baldan tatlı sözler - sosyal doku derneği̇

Transkript

baldan tatlı sözler - sosyal doku derneği̇
BALDAN
TATLI
SÖZLER
-2-
Nureddin Yıldız hocaefendinin Sosyal Doku Derneği‟nde 27 Ocak 2008 tarihinde yaptığı
(30.) Hayat Rehberi sohbetidir.
1
Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdüli‟llahi Rabbi‟l âlemin ve sallallahu ve selleme âla seyyidina Muhammedin ve
ala alihi ve sahbihi ecmaîn.
Aziz kardeşler, değerli dostlar,
Allah Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemi, „‟Rahmetellil âlemin‟‟ olarak gönderdi.
O bütün âlemlere rahmettir. Ne kadar âlem varsa; insanlar bir âlem, cinler bir âlem, hayvanlar
bir âlem, cemadat bir âlem. Âlem dolu her yer. Allah, onu hepsi için rahmet kaynağı olarak
gönderdi. Tıpkı her sabah güneşi insanlara enerji ve ışık kaynağı olarak gönderdiği gibi...
Nasıl her sabah güneş doğuyor; insanlara ışık kaynağı oluyor, enerji kaynağı oluyor? Aynı
şekilde Allah, Muhammed aleyhisselamı bin dört yüz senedir rahmet kaynağı olarak gönderdi.
Ancak kapalı perdelerin arkasında güneşin ışığından istifade edilmediği gibi,
kazılmamış, ekilmemiş tarlaya, güneşin bir yararı olmadığı gibi „‟Rahmetellil âlemin‟‟ olan
Muhammed aleyhisselamın rahmetliğinden istifade edebilmen için; tarlan ekili olması lazım,
tohumunun atılmış olması lazım, senin ona doğru koşuyor olman lazım. O ölmüş birisi için
„şefaat ya Resûlallah‟ demekle kimseye şefaat etmiyor.
O, nasıl bir rahmettir? Onun rahmetliğinden nasıl istifade edilir? Bunu ashâb-ı kirâm
göstermiştir. Peşinden gidilerek, sünnetine uyularak yaşanıldığı zaman kendiliğinden rahmet
olur. Onun sünneti ve onun mirası ilgi ile izlenilmediği zaman, Müslüman otururken;
„‟Resûlullah aleyhissaletü vesselam şöyle otururdu.‟‟ diyemediği zaman, yemek yediğinde
„‟O şu eliyle yemek yerdi, yemeğe şöyle başlardı.‟„ yürürken ‟‟Resûlullah şöyle yürürdü.‟‟
diyemediği zaman, „‟Resûlullah iki rekât namazı nasıl kılıyorsa bende öyle kılarım.‟‟ dediği
gibi „‟Resûlullah düğünleri şöyle yapardı ben de öyle yapayım‟‟ diyemediği zaman
„‟Rahmetellil âlemin‟‟ olsa ne olur insanlık için zahmet olsa ne olur?
Onun ilgi alanına dolayısıyla onun rahmet alanına girmek gerekiyor. Onun için bir
kitle, bir nesil ne kadar hadis bilirse, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin
sözlerinden ne kadar bilir ve onu ne kadar pratiğe dökerlerse, o ümmet o kadar Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellemin rahmetinden istifade ederler.
Dikkat ediniz; belli merkezler sinsi bir şekilde Peygamber Efendimizi tarihte önemli
bir şahsiyet haline getirmek istiyorlar. „‟Çok değerli bir insandı. Çok güzeldi‟‟ diyorlar.
„‟Doğduğunda istediğiniz kadar kutlama yapın, biz de bunu destekleyelim‟‟ diyorlar. Filanca
yılının en muhteşem insanı seçtiğin zaman bundan alınmıyorlar. Yeter ki onun misvakı senin
cebinde görülmesin. Yeter ki, „‟Bu sünnettir.‟‟ diye onu yapmaya kalkma. Filan gün onun
doğum günüdür, kutla kutlayabildiğin kadar. Doğduğunu kutla ama Medine‟de yaptıklarına
karışma! Çiçek sevmeye, ağaç sevgisine, hayvanlara şefkate ait ne kadar hadis-i şerifi varsa,
onu al. O zaman peygamber güzel! Ama „‟Böyle yapın, şunu yiyeceksiniz, bunu
yemeyeceksiniz.‟‟‟ diye talimat verip, hayatımızı renklendirmeye ve şekillendirmeye
başladığı zaman çöl bedevisi oluyor. Hani bu güzel peygamberdi. Hani bunun için şiirler
dizmiştiniz. O hangi güzel peygamberi istiyorlar? Peygamber aleyhisselam efendimizi
Medine‟de güzel sözler söyleyip gitmiş, kimseye karışmamış, sessiz sedasız bir köy imamı
2
gibi istiyorlar. Bunun için de tam üç yüz senedir Avrupa merkezli bir çalışma ile Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin hadis-i şeriflerini „yeryüzünde var ama kullanılmaz
değerler‟ haline getirilmeye çalışılıyor. Bu Maalesef bizim topraklarımızda da meyve
vermeye başladı. Sakallı insanlar, cami görevlileri, milletin önüne geçip namaz kıldıranlar
bile hadis-i şerifleri, takvim yapraklarındaki atasözleri gibi görmeye başladılar. Müslümana
„‟Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem konuşuyor.‟‟, „‟Onun ashabı anlatıyor.‟‟ bile
diyemiyorsun artık. Cevap veriyor sana. Bu zayıftı, bu şişmandı diye ayırmaya başlıyor.
En zayıf hadis, bundan bin iki yüz elli sene önce yazılmış. Bu ne demektir? En zayıf
dedikleri hadis, en kötü ihtimalle bu, iki yüz elli sene önce tahribat görmemiş
Müslümanlardan birine ait bir sözdür. Peygambere ait değilse bile en kötü ihtimalle filan
Allah dostuna aittir, filan sahabiye aittir, filan tabiine aittir. Bugünkü beşeri sistemlerin eğitim
mekanizmasında kavrulup, beyni bulanmamış insanlardan birisine aittir. Bu Allah‟ın kitabına
aykırı değilse, insan aklına aykırı değilse bununla ne mücadele ediyorsun. Kaldı ki bizim
ümmetimiz diğer ümmetler gibi peygamberinin mirasını çarçur etmedi. Sadece yüz yirmi dört
bin peygamberden bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin
konuştuğu sözleri, yaptığı hareketleri, bugün, o günkü şartlarda kameraya alınmış gibi bize
ulaştı elhamdülillah. Onun şemaili şerifi kaşları, dudakları, sakalı şerifine varıncaya kadar
sanki bir ressam çizmiş sanki kamerayla çekilmiş gibi bize tasvir edilip ulaştırıldı. Allah
onlarda razı olsun.
Kardeşler şunu kesinlikle zihnimize koymamız gerekiyor. Biz Efendimiz sallallahu
aleyhi ve selleme bağlandığımız kadar Müslümanız. Çünkü Allah Kur‟an‟ında „‟Eğer Allah‟ı
sevdiğinizi iddia ediyorsanız, peygambere uyacaksınız.‟‟ buyuruyor. Peygambere uymak ne
ile olacak? Peygambere bağlı olmak „‟Allah‟ı seviyorum.‟‟ olacak. Peygambere uymak!
Elektronik bir bağlantı mı kuracağız, defterine adımızı mı yazacağız? Hayır. Sünnetine
uyarak. Sünnetine uymak da onun hadis-i şeriflerini bilmek ve onunla amel etmekle
mümkündür. Geçen haftaki dersimizde yedi tane hadis-i şerifini okuduk ve onları hayatımıza
nasıl uyarladığımızı konuştuk. Bugün de bazı hadis-i şeflerini okuyacağız. Böylece
peygamber aleyhisselam Efendimize nasıl bir bağlantı kuracağımızı göreceğiz. Allah‟ın
„‟rahmetellil âlemin‟‟ olarak gönderdiği peygamberin o rahmet deryasından bir bardak da biz
nasıl alacağız bunu göreceğiz.
Kardeşler şunu yapmaya kalkmayalım. Peygamber aleyhisselam efendimizin yaklaşık
kırk bine yakın hadis-i şerifi var. Bugün karar verdik öğleye kadar bunların bir CD‟sini alıp
ikindiye kadar da pratiğe dökeceğiz. Bu iyi bir şeytan tuzağıdır. Böyle hayat olmaz ki. Nasıl;
doğdun üç kilogramdın, bir bardak süt, iki bardak süt; bugün seksen kilogram oldun. Bedenin
nasıl büyüdüyse Müslümanlığını da böyle büyüteceksin. Annenin o yarım bardak sütünü
emmeseydin, onu istifra etseydin o zaman büyüyemeyecektin. Yarım bardağı küçük görme;
kemik olur et olur, kan olur damar olur.
Bin tane hadis-i şerifi pazartesi, binini de salı; yirmi günde bütün İslam tamam! Bu
yanlış bir taktiktir. Böyle olmaz. Ne yapacağız? Bugün bir hadis-i şerif okuduk onu evimize
uyarladık. Bu hadise göre bir eksiğimiz var mı? Yok. Elhamdülillah. Geç. Diğer hadis-i şerife
geçtik. Bir, bir, bir derken, bir gün Allah‟ın izniyle adı sahabi olmayan makamı sahabe gibi
3
olan Müslümanlar haline geliriz. Çünkü onlar da kayıt yaptırıp sahabi olmadılar. „‟Ben kayıt
kendimi yaptırıyorum.‟‟ demediler. Teslim oldular, teslimiyetlerini ömürlerinin sonuna kadar
belgelediler, eğik bükük çizgiler çizmediler, itiraz etmediler ve Allah onlardan razı oldu. Biz
de aynı siyaseti uygulasak; bugün duyduğumuz hadis-i şerifi bugün uygularız. Yarın
duyduğumuzu yarın uygularız. Anlayamadığımızı, takıldığımızı bizden üstün birisine sorarak
„‟bu konuda ne yapacağım‟‟ deriz. Bir iki üç derken; elhamdülillah Allah‟ın dini kolay, Allah
bizim için zorluk istemiyor kolaylık istiyor. Bu kolaylığı biz, uyguladığımız kadar kendi
menfaatimizi kendi kazancımızı büyütmüş oluruz inşallah. Demek ki bir defa; üç yüz altmış
beş günde, -bir gün iki gün hastalık sıkıntı kaza bela sayalım- insan en azından her yıl üç yüz
hadis okusa, bu ne demektir biliyor musunuz? Dört yıl sonra bir Riyazu's Salihîn kadar hadis-i
şerif kültürü olmuş demektir. Riyazu's Salihîn isimli kitap, yaklaşık yedi yüz senedir ümmeti
Muhammed için yeterli hadis dokümanı demektir. Bir Müslüman, Riyazu's Salihîn kadar
Müslümanlık yaşıyorsa sahabi gibi yaşıyor demektir. Evet, daha fazla hadis-i şerifler var.
Daha çok hadis-i şerifler var. O, uzmanlık için. Daha derin ilimlere girmek için. Hadis-i
şerifleri titiz ve ciddi bir şekilde okumak üç dört yıl sonra ashabın bildiği her şeyi bilmek
demektir. Hafız ya da hacı-hoca olmasan bile ashâbı kirâm kadar bildiğin için ashâb-ı kirâmın
gittiği yolda gitmiş olursun.
Kardeşler,
Kâfirler, bu dinin dışarıdaki ve içerideki düşmanları, dikkat edin Kur‟an‟a
dokunmuyorlar. Dokundukları şey hep hadis-i şeriflerdir. İki şeyden dolayı Kur‟an‟a
dokunmuyorlar. Birincisi; Kur‟an‟la uğraşan hemen tepki görüyor. Kur‟an‟ın altındaki yatağa
çekmek istiyorlar. İkincisi; bir Müslüman, Kur‟an-ı Kerim‟i baştan sona kadar uygulamaya
kalksa namaz dâhil olmak üzere iyi bir Müslüman olacak malzeme bulamaz. Onu bulacağı
seviyeye gelince yüz yirmi yaşına gelmiş olur. Çünkü Kur‟an-ı Kerim, ham maddedir. Onun
kutulara konmuş, pratik şekli hadis-i şeriflerdir. Kur‟an Allah‟ın Levhi Mahfuz‟da yazdığı
kitabıdır. Allah Teâlâ onu Peygamberinin lisanında anlaşılacak hale getirdi. Peygamberi de
bize Kur‟an‟ın anlaşılacak şeklini söyledi. Şimdi burada şu anlamı çıkarmayı da istemiyorum;
„‟Kur‟an‟ı boşuna okuma, hiçbir şey anlamazsın‟‟. Hayır. Mesela; Kur‟an-ı Kerim Allah
Teâlâ‟nın rahmetinin çok olduğunu anlatıyor. Mesela; birinci ayette „‟Hamd âlemlerin
Rabb‟ine aittir‟‟ diyor. Ama „‟Hamd âlemlerin Rabb‟inedir‟‟ sözünü ne yapacaksın. Zarfa
yazıp muska olarak mı takacaksın. Ne oldu şimdi. Tamam, Hamd âlemlerin Rabb‟inedir. Hep
beraber bunu üç defa diyelim. Ama Peygamber aleyhisselamın önüne oturduğun zaman ne
diyor? Yavrum „‟Bismillah‟‟ de önünden ye, kalkarken de „‟Elhamdülillah‟‟ de diyor. Hamd
böyle yapılıyormuş demek ki.
Kur‟an-ı Kerim bir hazine. Kardeşim biz abdesti öğrenene kadar on sene geçti.
Kur‟an-ı Kerim‟deki her şey için on sene ararsak bize bin sene lazım. Biz yaşadığımız şu
hayatta âlim olma yolunda bir yatırım yapmadığımıza göre; esnafız, sanayiciyiz veya başka
bir işle meşgulüz bize pratik malzemeler lazım. Benim hemen ne yapacağımı öğreniyor
olmam lazım. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim hemen ne yapacağımı söyledi öyle
gitti. Hadis-i şerifler de bu demek. Elhamdülillah imanımız budur. Allah bu imanımızı son
nefesimize kadar korumayı bize nasip eylesin.
4
Şimdi hadis-i şeriflerden okumaya devam ediyoruz. Sekizinci hadis-i şerifimizi
okuyoruz ve hemen ne yapacağımızı bu hadis-i şeriften öğreniyoruz. Aişe radıyallahu anha
şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem iki şeyden birini yapma konumunda
serbest bırakıldığı zaman günah olmadığı takdirde mutlaka onların en kolayını seçerdi.”
Dikkat ediyoruz. Aişe annemiz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin taktiğini söylüyor. İki
işten birini yapması mümkün. İkisi de günah değil. İkisi de Allah‟ın emri. Hangini yaparsa
onu tercih etmiş olacak. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem neyi tercih ediyormuş? Kolay
olanını. „‟Ben illa zorunu tercih edersem!‟ Elbette günahın olmaz, ama Peygamber taktiği
dışında bir taktik uygulamış olursun. Misal; yemin ettin keffaret için on fakiri doyurman
lazım. Ne ile doyuracağız peki? Lüks bir lokantaya mı götüreceğiz? Hayır. Fitre miktarı
doyuracağız. Bir dilim ekmek veya bir somun ekmek, yanında da yarım gram zeytin katığı.
Bu fakir yiyeceği. Bundan on tane verdin mi yemin kefaretini ödemiş olursun. Peki, „‟ben
bunlara kebap yedireceğim.‟‟ dersen bu Peygamber tercihi değil. Tamam, o da olabilir ama
kolay olanını tercih et. Bu her şeyde böyledir.
“Yapılacak şey günah ise ondan en uzak duran kendisi olurdu.”
Ama kolay değil de söz konusu günah bir işse ona el tutmuyor.
“Allah‟ın yasakları çiğnenmediği sürece şahsı adına hiçbir şeyden intikam almamış,
Allah‟ın yasağı çiğnenmişse onun cezasını mutlaka vermiştir.” Peygamber aleyhisselamın bu
son taktiği nasıl? Şahsı için intikam almıyor ama dini için hiç affetmiyor. Müslüman nasıl bir
politika izlemesi gerekiyor? Çocuk hata yaptı. Evdeki filan dolabı devirdi. İçinde ne kadar
çeyizden kalma nişandan kalma kavanoz varsa hepsi gitti. Bir böyle olay oldu bir de çocuk
sabah namazına kalkmıyor. Baliğ olmuş hâlâ namaza kalkmıyor. Peygamber aleyhisselam
birincisinde ne diyor? „‟Çocuktur görmeyin gitsin‟‟ diyor. İkincisinde „‟Namaza
kalkacaksın.‟‟ diyor. Çünkü biri Allah‟ın hakkı biri vazonun hakkı. Şimdi nasıl arkadaşlar?
İşte sünnete göre nasıl yaşayacağız? Bundan sonra taktiğimiz bu olacak. Yirmi senedir hatıra
olarak sakladığımız şeyi kaybettin. „‟Bizim mi bu? „Bizim.‟‟ Taktiğimiz ne? „Boş ver gitsin.‟
„Allah‟ın hakkı‟; o zaman boş vermek senin hakkın değil. İş Allah‟a ait oldu mu sen Allah
Teâlâ‟nın af memuru değilsin. Allah‟tan taviz alma. Kolayı tercih et ama hangi kolayı? Haram
olmayan kolayı. Günah olmayan kolay şeyi tercih et. İş cezalandırmaya, intikam almaya geldi
mi sana ait olanı bırak, Peygambere uymuş ol. Allah‟ın hakkından satıp durma, Peygambere
uymuş ol. Bunu da Buharî ve Müslim‟in rivayet etmiş olduğu bu mübarek hadis-i şeriften
öğrenmiş olduk. Bundan sonraki taktiğimiz, hayat mücadelemiz böyle devam edecek.
Şimdi kardeşler;
Belki de bir çocuğa söylenecek en muhteşem en muazzam sözlerden birisini
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem amcasının oğlu İbn-i Abbas‟a söylerken dinleyeceğiz.
Çocuk hangi taktikle yetiştirilmeli? Efendimiz biraz sonra dinleyeceğimiz dokuzuncu hadis-i
şerifi söylemiş olduğu zaman altmış yaşlarındaydı, dinleyen ibn-i Abbas‟da on üç on iki
yaşlarındaydı. Henüz buluğ çağına gelmemiş, ağzı süt kokan, tüyleri bitmemiş bir çocuktu.
Ve İbn-i Abbas, bu sözleri naklettiği zaman da elli yaşındaydı. Peygamber aleyhisselam
efendimizden kırk sene sonra „‟Bana böyle nasihatlerde bulunmuştu.‟‟ diyor. Burada birinci
öğreneceğimiz şey; Efendimiz aleyhisselam bir çocuğu karşısında nasıl muhatap olarak alıp
5
ne enteresan şeyler konuşuyor. Onun cümlesine başlarken nasıl başlıyor. Ona ağır konuları
nasıl özetliyor. Ve çocuktan ne bekliyor. Ne olmasını istiyor. Bunu, hep beraber göreceğiz.
Bu da bütün anne ve babalarının çocuk yetiştirmekteki malzemesi, usulü, taktiği olacak.
Demek ki Sadece bu hadis-i şerifte geçen konular değil herhangi bir konuyu da bu şekilde
çocuklarımıza izah ediyor olmamız lazım.
Abdullah İbni Abbas radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
“Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin devesinin terkisinde oturuyordum.” Yani
devenin arkasına oturtmuş. Develer ya bir kişilik ya iki kişiliktir. Arkasının ikinci insanın
oturmasına müsait develer var bir de küçük minik bir kişinin oturması mümkün develer var.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir gün devesiyle bir yere giderken devenin arkasına
almış hem onunla beraber gidiyor, hem de bakın ona neler söylüyor. Bir yere gidiyorlar gidiş
esnasında yoldaki vakti değerlendiriyor. Amcasının oğluna, ona iman etmiş küçük sahabeye
nasihatlerde bulunuyor. “Yavrucuğum sana bazı kaideler öğreteyim‟‟ dedi ve şöyle buyurdu;
„‟Allah‟ın buyruklarını gözet ki Allah da seni gözetip korusun.”
Allah‟ın seni korumasını istiyorsan, sen de onun sözünü dinleyeceksin. Demek ki
deprem oldu, akşamında dua etmene gerek yok. Deprem akşamı dua etmek için sallanmamış
olman lazım. Allah‟ın namaz emrine aykırı davranmaman lazımdı ki namazdan sonraki
dualarınla Allah sana yardım etsin. Tekrar cümleyi okuyoruz. “Allah‟ın buyruklarını gözet ki
Allah da seni gözetip korusun.‟‟
„‟Allah‟ın rızasını her işte önde tut ki Allah‟ı önünde bulasın.”
Aradığın zaman „‟Rabbim, ya Rabb‟im‟ demen için Allah seni her zaman onun ismini
üstün tutuyorken görmesi lazım. Düğün yapıyorsun düğün bittikten sonra imam çağırıp o
düğündeki çirkinlikleri şöyle bir çarşafla örtmesi için bir dua yaptırıyorsun. Düğün bitmiş,
herkes yorulmuş, dinlenmesi lazım bir duayla iş bitiyor. Bunu melekler görmüyorlar, bunu
üstün körü kapattığınızı zannetme. Düğününde düğün yaparken; Allah‟ın kurallarını,
ayetlerini Peygamberin hadislerini ön plana çıkaracaksın ki o düğünden bereket göresin, o
düğünün ürettiği çocuklardan hayır göresin. Lanetli bir şekilde düğün yapmışsın. Ondan sonra
çocuğun oluyor, onu sünnet ettiriyorsun, dua ettiriyorsun, çocuk âlim olacak! Öyle değil.
Nasıl ya? Allah‟ın rızasını her işte önde tut. Allah‟ı önünde bulursun.
“Bir şey isteyeceksen Allah‟tan iste. Yardım dileyeceksen Allahtan dile.”
Bu taktik çok önemli kardeşler. On yaşında söylediğine bakın. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem dik duran, insanoğluna tenezzül etmeyen elini uzatmayan, acısından ölse bile
acıdı demeyen insan yetiştirmek istiyor. Peki, ben şöyle bir fetva sorayım. Bayramlarda
çocuğun eline bir poşet verip yaşlıları dolaştırmak bu hadise uygun mu? Hadise uygun değil.
Haram da değil ama. Günah da değil. Ama o çocuğu bayramı sevdireceğiz diye dilendirmeye
alıştırdığımızı unutturmalıyım. Çocuk bu sefer „‟Selamünaleyküm‟‟a beş lira değer biçiyor.
„Aleykumselam‟ da beş lira; on lira ediyor. Çocuk bayramda „‟Dedemlerle beraber kaç kişiye
gideceğiz?‟‟ diyor. Yirmi kişiye dediğinizde„‟Demek yüz lira toplayacağım.‟‟ diyorsa; bırak
bayramı sevdirdik filan, bırak o edebiyatı kardeşim. Bayramı sevdirmiş. Bayramı sevdirme
6
usulü bu değil. Kardeşim sen bayramı para bayramına çevirdin. O zaman sen her aybaşı
bayram yaşıyorsun demektir. Hayır, çocuklarımızı daha beş yaşından itibaren elinde poşet, el
öpücü memurlara çevirmeyelim. Bel bükmeye alışmasın çocuklar. Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem „‟İsteyeceksen Allah‟tan iste, kimsenin önünde eğilme.‟‟ diye nasihatini
yapmıştı. Bu bizim çocuklarımız için geçerli mi? Bizim çocuklar için çok daha fazla geçerli.
Kardeşler Şu cümlelere dikkat edin on yaşındaki çocuğa neler deniyor?
“Bil ki; bütün bir ümmet toplanıp sana fayda temin etmeye çalışsalar ancak Allah‟ın
senin için takdir ettiği faydayı temin edebilirler. Ve bütün ümmet sana zarar vermeye kalksa
ancak Allah‟ın senin hakkında takdir ettiği zararı verebilirler. Çünkü artık kaderi yazan kalem
yazmış olup, yazıları değişmeyecek şekilde kesinleşmiştir. Bundan sonra kaderde herhangi bir
değişiklik söz konusu değildir.‟‟ İman bu. Efendimiz aleyhisselam bunu öğretiyor. Bütün
dünya bir tarafsa; „‟Yavrum İbni Abbas diğer tarafta durmaya korkma.‟‟ diyor. Kardeşler, bu
sözü duyduğunda kaç yaşındaydı demiştik. On iki, on üç. Kesin bir bilgimiz yok. Hazreti Ali
Efendimiz radıyallahu anh on beş bin kişilik eşkıya gurubu tarafından -hariciler denilen bir
grup tarafından- kuşatma altına alınmıştı. Daha önce onun adamıydılar. Serseri takımı
olduğundan, köpek acıkınca sahibini yemeye başladı. Serserinin en güzel örneği Ali
radıyallahu anhı şehit eden insanlardır. On beş binlik bir çete…
„‟Ali bize elçi falan göndermesin onu da öldürürüz‟‟ diye yaver göndermişler. Hazreti Ali
Efendimiz kendi gidecek. Etrafındakiler „‟Bu delilerle görüşülür mü konuşmaya gidilir mi?‟‟
diyorlar. Birini gönderiyor öldürüyorlar, birini gönderiyorlar öldürüyorlar. Kimse de gitmiyor.
Muasara uzadı, din bundan zarar görüyor. Savaş kötü duruma düştü. İbn-i Abbas ayağa
kalkmış „‟Ben giderim Ya Emire‟l Mü‟minin‟‟ demiş. O da demiş ki; „‟Sen Resûlullah‟ın
amcasının oğlusun, başımızı belaya sokma.‟‟ demişler. O zamanlar elli iki elli üç yaşında olan
İbni Abbas radıyallahu anh; „‟Arkadaşlar ben çocukken Resûlullah bana on beş bin kişi değil
bütün insanlık bir tarafta olsa korkma demişti. Ben korkmuyorum giderim‟‟ demiş. Eğitim bu
işte. İlk gün „‟Aman kimseye karışma aman şurada dur, burada dur.‟‟ lafları elli sene sonra
ceketini düğümlemiş yağcı bir memur çıkarıyor. Sen patron işten atar diye cuma namazı bile
kılamayan ödlek Müslüman yetiştiriyorsun. „‟Yavrum imtihandan sonra yakındaki camide
kılarsın‟‟ değil „‟ Oğlum „namaz!‟ ve „dünya!‟ tamam mı?‟‟ desene.
Adam fetva soruyor. Cuma namazına patronu izin vermiyor. „‟Üç cuma oldu
kılamadık bir tehlikemiz var mı?‟‟ Dünyada başka iş kalmadı ya. Kıtlık, selef, sefalet; o işten
çıkarsa aç kalacak. Bu eğitim ne zaman yapılıyor? On yaşındayken beş yaşındayken. Futbolu
ne zaman seviyorsa çocuk, cihadı da o zaman seviyor. Çocuk ne zaman futbolperest oluyorsa
o zaman mücahit oluyor. Kafa futbolla doldu mu Kur‟an‟a yer kalmıyor. Çocuğun kafası çizgi
filmlerle doldu mu hayatın gerçeğiyle hiçbir bağlantısı kalmıyor.
Kafa sınırsız değil ki; sınırlı. O sınırı çok basit şeyler doldurunca ciddilere yer
kalmıyor. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem İbni Abbas‟ın kafasını bu imanla doldurunca,
on beş bin silahlı adamın önüne silahsız gitti. Selam verdi. „‟Ne cesaret geldin.‟‟ dediler.
„‟Konuşmaya geldim.‟‟ dedi. „‟Otur konuşalım.‟‟ dediler. Olayı bitirip geldi. Hiçbir şey de
olmadı. Çünkü Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem; ona ne demişti „‟Allah yazmadıysa sana
bir şey yapamazlar.‟‟ Kardeşim Korkma ya! Allah yazmadıysa, bütün insanlık „‟Bunu
7
istiyoruz.‟‟ dese de seni bir yere tayin ettiremezler. Ama bu bir iman meselesidir. İnşallah
hem bu düzeyde bir imana kavuşacağız hem de mesulü olduğumuz yavrularımızı bu kalitede
yetiştireceğiz. „‟Korkma oğlum korkma! Ne Amerikası? Allah‟ın köpeği, şimdi sokağa saldı,
merak etme onu dilediği zaman bağlar.‟‟ diye iman ediyoruz olmamız lazım.
Bu hadis-i şerifi başka bir zamanda İbn-i Abbas şu şekilde devam ederek anlatmış:
“Allah‟ın emir ve yasaklarını gözet onu önünde bulursun. Bolluk içinde iken emirlerine bağlı
kalmakla sen Allah‟ı tanı ki o da darlığa düşünce kurtarmak suretiyle seni tanısın.” Keyfin
yerindeyken hatim okuyor muydun sen? Yok. Hastalanınca ne hafız çağırıp okutuyorsun; seni
kurtarsın diye. C vitamini çok faydalı; grip olunca fayda veriyor mu? Grip olan bir kasa
portakal yese şifa buluyor mu? Sen keyfin yerindeyken televizyonu kapatıp bir sayfa Kur‟an
okuyor muydun? Yok. Şimdi nereden çıktı bu? Dara düştün „‟Ya Rab getir kitabını.‟‟ Hayır,
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öyle öğretmemiş. Nasıl öğretmiş? “Bolluk içinde iken
emirlerine bağlı kalmakla sen Allah‟ı tanı ki o da darlığa düşünce kurtarmak suretiyle seni
tanısın. Bil ki senin hakkında yazılmamış olan şey başına gelmez. Sana takdir edilen de seni
atlayıp başkasına gitmez.” Allah sana yazdıysa bunu; bu cezayı yiyeceksin, bu bela başına
gelecek, bunu hiç aşamazsın.
“Bil ki zafer sabırla, sevinç üzüntüyle kolaylık da zorlukla birliktedir.”
Bir şey yapmak istiyorsan onun acısına da katlanacaksın. Gülmek istiyorsan ağlamaya
hazır olacaksın. Kardeşler ne kadar güzel nasihatler yapmış. Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem ashâbı kirâmı böyle yetiştirmiş.
Evet, onuncu hadis-i şerife geçiyoruz:
Ebu Said el-Hudri radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre nebi sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: “Dünya tatlı, göz kamaştırıcı ve çekicidir. Allah onu sizin
kullanmanıza verecek ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyaya aldanmaktan sakının.
Kadınlara kapılmaktan korunun. Çünkü İsrail oğullarının ilk fitnesi kadınlar yüzünden
çıkmıştır.”
Kardeşler, bir sahabi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemden yardım istemiş. O da
buyurmuş ki; „‟Bahreyn tarafından gelecek bir mal bekliyorum. O gelince sana veririm.‟‟
buyurmuş. Adam İki de bir geliyor: „‟Geldi mi ya Resûlallah geldi mi?‟‟ Nihayet bir gün
haber gelmiş ki Bahreyn‟den kervan gelmiş. Oda gelmiş mescidin önünde bekliyor. Daha
tutanaklar tutulacak, mal teslim alınacak. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, adamın bu
haline bakmış ki; adam riskli bir iş yapıyor. Ona o sözü verdiği için de gelen maldan ona da
pay verecek. Bakın, dikkat edin; dünya tatlıdır, yeşildir, caziptir. Dünya çok hoş durur. Her
tuzak böyledir zaten.
Şeytan koca bir kanca gösterse; „‟Bununla seni bağlayacağım.‟‟ dese kim yaklaşır
şeytana? Güller çiçekler gösterecek ki arkadaki kancayı gizlesin. Şeytan dünyayı çok süslü
gösteriyor. Allah da öyle yaratmış. Aman dikkat edin dünya bir tuzaktır. Öyle bir tuzak ki o
olmadan da olmuyor. Zaten böyle olduğu için tuzak. „‟Ben bu dünyayı istemiyorum.‟‟ diyerek
intihar etsen cehenneme gireceksin. Efendimiz aleyhissaletü vesselam „‟Dünyada olacaksın
8
ama aldanmadan kalacaksın.‟‟ diye uyarmış. Aynı şekilde „‟kadınlara dikkat edin kadın da
İsrail oğlunun düştüğü ilk tuzaktır.‟‟ buyurmuş. Her halükarda dünya tuzağı malı temsil
ediyor. Kadın tuzağı şehveti temsil ediyor. Sadece kadını kast etmiyor. Kadınların içinde de
bakıldığında erkek tuzaktır. Erkeğin gözünden bakıldığından da kadın tuzaktır. Biz,
birbirimizin tuzağıyız. Bu tuzaktan kurtulmamız onu tanımamızla ve onun dengesine dikkat
etmemizle mümkündür.
Bu nedenle kardeşler, şu onuncu hadis-i şerifi şöyle büyütüp evimize girerken -kapıda hani
yazıyor ya on numara, yedi numara diye- kapı numarası gibi yazacağımız şekilde
ezberlememiz lazım. Kredi alma ihtiyacı hissettiğinde bu hadis-i unutma. Kredinin aciliyeti
dünyanın tatlılığından geliyor. Borç alırken unutma. İnfak etmekten kaçınırken unutma. Zekât
verirken unutma. Genç insan; bayan veya erkek cinse gözün takıldığı zaman unutma! İsrail
oğulları da ilk defa böyle batağa düşmüşlerdi. Bir insan evli, çoluk çocuğu var. „İkinci hanım‟
diye bir kelime ağzından çıkmaya başlayınca hemen buna dikkat etmesi lazım. İsrail oğulları
da böyle batmışlardı. Allah niye haram etmedi peki? Seni denemek için. Seni bu tuzağa
çekiyor şeytan, zaten kadını da o tuzak için uygun hale getiriyor.
Kardeşler Her halükarda para yani paranın temsil ettiği mal ve kadın konusunda Efendimiz
sallallahu aleyhi ve sellem üzerine düşeni yaptı. Uyardı. Ne buyurdu? „‟Dünya tatlı göz
kamaştırıcı ve çekicidir. Dikkat edin tuzağa düşürmesin.‟‟ dedi. Ama Efendimiz sallallahu
aleyhi ve sellem o adama da istediği kadar parayı verdi. Çünkü istiyor. İsteyen alır. Aldı.
Anladı ki o adamın ayağı kayacak; onu uyardı. Çünkü borç istiyor. Daha malın gelmesini
beklemeden gitmiş mescidin kapısında bekliyor. Mescitte namaz için beklenir. Para için
bekledin mi Peygamber seni böyle uyarır işte. Bu hadis-i şerifin bize yönelik bölümü var mı?
Yönelmemiş bölümü var mı!
Ebu Hureyre radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu: Bir uyarısını daha görüyoruz. Bir baba, müşfik bir dede olan
Peygamber ümmetinin cehenneme girmemesi içinuyarıyor. Ne yapacaktı başka? Cehennemde
yanmamak için yanmaz gömlekler mi dağıtacaktı bize. Ne yapacaktı? Uyaracaktı.
Burada „‟Yedi şeye dikkat edin.‟‟ diyor. Çok insanın ayağının kayacağı yedi şey vardır.
Bunlara bakalım; nelermiş:
“Yedi engelleyici şey gelmeden önce iyi işler yapmakta acele ediniz. Yoksa gerçekten siz
unutturan fakirlik, azdıran zenginlik, her şeyi bozup perişan eden hastalık, saçma sapan
konuşturan ihtiyarlık, ansızın geliveren ölüm, gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi deccal
belası, en müthiş ve en acı olan kıyametten başka bir şey beklediğinizi mi zannediyorsunuz.”
Burada neler sayıyor arkadaşlar? Fakirlik, zenginlik, hastalık, ihtiyarlık, ölüm deccal ve
kıyamet. Yedi felaket kapımızda bekliyor. Bizim her an bunlardan bir tanesiyle karşılaşmamız
mümkün. Her an fakir olabilirsin. Fakirlik kadar bela; her an zengin olabilirsin. Zenginlik
şımartıyor ve helak ediyor. Bütün hayallerini suya düşüren bir hastalıkla karşılaşabilirsin.
İhtiyarlayınca çoluk çocuğun önünde tiyatro konusu olacak kadar komik olabilirsin, dikkat et.
İhtiyarlığına bir şey sarkıtma. Hac edeceksen vaktinde et. Allah için bir infak yapacaksın genç
iken yap bunu. İhtiyarken onun bunun başına bela olursun.
9
Aynı şekilde ölüm an ve an kapında bekliyor. Ve kardeşler; bir deccal belası da
karşımızda duracak. Allah, o günü görmeden huzuruna gitmeyi hepimize nasip etsin. Deccal
kıyamete yakın çıkacak. Amerika‟nın canlı şekli. Amerika‟yı canlanmış mahlûk olarak
düşünün. O şekilde insanoğlunun cehenneme girmesi için Allah tarafından yaratılacak. Bu
azmaların ve Allah‟ın şeriatını yok saymaların karşılığı olarak da Allah onu bir balyoz, kuduz
bir köpek gibi insanlığın başına sürecek. Ashâbı kirâm, bu deccal fitnesinden o kadar
korkmuşlar ki bir tanesi diyor ki; „‟Yani Medine‟de bir sokaktan çıkarken karşıma çıkacak
zannettim. O kadar uyardı bizi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem o kadar uyardı.‟ Büyük
bir fitne. Sağ elini çıkaracak; insanlara „‟bakın‟‟diyecek. Bakacaklar cennet görünüyor. Sol
elini gösterecek cehennem görünüyor. İnsanlara böyle olağan üstü, harikulade desteklerle
davetiye çıkaracak. Ve neuzibillâh kitle kitle insanlar onun cennetine girecekler arkadaşlar.
Çok büyük bir felaket. Kıyamet alametleri ile ilgili bir ders yapacağız. Bu deccal konusunu o
güne erteliyoruz arkadaşlar.
Asıl felaket kıyamet felaketi. Herkesin çaresiz Allah‟ın huzuruna dikileceği kıyamet
gelecek. Bütün bunlara karşı mü‟min nasıl uykuda olur. Efendimiz sallallahu aleyhi ve selen
bu kadar tehlike varken nasıl kendisini boşlukta bırakır diye Tirmizî‟nin rivayet ettiği bu
hadiste bizi uyarmıştır.
On ikinci hadis-i şerifimizi okuyoruz:
Ebu Hureyre radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem; Allah şöyle buyurmuştur dedi:
“Her kim ihlâs ile kulluk eden bir dostuma düşmanlık ederse ben de ona karşı harb ilan
ederim.” Bu adamla ne uğraşıyorsun sen. Bunun sana bir zararı var mı? Bu Allah‟ın dostu
namaz kılıyor, ibadet ediyor. Sen ne uğraşıyorsun bununla. Sen bunu güçsüz gördüğün için.
Adamı yok saydığın için bununla uğraşıyorsun; o Allah‟ın admı. Allah „‟Benim dostumla
uğraşan, beni karşısında bulur.‟‟ Buyuruyor.
Onun için kardeşler; köyde bir ihtiyar. Kimse ona destek olmuyor. Zavallı adamın bir
dönümlük bahçesi var ona marul ekiyor da rızkını temin ediyor. Gelen bir metre oradan
kapıyor, o oradan; adamın bahçesi elli metreye düştü. Ölmeden adamın malını çarçur
ediyorlar. Adam da bir şey diyemiyor. Herke diğer tarafı tutuyor. Bu böyle basit değil
kardeşler. Allah öyle bir bela verir ki sana o kaptığın bir metre bahçe arazisinden dolayı bir
daha bütün dünyayı versen kurtulamazsın.
Şimdi kardeşler;
Allah‟ın belası deyince bir yanlış anlaşılma var. Duyuyorum, diyorlar ki; „‟Filanca çok
şer bir adamdı kanser oldu geberdi gitti.‟‟‟ Ne zamandan beri kanser bela oldu? Allah‟ın bela
çeşitlerine karşı kanser nedir ki? O ne ki Allah onu azap saysın. Evet, bir felaket bir musibet,
bir afet. Bu, Allah Teâlâ‟nın yapacağı işleri küçük görmektir. „‟Adam öyle öldü gitti ki
arabadan itfaiye cesedini çıkaramadı adam öyle bir ceza gördü.‟‟ „‟Niye?‟‟ „‟Köyde filancaya
şöyle demişti. Çok kötü bir adamdı.‟‟ Allah dostlarından biri de trafik kazasında ölüyor, onu
nasıl yorumlayacaksın. Her musibet her felaket Allah‟ın cezası değil ki.
10
Kardeşler;
Keşke Allah böyle kötü insanları kanserle cezalandırsa, araba kazasıyla cezalandırsa.
Bu ne nimettir. İş ahirete kalmazdı. Öldün gittin. On saniyede kurtuldun işte. Hiçbir şey değil
bu, „‟Elhamdülillah‟‟ de. O kadar ucuz faturayı herkes öder. „‟Sen kulumun düşmanıydın.
Sen bir kuluma işkence etmiştin.‟‟ diye. Bir trafik kazası binlerce yıl cehennemde kalmanın
kaçta kaçı eder. İki sene kanser sıkıntısı çekmişsin ölmüşsün; ne ki bu? Böyle basit
düşüncelere kapı açmayalım. Demek ki Allah, dostlarına düşmanlık edeni salmıyor. Onun
hesabını kim görüyor? Allah görüyor. Sonra burada Allah Teâlâ ne anlattı bize? Dostlarımdan
birisi ile uğraşmayın dedi. Peki, dostu kim bunu da açıklıyor.
“Kulum, kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana
yakınlık kazanamaz” Kim Allah‟a dost oluyormuş? Farzları yerine getiren. Farz borcun
olmayacak Allah‟ın dostu olman için. “Kulum bana farzlara ilaveten işlediği nafile ibadetlerle
durmadan yaklaşır. Nihayet ben onu severim.” Farzları yapıyorsun barajı geçiyorsun. Ondan
sonra nafilelere tutunuyorsun. Nafile ne demek? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin
sünnetleri demek. Onları yapıyorsun, yapıyorsun, yapıyorsun Allah „‟Seni sevdim diyor.‟‟
Sevince ne oluyormuş?
“Kulumu sevince de adeta ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı
olurum. Benden her ne isterse onu mutlaka veririm. Bana sığınırsa onu korurum.” Bu ne
sayede oluyormuş. Nafilelere sarılma sayesinde oluyormuş. Perşembe günü oruç tutmakla
oluyormuş. İki rekât fazla sünnet namaz kılmakla oluyormuş.
Kardeşler;
Allah‟ın dostu olmak herkesin hakkıdır. Bunun için şeyh olmak gerekmez. Sadece
şeyhler Allah‟ın veli kulları değil. Onlar da o makamı yakalamışlardır. İnfak eden mü‟min de
Allah‟ın veli kulu olabilir. Sünnet namaz kaçırmayan mü‟min de Allah‟ın veli kulu olabilir.
O zaman, duyduğu kulağı Allah‟ın kulağı gibi olur. Ne demek bu? Haram duymaz kötü şey
duymaz demek. Dili Allah‟ın dili gibi olur. Yani, kötü şey konuşmaz bir daha o. O, „‟Ya
Rab‟‟ dedi mi Allah „‟buyur‟‟ der ona.
Bu seviyeye gelmek için de sahabi olmak gerekmiyor. Şehit olmak gerekmiyor. Şehit zaten
böyle şeylere muhtaç değil. Mü‟min yaşarken de bu makama ulaşabilir. Nasıl ulaşabilir? Bir;
farz borcun olmayacak. İki; nafilelerde çok gayret edeceksin.
On üçüncü hadis-i şerifi de hızlıca okuyalım:
Ebu Safvan Abdullah ibni Büsr el Eslemi radıyallahu anh rivayet ediyor. Resulullah
salllahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş: “İnsanların en karlısı ömrü uzun ameli güzel
olandır.”
Diyoruz ya „‟Ne mutlu, öldü gitti adam, bu bataklıkta kalmadı.‟‟ Bu yanlış bir taktiktir.
„‟Buralarda yaşayıp ayağını kaydırmaktansa ölüp git‟‟ bu yanlış. Bir tane daha fazla
„subhanallah‟ demek için yirmi sene yaşamaya değer. Bir fakire bir ekmek infak etmek için;
yüz sene yaşamaya değer. Çok yaşayıp güzel iş yapmak lazım. Çok yaşayıp, boş yaşarsan o
11
zaman sen keşke yirmi yaşında ölseydin. Keşke askerde ölseydin; şehit diye bir de sana tören
yaparlardı. Çok yaşayıp güzel iş yapacağız? Ama nasıl iş yapacağız, hangi güzel iş? Allah‟ın
razı olduğu güzel işler yapacağız.
On dördüncü hadis-i şerifi okuyoruz:
Yine Abdullah bin Abbas radıyallahu anhumadan nakledildiğine göre Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ‟dan rivayet ettiği bir hadis-i şerifte şöyle buyurdular:
“Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu
şöyle açıkladı. Kim bir iyilik yapmak ister de yapmazsa Allah bunu yapılmış mükemmel bir
iyilik olarak kabul eder.”
Sen filan iyiliği yapmak istiyorsun. Sabah namazına camiye gitmeye karar verdin. Gece bir
mide ağrısı tuttu ki seni az kaldı hastaneye kaldırılıyordun, gidemedin. Ne oldu? Sabah
namazını camide kıldın. Gitmedim. Sen gitmek istiyordun Allah biliyor ki gidecektin, sen
gittin yazıldı. Belki gitseydin bu sevabı kazanamayacaktın. Camiden çıkarken gıybet
edecektin, caminin kapısına tükürecektin. Bütün sevabın helak olup gidecekti. O sevabı
Gitmeden otomatik kazandın. Ne sayesinde? Samimi ihlâslı niyet sayesinde.
“Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Allah o iyiliği on katından
başlayıp yedi yüz katıyla hatta kat kat fazlasıyla yazar.”
Bir iyilik yapmaya karar verdik. Sabah namazında camiye cemaate gideceğiz. Gittik. Bir
sabah namazı camide kıldık. Öyle değil. Onla başla, yedi yüze kadar. Sil yedi yüzü binlerce
milyonlarca defa kıldın sen. Bu artış neye göre? Oradaki vecde göre. Giderkenki ihlâsa ve
niyete göre. Camideki edebe riayete göre. Allah‟tan beklentine göre.
Kimi camiye gider on defa kılmış yazılır, kimi yüz defa, kimi yüz yirmi defa, kimi yüz
yirmi beş defa. Bu ölçü kimin elinde? Meleklerin elinde; görüyorlar seni. Mesela; en
basitinden imam işte iki ayetlik bir zamm-ı sure okudu rükûya gitti; „‟Oh be kısa kesti.‟‟ diye
sevindin onda kaldın. Çünkü Allah‟ın ayetlerinin kısalması senin hoşuna gitti. Namazın oldu.
Ama onla yedi yüz arasındaki dağıtım nasıl yapılıyor. Bu mikser ne iş yapıyor onu
anlatıyoruz.
Namaza duruluyordu baktın ki ön safta boş yer var. „‟Resûlullah‟ın sünneti unutulmuş
olmasın safları sıkıştırayım.‟‟ dedin girdin araya. Çıktı altı yüz elliye. Neye ölçüyor Allah;
senin Müslümanlığındaki randımana ölçüyor. Bu hepimiz için geçerli. Ama birisi de tam yedi
yüz kazanacakken arkadan adam sıklaştırdı safı, „‟Ya sabah sabah sıkıştırdın bizi.‟‟ dedi
onunki de ona gitti. Niye? Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünneti yerine gelsin diye
adam safa sıkışıyor. Biri sünnete dadanıyor. Biri keyfine dadanıyor.
“Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Allah bunu mükemmel bir iyilik olarak
kaydeder.”
Subhanellah! Şu rahmeti ne ile tartacaksınız arkadaşlar. Adam kötülük yapmaya karar vermiş,
sonra Allah‟tan korkup vazgeçmiş, onu Allah sevap olarak yazıyor. O kötülüğü yaparsa?
12
“Şayet insan bir kötülük yapmak ister, sonra da onu yaparsa Allah o kötülüğü sadece bir
günah olarak yazar. Bu da onun rahmeti.” Sevabınızı camiye giderken yedi yüz yazmıştım
bunu da yedi yüz yazarım dese haksızlık mıydı bu? Hayır.
On beşinci hadis-i şerifimizi okuyoruz kardeşler;
Ebu Hureyre radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve
sellem şöyle buyurdu. “Güneş batıdan doğmadan önce kim tövbe ederse Allah onun tövbesini
kabul eder.”
Bu müjde işte. „‟Sen; çok geçti, eski günah, bunun için uğraşma‟‟ deme. Tövbe ne zaman
kabul olur? Ne zaman yaparsan. Güneş batıdan doğduysa, yani kıyamet koptuysa kapılar
kapandı. Senin güneşin de batıdan doğduysa senin de kapın kapandı. Her halükarda tövbe
kapısı açık. Velev ki insan öldürmüş ol. Ne yaparsan yap her günahın tövbesinin kapısı
açıktır. Yeter ki tövben samimi olsun.
On altıncı hadis şerifi okuyoruz:
Suheyb İbn-i Sinan radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mü‟minin durumu imrenilecek bir durumdur. Çünkü her hali kendisi için bir hayır sebebidir.
Böylesi bir özellik sadece mü‟minde vardır. Sevinecek olsa şükreder. Bu onun için hayır olur.
Başına bir bela gelecek olsa sabreder; bu da onun için hayır olur.”
Mü‟min hiç zararda değil. Neden? Allah mal verdi. Şükretti, infak etti, kazandı. Allah
mal vermedi, zorluk çekiyor, iffetini bozmuyor, ahlakını bozmuyor, sabrediyor yine
kazanıyor. Mü‟min hep kazanır. Yeter ki Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sünnetine
uygun olsun.
Ve son hadis-i şerifimizi okuyoruz. Efendimiz aleyhissaletü ve sellem yine bu hadis-i şerifte
bir taktik ve Müslümanlığın iyi yaşanması ile ilgili ölçülerinden bir tanesini veriyor. Enes İbni
Malik radıyallahu anhtan rivayet edilmiştir:
“Nebi sallallahu aleyhi ve sellem çocuğunun mezarı başında ağlayan bir kadının yanından
geçti. Kadının çocuğu ölmüş mezarın başında ağlayıp çağırıyor kadın.” Bildiğimiz kadınların
ağlaması gibi. Ona; “Allah‟tan kork ve sabret!” Buyurmuş.
Peygamberimiz kadının yanına yaklaşmış; “Sabret kadıncağız Allahtan kork.” Kadın; “Çek
git başımdan. Benim başıma gelen senin başından gelmemiştir” dedi.
Hâlbuki arkadaşlar Peygamber aleyhisselam kendi sağlığında torunlarıyla beraber altı çocuk
gömdü. Kadın tabi kim olduğunu bilmiyor. Birisi nasihat ediyor zannetmiş. Çek git ne
karışıyorsun gibi bağırmış.
“Kadın peygamber aleyhisselamı tanıyamamıştı. Kendisine onun peygamber aleyhisselam
olduğunu söylediler. Bunu duyar duymaz Peygamber aleyhisselamın kapısına koştu. Orada
13
kapıcılar yoktu.” Bakmış kapıda bekleyen yok, hemen dalmış içeri. “Sizi tanıyamadım” dedi.
Peygamber aleyhisselam da: „Sabır dediğin felaketle karşılaştığın ilk andadır‟ buyurdu.”
İş işten geçtikten sonra çok sabrediyor. O zaman konuştuğun sözleri hatırlıyor musun? Kadere
neler demiştin. Hatırlıyor musun „‟Seksen yaşında dedesi burada oturuyor sekiz yaşında
çocuğum öldü‟‟ demiştin. Ondan sonra kaç tane çocuğun oldu, neler oldu. Unuttun çocuğun
acısını şimdi sabrediyorsun. Şimdi sabretmiyorsun ki. Şimdi yapacak bir şey yok zaten. Şimdi
turşu yapıyorsun. Hayır, ilk anda vurmayacaktın. İlk anda küfretmeyecektin. O zamandı
Müslümanlığın ölçüm saati. Sen direğe çarpmadan frenlerin tutmalıydı. Sen direğe çarptıktan
sonra durdun. Bir daha ne el frenine ne de ayak frenine gerek var. Müslümanlık dar
zamanında senin ahlakını koruyan sistem olmalıydı. Seniz ağzından söz çıkmadan sabır
devreye girmeliydi. Öyle bir otomatik mekanizma olmalıydı. Mü‟min budur. Ama iş işten
geçtikten sonra sabretsen ne olur dua etsen ne olur. Bu hadis-i şerifi de öğrenmiş olduk.
Kardeşler;
İki haftadan beri on yedi hadis-i şerif öğrendik. Binlerce hadis-i şerif arasından bugün
bize çok acil lazım olacağını düşündüğümüz hadis-i şerifleri seçtik. İnşallah bu hadis-i şerifler
yakın bir zamanda bu mantıkla hazırlanmış bir kitap olarak önümüzde olacak. Ama
kütüphanemize kitap katkısı olsun diye değil. Bundan sonra Müslümanlığımızı nasıl
yaşayacağımıza dair ölçüler elimizin altında olsun diye inşallah. Allah Teâlâ amel etmekle de
hepimizi şereflendirsin.
Ve‟l hamdüli‟llahi rabbi‟l âlemin.
14