Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi

Transkript

Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi
Dijital Çağda Bakışın Politikası:
Panoptikon ve Aleniyet İlkesi
Eylem Çamuroğlu Çığ
Yrd. Doç. Dr.
Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü
E-posta: [email protected]
ÖZET: Snowden’ın ifşaatları, Wikileaks’in sızdırdığı belgelerin ışığında küresel bir gözetim
sisteminin varlığı ispatlanmıştır. Bu küresel askeri/endüstriyel gözetim sistemi, sosyal
ağlardaki verilerin mülkiyeti ve ortaya çıkan diğer çelişkiler bağlamında tartışmaları
derinleştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Günümüzde dijital çağın çelişkilerinden biri,
kullanıcıların mahremiyeti ile endüstriyel gözetim bloğu arasındaki gerilimdir. Bir diğeri
ise yurttaşların güçlünün hesap vermesi yönündeki talebi ile iktidarların gizlilik arzusu
arasındaki çelişkidir. Bu iki çelişki, tarihsel ve teorik çerçevede Habermas’ın aleniyet ilkesi
ile Foucault’nun panoptikon tartışmalarında somutlaştırılabilmektedir. Jürgen Habermas
ve Michel Foucault, modernitenin çeşitli dinamiklerini birbirinden çok farklı, ancak felsefi
ve politik açıdan birbiri ile bağlantılı bakış açıları ile tartışmış iki düşünürdür. Sosyal
medya çağına eleştirel yaklaşımlar içinde her iki düşünürün de kavram ve kuramsal
yaklaşımları tekrar tartışılmaktadır. Bu çalışmada modern iktidarın temel
antagonizmasına karşılık gelen Foucault’nun panoptikon, Habermas’ın ise aleniyet ilkesi
bağlamında sosyal ağlar eleştirel yöntemle tartışılmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Sosyal Medya, Panoptikon, Aleniyet İlkesi, Güvenlik, Disiplin
The Politics of the Gaze in the Digital Age: Panopticon and the Public
Sphere
Abstract: Snowden’s disclosures and Wikileaks documents have proved the existence
of a global surveillance system. This global military/industrial surveillance system obliges
to make a deep discussion about the ownership of social media data and the other
emerging contradictions in this context. In this day and age one of the contradictions of
the digital age is between the privacy of users and industrial surveillance complex.
Another contradiction is between the citizens’ desire of accountability of the strong and
secrecy desire of the power. These two contradictions become concrete historically and
theoretically in the discussions of Habermas’ public sphere and Foucault’s panopticon.
Jürgen Habermas and Michel Foucault are two philosophers who studies the dynamics of
modernity in very different perspectives but in a connected way philosophically and
politically. In critical approaches to social media age both philosophers’ concepts and
theories are being used and discussed continuously. In this study social networks are
examined in the context of Habermas’ public sphere and Foucault’s panopticon which
correspond to the basic antagonism of modern power.
Keywords: Social Media, Panopticon, Public Sphere, Security, Dicipline
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”, Toplum ve
Demokrasi, 10(21), Ocak-Haziran, s. 91-113.
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
Giriş
Geleneksel medya olarak adlandırılan, büyük oranda tek yönlü,
endüstriyel ve kitlesel iletişimi tanımlayan aşamanın ardından, sosyal medya
çağının iletişimsel evresini yaşamaktayız. Dijital medya veya internet medyası
olarak da adlandırılan bu medya her şeyden önce bilişim ve enformasyon
teknolojilerini ve internet ağ yapısını kullanan bir mecradır. Web 1.0 döneminde
internet siteleri ve e-maillerin yoğun kullanımı, Web 2.0 olarak adlandırılan
teknolojik gelişimi takiben, sosyal medya platformlarının devreye girmesi ile
etkileşimlilik ve etkinlik alanını muazzam boyutlara ulaştırmıştır.
Söz konusu teknik altyapı bünyesinde sayısız bireysel ve kurumsal web
siteleri, blog siteleri, web yayıncılığı, podcastler, forum siteleri; Facebook,
Twitter, Snapchat, Instagram, Wordpress, Persicope, Ustream, Skype vb.
popüler platformlar; yazılı, görsel, işitsel tüm formlarıyla iletişimsel evrenimizi
oluşturmaktadır. Bu altyapı üzerinde gerçekleştirilen her tür iletişim
haberleşme, ticaret, eğitim, kültürel tüketim veya tasarım etkinlikleri, sosyal
medya kapsamında değerlendirilebilir (Çamuroğlu Çığ ve Çığ, 2015: 22).
Sosyal medya ve Web 2.0 kavramları, Facebook, Linkedln gibi sosyal ağ
siteleri, bloglar, Wikipedia gibi wikiler, Twitter, Weibo gibi mikrobloglar ve
Youtube gibi kullanıcı kaynaklı içerik paylaşım sitelerinden oluşan World Wide
Web (www) platformlarını nitelemek için 2005 yılı civarında hayatımıza girmişti
(Fuchs, 2015a: 94). Teknolojiye vurgu yapan Web 2.0, bütün sosyal ağları içine
alan bir şemsiye kavram olarak düşünülmektedir (Trottier ve Fuchs, 2015: 6).
Aslında sosyal medya teknolojilerinin büyük bir kısmı, 2005 yılından önce
kullanılmaya başlanmıştı. Ancak popülerleşmesi, geleneksel medya ile de
melezlenerek toplumsal yaşamı giderek daha fazla şekillendirmeye başlaması,
2005 sonrası döneme denk düşmektedir (Fuchs, 2014: 48).
Giderek artan kullanıcı sayılarıyla sosyal medyanın dijital kültürü,
toplumsal, ekonomik ve siyasal yaşama hızla eklemlenirken, birçok farklı
boyutu ile gündeme geldi. Sosyal medya, 2011 yılından başlayarak tüm
dünyada yeni toplumsal hareketler, siyasal katılım ve kamusal alan bağlamında
tartışılmaya başlandı. “Arap Baharı” olarak adlandırılan Tunus’ta başlayıp
birçok ülkeye yayılan isyanlar, İspanya’da bugün Podemos isimli partiyle
kurumsallaşan İndignadas (Öfkeliler) hareketi, Amerika’da Occupy Wall Street
hareketi ile 2011 yılında sosyal medya ve yeni toplumsal hareketler, oldukça
iyimser tonlarda yapılan yeni yurttaşlık ve kamusal alan tartışmasını
ateşlemişti.
Sosyal ağlardan güç alan bu yeni toplumsal hareketler, 2004’te
Madrid’de, 2009’da İran ve İzlanda’da da görülmüştü (Castells, 2013: 11-12).
2013’te Taksim Meydanı’ndan tüm Türkiye’ye yayılan Gezi Direnişi ile sosyal
ağlar bağlamında yapılan siyasal katılım, kamusal ve müşterek alanlar
tartışmaları da yoğunlaştı. Tartışmaların başlangıçtaki iyimser tonu,
neoliberalizmin otoriteryan eğilimlerinin hız kazanması ile yerini dijital gözetim
toplumları tartışmasıyla karamsar bir tona bıraktı. Julian Assange’ın kurduğu
Wikileaks’ın ortaya çıkardığı belge sızıntıları ve Edward Snowden’ın ifşaatları ile
92
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
küresel bir gözetim sisteminin varlığı ispatlanmıştır. 2007 yılında NSA
tarafından geliştirilen kitlesel elektronik gözetim ve veri madenciliği yapan
program PRISM ile gizli servisler ve devletlerin ağlarda bireysel mahremiyeti
sistematik olarak ihlal etmekte oldukları da netleşti. Devlet ve istihbarat
örgütlerinin yanı sıra, Google, Facebook, Yahoo, AOL ve www şirketleri de bu
küresel gözetim ağına dahildir. Bu şirketlerin sermaye birikim modeli, küresel
gözetim sisteminin suç ortağı olmalarının nedenleri arasındadır. Snowden’ın
ifşaatları, küresel gözetim ağının şirket ve devlet gücü birlikteliği ile iletişimi,
interneti ve sosyal ağları kontrol ettiğini ortaya koymuştur (Fuchs, 2015b:
149). Yakın zamanda Panama Papers ile yeniden hatırlanan küresel
endüstriyel/askeri gözetim bloğu, sosyal ağlardaki verilerin mülkiyeti ve ortaya
çıkan çelişkiler bağlamında tartışmaları derinleştirmeyi zorunlu kılmaktadır.
Günümüz sosyal medya dünyasının çelişkilerinden biri, kullanıcıların
mahremiyeti ile endüstriyel gözetim bloğu arasındaki gerilimdir. Bir diğeri de
yurttaşların güçlünün hesap vermesi yönündeki talebi ile iktidarların gizlilik
arzusu arasındaki çelişkidir. Sosyal medya şirketlerinin sermaye birikim modeli
ve ekonomileri, ağırlıklı olarak hedefli reklamcılık (targeted advertising) ve
dijital emeğin sömürüsü üzerine temellenmektedir (Trottier ve Fuchs, 2015:
24). Şirketlerin ekonomik modeli ile söylem ve ideolojilerini temellendirdikleri
açık, küresel olarak bağlantılı ve özgür iletişim arasında sürekli bir gerilim hattı
ortaya çıkmaktadır. Şirketler, sermaye birikim modeli nedeniyle parçası
oldukları bu yoğun gözetimin karşısında olduklarını vurgulamakta ve özgür,
açık dünya söylemlerini bu karşıtlık üzerinden kurmaktadır (Fuchs, 2015b:
149). İdeoloji ve ekonomik gözetim arasındaki bu gerilim hattı, çağdaş sosyal
medya dünyasının antagonistik gerçekliğini oluşturmaktadır.
Sosyal medya dünyasının antagonizmaları, Harvey’nin adlandırmasıyla
sermayenin hareketli ve tehlikeli çelişkilerine denk gelmektedir. Hareketli
çelişkiler, istikrarsız ve önbelirlenmemiş bir evrim süreci yaratmaktadır. On
yıllarla ölçülebilen bu görece yavaş süreç, bugünkü ikilemlerden yola çıkarak
gelecek hakkında da öngörüde bulunmamıza imkan vermektedir. Hareketli
çelişkilerin dinamik etkileşimi, insan, sermaye ve doğa açısından tehlikeli
çelişkileri doğurmaktadır (Harvey, 2015 (b): 99 - 297). Bu nedenle hareketin
anlamını kavramak politik açıdan hayatidir, çünkü Harvey’nin vurgusu ile
“kendi geleceğimizin şiirini sermayenin hızla evrilmekte olan çelişkilerinin
oluşturduğu fon üzerine” yazmaktayız (Harvey, 2015 (b): 100).
Bu hareketin anlamını ve gelecekte yaratabileceği değişimleri
öngörebilmek için sosyal ağlardaki dijital gözetime yakından bakmak
gerekmektedir. Dijital gözetimin en belirgin çelişkilerinden bir tanesi, devlet
gözetimi ve sosyal medya şirketleri arasındaki birliktelikte görünür olmaktadır.
Şirketlerin ticari gözetimi, bilginin sürekli akışına ve insanların verilerini,
iletişimlerini ve yaşamlarını büyük oranda ağlara taşımasına bağlıdır. Devlet
gözetimi ise, bilgiye erişimi kısıtlamak ve özellikle kriz dönemlerinde sansür
üzerinden şekillenmektedir. Devletler ve şirketler arasındaki bu çelişkiyi
tarihselliği içinde değerlendirdiğimizde dijital gözetim politikalarının henüz
oluşum halinde olduğu ve piyasa-devlet işbirliği içinde şekillenmekte olduğu
93
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
netleşmektedir. Ticari gözetimin sınıflandırma işlevi ve devletin zor aygıtı,
piyasanın tehdit oluşturabilecek olan kısımlarını eleyebilmektedir (Yumuşak,
2015: 108).
Dijital gözetimi analiz edebilmek için, sosyal medyayı devlet ve siyaset
teorileri içinde konumlandırmak ve devlet-şirket ilişkisini bu bağlamda
tartışmak gerekmektedir (Trottier ve Fuchs, 2015: 33-34). Medya, teknolojik
yapıların sosyal ilişkiler ve insan eylemleriyle karmaşık biçimlerde etkileşimde
olduğu tekno-sosyal yapılardır. İktidar yapıları medyayı ve medyanın toplumsal
ilişkilerini biçimlendirmektedir (Fuchs, 2014: 49). Sosyal medyanın toplumsal
ve siyasal boyutlarını tartışırken, ağların iktidar ve karşı iktidar yapıları ile
çelişkili ve etkileşimli ilişkilerini dikkatle analiz etmek gerekmektedir.
Bu açıdan sosyal medya ve dijital gözetimi, modern iktidar teorisinin
iki önemli kavramsallaştırması olan aleniyet ilkesi ve panoptikon bağlamında
tartışmak ve temel çelişkilerin kuramsal ve tarihsel gelişimine odaklanmak
önemlidir. Günümüzde sosyal medyada sızıntılarla, Anonymus gibi hacker
grupları ile Türkiye’de ise yolsuzluk tapeleri ve “fuatavni” twitter hesabı ile
gündemimize gelen yurttaşların güçlünün hesap vermesi talebi ile iktidarların
gizlilik arzusu arasındaki çelişki, tarihsel olarak modernitenin ilk çelişkilerinden
bir tanesidir. Dijital hak mücadelesinin temelini oluşturan özel hayatın ve kişisel
verilerin gizliliği ile endüstriyel/askeri gözetim bloğu arasındaki çelişki de yine
tarihsel olarak modernitenin disiplinci mekanizmalarında yer almaktaydı.
Aşağıdaki bölümlerde Jürgen Habermas’ın aleniyet ilkesi ve Michel
Foucault’nun panoptikon metaforu bağlamında dijital gözetimin temel
antagonizmaları eleştirel yöntemle tartışılmaktadır.
Dijital Çağda Karşı-Gözetim ve Aleniyet İlkesi
Dijital alanda ticari gözetim adına yapılan veri madenciliği ve
sınıflandırmanın tersine dönerek iktidar odaklarını, kurulan ilişkileri vs. ifşa
etmek adına kullanıldığı örnekler son yıllarda artarak karşımıza çıkmaktadır.
Anonymus gibi hacker grupları, Assange’ın kurduğu Wikileaks gibi belge
sızdıran siteler, Edward Snowden’ın ifşaatları ve yakın zamanda Panama Papers
gibi
sızıntılar,
zamanımızın
önemli
sızıntıları
arasında
sayılabilir.
“Whistleblower”1 aktiviteleri olarak da adlandırabileceğimiz bu sızıntılar, sosyal
medya çağının önemli ifşa ve muhalefet yolları arasında sayılmaktadır (Bora ve
Altıparmak, 2016: 53). Wikileaks’in içeriği bireysel “whistleblower”lar
tarafından sağlanmaktadır. Bu yolla “whistleblower”ların kimlikleri anonim
kalırken sızdırdıkları belgeler küresel kamuya ulaşarak kitlesel olarak
izlenebilmektedir (Fuchs, 2011b: 6). Henüz sonuçları çok kestirilebilir
Whistleblower ve whistleblowing kavramlarının Türkçe’de tam bir karşılığı yoktur. Halkla
ilişkiler literatüründe çok kullanılan bu kavramın birçok tanımı yapılmıştır. Özetle bilgiye
veya veriye erişimi olan kişilerin tanık oldukları yanlış veya etik dışı durumları kamuya
ifşa etmeleri olarak tanımlanabilir. Eski bir gazeteci olan Assange’ın kurduğu Wikileaks
isimli site, aslında birçok whistleblower’ı bir araya getirmektedir.
1
94
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
olmamakla beraber, neoliberal dönemin önemli demokratik mücadele
alanlarından bir tanesinin ifşaatlar yoluyla yürütülen muhalefet olacağı
söylenebilir.
Şirketler, devletler ve istihbarat örgütlerinin karmaşık ilişkiler ağları
içerisinde yürüttükleri gözetim, izleme ve özel alan ihlalleri ve yapılan
yolsuzluklar ile etik ihlallerin belgeleriyle kamuya duyurulması dijital hak
mücadelelerinin önemli adımlarından biridir. Gözetleyenlerin gözlenmesi
yoluyla bakışı ters yüz etmek ve iktidar odaklarını hesap vermeye zorlamak,
demokratik ülkelerde belli bir muhalefet zemini açabilmektedir. Aynı zamanda
aleniyet kazanan ifşaatlar, kamuyu da bilinçlendirerek hak mücadelelerini
güçlendirmektedir (Fuchs, 2011a: 306). Ancak devletler de bu süreçte dijital
alanın imkanlarını fark ediyor ve öğrenmeye devam ediyorlar. İktidar
odaklarını, gözetimi ve ilişkiler ağlarını görünür kılma ve alenileştirme
çabalarının karşısında baskı da giderek artıyor. Özellikle 2015’ten başlayarak
dünya çapında terörle mücadele ve güvenlik paradigmasının yükselişe geçişiyle
dijital hak mücadelesi de mevzi kaybetmektedir. Charlie Hebdo saldırısı, Paris
Katliamı, Brüksel Saldırıları gibi olaylar bu baskıya toplumsal destek de
kazandırmaktadır (Bora, Altıparmak, 2016: 53). 2015 yılı ortalarından
başlayarak Türkiye’nin de artarak deneyimlediği güvenlik paradigması,
neoliberal iktidar yapısına içkindir (Gambetti, 2009: 143-172). 2010 yılından
itibaren dünya çapında neoliberalizmin ortaya çıkardığı sorunlar karşısında
yükselen protesto dalgaları ile dengesizleşen neoliberal iktidarlar, çok daha
çatışmacı ve otoriter bir evreye evrilmektedir.
Dijital hak mücadelelerindeki mevzi kaybının da bu açıdan, dünyadaki
siyasal atmosfer ile yakından ilgili olduğunun da altını çizmek gerekmektedir.
Yakın zamanda Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) açıkladığı 2016 yılına dair
Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde, tüm dünyada bilgi alma özgürlüğünde
kayıplar yaşandığına dikkat çekilmesi ve dünya genelinde basın özgürlüğüne
duyulan saygıda büyük ve ürkütücü bir kayıp olduğunun vurgulanması, bu
duruma işaret etmektedir2. Bu noktada Morozov’un internetin kazanımlarının
özgürlükleri tehdide dönüşme ihtimali yönündeki uyarısı önem kazanmaktadır.
Online gözetimin norma dönüşme ihtimali, güvenlik paradigmasının yükselişi
ile giderek artmaktadır. Bu normla otoriteler karşısında yurttaşlar giderek
şeffaflaşırken otoritelerin güvenlik adına opak kaldığı, siyasal ve ticari çıkarların
iç içe geçtiği otoriter ve tehlikeli bir yola girilmektedir (Özkul ve Barnett, 2016:
13 -14). Otoritelerin opak alana çekilmesi, modernitenin temel
belirleyenlerinden biri olan aleniyet ilkesini muğlaklaştırmaktadır.
Aleniyetin Kurumsallaşması
Tam da bu noktada vurgulamak gerekir ki teknoloji gelişirken dünyamız
giderek karmaşıklaşsa da bu eğilimler ve çelişkiler, modernitenin temel
çelişkileri arasında idi. Bilginin üretimi ve dolaşımın toplumsal kontrolü ve
2
www.diken.com.tr/turkiye-basin-ozgurlugunde-ugandanın- gerisinde/
95
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
disiplin teknikleri bakımından tarihsel olarak en gelişmiş iktidar biçimi, modern
ulus devletlerde belirginleşmektedir. Feodalitenin iktidar biçimleri modern
iktidara evrilirken iktidarı şeffaflaştırarak denetlemenin yolu olarak aleniyet
ilkesi kurumsallaştırılmıştı. Aleniyetin kurumsallaşması ile birlikte demokratik
ve otoriter rejimlerin bilgiyi yönetmeleri açısından fark, yönetenlerin erdemi
veya tercihlerinden bağımsızlaşmıştır. Kurumların yapısı, işleyişi ile diğer
siyasal ve toplumsal aktörlerin devlet iktidarını dengeleyici gücü önem
kazanmıştır. Modern anayasanın ortaya çıkışı, 1789 devriminin kralın kişiliği ile
devleti birbirinden ayırması sonucunda gerçekleşmiştir. Böylece kamusal
otorite ve egemenlik, doğuştan gelen bir hak olmaktan çıkmış, denetlenmesi
gereken bir yetkiye dönüşmüştür (Teziç, 2009: 143). Weber’in gayrişahsileşme
(depersonalization) ve rasyonelleşme kavramları üzerinden tartıştığı
bürokrasinin, Habermas, Arendt ve Sennett’ın farklı boyutlarıyla tartıştığı
kamusal-özel ikiliğinin ve daha birçok modern kavram ve tartışmanın
başlangıcı, devlet iktidarındaki bu büyük dönüşüm ile ilişkilidir. Devlet
iktidarının şeffaflaştırılması, denetlenmesi ve demokratikleştirilmesi için verilen
mücadeleler, görünürlüğün ve bakışın politikleşmesine yol açmıştır. Bakışın
iktidarlara çevrilebilmesi yolu ile iktidarı sınırlayıp denetlenebilir kılan bir bakış
politikası, siyasal alandaki sınıf savaşımları ve demokratikleşme mücadeleleri
ile kurumsallaşabilmiştir.
Bu bakış politikasını Habermas, kamusal-özel kavramlarının tarihsel
gelişimi ile burjuva kamusal alanının ortaya çıkışı aşamasında tartışmıştır.
Bakışın politikası ile aleniyet ilkesinin demokratikleşmeye yol açacak biçimde
kurumsallaşabilmesi için yurttaşların kamusal bir gövde oluşturarak
örgütlenebilmeleri ve kamuoyunu oluşturabilmeleri gerekmektedir. Kamuoyu,
devlet biçiminde örgütlenmiş olan egemen yapıya karşı yürütülen eleştiri ve
denetim mekanizmalarına işaret etmektedir. Örneğin mahkemelerin veya
meclis görüşmelerinin halka açık olması gibi devlete ait bazı işlerin aleni olması
gerektiğine dayanan düzenlemeler, kamuoyunun eleştiri ve denetim işlevleri
ile ilişkilidir. Monarşilerin gizlilik politikalarına karşı mücadele ederek kazanılan
kamusal bilgi ve aleniyet ilkesi, devletin ve iktidar odaklarının demokratik
kontrolünü olanaklı kılmıştır (Habermas, 2010: 29).
Günümüzde kamusal bilgi ve aleniyet ilkesinin olanaklarına karşıt,
“devlet sırrı” kavramı bir iktidar tasarrufu olarak öne çıkmaktadır. Bu kavram,
kamusal otoritelerin yine kamu yararını öne sürerek gizlilik sağlayabildikleri
opak bir alana işaret etmektedir. Ancak demokratik modern iktidarlarda devlet
sırrı, sınırsız ve koşulsuz bir gizlilik sağlamamaktadır. Terörle mücadele ve
güvenlik paradigmasının yükselişe geçtiği günümüz Türkiye’sinde, devlet sırrı
kavramının gazetecilik ile ilgili tarihi bir davanın konusu olması, iktidarların
güvenlik adına opak bir alana çekilme isteklerinin ifşa edilmiş bir göstergesidir.3
Gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün yargılanmakta oldukları MİT tırları davası, Milli
İstihbarat Teşkilatı’na ait tırlarla Suriye’ye silah ve cihatçı sevk edildiğinin iddia edildiği
haberin, 29 Mayıs 2015 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanması üzerine açılmıştı.
Haberdeki iddialara kanıt olarak savcılık dosyasından alındığı belirtilen görüntüler yer
almaktaydı. Bu görüntülerde ilaç kutularının altındaki havan topu mermileri ve askeri
3
96
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
İngiltere’de 2015’te açıklanan internet yasa tasarısının, güvenlik güçlerine
mahkeme kararı olmadan online takip yetkisi sağlamayı amaçlaması da dijital
dünya açısından benzeri bir duruma işaret etmektedir (Keeble-Gagnere, 2015).
Tasarı, gazeteciler tarafından haber verme hakkının, siyasal iktidardan
bağımsız yapılamayacağı bir ortama kayma endişesi ile tartışılmaktadır.
İktidarların gizlilik arzusu ile yurttaşların güçlünün hukuk önünde hesap
vermesi yönündeki talebinin günümüz demokrasilerinde gerilimli bir siyasete
yol açması, aleniyetin kurumsallaşmasının tarihsel evrelerine bakmayı gerekli
kılmaktadır. Bugün yeniden bir mücadele hattına işaret eden aleniyet talebi,
modernite feodaliteyi dönüştürürken kurumsallaşan kamusal otoritenin en
temel mücadele alanıydı ve ortaya çıktığı tarihsel evrede de çelişkili bir
kurumsallaşmadan muzdaripti4.
Ortaçağdan Çıkışta Aleniyet
Feodalite içinde pre-kapitalist koşullar ortaya çıkmaya başladığında
kamusal kavramı ve aleniyet, hiyerarşi ve ayrıcalıklarla ilgilidir. Ortaçağın
kamusallığı bir statü belirtisidir, toplumsallıkla ilişkili olarak yaşanmamaktadır.
Fermanlardaki veya kralın mühründeki kamusal kavramı, hükmetme ile ilgilidir.
Aleni olma ve herkese açık olma durumu ise ayrıcalıklardan ve hükmedenlerin
konumundan dışlanmış olmak anlamına gelmekteydi. Habermas, ayrıcalıklar,
güç ve hiyerarşiyi barındıran Ortaçağ kamusallığını “temsili kamusallık” ile
kavramsallaştırmaktadır. Burada temsil kavramı, demokratik teorilerdeki
temsilin tam aksine, gücün ve statünün temsilini anlatmaktadır. Kralın tacı,
onun -Tanrıdan aldığı – sonsuz gücü temsil eder. Ortaçağ’ın bu temsili
kamusallığı dışlayıcıdır; örneğin ayinler halkın dilinde değil, Latince yapılır.
Halk, bu kamudan dışlanmıştır; ancak varlığı temsilin gerçekleşebilmesi
açısından önemlidir.
15. yüzyılda coğrafi keşiflerin ticareti canlandırarak bir sınıf olarak
burjuvaziyi ortaya çıkarmaya başlaması ile temsili kamu ile yeni ortaya
çıkmaya başlayan aydınlanma kamularının bir arada olduğu ara bir dönemden
mühimmat görülmekteydi. Yaptıkları haber sonrasında açılan davada Dündar ve Gül’e
yöneltilen suçlamalar, devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk
amacıyla temin etme, devletin güvenliğine ilişkin gizli kalması gereken bilgileri casusluk
maksadıyla açıklama, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni
ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye
teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek isteyerek yardım etmedir
(www.bbc.com/turkce/haberler/2016/04/160401_can_dundar_erdem_gul_durusma).
4
Bu çelişkili kurumsallaşmaya örnek olarak klasik hukuk teorisinde devletin iki niteliğini
oluşturan devletin hukuki kişiliği ve egemenliği arasındaki uyuşmazlık gösterilebilir.
Devletin hukuk içinde denetlenebilirliğini sağlayan tüzel kişiliğinin yanında egemenlik,
devletin hiçbir denetim kabul etmeyen asli, kayıtsız şartsız bir iktidarını vurgulamaktadır
(Teziç, 2009: 125-126; 144-145). Benzer bir çelişkili kurumsallaşma da Fransız Devrimi
sonrası iktidarı dünyevileştiren demokratik teorilerden milli egemenlik teorisinde
yaşanmıştır. Teori, İktidarı monarktan yeryüzüne indirirken aşkın bir millet tanımıyla
(ölen atalardan doğmamış çocuklara kadar halkı aşan bir kavram olarak millet) onu
yeniden metafizik ve hukuk ötesi kılmıştır (Teziç, 2009: 100).
97
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
geçilmiştir. Kralın kişiliği ile devleti birbirinden ayıran burjuva devrimlerinin bir
sonucu olarak kamusallık devleti ve devlet aygıtını temsil eder hale gelirken
özel olan da bu alanın dışında kalan alan olarak şekillenir (Habermas, 2009: 57
-74).
Ortaçağda feodalitenin içinde feodaliteden farklı bir gelişimin habercisi
olan pre-kapitalist koşullar, bir taraftan -merkantilizm ve fizyokrasinin temel
bakışı olarak- güçlü krallık ve hükümdar vurgusu ile var olan egemenliği
güçlendirirken bir taraftan da bu düzenin çözülüşüne yol açacak koşulları
oluşturur. Habermas burada çözülüşe yol açan unsurlar olarak mal ve haber
dolaşımına önem verir. Ticaretin gelişimi –her ne kadar var olan egemen krallık
veya güç tarafından koyulan kurallarla işlese de- feodal sistemin kapalı
ekonomisini ve kapalı yapısını sarsmaya başlamıştır. Başlangıcında temsili
kamuyu bu yeni gelişmeler rahatsız etmemiştir; çünkü eski üretim ve bu
üretimden beslenen egemenlik henüz bu yeni oluşmaya başlayan sermayeye
bağımlı değildir.
Feodalitenin katı egemenlik yapısı, gelişen ticaretle zenginleşmeye
başlayan burjuvazinin iktidara ortak veya talip olmasını engelliyordu. Ancak
iktidarın kurulmasını sağlayan temel ilkeleri hedef alırlarsa yani, egemenlik
biçimini tümden değiştirirse iktidarda pay sahibi olabilecekti. Bu noktada
Ortaçağ egemenliğinin temel ilkelerine karşı burjuva kamusunun ortaya
koyduğu ilke, aleniyet ilkesi olmuştur. Ortaçağın kapalı iktidar yapıları, bu
ilkenin karşısında zamanla çözülmeye başlamış; Aydınlanmanın “akıl” ölçütünü
temel alarak başlattığı devrimlerle burjuvazi, bu kapalı yapıların aleniyet
ilkesine göre, anayasalar ve yasalar çerçevesinde yıkıldığı yeni bir çağı
başlatmıştır (Habermas, 2009: 93 – 98). Kapalı yapıların yıkılmasıyla
başlayacak yeni çağın en önemli araçları arasında ise basın yer almaktaydı.
Burjuva Kamusal Alanı ve Basın
Merkantilist dönem, devletin karşısında ayrı bir alan olarak burjuva
kamusal alanının yükselişine yol açmıştır. Çünkü yönetimin ticaret üzerinde
uyguladığı önlemler veya aldığı vergiler, özel çıkar ile kamusal çıkarı karşı
karşıya getirirken bir taraftan da devletin özel alana da müdahalesi –örneğin
tahıl darlığında Cuma akşamları ekmek tüketiminin yasaklanması gibi
müdahaleler- devleti ve işleyişini de eleştiriye açık hale getirmiştir. Hane
ekonomisini ilgilendiren konuların aynı zamanda kamusal çıkar alanına giren
bir meseleye dönüşmesi ile kapitalizmin bu başlangıç evresinde hem devlet
karşısında özel alan hem de akıl yürüten kamusal topluluğun eleştirerek ve
tartışarak oluşturduğu kamusal alan ortaya çıkmıştır. Yine kamusal bir araç
olarak basın da bu dönemde çok önemli bir rol oynamıştır. Böylece kamusal
alan, kamusal bir topluluk olarak bir araya gelmiş özel kişilerin, kamu erkini
kamuoyunun önünde şeffaflaşmaya ve meşrulaşmaya zorladıkları bir alan
olarak dönüşüyordu (Habermas, 2009: 77 – 91).
98
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
Dolayısıyla haber dolaşımı, bu yeni oluşmaya başlayan ekonomik
sistem için en az mal ve evrak dolaşımı kadar önemliydi. İlk dönemde ticareti
geliştiren bir unsur olarak ortaya çıkan haber dolaşımı, merkantilist dönemde
siyasal ve toplumsal düzenin içinde eski sistemi alt üst edecek bir güç olacak
basına evriliyordu. İlk gazeteler –siyasi gazete olarak adlandırılıyorlardıbaşlangıçta haftalık olarak çıkarken, 17. yüzyılın ortalarında günlük çıkmaya
başladılar (Habermas, 2009: 74 – 80; Van Horn Melton, 2011: 13 -17). Günlük
çıkmaya başlayan gazetelerle haberler, modern toplumların temel
ritüellerinden birine dönüşerek kamusal alanın meselelerini de belirlemekteydi.
Hegel’in gazetelerin modern insanın sabah duası olduğunu
vurgulaması, metalaşan haber ile kurulan törensel ve ritüelistik ilişkiyi
netleştirmekteydi. Anderson’a göre bu ilişki, ulus devletin ve milliyetçi
ideolojilerin kuruluşunda da önemli bir rol oynamaktaydı. Gazetelerin ve
metalaşan haberlerin kitlesel ve hızlı tüketimi, olağanüstü kitlesel bir ayini
mümkün kılmaktaydı. Anderson’a göre, hayali bir cemaat olarak ulusu
mümkün kılması, bu ritüelin paradoksal anlamından kaynaklanmaktadır. Sessiz
bir mahremiyet ile yerine getirilen okuma eylemi, hayali cemaati oluşturan
büyük kitleler tarafından eş zamanlı ve kamusal bir eylem olarak
gerçekleşmektedir (Anderson, 2009: 50). Bu eş zamanlı kamusal eylem,
çelişkili bir var oluşla kapitalizmin varlığını güçlendiren haber endüstrisini
yaratırken, bir taraftan da onu aşan ve bütün iktidar odaklarını sarsabilecek
güçte olan aleniyet ilkesini de mümkün kılmaktaydı. Çünkü siyasal gazeteciliğe
evrilen habercilik, dünya ile ilgili her şeyin – meclis, savaş, ticari dolaşımaleniyet kazanmasının yolunu açmaktaydı (Habermas, 2009: 74 – 80; Van
Horn Melton, 2011: 13 -17).
İlerleyen süreçlerde burjuvazi açısından paradoksal bir durum yaratan
basının bu ikili rolü, iktidarların yeni başetme stratejileri geliştirmelerine de ön
ayak olacaktı. Bu yeni strateji, haberin bir meta olduğu gerçekliği üzerine inşa
edilmekteydi. Sonuç olarak mal dolaşımına bağımlı olmaktan çıkan haberin
kendisi de basılı bir materyal olarak ve kar stratejilerinin de etkisine girerek bir
metaya dönüşüyordu. Bir meslek olarak profesyonelleşen gazetecilik, ortaya
çıkışını sağlayan pazar ile aynı düzeneğe ve işleyişe sahipti. Haberin metalaşma
süreci, kapitalist ekonominin başlangıcından günümüze geçirdiği büyük
değişimlere paralel olarak daha verimli formlara girmiştir. Dolayısıyla metalar
piyasasını yöneten burjuvazi, iktidarını tahkim ettikten sonra, her türlü iktidarı
sarsacak güçteki eleştirel kamuoyu çözülecek ve yerini bilginin kontrolü ve
manipülasyonuna bırakacaktı.
Bilginin Kontrolü ve Karşı-Gözetim
İktidara yönelen bakışın gücü ve politikası, devrimci bir yüzyıl olan 18.
yüzyıldan sonra burjuva devrimleri ile kurumsallaşan yeni modern iktidarlar
çağında, Habermas’ın kavramsallaştırmasıyla yapısal bir dönüşüme uğrar. 19.
yüzyıl kültür ve haber endüstrilerinin kamusal toplulukları ve yurttaşları kitleye
dönüştürmesi sonucunda kamuoyu yerini kanaatlere bırakmış, kamusal akıl
99
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
yürütmenin yerini duygular ve irrasyonalite almış, aleniyet ilkesi ise iktidarın
meşruiyetini üretmekten öteye geçememiş ve gerçekten demokratik bir
denetimi hayata geçirememiştir. Foucault’ya göre, aleniyet ilkesi ile kurulması
düşünülen demokratik denetim ve bakışın gücüne duyulan inanç, baştan
itibaren bir yanılsamadan ibarettir. Kamu görüşüne ve bakışa önemli bir güç
atfetmiş olan aydınlanmacılar, kamu görüşünün gerçek koşullarını, medyayı
öngörememişlerdir. Basın, yayın, sinema ve televizyon biçimleri altında iktisat
ve iktidar mekanizmalarına dahil edilmiş bir maddesellik yatmaktadır. Medya,
kaçınılmaz olarak iktisadi- siyasi çıkarların emrindedir. Devrimciler, kamu
görüşünün bu maddi ve iktisadi bileşenlerini fark edemedikleri için, doğası
gereği doğru olacağını, kendine özgü bir biçimde yayılacağını ve bir tür
demokratik gözleme olarak işleyeceğini düşünmüşlerdir. Düşünüre göre, bu
bakış politikasının ütopik karakteri, 19. Yüzyılda gazetecilikle ortaya çıkmıştır
(Foucault, 2007: 85 – 105). Habermas’ın aleniyet ilkesi üzerinden
somutlaştırdığı bakışın gücü ve politikası da, 19. Yüzyıldan başlayarak
medyanın ekonomi politik yapısı ve sermaye ile ilişkileri sonucunda çözülmüş
ve eleştirel gücünü yitirmiştir.
Habermas ve Foucault’nun çalışmalarının da gösterdiği gibi, basın ve
düşünce özgürlüğü ile demokratikleşme arasındaki ilişkiye odaklanan tezlerin
eksik kaldığı nokta, nasıl olup da bilginin kontrolü ve manipülasyonu yoluyla
görece demokratik sistemlerin otoriterliğe savrulabildiğidir. Medyanın ve
bilginin kontrolü yoluyla bakışın manipülasyonu, demokrasinin yavaş ölümüyle
ilgili önemli veriler sunabilmektedir (Demirtaş, 2016: 30). Özellikle toplumun
tamamını ekonomik bir paranteze alan ve sınıf iktidarının yeniden kurulduğu
geniş çaplı bir proje olarak neoliberal sistemde (Harvey, 2015 (a):17-27)
demokrasilerin aşınmasını açıklayabilmek için bilginin devlet ve sermaye
tarafından nasıl kuşatıldığına daha yakından bakmak gerekmektedir. Örneğin
İngiltere’de Telekulak Skandalı ve Leveson Soruşturmaları ile ortaya çıkan
medya skandalı, demokrasi geleneği köklü ve güçlü olan ülkelerde bile
medyanın finansallaşmış yapısının ve bilginin devlet ve sermaye tarafından
kuşatılmasının ürettiği sorunların boyutunu ortaya koymaktadır (Leveson,
2012).
Neoliberal dönemde geleneksel medya, Habermas’ın aleniyetin ve
bakışın çözülüşü sonucunda tespit etmiş olduğu sorunların çok daha karmaşık
biçimleri ile karşı karşıyadır. Bu noktada sosyal medya ve ağlar, medyanın
hiyerarşik yapısını kırabilmekte ve bireye yeni kamusal alanlar sağlarken dijital
gözetimi de tersine çevirerek iktidar odaklarını görünür kılabilmektedir. Bir
karşı-gözetim projesi olarak Wikileaks kendisini “halkların istihbarat örgütü”
olarak tanımlamaktadır (Fuchs, 2011b: 2).
Ancak teknolojinin sağladığı çok önemli kazanımlar olmakla beraber,
bakışın politikası konusunda iyimser olmadan önce dijital gözetimin boyutlarını
ve gözetimin nasıl bir iktidar mekanizmasına dahil olduğunu dikkatle analiz
etmek gerekmektedir. İnternetin katılımcı karakterinin önündeki en büyük
engel, dev şirketlerin giderek tekelleşmesi ve internet üzerindeki bilgi ve
verileri kontrol altına almasıdır. Whatsapp, Youtube, Gmail, Instagram gibi
100
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
uygulamalar iki internet devi Facebook ve Google’dan birine aittir. Akıllı telefon
pazarında en çok kullanılan işletim sistemlerinden biri olan Android veya mobil
uygulamaların senkronizasyonunu sağlayan Firebase de Google tarafından
satın alınmıştır (Yumuşak, 2015: 107). Üstelik bu tabloya bir de bu şirketlerin
sermaye birikim modelleri eklendiğinde ticari gözetim yoluyla yayılmakta olan
bilginin kontrolü sorunu da karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle dijital gözetim
ve bakışın politikasının çelişkilerini iktidar teorileri açısından da tartışmak
gerekmektedir. Aşağıdaki bölümde Michel Foucault’nun modern iktidar
çözümlemesi ve panoptikon metaforu üzerinden bakışın politikası ve dijital
gözetim tartışılmaktadır.
Dijital Gözetim ve Panoptikon
Sosyal medyanın dijital gözetimi, Türkiye’nin şu sıralar en sıcak
konuları arasındadır. Son birkaç yıldır sosyal medya paylaşımlarından ötürü
birçok insana giderek artan sayı ve sıklıkta davalar açılmaktadır. Twitter’ın 6
ayda bir yayımlanan şeffaflık raporuna göre Türkiye, devletlerden gelen içerik
çıkarma talepleri konusunda %72 oranla birinci sıradaydı. Facebook içerik
çıkarma taleplerinde ise Hindistan’ın ardından 2. sırada yer almaktaydı (Bora,
Altıparmak, 2016: 55). İlk bakışta internette devlet gözetimi, bilgiye erişimi
kısıtlamak ve sansür üzerinden işlemektedir. Bu durumu ilk bölümde aleniyet
ilkesi bağlamında tarihsel olarak da tartışmıştık. Şirketlerin ekonomik gözetimi
ise her türlü bilgi ve verinin sürekli akışına bağlıdır. Devletlerin sakıncalı görüp
engellemek istedikleri paylaşımlar da şirketler için analiz edilecek ve
sınıflandırılacak verilerdir. Dijital gözetimin birbiriyle çelişkili bir varoluş içinde
olan iki biçimi, ülkeden ülkeye farklılaşarak gözlemlenebilmektedir. Dijital
gözetimin bir türü, Orwell’in Büyük Birader’inin gözetimine benzeyen katı bir
devlet gözetimi, diğeri de gözetimi gönüllü kabul ettiren, gözetimi geliştiren ve
mükemmelleştiren ideolojileri içinde barındıran tüketim alanının akışkan
gözetimidir (Bauman ve Lyon, 2013: 17-20).
Hem katı devlet gözetimi, hem de şirketlerin akışkan gözetimi kamusal
ve özel arasındaki ayrımı çözmektedir. Katı olan biçim, sansür ve zor araçları
ile başka türlü davranma hakkınızı elinizden alırken, akışkan biçim sizi
cezbederek ikna etmektedir. Bu anlamda dijital gözetimin iki biçiminin hala iki
ünlü distopya arasında salınmakta olduğu iddia edilebilir; George Orwell’in
1984’ü ile Aldous Huxley’nin Cesur Yeni Dünya’sı. 1984’ün katı, totaliter,
hiyerarşik yapılarına karşı, Cesur Yeni Dünya akışkan ve eğlenceli bir
otoriteryanizmi anlatmaktaydı. Tüketim alanının akışkan dijital gözetimi, Cesur
Yeni Dünya’nın eğlenerek ve cezbedilerek özerkliklerini kaybeden bireylerini
mümkün kılmaktadır. Her iki distopya da farklı biçimlerle kamusal ve özel
arasındaki dengesizliği hayata geçiren totaliter dünyaları anlatmaktaydı.
Kamusal ve özel arasındaki ayrımın bulanıklaşması, totaliter dönemlerin
alamet-i farikasıdır. Hitler, her bir bireyden tüm liberal özerklik biçimlerini yok
ettiği tam bir iktidar talep etmişti. Kamusal – özel ayrımına “Alman halkının
verdiği kendini koruma mücadelesinde, artık yaşamın hiçbir yönü siyaset dışı
101
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
değildir” diyerek meydan okumaktaydı. Bir Nazi hukukçusuna göre ise, “sözüm
ona özel alan” yalnızca göreli olarak özeldi, potansiyel olarak ise siyasi idi.
1934’de bir Alman doktorun rüyası, iktidar opaklaşırken yurttaşın
şeffaflaşmasının bireyler üzerindeki etkisini özetlemektedir:
“Akşamın saat dokuzu gibiydi. Muayenelerim bitmişti. Tam muayene
koltuğuna uzanıp Matthias Grünevald’ın bir kitabını okuyarak dinlenmeye
koyulmuştum ki, bir anda odamın, sonra da apartmanımın duvarları
kayboluverdi. Etrafıma baktım ve dehşet içinde gözümün görebildiği kadar
uzaklıkta hiçbir apartmanın artık duvarlarının olmadığını fark ettim. Sonra bir
hoparlör gümbürdedi, ‘bu ayın 17’sinde yayınlanan Duvarların Yasaklanmasına
Dair Kararnameye göre...”
Doktor, gördüğü rüyayı yazdıktan sonra bir de bu nedenle suçladığının
rüyasını görür, artık uyku bile özel ve özerk değildir (Mazower, 2008: 38 -39).
Dijital gözetimin katı devlet versiyonunda hissedilen baskı, doktorun duvarların
yok olması ile devlet karşısında şeffaflaşmış ve özerkliğini kaybetmiş bireyin
hissettiklerine benzemektedir. Akışkan ticari gözetimde ise baskı
hissettirmeden cezbetmek, çeşitli yollarla kullanıcılarını metalaştırırken
güvende ve özgür hissetmelerini sağlamak temel amaçtır. Devlet ve istihbarat
örgütlerinin demokratik ülkelerde de ağlarda bireysel mahremiyeti sistematik
olarak ihlal ettikleri, Snowden’ın ifşaatları ile ortaya çıkmıştır. Şirketlerin
devletlerle işbirliği konusunda tavırları birbirlerinden farklı olmakla beraber
genellikle şirketler temkinli davranmaktadır.
FBI vs. Apple Davası
2016 yılının Mart ayında FBI ile Apple şirketi arasında yaşanan ve
mahkemeye de taşınan gerilim, bu temkinli duruşa örnektir. FBI, şirketten
terör saldırısı zanlısının Iphone 5c telefonuna erişim için Apple telefonlarının
şifre sistemini kıracak bir yazılım talep etmişti. Şirket talebi kabul etmeyince,
FBI talebini mahkemeye taşımış ve kazanmış; Apple ise şifre sistemini devre
dışı bırakmanın markanın bütün kullanıcılarının gizliliğini ihlal eden tehlikeli bir
emsal oluşturacağını belirterek mahkeme kararına direnmişti. FBI ve Apple
arasında başlayan bu tartışma, güvenlik ve gizlilik bağlamında yeni teknolojiler
etrafında yürütülen tartışmayı büyütmüştü. Apple, müşterilerinin veri
güvenliğine büyük önem verdiklerini açıklayarak şifre kırıldığı takdirde bunun
bütün kullanıcıların veri güvenliğini tehlikeye atacağını belirtmişti.
Facebook, Twitter, Google, Amazon, Ebay, Linkedln, Reddit, Pinterest,
WhatsApp, Yahoo gibi birçok sosyal medya ve internet şirketi, basına beyan,
mahkemeye de bilirkişi raporları sunarak Apple’a destek olmuştu. Ancak FBI,
Apple’ın yardımı olmadan Iphone’un şifresini kırdığı için davayı geri çekti.
Tartışma ABD’de ve dünya basınında uzun süre devam etti. ABD’de Donald
Trump, FBI’ı desteklerken, Cumhuriyetçi Senatör Tim Cotton, Apple’ı IŞİD
teröristlerinin tarafını tutmakla suçlamıştı. ABD Kongresi’nde terör-güvenlikgizlilik hakkı-gözetim bağlamında bir yasal düzenleme yapmayı da ön gören
102
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
tartışmada Demokratlar ise Apple’a destek vermişti5. Şifreyi kırmayı başaran
FBI, devlet ve istihbarat örgütlerinin küresel gözetim ağına bir mevzi daha
kazandırmış oldu. Ancak Apple da bu hamleye muhtemelen yeni bir şifreleme
sistemi geliştirerek yanıt verecektir. Bu tartışmanın hem teknolojik boyutta
hem de yasal düzenlemeler kısmında uzun yıllar devam edeceği açıktır.
Apple-FBI örneğinde de görüldüğü gibi küresel gözetim ağına toplumsal
desteği de sağlamanın anahtarı, dünya çapında yeniden tırmanışa geçen
güvenlik ve teröre karşı savaş söylemi olmaktadır. Devletlerin ve istihbarat
örgütlerinin askeri veya siyasi amaçlarla kullanabildikleri bu küresel gözetim
ağını mümkün kılan ise sosyal medyanın dev şirketlerinin sermaye birikim
modeli olmaktadır. Küresel endüstriyel/askeri gözetim ağı, iletişimi, interneti
ve sosyal ağları kontrol altında tutmaktadır (Fuchs, 2015b: 149). Neoliberal
dönemin çatışmacı ve birçok ülkede giderek otoriterleşen bu evresinde dijital
gözetimde ortaya çıkan bu çelişkili durum, neoliberalizmi sınıf iktidarının
onarımıyla bağlantılı olarak şiddetle kurduğu ilişki açısından ele aldığımızda
şaşırtıcı değildir (Harvey, 2012; Harvey, 2015 (a); Gambetti, 2009). Dijital
gözetim politikaları tüm dünyada oluşum halindedir ve giderek daha fazla
piyasa-devlet işbirliği ile şekillenmektedir (Yumuşak, 2015: 108-109).
FBI ve Apple arasındaki davaya da taşınan bu anlaşmazlığın ortaya
çıkardığı temel problem, teknolojinin kırılganlığı ve sosyal medyada giderek
tekelleşmekte olan sermayenin iktidarıdır. Apple’ın, Google’ın veya
Facebook’un FBI karşısındaki pozisyonu, ifade özgürlüğü veya kullanıcıların hak
ve özgürlüklerinin savunulmasından çok, gözetim kapitalizmini mümkün
kılacak müşteri güvenini sağlama isteğinden kaynaklanmaktadır. FBI’ın bu
vakayı mahkemeye taşımış olması ve “terörizm” tartışmasını konunun
merkezine yerleştirmesi, son derece fırsatçı bir seçimdir. Birçok insan,
tartışmayı sadece teröre karşı güvenlik söylemi üzerinden yürütmektedir.
Ancak bilindiği üzere, ulusal güvenlik ile bireysel güvenlik arasında her zaman
bir gerilim hattı bulunmaktadır.
Üstelik Apple gibi dijital evrenin en güvenli ve girilmesi zor görülen
platform ve teknolojilerin bile bu kadar kısa bir sürede şifresinin kırılarak
ulaşılabilir olmasının ışığında, bireysel güvenlik, hak ve özgürlükler açısından
ibrenin iyi bir yeri göstermediği açıktır. Teknolojinin kırılganlığını da bir kez
daha ispatlayan bu davayla birlikte dijital evrende tekelleşmekte olan
sermayenin iktidarının demokrasinin en temel değerlerine meydan okumaya
devam edeceği açıktır. Sosyal ağ şirketlerinin sürekli atıfta bulunduğu kullanıcı
güveni, gerçekten hak edilmelidir. Bu da tartışmayı ve harekete geçilecek
zeminleri, pazarlama ve basın bültenlerinden ziyade, güç odaklarının şeffaflığı
ve hesap verilebilirliği üzerine kurmakla mümkün olacaktır. Dijital evrenin
politik, yasal ve teknolojik problemlerine ancak dürüst, şeffaf ve demokratik
bir tartışma ile çözüm bulunabilir (Powles ve Chaparro, 2016).
5
www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160219_apple_fbi_5_soru
103
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
Sosyal medya kullanıcıları ile şirketler ve devletler arasında dijital
gözetim politikaları konusundaki hak mücadelesi bu çerçeveden bakıldığında
yakın bir zamanda sonuçlanacak gibi görünmemektedir. Bu konuda öngörüde
bulunabilmek için dünya çapında tırmanan güvenlik politikalarıyla dijital
gözetim arasındaki bağı, neoliberal dönemin devlet-şirket ilişkisi bağlamında
değerlendirmek gerekmektedir. Bu bakımdan yukarıdaki bölümde tartıştığımız
Orwell ve Huxley’in distopik kurgularından ziyade; dijital gözetim tartışmaları
konusunda en çok atıfta bulunulan düşünür, ayrıntılı iktidar analizleriyle Michel
Foucault ve onun panoptikon metaforudur.
Foucault’nun İktidar Analizi ve Panoptikon
Panoptikonu Foucault’nun modern iktidar çözümlemesi bağlamında ele
almak, dijital gözetimin ekonomi politik yapısını ve ortaya çıkan
antagonizmaları, neoliberal dönemin iktidar mekanizmaları açısından
değerlendirebileceğimiz
zemini
sağlamaktadır.
Ağlarda
panoptik
mekanizmanın güvenlik ile beraber işleyişini açıklayabileceğimiz teorik ve
tarihsel
kavrayış,
düşünürün
iktidar
çözümlemesinden
temellendirilebilmektedir. Foucault’nun 1977-78 ve 1978-79 yıllarında College
De France’da verdiği dersler, modern iktidar çözümlemesini neoliberal döneme
uyarlamaktaydı.
Feodal biçiminden modern biçimine evrilen iktidarı Foucault,
hükümranlık ve egemenlik kavramlarıyla tartışmaktadır. Feodalitenin
hükümran iktidarı, öldürme hakkına sahip olan iktidardı. Topraktan çıkan
ürünler ve bu yolla elde edilen gelirin miras olarak aktarılması ile
ilgilenmekteydi. Malların ve zenginliğin yer değiştirmesi ve sahiplenilmesi ile
ilgilenen bu iktidar mekaniği, hükümran-uyruk ilişkisi ile işlemekteydi.
Hükümranlık, gücün ve iktidarın otorite sahibinin bedeninde ve çevresinde
temsil edilmesine dayanıyordu. Oysa modern iktidar mekaniği, bedenler ve
bedenlerin ne yaptığı ile ilgilenmektedir. Bedenlerden mal ve zenginlikten çok,
zaman ve emek elde etmeyi sağlayan bir iktidar mekanizmasıdır. Yeni
mekanizma,
hükümdarın
fiziksel
varlığına
ihtiyaç
duymamaktadır.
Hükümranlık terimleriyle açıklanamayan bu yeni iktidar türü, burjuva
toplumunun en büyük buluşlarındandır. Egemenlik olarak adlandırılan iktidar
mekanizması, endüstriyel kapitalizmin ve bununla bağlantılı toplum türünün
oluşturulmasının da aracı olmuştur (Foucault, 2008: 47 – 52).
Modern iktidarı anlatan egemenlik paradigması Foucault’nun
kavramsallaştırmasında,
hukuk
ve
siyaset
biliminin
klasik
iktidar
çözümlemesine denk düşmektedir. Egemenlik, hukukun ikili kodifikasyonu olan
suç/ceza ikiliği üzerinden ilerlemektedir. Devletin merkezi gücünü yaptırımlar
yoluyla sağlamasıyla kurulan iktidardır. Ancak hapishanenin doğuşunu
incelerken Foucault, egemenlik ile açıklanamayacak disiplinci iktidar pratiklerini
fark eder. Egemenlik paradigması korku salma ve egemeni ya da egemen
mekanizmayı görünür kılma üzerine kuruludur. Oysa disiplin paradigmasında
104
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
bakışın yönü değişmiştir, bakılan üzerinde iktidar kurulmak istenen öznelerdir
(Gambetti, 2008: 2).
Bakışın gözetlenen özneler üzerinde önemli bir etkisi olmaktaydı.
Gözetlenen özneler, iktidarı kendi öznelliğinde yeniden üretmekteydiler.
Disiplin mekanizması gözetim, teşhis, değiştirme, dönüştürme alanına dahil
olan polisiye, tıbbi, psikolojik, mekânsal, askeri tekniklerden oluşmaktadır
(Gambetti, 2012: 26). Bu tekniklerle yaygınlaşan toplumsal denetim ve bu
denetim biçimlerinin genişlemesi, sermayenin dağıtımına uygun biçimde
ilerlemektedir. Nüfusun gözetimi ve denetleme mekanizmaları, kapitalizm ile
beraber ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Üretimi ve piyasaları gözeterek emeği ve
emeğin uzamsal dağılımını toplumsal olarak denetleme zorunluluğu, kapitalist
toplum biçiminin gerekliliğidir (Revel, 2012: 44-45). Toplumsal denetim, ikili
bir biçimde işlemektedir; bir yandan topluluklar denetlenir ve yönetilirken,
diğer yandan da bireyselleştirerek yönetme sürmektedir (Revel, 2012: 45).
Hapishanenin Doğuşu’nda Foucault, 17. ve 18. yüzyıllarla beraber,
iktidarın teknolojik açılımlarla bu ikili işleyişi özümsemesinin izini sürmektedir.
Bu yüzyıllarda klasik dönemin monarşileri, ordu, polis, maliye ve hukuk örgütü
gibi büyük devlet aygıtlarını geliştirdiler. Ancak bu dönemde bir taraftan da,
iktidarın etki alanının toplumsal bünyenin tamamına yayılabileceği, sürekli,
kesintisiz, uyarlanmış ve bireyselleşmiş süreçler ve prosedürlerle modern
sistem yerleşmekteydi. Bu yeni iktidar teknikleri, ceza veya baskı gibi
tekniklere kıyasla hem daha etkili ve ekonomik, hem de sonuçları bakımından
riski düşük, kaçma veya direnme yollarına daha kapalı tekniklerdir (Foucault,
2005: 70).
Foucault, modern toplumlarda gözetim yolu ile kurulan bu disiplinci
iktidarı, Bentham’ın panoptikon metaforu ile somutlaştırmaktadır. Jeremy
Bentham, 18. yüzyıl sonlarında, okullar, akıl hastaneleri, yoksul evleri,
hastanelerde, ama özellikle hapishanelerde uygulanabilecek endüstriyel bir
bina tasarımı yapmıştır. Tasarım, daire şeklinde, merkezinde bir gözetleme
kulesinin
yer
aldığı
bir
yapıdan
oluşmaktadır.
Her
bir
mahkum/hasta/yoksul/öğrencinin koyulacağı hücre, merkezdeki kulenin
etrafına dairesel olarak sıralanacaktır. Her hücre ikişer pencere barındıracaktır;
bir tanesi kuleye bakacak; diğeri de dışarıdan ışık alacak ve hücreyi
aydınlatacaktır. Böylece her hücre, merkez kule tarafından sürekli görülebilir,
aydınlık ve izlenebilir olacaktır (Foucault, 2000:296; Bentham, 2008: 14-16).
Bentham’cı tasarımla gerçek panoptikon hapishane yapılmamıştır. Ancak,
görünürlüğü tuzağa dönüştüren (Foucault, 2000:296; 2007: 85 – 87) bu
tasarımın mantığının izini teknolojiden plazalardaki cam bina ve oda
tasarımlarına kadar sürmek mümkündür.
Foucault, panoptikon hapishane metaforunu, sürekli görünür olmanın
yarattığı baskıyla zihinlerde iktidarın devamlı pekişmesi ile bağlantılı olarak
kullanmıştır. Panoptikonda mahkum, görülmekte, ama görememektedir.
Sürekli gözetlendiğini bilmek, tutuklunun zihninde iktidarın sürekli işlemesini
sağlayacak bir mekanizmaya dönüşecektir. Böyle bir modelde zor kullanmaya
105
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
gerek kalmayacaktır; çünkü hasta tedaviye uygun davranmaya, akıl hastaları
sakin ve normal görünmeye, mahkum iyi davranmaya, yoksul, işçi veya
öğrenci çalışmaya kendi isteği ile başlayacaktır. Foucault’ya göre, Aydınlanma
Çağı, özgürlükle beraber disiplin ve gözetimi de keşfederek, demokratik bir
biçimde – kişiler sürekli izlendikleri zaman iktidarla gönüllü işbirliğine
gitmektedir- özgürlüğü yok edebilmektedir (Foucault, 2000: 289-302).
Disiplinci iktidarın panoptik tahayyülü aslında aydınlanmacıların aleniyet ilkesi
ile kurduğu düşün, kabusa dönüşmüş halidir.
Bir anlamda panoptik proje, aleniyetin ters yüz edilerek kamusal
denetimin iktidarları sarsabilecek gücünün de yine iktidarlar tarafından kontrol
altına alınmasıdır. Bu ters yüz edilmenin kökeni, Fransız Devrimi’nin bazı
düşünürleri ve devrimin kamusal denetime açma fikri nezdinde de
görülebilmektedir. Bu açıdan Foucault, Bentham’ı Rousseau’nun tamamlayıcısı
olarak nitelemektedir. Rousseaucu düş, her bir parçasında görünür ve şeffaf
olan bir toplum düşüydü. Bu düş, karanlık hiçbir bölge, kraliyet iktidarına özgü
ayrıcalıklar veya herhangi bir topluluğun imtiyazı kalmamasını, bakışların
engelle karşılaşmamasını, kamuoyu hakimiyetini içermektedir. Aydınlanma
çağı, adeta insandaki ve toplumdaki bütün loş yerleri ortadan kaldırmak
istemektedir. Bentham’ın panoptikon analizleri, caydırmanın önemini merkeze
almaktadır; sürekli denetçinin gözü önünde olmak, kötülük yapma gücünü ve
kötülük isteme düşüncesini yok edecektir. Devrimin kaygısı, insanların kötülük
yapmasını engellemek ve suç işleme arzusunu ortadan kaldırmaktır.
Panoptikon, mükemmel gözetleme ile iktidar düzeneklerini toplumun
bütününe yaymaktadır. İktidar, bu nedenle basitçe üstyapı değildir, altyapıda
da işlemektedir. İktidar düzenekleri, üretici güçlerin bir parçasıdır. Panoptik
düzeneğin yayılması, sermaye birikiminin sanayi teknolojisi sayesinde ve tüm
bir iktidar aygıtının yerleşmesi ile gerçekleşmektedir. Bu bağlamda kar dolaşımı
ile iktidar düzenekleri arasında, burjuva iktidarının esnekliğini sağlayan sürekli
bir ilişki vardır. 18. yüzyılda kamu görüşüne ve bakışa önemli bir güç atfeden
aydınlanmanın temel yanılsaması ve çelişkisi de buradan kaynaklanmaktadır.
Devrimciler, kamu görüşünün tüm toplumsal gövdenin doğrudan bilinci olarak
iyi olacağına inandıkları için insanların da bakışın etkisi altında erdemli
olacaklarına inanmışlardı. Oysa monarkın iktidarını yıkmış olan aleniyet ilkesi,
ters yüz edildiğinde panoptikonun içinde iktidarı yaymaya yarayan bir araca
dönüşmüştür (Foucault, 2007: 85 – 105). Bu ters yüz edilmenin temelindeki
nedenlerden bir tanesi, Foucault’nun da vurguladığı gibi, sermaye ile iktidar
düzenekleri arasındaki birbirini sürekli dönüştüren ilişkidir. Modern demokratik
iktidar ile kapitalizmin tarih sahnesine çıkışında ortaya çıkan bu ilişki, bugün de
aynı çelişkiyi çeşitli biçimlerde ve boyutlarda barındırmaktadır. Bir iktidar
düzeneği olarak panoptikonun disiplinci özü de, mekânsal bağlarından kurtulsa
da bugün de geçerliliğini korumaktadır.
106
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
Panoptikon Sonrası
Mekansal bir kapatılmayı anlatan panoptikon, bugün varlığını modern
mekanizmalar içinde sürdürmekle beraber, katı ve sabit gözetimin yanında yer
alan esnek ve akışkan biçimlerle iç içe geçmektedir. Örneğin Deleuze, (aktaran
Bauman ve Lyon, 2013: 11) denetim toplumlarında gözetimin sarmaşık gibi
sürünerek yayıldığı toplumları tartışmıştı. Denetim toplumlarında gözetim, katı,
dikey bir düzlemde köklenip büyüyen panoptikona benzer bir ağaçtan farklı,
esnek bir gözetim biçimi idi. Bauman, günümüz toplumlarına panoptik-sonrası
adını vermektedir. Panoptik sonrası dünyada gardiyan ve mahkumlar
arasındaki karşılıklı bağımlılık sona ermiştir artık. Iphone’lar ve Ipad’lerin
dünyasında mekana bağımlılık azalırken, hareketlilik ve göçebelik çağın ruhunu
oluşturmaktadır (Bauman ve Lyon, 2013: 11-12).
Günümüzün kapatılmaları, örneğin elektronik veritabanı, şebekeler ve
enformasyon ağları, gönüllü olarak dahil olduğumuz kapatılmalardır. Mark
Poster (aktaran Bauman, 2006: 60), “bedenlerimizin, şebekeler, veritabanları,
enformasyon koridorları içine çekildiğini” yazmaktadır. Poster’e göre, kredi
kartı kullanımı ve satın alma eylemleri yolu ile çoğalan veriler, “süperpanoptikon”la sonuçlanmaktadır. Süper-panoptikon’un Panoptikon’dan farkı,
enformasyon deposuna veri sağlayan gözetim altındakilerin, gözetimin birincil
ve gönüllü unsurları olmalarıdır. Veritabanları, Bauman’a göre, kredi verilmeye
değer olup olmadığınızı belirler; yani “eğlenceye giriş biletidir”. Veritabanı
hakkınızda ne kadar çok enformasyon içeriyorsa, o kadar çok hareket
özgürlüğünüz var demektir. Bu durumda veritabanı, bir ayıklama, dışlama ve
eleme
aracıdır.
Küresel
eliti
eleğin
üzerinde
tutarken,
yerelleşen/yerelleştirilenleri eler. Panoptikonun aksine veritabanı, insanlara
hareketlilik sağlayan bir araçtır (Bauman, 2006: 58-61).
Thomas Mathiesen, “sinoptikon” (synopticon) ile “panoptikon”u medya
modeline uyarlamıştı (Bauman, 2006: 61). Panoptikon, antikitenin gösteri
toplumunu tersine çevirmişti. Medya üzerinden süren gösteri toplumu içinde,
antikitedeki gösteri toplumundan farklı bir yapı gözlenmektedir. Antikitede
kamusal yaşam duyumsal yakınlık, katılım ve gösteri ile sürdürülmekte idi.
Panoptik gücün ortaya çıkması ile çoğunluğun azınlığı izlediği bir durumdan
azınlığın çoğunluğu gözlediği bir duruma geçilen, köklü bir dönüşüm
yaşanmıştır. İktidarın kullanımında gösterinin yerini gözetim almıştır. Modern
öncesi dönemlerde güç, iktidar, haşmet ve zenginlik, sıradan insanların önünde
temsile ihtiyaç duyardı. İnsanların korku, hayranlık veya imrenme ile
seyretmeleri ile iktidar, insanların zihnine yerleşirdi. Modern iktidar ise,
iktidarın dağılımı ile birlikte, birçok kule yaratarak, gölgeye çekilmiş ve oradan
izlemeyi tercih etmiştir.
Medya üzerinden tanımlanan kamusal yaşamda ise, -panoptikonda
izlenen ve disiplin altına alınan- çoğunluk, azınlığı izlemektedir. Film yıldızları,
magazin ikonları, sanatçılar, politikacılar, medya starları, bilim insanları,
izlenen azınlığı oluşturmaktadır. Mathiesen’e göre bu, paralel modern süreçtir.
Ki bu da yeni bir iktidar mekanizması oluşturmaktadır. Bu iktidar mekanizması,
107
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
aleniyet ilkesini dönüştürecek olan medyanın, özellikle televizyondan bu yana,
durmaksızın yükselişidir (Bauman, 2006: 60 -62). Sosyal medya çağından önce
geliştirilmiş bir kavram olan sinoptikon, yöneticilerin yönetme yükünden
azledildiği, rekabet ile herkesin kendini ve diğerlerini denetleyip gözetlediği bu
yeni çağda da karşımızdadır. Panoptikonun yerine sinoptikon geçirildiğinde
mahkumları içeride tutmak için yüksek duvarlar örmeye ve gözetleme kuleleri
yapmaya gerek kalmamaktadır.
Cezanın yerine ödülün, normatif düzenlemelerin yerine cazibe ve
baştan çıkarmanın, polislik ve zor kullanma yerine arzuların geçirilmesiyle
gözetim kuleleri de özelleştirilmiştir. Günümüzde veritabanını oluşturanlar,
Google ve Facebook hizmetlerinin özerk görünümüne rağmen önceden
düzenlenmiş ve yayılmış sinoptik eylemlerde bulunan kullanıcılarıdır.
Kurumsallaşmış bu iki gözetim tekniği, sosyal ağların ve girişimciliğin en temel
araçları olmaktadır (Bauman ve Lyon, 2013: 76 -79). Ağ toplumları çağının
temel
özellikleri
arasında
hiyerarşinin
kırıldığı
bir
yataylaşmadan
bahsedilmekteydi. Ancak burada hiyerarşinin yerine geçirilen rekabet,
gerçekten yöneticiyi neredeyse gereksiz kılmaktadır. Rekabetin yöneticinin
denetimine gerek kalmadan çalışanların birbirlerini baskı altına almalarına yol
açtığını en iyi anlatan örneklerden bir sinemadan gelmiştir. Dardenne
Kardeşler’in İki Gün Bir Gece isimli filmi, patronun işten atma kararını bile
çalışanlara verdirdiği yatay gözetim dünyasını anlatmaktadır.
Bauman’a göre akışkan sosyal medya çağında panoptikon da
sinoptikon da hala hayattadır. Panoptikon, Bentham’ın ve Foucault’nun hayal
bile edemeyeceği kadar güçlenmiştir hatta. Panoptikonun disiplinci anlayışı ve
bireyleri gönüllü boyun eğmeye zorlayan ruhu sapa sağlamdır. Değişen tek şey
ise klasik panoptikonun tahakkümün evrensel kalıbı olmaktan çıkmakta
olmasıdır. Klasik ve mekânsal panoptikon, Loic Wacquant’ın da vurguladığı gibi
(aktaran Bauman ve Lyon, 2013: 62) toplumun dışlanmışlarına ayrılmıştır. Bu
kurumların mantığındaki temel amaç mekanlar içindeki bedenlerin gittikçe
güçsüzleştirilmesidir. Akışkan gözetim çağının evrensel tahakküm biçimi
zorlamadan cezbetmeye, normatif düzenlemeden halkla ilişkilere, zor
aygıtlarından arzu uyandırmaya dönüşmektedir. “Cesur yeni akışkan modern
dünyanın” çalışanları ve sakinleri, kendi kişisel panoptikonlarını bedenlerinde
taşımaktadır ve kendi kendilerinin bekçiliğini yapmak üzere eğitilmektedir
(Bauman ve Lyon, 2013: 62 -65).
Panoptikon Sonrası Gözetim ve Güvenlik
Disiplin mekanizması yeni teknoloji ve tekniklerle güçlenmiş bir biçimde
hala iktidar ağlarına dahil olduğuna göre, sosyal medya çağında devlet-şirket
gözetimini iç içe geçiren güvenlik paradigması ile buluştuğu noktaya da bakmak
gerekmektedir. Foucault’nun modern iktidar çözümlemesinde egemenlik ve
disiplinin yanında güvenlik paradigması üzerinden işlemekte olan düzenleyici
iktidar yer almaktadır. Düzenleyici iktidarın nesnesi tek tek bedenler değil,
nüfustur ve hayatın kendisini düzenlemeyi hedefleyen biyopolitika üzerinden
108
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
işlemektedir. Foucault, biyopolitikayı ilk önce totaliter Nazi iktidarı üzerinden
kavramsallaştırır. Daha sonra bu kavramı, neoliberal dönemin güvenlik
paradigmasını açıklarken yeniden kullanmıştır. Egemenlik, disiplin ve güvenlik,
birbirinin yerini alan veya biri diğerini ortadan kaldıran iktidar biçimleri değildir.
Üç iktidar paradigması birbiriyle ilişkili girift yapılar olarak işlemektedir
düşünüre göre. Tarihsel dönemlerde değişen, bu üç iktidar arasındaki bağıntı
olmaktadır (Gambetti, 2012: 25-27). Mattelart’a göre (2012:15) gözetim ve
güvenlik, bizim toplumlarımızı anlatan bir bütündür. Otoritesini beden
üzerinden kuran disiplin toplumundan farklı olarak güvenlik toplumu iktidarını
yaşam üzerinde kurmaktadır. Endüstriyel toplumların tarihi, bu iki iktidar
biçiminin birbirini izlediği ve bütünleştiği bir süreç olarak okunabilmektedir
(Mattelart, 2012: 15-17). Sosyal medyanın dijital gözetim çağında disiplin ve
güvenlik, birbiriyle elektronik bir ilişki kurmaktadır. Geleceğe dönük bir proje
olarak güvenlik, gelecekte olması muhtemel şeyleri dijital teknikler ve istatiksel
akıl yürütme yoluyla denetlemeye çalışarak gözetim yoluyla işlemektedir.
Dijital gözetim çağının güvenlik anlayışı, hareket halinde olan her şeyi, ürünleri,
bilgiyi, sermayeyi ve insanları izleyerek yürütülmektedir. Gözetim,
küreselleşmiş dünyada, ulus devletlerle birlikte ve bir taraftan da onları aşan
biçimde akışkan halde dolaşmaktadır (Bauman ve Lyon, 2013: 13).
Sosyal medya çağında, Foucault’nun üç iktidar biçimi egemenlik,
disiplin ve güvenlik farklı biçimlerde iç içe geçerek var olmaktadır. Egemenlik
uzamı sermayeleştirmeye çalışırken, disiplin yapılandırır, uzamın içindeki
öğeleri çeşitli biçimlerde tasnif edip dağılıma tabi tutar. Güvenlik ise, uzam
içindeki zamansal ve değişken öğeleri hesaplayarak, uzamdan çok çevre ve
ortamla ilgilenir (Gambetti, 2012: 28). Güvenlik riskten beslenmektedir ve
işlemesi için nüfusun bir kısmının harcanabilir tutulması gerekmektedir.
Harcanabilirlik faşizm ile ilişkili olduğu kadar, liberal ekonomik zihniyetle de
ilişkilidir. Rekabet, harcanabilirliği normalleştiren bir anlatı kurmaktadır. Bir
iktidar paradigması olarak güvenlik, yaşamı düzenlerken kimin ölüp kimin
yaşayacağına risklere ve risk yönetimine göre karar vermektedir. Güvenlik,
hakları ve hukuku muğlaklaştırırken, öznelliği de sosyal medya çağında çok
yaygın olan arzulara indirgemektedir (Gambetti, 2008: 10). Hak sahibi özne
nüfusa dönüştüğünde pozitif hukuk fazlalığa dönmektedir. Neoliberal çağda
hukukun yerini piyasanın yasaları almaktadır (Gambetti, 2012: 33).
Dijital hak mücadelelerini de gerileten güvenlik ve terör söylemi,
neoliberalizmin sermaye birikiminin olağanüstü bir yaratıcı yıkımı ile birlikte
işlemektedir. Devletler ile şirketlerin dijital gözetimdeki konumlarındaki
çelişkiye rağmen onları birleştiren nokta, güvenlik ve gözetimin bir arada
işleyişi ve sermaye birikimindeki rolü olmaktadır. Güvenlik ve gözetim,
bireylerin sınır aşırı hareketlerine odaklanan enformatik ve biyometrik gözetim
biçimlerini güçlendirmeye yönelen devletler ve şirketler üzerinden işlemektedir
(Bauman ve Lyon, 2013: 67). FBI ve Apple arasında yaşanan dava süreci ve
ABD Kongresi’nin yaptığı yasal düzenleme tartışmaları, bu işleyişi
netleştirmektedir. Tam bu noktada Nisan ayında Google ile Microsoft arasındaki
109
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
dünya genelinde antitröst davalarını karşılıklı olarak düşürme anlaşmasına da
değinmek gerekmektedir.
Yaklaşık yirmi yıldır birbiri ile rekabet halinde olan bu iki dev şirket,
birbirlerine karşı şikayetlerini küresel düzlemde geri çektiler. Bu iki tekelin
birbirleri ile yasal mücadeleden vaz geçmelerinin ardında yatan temel neden,
gelecek dönemin mücadele hattının yönüne de işaret etmektedir. Dava
süreçlerinin masraflı olması vs. gibi ilk bakışta görülebilecek nedenlerin ardında
Zuboff’a göre (aktaran Powles, 2016), Microsoft’un da Google’ın keşfettiği
gözetim kapitalizminde pay sahibi olmak istemesi yatmaktadır. Microsoft,
Google’ı hukuki anlaşmazlıklar yoluyla durdurmak yerine arka planda opak bir
alana çekilerek anlaşmayı tercih etmektedir. Çünkü gözetim kapitalizmi, opak
ve hukuksuz bir alana ihtiyaç duymaktadır. Yukarıda da tartıştığımız dünya
çapında yükselişe geçen güvenlik paradigması, bu hukuksuz zemini
sağlamaktadır. Devletler ve şirketlerin dijital alanda ortaklaştıkları ana zemin,
opak ve hukuksuzdur. Demokratik gözetim ve aleniyet ilkesi, bu zemine bir
tehdittir. Google ve Microsoft, rekabetçi çıkarlarına rağmen, yasal
düzenlemenin olmaması yönündeki ortak çıkarda birleşmektedir. Microsoft ve
Google’ın bu stratejik, ticari hamlesi, daha derin bir hamleyi de içermektedir.
İnsanların iletişimlerini, davranışlarını ve karşılıklı etkileşimleri ile ilgili veriyi
içeren ve hepsini metalaştıran dijital gözetim kapitalizmi, şirketleri ortak bir
hatta birleştirmektedir. Powles’ın da vurguladığı gibi (2016), yasa koyucular ve
yurttaşlar için şirketlerin meydan okuması karmaşık ve çok önemlidir. Ve
mücadele henüz yeni başlamaktadır.
Sonuç
Dijital gözetim çağında bakışın politikasını eleştirel ekonomi politik
perspektiften tartıştığımızda internetin toplumsal ve siyasi alandaki yansımaları
ile ilgili hem iyimser hem de kötümser olmak için yeterli veri bulunmaktadır.
Çağın yükselen teröre karşı savaş ve güvenlik paradigması içinde dünyada hak
ve özgürlüklerin gerilediği bir dönemden geçilmektedir. Üstelik güvenlik, hak
ve özgürlüklerin kısıtlanmasına toplumsal destek sağlamanın da zeminini
oluşturmaktadır. Tehlikenin nereden, ne zaman geleceğini bilmediğiniz için
kendi güvenliğiniz için boyun eğer, özgürlüklerin ortadan kaldırılmasını arzular
hale gelirsiniz (Gambetti, 2012: 32). Dijital çağda güvenlik ve gözetim bir
arada işlemektedir. Devletler ile şirketlerin dijital gözetimdeki çelişkili
pozisyonlarına rağmen onları birleştiren, güvenlik ve gözetimin bir arada
işleyişinin sermaye birikimindeki rolü olmaktadır.
Güvenlik paradigması ve dijital gözetimin ortaya çıkardığı çelişkiler,
internetin, dijital hakların ve onların toplumsal ve siyasi yaşama etkilerinin
geleceğini önümüzdeki on yıllar içerisinde şekillendirecektir. Sosyal medyanın
katılımcı teknolojileri, doğası gereği demokratik değildir. Ağların kamusal alan
kültürünü yaratıp yaratamayacağı, geleceğin toplumsal ve siyasal mücadeleleri
sonucunda belirlenecektir. Dijital politikalar, FBI ve Apple arasında yaşanan
davada da gördüğümüz gibi, tüm dünyada henüz oluşum halindedir. Dijital hak
110
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
mücadeleleri, güvenlik politikaları sonucunda mevzi kaybetse de hala çok
önemli potansiyelleri içinde barındırmaktadır. Sosyal medya şirketlerinin
sermaye birikim modelleri ve giderek tekelleşmeleri, dijital gözetimin
derinleşmesine neden olmaktadır. Devletlerin de sosyal medyanın yarattığı
imkanların farkına varması sonucunda bu alan üzerindeki baskılar da
artmaktadır. Sosyal medya üzerindeki yoğun siyasi ve ekonomik kontrol,
mahremiyet hakkı, veri güvenliği ve ifade özgürlüğü alanlarında ciddi bir baskı
ve tehdit oluşturmaktadır.
Sosyal medyanın kamusal alana dönüşebilmesinin önündeki en büyük
tehditlerden bir tanesi, dijital gözetimin mahremiyet ve veri güvenliği
üzerindeki baskısıdır. Aleniyet ilkesi bağlamında hukuk içinde hesap verecek
modern iktidar biçimini hayata geçiren en temel haklardan bir tanesinin
mahremiyet hakkı olduğunu tartışmıştık. Kamusal- özel arasındaki sınırların
muğlaklaştığı ve devletlerin bireylerin özerkliğini yok edecek biçimde bu hakkı
kontrol altına aldığı dönemler, modernite içinde insanlık tarihinin totaliter
deneyimlerine denk düşmektedir. Bu dönemlerin insanlık açısından tahribatı
ortadadır. Günümüzde teknolojinin imkanlarıyla ve güvenlik paradigmasının
yardımıyla devlet ve şirketlerin interneti kontrol altına almaları bu nedenle
endişe vericidir. Üstelik insansız hava araçları gibi teknolojilerle bu eğilim, daha
da tehlikeli boyutlara ulaşmaktadır.
Bu eğilimleri tersine çevirebilmek için verileri metalaştırmayan ve
sosyal medyanın katılımcı potansiyelini güçlendiren alternatif sosyal medya
projeleri geliştirebilmek gerekmektedir. Özkul ve Barnett’ın da (2016: 15)
belirttiği gibi, “Kendimizle ilgili metaverilerin sahibi biz olmalıyız; bunlar iznimiz
olmadan kullanılmamalı. İnternet insan olmanın anlamını geliştirerek
hayatlarımıza yeni bir boyut kattı fakat bu yeni boyut çerçevesinde temel bir
insan hakkı mücadelesi de doğdu: Bizim metaverilerimiz bize ait olmalıdır aksi
takdirde özgürlüğümüz elimizden alınmış demektir”. Sosyal medyanın
demokratik potansiyellerini geliştirecek ve güçlendirecek alternatiflere ihtiyaç
duyulduğu çok açıktır. Bu alternatifleri geliştirebilmek için sosyal medyanın ve
günümüz dünyasının çelişkilerini ortaya çıkaran dijital gözetimin ekonomik,
siyasi ve kültürel açılardan dikkatle tartışılması gerekmektedir. Bu alternatifleri
geliştirirken sosyal medya ve yeni teknolojilerin emek süreçlerinde yarattığı
değişimi de analiz etmek gerekmektedir.
Yeni internet teknolojilerinin küresel bir vatandaşlık veya ulus ötesi
müşterek topluluklar yaratma konusundaki potansiyelleri de tartışılmaktadır.
Jürgen Habermas’ın, basının burjuva kamusal alanını oluşturmadaki kurucu
rolüne veya Benedict Anderson’un, ulus devletlerin ve milliyetçiliğin doğuşunda
gazetelerin rolüne vurgusuna benzer bir bakışla sosyal medyanın da
enternasyonal topluluklar yaratma potansiyeli sıklıkla vurgulanmaktadır
(Özkul, Barnett, 2016: 13; Bora, Altıparmak, 2016: 57). Ancak henüz böyle bir
iddiayı destekleyecek boyutta küresel bir sivil toplum veya küresel bir
vatandaşlık hareketi ortaya çıkmadı. Dijital kamusal alanın böyle bir
potansiyele sahip olduğu açıktır, ama bu potansiyelin önündeki en büyük engel
111
Tematik Yazılar, Toplum ve Demokrasi, 10 (21), Ocak-Haziran 2016, s. 91-113.
de
dijital
alandaki
devlet-şirket
birlikteliğiyle
endüstriyel/askeri gözetim ve güvenlik bloğu olmaktadır.
yayılmakta
olan
Kaynaklar
Anderson, B., 2009, Hayali Cemaatler: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, Çev.
İskender Savaşır, Metis yayınları, İstanbul.
Bauman, Z., 2006 Küreselleşme Toplumsal Sonuçları, Çev. Abdullah Yılmaz, Ayrıntı
Yayınları, İstanbul.
Bauman, Z. & Lyon, D., 2013, Akışkan Gözetim, Çev. Elçin Yılmaz, Ayrıntı, İstanbul.
BBC,
2016,
Can
Dündar
ve
Erdem
Gül
Tutuksuz
Yargılanacak,
www.bbc.com/turkce/haberler/2016/04/160401_can_dundar_erdem_gul_durus
ma, e.t. 01.05.2016.
BBC, 2016, 6 Soruda Apple – FBI Tartışması: Güvenlik mi, Gizlilik mi?
www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160219_apple_fbi_5_soru,
e.t.
29.03.2016.
Bentham, J., 2008, “Panoptikon: Gözün İktidarı” içinde Panoptikon Ya Da Gözetim-Evi,
Der. Çoban, B. ve Özarslan, Z., s. 9-77, Su Yayınları, İstanbul.
Bora, T. ve Altıparmak, K., 2016, “Kerem Altıparmak’la Sosyal Medya ve temel Haklar
Üzerine Söyleşi: ‘İnternet Sansüründe Dünya Birincisiyiz’”, Birikim Dergisi, 322,
Şubat, s.53-58.
Castells, M., 2013, İsyan ve Umut Ağları: Internet Çağında Toplumsal Hareketler, Koç
Üniversitesi Yay., İstanbul.
Çamuroğlu Çığ, E. & Çığ, Ü., 2015, “Gazetecilik Emeğinin Prekarizasyonu: Yeni Medya
Çağında Habercilik Etiğini Tartışmak”, İş Ahlakı Dergisi, 8 (2), Kasım, s.9-44.
Demirtaş, E., 2016, “Otoriter Rejimler ve Bilginin Yönetimi”, Birikim Dergisi, 322, Şubat,
s. 27-33.
DİKEN, 2016, Türkiye Basın Özgürlüğünde Üç Basamak Daha Geriledi,
www.diken.com.tr/turkiye-basin-ozgurlugunde-ugandanıngerisinde/,
e.t.
25.04.2016
Foucault, M., 2000, Hapishanenin Doğuşu, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınları,
Ankara.
Foucault, M., 2005, Entelektüelin Siyasi İşlevi, Çev. Işık Ergüden, Osman Akınhay ve
Ferda Keskin, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Foucault, M., 2007, İktidarın Gözü, Çev. Işık Ergüden, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
Foucault, M., 2008, Toplumu Savunmak Gerekir, Çev. Şehsuvar Aktaş, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul.
Fuchs, C., 2011a, “New Media, Web 2.0 and Surveillance”, Sociology Compass, 5/2,
s.134-147.
Fuchs, C., 2011b, “WikiLeaks: power 2.0? Surveillance 2.0? Criticism 2.0? Alternative
media 2.0? A political- economic analysis”, Global Media Journal,5:1, s.31-56
Fuchs, C., 2014, Social Media: A Critical Introduction, Sage, Los Angeles
Fuchs, C., 2015a, Culture and Economy in the Age of Social Media, Routledge, New York
and London.
Fuchs, C., 2015b, “WWW’nin 25.Yıldönümü: Sosyalizme Geçiş ya da Barbarlığa Dönüş”,
Ayrıntı Dergi, 11, Ağustos-Eylül, s.143-151.
Gambetti, Z., 2008, “Foucault’da Disiplin Toplumu-Güvenlik Toplumu Ayrımı”, Mesele
Dergisi, 20, Ağustos, s.1-9.
Gambetti, Z., 2009, “İktidarın Dönüşen Çehresi: Neoliberalizm, Şiddet ve Kurumsal
Siyasetin Tasfiyesi”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 40, Mart, s.145-166.
Gambetti, Z., 2012, “Foucault’dan Agamben’e Olağanüstü Halin Sıradanlığına Dair Bir
Yanıt Denemesi”, Cogito, 70-71, s.21-39
Habermas, J., 2009, Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Çev. Tanıl Bora ve Mithat Sancar,
İletişim Yayınları, İstanbul.
Habermas, J., 2010, “Kamusal Alan” içinde Kamusal Alan, Ed. Özbek, M., s. 95-102, Hil
Yayınları, İstanbul.
112
Çamuroğlu Çığ, E., 2016, “Dijital Çağda Bakışın Politikası: Panoptikon ve Aleniyet İlkesi”
Harvey, D., 2012, “Yaratıcı Yıkım Olarak Neoliberalizm”, Çev. E. Çamuroğlu Çığ ve Ü.
Çığ, Atılım Sosyal Bilimler Dergisi, 2(2), s. 67–88.
Harvey, D., 2015 (a), Neoliberalizmin Kısa Tarihi, Çev. Aylin Onacak, Sel Yayıncılık,
İstanbul.
Harvey, D., 2015 (b), On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu, Çev. Esin Soğancılar, Sel
Yayıncılık, İstanbul.
Keeble-Gagnere, G., 2015, “Encryption for the working journalist: Communicating
securely”. Retrieved from https://www.journalism.co.uk/news/encryption-forthe-working-journalist/s2/a580914/
Leveson, J., 2012, An Inquiry Into The Culture, Practices And Ethics Of The Press,
(Volume 1), The Stationery Office, London.
Mattelart, A., 2012, Gözetimin Küreselleşmesi: Güvenlileştirme Düzeninin Kökeni, Çev.
Onur Gayretli, Su Elif Karacan, Kalkedon Yayınları, İstanbul.
Mazover, M., 2008, Karanlık Kıta: Avrupa’nın 20. Yüzyılı, Çev. Mehmet Moralı, İstanbul
Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul.
Özkul, B. & Barnett, A., 2016 “Anthony Barnett ile Söyleşi: Alternatif Medya, Siyaset ve
Dijital Vatandaşlık”, Birikim Dergisi, 322, Şubat, s.12-17.
Powles, J. And Chaparro, E., 2016, “In the Wake of Apple v FBI, We Need To Address
Some
Uncomfortable
Thruths”.
Retrieved
from
https://www.theguardian.com/technology/2016/mar/29/apple-fbi-encryptionsan-bernardino-uncomfortable-truths, e.t. 30.04.2016.
Powles, J., 2016, “Google and Microsoft Have Made A Pact To Protect Surveillance
Capitalism”.
Retrieved
from
https://www.theguardian.com/technology/2016/may/02/google-microsoft-pactantitrust-surveillance-capitalism, e.t. 03.05.2016.
Revel, J., 2012, Foucault Sözlüğü, Çev. Veli Urhan, Say Yayınları, İstanbul.
Teziç, E., 2009, Anayasa Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul.
Trottier, D. ve Fuchs, C. 2015, Social Media, Politics and the State: Protests, Revolutions,
Riots, Crime and Policing in the Age of Facebook, Twitter and Youtube, Routledge,
New York and London.
Van Horn Melton, J., 2011, Aydınlanma Avrupası’nda Kamunun Yükselişi, Çev. F. Burak
Aydar, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul.
Yumuşak, F., 2015, “Dijital Gözetim Sunar: Ölçülebilir, Karlı ve Hızlı Hayatlar”, Ayrıntı
Dergi, 11, Ağustos-Eylül, s.101-111.
113

Benzer belgeler