sağlıksız yapının da önce medyaya sonra bize hiçbir yararı yok. Bilakis zararı var. Bindiğimiz dalı kesiyoruz. Medyanın konumu öylesine önemli ki; medya diye çok geniş bir çerçevede, parantez içinde değerlendirdiğimiz yapının içinde televizyondan internete kadar, yazılı basından hani alt başlıklarını tek tek sıraladığımız zaman çok geniş yelpaze içerisinde iletişim araçları duruyor karşımızda. Medyanın olmadığı bir toplumu düşünmemiz olanaksız. Đfade ve iletişim özgürlüğünün olmadığı medyayı da düşünmek olanaksız. O zaman gelin böylesine iyi girişimlerle, bunu hep birlikte bir yere doğru taşımaya çalışalım. Ama bence hani sayın Akman’ın söylediği çok önemli, keşke şu medya okuryazarlığı dersini önce ebeveynlere sonra medyaya da bir versek. Galiba üç tarafı da, hani en baştan eğitmek anlamında değil ama en azından birtakım şeyleri birlikte hatırlamak anlamında bilgilendirsek, gerçekten çok daha iyi olacak, ama bu tabi mümkün değil. Herkesin iyi niyeti olduğuna inanıyorum ben. Özellikle medya ve ebeveynlerin. Ama bu noktada en zayıf halka olan çocukların da gündeme getirilmesinde, önemsenmesinde son derece büyük yararlar var. Bu benim sunuşum, korsan tebliğ değildi. Bana süre ayırmışlardı. On dakikaydı. Her oturum başkanının korsan tebliğ sunma eğilimi vardır. Bu bana özel bir muamele olmadığını sanıyorum. Hazır korsan tebliğ sunuyorlar bari süre verelim dediler herhâlde. Neyse, ben bu süreyi çok uzatmadan kısa kesmek istiyorum. Salon dolu. Mutlaka panelistlere sorular yönelteceksiniz. Onun için zamanı doğru kullanalım, daha doğrusu yerinde kullanalım.. Hemen sözü Doç. Dr. Bilal ARIK’a veriyorum. Selçuk Üniversitesi Đletişim Fakültesi Öğretim Üyesi. Sayın Arık söz sizde. Doç. Dr. Bilal Arık: Öncelikle hepinize merhaba. Bu toplantıda bulunan herkesi ben de saygıyla, sevgiyle selamlıyorum ve ben de Sayın Başkan gibi Öğretmenler Günü’nün hepimiz için hayırlı olmasını temenni ediyorum. “Medya Okuryazarlığında 14 Temel Aktör Medya” konulu bu oturumda öncelikle ben, medya okuryazarlığıyla ilgili olarak bilgi vermek istiyorum. Medya okuryazarlığı yazılı ve yazılı olmayan, büyük çeşitlilik gösteren formatlardaki medya mesajlarına ulaşma bunları çözümleme, değerlendirme ve iletme yeteneği olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda medya okuryazarlığı sadece izleyicinin medyayı bilinçli okumasına katkı yapmakla kalmamakta, etki alanını, insanın özgürce kendini ifade etmesi, toplumsal hayata daha aktif ve yapıcı katılım, yerel, ulusal ve kamusal medyanın iyileştirilmesiyle ilgili hareketleri desteklemek için bilinç oluşturma gibi çeşitli konulara kadar genişletilebilir. Çeşitli bağlamlarda ve çeşitli biçimlerdeki medya iletilerine erişebilme, bu iletileri doğru adımlayıp algılayabilecek donanıma sahip olma ve en sonunda bizzat iletiler üretebilme yeteneğini içeren medya okuryazarlığı, kitlelere kontrol gücü veren gerçek dünya ve medya tarafından oluşturulan dünya arasındaki sınırın fark edilebilmesini ve medyanın zararlı etkilerinden korunulabilmesini sağlayan bir kavramdır. Medya okuryazarlığının demokratik toplumlardaki önemli bir işlevi de katılımın sağlanması, sosyal adaletin ve eleştirel vatandaş olmanın gereklerinden birini oluşturmasıdır. Bazı eleştirmenler medya okuryazarlığını bir felsefe ve eleştirel bir düşünce biçimi olarak algılamak gerektiğini söylemektedirler. Bu düşünce biçimini şu maddelerle özetlemek mümkün. Kurguyu gerçekten ayırabilme yeteneği, medya mesajlarının belli sonları olan yapılar olduğunu anlama. Medyanın bölgesel, küresel topluluklardaki ekonomik, politik, sosyal ve kültürel rolünü anlama. Đnsanın kendisinin ve diğerlerinin demokratik haklarını anlaması, uzlaşma ve kimlik oluşturma. Doksanlı yıllardan itibaren medya okuryazarlığı konusu birçok iletişim bilimci tarafından tartışılmış ve bu konuda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleştirilen çeşitli toplantılarda birçok iletişim bilimci, eleştirmen, halk sağlığı uzmanı ve akademisyen, medyaya maruz kalmayı bir risk faktörü olarak belirlemişler ve medya okuryazarlığını da koruyucu bir faktör olarak önemsemişlerdir. Medya okuryazarlığının çocukları ve gençleri medyanın olumsuz etkilerinden koruyabileceğine yönelik özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde yürütülen tartışmalar, ülkemizde de yankı bulmuş ve akademik düzeyde gerekli çalışmalar başlatılmıştır. Çocukların ve yetişkinlerin giderek tüm yaşamlarını kuşatan medya mesajlarına karşı korunması önlemlerinin başında gelen medya okuryazarlığı üzerinde önemle durulması gereken, son derece yaşamsal bir kavramdır. Medya okuryazarlığının önemi şüphesiz ki bireye daha fazla kontrol olanağı sağlamasından kaynaklanmaktadır. Çocuklar başta olmak üzere toplumun diğer kesimleri medya okuryazarlığı konusunda ne kadar çok bilgiye sahip olurlarsa, gerçek dünyayla medya tarafından yaratılan dünya arasındaki sınırı o denli kolay fark edebilir ve medyadan bilgi alırken aynı zamanda onun zararlı etkilerinden korunmuş olurlar. 15 Konuşmamın bu kısmında medyanın özellikle de televizyonun toplumsal yaşamdaki etkin rolünü ve bir şekilde medyanın doğru okunabilmesi için neleri göz önünde bulundurmamız gerektiğinden bahsetmek istiyorum. Medya günümüzde toplumsal yaşamı belirleyen en önemli merkezlerden biridir. Kaçıncı güç olduğu çeşitli tartışmalara konu olsa da sosyal yaşamın en önemli aktörlerinden biri olduğu ve modern dünyada pek çok insanın yaşamı medya aracılığıyla deneyimlediği bilinir. Medya dendiği zaman akla ilk gelen kitle iletişim aracı şüphesiz ki televizyon olmaktadır. Televizyonun yanı sıra, radyo, gazete, dergi, internet dediğimiz diğer kitle iletişim araçları da, medya dediğimiz bu büyülü fenomenin bileşenlerini oluşturur. Fakat tüm bu araçlar içerisinde medya okuryazarlığı kapsamında internetin yaygınlığını da göz önünde bulundurarak televizyon denen bu büyülü alete odaklanmamız kaçınılmazdır. Henüz seksen yıllık bile tarihi olmayan bu büyülü alet, çok kısa bir süre içinde insanlara bilgi ve eğlence veren bir midyum yani araç olma özelliğinin çok ötesinde toplumsal yaşamı biçimlendiren ve dönüştüren niteliğiyle yirminci yüzyılın en önemli araçlarından biri hâline gelmiştir. Televizyon kitle iletişim araçlarının en yaygını ve en etkilisidir. Çünkü televizyon sadece Türkiye’de değil dünyada da en yaygın kullanılan iletişim aracı olmasının yanı sıra aynı zamanda özellikle serbest zamanlarında bireyleri kendine bağımlı kılan bir merkez görevi yüklenmektedir. Yapılan çeşitli araştırmalarda Sayın Başkanımız da belirtti, günde ortalama dört beş saatimiz televizyon karşısında geçmektedir. Bu rakam çocuklarda üç dört saat civarındadır ve belki de daha da önemlisi ve medya okuryazarlığında gerekli kılan bir şart; bu çocuk veya gençlerin % 82 ‘sinin televizyonla doğrudan iletişime geçmesi ve bu süre zarfında korunmaması ya da bilgilendirilmemesidir. Televizyon seyretmek basit bir iletişim etkinliği değildir. Aynı zamanda burada tek taraflı bir değer aktarımı söz konusudur. Stuarton’un fevkalade tespitiyle medyanın en önemli özelliği durumu tanımlamasıdır ve bu niteliği onu modern toplumlarda ideolojik olarak rakipsiz kılmaktır. Popüler kültürün merkezinde yer alan televizyon, temsil sürecinde ele aldığı tüm olguları seleksiyon sürecine tabi tutarak yayınlanmaya uygun hâle getirir ve tanımlar. Gerçeği değil kendi karakteristik yapısı doğrultusunda yeniden ürettiği gerçekliğin aktarımını sağlayan televizyon, bu biçimlendirme ve dolayımlama sürecini, doğası gereği izleyicilerden saklamakta, böylelikle oluşturulan bu yapay dünya tamamen doğalmış gibi sunularak gerçek ile televizyon gerçekliği arasındaki mesafe izleyicilerden gizlenmektedir. Tam da bu noktada televizyonun karakteristik yapısını ana çizgileriyle hatırlamak, konunun teorik temellerini sağlamlaştırma adına faydalı olacaktır. Gerçeğin yeniden öğretilmesinde ve televizyon gerçekliğinin tasarlanmasında aracın ekonomi politiği ve karakteristik yapısı temel belirleyici olmaktadır. Televizyonun karakteristik yapısının temel bileşenleri ana hatlarıyla şöyle sıralanabilir: 16 1. Televizyon ticaridir: Televizyonculuk özünde ticari bir iştir ve pazar mantığının kurallarına tabidir. 2. Gerçeği yeniden üretir: Televizyon gerçeği değil imal ettiği gerçeği seyirciye iletir. 3. Kurgusaldır: Televizyonda yer alan her görüntü ancak bir kurgulanma sürecinin ardından ekrana gelebilmektedir. Fakat televizyon aynı zamanda bu kurgulama sürecini ekran karşısındaki izleyiciden gizleyerek durumu doğallaştırmanın peşindedir. 4. Đzlenme oranı mantığına sahiptir: Televizyon kuruluşları seyredilmenin ve bu gücün getireceği ticarî başarının peşindedir. çok 5. Eğlencelidir: Neil Posman’ın sözleriyle eğlence, televizyondaki her türlü söylemin üst ideolojisidir. Bu bağlamda seyirciyi eğlendirerek elde tutmak televizyoncuların öncelikli hedefleridir. 6. Dramatiktir: Televizyon, seyirciyi elde tutma adına bütün programlarında dramatik bir anlatımı ve olayları hikayeleştirmeyi tercih eder. 7. Mit üretir: Televizyon en etkili mit üretim merkezidir. Özellikle star sistemi yoluyla sürekli olarak sıradan insanlardan kahramanlar üretilir. 8. Magazin söylemini belirler: Televizyon olayların ve olguların aktarımında neden sonuç ilişkisi kurmak yerine, olayları bağlamından koparan ve içeriği hafifleştiren magazin söylemini tercih eder. 9. Aksiyondan hoşlanır: Ekran karşısındaki seyircinin dikkatini kaçırmama ve heyecanını üst düzeyde tutma adına aksiyondan vazgeçmez. 10. Vasat beğeni hedeflenir: Televizyon hedef kitle olarak vasat beğeni düzeyini temel alır. O zaman medya okuryazarlığının hedefi de başta televizyon olmak üzere, ama yaygınlığı günden güne artan interneti, radyoyu, yazılı basını da ihmal etmeden bu araçların rasyonalitelerini ve işleyiş koşullarını göz önünde bulundurarak toplumu bilinçlendirmek olmalıdır. Bu bilinçlendirme süreci medya metinlerinin tamamını yine Stuarton’un ifadeleriyle karşıt okumak değil, bu iletilerin niçin böyle tasarlandıklarının farkında olmalarını sağlayarak bireyleri gönderilen iletiler karşısında hem daha bilgili, hem daha dirençli kılmak olmalıdır. Medyanın siyasi ya da tecimsel metinlerine karşı direnç oluşturabilmek için bu kurumların bürokratik işleyiş mantığı konusunda, şüphesiz ki kitlenin bilgi sahibi olması gerekir. Bu bilgi sahibi olma, gelen metinlerin açımlanması sürecinde izleyiciye büyük bir avantaj sağlar. Đzleyici; neyin, niçin o biçimde gösterildiğinin ya da neyin, niçin o formatta sunulduğunun en azından farkında olursa, medya ile arasına eleştirel bir mesafe koyabilir. Şüphesiz ki yayıncılıkta sosyal sorumluluğun da unutulmaması, göz 17 ardı edilmemesi gerekir. Herhangi bir medya metninin daha çok satılması ya da işin rasyonalitesi, doğası gibi kavramlar, yayıncılık gibi son derece yaşamsal bir sektörde yapılan olumsuz eylemleri meşrulaştırmamalıdır. Reyting, ulaşılması gereken esas hedef olursa, o zaman kitle iletişim süreci derin bir yara alır. Đşin doğasının getirdiği bazı zorunluluklar vardır şüphesiz. Bunlarda bir noktaya kadar kabul edilebilir. Ama bir noktaya kadar da kabul edilemez. Đdeal olan medyanın kendi öz denetim olanaklarını geliştirmesi ve sosyal sorumluluğunu özellikle de gençlere ve çocuklara yönelik sorumluluğunu sıklıkla hatırlamasıdır. Sorun; iletişim teknolojisinin hızla gelişmesi ve medyanın erişim alanlarının genişlemesine koşut olarak medyanın etkisinin artması, çocukların, gençlerin ve toplumun geniş kesimlerinin medyanın amaçları, yapısı, üretim ve çalışma esasları konusunda yeterince bilgili ve bilinçli olmamalarıdır. Medya insanların yaşantı ve deneyim çerçevesini genişletmekte, ancak aynı zamanda onların birincil deneyimlerini sınırlandırmakta ve kendisine olan bağımlılıklarını artırmaktadır. Bu nedenle bireylere medya okuryazarlığı yetisinin kazandırılması gerekmektedir. Sembolik görselliğin giderek egemen olmaya başladığı çağımızda bireylerin özellikle de çocukların ve gençlerin medyayı ve üretimlerini anlayabilmeleri için sembolleri ve kodları deşifre edebilme yeteneklerinin geliştirilmesi gerekir. Medya okuryazarlığının amacı yalnızca medyanın olumsuz etkilerinin bilişsel olarak giderilmesi için beceri ve yeteneklerin kazandırılması değildir. Amaç, giderek daha güçlü bir şekilde medya tarafından belirlenen yaşam alanının korunmasıdır. Bu noktada toplumsal bir iş birliği kaçınılmazdır. Bu iş birliğinin bir ayağı medya kuruluşları, bir ayağı meslek örgütleri, bir ayağı RTÜK ve bir ayağı da Milli Eğitim Bakanlığı olmalıdır. Ben kendi adıma bu noktada medya okuryazarlığının seçmeli ders olarak ders müfredatına alınmasını ve RTÜK ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir öğretim programı, bir öğretim kılavuzu yazılmasını ve bu konunun böylelikle gündeme getirilmesini son derece olumlu buluyorum. Buradaki temel mantığın, özellikle de çocukları ve gençleri medyadan korumak değil, medyanın zararlı etkilerinden korumak olduğunu düşünüyorum. Bu noktada medyanın salt olumsuz etkilerine odaklanmamak, aynı zamanda demokratik bir toplum için vazgeçilmezliğini de göz önünde bulundurmak şarttır. Aynı zamanda medyanın temel işleyiş prensiplerini de göz ardı etmemek gerekiyor. Ama esasta unutmamamız gereken şeyin, şairin de dediği gibi “yaşamın ta kendisi” olduğunu düşünüyorum. Teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Sayın Arık’a çok teşekkürler. Güzel konuşması için ve zamanını çok iyi kullandığı için. Televizyon odaklı bir konuşmaydı. Özellikle televizyonun merkeze alındığı bir konuşmaydı. O da kaçınılmaz olarak. Medya deyince aklımıza doğal olarak televizyon geliyor. Ama konuşmanın içerisinde de ve bu 18 toplantının açılış konuşmalarında gibi bugünün gündeminde bir iletişim aracı olarak sadece televizyon değil diğer araçlar da var. Onlar açısından baktığınızda, hele yöndeşme dediğimiz kavramın gündeme gelmesiyle birlikte çok yakın zamanda hangi aracın neye ait olduğu, hangi içeriğin nereden geldiği biraz karışacak gibi gözüküyor. Ama burada vurgulamak istediğimiz medya kavramı ve medyanın içeriği. Konuşma için tekrar teşekkür ediyorum. Đkinci sırada Dr. Muhittin Bilge var. RTÜK Üst Kurulu Uzmanı. Sayın Bilge bize hem genel olarak RTÜK’ün bu alandaki faaliyetlerini, hem de özel olarak medya okuryazarlığı projesine ilişkin bilgiler sunacak. Buyurun söz sizde. Dr. Muhittin Bilge: Teşekkür ederim. Değerli Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanım, Başkan Vekilim ve Üyelerim, Talim Terbiye Kurulu Başkan Yardımcım, Avrupa Konseyi Temsilcileri, kıymetli mesai arkadaşlarım, basın mensupları ve sevgili konuklar, Konuşmama başlamadan önce hoş geldiniz diyor hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bilindiği gibi geçen yüzyılda başlayan ve hâlen devam etmekte olan bilim ve teknolojideki büyük gelişme, her alanda olduğu gibi iletişim alanında da etkili olmuş ve bazı bilim adamlarının yirminci yüzyılı enformasyon çağı olarak tanımlamalarına yol açmıştır. Đletişim alanındaki bu gelişmeler tüm iletişim araç ve etkinliklerini içine alan medya kavram ve olgusunu da bir daha çıkmamak üzere hayatımıza sokmuştur. Bu öyle bir ilişkidir ki; sanattan siyasete, ekonomiden kültüre, bilimden felsefeye kadar bütün yapıp etmelerimizde, medya artık yadsınamayacak ölçüde bir önem ve etkiye sahiptir. Đletişimin, özellikle de bir mesajın büyük kitlelere ulaşmasına olanak sağlayan kitle iletişiminin, hayatımızı ne ölçüde ve nasıl değiştirdiği hepimizin bilgisi dahilindedir. Kitle iletişim araçlarının kuşkusuz en etkilisi olan televizyon ise başlı başına incelenmesi gereken bir fenomendir. Ülkemizde özellikle özel radyo ve televizyonların yayın hayatına başladığı 1990 yılından bu yana, medya olgu ve kavramı artan bir süreklilikle tartışılmaya başlanmıştır ve bu hâlen devam etmektedir. Bu da kuşkusuz çok doğaldır. Çünkü ülkemizde bugün 23 ulusal, 16 bölgesel, 214 yerel olmak üzere 253 televizyon kanalı ve 36 ulusal, 100 bölgesel, 951 yerel olmak üzere toplam 1087 radyo kuruluşu yayın yapmaktadır. Doğaldır ki bu kadar kısa bir süre içerisinde bu kadar çok medya kuruluşunun yayın hayatına geçmesi, kazandırdıklarının yanında birtakım problemlere de yol açacaktır ki öyle de olmuştur. Bu problemlerin çözülmesi için 1994 yılında 3984 sayılı yasa ile Radyo Televizyon Üst Kurulu kurulmuş, böylelikle radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesi ve denetlenmesi görevi resmî bir kuruma verilmiştir. Ancak takdir edersiniz ki; ne Radyo Televizyon Üst Kurulunun elinde sihirli bir değnek vardır, ne de yukarıda sayılarını verdiği özel dadyo ve televizyonlar, kamu kuruluşu olan TRT gibi 19 kamu yararını ön plana alan bir yayın zihniyetine sahip olacaktır. Dolayısıyla özel radyo ve televizyonlar hiç yadsınamayacak ölçüdeki faydalarının yanında, aynı zamanda birer sorun alanları oluşturmaya da devam etmişlerdir. Medyanın, iletişim biliminin ifadesiyle söylersek; alıcısıyla olan ilişkisi, birey ve toplum üzerindeki geniş etkisi sadece bizde değil, bütün dünyada tartışılmakta, araştırma ve değerlendirmelere konu olmaktadır. Đnsanların, özellikle de medya mesajı karşısında pasif birer alıcı durumundaki çocukların, medyanın olumsuz etkilerinden nasıl korunabilecekleri hemen her ülkenin bilim adamları, düşünürleri ve ilgili kişileri tarafından ele alınmış ve konuya ilişkin oldukça fazla teori ve pratik ortaya konulmuştur. Bireyin, medyanın sunduğu mesajları doğrudan almak yerine eleştiri süzgecinden geçirerek alacak bir donanıma gelmesi, kısaca medya karşısında edilgen değil, aktif bir alıcı olabilmesi diye tanımlanabilecek medya okuryazarlığı kavramı, batıda yaklaşık otuz yıldır tartışılmakta ve birçok batılı ülkede yıllardır ders olarak okutulmaktadır. Şimdi sizlere bizde daha yeni yeni konuşulmaya başlayan bu olgunun anlaşılmasına katkıda bulunacağına inandığım bazı bilimsel verilerden söz etmek istiyorum. Bilimsel araştırmalara göre ülkemizdeki televizyon izleme oranı günde ortalama olarak dört beş saattir. Bu da bir insanın yılın % 19’unu televizyon izleyerek geçirdiği anlamına gelir. Yine araştırmalara göre çocuklar iki, iki buçuk yaşında televizyon izlemeye başlamaktadırlar. Ve altı – on yedi yaşları arasındaki çocuklar ve gençler günde ortalama üç dört saat ekran başında kalmaktadırlar. Çocukların yılda 900 saatini okulda geçirdiği düşünülürse, ekran başında kaldığı yaklaşık 1500 saatlik bu sürenin vahameti açıkça ortaya çıkar. Daha vahimi de çocukların yaklaşık % 82’sinin televizyon başında kalma sürelerine ve televizyonda izleyecekleri programların seçimine kendilerinin karar verdiklerini ifade etmeleridir. Türkiye Đstatistik Kurumunun 2000 yılı verilerinden faydalanarak elde ettiğim bazı sonuçları sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu sonuçlara bakıldığında, çocuklarımızın iyi birer medya okuryazarı olarak yetişmesi gerekliliği daha iyi ortaya çıkacaktır. Ben ilköğretim çağındaki bir çocuğun ebeveyninin en az 35 yaşında olacağını varsayarak, ülkemizdeki 35 yaş üstü kadın ve erkeklerin eğitim durumlarını ve bunların toplam nüfusa oranlarını hesapladım. Türkiye Đstatistik Kurumunun verilerine göre 2000 yılı genel sayımında ülkemizin nüfusu 67 milyon 800 bindir. Otuz beş yaş üstü toplam nüfus ise 17 milyon 600 bindir. Bu nüfusun % 70’i ilkokul, % 9’u ortaokul, % 11’i lise ve % 10’u yüksek okul mezunudur. Bu tablodan da anlaşılacağı üzere eğitim seviyesi bu kadar düşük olan ebeveynlerin çocuklarını medyanın münipüle edici etkilerinden korumaları mümkün değildir. Zaten televizyonlarımızda en çok izlenilen programlara baktığımızda, bunun neden böyle olduğunu anlamaktayız. O hâlde yapılması gereken nedir? Geleceğimiz olarak gördüğümüz çocuklarımızı medyanın olumsuz etkilerinden koruyacak bir düzeye nasıl çıkarabiliriz? Onların ekranda izlediklerini, gerçeklik ve kurgusallık bağlamında 20 ayırt edebilmelerini nasıl sağlarız? Bu soruları çoğaltmak mümkün. Burada karşımıza yine medya okuryazarlığı kavramı çıkmaktadır. Çünkü medya okuryazarlığı demek, sadece medyanın olası etkilerinden kaçınmak demek değildir. Medya okuryazarlığı, medyanın sunduklarına müdahale edebilecek bir medya algısı da geliştirebilmek demektir. Kısacası yaşadığı çağa tanıklık edebilecek insanlar yetiştirmenin en önemli yollarından biri de onlara sağlıklı, doğru, güvenilir bir bilgi ortamı sağlamaktan geçer. Bu sadece ne tek başına ebeveynlerin, ne devletin, ne de medya kuruluşlarının gerçekleştirebileceği bir hedeftir. Burada herkese, elinden geleni yapmaktan kaçınmaması gereken bir sorumluluk düşmektedir. Ben Radyo Televizyon Üst Kurulunun konuya ilişkin yaklaşım ve etkinliklerine kısaca değinmek istiyorum. Daha önce de ifade ettiğim gibi; 1994 yılında 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunla kurulan Radyo Televizyon Üst Kurulu yaklaşık 12 yıldır düzenleme ve denetleme görevini ifa etmektedir. Üst Kurulun görev ve yetkilerini belirleyen yasanın 4. maddesi, yayın ilkelerini ortaya koyarken 8. maddesinin “m” bendinde, “radyo ve televizyon yayınlarıyla ilgili olarak kamuoyunda doğan tepki, beğeni ve hassasiyetleri sürekli olarak izlemek ve gerekli yönlendirmelerde bulunmak amacıyla gerekli kamuoyu araştırmalarını yapmak ve yaptırmak” ifadesi yer almaktadır. Yine aynı maddenin “o” bendinde “radyo ve televizyon konusunda ilgili kurum ve kuruluşlarla periyodik istişarelerde bulunarak kamuoyu eğilimlerini değerlendirmek” ifadesine yer verilmektedir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda yaklaşık bir buçuk yıl önce göreve başlayan sayın Dr. Zahid Akman Başkanlığındaki yeni yönetim, büyük bir paradigma değişikliği sergileyerek, sadece yayın denetleyen, tırnak içinde sansürcü bir kuruluş olarak algılanan RTÜK’ü, düzenleme konusunda da etkin kılmış ve bir dizi çok önemli projeye imza atmıştır. Web sayfamızda detaylı olarak görülebilecek bu etkinliklerin en önemlilerinden ilki akıllı işaretler uygulamasının hayata geçirilmesidir. Bu aynı zamanda Radyo Televizyon Üst Kurulunun medya okuryazarlığı konusundaki duyarlılığı ve etkinliğinin ilk ayağını temsil etmektedir. Đkinci ayak ise; medya okuryazarlığı dersinin hayata geçirilmesidir. Naçizane benim de hazırlayan komisyon içerisinde yer aldığım, öğretmenlere yönelik medya okuryazarlığı kitabı, Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulunun değerli uzmanları, Radyo Televizyon Üst Kurulu Uzmanları ve değerli akademisyenlerin ortak çalışması sonucu hazırlanmış ve yine değerli akademisyenlerden oluşan bir danışma kuruluyla istişare edilerek yayıma, basıma hazırlanmıştır. 2006-2007 öğretim yılında Ankara, Đstanbul, Đzmir, Adana ve Erzurum’da beş pilot ilköğretim okulunun ikinci kademesinde okutulmakta olan bu dersin ileride zorunlu hâle getirilmesi, hem Radyo Televizyon Üst Kurulunun hem de Talim Terbiye Kurulunun öncelikleri arasındadır. Şimdilik Sosyal Bilgiler Öğretmenleri tarafından okutulmakta olan medya okuryazarlığı dersi, iletişime giriş, kitle iletişimi, medya, televizyon, aile-çocuk ve televizyon, radyo, gazete ve dergi, internet olmak üzere sekiz üniteden oluşmaktadır. Okullara teknik donatım konusunda yardımcı olacağına 21 ilişkin taahhütte bulunan kurumumuz, okullar açılmadan bu dersi okutacak Sosyal Bilgiler Öğretmenlerine akademisyenler tarafından bir hizmet içi eğitim de düzenlemiş, 10 Eylül 2006 tarihinde öğretmenlere sertifikaları verilmiştir. Kurumumuz sadece donanım açısından değil, dersin verimliliği açısından da konunun takipçisi olmaya devam etmektedir. Radyo Televizyon Üst Kurulunu medya okuryazarlığı bağlamında ele alınabilecek önemli bir girişimi de ulusal televizyonlarda izleyici temsilciliği uygulamasının başlatılmasına yönelik çalışmalardır. Üst Kurul Başkanımız Sayın Dr. Zahid Akman’ın televizyon Yayıncıları Derneği Başkanı Sayın Nuri Çolakoğlu ile 29 Eylül 2006 tarihinde düzenledikleri ortak basın toplantısında, konunun önemi ve sağlıklı bir işleyiş için iş birliği yapma düşüncesi dile getirilmiştir. Devam eden süreç içerisinde yapılan girişimler sonucunda bugün ulusal televizyonlar, Radyo Televizyon Üst Kuruluna izleyici temsilcileri olarak belirledikleri isimleri bildirmeye başlamışlardır. Uygulamanın sağlıklı bir şekilde işlerlik kazanması için gerekli çalışmalar sürdürülmektedir. Yine bu ay içinde faaliyete geçen çocuklara yönelik web sayfamız da çocuklarımızın bilinçli birer medya tüketicisi olmalarını sağlamaya yönelik bir etkinlik olarak ifade edilebilir. Ayrıca önceden kurumumuzun içinde faaliyet gösteren ve bilinilirliği de arzu edilen ölçüde olmayan ALO RTÜK 178 beğeni ve şikayet hattı TELEKOM ile yapılan bir anlaşmayla yeniden yapılandırılmış ve 444 1 178 no’lu bu yeni hattın tanıtımı için bir kampanya yapılmıştır. Bu girişim hemen sonuç vermiş, önceki hatta gelen dilek ve şikayetlerin kat kat fazlası her geçen gün artarak kurulumuza iletilmeye başlanmıştır. Bu dilek ve şikayetler, ilgili birimler tarafından hemen değerlendirmeye tabi tutularak sonuçlandırılması çalışmaları hızla sürdürülmektedir. Kuşkusuz bu iletişim hattı sadece denetlemeye yönelik değil, düzenlemeye yönelik de bir işlev üstlenecektir. Ulusal televizyonların izleyici temsilcileriyle RTÜK görevlileri zaman zaman bir araya gelerek bu talep ve şikayetleri analiz edeceklerdir. Böylelikle bu veriler özellikle de medyanın kendine düşen sorumluluğun ayırımına varmasına katkı sağlamış olacaktır. Sonuç olarak medya okuryazarlığı daha önce de belirttiğim gibi sadece Radyo Televizyon Üst Kurulunun ya da Kamu Kurum ve Kuruluşlarıyla ebeveynlerin gayretleri sonucu varılacak bir hedef değildir. Burada medyaya da büyük görev düşmektedir. Kuşkusuz özel medya kuruluşlarından devlet kuruluşlarındaki gibi bir kamu yararı anlayışı beklemiyoruz. Özel kuruluşların birer ticarî aygıt olduklarının ve öncelikle kâr amacı güden bir anlayışla hareket ettiklerinin farkındayız. Ama kâr amacıyla vahşi bir rekabet içerisinde, sınır tanımayan bir şekilde yayın yapılması da asla kabul edilebilecek bir tutum değildir. Kaldı ki böyle bir yayıncılık kısa vadede reyting veya tiraj getiriyor gibi görünse de uzun vadede bumerang gibi dönerek ilgili yayın kuruluşlarını vuracaktır. Tüm medya kuruluşlarının sahip ve yöneticileri şunu iyi bilmelidirler ki; ellerindeki güç iyi, olumlu, bu ülkeye borcumuz olduğu hissini verecek bir sorumluluk bilinciyle kullanılırsa, ülkemizin gelişmesi ve ülkemiz 22 insanının gönenmesine yol açacaktır. Ama bu güç sadece para ve iktidar elde etmenin sınır tanımaz aracı olarak kullanılırsa, uzun vadede bu ülkede sanattan siyasete, bilimden düşünceye ve ekonomiye kadar büyük bir yozlaşma yaşanmasına neden olacak ve bunun bedellerini kendileri de ödeyeceklerdir. Unutulmamalıdır ki; çoğunluğun kendisini mutsuz hissettiği ve gelecek endişesi taşıdığı bir toplumda hiç kimse ve hiçbir kurum güven içerisinde olmayacaktır. Bu nedenle Radyo Televizyon Üst Kurulunun büyük bir sorumluluk şuuruyla hayata geçirmeye çalıştığı medya okuryazarlığı projesinin istenilen sonucu vermesi, herkesin gücü ölçüsünde bu olguyu sahiplenmesine bağlıdır. Bu, bu ülkede yaşayan herkesin tarihine, kültürüne, kısacası bu ülkeyi ülke yapan tüm değerlere karşı borcudur. Konuşmamı bitirirken beni dinleme nezaketi gösterdiğiniz için hepinize teşekkür ediyor saygılar sunuyorum. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Sayın BĐLGE’ye çok teşekkürler. Gene zaman gayet iyi gidiyor. Hiç olmazsa katılım açısından da bize geniş bir fırsat doğacak. Söz sırası Sayın Oğuz Haksever’de. Gazeteci ve yayıncı olarak panelimize katılıyor. Kendisine söz veriyorum. Buyurun efendim. Oğuz Haksever: Teşekkür ederim. sağ olun. RTÜK Eğitim Dairesini ve Uluslararası Đlişkiler Dairesi ile telefonla görüştüğümüzde bana “Sizin konunuz medya okuryazarlığı konusunda medyanın yapabilecekleri.” dendiğinde, galiba en zor konu benim diye düşündüm. Bu panelde şamar oğlanı da ben olacağım. Ne yapalım pekâlâ. Hem aslında Türkiye’deki genel durumu da düşündüğümüzde benim konum kendi ayağınıza kurşunu nasıl sıkarsınız gibi bir sorunun yanıtını aramak gibi geldi. Ne de olsa Türkiye’deki nasıl olacak önceleri bilmiyordum, biraz fikir sahibi oldum ama medya okuryazarlığı eğitimi, içinde medyaya kimi zaman ya da hatta genellikle diyelim haklı yargılar, haklı suçlamalar barındıran bir iş. Ne de olsa bu medya okuryazarlığı doktrininde ve gerçeklerinde veya bunlara göre medyadan verilen bütün mesajlarda iliştirilmiş bir şeyler mutlaka vardır, bu yaygın bir kural. Đşin bu boyutuna pek gelinmedi, bilmiyorum ama ideolojik bir şey değil bu. Ve ne de olsa birileri veya televizyonlar veya medyanın kendisi mutlaka ve mutlaka para kazanmayı amaçlar. Genel olarak katılmıyorum ama böyle bir yargı var. Motif, para, değerler ve sahiplik medyanın sunduklarının içeriğinde mutlaka yer alır. Genel olarak medya okuryazarlığı dendiği zaman olayın bir boyutu da böyle algılanıyor. Bunda da bir haklılık payı var. Bu da bir gerçek. Şimdi böylesine bir durum söz konusuyken medyaya, “Siz medya okuryazarlığı konusunda neler yapabilirsiniz?” diye bir yayıncıya, bir haberciye sorulunca; ne yani ilettiğimiz mesajlarda bizim hangi ön yargılarımız var? diyebiliriz. Prodüktörlerimizin, muhabirlerimizin editörlerimizin, yöneticilerimizin değerleri, hedefleri, planları size ilettiğimiz bilgilere nasıl yansıyor sorularının yanıtlarını mı izleyiciye aktaracağız yani, onlara bir el 23 kitabı mı vereceğiz, biz böyle böyle şeyler yapıyoruz dikkatli olun diye. Aslında bu sığ bir yaklaşım ama böyle bir yaklaşım akla gelebilir. Çok şükür panelistin konusu olan sorudan gocunmayacak olan yayın kuruluşlarımız da var. Hem şu sıralar Türkiye toplumunun medya okuryazarlığı çerçevesinde öncelikli meselesi aslında, bu biraz önce bahsettiğim konular değil. Öncelikli sorun medyanın ya da televizyonların diye söyleyeyim artık bundan sonra, televizyonların topluma zarar verdiği yolundaki genel şikayet. Ya da öncelikli sorun medyada bazı kuruluşların bilinçsizliği, tembelliği, para kazanma amacının diğer bütün amaçları ezmesi ve kamu yararı düsturunun unutulmuş olması. Biraz önce Muhittin Bey söyledi. Bilmiyorum ama böylesine bir bakış açısı, o kadar da doğru değil, benim kişisel görüşüme göre. Yani kamu yararına yayın yapmak sadece kamu yayın kuruluşlarının görevi değil. Bizler veya özel yayın kuruluşları sadece ve sadece ticarî kuruluşlar olarak algılanmamalı. Yani gelişmiş, medyanın biraz daha oturmuş olduğu yerlerde bu böyle algılanmıyor. Çok enteresan bir görüş vardır. 1970’lere kadar bütün Amerika’daki ulusal yayın kuruluşları, yayıncılığın bir kamu hizmeti olduğu yolunda bir görüşe sahiptiler diye bir görüş vardı. Bu biraz da olsa, çok kalmasa da hâlâ devam ediyor aslında. Dünyada, bence bu benim kişisel görüşüm, bence böyle bir durum var. Yani özel yayın kuruluşları da kamu hizmeti veren kuruluşlardır. Kamu yararını da kamu kuruluşları kadar olmasa bile gözetmek durumundadırlar. Aslında ortada bazı sorunlar var. Yani bahsettim ve bilinçsizlik dedim, tembellik dedim, belirli bir birikime sahip olmama dedim ve kamu yararı düsturunun unutulmuş olması dedim. Aslında doğrudan olmasa da yani medya okur yazarlığına katkı konusunda biraz düşününce akla gelebiliyor. Televizyon kuruluşlarının, kendi alanımdan söyleyeyim, yapabilecekleri var. Değerli konuklar, Đletişim Fakültelerinden mezun olanlarda veya bu mesleğe başka fakültelerden, başka yerlerden gelip atılanların ilk yıllarında mutlaka ve mutlaka ilk dönemlerde şöyle büyük, kallavi, sonraki dönemlerde giderek azalan bir idealizm mutlaka vardır. Bu bir şekilde varlığını sürdürür. Ve gerçekten aslında bu idealizm, kaliteli yayın yapma düsturuyla şekil bulur. Ondan enerji alır, besin alır. Ama ne olur, ama gün gelir topluma yararlı, gazetecilik mesleğini parlatan, onu yücelten, kamunun bilmesi gereken konulara, izleyicinin pek ilgi göstermediği keşfedilir. Sonra da bu işler bırakılır. Bilinene, basmakalıba ve klişeye sarılınır. Nedir onlar? Đnsanların cinsellik, şiddet, röntgencilik, başkalarının zor durumlarına tanık olup şükretmek gibi maraz duygularına hitap edilir. Ondan sonra da ertesi gün reyting hesapları veya cetveli alınır. Dakikalar, saniyeler izlenir, aman hangi dakikada, hangi haberde, yani o tür haberlerde insanların maraz duygularına hitap eden haberlerin ne kadar büyük ilgi gördüğü saptanır. Ertesi gün yine böyle aynı saatlerde bir mühendis topluluğu gibi o dakikalara, o saniyelere o haberler yerleştirilir. Ve ekrana getirilir. Değerli konuklar, burada sorun bence televizyon ya da televizyon yayıncılığında ya da haberciliğinde ciddi boyutlarda bir birikim ve 24 mesleki yetenek, mesleki bilgi sorunu olması. Bir örnek vereyim. Đstanbul Ticaret Üniversitesinde ikinci sınıflara televizyon haberciliği dersi veriyorum. Haftada dört saat. Her hafta son bir saatte tesadüf hangisi olursa olsun bir haber bültenini alıp kaydedip, arkadaşlara o bülteni izlettirip, o bültende söylenenlerin, o bültende yaşanan sıkıntıların, yapılan hataların arka planında neler olduğunu bilgi birikimim el verdiğince, arkadaşlara, gençlere aktarmaya çalışıyorum. Dönemin başlangıcından itibaren üç dersten sonra sınıfa döndüğümde şöyle bir şey yaşıyorum. Yani üç yıl oldu üç yılda da bu tekrarlanıyor. Şöyle oluyor. Đşte bültenleri çocuklara izlettikten sonra geliyorlar, üçüncü dersten sonra; “Hocam, sizin bu son derste yaptığınız yüzünden bülten seyredemez olduk, bültende hatalar bulur olduk, hiçbir bülteni de beğenmez olduk, ondan sonra bir de ailede adımız ukalaya çıktı.” Diyorlar. Yani üç derste Türkiye’de medya okuryazarlığı dersi yapmışım. Yani ben medya okuryazarlığı dersini bilmeden, ama bir şekilde medya okuryazarlığı dersi yapmışım. Demek ki üç derste böylesine bir tablo ortaya çıkıyorsa varın memleketimizdeki durumu düşünün. Habercilik prestij kazandıran bir iş. Habersiz televizyon olmuyor. Bu durum dünyada olduğu gibi Türkiye’de de beklenen bir sonucu veriyor. O da şu; içeriği o kadar da prestij barındırmayan pek çok program haber formatıyla meşruluk kazanma çabasına bürünüyor. Dikkat edin, çarpık magazin programları izleyiciye haber formatında sunuluyor. Haber bülteni gibi sunuluyor. Gerçi sunucular çoğunlukla dekolte giyinmiyorlar, şöyle endamlı endamlı bir o köşeden bir bu köşeye yürüyorlar, sonra tekrar o tarafa gidiyorlar, ama olsun bir şekilde haber formatı bu. Bülten sunuyorlar. Normalde haber programı sunuyorlar veya onun gibi öyle bir kıyafete bürünüyorlar. Bu bir süre devam ediyor, ondan sonra tuhaf bir şey oluyor. Bu kez, o tür programların taklit ettiği bültenler yayınlanıyor. Bu tür yayınlar ilgi görünce, diğer haberlerin yerini almaya başlıyor ve bir kargaşa çıkıyor. Hangisi realite show, hangisi haber bülteni? Ayırt etmek zorlaşıyor. Neyse sadede gelelim. Aslında artık maalesef ciddi diye tanımlanan, toplumun yararına, kamunun bilgi edinme hakkına hizmet eden, hazırlayıcılarının idealizmle aktarmayı arzu ettikleri ve Türkiye’de sıkıcı bulunan veya gerçekten de altını çiziyorum veya gerçekten de sıkıcı olan bilgi ve konuları da ortalama seyirciye izletmek mümkün. Biraz önce hocam bahsetti. Vasat beğeniyle, seçkin beğeniyi buluşturmak mümkün. Bunun için çok iyi Türkçe kullanmak gerekir. Dolayısıyla az lafla çok şey söylemek, bunu yapabilme becerisi, duyarlı bir yaklaşım, duyarlı bir yaklaşım için şöyle kallavi ağır yüklü bir kültür birikimi, kültür ve bilgi birikimi. Haber yazmanın, metin yazmanın ve televizyonda özellikle sinematografinin kurallarını iyi bilmek gerekiyor. Haberleri hazırlarken başını, ortasını, sonunu iyi planlamak, hasılı zihnen emek vermek, kafa patlatmak gerekiyor. Bunlar yapıldığında, sizi garanti ediyorum, izleyici sunduklarınızı, içinde cinsellik, rontgencilik, kötü örnek olmasa da izliyor, seyrediyor. Böylece yayıncı, haberci doğrudan 25 yapmasa da, izleyiciye kaliteliyi, iyiyi gösterdiğinden dolayı ve fark ettirmeden medya okuryazarlığı bilgisi de sunabiliyor. Bu konuda izleyiciyi bilinçlendirebiliyor. Bütün bunlar için de iletişim okullarının bana göre belki ön yargı olabilir, medyayı eleştirme meselesine ağırlık vermek yerine bu işin a, b, c’sine çok daha fazla eğilmesi gerekiyor. Özellikle televizyon haberciliği veya televizyon yayıncılığı alanında. Bu konuda teknik olarak çok iyi yetişiyor çocuklar. Fakat pratik bilgi olarak ciddi sorunları var. Bütün medyadaki meslektaşlarımın bu konuda ciddi şikayetleri var. Bir de şunu söyleyeyim, çok tatsız bir şey ama; iletişim okullarının gerekli olup olmadığı da sektörde tartışılıyor, bunu da size aktarayım. Medya alanındaki Sivil Toplum Kuruluşlarının ya da demokratik kitle örgütlerinin mesleki bilgi paylaşımına mutlaka ve mutlaka ağırlık vermesi gerekiyor. Bu bizde yok. Açın gazeteciler cemiyetinin sitesini böyle bir şey bulamazsınız. Tabi Türkiye’nin kendine has koşulları var. Birtakım öncelikler var. Đşte meslekî haklarımız, fikir özgürlüğü konusunda yaşanan sorunlar vesaire. Ama belki RTÜK’te bu konuda bir şeyler yapabilir. Mevzuatını hani benim için çok gerekli olmadığı için bilmiyorum, araştırmadım ama meslekî eğitim konusunda belki RTÜK de bir şeyler yapabilir. Kimse alınmasın, eğer böyle bir şey yapılırsa çok makbule geçer, çok hayra geçer ve kimse alınmasın bunu da mutlaka Đngiltere’deki, Amerika’daki içten çalışan ve bu konuda ciddi yetişmiş vakıflarla yapması lazım. Kimse alınmasın buradan. Çünkü Türkiye’de bu konuda yeterli bilgi birikimi olduğu kanaatinde değilim. Đsterseniz araştırın. Broadcast Confirm diye girin internete göreceksiniz. Bu konuda yayınlanan makalelerin ve bilgi paylaşımı örneklerinin bolluğu baş döndürücü. Bu işleri merak edenleri mest edecek. Aynı zamanda da burada hemen hemen hiç olmadığından, ne kadar da geride olduğumuzu düşündürecek. Bir konu daha var. Gelişmiş ülkelerde, televizyonculuk konusunda bilgi paylaşımı ve bilgi üretme arttıkça, bunun tatsız bir sonucu ortaya çıkıyor. O da şu; gizli mesaj iletme becerisi de o arada gelişiyor. Fakat orada çok ciddi, belki de kamu otoriteleri kadar, mesleki kuruluşlar, çok iyi bir denetim mekanizması yürütüyorlar. Özellikle sendikalar aracılığıyla çok iyi ayıplama, cezalandırma yöntemleri var. Orada da RTÜK’ün eşdeğerleri veya eşdeğerlerinin önemli ölçüde işlerini hafifleten sivil toplum kuruluşları var. Çok şükür biz hâlâ orada değiliz. Biz hâlâ insanların o ince mesajları iletme aşamasına pek gelemedik gibi düşünüyorum. Biz hâlâ maraz duygulara hitap etme tembelliği içerisindeyiz. Sonuç olarak bana göre demek istediği şu; televizyonlar kaliteyi artırdıkça medya okuryazarlığına da hizmet edeceklerdir. Naçizane belki cahilce olabilir ama bazı önerilerim var. Önerilerimden bir tanesi; biraz önce söylendi, gerçekten içtenlikle tebrik ediyorum. Zaten galiba biz bayağı erken davrandık, kendi ombudsmanımızı atladık, kendi izleyici temsilcimizi. Bu konu çok önemli, bunun gelişmesinde yarar var. Peki bu nasıl olacak? Herhâlde internet aracılığıyla olacak. Bilemiyorum, çünkü her televizyonun bir internet sitesi var. Ve o sitede buna benzer bir durum olabilir. Đzleyici doğrudan oraya girebilir. Mesela NTV olarak bizde, diğer kanalları 26 bilmiyorum, inanılmaz bir izleyici tepkisi sistemi var. Muhteşem bir sistem. Gerek internetten, gerek telefondan. Küfürler belki ediliyor bilmiyorum, ama onları arkadaşlar herhâlde sansürlüyor. Bütün yayın personeline ne denirse; çok düzenli, iyi organize edilmiş bir şekilde aktarılıyor. Sabah geldiğimizde yaptığımız ilk işlerden bir tanesi, yaptığımız yayınlar konusunda izleyicilerin ne düşündüğüne bakmak. Kimi zaman eleştiriliyoruz, kimi zaman tebrik ediliyoruz, bütün bunlara hazırız, yapıyoruz bunu. Đnanır mısınız eğer çalıştığım kanal, çalıştığım yayın kuruluşu, gurur duyduğum yayın kuruluşu, belli bir seviyeye geldiyse, bunda bunun çok önemli bir payı var. Đzleyiciyle beraber yürütüyoruz bu işi. Bana öyle geliyor. Bir başka konu; belki RTÜK bir kamu otoritesi olma hasebiyle televizyonlardan da kendi yayın ilkelerini hazırlamalarını, televizyonlardan kendi yayın ilkelerini hazırlayıp bunları taahhüt etmelerini isteyebilir. Ya da bizim cemiyetimizin, gazeteciler cemiyetinin “Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”ne uyacaklarına dair taahhütlerde bulunabilirler. RTÜK bu konuda ön ayak olursa belki yararlı olur. Çünkü RTÜK’ün sadece yaptırım gücünden değil, gerçekten televizyon kuruluşları ve radyolar üzerinde ciddi bir otoritesi olduğunu söyleyebilirim. Tekrar ediyorum bu yaptırım gücünden pek kaynaklanmıyor. Çünkü bugüne kadar geldiği, yaptığı işlerden kaynaklanıyor. Bu öneriler uygulanır veya uygulanır olmayabilir. Ama en azından başka yeni önerileri filizlendirebilir diye umut ediyorum, hepinize çok teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Bir yayıncıya asla süre hatırlatması yapmazsınız. Eğer iyi bir yayıncıysa ki bunun ispatı Oğuz Haksever’dir. Kendisini günah keçisi olarak tanımlayacaktım. O kadar hedef göstermeyim diye yayıncı ve gazeteci dedim. Ama kendisi bu panelde doğal olarak medyayı temsil eden, tek temsil eden insan olduğu için medya adına konuşması gerektiği bilincindeydi. Güzel bir konuşmaydı. Çok önemli bir nokta var. Sayın Haksever’in konuşmasında da çok belirginleşiyor, farkında mısınız diyalog yok. Herkesin bir başka kuruma ya da başka bireye ya da başka kuruluşa ilişkin şikayeti var. Yani bütün bu medya ortamı içerisinde hepimiz birbirimize ilişkin eleştiriler, şikayetler yöneltiyoruz. Fakat bu eleştirileri ve bu şikayetleri ya da bu değerlendirmeleri, yorumları çok uygarca olması gereken platformlarda ve belirli bir amaca hizmet etmek için, yani bir sonuca ulaşmak için gerçekleştirmiyoruz. Yani bu diyalog ortamını sağladığımız sürece bütün bu problemler ortadan kalkacak. Fakat bir türlü bunun kenarından dolaşıp daha merkezine gelemedik. Ufak ufak platformlarda birbirimizi anlamaya, birbirimizin dertlerini, şikayetlerimizi, sorunlarımızı, sıkıntılarımızı, eleştirilerimizi dinleme fırsatını buluyoruz ama bunu daha yaygınlaştırmadık. Bunu önce kurumsal düzeyde gerçekleştirmemiz lazım. Şimdi Sayın Başkana baktım. Olumlu işareti aldığım için şu projeyi açıklamak istiyorum buradan. Sayın Haksever’in altını çizdiği RTÜK’ün öncülüğünde, asla RTÜK’ün dayatmacılığında değil, RTÜK’ün belirleyiciliğinde de değil, 27 ama RTÜK’ün öncülüğünde akademisyenler, RTÜK ve yayıncıları, yayıncıları da iki alt paranteze açmak gerekiyor, sadece haber değil, Sayın Haksever’in özellikle altını çizdiği haber önemli bir olgu ama yayın içerikleri açısından başka bir problematik alan var. O da diğer yayınlar, haberin dışındaki, müzik, eğlence, magazin her neyse. Bu iki alana ilişkin olarak etik ilkelerin, yayın ilkelerinin etik değerler çerçevesinde yayın kuruluşları ve akademisyenler tarafından belirlenmesi için bir proje başladı. Çok yakın zamanda bu projenin ilk toplantılarını gerçekleştireceğiz. Hedefimiz şu: Önce bir medya protokolü oluşturmak. Önce derken sürecin sonunda bir medya protokolü oluşturmak. Bu medya protokolünü de bütün tarafların uzlaşısıyla sağlamak, bunu yazılı soyut kavramlardan çıkartıp çok somut, içselleştirilmiş, uygulanabilir herkesin içine sindireceği ve uygulamaktan da gurur duyacağı ilkelere dönüştürmek. Bunu gerçekleştireceğimizi umuyorum. Sayın Başkanın da gerçekten bu konuda ciddi isteği ve gayreti var, bu çok önemli. Sac ayağının üç tarafını bir araya getirdiğimiz zaman çok başarılı olacağız, hatta sayın Haksever’in altını çizdiği önemli bir nokta, Đletişim Fakültelerinden ya da diğer fakültelerden mesleğe yeni giren taze, hani taze kanın Junior’ların da özellikle hani daha bu alanda meslekte tecrübe sahibi olmuş olanlara erişmek biraz zor oluyor ama, yeni mesleğe girmiş arkadaşlarımıza da bu medyadaki etik değerler konusunda çalışma alanları yaratıp, yani çalışma grupları oluşturup atölye çalışmaları yapmayı planlıyoruz. Uzun soluklu bir proje. Ama sonuçlarını inşallah göreceğiz. Hani bu projenin sonuçlarını nasıl göreceksiniz? Medyadaki iyileşmeyi gördüğünüz zaman bilin ki en azından hasbelkader bu projenin de bir katkısı olmuştur. Bu da bir korsan bildiri oldu. Başlangıçtaki süremin bir bölümünü de burada kullanmış oldum. Sayın Blake’den özür diliyorum. Son söz sizde Robin BLAKE. OFCOM Office of Communications Đngiltere’nin iletişim alanının düzenleyici kuruluşunun temsilcisi olarak burada özellikle kendisini son konuşmacı olarak koydum. Türkiye’deki tablo bu. Đngiltere’de bu konuda çok ciddi faaliyetler var. Düzenlemeler, uygulamalar var. Kendisi o konularda bize bilgi verecek. Buyurunuz efendim. Robin Blake: Teşekkür ederim. Đyi günler diliyorum. Medya okur yazarlığı ile ilgili ve bu alanda bir mesleki titre sahip bir kişi olarak, burada tehlikeli bir konumda bulunuyorum. Burada bir bilgisayar var ve ben tuşlara doğru zamanda basmak zorundayım. Eğer her şey ters giderse şimdiden özür dilerim. Medya okur yazarlığı ile ilgili bugünkü tartışmaya beni davet ettiğiniz teşekkür ederim. Bu çok önemli bir konu ve ben bu çok büyük resmin küçük bir parçasını oluşturmak üzere bugün burada olmaktan kıvanç duyuyorum ve Avrupa Konseyi’nin bana bu fırsatı sunması nedeniyle de gerçekten şükranlarımı sunuyorum. Đsmim Robin BLAKE, OFCOM’un medya okur yazarlığı çalışmalarını yönetiyorum ki bu medya okur yazarlığı alanında ulusal stratejileri geliştirmek ve desteklemek sorumluğunu taşıdığım anlamına gelmektedir. Ben 28 eski bir eğitimci ve müfredat hazırlayıcıyım. Düzenleyici kuruluşta görev almadan önce ben insanları eğitmeye yönelik televizyon programları hazırladım. Đngiltere’de bir deyim vardır: Ben oyun kurucuyum. Yani, ben tüm hileleri biliyorum ve vücudun neresinde bir araz olduğunu bulmak zorundayım. Đngiltere’de ne yaptığımıza geçmeden önce, OFCOM’dan ve ne yaptığından biraz bahsetmem yararlı olabilir. Medyanın tümünün tek bir yerde bütünleşmeye doğru gittiği bir zamanda, OFCOM, bütünleşik bir düzenleyici kuruldur. Böylece bizler, insanların; televizyonu radyo ve cep telefonları üzerinden, televizyonu Đnternet üzerinden, radyoyu Đnternet üzerinden tükettiği ve yapay sınırların bizleri etkin düzenleyiciler olmaktan alıkoyduğu gerçeğine göre hazırlıklar yapmaktayız. Televizyon ve radyoyu, iletişim hizmetlerini, sabit ve cep telefonlarını ve Đngiltere’deki frekansı düzenliyoruz. Buradaki temel eğilim, küresel medyanın yıkıcı etkisine karşı vatandaşların ve tüketicilerin haklarının korunmasıdır. OFCOM kurulduğunda, bize medya okur yazarlığı konusunda da bir görev verilmişti. Buna ilaveten benim neredeyse her gün sızlandığım gibi bize yeni güçler kullanma konusunda da görevler verilmişti. Ben bir medya kuruluşundan ya da bir organizasyondan olması gerektiğini düşündüğüm bir konuyu yapmaları konusunda talepte bulunamam. Bunu sadece bir çekişme, ihlal veya tartışma halinde yapabiliriz. Öyleyse neden bunu böyle yapıyoruz. Burada temel amaç bilinçli tüketici yaratmaktır; yani, medya sektöründe çalışan ve ticari medyanın işleyişini anlayan ve ayrıca topluma katkıda bulunabilecek aktif vatandaşlar ve insanlar. Bunlar, medya okur yazarlığının gelişimi için güçlü amaçlardır. Yasa bize insanların içeriği nasıl ayırt edeceği ve kontrol edeceği konusunu daha iyi anlamaları için gerekeni yapmamızı hükmetmektedir. Dolayısıyla bizim insanlara medya ile ilişkilerini ayarlamaları için gerekli donanımı vermemiz gereklidir. Bizim hem yayıncılık hem de Đnternet alanında medya okur yazarlığını geliştirmek görevimiz vardır. Đlginç olan bir şey de kanunumuzun OFCOM’a güç kullanma konusunda yetki verdiği tek yer Đnternet içeriği ile ilgilidir. Đnternet içeriğini düzenlemiyoruz ama bizden beklenen insanların bunun neye benzediğini, ne olup olmadığını anlamaları konusunda bilinç düzeyini artırmamızdır. Yaptığımız ilk iş medya okur yazarlığının tanımını yapmak ve ne demek istendiğini ortaya koymak olmuştur ve bu bağlamda çok geniş kapsamlı bir tanım geliştirdik. Bu, insanların iletişimde bulunmaları ve erişimi anlamarlını sağlayacak bir dizi yetenek ve anlayış ve bilgidir. Şu an ekranda bazı kelimelerin listesi geçmektedir fakat bu bir tür insanların medya okur yazarı olabilmeleri konusundaki beklentilerimizdir. Şimdi bugün bazı konuşmacılar tarafından değerlendirilen bazı temel noktaları belirleyelim. Her ne kadar teknolojiyi kullanma ve bilgiyi nasıl arayacağınız konusu önemliyse de, en önemli yetenek size gönderilen gündemdeki iletilerin tanımlanabilmesidir. Ardından içerik sürecinin sonuçları önümüze çıkar. Bunlar davranış ve düşünce yollarınızı etkilemeye çalışabilirler. Bunlar, insanların medyaya karşı mücadelede ihtiyaç duyacakları güçlü yeteneklerdir. Eğer bizler hiçbir güce sahip değilsek nasıl bir 29 yol izleyeceğiz? Burada bizim liderlik ve önderlik olarak adlandırdığımız yetenekleri kullanırız. Bunlar tercüme ediliyor mu bilmiyorum ama temel olarak, lider olmak için, önde durmak, ihtiyaçları giderecek araştırmalar yapmak, insanlar soru sorduğunda, yardıma ihtiyaç duyduğunda bunlara cevap verebilmektir. Bizim liderliğimiz vardır; insanları kucaklarız, kuruluşları müşterilerine doğru davranmaları için kucaklarız. Eğer bu kuruluşlar müşterilerinden hizmet ve içerikle ilgili bir şikayet alırlarsa, bu genellikle insanlara içerik hakkında bilgiyi doğru bir şekilde vermediklerinden kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda bizim yapmaya çalıştığımız şey, bu insanları utandırarak doğruyu yapmalarını sağlamaktır. Benim yapmak istediğim şey, Đngiltere’de son 18 aydır medya okur yazarlığını geliştirmek için yaptığımız çalışmaların bir özetini sunmaktır. Muhtemelen bu işteki en önemli aşama medya okur yazarlığının denetimini üstlenmektir. Medya okur yazarlığını geliştirmek istiyorsak, bu kavramın ülkede ne zaman ortaya çıktığını, nerede var olduğunu ve nerede var olmadığını tespit etmemiz gereklidir. Böylece biz bu sorumluluğu üstlendik. Bu belki de medya okur yazarlığı alanındaki üstlenilen Đngiltere’deki en geniş kapsamlı sorumluluktur. Araştırmamızı 3,200 yetişkin ve yaşları 15 olan 15,000 çocuk üzerinde yaptık ve bunların radyo, televizyon, Đnternet ve cep telefonu ile ilgili tutum ve davranışlarını ölçümledik. Bu araştırma bizim medya okur yazarlığıyla ilgili insanların düşüncelerini görmemiz açısından iyi bir resim ortaya çıkardı. Bu araştırmaya ilişkin raporlar bizim web sitemizden indirilebilir ve ben hemen size web adresimizi vereyim. Fakat size en azından bir grafik göstermeden geçemeyeceğim. Aslında burada yüzlerce rapor var ve ben size eğer ilginizi çekerse Đngiltere’deki medya okur yazarlığının genel durumunu göstermek istiyorum. Burada gördüğünüz oklar Đngiltere’deki en yüksek ve en düşük seviyeleri temsil etmektedir. Yeşil ok en yüksek, kırmızı ok ise en düşük seviyeyi göstermektedir. Buradaki sütunlarda ne yazdığını okuyamıyor olsanız da, bunlardan ilk beşi insanların bu konudaki hassasiyetlerini son üçü de biraz daha kritik bir konu olan insanların medyayı anlamalarıyla ilgili, bu konuya nasıl yaklaştıkları ve güvenleriyle ilgili konulardır. Örneğin şurada gördüğünüz dörtlü grup ok, yaşları 16 ile 20 arasındaki insanları temsil etmektedir. Bu bize ne ifade etmektedir? Gençler teknolojiye ilgi gösterdikleri oranda medya okur yazarı olmaktadır. Bu sıradaki sağda tarafta yer alan kırmızı oklar bize Đngiltere’deki medyanın daha az kavrandığını ifade etmektedir. Böylece bir taraftan, gençler arasında teknolojiye hakimiyet görülürken, öte taraftan daha az hayat becerileri ve daha az duyarlılık görülmektedir. Bu incelememiz gereken bir şeydir. Sonraki satırda, şu şekilde geçiyorum, şu boşluktaki kırmızı okların tüm insanları temsil ettiğini göreceksiniz. Buradan görüldüğü üzere herkes medya ile ilgili görünmemektedir; bu onların alanı değildir. Araştırmanın tüm anahtar sonuçlarının gösterdiği gibi bizim daha fazla üzerine eğilmemiz gereken yer burasıdır. Bizim araştırma sonuçlarımız arasında kuzeyli etnik gruplar, 30 engelliler, düşük gelir grupları ve kırsal kesimde yaşayanlara dair de bulgular mevcuttur. Araştırmanın yanı sıra bizim resmi olarak basılan bir medya okur yazarlığı bültenimiz bulunmaktadır ve web sayfasında da bu konuya geniş bir yer ayrılmaktadır. Türkiye’de de bu şekilde mi bilmiyorum ama Google’da ‘medya okur yazarlığı’ yazdığınızda, bizim sitemiz genellikle listenin ya ilk ya da ikinci sırasında çıkmaktadır. Kesin olan bir şey ise, bizim sitemize Google üzerinden ulaşabiliyorum ama doğrudan yazınca ulaşamıyorum. Size de bu şekilde arama yapmanızı tavsiye ederim. Yaptığımız çalışmaların çoğu yetişkinleri hedef alan çalışmalardır. Đnsanların duyarlılıklarını artırmak için ülke çapında kampanyalar düzenledik. Bunlar yaratıcılık sorumluluğumuz için bazı ürünlerdir. Ayrıca size aşağıda yer alan Cd ile ilgili de bazı şeyler söyleyeceğim. Bu Kuzey Đrlanda’da üretilmiştir. 700.000 kopya üretilmiş ve Kuzey Đrlanda’daki tüm posta kutularına atılarak dağıtılmıştır. Her ne kadar insanların medya okur yazarlığıyla ilgili olarak konuştuğunu duysanız ve görseniz de burada resim tamamlanamamaktadır. Şimdi bazı videoları seyretmenin zamanı geldi. Benim burada size göstermek istediğim, medyanın medya okur yazarlığını nasıl verdiğine ilişkin iki örnek. Bunlar kısa metrajlı filmler ve ilki BBC’den. Size BBC hakkında bir şeyler söyleyebilir miyim? Eminim ki BBC’nin bizim temel kamu yayıncımız olduğunu çok iyi biliyorsunuz. BBC lisans ücretleri gelirine dayalıdır ve bu rakam yıllık hane başı yaklaşık 360 YTL tutarındadır. Bizim toplumumuzda televizyonu olan herkes bu parayı çok eskiden beri ödemektedir. BBC’nin önemli rolü eğlendirmek, bilgilendirmek ve eğitmektir. Böylece BBC medya okur yazarlığı konusundaki çalışmalarını lisans ücretleriyle yürütmektedir. Bu ürün, okul çocuklarının haberleri anlamalarının önemine odaklanmış ve okullara bağlantısı olan bir projedir. Şimdi size göstereceğim klip daha geniş bir uygulamaya sahip pilot projedir ve önümüzdeki yılın başlarında uygulamaya geçirilecektir. BBC gazetecileri, çocukları için belirli günde haber oluşturmak amacıyla okullarla beraber çalışmışlardır. Eğer teknoloji çalışırsa size bunun nasıl olduğunu özetleyeceğim. (Biz bu teknolojinin çalışanını göndermiş olmalıydık) * Klip * Bana sorulan temel şey: Hayır işleri… Teşekkür ederim. * Bu projede yer alan çocuklar projeyi çok eğlenceli buldular ve haberler hakkında çok şey öğrendiler. Ümit ediyorum ki önümüzdeki yıl okulların önemli bir çoğunluğu benzer bir çalışmaya dahil edilecektir. Fakat burada insanların sordukları soru neyin insanları daha fazla medya okur yazarı yapacağıdır. OFCOM’un burada yapacağı şey projeden önce okullara gidip çocukların haberler hakkındaki bilgisini tespit etmek ve projeden sonra gidip etkilerini ölçmek ve aradaki farka bakmaktır. Bu yolla diğer organizasyonlara gidip elimizdeki kanıtları sunmak ve sistemin çalıştığını söylemektir. Çünkü o 31 an bu kuruluşlar sistemin çalıştığına inanmıyoruz diyebilirler. Umarım bunu aşarız. Şimdi siz lisans ücretleri olmadan da bunu yapabilirlerdi diyebilirsiniz. Elbette yapabilirlerdi, bu tek yol değildir, tek model değildir. Proje sahipleri nispeten düşük maliyetli olan web sitelerini kullanırlar, öğretici örnekler koyarlar ki bunlar karşılaştırma yapıldığında gerçekten düşük maliyetli çocukların seyredeceği kısa filmlerdir. Madalyonun diğer yüzü olan ikinci örneğe hemen geçmek istiyorum. Bu tamamen sektör tarafından finanse edilen ve “media smart” olarak adlandırılan bir projedir. Bu kar amaçlı olmayan ve 2002 yılında reklam sektörü tarafından kurulan bir kuruluştur. Kuruluş amacı çocukların reklamları ve sponsorluk kavramını daha iyi anlamalarına yardımcı olmaktır. Bu proje bilinci evde olduğu kadar sınıfta da artırmayı hedefleyen sınıf-içi bir malzemedir. Projenin bir web sayfası vardır. Đsteyen okulların ücretsiz olarak indirebileceği ve yararlanabileceği bazı modülleri burada görüyorsunuz. * (Web sayfası tanıtımı) * Đngiliz televizyonlarında medya smart için ayrılan reklam zamanının parasal büyüklüğü 2,5 milyon sterlindir. Tüm bu oyuncular ki bunlardan bazılarının markalarını siz de yakından biliyorsunuz, medya smart’ın kurucularıdır. Görüntüleri şu an görüyorsunuz. Eğiticilerle konuşulmaktadır, platformdaki insanlarla konuşulmaktadır, tasarım şirketleriyle konuşulmaktadır ve bizim yaymaya çalıştığımız fikir ve okullara yönelik olarak hazırladığımız yüksek kalitedeki eğitim malzemelerinin reklamı yapılmaktadır. Bu harita, medya smart’ın ilerlediği ve gözde olduğu Avrupa ülkelerini göstermektedir. Buradaki konuklarımız arasından bana soru sorulacağı için çok kısa geçiyorum. Biz biliyoruz ki Đngiltere’deki medya çok geniş bir oyun sahasıdır ve biz biliyoruz ki bu alan sadece ticari değildir ve gerçekte topluma geri dönüşü olan şeyleri koyma ihtiyaçları bulunmaktadır; yani bu onların yapabileceği klasik bir yoldur. Medyanın yetenekleri vardır, yeteneklerini hayata geçirecek bir kanal vardır ve medya okur yazarlığı hikayeleri anlatarak oyunun bir parçası olacakları heyecanları vardır. Tabi ki bu onların müşterileri ve kullanıcılarına sunacakları bir deneyim kalitesidir. Bu benim kuruluşların kapısını çalıp, bugün burada bazılarıyla konuştuğumuz gibi, medya okur yazarlığını tanıtmaya çalıştığımda işimi kolaylaştırmaktadır. Tabi sadece yaptıklarıyla değil; bu kurumlar bu işin korunması ve kendi paylarının tanınması için de çalışıyorlar ve ben bu geliştirici çabalarından dolayı bu kuruluşlara müteşekkirim. Sanırım Đngiltere’de, biz bu işe yeni başladık ve tablolardan da görüleceği üzere daha kat etmemiz gereken uzun bir yol var ve medya okur yazarı olması gereken ve bu işten haberdar olmayan bir çok kişi var. Bundan dolayı, burası işin püf noktası, bu insanlar gelecekte bilinçli tüketici veya katılımcı vatandaş olamayacaklar ve sayısal dünyada yaşanan küresel devrimin bir parçası olamayacaklardır. Teşekkür ederim. 32 Prof. Dr. Bülent Çaplı: Sayın BLAKE’e çok teşekkürler. Đngiltere’de bu alanda neler yapıldığının çok güzel örneklerini verdi. Bu alanda yapılan çalışmalara ilişkin bilgiler sundu bize. Biz özel televizyonlarla 1990’ların başında tanıştık. Yasal düzenlemesi 1990’lı yılların ortalarında geldi. Aradan geçen zamana baktığımızda 15 yılı aşkın bir süredir özel televizyonlarla haşır neşiriz. Özel televizyonlar hayatımızın ortasında. Fakat bugüne kadar gelinen nokta itibariyle baktığımızda, şimdiye kadar el yordamıyla bir şeyler yaptığımızı gayet net farkındayız. Bu bütün taraflar için geçerli. Şimdi artık bu el yordamı üslubunu bırakıp daha sistematik, daha akademik bilgiye dayalı ve sonuca ulaşacak işler yapmanın zamanı ki medya okuryazarlığı da böyle bir başlangıç gibi gözüküyor bir bütünün içerisinde. O nedenle ikinci oturumda da Türkiye’de nasıl bir eğitim yapılacağına dair görüşmeler olacak. Bütün panelistlere çok teşekkür ediyorum. Sayın izleyiciler, yorumdan çok soru yöneltirseniz çok seviniriz. Ayrıca soruyu kime yöneltiyorsanız lütfen bildiriniz. Buyurun söz sizde, önce lütfen kendinizi de tanıtın. Dr. Ömer Solak: Efendim iyi günler. Bu güzel programdan dolayı bütün katılımcılara ve oturum başkanına çok teşekkür ediyorum. Medya okuryazarlığı önemli bir konu. Önce kendimi tanıtayım. Dr. Ömer Solak, Yeni Türk EdebiyatıAkademisyenim. Alanım Yeni Türk Edebiyatı. Şimdi televizyonlar hep göz önünde olan iletişim araçları olduğu için, kamu kuruluşları, yani bunu denetlemekten sorumlu kamu kuruluşları, RTÜK başta olmak üzere, belki izleyiciler, belki akademisyenler, Đletişim Fakülteleri, televizyonlarda diğer iletişim alanlarına oranla daha geçerli bir denetim mekanizması kurabiliyorlar. Belki o da istenilen düzeyde değil. Ama radyolar bu arada gözden kaçıyor gibi. Demin RTÜK’den Sayın uzmanımız bu hususta radyoların yaygınlığıyla ilgili birtakım rakamlar verdi. Hiç de azımsanamayacak rakamlar bunlar. Radyoların sayısı Türkiye’de Televizyonlardan hiç az değil. Yayın kaliteleri, kullanılan dil ve yayın etiğine uyuş açısından onların durumu tam bir felaket. RTÜK’ün bu konuda çalışmaları nedir? Neler düşünülüyor, neler yapılıyor? Radyolar konusunda sanki biraz daha mı toleraslı davranılıyor, yoksa gözden mi kaçıyor? Teşekkür ederim. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Ben teşekkür ederim. Buyurun Sayın Bilge. Dr. Muhittin BĐLGE: Şimdi bildiğim kadarıyla Radyo Televizyon Üst Kurulunun yeni yönetimin nasıl bir paradigma değişikliği yaptığını demin anlatmıştım. Şu anda 1087 radyo kuruluşu var. Radyo Televizyon Üst Kurulunda Đzleme Değerlendirme 33 Dairesinde 50’ye yakın uzmanı var. Bu kadar uzmanla bu radyo yayıncılarının denetlenmesi mümkün değil. Ama şu anda SKAS projesi kapsamında yeni bir teknoloji oluşturuyoruz. Bunun yanında Radyo Televizyon Üst Kurulu Uzman Yardımcısı istihdam etmeyi düşünüyor bildirim kadarıyla. Bütün bunlardan sonra kanımca radyoların denetimi çok daha verimli hale gelecek. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Söz sözde. Kendinizi tanıtırsanız lütfen. Prof. Dr. Şermin Tekinalp: Đstanbul Kültür Üniversitesinden Şermin TEKĐNALP. Ben bu paneli duyduğumda keşke ben de katılsaydım dedim. Çünkü uzun zamandır bu konu üzerine çalışıyorum. Öğrenci yetiştirdim, hatta tez yazıldı bu konuda, kitaplar basıldı ve şu anda izlediklerime bakıyorum, o kadar geriyiz ki biz. Biz hâlen televizyonun yan etkilerini, zararlarını falan tartışıyoruz. Sayın Robin BLAKE Đngiltere’de neler yapıldığını anlattı. Bizim aşmamız gereken çok büyük bir yol var. Önce şunu belirteyim ki bu iş, bu ders Sosyal Bilgiler hocalarına terk edilmeyecek kadar yoğun ve iyi bilinmesi gereken, bu konuda iyi yetişmiş hocalarla uygulanması gereken bir alan diye düşünüyorum. Đngiltere’de yıllar önce başladı. Amerika’da yıllar önce başladı. Kanada’da, Finlandiya’da, birçok Avrupa ülkesinde başladı bu ders. Ondan sonra da bu dersin işe yaramadığı tartışılmaya başlandı. Dersle ilgili o kadar çok bu eleştiri geldi ki, bunları da bilmemiz lazım. Avrupa Topluluğunda, Amerika’da ve diğer ülkelerde, bu dersin okutulduğu ülkelerde dersin eleştirileri yapılıyor hâlen. Ve bugün gelinen aşamada şu tartışılıyor: Artık bu derste acaba medya düşmanı mı yetiştirilmeli, yoksa öğrencilerin demokratik, demokrat vatandaş, katılımcı, eleştirel gözle bakabilen ancak zevki ve eğlenceyi de nötrleştirmeyen öğrenciler yetiştirilmesi üzerinde mi durulmalı? Ve en çok üzerinde durulan konu da yetersiz öğretmenler. Çünkü öğretmenler birer ideolog gibi çalışabiliyorlar. Ve dersi çok değişik kanallara kanalize edebiliyorlar. Kendi ideolojilerini aşılayabiliyorlar. Bugün bunlar tartışılıyor Avrupa’da, Amerika’da. Artık bu ders bitti. Ders yıllar önce konuldu, tartışılan şeyler çok değişik. Keşke bundan sonra yapılacak panellerde bütün bunları konuşabilirsek çok çok iyi olur diye düşünüyorum. Ve Sayın Robin BLAKE’e şunu soruyorum: Hocaların yetiştirilmesi konusunda ne düşünüyorlar. Çok önemli bir konu. Yani bu iş öyle birkaç seminerle öğretilecek bir ders mi? Kendileri bu konuda ne yapıyorlar? Teşekkür ederim. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Teşekkürler hocam. Buyurun Sayın BLAKE. 34 Robin BLAKE - We see in the United Kingdom that the single most important way of getting school children more media literate is to go to teachers first. They are a priority. In the United Kingdom, when teachers are being initially trained, they have almost none if no media awareness, it is not a part of their curriculum and in professional in so and continuing education, they have no part at the moment. We recognize that teachers feel completely unskilled in delivering media within the classroom unless we address that we would like to get the children to the level we want them to be. At the moment it is in a, if I use the right phrase, in the getup which is in English. The studying of narrative anywhere else in the curriculum; it is a rarity. And we want it across the curriculum. Every subjection have the right to use the media and understand the media within the context of that subject. And not just in two hours or four hours a week in an English lesson mainly about Shakespeare or any other film makers. (Sayfa 35) Prof. Dr. Bülent Çaplı: Buyurun söz sizde. Öncelikle kendinizi tanıtınız lütfen. Doç. Dr. Mine Gencelbek: Doç. Dr. Mine Gencelbek. Ankara Üniversitesi Đletişim Fakültesindenim. Aslında Türkiye’de başlayan uygulamaya dair de bazı eleştiriler yoluyla katkıda bulunmak isterdim ama belki ikinci oturumu dinledikten sonra daha iyi bilgilendirilebilirim. Ondan sonra o konuda katkıda bulunurum. Şimdi sadece küçücük bir katkıda bulunacağım bu ilkeler konusunda. Oğuz Haksever sunuşunun sonucunda öneri olarak bazı ilkeler dile getirdi, Çaplı Hoca da RTÜK’te yapılacak bir çalışmadan söz etti. Ben de sizi başka bir çalışma konusunda bilgilendirmek istiyorum. O da British Council desteğiyle yapılan Median Social Enculucion yani Medya ve Toplumsal Katılım Projesi. Bence medya okuryazarlığı ile bu proje arasında çok yakın bağlar var. Medyada dezavantajlı konumdaki grupların nasıl temsil edildiğini, yeterince temsil edilip edilmediğini ve nasıl temsil edildiğini araştıran bir içerik analizi yaptık. Kadınlar, engelliler, çocuklar, farklı kültürel gruplar başta olmak üzere. Bu 35 temsile dair araştırmayı British Council web sitesinde bulabilirsiniz. Aynı zamanda da bu içerikten ve durum tespitinden hareketle ve yapılan bir basın toplantısında bu araştırma paylaşıldıktan sonra, şimdi sıra ilkelerin daha doğrusu gazetecilerin, bizzat medya profesyonellerinin kendi kendilerinin ilkelerini belirlemesine geldi. Yani geçmişten farklı olarak üstten ilkelerin inmesi değil, kendilerinin tartışarak bu ilkeleri belirlemesinden söz ediyorum. Ve önümüzdeki günlerde atölye çalışmalarımız devam edecek. Diğer partner kuruluşun da BBC olduğunu belirtmek isterim. Teşekkür ederim. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Çok teşekkürler. Buyurun sorurunuz sorabilirsiniz. Katılımcı: Sayın başkan çok teşekkür ediyorum. Bu güzel paneli bu önemli günde düzenleyenleri de ayrıca kutluyorum. Ben Ankara Đli Mamak Đlçesi Ahmet Hızal Đlköğretim Okulu Müdürüyüm. Bir iki yıl içerisinde öğretmenlerin emeği olmadan da çocuklar kendi aralarında beş altı bin imzalık bir imza toplamışlar. Biz bunu RTÜK temsilcilerine teslim etmek isteriz. Ama soru sormamızı yorumdan kaçınmamızı ifade ettiniz. Ama müsaade ederseniz ben bu altı bin imzanın üstündeki çocukların duyguların da burada söylemek istiyorum. Günümüzün en etkili iletişim aracı olan televizyonun bilgi kaynağı değil de reyting savaşlarının galibi olarak evimize girmesi, ne yazıktır ki bizi biz eden değerlerin bir çoğunun unutulup yok olmasına neden olmuştur. Son yıllarda yayın hayatına başlayan birçok özel kanalın insanları bilgilendirmek, gelenek ve göreneklerine yatkın ahlaki değerleri göz önünde bulunduracak şekilde yayın yapmaktan uzak, sadece çıkar ve kazanç kaygısı içinde yayın yaptıkları görülmektedir. Yapılan programların birçoğunun kaynağına bakıldığında, yabancı ülkelerde yayınlanıp reyting galibi gelmiş programlar olduğu görülmektedir. Peki bir Türk olarak bizim kültürümüz, değer yargılarımız, gelenek göreneklerimiz ve ahlak yapımız, bu batılı ülkeler ile bire bir örtüşmekte midir? Bugün Müslüman mahallesinde salyangoz satan bu haya tacirlerinin hiç mi vicdanları sızlamaz. Biz çocukların körpecik beyinlerini kazanç ve reyting kaygısı ile zehirleyen, bizim ruh sağlığımızı bozan, bizleri saldırganlığa yönlendiren bu insanlara ne zaman dur diyeceğiz? Bizlere Türk ulusunun millî ve manevi değerlerini yansıtmayan, bizleri bilgilendirmeyip sadece uyuşturan, hayal alemine sürükleyen, saldırgan, mutsuz, kavgacı bir gençlik olarak yetişmemizde büyük etkisi olan bazı özel televizyon kanallarına lütfen dur diyelim. Biz Mamak Ahmet Hızal Đlköğretim Okulu öğretmen ve öğrencileri olarak, bu konuda bir adım atıp rahatsızlığımızı imza toplayarak dile getirdik. Lütfen bu konuya ilgi gösterilsin. Teşekkür ederim. Robin BLAKE 36 Bunları bulmak ve bunları yüz binlere yöneltmek ve zannediyorum ki bunun en yükseği bir hata yapan yayıncıya 2 milyon pound ödendiğini hatırlıyorum. Sonuçta, lisansı geri alabilir ve iptal edebiliriz. Biz çok gerçekçi bir şekilde oyun dışı bırakıyoruz. Bir soru sormak ister misiniz? Birincisi evet. OFCOM, daha önce de belirttiğim gibi, beş düzenleyiciyi biraraya getirmektedir. Bir ana gemi vardır ve bu çerçevede özel alanlarda çalışan bir düzine insan grupları vardır. Bir tanesi, içeriğe bakar ve hem radyo ve tv için bir başkası vardır ki, tayf yönetimi (spectrum managment) ve diğeri telefon ve vs. Ancak burada insanlar için önemli olduğunu düşündüğüm içerik alanı çerçevesinde, bir başka deyişle, tv ve radyo programlarında, içerik teknesi dediğimiz ikinci bir tekne ve örneğin bunlar, 12 kişiden oluşan toplumumuzun çok kıdemli kişileri her ay mahkeme gibi konulara ilişkin olarak karar vermek üzere bir araya gelirler. Tüm medyada en yüksek düzeyde çalışmış olan kişiler vardır ve bunlar OFCOM’un yönetimindedirler. Biz aynı zamanda buna bir koruyucu olarak, konuların değişmesini istersek, danışmalarda bulunmamız gerekir; ve aynı zamanda etki değerlendirme dedikleri (impact assesments) konuları üstleniriz. Eğer, kurallarımızın herhangi birinin değiştirilmesini önerirsek……… …….Biz medya ile medya okur yazarlığına ilişkin konularda, aynı zamanda da programları ile ilgili vs. konularda da devamlı günlük diyalog halindeyiz.Bu nedenle, lütfen OFCOM’un bir fildişi kulede oturduğunu düşünmeyin, çünkü, sürdürdüğümüz ilişki bu değildir. Bildiğiniz gibi bu kadar çabuk değişen medya dünyasındaki teknikle temas halinde olabilmek için çok yakın çalışmaya gayret ediyoruz. (KONTROL EDĐLECEK) Prof. Dr. Bülent Çaplı: Sizin de sorunuzu alalım lütfen. Hüseyin Kaya: Teşekkür ediyorum. Đsmim Hüseyin KAYA. Malatya Milli Eğitim Müdürlüğü adına katılıyorum buraya. Benim sorum hem salon başkanına hem de Oğuz Haksever’e. Sorum şu: şu anda RTÜK Uzmanımızın verdiği verilere göre Türkiye’de halkın yeterli anlamda eğitimsel donanıma sahip olmadığı ve halkın medya okuryazarlığı konusunda gerekli bilgiye sahip olmadığı ortaya çıktı. Ben bir de şunu söylemek istiyorum. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığımızın yapmış olduğu bir çalışma var. Đşte pilot okullarımızdaki uygulama önümüzdeki senelerde de tüm yurt genelinde makro anlamda uygulamaya konulacak. Yani halk ya da öğrencilerimiz tam anlamıyla donanıma sahip değildi. Ama bu uygulamayla önemli bir mesafe katedilecek. 37 Peki medyanın kendisi gerçek anlamda okuryazar mı? Gerekli pedagojik formasyona, pedagojik eğitime sahip mi? Bunu sormak istiyorum. Teşekkür ediyorum. Oğuz Haksever: Benim bildirim kadarıyla medya okuryazarlığının ne olduğu konusunda bile belirli bir bilgi yok. Yani bu konuda kendi bilgilerimi söyledim. Bunlar benim düşüncelerim ama ciddi bir bilgi birikimi ve yetişmiş eleman sorunu var. O yüzden işin hep kolayına kaçılıyor. Yani biraz önce beyefendi okulunun duyurusunu bizlere okurken, “Neden kendi kültürümüze yönelik programlar yapılmıyor da dışarıdan gelen işte yapımlar gösteriliyor?” diye sordu. Yok ki. Ya da doğru dürüst yapılanı yok. Đşin bir de bu boyutu var. Yani dürüst olalım. Biraz daha acı konuşalım. Yok. Gerçekten yok. Yani oturup şu önemli; yani sokağa çıktığınız zaman insanlara, “Hangi tür programları izlemek istersiniz?” diye soruyorsunuz. Aldığınız yanıt “Eğitici programlar istiyoruz, belgeseller yayınlansın.” oluyor. Vallahi yayınlansa hiçbir şey izlemezler. Yani işin bir de o boyutu var. Doğru söylemiyorlar. Çünkü insanız hepimiz. Gerçekten belgesel konusunda ciddi eksiklerimiz var. Yani tamam kendi kültürümüzü tanıtalım veya kendi kültürümüze sahip çıkalım ama kim yapacak bunu? Nasıl yapacak, ne kadar imkân sağlanıyor? Aslında bakarsanız Kültür Bakanlığı çok iyi paralar veriyor. Ama doğru dürüst yapılmıyor. Medyada bu konuda ciddi bir bilinç eksikliği var. Yani dediğim gibi isterseniz birisi bir araştırsın; televizyonlarda medya okuryazarlığının ne olduğu konusunda anî sınavlar yapılsın, bir sorulsun bakalım ne kadar biliniyor? Doğan Gönüllü (Zonguldak-Demokrat TV): Teşekkür ederim. Đsmim Doğan Gönüllü. Zonguldak Ereğli’de yerel yayın yapmakta olan Demokrat radyo, televizyon ve gazetenin Genel Müdürlüğünü yapıyorum. Ben en son söyleyeceğimi en başta söyleyim isterseniz. Bu panelin adı Medya Okuryazarlığı, ama sonuçta galiba medyacı okuryazarlığı hâline gelecek. Çünkü gerçekler bunu gösteriyor. Oğuz Bey’de en son söyledi. Ulusal diye nitelendirdiğimiz bir televizyonun Türkiye’deki çok önemli bir ismi bu itirafta bulunmuşken, biz yerel radyo, televizyon ve gazetelerin durumunu siz düşünün diyorum ve şunu da eklemek istiyorum. Ulusal dediğimiz genel radyo ve televizyonlar ne kadar para kazanacağının hesabını yaparken, bizler bu ay ne kadar daha az para kaybedebilirizin hesabını yapıyoruz ve Oğuz beyin gene baştan dillendirdiği kaygıları aynen biz de taşıyoruz ve şu soruyu yöneltmek istiyorum devamında: Sayın RTÜK Başkanım olabilir ya da yetkili olabilir. Bu eğitimlerden, bu projelerden yerel radyo ve televizyonları nasıl faydalandırabiliriz? Çok sayıda yerel radyo ve televizyon var ve çok sayıdaki insana her gün hitap ediyorlar. Olanaksızlıklar da biliniyor. RTÜK bir proje de geliştirip, mekân olarak Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okulları kullanarak; üniversite, meslek birlikleri bir araya gelip sadece ve sadece genelin yanında 38 yerel ve bölgesel radyo ve televizyoncuların, yani medya mensuplarının yetiştirilmesi konusunda bir çaba sarf edilebilir mi? Teşekkür ederim. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Teşekkürler. Sayın BĐLGE buyurun Dr. Muhittin Bilge: Tabi sayın başkanım ve sayın üyelerim burada. Beyefendinin söylediklerini bu merciler dikkate alacaktır. Şimdi medya okuryazarlığı bağlamında değil ama zaten Eğitim Dairesi sürekli seminerler yapıyor illerde ve bölgelerde. Ama siz spesifik olarak medya okuryazarlığı bağlamında sordunuz herhâlde. Sanıyorum bundan sonra belki Eğitim Dairesinin yaptığı seminerlerde Medya Okuryazarlığı konusu da verilebilir. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Bir ekleme Sayın Haksever’den gelecek. Buyurun efendim. Oğuz Haksever: Arkadaşın önerisi çok önemli. Yani bana bir şeyi hatırlattı. Gerçekten bu konuda medya çalışanlarının da bilgilendirilmesinde büyük yarar var. Yani bir muhabiri, bir editörü gözünüzün önüne şöyle bir getirin. O kadar ciddi bir iş yapıyor ki, yani tuşlara basarken yazacağı kelimeleri, hazırlayacağı haberi milyonlarca insan izliyor. Var mı böyle bir şey dünyada? Bu korkunç bir yetki gibi. Yani üstelik izleyicilerin o gün olan bitenler arasında neleri, hangilerini izleyebileceklerine biz karar veriyoruz. Bundan daha muazzam bir güç, yetki olabilir mi bilmiyorum. Çok enteresan bir durum bu. Biz farkında olmuyoruz tabi günlük koşuşturma arasında ama, çok şükür ki bir serbest rekabet ortamı var. Yani kimsenin de ne olur özel kanalları da o kadar günah keçisi görülmemesi lazım. Bugün bir yere geldi, çok ciddi yerlere doğru gidiyor. Bu da önemli bir durum. Arkadaşımın önerisinin önemi şurada; bunları öğretirlerse örneğin etik kuralları bir anlamda daha iyi perçinleyecekler, kendi kendilerine yayıncılık etiğini öğrenme durumuna doğru gidecekler. Eskiden Türkiye’de bu pek fazla gündemde değildi. Ben kişisel olarak söyleyeyim; hani oturup araştırmasam etmesem ben de uzun süre bu etik, gazetecilik etiği, yayıncılık etiği nedir bilmezdim. Kim bilir ne bardaklar kırdık yani. Ama bir an bir yerde farkına vardıktan sonra bu gelişmeye başladı. Doğan Gönüllü: Evet, Oğuz Bey’e ekleme yapmak istiyorum. Söylediğiniz gibi bir editörün ne kadar önemli bir görevi var. Milyonlarca insanı etkiliyor. Đşte biz yerel televizyonlarda ister istemez sokaktan aldığımız fotoğrafçıyı kameraman yapıyoruz. Yetişmiş eleman sıkıntımız var. Bir otomobilimizi tamir eden tamircinin yetki belgesi var. Duvarına yetki belgesi asıyor. Duvarında yetki 39 belgesi olmadan otomobiline müdahale etmesi şu anki yasalara göre de engel. Ama milyonları, ya da binleri, ya da yüz binleri etkileyen programcıların, habercilerin, kameramanların hiçbir yetki belgeleri yok. Sayın RTÜK yetkilisinden bu konuda çalışma yapılmasını istiyorum. Belgelendirilmek koşuluyla bu eğitimleri eğer bir projelendirilebilirlerse çok memnun oluruz. Teşekkür ediyorum. Mehmet DADAK (Radyo Televizyon Üst Kurul Üyesi): Teşekkür ederim bu soruyu sorduğunuz için. Ben Radyo Televizyon Üst Kurul Üyesi Avukat Mehmet DADAK. Şimdi bu sorduğunuz soru Üst Kurulumuzda görüşüldü. Biz bugüne kadar geçen hafta on yedincisini yerel ve bölgesel radyo ve televizyon yayıncılarının seminer toplantısını yaptık. Sanıyorum sizin bölgedeki toplantı için Samsun’a geldik. Samsuna çağrıldık. Bu medya okuryazarlığı, Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun yeni projelerinden birisi. Yeni projelerinden olduğu için şimdiye kadarki seminerlerimize bunu koymadık, ama bundan sonraki seminerlerimize kesinlikle koyacağız. Đkinci sorduğunuz soruya gelince, bunu biz Üst Kurulumuzda defalarca tartıştık. Söyledikleriniz çok haklı. Milyonlarca kişiye hitap eden bir yerel veyahutta bölgesel ya da ulusal televizyon yetkilisinin elbette bir ruhsatı, bir belgesi, bir eğitimi olması lazım. Sanıyorum yayıncılığımızın ve bugün üretilen ulusal kanallarda ve bölgesel, yerel kanallarda üretilen ile halkımızın tükettiği ve çok da işte hoşnut olmadığı konuların ana noktalarından birinin de burası olduğunu sanıyorum. Yani çok önemli kriterlerden birisinin de burası olduğunu sanıyorum. Ve mutlaka medya patronlarının, medya yöneticilerinin, medya yönetenlerin ve medya çalışanlarının mutlaka ve mutlaka birer belgesi olması gerektiğine ve mutlaka etik değerlere hepimizden fazla onların sahip olması gerektiğine kesinlikle Üst Kurulumuzun bir inancı ve kanaati vardır. Hatta aynı şekilde üst kurulda sık sık konuştuğumuz konulardan birisi yine diyoruz ki; üniversitelerle, televizyoncularla, RTÜK birleşerek bir Medya Enstitüsü, bir Medya Okulu gibi bir şey yapabilir miyiz? Bunun mali portresi nedir? Buradan herkesi bir kursa tabi tutabilir miyiz? Çünkü biz toplam kaliteyi yükseltmediğimiz sürece anlıyoruz ki Türkiye’de yayın düzeyini, üyesi olmaya çalıştığımız AB’ye uygun hâle getiremeyeceğiz. Bu proje RTÜK gündeminde var ama maliyeti tabi çok yüksek bir proje. Bunu ne kadar karşılayabiliriz bilemiyorum. Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Biz teşekkür ederiz. Son soruları alacağım. Size söz vereceğim Beyefendi. Buyurun lütfen. Prof. Dr. Ayhan Aydın Teşekkürler. Prof. Dr. Ayhan Aydın. Şimdi buradaki konuşmaları dinleyince insanın aklına şu geliyor: Bumerang gibi bu kalitesiz yayınların 40 dönüp bu kuruluşları vurmasını bekleyeceğiz galiba. Çünkü kâğıttan kahraman yaratan bu kanallar gerçekten freni patlamış bir kamyon gibi toplumu ezip geçmekteler. Cinayet haberleri günlük haberlerin içerisinde. Tabi meraklıları için vermek gerekir bunları. Çünkü Oğuz Bey’in de söylediği gibi marazi birtakım duygular vardır, bunlar kullanılır. Hani ortalama insanlarda değil aslında bu, üzgünüm ama bir eğitim bilimci olarak. Onun bile altını galiba hedef kitle olarak benimsemişiz. Peki dedikodular kişisel olarak yani tırnak içinde sanatçıların günlük yaşamları acaba çocuklarımızı ve gençlerimizi ne kadar ilgilendiriyor? Şiddet programları hangi gelişmiş ülkelerde bu tür programlar rastgele yayınlanır. Eğer şartsa lütfen şifreli kanallara koyalım bunları. Çünkü kamu yararı ilkesi açısından bakınca bir topluma bu kadar zarar verilemez. Resmen bir ahlaki çöküntü yaşıyoruz. Değerler kayboluyor. Anomi oluşuyor. Örneğin bir cinayet haberini doğal karşılamaya başlıyoruz. Yani siz yemek yerken -sistematik duyarsızlaştırma derler buna psikolojide- bunu izlerseniz, yemeğinizi yersiniz, o orada ölür, kanlar akar, ne kadar güzel değil mi? Hangi gelişmiş ülkede bu tür manzaralar günlük hayatın bir parçası haline getirilebilir. Sonra duyarlılık azalıyor, suçlar artıyor. Gerçekten suçlar her kategoride artıyor. Yani uyuşturucu kullanımı artıyor değil mi? Şiddet programları, geçen yılın moda dizisini hatırlıyor musunuz? Birinin ağzının içerisine silah sokuluyordu. Tesadüf yani. Yani derslerimizde de kullanmak durumunda olduğumuz için bu tür şeyleri gençleri bilgilendirmek adına ara sıra bakıyorum, inanın dayanamıyorum. En çok izlenen programlar üzgünüm en kalitesiz programlar ne yazık ki. Şuraya gelmek istiyorum. Gerçekten bir vatandaş olarak da üzgünüm. Anne babaların da burada konuşması gerekirdi. Çocuklarımızın özellikle değerli Okul Müdürümüzün katkısı çok önemli. 6000’e yakın çocuktan gelen dilekçe var. Acaba RTÜK’ün yeterince yetkileri yok mu? RTÜK yetkililerinin de burada durumdan yakındıklarını gözlüyoruz. Bu doğrusu çok üzücü. Eğer yetkiler yoksa yasal düzenlemeler için kamuoyunun bilgilendirilmesi gerekir. Çünkü halkın bilinçlenmesini bekleyemeyiz. Bu çok daha tehlikeli noktalara getirir bizi. Derhâl birtakım önlemler almak gerekiyor. Nihayet aramızda yabancı konuklar da var. Başka ülkelerde bir takım modeller de var. Lütfen bunları izleyerek derhal ne yapılabilirse, yarın çok geç olacak çünkü. Üzgünüm. Bu konuda gerçekten RTÜK bir şeyler yapmayı hedefliyor mu? Bu değerli toplantı için kendilerine gerçekten çok teşekkür ediyorum. Bir araya gelme fırsatı sağlaması açısından önemli bir toplantı. Ama bu toplantıyı yakınmaya dönüştürmeyelim lütfen. Somut birtakım şeyler görelim. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Buyurun beyefendi. Siz başından beri söz istiyordunuz. Buyurun. Kısa olursa lütfen. Yaşar BOZ 41 Đsmim Yaşar BOZ. Adıyaman Đlköğretim Müfettişleri Başkanı olarak, bir eğitimci olarak katıldım. OFCOM’du sanıyorum ismi. OFCOM’un bu medya okuryazarlığı konusunda izlediğimiz kadarıyla birçok program hazırladığını gördük ve bunların birçoğunu ücretsiz olarak çocuklara ve gençlere ulaştırdığını izledik. Güzel bir şey. Acaba merak ettiğim bunun finansmanı doğrudan devletten mi sağlanıyor? Yoksa diğer kurumlardan, derneklerden katkılar sağlıyor mu? Bir diğer sorum ise; doğrudan doğruya Oğuz beye yöneltmek istiyorum. Ben yurtdışında da eğitimci olarak görev yaptım. Orada yaşadığım küçücük bir anımı anlatarak Oğuz Bey’den de onun cevabını almak istiyorum. Şimdi iki ve üçüncü sınıf düzeyinde çocuklarım. Türk çocuklarına orada Türk Kültürü ve Türkçe öğretiyoruz. Đşte devletler arası anlaşmalar gereği böyle bir görevimiz var. Fransa’da görev yapıyordum. Çocuklarıma buradan ülkemizi tanıtıcı CD’ler hazırlattım, o zaman ve götürdüm. Zaman zaman onları izletiyorum. Çocuklar bir ara Türkiye’nin o güzelliklerini, doğa güzelliklerini, tarihî güzelliklerini gördükten sonra aynen gayri ihtiyari hep bir ağızdan öğretmenim Türkiye’yi çok seviyoruz dediler. Ben de peşinden şu soruyu yönelttim. “Seviyorsunuz da peki Türkiye’de yaşamak ister misiniz?” diye sordum. Bir anda o konuşan diller susuverdi. Sonra bir kızımız kalktı. “Evet Ayşe ne diyorsun bu konuda?” dedim. Dedi ki; öğretmenim seviyorum, çok seviyorum ama ben yaşamak istemem. “Neden yaşamak istemezsi?” dedim. “Ama Türkiye’de hep insanları öldürüyorlar. Hep vuruyor, kırıyorlar.” dedi. Bu gerçekten büyük bir felaket. Şunu sormak istiyorum: Đstanbul 15 milyonluk bir nüfus. Bir olay oluyor, bir bıçaklanma olayı. Yarım saat bir televizyonun çevirip çevirip, -bizde temcit pilavı derler- onu devamlı vermesi acaba doğru mudur? Çünkü bildiğimiz kadarıyla eğitimci olarak eğitim ilkelerinin en önemlilerinden birisi, iyi örneklerden yola çıkılarak çocuğa kazanımlar verilmesidir. Ama inanın televizyon kanallarımızda hiç bunları göremiyoruz. Bu güzel örnekleri görmek istiyoruz. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Teşekkür ederim. Sayın Blake buyurun. Robin BLAKE Bu proje ile ilgili fonların nerden geldiğine ilişkin bir soru soruyorsunuz? Yaşanan medya okur yazarlığına yönelik yüzlerce proje için Birleşik Krallığın bir wash olduğu izlenimini verdiğimi zannediyorum. Böyle değil, belki zaman içinde öyle olacak Bu gün bazılarını gördüğümüz, halen yürürlükte olan projeler, bazı durumlarda BBC’nin fonlarından, lisans harçlarından nemalanmakta olup böylece ülkedeki her seyirci, her dinleyici bunun için ödeme yapmaktadır. Sanayi ödemektedir: çünkü onlardan bunu yapmalarını istemekteyiz ve onlarda bunu yapmaya 42 arzuludurlar. Hem sosyal sorumluluk ve kazançlarının bir kısmını topluluğa vermek gibi nedenlerle hükümet bunların bazılarına eğitim bütçeleri yoluyla fon vermektedir. Ve aynı zamanda şunu da söylemek isterim ki katılanların bazıları, kaynakları kullanan ve tüketenlerin bazıları işi yapıyorlarsa bunu ödemeye isteklidirler. (KONTROL EDĐLECEK) Oğuz HAKSEVER Bana yönelik soruya gelince aslında bildirimi sunarken ya da söyleyeceklerimi söylerken bahsetmiştim. Tamam. Yani şiddet görüntüsüne bakmak insan olarak bir marazi duygumuz. Bu kullanılıyor. Bunun en temel sebebi, yani bir ufak bıçaklama olayının görüntüsünün defalarca verilmesi yanlış bir şey. Ha. Đstanbul’a gelen Liverpoul taraftarları bıçaklanırsa elbette bu ciddi bir haberdir. Hatta ölüm olursa elbet bunu verir. Bunu birbirinden ayırmak lazım. O zaman, ne bileyim bir haber kanalında gündeme gelir. O defalarca gösterilmiş anlamına gelmez. Burada sorun tembellik. Yani açıkça tekrar ediyorum, tembellik. Neden? Çünkü ciddi bir konuyu, insanların bilmesi gereken bir konuyu, yayıncının, habercinin, gazetecinin, idealizminden beslenen herhangi bir mevzuyu izleyiciye aktarmak, beyin patlatmak ister, kafa yormak ister. Ciddi bir birikim ister. Sinematografiyi televizyonda gerçekten bir yönetmen düzeyinde bilmeyi gerektirir. Bunlar zor ağır işler. Niye bunlarla uğraşılsın ki? Đnsanın marazi duygusuna hitap ettiğinizde bakıyor mu? Bakın izliyor mu diye sormuyorum, bakıyor mu? Evet ise o zaman verirsiniz gider. Tekrar ediyorum, ertesi gün de reyting mühendisleri bakar ne kadar almış reyting almış olduğunu öğrenir. Bir gün sonra nasılsa Türkiye bu işlerin cenneti, bir tane daha haber bulursunuz. Zaten birçok televizyon, haber ajansları bunları kovalıyorlar. Yani sebep bu. Ben başka bir şey bulamıyorum. Ne kadar kendi mesleğimizde bilincimizi kabartırsak, bunun sonucunda kalite o kadar yükselecek. Bu konuda iletişim okullarının, mesleki örgütlerin çok çok ciddi düşünüp çalışması lazım. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Sayın üyeden bir yorum alalım. Dr. Muhittin BĐLGE Değerli arkadaşlar, takdir edersiniz RTÜK ve Türkiye’de televizyonculuk henüz on iki yaşında. RTÜK 1994 yılında kuruldu. Özel televizyonlar da 1990 yılında kuruldu. Yani on, on beş, on altı yıllık bir olay. Tabiîki bizim de eksiklerimiz, noksanlarımız var. Ama şunu biliniz ki 2005 Şubat’ında seçilen yeni Radyo Televizyon Üst Kurulu televizyonlarda şiddete, pornografiye, müstehcenliği kesinlikle ve kesinlikle müsamaha göstermiyor. Ancak, bizim 43 bütün yaptıklarımız, idarenin bütün yaptıkları gibi yargı denetimine tabidir. Biz Üst Kurul olarak bir karar alıyoruz. Televizyoncu arkadaşlar için bir ihlal kararı veriyoruz. Hemen mahkemeye gidiliyor. Mahkemeden YD dediğimiz Yürütmenin Durdurulması alınıyor. Yürütmenin durdurulmasını alınınca da bir daha aynı programa ceza vermemiz mümkün değil. Ta ki o dava sonuçlanacak, leyhimize sonuçlanırsa bizim verdiğimiz ceza geçerli olacak. Yoksa mahkemeden beraat alırsa, o programa mahkeme ilamı alınıncaya kadar bir daha ceza veremiyoruz. Đlk olarak bunu bilmemiz lazım. Đkincisi bu sizlerin şikayet ettiğiniz, bu şiddet pornografi vesairelerin hemen hemen hepsinde aynı durum vardır. Ama mahkemeler neticelenmediği için şu anda bir yerde mahkemelerin neticelenmesini bekliyoruz. 3984 sayılı yasamız 2002’de değişti. Anayasa mahkemesi bazı bölümlerini iptal etti. Onun dışında kalan bölümler için Yürütmeyi Durdurma verdi ve iptal etti. Biz yeni bir 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların kuruluş ve yayınları hakkında kanun tasarısı hazırladık. Üst Kurulumuz hakikaten çok yoğun olarak çalıştı. Bunu geçen ay meclise sevkettik. Đnşallah meclisten de bu dönem çıkacağı sinyallerini, izlenimlerini alıyoruz. Çıkarsa daha iyi bir yayın hayatını amaçlıyoruz. Ancak arkadaşımızın söylediği gibi kapatmak çare değil kesinlikle. Bu yayıncı arkadaşlarımızla birlikte Türkiye’nin yayın politikasını belli bir seviyeye getirmek zorundayız. Yani çağ dışı kalarak, kapatarak bir şey yapamayız. Birlikte çalışarak, birlikte üreterek, birlikte eleştirerek Türkiye’de yayıncılığı belli bir konuma, seviyeye getirmek istiyoruz. Teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Bülent Çaplı: Evet çok teşekkürler. Zamanımızı aştık. Bütün katılımcılara, panelistlere çok teşekkür ediyorum. Sizlere de teşekkürler. Gayet verimli bir oturum oldu. Đyi günler dileklerimle. II. BÖLÜM Medya Okuryazarlığı – Nasıl Bir Eğitim? Oturum Başkanı : Prof. Dr. Davut Dursun Panelistler : Prof. Dr. Meral Uysal, Evelyne Bevort, Dr. Vahap Özpolat, Mehmet Akif Sütcü, Fatih Kölük Prof. Dr. Davut Dursun: Birinci oturumda temel bir aktör olarak medyanın rolü değişik açılardan ele alındı. Çeşitli sorular gündeme geldi. O soruların bazılarına bu çerçevede bazı cevaplar bulundu, bazılarına ise cevap bulamadı. Çünkü cevabı hemen verilebilecek sorular var, hemen verilemeyecekler var. Cevabın ne olduğunun 44 uzun uzun üzerinde düşünülmesi gerekli sorular var. O bakımdan burada hemen çözüm üretmek elbette mümkün değil. Đkinci oturumda, panelimizin ikinci kısmında daha çok eğitime ilişkin tartışma yürüteceğiz. “Medya Okuryazarlığı, Nasıl bir eğitim?” sorusuyla ele alınıyor? Bildiğiniz gibi medya okuryazarlığı konusu bir eğitim meselesi esas itibariyle. Deyim yerindeyse son yıllarda gelişen mikroçip teknolojisinin veya mikro elektronik teknolojiyle birlikte gündeme gelen bilgi iletişim teknolojileri çerçevesindeki büyük gelişme veya devrimsel gelişmelerle birlikte bilginin, sesin ve görüntünün bir yerden bir başka yere nakledilmesinde, şimdiye kadar bildiğimiz, alışılagelen geleneksel yöntemlerin dışında çok farklı, çok değişik, çok hızlı, çok dinamik bir yapıyla karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Yani daha düne kadar bilginin, sesin ve görüntünün bir yerden bir yere nakledilmesinde, bir kaynaktan alıcılara ulaştırılmasında, paylaşılmasında ve dağıtılmasında bildiğimiz geleneksel yöntemler cariydi. Ya sözlü olarak birisinin anlatımıyla bilgi elde ediyorduk veya bilgiyi yazılı kaynaklardan elde ediyorduk. Yani kitabi yazılı kaynaklara ulaşarak bilginin elde edilmesi mümkün oluyordu. Oysaki bugün son derece farklı bir yapıyla, farklı bir formla karşı karşıyayız. Yani artık sözlü bilgilenmenin kitabi ve yazılı bilgilenmenin ötesinde daha etkin yeni yöntemler, yeni bilgilenme formaları gündeme gelmiş bulunuyor. Burada belki işaret edilmesi gerekli olan husus, bilgi üzerinde geleneksel devletlerin değilse bile, modern ulus devletlerin ciddi anlamda bir kontrolü, denetimi söz konusuydu. Sanayi medeniyetlerinin ürünü olan modern ulus devletler, bilgiyi ve parayı kontrol ederek kendi ülkelerinde yaşayan insanların hangi alanlarda nasıl bilgileneceklerine bir bakıma karar veriyorlardı. Fakat bugün artık bilgi üzerindeki denetim siyasal iktidarların elinden deyim yerindeyse kayıp gidiyor. Ve iktidarların denetimi olmaksızın yeni bilgi kaynaklarına ulaşma imkanını buluyoruz. Sanıyorum televizyon da bu çerçevede değerlendirilmesi gerekli önemli bir bilgi iletişim teknolojisi olarak görülebilir. Artık televizyon yoluyla ses ve görüntünün bir yerden bir başka yere nakledilmesi son derece hızlı bir şekilde yapılabiliyor. Ve bunun denetimi de sanıldığı kadar kolay olmuyor. Sanıldığı kadar diyorum, çünkü önceki oturumda konuşmacılarımız haklı olarak televizyonlarda izledikleri tırnak içinde düzeysiz programlardan şikayet ettiler. Biz de şikayetçiyiz. Ama şöyle bir soru da gündeme geliyor, peki bu programları gündemimizden çıkarma şansımız var mı? Burada ciddi bir handikapla karşı karşıyayız. Sadece Radyo Televizyon Üst Kurulu olarak değil, bütün toplum olarak böyle bir problemle karşı karşıyayız. Bu sadece Türk toplumunun da bir problemi olduğunu sanmıyorum. Evrensel bir problem. Yani az çok bütün toplumlarda birbirine benzer ortak problemler var. Tabi unutmamak gerekir. Ortak problemler eğer bir problem bir ulusun boyutunu aşıyorsa o problemin çözümü de haklı olarak ulusun boyutunu aşmak durumundadır. Yani problemin çözümüne ilişkin bir form, bir biçim, bir kurum, bir yöntem geliştirilecekse, bu yöntemin artık ulusal sınırlar içerisinde kalan bir yöntem değil, bütün ulusların, toplumların ortak çabasıyla gündeme gelen bir 45 çözüm olması gerekir. Kanaatimce medya okuryazarlığı projesi her ne kadar Türkiye’de yeni gündeme geldiyse de Avrupa ülkelerinde bu problemi bizden önce daha ciddi bir şekilde, daha kanatıcı şekilde yaşayan toplumlarda, daha erken dönemde gündeme gelmiş. Bir biçimde yürürlüğe girmiş ve belli sonuçlar almış bir proje. Bu projenin uygulanmasına ilişkin hususları sayın konuşmacılarımız, tebliğ sahipleri bize takdim edecekler. Hatırlatmakta yarar var. Medya Okuryazarlığı projesi Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından bir proje olarak geliştirilmiş. Bu projenin uygulanabilmesi için elbetteki Millî Eğitim Bakanlığı en önemli partnerdir. Ondan dolayı projenin hem planlanmasında, hem geliştirilmesinde, hem de uygulanmasında Millî Eğitim Bakanlığıyla birlikte hareket edilmiş, birlikte çalışılmış ve bir noktaya gelinmiş bulunuyor. Plana göre bu projenin zaman içerisinde bütün okullarda yaygınlaştırılması ve çocuklarımızın medya okuryazarlığı çerçevesinde eğitilerek izleyecekleri televizyon programlarının, izleme öncesinde bilinçlendirilmesi yoluyla acaba televizyon yöntemiyle, aracılığıyla evimize ulaşan tırnak içinde olumsuzlukların kendi irademizle izleyicilerin bilinçlenmesi ve iradeli davranışlarıyla sınırlandırılabilir veya en aza indirilebilir mi? Sanıyorum temel tartışma konusu bu. Şimdi tabi hep şey derler, acaba bu proje olumlu netice verecek mi vermeyecek mi? Ben kişisel olarak biraz optimist bakan insanım. Bu projenin de olumlu neticeler vereceğine gönülden inanan birisiyim. En ufak bir katkı olsa, olumlu bir katkı olsa, onun da önemsenmesi gerekir. Süreç içerisinde birtakım problemler ortaya çıkacaktır elbetteki. Ortaya çıkacak olan problemleri zaman içerisinde gidermek, bir bakıma yamamak ve yola devam etmek gerekiyor. Oturumumuzda beş konuşmacımız var. Sanıyorum beş konuşmacıdan dördü konuşacaklar. Bir konuşmacımız yurtdışından. Diğer konuşmacılarımız Türkiye’den. Daha çok eğitime ilişkin konular ele alınacak. Ben sözü fazla uzatmadan ilk konuşmacı olarak sayın Prof. Dr. Meral Uysal hanımefendiye sözü aktaracağım. Sayın Uysal Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Müdürlüğünü yürütüyor. Eğitim bilimci. Dolayısıyla kendisinden hem bu proje çerçevesinde hem de hepimizin içini kanatan olumsuzluklarla ilgili mücadele noktasında muhtemelen çok orijinal şeyler dinleyeceğiz. Şimdi sözü kendisine aktarıyorum. Hatırlatmakta yarar var. Sayın konuşmacılar ben zamanı ciddiyetle gözeten bir yöneticiyim. Zaman konusunda müdahale edersem lütfen bağışlayın. Şimdiden özür dileyerek ifade edeyim. Vakit giderek ilerliyor o bakımdan planlanmış olan vakte uyarsak sanıyorum çok yararlı bir oturum yapmış oluruz. Ben sözü Sayın Uysal’a aktarıyorum. Buyurun efendim. Prof. Dr. Meral Uysal Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sabahki oturumda tüm konuşmalar medya okuryazarlığı nasıl bir gerekçeden ortaya çıktığı noktasından başladı. Medya okuryazarlığı için nasıl bir eğitim sorusunun cevabını vermeden önce ben de meyda okuryazarlığı gereksiniminin arkasında yatan gerekçeleri kısaca 46 özetlemek istiyorum. Medya endüstrisi içinde medya ürünlerinin ticari bir metaya dönüşmesi, medyanın popüler kültürü biçimlendirmede ve demokratikleşme ve katılımın araçlarını sunmaktan çok toplumsal formasyonu yeniden üretmedeki rolü, toplumda oluşan şiddet, madde bağımlılığı gibi olumsuz olgulardan medyanın sorumlu tutulması gibi nedenler eleştirici bir medya bilinci geliştirilmesinin önemine işaret etmektedir. Bu sürece özellikle 1980 sonrası dönemde küresel medya pazarındaki hızlı yükseliş ile birlikte sosyal devlet anlayışının bir gereği olan kamu hizmeti medyası ya da kamusal yayıncılık anlayışının aşınması eşlik etmiştir. 1960’lı ve 1970’li yıllarda modernleşmenin önemli araçlarından biri olarak da kullanılan kitle iletişim araçları toplumsal değişmenin ve demokratik katılımın gerçekleşeceği bir kaynak olmaktan çıkmıştır. Tüm bu gelişmelere eşlik eden iletişim teknolojilerinin gelişmesi, teknolojiye ulaşanlar ve ulaşamayanlar arasındaki farkı daha da artırmış ve dijital bölünme olarak ifade edilen süreçleri başlatmıştır. Medya okuryazarlığının bir boyutu da bilgiye ulaşanlar ve ulaşamayanlar arasındaki farkı ortadan kaldıracak yeni bir pedagoji olarak düşünülmektedir. Medya okuryazarlığı medya kod ve geleneklerini analiz etme, medyanın değer ve ideolojilerini eleştirebilme, medya metinleri tarafından üretilen mesajları yorumlama, medyanın içeriğini değerlendirme ve seçici olma, medyanın etkilerini fark etme, medyayı akıllıca kullanmayı sağlayan bir pedagoji alarak tanımlanmaktadır. Medya okuryazarlığı ile ilgili olarak iki temel hat seçmek mümkün görünmektedir. Birincisinde medya okuryazarlığı bir eğitim sorunu olarak değil toplumsal muhalefet hareketlerinin bileşenlerinden biri olarak görülmektedir. Bu yaklaşımda medya okuryazarlığı daha çok eylemlilik üzerinden ele alınmakta, kamu yayıncılığının savunulması, yasal düzenlemelerin değiştirilmesi, tekelci medyaya karşı alternatif medyanın desteklenmesi gibi politik bir karakter taşımaktadır. Medya okuryazarlığı eğitiminin okul programlarına ilave edilmesinin çok yönlü medya gerçeğini kavramada yeterli olmayacağı, medya analizinin siyasal, kültürel ve ideolojik okumalarla gerçekleşebileceği savunulmaktadır. Đkincisinde ise medya okuryazarlığı eğitiminin okul müfredat programlarına eklenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Đkincisi ile ilgili olarak açıklamalara geçmeden önce belirtilmesi gereken birşey medya okuryazarlığının eleştirel karakterine rağmen ister toplumsal muhalefet hareketinin bir bileşeni olarak görülsün, isterse de okul müfredatı içinde ele alınsın medya karşıtı bir hareket olarak görülmemesi gerektiğidir. Medya okuryazarlığı eğitiminin okul müfredat programları içinde yer almasını savunan Postman’a göre enformasyonun yapısı ve etkileri hakkında gelişkin ve sağlam bir bilince ulaşarak, medyayı gizeminden arındırarak, 47 televizyon ya da bilgisayar, ya da başka bir araç üzerinde denetimi ele geçirme umudu bulunmaktadır. Böyle bir medya bilincinin oluşturulması için biri saçma ve atlanabilir, diğeri ise umutsuz ancak elimizde ondan başkası da bulunmayan iki yanıt bulunmaktadır. Ona göre saçma olan yanıt, insanları televizyon izlemekten vazgeçirmeyi değil, televizyonun nasıl izlenmesi gerektiğini göstermeyi, televizyonunu haberler, politik tartışmalar, dinsel düşünceler vb. ile ilgili bakışımızı nasıl yeniden yaratarak düzeysizleştirdiğini göstermeyi amaçlayan televizyon programları hazırlamaktadır. Umutsuz olan yanıt ise biricik kitlesel iletişim aracına okullara, güvenmektir. Okullardan medyanın mitolojileşmesini önleme görevi üstlenmelerini istemek hiçbir zaman yapmaya yanaşmadıkları bir göreve çağırmak anlamına gelir. Durumun umutsuz olmadığını düşünmek için yeterince neden olduğunu belirten Postman eğitimcilerin televizyonun öğrencileri üzerindeki etkinin farkında olduklarını, bu anlamda bir medya bilinci edindiklerini, ancak onların bilinçlerinin ağırlıkla televizyondan, bilgisayardan eğitimi denetlemekte nasıl yararlanabiliriz, sorusu üzerinde yoğunlaştığını, eğitimden televizyonu ya da bilgisayarı denetlemekte nasıl yararlanabiliriz sorusuna henüz geçemediklerini belirtir. O halde şöyle bir soru sormalıyız: Medya mesajlarını eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirme, süzme, medya bilincine ulaşma, kendi mesajlarını yaratmayı sağlayacak bir medya okuryazarlığı eğitimi neyi nasıl ele almalıdır? Kellner’e göre eleştirel medya okuryazarlığının geliştirilmesindeki en büyük zorluk, geleneksel anlamda, sağlam yapılandırılmış ve denenmiş öğretim prosedürlerini içeren bir pedagojinin olmamasıdır. Eleştirel medya pedagojisi henüz emekleme aşamasındadır, sonuçları yeni ortaya çıkmaya başlamıştır ve oturmuş yazılı-basılı pedagojiden daha deneysel ve ucu açıktır. Medya okuryazarlığı birçok farklı disiplinin alanına girmektedir. Ekonomi politik, iletişim, sosyoloji, psikoloji gibi farklı disiplinler medya okuryazarlığı eğitiminin içeriğini belirler. Dolayısıyla sormamız gereken diğer bir soru da şudur: Medya okuryazarlığı programları hangi konu alanları ya da temaları kapsamalıdır? Şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Film, televizyon, müzik gibi tüm düzeylerdeki popüler medya materyallerinin eleştirel değerlendirilmesi, bu tür medya materyalleri konusunda farkındalık yaratılması medya okuryazarlığının ana temalarından birisidir. Eleştirel medya okuryazarlığını, bilgi okuryazarlığı, görsel okuryazarlık gibi kavramlardan ayıran temel özellik, medya okuryazarlığının popüler kültüre eleştirel bir gözle bakmasıdır. Popüler kültürün medya mesajları yoluyla nasıl oluşturulduğu, haberde dahil programların eğlence mantığı ile nasıl düzeysizleştirildiğine dikkat çekilmelidir. Burada önemli bir uyarı, öğrencilerin, popüler kültürün medyaya yansıyan değişik formatlarına olan 48 duygusal bağlılıklarının öğretmenlerde eleştirel olmayan bir medya popülizmine yol açabileceğidir. Bu tür medya materyalleri çoğu zaman her düzeyde kişinin zevk alarak tükettiği şeylerdir. 2. Medya metinleri üzerinde çok yüzeysel olarak yapılan bir araştırma bile ırk, cinsiyet, sınıf ayrımcılığı gibi pek çok öğenin bu metinlerde sıkça yer aldığını gösterebilir. Medyanın toplumsal cinsiyete ilişkin kalıp yargıları nasıl ve yeniden ürettiğinin, kadının cinselliğinin daha fazla kar etmenin aracı olarak kullanıldığını gösterilmesi ayrımcılıkla ilgili iyi bir örnektir. 3. Medya okuryazarlığı programı medya metinlerinin kurgulanmış olduğunu, gerçek dünya ile medya tarafından sunulan sanal gerçeklik arasındaki farka dikkati çekmelidir. Toplumdaki şiddet olaylarından medyanın sorumlu tutulması, çocuk, genç hatta yetişkinlerin, medya yolu ile sunulanı gerçekmiş gibi algılama yanılması içinde olduklarından kaynaklandığı ileri sürülmektedir. 4. Medyanın ekonomi-politiğine ilişkin temel bilgiler kazandırılmalıdır. Medya endüstrisinin nasıl işlediği, medyanın nasıl ticari bir sistemin parçası olduğu, reklamların tüketimi nasıl körüklediği ele alınmadır. 5. Medya mesajlarının üretiminin karmaşık süreçler olduğu, medyanın duygusal etkiyi oluşturmada, uzmanlık isteyen yaratıcı bir dil kullandığı vurgulanmalıdır. 6. Medya yolu ile gelen enformasyonu karşılaştırma ve doğruluğunu denetleme becerisi, kazandırılmalıdır. Medya da karşılaştığı her bilginin, haberin doğru olamayabileceği, farklı haber kaynaklarından gelen bilgilerin karşılaştırılması gerektiği, haberin hangi öğelerine vurgu yapılacağının, medya kurumlarının kendi politikalarına göre şekillenebileceği gerçeğini göstermelidir. 7. Medya yazım ve üretim deneyimleri medya okuryazarlığı eğitiminin bir parçasını oluşturabilir. Burada bir uyarı pratik yazım ve üretim deneyimleri sunmanın medya endüstrisini öğrenmeye mi neden olduğu, yoksa medya profesyonellerini taklit etmenini öğrencilerin analitik ve eleştirel perspektiflerini yitirmelerine mi neden olduğu önemli sorunlardan birisidir. Konunun üzerinde durulması gereken noktalarından birisi de öğrencilere uygulamalı medya uygulaması yaptıracak ya da medya örneklerini gösterecek teknik olanakların yetersizliğinin sürecin başarısını olumsuz yönde etkileyeceğidir. Peki medya okuryazarlığı eğitim nasıl yapılmalıdır? Her şeyden önce medya gerçeklerinin ve medya manipülasyonunun öğretmen merkezli, ezberci, didaktik yaklaşımla aktarılması, öğrencilere eleştirel düşünme yorum yapma gibi yeterlilikleri kazandırmayı amaçlayan medya okuryazarlığının ilkelerine ters düşmektedir. Öğretmenin medyaya ilişkin kendi analizlerini öğrenciye aktarması yerine, öğrenciye medyayı analiz etme becerisi kazandırmak gerekir. 49 Çocuk ve gençler medya mesajlarına yaşamlarının ilk dönemlerinden başlayarak maruz kalmaktadırlar. Bu nedenle medya okuryazarlığı eğitimi okul eğitiminin ilk dönemlerinde, temel eğitimde verilmelidir. Eleştirel medya okuryazarlığı eğitiminin kendisine ait uzmanlığı olan bir ders mi yoksa ilişkili mevcut derslerin kapsamı ile birleştirilerek mi verilmesi gerektiği bir başka tartışma konusudur. Kanımca eleştirel medya okuryazarlığı eğitimi kendine ait bir uzmanlığı olan bir ders olmalı ve bu konuda yetkin olan öğretmenler tarafından verilmelidir. Eğitim programlarında medya derslerinin başarısızlık nedenlerinden birisi, eleştirel medya okuryazarlığı alanında uzmanlığı olmayan öğretmenlerin bu programları uygulamaya itilmesidir. Ülkemiz açısından da aynı kaygıyı yaşadığımı belirtmek isterim. Öğretmenlik formasyonuna sahip olan Đletişim Fakültesi mezunlarının bu konuda değerlendirilmesi gereken bir kaynak olduğunu düşünüyorum. Sürecin başarısını etkileyecek en temel öğenin öğretmenler olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. Unutmamalıyız ki sürecin başarısını en önemli etkileyen öğe öğretmenlerdir. Ben panelist arkadaşımdan da başlayarak burada özellikle Milli Eğitim Bakanlığının sayın temsilcilerine seslenmek istiyorum. Gelin işi uzmanına bırakalım ve Sosyal Bilgiler Öğretmenlerimizi taşıyamayacağı bir yük altına da sokmayalım, zorlamayalım diye düşünürüm. Okul müfredatının yoğunluğu, okul sisteminin seçici eleyici yapısı gelecekteki başarıyı garanti altına alacak derslerin ağırlıklı ve zorunlu olarak toplumdaki yaşam becerileri ile ilgili görülen medya okuryazarlığı gibi derslerin ise ihtiyari olarak algılanarak seçimlik olarak okutulmasına neden olmaktadır. Bu durum prestijli olan ve olmayan dersler ayrımını da beraberinde getirmektedir. Medya okuryazarlığı dersinin okul programlarında zorunlu bir ders olarak yerini olabilmesi için kamuoyu oluşturmaya, politikalar geliştirmeye ihtiyaç vardır. Medya okuryazarlığı gibi bir dersi matematik dersinin karşısına koyduğumuzda prestijsiz ders olarak algılanacağı hepimizin bilgi dâhilindedir. Medya okuryazarlığı dersinin okul programlarında zorunlu bir ders olarak yerini alması için kamuoyu oluşturulmalı, bu konuda politikalar geliştirilmelidir. Eleştirel medya okuryazarlığı eğitimi, öğrencilerin ilgilerinin farkında olmayı ve öğretmenler ile öğrenciler arasında işbirlikçi bir yaklaşımı gerektirir. Çünkü öğrenciler medya kültürünü öğretmenlerden daha iyi bilebilirler. Öğrenciler, konuşmaya, tartışmaya ve eğitim öğretim sürecine katılmaya teşvik edilmelidirler. Medya okuryazarlığı eğitimi hem öğrencilerin hem de öğretmenlerin, medyayı öğrenme, yorumlama, eleştirme yetilerini kazanacakları karşılıklı bir öğrenme süreci olarak planlanmalıdır. Medya okuryazarlığının, katı metinler, müfredat ve materyallerle öğretmenlere yukardan empoze edilmesi de yanlış olacaktır. Farklı öğretmen ve öğrenciler çok farklı ilgilere sahip olacaklarından, doğal olarak kendilerini ilgilendiren konulara ait materyallere vurgu yapacaklar ve örnekler 50 seçeceklerdir. Dolayısıyla eleştirel medya okuryazarlığı eğitimindeki dersler, öğretmenlerin, kendi müfredatlarını belirleyebilecek ve eğitim sürecine kendi ilgilerini katmalarına izin verecek şekilde esnek olmalıdır. Medya okuryazarlığı eğitiminin, okul müfredatının önemli bir öğesi olarak yerini alması önemli görülmekle birlikte, bu süreci etkili hale getirmenin temel yollarından birisi, yetişkinlerinde bu sürece dâhil edilmesidir. Öğrencilerin toplumsallaşma araçlarından biri okulsa, bir diğeri de kuşkusuz, ana babalarının da içinde olduğu yetişkinlerdir. Eğer yetişkinler medya bilincine sahip değil iseler, öğrencilerin edindikleri bilgi ve becerileri yaşama geçirme konusunda destekleyici bir ortam sunamazlar ve dolayısıyla eğitim etkisi sınırlı kalır. Medya okuryazarlığı eğitimi yetişkinleri de kapsayacak şekilde genişletilmeli ve bu eğitimin onlara sağlanması için toplum projeleri geliştirilmelidir. Prof. Dr. Davut Dursun: Sayın Uysal’a çok teşekkür ediyoruz. Önce vakti çok iyi kullandığından dolayı, ondan sonra da çok güzel bir tebliğle bizi aydınlattığından dolayı. Sanıyorum tebliğini benim özetlememe gerek yok. Ciddi konuların altı çizildi, hatırlatmak bakımından belki üzerinde durulması gerekli önemli noktalar var. Ama onlar üzerinde durmayacağım. Aklıma gelen bir soru vardır. O soruyu daha sonra cevaplanmak üzere sormamda bir beis olabilir mi bilmiyorum. Mesela medya okuryazarlığı eğitimi almış çocuklarla böyle bir eğitim almamış çocukların televizyondan yararlanma, televizyon izleme davranışları arasında acaba herhangi bir fark ölçülebilmiş mi? Varsa böyle bir örnek, doğrusu öğrenmek isterim. Muhtemelen literatüre vakıf olduğunuz için belki bir yerlerde rastlamışsınızdır, aydınlatırsanız mutlu olurum. Efendim ikinci konuşmacımız yurtdışından. Madam Evelyne Bevort. Fransa’dan geliyorlar. Kendileri Millî Eğitim Bakanlığı Medya Okuryazarlığı Merkezinde Müdür Yardımcısı. Dolayısıyla bir bakıma Fransa’nın tecrübesini bize aktarmış olacaklar. O sebeple çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü az önce de ifade ettim. Medya okuryazarlığı bizim tarafımızdan keşfedilen, bulunan, icat edilen bir şey değil, diğer ülkeler tarafından uygulanan, belli tecrübelerle bir noktaya getirilen bizim de ondan istifade etmemiz düşünülen bir konu. O sebeple Sayın Bevort’un bize söyleyecekleri sanıyorum çok önemli. Şimdi sözü kendisine aktarıyorum. Evelyn Bevort: Sözlerinden dolayı Oturum Başkanına çok teşekkür ederim. Öncelikle bu toplantıya davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Farklı sunuşları ve farklı sorunları dinlemek çok ilginç ve farklı ülkelerden aynı zamanda aynı sorunların çıktığını gözlemliyoruz. 21nci yüzyılda artık medya okuryazarlığı, 21nci yüzyılda eğitim mücadelesi üzerinde yoğunlaşabiliriz. Öncelikle ben Fransa’da Clemi (Centre de Liaison de l’enseignement et des medias d’indormation) 51 olarak adlandırılan bir merkezde çalışıyorum: Burası eğitim ve bilgi medyasını bağdaştıran bir merkez olarak tanımlanabilir. Sunuşun sonunda merkez hakkında daha fazla bilgi vereceğim. Öncelikle, medya okuryazarlığı hakkında konuşmak istiyorsak bazı tanımlara ihtiyacımız var. Çünkü medya ve eğitimin, eğitim sürecinde ilişkilendirilmesi ilk değildir. Öncelikle medya okuryazarlığı veya medya eğitimi, medya eğitimi üzerine üç farklı anlam bulabiliriz. Medya eğitimi, medya okuryazarlığı ve medya okuryazarlığı eğitimi. Dolayısıyla seçiminizi yapmak zorundasınız. Ancak medya eğitiminin bir süreç olduğunu söyleyebiliriz ve medya okuryazarlığı medya eğitiminin nihai amacıdır. Medya okuryazarı insanlardan veya medya okuryazarı gençlerden bahsediyoruz, medya tarafından verilen bir eğitim çok olumlu, bu eğitimli medya demek değil veya medya vasıtasıyla eğitim vermek değil çünkü birçok öğretmen sınıflarında video, gazete veya makale kullanmaktalar. Medya eğitimi veya medya okuryazarlığı sorun bunlar değil. Bu farklı bir şey. Dolayısıyla üç farklı tanım üzerinden hızla gidelim. Öncelikle birincisi gerçekten ilk olan, 73 yılında yaklaşık 30 sene önce hazır bir uluslararası sinema ve televizyon kurulu. Đlginç olduğunu düşünmüyorum. Çünkü burada Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından davet edildik. Evet. Đlginç olan şey sorunun sinema ve televizyon profesyonellerinden ortaya çıkmasıdır. Đlk tanım, pedagojik teori ve deneyim içinde özellikli ve modern iletişim araçlarının eğitim ve öğretim süreci çalışmasının eğitimini kastediyoruz. Buradaki temel öğe bağımsız bilginin alanıdır. Bundan 30 yıl önce başladığında bu bilginin özellikli bir alanı olarak değerlendirilmiyordu. Đkinci tanım, bir ay önce sizin komisyon tarafında da verildiği üzere, medya okuryazarlığı günlük yaşamda karşılaştığımız görüntü, ses ve mesajların gücüne erişebilme, analiz edebilme ve değerlendirme becerisi olarak değerlendirilmektedir. Çağdaş kültürümüzün önemli bir parçasıdır, aynı zamanda kişisel olarak medyada yetkin bir şekilde iletişim kurabilmektir. Otuz yıl sonra günümüzde medyadan gelen bütün mesaj türlerini eleştirel olarak analiz etmek için yeterli derecede okuryazar olma olasılığı üzerinde durulmaktadır. Aynı zamanda bazı medya mesajlarını üretecek kadar yetkin olmak demektir. Bu vatandaşlığın bir parçasıdır. Avrupa Konseyi iki ay önce Bakanlar Komitesinin tavsiye kararında bilgi ve iletişim ortamı hakkında yeni başka bir tanım önermiştir. Bilgiye erişim sağlayanların yetkin kullanımı, içeriğin eleştirel yapılmasının gelişimi, iletişim becerilerinin yakınlaştırılması, vatandaşlığın ve yaratıcılığın teşvik edilmesi. Çocukların ve eğitimcilerin bilgi ve iletişim teknolojilerini ve hizmetlerini olumlu ve sorumlu bir şekilde kullanmaları için eğitim girişimleri. Olumlu ve sorumlu; bu iki kelime oldukça önemlidir. Daha önceki sunuşta da duyduğumuz gibi 21nci yüzyılın başlangıcında medya okuryazarlığının risk sorunuyla, çocuklar ve gençler için medyadan gelen riskle bağlantılı olduğunu oldukça sık görüyoruz. Öncelikle televizyon hakkında konuşalım. Televizyonun; kötü haberlerin, kötü görüntülerin sağlayıcısı olduğu düşünülmekteydi. Şimdi ise Đnternetin, elbette aynı zamanda oldukça fazla mesaj vermektedir. Pornografi veya farklı şiddet 52 görüntüleri bulabilirsiniz tabi ancak şimdi olumlu bir medya okuryazarlığını düşünmeliyiz. Çünkü bu gençler için çok önemlidir. Medya okuryazarı olmak kültürün ve eğitimin bir parçasıdır ve medya okuryazarlığında olumlu bir ruh haliyle çalışmak ve medyaya olumlu ve pozitif bir ruh vermek vermemiz gerekmektedir. Dolayısıyla medya eğitimi, televizyon, radyo, film veya internet ve yeni sayısal iletişim teknolojilerinin ve yazılı medyanın da dâhil olduğu medyanın tüm alanları ile ilgilidir. Bu bazı ülkelerde sadece televizyon okuryazarlığı veya sinema eğitimi vb konularda özel projeler bulabilirsiniz demektir. Medya eğitiminin, medyanın tüm alanlarıyla ilgili olduğunu düşünüyoruz, bütün medyanın birbirleriyle ilişkilendirmekten kaçamayız. Bu durum şu anda medya endüstrisinde gördüğümüz kadarıyla mümkün değil. Halihazırda bütün medya alanları spesifik ve teknik bir gelişme içinde bağlantılı değil. Dolayısıyla bunlar hakkında hep birlikte çalışmalıyız. Tabiî ki her ülkenin medya okuryazarlığı hakkında özel bir görüşü vardır. Ben önceden farklı programları başlatmış ülkeler hakkında konuşuyorum. Dolayısıyla farklı ülkelere veya farklı zamanlara göre olan farklı modeller bulabiliriz. Tabiî ki okul içi veya okul dışı programlar bulabilirsiniz ve Robin’in daha önce söylediği gibi farklı müfredat konularında veya ana dille bütünleşmiş konularda çapraz-müfredat bulabilirsiniz veya bizim ülkelerimizde sinema için müfredatdışı programlar genellikle müfredat dışı ile bütünleşmiştir. Medya profesyonelleriyle veya kuruluşlarla ortaklık yapılarak geliştirilebilir veya ortaklık olmadan da geliştirilebilir. Birçok programın medya profesyonelleriyle hiç bir bağlantısı bulunmamaktadır, çünkü bazı ülkelerde medya profesyonelleriyle çalışmayı sevmeyen eğitimciler bulabilirsiniz; onlar hakkında bazı şüpheleri olabilir. Eğitim profesyonelleri ve medya profesyonelleri arasında ilişki kurmanın ve çalışmalarını sağlamanın o kadar kolay olmadığını bilirsiniz. Medyanın her şeyi kapsayan düşüncelerini bulabilir misiniz yoksa bulamaz mısınız? Benim önerdiğim budur. Seçimler farklı bir amaç, yön veya olumlu bir yaklaşım ortaya koymaktadır. Bazı ülkelerde bir yön önermek isteyen medya eğitimcileri olabilir ne demek istediğimi anlıyorsunuz, gençleri medyanın kötü etkilerinden korumak, kollamak istiyorlar. Onlar için medya belirsiz gibi veya daha kötü bir şey. Bu yüzden gençler korunmalı ve medya eğitimi onları korumak için en iyi yöntem. Bu yönlendirme veya olumlu bir yaklaşım gibi medyanın içerdiği bütün olumlu şeyleri almak ve gençlere ve diğerlerine sağlamak. Dolayısıyla söylemek istediğim şey medya eğitiminin bir eğitim mücadelesi olduğudur. Hızlı küreselleşme çerçevesidir (bunun önceden konuştunuz, bu konuda birçok şey söylediniz). Bu büyük bir sorun veya büyük bir başarıdır aynı zamanda. Nesiller arasındaki ve çok donanımlı veya az donanımlı insanlar arasındaki uçurumu genişleten ve temsilleri ve bilgiyi etkileyecek şekilde bilgiye erişememek…. Gördüğümüz kadarıyla bilgiye erişimi şu anda oldukça fazla, 53 dolayısıyla bu bir fırsat, olumlu bir fırsat ancak aynı zamanda erişim. Sahip olduğu her şeyle çalışmak için bazı özel yeteneklere ihtiyaç vardır. Çocuklar ve yetişkinlerin yeteri derecede gerçekçi olmaları ve doğru dokümanları bulmaları gerekmekte ve farklı şeylerin iyi şeylerin nerede olduğunu gösterdiğinden emin olmaları gerekmektedir. Aynı zamanda bir eğitim mücadelesidir çünkü çalıştığı takdirde medyanın içinde inanılmaz değişikliklerle ilişkilidir. Medya okuryazarlığında her zaman çalışmak, teknoloji ve kuruluşlardaki değişikliklerden haberdar olmak zorundasınız. Farklı dillerde farklı medya biçimlerinin ortaya çıkması sadece ilginç değildir bundan daha fazla bir şeydir. Bu alanda çalışmak hakikaten bir tutkudur. Çünkü medyadaki bütün değişiklikleri, gençler ve medya arasındaki ilişkilerdeki değişiklikleri her zaman gözlemlemek zorundasınız. Medya okuryazarlığında çalışırken gençlerin bu medyayı gerçek kullanımlarından yola çıkmalısınız. Sizin, öğretmenin veya eğitimcinin görüşünün doğru olduğuna karar veremezsiniz, gençlerin sizinle aynı şeyleri kullandığından emin olmalısınız. Ve bu her zaman doğru değildir. Dolayısıyla her zaman gençlerin medyayı nasıl kullandığını değerlendirmeliyiz. Bunun için ne yapılmalı ve tabi ki eğitimciler, burada en büyük mücadelenin bilgi ve eğitim süreçleri bakımından medya olduğunu düşünüyorum. Çünkü şu anda sayısal medyanın ve Đnternetin ve tabi ki televizyonun ortaya çıkışı gençler ve bilgi süreci arasındaki bağlantıyı geniş çapta etkilemiştir. Esasen, değişiklikleri o kadar geniş, o kadar kapsamlı, o kadar derindir ki, gençlere bilgiye erişmeleri için yardım etmek için bu medya üzerinde doğru olarak çalışmamız gerekmektedir. Aynı zamanda hem bir eğitim meydan okuması hem de demokratik bir meydan okumadır. Medya okuryazarı insanlar, farklı kültürel ve kurumsal kaynaklardan gelen çok çeşitli medya alanları hakkında bilinçli seçimler yapabilirler. Bu kürsel bir şeydir ve şu anda küreselleşme çok hızlı gitmektedir, dolayısıyla gençlerin hepsi farklı kültürel ve tabiî ki kurumsal kaynaklardan gelen medya hakkında karar verme ile meşguller. Söylediğimiz şey onların medyayı yaratıcı bir şekilde kullanabilmeleri, fikirlerini, bilgi ve görüşlerini ifade etmeleri ve iletmeleridir. Kamu tartışmasına dahil olmak demokratik yaşamın bir parçasıdır ve şu anda bütün bu medyaya sahip olmanın, fikirleri veya tepkileri ifade edebilmenin önemli bir fırsat, şans olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla Türkiye’de de bloklara sahip olduğunuzu tahayyül edebiliyorum ve bu gerçekten önemli ve ilginç bir ifade yöntemi çünkü gençler bu fırsatı ideallerini vurgulamak ve karşılık vermek için kullanıyorlar. Aynı zamanda medyayı, demokratik hakların ve toplum sorumluluklarının uygulanmasında etkili bir şekilde kullanabilmelidirler. Dolayısıyla medya okuryazarlığı dünyadaki her ülkenin her vatandaşının temel hakkıdır. Đfade özgürlüğü ve bilgi hakkı ve demokrasinin tesis edilmesi ve sürdürülmesinde yardımcıdır. Medya okuryazarlığı bu sorularla çalışma hususunda önemli bir konu ve husustur. Gençlerle çalıştığımız zaman onların medya hakkında eleştirel olmalarını sağlamamız gerekmektedir ancak aynı zamanda vatandaş olmak istiyorlarsa bilgi sahibi olmaları, makaleleri okumaları, farklı televizyon 54 kanallarını izlemeleri, Đnternet’te dolaşmaları ve farklı çeşit bilgiler veren farklı görüşleri bulmaları gerekmektedir. Vatandaşlar için bilgi ve medya çalışılması gereken en önemli konudur. Gençleri olumsuz izleyiciler yapmayı istemeyiz. Medya okuryazarlığı olumsuz izleyiciler yaratmaz. Đyi bilgilenmiş ilgili izleyiciler yaratır. Ve CLEMI hakkında birkaç kelime, öncelikle CLEMI Eğitim Bakanlığının içindedir, Eğitim Bakanlığının bir parçasıdır. 20 yıllık, belki biraz daha fazla geçmişi olan ir merkezdir. Münhasıran medya eğitimine adanmıştır. Medya eğitimi için kurulmuştur. Hedefleri arasında bütün medya alanı içinde haberler ve bilgi bulunmaktadır. Gazetelerden Internete kadar her şey üzerinde çalışıyoruz, bütün medya çeşitleri çok önemlidir ve tabiî ki medya üzerinde çok önemli konular olduğunu biliyoruz. Ayrıca bir vatandaşlık yaklaşımımız vardır. Medya okuryazarlığı hakkında teknik veya tüketici yaklaşımı olsun istemiyoruz. Yirmi yıl önce bir vatandaşlık yaklaşımı geliştirmek önemliydi ve aynı zamanda medyanın eleştirel anlayışını ve aktif katılımı geliştirmek önemlidir. Bu yüzden gençlerin okullarda Medya geliştirmelerine ilişkin bir dolu projeleri ve hatta okul dışı makaleleri, TV yapımlarını, radyoları, web sitelerini veya kişisel blogları veya siber makaleler vb.ni destekliyoruz. Bu gerçekten ilginç. Bir sürü kişisel yapım üretiyorlar, farklı medya alanlarındaki gençler tarafından ele alınan farklı konular hakkında her yıl basın bülteni hazırlıyoruz. Yılın sonunda bütün bu makaleleri okumak ve bu sorularla ilgili geliştirdikleri gerçekten ilginç noktaları görmek gerçekten ilginç. CLEMI’nin özelliği medya profesyonelleriyle güçlü ortaklıklar kurmuş olmasıdır. CLEMI, medya profesyonellerinin yardımıyla kuruldu. Bunlar başta yerel ve bölgesel gazetelerin gazetecileriydi. Biz daha fazla öğretmenle ve daha sonra medya profesyonelleriyle çalışmak istedik. Böylece yirmi yıl sonra profesyonellerle bir çok çalışmamız oldu. Medya eğitiminde konunun iki ayağı, medya ve eğitim, ile çalışmanın çok ama çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Her ikisini bağdaştırmak çok önemlidir. Bu yüzden her sene okullarda ulusal basın ve medya haftası düzenliyoruz. Bu sadece bir örnek. Geçen sene Mart ayında, 2006’da, dört milyon üçyüzbin çocuk ve bin adet medya kuruluşu bu haftaya katıldı. Birçok medya kuruluşu okullarda gazete kopyaları dağıttı, tartışmalara katıldı. Birçok profesyonel gençleri çalışmalara katılmak ve işleri gözlemlemek için davet etti. Gençlerin, eğitimcilerin ve medya profesyonellerinin birbirine bağlayacak birçok farklı girişimi bu hafta içinde planladık. Aynı zamanda medya profesyonelleri eğitimlere, toplantılara ve araştırma projelerine katıldılar çünkü bizim aynı zamanda bir çok araştırma projemiz var. Biz aynı zamanda aile dernekleriyle de çalışıyoruz. Çünkü ailelerin bu projede önemli olduklarını düşünüyoruz. Öncelikle aileleri bilgilendirmemiz, ikinci olarak ise bu tür projelerde onlarla beraber çalışmak gerekir. Bu hem onlar için hem de bizim için çok önemli. Bu yüzden bunlara gerçekten katılıyorlar, biz birlikte çok çalıştık ve tabi ki uluslararası kuruluşlar. Temel faaliyetlerimiz öncelikle eğitim, Fransız Eğitim Bakanlığının merkeziyiz, öncelikle öğretmenleri eğitiyoruz bu doğru. Geçen sene, son rapora göre 24.000 kişi hem başlangıç hem de hizmet- 55 içi eğitim aldı. Başlangıç eğitimi hizmet-içi eğitimden daha zordur ancak günümüzde bu bizim en önemli hususlarımızdan birisidir. Öğretmenlerin başlangıç eğitimlerinde, çok önemli olduğunu düşündüğümüz için medya eğitimi almalarını istiyoruz. Đkinci olarak, okullar arasında gazete çıkarmak, TV programı yapmak, siber gazeteler hazırlamak vb konularda kabul, tavsiye, danışma ve aynı zamanda rekabet, gerçekten çok ilginç katılımlar oldu. Sonra çalışmalar ve araştırmalar. Birçok araştırma yaptık sadece ulusal bağlamda değil aynı zamanda daha çok sayıda uluslararası bağlamda. Bu konularla çalışmanın, medya eğitiminin sınıflarda gençlerle birlikte değerlendirmenin çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Aynı zamanda kitap, DVD, CD-ROM vb pedagojik araçlar yayınladık. Bunun yanı sıra bütün dünyada yapılan medya eğitimine adanan bir dokümantasyon merkezimiz var. Daha çok Fransızca dokümanlarımız var ama bunlar tek değil. Yurtdışından gelenlere tavsiye edebilmek için farklı ülkelerden gelen çok sayıda dokümanımız var. Faaliyetlerimizin kapsamı hakkında, Fransız Eğitim Bakanlığı ile bir projemiz var. Bakanlık medya eğitimine nasıl söylemek gerekir (Fransızca…) yetkinlik ve bilgi, gençlerin zorunlu eğitim sonrasında bilmek zorunda oldukları şey. Bilmek zorunda oldukları nedir? Okulu bitirdikten sonra vs. Uzmanlar medya eğitimine eklemeye karar verdiler. Okulu bitirecek bütün gençlerin medya hakkında yeterli becerilere ve bilgiye sahip olmalarından ve profesyonel veya eğitimsel bir başka hayatı tecrübe etmek için yeteri derecede medya okuryazarı olmalarından emin olmak çok önemlidir. Bu yüzden bu çok önemli bir an. Bunun giderek daha fazla gelişeceğini umuyoruz. Çünkü birçok öğretmen şu anda farklı sınıflarda daha fazla faaliyetleri önerebilmek için medya eğitimi konusunda eğitilmek istiyor. Sonuçta, nasıl okuryazarlık 19ncu yüzyılın sonunda gerekli idiyse, günümüzde de medya okuryazarlığı vatandaşlık ve demokrasi için gereklidir. Teşekkür ederim. Prof. Dr. Davut Dursun: Madam Bevort’a çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten Fransa’daki uygulamayla ilgili çok güzel bir tablo çizmiş oldular. Bizim ne kadar geç kaldığımızı sanıyorum itiraf etmemiz gerekir. Ama olsun, biz de bir taraftan başlamışız. Bu da alkışlanması gerekli bir tavır elbetteki. Özellikle benim dikkatimi çeken ve önemsediğim pek çok nokta var. Bunlardan bilhassa medya okuryazarlığın aynı zamanda bir demokratikleşmenin, demokratik eğitimin ve demokratik gelişimin bir faktörü olduğuna vurgu yapması, doğrusu benim için çok önemli oldu. Belki ben siyasetle, biraz siyaset bilimiyle ilgilendiğim için mi öyle geldi bilmiyorum. Hep şöyle düşünürüz: Demokratik toplumlarda insanlar kendi mukadderatlarına kendileri karar verirler. Yani bir insan kendi geleceğine, kendi geleceğinin nasıl ve ne olacağına kendisi karar verir. Burada medya okuryazarlığı projesi aynı zamanda kişinin kendisinin neyi izleyeceği neyi izlemeyeceği, ne tür bir tercih yapacağı kendisine ilişkin tercihin nasıl olacağına karar vermesi, bu çerçevede demokratik bir tavır olarak da anlaşılabilir. O 56 bakımdan son derece önemli. Belki vurgulanması gereken ikinci bir nokta, hanımefendinin Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Kleminin Medya Okuryazarlığı Departmanının Millî Eğitim Bakanlığı içinde olması ve Bakanlığın bu işi ne kadar önemseyerek yürütmüş olmasıdır. Bizdeki uygulamaya da muhtemelen bir model oluşturma gibi bir özelliği var sanıyorum. Şimdi konuşmacılarımız Millî Eğitim Bakanlığından dolayısıyla Fransa’daki bu uygulamadan sonra Türkiye’deki uygulamayla ilgili veya uygulanmak istenenle ilgili bir görüntü, bir tablo ortaya çıkacak. Đlk sözü ben Dr. Vahap Özpolat’a aktaracağım. Sayın Özpolat Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kuruluş Başkan Yardımcısı. Biliyorsunuz öğretmen arkadaşlarımız da var. Bugün 24 Kasım Öğretmenler Günü. O münasebetle öğretmen arkadaşlarımızın öğretmenler gününü en iyi dileklerle kutlamış olalım. Talim Terbiye Kurulu Millî Eğitim Bakanlığının en önemli departmanı bildiğiniz gibi. Bütün Eğitim Öğretim müfredatının hazırlanmasında bir bakıma Türkiye’nin Türk toplumunun gelecek profilinin belirlenmesinde etkili bir kurul. Sayın Başkan Yardımcısının burada olması bizim için tabi önemli bir kazanımdır. Sayın Vahap Bey’i ben doktora döneminden tanırım. Kendisi, sosyolojiyle ilgilenmesi münasebetiyle bizim için çok yararlı olacak. Sayın Özpolat buyurun efendim. Dr. Vahap Özpolat Sayın Başkan, çok değerli katılımcılar, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben bu sunumda medya okuryazarlığı eğitiminin tarihsel bağlamı, biraz da serüveninden bahsetmek, Millî Eğitim Bakanlığında bu bağlamda yapılan çalışmaları özetlemek ve bakir olan bu konuya dair bir takım önerilerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Eğitimi bilgi, beceri ve değer ve davranış gibi unsurların toplamı olarak değerlendirmek mümkündür. Bunlar arasında en hızlı üretileni ve tüketileni şüphesiz ki bilgidir. Tarih boyunca insanın bilgiye olan talebi sürekli artmıştır. Đnsanın bu arayışı onun bir kültür ortamında yaşama ihtiyacından kaynaklanmıştır. Bu nedenle daima bilgiyi üretmiş ve onu korumaya çalışmıştır. Đnsanın bilgiyi üretme, koruma ve yayma çabası sonucunda uygarlık için büyük önem arzeden iki büyük gelişme sağlanmıştır. Bunlardan birisi yazının icadı, ikincisi de yaklaşık 5000 yıl sonra ulaşılabilen mikroçip teknolojisinin buluşudur. Mikroçip bir yönüyle teknolojik bir gelişme olsa da kültür endüstrisi üzerindeki etkileri dikkate alındığında, bunun aynı zamanda kültürel bir devrime dönüştüğünü söylemek mümkündür. Zira bu teknolojinin geliştirilmesinden sonra kültür endüstrisinde nicelik yönünden meydana gelen büyüme uygarlığın binlerce yıllık tarihinde üretilen bilgi ve kültürden kat kat daha fazla olduğu görülmektedir. Bu teknolojinin kültürle en önemli ilişkisi ise 57 insanın bilgi ve bilgiye erişim araçları ile münasebetinin biçimini önemli ölçüde etkilemiş olmasıdır. Bu teknolojinin insan bilgi münasebetinde yarattığı imkânlar dikkate alındığında araşsallık bağlamında bilişiminin, dolayısıyla da medyanın giderek daha fazla oranda bilginin kaynağı hâline geleceğini söylemek mümkündür. Hatta zamanla eğitimin aracı olmanın da ötesinde bilginin erişim, paylaşım kaynağı olma bağlamında kurumsal eğitime güçlü bir rakip olacağı da tahmin edilmektedir. Çağımızın önemli sosyolojik problem alanları olan küreselleşme, kentleşme, boş zaman arayışı, üretim, tüketim alışkanlıklarındaki değişmeler, fizikî mekân problemi ve benzeri olgular toplumu yeni örgütlenme modellerine yöneltmektedir. Bu süreçte öne çıkan iki önemli kaldıraç, eğitim ve bilişimdir. Bu nedenle geleceğin müreffeh toplumları bugünden eğitim ve bilişime önem veren ve bu iki alanı senkronize edebilen toplumlar olacaktır. Bu yönüyle düşünüldüğünde genelde teknoloji okuryazarlığı, özelde de medya okuryazarlığı becerisinin toplumsal tabana yayılması bir toplumun veya ülkenin insani gelişme seviyesinin önemli bir göstergesi olacaktır. Medya okuryazarlığı neden gereklidir? Bu gerekliliği çok farklı bağlamlarda ele almak ve temellendirmek mümkündür. Ben de bu sonunda medya okuryazarlığı eğitiminin gerekliliğini sosyolojik bir bakış açısıyla tartışmaya ve iki ontik nedene, ontolojik nedene dayandırmaya çalışacağım. Bunlardan birincisi insanın var oluşsal nedeni bağlamında olacaktır. Đnsanın varlık amacı evreni adlandırmak ve onu inşa etmektir. Özetle medeniyet yaratmaktır. Yarattığı medeniyeti geliştirmek, onu gelecek kuşaklara taşımaktır. Đbn-i Haldun’a göre insanın bu özelliği onun doğasından gelmektedir. Zira insanın doğuştan medenî olduğunu düşünmektedir Đbn-i Haldun. Medeniyet tarihinin ilk edimi sözdür. Bu nedenle dünyaya gelen her insanın ilk çıktısı sözdür. Söz “ben varım” demektir. Söz; özne olmak, kendini bilmek ve varlığı adlandırmaktır. Medeniyet binasının ilk taşıdır söz. Bu bağlamda söz diyaloğu mümkün kılan araçtan öte bir şeydir. Sözü oluşturan öğeler düşünce ve eylemdir. Paulo Freire’e göre içinde düşünce ve eylem olmayan hiçbir gerçek söz yoktur. Bu yüzden gerçek bir söz söylemek dünyayı dönüştürmektir. Đnsanın var oluşu suskunluk üzerine gerçekleşemez. Suskunluk insanı objeleştirir. Sessizlik kültürü kahredicidir. Toplumu gönüllü itaate alıştırmak için yaratılmıştır. Đnsanca var olmak; dünyayı adlandırmak, onu değiştirmektir. Söz, dünyayı dönüştürecek güçtür. Tarih boyunca her birey, toplum ve devlet sözün gücünden yararlanma yoluna gitmiştir. Bu nedenle geçmişten beri, özellikle sanat ve edebiyat sözün aracı olarak kullanılagelmiştir. Günümüzde bunların yanında teknoloji de sözün etkili araçlarından biri hâline gelmiştir. 58 Çünkü öznenin, -burada özne yerine birey, toplum, devlet, kurum vesaire hangisini koyarsak- gücü, sözünün gücü kadardır. Değeri de sözünün değeri kadardır. Madem ki söz öznenin varlık imkânıdır, o hâlde sözü mümkün ve başarılı kılan araçlar da bir o kadar önemlidir. Bu nedensellik ilişkisi bilişim ve iletişim teknolojilerini, dolayısıyla medyayı günümüzde insan için değerli, hatta vazgeçilmez kılmaktadır. Zira insan artık medya aracılığıyla varlığı adlandırmaktadır. Medya okuryazarlığını dayandırmak istediğim ikinci ontolojik neden ise, insanın bağımsızlık sınırları ile ilişkilidir. Zira, insanın çevresini kuşatan çok sayıda olay, olgu, süreç, bağlam, düşünce ve nesne vardır. Bunlardan bazıları bir biçimde insanı etkilerken, bazıları da insandan etkilenirler. Bazıları ile insan arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Bu önerme, birey için doğru olduğu gibi, toplum ve devlet için de geçerlidir. Bu bağlamda, insana karşı daima dominant olan zaman, mekân ve kültür olmuştur. Yani, insanın varoluşsal gerçekliği ile zaman, mekân ve kültür arasında bir zorunluluk ilişkisi vardır. Đnsanın fizyolojik varlığı bir an bile zaman ve mekândan bağımsız olamamaktadır. Olamadığı gibi sosyolojik varlığı da bir an bile kültürden bağımsız düşünülemez. Bu nedenle hiçbir insan, zaman, mekân ve kültürden bağımsız olacağı iddiasını ileri sürememiş, süremeyecektir de. Đnsanın kendisini kendilerinden bağımsızlaştıramadığı, bu olgulardan kültür, diğer ikisine göre farklılık arz etmektedir. Zira, zaman ve mekânda insana atfedilecek nedensellik yokken, kültür bizzat insanın kendi ürünüdür. Đnsanın kendi ürünü olan kültürden, kendini bağımsızlaştıramadığı kültürün bileşenlerinden biri de medyadır. Yani insan nasıl kendini kültürden bağımsızlaştıramıyor ise modern toplumlarda artık insan kendini medyadan da bağımsızlaştıramıyor. Tıpkı şu anda küreselleşmeden kendimizi bağımsızlaştıramadığımız gibi. Mademki medyadan, kültürden kendimizi bağımsızlaştıramıyoruz, o hâlde bunu yok sayarak bir varlık oluşturmak mümkün değil. Bunu regüle etmek, toplumun beklentileri doğrultusunda bunu yapılandırmak, bunun olası olumsuz etkilerine karşı toplumu korumak, olumlu yönlerini artırmak da eğitimin, toplumsal kurumların varlık amacıdır. Kaldı ki, medya o kadar etrafımızı, hayatımızı kuşatmış ki, ülkemizde medya teknolojilerinden sadece televizyonun, insanın gününün dört beş saatini aldığı, yıllık ömrünün %19’unu televizyon karşısında geçirdiği dikkate alındığında, bu işin ciddiyeti çok daha önemli olduğu anlaşılmaktadır. Medya okuryazarlığının önemine ilişkin bir iki şey söylemek istiyorum. Bilişim teknolojilerine ilişkin güçlü ve yaygın bir alt yapısı bulunan ülkemiz, bu potansiyeli doğru ve etkili kullanabilmek için bunun eğitim bağlamını da fazla geciktirmeden değerlendirmek durumunda kalmıştır. Nihayetinde medya okuryazarlığı eğitiminin yapılmasına karar verilmiş bulunmaktadır. 1980’li yılların sonunda akademik bir alan hâline gelen medya 59 okuryazarlığı, 2006-2007 öğretim yılında beş ilimizin belirlenen birer ilköğretim okulunda pilotlanmak üzere müfredatımıza girmiş bulunmakta, ilköğretim 6, 7 ve 8. sınıflarında her hangi birinde seçmeli ders olarak okutulmak üzere karar verilmiş ve müfredatı bakanlığımızın uzmanları, Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun uzmanlarının ortaklaşa çalışmalarıyla tamamlanmış bulunmaktadır. Bunun yanında, bilindiği gibi bakanlığımız, salonda bulunan eğitimci arkadaşlarımız bilirler- 2003 yılında başlattığı müfredat yenileme çalışmalarında özellikle teknoloji okuryazarlığı ve medya okuryazarlığı, bilgi toplumu insanı için bir yeterlilik ölçütü olarak belirlenmiştir. Bu amaca dönük olmak üzere bütün okul tür ve kademelerinde, müfredatı yenilenen bütün derslerde bilgi teknolojilerini kullanma, etkili iletişim kurabilme, sorgulama, analitik düşünme, karar verme gibi beceriler birer ortak beceri olarak bütün derslerin müfredatlarına, dolayısı ile öğretim materyallerine yansıtılmış bulunmaktadır. Öyle ki, her Türk çocuğunun bu beceriler ile donanması bir üst ve öncelikli amaç olarak benimsenmiştir. Teknoloji okuryazarlığı, bir eğitsel kaldıraç olarak bu bağlamda değerlendirilmiştir. Bu genel konseptin yanında daha spesifik olarak ilköğretim Türkçe dersine ilk defa, görsel okuma ve görsel sunu adı altında bir zorunlu tema konulmuştur. Đlköğretimin birinci sınıfından beşinci sınıfına kadar öğrencilerimiz, görsel okuma ve görsel sunu yoluyla medya okuryazarlığının alt yapısı diyebileceğimiz ya da ön hazırlığı diyebileceğimiz bir eğitimden geçmiş olacaklar ki, bunun sistem içindeki ağırlığı bu yönü ile fazladır. Đlköğretim birinci sınıfta, ikide, üçte haftada on ikişer saat Türkçe eğitimi görülmektedir. Dört ve beşinci sınıflarda altışar saat eğitim görülmekte ve bunun, bu toplam saatlerin takriben beşte biri kadar görsel okuma ve görsel sunuya ayrılmaktadır. Böylece çocuklarımız bu yönü ile özellikle medya okuryazarlığı eğitimini almaya başlayacakları yedi ve sekizinci sınıflarda hazırlanmış olacaklardır. Bunun yanında ilköğretim altıncı, yedinci ve sekizinci sınıfın Türkçe müfredatında iletişim teması adı altında bir tema konulmuştur. Biliyorsunuz, yeni müfredat yaklaşımında tematik yaklaşım benimsendi. Đletişim teması adı altında insanlar ile iletişim, uluslararası iletişim, kültürel iletişim, bilgi iletişimi, aile iletişimi, öğrenci-öğretmen iletişimi, diğer canlılar ile iletişim, iletişim becerileri, iletişim araçları, bilgisayar, buluşlar, teknoloji ve hayat alt temalarına yer verilmek suretiyle böylece medya okuryazarlığı eğitimi bir yandan altıncı, yedinci veya sekizinci sınıfta öğretimi yapılırken, Türkçe dersi ile de ilişkilendirilmiş olarak bu temalar ile tamamlanması mümkün. Bunun yanında yine ilköğretimin birden sekizinci sınıfına kadar okutulmakta olan bilgisayar dersi, bilişim teknolojileri adı altında müfredatın ve dersin ismi değiştirilerek, bu konuda bir uygulama birliği sağlanmaya çalışılmıştır. Tabi ki, medya okuryazarlığı ve teknoloji okuryazarlığına ilişkin çok sayıda sorunun varlığını kabul etmek mümkün ve bütün bu soruların cevabını bu panelin sınırları içinde cevaplamak mümkün değil. Bunun yanında eğitime dair 60 bilgi teknolojileri imkânından bahsetmeye çalışıyorum. Yani medyaya söz gelince her şeyi medya üzerinden gerçekleştirebilir miyiz? Sunumun girişinde belirttiğim bilgi, beceri, değer ve davranış bileşenlerinden öyle sanırım ki biz medya üzerinden ağırlıklı olarak bilginin kaynağı olma bağlamında yararlanmalıyız. Eğitimin beceri, değer ve davranış boyutunun tamamen medyaya bırakılması bir yönü ile teorik olarak mümkün olsa da, pratik de mümkün olmamaktadır. Zira, özellikle değer eğitimi ve sosyalleşme yüz yüze duygu tabanlı eğitimi gerektirmektedir ki, bu yönü ile medyanın sırırlılıklarının bulunduğunu ve eğitimin bu yönünün özellikle kurumsal eğitimde tamamlanması gerektiğini belirtmek istiyorum. Zira, sosyalleşme ve değer eğitimi, duygu tabanlı, karşılıklı etkileşime imkân veren uygulamalar gerektirir. Sosyalleşme, kültür ortamının doğallığını gerektirir. Medya okuryazarlığının birkaç cümle ile ilkelerinden bahsetmek istiyorum. Öncelikle her türlü medya mesajının, dolayısı ile medya okuryazarlığı eğitimi veren öğretmenlerimizin, çocuğun şahsiyetinin mukaddes olduğu ilkesi göz ardı edilmemesi gerekir. Bu bütün eğitim süreçlerinde geçerli. Çocuğun, bir özne olduğu, bir şahsiyet olduğu ve şahsiyetinin mukaddes olduğu gerçeğinin göz ardı edilmemesi gerekir. Dolayısı ile medya mesajlarını oluşturanlar ve medya okuryazarlığını yapan öğretmenlerimiz bu genel pedagojik gerçeği göz ardı etmemelidirler. Đkincisi, medya okuryazarlığında haber edinme hakkı, demokratik toplum tasarımı, demokratik yurttaşlık eğitimi, basın ve haberleşme özgürlüğünün vurgusu yapılması, medya okuryazarlığının bir medya karşıtı algısı içinde ele alınmaması gerekiyor. Aksine insanın haber edinme, bilgiye erişim hakkını kullanmanın araçlarından biri olarak algılanması ve değer atfedilmesi gerektiğini düşünüyorum. Üçüncüsü medyanın olası dezenformasyon ve manipülasyona dönük mesajlarına ilişkin öğrencilerde kritize yapabilme becerisi, analitik düşünebilme becerisi, medya mesajlarının arkasında belli bir kültürel, düşünsel hatta ideolojik bağlamların bulunabileceği gerçeğinden bir biçimde haberdar edilmeleri konusunda onlarda bir farkındalık yaratılması gerektiğini düşünüyorum. Bir diğer husus da medya mesajları, belli bir kültürel birikimin, entelektüel seviyenin sonucu olarak sergilenen mesajlardır. Bunu algılayabilmek, belli üst düzey zihinsel becerileri gerektirmektedir. Dolayısı ile medya okuryazarlığı eğitiminde ve materyallerin hazırlanmasında bunun ön koşulu olarak özellikle üst düzey zihinsel becerilerin yani düşünme, sorgulama, analiz edebilme, sentez yapabilme gibi buna benzer becerilerin kazandırılması gerekiyor bu yolla. Öneri olarak birkaç tespitim var. Bunları paylaşmak istiyorum. Bunlardan biri, bilindiği gibi öğretmen sistemin temel unsurlarından biridir. Öğretmenin ilgi ve bilgisi kapsamında olmayan bir konuda başarılı olmasını beklemek mümkün değildir. Bu nedenle özellikle öğretmenlerin hizmet öncesi eğitiminde, yani öğretmen yetiştiren kurumların müfredatında medya okuryazarlığı konusuna yer verilmesi gerekmektedir. Bu konuda MEB, YÖK ve RTÜK çok 61 seri bir işbirliğine girmek durumundadırlar. Zira program seneye uygulanacak, bizim şu anki kurul kararımızda müfredatı sosyal bilgiler öğretmenleri uygulayacaklardır. Sosyal bilgiler öğretmenlerinin hizmet öncesi eğitiminde medya okuryazarlığına ilişkin belli bir ön eğitimleri yok. Bunların tamamını hizmet içi eğitim ile beklenen düzeye getirmek de geçici çözümdür. Dolayısıyla eğer sosyal bilgiler öğretmenleri okutmaya devam edecekler ise, sosyal bilgiler öğretmeni yetiştirme programlarına medya okuryazarlığı eğitiminin temel konularının eklenmesi gerekiyor. Đkincisi; medya okur yazarlığı dersi 20072008 öğretim yılında yaygın uygulamaya başlamadan önce, -bu kendimize dönük bir önerimiz- çok geniş bir hizmet içi eğitim faaliyetinin başlatılması lazım. Bu faaliyette ilgili sosyal paydaşların özellikle Radyo Televizyon Üst Kurulunun uzmanlığına, desteğine ihtiyacımız var. Bunu belirtmek istiyorum. Bir diğer husus, medya okuryazarlığı dersinin öğrenciler tarafından seçilebilme şansının artırılması gerekiyor. Zira bu dersin, -seçmeli ders bugüçlü rakip dersleri var. Yabancı dil var, bilgisayar var, satranç var, düşünme eğitimi var, halk kültürü var. Bunlar medya okuryazarlığı dersinin rakibi olan diğer seçmeli derslerdir. Dolayısı ile bu dersin seçilebilirlik imkânının artırılabilmesi için, Radyo Televizyon Üst Kurulu ve MEB, bu dersin olmazsa olmazlığını vurgulayacak birtakım mesajları kamuoyuna vermeleri gerekmektedir. Konunun orta ve ilköğretim boyutunda ele alınmış olduğu, fakat ortaöğretim boyutunda sistematik biçimde ele alınmadığı görülmektedir. Dolayısı ile orta öğretimde de daha üst düzeyde olmak üzere zorluk derecesi artırılmış biçimde olmak üzere medya okuryazarlığı eğitiminin ya müstakil bir ders ya da bir ara disiplin olarak diğer dersler ile ilişkilendirilerek verilmesi gerekmektedir. Yetişkinler toplumun gerçeği. Dolayısı ile yetişkin eğitimine dönük olmak üzere MEB, bizim Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğümüz ve mahalli idareler, belediyeler medya okuryazarlığının müfredatını mahalli kurslar ile yetişkin eğitimi ile velileri aydınlatmak gerekecektir. Bunu belirtmek istiyorum. Bir diğer husus, medya okuryazarlığı eğitimi nasıl verilmelidir? Yani bir öğretmen eline müfredatı alıp, okula gittiğinde, sınıfa girdiğinde bu eğitimin nasıl verilmelidirin örneklerini hizmet içi eğitim kurslarında anlatmak mümkün ama elimizde medya denen bir güç varsa, o hâlde RTÜK, özellikle bu konuda bazı TV ve radyo imkânlarını kullanarak bunun canlı örneklerini öğretmenler ile paylaşmalıdır diye düşünüyorum. Đletişim fakülteleri mezunları daha ziyade medya sektöründe istihdam edilecekleri için, iletişim fakülteleri programlarında pedagojik duyarlılığı konu alan birtakım konuların yer alması gerekmektedir. 62 Bir diğer husus, medya sektöründe çalışan yapımcılar, yönetmenler, sanatçılar, senaristler, oyuncular, muhabirler, sunucular vesaire, bunların verdikleri mesajların toplumsal izdüşümüne ilişkin bir pedagojik duyarlılık eğitiminden geçirilmeleri gerekmektedir. Son olarak da önerim, -belki biraz uç bir öneri olarak göreceksiniz ama, olması gerektiğini düşündüğüm için ifade ediyorum- medya okur yazarlığı daha genel bir anlamda teknoloji okuryazarlığı, insani gelişmenin kriterleri arasında yer alması gerektiğini düşünüyorum. Eskiden insani gelişmenin kriterleri ne kadar sabun tüketildiğine, ne kadar su, ne kadar elektrik tüketildiğine göre değerlendiriliyordu. Günümüzde bu kriterlere ne kadar insanımızın medya okuryazarlığı eğitiminden geçtiği, teknoloji okur yazarlığı eğitimi aldığı gibi değişkenlerin de eklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. Teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Davut Dursun: Sayın Özpolat’a çok teşekkür ediyoruz. Son önerisi ilginç bir öneri. Bildiğiniz gibi artık toplumların gelişmişliği sadece millî gelire, kişi başına düşen millî gelir ile ölçülmüyor, insani gelişme diye bir kavram geliştirildi. Bu çerçeve içerisinde işte kişi başına düşen gazete sayısı, efendim sağlıklı su imkânı ve benzeri gibi hususlar da devreye giriyor. Sanıyorum bu listeye sizin de öneriniz ile ne kadar kişi medya okuryazarlığı eğitimi almıştır hususunu da ilave etmek gerekir. Çok hoş bir şey. Efendim şimdi yine Millî Eğitim Bakanlığında Mehmet Akif Sütçü Bey ile Fatih Kölük Bey’e sözü bırakıyorum. Mehmet Akif Sütcü: Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın panelistler, kıymetli katılımcılar, hepinizi saygı ile selamlıyorum. Öncelikle günün bu son saatlerinde, dar bir vakitte, bizlere ayrılan bu süre içerisinde şu anda pilot uygulaması yapılan ilköğretim medya okuryazarlığı dersi öğretim programının geliştirme süreci, yapısı, temel yaklaşımı ve uygulanması hakkında bir fikir vermek amacı ile kısa bir bilgilendirme yapmak istiyoruz. Çünkü birinci oturumda da soru soran katılımcıların sorularından edindiğimiz izlenime göre, -hakikaten bu anlamda bir panelist olan Sayın Oğuz Haksever’in ifadesinden de bu anlaşıldı.- bu anlamda ciddi bir bilgilenme eksikliği var. Bir fikir verme anlamında çok kısa bir sunu ile konuyu aktaracağız. Hepiniz takdir edersiniz ki, eskiden bilgiye erişim başlı başına bir sorundu. Đnsanlar aradıkları bir bilgiye ulaşmada son derece kıt kaynaklar ile sınırlı kalır ve çoğu zaman bunlara ulaşımda da güçlük çekerlerdi. Günümüzde ise nerede ve nasıl ulaşılacağı sorun olan bilgiye erişim, ulaşım, iletişim ve teknolojinin akıl almaz bir biçimde gelişmesi sonucu sıkıntı olmaktan çıkmıştır. Ancak, bu 63 defa da insanların bu çok çeşitli kanaldan ve uyarandan adeta bir bombardıman şeklinde gelen bilgilerin arasından kendilerine yararlı olan ile olmayanı ayırt etmekte zorlandıkları görülmekte ve bu bir sorun olarak baş göstermektedir. Özellikle eğitim çağındaki nüfusumuzun yani öğrencilerimizin bu ayırımı yapabilmesi apayrı bir önem arz eder hâle gelmiştir. Đşte tam bu noktada Radyo Televizyon Üst Kurulu ile Millî Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu; ortak bir irade göstererek iki kurum arasında imzalanan medya okuryazarlığı eğitim projesi kapsamında öğrencilerimize; “Yoğun olarak yazılı ve görsel medyadan sunulan bilgileri, yararlılık ve kullanılabilirlik açısından nasıl süzebilirler? sorusuna cevap aramış ve çerçevesi birlikte belirlenen bir çözümde birleşmişlerdir. Bu yapıldıktan sonra hemen ardından hangi öğretim düzeyinde ne tür bir eğitim gerçekleştirilebileceği sorusunun cevabı araştırılmıştır. Sorulardan ilkinin cevabı aranırken iki varyasyon düşünülmüştür. Bir, şu anda uygulanmakta olan ilköğretim Türkçe, hayat bilgisi, sosyal bilgiler gibi bazı derslerin içinde, bu derslerde öğrencilere verilmek istenen içerik, kazanımlar, ara disiplin mantığı ile yedirilerek verilebilirdi. Bunu yapabilirdik. Nitekim bazı ülkelerde medya okuryazarlığı dersinin içeriğinden kastımız, bu şekilde bizim şu anda size tarif ettiğim şekilde verilmektedir. Belli, başlı başına bir ders şeklinde değil, çeşitli derslerin içeriğine ara disiplin mantığı şeklinde serpiştirilerek. Ya da çeşitli derslerin içeriğinde vermek yerine, doğrudan bağımsız bir ders konulması. Nitekim bazı ülkelerde de bu tür uygulamalar mevcuttur. Yaptığımız görüşmeler sonucu yeni geliştirilen ilköğretim ders programlarının da içeriğini gözden geçirdiğimizde, özellikle az önceki panelist Sayın Hocam Abdülvahab Özpolat’ın da ifade ettiği gibi hayat bilgisi, sosyal bilgiler ve yoğunlukta olarak Türkçe dersinde kısmen bu içeriğin verildiğini, ancak son derece sınırlı olduğu için bizim anladığımız manadaki şekli ile bunun yeterli olmayacağı kanaatine varılmıştır. Đçeriğin, bu dersler bağlamında biraz daha geliştirilmesi ve derinliğine verilmesi pek âlâ mümkün gözükebilirdi. Bu yola baş vurmanın ancak birtakım handikapları ortaya çıktı. Örneğin, bu sözünü ettiğimiz Türkçe, hayat bilgisi ve matematik derslerinin bu defa içeriklerini ağırlaştıracak, belki amaçlarından uzaklaştıracaktı. Đki, her bir dersin öğretmeninin ayrı ayrı hizmet içi eğitimden geçirilmesi gibi pratikten uzak ve çözümü son derece zor bir sorunu beraberinde getireceği gerçeğini gördük ve bundan da vazgeçtik. Geriye bir tek alternatif kaldı. O da medya okuryazarlığı adı altında bağımsız bir ders konulması. Soruların ikincisine cevap aranırke,n özellikle çocuklarımız hangi yaştan itibaren bu konuda aydınlatılırsa, bu eğitime tam zamanında başlamış oluruz sorusunu ikinci bir soru olarak cevaplamak durumunda kaldık. Đlköğretim 1-5 düzeyindeki sınıflara konulacak böyle bir dersin erken, 9-12. sınıf yani orta öğretim kurumlarına kaydırılmış böyle bir dersin ise eğitim açısından geç olacağı kanaatine vardık. Ve nihayet en uygun öğretim düzeyinin 6-7 ve 8. sınıflar olacağı sonucuna ulaştık. Böylece Radyo ve 64 Televizyon Üst Kurulu uzmanları, Talim ve Terbiye Kurulu uzmanları ve akademisyenlerden oluşan bir komisyon, çalışmalarına literatür taraması ile başladı. Bu iki cevap ile zaten komisyon kendisine bir yol haritası edinmişti. Çok yoğun bir çalışma ile Radyo Televizyon Üst Kurulunun Araştırma Geliştirme Dairesinin de çok değerli teknik destekleri ile kurul üyelerinin, tabi başta böyle bir şeye irade göstermesi ile komisyonumuz çalışmasını tamamladı ve ortaya taslak programı koydu. Ancak taslak programın oluşturulması aşamasında her ne kadar akademik destek sağlasak da her akademisyenin kendi ürettiği o ürünü, belki sahiplenebileceği, ondaki aksaklıkları göremeyeceği mantığından hareket ederek, komisyonda yer almayan farklı akademisyenlerin de ürünü görmesini istedik. Ve bu amaçla yine Türkiye’de iletişim alanında ve eğitim bilimleri alanında söz sahibi çok kıymetli akademisyenlerin de katıldığı bir çalıştay gerçekleştirdik. Çalıştayda da tartıştıktan sonra nihayet programa son şeklini verdik ve Talim ve Terbiye Kurulunun onayına sunduk. Talim ve Terbiye Kurulu, 11 Eylül 2006 tarihinde 354 sayılı karar ile medya okuryazarlığı dersi öğretim programını kabul etti. Đlköğretim Genel Müdürlüğü tarafından önerilen birkaç okulda bu dersin pilot uygulamasının yapılması gerekiyordu. Genel müdürlüğün önerisi ile Ankara, Đstanbul, Đzmir, Adana ve Erzurum’da beş pilot okulun 7. sınıfında medya okuryazarlığı dersi bu öğretim yılının başından itibaren uygulanmaya başlandı. Bu okullarımız Ankara’da Ahmet Refik Paşa Đlköğretim Okulu, Đstanbul Şehit Muzaffer Erdönmez Đlköğretim Okulu, Đzmir 80. Yıl Metaş Đlköğretim Okulu, Adana Seyhan Dumlupınar Đlköğretim Okulu ve Erzurum Barbaros Hayrettin Paşa Đlköğretim Okulu’dur. Dersin okutulması ile görevlendirilen sosyal bilgiler öğretmenlerini, -arkadaşlarımdan Ankara okulunda görev yapanlar şu anda aramızdalarAnkara’da hizmet içi eğitime tabi tuttuk, sadece öğretmen arkadaşları çağırmak ile yetinmedik, uygulamada kendilerine kolaylık sağlaması bakımından ya da olası sıkıntıların kolayca atlatılması bakımından ayrıca bu eğitime okul idarecilerini, müdür ve müdür yardımcılarını da davet ettik. Çok güzel ve ciddi bir çalışma oldu. Nihayet 2006-2007 eğitim öğretim yılında ders yürümeye başladı. Şunu da hemen bilginize arz etmek istiyorum: Ders programını hazırladık, öğretmenleri yetiştirdik, hadi ne yaparsanız yapın okutun bunu gibi bir tutum içinde de asla değiliz. Yerinde rehberlik ve denetim çalışmaları yapmayı planlıyoruz. Protokol de zaten bunu gerektiriyor. Her dönem bir kez olmak üzere birinci dönemde ve ikinci dönemde sözünü ettiğimiz bu ilköğretim okullarını ziyaret edeceğiz, yerinde rehberlik denetim ve gerekir ise eğitim çalışmasına devam edeceğiz. Hatta şunu da ifade edebilirim: bu çalışmanın ilkini aralık ayında Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ile birlikte gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Değerli katılımcılar çok fazla vaktinizi almadan ben bir de kısaca programın yapısından söz etmek istiyorum. Program, yapı olarak etkinlik temelli bir öğretim stratejisine dayalı, çoklu zekâ kuramını temel alan, yapılandırıcı bir 65 yaklaşım ile hazırlanmıştır. Bu yaklaşıma göre öğrenciler, uzak ya da yakın geçmişte çevresinde gözlediği ve bilgiye dönüştürdüğü veriler veya eğitim kurumunda çeşitli dersler aracılığı ile edindiği bilgiler ile bu derste elde edeceği bilgileri birbiri ile ilişkilendirecek, böylelikle öğretmenin de rehberliğinde kendisi de yepyeni bazı beceri ve değerlere ulaşacaktır. Programın hiçbir boyutunda öğretmenin doğrudan bilgi vermesi, öğrencilere bilgi aktarması söz konusu değildir. Öğretmen bunun yerine yönlendirici ve rehber konumundadır. Önerilen etkinliklerde işe koşulan yöntem ve teknikler çoklu zekâ kuramını temele aldığı için, derslerin uygulaması sırasında hiçbir öğrenci dışta ve pasif konumda bırakılmamış ve her öğrencinin aktifliği ön plana çıkarılmıştır. Programda genel amaç ve kazanımların yanı sıra bazı temel beceri ve değerlerin verilmesi, öğrencilerin kazanımlar yolu ile bu beceri ve değerleri elde etmeleri amaçlanmıştır. Programda işe koşulan genel amaçlar şunlar: - Medyayı farklı açılardan okuyarak, yaşadığı çevreye duyarlı, ülkesinin problemlerini bilen, medyada gördüklerini aklın süzgecinden geçirebilecek bilinç kazanır, televizyon, video, sinema, reklamlar, yazılı basın, internet ve benzeri ortamlardaki mesajlara ulaşarak bunları çözümleme, değerlendirme ve üretme yeteneği elde eder. - Yazılı, görsel, işitsel medyaya yönelik eleştirel bakış açısı kazanır. Mesajların oluşturulmasına ve analizine dönük olarak cevap bulmaktan soru sorma sürecine doğru bir değişimi gündeme getirir. - Bilinçli bir medya okuryazarı olur. - Toplumsal yaşama daha aktif ve yapıcı şekilde katılır. - Kamu ve özel yayıncılığın daha olumlu noktalara taşınması noktasında duyarlılık oluşturulmasına katkı sağlar. Programda işe koşulan beceriler; gözlem becerisi, araştırma, eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, iletişim, problem çözme, bilgi teknolojilerini kullanma, girişimcilik, Türkçe’yi doğru, güzel ve etkili kullanma ve sosyal ve kültürel katılım becerisidir. Değerlerimiz ise şunlardır: Özel yaşamın gizliliğine saygı, estetik duyarlılık, dürüstlük, sorumluluk, etik kurallara bağlılık, farklılıklara saygı duyma, aile içi iletişime önem verme, bilinçli tüketim, toplumsal yaşama hayata aktif katılım, bilimsellik, kültürel mirası yaşatmaya duyarlılık, eşitlik, yardımlaşma, dayanışma ve paylaşma. Ben sabrınız için teşekkür ediyorum. Şimdi Fatih Bey bir etkinlik örneğini kısaca sizlere takdim edecek. Teşekkür ederim. 66 Prof. Dr. Davut Dursun: Fatih Kölük Bey, buyurun efendim. Fatih Kölük: Sayın Başkanım, değerli panelistler, kıymetli dinleyiciler, şimdi ben konuşmamın bu bölümünde en son somut olarak programımızın genel olarak üniteleri nelerdir, bu ünitelerin içerisinde kazanımlarımız nelerdir ve bu kazanımları gerçekleştirmek üzere komisyonumuz tarafından üretilmiş olan etkinlikler nelerdir? Kısaca bunlara bir göz attıktan sonra da örnek olarak bir etkinliği hep beraber burada göreceğiz ve siz değerli dinleyicilere aktarmaya çalışacağım. Đlköğretim medya okuryazarlığı dersimizin ilk ünitesi, iletişime giriş konusu ile başlıyor ve iletişime giriş ünitemizde alan öğrencilerimizin, bunun sonucunda şu kazanımları sağlamasını hedefliyoruz: - Birincisi iletişimi tanıyarak öğelerini fark eder. Đletişim türlerini sınıflayarak örnekler verir. Bu kazanımları gerçekleştirebilmek için de şu etkinlik örneklerimizi yaptık: Đletişimin temel öğelerini içeren diyaloglar kullanarak çeşitli canlandırmalar yapılır, çeşitli örnekler yardımı ile iletişim türleri ile ilgili boşluk doldurma çalışmaları yaptırılır. Bu tüm kazanımlarımızı birer etkinlik örneği ile programımızda bire bir örtüştürdük. - Đkinci ünitemiz, kitle iletişimi. Bu ünitenin sonunda da öğrencilerimiz, kitle iletişimi tarif ederek, kitle iletişim araçlarını sınıflandırır, iletişim ve kitle iletişim araçları arasındaki ilişkiyi fark eder. Ben uzun uzun tüm kazanım ve etkinliklerimizi okuyup zamanınızı daha fazla almak istemiyorum. - Üçüncü ünitemiz, medya ünitesi. Medya ünitesinde de kazanımlarımız ve etkinliklerimiz var. - Dördüncü ünitemiz, televizyon ünitesi. - Beşinci ünitemiz, aile, çocuk ve televizyon. - Altıncı ünitemiz, radyo. - Yedinci ünitemiz, gazete ve dergi. Son ünitemiz de internet yani sanal dünya. Evet, bu sekizinci ünitemizden sizlere bir etkinlik örneği sunmak istiyorum. Evet sekizinci ünitemizin kazanımlarına bir göz atalım isterseniz. Bu ünitenin sonunda öğrencilerimiz internetin özelliklerini tanıyarak iletişime getirdiği yenilikleri keşfeder, internette bilgiye erişim, haber okuma, sohbet, elektronik posta, uzaktan eğitim gibi etkinlikleri uygulamalı olarak gerçekleştirir. Đnternetin olumlu özelliklerinin yanı sıra olumsuz etki ve özelliklerini tanıyarak hayata geçirir. Bu konu ile ilgili yapmış olduğumuz etkinlikler internet özelliklerini keşfediyorum, 67 internetin doğuşu, dünü ve bugünü üzerine öğrencilere yöneltilecek çeşitli sorular ile öğrenciler konuşturulur. Đkinci etkinliğimiz, internet kullanıyorum şeklinde adlandırılmıştır. Okulun bilgisayar laboratuarında internet üzerinde arama motoru kullanma, haber okuma, elektronik posta alma, gönderme etkinlikleri gerçekleştirilir. Üçüncü ve burada örneğini vereceğim etkinlikte de internette nelere dikkat etmeliyiz? Etkinliğidir. Đnternetin kötü kullanımı ve internetteki olumsuzluklar ile ilgili çeşitli sorular örneklendirilerek konuşulur, “Söz veriyorum.” adlı sözleşme öğrencilerce doldurulur. Panelimizin başından beri hep televizyonun üzerinde duruluyor şeklinde bir genel endişe ve özellikle son dönemde ülkemizde de birçok suçun temelini teşkil eden internet konusunda, bu ünitemizde çok ciddi bir etkinlik tasarladık. Bu etkinliğimizi biz sürecini şu şekilde sizler ile paylaşmak istiyorum. Her şeyden önce bu etkinliğimiz iki ders saati süresince gerçekleştirilecek. Temel beceri olarak öğrencilerimiz bu etkinlik sonunda problem çözme, yaratıcı düşünme, girişimcilik, iletişim, Türkçe’yi doğru, güzel ve etkili kullanma becerilerini kazanacak. Bu etkinliğimizin süreci şu şekilde: Sürecimizin birinci kısmında öğrencilere, “Đnternete ne kadar zaman ayırıyorsunuz?” şeklinde bir soru sorulur. “Đnternet kullanımı sizde zaman israfına neden oluyor mu?” sorusu da sorulur. Öğretmen, ayrılan zamanı yapılan etkinliğe göre yarar zarar açısından öğrenciler ile beraber değerlendirir. Đkinci aşamada, “Đnterneti hangi ortamda kullanıyorsunuz?” sorusu öğrenciler ile beraber tartışılıp konuşulur. Üçüncü aşamada “Đnternet yaşamınıza neler getirdi, neler götürdü?” sorusuyla internetin faydaları ve zararları konusunda öğrenciler ile beraber tartışılır. Burada öğretmenimize bir not düştük. Diğer tüm etkinliklerimizde de öğretmenlerimize böyle kısa kısa notlar ile öğretmenlerimizin kazanımlarımızı ve etkinliklerimizi en doğru şekilde vermelerini amaçladık. Bu notumuzda sınıf ortamında öğrencilere şu konuları tartışınız dedik: Oyun kahramanlarının, oyunların kültürel yapıya ve zihinsel gelişime etkisi, şiddete yönlendirmesi, sanal ortama bağımlı olmanın doğuracağı sakıncalar, zaman israfı, sosyal aktivitelerden uzaklaştırma, zararlı içeriklerden etkilenme. Dördüncü aşamada öğretmen tarafından “Đnternetin zararlı etkilerine yönelik ne tür önlemler alınabilir?” ve “Đnternetin zararlı etkilerinden korumak için neler yapılması gerekir?” soruları sorulur. Verilen farklı cevaplar tahtaya yazılır. Tabi ki Akif Bey’in de belirttiği gibi yeni program yaklaşımımızda kesinlikle öğretmenin öğrenciye bir bilgiyi dayatması veya bilgiyi vermesi söz konusu değil, tamamen öğrencilerimizin bu bilgileri kendilerinin keşfetmesi yolunda öğretmenimiz sadece rehber ve yol gösterici. Bu çerçevede kalmak kaydıyla şu cevapları almak için öğrenciler yönlendirilir: Tanımadığınız kişiler ile sohbet etmemek, internet ortamında lisanslı olmayan programları bilgisayara 68 yüklememek, internet ortamında güvenli olduğundan kesinlikle emin olunmayan dosyaları indirmemek, kişisel bilgi ve görüntüleri internet ortamında tanımadığımız kişiler ile paylaşmamak, bilgisayar kullanırken gereğinden fazla zaman harcamamak, göndereni tanımadığımız elektronik postaları açmamak, internette bulunan her bilginin doğru olmayabileceğinin bilincinde olmak. Beşinci aşamada ise şunu yapıyoruz: Tabi biz bu kazanımımızda öğrencilere şunu dedik: Đnternetin olumlu özelliklerinin yanı sıra olumsuz etki ve özelliklerini tanıması. Buraya kadar öğrenciye internetin olumlu ve olumsuz yönlerini tanıttıktan sonra bunu da öğrencinin hayatına geçirmemiz gerekiyordu ve basınımızda da oldukça yer aldı. Öğrencimiz ile aramızda bir internet sözleşmesi imzalıyoruz. Etkinliğimizin son aşaması da bu. Öğrencimiz bu etkinlikte “Söz veriyorum.” diye bir sözleşme ile başlıyor. Burada her şeyden önce öğrenci, bu sözleşmeyi imzalamasındaki temel amacını üst kısma yazacak. Bu bölümde öğrenci sözleşmeyi kabul edip imzalamasındaki amacının ne olduğunu belirtir, örneğin internetin zararlı etki ve özelliklerini öğrenmek, bunlardan kaçınılması gerektiğini benimsemek ve arkadaşlarını bu konuda uyarmak ve benzeri gibi amacını buraya belirttikten sonra öğrencimiz en son kademede internette nelere bundan sonra dikkat etmesi konusunda şu konulara söz veriyor: - Bundan böyle tanımadığım kişiler ile sohbet etmeyeceğim. - Đnternet ortamında lisanslı olmayan programları bilgisayara indirip yüklemeyeceğim. - Đnternet ortamında güvenli olduğundan kesinlikle emin olunmayan dosyaları indirmeyeceğim. - Kişisel bilgi ve görüntüleri internet ortamında tanımadığım kişiler ile paylaşmayacağım, bilgisayar kullanırken gereğinden fazla zaman harcamayacağım. - Hazır ödevlerin bulunduğu ödev sitelerini kullanmayacağım. - Göndereni tanımadığım elektronik postaları açmayacağım. - Đnternette bulunan her bilginin doğru olmayabileceğinin bilincinde olacağım. - Đnternet kafelerde uygunsuz saatlerde bulunmayacağım. - Bana zarar vereceğini düşündüğüm internet sitelerine girmeyeceğim. - Đnternet ortamında içeriğinde şiddet, cinsellik bulunan oyunları oynamayacağım. En sonunda da öğrenci, adını soyadını ve sınıfı numarasını yazdıktan sonra imzalıyor ve bunu evinde bulunan çalışma odasına, çalışma masasının yanına 69 asıyor. Bu tabi zorlaması olmayan bir sözleşme. Tamamen öğrenci üzerinde psikolojik bir etken ve böylelikle de öğrencilerimizi mümkün olduğu kadar internetin zararlı özelliklerinden koruma noktasında etkinliğimizi ve kazanımızı hayata geçirme yöntemi. Beni dinleme sabrını gösterdiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. Saygılar sunarım. Prof. Dr. Davut Dursun: Sayın Kölük’e de çok teşekkür ediyoruz. Programın nasıl işlediği ile ilgili bir bakıma ampirik bir takdimde bulundular. Biz de bilgilenmiş olduk. Gerçekten ilgi çekici bir sunuş oldu. Teşekkür ediyorum. Bu arada tüm panelistlere de ayrı ayrı teşekkürlerimi bildirmek isterim. Şimdi soru cevap bölümüne geçiyoruz. Soruyu kime yönelttiğinizi belirtmek koşulu lütfen kısa sorular almak istiyorum. Buyurun hanımefendi. Prof. Dr. Şermin Tekinalp: Đstanbul Kültür Üniversitesi, Profesör Doktor Şermin Tekinalp. Birinci panelde de dikkatle dinledim, ikinci panel çok daha yararlı oldu sanıyorum. Çünkü ortaya bir proje kondu. Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Üyesi Vahap Bey’e bir sorum olacak. Çünkü kendisi şöyle dedi: “Đletişim fakülteleri, radyo televizyonlara eleman yetiştirdiği için onlar üzerinde durmuyoruz.” Bütün bu anlattığınız şeyler iletişim fakültesinde okutuluyor. Etik dersleri, radyo televizyon, iletişim sosyolojisi, iletişim felsefesi gibi dersler var. Sanat tasarım fakültelerinde de okutuluyor. Artı bir de bunların nasıl yapıldığı, nasıl kurgulandığı ve nasıl ortaya konduğu etik olarak da öğretiliyor. Hazır elinizde yüzlerce binlerce öğrenci deposu var. Bu öğrencilere diyorum ki, pedagojik formasyon aldırılsa iyi olmaz mı? Bu mezun öğrencilerden çoğu iş bulamıyor. Radyo televizyonlar bunları görevlendirmiyorlar. Ne dedi Oğuz Haksever? “Biz iletişim fakültelerini kapatmayı bile tartışıyoruz.” dedi. Yani memnun değiller. Çünkü iletişim fakülteleri mezunları etik öğreniyorlar. Öğrendikleri için de işlerine gelmiyor. Onun için diyorum ki acaba iletişim fakülteleri, hatta sanat tasarım fakülteleri mezunlarına pedagojik formasyon aldırılarak bu yola kanalize edilemez mi? Çünkü bu dersleri görüyorlar. Ayrıca toplum bilimci sosyal bilimler hocalarına bir iki haftalık bir seminerden dersleri veriyorlar. Bunun yerine iletişim fakülteleri ve sanat tasarım fakülteleri öğrencileri kullanılabilir. Đkinci bir sorum var ya da bir katkım olarak söylüyorum. Çünkü ben 2003 yılında Sayın Bakan Beşir Atalay’ın başkanlığındaki çalışmaya katılmıştım. Ama şimdi ne çalıştaydan haberim var, ne de çağırıldım. Eğer çağrılsaydım ben de katkıda bulunmak isterdim. Diyorum ki, efendim üç aşamada verilemez mi 70 bu dersler? Bir de anladığım kadarı ile hep kuramsal dersler. Đşte onun için iletişim fakültesi öğrencilerine ihtiyaç var. Çünkü bu işi yapıyorlar. Đşin mutfağında yetişiyorlar. Üç aşamada verilebilir. Birinci aşamada bilgilendirici yani medya nedir, iletişim nedir? gibi konular kuramsal olarak verilebilir. Đkinci aşamada da daha öğrencilerin çok yaratıcılık yönleri kışkırtılarak “Sen olsaydın ne yapardın, nasıl üretirdin?” gibi sorulara yer verilebilir. Hatta burada video gösterileri kullanılabilir. Üçüncü aşamada da –ilköğretimin ikinci kademesinde yapılabilir bu- felsefi ve eleştirel tartışmalar yaptırılabilir. Bence çok daha iyi olur. Bu derslerin içeriğinin daha çok tartışılması lazım diye düşünüyorum. Çok eleştirilecek yerler var. Teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Davut Dursun: Çok teşekkürler. Şimdi şöyle yapalım isterseniz. Sayın profesöre ben de teşekkür ediyorum. Đsterseniz önce soruları alalım, ondan sonra kısa kısa cevaplar verelim. Böylece zaman kaybetmemiş oluruz. Buyurun beyefendi. Hasan Daşlık: Teşekkür ederim. Hasan Daşlık Karabük Đl Milli Eğitim Müdürlüğü adına katılıyorum. Đlköğretim müfettişiyim. Benim merak ettiğim bir şey oldu. Madam Bevort güzel çalışmalarından bahsetti ülkesindeki. Bu yirmi yıllık süreç içerisinde acaba ne tür bir sonuç elde edebildiler. Teşekkür ederim. Prof. Dr. Davut Dursun: Teşekkürler. Arkadaki beyefendiye lütfen. Doğan Gönüllü: Teşekkür ederim. Doğan Gönüllü. Zonguldak Demokrat Radyo TV. Sayın profesör hocam etikten çok bahsettiniz. Özür dileyerek soruyorum. Oğuz Bey burada yok. Kendisi bir televizyoncu. Bu nedenle onun yerine izin verirseniz bu konuda ben cevap vermek istiyorum. Dediler ki; “Đletişim fakülteleri işlerine gelmediği için televizyoncuları istemiyorlar.” Hiç öyle bir şey olduğunu zannetmiyorum. Nitelikli daha iyi eğitimli insanlar istendiği için televizyoncular öyle yapıyorlar. Prof. Dr. Davut Dursun: Buyurun lütfen beyefendi. Yaşar Boz: Yaşar Boz. Adıyaman ilköğretim müfettişleri başkanı olarak katıldım. Şimdi günümüzde artık bilgisayarın diyelim, internetin girmediği köylerimiz de kalmadı. Hemen hemen her evde bilgisayar var. Şimdi 6,7,8. sınıflarda medya 71 okuryazarlığı dersi olarak alındığını gördüm. Ben şunu söylemek istiyorum: Acaba buna 4,5. sınıflar ilave edilemez mi? Çünkü o çocuklarımız da bilgisayarı ve interneti gayet rahat kullanabiliyorlar. Prof. Dr. Davut Dursun: Teşekkür ederim. Buyurun beyefendi. Mehmet Salçın: Teşekkür ederim. Polatlı’dan katılıyorum. Radyo Nur. Đsmim Mehmet Salçın. Milli Eğitim Bakanlığı birçok alanda olduğu gibi bu alanda da üniversite ve sorunun gerçek tarafı olan medyayı dışlayarak bir çözüme varmış. En azından bu çözümün, bu sorunun yaratıcı olarak gözüken medyanın da çözümde yer alması açısından, çözümün içinde olmak isterdik. Bu son bölümde bizim niye çağırıldığımız konusunda kendime sorumuş olduğum sorunun cevabını bulamadım. Biz neresindeyiz? Teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Davut Dursun: Teşekkürler. Buyurun beyefendi. Selahattin Keser: Çubuk’tan Radyo Kervan’dan Selahattin Keser. Evet, toplantı aslında medya okuryazarlığı. Önce medyanın kendisini eğitmesi gerekiyor. Daha sonra medyada sorumlu olan kimselerin kendilerini eğitmeleri gerekiyor ama hocam, Meral hocam konuşmasının sonunda dedi ki, özellikle dedi aileler ile ilgili okur yazarlık, medya okur yazarlığı konusu dedi. Nasıl verilmeli hocam? Özellikle radyo ve televizyonlar şeyi nasıl vermeli? Medya okuryazarlığını onlara bu ders nasıl verilmeli? Tamam öğrencilere verilecek. Medyadaki arkadaşlar da alacak da, medyayı en çok kullanan ve tüketen olarak medyayı kullanan aileler çocuklara bu nasıl verilecek? Özellikle ailelere nasıl verilecek? Davut Beye de aynı soruyu ben yöneltiyorum. RTÜK olarak bu konuda ailelerin eğitimi ile ilgili neler yapılabilir? Çok teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Davut Dursun: Çok teşekkür ederim. Buyurun efendim. Dr. Ömer Solak: Efendim, liselerde bir ders vardı. Hızlı okuma teknikleri diye. Bu ders birkaç yıl uygulandı, sonra kaldırıldı. Çünkü pratikte yeni seçmeli bir dersti. Fakat pratikte uygulanabilir değildi. Tamamen teorik, tamamen kitabi bir dersti. Öğretmenler bunun donanımına hazır değildi. Bilemiyorum, buradaki meslektaşlarım bana katılırlar mı? Ben bunları örnek olarak söyledim. Bu dersin içeriğinin bizatihi uygulamaya yönelik olmamasından kaynaklanan sakıncalar vardı ve pratik neticeler alınamadı. Sayın akademisyenler, sayın konuşmacılar, 72 söz konusu dersin böyle kitabi olmaması, didaktik olmaması, uygulamaya yönelik olması, vakalardan, olaylardan hareket ederek birtakım sonuçlara gitmesi konusunda sürekli tavsiye ve önerilerde bulundular. Ben de dersi sabırsızlıkla bekledim. Dersin içeriği nasıl bir şey diye. Ama maalesef tam da öyle bir şey olmuş. Bu yıl bir uygulama yapılacak herhâlde. Bu uygulamalardan hareketle buradaki birtakım görüşlerden hareketle sayın medyanın temsilcilerinden, RTÜK’ün katkıları ile yeni bir müfredat, uygulamaya yönelik bir müfredat geliştirilecek mi, yoksa bu hâli ile devam edecek mi? Teşekkür ederim. Prof. Dr. Davut Dursun: Teşekkür ederim. Beyefendi, buyurun. Emek Gülen Muharrem Pakoğlu Đlköğretim Okulu Müdürü : Evet teşekkür ediyorum. Ben Emek Gülen Muharrem Pakoğlu Đlköğretim Okulu Müdürü. Çok kıymetli hocamız Fatih Bey’in açıklamalarına ve yaptığınız programdan dolayı hepinize teşekkür ediyorum. Yalnız değerlerde Millî Eğitim temel politikasının ilkeleri yerleştirilmiş, ilkeler daha yukardadır. O zaten ilkeler içerisinde var. Bazı maddeler oradan alınmış. Ayrıca bizim yönetmeliğimizde herhangi bir davranışın olumsuzluğu sonucunda sözleşme yapılır. Derse başlamadan önce sözleşmenin yapılması kişinin psikolojisini zaten bozar. Zaten medya yeteri kadar bozdu. Bari bundan sonra biz bunu yaparken dikkat edersek yararlı olur diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum efendim. Prof. Dr. Davut Dursun: Sorunuz yok galiba. Teşekkür ederim. Buyurun beyefendi. Selçuk Tanrıverdi: Selçuk Tanrıverdi. Elazığ’dan katılıyorum. Đlköğretim müfettişiyim. 4. sınıftan itibaren zorunlu dersler arasına alınsaydı daha iyi olmaz mıydı? Prof. Dr. Davut Dursun: Peki teşekkürler. Bir soru daha alabiliriz. Var mı? Hanım efendiye lütfen. Filiz Güneş: Filiz Güneş. Benim sorum da, bu hizmet içi eğitimler hakkında olacak. Bu hizmet içi eğitimleri verecek kişiler kimler? Millî Eğitim Bakanlığı’nın kendi personeli mi, yoksa bu akademisyenler tarafından mı verilecek? Prof. Dr. Davut Dursun: Teşekkürler. Şimdi sayın konuşmacılarımız, yöneltilen sorulara kendileri ile ilgili olan kısma cevap verecekler. Zamanımızın sınırlı olduğunu düşünerek 73 önce buradan başlayalım isterseniz hocam. Çünkü soruların çoğu size geldi. Kurum olarak Bakanlığınıza geldi. Buyurun. Dr. Vahap Özpolat: Peki teşekkür ederim. Korkarım hepsine cevap vermek durumunda kalacağım. Kimseye de bir şey kalmayacak. Üzgünüm. Şimdi iletişim fakültesi mezunları öğretmen olarak atanmalıdır talebi salonda güçlü bir destek görüyor. Katılıyorum da buna. Aynı zamanda sayın panelistimiz de. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığının 12/05/2006 tarihli 333 sayılı hangi lisans mezunlarının hangi öğretmenlik alanına atanacağına ilişkin kararı söz konusu. Bu kararda iletişim fakültesi mezunlarının atanacakları branşlar belirtilmiş. Đletişim, radyo teknikleri, radyo TV haberciliği, okuma anlama teknikleri, haberleşme hukuku vesaire. Ne var ki, burada sayılan takriben on beş kadar dersin tamamı, iletişim meslek liselerinde okutulan derslerdir. Onların da öğretmen kontenjanı sınırlı ve iletişim fakültesi mezunu arkadaşların çoğunu değerlendirmek mümkün değil. Medyaokur yazarlığı dersi, bu kararın alınışından sonra kurul kararına bağlandı. Ve henüz daha pilotlama aşamasındadır. Pilotlama sonuçları hem müfredatın etkililiği, uygulanabilirliliği, kapsamı, içeriği, izdüşümleri boyutunda değerlendirilecek hem de sosyal bilgiler dersi öğretmenleri bu dersi yeteri kadar verebilecekler mi sorusuna da ışık tutacak şekilde değerlendirilecektir. Bu nedenle pilotlama sonucuna bağlı olarak kurulumuz bu yöndeki görüşünde ısrar eder veya görüşünü değiştirir. Đletişim fakültesi mezunlarına bir kapı açar. Ona da şimdiden bir şey söylemek zor. Tayin edici olan, pilotlama sonuçlarıdır. Bu arada pilotlamadan bahsederken özellikle iletişim fakültesi mezunu hocalarımızın bunu bir araştırma evreni olarak kabul etmeleri ve bizim ile de koordineli olarak pilotlamanın yapıldığı okullarda müfredata ilişkin izleme değerlendirme faaliyetinde bulunmaları bizim için de ışık tutucu olur. Burada belirtmek istiyorum. Bir diğer soru 4 ve 5. sınıflar ilave edilmeli mi gibi bir soru var. Veya dördüncü sınıftan zorunlu olmalı mı? Bunu uzman arkadaşlarımız düşündüler. 4. ve 5. sınıf düzeyinde medya mesajlarının analizi gerçekten de öğrencilere, entelektüel kapasite yönünden ağır gelmektedir. Bu nedenle de en uygun zamanlamanın 7, 8. sınıflar olduğu düşünülmüştür. Ama ilk beş sınıfta da bunun hazırlık aşaması olarak Türkçe dersinde, hayat bilgisi dersinde ve kısmen sosyal bilgiler dersinde hazırlık bilgileri verilmiştir. Dolayısı ile bir ardışıklık ve bileşiklik söz konusu. Medya dışlanarak program geliştirildiği yönünde bir tespit söz konusu. Buna katılmıyorum. Zira biz Radyo Televizyon Üst Kurulu ile ortaklaşa bu çalışmayı yaptık. Radyo Televizyon Üst Kurulu medya dünyamızın, sektörümüzün resmî temsilcisi. Artı çok sayıda iletişim fakültesinin akademik desteği alındı ve Radyo Televizyon Üst Kurulunun buna dair, bu çalışmanın 74 paylaşımına dair Abant’ta yapılan çalışmada da bildiğim kadarı ile çok sayıda medya temsilcisinin de katılımı sağlanmıştır. Program kitabidir, yeni bir müfredat oluşturulabilir mi? sorusu gelmişti. Biz genel olarak müfredat geliştirme çalışmalarında dinamik bir yaklaşım benimsiyoruz. Üretilen bir ürün, bir program, bir materyal toplumun beklentilerini karşılamıyorsa derhâl onu kaldırma, değiştirme esnekliğine sahibiz. Bu program da beklentileri karşılamaz ise elbette değiştirilebilir. Fakat köklü bir değişiklik yerine öyle sanıyorum ki pilotlama sonuçları bize revizyon yönünde ışık tutacaktır ve bu konuda revizyonun ucu nereye varırsa varsın eğitselliğin gereği bağlamında ona açığız. Mevzuat ve sözleşme arasında bir çelişki olduğu yönünde sayın müdürlerimizden biri bir tespitte bulundular. Đlköğretim kurumları yönetmeliğinde belirtilen sözleşme ile bizim müfredatımızda sözünü ettiğimiz eğitsel değer yüklediğimiz sözleşme arasında bir ilişki söz konusu değil. Lütfen bunları birbirine karıştırmayalım. Dolayısıyla bu tür sözleşmeler yapılabilir. Etkinlik olarak uygulanabilir. Öz denetimi sağlamaya dönük bir etkinlik çalışmasıdır bu. Zorunlu ders kapsamına alınabilir mi? şeklinde bir soru gelmişti. Gönülden geçen, arzu edilen odur. Fakat zorunlu ders yükümüz o kadar fazla ki, öğrencilerimiz, ilköğretim birinci sınıftaki öğrencilerimiz haftada otuz saat derse geliyor. Uykusunu almadan derse geliyor. Çocukluğunu adeta yaşayamıyor. Yani zorunlu ders yükü çok fazla. Yeni bir zorunlu ders olarak bunu düşünmek belki bir yönü ile zor. Fakat benim aklımdan geçen açıkçası, pilotlama sonuçlarına bağlı olarak bu dersin olmazsa olmaz mesajlarının zorunlu, konu başlığı olarak zorunlu derslere yansıtılması. Yani bu beş tane konu olmazsa olmaz ise bunların ilköğretimin 6-8 düzeyindeki sosyal bilgiler, Türkçe ders müfredatına entegre olarak yansıtmak. O şekilde bir ara çözümün olacağını düşünüyorum. Hizmet içi eğitimi kim verecek? Tabiki bu işin uzmanları vereceklerdir. Programı hazırlayan uzmanlar, programı uygulayan pilot okullardaki öğretmenlerimiz, iletişim fakültelerindeki akademisyenlerden bu süreçte yararlanmayı düşünüyoruz. Teşekkür ediyorum hepinize. Prof. Dr. Davut Dursun: Çok teşekkürler. Şimdi hanımefendiye sözü aktarıyorum. Kendisi ile ilgili soru varsa cevaplaması için buyurun efendim. Prof. Dr. Meral Uysal: Teşekkür ederim. Ben Vahap Bey’e bir iki cümle sadece çok uzatmadan söyleyeyim. Vahap Bey’in konuşmasından; pilot sonuçları bu programın başarılı olduğu yönünde gelir ise, böyle devam edecek gibi mi algıladım. 75 Dr. Vahap Özpolat: Bilimsel yöntem onu gerektiriyor hocam. Prof. Dr. Meral Uysal: Ama şöyle bir şey var. Yani hani bu dersten yetiştirilmiş bir grup var. Ama, eğer ders, tüm ilköğretim kurumlarına yayıldığı zaman bu kadar çok sosyal bilgiler eğitimi öğretmeninin hizmet içi eğitimden geçirilmesi zaten pratik bir çözüm değil. Bu nedenle mevzuat ile ilgili engellerden söz ettiniz. Doğrudur ve bunların çok kolay aşılmadığını biliyorum. Ama doğru olan, işin uzmanının dersi okutması ise bununla ilgili mücadeleyi Millî Eğitim Bakanlığı ve ilgili kurumlar yapmalı. Süreç böyle devam etmeli diye düşünüyorum. Dr. Vahap ÖZPOLAT: Başkanım, izniniz varsa sanırım salonun böyle beklentisi var idari açıklama ilgili. Prof. Dr. Davut Dursun: Çok kısa lütfen. Dr. Vahap Özpolat: Bir iki cümle ile. Şimdi kesinlikle katılıyorum. Benim gönlümden geçen, yani bilimselliğin gereği bu. Đletişim fakültesi mezunu birisi, bir sosyal bilgiler öğretmeninden bu dersi daha iyi verir. Buna kesinlikle katılıyorum. Bu bir gerçekliğin bir tarafı. Fakat bir diğer tarafı var ki, seçmeli derslerde biz, hangi okulda kaç öğrencinin bu dersi seçeceği ve kaç öğretmen ihtiyacının olacağını ön göremiyoruz. Ancak birkaç yıllık uygulama sonucuna bağlı olarak bunun ön görülebilir tablolarını, sayısal verilerini oluşturabiliriz. O yüzden hemen önümüzdeki yıl bu yönde bir değişiklik olacaktır ve iletişim fakültesi mezunları değerlendirilecektir biçimindeki bir beklenti, aşırı iyimser bir beklenti olur. Ama süreç içinde doğru olanı, iletişim fakültesi mezunlarının değerlendirilmesi gerektiği kanaatini samimiyetle paylaşıyorum ve bu konuda da destekliyorum. Prof. Dr. Meral Uysal: Şimdi bana tam alanım ile ilgili bir soru geldi. Ben yetişkin eğitimi bilimi ile ilgiliyim. Asıl alanım o. Medya duyarlılığı olan bir yetişkin eğitimcisiyim. Medya okuryazarlığı yetişkinlere nasıl verilmeli dedi. Bunun çok kolay bir cevabı yok. Daha doğrusu şöyle demek mümkün: Yani yetişkinler çok geniş bir hedef kitle. Onlara çok biçimsel ve tek format da vermek, yani kesinleşmiş formatlar da sunmak mümkün değil. Yani hani yetişkin ile çocuğu ayırdığımız zaman, çocuk, bir eğitim kurumuna sürekli devam eden kişidir. Onun programına ders koyarsınız. Bu dersi nitelikli yaparsanız, çocuk da iyi şeyler öğrenir. Ama yetişkinler için böyle sabit, kesinleşmiş formatlar bulmak çok zor. 76 Yani birden fazla şey söylenebilir. Ama şunu söylememek gerekir: Televizyon bu konuda bir şey yapabilir mi? Ben televizyona bu konuda güvenilmemesinden yanayım. Bu kesin. Neler yapılabilir? Yayın yolu ile destek yapabilir Millî Eğitim Bakanlığı, sivil toplum örgütleri kendileri bir şey yapabilir. Okulu biz, hele de temel eğitim okullarını, ilköğretim okullarını sadece çocuklarımıza hizmet eden kurumlar değil, bulunduğu çevreye hizmet veren kurumlar, gerekirse yetişkinlerin ihtiyaçları doğrultusunda da zaman zaman etkinliklerde bulunan kurumlar olarak görmek istiyoruz yetişkin eğitimcisi olarak. Okul, belki bu dersler ile bağlantılı bir şekilde çevreye dönük, velilere dönük etkinlikler düzenleyebilir. Yani tek bir format yok. Çünkü yetişkinler öğrenci değil. Yetişkinleri öğrenmeye zorlayamayız. Yetişkinler, böyle bir konudaki eğitim içeriğini zaten talep de etmezler. Bu talebin yaratılması konusunda duyarlılık biraz uzmanlara kalıyor. Eğer çok değişik formatlarda eğitim biçimlerini üretebilirsek, yine çok farklı kurumlar tarafından yetişkinleri de sürece bir biçimde dâhil etmenin yollarını bulmuş oluruz. Teşekkür ederim. Prof. Dr. Davut Dursun: Ben teşekkür ederim. Şimdi sözü Sayın Madam Bevort’a aktarıyorum. Evelyn BEVORT: Evet, değerlendirme konusunda bir soru vardı, sanırım eğitimde CLEMĐ’nin etkinliği konusunda. Ve altı sene önce büyük bir değerlendirme programının olduğunu söylemeliyim ve şimdi bir yenisini geliştiriyoruz, sınıfların hepsinde resmen yeni bir program. Fakat altı sene önce, ilk olarak çocuklar ve öğrenciler için olduğunu söylemeliyim. Medya eğitimi dersleri olduğunda onlar okula gelmekten daha çok hoşlanıyorlardı. Bu ilk nokta. Gerçekten ilginçtir ki onlar medya programlarıyla ilgili olarak bağlantı kurduklarında okul konularıyla daha çok ilgilendiklerini açıklamışlardır. Ve gerçekten ilginçtir ki, haberlerden farklı olaylar çıkardıklarından haberlerin niçin önemli olduğunu hocaları açıkladığında bundan çok hoşlandıklarını söylüyorlar. Bu gerçekten ilginçtir ve hatta onlar tarih, coğrafya, sosyal konular gibi bazı okul konularının müfredat programından ayrıldığında aynı zamanda haber yayını gibi ve naklen yayınlanmanın ve bağlanmanın daha ilginç olduğunu söylüyorlar. Bu ilk noktadır. Ve biz bunu beklemiyorduk fakat gerçek budur. Bu sizin söylediğinizdir. Đkinci olumlu şey ise öğrenciler nasıl iletişim kurulacağını daha çok bilmek için yeni yetenekler geliştiriyorlar bu doğrudur. Bundan çok hoşlanıyorlar. Daha sık tartışmaya katılmayı istiyorlar ve hatta okulun demokratik yaşamına katılmayı da istiyorlar; aday olarak bildiğiniz gibi, idari konseyde öğrencileri temsil etmek için. Biz farklılıklar bulduk, aynı şey değildi. 77 Bazı okullarda eleştirel yetenekler hakkında; Eleştirel yeteneklerde çok büyük farklılıklar bulduk. Bazı okullarda, bu kadar büyük değildi. Gerçek şu ki, daha çok öğretmenlere bağlıydı. Öğretmenin kişiliği çok önemlidir. Şüphesiz, bunu daha önce biliyorduk; yeni keşfedilmedi: fakat okullarda yeni bir konu geliştirdiğiniz zaman; medya okur yazarlığı gerçekten yeni bir konudur; öğretmenlerin kişiliği diğer bazı şeylerden daha önemlidir. Bu iyi değildir. Ve biz bazı öğretmenlerin harika sonuçları aldığını gördük ve bazıları da o kadar iyi değildi. Bunun için, bu nedenle başlangıç eğitiminde daha çok çalışmayı istedik. Zira, öğretmenin yaşamında çok önemli bir an olduğunu düşündük. Ve bu konuda daha çok çalıştık. Böylece, şimdi değerlendirmenin yeni sonuçlarını bekliyoruz ve sonunda nereye varacağını görmek ilginç olacaktır. Bizim faaliyetimizde değerlendirme ilginç bir andır. Çünkü gerçekte gençler için ne olduğunu ve sınıflarda ne sonuçlar olduğunu gözleriz; bu gerçekten önemlidir. Teşekkürler. (mhzoıhl ğeşlğvğm) Prof. Dr. Davut Dursun: Çok teşekkürler. Değerli konuklar böylece panelimizi tamamlamış olduk. Çok verimli bir oturum olduğu kanaatindeyim. Uzun uzun değerlendirme yapmaya sanıyorum benim açımdan gerek yok. Belki birkaç kelime söylenebilir. Ciddi bir toplumsal sorunumuz var. Đçinde yaşadığımız çağda bilgi iletişim teknolojilerinde meydana gelen gelişmelere koşut olarak radyodan, televizyondan, internetten ve benzeri araçlardan her gün evimize misafir eden, akan binlerce ses, görüntü ve benzer malzemeler bizi, çocuklarımızı, büyüklerimizi, ailemizi, hepimizi etkiliyor. Bunların yararlarını, zararlarını uzun uzun tartışmaya gerek yok. Ama şöyle bir ciddi sonuç söz konusudur ki; bu araçlardan evimize akan bilgi, ses ve görüntülerin önemli bir kısmı bizim rahatımızı, hayatımızı, yaşamamızı ciddi bir şekilde tehdit etmektedir, olumsuz etkilemektedir. Dolayısı ile buna karşı ciddi birtakım adımların atılması, birtakım tedbirlerin alınması gerekiyor. Elbette ki yayınları kısıtlamak, insanlar için en kutsal hak olarak gelişen ifade özgürlüğü çerçevesinde ters orantılı olarak işleyen bir sorundur. Bir taraftan ifade özgürlüğünü mümkün olduğu kadar en geniş anlamda toplumsal hayatımıza kazandırmamız gerekiyor, ama diğer taraftan bu ifade özgürlüğünün bir bakıma kutsallığına sığınarak bizi tehdit eden olumsuzlukların da önüne geçmemiz gerekiyor. Bunu, sadece bir kanun meselesi, sadece bir normatif düzenleme meselesi, sadece bir eğitim meselesi, sadece bir üst kurulun yetkileri dâhilinde olan bir mesele olarak algılanmasının ötesinde, bütün toplum kesimlerini, bütün tarafları ilgilendiren, çözüm olarak da, eğer bir çözüm üreteceksek, bütün tarafların ortak katkılarıyla, eylemleriyle ve çabalarıyla bir çözüm üretilecek diye düşünüyorum. Medya 78 okuryazarlığı projesi, kanaatimce, bu sorunun çözümüne yönelik bir katkıdır. Birtakım tarafların ortak çabaları ile ortaya çıkmış bir projedir. Değerli konuklarımızın haklı olarak sordukları ve itiraz ettikleri, eleştirdikleri, şöyle olsaydı olmaz mıydı, böyle olsaydı olmaz mıydı, niçin böyledir gibi soruları, son derece anlamlı buluyorum. Ancak Sayın Milli Eğitim Bakanlığı yetkilisinin de ifade ettiği gibi bu bir pilot uygulamadır, uygulama sanıyorum önümüzü görmemize, bundan sonra yapılacak düzenleme ve değerlendirmelere ilişkin birtakım şeyler söylememize imkan tanıyacaktır. O sebeple şimdi bir adım atılmıştır, bu adımda bilerek veya bilmeyerek birtakım hatalar yapılmış olabilir, ama pilot uygulamada ampirik hayatta gözlemlediğimiz birtakım gelişmeler, bundan sonraki düzenlemelerde önümüzü aydınlatacaktır. Bu paneli de yurt dışından gelen değerli konuklarımız, buradan katılan değerli konuklarımızın katkıları ile bu sorunu anlamaya, bu sorun üzerine bir kez daha düşünmeye bir katkı çabası olarak değerlendirelim. Radyo Televizyon Üst Kurulu olarak hepinize saygılar sunuyorum. Bir kez daha 24 Kasım olmak münasebetiyle öğretmen arkadaşlarımızın ben de öğretmenlik mesleğinden geldiğimden dolayı öğretmenler gününü kutluyorum ve bu projenin başarıya ulaşması için hepimizin gayretini bekliyorum. Saygılar sunuyorum efendim. III. BÖLÜM Medya Okuryazarlığı – Rıza Okur’un RTÜK Başkanı Dr. A. Zahid Akman’la Röportajı (TRT 2 Güncel Programı - Canlı Yayın) Okur: Sayın Akman, hoş geldiniz Güncel’e efendim. Akman: Hoş bulduk, merhaba, iyi günler diliyorum. Okur: Medya okuryazarlığı, bu terim aslında oldukça ilginç. Teknolojinin büyük bir hızla ilerlediği dünyamızda insanlar .yoğun bir haber, bilgi, reklam, dizi gibi her şeyin bombardımanına uğruyor deyim yerindeyse. Türkiye’de 79 insanlarımızın ortalama 4 saat civarında TV izliyor. Çocuklarımızın da sizin de belirttiğiniz gibi 3 saat civarında. Her gün zamanının 3 saatlik bir dilimini ekran karşısında geçiriyor. Fakat seçici olabilmek, hangilerini izleyeceğiz, nasıl izleyeceğiz, izlediklerimiz bize ne veriyor. Bunları ayırt edebilmek, bunun ayrımında olabilmek çok önemli. Ve bunun için de donanımlı insanlar olabilmemiz gerekiyor her şeyden önce. Şimdi size soralım efendim. Medya okuryazarlığıyla anlatılmak istenen nedir? Siz neyi uygulamaya çalışıyorsunuz ya da neyi öneriyorsunuz efendim? Akman: Rıza Bey tekrar iyi günler diliyorum. Bugün malum 24 Kasım Öğretmenler Günü. Bu vesileyle tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü’nü de kutluyorum. Gerçekten Medya okuryazarlığı konusu son derece önemli. Kitle iletişim araçlarının, teknolojinin sağladığı ikmânlarla sınır tanımayan özelliği, insanlarımızın üzerindeki etkisi dikkate alındığında medya mesajlarına karşı kitle iletişim araçlarının masajlarına karşı insanlarda bir farkındalık meydana getirmek, insanları o manada bilinçlendirmek çok öne çıkıyor. Sürekli yayınları engelleyerek, sürekli yayınları denetime tabi tutarak insanları zararlı konulardan, zararlı içerikten korumak mümkün değil. Çünkü kitle iletişim araçları teknolojisi bu ikmânı ortadan kaldırıyor. Sınır tanımıyor. Artık hepimizin günlerinin önemli bir kısmı televizyon önünde, Đnternet karşısında, cep telefonuyla, telefonlarla görüşüyor. Bugün böyleyken teknolojinin daha da ilerleyeceği varsayımıyla önümüzdeki yıllarda kitle iletişim araçları neredeyse hayatımızın tüm safhalarında en dominant unsur olarak karşımıza çıkacak. Şimdi engelleyerek, birtakım özgürlükleri kısıtlayarak bazı şeylerden insanı korumaya çalışmak çağdaş kamu yönetimi anlayışına hiç uygun değil. Đnsanların özgürlüklerini kısıtlamadan birey olarak haber verme, haber alma, haberdar olma özgürlüklerini kullanmasını en zirve şeklinde onlara sunmak gibi kamunun bir görevi var. Ancak söylemiş olduğum gibi kitle iletişim araçlarının içindeki zararlı, mahsurlu içerikle ilgili olarak insanların korunması nasıl sağlanacak? Bu sorunun cevabı çok önemli. Gelişmiş batılı ülkelerde bu manada geçtiğimiz yıllarda, özellikle kitle iletişim araçlarının mesajlarına karşı insanları bilgilendirmek ve bilinçlendirmek amacıyla, çeşitli eğitim unsurları devreye sokularak insanlar bilgilendirmeye çalışılmış. Biz de bu eğitim yılının başında beş pilot ilimizde medya okuryazarlığı dersi başlattık. Bu dersin amacı şu: Söylemiş olduğum gibi başta televizyon ve radyo olmak üzere tüm kitle iletişim araçlarının mesajlarına ve internetin sağladığı ikmânlara karşı insanlarda belli bir bilinç, farkındalık oluşturmak. Bu amaçla dünyadaki uygulamaları zaten dikkate alarak, Milli Eğitim Bakanlığındaki değerli uzmanlırın da hazırladığı müfredatla bir çalışma başlatıldı. Bu çalışma, sonrasında bir kitap haline dönüştürüldü. Söylemiş olduğum gibi beş büyük ilimizde de bu eğitime de geçildi. 2007-2008 öğretim yılı içinde de ülkemizdeki tüm ilköğretim okullarının 7, 8 ve 9. sınıflarında bir sene kitle iletişim araçlarıyla ilgili medya okuryazarlığı dersi verilecek. 80 Okur: Peki efendim, medya okuryazarlığı dersini verecek olan öğretmenler hangi branştan seçiliyor? Çünkü dersi vermek bir tarafa, kitap hazırlamak bir tarafa, bir de öğretmeni bu yönde bilgilendirip yönlendirip o branşta uzmanlaştırıp çocuklara ders verdirmek gerekiyor. Bu konudaki çalışma ne durumda acaba? Akman: Çok önemli bir soru sordunuz. Teşekkür ediyorum. Şu anda pilot okullarımızda Sosyal Bilgiler öğretmenleri bu dersleri veriyor. Ancak bizim arzumuz Đletişim Fakülteleri mezunlarının bazı ek dersleri alarak bu dersleri vermelerinin sağlanması. Çünkü işin teorisi son derece önemli. 4 yıl boyunca 5 yıl boyunca Đletişim Fakültelerinde bu dersleri alan gençlerimiz, formasyon derslerini de alarak çocuklarımıza kitle iletişim araçlarıyla ilgili daha sıhhatli, sağlıklı verebileceklerini düşünüyoruz. Bu konuyla ilgili Milli Eğitim Bakanlığımız ile temaslarımız devam ediyor. Tahmin ediyorum önümüzdeki günlerde Milli Eğitim Bakanlığımız bu sorunun aşılması ve bu ihtiyacın karşılanması noktasında sizin ifade ettiğiniz hassasiyetleri dikkate alan bir çözüm geliştirecektir. Okur: Şimdi bugün sizinle konuşacağımız ortaya çıkınca, böyle de bir panel düzenlediğiniz zaten gündemimizde yer alıyordu. Ben de internetten ufak tefek bazı bilgiler araştırayım diye yola çıkınca Sayın Esra Arslan’ın bir yazısı var bundan tam iki yıl önce yayınlanmış. Diyor ki: “USENCO tarafından yapılan bir araştırmaya göre Türkiye Amerika’dan sonra en çok televizyon izlenen ikinci ülke. 95 kişiye bir kahvehane, 65.000 kişiye bir kütüphane düşen Türkiye’de insanlar televizyon okuyor, kitap seyrediyor.” Şimdi medya okuryazarlığı şüphesiz ki insanlarımızın ne aldıklarını irdeleyebilmeleri, algılayabilmeleri açısından onları yetiştirmek açısından önemli bir unsur. Fakat bütün toplumumuzu bu yönde eğitebilmemizin de zorluğu ortada. Sizin uygulama koyduğunuz bir başka unsur daha var geçtiğimiz aylarda. Bunu da kamuoyuna açıklamıştınız. Đzleyici temsilciliği, medyada izleyici temsilciliği özellikle televizyonlarda. Buradan yola çıkarsak, medya okuryazarlığı ile bir taraftan insanların bir bölümünü eğitiyoruz, öğrencilerimizi, çocuklarımızı eğitiyoruz. Bir taraftan da medyanın verdiği dizileri, yayınladığı haberleri, sunduğu her şeyi, müzik yayınlarından tutun da ne aktarmak istiyorsa, bunları da bir özdenetim adı altında kendisinin de daha seçici bir şekilde sunması gerekiyor medyanın. Çünkü sizin, bu Radyo ve Televizyon Üst Kurulu için geçerli değil, bütün dünyada teknolojinin bu kadar ilerlediği ve yaygınlaştığı bir ortamda her şeyin denetlenip bir süzgeçten geçirmenin olanaklı olduğunu söylemek pek mümkün değil. Bu izleyici temsilciliği ne aşamada efendim? Bu de denetim konusunda bir unsur olacak galiba. Akman: Çok teşekkür ederim. Gerçekten Türkiye’de televizyon izleme oranı diğer gelişmiş batılı ülkelerle mukayese ettiğimizde bir hayli ileri. Yetişkinlerin günde yaklaşık 5 saati televizyon karşısında geçiyor. 81 Çocuklarımızda bu süre 3 saate iniyor ama çocuklarımız bu 3 saat süresince ekran karşısındayken kendilerine doğru ya da yanlış nedir, hangisi sanaldır hangisi gerçektir noktasında onlara rehberlik edecek herhangi bir kimsenin olmaması, bu 3 saatlik izlemenin sağlayacağı etkiyi çok daha olumsuz hale getirebiliyor. O nedenle bizim bu konuda diğer ülkelerden çok daha acele hareket etmemiz, çok hızlı olmak zorunluluğumuz söz konusu. Hem nüfusumuz genç, hem sosyoekonomik göstergeler açısından ilgiye ve himayeye muhtaç bir toplumumuz var. Onun da ötesinde eğitim eksikliği de kitle iletişim araçlarının özellikle olumsuz etkilerini çok daha artıran bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Đzleyici temsilciliği konusuyla ilgili birkaç şey söylemem gerekirse; o çalışmayı siz de ifade ettiğiniz gibi başlatmıştık. Bu tamamen bir gönüllülükle, rızayla yapılan bir çalışma. Ve bu çalışmayı gerçekleştirirken, televizyonlarımıza yaptığımız çalışmalarla kendi kuruluşları arasında bir entegrasyonun sağlanmasında katkı sağlayacak bir kişiye ihtiyaç olduğunu ve bu kişinin hangi vasıfları taşıması gerektiğini kendilerine ilettiğimizde onlar da bunu kabullendiler. Ve bize izleyici temsilcisi olarak görev yapabilecek isimleri önerdiler. Şu anda bir televizyon kuruluşumuz dışında hepsi karasal ulusal yayın yapan tüm televizyon kuruluşlarımız izleyici temsilcilerini bildirdiler. Şimdi önümüzdeki günlerde bu temsilcilerle bir araya gelerek; Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak bu çalışmaları nasıl gerçekleştireceğiz, nasıl bir korelasyon ve koordinasyon içerisinde olacağız, bunu belirleyeceğiz. Ama önümüzdeki Salı günü bu gündüz kuşak programlarıyla ilgili programların yayınlandığı televizyonların en üst düzey yöneticilerini, programların yapımcılarını ve izleyici temsilcilerini toplantıya çağırdık. Bu toplantıda izleyici temsilciliğinin özellikle yayın kuruluşları için ne anlama geldiğini de vurgulayarak bu çalışmayı başlatacağız. Biz bütün bu çalışmaları yaparken bir şeyi çok önemsiyoruz Rıza Bey. Onun üzerine vurgu yapmak istiyorum. Özgürlükler konusu. Yani yayın denetimini yaparken, yayınla ilgili her türlü düzenlemeyi yaparken, hem yayın kuruluşlarımızın hem izleyicilerimizin özgürlüklerine müdahale etmeden, onları kısıtlamadan, en uygun yayın ortamının oluşması ve insanların en az etkilenecekleri bir yayın dünyasının ortaya çıkarılmasını arzu ediyoruz. Đzleyici temsilciliği projesinin de aslında arkasında yatan gerçek de bu. Đzleyici temsilcileri, bize gelen şikayetler, yayın kuruluşlarına gelen şikayetler, onun dışında yine kamuoyunda ortaya çıkan iletişim sayesinde belirlenecek bilgileri kurumsallaştırarak kendi içlerinde hangi yayın doğrudur, hangi yayın yanlıştır, hangi yayın beğenilir, hangi yayın beğenilmez, konusunda bir tecrübenin kurumsallaşmasını sağlayacaklar. Bu da şu anlama geliyor. Biz biliyorsunuz, herhangi bir program yayınlanmadan, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak o programa ya da yayın kuruluşuna herhangi bir müeyyide uygulamıyoruz. Çünkü bir program yayınlanmadan yapılan müdahalenin sansür olduğunu biliyoruz. Ve buna son derece karşıyız. Ancak yayınlandıktan sonra yapılan müdahaleler birtakım nedenlerle çok acele olamıyor, etkili olamıyor. Birçok yayın kuruluşu aslında böyle bir şeyi yapmak 82 istememelerine rağmen, bunun doğru ya da yanlış olduğuna dair bir ön uyarı olmadığından o yayını gerçekleştirebiliyorlar. Đşte bu izleyici temsilcilikleri müessesesi, yayın kuruluşlarının kendi içlerinde kuracakları bir öz denetim müessesesi, bir otokontrol müessesesi. Bu şekilde daha yayın olmadan, hatta yayın bize ulaşmadan, bir şikayet oluşmasına neden olacak izleyici karşısına çıkmadan izleyici temsilcileri aracılığıyla, yapımcılar, programcılar, sunucular neyin olması gerektiğini ya da neyin olmaması gerektiğini öğrenecekler. Bir çok olumsuzluk daha başlamadan bu şekilde bertaraf edilmiş olacak. Bu işi özgürlükleri artırdığı için son derece önemsiyoruz. Yayın kuruluşlarımız da bunu sahiplendiler. Ondan da son derece mutluyuz. Ben de bu soruyu sorduğunuz için size teşekkür ediyorum. En azından bunları tekrar açıklamak fırsatı buldum. Okur: Evet, sizin yaptığınız başka çalışmalar da söz konusu. Onlara da gireceğim. Örneğin, akıllı işaretler vardı, çocuklara yönelik olarak sizin açmış olduğunuz Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Đnternet sayfasında sadece çocuklara yönelik olarak açtığınız bir Đnternet sayfası da var. Çeşitli yarışmalar da düzenlediniz ama yeniden medya okuryazarlığına, bugünkü panele dönecek olursak. Sizin yabancı misafirleriniz de var bugünkü panelde. Şimdi 1970’li yıllardan başlayarak medya okuryazarlığı özellikle televizyonun çok başat bir unsur olarak dünya gündemine girmeye başladığı andan itibaren, özellikle 1970’li yılların başından itibaren böyle bir sıkıntı ortaya çıkmış ve çeşitli ülkelerde bu medya okuryazarlığı konusu gündeme atılmış. Örneğin Đngiltere’de, Kanada’da, Đskoçya’da, Avusturalya’da ve Amerika Birleşik Devletleri’nde geçtiğimiz yakın bir zaman dilimi içerisinde de Avrupa Birliği içerisindeki bazı ülkelerde bu konu üzerinde duruluyor. Şimdi bu ülkelerin geçmiş tecrübelerini inceleme olanağına sahip olabildiniz mi? En azından Türkiye’deki uygulamalara örnek olabilsin diye. Bugün davet ettiğiniz yabancı konuklarla bu konuda bir görüş alışverişiniz söz konusu oldu mu? Akman: Elbette, bu projeyi hayata geçirirken, ön çalışmaları yaparken, söylemiş olduğum gibi bu projenin uygulandığı ülkelerdeki çalışmaları dikkate aldık. Uzmanlarımız gittiler, görüştüler. Kitapları hakkında bilgiler aldılar. Buradaki özellikle akademisyenlerimizden ciddi manada yararlanıldı ve Milli Eğitim Bakanlığımızdaki uzmanlarımızdan ciddi katkı sağlandı. Bu panelden önce yabancı konuklarımızla bir araya geldiğimizde, biz onlara şunu söyledik: “Doğru siz yayın hayatına bizden önce başladınız. O manada birikimleriniz bizden fazla. Bu gerçek. Ancak biz de çok genç bir nüfusa sahibiz. Bu gençlerimizin, çocuklarımızın istekleri, beklentileri, etkilenmeleri var. Bu manada da bizim ciddi tecrübelerimiz var. Karşılıklı bir iletişim ve etkileşim içerisinde olursak tahmin ediyorum bir çok ülkeye katkı sağlayabilecek bir birikim ortaya çıkabilir.” Gerçekten bizim Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak geçtiğimiz günlerde hayata geçirdiğimiz RTÜK Çocuk Web sayfamızdan son derece etkilendiler. O sayfamızı şu anda 600.000 çocuğumuz ziyaret etti. 83 Tamamen interaktif bir site. Bütün çocuklarımız katkı sağlıyorlar. Daha medya okuryazarlığı projesiyle tanışmayan, böyle bir dersin varlığından dahi haberdar olmayan, çok değişik yaşlardaki evlatlarımız bu sayfaya girerek “Bilinçli bir televizyon izleyicisi nasıl olunur?” sorusunun cevabını çocuk yaşlarının o pedagojik şartlarını da dikkate alarak hazırlanmış o sayfadan öğrenebiliyorlar. O projemizi doğrusu ilk defa duymuşlar. Bugün çok fazla etkilendiklerini bize ifade ettiler. Okur: Sayın Akman, yeri gelmişken, Đnternet sayfanızın da adresini verir misiniz acaba? Belki haberi olmayan anneler, babalar, çocuklar buraya gireceklerdir. Akman: Bizim RTÜK web sayfamızdan girebilirler. Onun dışında da rtukcocuk.gov.tr’den de girebilirler. Okur: Evet efendim. Şimdi gelelim akıllı işaretler konusuna. Siz bunu yine bir basın toplantısıyla televizyonlarda uygulanacak olan bu sistemin, akıllı işaretlerin nasıl olacağını geçtiğimiz zaman dilimi içerisine deklere etmiştiniz. Fakat aradan bir zaman dilimi geçti. Yeniden bir açıklama yaptınız ve dediniz ki; “Televizyonlar yeterince bu kurala uymuyorlar. Gerektiği sürelerle bu işaretleri yayınlamıyorlar.” Tabi bu hepsi için geçerli değil, bazı televizyonlar için söylemiştiniz. Bu durum düzeldi mi efendim. Gerçekten bir diziyi ve filmi izlemeye başlamadan önce onun ne olduğuna ilişkin ekranın bir köşesinde verilen bu işaretler çok yol gösterici oluyor. Bütün anneler, babalar için özellikle de çocuklar için. Akman: Teşekkür ederim. Son bir araştırma yaptırmıştık. Bu araştırmanın sonucunu da önümüzdeki günlerde kamuoyuyla paylaşacağız. Bu akıllı işaretler koruyucu sembol sisteminin kamuoyundaki tanınınırlığı ve kabul edilmesiyle ilgili bir araştırma. Şunu çok açıkça ifade edebilirim ki; her yaş grubundaki vatandaşımız bu sembol sistemini benimsemiş ve beğenmiş. Bundan büyük mutluluk duyuyoruz. Tabi bunun bugüne kadarki uygulamalarında hassasiyetlerini esirgemeyen yayıncı kuruluşlar bu manada en fazla belki teşekkürü hak eden kesim oluyor. Sizin de ifade ettiğiniz gibi Ramazan Bayramı’ndan önce uygulamalarla ilgili yayın kuruluşlarımıza bir uyarı mektubu gönderdik. Bunun bir kısmı ihmalden, bir kısmı yeni karşılaşılan sorunlarla ilgili anında çözüm üretememekten kaynaklanan problemler. Biz biliyorsunuz, koruyucu işaretler sembol sistemini aşamalı olarak hayata geçirdik. Đlk önce ulusal karasal tüm televizyon kanallarımızda başladık. Ardından yerel televizyonlarımızda başladı. Son günlerde dijital platform işletmecisinin sahip olduğu televizyon kanallarında da başladı. Yaklaşık bir haftadır orada da sembol sistemi uygulanıyor. Tabi bu süreç ciddi manada eğitim gerektiriyor. Uzmanlarımız ilk önce ulusal kanallarımızın sonra yerel kanallarımızın yöneticilerini ve kodu diye nitelendirdiğimiz programlarla ilgili kodlamayı gerçekleştirecek arkadaşlarımızı eğittiler. Ancak bu eğitim 84 sonrasında uygulamada karşılaşılan sorunlar olduğunda da sürekli Radyo ve Televizyon Üst Kurulu olarak katkı sağlamaya devam ediyoruz. Şu anda tüm yayın kuruluşlarımız bunu kabullenmiş durumda ve uygulamadan onlar da hoşnut. Çünkü pozitif yansımaları bize ulaştığı kadar onlara da ulaşıyor. Ancak önümüzdeki günlerde ilgili yönetmeliği yayınladığımızda bu manada ihmali olan yayın kuruluşlarımıza müeyyide uygulama ikmânı da olacak. Ancak ben şahsen şu ana kadar ki uygulama ve sahiplenmeyi göz önüne aldığımda belki hiç müeyyideye ihtiyaç kalmadan bu sistem sıhhatli bir şekilde yürüyecek. Söylemiş olduğum gibi gerçekten bu çalışmayı hayata geçiren Radyo ve Televizyon Üst Kurulu oldu belki ama bunun uygulanmasında özveriyle çalışan ve gayret eden yayıncı kuruluşlarımız en çok teşekkürü hak eden kesim. Bir kez daha onlara teşekkür etmek istiyorum. Okur: Sayın Akman, biz de size teşekkür ediyoruz. Bir panelin içinden çıkarttık sizi ve yaklaşık 25 dakika bizimle birlikte oldunuz. Ama bunlar da çok önemli konular. Đzleyicilerimize en azından kısa da olsa bilgileri sizin ağzınızdan aktarmış olduk. Kolay gelsin diyorum efendim. Đyi günler. Akman: Çok teşekkür ediyorum efendim, ben de iyi günler diliyorum. 85