TÜRKÇE TÜRKÇE

Transkript

TÜRKÇE TÜRKÇE
‹LKÖ⁄RET‹M
TÜRKÇE
8
DERS K‹TABI
YAZARLAR
Abdulkadir ALTAN
Serdar ARHAN
Sema BAfiAR
Gülderen ÖZTÜRKER
Derya YILMAZ
B‹R‹NC‹ BASKI
M‹LLÎ E⁄‹T‹M BASIM EV‹ - ‹STANBUL 2005
M‹LLÎ E⁄‹T‹M BAKANLI⁄I ............................................................................
DERS K‹TAPLARI D‹Z‹S‹
............................................................................
Her hakk› sakl›d›r ve Millî E¤itim Bakanl›¤›na aittir.
Kitab›n metin, etkinlik, soru ve flekilleri k›smen de olsa hiçbir surette al›n›p yay›nlanamaz.
ED‹TÖR
Prof. Dr. Murat ÖZBAY
PROGRAM GEL‹fiT‹RME UZMANI
Bahar KÜÇÜKTEPE
D‹L UZMANI
Turgut BA⁄RIAÇIK
GÖRSEL TASARIM
P›nar BOYNUZO⁄LU
Hafize Nur ENSAR‹
‹hsan TÜRK
Nuran ÜNAL
REHBERL‹K UZMANI
Zeki AYDIN
KATKIDA BULUNANLAR
Dr. Abdullah EROL
Remzi DEM‹RO⁄LU
Millî E¤itim Bakanl›¤› ‹lkö¤retim Genel Müdürlü¤ü taraf›ndan haz›rlanm›fl ve
Talim ve Terbiye Kurulunun ...... / ....... / 2005 gün ve .......
say›l› karar› ile ders kitab› olarak kabul edilmifl ve Yay›mlar Dairesi Baflkanl›¤›n›n
...... / ...... / 2005 gün ve ...... say›l› yaz›lar› ile ....... adet bas›lm›flt›r.
‹Ç‹NDEK‹LER
1. TEMA: ZAMAN VE MEKÂN
• KIZ KALES‹
• GEÇM‹fi ZAMAN fi‹‹RLER‹
• ESK‹ ANKARA EVLER‹
• ‹STANBUL’U D‹NL‹YORUM (SERBEST OKUMA METN‹)
8
10
12
14
16
2. TEMA: ATATÜRKÇÜLÜK
• ATATÜRK’TEN ANILAR
• ONUNCU YIL NUTKU
• ATATÜRK VE B‹L‹M
18
20
22
24
3. TEMA: M‹LLÎ KÜLTÜR
• ‹HT‹YAR Ç‹L‹NG‹R
• GÖNÜL M‹MARLARIMIZ
• NEVRUZ VE B‹RL‹K
28
30
32
38
4. TEMA: TOPLUM HAYATI
• ERGENEKON DESTANI
• Ç‹⁄DEM DER K‹...
• Afi‹NASIZ
40
42
45
52
5. TEMA: B‹L‹M VE TEKNOLOJ‹
56
• BASINDAN TEKNOLOJ‹ HABERLER‹
• ANADOLU’NUN BAHTI AÇIK KARA TREN‹
• B‹LG‹S‹YAR YALNIZLI⁄I
58
63
67
6. TEMA: K‹fi‹SEL GEL‹fi‹M
• HAYATTA BAfiARININ YOLLARI
• ‹K‹ ‹Y‹ ‹NSAN
• MARTI
• B‹R BAfiARI ÖYKÜSÜ (SERBEST OKUMA METN‹)
70
72
75
80
85
KAYNAKÇA
89
TÜRK DÜNYASI HAR‹TASI
90
1. TEMA
ZAMAN VE MEKÂN
K›z Kalesi
Geçmifl Zaman fiiirleri
Eski Ankara Evleri
8
9
KIZ KALES‹
Yurdumuzda pek çok K›z Kalesi vard›r. Bunlar›n hepsinin,
hemen hemen birbirini hat›rlatan hikâyeleri halk aras›nda
nesilden nesile anlat›lagelmektedir. Bunlardan biri de Silifke
sahillerinde, k›y›dan birkaç yüz metre uzaktad›r. Uzaktan
bak›ld›¤› zaman deniz içindeki heybetli duruflu ile dikkatleri
üzerine çeken bu Kale'nin flöyle bir hikâyesi anlat›l›r.
Vaktiyle bugünkü ‹çel ilimizin bulundu¤u bölgede hâkim
olan bir Bey varm›fl. Bu Bey'in bir k›z› olur. Baba da devrin
âdetine uyarak k›z›n› bir kâhine götürür ve onun gelece¤i
hakk›nda bilgi edinmek ister. Kâhin, k›z›n on dokuz yafl›na
girince bir y›lan taraf›ndan sokulmak suretiyle ölece¤ini söyler.
Buna çok üzülen baba derin derin düflünmeye bafllar. Ne
yapsa da k›z›n› bu kötü gelecekten kurtarsa.
10
Bey’in akl›na güzel bir fikir gelir. Denizin ortas›na bir kale yapt›racakt›r.
K›z›n› da oraya yerlefltirecektir. Y›lan sudan geçemeyece¤ine göre de
k›z› kurtulacakt›r. Hemen bu fikrin gerçekleflmesi için planlar haz›rlar
ve bugünkü K›z Kalesi'nin bulundu¤u yerde binan›n yap›lmas›na bafllan›r.
Aradan günler, aylar, y›llar geçer; sonunda Bey’in istedi¤i kale ortaya
ç›kar. Art›k k›z›n› daima orada oturtmakta, karfl› tarafa hiç geçirtmemektedir.
Bey'in k›z› on dokuz yafl›n› tamamlar, onun flerefine kalede e¤lenceler
tertip edilir. Bu e¤lencelere davet edilen bir köylü kad›n da hediye
olmak üzere ba¤›ndaki nefis üzümlerinden bir sepet dolusu getirir.
Fakat kader bu ya kad›n üzümleri doldururken dalg›nl›¤›ndan istifade
ederek sepetin içine gizlenen y›lan› görmez. Üzümü çok seven Bey'in
k›z› da bu sepeti do¤ruca odas›na ç›kartt›r›r. Gece geç vakit herkes
gittikten sonra yiyecektir.
Misafirler gittikten, e¤lenceler bittikten sonra odas›na ç›kan genç k›z
çok sevdi¤i üzümlerden yemeye bafllar. Fakat tam bu s›rada sepetin
içinden ç›kan y›lan, k›zca¤›z› sokar ve ölümüne sebep olur.
Bugün Akdeniz'in bu flirin köflesinden geçenler Kale’yi mutlaka görürler ve hikâyesini ö¤renmeden oradan ayr›lmazlar. Fakat ayr›l›rlarken de
Bey’in k›z›na ac›madan edemezler.
Saim SAKAO⁄LU
11
GEÇM‹fi ZAMAN fi‹‹RLER‹
Evvel zaman içinde
A¤ustosta, s›cakta
Bir tarlada do¤muflum
Elimden tutmufl günefl
Rüzgâr sal›ncak olmufl
Avunmuflum
Ars›z bir kara sinek
Uzun ve titrek
Ninniler söylemifl
Ka¤n›lar›n serin gölgesinde
Uyumuflum
Bak›p dururken kar›ncalara
Zevale ermifl günefl
Ekinler biçilmifl tarlalar tenha
De¤irmenler dönmüfl
Devran dönmüfl
Vakt eriflmifl
Yürümüflüm
12
Düflmüflüm bir kuflun pefline
O gitmifl ben gitmiflim
Kufl beni çoban sanm›fl
Aldat›p kand›racak
Konup bir kayan›n bafl›na
Cik demifl kufl
Cik cik demifl
Daha bu çocuk demifl
Birden uçup gitmifl
Bakmadan arkas›na
Ve cemreler düflünce suya, topra¤a
Bir düdük yapm›fl›m sö¤üt dal›ndan
Ç›nlam›fl el oba
Da¤ tafl ç›nlam›fl
Ard›mca melemifl kuzular
Karakoyunu suya indirmiflim
Uzun ince havalarla
Konaklar yapm›fl›m çal› ç›rp›dan
Camlar›na vurmufl kuflluk günefli
Ve çamurdan ka¤n›lar
Tekerleri kocaman
K›smet olmam›fl oturmak
Binmek k›smet olmam›fl
Çabucak büyümüflüm
Bayram Bilge TOKEL
13
ESK‹ ANKARA EVLER‹
Kale kap›s›ndan giriyoruz. ‹ki üç katl›, tokmakl› ve
ahflap kap›l› evler, darac›k sokaklar etraf›na dizilmifl.
Bahçelerde, kap› önünde sohbet eden kad›nlar var.
Bu, henüz komfluluk iliflkilerinin bitmedi¤ini gösteriyor.
Çocuklar sokaklarda, art›k gördü¤ümüzde hat›rlad›¤›m›z
oyunlardan birdir birler, uzun eflekler ve köfle kapmacalar
oynuyor.
Dik yamaçlar üzerinde bir kartal yuvas› izlenimi
b›rakan Ankara Kalesi’nin savunmaya elveriflli özelli¤i,
tarihî geliflimi boyunca yerleflim yeri olmas›n› sa¤lam›flt›r.
Tarihleri 17. yüzy›la kadar uzanan eski Ankara evleri
sur duvarlar› ile çevrilmifl dar ve dik bir alanda geliflmek
zorunda kalm›flt›r. Bu sebeple planlar›nda az yerden
çok faydalanma ilkesi hâkimdir.
Bunlar iki veya üç katl›, ahflap, kerpiç ve tu¤ladan
yap›lm›fl evlerdir. Alt kat planlar›, arazinin bozuklu¤u
sebebiyle düzgün de¤ildir. Fakat bu düzensizlik, üst
katlar için geçerli olmam›flt›r. Çünkü soka¤a do¤ru
cumba tipindeki ç›k›nt›larla bu bölümler düzgün bir
plana kavuflturulmufltur.
Ankara’n›n iklim özelli¤i de evlerin biçimlenmesinde
önemli rol oynam›flt›r. Is› de¤iflimine göre kullan›m
farkl›laflm›flt›r. Kal›n duvarl›, küçük pencereli alt katlar
genellikle k›fl›n; ince duvarl›, havadar üst katlar ise yaz›n
kullan›lm›flt›r. Yine iklime ba¤l› olarak geliflen genifl
saçaklar ve cihannüma denilen yazl›k odalar da Ankara
evleri için belirleyici özellik olmufltur.
14
Evlere girifl, avlu veya bahçeden sa¤lan›r. Alt katlardan üst katlara
geçiflte ahflap merdivenler kullan›l›r. Bütün Türk evlerinde oldu¤u
gibi Ankara evlerinin de bariz özelli¤i sofaya aç›lan odalard›r. ‹çinde
yaflayanlar›n her türlü ihtiyac›n› karfl›layacak flekilde düzenlenen bu
odalar, ev içinde ev gibidir. Duvarlarda gömme dolaplar, yüklük ve
banyolar, pencere önlerinde hem yatma hem de oturma imkân›
sa¤layan sedirlerle, oda içinde fazlal›klar kald›r›lm›fl, rahat ve huzur
dolu bir ortam yarat›lm›flt›r.
Malzeme olarak kullan›lan a¤aç, süslemede rol oynam›flt›r.
Özellikle tavanlarda ahflap ç›talarla geometrik kompozisyonlar
oluflturulmufltur. Baklava dilimi fleklindeki göbekler ise en zengin
süslemenin yer ald›¤› bölümler olarak göze çarpar. Ahflap üstüne
yap›lan boyamalarda sar›, kiremit k›rm›z›s›, yeflil ve krem rengi yo¤un
olarak kullan›lm›flt›r. Boyan›n içine kar›flt›r›lan balmumu, zamk ve bal
gibi maddelerle renklerde fleffafl›k ve kal›c›l›k sa¤lanm›flt›r. Ankara
evlerinde, elma, nar, armut vb. meyveler, vazodan ç›kan gül ve
karanfil gibi çiçek demetleri, tabaklar içinde meyveler ve a¤aç motifleri
yayg›nd›r.
Eski Türk evleri, ça¤dafl mimarinin gerektirdi¤i bütün özelliklere
sahiptir. Tabiata uygunluk, tutumluluk, iç ve d›fl mimarinin uyumu,
çevreye ve insana sayg› günümüz mimarisinin bile ulaflamad›¤›
noktalardad›r. Bu zengin kültür miras›m›z›n korunmas›, yaflat›lmas›,
tan›t›lmas› ve gelecek nesillere aktar›lmas› için yap›lan çal›flmalara
Ankara Kalesi de eklenmifltir. “Kale ve Çevresini Koruma, Gelifltirme
Projesi” çerçevesinde kalenin sur ve duvarlar›, mahallî özelli¤e sahip
evlerle birlikte korunacak, restore edilecek ve turizme kazand›r›lacakt›r.
Dile¤imiz; mimari estetikten yoksun çarp›k kentleflmenin tarihî
de¤erlerimizi yok etmesine daha fazla izin verilmemesi.
P›nar YET‹MO⁄LU
15
SERBEST OKUMA METN‹
‹STANBUL’U D‹NL‹YORUM
‹stanbul'u dinliyorum, gözlerim kapal›;
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavafl yavafl sallan›yor
Yapraklar, a¤açlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucular›n hiç durmayan ç›ng›raklar›;
‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal›
‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal›;
Kufllar geçiyor derken;
Yükseklerden, sürü sürü, 盤l›k 盤l›k.
A¤lar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kad›n›n suya de¤iyor ayaklar›;
‹stanbul'u dinliyorum, gözlerim kapal›;
‹stanbul'u dinliyorum, gözlerim kapal›;
Serin serin Kapal› Çarfl›;
C›v›l c›v›l Mahmutpafla;
Güvercin dolu avlular.
Çekiç sesleri geliyor doklardan,
Güzelim bahar rüzgâr›nda ter kokular›;
‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal›
16
‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal›;
Bafl›nda eski âlemlerin sarhofllu¤u,
Lofl kay›khaneleriyle bir yal›;
Dinmifl lodoslar›n u¤ultusu içinde
‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal›;
‹stanbul'u dinliyorum gözlerim kapal›;
Bir kufl ç›rp›n›yor eteklerinde;
Aln›n s›cak m› de¤il mi, biliyorum;
Dudaklar›n ›slak m› de¤il mi, biliyorum;
Beyaz bir ay do¤uyor f›st›klar›n arkas›ndan
Kalbinin vuruflundan anl›yorum;
‹stanbul'u dinliyorum
Orhan Veli KANIK
17
2. TEMA
ATATÜRKÇÜLÜK
Atatürk’ten An›lar
Onuncu Y›l Nutku
Atatürk ve Bilim
18
19
ATATÜRK’TEN ANILAR
Her fieyden Evvel Millet
O, milletini ba¤r›na basm›fl ve bütün aflk›n› ona vermifl bir baba
idi. Dinlenme saatlerinin hemen hepsini bu aflk› aç›klaman›n ve milleti
sevmeye al›flt›rman›n tad› ile doldururdu. Uyku saatlerini de o büyük
aflk ile rüyaland›rd›¤›na eminim. Kendisine henüz “Atatürk” diye hitap
etmedi¤imiz, sadece “Büyük Gazi” dedi¤imiz s›ralarda bir gün yine
böyle bir konu üzerindeydik. Ve “Gazi” kelimesinin bu anlamdaki
de¤erini tartmaya çal›fl›yorduk; bana söz verdi:
-- “Büyük Gazi” dedim. “Sizi bugünün yazarlar› ve flairleri, edipleri
kalplerinin en samimi köflesinden kaynay›p ç›kan sevgi ve takdir ifadeleri,
kelimeler ve cümlelerle anarlar. Kimi Gazi der, kimi Münci, kimi Kurtar›c›
der, kimi de milletin en büyü¤ü olarak anlat›r. Bunlar›n hepsi, gerçe¤i
anlatan nitelikler olmakla beraber, benim anlad›¤›m Büyük Gazi’nin
tam kendisini anlatamazlar. Bence siz, her fert gibi kullanmas›n› istedi¤i
ve hak bildi¤i bütün zevklerini, hazlar›n› ve tutkular›n› önce vatanseverlik
mihrak›nda toplay›p süzdükten sonra uygulama alan›na yayan bir
insans›n›z. Sizde, her fleyden evvel millet sevgisi vard›r.”
Büyük adam›n gözleri yaflard›. Ve gönüllerimizi, hareketlerine sonsuz
olarak ba¤lad›¤› zarif jestini yaparak ba¤›rd›:
-- Evet! Mustafa Kemal’in gerçek tan›m› budur.
Ve sönmez bir heyecanla ekledi:
-- Her fleyden evvel millet ve daima millet.
Hasan Reflit TANKUT
20
‹flte Onun Evrensellik Anlay›fl›
“‹nsan, mensup oldu¤u milletin varl›¤›n› ve mutlulu¤unu
düflündü¤ü kadar bütün dünya milletlerinin huzur ve refah›n›
düflünmeli ve kendi milletinin mutlulu¤una ne kadar k›ymet veriyorsa
bütün dünya milletlerinin mutlulu¤una da hizmet etmeye, elinden
geldi¤i kadar çal›flmal›d›r. Bütün ak›ll› adamlar takdir ederler ki bu
yolda çal›flmakla hiçbir fley kaybedilemez. Çünkü dünya milletlerinin
mutlulu¤una çal›flmak, di¤er bir yoldan kendi huzur ve mutlulu¤unu
temine çal›flmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri aras›nda
sükûn, aç›kl›k ve iyi geçim olmazsa bir millet kendi kendisi için ne
yaparsa yaps›n, huzurdan mahrumdur. Onun için ben sevdiklerime
flunu tavsiye ederim:
Milletleri sevk ve idare eden adamlar, tabii evvela kendi milletinin
varl›¤›n›n ve mutlulu¤unun yarat›c›s› olmak isterler. Fakat ayn›
zamanda bütün milletler için ayn› fleyi istemek laz›md›r. Bütün
dünya hadiseleri bunu aç›ktan a盤a ispat eder. En uzakta
zannetti¤imiz bir hadisenin bize bir gün temas edece¤ini bilmeliyiz.
Bunun için insanl›¤›n hepsini bir vücut ve bir milleti bunun bir organ›
saymak gerekir. Bir vücudun parma¤›n›n ucundaki ac›dan di¤er
bütün organlar› etkilenir.
Dünyan›n herhangi bir yerinde bir rahats›zl›k varsa t›pk› kendi
aram›zda olmufl gibi onunla alakadar olmal›y›z. Hadise ne kadar
zor olursa olsun, bu esastan flaflmamak laz›md›r. ‹flte bu düflünüfl
insanlar›, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtar›r. Bencillik
flahsi olsun, millî olsun daima fena say›lmal›d›r.” Ya Atatürk’ün
evrensel sevgi ve sayg› anlay›fl›!
‹flte bir gün Çanakkale’ye giden bakanlardan birine: “Orada
Mehmetçik an›t›n›n bafl›nda flehitleri anacaks›n. Siz olmasayd›n›z,
siz gö¤üslerinizi çelik kalelere karfl› siper etmeseydiniz, bo¤az
elden gider, ‹stanbul elden giderdi diyeceksin.”
“Evet efendim”
“Ama Çanakkale’de yaln›z bizim flehitlerimiz yok. Bu topraklar
üzerinde kanlar›n› döken insanlar› da, o kahraman düflman
savaflç›lar›n› da sayg› ile anacaks›n.”
Bakan›n ricas› üzerine bu son söylenecekleri Atatürk’ün kendisi
kaleme al›r. Nutuk fludur:
“Bu memlekette kanlar›n› döken kahramanlar! Burada bir dost
vatan›n topra¤›ndas›n›z. Huzur içinde uyuyunuz. Sizler
Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunas›n›z. Uzak diyarlardan
evlatlar›n› harbe gönderen analar, gözyafllar›n›z› dindiriniz. Onlar
bu toprakta canlar›n› verdikten sonra art›k bizim evlatlar›m›z
olmufllard›r.”
‹flte dünyada baflka bir örne¤i olmayan sevginin evrensel dili.
Bu nutku yabanc› gazeteler haber yapt›ktan sonra haftalarca,
aylarca Avustralya’dan, Yeni Zelanda’dan sevgi ve minnet mektuplar›
ya¤m›flt›r.
‹lknur Güntürkün KALIPÇI
21
ONUNCU YIL NUTKU
Türk Milleti!
Kurtulufl Savafl’ına baflladı¤ımızın 15'inci yılındayız. Bugün
cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurdu¤u en büyük bayramdır.
Kutlu olsun!
Bu anda büyük Türk milletinin bir ferdi olarak bu kutlu güne
kavuflmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
Yurttafllarım!
Az zamanda çok ve büyük ifller yaptık. Bu ifllerin en büyü¤ü,
temeli, Türk kahramanlı¤ı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye
Cumhuriyeti’dir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun
de¤erli ordusunun bir ve beraber olarak azimkârane yürümesine
borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz. Çünkü daha
çok ve daha büyük ifller yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.
Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri
seviyesine çıkaraca¤ız. Milletimizi en genifl refah, vasıta ve
kaynaklarına sahip kılaca¤ız. Millî kültürümüzü muasır medeniyet
seviyesinin üstüne çıkaraca¤ız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü
geçmifl asırların gevfletici zihniyetine göre de¤il, asrımızın sürat
ve hareket mefhumuna göre düflünülmelidir. Geçen zamana
nispetle, daha çok çalıflaca¤ız. Daha az zamanda, daha büyük
ifller baflaraca¤ız. Bunda da muvaffak olaca¤ımıza flüphem yoktur.
Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalıflkandır.
Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle
güçlükleri yenmesini bilmifltir ve çünkü Türk milletinin yürümekte
oldu¤u terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttu¤u
meflale, müspet ilimdir.
22
fiunu da ehemmiyetle tebarüz ettirmeliyim ki yüksek
bir insan cemiyeti olan Türk milletinin tarihî bir vasfı da,
güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir
ki milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalıflkanlı¤ını,
fıtri zekâsını, ilme ba¤lılı¤ını, güzel sanatlara sevgisini, millî
birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve
tedbirlerle besleyerek inkiflaf ettirmek millî ülkümüzdür.
Türk milletine çok yaraflan bu ülkü, onu, bütün befleriyete
hakiki huzurun temini yolunda, kendine düflen medeni
vazifeyi yapmakta, muvaffak kılacaktır. Büyük Türk milleti,
On befl yıldan beri giriflti¤imiz ifllerde muvaffakiyet vaat
eden çok sözlerimi iflittin. Bahtiyarım ki bu sözlerimin
hiçbirinde, milletimin hakkımdaki itimadını sarsacak bir
isabetsizli¤e u¤ramadım. Bugün, aynı iman ve katiyetle
söylüyorum ki millî ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte
olan Türk milletinin büyük millet oldu¤unu, bütün medeni
âlem, az zamanda bir kere daha tanıyacaktır. Asla flüphem
yoktur ki Türklü¤ün unutulmufl büyük medeni vasfı ve büyük
medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkiflafıyla, atinin yüksek
medeniyet ufkunda yeni bir günefl gibi do¤acaktır.
Türk Milleti!
Ebediyete akıp giden her on senede, bu büyük millet
bayramını daha büyük flereflerle, saadetlerle huzur ve refah
içinde kutlamanı gönülden dilerim.
Ne mutlu Türk’üm diyene!
Ankara, 29 Ekim 1933
23
ATATÜRK VE B‹L‹M
Atatürk, bilimin insan yaflam›ndaki önemli yerini
özgürlük savafl›m›z›n sona ermesi s›ralar›ndan bafllayarak
hemen her vesile ile tekrarlam›fl, vurgulam›flt›r. 27 Ekim
1922’de Bursa’da yapt›¤› bir konuflmada Atatürk, Türkçesi
biraz sadelefltirilmifl flekliyle flöyle demifltir:
Yurdumuzun en bay›nd›r, en göz al›c›, en güzel
yerlerini üç buçuk y›l kirli ayaklar›yla çi¤neyen düflman›
ma¤lup eden zaferin s›rr› nedir, bilir misiniz? Ordular›n
sevk ve idaresinde bilim ve fen ilkelerinin k›lavuz
edinilmesindedir. Milletimizin siyasi ve toplumsal hayat›
ile ulusumuzun e¤itiminde de yol göstericimiz bilim
ve fen olacakt›r. Türk milleti, Türk sanat›, Türk
ekonomisi, Türk fliiri ile edebiyat› okul ve okulun
verece¤i bilim ve fen sayesinde bütün ola¤anüstü
incelikleri ve güzellikleriyle oluflup geliflecektir.
30 A¤ustos 1924 günü Atatürk Dumlup›nar’da yapt›¤›
baflka konuflmada da flöyle diyor:
Yaflaman›n flart› uygarl›k yolunda yürümek ve
baflar›ya ulaflmakt›r. Bu yol üzerinde ilerlemeyi de¤il
de geriye ba¤l›l›¤› benimseyenler, böyle bir bilgisizlik
ve gaflette bulunanlar, evrensel uygarl›¤›n coflup gelen
seli alt›nda bir gün bo¤ulmaya mahkûmdurlar.
Atatürk’ün “Hayatta en hakiki mürflit ilimdir.” k›salt›lm›fl
flekliyle yayg›nca bilinen sözünün tam metni ise aynen
flöyledir:
24
Dünyada her fley için, maddiyat için, maneviyat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürflit
ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürflit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir. Yaln›z, ilim
ve fennin yaflad›¤›m›z her dakikadaki safhalar›n›n tekâmülünü idrak etmek ve terakkiyat›n›
zaman›nda takip eylemek flartt›r.
Bilindi¤i üzere “ilim” sözcü¤ünün anlam›, gayet genifltir. Hatta asl› Arapça olan bu sözcü¤ün,
Osmanl›cadaki kullan›l›fl›yla, günümüzde art›k yayg›nlaflm›fl olan bilim sözcü¤ünden daha genifl anlaml›
oldu¤unu söyleyebiliriz. Fen ise temel bilimler, yani matematik, astronomi, fizik, kimya ve tabiî bilimler
anlam›na gelir. Liselerimize iliflkin olarak “fen kolu” ve üniversitelerimize iliflkin olarak “fen fakültesi”
terimlerimiz bunu aç›kça gösteriyor. Demek ki k›lavuzlu¤unda yürünmesini Atatürk’ün ö¤ütledi¤i bilim,
genifl kapsaml› bir bilimdir.
Topluma ve insana iliflkin her türlü sistemi
ve bilimsel çal›flmay› içermek durumundad›r.
Fakat, ayr›ca, bilimler aras›nda temel bilimlere,
matemati¤e ve do¤aya iliflkin bilimlere, burada
özellikle iflaret edilmektedir.
Bilimin insan yaflam›ndaki en gerçek yol
gösterici oldu¤una dikkatimizi çekti¤ine göre
demek ki Atatürk bilimden baflka gerçek yol
göstericilerimizin de bulundu¤unu kabul etmifl
olmaktad›r. Oysa bu cümlesinin hemen
arkas›ndan, bilim ile fennin d›fl›nda mürflit
araman›n, bunlar› d›flta b›rakan k›lavuzlar
peflinde yürümenin, dünyadan habersizlik,
bilgisizlik demek olaca¤›n› vurgulamaktad›r.
25
Demek oluyor ki Atatürk, burada, bilim d›fl›nda k›lavuzlar›m›z
olsa da bunlar›n bilimle ba¤daflabilen, bilim anlay›fl›na ters
düflmeyen, yol göstericiler olmalar› gerekti¤ine kesin bir dille
iflaret etmek ihtiyac›n› duymufltur. Baflka bir ifade ile Atatürk,
en baflta kesinlikle bilim gelmek flart›yla, di¤er birtak›m gerçek
k›lavuzlar›m›z›n da bulundu¤unu, fakat bunlar›n bilim yöntem
ve kurallar›ndan pay alabilen ve bilim kadar olmasa da, yine
de az çok dizgelileflmifl, özgünleflmifl durumda bulunan bilgi
ve gözlemlerimiz oldu¤una, yahut da bunlar›n, örne¤in akl›m›z
ve tecrübemiz gibi bilimi oluflturan temel ögeler aras›nda yer
almalar› gerekti¤ine isabetle parmak basm›fl oluyor.
26
Yukar›da aktar›lan sözlerinin, kendisinden
yap›lan al›nt›lar›n, hepsinde Atatürk’ün bilim ve
uygarl›k aras›nda yak›n iliflki kurdu¤una ve her
ikisini de dinamik yönleriyle vurgulamaya özen
gösterdi¤ine tan›kl›k ediliyor. Bat›l›laflma giriflimimizde en büyük güçlü¤ü do¤uran sorun, örnek
al›nm›fl olan Bat›’n›n büyük dinamizmini, kendi
kendini geride b›rakma ve aflma özelli¤i idi.
Atatürk uygarl›¤›n temeline bilimi koymakta ve
Bat› uygarl›¤›n›n dinamizmini, devingenli¤ini,
esas itibariyle bilimden ve bilimin s›n›rs›z geliflme
yetene¤inden ald›¤›na inanmaktad›r.
Bilimsiz endüstrinin, s›nai faaliyetin ve daha
genel olarak bilime dayanmayan uygarl›¤›n Bat›
ile yar›flmada etkili olamayaca¤›, Bat›’ya ayak
uydurma çabalar›n› baflar›ya ulaflt›rmaktan uzak
kalaca¤›, flüphe götürmez bir gerçektir. Bu gerçe¤in
aç›k seçik bir biçimde kavranmas› aflamas›na biz
de Atatürk’le ulafl›ld›¤›n› söyleyebiliriz. Bunun için
ise bilimsel araflt›rma faaliyetinin Bat› dünyas›yla
atbafl› yürütülmesi idealinin noksans›z biçimde
benimsenmesine ihtiyaç vard›r. ‹flte, bilime genel
anlamda verilen büyük önem yan›nda, böyle bir
ülküyü ve böyle bir ülküye ba¤lanma zorunlulu¤u
fikrini Atatürk’te aç›k ve kesin bir biçimde
görmekteyiz.
Ord. Prof. Ayd›n SAYILI
27
3. TEMA
M‹LLÎ KÜLTÜR
‹htiyar Çilingir
Gönül Mimarlar›m›z
Nevruz ve Birlik
28
29
‹HT‹YAR Ç‹L‹NG‹R
Koyunpazar›'nda bir ufac›k dükkân; bir
küçük ocak yan›yor, bir ufak çocuk körük
çekiyor. ‹htiyarlam›fl, küçülmüfl, ak sakall›,
küçük yüzlü bir adam, gözünde çifte gözlük,
mini mini halkalar› ateflte ›s›t›p zincir ba¤l›yordu.
Ne hofl manzara, gözüm iliflti. Dükkân›n
önünde kald›m. Bir çilingir dükkân›. Ufak kilitler,
eski zaman kap› halkalar›, rezeler, mentefleler,
hayvan zincirleri. Böyle ufak tefek fleyler
yap›yor. Bunlardan pek çok da yapm›fl,
dükkân›n ötesine berisine asm›fl.
– Kolay gelsin, usta.
– Kolay› bafl›na gelsin!
Bir tarafa dayan›p durdum. Adamca¤›z,
benimle hiç meflgul olmuyor göründü. Birer
taraf› aç›k, ufak halkalar haz›rlam›fl, bir halka
tak›p aç›k taraf›n› atefle tutuyor, o haz›r
oluncaya kadar bir baflkas›n› ateflten çekip
ucunu, büyük bir dikkatle kap›yor, bir parça
büküyor, onu tekrar atefle verinceye kadar,
evvelki haz›r oluyor, böylece muntazam
çal›fl›yordu. Emin olunuz ki gayet dürüst ve
muntazam bir zincir ortaya ç›k›yor, bir cilas›
noksan kal›yordu.
fiüphesiz, eski binalarda gördü¤ümüz o
süslü edevat, böyle dükkânlarda, bu nezaketle,
bu özenle, bu kanaatle ifllenir, yap›l›rd›. Sanata
böyle dindarca bir ba¤l›l›k vard›. Her fleyi inkâr
eden bu devre gelmemifl olsayd›, flüphesiz bu
güzel fleyler sönüp gitmeyecekti. -Yaz›klar
olsun o zamana ki bütün kutsal de¤erleri inkâr
ettirmifl, kanaatleri öldürmüfl, huzur ve rahat›
söndürmüfl, demiri kald›rm›fl, yerine tenekeyi
doldurmufltur.-
30
Ben oradayken gençten bir adam geldi.
Elinde bir de¤nek vard›. Demirciye uzatt›. Bu
de¤ne¤in ucuna befl on halka geçirilecek. Bu
genç adam, onunla, her sabah akflam ba¤a
giderken efle¤i dürtecek.
Demirci anlad›, ses ç›karmad›, duvardan üç
befl halka ald›, sanat›na vak›f bir adam sessizli¤iyle
de¤ne¤e takt›. Lakin, genç adam, demircinin
aksine de¤ne¤in yan taraf›na bir halka daha
takt›rmak istiyordu. Çilingirle aralar›nda bir
konuflma bafllad›. Çilingir. “Olmaz, bunun usulü
böyledir.” dedi.
Delikanl› usulü bozmakta ›srar ediyordu.
– Can›m sen tak. Nene laz›m...
– Tak›lmaz evlad›m... Ben k›rk y›ld›r bu sanat›
ifllerim.
– Can›m, paras›yla de¤il mi? Sen tak›ver,
ötesine kar›flma!
‹htiyar, belki ›srar etmeyip takacakt›; ancak
“paras›yla” sözüne fena hâlde içerledi, daha fazla
bir fley demeyerek de¤ne¤i genç adam›n elinden
ald›, eski takt›klar›n› da sökerek iade ettikten
sonra,
– Biz para âfl›kl›s› de¤iliz, var baflka yerde
yapt›r, dedi.
Düflündüm kald›m. Para için çal›flmad›¤›n›
iddia eden bu fakir ihtiyar, flüphesiz, sanat›n›n
âfl›¤›yd›. “Filan usta gitti, bu sanat› da götürdü.”
diyecekler diye, bu dükkân› bekliyordu. Onun
gözünde filan fley filan flekilde yap›l›r, baflka
türlüsü sanata sayg›s›zl›k olurdu. Bunu y›llarca,
belki as›rlarca ustalar böyle yapm›fllar; öyle ya,
onun arkas›nda bu yolda gelmifl geçmifl ustalar,
pirler vard›. Dükkânlar›n› Allah'a ibadet eder gibi
aç›p kapam›fllard›. Sanat, onlara sunulmufl bir
kerametti.
Evet, bu adam para âfl›kl›s› de¤ildi. O,
ustalar›n›n postunda oturur bir sanat halifesiydi.
O nas›l derse desin u¤raflt›¤› sanat›n kendisine
emanet oldu¤unu söyleyen üstadlar› vard›. Sanatta
söz sahibi olmayan bir adam›n, parayla, onu
de¤ifltirmeye ne hakk› vard›!..
Memduh fievket ESENDAL
31
GÖNÜL M‹MARLARIMIZ
Aflk Elçisi: Yunus Emre
750 y›l önce do¤mufl olan Yunus Emre’den ça¤›m›za sevgi
ve bar›fl ça¤r›lar›...
“Ben gelmedim dava için
Benim iflim sevi için”
Yedi yüzy›ldan uzun süre önce, on y›llarca savaflla, bu arada
Haçl› Seferleri ve Mo¤ol ak›nlar›yla y›k›nt›lara u¤ram›fl olan
Anadolu’da, hem duygulu hem güçlü bir ses yükselmiflti. Bu
tasavvuf ozan› Yunus Emre’nin sesiydi. Selçuklu ‹mparatorlu¤u’nun
günefli sönerken Yunus köyleri, kasabalar› dolaflarak yal›n ama
derin sevgi ve ahlak fliirlerini okuyordu. Gerek fliirleri gerek ilahileri,
önce Osmanl›lara, sonra modern Türkiye’ye ilham verdi, kültür
etkileri yapt›. Saydam ve k›vrak güzelliklerini gönlümüze
sindirdi¤imiz bu eserler, sevgi ve bar›fl›n üstünlü¤ü, hümanizma
ve evrensellik ruhu, Tanr› ile insanlar›n birli¤i, toplumsal adalet ile
yo¤rulmufltur.
fiairimizin büyülü anlat›larla sundu¤u bu ülküler üzerinde duran UNESCO (Birleflmifl Milletler E¤itim, Bilim ve Kültür Kuruluflu),
1989 Kas›m›nda, Genel Kurulu’nun oy birli¤i ile ald›¤› kararla 1991’i
“Uluslararas› Yunus Emre Y›l›” ilan etti. T.C. Kültür Bakanl›¤› da, y›l›
“Milletleraras› Yunus Emre Sevgi Y›l›” olarak adland›rd›.
Yunus Emre’nin tam 750 y›l önce, 1241’de do¤mufl oldu¤u
tahmin edilmektedir. 1991’de yap›lan törenler ve kültür etkinlikleri,
bu tarihî y›l dönümünü kutlamak içindir. Türkiye’de ve düzinelerle
ülkede, genifl bir program sunularak (konserler, konferanslar,
sergiler, seminerler, fliir programlar›, sempozyumlar, radyo-TV
programlar›, belgesel filmler, birçok dilde yay›nlanan kitaplar, A.A.
Saygun’un “Yunus Emre Oratoryosu” gibi etkinliklerle) büyük Türk
ozan› an›lmaktad›r.
32
Yunus Emre’nin yaflam› konusunda pek az bilgimiz vard›r.
Anadolu’nun dört buca¤›na giderek halk› fliirleriyle, ilahileriyle
büyüledi¤ini biliyoruz. Gerçi baz› m›sralar›, okumam›fl, ümmi
oldu¤unu söylüyor ama, ‹slam felsefesini ve tasavvufun manevi
kültürünü mükemmel bildi¤i, Farsça ve Arapça terimleri do¤ru
ve güzel kulland›¤› görülüyor. En sevilen fliirleri, duru ve kolay
anlafl›lan Türkçesinin güçlü örnekleri aras›ndad›r. Ço¤u bugün,
yazd›klar›ndan yüzy›llarca sonra bile, dipdiri...
Anadolu halk›, Yunus’a öyle derin bir sayg› ve sevgi
duymufltur ki en az on iki köy ve kasaba onun mezar›na sahip
ç›kmaktad›r.
Yunus’un hoflgörülü mistik düflüncesinde, Tanr›’yla insan›n
özdeflli¤i ve dinlerin birli¤i, dayan›flmas›, kaynaflmas› gibi
kavramlar a¤›r basar:
“Da¤lar ile tafllar ile
Ça¤›ray›m Mevlâ’m seni
Seherlerde kufllar ile
Ça¤›ray›m Mevlâ’m seni
Gökyüzünde ‹sa ile
Tur Da¤›’nda Musa ile
Elimdeki asa ile
Ça¤›ray›m Mevlâ’m seni”
33
Herkese uzanan, tüm insanl›¤› kapsayan sevgisiyle, iyi
niyetiyle Yunus diyor ki:
“Hakk’› gerçek sevenlere
Cümle âlem kardefl gelir”
Yunus’un manevi ikliminde, hiçbir din, baflka dinlerle
çat›flmaz, bu iklimde ayk›r›l›k yoktur; gerçek aflk, bütün
inançlar birleflince do¤ar.
Uluslar ve dinler aras›nda uçurum ve uyuflmazl›k
tan›mayan mistik sevgi, uzlaflman›n ve bar›fl›kl›¤›n üzerinde
durur. Yunus, kendisine karfl› gelenlere bile, iyi dilekler
sunmufltur:
“Her kim bana a¤yar ise
Hak Tanr› yâr olsun ona
Her kancaru var›r ise
Ba¤ u bahar olsun ona.
Bana a¤u sunan kifli
fiehd ü fleker olsun afl›.”
34
750 y›l önce do¤an büyük ozan›m›z, denebilir ki ‹slam
edebiyat› tarihindeki en önemli halk ozan›d›r. Yunus,
bar›fla ve uluslar aras›nda ahenge kendini adam›fl bir
mistik düflüncenin gür sesiydi, bugün de öyle... Sanatla
yüksek ahlaktan benzeri az bulunur bir birleflim yaratm›fl,
insan ruhunun asil duygular›n› bafl tac› etmiflti. Ona göre
insan neyi severse gerçek iman› odur.Yunus tüm insanl›¤a
kucak açm›flt›: “Dünya benim r›zk›md›r / Halk› benim
halk›md›r.” Yaflad›¤› ça¤da, birçoklar› yeryüzünde insan
varl›¤›n›n de¤ersiz oldu¤u görüflünü öne sürüyordu, ama
bizim insanc›l flairimiz dünyay› eflsiz güzelliklerinin hepsiyle
ba¤r›na bas›yordu:
“Bu dünya bir gelindir yeflil k›z›l donanm›fl
‹nsan böyle geline bakar bakar doyamaz”
Coflkulu fliirlerinin birinde “Severim ben seni candan
içeri” diyen Yunus Emre, bütün insanlara gösterdi¤i iyi
niyetle, dinler ve uluslar aras›nda bar›fl ve dayan›flma
u¤rundaki ça¤r›lar›yla da her zaman an›lacakt›r:
“Ad›m›z miskindir bizim
Düflman›m›z kindir bizim
Biz kimseye kin tutmay›z
Kamu âlem birdir bize”
Talat Sait HALMAN
35
Koca Sinan
S›cak bir yaz günü küçük Sinan, dedesiyle birlikte Karatay
Kervansaray›’na gitti. Selçuklulardan kalma bu güzel eser, Kayseri
yöresindeydi. Dedesi marangoz Yusuf A¤a, bu yap›n›n ahflap
k›s›mlar›n› onarmak için gelmiflti buraya. Sinan da kendisine yard›m
edecekti.
Buras›, kervanlara durak yeri olarak yap›lan, d›fl› kale gibi
duvarlarla çevrilmifl büyükçe bir sarayd›. ‹çinde cami, hamam,
yat›lacak yerler, büyük depolar vard›. Çocuk, kervansaray› büyük bir
hayranl›kla inceliyor, her yere ayr› ayr› bak›yordu.
Küçük Sinan, dedesiyle her gitti¤i yeri böyle inceler, ona baz›
fleyler sorard›.
Bir gün camiyi gezerken dedi ki:
– Dedeci¤im, acaba biz de böyle büyük yap›lar yapamaz m›y›z?
Dedesi gülümsedi:
– Ben art›k yaflland›m evlat! Ama sen yapars›n.
– Sahi yapar m›y›m dede?
– Niye yapmayacakm›fls›n? Hem daha güzelini yapars›n. ‹nsan
akl›n›n, insan gücünün yapamayaca¤› fley yoktur.
1490 y›l›nda Kayseri’nin A¤›rnas köyünde do¤an Sinan, çocukluk
yafl›ndan beri dedesiyle birlikte gurbette dolafl›r, onun yan›nda
birçok fley de ö¤renmek istiyordu. Ak›ldan hesap yapmadaki ustal›¤›,
bütün köyde dillere destan olmufltu.
Bir süre sonra dedesi Yusuf A¤a öldü. Yaln›z kalan Sinan,
köyünde kalmak istemedi. ‹stanbul’a giden bir kervan›n pefline
tak›l›p günlerce atlar ve kat›rlar aras›nda yürüyerek ‹stanbul’a geldi.
Üsküdar’da bir hana yerleflti. Hemen kendine bir ifl aramaya bafllad›.
Ama daha küçük diye ona kimse ifl vermiyordu.
Sonunda bir kahvehaneye ç›rak olarak girdi. Aradan birkaç ay
geçmiflti ki orada oturan bir yeniçeri a¤as› onunla ilgilendi. Çocu¤un
kimsesiz ve becerikli oldu¤unu görünce yan›na al›p At Meydan›’ndaki
‹brahim Pafla Kono¤›’n›n Acemio¤lanlar Okuluna verdi. Sinan,
yeniçeri oca¤›n›n geleneklerine göre e¤itim görüyor, askerli¤e ve
yeniçeri düzenine al›flt›r›l›yordu.
36
Bu arada Sinan’›n dülgerli¤e ve yap› ifllerine yetenekli
oldu¤u görülünce onu saray mimarlar›n›n yan›na ç›rak
olarak yollad›lar.
Delikanl›, orada y›llarca çal›flt›, mimarl›¤›n bütün
inceliklerini ö¤rendi, sonra usta oldu.
Kanunî Sultan Süleyman zaman›yd›. ‹mparatorluk
s›n›rlar›n›n üç k›tada alabildi¤ine geniflledi¤i y›llardaki
seferlerde Sinan, ülkenin pek çok yerini görmüfl; Konya,
Sivas, Erzurum, Tebriz, Ba¤dat gibi büyük kentleri
tan›m›flt›. Her gitti¤i yerde mimarl›k yap›lar›n› inceliyor,
bilgisini artt›r›yordu.
Bu s›rada devletin mimarbafl›s› ölmüfl. Onun yerine
kimi getirelim, diye düflünülürken Lütfü Pafla ad›nda bir
vezir, Sinan’› tavsiye ederek:
– Ölenin yerini ancak o tutabilir, dedi. Bunun üzerine
Kanunî Sultan Süleyman, Sinan’› hassa mimarbafl› yani
devletin en büyük mimar› olarak atad›.
Sinan, 9 Nisan 1588’de doksan sekiz yafl›ndayken
‹stanbul’da öldü. Süleymaniye Camii’nin bitifli¤indeki
evinin bahçesine gömüldü.
Koca Sinan, Süleymaniye ve Edirne’deki Selimiye
Camii’nden baflka 81 cami, 62 medrese, 22 türbe, 8
köprü, 16 kervansaray, 33 saray, 32 hamam, 12 mahzen
ile birçok su yolu ve kemerler yapm›flt›r.
Türk yap›c›l›k, çinicilik ve oymac›l›k sanatlar› onun
zaman›nda en güzel örneklerini vermifltir.
fiükrü Enis REGÜ
37
NEVRUZ VE B‹RL‹K
Türk Dünyas›’n›n önem verdi¤i ve ba¤›ms›zl›¤a
kavuflulduktan sonra daha bir heyecanla kutlad›¤› bu millî
bayram›n (Nevruz’un) bundan böyle bizde de resmî bayram
olarak kutlanmas› Türk dünyas› aras›ndaki ba¤lar› daha da
güçlendirecektir.
Türk Dünyas› Tarih Dergisi’nin Mart 1993 say›s›nda yer alan
Sinan Ogan’›n “Türklerde Yeni Y›l” makalesinde ifade edildi¤ine
göre ‹ranl›lar bize imrenerek bu bayram› kabul etmifller ve “Yeni
Gün”e Farsça Nevruz demifller. Nevruz’da yeni elbiseler giyilir,
“Semini helvas›” piflirilir, küskünler bar›fl›r, asla kavga edilmez.
Dostlara tan›fllara gidilir, kabir ziyaretleri yap›l›r, mevlidler okunur,
Nevruz gülleri toplan›r. Gelenlere fleker da¤›t›l›r, hastalar›n gönlü
al›n›r, ihtiyarlara “fliriniyat”yani tatl› ve çörek nevinden fleyler
götürülür. Bunlardan baflka çocuklar ve gençler Kulak Asma,
‹¤ne ‹¤ne, Suya Yüzük Atma gibi oyunlar oynarlar. Bütün bunlar
bizim renkli geleneklerimizin bahara, k›rlara yans›mas›d›r.
Bence Nevruz bir dua, bir bereket bafllang›c›, birlik ve sevgi
sembolü, kaynaflma hareketidir. Allah’›n dünyaya nimetler ve
güzellikler sunmas›d›r. Yefleren bu¤dayd›r, meleyen kuzudur,
bafl veren k›r çiçe¤idir. Bahar› kutlama çoflkusundan neden
mahrum olal›m? Zaten etrafa bakt›¤›m›zda karanl›k, ümitsizlik
diz boyu...
Nevruz’u her y›l Türk illeriyle kutlamakla Ahmet Yesevilerin
dünyas›, Yunuslar›n dünyas›yla el ele verecek, oradan Mevlâna’y›,
oradan Emir Sultanlar›, Eyyüb Sultanlar›, Gül Babalar› kucaklayacakt›r. Bu bir bak›ma kültür miras›m›z› da yaflatma ve yar›nlara
aktarma çabas›d›r.
Geleneklere sahip ç›kma günü... Yeni Gün, yenilenme,
yaflama ümidine sar›lma, zorluklar›n üstesinden gelmek için de
yeni bir güç kazanma anlam›n› tafl›r. fiu güzel mânideki gibi
güllerle gülen bir bayram...
38
Nevruz Nevruz bahara
Güller güller nahare
Bahçam›zda gül olsun
Gül olsun bülbül olsun.
Bak›n bir zamanlar Sö¤üt’te Karakeçili aflireti taraf›ndan
Ertu¤rul Gazi’nin türbesinde 21 Mart Nevruz günü bir tören
düzenlenirmifl... Mevlidler okunur, halka pilav da¤›t›l›rm›fl. Sö¤üt’te ve çevresinde eylülde yap›lan “Yörük Bayram›”n›n
temelinde Nevruz kal›nt›lar› bulunabilir. Osmanl› saray›nda da
21 Mart Nevruz Bayram›’nda macunlar, flerbetler ve çeflitli
hediyeler da¤›t›ld›¤›, bu hediyelere Nevruziyye ismi verildi¤i ifade
ediliyor. Türk edebiyat›nda Nevruz sebebiyle “Nevruziyye”ler
yaz›ld›¤› bilenen bir gerçek... Musiki’de birçok Nevruz
makamlar›n›n oldu¤u da...
“Haydar Baba’ya Selam” fliirinin büyük flairi merhum fiehriyar,
Türk Dünyas›’n›n bu güzel millî gününe bak›n nas›l yer vermifl.
“Bayram yeli çardaklar› y›handa
Nevruz gülü, kar çiçe¤i ç›kanda
A¤ bulutlar köynekleri s›handa
Bizden de bir yâd eyliyen sa¤ olsun.”
Bütün Türk illerine Nevruz selamlar›yla...
Sevinç ÇOKUM
39
4. TEMA
TOPLUM HAYATI
Ergenekon Destan›
Çi¤dem Der ki...
Aflinas›z
40
41
ERGENEKON DESTANI
Bozkurt Destanı’nın daha zengin bir flekli Ergenekon
Destanı’dır. Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca
çift sürerek, av avlayarak, maden iflleyerek yaflayıp
ço¤aldıkları; etrafı aflılmaz da¤larla çevrili, mukaddes bir
topra¤ın adıdır.
Türk illerinde Göktürk oku ötmeyen, Göktürk kolu yetmeyen
bir yer yoktu. Bütün kavimler birleflerek Göktürklerden öç
almaya yürüdüler. Türkler, çadırlarını, sürülerini bir yere
topladılar; çevresine hendek kazdılar, beklediler. Düflman
geldi, vurufl baflladı. On gün vurufltular. Göktürkler üstün
geldi.
Birgün bütün illerin hanları ve beyleri av yerinde konufltular.
“Göktürklere hile yapmazsak iflimiz yaman olur.’’ dediler.
Tan a¤arınca baskına u¤ramıfl çeri gibi a¤ır yüklerini, kötü
mallarını bırakıp kaçtılar.
Türkler, ‘‘Bunlar›n vuruflma güçleri bitti, kaçıyorlar.’’ deyip
arkalarından varıp yetifltiler.
Düflmanlar Göktürkleri görünce birden geri döndüler. ‹kisi
vurufltular. Düflmanlar galip geldi. Göktürkleri öldüre öldüre
çadırlarına geldiler. Çadırlarını, mallarını öyle aldılar ki bir ev
kurtulmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler. Küçükleri
kul edip herkes birini alıp gitti. Göktürk Hanı ‹lhan’ın o¤ulları
çoktu. Savaflta hepsi öldü. Kayan adlı küçük bir o¤lu vardı.
O yıl evlendirmiflti. ‹lhan’ın Tukuz adlı bir de ye¤eni vardı. Bu
ikisi bir yerdeki kiflilerin eline düflmüfllerdi. On gün olduktan
sonra bir gece ikisi kadınlarıyla birlikte atlanıp kaçtılar. Yurda
geldiler. Düflmandan kaçıp gelen dört maldan deve, at, öküz,
koyun çok buldular.
42
E¤er, ile varalım desek; dört taraftaki illerin hepsi bize
düflman. ‹yisi odur ki da¤ların içinde insan yolu düflmez bir
yer izleyip oturalım deyip da¤a do¤ru sürülerini sürüp gittiler.
Geldikleri yoldan baflka yolu olmayan bir yere vardılar. O
da öyle bir yoldu ki bir deve, bir at bin güçlükle yürürdü, e¤er
aya¤ını yanlıfl bassa parça parça olurdu.
Vardıkları yerde akar sular, çeflmeler, türlü otlar, meyveli
a¤açlar, türlü türlü avlar vardı. O yeri görünce Tanrı’ya flükürler
kıldılar. Hayvanlarının kıflın etini yediler. Yazın sütünü içtiler,
derisini giydiler.
O yere Ergenekon adını koydular.
Burada bu ikisinin çocukları ço¤aldı. Kayan’ın evladı çok
oldu. Tukuz’unki ondan daha az oldu. Kayan çocuklarına Kayat
dediler.Tukuz çocuklarına iki ad koydular. Bir nicesine Tukuzlar
dediler; bir nicesine Türülken dediler. Çok yıllar bu iki kiflinin
çocukları Ergenekon’da kaldılar. Enine boyuna uzayıp yayıldılar.
Dört yüz yıl sonra Ergenekon’da kendileri ve sürüleri o
kadar ço¤aldılar ki sı¤madılar. Bu sebepten bir yere toplanıp oturup konufltular. Dediler ki: ‘‘Atalarımızdan iflittik.
Ergenekon’un dıflında genifl yerler, güzel yurtlar olurmufl. Bizim
yurdumuz eskiden o yerlerde imifl... Da¤ların arasından yol
izleyip bulalım. Göçüp çıkalım. Her kim bize dostum derse
onunla görüflelim.’’
Hepsi bu sözü be¤enip çıkmaya yol izlediler, bulamadılar.
O zaman bir demirci dedi ki; ‘‘ Burada bir demir madeni
var. Yalın kata benziyor. fiunun demirini eritsek bir yol olurdu.’’
Varıp o yeri gördüler. Bu sözü de be¤endiler. Da¤ın genifl
yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Da¤ın üstünü, arka
yanını, beri yanını böylece doldurduktan sonra yetmifl deriden
körük yapıp yetmifl yerde kurdular. Ateflleyip körüklediler.
43
Tanrı’nın gücü ile atefl kızdıktan sonra demir da¤
eriyip akıverdi. Yüklü deve çıkacak kadar yol oldu. O günü,
o ayı, o saati belirleyip çıktılar. O günden beri Göktürklerde
âdet olmufltur. O günü bayram sayarlar ve bir parça demiri
atefle salıp kızartırlar. Önce han, bunu kıskaçla tutup örse
koyar, çekiçle döver. Ondan sonra beyler de öyle yapar.
Bu günü mukaddes bilirler.
Ergenekon’dan çıktıkları zaman Göktürklerin padiflahı
Kayan soyundan Börte Çene idi. Bu genç, bütün illere elçi
gönderip Ergenekon’dan çıkıp geldiklerini bildirdi. Bunu
bazıları iyi gördüler, bazıları kötü gördüler.
Göktürkler eski düflmanlarıyla savafltılar. Yendiler.
Böylece dört yüz yıl sonra kanlarının öcünü aldılar.
Anonim
44
Ç‹⁄DEM DER K‹...
Bir sabah uyand›¤›mda evimizin önünde iki kucak dolusu
horozibi¤i y›¤›n›yla karfl›laflt›m. Bahçede bir kökçük olsun horozibi¤i
kalmam›fl, hepsi sökülmüfl. K›rm›z›dan mora do¤ru koyulaflan o
güzelim kadifemsi çiçeklere kim k›ym›flt› anlayamam›flt›m. Bunu
neden yapm›fllar ki, diye düflünürken her fley anlafl›ld›.
Halam yine ifl bafl›ndayd›. Nereden duymuflsa horozibi¤i
çiçe¤inin u¤ursuzluk getirdi¤ini söyleyip duruyordu. Söktü¤ü
çiçekler yetmemifl gibi hâlâ bahçede dolafl›yor, küçük fideleri de
kökleyip at›yordu y›¤›n›n üzerine. Bir yandan da söyleniyor:
“Hepsini söktüm bu u¤ursuz çiçeklerin ama tohumlar›
dökülüyor durmadan. Yak›nda yine ç›k›verecek kökü
kuruyas›calar...”
Sökülmüfl horozibi¤i çiçeklerinden birini elime al›p okflamaya
bafllad›m. Halama çok k›zm›flt›m ama belli edemiyordum.
“Hala, bahçe bunlarla daha güzeldi, kel kel görünüyor flimdi
gözüme. Ben bu çiçekleri çok severdim bilmiyor musun?”
Halam üzerime yürümeye bafllad›. Babam›n siyah eldiveni
vard› ellerinde. Elimdeki çiçe¤i i¤renç bir fleymifl gibi eldivenli
elleriyle tutup çekti, y›¤›na f›rlatt› yine. “Dokunma bu mendebur
fleye! Senin dünyadan haberin yok. Ben bofluna m› eldiven giydim
san›yorsun. Bu kasabadan kimin bahçesinde bu çiçekten varsa
evlerinde ne rahatl›k var ne de huzur. Marangoz Selim’i biliyorsun
de¤il mi? Geçen gün saks›ya dikip dükkân›n önüne koymufltu,
onu uyard›m ama beni dinlemedi. ‹ki gün sonra ne oldu bil bakal›m?
Nereden bileceksin... Serçe parma¤›n› kesti. Hep bu u¤ursuz
çiçek yüzünden, çiçek demeye dilim pek varm›yor asl›nda, ot
demeli buna. fiuna baksana ne biçimsiz... Öyle de ars›z ki
neredeyse topra¤a döktü¤ü bütün tohumlar hemen yefleriyor.”
45
Zavall› horozibikleri!.. Halam›n söylediklerinden
habersiz, gittikçe solgunlaflarak öylece yat›yorlar yerde.
Bu kadar belaya, u¤ursuzluklara neden olabilecek nesi
vard› ki bu çiçe¤in? Köklerini topra¤a yap›flt›rmak için
didinen bir bitkiydi yaln›zca. ‹nsanlara karfl› niçin düflmanl›k
beslesindi? Hem böyle duygular tafl›yabilir miydi? Ars›z
olmas›na ars›zd› yani yere düflen tohumlar› fazla suya,
günefle, bak›ma gereksinme duymadan filizlenirdi hemen.
Bu da onun yaflama ba¤l›l›¤›n› gösterirdi. Dünyay›
seviyordu ve var olmak için elinden geleni yap›yordu.
Ben halam›n bu yönünü hiç anlayam›yordum. Ayn›
kasabada yafl›yorduk; o yaln›z yaflad›¤› için s›k s›k bize
gelirdi, ço¤u geceler bizde kal›rd›. Geceleri t›rnak
kestirmez; merdiven alt›ndan kendisi geçmedi¤i gibi bizi
de geçirmez; arada bir evimizin önündeki ceviz a¤ac›na
konan baykuflu tafllar ya da bize tafllat›r; ona, almas› için
uzatt›¤›m›z b›ça¤› ya da makas› elimizden almaz, bir yere
b›rakt›r›r ondan sonra al›rd›.
Babam da halama bu inan›fllar› yüzünden sitem eder
ama kendisinden büyük oldu¤u için ifline fazla kar›flmak
istemizdi. Yine de zaman zaman tart›flt›klar›n› duyard›m.
“Abla, bofl inanç bunlar bofl!”
“Baz› fleyleri kestirip atmadan önce düflünmelisin
Y›lmaz. Onca y›ld›r insanlar›n denedi¤i, gözledi¤i, do¤ru
belledi¤i fleyleri birdenbire bofl inanç deyip atamazs›n.”
Gece t›rnak kesmenin niçin u¤ursuzluk getirdi¤ini
düflününce mant›kl› bir sonuca ulaflabiliyordum. Çevreye
s›çrayabilir ve iyi ayd›nlat›lmam›fl bir odada o t›rna¤›n
nereye savruldu¤unu görmeyebiliriz. Temizlik aç›s›ndan
önemli bu; hele geçmiflte elektri¤in sa¤lad›¤› p›r›l p›r›l
ayd›nl›k olmay›nca bu ifl daha da zor oluyordu san›r›m.
B›çak, makas gibi kesici aletlerin elden al›nmay›fl›
da mant›kl› olabilir. Dikkatli olmazsak elimizi kesebiliriz.
Bütün bunlara aç›klama getirebiliyordum ama bazen de
46
anlafl›lmaz, garip hatta saçma inan›fllarla karfl›lafl›yordum.
Ya¤murun çok fliddetli oldu¤u bir gün ekmek almak
için bakkala gitmem gerekiyordu.
Halam da bizdeydi. Ben hemen k›rm›z› kaban›m› s›rt›ma
geçirip flemsiyemi aramaya bafllam›flt›m ki halam 盤l›k
盤l›¤a durdurdu beni.
“Bu ne?.. böyle mi ç›kacaks›n d›flar›ya? Nas›l flimflekler
çak›yor, hava gümbür gümbür duymuyor musun?”
fiafl›rm›flt›m. Görünüflümde bir gariplik yoktu.
“Niçin ç›kamazm›fl›m hala? Islan›p üflütmem merak etme, kaban›m çok kal›n, hem flemsiye de al›yorum yan›ma.”
“Kaban›n kal›n olmas›na kal›n ama rengi k›rm›z›. Allah
aflk›na annen, baban sana bir fley ö¤retmiyor mu? Hiç
böyle havada k›rm›z› giyilip ç›k›l›r m› d›flar›ya? Allah korusun,
y›ld›r›m› üstüne çeker bu renk.”
‹flte bunu ilk kez duymufltum. Üstelik ak›lla, mant›kla
aç›klanabilir bir yan› yoktu.
“Hala sen y›ld›r›m› bo¤a m› sand›n? k›rm›z›y› görünce
kükreyip üzerime gelecek ha!..”
“Sen alay et, geçen y›l zavall› bir çoban bu yüzden
ölmüfl. Onu bulduklar›nda boynunda k›rm›z› bir atk› varm›fl.
Zavall›c›k ya¤murdan korunmak için a¤aç alt›na s›¤›nm›fl
ama y›ld›r›m onu a¤ac›n alt›nda bile bulmufl. Hep o k›rm›z›
atk›s› yüzünden.”
47
“Hay›r hala, k›rm›z› atk› yüzünden ölmüfl olamaz, a¤ac›n
alt›na oturdu¤u için olmufltur. Bir hende¤in içine yatm›fl olsayd›
bir fley olmazd›. Senin dedi¤in gibi olsa bütün okullara y›ld›r›m
düflerdi çünkü hepsinde k›rm›z› k›rm›z› bayraklar as›l›. Üstelik
giyece¤im baflka renkte bir kaban›m da yok.”
Halam› ikna edememifltim, dedim ya çok inatç› bir insan.
Babam da çok k›zd› halama. Sert bir tart›flma geçti aralar›nda,
halam yine küserek evine döndü.
Benim bir de küçük halam var, babamdan üç yafl küçük
oldu¤u için ona “küçük hala” diyorum. Yeni evlendi¤i için bize
eskisi gibi s›k gelemiyor. Özellikle büyük halam bizdeyse hiç
gelmiyor zaten. Küçük halam, büyük halam›n bize küsmesinden
iki gün sonra evimize geldi. Olanlar› duymufl.
“Ne olacak ablam›n bu hâli?” deyip babamla dertlefliyor,
bir çözüm yolu bulmaya çal›fl›yorlard›. Onlar konuflurlarken
ben de d›flar› ç›kt›m. Bahçeyi sulasam iyi olacakt›. Topra¤a
düflen horozibi¤i tohumlar› çarçabuk yeflerirdi o zaman.
Zakkumlar›n kök k›sm›nda sar› bir ›fl›lt› görür gibi oldum.
Dallar gürleflmifl oldu¤undan iyice göremiyordum. Yapraklar›
kald›r›p yak›ndan bakt›m; tam yedi tane sapsar›, sanki plastikten
yap›lm›fl gibi muntazam çiçekler... O güne dek görmedi¤im
bir çiçek türü. Hemen halam› ça¤›rd›m.
“Hala bak burada ne var?”
Hemen geldi. Zakkumlar›n alt›na saklambaç oynar gibi
gizlenmifl olan sar› çiçekleri gösterdim. Dondu kald›, hiçbir fley
söylemedi. Oysa böyle bir çiçek bizim bahçede ilk kez ortaya
ç›km›flt›. Halam, ilk çiçe¤ini veren bitkileri görünce çok mutlu
olur, sevinirdi ama bu kez öyle olmad›. Diz çöküp yak›ndan
bakmaya bafllad›, çiçekleri inceledi. Derin derin düflünmeye
bafllad›. Dayanamad›m art›k.
“Hala bu çiçe¤in ad› ne?”
“Çi¤dem... Güzçi¤demi. Ama baz›lar› baflka adlarla da
anarlar. Örne¤in ablam hiç çi¤dem demez.”
“Ne der peki?”
“Kalkgit, vargit, ac›çi¤dem hatta bazen itbo¤an dedi¤ini
de duydum.”
“Ne biçim ad bunlar, hepsi de çok kötü. Böyle güzel bir
çiçe¤e daha güzel adlar verilmeli. Çi¤dem ne güzel! Niçin kötü
adlar› da var hala?”
“Bu çi¤dem ilkbaharda ç›kanlardan daha farkl›d›r, zehirli
oldu¤u için de öyle adlar takm›fllar iflte.”
48
“Sahiden zehirli mi?”
“Evet, ansiklopedide de okumufltum senin gibi merak
etti¤im için. ‹laç yap›m›nda kullan›l›yormufl.”
Küçük halam hâlâ anlayamad›¤› bir fleyler varm›fl gibi
uzun uzun süzüyordu sar› güzçi¤demlerini.
“Ne oldu hala? Ne düflünüyorsun?”
“Biliyor musun, bu çi¤demin so¤anlar›n› ben ekmifltim
buraya, tam yedi y›l önce. Gizlice kazm›flt›m zakkumun
kökünü, çi¤dem so¤anlar›n› gömüp üzerini hemen
kapay›vermifltim.
“Neden gizlice yapt›n bu ifli?”
“Ablam yüzünden çünkü o çi¤demlerin de u¤ursuz
oldu¤unu söylüyordu. Ben de kendimce s›namak istedim
bunu. Bakay›m dedim, u¤ursuzluk getirecek mi bafl›m›za?”
“Yedi y›l boyunca kötü bir fley yaflamad›k de¤il mi?”
“Yaflamad›k tabii. Ama ben baflka bir fley düflünüyorum
flimdi. Neden yedi y›l boyunca açmad› da flimdi açt› bu
çiçek? Üstelik tam yedi çiçe¤i var baksana. Yapraklar› da
sayd›m, tam yedi yaprak, tohumlar› da yedi tane. Sence
de tuhaf de¤il mi?”
“Aman hala, sak›n sen de ona benzeme! Yoksa söküp
atacak m›s›n bunlar›?”
“Yok can›m, o kadar da de¤il. Yaln›zca tuhaf buldum
o kadar ama bir aç›klamas› mutlaka vard›r. Belki de topra¤a
al›flmas› biraz zaman alm›flt›r. Ya da zakkum, topraktaki
besinlerin ço¤unu al›nca bizim güzçi¤demleri besinsiz kal›p
gün ›fl›¤›na ç›kamam›fllard›r.”
O gün bahçe, bitkiler ve böceklerle ilgili epeyce konufltuk.
Benim için dopdolu yaflanm›fl bir gün oldu. Güzçi¤demi
aram›zda bir s›r olarak kald›, yine zakkumlar›n dallar› aras›nda
gizlice varl›¤›n› sürdürecekti. Özellikle büyük halam›n görmesi,
güzçi¤deminin sonu olurdu.
Büyük halam iki hafta gelmedi bize. Annemle babam
art›k gidip gönlünü alal›m, diye konufluyorlard› kendi
aralar›nda. Bu konuflmalar›n yafland›¤› s›rada halam›n
komflusu u¤rad› bize. Büyük halam çok hastaym›fl ama
bize darg›n oldu¤u için haber yollam›yormufl. Komflusu
anlat›yordu:
49
“Gitseniz iyi olacak. Ben sabah akflam u¤ruyorum,
durumunda hiçbir iyileflme yok, atefli de var. Çorba yapt›m,
nane limon kaynatt›m ama fayda etmedi. Üstelik can› çok
s›kk›n. Kimsem kalmad›, komflular›n eline bakar oldum, deyip
a¤l›yordu.”
Hemen haz›rland›k, ben kofla kofla gidip küçük halama
da haber verdim. O da gelince hep birlikte büyük halam›n
evine do¤ru yola ç›kt›k.
Kasabadaki birçok ev gibi onun evinin önünde de bir bahçe
vard›. Her çiçe¤e bir kusur buldu¤u için onun bahçesinde
hemen hemen hiç çiçek olmazd›. Zaman zaman rüzgâr›n getirdi¤i
birkaç tohum yeflerip çiçeklenmeye çal›flsa da halam onu fark
edince hemen söküp yola atard›. Üç tane meyve a¤ac› vard›
bahçesinde. Elma, erik ve dut a¤ac›... Onlar›n yeflilli¤i d›fl›nda
baflkaca bir yeflillik göremezdik.
Bahçeden geçip evin kap›s›n› çald›k. ‹çeriden halam›n
yorgun sesi geldi.
“Kap› aç›k...”
‹çeri girdik, sedir dedi¤imiz bir çeflit kanepede uzanm›fl
yat›yordu. Bizi görünce bafl›n› duvar taraf›na çevirdi.
“Abla nas›ls›n?” diyerek elini tuttu babam. Sonra ateflini
anlamak için elini aln›na götürdü. Biz de sedirin çevresine
s›raland›k.
Halam a¤lamaya benzer bir s›z›ldamayla konuflmaya
bafllad›.
“Yeni yeni akl›n›za geldim de¤il mi? Ne vefas›zm›fls›n›z!
‹nsan bir düflünür, benim bir ablam vard›, ne oldu, gelip
gitmiyor, der.
Annem de söze kar›flt›.
“Neyse abla, flimdi buraday›z ya, üzme art›k kendini. Bak
ateflin de var, üzülürsen daha da yükselir.”
Halam epeyce sitem ettikten sonra hastal›¤›n› anlatmaya
bafllad›. Kasabadaki sa¤l›k oca¤›na gitmifl. Doktor romatizma
teflhisi koymufl. Hemen iyileflecek türden bir tedavi de¤ilmifl,
uzun sürecek bir tedavi gerektiriyormufl.
Halam hastal›¤›n› anlat›rken bize haber getiren halam›n
komflusu da geldi eve. Halam›n ayakucuna oturdu. Bir yandan
aya¤›n› ovuyor, bir yandan anlat›yordu.
“Komflum sana iyi bir haberim var. Bugün fiifac› Ayfle
Kad›n’a u¤rad›m. Bilirsin, bilgili kad›nd›r; onun atalar› da flifal›
otlardan ilaçlar yaparlarm›fl. Romatizma a¤r›lar› için en iyisi
çi¤demdir, dedi. Ama elinde bir çi¤dem kalmad›¤› için sana
ilaç yap›p yollayamad›. Art›k birçok otu bulam›yormufl. Da¤lara
gitmek gerek, diyor; art›k çok yaflland›¤› için kendisi gidip
toplayam›yormufl.”
Halam›n komflusu anlat›rken biz küçük halamla bak›flt›k.
Göz k›rpt› bana. Herhâlde flöyle demek istiyordu:
50
“Gördün mü bak ‘itbo¤an’ diyerek söküp söküp att›¤›
çiçe¤e muhtaç oldu.”
Büyük halam çaresiz gözlerle dinliyordu komflusunu.
Küçük halam, art›k bahçedeki çi¤demden söz etmenin
zaman›d›r diyerek konuflmaya bafllad›.
“Kimsenin da¤a ç›kmas›na gerek yok. A¤abeyimin
bahçesindeki zakkumun alt›nda tam yedi kök çi¤dem var,
hem de tam flifal›k güzçi¤demi. Söküp atmas›n diye
ablamdan gizli ekmifltim onlar›. ‹yi ki ekmiflim de¤il mi
abla?”
Büyük halam art›k hiçbir fleye karfl› ç›kam›yordu. Bafl›n›
sallay›p onaylad›.
“Madem böyle flifal›ym›fl, benim bahçeme de birkaç
çi¤dem so¤an› dikiverin bari.”
Halam›n komflusu:
“Yar›n sabah Ayfle Kad›n’a gidip sorun, kaç çi¤dem
gerekiyorsa neresini kullanacaksa ona göre sökersiniz.
Bana s›k› s›k› tembihledi, sak›n kendi bafl›n›za ilaç yapmaya
kalk›flmay›n, zehirlenirsiniz dedi. Ölçüsünü, eczac› torunuyla
birlikte kendisi ayarlayacakm›fl.”
O günden sonra büyük halam fiifac› Ayfle Kad›n’la s›k s›k
görüfltü. Her görüflmeden sonra halam›n bahçesinin yeflilli¤i
ço¤ald›. Kasabadaki avc›lara, çobanlara s›k s›k tembihliyor,
da¤lardan çi¤dem so¤anlar› getirtiyor, onlar› bahçesine kendi
elleriyle dikiyordu. Renk renk hatmiler, menekfleler, papatyalar,
gelincikler bahçeyi iyice güzellefltirmiflti. Ayfle Kad›n’›n flifal› bir
yan› yok dedi¤i horozibi¤i çiçekleri bile art›k vard› bahçesinde.
Bahçe güzellifltikçe halam›n romatizma a¤r›lar›
azal›yordu. Ya gerçekten bu bitkiler iyilefltiriyordu onu ya
da bahçeyle u¤raflmak a¤r›lar›n› unutmas›na neden
oluyordu. Hangisi ifle yar›yordu bilmiyorum ama ö¤rendi¤im
bir fley vard›. Küçük halam›n dedi¤i gibi hayata kat›lan her
canl› dünya için bizler için önemli ve bir biçimde yararl›
varl›klard›.
Miyase SERTBARUT
51
Afi‹NASIZ
Bize mekânlar› da, flehirleri de sevdiren,
oran›n insanlar›na duydu¤umuz ba¤l›l›kt›r.
Sevdi¤imiz insanlar çekilip gitsin yaflad›¤›m›z
yerlerden, yabanc› bir gezgin gibi kal›veririz
ortal›kta. Bin yerinden ba¤l› bulundu¤umuz
sokaklar, semtler ve flehir, merhaba demez olur
yüzümüze.
Do¤rusu bu ya, bugünün flehirlileri, soka¤a
ç›kt›¤›nda selam verip ayaküstü e¤leflecek, hâl
hat›r sorup yârenlik edecek aflinalar bulmakta
pek flansl› de¤ildir. Hep göçebe ve hep bir flehrin
yabanc›s› olarak yaflamak, ne aflinalar ne de
kal›c› dostlar kazand›r›r onlara. fiehirlilerin ço¤u,
birer mutsuz yabanc›d›r.
52
Ne zamand›r, bir kasaba yaflam›n› özlüyorum biliyor musunuz?
Herkesin birbirini tan›d›¤›; sokaklar›nda, çarfl›lar›nda yürürken
ad›m bafl› selamlafl›lan, her dükkân›n önünde durulup laflanan;
yürüyüfllerin; al›flverifllerin kofluflturmayla de¤il, asude ve hakiki
bir zevkle yap›ld›¤› küçük flehir ve kasaba yaflam›na hayranl›¤›m
ve özlemim her gün biraz daha art›yor.
Ayn› flehri, ayn› semti, soka¤› ve hatta ayn› apartman›
paylaflt›¤›n›z insanlarla büsbütün “ba¤lant›s›z” yaflamak, adamak›ll›
yoruyor insan›. Bir sokak boyunca kimseye selam vermeden
yürüdü¤ünüzü fark ediyor ve ürperiyorsunuz. Bakkalla, manavla,
kasapla, k›rtasiyeciyle bütün iliflkiniz, “Hay›rl› ifller.” ve “‹yi günler.”
den öteye gitmiyor. Ne korkunç! Bu iyi niyet sözleriniz bile ço¤u
zaman karfl›l›ks›z kal›yor. Ald›¤›n›z ekme¤in, sütün, elman›n,
domatesin, gazetenin hat›r› kadar olsun bir muhabbet kurulmuyor
aran›zda. ‹liflkiniz, yaln›zca paran›n el de¤ifltirmesiyle s›n›rl› kal›yor.
Sokakta biri selam verip hâlinizi hat›r›n›z› sorsun istiyorsunuz.
Biriyle flakalaflmak, birinin kap›s›n›n önünde çömelmek, birisiyle
hayat› paylaflmak... Olmuyor bütün bunlar. Yaln›zl›¤›n›zla bafl
bafla geçiyorsunuz sokaklar›; o kiflisel cennetinize, eve at›yorsunuz
kendinizi. Orada, uzak ve meçhul bir adada yaflar gibi kendi
maceran›z› yafl›yorsunuz.
53
Muzaffer Tayyip Uslu’nun dizeleri tam da
içimin türküsünü söylüyor. Ne zaman okudum bu
fliiri, bilmiyorum. Fakat haf›zam›n kuytusunda
tazecik duruyor:
“Ben seviyorum insanlar›
Bana benziyor birisi
Saatlerce
Kim bilir kime benzetmifl beni
Ve akflam karanl›¤›nda
Dönerken evime
U¤urlar olsun diyor bir ses
Eyvallah diyorum hemflerim.”
Küçük bir flehir, bir kasaba özlemi git gide
büyüyor içimde. Oralarda insanlar›n, sokakta
dertleflerek -bu “dertleflmek” kelimesine
bay›l›yorum- içlerini dökerek daha mutlu
yaflad›klar›na inan›yorum. Aflinalar›n, dertleri yar›
yar›ya unutturdu¤una inan›yorum. Konuflan ve
dertleflen insan, sokaklar boyu yaln›zl›¤›n›
sürükleyen insandan daha huzurlu olmal›d›r. Orada,
sokaktan gelen sesler de, gürültüler de yabanc›
de¤ildir insana. Onlar da yumuflar ve sevdirir
kendini ve yaflama sevincinin bir parças› olur ne
varsa.
54
Edip Cansever’in fliiri, aflinalar içinde yaflayan bir
“adam”› anlat›yor olmal›d›r:
“Adam yaflama sevinci içinde
Masaya anahtarlar›n› koydu
Bak›r kâseye çicekleri koydu
Sütünü yumurtas›n› koydu
Pencereden gelen ›fl›¤› koydu
Bisiklet sesini, ç›kr›k sesini
Ekme¤in havan›n yumuflakl›¤›n› koydu.”
Bahar geldi ya, insan›n her zaman, her yerde, herkesle
konuflup yârenlik edesi geliyor. Sevincini de, üzüntüsünü
de, memleketin gidiflat›n› da konuflmak, paylaflmak istiyor
biriyle. Hele sokakta, dükkânda, çarfl› ortas›nda... Sokaktaki
adamla, ayaküstü giriflilen sohbetlerin tad›na doyum
olmuyor.
Hey de hey! Onlar asude zamanlard› ki çokça muhabbet
vard›...
Ali ÇOLAK
55
5. TEMA
B‹L‹M VE TEKNOLOJ‹
Bas›ndan Teknoloji Haberleri
Anadolu’nun Baht› Aç›k Kara Treni
Bilgisayar Yaln›zl›¤›
56
57
BASINDAN TEKNOLOJ‹ HABERLER‹
Bafl›bofl hayvanlar vücutlar›na yerlefltirilecek çiple takip edilecek
Büyük flehirlerin bafll›ca sorunlar›ndan olan bafl›bofl kedi ve köpekler,
vücutlar›na yerlefltirilecek çip yard›m›yla ‹nternet ortam›ndan takip edilecek.
Konuyla ilgili olarak bir proje haz›rlayan Ankara Büyükflehir Belediyesi,
bafl›bofl hayvanlardan sonra, evlerdeki hayvanlar›n da ayn› projeye dâhil
edilmesini hedefliyor. Uluslararas› bir barkod sistemi olma özelli¤ini de
tafl›yacak olan yöntem sayesinde, hayvanlar›n kimlik bilgilerine rahatl›kla
ulafl›labilecek.
Hayvanlardan insana geçen 250 civar›nda hastal›¤›n bulunmas› insan
yarar› için hayvan sa¤l›¤›n›n ne kadar önemli oldu¤unu ortaya koyuyor.
Her gün parklarda, bahçelerde bafl›bofl gezen hayvanlardan bu ortamlara
b›rak›lan at›klardan insanlara, özellikle de çocuklara bulaflmas› muhtemel
hastal›klar›n önüne geçilmesi yerel yönetimlerin önemli görevlerinden.
Yeni ç›kar›lan Büyükflehir Yasas› ile bu konuda a¤›rl›kl› yük büyükflehir
belediyelerine b›rak›lm›fl durumdad›r. Mücavir olan s›n›rlar› geniflletilmeden
önce baflkent sokaklar›nda 35 bin civar›nda oldu¤u tahmin edilen sahipsiz
hayvanlar› (kedi-köpek) kontrol alt›na almay› planlayan Büyükflehir
Belediyesi, sahipli hayvanlar› da ortak bir sistemde toplamaya haz›rlan›yor.
Bu sistem sayesinde yakalan›p k›s›rlaflt›r›lan ve varsa hastal›¤› tedavi
edildikten sonra (sald›rgan de¤ilse) yasa nedeniyle flehrin sokaklar›na geri
b›rak›lan hayvanlar›n deri alt›na bir çip yerlefltirilecek.
58
Bu çipe hayvan›n uluslararas› formda kimlik ve sa¤l›k bilgileri yüklenerek ‹nternet
ortam›ndan takip etme imkân› sa¤lanacak. Proje çal›flmas› ile ilgili bilgi veren Büyükflehir
Belediyesi Veteriner Müdürü, bu konuda karfl›lar›na ç›kacak en büyük sorunun maliyet
oldu¤unu söyledi. Hayvan sa¤l›¤›na önem vermenin hayvanseverlik olarak
de¤erlendirilmemesi gerekti¤ine iflaret eden veteriner müdür, hayvanlardan insanlara
250 civar›nda hastal›k bulaflt›¤›n›, bu yüzden insan sa¤l›¤› aç›s›ndan da düflünülerek
yat›r›mlar›n yap›lmas› gerekti¤ini bildirdi. Sahipsiz kedi ve köpeklerin park, bahçe
demeden dolaflt›¤›n› ve buralarda b›rakt›klar› at›klar›n insan sa¤l›¤›n› tehdit etti¤ini
aktaran veteriner müdür, hastal›k bulaflt›ktan sonra tedavisinin çok daha masrafl›
oldu¤unu belirtti. Avrupa Birli¤i’nde (AB) bu ifller için ayr›lm›fl fonlar bulundu¤unu
kaydeden veteriner müdür, bir proje haz›rlay›p hibe krediden yararlanma yoluna
gideceklerini vurgulad›. Bu çip sayesinde baflkentteki bütün hayvanlar› takip etme
imkân› bulabileceklerini dile getiren veteriner müdür, belediyeler, baz› bakanl›klar ve
gümrüklere kurulacak sistemle ‹nternet’ten hayvan›n numaras› girilerek her türlü bilgiye
ulafl›labilice¤ini söyledi. Veteriner müdür, bu sistemin, sahiplenilen hayvanlar›n soka¤a
terk edilmesinin de önüne geçece¤ini sözlerine ekledi.
Özcan YA⁄MUR
59
Nesli tükenen bal›klara çipli takip
‹stanbul Üniversitesi (‹Ü) Su Ürünleri Fakültesi ‹flsu Ürünleri Üretimi
Araflt›rma ve Uygulama Birimi taraf›ndan üretilen 100 mersinbal›¤›,
Sakarya Nehri a¤z›ndan Karadeniz’e b›rak›ld›.
Nesli tükenen bu bal›klar›n bilimsel takibinin yap›lmas› için
kuyruklar›nda bulunan süzgeçlere özel bir cihazla çip tak›ld›. 20. Kültür
Turizm ve F›nd›k Festivali kapsam›nda Sapanca ilçesinde üretilen
mersinbal›klar›n›n Karadeniz’e b›rak›lmas› için düzenlenen törende ‹Ü
Su Ürünleri Fakültesi Dekan› Prof. Dr. Bayram Öztürk, bal›kç›lar› bu
bal›klar› avlamamalar› konusunda uyararak vatandafllardan bal›klar›
avlayanlar› flikâyet etmelerini istedi. Daha sonra 100 civar›nda
mersinbal›¤› teknelerle Karadeniz’e b›rak›ld›. Karadeniz’de 2 milyon
y›ld›r yaflayan ve dünyada nesli tükenmekte oldu¤u için koruma alt›na
al›narak avlanmas› yasaklanan mersinbal›klar›n›n Türkiye’de neslinin
tükendi¤ini söyleyen Öztürk, 2001’de Rusya’dan döllenmifl yumurta
getirdiklerini anlatt›. Öztürk, “Havuzlar›m›zda yetifltirdi¤imiz
mersinbal›klar›n›n üzerine takt›¤›m›z çiplerde üniversitemizin telefon
numaras› var. Bal›kç›lar bu numaradan bize ulaflabilecek. Çipler
sayesinde bu bal›klar›n göç, büyüme ve beslenme alanlar›n› takip
edece¤iz.” dedi.
Salih HAMURCU
60
Dünyada yayg›n
Yurtd›fl›nda pek çok evcil hayvanlar için flart koflulan
mikroçip uygulamas›, minik bir çip yard›m› ile kal›c› bir kimlik
sa¤lamay› ve hayvana ait bilgileri ortak bir veri taban›nda
toplamay› hedefliyor. Kedi ve köpeklere tak›lan bu minik çipler,
sadece o hayvana özel bir numara bar›nd›r›yor ve mikroçip
ortak veri taban›na kay›t edilen kedi ya da köpe¤in her yerde
tan›nmas›n› sa¤l›yor. K›sacas› bu mikroçip dostunuzun size
ait oldu¤unu dünyan›n her yerinde kan›tlayabilen bir elektronik
nüfus cüzdan› olarak çal›fl›yor. Hayvanla ilgili her türlü bilgiye
bu numarayla ulaflmak mümkün. Ülkemizde mikroçip hizmetini
bir firma veriyor. Firma yetkilisi bu yöntemin dünyadaki pek
çok ülkede yayg›n olarak uyguland›¤›n› ve Avrupa Birli¤i’nde
hayvanlar›n›n ülkeler aras›nda seyahat edebilmesi için mikroçip
tak›lmas›n›n zorunlu tutuldu¤unu söylüyor: “Türkiye’de yap›lan
bu uygulama yurtd›fl›nda da geçerli oluyor. Ayr›ca farkl› ülkelerin
kendi içlerinde kurduklar› veri tabanlar›n›n bir araya getirilmesi
amaçl› bir proje bafllat›ld›. Biz de bu projenin içerisindeyiz.
Yak›nda bu veri tabanlar›n›n hepsi birleflecek ve dünyan›n
neresine giderse gitsin hayvan görüntülenebilecek.”
61
Carettalara uydudan çipli takip
Mu¤la’n›n Dalaman ilçesinde, Çevre ve Orman Bakanl›¤›n›n
deste¤iyle “Caretta Caretta”lar› koruma çal›flmalar›na baflkanl›k eden
Doç. Dr. Yakup Kaska, uydudan kaplumba¤a takibine bafllad›klar›n›
söyledi.
Pamukkale Üniversitesi Ö¤retim Üyesi Yakup Kaska, deneme
amaçl› olarak bir kaplumba¤aya çip takt›klar›n› ve baflar›l› olduklar›n›,
bu uygulamay› di¤er kaplumba¤alara yayacaklar›n› belirtti. ‹lk çip
geçti¤imiz nisan ay›nda akci¤er solumunu yapt›¤›ndan dolay› su
yüzeyine ç›kan bir carettaya tak›ld›. Kaplumba¤ada 3 ay tak›l› kalan
bu çiple kaplumba¤an›n nerelere gelip gitti¤i, ne kadar sürede nefes
al›p verdi¤i tespit edildi. Ayr›ca h›zl› yüzme, uyku, gezme ve nefes
alma s›kl›¤› araflt›r›ld›.
Uygulamadan olumlu sonuç alan Kaska ve ekibi, uydudan takip
sistemini kullanmaya devam edecek.
Mehmet YATKIN
62
ANADOLU’NUN BAHTI AÇIK KARA TREN‹
Cumhuriyet döneminde, demir yollar› Anadolu’ya damar gibi
Anadolu’ya yay›ld›kça Anadolu’nun yüzüne kan, yüre¤ine can
geliyordu. Kara tren, da¤lar›n alt›ndan girdi, bay›rlar›n üstünden
aflt›. Kufl uçmaz, kervan geçmez bölgelere kara tren ulaflt›.
Anadolu insan› Anadolu’yu tan›yordu kara trenle. Ayd›nlar
tan›yordu, yazarlar tan›yorlard› o güne dek gere¤ince bilinmeyen
Anadolu’yu. Sivas’›yla, Erzurum’uyla, Diyarbak›r’›, Malatya’s›yla
Anadolu sayfa sayfa aç›l›yor, kara trenin uzun bir yolculuktan
sonra oflaya puflaya girdi¤i her köfle bucak flenleniyordu. Kara
tren umut tafl›yor, mutluluk getiriyordu. Götürdü¤ü de oluyordu.
Sevenleri birbirinden ay›r›yor, gurbete götürüyordu. Asl›nda gurbet
her zaman vard› Anadolu için. Çile vard›, özlem vard›, dert hiç
bitmezdi. fiair Osman Atillâ içlenirde bu yüzden:
“Hep tren yollar›nda serpilirler:
Esmeri, kumral› ve sar›fl›n›,
Ö¤rendim yurdumun her kar›fl›n›,
Sayenizde bütün ey sevgililer...
Gülse Anadolu, âh Anadolu,
Gitmez bafl›m›zdan gurbetlik gitmez.
Uzundur, çok uzundur tren yolu,
Yol bitmez, özlem bitmez, dert bitmez.”
63
Bitti¤i de olurdu özlemlerin. Biter ki kara trene “hasret
kavuflturan” da derlerdi. Ay›ran ve kavuflturan. ‹nsano¤lunun al›n
çizgisinde yaflam›n›n öyküsü buydu. Anadolu insan›na yaflad›¤›n›
duyuruyordu; gözünü, gönlünü doyuruyordu kara tren. “Ver bir
bilet! Bindin mi kara trene solu¤u Tatvan’da al›rs›n, Van Gölü’nü
de geçersin ya da Kars’a, Edirne’ye, ‹zmir’e, Samsun’a gidersin.
Yak›n uzak neyime, kara tren sa¤ olsun!” der Anadolu insan›...
Cumhuriyet’in ilan›ndan bir y›l sonras›yd›, “Ulaflamad›¤›n yer
senin de¤ildir.” sözündeki gerçe¤i bilen Atatürk, Anadolu’yu a¤
gibi örecek bir demir yolu politikas› izlemektedir. O günlerin
birinde, 12 Ekim 1924 günü Sivas’tad›r ve Sivas’a demir yolu
döflenmektedir. Atatürk, demir yolunda çal›flan yafll› bir köylüye
sorar:
– Ne yap›yorsun baba?
– Demir döflüyorum Pafla’m. Tren gelecek...
– Sen hiç tren gördün mü?
– Görmedim, görenlerden duydum Pafla’m. S›rt›nda demirden
k›rk heybesiyle ekmek tafl›rm›fl, su tafl›rm›fl. Yaz k›fl demeden of
diye gelirmifl, puf diye gidermifl.
Atatürk gülmüfl. Çevresindekilere:
– Demir yollar› bu memlekete yaln›z vatandafl›n arzulad›¤›
ekme¤i de¤il, medeniyeti de getirecek, dermifl.
Ve Cumhuriyet’in onuncu y›l dönümünde tüm memleketten
kükrek bir ses yükseliyordu:
64
“Baflta bütün dünyan›n sayd›¤› Baflkumandan
Demir a¤larla ördük Anayurdu dört bafltan”
Atatürk’ün yurt içi gezilerinde kara tren, “beyaz tren” oluyor,
beyaz tren u¤rad›¤› her kasabaya, her flehre mutluluk getiriyordu.
Atatürk’ü görmek, Atatürk’le olmak mutlulu¤u. 13 fiubat 1931
günü beyaz treni ile yeni aç›lm›fl demir yolunda, Mersin’den Malatya’ya gelen Atatürk, Malatya’da flöyle sesleniyordu: “Demir yollar›,
Türk milletinin refah ve medeniyet yollar›d›r.”
Bugün Anadolu’muzda, demir yollar›n›n ulaflamad›¤› yerlere
kara yollar› ulafl›yor. Köyleriyle, kasabas›yla, kentiyle, Anadolu
örümcek a¤› gibi bir yol flebekesiyle örüldükçe insanlar›n yüzü
gülüyor, Anadolu Anadolu’yu keflfediyor, Anadolu’yu tan›yor.
“Bindin mi kara trene gidersin istedi¤in yere, o da olmad› m›,
otobüs var, minibüs var gece gündüz yol alan. Daha olmazsa
atla uça¤a göz aç›p kapay›ncaya kadar ya Do¤u’das›n ya Bat›’da.”
diyor Anadolu insan›.
Gurbet de, özlem de etkisini yitiriyor ça¤›m›zda. Gurbet flimdi
Anadolu’dan ç›kt› da yurt d›fl›na göçtü diyorlar. Almanya’da çal›flan
iflçilerimizin omuzlar›nda. fiimdi onlar gurbet türküleriyle gurbeti
yudumlarken bir bak›yorsunuz, onlar da yollar› k›salt›vermifl,
gurbeti bir yana atm›fl, s›k s›k özlemini çektikleriyle yak›n oluveriyor,
65
tüm ayr›l›k gün olup bitiveriyor.
Kara tren üstüne bir sohbet kural›m dedik, söz nereye
vard›? Biz yine Osman Atillâ’dan dinleyelim:
“Tren sesidir uzaklardan gelen
Sivas’tan geliyor besbelli uzun.
Gözümü yaflartan zihnimi çelen,
Ürpermesi gecede ruhumuzun.
Kesik kesik, ac› ac› geceyle,
Kayarak bize do¤ru homurtulu.
Yüklü umutlarla bin bilmeceyle,
Geçip tünelleri, bularak yolu.
Erzincan, Kayseri, ille Ankara!
Haydarpafla, deniz sonra Sirkeci.
Her biri ayr› dert, bir ayr› yara,
Uyumazlar makinistle ateflçi.
Böylece, upuzun Ankara-Afyon,
Kütahya’n›n çinisinde içimiz.
Uflak sekisinden ‹zmir’e en son,
Basmahane’de “dur” der masmavi deniz.”
Mehmet ÖNDER
66
B‹LG‹SAYAR YALNIZLI⁄I
Bilgisayar merakl›lar›n›n konuflmalar›na hiç tan›k oldunuz
mu bilmem. Programlardan, oynad›klar› oyunlardan, bilgisayar
dünyas›ndaki yeni geliflmelerden öyle heyecanla söz ederler;
bunlar› öyle balland›ra balland›ra anlat›rlar ki siz, bilgisayar
denen nesnenin harikulade, efsanevi bir yarat›k oldu¤una
inanmaya bafllars›n›z. Çok geçmeden, karfl›n›zdaki adam›n,
elindeki makinenin âfl›¤›, mahkûmu ve mecburu oldu¤unu
anlars›n›z. Övgüleri ve tasvirlerinin parlakl›¤›, sevgilisinin
meziyetlerini nazmeden divan flairinin marifetlerinden pek afla¤›
kalas› de¤ildir. Anlayaca¤›n›z, bilgisayar onlar için ma¤rur bir
sevgilidir.
Merakl›lar›n›n meftunu olduklar› bu “medeniyet harikas›”n›
hafife ald›¤›m›z san›lmas›n. O, insano¤lunun iflini kolaylaflt›ran,
zaman›n› bereketlendiren ve haf›zas›n›n yükünü hafifleten hat›r›
say›l›r bir “yard›mc›”d›r. Art›k “modern” insan›n ikinci eli, gözü,
kula¤› olmufltur bilgisayar. Ama bütün marifetlerine ra¤men bir
makinedir o. Makine ise olsa olsa kölesi olur insan›n. Ahmet
Haflim, bir yaz›s›nda “Zaman›m›z›n kölesi makinedir.” der. “‹nsan,
daha az çal›flmak, daha az yorulmak ve manevi zevklere de
hasretmek üzere daha çok bofl zaman kazanmak için makineyi
icat etmifltir.”
67
Bilgisayar âfl›klar›, ellerinin alt›ndaki aleti, ifllerini
kolaylaflt›ran bir “köle” olarak görmüyor gibi geliyor bana.
Marifetlerinin çoklu¤u, bu “alet”i bir teknoloji ürünü olmaktan
ç›kar›p merakl›lar›n›n gözünde “ola¤anüstü güçlerle donanm›fl
harikulade yarat›k” mevkiine yükseltmifl âdeta. Denilebilir ki
makine “efsanevi”lefltikten sonra insan, yavafl yavafl onun
kölesi olmaya durur. Hayranl›k bir çeflit “kutsama”ya dönüflür.
“Manevi zevklere hasretmek için bofl zaman kazand›racak
olan araç”, zaman› bütün bütün tüketen bir canavar olur.
Gönlünü, hayallerini ve zaman›n› makinesine hasreden bilgisayar
meftunu, s›n›rs›z ifllem kabiliyetleri karfl›s›nda flaflk›na döner.
Bu flaflk›nl›k ona, “bütün ifllerini tufllara dokunarak hâlledebilme”
gücüne sahip oldu¤u havas›n› verir, iflte buras›, onun insanlar
aras›ndan el ayak çekip kendi dünyas›n›n duvarlar› aras›nda
kapand›¤› yerdir. Bilgisayar› ve o... Haflim’in “O Belde” fliirindeki
meflhur dize de ne güzel gider buraya: “Bir sen, bir ben, bir
de o mai deniz...”
Teknolojinin ürünü olan araçlar, insan› insandan uzaklaflt›rmaya bafllad›¤› anda efendili¤ini ilan etmifl olur. Ne yaz›k ki
onlar›n insana dokunan elleri, gülümseyen yüzleri ve s›cak
kalp at›fllar› yoktur.
68
Akl› bafl›nda bilgisayar kullan›c›lar›na hatta bu makineye
“ölçülü” bir aflkla ba¤l› olanlara sözümüz olamaz. Fakat bilgisayar›
“insanüstü” bir nesne konumuna ç›kar›p bütün zaman›n› onun
bafl›nda geçirenlerin, eflyan›n so¤uk ve derin yaln›zl›¤›na
düfltüklerini; hayallerini iflletmek yerine, ça¤dafl bir köleli¤i
benimsediklerini söyleyebiliriz.
Hele çocuklar! Bir yafla kadar çocuklar bilgisayardan uzak
tutulmal›d›r kanaatimce... Daha sokak oyunlar›n›n o bafltan ç›kar›c›
zevkini tatmadan, tabiat›n harikulade dilini çözüp kufllar›n, bal›klar›n
ve çiçeklerin ad›n› bile bellemeden; arkadafl edinmeyi, sevmeyi,
paylaflmay›, flark› söylemeyi ö¤renmeden günlerini lofl odalarda,
sözde zekâ gelifltirici bilgisayar oyunlar›yla geçirmemeli çocuklar.
Hayalleri geliflmeli önce, tabiat› ve insan› tan›mal›d›r. Koflup
oynamay›, ac› çekmeyi, mutlu olmay› ö¤renmeli; s›n›rs›z gökyüzü
mavisini görmeli, çiçeklerin kokular›n›, suyun ve rüzgâr›n sesini
hissetmeliler...
Çocuklar›na iyilik yapt›klar›n› sanarak dünyay› henüz tan›maya
bafllad›klar›nda, onlar› bilgisayar karfl›s›na oturtan anne babalar
ne büyük bir günah ifllemifl olurlar! fiüphe yok ki bir zaman sonra
sevgisiz, geçimsiz; paylaflmay›, affetmeyi, gülüp mutlu olmay›
bilmeyen çocuklar bulurlar evlerinde. Yaln›z, yapayaln›z çocuklar...
Jean J. Rousseau (Jan J. Russo) ne güzel söyler: “Sal›verin
çocu¤u tabiata!” Bilgisayarlar›n örtüsünü örtün siz de. Sal›verin
çocuklar› gün ›fl›klar›na, sal›verin oyunlara, flark›lara ve kalabal›klara.
Bilgisayar? Tanr›laflt›rmay›n onu, zaman› gelince bir “köle” olarak
kullans›n çocuklar. fiimdilik tabiatla, kitaplarla, insanlarla
doldursunlar dünyalar›n›...
Ali ÇOLAK
69
6. TEMA
K‹fi‹SEL GEL‹fi‹M
Hayatta Baflar›n›n Yollar›
‹ki ‹yi ‹nsan
Mart›
70
71
HAYATTA BAfiARININ YOLLARI
Say›n Dinleyicilerim,
Hayatta yaln›z kendi çal›flmas›, kendi ehliyeti, kendi bilgisi ile
al›nteri dökerek kazan›lan ve baflkas›n› zarara sokmayan baflar›
meflrudur. Para çalmak, hile yapmak, adam doland›rmak, birinin
aya¤›n› kayd›r›p yerini kapmaktan, kundura boyac›l›¤› yaparak
namusu ile hayat›n› kazanmak daha iyidir. Hayatta baflar›l› olmak
için himayenin, paran›n ve flans›n yard›m›n› gerekli sayanlar vard›r.
Hatta, sadece flans olduktan sonra hepsi olur diyenler vard›r.
‹nsanlar›, bir k›sm› gayet çal›flkan, bir k›sm› da son derece
tembel olmak üzere iki zümreye ay›rsak flans›n, çal›flkanlar
taraf›ndan olaca¤›na flüphe etmemek laz›md›r. Birkaç tembelin
tesadüfün yard›m› ile hayatta genel olarak baflar›l› olanlar, para
de¤il, azim ve çaba sahibi olanlard›r.
Bundan on sene evvel okudu¤um, Amerika'da geçen bir olay
beni çok düflündürmüfltü. Size de anlatay›m:
72
Kolombiya Üniversitesinin Makine Mühendisi flubesini henüz
bitirmifl dört arkadafl, y›kanmak üzere flehrin hamamlar›ndan
birine giderler. Hamam›n havuzunda yüzüp flakalafl›rken içlerinden biri:
– Benim akl›ma bir fley geldi. Çok orijinal bir fikir, bak›n›z
söyleyeyim. ‹çimizden biri, kim kendine güvenirse burada ç›r›lç›plak kals›n ve hayat mücadelesine öyle bafllas›n. E¤er bundan
bir sene sonra hayat›n› kazanmaya ve üç yüz dolar da ekonomi
yapmaya muvaffak olursa di¤er üç arkadafl ona bin dolar versin!
Bu teklif karfl›s›nda ötekiler biraz düflündüler, sonra içlerinden
en genç olan› hayk›rd›:
– Ben bu teklifi kabul ediyorum, hemen mukaveleyi yap›n›z!
Notere tasdik ettirin, bana da getirin, imza atay›m, der.
Üç arkadafl biçarenin elbisesini bir paket yaparak onu orada Hazreti Âdem k›yafetinde b›rak›p giderler.
Genç, bir müddet düflünür. Bu k›yafetle soka¤a ç›ksa
polis tutuklar. Ne yaps›n? Hamam sahibine ifli anlat›r. Böyle
iddiaya giriflti¤ini söyler ve kendisine bir ay zarf›nda paras›
ödenmek üzere bir mayo, bir kutu boya, iki f›rça tedarik etmesini
rica eder ve hemen o gün hamama girip ç›kanlar›n kunduralar›n›
boyamaya bafllar. O kadar güzel, o kadar mahirane boyar ki
yaln›z müflteriler de¤il, bütün hamamda çal›flanlar, fotinlerini,
iskarpinlerini ona boyat›rlar.
73
Bir ay zarf›nda hem borcunu öder hem s›rt›na bir gömlek,
aya¤›na bir pantolon ve bir çift iskarpin almaya muvaffak olur.
Oradan transatlantik kumpanyas›na koflar.
Kolombiya Üniversitesinin Makine Mühendisi fiubesinden
mezun oldu¤unu ve ‹ngiltere'ye iflleyen vapurlarda bir makinistlik
istedi¤ini, yoksa üçüncü s›n›f ateflçili¤e bile raz› oldu¤unu
söyler. Sa¤lam vücutlu, iri yap›l› gencin sözleri direktörü
müteessir ederse de ateflçilikten baflka yer olmad›¤›n›, o iflin
de çok zor oldu¤unu, her seferde büyük kazanlar›n karfl›s›nda
en az on kilo zay›flayaca¤›n› öncesinden haber verir. Genç raz›
olur. New-York'tan büyük vapura kendini atar. Üç dört gün
içinde kömürü maharetle oca¤a atmas› sayesinde ateflin gayet
iyi tavlanmas› bafl ateflçinin dikkatini çeker. Bir dakika bofl
durmayan genç vakit buldukça makine dairesine gider,
ya¤lanmas›, temizlenmesi gereken borular›, vidalar›, elden
geçirir. Londra'dan dönüflte baflmakinist bu çal›flkan genci
yan›na al›r ve dördüncü sefere ikinci makinist olarak bir tüccar
postas›na yerlefltirir.
Böylece kendisini en iyi flekilde gösterebilece¤i ifle kavuflan
genç, tam bir y›l sonunda tam befl yüz dolar biriktirmeyi baflar›r.
Arkadafllar›n› bulur, hayat›n› anlat›r ve onlardan üç yüz dolar
al›rken “Keflke sizlerle befl yüz dolar›na bahse girseydim!” der.
‹flte bir irade kudreti ki flans› kendisine ba¤l› k›l›yor, kundura
boyamay› onuruna dokunan bir ifl saym›yor. ‹flte kendine
güvenen bir insan ki kimseye yüz suyu dökmeden hayata ç›rç›plak at›l›yor, para kazan›yor ve biriktiriyor.
‹nsan hayatta yaln›z kendisine güvenmelidir. Baflkas›ndan
yard›m bekleyenler zaferden ümidi kesmelidirler.
Selim S›rr› TARCAN
74
‹K‹ ‹Y‹ ‹NSAN
Ev sahibiyle aralar›na anlaflmazl›k girince alt katta
oturan kirac›ya evden ç›kmak düfltü. Ev sahibi kad›n›n
maksad› kiray› artt›rmakt›. Çeflitli bahanelerle akla gelmedik
rahats›zl›k yarat›yordu. Kirac›, hâlden anlar, söz dinler
soyundan “efendi” bir adamd›; kiray› belki bir miktar
art›rabilirdi. Gelgelelim kad›n›n böylesine olumsuz tutumu,
barda¤› tafl›rm›flt›, art›k burada oturamazd›.
K›flla bahar›n birleflti¤i günlerdeydi. Takvim bahar
günlerini müjdeliyorsa da paltolar henüz ç›kar›lmam›fl,
sobalar henüz kald›r›lmam›flt›. Bir yandan tomurcuklanan
a¤açlar gözü gönlü oyalarken öte yandan sinsi so¤uklar,
deliflmen rüzgârlar, s›rnafl›k ya¤murlar bir türlü dinmek
bilmiyordu. K›sacas› k›fl sürüp gidiyordu.
Gidiyordu ama bizim kirac› da daire dönüfllerinde ev
aramaktan vazgeçmiyordu. Yetiflkin k›z›yla kar›s›, her akflam
onun yolunu dört gözle bekliyorlard›. Nas›l beklemesinlerdi
ki yukar› kattan tepelerine y›k›lan gürültü, art›k çekilmez
olmufltu.
Atalar›m›z: “Tanr› insan› dünyada mekâns›z, âhirette
imans›z b›rakmas›n.” demifllerdi. Kirac› bu sözün taflad›¤›
gerçek anlam› hiçbir zaman flu andaki kadar yaflayarak
duymam›flt›. “Ev sahibinin bir evi, kirac›n›n bin evi var.”
sözü, evsizlerin uydurdu¤u kuru bir avunma idi. Gerçekten
insan›n, bafl›n› rahatça sokabilece¤i, “benim” diyebilece¤i
bir yuvas› olmal›yd›. Sanki aya¤› yere basm›yor, kendini
bofllukta yürüyor san›yordu. Oysa insan›n korkmadan
basabilece¤i bir taban›, bafl›n› örten bir tavan› olmas›, az
mutluluk de¤ildi. Bu düflünce ile evlerini s›rtlar›nda tafl›yan
kaplumba¤alarla salyangozlara imrendi¤i oluyordu.
75
Gönlüne göre bir fley bulamadan eve döndü¤ü
akflamlar, bütün ailenin sevinci balon gibi sönüyordu.
Ertesi güne ba¤l› ufak bir umutla dönünce de basbaya¤›
iyimserlefliyordu.
Bir yandan kendisinin, öte yandan kar›s› ile k›z›n›n
durmadan aray›p sormalar›yla bir ev bulabildiler; hem
peflini yoktu hem de kendi bafl›na bir evdi. Haftalardan
beri zavall› ailenin dizlerine inen karasular, ter damlalar›
gibi dökülüp gitmiflti. Çok sevinçliydiler. Fakat bu sefer
de yeni bir aksilik yakalar›na yap›flm›flt›: Yeni ev sahibi
olan adamla fiyatta bir türlü uzlaflam›yorlard›. Bütün
anlaflmazl›k on liraya dayan›yordu.
Kazanc› yerinde olsa on liradan kaçar m›yd›? Bununla
birlikte bu evi kaç›rmak niyetinde de¤ildi. Boflaltaca¤› evde
çektiklerini, sokak sokak dolafl›rken beyninin ve ayaklar›n›n
geçirdi¤i buhranlar› bu çat› alt›nda bir iki günde
unutuverece¤ine emindi. Bütün evin yükünü tek bafl›na
s›rt›nda tafl›yacak kadar hafif hissediyordu kendini.
Yeni ev sahibinin de gözü onu tutmufltu. Belki bir iki
gün nazland›ktan sonra “Peki”, deyiverecekti. Çünkü
adamca¤›z yeni kirac›s› hakk›nda enine boyuna bir
soruflturma yapm›flt›.
Bu evi buldu¤u günden beri kirac›n›n uykusu kaçt›.
Adam, evi kendisine vermekten vazgeçebilir, baflka bir
aç›kgöz kendisinden önce davranabilirdi. Her sabah ifline
giderken evin önünden geçiyor, pencerelerine korku ile
bak›yor, perde görmeyince rahat bir nefes al›yor, seviniyor,
ümitleniyordu. On lira için direnen ev sahibine de için için
k›z›yor, kiraya verilecek ikinci bir eve sahip olan bu bahtl›
insan›n, bu derece eli s›k› oluflunu bir türlü anlam›yordu.
76
‹çindekilerin ç›kt›¤› fiyattan afla¤› veremezmifl. Bu ne korkunç
bencillik.
‹flte korktu¤u bafl›na gelmiflti. Hafta içinde evi gezenler
birdenbire ço¤ald›lar. Bereket versin hiçbiri kendisinin
verdi¤i fiyattan daha yukar› ç›km›yordu. Hatta daha az
verenler de oluyordu. Üstelik yeni isteklilerin hiçbiri ilki
kadar iyi görünmedi ev sahibine. Ev, uzun zaman onar›m
görmemifl; boyanmam›flt›. Tek bafl›na oluflu da evin de¤erini
pek art›rm›yordu.
Nihayet ev sahibi karar›n› verdi, bir akflam haber
vermeden bizim kirac›ya u¤ray›verdi, gözünü kapat›p evi
on lira eksi¤ine vermeye raz› oldu¤unu bildirdi. Bu müjde
karfl›s›nda kirac› sevincinden nerdeyse ev sahibinin boynuna
sar›lacak, ellerini öpecekti. Daha önce ev sahibi hakk›nda
yürüttü¤ü olumsuz yarg›lar› hat›rlay›p utand›. Yeni ev sahibi,
yeni kirac›s›na anahtar› teslim ederken:
– Ev sizindir, güle güle oturun, dedi.
Ev gerçekten kirac›n›nd›. Art›k alttakiler rahats›z olmas›n
diye korka korka, yavafl yavafl yürümüyor; alçak sesle m›r›l
m›r›l konuflmuyorlard›. Ayr›ca tepesinde çeflitli gürültüler
duymadan köfleci¤ine flöyle kuruluyor, gazetesini, kitab›n›
rahat rahat okuyabiliyordu. Evde hafif bir rutubet ve küf
kokusu duyuluyordu. Fakat bu onun keyfini kaç›rm›yor,
onu sanki çam kokulu bir yayla havas› imifl gibi ci¤erlerine
çekerek:
– Korkmay›n; diyordu, bu hava tertemizdir, bu, hürriyet
havas›d›r!
Gün geçtikçe kirac› ile ev sahibi aras›nda akrabal›ktan
ileri bir dostluk bafllad›. Bu sokulma ve kaynaflmadan sonra
kirac› ö¤renmiflti ki ev sahibi, sand›¤› gibi hâli vakti yerinde
bir adam da de¤ildir; efli ve küçük o¤lu ile dul k›z›n›n
yan›nda oturmaktad›r. Damad› ufak bir evden baflka bir
fley b›rakmadan ölüverince iki ocak birleflmifl, büyük evi
kiraya vermifllerdi.
77
Ald›klar› kira bedeline, kirac›n›n küçük emekli ayl›¤›n›
da ekleyip k›t kanaat geçiniyorlard›. Baflka bir gelirleri yoktu.
böyle nazik bir durumda oldu¤u hâlde, tek geçim kayna¤›
olan evini, benzerlerinden daha ucuza vermesi, ev sahibini
kirac› gözünde günden güne yüceltiyor, asillefltiriyordu. Bu
iyi ruhlu, tok gözlü adama on lira için nas›l dayatt›¤›n›
hat›rlad›kça kendini suçluyordu.
Üzüntüsü gitgide vicdan azab› hâlini almaya bafllad›.
Bu ifle bir çare bulmak gerekiyordu. Günah›n› ba¤›fllatmak
için evin ufat tefek onar›m›n› kesesinden yapt›rmay› uygun
buldu. Keser, testere elinden düflmedi¤i gibi, her ay da ufak
tefek noksanlar için de birkaç lira harc›yordu. Eski ahflap
evin s›k s›k bozulan musluklar›n›, elektrik dü¤melerini bafltan
afla¤› de¤ifltirdi. Boyatt›¤› sokak kap›s›, pencere pervazlar›,
parmakl›klar p›r›l p›r›l oldu. Dam› aktard›, sakat kiremitleri
yeniledi. Sözün k›sas› evi iki y›l içinde adam etti. Ev sahibi
bu de¤iflikli¤i, bu asil çabay› gördükçe kirac›s›na dualar
ediyor:
– ‹nflallah ev al›r da buradan öyle ç›kars›n›z, benim
evim u¤urludur, bütün kirac›lar›m ev al›p öyle ç›kt›lar, diyordu.
Kirac› bu temiz duygulara karfl› candan teflekkür ediyor,
tatl› bir rüyada gülümser gibi gülüyor:
– ‹nflallah, inflallah... diye karfl›l›k veriyordu.
Yersiz bir inat yüzünden iki y›ld›r adamca¤›za hayli
zarar› dokundu¤unu kabul eden kirac›, yirmi dördüncü kiray›
verirken ay sonuna kadar ç›kaca¤›n› haber verdi. Bu ani
karar neredeyse ev sahibinin yüre¤ine inecekti. Niçin
ç›k›yorlard›? Acaba kira a¤›r m› gelmiflti? Yoksa s›k s›k gelip
gitmesinden rahats›z m› olmufllard›?
78
Hay›r, bunlar›n hiçbiri evden ç›kmas›n›n sebebi de¤ildi.
Kirac› k›z›n› evlendiriyordu. Hiç kimsesi olmayan damat,
sahibi bulundu¤u evde birlikte oturmalar›n› istiyordu. Kirac›
seviniyordu, içinde tüy gibi bir hafiflik vard›; öyle ya ev
sahibine evinden daha fazla kira alabilmek için f›rsat
ç›km›flt›. Kendisi oturdu¤u müddetçe onu her ay on liral›k
r›zk›na mâni olmufltu ama evi de bir baflkas›na afla¤› yukar›
yirmi lira farkla kiralanabilecek bir hâle getirmiflti. Bu genifl
vadeli bir ödeflme olmufltu. Kirac› art›k müsterihti.
Ev sahibi ise arkadafltan, akrabadan daha yak›n bir
insan› yitirmifl gibi göz yafllar›n› tutam›yor:
– Ben demedim mi kardefl, benim evim u¤urludur.
Siz flimdi iki ev alm›fl say›l›rs›n›z. Her zaman evime beklerim,
diyordu.
Enver Naci GÖKfiEN
79
MARTI
(Mart› Jonathan(Can›t›n), durgun bir denizde ve üzerinde
güneflin alt›n gibi parlad›¤› bir k›y›da yaflar.
Mart› Jonathan ço¤u mart›n›n yapamad›¤› fleyleri
yapmaktad›r. Çok yükseklere uçmak ve ilginç hareketler
yapmak gibi... Jonathan'›n bu özellikleri onu di¤er mart›lardan
uzaklaflt›rmaktad›r.
Jonathan hedeflerini büyütüp yükseklere uçmaya
bafllad›¤›nda karfl›s›na iki tane mart› ç›kar. ‹ki mart› Jonathan'›
gökyüzünde bir yere götürür. Jonathan orada Chiang (Çiang)
ad›nda yafll› bir mart›yla tan›fl›r. Chiang, Jonathan'a uçma
ile ilgili bilgiler verir. Chiang yafll› oldu¤u için birkaç gün
sonra ölür. Mart›lar›n ölümleri çok ilginçtir, çünkü önce
fleffaflafl›r daha sonra ölürler. Jonathan, Chiang ölünce
kendi yurduna döner. Burada Jonathan, uçmay› bilen ama
daha fazlas›n› ö¤renmek isteyen bir mart›yla tan›fl›r. Bu
mart›n›n ad› Fletcher (Fileç›r)'d›r. Sürüden kovulan di¤er
mart›larla üç veya dört kiflilik grup kurarlar ve bu gruplar
Jonathan'›n ö¤rencileri olur.
Uçmak isteyen mart›lar Jonathan'›n yan›na gider ve
Jonathan'a uçmak istediklerini söylerler. Jonathan
fleffaflaflmadan önce Fletcher’e kendi görevini verir. Yani
Fletcher, Jonathan’›n ö¤rencilerine ders verecektir.)
80
Sabah›n ilk saatleriydi ve yeni do¤an günefl, durgun denizin küçücük
dalgalar› üzerinde, alt›n sar›s› ›fl›klar›yla par›ld›yordu.
K›y›dan bir mil aç›kta, sakin sulardaki, bir bal›kç› teknesinin görünümü,
mart› sürüsü için sanki bir “kahvalt›” ça¤r›s›yd› ve binlerce mart›, sürü
hâlinde, yiyecek k›r›nt›lar› için kurnazca kap›fl›p kavga etmeye geldi. Yo¤un
ve hareketli bir gün daha bafll›yordu.
Bütün bu olanlar›n ötesinde, bal›kç› teknesinin ve k›y›n›n çok uza¤›nda
Mart› Jonathan Livingston, tek bafl›na uçufl denemeleri yapmaktayd›.
Gökyüzünde, otuz metre yükseklikte, perdeli ayaklar›n› indiriyor, gagas›n›
kald›r›yor ve kanatlar›n›n ac› veren zor bükümlü e¤imini koruyabilmek için
geriliyor, kendini kas›yordu. Bu e¤im demekti ki eskisinden daha yavafl
uçabilecekti. Rüzgâr, yüzünde sanki bir f›s›lt› gibi kalana kadar, alt›ndaki
okyanus hareketsizleflene de¤in yavafll›yor, bütün dikkatini toplay›p
gözlerini k›s›yor, solu¤unu tutuyor, zorluyor... tek... bir... santim... daha...
e¤im... Ve sonra tüyleri birbirine kar›flm›fl bir hâlde, bocalay›p düflüyordu.
Bildi¤iniz gibi, mart›lar asla bocalamaz, asla sendelemezler. Havada
bocalamak onlar için bir utanç ve onursuzluktur. Ama utanmadan, o
titreyen zor e¤imle kanatlar›n› yeniden geren -yavafllayan, yavafllayan ve
bir daha bocalayan- Mart› Jonathan Livingston s›radan bir kufl de¤ildi.
81
Mart›lar›n ço¤u, uçuflun en basit gerçeklerinden daha fazlas›n›
ö¤renmeye ald›rmazlar. Uçuflun tek gerçe¤i ve anlam› vard›r onlar
için: K›y›dan aç›klara do¤ru yiyece¤e ulaflmak ve tekrar k›y›ya
geri dönmek. Ço¤u mart› için önemli olan uçmak de¤il, kar›n
doyurmakt›r. Ama Mart› Jonathan Livingston için önemli olan,
uçmakt›. O, uçmay› her fleyden çok seviyordu.
Onun buldu¤u bu düflünce türü, di¤er kufllar›n hofluna gitmek
için de¤ildi. Annesi ve babas› bile, Jonathan’›n, bütün günlerini,
bir bafl›na alçaktan uçarak yüzlerce defa yapt›¤› süzülme
denemeleriyle geçirmesinden kayg›lan›yorlard›.
Mart› Jonathan nedenini bilmiyordu ama suyun üzerinde,
kanat aç›kl›¤›n›n yar›s›ndan daha az bir yükseklikte uçtu¤unda,
az bir çabayla havada daha uzun bir süre kalabiliyordu. Art›k
Jonathan’›n havada süzülüflleri, her zaman oldu¤u gibi inik
ayaklarla suya çarpmak yerine, ayaklar› gövdesine s›k›ca yap›flm›fl
bir biçimde su yüzeyine dokundu¤unda, gerisinde uzun ve düzgün
bir iz b›rakarak sona eriyordu. K›y›da da benzer süzülmeler
yapmaya bafllay›p daha sonra da süzüldü¤ü uzunlu¤u, kumun
üzerinde b›rakt›¤› izi ad›mlayarak ölçmeye vard›rd›¤›nda, annesi
ve babas› dehfletten donup kald›lar.
“Neden Jon, neden?” diye sordu annesi. “Sürüdeki di¤erleri
gibi olmak, onlara benzemek senin için neden bu kadar zor Jon?
Alçaktan uçmay› neden pelikanlara ve albatroslara b›rakm›yorsun?
Neden yemiyorsun? Jon, bir tüy bir kemik kald›n!”
“Bir tüy bir kemik kalmaya ald›rm›yorum anne. Yaln›zca
havada neler yap›p neler yapamayaca¤›m› bilmek istiyorum, hepsi
bu. Yaln›zca bilmek istiyorum.”
82
“ Bak Jonathan.” dedi babas›, k›r›c› olmayan bir sesle.
“K›fl pek uzak de¤il. Bal›kç› tekneleri azalacak ve yüzey
bal›klar› derinlere inecekler. E¤er çal›flman gerikiyorsa,
bir fleyler ö¤renmen gerekiyorsa yiyece¤ini nas›l bulaca¤›n›
ö¤ren. Bütün bu uçma ifli iyi, güzel de biliyorsun, süzülmeyi
yiyemezsin. Unutma ki uçman›n nedeni kar›n doyurmakt›r.”
Jonathan itaatle bafl›n› sallad›. Sonraki birkaç gün
içinde di¤er mart›lar gibi davranmaya çal›flt›; gerçekten
çabalad›, iskelelerin ve bal›kç› teknelerinin çevresinde,
sürüyle birlikte 盤l›klar att›, onlarla kavgalar etti, bal›k ve
ekmek art›klar›na dal›fllar yapt›. Ama bu ifli sürdüremedi.
“Hepsi o kadar anlams›z ki” diye düflündü, zor
kazan›lm›fl bir hamsiyi, kendisini kovalayan yafll›, aç bir
mart›n›n önüne bilerek düflürürken. “Bütün bu zaman›
uçmay› ö¤renerek geçiriyor olabilirdim. Ö¤renecek bu
kadar fley varken!”
K›sa bir süre sonra Mart› Jonathan, yine bir bafl›na
uzaklardayd›, aç›k denizde, aç, mutlu ve yine ö¤reniyordu.
U¤raflt›¤› konu “h›z” konusuydu ve bir haftal›k denemeden
sonra bu konuda, yeryüzünde yaflayan en h›zl› mart›dan
daha çok fley ö¤rendi.
Üç yüz metre yükseklikten, kanatlar›n› var gücüyle
ç›rparak dalgalara do¤ru ç›lg›nca, inan›lmaz biçimde
dimdik bir dal›fla geçti ve mart›lar›n neden böyle ç›lg›nca,
dikine dal›fllar yapmad›¤›n› ö¤renmiflti. Yaln›zca alt›
saniyede h›z› saatte yetmifl mile ulaflm›flt›. Bu h›zda
kanatlar›n› denetleyemiyor, dengesini yitiriyordu.
83
Zaman içerisinde, her seferinde, sürekli böyle oldu. Dikkatli oldu¤u kadar,
yetene¤inin son s›n›r›na kadar çal›flmas›na karfl›n, yüksek h›zda kontrolünü
kaybediyordu.
Üç yüz metreye t›rmand›. Önce bütün gücüyle ileri at›l›p kanatlar›n› ç›rparak
dimdik bir pikeye geçti ama her seferinde sol kanad› bocalay›p fliddetle sola
yuvarlan›yor, sa¤ kanad› ile dengesini sa¤lamaya çal›fl›yorsa da, sa¤a dönerek
alabora oluyordu.
Bu savruluflta, bir türlü yeteri kadar dikkatli olam›yordu. On kez denedi.
Onunda da h›z› saatte yetmifl mili aflt›¤›nda, kontrolden ç›k›p çalkalanan bir tüy
y›¤›n› biçiminde suya çak›ld›.
Her yan›ndan sular damlarken sonunda püf noktas›n› bulmufltu: Yüksek
h›zlarda kanatlar›n› hareketsiz tutmal›yd›. H›z› saatte elli mile var›ncaya de¤in kanat
ç›rpmal› daha sonra onlar› hareket ettirmemeliydi.
Alt› yüz metreye ç›k›p yeniden denedi. Gagas›n› afla¤› dikip denize do¤ru
pikeye geçti. H›z›, saatte elli mili afl›nca kanatlar›n› gerdi ve hareketsiz b›rakt›. Bu
deney, ola¤anüstü güç tüketmiflti onda. Ama sonunda baflarm›flt›. On saniye
içinde h›z› saatte doksan mile ulaflm›fl, mart›lar aras› dünya h›z rekorunu k›rm›flt›
Jonathan.
Richard BACH (Riflart Bah)
84
SERBEST OKUMA METN‹
B‹R BAfiARI ÖYKÜSÜ
Hellen (Hel›n) 1880 y›l›nda ABD’nin Tuscumbia
(Task›mbiya) flehrinde do¤du¤u zaman son derece
sa¤l›kl› bir bebekti.
18 ayl›k oluncaya kadar da ciddi bir sa¤l›k
sorunu olmad› küçük k›z›n. Ama iki yafl›n› doldurmaya birkaç ay varken ateflli bir hastal›k geçirdi.
Hastal›¤›n›n tedavisi bitip yaflamsal tehlikeyi
atlatt›¤›nda Hellen Keller (Hel›n Köl›r)’in yaflam›
tümüyle de¤iflmiflti. Çevresindeki birçok kifli Hellen
Keller’in geçirdi¤i ateflli hastal›k nedeniyle zihinsel
yetene¤ini yitirdi¤ine inan›yordu. Bebeklikten
çocuklu¤a geçifl döneminde çevresinde olan biteni
çok az anlamas›, ele avuca s›¤mazl›¤›, asili¤i bu
inan›fl›n onayland›¤›n›n göstergesiydi.
Hellen Keller’in geçirdi¤i hastal›k onu konuflma,
görme ve iflitme engelli yapm›flt› ama hiç kimse
onun zihinsel yeteneklerinin fark›nda de¤ildi henüz.
Konuflma, görme ve duyma engelli Hellen Keller’in
as›l yaflam› ise 1887 y›l›n›n mart ay›nda, yedi yafl›na
girmesine çok az kala bafllad›.
Perkins (Pörkins) Görme Engelliler Okulundan
yeni mezun olan 20 yafl›ndaki genç ö¤retmen Anne
Mansfield Sullivan (En Mensfild Sall›v›n), Hellen
Keller’a ö¤retmenlik yapmak üzere Tuscumbia
flehrine geldi¤inde, karfl›s›nda duran konuflma,
görme ve iflitme engelli küçük k›z›n insan beyninin
do¤ru kullan›ld›¤›nda ola¤anüstü bir kapasitesi
oldu¤unu tüm dünyaya gösterece¤ini bilmiyordu.
Ö¤retmen A. Sullivan (Sall›v›n), Perkins Görme
Engelliler Okulundaki ö¤rencilerinin Hellen’e
götürmesi için yapt›klar› oyuncak bebekle bafllad›
ifle. Elleri ile Hellen’in ellerine “b-e-b-e-k” sözcü¤ünü heceledi. Onun nesneler ve harfler aras›nda
bir ba¤lant› kurmas›n› sa¤lamak istiyordu. Hellen,
harfleri do¤ru olarak yapmas›n› çok h›zl› ö¤rendi
ama bunu yaparken henüz bir sözcü¤ü heceledi¤ini
ya da böyle bir sözcük oldu¤unu bilmiyordu.
85
Bir gün Hellen ve ö¤retmeni bahçedeki
tulumban›n yan›na gittiler. Ö¤retmen tulumbadan
suyu çekerken Hellen’in elini suyun alt›na tuttu.
So¤uk su Hellen’in bir eline akarken ö¤retmen di¤er
eline “s-u” sözcü¤ünü önce yavafl, sonra h›zl›ca
heceledi. ‹flte o anda Hellen’in kalbi yerinden
f›rlarcas›na çarpmaya bafllad›. Ö¤retmenin vermeye
çal›flt›¤› mesaj› alm›flt›. Yaflam›n›n ilk 18 ay›nda zihninde yer etmifl olan tek sözcüktü su. Bu tek
sözcükten yola ç›karak dokundu¤u nesnelerle harfler
aras›nda bir ba¤lant› oldu¤unu, her nesnenin
sözcüklerle ifade edildi¤ini anlad›. O gün akflam
karanl›¤›na dek 30 sözcük ö¤renmiflti Hellen.
Bu, Hellen Keller’in e¤itiminin bafllang›c›yd›.
Önlerinde uzun ve engellerle dolu bir yol vard›.
Ama Hellen yenilgiye u¤ramay› kabullenmektense
durmaks›z›n çal›flarak mücadeleden baflar›yla ç›kmay›
seçmiflti. K›sa sürede alfabeyi ö¤rendi. Sonra elini
kullanarak yazmaya ve görme engelliler için
haz›rlanm›fl yaz›lar› okumaya bafllad›.
Ö¤retmen A. Sullivan ve Hellen Keller k›sa sürede
ayr›lmaz bir ikili oluflturdular. Hellen Keller 10 yafl›na
geldi¤inde konuflmay› ö¤renmeye karar verdi.
Norveç’te görme ve iflitme engelli küçük bir k›z›n
konuflmay› baflard›¤›ndan haberi olmufltu.
Kendisine duydu¤u sonsuz güvenle “Bir baflkas›
baflard›ysa ben de baflarabilirim” diyordu. Böylece
Horace Mann (Horis Men) okulundan gelen bayan
Sarah Fuller (Sera Föll›r) ile konuflma derslerine
bafllad›.
86
fiimdi önünde yeni bir hedef vard› Hellen Keller için:
“Bir gün koleje gidece¤im.” diyordu. Hellen Keller için “vazgeçmek” yoktu. Önce Radcliffe (Redklif)
Kolejine haz›rl›k olan Cambrigde (Kembiriç) Okuluna bafllad›, 1904 y›l›nda ise edebiyat fakültesi diplomas›n›
ald›. Tüm e¤itimi ve çal›flmalar› s›ras›nda ö¤retmeni A. Sullivan daima yan›ndayd›. Ö¤rencisinin baflar›s› için
çabal›yor, Hellen’le birlikte ard› ard›na kitaplar okuyor, konferanslara kat›l›yordu. Ö¤retmen A. Sullivan’›n
1905 y›l›nda tan›nm›fl bir sosyalist olan John Macy (Con Meysi) ile evlenmesi, ö¤retmen ve ö¤rencisini
amaçlar›ndan uzaklaflt›rmad›. Hellen ö¤retmeninin evinde yaflamaya bafllad›. Bay ve Bayan Macy onun
tüm çal›flmalar›nda, etkinliklerinde ellerinden gelen yard›m› gösterdiler. Ö¤retmen ve ö¤rencisi Hellen’in
bu uyumlu birlikteli¤i A. Sullivan’›n 1936 y›l›nda ölümüne kadar sürdü.
Sonras›nda Hellen yaln›z devam etti yoluna. Ama art›k Hellen’i herkes tan›yordu. Zaman›n birçok
tan›nm›fl kiflisi ile güzel dostluklar kurdu. Hellen’in yaflad›¤› bir deneyim, görme engelli olmayanlar›n da
ço¤u zaman “görmeden” yaflad›klar›n› ö¤retti ona. Ormanda, parklarda gezintiye ç›kan bir arkadafl›na
heyecanla sormufltu:
“Haydi anlat, neler gördün ormanda?”
Arkadafl› Hellen’in bu heyecan›n› anlamaktan uzak “Hiçbir fley” dedi. “Herkesin bildi¤i s›radan fleyleri
gördüm.”
Hellen ald›¤› yan›t karfl›s›nda büyük bir düfl k›r›kl›¤› yaflam›fl ve arkadafl› ad›na çok üzülmüfltü.
“Ben New York (Nivyork)’un müzelerinde dolafl›rken dokundu¤um eflyalar› keflfetmekten inan›lmaz bir
heyecan duyuyor, sözcüklerle anlat›lamayacak kadar büyük bir mutluluk yafl›yordum.” dedi.
“Sen nas›l oluyor da görme engelli olmamana karfl›n çevrendeki güzelliklerin fark›na varm›yorsun?”
87
Hellen yaflam› parmak uçlar›nda hissederek yaflarken fiziksel engelleri olmamas›na karfl›n “görmeden,
duymadan” yaflayanlara flöyle sesleniyordu:
“Yaln›zca üç gün daha görebilece¤inizi düflünün. Nas›l tüm ayr›nt›lar› gördü¤ünüzü anlayacaks›n›z. Üç
gün daha iflitebilece¤inizi düflünün. Her bir sesin, notan›n nas›l özlemle ruhunuza doldu¤unu göreceksiniz.
Yaflanacak üç gününüzün kald›¤›n› düflünün. Yaflam›n tüm saniyelerini nas›l özlemle yaflad›¤›n›z› göreceksiniz.”
Hellen yaz›lar›n› önce görme engellilerin kulland›¤› Braille (Brey›l) daktilosunda yaz›yor, sonra normal
daktiloya geçiriyordu. Hellen’in Radcliffe’de okudu¤u s›rada, aral›klarla yazmaya bafllad›¤› yaflam öyküsünü
bitirmesi 50 y›l sürdü. “Benim Yaflam Öyküm” ad›n› verdi¤i kitab› önce Ladies Home Journal (Leydiiz Hom
Jörn›l)’da kitap biçiminde seri olarak ç›kt›. Hellen Keller’in en çok tan›nan bu eseri günümüzde 50’den fazla
dile çevrildi.
Hellen Keller bir yandan yaz›lar›n› yazarken di¤er yandan üyesi oldu¤u Amerika Görme Engellileri
Derne¤i ve Dünya Körler Birli¤i için ülke ülke dolaflarak konferanslara kat›ld›, yard›mlar toplad›.
Birçok kitap, makale, biyografi yazan Hellen Keller etkinlikleri ve çal›flmalar› nedeniyle defalarca üstün
hizmet ödülü ve çeflitli üniversitelerin onursal doktoras›n› ald›.
1946 ve 1955 y›llar› aras›nda befl k›tada 35 ülkeyi dolaflan Hellen Keller gitti¤i her ülkede milyonlarca
görme engelliye yaflama sevinci ve ayd›nl›¤› götürdü. Hellen Keller için yaflam, ya cesaret isteyen bir deneyim
ya da bir hiçti. Hellen Keller 1968 y›l›nda 88’ inci do¤um gününe çok az kala Arcan Ridge (Ark›n Riç)’te
öldü. Külleri tüm yaflam› boyunca ayr›lmaz bir ikili oluflturdu¤u ö¤retmeni A. Sullivan’›n yan›nda yerini alan
Hellen Keller’i Senatör Lister Hill (List›r Hiyl)’in sözleri çok güzel tan›ml›yor.
“O, ölmedi, yaflamaya devam edecek. Hellen Keller, hiç ölmemek üzere do¤mufl, az rastlanan ölümsüz
isimlerden birisidir. Tüm dünyaya, cesaret ve inanc›n s›n›rlar› olmad›¤›n› gösteren bu kad›n›n kitaplar›
okundu¤u, öyküleri anlat›ld›¤› sürece o yaflayacak.”
Nuray BARTOSCHEK (BARTOfiEK)
88
KAYNAKÇA
ATATÜRK, Mustafa Kemal, “Onuncu Y›l Nutku”, Nutuk, Atatürk Dizisi,1,2,3.Cilt,Millî E¤itim Bakanl›¤›
Yay›nlar›,‹stanbul, 2001.
BANARLI, Nihat Sami, “Resimli Türk Edebiyat› Tarihi”, 1. Cilt, Millî E¤itim Bas›m Evi, ‹stanbul, 1983.
BARTOSCHEK, Nuray, “Bir Baflar› Öyküsü”, Bütün Dünya, Ekim 2002.
B‹LEN, ‹dris, “Empati ile Yaflamak”, Ayl›k Kiflisel Geliflim ve Yaflama Sanat›, Nisan 2006.
ÇOKUM, Sevinç, “Nevruz ve Birlik”,Türkiye gazetesi, 24.03.1994.
ÇOLAK, Ali, “Aflinas›z”,‹nce Sözler, Ötüken Yay›nlar›, ‹stanbul, 2000.
ÇOLAK, Ali, “Bilgisayar Yaln›zl›¤›”, Günün Ötesi, Ötüken Neflriyat, ‹stanbul, 1999.
ESENDAL, Memduh fievket, Edebiyatç›lar Konufluyor, Varl›k Yay›nlar›, ‹stanbul, 1953.
GÖKfiEN, Naci Enver, “‹ki ‹yi ‹nsan”, Çardak Alt›, Kader Bas›mevi, ‹stanbul, 1951.
HALMAN, Talat Sait, “Aflk Elçisi: Yunus Emre”, Skyl›fe Dergisi, ‹stanbul, May›s 1991.
KALIPÇI, ‹lknur Güntürkün, “‹flte Onun Evrensellik Anlay›fl›,”, Her Yönüyle ‹nsan Atatürk, Uluda¤ Üniversitesi
Kitapl›¤›, Haziran 2002.
KANIK, Orhan Veli, “‹stanbul’u Dinliyorum”, Bütün fiiirleri, Yap› Kredi Yay›nlar›, ‹stanbul, 2004.
ÖNDER, Mehmet, “Anadolu'nun Baht› Aç›k Kara Treni”, Ald› Sözü Anadolu, Elips Kitap, Ankara, 2005.
REGÜ, fiükrü Enis, “Mimar Sinan”, Onlar da Çocuktu, Kültür Bakanl›¤› Yay›nlar›, ‹stanbul,1975.
BACH, Richard, Mart› Jonathan Livingston, Çeviren: Esendal Kuzucu, Art Yay›nlar›, Ankara, 2004.
Sabah gazetesi, “Dünyada Yayg›n”,26.03.2005.
SAKAO⁄LU, Saim, “K›z Kalesi”, 101 Anadolu Efsanesi, Kültür Bakanl›¤› Yay›nlar›, Ankara, 1989.
SAYILI, Ayd›n, “Atatürk ve Bilim”, Atatürkçülük 2.Kitap,Genelkurmay Baflkanl›¤›, ‹stanbul,Millî E¤itim
Bakanl›¤› Yay›nlar›, ‹stanbul, 2001.
SERTBARUT, Miyase, Çi¤dem Der ki..., ‹fl Bankas› Yay›nlar›, Ankara, 2001.
TANKUT, Hasan Reflit, “Her fieyden Evvel Millet”, Atatürk’ten An›lar, hzl.: Kemal ARIBURNU, ‹nk›lâp
Yay›nevi, ‹stanbul,1998.
TARCAN, Selim S›rr›, “Hayatta Baflar›n›n Yollar›”, Konuflma Sanat›, hzl.:Ertu¤rul YAMAN,Gazi Kitabevi, 2001.
TARCAN, Selim S›rr›, “Verilen Sözü Tutmak ve Vaktinde ‹fl Yapmak”, Kompozisyon Sanat›, hzl.:Seyit Kemal
KARAAL‹O⁄LU, ‹nk›lâp Yay›nlar›, ‹stanbul,1991.
TOKEL, Bayram Bilge, “Geçmifl Zaman fiiirleri”, Bir Yer Üflür, Millî E¤itim Bakanl›¤› Yay›nlar›, Ankara, 2003.
YALÇIN, Alemdar-G›yasettin AYTAfi, “Ergenekon Destan›”, Çocuk Edebiyat›, Akça¤ Yay›nlar›, Ankara, 2005.
YET‹MO⁄LU, P›nar, “Eski Ankara Evleri”, Çocuk Edebiyat›, hzl.:Alemdar YALÇIN-G›yasettin AYTAfi, Akça¤
Yay›nlar›, Ankara, 2005.
Zaman gazetesi, “Nesli Tükenen Bal›klara Çipli Takip”,17.07.2006; “Carettelara Uydudan Çipli Takip”,
05.12.2005; “Bafl›bofl Hayvanlar Çiple Takip Edilecek”,13.10.2004.
89

Benzer belgeler