baldan tatlı sözler - sosyal doku derneği̇
Transkript
baldan tatlı sözler - sosyal doku derneği̇
BALDAN TATLI SÖZLER -2- Nureddin Yıldız hocaefendinin Sosyal Doku Derneği‟nde 27 Ocak 2008 tarihinde yaptığı (30.) Hayat Rehberi sohbetidir. 1 Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdüli‟llahi Rabbi‟l âlemin ve sallallahu ve selleme âla seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmaîn. Aziz kardeşler, değerli dostlar, Allah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi, „‟Rahmetellil âlemin‟‟ olarak gönderdi. O bütün âlemlere rahmettir. Ne kadar âlem varsa; insanlar bir âlem, cinler bir âlem, hayvanlar bir âlem, cemadat bir âlem. Âlem dolu her yer. Allah, onu hepsi için rahmet kaynağı olarak gönderdi. Tıpkı her sabah güneşi insanlara enerji ve ışık kaynağı olarak gönderdiği gibi... Nasıl her sabah güneş doğuyor; insanlara ışık kaynağı oluyor, enerji kaynağı oluyor? Aynı şekilde Allah, Muhammed aleyhisselamı bin dört yüz senedir rahmet kaynağı olarak gönderdi. Ancak kapalı perdelerin arkasında güneşin ışığından istifade edilmediği gibi, kazılmamış, ekilmemiş tarlaya, güneşin bir yararı olmadığı gibi „‟Rahmetellil âlemin‟‟ olan Muhammed aleyhisselamın rahmetliğinden istifade edebilmen için; tarlan ekili olması lazım, tohumunun atılmış olması lazım, senin ona doğru koşuyor olman lazım. O ölmüş birisi için „şefaat ya Resûlallah‟ demekle kimseye şefaat etmiyor. O, nasıl bir rahmettir? Onun rahmetliğinden nasıl istifade edilir? Bunu ashâb-ı kirâm göstermiştir. Peşinden gidilerek, sünnetine uyularak yaşanıldığı zaman kendiliğinden rahmet olur. Onun sünneti ve onun mirası ilgi ile izlenilmediği zaman, Müslüman otururken; „‟Resûlullah aleyhissaletü vesselam şöyle otururdu.‟‟ diyemediği zaman, yemek yediğinde „‟O şu eliyle yemek yerdi, yemeğe şöyle başlardı.‟„ yürürken ‟‟Resûlullah şöyle yürürdü.‟‟ diyemediği zaman, „‟Resûlullah iki rekât namazı nasıl kılıyorsa bende öyle kılarım.‟‟ dediği gibi „‟Resûlullah düğünleri şöyle yapardı ben de öyle yapayım‟‟ diyemediği zaman „‟Rahmetellil âlemin‟‟ olsa ne olur insanlık için zahmet olsa ne olur? Onun ilgi alanına dolayısıyla onun rahmet alanına girmek gerekiyor. Onun için bir kitle, bir nesil ne kadar hadis bilirse, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin sözlerinden ne kadar bilir ve onu ne kadar pratiğe dökerlerse, o ümmet o kadar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin rahmetinden istifade ederler. Dikkat ediniz; belli merkezler sinsi bir şekilde Peygamber Efendimizi tarihte önemli bir şahsiyet haline getirmek istiyorlar. „‟Çok değerli bir insandı. Çok güzeldi‟‟ diyorlar. „‟Doğduğunda istediğiniz kadar kutlama yapın, biz de bunu destekleyelim‟‟ diyorlar. Filanca yılının en muhteşem insanı seçtiğin zaman bundan alınmıyorlar. Yeter ki onun misvakı senin cebinde görülmesin. Yeter ki, „‟Bu sünnettir.‟‟ diye onu yapmaya kalkma. Filan gün onun doğum günüdür, kutla kutlayabildiğin kadar. Doğduğunu kutla ama Medine‟de yaptıklarına karışma! Çiçek sevmeye, ağaç sevgisine, hayvanlara şefkate ait ne kadar hadis-i şerifi varsa, onu al. O zaman peygamber güzel! Ama „‟Böyle yapın, şunu yiyeceksiniz, bunu yemeyeceksiniz.‟‟‟ diye talimat verip, hayatımızı renklendirmeye ve şekillendirmeye başladığı zaman çöl bedevisi oluyor. Hani bu güzel peygamberdi. Hani bunun için şiirler dizmiştiniz. O hangi güzel peygamberi istiyorlar? Peygamber aleyhisselam efendimizi Medine‟de güzel sözler söyleyip gitmiş, kimseye karışmamış, sessiz sedasız bir köy imamı 2 gibi istiyorlar. Bunun için de tam üç yüz senedir Avrupa merkezli bir çalışma ile Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin hadis-i şeriflerini „yeryüzünde var ama kullanılmaz değerler‟ haline getirilmeye çalışılıyor. Bu Maalesef bizim topraklarımızda da meyve vermeye başladı. Sakallı insanlar, cami görevlileri, milletin önüne geçip namaz kıldıranlar bile hadis-i şerifleri, takvim yapraklarındaki atasözleri gibi görmeye başladılar. Müslümana „‟Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem konuşuyor.‟‟, „‟Onun ashabı anlatıyor.‟‟ bile diyemiyorsun artık. Cevap veriyor sana. Bu zayıftı, bu şişmandı diye ayırmaya başlıyor. En zayıf hadis, bundan bin iki yüz elli sene önce yazılmış. Bu ne demektir? En zayıf dedikleri hadis, en kötü ihtimalle bu, iki yüz elli sene önce tahribat görmemiş Müslümanlardan birine ait bir sözdür. Peygambere ait değilse bile en kötü ihtimalle filan Allah dostuna aittir, filan sahabiye aittir, filan tabiine aittir. Bugünkü beşeri sistemlerin eğitim mekanizmasında kavrulup, beyni bulanmamış insanlardan birisine aittir. Bu Allah‟ın kitabına aykırı değilse, insan aklına aykırı değilse bununla ne mücadele ediyorsun. Kaldı ki bizim ümmetimiz diğer ümmetler gibi peygamberinin mirasını çarçur etmedi. Sadece yüz yirmi dört bin peygamberden bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin konuştuğu sözleri, yaptığı hareketleri, bugün, o günkü şartlarda kameraya alınmış gibi bize ulaştı elhamdülillah. Onun şemaili şerifi kaşları, dudakları, sakalı şerifine varıncaya kadar sanki bir ressam çizmiş sanki kamerayla çekilmiş gibi bize tasvir edilip ulaştırıldı. Allah onlarda razı olsun. Kardeşler şunu kesinlikle zihnimize koymamız gerekiyor. Biz Efendimiz sallallahu aleyhi ve selleme bağlandığımız kadar Müslümanız. Çünkü Allah Kur‟an‟ında „‟Eğer Allah‟ı sevdiğinizi iddia ediyorsanız, peygambere uyacaksınız.‟‟ buyuruyor. Peygambere uymak ne ile olacak? Peygambere bağlı olmak „‟Allah‟ı seviyorum.‟‟ olacak. Peygambere uymak! Elektronik bir bağlantı mı kuracağız, defterine adımızı mı yazacağız? Hayır. Sünnetine uyarak. Sünnetine uymak da onun hadis-i şeriflerini bilmek ve onunla amel etmekle mümkündür. Geçen haftaki dersimizde yedi tane hadis-i şerifini okuduk ve onları hayatımıza nasıl uyarladığımızı konuştuk. Bugün de bazı hadis-i şeflerini okuyacağız. Böylece peygamber aleyhisselam Efendimize nasıl bir bağlantı kuracağımızı göreceğiz. Allah‟ın „‟rahmetellil âlemin‟‟ olarak gönderdiği peygamberin o rahmet deryasından bir bardak da biz nasıl alacağız bunu göreceğiz. Kardeşler şunu yapmaya kalkmayalım. Peygamber aleyhisselam efendimizin yaklaşık kırk bine yakın hadis-i şerifi var. Bugün karar verdik öğleye kadar bunların bir CD‟sini alıp ikindiye kadar da pratiğe dökeceğiz. Bu iyi bir şeytan tuzağıdır. Böyle hayat olmaz ki. Nasıl; doğdun üç kilogramdın, bir bardak süt, iki bardak süt; bugün seksen kilogram oldun. Bedenin nasıl büyüdüyse Müslümanlığını da böyle büyüteceksin. Annenin o yarım bardak sütünü emmeseydin, onu istifra etseydin o zaman büyüyemeyecektin. Yarım bardağı küçük görme; kemik olur et olur, kan olur damar olur. Bin tane hadis-i şerifi pazartesi, binini de salı; yirmi günde bütün İslam tamam! Bu yanlış bir taktiktir. Böyle olmaz. Ne yapacağız? Bugün bir hadis-i şerif okuduk onu evimize uyarladık. Bu hadise göre bir eksiğimiz var mı? Yok. Elhamdülillah. Geç. Diğer hadis-i şerife geçtik. Bir, bir, bir derken, bir gün Allah‟ın izniyle adı sahabi olmayan makamı sahabe gibi 3 olan Müslümanlar haline geliriz. Çünkü onlar da kayıt yaptırıp sahabi olmadılar. „‟Ben kayıt kendimi yaptırıyorum.‟‟ demediler. Teslim oldular, teslimiyetlerini ömürlerinin sonuna kadar belgelediler, eğik bükük çizgiler çizmediler, itiraz etmediler ve Allah onlardan razı oldu. Biz de aynı siyaseti uygulasak; bugün duyduğumuz hadis-i şerifi bugün uygularız. Yarın duyduğumuzu yarın uygularız. Anlayamadığımızı, takıldığımızı bizden üstün birisine sorarak „‟bu konuda ne yapacağım‟‟ deriz. Bir iki üç derken; elhamdülillah Allah‟ın dini kolay, Allah bizim için zorluk istemiyor kolaylık istiyor. Bu kolaylığı biz, uyguladığımız kadar kendi menfaatimizi kendi kazancımızı büyütmüş oluruz inşallah. Demek ki bir defa; üç yüz altmış beş günde, -bir gün iki gün hastalık sıkıntı kaza bela sayalım- insan en azından her yıl üç yüz hadis okusa, bu ne demektir biliyor musunuz? Dört yıl sonra bir Riyazu's Salihîn kadar hadis-i şerif kültürü olmuş demektir. Riyazu's Salihîn isimli kitap, yaklaşık yedi yüz senedir ümmeti Muhammed için yeterli hadis dokümanı demektir. Bir Müslüman, Riyazu's Salihîn kadar Müslümanlık yaşıyorsa sahabi gibi yaşıyor demektir. Evet, daha fazla hadis-i şerifler var. Daha çok hadis-i şerifler var. O, uzmanlık için. Daha derin ilimlere girmek için. Hadis-i şerifleri titiz ve ciddi bir şekilde okumak üç dört yıl sonra ashabın bildiği her şeyi bilmek demektir. Hafız ya da hacı-hoca olmasan bile ashâbı kirâm kadar bildiğin için ashâb-ı kirâmın gittiği yolda gitmiş olursun. Kardeşler, Kâfirler, bu dinin dışarıdaki ve içerideki düşmanları, dikkat edin Kur‟an‟a dokunmuyorlar. Dokundukları şey hep hadis-i şeriflerdir. İki şeyden dolayı Kur‟an‟a dokunmuyorlar. Birincisi; Kur‟an‟la uğraşan hemen tepki görüyor. Kur‟an‟ın altındaki yatağa çekmek istiyorlar. İkincisi; bir Müslüman, Kur‟an-ı Kerim‟i baştan sona kadar uygulamaya kalksa namaz dâhil olmak üzere iyi bir Müslüman olacak malzeme bulamaz. Onu bulacağı seviyeye gelince yüz yirmi yaşına gelmiş olur. Çünkü Kur‟an-ı Kerim, ham maddedir. Onun kutulara konmuş, pratik şekli hadis-i şeriflerdir. Kur‟an Allah‟ın Levhi Mahfuz‟da yazdığı kitabıdır. Allah Teâlâ onu Peygamberinin lisanında anlaşılacak hale getirdi. Peygamberi de bize Kur‟an‟ın anlaşılacak şeklini söyledi. Şimdi burada şu anlamı çıkarmayı da istemiyorum; „‟Kur‟an‟ı boşuna okuma, hiçbir şey anlamazsın‟‟. Hayır. Mesela; Kur‟an-ı Kerim Allah Teâlâ‟nın rahmetinin çok olduğunu anlatıyor. Mesela; birinci ayette „‟Hamd âlemlerin Rabb‟ine aittir‟‟ diyor. Ama „‟Hamd âlemlerin Rabb‟inedir‟‟ sözünü ne yapacaksın. Zarfa yazıp muska olarak mı takacaksın. Ne oldu şimdi. Tamam, Hamd âlemlerin Rabb‟inedir. Hep beraber bunu üç defa diyelim. Ama Peygamber aleyhisselamın önüne oturduğun zaman ne diyor? Yavrum „‟Bismillah‟‟ de önünden ye, kalkarken de „‟Elhamdülillah‟‟ de diyor. Hamd böyle yapılıyormuş demek ki. Kur‟an-ı Kerim bir hazine. Kardeşim biz abdesti öğrenene kadar on sene geçti. Kur‟an-ı Kerim‟deki her şey için on sene ararsak bize bin sene lazım. Biz yaşadığımız şu hayatta âlim olma yolunda bir yatırım yapmadığımıza göre; esnafız, sanayiciyiz veya başka bir işle meşgulüz bize pratik malzemeler lazım. Benim hemen ne yapacağımı öğreniyor olmam lazım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim hemen ne yapacağımı söyledi öyle gitti. Hadis-i şerifler de bu demek. Elhamdülillah imanımız budur. Allah bu imanımızı son nefesimize kadar korumayı bize nasip eylesin. 4 Şimdi hadis-i şeriflerden okumaya devam ediyoruz. Sekizinci hadis-i şerifimizi okuyoruz ve hemen ne yapacağımızı bu hadis-i şeriften öğreniyoruz. Aişe radıyallahu anha şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki şeyden birini yapma konumunda serbest bırakıldığı zaman günah olmadığı takdirde mutlaka onların en kolayını seçerdi.” Dikkat ediyoruz. Aişe annemiz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin taktiğini söylüyor. İki işten birini yapması mümkün. İkisi de günah değil. İkisi de Allah‟ın emri. Hangini yaparsa onu tercih etmiş olacak. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem neyi tercih ediyormuş? Kolay olanını. „‟Ben illa zorunu tercih edersem!‟ Elbette günahın olmaz, ama Peygamber taktiği dışında bir taktik uygulamış olursun. Misal; yemin ettin keffaret için on fakiri doyurman lazım. Ne ile doyuracağız peki? Lüks bir lokantaya mı götüreceğiz? Hayır. Fitre miktarı doyuracağız. Bir dilim ekmek veya bir somun ekmek, yanında da yarım gram zeytin katığı. Bu fakir yiyeceği. Bundan on tane verdin mi yemin kefaretini ödemiş olursun. Peki, „‟ben bunlara kebap yedireceğim.‟‟ dersen bu Peygamber tercihi değil. Tamam, o da olabilir ama kolay olanını tercih et. Bu her şeyde böyledir. “Yapılacak şey günah ise ondan en uzak duran kendisi olurdu.” Ama kolay değil de söz konusu günah bir işse ona el tutmuyor. “Allah‟ın yasakları çiğnenmediği sürece şahsı adına hiçbir şeyden intikam almamış, Allah‟ın yasağı çiğnenmişse onun cezasını mutlaka vermiştir.” Peygamber aleyhisselamın bu son taktiği nasıl? Şahsı için intikam almıyor ama dini için hiç affetmiyor. Müslüman nasıl bir politika izlemesi gerekiyor? Çocuk hata yaptı. Evdeki filan dolabı devirdi. İçinde ne kadar çeyizden kalma nişandan kalma kavanoz varsa hepsi gitti. Bir böyle olay oldu bir de çocuk sabah namazına kalkmıyor. Baliğ olmuş hâlâ namaza kalkmıyor. Peygamber aleyhisselam birincisinde ne diyor? „‟Çocuktur görmeyin gitsin‟‟ diyor. İkincisinde „‟Namaza kalkacaksın.‟‟ diyor. Çünkü biri Allah‟ın hakkı biri vazonun hakkı. Şimdi nasıl arkadaşlar? İşte sünnete göre nasıl yaşayacağız? Bundan sonra taktiğimiz bu olacak. Yirmi senedir hatıra olarak sakladığımız şeyi kaybettin. „‟Bizim mi bu? „Bizim.‟‟ Taktiğimiz ne? „Boş ver gitsin.‟ „Allah‟ın hakkı‟; o zaman boş vermek senin hakkın değil. İş Allah‟a ait oldu mu sen Allah Teâlâ‟nın af memuru değilsin. Allah‟tan taviz alma. Kolayı tercih et ama hangi kolayı? Haram olmayan kolayı. Günah olmayan kolay şeyi tercih et. İş cezalandırmaya, intikam almaya geldi mi sana ait olanı bırak, Peygambere uymuş ol. Allah‟ın hakkından satıp durma, Peygambere uymuş ol. Bunu da Buharî ve Müslim‟in rivayet etmiş olduğu bu mübarek hadis-i şeriften öğrenmiş olduk. Bundan sonraki taktiğimiz, hayat mücadelemiz böyle devam edecek. Şimdi kardeşler; Belki de bir çocuğa söylenecek en muhteşem en muazzam sözlerden birisini Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem amcasının oğlu İbn-i Abbas‟a söylerken dinleyeceğiz. Çocuk hangi taktikle yetiştirilmeli? Efendimiz biraz sonra dinleyeceğimiz dokuzuncu hadis-i şerifi söylemiş olduğu zaman altmış yaşlarındaydı, dinleyen ibn-i Abbas‟da on üç on iki yaşlarındaydı. Henüz buluğ çağına gelmemiş, ağzı süt kokan, tüyleri bitmemiş bir çocuktu. Ve İbn-i Abbas, bu sözleri naklettiği zaman da elli yaşındaydı. Peygamber aleyhisselam efendimizden kırk sene sonra „‟Bana böyle nasihatlerde bulunmuştu.‟‟ diyor. Burada birinci öğreneceğimiz şey; Efendimiz aleyhisselam bir çocuğu karşısında nasıl muhatap olarak alıp 5 ne enteresan şeyler konuşuyor. Onun cümlesine başlarken nasıl başlıyor. Ona ağır konuları nasıl özetliyor. Ve çocuktan ne bekliyor. Ne olmasını istiyor. Bunu, hep beraber göreceğiz. Bu da bütün anne ve babalarının çocuk yetiştirmekteki malzemesi, usulü, taktiği olacak. Demek ki Sadece bu hadis-i şerifte geçen konular değil herhangi bir konuyu da bu şekilde çocuklarımıza izah ediyor olmamız lazım. Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: “Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin devesinin terkisinde oturuyordum.” Yani devenin arkasına oturtmuş. Develer ya bir kişilik ya iki kişiliktir. Arkasının ikinci insanın oturmasına müsait develer var bir de küçük minik bir kişinin oturması mümkün develer var. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir gün devesiyle bir yere giderken devenin arkasına almış hem onunla beraber gidiyor, hem de bakın ona neler söylüyor. Bir yere gidiyorlar gidiş esnasında yoldaki vakti değerlendiriyor. Amcasının oğluna, ona iman etmiş küçük sahabeye nasihatlerde bulunuyor. “Yavrucuğum sana bazı kaideler öğreteyim‟‟ dedi ve şöyle buyurdu; „‟Allah‟ın buyruklarını gözet ki Allah da seni gözetip korusun.” Allah‟ın seni korumasını istiyorsan, sen de onun sözünü dinleyeceksin. Demek ki deprem oldu, akşamında dua etmene gerek yok. Deprem akşamı dua etmek için sallanmamış olman lazım. Allah‟ın namaz emrine aykırı davranmaman lazımdı ki namazdan sonraki dualarınla Allah sana yardım etsin. Tekrar cümleyi okuyoruz. “Allah‟ın buyruklarını gözet ki Allah da seni gözetip korusun.‟‟ „‟Allah‟ın rızasını her işte önde tut ki Allah‟ı önünde bulasın.” Aradığın zaman „‟Rabbim, ya Rabb‟im‟ demen için Allah seni her zaman onun ismini üstün tutuyorken görmesi lazım. Düğün yapıyorsun düğün bittikten sonra imam çağırıp o düğündeki çirkinlikleri şöyle bir çarşafla örtmesi için bir dua yaptırıyorsun. Düğün bitmiş, herkes yorulmuş, dinlenmesi lazım bir duayla iş bitiyor. Bunu melekler görmüyorlar, bunu üstün körü kapattığınızı zannetme. Düğününde düğün yaparken; Allah‟ın kurallarını, ayetlerini Peygamberin hadislerini ön plana çıkaracaksın ki o düğünden bereket göresin, o düğünün ürettiği çocuklardan hayır göresin. Lanetli bir şekilde düğün yapmışsın. Ondan sonra çocuğun oluyor, onu sünnet ettiriyorsun, dua ettiriyorsun, çocuk âlim olacak! Öyle değil. Nasıl ya? Allah‟ın rızasını her işte önde tut. Allah‟ı önünde bulursun. “Bir şey isteyeceksen Allah‟tan iste. Yardım dileyeceksen Allahtan dile.” Bu taktik çok önemli kardeşler. On yaşında söylediğine bakın. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem dik duran, insanoğluna tenezzül etmeyen elini uzatmayan, acısından ölse bile acıdı demeyen insan yetiştirmek istiyor. Peki, ben şöyle bir fetva sorayım. Bayramlarda çocuğun eline bir poşet verip yaşlıları dolaştırmak bu hadise uygun mu? Hadise uygun değil. Haram da değil ama. Günah da değil. Ama o çocuğu bayramı sevdireceğiz diye dilendirmeye alıştırdığımızı unutturmalıyım. Çocuk bu sefer „‟Selamünaleyküm‟‟a beş lira değer biçiyor. „Aleykumselam‟ da beş lira; on lira ediyor. Çocuk bayramda „‟Dedemlerle beraber kaç kişiye gideceğiz?‟‟ diyor. Yirmi kişiye dediğinizde„‟Demek yüz lira toplayacağım.‟‟ diyorsa; bırak bayramı sevdirdik filan, bırak o edebiyatı kardeşim. Bayramı sevdirmiş. Bayramı sevdirme 6 usulü bu değil. Kardeşim sen bayramı para bayramına çevirdin. O zaman sen her aybaşı bayram yaşıyorsun demektir. Hayır, çocuklarımızı daha beş yaşından itibaren elinde poşet, el öpücü memurlara çevirmeyelim. Bel bükmeye alışmasın çocuklar. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem „‟İsteyeceksen Allah‟tan iste, kimsenin önünde eğilme.‟‟ diye nasihatini yapmıştı. Bu bizim çocuklarımız için geçerli mi? Bizim çocuklar için çok daha fazla geçerli. Kardeşler Şu cümlelere dikkat edin on yaşındaki çocuğa neler deniyor? “Bil ki; bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar ancak Allah‟ın senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Ve bütün ümmet sana zarar vermeye kalksa ancak Allah‟ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem yazmış olup, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. Bundan sonra kaderde herhangi bir değişiklik söz konusu değildir.‟‟ İman bu. Efendimiz aleyhisselam bunu öğretiyor. Bütün dünya bir tarafsa; „‟Yavrum İbni Abbas diğer tarafta durmaya korkma.‟‟ diyor. Kardeşler, bu sözü duyduğunda kaç yaşındaydı demiştik. On iki, on üç. Kesin bir bilgimiz yok. Hazreti Ali Efendimiz radıyallahu anh on beş bin kişilik eşkıya gurubu tarafından -hariciler denilen bir grup tarafından- kuşatma altına alınmıştı. Daha önce onun adamıydılar. Serseri takımı olduğundan, köpek acıkınca sahibini yemeye başladı. Serserinin en güzel örneği Ali radıyallahu anhı şehit eden insanlardır. On beş binlik bir çete… „‟Ali bize elçi falan göndermesin onu da öldürürüz‟‟ diye yaver göndermişler. Hazreti Ali Efendimiz kendi gidecek. Etrafındakiler „‟Bu delilerle görüşülür mü konuşmaya gidilir mi?‟‟ diyorlar. Birini gönderiyor öldürüyorlar, birini gönderiyorlar öldürüyorlar. Kimse de gitmiyor. Muasara uzadı, din bundan zarar görüyor. Savaş kötü duruma düştü. İbn-i Abbas ayağa kalkmış „‟Ben giderim Ya Emire‟l Mü‟minin‟‟ demiş. O da demiş ki; „‟Sen Resûlullah‟ın amcasının oğlusun, başımızı belaya sokma.‟‟ demişler. O zamanlar elli iki elli üç yaşında olan İbni Abbas radıyallahu anh; „‟Arkadaşlar ben çocukken Resûlullah bana on beş bin kişi değil bütün insanlık bir tarafta olsa korkma demişti. Ben korkmuyorum giderim‟‟ demiş. Eğitim bu işte. İlk gün „‟Aman kimseye karışma aman şurada dur, burada dur.‟‟ lafları elli sene sonra ceketini düğümlemiş yağcı bir memur çıkarıyor. Sen patron işten atar diye cuma namazı bile kılamayan ödlek Müslüman yetiştiriyorsun. „‟Yavrum imtihandan sonra yakındaki camide kılarsın‟‟ değil „‟ Oğlum „namaz!‟ ve „dünya!‟ tamam mı?‟‟ desene. Adam fetva soruyor. Cuma namazına patronu izin vermiyor. „‟Üç cuma oldu kılamadık bir tehlikemiz var mı?‟‟ Dünyada başka iş kalmadı ya. Kıtlık, selef, sefalet; o işten çıkarsa aç kalacak. Bu eğitim ne zaman yapılıyor? On yaşındayken beş yaşındayken. Futbolu ne zaman seviyorsa çocuk, cihadı da o zaman seviyor. Çocuk ne zaman futbolperest oluyorsa o zaman mücahit oluyor. Kafa futbolla doldu mu Kur‟an‟a yer kalmıyor. Çocuğun kafası çizgi filmlerle doldu mu hayatın gerçeğiyle hiçbir bağlantısı kalmıyor. Kafa sınırsız değil ki; sınırlı. O sınırı çok basit şeyler doldurunca ciddilere yer kalmıyor. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İbni Abbas‟ın kafasını bu imanla doldurunca, on beş bin silahlı adamın önüne silahsız gitti. Selam verdi. „‟Ne cesaret geldin.‟‟ dediler. „‟Konuşmaya geldim.‟‟ dedi. „‟Otur konuşalım.‟‟ dediler. Olayı bitirip geldi. Hiçbir şey de olmadı. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; ona ne demişti „‟Allah yazmadıysa sana bir şey yapamazlar.‟‟ Kardeşim Korkma ya! Allah yazmadıysa, bütün insanlık „‟Bunu 7 istiyoruz.‟‟ dese de seni bir yere tayin ettiremezler. Ama bu bir iman meselesidir. İnşallah hem bu düzeyde bir imana kavuşacağız hem de mesulü olduğumuz yavrularımızı bu kalitede yetiştireceğiz. „‟Korkma oğlum korkma! Ne Amerikası? Allah‟ın köpeği, şimdi sokağa saldı, merak etme onu dilediği zaman bağlar.‟‟ diye iman ediyoruz olmamız lazım. Bu hadis-i şerifi başka bir zamanda İbn-i Abbas şu şekilde devam ederek anlatmış: “Allah‟ın emir ve yasaklarını gözet onu önünde bulursun. Bolluk içinde iken emirlerine bağlı kalmakla sen Allah‟ı tanı ki o da darlığa düşünce kurtarmak suretiyle seni tanısın.” Keyfin yerindeyken hatim okuyor muydun sen? Yok. Hastalanınca ne hafız çağırıp okutuyorsun; seni kurtarsın diye. C vitamini çok faydalı; grip olunca fayda veriyor mu? Grip olan bir kasa portakal yese şifa buluyor mu? Sen keyfin yerindeyken televizyonu kapatıp bir sayfa Kur‟an okuyor muydun? Yok. Şimdi nereden çıktı bu? Dara düştün „‟Ya Rab getir kitabını.‟‟ Hayır, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öyle öğretmemiş. Nasıl öğretmiş? “Bolluk içinde iken emirlerine bağlı kalmakla sen Allah‟ı tanı ki o da darlığa düşünce kurtarmak suretiyle seni tanısın. Bil ki senin hakkında yazılmamış olan şey başına gelmez. Sana takdir edilen de seni atlayıp başkasına gitmez.” Allah sana yazdıysa bunu; bu cezayı yiyeceksin, bu bela başına gelecek, bunu hiç aşamazsın. “Bil ki zafer sabırla, sevinç üzüntüyle kolaylık da zorlukla birliktedir.” Bir şey yapmak istiyorsan onun acısına da katlanacaksın. Gülmek istiyorsan ağlamaya hazır olacaksın. Kardeşler ne kadar güzel nasihatler yapmış. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbı kirâmı böyle yetiştirmiş. Evet, onuncu hadis-i şerife geçiyoruz: Ebu Said el-Hudri radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah onu sizin kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının. Kadınlara kapılmaktan korunun. Çünkü İsrail oğullarının ilk fitnesi kadınlar yüzünden çıkmıştır.” Kardeşler, bir sahabi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden yardım istemiş. O da buyurmuş ki; „‟Bahreyn tarafından gelecek bir mal bekliyorum. O gelince sana veririm.‟‟ buyurmuş. Adam İki de bir geliyor: „‟Geldi mi ya Resûlallah geldi mi?‟‟ Nihayet bir gün haber gelmiş ki Bahreyn‟den kervan gelmiş. Oda gelmiş mescidin önünde bekliyor. Daha tutanaklar tutulacak, mal teslim alınacak. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, adamın bu haline bakmış ki; adam riskli bir iş yapıyor. Ona o sözü verdiği için de gelen maldan ona da pay verecek. Bakın, dikkat edin; dünya tatlıdır, yeşildir, caziptir. Dünya çok hoş durur. Her tuzak böyledir zaten. Şeytan koca bir kanca gösterse; „‟Bununla seni bağlayacağım.‟‟ dese kim yaklaşır şeytana? Güller çiçekler gösterecek ki arkadaki kancayı gizlesin. Şeytan dünyayı çok süslü gösteriyor. Allah da öyle yaratmış. Aman dikkat edin dünya bir tuzaktır. Öyle bir tuzak ki o olmadan da olmuyor. Zaten böyle olduğu için tuzak. „‟Ben bu dünyayı istemiyorum.‟‟ diyerek intihar etsen cehenneme gireceksin. Efendimiz aleyhissaletü vesselam „‟Dünyada olacaksın 8 ama aldanmadan kalacaksın.‟‟ diye uyarmış. Aynı şekilde „‟kadınlara dikkat edin kadın da İsrail oğlunun düştüğü ilk tuzaktır.‟‟ buyurmuş. Her halükarda dünya tuzağı malı temsil ediyor. Kadın tuzağı şehveti temsil ediyor. Sadece kadını kast etmiyor. Kadınların içinde de bakıldığında erkek tuzaktır. Erkeğin gözünden bakıldığından da kadın tuzaktır. Biz, birbirimizin tuzağıyız. Bu tuzaktan kurtulmamız onu tanımamızla ve onun dengesine dikkat etmemizle mümkündür. Bu nedenle kardeşler, şu onuncu hadis-i şerifi şöyle büyütüp evimize girerken -kapıda hani yazıyor ya on numara, yedi numara diye- kapı numarası gibi yazacağımız şekilde ezberlememiz lazım. Kredi alma ihtiyacı hissettiğinde bu hadis-i unutma. Kredinin aciliyeti dünyanın tatlılığından geliyor. Borç alırken unutma. İnfak etmekten kaçınırken unutma. Zekât verirken unutma. Genç insan; bayan veya erkek cinse gözün takıldığı zaman unutma! İsrail oğulları da ilk defa böyle batağa düşmüşlerdi. Bir insan evli, çoluk çocuğu var. „İkinci hanım‟ diye bir kelime ağzından çıkmaya başlayınca hemen buna dikkat etmesi lazım. İsrail oğulları da böyle batmışlardı. Allah niye haram etmedi peki? Seni denemek için. Seni bu tuzağa çekiyor şeytan, zaten kadını da o tuzak için uygun hale getiriyor. Kardeşler Her halükarda para yani paranın temsil ettiği mal ve kadın konusunda Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem üzerine düşeni yaptı. Uyardı. Ne buyurdu? „‟Dünya tatlı göz kamaştırıcı ve çekicidir. Dikkat edin tuzağa düşürmesin.‟‟ dedi. Ama Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem o adama da istediği kadar parayı verdi. Çünkü istiyor. İsteyen alır. Aldı. Anladı ki o adamın ayağı kayacak; onu uyardı. Çünkü borç istiyor. Daha malın gelmesini beklemeden gitmiş mescidin kapısında bekliyor. Mescitte namaz için beklenir. Para için bekledin mi Peygamber seni böyle uyarır işte. Bu hadis-i şerifin bize yönelik bölümü var mı? Yönelmemiş bölümü var mı! Ebu Hureyre radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Bir uyarısını daha görüyoruz. Bir baba, müşfik bir dede olan Peygamber ümmetinin cehenneme girmemesi içinuyarıyor. Ne yapacaktı başka? Cehennemde yanmamak için yanmaz gömlekler mi dağıtacaktı bize. Ne yapacaktı? Uyaracaktı. Burada „‟Yedi şeye dikkat edin.‟‟ diyor. Çok insanın ayağının kayacağı yedi şey vardır. Bunlara bakalım; nelermiş: “Yedi engelleyici şey gelmeden önce iyi işler yapmakta acele ediniz. Yoksa gerçekten siz unutturan fakirlik, azdıran zenginlik, her şeyi bozup perişan eden hastalık, saçma sapan konuşturan ihtiyarlık, ansızın geliveren ölüm, gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi deccal belası, en müthiş ve en acı olan kıyametten başka bir şey beklediğinizi mi zannediyorsunuz.” Burada neler sayıyor arkadaşlar? Fakirlik, zenginlik, hastalık, ihtiyarlık, ölüm deccal ve kıyamet. Yedi felaket kapımızda bekliyor. Bizim her an bunlardan bir tanesiyle karşılaşmamız mümkün. Her an fakir olabilirsin. Fakirlik kadar bela; her an zengin olabilirsin. Zenginlik şımartıyor ve helak ediyor. Bütün hayallerini suya düşüren bir hastalıkla karşılaşabilirsin. İhtiyarlayınca çoluk çocuğun önünde tiyatro konusu olacak kadar komik olabilirsin, dikkat et. İhtiyarlığına bir şey sarkıtma. Hac edeceksen vaktinde et. Allah için bir infak yapacaksın genç iken yap bunu. İhtiyarken onun bunun başına bela olursun. 9 Aynı şekilde ölüm an ve an kapında bekliyor. Ve kardeşler; bir deccal belası da karşımızda duracak. Allah, o günü görmeden huzuruna gitmeyi hepimize nasip etsin. Deccal kıyamete yakın çıkacak. Amerika‟nın canlı şekli. Amerika‟yı canlanmış mahlûk olarak düşünün. O şekilde insanoğlunun cehenneme girmesi için Allah tarafından yaratılacak. Bu azmaların ve Allah‟ın şeriatını yok saymaların karşılığı olarak da Allah onu bir balyoz, kuduz bir köpek gibi insanlığın başına sürecek. Ashâbı kirâm, bu deccal fitnesinden o kadar korkmuşlar ki bir tanesi diyor ki; „‟Yani Medine‟de bir sokaktan çıkarken karşıma çıkacak zannettim. O kadar uyardı bizi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem o kadar uyardı.‟ Büyük bir fitne. Sağ elini çıkaracak; insanlara „‟bakın‟‟diyecek. Bakacaklar cennet görünüyor. Sol elini gösterecek cehennem görünüyor. İnsanlara böyle olağan üstü, harikulade desteklerle davetiye çıkaracak. Ve neuzibillâh kitle kitle insanlar onun cennetine girecekler arkadaşlar. Çok büyük bir felaket. Kıyamet alametleri ile ilgili bir ders yapacağız. Bu deccal konusunu o güne erteliyoruz arkadaşlar. Asıl felaket kıyamet felaketi. Herkesin çaresiz Allah‟ın huzuruna dikileceği kıyamet gelecek. Bütün bunlara karşı mü‟min nasıl uykuda olur. Efendimiz sallallahu aleyhi ve selen bu kadar tehlike varken nasıl kendisini boşlukta bırakır diye Tirmizî‟nin rivayet ettiği bu hadiste bizi uyarmıştır. On ikinci hadis-i şerifimizi okuyoruz: Ebu Hureyre radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem; Allah şöyle buyurmuştur dedi: “Her kim ihlâs ile kulluk eden bir dostuma düşmanlık ederse ben de ona karşı harb ilan ederim.” Bu adamla ne uğraşıyorsun sen. Bunun sana bir zararı var mı? Bu Allah‟ın dostu namaz kılıyor, ibadet ediyor. Sen ne uğraşıyorsun bununla. Sen bunu güçsüz gördüğün için. Adamı yok saydığın için bununla uğraşıyorsun; o Allah‟ın admı. Allah „‟Benim dostumla uğraşan, beni karşısında bulur.‟‟ Buyuruyor. Onun için kardeşler; köyde bir ihtiyar. Kimse ona destek olmuyor. Zavallı adamın bir dönümlük bahçesi var ona marul ekiyor da rızkını temin ediyor. Gelen bir metre oradan kapıyor, o oradan; adamın bahçesi elli metreye düştü. Ölmeden adamın malını çarçur ediyorlar. Adam da bir şey diyemiyor. Herke diğer tarafı tutuyor. Bu böyle basit değil kardeşler. Allah öyle bir bela verir ki sana o kaptığın bir metre bahçe arazisinden dolayı bir daha bütün dünyayı versen kurtulamazsın. Şimdi kardeşler; Allah‟ın belası deyince bir yanlış anlaşılma var. Duyuyorum, diyorlar ki; „‟Filanca çok şer bir adamdı kanser oldu geberdi gitti.‟‟‟ Ne zamandan beri kanser bela oldu? Allah‟ın bela çeşitlerine karşı kanser nedir ki? O ne ki Allah onu azap saysın. Evet, bir felaket bir musibet, bir afet. Bu, Allah Teâlâ‟nın yapacağı işleri küçük görmektir. „‟Adam öyle öldü gitti ki arabadan itfaiye cesedini çıkaramadı adam öyle bir ceza gördü.‟‟ „‟Niye?‟‟ „‟Köyde filancaya şöyle demişti. Çok kötü bir adamdı.‟‟ Allah dostlarından biri de trafik kazasında ölüyor, onu nasıl yorumlayacaksın. Her musibet her felaket Allah‟ın cezası değil ki. 10 Kardeşler; Keşke Allah böyle kötü insanları kanserle cezalandırsa, araba kazasıyla cezalandırsa. Bu ne nimettir. İş ahirete kalmazdı. Öldün gittin. On saniyede kurtuldun işte. Hiçbir şey değil bu, „‟Elhamdülillah‟‟ de. O kadar ucuz faturayı herkes öder. „‟Sen kulumun düşmanıydın. Sen bir kuluma işkence etmiştin.‟‟ diye. Bir trafik kazası binlerce yıl cehennemde kalmanın kaçta kaçı eder. İki sene kanser sıkıntısı çekmişsin ölmüşsün; ne ki bu? Böyle basit düşüncelere kapı açmayalım. Demek ki Allah, dostlarına düşmanlık edeni salmıyor. Onun hesabını kim görüyor? Allah görüyor. Sonra burada Allah Teâlâ ne anlattı bize? Dostlarımdan birisi ile uğraşmayın dedi. Peki, dostu kim bunu da açıklıyor. “Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz” Kim Allah‟a dost oluyormuş? Farzları yerine getiren. Farz borcun olmayacak Allah‟ın dostu olman için. “Kulum bana farzlara ilaveten işlediği nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır. Nihayet ben onu severim.” Farzları yapıyorsun barajı geçiyorsun. Ondan sonra nafilelere tutunuyorsun. Nafile ne demek? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetleri demek. Onları yapıyorsun, yapıyorsun, yapıyorsun Allah „‟Seni sevdim diyor.‟‟ Sevince ne oluyormuş? “Kulumu sevince de adeta ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse onu mutlaka veririm. Bana sığınırsa onu korurum.” Bu ne sayede oluyormuş. Nafilelere sarılma sayesinde oluyormuş. Perşembe günü oruç tutmakla oluyormuş. İki rekât fazla sünnet namaz kılmakla oluyormuş. Kardeşler; Allah‟ın dostu olmak herkesin hakkıdır. Bunun için şeyh olmak gerekmez. Sadece şeyhler Allah‟ın veli kulları değil. Onlar da o makamı yakalamışlardır. İnfak eden mü‟min de Allah‟ın veli kulu olabilir. Sünnet namaz kaçırmayan mü‟min de Allah‟ın veli kulu olabilir. O zaman, duyduğu kulağı Allah‟ın kulağı gibi olur. Ne demek bu? Haram duymaz kötü şey duymaz demek. Dili Allah‟ın dili gibi olur. Yani, kötü şey konuşmaz bir daha o. O, „‟Ya Rab‟‟ dedi mi Allah „‟buyur‟‟ der ona. Bu seviyeye gelmek için de sahabi olmak gerekmiyor. Şehit olmak gerekmiyor. Şehit zaten böyle şeylere muhtaç değil. Mü‟min yaşarken de bu makama ulaşabilir. Nasıl ulaşabilir? Bir; farz borcun olmayacak. İki; nafilelerde çok gayret edeceksin. On üçüncü hadis-i şerifi de hızlıca okuyalım: Ebu Safvan Abdullah ibni Büsr el Eslemi radıyallahu anh rivayet ediyor. Resulullah salllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş: “İnsanların en karlısı ömrü uzun ameli güzel olandır.” Diyoruz ya „‟Ne mutlu, öldü gitti adam, bu bataklıkta kalmadı.‟‟ Bu yanlış bir taktiktir. „‟Buralarda yaşayıp ayağını kaydırmaktansa ölüp git‟‟ bu yanlış. Bir tane daha fazla „subhanallah‟ demek için yirmi sene yaşamaya değer. Bir fakire bir ekmek infak etmek için; yüz sene yaşamaya değer. Çok yaşayıp güzel iş yapmak lazım. Çok yaşayıp, boş yaşarsan o 11 zaman sen keşke yirmi yaşında ölseydin. Keşke askerde ölseydin; şehit diye bir de sana tören yaparlardı. Çok yaşayıp güzel iş yapacağız? Ama nasıl iş yapacağız, hangi güzel iş? Allah‟ın razı olduğu güzel işler yapacağız. On dördüncü hadis-i şerifi okuyoruz: Yine Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumadan nakledildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ‟dan rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyurdular: “Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı. Kim bir iyilik yapmak ister de yapmazsa Allah bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kabul eder.” Sen filan iyiliği yapmak istiyorsun. Sabah namazına camiye gitmeye karar verdin. Gece bir mide ağrısı tuttu ki seni az kaldı hastaneye kaldırılıyordun, gidemedin. Ne oldu? Sabah namazını camide kıldın. Gitmedim. Sen gitmek istiyordun Allah biliyor ki gidecektin, sen gittin yazıldı. Belki gitseydin bu sevabı kazanamayacaktın. Camiden çıkarken gıybet edecektin, caminin kapısına tükürecektin. Bütün sevabın helak olup gidecekti. O sevabı Gitmeden otomatik kazandın. Ne sayesinde? Samimi ihlâslı niyet sayesinde. “Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Allah o iyiliği on katından başlayıp yedi yüz katıyla hatta kat kat fazlasıyla yazar.” Bir iyilik yapmaya karar verdik. Sabah namazında camiye cemaate gideceğiz. Gittik. Bir sabah namazı camide kıldık. Öyle değil. Onla başla, yedi yüze kadar. Sil yedi yüzü binlerce milyonlarca defa kıldın sen. Bu artış neye göre? Oradaki vecde göre. Giderkenki ihlâsa ve niyete göre. Camideki edebe riayete göre. Allah‟tan beklentine göre. Kimi camiye gider on defa kılmış yazılır, kimi yüz defa, kimi yüz yirmi defa, kimi yüz yirmi beş defa. Bu ölçü kimin elinde? Meleklerin elinde; görüyorlar seni. Mesela; en basitinden imam işte iki ayetlik bir zamm-ı sure okudu rükûya gitti; „‟Oh be kısa kesti.‟‟ diye sevindin onda kaldın. Çünkü Allah‟ın ayetlerinin kısalması senin hoşuna gitti. Namazın oldu. Ama onla yedi yüz arasındaki dağıtım nasıl yapılıyor. Bu mikser ne iş yapıyor onu anlatıyoruz. Namaza duruluyordu baktın ki ön safta boş yer var. „‟Resûlullah‟ın sünneti unutulmuş olmasın safları sıkıştırayım.‟‟ dedin girdin araya. Çıktı altı yüz elliye. Neye ölçüyor Allah; senin Müslümanlığındaki randımana ölçüyor. Bu hepimiz için geçerli. Ama birisi de tam yedi yüz kazanacakken arkadan adam sıklaştırdı safı, „‟Ya sabah sabah sıkıştırdın bizi.‟‟ dedi onunki de ona gitti. Niye? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünneti yerine gelsin diye adam safa sıkışıyor. Biri sünnete dadanıyor. Biri keyfine dadanıyor. “Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Allah bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.” Subhanellah! Şu rahmeti ne ile tartacaksınız arkadaşlar. Adam kötülük yapmaya karar vermiş, sonra Allah‟tan korkup vazgeçmiş, onu Allah sevap olarak yazıyor. O kötülüğü yaparsa? 12 “Şayet insan bir kötülük yapmak ister, sonra da onu yaparsa Allah o kötülüğü sadece bir günah olarak yazar. Bu da onun rahmeti.” Sevabınızı camiye giderken yedi yüz yazmıştım bunu da yedi yüz yazarım dese haksızlık mıydı bu? Hayır. On beşinci hadis-i şerifimizi okuyoruz kardeşler; Ebu Hureyre radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu. “Güneş batıdan doğmadan önce kim tövbe ederse Allah onun tövbesini kabul eder.” Bu müjde işte. „‟Sen; çok geçti, eski günah, bunun için uğraşma‟‟ deme. Tövbe ne zaman kabul olur? Ne zaman yaparsan. Güneş batıdan doğduysa, yani kıyamet koptuysa kapılar kapandı. Senin güneşin de batıdan doğduysa senin de kapın kapandı. Her halükarda tövbe kapısı açık. Velev ki insan öldürmüş ol. Ne yaparsan yap her günahın tövbesinin kapısı açıktır. Yeter ki tövben samimi olsun. On altıncı hadis şerifi okuyoruz: Suheyb İbn-i Sinan radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Mü‟minin durumu imrenilecek bir durumdur. Çünkü her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü‟minde vardır. Sevinecek olsa şükreder. Bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.” Mü‟min hiç zararda değil. Neden? Allah mal verdi. Şükretti, infak etti, kazandı. Allah mal vermedi, zorluk çekiyor, iffetini bozmuyor, ahlakını bozmuyor, sabrediyor yine kazanıyor. Mü‟min hep kazanır. Yeter ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine uygun olsun. Ve son hadis-i şerifimizi okuyoruz. Efendimiz aleyhissaletü ve sellem yine bu hadis-i şerifte bir taktik ve Müslümanlığın iyi yaşanması ile ilgili ölçülerinden bir tanesini veriyor. Enes İbni Malik radıyallahu anhtan rivayet edilmiştir: “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem çocuğunun mezarı başında ağlayan bir kadının yanından geçti. Kadının çocuğu ölmüş mezarın başında ağlayıp çağırıyor kadın.” Bildiğimiz kadınların ağlaması gibi. Ona; “Allah‟tan kork ve sabret!” Buyurmuş. Peygamberimiz kadının yanına yaklaşmış; “Sabret kadıncağız Allahtan kork.” Kadın; “Çek git başımdan. Benim başıma gelen senin başından gelmemiştir” dedi. Hâlbuki arkadaşlar Peygamber aleyhisselam kendi sağlığında torunlarıyla beraber altı çocuk gömdü. Kadın tabi kim olduğunu bilmiyor. Birisi nasihat ediyor zannetmiş. Çek git ne karışıyorsun gibi bağırmış. “Kadın peygamber aleyhisselamı tanıyamamıştı. Kendisine onun peygamber aleyhisselam olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber aleyhisselamın kapısına koştu. Orada 13 kapıcılar yoktu.” Bakmış kapıda bekleyen yok, hemen dalmış içeri. “Sizi tanıyamadım” dedi. Peygamber aleyhisselam da: „Sabır dediğin felaketle karşılaştığın ilk andadır‟ buyurdu.” İş işten geçtikten sonra çok sabrediyor. O zaman konuştuğun sözleri hatırlıyor musun? Kadere neler demiştin. Hatırlıyor musun „‟Seksen yaşında dedesi burada oturuyor sekiz yaşında çocuğum öldü‟‟ demiştin. Ondan sonra kaç tane çocuğun oldu, neler oldu. Unuttun çocuğun acısını şimdi sabrediyorsun. Şimdi sabretmiyorsun ki. Şimdi yapacak bir şey yok zaten. Şimdi turşu yapıyorsun. Hayır, ilk anda vurmayacaktın. İlk anda küfretmeyecektin. O zamandı Müslümanlığın ölçüm saati. Sen direğe çarpmadan frenlerin tutmalıydı. Sen direğe çarptıktan sonra durdun. Bir daha ne el frenine ne de ayak frenine gerek var. Müslümanlık dar zamanında senin ahlakını koruyan sistem olmalıydı. Seniz ağzından söz çıkmadan sabır devreye girmeliydi. Öyle bir otomatik mekanizma olmalıydı. Mü‟min budur. Ama iş işten geçtikten sonra sabretsen ne olur dua etsen ne olur. Bu hadis-i şerifi de öğrenmiş olduk. Kardeşler; İki haftadan beri on yedi hadis-i şerif öğrendik. Binlerce hadis-i şerif arasından bugün bize çok acil lazım olacağını düşündüğümüz hadis-i şerifleri seçtik. İnşallah bu hadis-i şerifler yakın bir zamanda bu mantıkla hazırlanmış bir kitap olarak önümüzde olacak. Ama kütüphanemize kitap katkısı olsun diye değil. Bundan sonra Müslümanlığımızı nasıl yaşayacağımıza dair ölçüler elimizin altında olsun diye inşallah. Allah Teâlâ amel etmekle de hepimizi şereflendirsin. Ve‟l hamdüli‟llahi rabbi‟l âlemin. 14