psychoacademy magazıne ocak 2012

Transkript

psychoacademy magazıne ocak 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
1
2
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
3
4
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
5
İÇİNDEKİLER
Birol
GÜVEN
kader
19
12
YÜZ YÜZE
Şafak Sezer
KİŞİSEL
Dönüşü Olmayan Yolculuk / GÖÇ
Bipolar Duygulanım Bozukluğu
YÜZ YÜZE
Şafak
SEZER
“ Adam olmak ancak mezara girincedir “
Eyvah Karne
Ergenler
Genç Kızların Beslenme Dosyası
16
20
Psikolojik Nedenlere Bağlı Cilt Hastalıkları
62
64
68
70
Bir Şehir Vitrini “ULUDAĞ”
74
Panik Atak
Hayal Gücü Ve Fantazinin Önemi
30
34
İLİŞKİLER
Evlenme Ve Boşanma Paradoksu
Dedikodu
YÜZ YÜZE
Biofeedback
38
9 Soruda Zeynep Yılmaz
İnsan Bağımlılığı
42
CİNSELLİK
GÜNDEM
Şiddet
Alp Kırşan
Cossy By Aqua
YÜZLEŞME
Necmi Yapıcı
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
26
EKSİ 18
26
YÜZ YÜZE
6
radyatörlü evlerimizde yalnızlaştık
12
Birol Güven
YÜZ YÜZE
Ve biz
48
50
52
58
Cinsel İsteksizlik
Cinsel Sapkınlık Mazoşizm
Vajinismus
YÜZ YÜZE
Pedofili
İNSAN DOSTLARI
Hayvan Dostlukları
82
86
GÜZELLİK
Temellere Dönmek
Güzelliğin Sırrı Beslenme
118
120
Gurmeacademy
123
Renklerin Psikolojisi
124
KÜLTÜR-SANAT
140
PSYCHO ASTROLOJİ
144
96
98
102
106
110
114
YORUM BİZDEN
Editör
08
Refleksoloji
46
Neredesin Aşk
94
Okuyucuların Cevapları
130
Hayat Bana Güzel
137
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
7
YORUM BİZDEN EDİTÖR
Özür diliyorum
Onunla orada tanışmıştın hani. Bir kaç
arkadaşına sormuştun senden yana
çıkıp, diyaloglarınız bozulmasın diye
onaylamışlardı. Onaylamayanları da
kıskançlıkla suçlayıp birilerini de arkana
almış ve evlenmiştin kişilikleriniz hiç
uymamasına rağmen, ben müdahale
edemedim. Uyumsuzluğu bir kenara
bırakıp anlaşabilirdin birkaç teknik
hamleyle. Mutluluk elindeydi oysa. Ben
yine yoktum, formülleri veremedim.
Küçücük müdahalelerle dünyanın en
mutlu çifti olacaktınız belki de.
Hadi geçtim tüm bunları, çocuklar
oldu. Hiperaktivite ve dikkat eksikliği
öbüründe özgüven problemi. Benim
yüzümden bir avuç ilaç kullandılar.
Sana, ne zaman ilaca gerek var, ne
zaman gerek yok söyleyemedim.
Davranışlara ve ruha benim yüzümden
kimyasal zehir vermek zorunda
kaldın. Ego ve ergen dönemi zor
geçti biliyorum. Kim bilir ki ne kadar
zorlandığını benden başka uykusuz
gecelerinde büyütebilmek için
onları. Yine yoktum. Zaman zaman
depresyona girdin panik ataklar
atlattın. Nasıl kolaydı oysa işin içinden
çıkmak. Müracaat yanlış kapı; acil
servis-kardiyoloji, kalbinin korku ve
kaygılarıyla atmasına karşın. Kim
bilir yine neredeydim. Strese girdin
üzüldün, yanlış limanlara yelken açtın,
hatalar yaptın yuvan yıkılıyordu. Bir
grup seni destekleyen çapkınlık,”
Canım ne olacak?” diyen yalaka
arkadaşların yüzünden. Duygularını
nerede nasıl kullanman gerektiğinin
eğitimini veremedim. Benim yüzümden
aleksitimi yaşadın.
Mistik Dekorlu kafelerde Beni aradın
Duygusal açlığını fark edemeyip çareyi yemekte buldun, kilo aldın. Özgüvenin yerlerde süründü ve ben yine bunları
çözmeye gelemedim. Çünkü yoktum. Benim yüzümden mahalle aralarındaki mistik dekorlu kafelere gidip fal baktırdın
biliyorum. Beni arıyordun oralarda, beni sorar gibi bakıyordun inan biliyorum ama gerçekten çok özür dilerim. Ben
yine orda değildim. TV ve gazetelerin burç fallarında tanımaya çalışırken kendini, çözüm yollarını astroloji ve ehliyetsiz
kişisel gelişim platformlarında arar oldun sorunlarını. Ne yazık ki ben yine orada yoktum müracaatını göremedim,
görememişim. Bütün bu suçları üzerime alıyor, senin için kendimi parça parça sayfalara bölerek suçumu kabul ediyor,
sonsuz kere özür diliyorum...
Ve yine söz veriyorum kendimi affettirmek bütün problemlerine çözüm olabilmek için geliyorum ve geldim. Lütfen artık
rahat ol korkma ve bana güven. Hadi git al artık ve arkana güvenle yaslanıp bir nefeste oku beni. Anlaştık mı affolmak
ümidiyle... Ney anlamadım, nasıl... Ben kim miyim?
Üstat uzmanları kaliteli akademisyenleri profesyonel kadrosuyla her ay ve her an emrindeki psikoloğun
PSYCHOACADEMY’im...
Esat B. Z. BAŞARAN
[email protected]
8
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
9
İMTİYAZ SAHİBİ VE YÖNETİM KURULU BAŞKANI
Analiz Rehberlik ve Müşteri Hizmetleri Ticaret LTD. ŞTİ. adına;
Niyazi Kürşat SAYGIN
TÜZEL KİŞİ TEMSİLCİSİ
Esat B. Z. BAŞARAN
GENEL MÜDÜR VE YAYIN DİREKTÖRÜ
Halil TABUR
GENEL MÜDÜR YARDIMCISI
Ömer Ferhat YALÇIN
GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ
Simge ŞEN
GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Zeynep Çağlar KURTARAN
YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ (SORUMLU)
GÖRSEL SANAT YÖNETMENİ
Gökhan SÖNMEZ
FOTOĞRAFÇILAR
Fatih ÖCAL
Can İPEK, Nafi ŞEN
KONULAR EDİTÖRLERİ
BİLGİ İŞLEM MÜDÜRÜ
Hüseyin ARSLAN
Elif GENÇ
Kenan ÇALIŞKAN
PSİKOLOGLARIMIZ
Naz SOYTÜRK
REKLAM GRUP BAŞKANI
Gaye HALEFOĞLU
Didem DOĞANTEKİN
REKLAM GENEL MÜDÜRÜ
KATKIDA BULUNANLAR
REKLAM KOORDİNATÖRÜ
Prof.Ümit Ukşal, Klinik Psikolog Yrd. Doç.Dr. Sanat Terapisti,
Psikodramatist Gülnur Bayezıd Işıker, Uzman Psikiyatrist Dr.Ayhan Erakay,
Psikiyatrist Doç. Dr. Burhanettin Kaya, Psikiyatrist Dr.Sibel Mercan,
Bihter TÜRKMEN
Gökçen SÖNMEZ
ABONE VE OKUR HİZMETLERİ
Hazal DOĞAN
Veteriner Hekim A.Kutlu Dayıoğlu,
Beslenme ve Diyet uzmanı Beste Günday,
Beslenme ve Diyet Uzmanı . Andaç Yeşilyurt,
Klinik Psikolog İlknur Yılmaz, Psikolog Burcu Atatür Yüksel,
Uzman Klinik Psikolog/Yönetici Koçu Ayşegül Kalem Ertal,
Uzman psikolog Naz Midillili, Uzman Psikolog Derya Özçelik,
Psikolog ve ile Danışmanı Pınar Ersöz, Klinik psikolog İzzet Güllü,
Klinik Psikolog Tuğçe Peker Darcan, Psikolog İlknur Peder,
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı/Cinsel terapist
Op.Dr.Gökçen Erdoğan,
Karikatürist Serdar Günbilen, Av.Halil Tulay, Güzellik uzmanı Neşe Arıç
DİĞER BÖLGELER
Ankara / Pınar DORSAN
Antalya / Elif KAŞARCI
Gaziantep / İzdem CAN
Pasifik / Emre AKIN
Amerika / Şüheda D. SCHANE
Rusya / Ali PERİŞAN
Kıbrıs / Olguhan ÖRMECİ
Almanya / Hatice KIZILKAYA
Finlandiya / Halil TAŞ
www.psychoacademy.com.tr
YAYIN TÜRÜ
Yaygın - Süreli / Aylık Yayın
BASIM TARİHİ OCAK 2012
YÖNETİM YERİ
İSTANBUL / Etiler Nispetiye Mah. Aytar Cad. Dilek Apt. No:28 Daire:9 Kat:3 tel: 0212 279 87 56
ANKARA / Çankaya Azize Mah. Hoşdere Cad. Hava Sok. No:30/2 tel: 0312 443 08 17
İZMİR / Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi 1477 Sokak No:13/6
tel: 0232 464 26 07 - 0232 463 93 61 faks: 0232 465 03 45
BASIM YERİ
Star Medya Yayıncılık A.Ş.
Basın Ekspres Yolu Kavak Sokak No:3 / Bahçelievler - İSTANBUL tel: 0212 496 22 86
DAĞITIM
Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş.
Akpınar Mah. Hasan Basri Cad. No:4 / Samandıra - İSTANBUL tel: 0216 585 90 00
Psychoacademy Magazine’ de yayınlanan bütün yazı, haber, fotoğraf, illüstrasyon ve diğer konuların her türlü telif hakkı
Analiz Rehberlik ve Müşteri Hizmetleri Ticaret LDT.ŞTİ’ye aittir. İzin alınmaksızın kullanılamaz.
Ege Bölge Dağıtıcısı: Toksem Sağlık Medikal
0232 348 54 29 / 0232 348 62 44
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
11
YÜZ YÜZE ŞAFAK SEZER
Adam olmak
ancak mezara girincedir
H
epimizin evine çoğu zaman asık suratlardaki tebessüm olarak konuk ettiğimiz yetenekli bir oyuncu. Tebessüm
hayat denen maratonda en çok ihtiyaç duyduğumuz nefes gibi değil mi? Bu süreçte yüzümüzü güldüren bizi
sıkıntılarımız ve stresten bir nebze olsun uzaklaştıran bu insanlar ne kadar değerli? Bir solukta izlediğimiz bu
programlar, diziler, sinemalar gerçekten çok sıkı bir çalışma ve emek barındırıyor arka planda. Oyuncular kendi
sıkıntılarını bir kenara bırakıp evinize tebessüm olarak misafir olabilmek için çok ciddi bir çalışma ve efor sarf ediyorlar.
Şafak Sezer’le böyle bir çalışma temposunun ortasında keyifli bir röportaj yaptık. Aslan Kıral setine misafir olduk ve sabaha
kadar süren bir çekim maratonunu ortasında bulduk kendimizi. Enerjinin gece boyunca hiç bitmediği, milyonların karşısına
çıkartılacak bir eserin sorumluluğunu yüklenen çok değerli oyuncular ve kamera arkası ekip… Şafak Sezer ve tüm ekibe
buradan tekrar teşekkürlerimizi iletiyoruz. Bize gülmeyi hediye eden Şafak Sezer nasıl bir insan, bu günlere gelene kadar nasıl
bir süreçten geçti, biz kendisini araştırdığımızda hiç de kolay bir süreçten geçmediğini gördük ve siz değerli okuyucularımız
için hazırladığımız sorulara çok samimi cevaplar aldık. İşte gudurgan çocuk, ekranların komedi starı Şafak Sezer’in
bilinmeyenleri…
Nasıl bir çocuktunuz?
Gudurgan bir çocuktum. Annem bana gudurgan diyordu
çünkü sürekli şımaran her gittiği yerde patates kızartması
ve Texas, Tommiks isteyen bir çocukluğum oldu.
Bazı insanların çocukluğunda seçeceği meslek
bellidir. Sizin de öyle miydi?
Hayır öyle değildi, kesinlikle değildi. Hiç düşünmediğim
bir meslekti oyunculuk. Eczacılığı çok istiyordum. Eczacı
olacaktım ama şartlar öyle gelişmedi. Uzun soluklu bir
hayat mücadelem oldu meslek konusunda. İsterdim
kendi mesleğimi kendim seçeyim ama böyle bir gün
tiyatrocu ağabeylerle top oynarken, babam da ‘Bizim
oğlan çok iyi taklit yapar’ dedi. Giriş; o giriş işte!
İlk tiyatro heyecanınızı hatırlıyor musunuz?
Evet; ilk tiyatro maceram Haldun Taner’in ‘Eşeğin
gölgesi’ adlı oyununda eşeği oynayarak başladı. Hatta ‘Bir
eşek rolü var onu oyna’ dediler bende ‘Gelirim ağabey’
dedim. Arkasından ‘Top oynayacak mıyız’ dedim. Onlar
dedi ki ‘Yavrum biz seni sanatçı yapacağız, sen hala
toptasın”. Ben öyle bir giriş başlattım. Sahneye ilk adım
atışım böyle oldu.
O sahnedeki Şafak Sezer’le şimdiki arasında ne
farklar var?
Yani eskiden eşektik şimdi adam olduk diyelim. Öyle
bir durumumuz var ki adamlığımız da tartışılır olduk
mu olmadık mı? Adam olmak ancak mezara girincedir.
Bize göre çünkü tiyatro, televizyon sinema bu işler biraz
akıl sağlığını zorlayan işlerdir! Onu hatırlatayım; ne
yaptığınızı bilemezsiniz, bir anda eşek olup, bir anda
anka kuşu oluyorsunuz; işte acayip bir durum.
12
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Komedi dışında başka hangi rolleri
oynamak istersiniz?
Şimdilik öyle bir şey yok. Aslında meslekten bahsederken
ailem birçok şey olmamı istiyordu doktor olmamı
istiyordu, asker olmamı istiyordu ki ben oynayarak
hepsini olduğuma inanıyorum. Bir doktoru hatta
hemşireyi dahi oynadım. Her mesleği yaptığıma
inanıyorum.
İner misin? Çıkar mısın? deyince ne
hissediyorsunuz? Ne hatırlıyorsunuz?
Star televizyonu geliyor aklıma. İlk kazandığım şeydir
yarışmada. Askerdim o zaman komutanım demişti git
lan bir televizyon alda gel diye maceram öyle başladı.
Gittim askeri elbiselerimi çıkarıp sivillerimi giymiştim.
Orada öyle girdim askerken katıldım. Birinci oldum.
Benim için büyük heyecan verici tabi.
Uzun süre tiyatroculuktan sonra sinema ve
televizyon kararının sebebi nedir ?
Amatör ve profesyonel tiyatrolarda çok oynadım.
Televizyon kararı açıkçası yarışmayla başladı, öylede
devam etti.
Filimler reklamlar kanallar insanlar sizi görmeyi
çok seviyor. Neden?
Seviyorlar. Kendilerinden biri olarak görüyorlar
günümüzde artık mizahın tükendiğine inanıyorum
mizahçı adamlara biraz daha değer veriyorlar.
Şans bir kaderdir
Şans bana yaklaşacak çok şey demişsiniz. Şanslı mısınız?
Hayır değilim herhangi bir şey için de uğraşmıyorum. Kader diyorum ben şans da bir kaderdir sonuçta.
Mesleğiniz gereği insanları güldürdünüz mutlu ediyorsunuz insanlar repliklerinizi
skeçlerinizi günlük hayatlarında kullanıyorlar. Neler hissediyorsunuz?
Eee, o dili başka yerde görmek tabii ki hoşumuza gidiyor. Yani sen kendin kapalı bir yerde konuşurken.
Sonra bakıyorsun bu iş sokağa yayılmış, o beni mutlu ediyor.
Komedyen olan bir oyuncu sanki hep gülmeli diye şartlandırıyoruz bizler(izleyici). Bunu
sağlamak güç. Bu konuyla ilgili hiç destek(psikolojik) aldınız mı?
Hepimizin içinde biraz arızalık olduğu için destek alınmalı tabii ki. Sakinlik bizim için en büyük
destektir.
Sizi kim/kimler güldürüyor?
Ben herkese gülüyorum, bana keyif veren her şeyi seviyorum. İyi bir televizyon izleyicisiyim bu arada.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
13
Televizyonlar da ya da sahnelerde çok görünenler
için yüzü eskiyor derler. Sizce doğru mu?
Böyle bir çekingeniz oluyor mu?
Açıkçası böyle bir şey yok, hani biz bu işi meslek olarak
yaptığımız için. Bir sinema, bir dizi, bir reklamın insanı
yok edeceğine inanmıyorum. Ben şuna inanıyorum; kaliteli
ve başarılı olduğunuz zaman her yerde ayrı bir seyirciniz
var. Her şeyin, her rolün, her oyunun tadı başka. Bizim
asıl alanımız sinemadır. Televizyon ve reklam yaşamaya
mücadele verdiğimiz yer. Onlarda da başarılı olduğumuza
inandırdı halkımız.
Sizde bir yarışma programı ile ivme
kazananlardansınız. Şu anki yarışmalardaki
yetenekli insanlar hakkında neler
düşünüyorsunuz?
Türkiye yeni yetenekleri nasıl karşılıyor?
O tür yarışma programları var tabii ki. Çıkan başarılı
arkadaşlar da var ama her şey zamanla. Öyle sadece
yarışmayla olmuyor. Zamana eğitime ve alt yapıya
ihtiyaç var. Pişmek lazım biraz İner misin? Çıkar mısın?
Yarışması’nın televizyon önünde çok büyük faydası vardır
ama kökenim tiyatrodan geldiği için hani yarışmaya
geldiğimde zaten alt yapım hazırdı. Arkadaşlarında öyle
yarışmasını isterim bende.
Mesleğim beni
korkutmuyor
Sizce mesleğiniz nankör mü?
Öyleyse bu sizi korkutuyor mu?
Mesleğimize nankör diyen çok, beni hiç korkutmuyor.
Asla korkmadım, mesleğimden korksam zaten yapmam bu
mesleği. Nankörlüğü şudur; bir gün kameralar size dönmez,
dönmedi mi de pişman olursunuz. Zaten o kameraların
dünyasında ben yokum. Çokta sevdiğim şeyler değil onlar
gece hayatı ve benzeri durumlar.
Şener Şen sizin için çok önemli biri.
Ustayı diğerlerinden ayıran ne?
Şener Ağabey önümüzdeki en büyük örnek bu işi yıllardır
yapıp ta eline yüzüne bulaştırmayan büyük aktörlerden
biridir diye biliyorum.
Okan Bayülgen’in de sizde ayrı bir yeri var?
Anlatır mısınız?
Biz yarışma programındayken Okan Bayülgen’i
televizyonda izliyorduk. Sonra Okan’la tanıştık. Okan bizi
programına aldı daha sonra her şey daha güzel oldu, daha
güzel gelişti. Aslında kapımızı açan Okan Ağabey’dir. Her
şeyi ona borçluyum diyebilirim.
Tiyatro, televizyon, sinema
hangisinden vazgeçemezsiniz?
Hepsinin ayrı zevki vardır ama vazgeç dersen hiçbir
tanesinden de vazgeçemem.
14
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Kaybetmekten korkar mısınız?
Ne zaman kazandık ki ?
Asabi bir adam olduğunuzu kabul ediyorsunuz?
Şafak Sezer nelere sinirlenir?
Her şeye.
Komiklik sinirden geliyor
Asabi bir adam nasıl komik oluyor?
Komiklik o zaten sinirden geliyor, insanı en güzel sinir
güldürür.
Bu asabiyeti bir uzman desteği ile yenmeyi
düşündünüz mü?
Bir sürü uzmanım var etrafımda Oya Abla da uzmanım.
Eşim de uzmanım yanımdaki Tarık’ta uzmanım. Herkes
uzmanım benim.
Alemin Kralı’nda sürekli kayınvalide ile atışan bir
adam Arslan. Gerçekte böyle bir şey olmasına izin
verir miydiniz?
Aile yapısına çok düşkün bir evladım ben gerek
kayınvalidemle gerek annemle ilişkimin maneviyatı çok
yüksektir. Bende ailenin öyle bir şeyin olmasına izin
vermezdim açıkçası ama böyle bir kayınvalidem olmasını
da istemezdim.
Arslan’dan kızları da şikâyetçi (en küçüğü hariç!).
Arslan baskıcı kıskanç bir baba mı?
Gençlere ilişkiler ya da evlilik hakkında neler
önerebilirsiniz?
İyi bir zaman zarfı içerisinde birbirlerini tanımalarını
isterim acele etmemelerini çünkü otuz yıl yanınızda başka
birisiyle uyanıyorsunuz ona göre.
Düzgün bir aile hayatı başarıyı tetikliyor mu?
Kesinlikle her zaman düzgün bir hayat isteyeceksiniz.
Zaten düzgün olmayan hiçbir insan hiçbir meslekte
başarılı olamaz. Eşlerine yalan söyleyen ticarette ve işte de
arkadaşlarına yalan söyler.
Nasıl bir eş ve babasınız?
Aslında bunu Esra Hanım daha güzel cevaplar. Bana
sorarsanız iyi bir baba der, maneviyatı yüksek der, eli
açık der. Bende çocuklarıma karşı iyi bir baba olduğuma
inanıyorum. Öyle diyorlar sokakta.
Bizi evde Sudem
güldürüyor.
Evde güldüren/neşeli olan siz mi? Karınız mı?
Evet, şartlar neyi gerektiriyorsa o şekilde davranıyoruz
Aslan olarak.
Evde en büyük kızım Sudem güldürür bizi ya da Irmak
güldürür, biz onları seyrederiz. Irmak’ın son modası
televizyonda gördüğü herkesi bize geldi diyor. “Bak bu bize
geldi… bu bize geldi… bu bize geldi” diye.
Arslan’ın kızlarına yaptığı baskıyı,
Şafak Sezer de kızlarına yapar mı?
Çocuklarınızla ilgili hiç destek aldınız mı ya da
almayı düşündünüz mü?
Biz Sudem’le çok iyi arkadaşız onu söyeyeyim. Büyük
kızımla çok iyi arkadaşız, küçüğü ile anlaşamıyoruz.
Çorbamız eksik olmuyor
Eşinizin ailesi evlenmenize izin vermemiş?
Nasıl aştınız o sancılı zamanı?
Bir iki mizah bir iki fıkra ile birkaç tane de baba ve
kayınvalide takliti … Eskiden tiyatrocuya kız vermek
gerçekten kolay değildi. Hiçbir aile kızını vermek istemezdi.
Bu anlamda zor bir zamandan geldik aslında kolaya
konmadık diyebilirim. Şimdi şimdi meslek rahatlamaya
başladı aileler çocuklarını gönderebiliyorlar. Bizim
çocuğumuzda oyuncu olsun eskiden erkek topçu, kız da
ses sanatçısı olurdu. Onlar biraz aşıldı. Artık tiyatro ve
sinemaya önem var. Tabii artık bu meslekte de kazanç iyi.
Eskiden nasıl geçineceksiniz durumu vardı. Çok şükür
şimdi çorbamız eksik olmuyor evimizde.
Tabii ki gerekli durumlarda isteriz onların da en önemli
danışmanları, öğretmenleri, gerekli gördüklerinde bize
hemen söylüyorlar ve o konu hakkında aile meclisini
topluyoruz hemen evde.
Evde iktidar kimdir?
Benimdir herhalde başka bir şeyin olma şansı yok .
Evde komik bir baba/eş mi var?
Yok. Eve yorgun argın gittiğimiz için.
Peki siz kızlarınızın tiyatro ve sanat camiasından
birileriyle evlenmesine izin verir misiniz?
Benim kızlarım gönlü neyi isterse onu yapabilir. Zaten
büyük kızım Sudem oyuncu olmak istiyor, küçüğü pek
yanaşmıyor ama ..
Dostlarınız iş çevrenizden midir(çoğunluğu)?
Tabii ki sanat camiasından çok arkadaşım var. Fırsat
buldukça görüşüyorum ama ben ev kuşu olduğum için çok
da fırsat bulamıyorum.
Hz. Yuşa
Yeni projeler var mı?
Yeni yıl da neler yapacaksınız?
Yeni projeler var. Yeni yıla girişte Yuşa hazretlerinde her
yıl dua olur. Ben orada dua ederek girmeyi çok seviyorum.
Lades diye bir sinema filmimiz var. Senaryo ve hikayesi
bana ait. Yönetmeni Murat Aslan çok sevdiğim eski bir
arkadaşım çekecek. Süreç filminin yapımcılığını yaptı.
Başrollerde Metin Akpınar ve benim oynayacağımız bir
kara mizah sineması. İnşallah seyircilerde çok beğenecekler
ki arkasından Kutsal Damacana da beraber çalıştığımız
Ahmet Yılmaz’ın yazacağı bir senaryo var. Onu bekliyoruz.
5 kelime de Şafak Sezer sözlüğü
-Psikoloji: Psikoloji benim için DENGE ’dir.
-Aile: Gönlümün goncaları.
-Gülmek: Sana yakışıyor.
-Aşk: Tesadüfleri sever.
-Sinema: Sinema sinema paradiso diyorum.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
15
Dönüşü olmayan yolculuk
‘Nereye göçersen kendini götürürsün
İçindeki kor ateşi zor söndürürsün
Yaşananları unutarak öldürürsün
Göç dönüşü olmayan yolculuktur demiş şair.
E
’
nteresandır, şehirleşme mevcut yerleşim yerlerinin hep batı yönüne doğru
olur. Göçler de aynı şekilde doğudan batıya doğru bir eğilim gösterir. Bazı
istisnaları olsa da göçler köylerden şehirlere, şehirlerden metropollere şeklinde
genel bir seyir izler. Göç bir sosyal hadisedir ve hiç bir sosyal olay durup
dururken gerçekleşmez. Bir yerden başka yere, genellikle de halihazırda yaşanılan
yerden/yurttan yaşanılmak istenilen yere/yurda insan transferi diyebileceğimiz göç
olgusu da aynı şekilde durduk yere gerçekleşmez. Bu olguyu hazırlayan insan ve çevre,
iç ve dış kaynaklı bazı şartlar söz konusudur.
Eşyanın tabiatına
aykırı hareket
E
KİŞİSEL İZZET GÜLLÜ
şyanın tabiatı gereği insanoğlu
doğduğu, özellikle de ilk çocukluk
yıllarını geçirdiği, bazı sosyal ilişki
ağları kurduğu, eş, dost ve akraba
dayanışması içinde bulunduğu doğal yaşam
yerini kolay kolay terk etmek istemez. İnsan
ruhu bu yönde bir doğal eğilime sahiptir.
İşte insan bu doğal eğilime rağmen göç eder.
Bunun için ise çok daha önemli nedenleri
olmalıdır. Psikolojik olarak daha güvenli, daha
sıcak, daha uygun olan bu doğal psikososyal
koşulları kişiler daha çok zorlayıcı ekonomik
sorunlar nedeniyle veya bazı zorunluluklar
dolayısı ile terk ederler.
Göç olgusu ve
farklı dinamikler
D
Hacettepe Üniversitesi
Psikoloji bölümünden
mezun oldu.
15 yıldır Malatya Devlet
Hastanesinde klinik
psikolog olarak görev
yapıyor.
Çalıştığı klinikte takriben
yirmi bin saatin üzerinde
bireysel vaka görüşmesi
gerçekleştirerek yoğun
bir klinik birikime /
deneyime sahip oldu.
///
Hiç düşündünüz mü? Neden şehirleşme veya göçler doğudan batıya doğru olur?
Uzmanlar tarafından ‘Sosyal bir hadise’ ya da ‘Eşyanın tabiatına aykırı hareket’ olarak
nitelendirilen göçü ve nedenlerini tüm ayrıntılarıyla bu yazımızda bulacaksınız. İşte
Türk insanının olağan saydığı göç, göçle gelen sıkıntılar ve çözüm yolları...
///
16
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
ünyanın her bölgesinde söz konusu
olabilen göçün zulüm ve baskı,
salgın hastalıklar, kıtlık, kuraklık
gibi kendine has dinamikleri
(değişken nedenleri) olabilmekle beraber
ülkemizdeki göç yaşantısının daha çok
ekonomik nedenli, iş bulma, hayatı kazanma
gibi daha çok maddi sorunlar nedeniyle
gerçekleştiği görülmektedir. Büyük ölçüde
ekonomik nedenlerle gerçekleşen göç hareketi
ekonomik olarak daha gelişmiş illerimize
yönelmiş, kısa sürede bu bölgelerimizdeki
nüfusun artmasına, buna bağlı olarak da insan
ve sosyal odaklı bir dizi sorunların ortaya
çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Yalnızlık ve güven yitimi
Y
ukarıda değinildiği üzere doğal
ve alışılmış, uyum düzenekleri
kurulmuş yaşam yerlerinin terk
edilmesi, kendisi gibi sorunlarının
da büyük olduğu yeni yerleşim yerlerine
gelinmesi demek olan göç yaşantısı sonucu
kişilerin iç dünyalarında kısa süre içinde
baskın hale gelen, bir çok duyguyu ve davranışı
belirleyebilecek bir potansiyel kazanan
duygu yalnızlık ve bunun beslediği güven
yitimidir. Kişiler yeni geldikleri yaşam yerinde
kendilerini onca kalabalığa rağmen yalnız
ve güvensiz hissederler. Trafiğin daha hızlı
akması, binaların daha yüksek ve görkemli
olması, insanların birbirine son derece yabancı
bir biçimde sağa sola koşuşturması bu duygu
ateşinin alevlerini kısa sürede yangına çevirir.
Bu duygu müstakil bir sonuç olarak kalmaz,
kişilerin kendilerine olan güvenlerinde
değişken oranlarda yitime de yol açar. Gerek
içine düşülen yalnızlık hissi gerekse özgüven
kaybı bu kişilerin davranışlarını daha çok
kaçınma ve yaklaşma olmak üzere iki yönde
belirler.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
17
Gelenekçi yan - modern yan
çatışması
Yaklaşma ve
kaçınma döngüsü
B
u iki temel duygunun anlatılan nedenlerle daha
baskın bir hale gelerek ön plana geçmesiyle
bazı davranışları belirlemeye başlar. Bu
davranışlar daha çok “Yaklaşma ve kaçınma”
şeklinde görülür. Kişiler az çok tanıdıkları, yakından
veya uzaktan hemşeri ya da akraba oldukları kişilere
gereğinden fazla güvenme ihtiyacı içine girerler. Bu
duygusal ihtiyaç davranışları gereğinden fazla güvenme
anlamına gelebilecek bazı riskli ve suistimale açık
davranışlarına yöneltir. Böylece ortaya, “Güvendik hata
ettik, dost kazığı, sırtını dönmeyeceksin” tabirleriyle
dile getirilen yığınla hayal kırıklığı çıkabilir. Yine sözü
edilen duygular hiç tanışık olunmayan kişilerden
aşırı tedirgin bir biçimde uzak durma, genellikle de
kabuğa çekilme davranışlarına neden olabilir. Bu
aşırı güvensizlik ve kabuğa çekilme davranışları bazı
fırsatların kaçırılmasına, yeni gelinen yerden kısa
sürede soğumaya, eskiye özlem duymaya, hatta zaman
zaman duygu durum sorunlarına, özellikle de aile içi
problemlere yol açabilir.
Hemşerilik bağları ve
kapalı devre ilişkiler
K
işiler aynı sosyal ve kültürel geçmiş
havuzunda yıkandıkları için belli davranış
kalıplarını az çok yordayabildikleri, dolayısı ile
hiç tanımadıkları kişilere göre daha güvenilir
buldukları hemşerileriyle yakın bağlar kurmak için
arayışlara girişebilirler. “Şu bakkal da sizin oralı, iki
sokak ötede sizin oralı bir manav var” türü bilgilerin
yönlendirmesiyle kısa sürede bu kişilerle irtibata
geçebilirler. İrtibata geçilen bu kişilerden haliyle daha
fazla hemşeriye ulaşılır. Özelikle erkekler hemşerilik
bağı içinde bulundukları kişilerle görünüş itibariyle yeni
ancak özünde eski gelenekçi öğelerle örülü bir ilişki ağı
içine girerler. Böylece her ne kadar yaşam yeri değişmiş
olsa da yaşanılanlar büyük ölçüde aynı kalmaya, eski
adet ve gelenekler aynı hızla yaşatılmaya devam eder.
Bu süreç kendi içinde kümeleşmelere, bir çok alt kültür
gruplarının oluşmasına yol açar. Bu sonuç, diğer kültür
kümelerine karşı ön yargıların ve bazı olumlu yahut
olumsuz duyguların oluşmasına da neden olur.
18
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Y
eni yaşam yerinde eski geleneksel öğelerin
olanca hızıyla hüküm sürdüğü bu ailelerde
yetişen çocuklar büyük bir kültürel şok
ve adaptasyon sorunu yaşayabilirler. Bazı
konularda geleneksel davranışlar, bazı konularda
çevredekilere benzer davranışlar sergileyebilirler.
Bu gelensel tipli ve gelenek dışı davranış değişkenliği
iç dünyalarında bir dizi çatışma ve buhranlara kapı
arayabilir. Sözgelimi modern görünmek istedikleri
halde başlarını kapatabilirler. Makyaj kullanma, şık
giyinme ihtiyacı duydukları halde evinden haftada en
fazla bir kere dışarıya çıkmak zorunda kalabilirler. En
azından bazı konulardaki hızlı kültürel dönüşüm aile içi
baskıların aniden artmasına, geleneklerin kaybolmaya
başlaması riskinin tetiklediği bir katı baskıya yol açabilir.
Yetişkinler yeni yerde eskiyle uyumlu yaşayabilmeyi
büyük ölçüde başarabilirler. Lakin aile ortamında
ebeveynlerle çocuklar arasında “Kuşak çatışması”
dediğimiz sorunların daha fazla yaşanması söz konusu
olabilir. Aileler çocuklarına, bozucu etkinin daha az
bulunduğu geçmiş dönemlerde etkili olabilmiş çocuk
yetiştirme formülleriyle yaklaşabilirler. Bu eski usül
yeniyi görmüş kuşağın bünyesi tarafından kısa sürede
reddedilebilir. Bu sürecin sonunda aileler büyük bir
çaresizliğin içine düşebilir. Bu ve benzeri nedenlerle
ortaya çıkan aile içi sorunlar/çatışmalar göç etmiş
ailelerin çocuklarını sokaktaki suç şebekelerine daha
açık ve eğilimli bir hale getirebilir.
Peki çözüm ne olabilir?
B
u aslında doğal bir süreçtir, bir biçimde
yaşanacaktır. Ancak bu süreç bazı
uygulamalarla daha da hızlandırılabilir.
Böylece pek çok ailenin bu çalkantılı geçiş
sürecini daha kolay aşması, daha az bedelle atlatabilmesi
sağlanabilir. Bunun için her mahalleye rutin bir
biçimde psikolojik eğitim programlarının uygulandığı,
bunun düzenli bir müfredat halinde sürdürüldüğü
bazı danışmanlık merkezleri açılabilir. Okuma yazma
seferberliğine benzer biçimde her mahallede “Uyum
seferberliği” adı altında psikoloji içerikli eğitim
programları açılabilir. Bu konularda bilgi, öngörü ve
farkındalık kazandırabilecek kitapçık ve dökümanlar
hazırlanabilir, bunlar göç etmiş gelmiş ailere ücretsiz
olarak dağıtılabilir. Sosyal hizmet uzmanlarının ve
psikologların bu aileleri sık sık ziyaret etmesi, sorunları
sıcağı sıcağına ve yerinde görmesi, ailere yerinde bireysel
ve ailevi danışmanlık hizmeti sunması sağlanabilir.
Böylece bu ailelere yalnız olmadıkları, devletlerinin her
türlü yolla sahip çıktığı duygusu verilebilir. Bu duygu
güvensizlik ve özgüven yitimine de panzehir olabilir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
19
Bipolar
Duygulanım Bozukluğu ya da
Manik Depresif Psikoz
///
19. yüzyılda Alman doktor Emil Kraepelin tarafından tanımlanmıştır. Hastalık iki uçlu duygu durum bozukluğu, iki uçlu mizaç
bozukluğu, bipolar duygulanım bozukluğu, bipolar bozukluk, psikoz manik depresif-PMD, mani olarakta bilinir
///
Neden
bipolar olarak
adlandırılır?
Bilinen formuyla bipolar bozukluk
hastanın duygulanımı mani
dönemlerinde neşe, depresyon
dönemlerinde ise umutsuzluk ve
çökkünlükle karakterizedir. Yıl içinde
mevsimle de bağlantılı olarak ataklar
ortaya çıkar. Bu atakların arasında ise kişi
normal hayatına döner. Bazı hastalarda
belirtiler çok belirgin gözden kaçmayacak
kadar şiddetli iken diğer bazı hastalarda
belirli belirsiz duygusal dalgalanmalarla
gider ve bu hastalar sıklıkla gözden
kaçar. Bazı hastalar neşe ve durgunluk
dönemlerini ayrı ataklar halinde yaşar.
Bazılarında ise neşeli ve üzgün dönemler
ya da sıkıntı ve taşkınlık durumları bir
aradadır.
KİŞİSEL SİBEL MERCAN
Psikiyatrist,
Psikoterapist
20
Hacettepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi’ni 1991
de tamamladı. Aynı yıl
yine Hacettepe
Üniversitesi Tıp
Fakültesi Psikiyatri
bölümünde ihtisasa
basladı.1996 yılında
uzman oldu.
1996-1997 yılları
arasında Amerika’da
bulundu.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Toplumda ne sıklıkta
görülür?
Toplumda görülme sıklığının yüzde 1–2 olduğu
söylenmektedir. Ancak bipolar bozukluğun hafif
belirtilerle seyreden, takıntılar ya da panik atak gibi
mani döneminde farklı belirtiler gösteren (tip 2,
siklotimi ve atipik formlar) hastalarda dahil edildiğinde
toplumdaki sıklığının yüzde 5–8 dolayında olduğu
söylenebilir. Bu akademik çalışmaların gösterdiği yüzde
1-2’nin oldukça üzerinde bir rakamdır. Kadınlar ve
erkeklerde eşit oranlarda görülür. Hastalık genelde 20’li
yaşlarda başlar. Ancak başlangıcın bu yaşlarda olması
şart değildir. Küçük çocuklardan 50–60 yaşını geçmiş
yetişkinlere kadar değişik yaş gruplarında görülme
olasılığı vardır.
Hastalık nasıl ortaya
çıkar?
Hastalığın başlangıcı ve seyri hastaya göre çok değişiklik
gösterir. Eğer hastalık depresyon ile başlarsa tanı
koymak güçtür. Birçok hasta depresyonla başvurarak
antidepresan ilaç kullanımına başlar. İlaçların kısa süreli
ya da uzun süre kullanımı ile hastalığın mani ya da
hipomani belirtileri ortaya çıkar. Eğer neşe ve taşkınlık
belirtileri belirgin ise kolayca bipolar tanısı alır ama
hastada neşe yerine sıkıntı ya da kaygı belirtileri ortaya
çıkmışsa hastalık sıklıkla fark edilmez, yanlış tanı alarak
yanlış tedavi uygulanır. Bunun sonucunda hastalık daha
karmaşık bir hal alır. Hastalığın ortaya çıkışı sıklıkla
kişinin meslek ve eş seçimi dönemine rastlar ve kısa
sürede tanı konulup önlem alınmazsa kişinin hayatında
önemli sekeller bırakır. Hastalığın başlangıç belirtisi
genelde nedir?
Hastalık genelde uykusuzlukla başlar. Sık gördüğümüz örneklerden biri üniversiteye hazırlık, evlilik,
doğum gibi stresli yaşam olaylarının olduğu dönemlerde genetik olarak bipolar hastalığa yatkınlığı
olan kişilerin stresle ve hormonal dalgalanma ile tetiklenen ataklarının ortaya çıkmasıdır.
Örnekler ne olabilir?
Hayali bir hastalar üzerinde süreci şöyle
anlatabiliriz:
Mehmet üniversite sınavına hazırlanıyordu.
Sınavla ilgili yoğun kaygıları vardı. Gece uykuları,
iştahı bozulmuştu. Dikkatini toplayamıyor,
okuduğunu anlayamıyordu. Nedensiz yere
hüzünleniyor ve ağlamaya başlıyordu. En ufak
bir şeye sinirleniyor, birisi iyi bir şey bile söylese
yanlış anlıyordu. Kız arkadaşı ile görüşmek
istemiyor eskiden zevkle yaptığı halı saha maçları
ya da arkadaşları ile yaptığı sohbetler canını
sıkıyordu. İnternete girmek istemiyor girse de
zevk almıyordu. Son zamanlarda ölümü sık
düşünmeye başlamıştı. Zaten mutsuzdu, yaşamın
ne anlamı vardı. Bazen “acaba evdeki ilaçların
hepsini içsem, bitse her şey, uyur bir daha
uyanmam” gibi hayaller kuruyordu. Annesine
uykusuzluğundan bahsettiğinde annesi eczaneye
gidip bir uyku ilacı alıp gelmişti. İlacı aldıktan
sonra 1–2 gün içinde aşırı bir sıkıntı hissetmeye
başladı, uykusu iyice gitmişti ama kendisini aşırı
enerjik hissetmeye başlamıştı. Eve sığamıyordu.
Kendisini çatlayacak kadar sıkıntılı hissediyordu.
Öfkesini kontrol edemiyor sokakta yan bakana
bağırmaya başlıyordu. Arkadaşları ile buluşuyor, ama onuncu dakikada yerinde duramıyor, koşup oradan çıkmak
istiyordu. Hiç bir şeyi umursamaz olmuştu. Cebindeki tüm parayı ihtiyacı var diye dilenciye vermiş ve cebinde eve
dönecek para bulamamıştı. Düşünceleri çok hızlanmıştı, takip edemiyordu. Konudan konuya atlıyor, belli bir konuda
odaklanamıyordu. Ani bir kararla ilaçları aldı ve intihara kalkıştı. Aile durumu fark edip acile getirdiğinde psikiyatrik
değerlendirmede hastanın bipolar bozukluk olduğuna karar verildi.
İkinci örnek
İkinci bir örnek Ayşe Hanım, evli, ev hanımı, iki çocuğuyla ve kocasıyla yaşıyor. Genelde uyumlu olmakla beraber
mevsim dönümlerinde ilkbahar ya da sonbahar aylarında uykuları bozuluyor. 2–3 gün uykusuzlukla beraber
davranışları da değişiyor. Kendini çok iyi hissediyor. Her zamankine göre daha güzel olduğunu düşünüyor, daha
renkli giyinmeye, daha fazla makyaj yapmaya başlıyor. Çarşıya çıktığında çok rahat para harcıyor, bazen ihtiyacı
olmasa da gözüne takılan şeyleri alıyor, kredi kartlarını sonuna kadar kullanıyor, cebindeki tüm parayı harcıyor.
Erkekler daha çok dikkatini çekmeye başlıyor. Cinsel isteği ve talepleri çok artıyor. Bazen kocası bundan yakınıyor.
Kocasını çok sevmesine rağmen bu dönemde diğer erkeklerle de flört edebiliyor. Böyle bir dönemde bir keresinde
yolda hiç tanımadığı bir adamın arabasına binmiş, adamın adını bile sormadan onunla beraber olmuş. Bu dönem
geçip eski haline döndüğünde bu yaptığını hatırlayıp aşırı suçluluk duyuyor. Çok fazla konuşuyor ve etrafındakiler
bundan rahatsız oluyor.
>>
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
21
>>
D
ikkati çok dağınık, düşünceleri çok
hızlanmış. Bazen etrafındakilerden
rahatsız oluyor. Kendisini çekemediklerini,
kıskandıklarını, onlardan üstün
olduğunu fark ettiklerini belirtiyor. Hasta kendisinin
rahatsızlığını kabul etmiyor, bunun bir rahatsızlık
olduğunu düşünmüyor. Babaannesi ve halasında
da çeşitli psikiyatrik sorunlar olmuş. Ne olduğunu
bilmiyor. Atakları ilk defa ilk doğumunu takiben
başlamış ve her mevsim dönümünde tekrarlıyor ve
birkaç içinde kendiliğinden geçiyor. Kendisi bu neşeli
ve mutlu dönemlerini seviyor ve değişmek istemiyor.
Bu nedenle doktora başvurmuyor. Kredi kartları
nedeniyle eve haciz geldiğinde kocası durumu fark
ediyor ve psikiyatrik yardım istiyor. Diğer bir hayali
örnek; Ahmet Bey orta yaşlı bir iş adamı, üçüncü
karısı ile evliliğini sürdürüyor ve diğer evliliklerinden
birer tane olmak üzere dört çocuğu var, meslek
hayatı çok dalgalı. Bazen büyük riskler alıyor, fazla
düşünmeden aldığı ani büyük riskler bazen başına
iş açıyor. Özellikle mevsim dönümlerinde kendisini
farklı hissediyor. Hep iki farklı Ahmet olduğunu
söylüyor. Mutsuz ve umutsuz olan Ahmet Bey, durgun,
üzgün, kendini değersiz hissediyor ve yaşamdan zevk
almıyor. Özellikle kış aylarında böyle hissediyor. Neşeli
Ahmet Bey ise çok enerjik, kendine çok güveniyor,
çapkın, çok para harcıyor, aşırı alkol alıyor, kural
tanımıyor, hızlı araba kullanıyor, çok borçlanıyor,
çok yardımsever, çok konuşuyor ve şakacı yapmayı
seviyor. Bu dönemler genelde uykusuzlukla geliyor,
yazın son ayları başlayıp kışa kadar devam ediyor.
Kışın gelen durgunluğun ardından baharın gelişi
ile tekrar başlıyor. Yakın arkadaşları ile sürekli ilişki
sürdüremiyor. Bu iki Ahmet’e katlanamıyor hiç kimse.
Bu nedenle iki evliliğini sürdürememiş, iş hayatında
da büyük sıkıntıları olmuş. Bir seferinde kendisine ait
bir daireyi çok düşük bir fiyata tanımadığı bir adama
devretmiş. Çok düşünmeden yaptığı iş anlaşmaları
nedeniyle işyerine senetler çekler geliyor. Ailesi bunu
kontrol edemiyor ve borçları ödemekten aileden
kalma mallarının çoğunu yitirmişler. Alkollü araç
kullanmaktan ve aşırı hızdan trafikte yakalanmış ve
polis tarafından muayene için gönderilmiş.
Bu örnekleri artırmak mümkündür.
22
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Hastalık
her hastada
aynı şekilde mi
görülür?
Hastalığın belirtileri, süresi ve şiddeti
kişiden kişiye değişir. Bazı hastalarda mani
bazılarında ise depresyon daha baskındır.
Bazen de mani ve depresyon eşit oranda
görülür. Ataklar birkaç günden birkaç aya
kadar değişir. Özellikle tedavi edilmediğinde
uzun sürer. Hastalar yaşamları boyunca
ortalama 10 atak geçirirler ancak bundan
az veya fazla sayıda atak olabilir. Atak sayısı
arttıkça ataklar arasındaki süre kısalır.
Bir yıl içinde dört veya daha fazla sayıda
atak olduğunda hızlı döngülü mani olarak
adlandırılır.
Hastalık neden
ortaya çıkar?
Bu hastalığın nedeni de tam olarak
bilinememektedir.
Diğer
psikiyatrik
hastalıklarda olduğu gibi biyopsikososyal
olduğu düşünülür. Yani genetik yapı,
kişinin ruhsal gelişimi ve çevresel stres
kaynakları hastalığın ortaya çıkışında rol
oynar. Psikiyatrik hastalıklar içinde genetik
geçişi en belirgin olan hastalıklardandır.
Hastaların yüzde 50’sinin anne veya
babasında aynı hastalık olduğu tespit
edilmiştir. Bu hastaların kan bağı olan
birinci derece akrabalarında bipolar
hastalık ya da depresyon görülme oranı
normal topluma göre daha sıktır. Akrabalık
derecesi azaldıkça risk azalmaktadır.
Örneğin hastanın kuzeninin aynı hastalığa
yakalanma riski kardeşine göre daha
düşüktür. Fiziksel muayene sırasında,
yapılan manyetik rezonans ya da bilgisayarlı
beyin tomografisi görüntüleri ve EEG
bulguları genelde normal sınırlardadır.
Doğum sonrası hastalığın aktive olması
hormonal değişikliklerin de rolü olduğunu
düşündürmektedir.
Bipolar
bozukluk
tek başına ortaya çıkabileceği gibi başka
bedensel hastalıklar ya da ilaç kullanımı
sonucu da gelişebilir. Kafa travması, epilepsi
hastalığı, multiple skleroz gibi hastalıklarda
ya da uzun süre kortizon kullanımı bipolar
hastalığın ortaya çıkışını tetikleyebilir.
Hastalığın belirtileri nelerdir?
Bipolar hastalığın mani ya da hipomani döneminde aşağıdaki belirtilerden birkaçının bulunması yeterlidir:
Konuşmada aşırı artma, konuşmanın bölünememesi, hızlı konuşma Enerji artışı, kolay yorulmama, az uyuma
Cinsel istek ve aktivitede artma
Aşırı para harcama Riskli davranışlar içine girme, (kumar, aşırı alkol, hızlı araba kullanma gibi) Aşırı neşelenme veya aşırı sinirlilik Kendine aşırı güven, kendini büyük ve önemli biri olarak görme
Dikkatin çabuk dağılması, odaklanamama
Muhakeme yeteneğinde bozulma, düşüncede hızlanma Hastalığı kabul etmeme Bu belirtilerin tek başına bulunması bir anlam ifade etmez tanı koyabilmek için birkaçının bir arada olması ve bir
süredir devam ediyor olması gerekir.
M
ani atağı uykusuzlukla başlar. Kişi kendini aşırı iyi hisseder, dikkati çok artmıştır, kendine çok
güvenmektedir ve sosyal ilişkileri kolayca kurar hale gelmiştir, çevredeki insanlara sataşma, laf atma
sıktır. Başkalarının konuşmalarına katılır çevredekileri bu nedenle rahatsız eder. Duygulanımda
kişinin kendisini iyi hissetmesinin yanında ani duygu değişmeleri ve dengesizlik sıktır. Hasta
gülerken aniden ağlamaya veya bağırmaya başlayabilir. Davranışlar kontrolsüzdür. Toplum kurallarını hiçe sayar.
Karşı cinse sakıntılık edebilir, trafik kurallarını hiçe sayabilir. Aşırı para harcama, aşırı makyaj yapma, göze çarpan
giysilerle dolaşma olabilir. Hasta ödeyemeyeceği borçlar altına girebilir, kredi kartlarını sonuna kadar kullanabilir.
Yine kontrolsüz şekilde kumar oynayabilir. Gayrimenkullerini yok pahasına satmaya veya başkalarına bağışlamaya
kalkabilir. Bazı hastalar kendilerini kontrol edebilmek için alkole yönelir. Bazen kişi gerçek hayatla ilgisini koparıp
hayal dünyasında yaşamaya başlayabilir. Bu durumda şizofreniden ayrımı güçtür. Bazı bedensel hastalıklar ve
ilaç kullanımlarında da benzer tablolar ortaya çıkabilir bunların ayrımı gerekir. Hastalar genelde hastalıklarının
farkında değildir ve bu nedenle doktora gelmek istemezler. Bu belirtilerin daha hafif ya da az sayıda olması
durumunda hipomaniden söz edilir. Daha az göze batar ve tanısı daha geç konur. Hastalar genelde durumlarından
memnun oldukları için tedavi olmayı reddederler. Az uyuyup kendilerini çok enerjik hissettiklerinden, yaratıcı ve
özgüveni artmış olduğundan bunun bir hastalık olabileceğini kabul etmezler. Ancak hastalık kontrolden çıktığında
kişiye zarar vermeye başladığında yardım isteği ile gelirler.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
23
Bipolar hastalık nasıl
tedavi edilir?
Bipolar hastalıkta
görülen depresyon
belirtileri nelerdir?
Bipolar hastalarda görülen depresyon belirtileri diğer
depresyon ile aynıdır. Aradaki tek fark bu hastalarda
depresyon ataklarından
başka mani ataklarının da
görülmesidir.
Bipolar
hastalıkta
ataklar ne
kadar sürer?
Bipolar hastalıkta ataklar
tedavi edilmediği takdirde
genelde üç ay içinde
kendiliğinden düzelir. Tedavi
ile hastaların çoğu birkaç ay
içinde normal hayatlarına
dönerler. Bununla birlikte
hastalığın tekrarlama şansı
yüksektir. Ataklar arası
iyilik dönemlerinin süresini
kestirmek zordur. Birkaç
ataktan sonra genelde aradaki süre kısalır. Ortalama
beş ataktan sonra ataklar arası süre sabitleşir ve genelde
6–9 aydır. Hastalığın seyrinin nasıl olacağını önceden
belirlemek zordur. Hastalık çok geniş bir yelpazede
kendini gösterir. Hayatı boyunca tek atak geçiren
hastalar yanında gün içinde maniden depresyona
dönen hızlı döngülü hastalara da rastlanır. Bazı hastalar
depresyona girmeksizin sadece mani atağı geçirir (yüzde
10-20). Geriye kalanlarda mani atağı depresyonla
birliktedir. Hastalık erken yaşta başlamışsa ya da ailede
bipolar öyküsü varsa hastalığın tekrarlama olasılığı
fazladır.
24
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Bipolar hastalığın tedavisi psikiyatrik hastalıklar içinde
ayrı bir öneme sahiptir. Koruyucu tedavinin uygulandığı
tek hastalıktır. Tedavi iki aşamalıdır. Birincisi var olan
atağa yönelik depresyon ya da mani tedavisi, ikincisi ise
atakların tekrarlamasını önlemeye yönelik koruyucu
tedavidir. Koruyucu tedavinin önemi büyüktür. Her bir
atak hastanın hayatından 6–9 ay çaldığından koruyucu
tedavi ile atakların önlenmesi hastanın hayatında
önemli değişikliklere yol açar.
Örneğin ataklar nedeniyle okula devamsızlık nedeni
ile okul başarısında düşme, aile içi sorunlar nedeni
ile eşlerin arasının açılması veya boşanmalar, işini
kaybetme, büyük
borçlar altına girme
görülebilmektedir.
Hastalar yılda
bir veya daha
fazla sayıda atak
geçiriyorsa koruma
tedavisi gereklidir.
Koruyucu tedavide
Lityum tuzu ya
da epilepside
kullanılan
antiepileptik
ilaçlardan
yararlanılır. Bu
ilaçların önemli
özelliği belli kan
seviyelerinde
etkili olmalarıdır.
Belli değerlerin
altında olduğunda
ilaçların koruyucu
etkisi olmamakta,
bu değerlerin
üzerine çıkıldığında yan etkiler ortaya çıkmaktadır.
Bu nedenle bu ilaçların düzenli olarak kullanılması ve
belli aralıklarla kan kontrollerinin yapılması şarttır.
Bu hastalıktan dolayı ölüm depresyon ve buna bağlı
intihar nedeniyledir. Koruyucu tedaviye devam
ederek, bu risk azaltılabilir. İlaç tedavisine ilave olarak
psikoterapi önemlidir. Düzenli ilaç kullanarak ve doktor
kontrolünde kalarak hayatını normal şekilde sürdüren
çok sayıda hasta vardır. Bu hastalıktan şüphe edildiğinde
doktora başvurmak ve tedavi altına alınmak yaşam
kalitesini artırmak ve olası riskleri önlemek açısından
hayati önem taşımaktadır.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
25
Riski bilerek
almadım
YÜZ YÜZE BİROL GÜVEN
Ve biz
radyatörlü evlerimizde
yalnızlaştık
“
Eskiden insanlar birbirlerinin psikoloğuydular
ama şimdi hepimiz yalnızız, ama konforluyuz .
Şimdi işte psikologlar daha çok lazım
B
“
irol Güven Türkiye’nin en başarılı yapımcılarından. Aynı zamanda senarist ve
yönetmenlerinin başında. Çocuklar Duyasın adlı dizi ile adını sıkça duyduğumuz
Birol Güven hakkında merak ettiğiniz her şey burada klişe satırını yazmayacağız.
Güven’in cümleleri bile hayatımızı şekillendirmeye yetebilir; 1”Benim için de yazılmış
bir senaryo var onu oynuyorum”, “Araştırarak sonuca varıyorum”, “Hayatta hep bir maske ile
çıkıyoruz” gibi…
Belki de buraya naklettiklerimizi, aşağıda yazdıklarımız toparlayacaklar diye düşünüyoruz…
Her şeyi
o çocukluğuma
borçluyum
Türk usulü spot
-Zorlu bir çocukluk dönemi geçirdiğinizi
biliyoruz . Bu dönemleri atlatıp başarıyı
yakalama sürecinizi sıkı çalışma ve deneyimler
olduğunu söyleyebilir miyiz?
Küçük küçük yazılar yazıyordum, bir vesileyle
Yavuz Turgul ile tanıştım. Kendisi çok meşgul
olduğu için, “Seni Gani (Müjde) ile tanıştırayım”
dedi. Daha sonra bir dostluğumuz başladı ve
yazmaya başladık birlikte.
Aslında çok muhteşem ve güzel bir çocukluk
dönemi geçirdim. 80’ler dizisinde işleyeceğimiz
gibi bir mahalle duygusu içerisinde, sokaklarda
büyüdüm. Bir şansım daha olsa yine aynı çocukluğu
yaşardım. Hava kararana kadar sokaklarda top
oynayan bir çocuktum. Çok özel bir çocukluğum
oldu gerçekten. Belki de her şeyi o çocukluğuma
borçluyum.
Şans – Çalışma - Kader üçlüsü için ne
düşünürsünüz ?
Herkes için yazılmış bir senaryo olduğunu
düşünüyorum. Bu senaryo içerisinde tesadüfler
var, belki biz tesadüf ismini veriyoruz hayatın akışı
içinde. Ama ben onu bir senaryonun uygulanışı
olarak görüyorum . Benim için de yazılmış bir
senaryo var onu oynuyorum.
26
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
- Gani Müjde ile tanıştınız ve kendinizi senaryo
yazarlığında buldunuz. Nasıl gelişti olaylar biraz
anlatır mısınız?
-Ayrılsak da Beraberiz, Papatyam , Çocuklar
Duymasın gibi çok başarılı projeler sonucunda
MinT kuruldu ve devamında yeni projeler.
MinT’DEN bahseder misiniz biraz?
Made in Turkey cümleciğinin kısaltılmış hali
MinT. Biz bu işlere başladığımız zaman format
yapılıyordu. Yani dışarıdan senaryolar alınıp Türk
versiyonu yapılıyordu. Acaba bunu kendimiz özgün
olarak yapabilir miyiz diye hareket ettik. Yani Türk
usulü spot yapabilir miyiz diye yola çıktık ve oldu
gerçekten. Bugün belki bu ismi koymazdım ama o
günün şartlarında koyulmuş duygusal bir isimdir,
anısı var dolayısıyla artık markamız oldu.
- Risk başarının anahtarıdır derler.
Hayatınızda hatırladığınız en büyük
risk neydi?
Risk ve başarı kardeştir. Ben genelde riskli
işler yapıp da başarılı olmuş birisi değilim .
Ama başka bir açıdan bakıldığında yaptığım
işleri şöyle değerlendiriyorum. Başardım
çünkü başaramayacağımı bilmiyordum.
2002 yılında Çocuklar Duymasın’ı, toplam
21 günde yaptık. Bugün mesela aynı süreç
bir yıla çıktı. Biz de, seksenler dizisi için bir
yıldır çalışıyoruz . 2002 yılında, 21 günde bir
dizinin yapılamayacağını bilmiyordum ve
bilmediğim için de yaptım. Bugün biliyorum
ve yapmıyorum. O günün şartlarında 21
günde dizi yapmak çok riskliydi. Ben o riski
aldım, ama bilerek almadım …
-Çocuklar Duymasın ve diğer projeleriniz
de her daim bir psikoloji anlatımı var. Bu
konuları(psikolojik) çevrenizi ve aileleri
gözlemleyerek mi yapıyorsunuz?
Aslında yazdıklarımın bilimsel bir temeli
yok. Ama bana amatör psikolog ve sosyolog
diyorlar. İnsan ilişkilerine dayalı kalabalık bir
ailede, mahallede, sokaklarda büyüdüğüm için
insan odaklı bir yaşantım oldu. Hep insanlarla
iç içe yaşadım zamanla bu bir meraka
dönüştü ve şu anda herhangi bir konuyu
yazarken biraz araştırma da yapıyorum. Tabi
ki derinlemesine bir araştırma yapmıyorum.
Çünkü televizyonda bir karşılığı yok. Daha
yüzeysel çabuk anlaşılabilen araştırmalardan
faydalanıyorum .
-Psikoloji ile ilgili kitaplardan
faydalandınız mı?
Psikoloji ile ilk tanışmam ODTÜ yayınlarının
“Psikolojiye Giriş” kitabı ile oldu. O kitabı
birkaç kez okudum. Onun dışında beni
etkileyen bir yazar da Jülide Sevim’dir.
Senaryo yazarken bir sorun atıyorum ortaya
ve onun çözümlerini araştırarak sonuca
varıyorum .
-Çocuklar Duymasın’ da Meltem sayesinde
insanlar psikoloğa ısındılar diyebilir miyiz?
Bizim eskiden mahallemizde bir sobamız
vardı. Onun etrafında oturup sohbet
ederdik. Fakat modern yaşam bizi kalorifer
ile tanıştırdı; ve biz radyatörlü evlerimizde
yalnızlaştık. Eskiden psikologa ihtiyacımız
yoktu, şimdi var. Psikoloğa ihtiyacımız
olmayan yılları şimdi seksenlerde anlatıyoruz.
Çocuklar Duymasın’da ise, psikoloğa ihtiyacı
olan insanların kurgulamasını izleyebilirsiniz.
Eskiden insanlar birbirlerinin psikoloğuydular
ama şimdi hepimiz yalnızız, ama konforluyuz
. Şimdi işte psikologlar daha çok lazım.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
27
-Siz de aileniz ve çocuklarınız için uzman desteğine
başvurdunuz mu?
Gerçeğin
ta kendisi mutfak
Gurmelik palavra
bir meslek
-Meltem ve Halukla birlikte aile bireylerinin
yaşamına ‘mutfak’ kavramını kattınız.
Senaryoyu yazarken bu kadar etkili olabileceğini
düşündünüz mü?
-Birçok psikolojik vakanın köküne inildikçe aileden
gelen sorunlar çıkıyor ortaya. Belki de zamanında her
şey çocukların yanında söylendiği için olabilir mi?
Yok hayır. Bunu yazmamızın nedeni; bir çocuk faşizmi
yaşıyoruz. Yani çocukların odak olduğu bir aile, çocuğun
dediği oluyor aslında. Tatile giderken çocuklar mutlu
olsun diye gidiliyor. Tabi modern kentli ailelerden
bahsediyorum. Değerli bebekler bunlar. Proje bebek
diyebiliriz. Her şey onlara göre tasarlanıyor, Nihai hedef
“Aman onlar mutlu olsun”. Dolayısıyla zaman zaman
bir mutluluk oyunu oynamak gerekiyor. Karşılarındaki
“Aman onların psikolojisine bir zarar gelmesin”. Bu
anlamda salon bir tiyatro sahnesi ise mutfak kulis, yani
orada hazırlanıp sahneye çıkıyorlar sahnede bir rol
yapıyorlar ama gerçeğin ta kendisi mutfak.
-Haluk karakteri tam Türk aile yapısına uygun
bir model. Bu karakteri oluştururken nereden
esinlendiniz ?
Ortalama her Türk erkeğinde biraz Halukluk var.
Yüzde yüz Haluk yok tabi ki. O benim uydurduğum
bir karakter ama ben dahil hepimiz biraz Halukuz.
Meltemde yok aslında, tam ideal bir kadın, modern bir
insan. İkisinin arasında Türk insanı ile modern hayat
arasındaki mücadeleyi izleyebilirsiniz.
-Çocuklar neden duymasın?
Çocuklar hayatın yükünü kaldıramayabilirler. Çocuklar
duysun tabi ama ne zaman duysun? Geçenlerde şöyle
bir tespitim oldu; annemin bir ameliyatı söz konusuydu,
stent takılacak ve kararlar vermemiz gerekiyor. Ama o
süreci annemden saklıyoruz. Yıllarca biz üzülmeyelim
diye, o bizden bir şeyler sakladı. Şimdi o yaşlandı ve
biz artık ondan bir şeyler saklamaya başladık. Hayatın
ilginç bir yanı bu olsa gerek. Önce çocuklardan bir şeyler
saklanıyor ki doğru veya yanlış olması benimle ilgili
değil sonuçta eğitici değilim. Ben toplumda gördüğümü
resmediyorum. Daha sonra çocuk büyüyor ki bence
çocuğun gerçekten büyüdüğü yaş, yavaş yavaş anne
babasından bir şeyler saklamaya başladığı yaştır. Ve
çocuk anne babası ile ilgili kararları onlardan saklıyor.
İşte gerçek büyüme budur hayatın zorlukları artık sizin
üzerinizdedir. Sanırım bu bir süreç onlar sorunları bize
yaşatmıyor sonrada borcumuzu ödüyoruz ve biz de
onlara yaşatmamaya çalışıyoruz.
28
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Tabi bu benim alanım değil ama bir gözlemimden
bahsetmek istiyorum. İnsanın beğendiği yemek
annesinin yemeğidir ve gittiğimiz lokantalarda aslında
farkında olmadan annemizin yemeğine yakın olup
olmadığını test ederiz. Bu iyidir bu kötüdür diyemeyiz
ki. Yemeğe bu çok kültürel, alışkanlıklara göre
değişebilecek bir konu o yüzden gurmeliği palavra bir
meslek olarak görürüm. Benim için dünyada tek bir
kriter var, bir yemek benim çocukluğumda yediğim
yemeğe benziyorsa ben ona güzel diyorum. Bu açıdan
bile bakıldığında her şey çocuklukta şekilleniyor. Bunu
dışında benim alanım olmadığı için yanlış bir şeyde
söylemek istemem.
-Türk aile yapısını bu günümüz şartlarına göre nasıl
yorumluyorsunuz?
Bu yorumu seksenler dizisinde ortaya koyacağız
diyebilirim. Seksenlerde şöyle bir çalışma yapıyoruz.
Eskiden hiçbir şeyimiz yoktu ama daha mutluyduk.
Şimdi her şeyimiz var ama mutlu değiliz. Ben bunun
bir realite olduğunu düşünüyorum ve bunu yansıtmaya
çalışacağız. Bu benim tespitimdir neden böyle olduğu
da psikologların, sosyologların sorunudur. Ben nedenini
bilemem gördüğümü yazıyorum. İnsanlar şu anda
daha yalnız, daha konforlu bir yaşamı var ama daha
mutlu değiliz. Böyle konuşmak bir yaşlılık belirtisi de
olabilir itiraz etmem, Ama şu anda benim hissiyatım ve
gözlemim bu.
Doktorluk
yapıyoruz
-Televizyonun insanlar da özellikle de çocuklar da
ciddi bir psikolojik etken olduğu gerçek. Yapımlarınız
da buna ne kadar dikkat ediyorsunuz?
Tabi ki dikkat etmeye çalışıyoruz. Ben
televizyoncularında bir Hipokrat yemini olması
gerektiğini düşünüyorum. Çünkü televizyon toplum
üzerinde çok etkili ve bence doktorluk yapıyoruz ve
televizyoncu ve yapımcılar bir doktorluk yaptıklarının
farkında değiller çünkü bu mesleğin etik kuralları
yazılmadı. Biz yaptığımız işlerle bu kuralları yazmaya
başladık belki de ileride yaptıklarımız ve söylediklerimizi
toparlayacaklar diye düşünüyorum.
Çocuklar için birkaç kere gittik Yankı Yazgan hocaya
gittik. Kendisi aynı zamanda dostumuz olduğu için bize
yol gösterip yardımcı oluyor. Tabi bu konuda ne yazık ki
disiplinli değiliz düzenli gitmedik başımız sıkıştığında
Yankı hocayı ararız ama.
Herkes
seksenler yolundan
geçmiş
-Evet çok merak edilen Seksenler ! Fikir nereden geldi?
1964 doğumluyum ve o döneme karşı böyle artan bir
özlem duyuyorum. Oturduğumuzda böyle o şarkıları
dinliyoruz, eski oturduğum mahalle ortamını evimi
özlüyorum sobayı özlüyorum. Ve baktım; bu çok yaygın.
Şu anda Türkiye’nin kanaat önderleri her kesimde;
hakimi, siyasetçisi, tüketicisi reklamcısı, akademisyeni,
işçisi; herkes seksenler yolundan geçmiş. Şu an canlı
bu yani tarih değil aslında seksenler konusunda herkes
uzman. Bir dönem dizisi yapmıyoruz aslında. Herkesin
yaşadığı bir dönemi ekrana getiriyoruz. Çok ilgi
göreceğini düşünüyoruz. Bir anne çocuğuyla izlerken;
“Bak benim saçım böyleydi, biz bu oyunları oynuyorduk”
diyebilecek. Benim de çocuğumla paylaşabileceğim
sadece seksenler var.
Arkadaşlık
“Gel evi boyayalım”
dediğinde gelecek
arkadaştır
-Anlatmak istediğiniz şey tam olarak nedir?
Seksenler yokluk yıllarıydı; ama daha mutluyduk.
Çünkü dayanışma içindeydik, bu kadar yalnız değildik
seksenlerde.
-Sizce seksenleri görmeyenlerin verecekleri tepki nasıl
olacak? Keşke diyecekler mi mesela?
Seksenlerle ilk kez karşılaşanlarda olabileceğini
sanmıyorum. Ama o dönemi yaşamış kişilerde
oluşacağını düşünüyorum. Ama geçmişteki güzel
alışkanlıkları günümüze taşımak istiyorum. Mesela
internet bağımlısı bir çocuğu sokakta oynamaya
alıştıracağız. Böyle bir faydası olabilir. Online
arkadaşlıklara karşı son kale diyebiliriz seksenler için.
Şimdi insanların internette yüzlerce arkadaşı var ama gel
abi ev taşıyacağız desen hiçbiri gelmez. Arkadaşlık gel evi
boyayalım dediğinde gelecek arkadaştır mesela. Onlar
sanal arkadaşlıklar.
-Zor bir alt yapı çalışması gerekiyor. Hazırlık
aşamasında neler yaptınız? Kimlerden yardım
aldınız?
Ben dahil tüm ekip seksenler uzmanıyız. O dönemi
yaşadık biz. Araştırmalarda süprizle karşılaşmadık
sadece hatırlatıyor bize.
-Seksenler bu günden bakıldığında bir ülkenin
değişim sürecine denk geldiği için çok sancılı geçti.
Seksenleri hiç yaşamayanlar dedelerini ve babalarını
anlayabilecekler mi ?
İnşallah. Tabi ki amacımız bu. Türkiye seksenlerde çok
büyük travmalar yaşadı çok büyük bir değişim yaşadı.
Ve bu yüzden kendimizi çok şanslı görüyorum. Bu
kadar büyük bir dönüşümü bir daha başka bir nesil
yaşamayabilir. Öyle bir ortada kaldık ki sobayı da
gördük, cep telefonlarını da gördük. Mesela geçenlerde
kelime türetme oynarken, hastane… pastane postane…
dedik. Peki postahane ne? Nasıl anlatırsın dokuz yaşında
bir çocuğa? Mektup, adres yazıyorsun, bir binaya
götürüyorsun, oradan kamyonla başka bir şehre gidiyor.
Bunu 2003 – 2004 doğumlu çocuklara anlatamıyorsunuz.
Bu değişimi biz yaşadık. Biz mektup yazıyorduk, şimdi
mail atıyoruz. Onlar sadece mail atıyorlar. Bu anlamda
bir arşiv değeri de olacaktır. İnşallah çocuklar seyreder
ve onları yakalayabiliriz. Burada gördüğü her şeyi
anlatabileceği bir uzmanı var çocuğun evde. “Anne, bu
ne?” diye sorduğunda “Postacı” diyebilecek o dönemi
görmüş birileri var. Çocukların bilmediklerini de onlara
anlatmış olacağız aslında.
Saçmalaya
bilirim de
-Sosyal medya twitter da çok etkinsiniz , insanlar sizi
merak ediyor sizce neden ?
Hayatta hep bir maske ile çıkıyoruz insanların karşısına
ama twitter çok samimi bir yer. Orada direkt siz
oluyorsunuz. Maskesiz oluyorsunuz. Kötüye gidiş var
tabi. Mesela ben bir şey yazıyorum yorum geliyor;
“Hiç komik değil” diye. Demek ki benden komik bir
şey bekliyor. Bense orada gönlümce bir şey yazmak
istiyorum. Komik olmak zorunda değil ki. Saçmalaya
bilirim de ben. Ama orada da sizi bir kalıba oturtmaya
çalışıyorlar. Bu konuda endişeliyim, ama onun dışında
tüm bu yaptıklarım içinde en ben olduğum yer twitter.
Çocuklarım beni tanımak istiyorlarsa bu twitleri
okusunlar.
-Yeni yıl için dilek ve beklentileriniz nelerdir ?
Yeni yıl için şöyle bir dileğim var. Son günlerde insanlar
hep savaş kelimesini kullanmaya başladılar. Biz hiç
savaş görmedik ve inşallah da görmeyiz. Çocuklarımız
da görmesinler. Bir de bunla ilgili bir önerim var; kim
savaştan bahsetmek istiyorsa bu konulara girmeden önce
yarım saatini ayırsın. Ve “Er Rayn’ı Kurtarmak” filminin
ilk yarım saatini izlesin. Sonra savaşalım, “Savaşta
gereklidir” desin .
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
29
Panik atağa
ne/neler yol açar?
Panik atak nedir?
Nasıl baş edilir?
///
Çağın hastalığı olarak nitelendirilen rahatsızlıklardan biri de panik atak. Panik atak yaşayan
kişilerin büyük bir çoğunluğu, ilk panik atak deneyimlerinde kalp krizi geçirdiklerini sanır ve soluğu
bir hastanede alır. Yapılan tetkikler sonucu, eğer kalpleriyle ilgili bir sorun bulunmazsa, doktorun
bunun psikolojik kökenli bir bozukluk olabileceğini belirtmesi ile doğru teşhis konabilir.
///
H
Boğaziçi
Üniversitesi’nin
“Psikoloji” ve
“Rehberlik ve
Psikolojik
Danışmanlık”
olmak üzere (çift
anadal programı),
iki bölümünden
onur derecesiyle
mezun olan İlknur
Yılmaz, klinik
psikoloji yüksek
lisans eğitimini yine
Boğaziçi
Üniversitesi’nde
tamamladı.
KİŞİSEL
İLKNUR YILMAZ
Klinik Psikolog
30
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
erkesin zaman zaman
yaşayabileceği, yavaş biçimde
gelişen normal kaygı duygusunun
tersine, panik atak bir kaç dakika
içinde, bedensel ve düşünsel belirtilerle bir
arada kendisini gösterir. Bu yönüyle de,
yaşayan kişiler için oldukça korkutucu bir
deneyimdir. Panik atak yaşamış kişilere “Nasıl
bir şey bu yaşadığınız?” diye sorulduğunda,
bu deneyimlerini oldukça korkutucu sıfatlarla
anlatırlar. Panik atağın en sık görülen bedensel
belirtilerinin arasında kalp atışlarında aşırı
hızlanma, nefes almada güçlük, ellerde titreme
ve uyuşma, terleme, ağızda kuruluk, mide
bulantısı, bağırsak faaliyetlerinde bir artış
ve baş dönmesi sayılabilir. Bedendeki bu
belirtilere paralel olarak düşünceler de kaygı
içeriklidir: “Kalp krizi geçiriyorum!”, “Birazdan
öleceğim”, “Birazdan aklımı kaçıracağım”
şeklindeki iç diyaloglar panik atak yaşayan
bireylerde sıklıkla görülür. Panik atak yaşayan
kişilerin büyük bir çoğunluğu, ilk panik atak
deneyimlerinde kalp krizi geçirdiklerini
sanır ve soluğu bir hastanede alır. Yapılan
tetkikler sonucu, eğer kalpleriyle ilgili bir
sorun bulunmazsa, doktorun bunun psikolojik
kökenli bir bozukluk olabileceğini belirtmesi ile
doğru teşhis konabilir.
Panik atağın temelinde genellikle bir stres faktörü vardır. Stres, evlilik, iş değişimi gibi yaşantınızdaki
olumlu değişimlerden kaynaklanabildiği gibi, sevdiğiniz birini kaybetmeniz, işinize son verilmesi gibi
yaşam deneyimlerine bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Bunların yanı sıra, ani biçimde değil de bir
süreç içinde büyüyüp, gelişen ve devam eden stres ve duygusal yüklenmeler de panik atak nedeni
olabilir. Panik atak, taşıyamadığınız, size bir bakıma ağır gelen duygularınızın, bedeniniz aracılığıyla
dışa vurumu olarak da nitelendirilebilir.
Panik atakla
baş etme yolları
Nefes egzersizleriyle rahatlayın
Birçoğumuz
gündelik
yaşamımızda
göğsümüzden nefes alıp veririz. Oysaki
hem zihnimize hem de vücudumuza en
yararlı olan nefes diyaframımızdan yani
karın boşluğumuzdan aldığımız nefestir. En
azından her gün zamanımızın bir bölümünü
doğru nefes alıp vermeye ayırarak, kaygı ve
stresimizi azaltabilir, konsantrasyonumuzu
artırabilir, hafızamızı güçlendirebilir, daha
rahat uyuyabiliriz. Panik atak nöbetinde ya
kesik kesik ya da göğüsten, çok derin olmayan
nefesler alınır. Böylelikle, vücuttaki oksijen
ve karbondioksit miktarında dengesizlik
meydana gelir ve bu durum da bulanık
görme, ellerde, ayaklarda uyuşukluk gibi
belirtilere neden olur. Gördüğünüz gibi,
panik ataktan kaynaklandığını düşündüğünüz
belirtiler aslında doğru nefes almamanızdan
kaynaklanıyor olabilir! Panik atak esnasında
doğru ve derin nefes alıp vermeniz ile beraber
birçok belirtinin de önüne geçebilirsiniz.
Rahatlama egzersizlerinin, diyafram nefesi,
meditatif nefes, aşamalı kas rahatlatma
egzersizi, görselleme gibi çeşitli türleri
hakkında bilgi edinerek ve uygulamaya
başlayarak, bedensel ve düşünsel olarak rahat
ve sakin bir konuma geçebilirsiniz. Bu şekilde,
panik atak üzerindeki kontrol duygunuz
oldukça güçlenir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
31
Düşüncelerinizi kontrol
etmeyi öğrenin
Panik atakla baş etmenin en önemli yollarından
biri de, panik atağa yönelik yapıcı, gerçekçi ve
telkin edici düşünceler geliştirmektir. Panik atak
nöbetinden korkmak sadece onu davet etmeye
yarar! Bunun yerine, genel bakış açınızı “Panik
atak yaşayabilirim ama korkmuyorum, çünkü nasıl
kontrol edeceğimi biliyorum” şeklinde belirlerseniz,
her şey daha kolaylaşır.
Şu an, büyük bir olasılıkla “Kalbim hızla atıyorken,
nefes alamazken, terlerken, bu yapıcı ve yardımcı
düşünceleri nasıl zihnimden geçirebilirim?!”
sorusunu soruyor olmalısınız! Bu noktada, şöyle bir
zihin-beden bağlantısı olduğunu hatırlamakta yarar
var:
Vücudunuzdaki belirtilere odaklanmanız, onlara
mercek tutup, onları büyütmeniz anlamına gelir
ve bu durum kaygı düzeyinizin artmasından
başka bir işe yaramadığı gibi, kaygınız arttıkça
da salgıladığınız stres hormonları, ilk etapta
hissettiğiniz belirtilerin daha da kötüleşmesine
neden olur. Bu kısır döngüyü kırmak için, bedensel
belirtileri algılama şeklinizi değiştirmeli, sizi
daha çok paniğe sürükleyecek düşünceler yerine,
“Gerçekçi” ve pozitif düşünceler koymalısınız.
Panik atak yaşayacağınızı hissettiğinizde,
• Bu yaşadığım bir panik atak
• Bunu daha önce de yaşadım ve baş ettim
• Birazdan geçecek
• Bu bir kalp krizi değil, bana daha kötü bir şey olmayacak
• Şimdi rahatlamak için derin nefesler
alacağım ve sakinleşeceğim gibi,
32
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
gerçekçi, yapıcı ve yararlı düşünceleri zihninizde
tekrarlayarak, panik atağı kontrol etmekte
ustalaşabilirsiniz. Önemli olan nokta, bu baş etme
biçimini yaşadığınız her panik atakta sergileyerek
pekiştirmenizdir. Bu şekilde, bir süre sonra
panik atakla otomatik olarak sağlıklı ve etkili baş
edebilirsiniz. Panik atakla baş etme ipuçlarından bir
başkası ise kendinize en yakın arkadaşınızmış gibi
davranmanızdır. En iyi arkadaşınız panik atak yaşasa
ona neler söylerdiniz? Tabii ki, onun korkularını,
kaygılarını alevlendirmek yerine, onu rahatlatmaya
çalışırdınız, öyle değil mi? Panik yaşamaya
başladığınızda, kendi kendinize, yakın arkadaşınızla
konuşuyormuş gibi sakinleştirici, teskin edici bir
biçimde konuşmanız oldukça etkili olabilir.
Panik atağın
yaşamınıza
hükmetmesine
izin vermeyin
Panik ataklar sırasında yaşanılan korku bazen
yaşamın çeşitli boyutlarına yansıyabilir. Örneğin,
bazı kişiler, dışarıya çıkmaktan, kalabalık, büyük
yerlere, mesela alışveriş merkezlerine gitmekten
kaçınır, kendisini evde güvende hisseder. Bu duruma
agorafobi denir. Panik atak geçirme korkusuyla bazı
mekânlardan, bazı durumlardan kaçınmak faydalı
bir yöntem değildir, zira bu şekilde, söz konusu
durumların panik atağa yol açtığına ilişkin fikrinizi
daha da güçlendirmiş olursunuz. Unutmayın
ki, engellediğiniz ve uzak durduğunuz her şey
panik atakla bağınızı daha da sağlamlaştırır. Bu
nedenle, panik atağın yaşamınızda söz sahibi olup,
sizi yönlendirmesine izin vermek yerine, normal
yaşamınıza devam ederek, siz ona hükmedin!
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
33
Bilinçli algılama
Hayal gücü ve
fantezinin önemi
Düşünce süreci ile düşleme süreci arasındaki
en önemli ayrılık ise birinin dışarıdan gelen
bilinçli algılamaların etkisi altında oluştuğu
halde, düşlemenin bu dış algılamalara
tümüyle kapalı olarak yalnızca içerden gelen
uyaranlara, yani bellekte depolanmış olan
tasarımlara bakarak ve onları tıpkı dışarıdan
gelen uyaranlar gibi “algılayarak” çalışmasıdır
denilebilir. Zihin içinde sakladığını kendine
doğru bakarak göremez, bunu görüp
kavrayabilmesi için malzemenin dışa alınıp
incelenmesi gerekir. İşte bu ruhsal aygıtta
saklanmış olan malzemenin yeniden dışa
çıkartılması bütünüyle bir yaratış işlemidir,
işte bu esnada düşünceden farklı olarak
gerçeklik denetimi ön planda değildir (Freud,
1923).
KİŞİSEL YRD. DOÇ. DR. GÜLNUR BAYEZİD IŞIKER
Einstein’a “çocuklarda zekâyı nasıl
geliştirebiliriz ?” diye sorduklarında “Masal
okusunlar daha çok, daha çok masal, masallar
ve fanteziler hayal gücünü besler ve hayal
gücü bütün zihinsel ve psikolojik oluşumu
destekler” demiştir. Gözlerimizi kapatıp hayal
gücünden yoksun bir dünyada yaşadığımızı
34
Klinik Psikolog
Sanat Terapisti,
Psikodramatist
düşünürsek günümüzde sahip olduğumuz her
şeyin birilerinin hayal gücünün sonucunda
ortaya çıktığını görürüz. Hayal gücü nedir?
Zihinde bir görüntüyü daha önce gerçekte
hiç olmadığı şekilde oluşturmaktır. Yaratıcı
bir yetenek olup zihinde görüntüleri yaşama,
yaratma ve yapılandırma kapasitesidir.
Fantezileri, içsel düşünceleri ve ön görme
yeteneğini kapsar. Fantezi insanoğluna erken
yaşlarda verilmiş bir hediyedir. Çizerek,
yazarak veya oynayarak hayal gücümüzü
geliştirebiliriz. Halk hikâyeleri, masallar,
efsaneler hayal gücünü geliştiren temel
unsurlardır. Kültürel bilinçdışına ait temel
unsurları içinde taşırlar. Atalarımızdan
bize aktarılan benliğimize cesaret verici
unsurlar taşırlar. Örneğin bütün kültürlerdeki
kahraman masallarının evrensel bir örgüsü
vardır. Daima bir kahramanın yoksul da olsa
harikulade doğumuna, insanüstü gücünün
daha en başından belli oluşuna, önemli
konuma ya da güce hızla ulaşmasına, kötüye
karşı başarıyla dövüşmesine, kibir denilen
günaha kapılmasına, ölmesine neden olan
ihanet sonucu düşmesine ya da kendini
kahramanca feda edişine ilişkin öyküler
işitilir ( Henderson J.L. Akt. Babaoğlu, 2009).
D
üş yani uyku düşüne, herkesin düzenli olarak karşılaştığı bir yaşam
görüngüsü olarak çaresiz bir zihinsel eylem olarak bir tür katlanılmakta,
düşünce ise zihinsel işlevin doruğu olarak insanın en büyük gurur
nedeni sayılmaktadır. Bunlara karşılık düşleme yani hayal kurma aklı
başında insanların yapmaması, olabildiğince kaçınılması gereken,
eksiklik ve doyumsuzluklardan kaynak aldığı düşünülen zihinsel bir
eylem olarak oldukça hor görülmektedir (Pohlen-Witmann, 1980; Akt:
Babaoğlu,1998) . Oysa bu işlev insanoğlunun davranış ve çevreye uyumu
için zihinsel aygıtın en önemli işlevidir. Onsuz hiçbir tasarım mekansal
uyum ve planlama yapılamaz.” Babaannenin evinde kaç oda vardı?” gibi sorular karşısında yapılması
gereken işlem “düşleme” işlemidir. Sollanmış bir aracı geçtikten sonra yeniden gidiş yoluna yani
sollanan aracın önüne ne zaman geçeceğimizi başımızı çevirip bakmaksızın geçmemizi sağlayan da
düşleme yetimizdir (Babaoğlu,1987).
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
35
Çocuklarla izleme
Ç
ocuklarımıza TV, internet ve video
oyunlarıyla verilmek istenilenleri onlarla
birlikte izlemeli, eleştirmeli ve süzgeçten
geçirmeliyiz. Ailemize ve değerlerimize
uygun olmalıdırlar, özellikle küçükken gerçekle
fantezinin farkını anlatmamız gerekebilir. Yoksa
uçan adamı taklit edebilirler. Fantezi ve hayal gücü
çocuklarda farklı yaşlarda, farklı rol oynar. Üç- altı
yaşlarında hayal gücü çiçeklenir, oyunların temelini
oluşturur. Çocukların bu fantezilerin desteklenmesi
ve onlarla oynanması gerekir. Bu yaştaki çocuklar
için her şey gerçektir. Örneğin masaya başlarını
çarptıklarında, ona vurduğu için bir canlı gibi
onu dövmek isterler. Bir çocuk için tahta at gerçek
at gibidir, onun sopa olduğunu söylemek yerine
hayal gücüne eşlik etmek kendi yaratıcılığına
inancını arttırır. Yedi- dokuz yaşlarında çocuklar
daha gerçekçi ve somut düşünen bir hal alırlar,
neyin gerçek olup olmadığını sorgularlar,
örneğin Noel babanın gerçek mi olduğunu
sorguladıklarında ne diyeceğimizi şaşırırız, aslında
gerçeğin farkındadırlar. Fantezi ve hayal gücünü
destekleyen oyunlar çocukların zekâsının ve
yaratıcı yeteneklerinin temelini oluşturur. Çocuklar
fanteziyi bir amacı görselleştirmek veya bazı şeyleri
farklı amaçla kullanabilmek için geliştirirler, aynı
zamanda merak duygusunun da temelini bu
oluşturur.. Hayal gücünü kullanma yetenekleri
hoşlandıkları film ve kitaplarla oluşturdukları
gerçekliği durdurmalarını ve kendilerini yaratıcı
hissetmelerini olanaklı kılar. Hayal güçlerini
sözel becerileriyle, dansla ve kendi yazdıkları
farklı senaryoları oynayarak geliştirebilirler.
10-12 yaşlarında fantezi günlük yaşamda daha
az rol oynar. İyi seçilmiş kitap ve filmler hala
fantezilerini doldururken sanat etkinlikleriyle veya
yazma yetenekleriyle kendi yaratıcı yeteneklerini
geliştirirler.
Çocukların
hayali
arkadaşlar
yaratmaları anne babalarını endişelendirse de
onların sosyal ve duygusal sorunlarıyla başa
çıkmalarında sağlıklı bir yoldur. Korku ve sıkıntı
anları için yarattıkları bu arkadaşları, korku ve
sıkıntıları geçtiğinde ortadan kaybolur.
36
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Bellekten gelen
uyaranların yeniden
düzenlenmesi
F
antezi bellekten gelen uyaranların yeniden
düzenlenmesidir. Bazı kişilere göre fantezi
hayal gücünün diğer elemanlarına göre
aşağılanmaktadır. Bazı kişiler de hayal
gücünden tamamen farklı bir şey, gerçeklikten
kopma olarak zararlı bulmaktadır. Doğrusu bunu
kullanmanın derecesi vardır ve gerçeklikten
kopmadan kullanılması gerektiğidir. Gerçekte
fantezisiz yaşayamayız, yeni karşılaştığımız şeylerle
başa çıkamayız. Bir kişinin fantezilerini anlamaya
çalışırken, onun kişisel alanına göre, ona özgü ve
hayaline göre olanı keşfetmiş oluruz. Bellek fantezi
kurarken tamamen kişiye özgü unsurları kullanır.
Her kişi aynı şeyi farklı farklı algılayabileceği için
farklı anımsayabilir. Her algı kişiye özgü farklı
yorumları içinde taşır. Örneğin çocukluğunuzdaki
bir olay için annenizi suçlayabilirsiniz. Annenize
sorduğunuzda hiç de öyle olmadığını söyleyebilir.
Size göre ile annenize göre farklıdır. Hangisi
gerçektir. Her ikisi de kendi bakış açılarına göre
haklıdırlar. Asıl olan gerçek değil algılanılan
gerçektir. Onun için çocuklarınıza “gerçek bu”
demek yerine ona göre durumu nasıl algıladıklarını
sormanız gerekir. Böylece kendi gerçeğinizi aşılamış
olmak yerine çocuğunuzu anlamış olursunuz.
Ona da herkesin farklı algılayabileceğini, saygı
göstermeyi öğretmiş olursunuz. Gerçekte hepimiz
dünyaya verdiğimiz anlamı yaşarız. Bazı kişiler
dünyayı herkesten farklı algıladıklarını söylerler. Bu
kişiler sanatçılar ve mistiklerdir. Aslında bu farklı
algılama gereksinimi hepimizde bir ölçüde vardır.
Hepimiz evrende yegâne olduğumuzu hissetmek
isteriz. Yaptığımız ve hoşlandığımız sanat eserleri ve
hayal gücümüz tamamen kendimize ait olan kişisel
ipuçlarını içinde taşır. Fantezilerimizle geçmişi, bu
günü ve geleceğimizi bağlantılarız. Oscar Wild’a
göre akıl, büyük rüyalara sahip olmaktır, böylece
onları kaybetmeyiz. Zor zamanlarımızda hayal
gücümüz dayanma gücü ve rahatlama sağlar.
Aynı zamanda olasılıkları düşünmemizi, plan ve
organizasyonlar yapmamızı da sağlar. Artistik ve
yaratıcı ifadenin arkasındaki güçtür, içimizdeki bir
ekranda yansıyan korku ve isteklerimizdir.
Hayal gücünü
sınamak
T
erapide hayal gücümüzü sınamak
iki nedenle önemlidir. İlki tıpkı
rüyalarda olduğu gibi bilinçdışımızla
ve unuttuğumuz geçmişimizle bağlantı
kurmamızı sağlar. İç dünyamız bilinçli olmayan
bir şekilde hayatımızı etkileyen benliğimize zarar
veren unsurlar taşır. Bu bilinçdışı fantezileri bilince
çıkardığımızda daha doğru kararlar verebiliriz.
Bütün bu amaçları gerçekleştirmede en etkili
yöntemlerden birisi psikodrama birisi de sanat
terapisidir. Psikodrama kişilerin yaşamlarındaki
anahtar konuları oyunlaştırarak söyleyemedikleri
duygularını dışarı çıkarmalarına ve alternatif
çözümler bulmalarına yardımcı olan bir psikoterapi
yöntemidir. Bu yaklaşım içten geldiği gibi yapılan
eylemin yaratıcılığı ve içgörüyü açığa çıkaracağı
prensibine dayanır. Psikodramanın bütün sanat
dallarını birleştirmede sınırsız potansiyeli vardır
(Moreno J.J. 2001). Bunların dışında kişinin
gözününün önüne terapi esnasında hayaller
getirmesiyle gerçekleşen doğrudan fanteziyi
kullanan bir yöntem de Babaoğlunun ülkemizde
tanıttığı imgesel görüntü yaşantısıdır (1998). Sanat
aracılığıyla farkındalığın arttırılması çalışmasında
terapist sanat materyallerini sunar ve danışanları
içlerinden ne gelirse yapmak üzere cesaretlendirir.
Birçok sanat materyali kullanılabilir. Yaratıcı
çalışma tamamlandığında terapist danışanı
çalışmasını
anlatması
için
cesaretlendirir.
Yaptıklarının anlamını ve önemini şu gibi sorularla
araştırır: Eğer resimle çalışılmışsa; çizimindeki
kişi sana ne der? Bu çizdiklerinin içinde ne, nasıl
seni etkiledi? İçteki gerilimin dışarıya sanat
eseri olmayan sanatsal çalışma ile alınması
hem terapiste hem de danışana sorunun daha iyi
ifade edilmesi için olanak sağlar. Problem yapılan
benzetmelerle üzerinde konuşulurken daha iyi
anlaşılır. Sanat kendi sorununa dışarıdan bakması
için ve sorununun çözümü için farklı seçenekler
bulmasını sağlar. Sanat terapisti yapılan eseri
yorumlamaz. O, kendi istediği kadar kendini ifade
etmekte özgürdür. Her sonraki seans kişinin biraz
daha fazla kendini ifadesini kolaylaştırır. Özellikle
ifade sorunu olan gençler ve çocuklarda çok daha
fazla diğer terapilere kıyasla yararlı olmaktadır.
Sanat terapisi
S
anat terapisi terapi süreciyle yaratıcı
sürecin bir araya getirilmesidir. Eğitimli bir
terapistin varlığında sanat icra edilirse tedavi
edici etki artar. Sanat aracılığıyla yaşantılar,
korku, hoşlanma ve çatışmalar somutlaşır. Bu yeni
farkındalıklar yaratarak yeni var olma yollarının
araştırılmasına yol açar. Uygulamalar heykel,
resim, müzik, dans ve şiirle yapılabilir. Her sanat
uygulanışı itibarıyla insandaki istenilir nitelikleri
uyarır. Örneğin yaratıcılık, ilgi, şefkat, sabır,
konsantrasyon, esneklik ve ekip çalışması. Sanat
terapileri özellikle kendiliğindenliği harekete
geçirecek şekilde kullanıldığında, iç görü ve
iyileşmeye doğru giden birçok yol oluşturur.
Gerçek bir ortamda, yaratıcı ifadeye izin veren
yapılandırılmış etkinliklerle, duyguların sembolik
ifadesini gerçekleştirmek bir tür duygusal boşalım
sağlatır ve bireyin kendi bilinç öncesi ile daha çok
bağlantı kurmasına izin verir. Bu bağlantının yol
göstericiliği ile daha olumlu bir benlik bütünleşmesi
ve benlik kabulü süreci gerçekleşir ( Blatner, 2004 ).
Terapi güçlükleri değerlendirmeyi mümkün kılar
ve yeni güçlüklerle başa çıkma tarzları geliştirir.
Hayata kendimize özgü yeni bir bakış açısı sağlar.
“Hayal ettiğimiz sürece varız”
Dışa vurulmayan duyguların, kendiliğinden oluşan
fantezilere bağlandığı yönünde bilgiler vardır
(Frank,1914).
Normal hayal kurmalar istemli olarak yönetilebilir
ve kesilebilirler.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
37
YÜZ YÜZE ETKİN PERFORMANS
RÖPORTAJ ZEYNEP Ç. KURTARAN / SİMGE ŞEN
Yaşam kalitenizi
biofeedback’le artırın
///
2011’in son günleri…Kış ve İzmir soğuk. İlk sayıda anlatmaya başladığımız biofeedback –neurofeedback tekniği yüzünden,
derginin telefonları susmak bilmedi. Demek ki okuyan anlamış; yaşamın olmazsa olmazı nefes. Tekrar tekrar okuduk. Ancak
uygulamaları yakından görmek istedik. İzmir’de Etkin Performans yetkilisi Salih Yetkin’nin kapısını çaldık. Teknikler, sistemler
oldukça enteresan. Ama Salih Yetkin, kulağımıza çok tanıdık olmayan biofeedback –neurofeedback tekniğinden daha da
enteresan. Haftanın son günü; Cuma. Yetkin, kaliteli espirileriyle önce bizi güldürdürmeyi başardı(Onlar ekibimizde saklı).
İzmir’li olduğundan mıdır yoksa kabloların içinde olduğundan mı bilinmez, o kadar sıcak ağırladı ki bizi. Ev sıcaklığı kıvamında,
uzun bir sohbete daldık. Kahvelerimizi yudumlarken biz sorduk, Salih Yetkin cevapladı…
///
“Biofeedback tekniği günlük yaşamda aldığınız nefesi ve yaşam kalitenizi artırmayı başarıyor. Stresten kurtarıyor,
kalbinizi yormanızı engelliyor, vücut kimyasını dengeliyor. Kısacası bu teknik size iyi geliyor…”
Otonom sinir sistemi nedir?
İnsanın kalp atışı, terlemesi, ateşinin yükselmesi, nefes
alış verişini kontrol eden sinir sistemine otonom sinir
sistemi denir. Vücut kendini tehdit altında hissettiğinde bu
anlattığımız otonom sinir sistemi istenilen şekilde çalışmaz.
Kalp atış ritminiz hızlanır, nefes alışınız değişir,terlersiniz
gibi bir takım sorunlar yaşarsınız. Bunların tamamı sizde
ileri de panik atak, depresyon ve günlük hayatınızda da
strese yol açar. Stresten kurtulmak için de biofeedback
yöntemi devreye giriyor. İlk önce nefesinizi daha sonrada
kalp atış ritminizi düzenliyor olmanız gerekiyor. Normal
nefes tekniklerinden farkı da bu. Mesela Uzakdoğu’da yapılan
nefes teknikleri ile ilgili bir yere gittiğinizde, işin bir de
metafizik durumu var orada. Biofeedback yönteminde böyle
bir şey yok. Yani biz sadece bilimsel ve fiziki olarak size nefes
almayı öğretiyoruz. Ama onlarda olmayan bir şey daha var.
Biz kalp korelasyonu ile birlikte nefes almanızı sağlıyoruz.
Bu bir egzersiz
Ne demek bu?
Kalp korelasyonu ile beraber nefes almak; göğüs kafesiniz
de bir hacim vardır. Kalbiniz ve ciğerleriniz var. Yani hayati
organlarınız var. Siz heyecanlandığınız da, kaygı durumunda,
stres durumunda, vücut kendini tehdit altın da hissediyor.
Kalbiniz vücudunuza daha fazla kan pompalamak için
daha hızlı çalışmaya başlıyor ve büyüyor. Aynı şekil de
nefes alışınız da hızlanmış oluyor. Ciğerleriniz de büyüyor.
Ve böylece bu düzensizlik sırasında göğüs kafesinizde bir
daralma meydana geliyor. Bu da az önce söylediğim bir
takım problemlere yol açıyor. Günlük hayatımızda da hem
sağlıksız yaşamanıza en önemlisi de stres olmanıza neden
oluyor. Biz ne yapıyoruz? Belirli periyodlar halinde 15 dakika
biofeedback uyguluyoruz. Size fiziksel ve yaş özelliklerinize
göre bir program hazırlıyoruz. Diyafram bölgenize takılan
bir elektronik kemer sayesinde, size nasıl nefes almanız
gerektiği gösteriliyor. Doğru nefes almayı öğrendikten sonra
diyaframdan bizim BVP dediğimiz ayrı bir sensörümüz var.
Bu da parmağa takılıyor. Türkçe karşılığı çok fazla olmasa
da; kan basıncını ve kalp atış ritmini gösteren bir modül
diyebiliriz. Bunu da uygulama esnasında ekrana yansıtıyoruz.
38
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Diyaframdan nefes almayı öğreniyorsunuz. Daha sonra
sizden kalp atış ritminize göre diyaframdan nefes almanızı
istiyoruz. Bu şekilde nefes almayı öğretiyoruz. Bilinçli olarak
öğrenmiş olduğunuz tekniği, otonom sinir sisteminiz de
öğrenmiş oluyor. Bu bir egzersiz.
Bu bize ne sağlıyor?
Sayı olarak bir dakika da almış olduğunuz nefes miktarının
az ama, nefes biriminin fazla olmasını sağlıyor. Mesela bir
dakikada 20 nefes alıyorsunuz günlük hayatınızda diyelim,
bu da 100 birim nefese denk gelsin. Halbuki biofeedback
ile, bir dakikada 10 nefes alıp, 200 birim nefes almaya
başlıyorsunuz.
Nasıl oluyor bu?
Nefesinizi doğru kullanmış oluyorsunuz. Aldığınız kadarını
vermek, verdiğinizi kadar almak şeklin de gidiyor. Birim
arttıkça sıklıkta azalmış oluyor. Böylelikle organlarınızı da
doğru kullanmış oluyorsunuz. Her yere doğru miktarda
kan ve oksijen göndermiş oluyorsunuz ve böylece stresten
uzaklaşmış oluyorsunuz.
Böylelikle kalp de yorulmamış oluyor
o zaman değil mi?
Evet, kalp yorulmuyor. Zaten istatistiklere göre Türkiye’de
çok yüksek oranda nefes bozuklukları nedeni ile kalp
hastalıkları ortaya çıkıyor. Bu aslında birazda o işe yarıyor.
Yurt dışında bunu kardiyoloji alanında kullanıyorlar. Mesela
damar sertliği, damar genişlemesi, damar yaşı, tespiti gibi
alanda da kullanılıyor.
Siz bu amaçla kullanıyor musunuz?
Biz kullanmıyoruz. Biz burada daha çok stres ve öğrenciler
geldiği için sınav kaygısı için kullanıyoruz. Normal günlük
hayatımızdaki kaygı heyecan gibi durumları ortadan
kaldırmak için kullanıyoruz. Bir yandan da insanın ileriki
hayatına da faydaları oluyor.Şöyle ki; karşılaşabileceğiniz
panik atak, depresyon, yaygın anksiyete gibi. Önceden tedbir
almış oluyoruz.
Kaç yaşında uygulamaya
başlanır?
çok önemlidir.Bu yüzden kekemeliğe mutlaka yardımcı
olur.Mesela yurt dışında spikerler, yüzücüler, dalgıçlar,
yöneticiler, siyaset adamları biofeedback kullanıyor. Çünkü
konuşurken akıcı konuşmak, nerede duracağını bilmek,
nerede vurgu yapacağını bilmek için. Bilirsiniz spikerlerin
yaptığı teknikler var. Biofeedback onlar için çok önemli.
Avrupa Uzay Ajans’ında astronot seçmelerine ve astronot
eğitimlerine ilk önce biofeedback ile başlanıyor. Pilot
eğitimlerinde de böyle. Oksijeni kullanmak, kötü durumlar
ile karşılaşıldığında kendini kontrol etmek için kullanılan
bilimsel ve kolay öğrenilebilir bir yöntem.
15 dakikada 15 seans
Otonom sinir sistemine
düzenli çalışma alışkanlığı
kazandırmak.
Biofeedback için diyaframın ve birtakım şeylerin oturmuş
olması gerekiyor. Biz burada 12 – 13 yaşından büyükleri
alıyoruz. Çünkü biraz bilinçli olması gerekiyor. Çok
kolay seanslar. Çünkü ben size şimdi desem ki nefesinizi
tutun, hızlı nefes alın, daha yavaş nefes alın v.s gibi; bunu
çok kolay yapabilirsiniz. Biofeedback ile ilgili evde de
yapabileceğiniz egzersizler de veriyoruz zaten. Onları da
yaptıkça buradaki programı desteklemiş oluyorsunuz ve
seanslar böyle ilerliyor.
Kaç seans olması lazım mesela?
Kişiye göre mi değişiyor?
Kişiye göre değişmiyor. Çünkü bunlar çok kolay seanslar.
Genelde 15 dakikada 15 seans olarak bitiyor.
Maximum yaş olarak bir sınırı yok. Yetişkinlerde aslında
herkesin yapması gereken bir uygulama biofeedback. Daha
sağlıklı yaşamak için. Mesela benim şahsi fikrim; kadınlar
kilo vermek için kullanabilirler. Çünkü biliyoruz ki yağ
yakımı için oksijen gereklidir. Oksijen alımını arttırırsanız
yağ yakımını artırmış olursunuz. Tabi tek başına
biofeedback bir işe yaramaz, sadece destekleyici olabilir.
Spor yapılması lazım, beslenmeye dikkat edilmesi lazım,
ama biofeedback hem zayıflamak için hem daha sağlıklı
olmak için hem stresten uzaklaşmak için çok mantıklı iyi
bir yöntemdir.
Orana vurursak, cinsiyet ayrımı
yaparsak; kadınlar mı yoksa
erkekler mi daha çok görülüyor?
Hayır. Bu sağlıklı yaşamak isteyen her kişi için yapılması
gereken bir uygulama. Kadın-erkek ayrımı yok. O sizin
yaşam tarzınızla genetik özelliklerinize bağlı olarak değişir.
Ama Türkiye’de kardiyolojik problemler yoğun olduğu
için biofeedback herkesin mutlaka öğrenmesi gereken bir
yöntemdir.
Aileler nasıl yaklaşıyor?
Buraya genelde aileler çocukları ile ilgili geliyor. Mesela
sınav stresi, sınav kaygısı, heyecan gibi durumlar için.
İlginçtir, buraya gelen ailelerin yüzde 90’ı biofeedback
seanslarına kendileri de dahil oluyor.
Kekemelik için de faydalı olabiliyor
mu? Çünkü genelde çocuklar
da heyecan arttıkça kekemelik
artıyor. Otonom sinir sistemini
kontrol edebiliyorsa kekemelik için
de bir çözüm olabilir mi?
Evet, tabi ki etki sağlıyor. Ama kekemeliğin çözümü
budur demek yanlış olur. Çünkü kekemelik biraz farklı
bir olay. Nefes,her şeyde olduğu gibi kekemelikte de
Bunun dışında şöyle bir şey var daha var. Siz otonom sinir
sisteminize düzenli çalışmasını öğrettiniz. Bu bir kazanım.
Siz biofeedback uygulaması aldınız. Ama şu demek değildir
ki; bundan sonra hiç heyecanlanmayacaksınız, hiç stres
olmayacaksınız, kalbiniz daha hızlı atmayacak anlamına da
gelmiyor. Tabi ki koştuğunuzda ya da herhangi bir durumla
karşılaştığınızda kaygınız, stresiniz, heyecanınız olacaktır.
Ama biofeedbacki bilen bir kişi bilmeyen bir kişiye göre
daha çabuk bu problemin üstesinden gelip kendini kontrol
edecektir.
Yani biofeedback fiziksel durumlar
dışında psikolojik durumlarda da
nefes alıp vermeyi daha düzgün
hale getirecek değil mi?
Evet, tabi ki böyle olur.
15 seans oldu diyelim ki, aradan üç
sene geçtiğinde unutuluyor mu?
Bu unutulan bir şey değil. Şöyle düşünün; biofeedback
eğitimi olan bir kişi olarak bir sınava girdiniz ve
heyecanlandınız.Ancak sizin otonom sinir sisteminize bir
eğitim var artık. Beş dakikada bu heyacanı ve stresi kontrol
edebileceğinizi biliyor durumdasınız. Yaşanılan her hangi
bir durumda otonom sinir sisteminizi daha erken süre de
istenilen şekle döndürme şansına sahipsiniz. Düşünün üç
buçuk saatlik bir sınavda stresi on kez yaşadınız. Normal
bir insan beş dakikada geri döndü, fakat siz iki dakikada
geri döndünüz. Her birinden üç dakika kazandınız. Bunu
on ile çarpın, zaten otuz dakika bir avantaj elde ettiniz.
Artı şöyle bir şey var; siz diğer insanlara göre, o soru ile
karşılaştığınızda daha az heyecanlanırsınız. Amaç stresi
ortadan kaldırmak, sakin olmayı öğrenmek. Hani deriz ya;
1’den 10’a kadar say diye. Bunu önceden vücuda öğretmiş
olacaksınız.
Peki, seanslar ne aralıkta oluyor?
Ne kadar sık o kadar faydalı.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
39
Yani arka arkaya her gün
uygulanabilir öyle mi?
Her gün olması daha mantıklı. İnsanlar geliyor “dikkat
eksikliğim var, hiperaktivitem var, konsantre olamıyorum”
diyor. Bir insanın otonom sinir sistemi kontrol altında
değil ise ne yaparsa yapsın yeterince fayda göremez. İlk
önce otonom sinir sistemini kontrol edebilmeli bir insan.
Yani sizin beyninize yeterli kan gitmiyor, oksijen gitmiyor,
siz sürekli heyecan halindesiniz, panik halindesiniz ve
dikkatinizin iyi olmasını bekliyorsunuz. Böyle bir durum
yok. İlk önce alt yapınız iyi olacak, ondan sonra verim
alabilirsiniz. Bu şuna benziyor; arabaya benzin vermeden
arabanın gitmesini beklemek gibi. Önce benzin gelecek
arabaya, ondan sonra araba gidecek. Biofeedback bu.
Mesela hamileler yoga eğitimi
alıyorlar ya stresten uzak kalmak
için. Doğum anın da daha rahat
olmaları için?
O hamile kişinin durumuna bağlı. Psikolojik olarak tabi ki
rahatlatır. Ama dokuz aylık bir bayana da bunu yaptırmak
doğru değil. Hamileliğin ilk evrelerinde uygulanması daha
uygundur.
Giyilen gömlekten farkı yok
Vücuda herhangi bir elektrik
gidiyor mu?
Elastik bir kemer var. Üstünüze giydiğiniz bir gömlekten
farkı yok. Diyaframınızın ne kadar açık ona bakıyoruz. Kaç
sayı ve kaç birim nefes aldığınızı öğrenmeye çalışıyoruz.
Nabız ölçüm aleti gibi düşünebilirsiniz. Sizin nefes sayınızı
ölçüyoruz sadece. Yurt dışında poligrafi cihazı ( yalan
makinası) olarak da kullanılabiliyor ,mesela ama bizim
markamız poligrafi cihazı olarak yayınlanmıyor. Ama
dünyanın en iyi poligrafi cihazı aslında. Biliyorsunuz, insan
yalan söylediği zaman otonom sinir sistemi değişir. Vücut
terler, nefes alış verişi, beyin elektrik sinyalleri değişir. Nasıl
nefes aldığınızı da görmek için bu yöntem kullanılır. Ama
tabi ki daha çok başarıyı arttırmak, stresten uzak durmak
ilk amaç.
İlk olarak
nerede ortaya çıkmış peki?
İlk olarak 1956 yılında California Üniversitesi’nde Prof. Dr.
M.Barry Sterman tarafından yapılan deneyler sonucunda
temelleri atılmıştır. B–52 bombardıman uçak pilotlarının
similasyonu sırasında beyin EEG’lerini çekiyor. Çok
başarılı olan pilotların başarısız olan pilotlara oranla
beyinlerini, nefeslerini daha farklı kullandığını fark
ediyor. Daha sonra Amerika NASA da uzaya astronot
gönderecekleri sırada oradaki stresli ortamı, yanındaki
oksijeni doğru kullanmasını, farkındalığını arttırmak
40
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
için bu yöntemleri kullanıyorlar. Amerika’da Almanya’da
çok yaygın kullanım alanlarına sahip. Bir takım özel
sigorta kuruluşları ücretleri karşılıyor. Gelişmiş ülkelerde
biofeedback klinikleri bile var.
Türkiye biofeedback ‘i ne kadar
tanıyor?
Aslında Türkiye hiç tanımıyor desek yeridir.
Türkiye de kaç kuruluş var
biofeedback yapan?
Biz Türkiye de bu işi yapan ikinci kuruluşuz. Ayrıca
Dünyanın en iyi markası olan mind media’nında Türkiye
ve Ortadoğu distribütörüyüz. En önemli özelliklerimizden
biride bu. Kendi yazılım ekibimiz ile her kişiye özel
uygulamalar yapıyoruz. Bu da bizim elimizde. Türkiye
de bizden sonra birçok insan bunu yaptığını söylüyor
ama dünyadaki uygulamalar ile arasında büyük farklar
var. Bizim yaptığımız gibi yapmaya çalışanlar da var. Son
zamanlarda sayı olarak bir artış var. Ama şöyle bir şey biz
burada sadece psikolog arkadaşlarımıza yaptırıyoruz bu
işlemleri. Yurt dışından eğitim aldırıyoruz. Zaten bizim
kurum olarak biofeedback uygulamaya yönelik sertifika
verme yetkimiz var. Yani size eğitim verip, uygulayıcı
sertifikası verebilirim. Ama biz de etik olarak bir takım
şeyleri göz önünde bulundurup insan bilimi ile ilgili
akademik bilgisi olan kişilere yaptırmayı tercih ediyoruz.
Kurum olarak aynı zamanda diğer kurumlar için bir okul
gibi de düşünebilirsiniz. Şu anda önde gelen üniversitelerle
birlikte yürütmekte olduğumuz birkaç bilimsel
araştırmamız da var. Yurt dışında fizyoterapi alanında da
kullanılıyor. Biz de düşünüyoruz. Şu anlık girişimlerimiz
devam ediyor.
İzmir’de olmanızın ne avantajı var?
Ya da dezavantajı var mı?
Eğer İstanbul’da olsaydık daha çok insana ulaşma şansımız
olabilirdi. Ama belki bu kaliteyi yakalayamayabilirdik.
Belki sayı olarak çok fazla kişiye ulaşabilirdik ama kaliteyi
tutturamayabilirdik. İzmir’de olmamızın avantajı büyük
markalar bir girişimde bulundukların da ilk önce İzmir’de
yapıyorlar. Eğer o iş İzmir’de tutuyor ise Türkiye’ye
yayıyorlar. Bizim bunu görme şansımız oldu en azından.
Daha sonra yer değişikliği
düşünüyor musunuz?
Tüm Türkiye’ye yayılma gibi bir fikrimiz vardı. Bizi
franchising konusunda birçok insan aradı. Hatta şanssız
bir birlikteliğimiz oldu. İki buçuk üç ay kadar. Ama bizim
söylediğimiz etik değerlere uymadıklarını düşündüğümüz
için irtibatı kestik. Onlar şimdi kendi yolunda bir şeyler
yapıyorlar. Şunu iddia ediyorum Türkiye de bu işi gerçekten
doğru yapan gerçekten ahlaki olarak yapan tek kurum
ETKİN PERFORMANS’tır.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
41
insan bağımlılığı
///
Yemedim yedirdim, içmedim içirdim, saçımı süpürge ettim... Peki iyi mi ettim?
İnsan bağımlılığı
nedir?
KİŞİSEL TUĞÇE PEKER DARCAN
Klinik Psikolog
42
Koç Üniversitesi
Psikoloji
bölümünden
mezun olduktan
sonra İngiltere,
Wales
Üniversitesi’nde
Klinik Psikoloji
alanında yüksek
lisans derecesini
aldı. Şu anda Brief
London Çözüm
Odaklı Psikoterapi
ve Şema Terapi
Enstitüsü (ISST)
New York ve New
Jersey (Wendy
Behary, PhD. ve
Jeffrey Young,
PhD.) tarafından
verilen Şema Terapi
eğitimini ve
süpervizyonlarını
sürdürmektedir.
İnsan bağımlılığı, aşırı pasif ya da aşırı
ilgi eğilimi olabilen kişilerde, kişinin
ilişkilerini ve yaşam kalitesini olumsuz
yönde etkileyen sağlıksız sevgi çabasıdır.
İnsan bağımlılığı içsel değil, dışsal bir
bağımlılıktır. Kişi sıklıkla kendi ihtiyaçlarını
geri plana alarak, başkalarının ihtiyaçları
ile aşırı derecede meşgul olur. Böylece iç
sesini duyamaz, - duymaya da tahammülü
yoktur zaten- ve böylelik ile kendinden
uzaklaşır. İnsan bağımlılığı ailelerde, iş
ortamında, arkadaşlıkta, romantik ilişkilerde
ya da başka herhangi bir toplulukta her an
görülebilir. İnsan bağımlılığı inkâr, düşük
özgüven, aşırı uyum gösterme ve kontrol
etme örüntüleri şeklinde gözlemlenebilir.
Narsist (özsever görünen) yapıda kişiler adeta
insan bağımlılıları mıknatısı gibidir. Aslında
dünyadaki insan bağımlısı sayısı kadar insan
bağımlılığı çeşidi vardır. Ama temel olarak
ikiye ayrılır; yöneten- kontrol eden insan
bağımlıları ve yönetilen-kontrol edilen insan
bağımlıları... Bir insan bağımlısı aynı anda
hem yöneten kontrol eden, başka bir ilişkide
de yönetilen kontrol edilen olabilir. Sevgi ve
ilgi adı altında sıkça kötüye kullanılan alışveriş
veya kumar bağımlılığındaki gibi para ve
meta değil, ilişkiler ve ilişki kurma biçimidir.
Özellikle ülkemizde kültürel çoğunluk olarak
bu tür ilişkilerin objesi olmayan ve birey olan
kişiler “tukaka”dır. Eğitim seviyeleri ve yaşam
kültürü artmış kişiler zaman zaman kendi
entellektüel seviyeleri ve birikimleri ile bu
ayrımın farkına varabilirler. İnsan bağımlılığı,
ailedeki duygusal acı ve sıkıntı içinde (madde,
alışveriş, kumar, alkol bağımlılığı, duygusal,
psikolojik taciz, fiziksel, sözel şiddet, cinsel
taciz, boşanma, kronik fiziksel rahatsızlıklar,
teşhis konmuş ya da konmamış psikolojik
rahatsızlıklar, aşırı eleştirel, sevgisiz, ilgisiz
aile ortamı...) var olabilmek için, işlevsiz
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
///
yaşam biçimine ve kurallara göre belirlenen
çocukken öğrenilerek ya da tepki olarak
geliştirilmiş bir dizi uyumsuz ve dürtüsel
davranışlar bütünü ve yine işlevsiz sorun
çözme davranışlarıdır. Ne var ki, bu sağlıksız
sorun çözme davranışları bir süre sonra
tüm bağımlılıklarda olduğu gibi sorunun
kendisi haline gelir. Yetişkinler olarak,
insan bağımlıları “toksik” ilişkiler içerisinde
bulunma eğilimindedirler. Başka bir deyişle,
duygusal olarak hiç bir zaman onlar için
orda olmayan, güvenilmez, tutarsız veya bazı
bakımlardan muhtaç kişiler ile ilişki kurarlar.
Onlara küçükken yetiştikleri ortamdaki gibi
hissettiren kişiler hiç de yabancı gelmez.
Ve insan bağımlılıları bu ilişkiyle ilgili
herşeyi kontrol etmek ve gereken herşeyi
sağlamak için kendi ihtiyaçlarını, arzularını
görmezden gelerek, kendilerine devamlı bir
tatminsizlik ortamı yaratır ve buna mahkum
ederler. Böylece geçmişte yaşadıkları ikilemi
içgüdüsel olarak tekrar yaratıp bu sefer
çözmeye çalışırlar. İnsan bağımlısı bir kişi
sağlıklı sınırları olan biri ile karşılaştığında da
ilişki kurma biçimini kendi sistemi ile devam
ettirmeye çalışacağı için bu kişi ile kurdukları
ilişkiyi yürütemez. Romantik ilişkilerde ya da
arkadaşlık, akraba ilişkilerinde “tarzım değil”,
“beni çekmedi” , “sıcakkanlı değildi” gibi
yorumlarda bulunmaları olasıdır. Kendi kişisel
sınırlarına rahatça ve kısa sürede girilmesine
izin veren insan bağımlıları karşıdan bu
tarz sınırsız bir yaklaşım bulamadığında
kendini çeker. Toksik ilişkiler ve kişiler onlar
için ilk aşamada daha caziptir. “Hep beni
bulur böyleleri”, “İyi niyetimi kullandılar,
“Kader, kör talih”, “Düzgün insan yok, ben
düzgünüm onlar değil” gibi yakınmaları insan
bağımlılarından sıkça duyarız.Bu nedenledir
ki, döngü devam eder, insan bağımlıları
sağlıklı davranış biçimleri, başetme becerileri
olan kişiler yerine bağımlılığını besleyen
kişiler ile görüşürler. Ve bu şiddetli öfke,
çaresizlik, kin ve boşluk duygularını neden
taşıdıklarını kendileri bile anlayamazlar.
Eğer bu yazıyı okurken rahatsız olup kızgınlık hissediyorsanız, sayfayı çevirip kaçabilirsiniz...
Ama sadece bu yazıdan, kendinizden değil...
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
43
Ne değildir?
İnsan bağımlılığı, sağlıklı bir bağlılık, sevgi ya da ilgi
durumu değildir. İnsan bağımlılığı, karşındakinin
gerçekten neye ihtiyacı olduğunu düşünmek,
sorgulamak değildir, çünkü bağımlı için önemli olan
onun neyi vermeye ihtiyacı olduğudur. Bu tip davranış
örüntüleri ebeveyn-çocuk ilişkilerinde sıkça görürüz.
İnsan bağımlılığı, kişilerin düşüncelerine, ihtiyaçlarına
ve davranışlarına karşı kendi sorumluluğu çerçevesinde
elinden geleni yapmak değildir. Elinde somut bir
kanıt olmadığı halde, karşısındakinin varsaydığı tüm
ihtiyaçlarına kesin gerçeklermiş gibi elinden gelenin
fazlasıyla karşılık vermeye çalışmak ve kaos yaratmak,
sonuç olarak da kendini mağdur hissederek bunun
adına fedakarlık demektir.
Nerden çıkmıştır?
İnsan bağımlılığının literatüre girişi, Adsız Alkolikler
toplantılarında sorunun sadece alkol bağımlısında
değil, kişinin aile ve arkadaşlarının tutumlarında da
olduğunu farketmek ile başlamıştır. Daha sonra terim
sadece alkol bağımlılığı değil, herhangi bir bağımlılığı
olan kişiye bağımlı olma haline dönüşmüştür. Son
olarak ise, bu tür bir kişilik yapılanmasının sadece
içinde bağımlı olan ailelerde değil, işlevsel olmayan
çoğu aile yapısından kaynaklandığı öne sürülmüştür.
İnsan bağımlısı olan kişi, sadece bir başkasının onayı,
takdiri ve desteğine odaklanmıştır. Bu kavram bir
miktar kendinden daha güçlü bir kişiliğe tutunan pasif
bağımlı kişilik tipi ile örtüşse de, bundan farklı gelişir.
Kabul edilemez türde davranışlara izin verip karşımızdaki
kişiyi (bizi ve etrafı tahrip eden ve haddini aşan kişiyi) hoş
tutup yatıştırarak reddedilme, yalnız kalma, yüzleşme ve
sevilmeme riskini ortadan kaldırmaya mı çalışıyoruz?
Davranış örüntüleri ve
özellikleri
İnsan bağımlılığı, sağlıklı bir fedakarlığı ya da ilgiyi aşan
davranış, düşünce ve duyguları tanımlar. Ebeveynlik
mutlaka fedakarlık ve ilgi gerektirir, fakat sağlıksız
ve kişinin benliğini yok edici boyuttaki ilgi çocuğa
kalıcı zararlar verir. Genel olarak kendi duygusal
ve fiziksel ihtiyaçlarını da fark ederek karşılayan
sağlıklı ebeveynler daha işlevsel bir bakıcı iken, insan
bağımlısı ebeveynler daha verimsiz ve yıpratıcı olabilir.
Tek başlarına kalmaya ve kimsenin onlara ihtiyacı
olmadığını düşünmeye tahammülleri olmayan insan
bağımlıları, sürekli mağdur rolünü üstlenirler ve
başkalarının ihtiyaçlarını sürekli kendi ihtiyaçlarından
44
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
öncelikli tutarlar ve kendilerine asla sıra gelmez.
Böylece, birilerinin çaresizce onlara ihtiyacı olduğuna
inanmaya ve öyleymiş gibi davranmaya devam ederler.
Sürekli bir kabul görme ihtiyacı içindedirler. Herhangi
bir tartışma durumunda mağdur konumuna geçerler
ve kendileri savunma cesaretini gösterebildikleri nadir
durumlarda ise kendilerini suçlu hissederler. Genellikle,
ilişkilerde sürekli olarak tatminsizlik hisseder, direk
olmak yerine dolayl, imalı ya da başkaları üzerinden
iletişim kurmaya çalışırlar. Kontrolcü davranışlar,
güvensizlik, mükemmelliyetçilik, kendi duygularından
kaçınma, yakınlaşma problemleri, bakıcılık, aşırı
hassasiyet, tetikte olma hali ve sürekli dile getirilen
ve strese bağlı olduğu söylenen fiziksel rahatsızlıklar
insan bağımlılığının en temel göstergeleridir. Şimdi aile
ilişkilerinizi bir düşünün. İnsan bağımlılığı öğrenilmiş
bir davranıştır ve çoğunlukla aileden gelir ve hayatla
başa çıkma yöntemi olarak kullanılır. Çocukken bu
yöntemi öğrenerek aile içinde duygusal ve fiziksel olarak
var olmayı başarmış olabilirsiniz, bu sizin suçunuz
değil... Fakat bugün bir yetişkin olarak bu uygunsuz
ve kesinlikle başarısız olan ilişki yönetme biçimini
bırakmayı seçebilirsiniz... Muhtemelen karşınızdaki
insanların duygularından kendinizi sorumlu tutuyor ve
siz de kendi duygularınızın sorumluluğunu başkalarına
yüklüyorsunuz. Direkt olarak hayır demek sizin için
hemen hemen imkansız ve duymak da bir o kadar
dayanılmaz. Tüm bunlar yüzünden gülünç durumlara
düşmek, egonuzun taleplerini yanlış yorumlamak
ve bunları toparlamak için daha da çok çırpınmak
zorunda değilsiniz.
Finansal durumunuz ya da diğer kritik durumlarla
ilgili yanlış kararlar alır mısınız? Sevdiklerinize çelişki
ve kızgınlığı ertelemek ve engellemek için küçük,
beyaz yalanlar söyler misiniz? Aile içindeki uyugunsuz
davranışları ve olayları olmamış varsayarak ört bas
etmeye çalışır mısınız? Kendinizi sürekli kullanılmış
hisseder misiniz? İnsanlara gereğinden fazla bilgi verir
misiniz? En agresif ve manipulatif insan bağımlılarının
bile aşırı itaatkar bir tarafı vardır. Saygı göstermek
amacı ile sağlıksız bir boyun eğicilik moduna girmeniz
an meselesidir. Unutmayın en az patronunuz veya
büyükleriniz kadar siz de saygıyı hakeden yetişkin
birer insansınız. Kendinizi geri çekilmeye ve hüküm
altına girmeye asla mecbur hissetmeyin. Bukalemun
olmak zorunda değilsiniz. Fikrinizi söylemek, hayır
demek, size uygun olmayan kurallara uymamak ve
tartışmak saygısızlık değildir, önemli olan bunları
nasıl yaptığınızdır. Karşınızdakininin susmasını
sonsuza kadar bekleyemezsiniz. Kibar bir şekilde
müsade isteyip bölebilirsiniz.Yetişkinler dünyasında
karşılıklı direk iletişimle pek çok şey çözülebilir, karşı
tarafın bundan hoşnut olmaması sizin sorununuz
olmamalıdır. Böylelikle karşı tarafa size saygı duymayı
öğretmek konusunda ilk adımı atmış olursunuz.
Unutmayın siz artık annesinin, babasının ya da
dedesinin karşısında yaramazlık yapmış küçük bir kız
ya da oğlan çocuğu değilsiniz. Otorite benzeri figürler
karşısında yetişkin kalmaya çalışın...
Sosyal hayatınız sizi
tatmin ediyor mu?
Başkalarının düşüncelerini ve davranışlarını kontrol
etmemiz imkansızdır, ancak kendi düşüncelerimizi
ve davranışlarımızı kontrol edebiliriz. Şimdi sürekli
geçmişte ya da gelecekte yaşamayın. Tüm sahip
olduğunuz şu andır. “Şu olursa..”, “bu olsaydı....” sizin
keşkelerinizi ve gerçekçi olmayan beklentilerinizi
artırarak daha da çok hayal kırılığına uğratır.
Olduğunuz halinizle iyisiniz, tamsınız ve bunu
başkalarından duymaya ihtiyacınız yok.
Sosyal hayatınız sizi tatmin ediyor mu? Yoksa
başkalarının
hayatları
ve
problemleri
ile
sosyalleşemeyecek kadar fazla mı meşgulsunuz?
Başkaları için en iyisini düşünmek sizin için hayatın
anlamı olmuşsa, maalesef karşılık da beklersiniz. En iyi
şartlarda istediğiniz karşılığı alamadığınızda mutsuz ve
öfkeli, en kötü şartlarda da kindar ve intihara eğilimli
hissedersiniz. Ya da sürekli kalabalıklar içinde dikkat
çekmeye çalışan bir ilgi avcısı olabilirsiniz. Seçtiğiniz
hedef kitle tarafından takıntılı bir şekilde kabul
görmeyi ve onaylanmayı mı bekliyorsunuz? Kendinizi,
güncel meselelerinizi etrafınıza çırpınarak anlatırken
bulup tatmin edici yorumlar mı bekliyorsunuz?
Sürekli savunmada ve tetikte misiniz? Başkalarıyla
yüzleşmekten mümkün mertebe kaçar mısınız?
>>
Keşkeler ve sonuçları
Neden insan bağımlısı
oluruz?
Aile ve akrabalar ile içinde büyüdüğümüz ve yaşamı
öğrendiğimiz sistem bizi insan bağımlısı yapar. Eğer
sizin evde sorunlar hakkında oturup konuşmak
doğru değil ise, duygularınızı açıkça ifade etmenize
izin verilmiyorsa, iletişim mümkün olduğu kadar
dolaylı ve arada bir elçi kullanılarak yapılıyorsa, her
zaman güçlü, mükemmel, doğru ve iyi olmaktan
başka şansınız yoksa, gerçekçi olmayan beklentileri
karşılamaya çalışarak etrafınızı gururlandırmaya
çalışıyorsanız, sürekli olmamanız gerektiği sürekli
vurgulanıyorsa, dediğimi yap yaptığımı yapma
yöntemi ile büyüdüyseniz, eğlenmek, coşmak,
oynamak çok da tasvip edilmiyorsa... Bunlardan bir
kaç olan ailelerde çocukların özgüvenlerinin sağlıklı
bir şekildegelişmesi imkansızdır. Böylelikle çocuklar
yetişkinlikte de öğrendikleri işe yaramayan davranış
şekilleri, problem çözme biçimleri ve tepkilerle
boğuşur dururlar. Bu kişilere günlük hayatta , pasif,
pasif agresif, kontrolcü, paspas, yalaka, uçlarda, aşırı
duyarlı, yönlendirici, narsist, dram kraliçesi gibi
yakıştırmalar da yapılır. İş, okul ya da diğer sosyal
ortamlarda bizim için stres ve acı kaynağı olan kişinin
davranışlarının besleyecek şekilde davranmaya devam
ederiz...İyilik yaparız, mağdur oluruz, sinirleniriz,
aşırı tepki veririz, suçluluk hissederiz, sonra telafi
etmek için yine iyilik yaparız, mağdur oluruz...
“Yaşadığım hayatla ve kendimle ilgili nasıl daha iyi
hissedip tatmin olabilirim?”
İyileşme
İnsan bağımlılığının iyileşmesinde konuda uzman
bir psikoterpistten destek almak en sağlıklısı olur. Bu
alışkanlıkları bir günde edinmediğimiz için bu süreç
inişli çıkışlı olsa bile sonunda hayatınızı geri kazanma
şansına sahip olmak paha biçilmez bir deneyimdir.
Bu konu ile ilgili destek gruplarına katılmak, kitaplar
okumak, fakat öncelikli olarak da nasıl davrandığımızı
durup bir farketmek bile çok etkili olabilir. Aile
terapisi de bu konuda etkin tedavi yöntemlerinden
biridir. Destek alarak, kararlı ve emin durmayı, direk
iletişim kurmayı ve gerçekten kim olduğunuzu ve
ne istediğinizi öğrenebilirisiniz.İyileşme başta size
çok tuhaf, yabancı, bencilce gelse de ve sizin bağımlı
halinize fena halde yaslanmış insanlardan tepki
alsanız da cesaretinizi kaybetmeyin.
Kitap önerileri; Sınırlar - John Townsend & Henry
Cloud (Koridor Yayınları)
İlişkideki Bağımlılığa Son - Melody
Beattie (Ganj Yayınları)
Yardım alınmazsa...
Destek almazsanız ve değişmeyi erteleyip, problemi
inkar etmeye devam ederseniz yeme bozuklukları,
alışveriş bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığı, kendinizi
yok etme ve cezalandırma eğilimi gösterebilir, sizin
bağımlılık davranışını besleyecek türde kişiler ve
ilişkiler, aşırı stresli iş hayatı, depresyon, güvensizlik,
sosyal kaygılar tecrübe edebilir, zaten tecrübe
ediyorsanız semptomlarda artışlar görebilirsiniz.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
45
YORUM BİZDEN HALİL TABUR
Refleksoloji
eğitimi
R
SİHİRLİ DOKUNUŞLAR;
REFLEKSOLOJİ
İ
Psikolog ve Refleksolog
sa Mesihi anlatırken kullanılan en önemli özelliktir onun elleriyle insanlara şifa vermesi. Görmeyenin
gözünü açmak ve ölüyü diriltmek, bir mucize olarak ona sunulmuş nimetlerdendi. Yalnız İsa Mesih
de zirveye ulaşan dokunarak şifacılık daha da geçmişe dayanıyordu. Zira insanlar doğayı izleyerek
keşfederek taklit ederek bilimsel bilgiyi oluşturuyorlardı. Dokunmayla şifacılık değişik zamanlarda
köklü kültürlerde hep uygulana gelmiştir.
Manuel terapi
Refleksoloji belki de bu manuel terapilerin en
eskisidir. Hatta bilim tarihçileri insanların primatları
taklit ederek refleksolojiyi keşfettiklerini yazar. Nasıl
keşfedilirse keşfedilsin, tecrübeyle kuşaktan kuşağa
aktarılan her bilgi faydalı olduğu için günümüze
kadar ulaşmıştır. İsa Mesihte zirveye ulaşan bu bilim
günümüzde yeniden keşfedilen ve insanlara şifa sunan
bir tedavi olarak yeniden keşfedilip benimsendi. Yüz
yılı aşkın bir süre önce Amerikalı doktor Friztgerard
tarafından bilimsel perspektifle incelenen bu bilim,
günümüzde on binlerce uygulayıcısı ve meslek
örgütüyle dünyada sayılı bir meslek haline geldi.
El ve ayaktaki sinir dokuyu uyarmanın bu kadar
ilginç sonuçlar çıkaracağı genel olarak kimsenin
aklına gelmez. Fakat refleksolojiyi deneyen ve onun
muhteşem sonuçlarını gören bir kişi, kolay kolay bu
terapiden bir daha kopamaz. Günümüz insanların en
büyük sorunlarının başında yoğun stres ve anksiyete
gelmekte. Bu süreçler devam ettiği için de sinir sistemi
doğru akımla çalışamamakta ve buda vücutta ağrıların
ve hastalıkların çıkmasına zemin hazırlamaktadır.
Sinir sisteminin çalışma düzeninin bozulduğu bir
vücut dolaşım problemlerinin artmasıyla birlikte
hiç tanımadığı aklına getirmediği hastalıklara
yakalanmakta. Hastalıkların büyük çoğunluğunun
stres kökenli olduğunu söyleyen uzmanlar bunun
sebebi olarak da düzgün çalışmayan sinir sitemini
ve dolaşımı göstermekte. Hastalıklar karşısında
kullanılan ilaçlar da problemin temelini ve kaynağını
çözmektense, belirtleri çözmeye kilitlendiği için,
ne tam olarak hastalığımız geçmekte ne de ilaç
kullanmaktan kurtulmaktayız.
46
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Destek tedavi
El ve ayaklarda çevresel sinir sistemini uyaran
refleksoloji, en temelde merkezi sinir sitemini, ordan
da hareketle otonom sinir sitemini uyarıyor. Bu
da organların düzenli çalışması anlamına geliyor.
Refleksolojiyle ilgili yapılan birçok araştırma, yapılan
birçok tez ve litaratür çalışması, bu bilimi sistemli ve
akademik olarak daha güçlü kılmakta. Şimdilerde
refleksolojiyi neredeyse bilmeyen yok. Birçok hastanın
istifade etmesinin ötesinde, birçok bürokrat, sanatçı
ve tanınmış sima refleksolojiden istifade etmekte.
Özellikle nörolojik rahatsızlıklardaki açık ve ölçülebilir
faydaları, birçok bilim adamının gözünü bu bilime
çevirdi. Türkiye’de halihazırda elliye yakın bilimsel
makale ve tez çalışmasına konu olan refleksoloji,
özellikle hemşirelerin tez ve araştırmalarına konu
oluyor. Yine birçok nörolog da refleksoljiye sıcak
bakmakta. Refleksolojinin önemli bir destek tedavi
olduğunu kabul etmekte. Buraya kadar yazdıklarımız
sizi şaşırtmadıysa refleksolojinin faydalı olduğu
problemleri gördüğünüzde daha da şaşıracaksınız
demektir. Zira refleksoloji bel boyun fıtığından
migrene ,depresyondan panik atağa kadar bir çok
rahatsızlıkta kullanılyor. Özelikle engelli çocuklar
refleksolojiyle yürüyebiliyor ve konuşabiliyor.
ef leks olojinin
ülkemizdeki
serüveni oldukça
yeni
batıda
rahatlıkla kabul gören bu bilim
ülkemizde daha yeni yeni kabul
ediliyor. Hatta bununla ilgili
ilk resmi süreç sağlık bakanlığı
tarafından
tanımlanmasıyla
hız kazandı. Refleksoloji her
bilim gibi beraberinde iş hacmi
ve kapital değeri getirdiği için
özellikle ülkemizde, bazı çevrelerin
ciddi
direnciyle
karşılaştı.
Sağlık alanında çalışan meslek
gruplarının kapital dağılımdaki
yerini zorlaması bu işi yapanlara
cephe oluşturulmasına sebep oldu.
Ama şimdilerde ülke geneline yayılan
ve ülkenin en tepesindeki kurumlar
tarafından kabul görmesi bu bilime
bakışı bir anda değiştirdi. Geçmişte bu
bilimi inkar edenler bu bilimi öğrenmek
için arayışlar içine girdi. Burada da bir
başka sorun çıktı ki; o da refleksolojinin
ülkemizde profosyonel bir eğitiminin
olmaması. Bu konuyla ilgili bir çok ciddi
talep, yurtdışında bu eğitimi veren eğitim
kurumunu ülkemizde yöneltti. Şimdilerde
bu konuda ülkemizde ilk profosyonel
eğitimi veren BCU adında online üniversite
bu eğitimi almak isteyenlere imkan tanıyor.
İki yılı teorik olarak uzaktan verilen
eğitim bir yıllık staj olarak Psiko Akademi
Refleksoloji Merkezi’nde yapmaya imkan
tanıyor.
Her hizmet beraberinde bir rant kavgasını
getiriyor. Ve tabii Türkiye gibi ülkelerde
anlayış ve bakış açısı kolay kolay
değişmiyor. Ülkemizde oldukça iyi
bir durumda olan fizyoterapi bilimi
de geçmişte refleksolojinin yaşadığı
bu kavgayı yaşayanlardan. Zira
bu bilimde son yirmi otuz yılda
tanınma ve kurumsallaşma aşamasını
tamamladı. Geçmişten günümüze
uzanan birçok destekleyici bilim
kavramsallık ve bilimsel litaratür
açısından zayıf olduğu için, geçmişte
fizyoterapinin
günümüzde
de
refleksolojinin yaşadığı sıkıntıları
yaşıyor. Geleceğin dünyası holistik
yani bütüncül tedavilere daha açık
olacak gibi gözüküyor. İnsanların
sadece fizik bedenden değil ruhsal
yönünün de olduğu fikrinin
ağırlık kazanması, insanların
tedavi denilince ilacın dışındaki
destek ve alternatif tedavileri
aramasına yol açmaktadır. Bu
konuda dünyada ve ülkemizde
giderek gelişen bir sektör
var. Ve bu sektör giderek
büyümekte. İnsanların bu
süreçte bilinçlenmesi de çok
önemli. Zira her destek tedavi
mutlaka iyi bir uzmandan
alınmalı. Özellikle refleksoloji
için bu şart. Zira refleksoloji
vücudun
bir
anlamda
dengeleriyle
oynamaya
benziyor. Fizyoloji bilgisi
olmayan ve kuramsal yani
klinik refleksoloji bilmeyen
kişiler faydadan çok zarar
meydana getirebiliyorlar.
Refleksolojinin faydaları; - Refleksolojinin dikkat eksikliğine iyi gelir. Algılama, hafıza ve öğrenmeyi kolaylaştırır.
- Ağrı kesici etkisi vardır; .özellikle eklem ağrılarında
- Kan ve lenf dolaşımını düzenler
- Hücrelerin iyi şekilde beslenmesini sağlar
- Bağışıklık sistemini güçlendirir
- Stresi ve anksiyete düzeyini azaltmada başarılı etkiye sahiptir
- Vücut organlarının iyi çalışmasını sağlar
- Vücudun toksinlerden arınmasına yardımcı olur
- Ameliyat sonrası vücudun toparlamasına yardımcı olur
- Kaslar ve tendonlardaki spazmı azaltır
- Sinir sistemi üzerinde rahatlatıcı bir etkiye sahiptir
- Hastalık sonrası vücutta toplanan ödemin atılmasına yardımcı olur
- Hareketsiz yaşam tarzı olan kişilerde olumlu etkiye sahiptir
- Yağ ve ter bezlerini aktifleştirerek cildin nemlenmesini sağlar ve kişiyi gençleştirir.
.Buradan hareketle refeksolojinin anti -aging etkisi unutulmamalı
-Yine refleksoloji spastik çocukların, kasılmalarını azaltır ve zihinsel becerilerini artırır.
-Gelişim geriliği olan çocuklarda fiziki ve zihinsel olarak çok faydalıdır.
Tabiki refleksolojinin etkleri
bununla sınırlı değil. Sinirlerle
ilgili olan tüm sistemler,
refleksolojiden faydalanıyor.
Hastalıklara karşı daha dirençli
ve daha pozitif bir duygu durum
kazandırıyor. Gelişen toplum,
karmaşıklaşan hayatlar, artan
iş yükü ve anksiyete insanı
hasta ederken modern insan
hastalıklarına refleksolojiyle doğal
çareler arıyor.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
47
Şiddete Hayır
Sevgiye Evet !
///
Şiddetin her türlüsüyle her gün çoluk çocuk iç içeyiz. Hayvanlara, çevreye hatta kendimize bile öfke ve şiddetle
dopdoluyuz. Sevebilmeyi, empati kurmayı, merhameti, paylaşmayı, hayatımıza ruh katan, renk katan, içimizi ısıtan
duyguları beslememiz canlandırmamız gerekli.
G
///
ünümüzde her yanımız
şiddetle sarmalanmış
durumda, siyasi
mekanizmalar, iş yerleri
şirketler, trafik, futbol, vs vs vs…
Ve en önemlisi de aile ilişkileri.
Şiddetin her türlüsüyle her gün
çoluk çocuk iç içeyiz. Hayvanlara,
çevreye hatta kendimize bile öfke
ve şiddetle dopdoluyuz. Hayatta
ve evrende temel bir kural var,
bir şeyin eksildiği boşaldığı yeri
başka bir şey hemen doldurur.
Yani hayatta boşluk yoktur.
Örneğin; bardağınızdaki suyun
bir kısmını içtiğinizde bardakta
GÜNDEM İLKNUR PEDER
Psikolog
Cinsel Terapist
48
Ege Üniversitesi
Psikoloji Bölümünde
lisans eğitimini
tamamladı.
Transaksiyonel Analiz
( TA ), Bilişsel
Davranışçı Terapi
( BDT ), çocuk, aile
danışmanlığı, evlilik
sorunları, cinsel terapi
eğitimleri aldı. Köprü
Kişisel Gelişim
merkezinde bireysel
psikoterapi, ergen
danışmanlığı, sınav
kaygısı, kişisel gelişim,
cinsel terapi, evlilik
terapisi konularında
danışmanlık
vermektedir.
CİSED ( cinsel sağlık
enstitüsü ) İzmir şubesi
yönetim kurulundadır.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK
ARALIK2012
2011
boş görünen kısım gerçekten boş
mudur? Hayır, suyun eksildiği kısım
hava ile dolmuştur. Bardak boş
değildir. Bir binada ışığı azalttıkça
ışığın ulaşamadığı yeri karanlık
dolduracaktır. Akşam olup güneş
batmaya başladığında gökyüzü boş
kalmaz yıldızlar ve ay görünmeye
başlar. Birileri ölür birileri doğar,
birileri bir yerden gider ve onlardan
kalan yere başkaları gelir. Yani;
hayatta boşluk yoktur. Bu kural
evrende, ekolojik dengede ve biz
insanların iç dünyaları için de
geçerlidir. Bir duygunun eksildiği
yeri başka duygular doldurur
Pozitif ve negatif duygular
Bu şiddetten maalesef kadınlar da oldukça
nasibini alıyor. Elbette şiddetin sosyolojik,
ekonomik, siyasal vs birçok nedeni var
ama insanın iç dünyasına doğru ışık
tuttuğumuzda daha derinde kaybettiğimiz
pozitif duyguların yerini negatif duyguların
doldurması şiddetin ve tabi kadına şiddetin
en temel nedeni sanırım. Modern topluma
ayak uydurmaya çabalarken insanca ve
hayatı yaşanmaya değer yapan güzel
duygularımızı kaybediyoruz. Bu güzel
duygulardan boşalan yeri vahşi, acımasız
duygular dolduruyor. Giderek sertleşiyoruz,
duyarsızlaşıyoruz hep birlikte. Kadın,
şiddetin mağduru olduğu kadar şiddetin
faili de aynı zamanda. Ufacık bir çocuğun
bedeninde annesi sigara söndürebiliyor. Bir
genç kızı annesi sözel ve fiziksel şiddetle
intihara sürükleyebiliyor. Ulaşmak elde
etmek istediğimiz şeylerin, çıkarlarımızın
önünde engel olan çocuğumuz, karımız dahi
olsa o engele şiddetle tepki gösteriyoruz.
genelde, günümüzde merhamet,
şefkat, paylaşma başkasını düşünme
empati kurma gibi duyguları ciddi
ciddi kaybeder olduk. Sevginin
de rengi ve şekli değişti sanki
daha bencilce seviyoruz artık
sevgi de tüketilip atılan bir şeye
dönüştü. Hayattan ve kendimizden
beklentilerimiz oldukça fazla artık,
Bu beklentilerimizi doyuramamak
ya da beklentilerimize ulaşmaya
çalışırken karşılaştığımız engeller
yıpratıyor bizleri, içimiz stres ve
öfkeyle doluyor. Şiddet ise öfkenin
çocuğu. Öfkenin rahminde döllenip
gelişiyor.
Hayatta boşluk yok. İç dünyamızda da
öyle. Modern topluma ayak uydurmaya
çabalarken kan kaybeden duygularımıza
acil müdahale etmemiz gerekli. Bu konunun
üzerine hep birlikte ciddiyetle eğilip bir
seferberlik başlatmamızın acil gerekli
olduğunu düşünüyorum. Konuya sadece
erkeğin kadına şiddet uygulaması olarak
bakar ve bunu sadece erkekleri günah keçisi
ilan ederek ya da yasal düzenlemelerle,
cezalarla vs çözebileceğimizi düşünürsek
çok dar pencereden bakmış oluruz.
Sevebilmeyi, empati kurmayı, merhameti,
paylaşmayı, hayatımıza ruh katan, renk
katan, içimizi ısıtan duyguları beslememiz
canlandırmamız gerekli. Bunun için eğitim
kampanyaları, projeler oluşturulabilir,
medyada bu doğrultuda yayınlar yapılabilir,
dizilerde reklamlarda bu konuda mesajlar
vurgulanabilir, ‘şiddet kötüdür şiddete
hayır’ yerine ‘sevgiye, merhamete’ evet
sloganını gündeme getirmek çok daha
verimli olabilir. Çünkü hayatta boşluk yok.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
49
YÜZ YÜZE ALP KIRŞAN
İlk seansta psikoloğu
delirten adam:
Jüri üyeleri hakkındaki
görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Alp Kırşan
///
Oynamak istediğiniz
bir rol var mı?
Türkiye’nin gülen yüzlerinden biri o. Sıcak gülümsemesi ve samimi hareketleriyle
bulunduğu ortamı bile kahkaha tufanına dönüştürebilen ender isimlerden biri.
Alp Kırşan’dan bahsediyoruz. Evimizin yaramaz çocuğundan…
///
Oynamak istediğim rol seri katil. Çok ama çok istiyorum.
Her rolü de oynarım. Tek yapamayacağım şey sigara içmek.
Nefret ediyorum, bu uğurda çok kolay iş kaybedebilirim
ama pişman olmam.
Sizi Türkiye’nin Jim Carrey’isi olarak
nitelendirenler var. Bu görüşe katılıyor
musunuz?
Tan’ı (Sağtürk) çok severim eski dostuz. Azra (Akın) desen
ben mankenlik piyasasında var iken aramıza sonradan
gelen dünya iyisi arkadaşımdır. Sait (Sökmen) Hoca
‘Hocaların Hocası’, daha önceden kendisini tanımıyordum
yarışma sayesinde tanıdım, etrafımdaki herkes onun
zamanının en iyi dansçısı olduğunu her zaman söylüyor.
Saygı duyuyorum. Acun (Ilıcalı ) zaten bizim Acun, abi
kardeş, Acun = IQ. Dansın psikoloji bilimi ile alakası var
mı bilmiyorum ama benim ile çok alakası var. Çünkü son
birkaç aydır hayatımı dansa vermiş durumdayım. Özel
hayatım bitti. Asosyale bağladım, çok ama çok zamanımı
alıyor. Bu durum beni çok memnun ediyor, çünkü ben
çalışmayı çok seviyorum. Akşamları eve yorgun geldiğim
zaman çok huzurlu uyuyorum.
Artık Hayrettin Türkiye’nin Jim Carrey’si. Ayrıca öyle bir
iddiam hiç olmadı, ben eğleniyorum insanlar benzetiyor.
Türkiye Alp Kırşan’ı çok sevdi. Sizce
bunun nedeni ne?
Sanırım kameralar karşısında fazla rahatım ve
arkasında neyse önünde de aynıyım. Ayrıca askerliğimi
uzun dönem ve zor sayılabilecek şartlarda yaptığım
için izleyenlerin gözünde hafife alınamayacak güven
duygusu veriyor olabilirim.
Genelde komedi tarzı yapımlarda yer
alıyorsunuz. Bu tesadüf mü?
Komediyi seviyorum, insanları güldürmek mutlu
etmek dünyanın en güzel duygusu bence. Unutmayın!
Her oyuncu ağlatabilir ama her oyuncu güldüremez.
Değişik rollerde teklif gelmiyor mu?
Yoksa siz mi tercih etmiyorsunuz?
Roller benim karakterime yakın oluyor. Oynamakta
zorlanmıyorum. Sadece alışma aşaması sancılı geçiyor.
50
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Uzmanlara göre sürekli neşeli olmakta
bir rahatsızlık. Eğlenceli olarak
nitelendirilen yapınızla siz bu konu
hakkında ne düşünüyorsunuz?
Zaten sürekli neşeli değilim tabiî ki de, öyle bir adam
olmam olamam. O hastalık kesinlikle, gözlerin bende
olduğunu ve insanların gülmeye ihtiyacı olduğu zaman
neşelendirmeye çalışıyorum.
Daha önce psikolojik yardım aldınız mı?
Bu konuya nasıl yaklaşırsınız?
Mankenlikten oyunculuğa transfer
olan isimlerden birisiniz. İki işi
karşılaştırdığınızda hangisi daha zor?
Oyunculuk tabii ki de, ama mankenlikte iyi bir defilede
yer yer oyunculuktan daha zor.
Yarışmaya katılmaya karar verene
kadar dansla ilginiz var mıydı, dansı
sever miydiniz? Kendinizi iyi bir dansör
olarak nitelendirebilir misiniz?
İdolünüz hangi oyuncu?
Dans ile hiç alakam yok idi bu yarışmaya kadar. Spor
akademisinde 1999 yılında Vals ve Tango derslerinden
geçmiştim ama çok kısa sınav süresi olduğu için ne
yaptığımı farketmeden dersten geçer not almıştım.
Şimdiki daha ciddi, çoğu insan seni izliyor, ciddiye almak
zorundayım. Bu yarışmadan sonra itina ile dans edeceğimi
zannetmiyorum. İdolüm yok, ama izlerken büyük keyif aldığım
oyuncular var. Haluk Bilginer, İsmail Hacıoğlu, Şener
Şen, Demet Akbağ ve Cem Yılmaz. Partneriniz İvana ile sahnede sağladığınız
uyumun sırrı nedir?
“Seri katili oynamak istiyorum”
İvana yakın arkadaşım gibi, iyi dost olduk sanırım.
Psikolojik yardım almadım ama almayı denedim. İlk
seansta doktor: “Çık odadan senin tedaviye ihtiyacın
yok hatta bu kafayla sen beni bile delirtirsin dedi :))”
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
51
MARKA RÖPORTAJ COSSY BY AQUA
Cossy by aqua nasıl oluştu?
ASLI YORNUK
RÖPORTAJ SİMGE ŞEN
FOTOĞRAF GÖKHAN SÖNMEZ
By aqua 1999 yılının sonunda 2000 yılında MTK sitesinde
kuruldu. 400 metrekarelik o zaman küçük bir atölyemiz vardı.
2 kişiydik orada. Pijama ve eşofman üretimi yapıyorduk.
Yıllar sonra 2004 yılına geldiğimizde buraya taşındık. Çünkü
bize yetmemeye başladı. Aslında MTK sitesinde de 400
metrekarelik bina 3 binaya çıkmıştı. 2000 metrekarelik alanı
12 kapı ile idare etmeye çalışıyorduk, olmadı. Sonra dedik
ki ana bir binaya çıkalım. Bir bünyede herşeyi toplayalım.
Sonra Sarnıç’a geldik. Sarnıç Sanayi Bölgesi’ne. Tabii ki bu
arada 1999–2000 yılı ile 2004 yılı arasında çeşitlerimizi de
arttırdık. Pijama, eşofmanı geçtik çamaşır üretimine girdik.
2 sene evvel mayo üretimine geçtik. Çok fazla çeşit olunca
tabi bina da bize yetmemeye başladı. Buraya taşındık. İki ayrı
fabrika olarak. Burada şu anda 300 personel 14 tane fabrika
mağazası bunların 4 tanesi franchising, 10 tanesi fabrikanın
kendi mağazası. Devam ediyoruz.
COSSY BY AQUA
Cossy by Aqua bir Türk markası?
///
Tabii ki bir Türk markası. 11 sene önce kurulan bir Türk
markası. Kendi sektörümüz de bir markayız. Şu an da
baktığınız zaman bu konu ile ilgili bir bayana sorduğunuz
zaman aqua’yı gayet iyi biliyordur. Çünkü Türkiye’nin
için de 380 tane corner olarak satış yapan mağazamız var.
Müşterilerimiz var.
olmayanı yaptı, en iyisi oldu
Türkiye’de pijama, eşofman, çamaşır ve mayo dendiğinde akla gelen ilk firma By Aqua. 11 yıl gibi kısa sürede
sektörünün lider koltuğuna oturan Aslı Yornuk ile bir araya geldik.
///
“ Türk markaları tanıtımda eksik “
Genel Türk markaları hakkında ne
düşünüyorsunuz?
Yornuk, 1995 YILINDA LARA İÇ GİYİM
BOSTANLI MAĞAZASI KURARAK İŞ
HAYATINA BAŞLAdı.2000 YILINDA COSSY
BY AQUA FİRMASINI Eşi Cenk Yornuk
ile BİRLİKTE KURDU. 2006 YILINDA
COSSY BY AQUA ÇAMAŞIR FABRİKASI ile
başarıları devam etti. 2010 YILINDA MAYO
BEACHWEAR GRUBU da bu markaya
KATILDI. Aslı Yornuk ŞUANDA COSY BY
AQUA FİRMASININ BAŞ TASARIMCISI
VE GENEL MÜDÜRÜ. Aslı Yornuk sinerjiye
inanlardan. Hemen ekip arkadaşlarını yani baş
tasarımcılarını da sohbete dahil ediyor. Nilay
ALKAN ve İlkay ERTUK…
Aslı hanımın başarı grafiğini bu satırlara
çizmek istedik. O(nlar) anlattı biz
şekillendirdik…
52
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Genel Türk markaları hakkında ne düşünüyorum; aslında
çok güzel markalarımız var ama kendilerini tanıtamıyorlar.
Yani şöyle reklam olayı hiç yok Türk markaların da. Üretim
çok iyi. Baktığımız zaman kalite çok güzel. Çıkan ürün çok
güzel ama tanıtım yok. Markalaşmayı pek düşünmüyorlar.
Neden olduğunu bilmiyorum ama marka olayına pek girmek
istemiyorlar.
Korkutuyor mu acaba?
Korkutuyor tabii ki. Prosedürler çok fazla Türkiye’de. Yani bir
de üretim için gerçekten öz sermayenin çok kuvvetli olması
gerekiyor. Bu da bir gerçek.
İhracat çalışmalarınız var mı?
İhracat çalışmalarımız var. Şu anda Hollanda’da bir firma
ile çalışıyoruz. Onlara kendi koleksiyonlarımızdan da
yapıyoruz. Artı onların kendi koleksiyonlarından da üretim
yapıyoruz. Böyle kardeş bir paylaşım var aramızda.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
53
Çok başarılı Türk tasarımcılar var
evet. Genel de yurt dışındalar
neden Türk markalarına dâhil
olamıyorlar? Talep mi yeterli
değil? Ya da yurtdışındaki o çok
büyük markalar direk o kapıdaki
adamları koparıp alıyorlar mı ?
Türkiye’deki markalar onlar ile
baş edemiyor mu?
A.Y: Ben size Fransa fuarından örnek vereyim.
Başka hangi ülkeler var?
Tüm Arap ülkelerine ve doğu ülkelerine ihracatımız
var. Ukrayna, Rusya. Rusya’da depomuz var zaten.
Kendimize ait bir ortağımız var. Ukrayna, Kazakistan,
Türkmenistan hepsine hemen hemen doğu Avrupa
ülkelerinin hepsine gönderiyoruz. Artı Suriye, Lübnan,
Irak, Cezayir, Tunus’a gidiyor. Yani tüm Arap ülkelerine
gidiyor. Ayrıca Almanya ile dönem dönem çalışıyoruz.
Almanya da bir firma ile çalışıyoruz.
Bu tarafa döneyim
biraz da yeni moda tasarımlar,
tasarımcılar bu konu hakkında
ne düşünüyorsunuz?
Aslı: Bizim takımın arasın da bir cümle vardır.
Olmayanı yapmak. Yani bizim ilkemiz bu. Piyasada
olmayanı yapmak. Belki tezat tamam ticari de olacak
ama farklı olacak. Yani hem ticari olacak hem farklı
olacak.
A.Y: O zaman Türkiye’yi düşünmüyorlar. Zaten
Aslı: Bir aqua rengi bir de fuşya.
A.Y: Şimdi onlar şanslı bir de. Benim 28 yaşında
N.A: Bizim takip ettiğimiz beğendiğimiz tasarımcılar
bilgisayarım oldu. Şimdi 3 yaşında bilgisayar hepsinin
önünde
arasında.
N.A: Yetişen nesil daha şanslı daha teknolojinin içinde
zaman.
Aslı: Bunlar yurtdışın da önemli insanlar baktığımız
büyüyorlar. Onun için daha iyi olacaklar ilerde inşallah.
Şu an ki tasarımcılarımız da çok iyi. Çok başarılılar.
Türk modasından uzaklar ama.
A.Y: Daha yaratıcılar. Bakın Türk tasarımcılar bakın
Aslı: Evet uzaklar. Türkiye’de ki modanın markadan
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
her an da spor yaparken bile şık olmayı seven insanlara
hitap ediyoruz. Zaten koleksiyonlarımız da o şekilde.
Her zaman farklı şeyler çıkarıyoruz müşterilerimizin
karşısına. Her zaman müşterilerimize hep yeni şeylerle
gittiğimiz için onlar biliyorlar aqua da farklı şeyler
görecekler. Kendi piyasamız da da öyle. Bir pijama
bir gecelik ya da bir spor giyimin en farklısı nerede
dendiğinde akla biz geliyoruz. 11 yıllık markayız. Bu
büyük bir başarı.
Yani biraz geride kalıyor Türkiye.
yenilikçi ve modern buluyorum. İki markamızın stand
açtığını duymuştum. Bence çok güzel bir yerde diye
düşünüyorum. Biz kendi markamızda da hani yenilikçi
ve modern yoldan ilerlemeye çalışıyoruz.
ben yurt dışında da fuarlara katılıyorum. Yeni genç nesil
Türk tasarımcılar; İtalya’da okuyan, Almanya’da okuyan
çok ünlü moda tasarım üniversitede okuyan Türk
tasarımcı çocuklar var. Ve gerçekten çok yaratıcılar.
Görüyorum orada yapılanları. Çünkü stand açıyorlar.
Fuarlar da stand açıyorlar. Kendi üniversitelerini
temsilen.
Nilay: Ya açıkçası biz yenilikçi modern olmayı seven
Olmazsa olmaz renkleri de var
By Aqua’nın yani psikoloji ile de
bağdaştırırsak.
Yabancı markaların tasarımcıları Türk.
yabancılar. İtalyan, Fransız. Bir Armani dünyaca
bilinen bir marka. Onu tercih ediyorlar. Onu söylemek
istedim. Ama baktığımız zaman da Dice Kayek’te alt
tasarımcı Ayşe Egeli. Ben biraz araştırdım. Yani o da
Türk tasarımcısı. Yani tasarımın başı. Bu çok güzel
bir şey bir bakıyorsunuz başka kimler vardı. A46’nın
tasarımcısı Tuana Büyükçınar.
N.A: Açıkçası ben takip ettiğim kadarı ile çok
54
Fransa’da katıldığım bir fuar da bunu da ayrıca
anlatmak istiyorum. Tasarım yarışması yapıyorlar ve
okulun ilk 5ini alıyorlar. Almanya’da ki ilk 5’i alıyorlar
tasarım ve bunların arasında yarışma yapıyorlar. Orda
o anda Armani, Valentina işte Dice Kayek hepsine tek
tek iş teklifi götürüyorlar. Bizim firmalarımız bunları
göremiyor maalesef. Ben bu fuarda Almanya’dan
katılan bir tasarımcıyı çok beğendim. Gerçekten çok
iyi idi tasarımları. Ama önüm de o kadar iyi markalar
vardı ki Armani gibi Victoria Secret gibi.
By aquanın hedef kitlesi ne?
Gerçi her yaş aralığına çalışıyor
bildiğim kadarı ile.
uzak olupta biraz da fason mantığı ile gitmesi. Yani
çok az markamız var düşünün. Ben kendi sektörüm de
parmak ile sayılabilecek az marka tanıyorum. Dünyaca
tanınmış bir marka Zeki Triko var baktığımız zaman
tek. Çamaşırda kimseyi söyleyemiyorum. Hani Kom
diyemiyorum. Kom’u biz Türkiye’de biliyoruz.
Nilay: Her zaman yeni renler ile çıkıyoruz. Bir pijama
da mesela eskiden beri farklı renklerle çıktık. Bildiğimiz
bir pembe mavi yeşil dışında bir zümrütle bir pudra ile
bir vizon ile pijamalar çıkardık. Biz yeni renkleri her
zaman sunuyoruz müşterilerimize.
Artık spor giyim de günlük
yaşam da kullanılan bir giyim
haline geliyor.
Aslı: Evet tabi ki rahat giyim. Özellikle hanımlar hem
şık olmayı istiyorlar hem spor giyinmeyi hem de rahat
olmayı. Yani bu üçünün toplandığı bir şeyi istiyorlar.
Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz. Rahat giyinsinler.
İşte eşofman giysinler ama bunun yanında şık pullu işte
ne bileyim bir kahve içmeye gidelim dediğimiz zaman
bizim koleksiyonumuzdan alıp kahve içmeye rahatlıkla
gidebileceğimiz, Alsancak’ta oturabileceğimiz kıyafetler
var.
Yani bayanlar spor giyinerek te
şık olabiliyor artık.
Evet tabii ki zaten bizim çizgimiz bu.
Artık herkes spor giyiniyor.
Hafta sonları, hafta içi evinde,
işinde. Spor giyimin tarzı nasıl
oluyor? Yani insanlar giyimleri ile
tarzlarını belli ediyor. Spor giyim
de tarz nasıl oluyor?
Nilay:
Yani spora giderken farklı şeyler
giyebiliyorsunuz, brunch a giderken de spor ve şık
olabiliriz. Biz biraz o kısma hitap ediyoruz. Hafta sonu
bir yere giderken de yürüyüş yapmak istediğinde ayrı
bir grubumuz var. Kendi içinde ayrılıyor zaten. Fitness
gruplarımız var, sokak giyimlerimiz var, home beer
grubumuz var. Çok fazla grubumuz var. Çok sayıda
kesime hitap ediyoruz.
Aslı: Son 4 senede, 2005 yılından sonra şirketimizin
yeni politikası bir mağazanın satabileceği ürünlerin
hepsini kendi bünyemizde çıkarabilmek. Konsept
mağaza olmaya çalışıyoruz.
Bedenler ile ilgili soracağım. 0
bedenden başlıyor kaç bedene
kadar gidiyor?
Aslı: 50–52 bedene kadar gidiyor. Yani Türk kadınları
arasında 0 beden pek yok. Yani bizim hitap ettiğimiz
kesim 36 beden ile başlıyor. O da 14 yaşa giriyor. Türk
mutfağımızın güzel olmasından dolayı kadınlarımız
kilolu. Özellikle bel ve basen kısımları geniş. Biz ekip
olarak ta güne güzel kahvaltılar ile başlıyoruz. Ve o
kahvaltılar da güzel tasarımlar çıkıyor meydana. Güne
daha keyifli başlıyoruz. Günümüzde işletmelerde
terapi merkezleri ya da toplu kongrelerde çalışanların
motivasyonlarını arttırmak amaçlı yapılan aktiviteler
var.
Nilay: Tasarım yapmadan önceki ruh hali çok önemli.
O tasarıma da yansıyor. SPA günleri düzenlemeyi
düşünüyoruz. Eski Türk hanımlarının hamam
günlerinin daha modernize edilmiş şeklini.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
55
Sürekli bir üretim var.
İş yetişmek zorunda
ve maksimum hız
gerektiriyor işiniz bildiğim
kadarı ile. Ama illa ki
aşağıda bir sürü farklı
insan çalışıyor. Farklı
yerlerden geliyorlar.
Onların hepsinin üretimin
aksamaması için
psikolojilerinin iyi olması
lazım. Bunun için ne
yapılabilir? Ya da ne
yapılıyor.
Aslı: O durum da biraz eksiğiz ben
kabul ediyorum. Yoğunluktan çok elimize
alamıyoruz ama yılsonlarında yılbaşı
partilerimiz oluyor. Hediye çekilişlerimiz
oluyor. Belirli şeyler koyuyoruz. Ben
bunları mağazalardan anlatabilirim.
Perakendeler de belirli kotalar koyuyoruz.
O kotaları geçtikleri zaman ekstra ücret
alıyorlar. Ya da burada ekstra mesai
ücreti alabiliyorlar. Biz bunları sosyal
haklarından ayrı düşünüyoruz. Bahar
aylarında piknik düzenlemeye çalışıyoruz.
Evet biliyorum. Uzun yıllar
önce katılmıştım. Yani
By aqua’da üretimin
kalitesi kadar üretim de
çalışan personelin kaliteli
bünyeleri de önemli.
Aslı: Biz burada büyük bir aileyiz.
Onu öyle kabul ediyoruz. Nasıl 12 kişi
başladıysak bu işe 300 kişi olmamızda
bunu değiştirmiyor. Hani hepimiz bir
aileyiz bunu öyle düşünüyoruz. Ailemiz
büyüdü 300 kişi olduk ve biz çok memnun
oluyoruz. Mesela yılbaşı partilerinde en
çok oynayan benim.
“ Sağlıklı ürünler sunuyoruz “
56
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Tüketiciler By aqua’yı
neden tercih etmeli ?
Aslı: Bütün kumaşlarımız yüzde 100
pamuk. Ağırlıklı diyorum Çin’in piyasaya
girmesiyle polyester karışımı olan
kumaşlar devreye girdi. Tabi bir takım
istekler doğrultusunda polyester iplikli
kullandığımız kumaşlar da var. Ama
yüzde 100 pamuklu ürünler kullanmaya
çalışıyoruz. Bu da sağlıklı ürünler
yapmamızı sağlıyor. Ayrıca nefes alan
kumaşlar kullanıyoruz. Fitness grubunda
özellikle. Bu kumaşlarla spor yaptığınız
zaman vücuttaki ısı dengesini terleme
ve ısıyı dengeliyor. Dışarıda bir anda
soğuk ile karşılaştığımız zaman vücuttaki
ısıyı dengelediğiniz için hasta olmanızı
engelliyor. İşte termal ürünler yapıyoruz
mesela. Özellikle bu termal ürünleri
özel kimyasallar getiriyoruz. Belçika’dan
onlar ile yıkamalarını yaptırıyoruz. Daha
yumuşak daha sağlıklı olması için. Daha
termal özelliğini koruması için.
Kaliteli ve daha sağlıklı
olması için.
Aslı: Şöyle söyleyeyim. Kaliteyi uygun
fiyata sağlıyoruz. Benim babamın çok
önemli bir lafı vardır. Ne kadar ekmek o
kadar köfte. Bir de hep şey denir ucuz mal
alacak kadar zengin değilim. Böyle bir lafı
vardı rahmetlinin. Tabi ki belirli bir kalite,
belirli bir fiyatı gerektiriyor. Biz de bu
fiyat ve kalite dengesini bir arada tutmaya
çalışıyoruz. İyi bir fiyata iyi bir kalite.
2012’den bahsedelim.
2012’de By aqua neler
yapacak ?
Aslı: Bir kere mağazalarımızı büyütmeyi
düşünüyoruz. Çünkü ne kadar büyük
kitleye
ulaşabilirsek,
tüketiciye
ulaşabilirsek bizim için o kadar iyi. Sonra
reklam projelerimizi ulusal alanda da
artırmayı düşünüyoruz. Türkiye’de bilinen
bir markayız, yurt dışında da bilinmek
istiyoruz. Bunu da ancak reklam ve fuarlar
aracılığı ile yapabiliriz. Dışarıdaki fuarlar
da Türkiye’yi temsil etmek istiyoruz.
Bununla ilgili zaten çalışmalara başladık.
Rusya da, Fransa’da zannediyorum
Ukrayna’da, Suriye’de kendi mallarımızı
sattığımız noktalar da ve Almanya’da çeşitli
fuarlara katılmak istiyoruz. Reklamlar
yapmak istiyoruz.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
57
>>
YÜZLEŞME NECMİ YAPICI
Bütün mesele seçimlerimizde
///
Bu sayımızda sizlere daha önce yayınlanmış bir dizideki adıyla hatırlayacağınız ‘Feridun Bitir’in yani dizi, tiyatro ve
sinema eserlerinin bilinen yüzü Necmi Yapıcı’nın meslek seçiminde yaşadıkları ile başbaşa bırakıyoruz.
///
K
üçüktüm, ama ilkokul küçüklüğünde değil, ortaokula yeni başlamıştım. Şimdiki eğitim sisteminde
7. sınıfta falanım. O zamanlar çok iyi futbol oynuyorum, mahalledeki herkes hayran, bu çocuk çok
iyi topçu olacak diyorlar.O zaman Oğuz Çetin var Fenerbahçe de, Oğuz 10 numaralı formayı giyiyor,
oyun kurucu, o orta saha da nasılsa bende öyleyim, tek amacım Oğuz gibi bir futbolcu olmak. Oyun
kuruyor, muhteşem paslar veriyor, gol attırıyor, kendi gol atıyor. Kısacası Oğuz o zamanki Alex de Souza. Karşı
komşumuzun oğlu Erhan Abi bir gün yanıma geldi, Neco seni Altay’a seçmelere götüreceğim seçmeler var
dedi, Erhan abi benden dört yaş büyüktü, o zamanlar İzmir’ in 1. Ligde oynayan futbol takımlarından Altay’da
oynuyordu. Ayrıca ümit milli takımınında değişmez oyuncularındandı. Mahallenin medar-ı iftiharı. Tabi ben nasıl
sevindim tahmin edemezsiniz , ama yok yok tahmin edersiniz , yani o yaşlarda futbolcu olmak isteyen ve bunun
için çok güzel bir fırsat yakalayan bir çocuk sevinçten nasıl delirirse öyle sevindim işte.
Küçücüktü ev ama Allah’tan biz iri yapılı
insanlar değildik. Annem sabah karanlığında
işe gider akşam karanlığında eve dönerdi.
Bize bakabilmek için insan üstü bir gayret
gösteriyordu. Çamaşır makinesi yok, kazanda
kaynatılıyor su, bulaşık makinesi de yok tabi,
her şey elde yıkanıyor bahçede buz gibi su dolu
olan varilden, tasla alınan suyla.. Banyo desen
bahçedeki tuvalette yapılıyor. Kazanla suyu
kaynatıp ılıştırarak yıkanıyorsun donarak ve
tamda bir kazan suyla idare etmek zorunda
olarak..Yemek de yapılması gerekiyor. Anem
geç geldiği için genelde akşamları sabah
kahvaltı yapıyoruz dolayısıyla. Hem ucuz hem
kolay hazırlanıyor. E kadın nasıl yetişecek her
şeye o yorgunlukla. Ama yine de yetişmeye
çalışırdı annem geceden yemek yapardı bazen,
patates kavurması, patlıcan kavurması ya da
sulu yemeğini, bulgur pilavı, etsiz yemekler,
ot kavurmaları, taze fasulye, makarna gibi en
masrafsız ve en çabuk olan yemekler. Karın
doyurmak değil mi oğlum bu derdi... Besin
almak ikinci plandaydı bizim evde. Bazı
akşamlar da anneannemlerde yerdik. Allah
rahmet eylesin bize çok destek oldular dedemle
birlikte. Nur içinde yatsınlar.
Annem haklıydı
Süper oynadım
Ertesi gün Altay takımın seçmelerinin yapılacağı yere
doğru yola çıktık. Biz Buca’da oturuyorduk, seçmeler
Altay’ın Bornova’daki çalışma sahasında yapılacakmış.
İki tane otobüs değiştirdik ulaşmak için. Yolculuk
sırasında Erhan Abi bana taktikler verdi: “Bak Neco
seçmelerde dikkat çekmek istiyorsan sana söylediklerimi
yap yeter abicim” dedi. Ne yapayım abi dedim, güzel
çalımlar at, üç beş kişiyi çalımlayarak geç, bir tane bacak
arası yapıp geç, bir tane gol pası ver gol attır, bir tane
de gol at yeter dedi. Bende tamam abi nedir ki bende
zor bir şey isteyeceksin sandım dedim. Seçmelerin
yapılacağı sahaya vardık, ben hemen şortumu falan
giydim oradan forma verdiler iki takıma ayrıldık maç
başladı ben Erhan abinin dediklerini yapmaya başladım,
çalımlarla geçiyorum, bacak arası yapıp geçiyorum, bir
pas attım aradan gol oldu, o zaman assist denmiyordu
gol pasıydı adı, iki dakika sonra süper de bir gol attım
. Elinde not defteri olan Hoca hemen yanıma geldi,
oğlum senin adın ne bakayım dedi, bende Necmi Yapıcı
dedim. Not aldı, bundan sonra bizimlesin oğlum dedi..
Nasıl sevindim havalara uçtum Erhan Abi’ye koştum
müjdeyi verdim sarıldık. Aferim sana dedi Erhan Abi
sen çok büyük topçu olacaksın . Evet ben çok büyük
bir topçu olacaktım ve Fenerbahçe’de oynayacaktım
58
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
büyüyünce. Uzun zamandır tek hayalim buydu, bunun
üzerine planlar yapıyordum. Yol haritam bile belliydi
kafamda. Neşe içinde eve döndük ben anneme müjdeyi
vermek için akşam karanlığında işten dönmesini
bekledim, kapıdan girer girmez de, anne, seçmeleri
kazandım futbolcu olacağım dedim.
Kümesten bozma ev
Heyecan içinde orda neler yaptığımı anlattım, annem
de çok sevindi tabi, yetenekli oğlum benim dedi, sarıldı,
öptü, sevdi beni. Sonra o daha üstünü değiştirmeden
mutfaksız evimizin mutfak olan tarafına gidip Allah ne
verdiyse hazırlamaya başlamışken yanına yaklaştım,
her gün Bornova’ya idmanlara gitmem lazım anne
dedim. Annem duraksadı , Bornova’ya mı? Evet anne
Bornova’ya. Ama oğlum her gün iki gidiş iki geliş
dört tane otobüs bileti yapar, biz nasıl veririz o kadar
yol parasını dedi. Haklıydı, biz günde dört belediye
otobüsü bileti parası veremezdik ki; biz o sıralarda
anneannemlerin tavuklarına kümes yaparlarken
annemle babamın ikinci kez ayrılmasından sonra
birden bire o kümesi bizim için eve dönüştürmeye karar
verdikleri bir odalı evde oturuyorduk. Annem, ben ve
kardeşim.
>>
Kısacık bir an düşündüm annem haklıydı, o
da çok isterdi benim futbolcu olmamı ama
imkanımız yoktu ki, ona hiç kızmadım ısrar da etmedim ve bir daha futbol konusunu hiç açmadım. O an
anladım hayatta asla plan yapmayacksın. Çünkü plan yapmak, olsa olsa sadece büyük plan yapıcıyı güldürürdü.
Çünkü onun hepimiz için zaten bir planı var bence.
Futbolculuk konusunda ısrar etseydim, o koşullarda o yoklukta her ne pahasına olursa olsun bunun için
uğraşsaydım, zaten ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranan bir futbolcu olurdum. Bu seçimi koşullara bağlantılı olarak
yaptım tabi. Belkide o koşulları yaşamasaydım, mesela çok zengin olsaydık idmanlara gidip iyi bir futbolcu
olabilirdim, ya da olamayabilirdim. Belki sakatlanıp genç yaşta futbol hayatım bitecekti. Ya da bitmeyebilirdi
ama tamamen bambaşka bir şey de olabilirdi. Her zaman milyonlarca seçenek ve yol vardır, yollar, sınavlar ve
seçenekler hiç bitmez. O yüzden doğru yoldan gittiğinden emin olmak çok zordur.
Hayatta tek bir şeyden emin oldum şu ana kadar, o da doğru mesleği seçtiğimden. Benim dünyaya gelme
sebebim bu olmalı kesinlikle. Yüce yaradanın gücünü, yaratıcılığındaki sonsuz renkleri göstermesinin bir
aracısıyım belki de..
Kendini bil
Ondan sonra da hayatımda böyle bir çok yol ayrımı geldi önüme, çoğunda iç güdülerim ve kendimi bilmem
bana yardımcı oldu ,
“ GNOTHI SE OUTON” yani “KENDİNİ BİL”
Antik çağ Yunan tapınağı olan Delphi’nin girişinde yazarmış bu söz. üniversite yıllarında keşfettim bu sözü.
Sonra ne zaman bir seçim yapmak zorunda kalsam, kendimi, yapabileceklerimi, gücümü bilerek bunun farkında
olarak yapmaya çalıştım. Elbette yanlış seçimlerde yapabiliriz zaman zaman, ama bu çok normal, hayat bir
sınav ve her zaman doğru cevapları bilemeyebilir, atsak da tutturamayabiliriz. Neyse ki üç yanlış bir doğruyu
götürmüyor hayatta. Bu yüzden hayat YÖK sınav sisteminden daha merhametli diyebiliriz. Bazen işaretleri takip
etmiyoruz ya da iç güdülerimize güvenmiyoruz. Ego denen kafa karıştırıcıya kaptırıyoruz düşüncelerimizi, sonra
kara kara düşünmeler, sıkıntılı zamanlar hem maddi hem manevi anlamda cenderede hissetme durumu.
>>
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
59
Sinema ya da tiyatro
eğitimi
L
isedeyken artık kararımı vermiştim. Sinema
ya da tiyatro eğitimi alacaktım. Bu iki meslekte
benim gerçekten severek yapacağım işlerdi
çünkü. Bana çok büyük mutluluk verecek,
huzur verecek, yaratıcılığımı kullanabileceğim her
zaman zevk alarak büyük bir enerjiyle yapacağım
işlerdi bunlar. İşten çok bir yaşam biçimiydi bu, hem
severek mesleğimi yaşayacak, çalışacak hem de para
kazabilecektim. Bu fikre sadece bir takım işaretleri
takip ederek ulaşmıştım aslında. Öğretmenlerim ve
arkadaşlarımın fikirleri, benim severek ilgilendiğim
şeyler ve içgüdülerim. Ben kendimi biliyordum ve
yeteneğimden de emindim. Az gösteri yapmamıştım
boş derslerde, az güldürmemiştim yazdığım
skeçlerle ailemi, arkadaşlarımı, öğretmenlerimi.
Onları güldürürken aldığım keyif ruhuma işlemişti
bir kere. Tabi liseden sorası da ayrı bir macera.
Neler yaşandı? Nasıl kazanıldı 9 Eylül Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi? Onu da başka bir zaman
paylaşırım sizlerle hatta belki de hemen gelecek ay
. Yani demek istediğim bir işi gerçekten seviyorsan
yap kardeşim. Ailen yada birileri istedi, senin için
o işi uygun gördüler diye değil. Sevmiyorsan, her
sabah lanet okuyarak işe gidiyorsan, bir an önce
tatil gelsinde çalışmayım diye düşünüyorsan, yok
pazartesi sendromu yok cuma sendromu diye ruh
hallerine kılıflar uyduruyorsan o işi yapma kardeşim.
Yapma. Bırak o işi severek yapacak biri yapsın. Ama
60
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
sende ne yapıyorsan en iyisini yap, bunun
için çalış. İşte o zaman başarı gelir yanına.
Böyle devam ettiğin sürece de yanından
hiç ayrılmaz bir daha. Kendini bil her
zaman, dolduruşa gelme, olmadığın insan
gibi davranma, sınırlarını zorla her zaman
ama sınırlarının ne kadar zorlanacağını
da bil, boş hayallere kapılma. Sesin çok
güzel değilse çok güzel şarkı söylüyorsun
diyenlere inanma mesela. Hele hele
üstüne bir de albüm çıkarıp hiç rezil olma. Sen
kendine inan, egona fazla kulak asma, her şeyin
farkındasın aslında, bazı şeyleri itiraf et kolaylıkla,
en azından kendine. Unutma sen büyük bir planın
parçasısın mutlaka senin içinde en iyisi vardır,
amacın onu bulmak olmalı .. Yanlış yollara saparsan
da çabuk farket ve toparlan..Yaradan sana bunu bir
çok kez işaret eder aslında.. “Anlayana sivri sinek saz
,anlamayana davul zurna az” misali dir bu işaretler.
Kimi işaretler rüyalarda gelir, kimi hislerle, kimi
hayatta karşına çıkar, kiminden haber alırsın. Kimi
büyüklerin sana ders verir gibi anlatır örneklerle.
Bazı durumlar defalarca tekrarlanır tatsızlık yaşarsın
mutsuz olursun, bu aşk hayatında da iş hayatında
da olabilir. İşaretler sana derki aslında, sen bu
durum içinde olduğun sürece bunu yaşayacaksın.
Bu durumdan kurtulmak da senin elinde, içinde
boğulup gitmekte.. Seçim senin..
Unutmayın seçim sizin. Mutlu olmak ya da olmamak,
huzurlu olmak ya da olmamak, başarılı olmak ya da
olmamak, sağlıklı olmak ya da olmamak işte bütün
mesele bu, işte bütün mesele seçimlerde..
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
61
234590238570983457039857
029857345708745075092375
038570398570385703987503
487503287502398546563435
113453215255426345432452
13221534153524325351
23459023857098
23459023857098
34570398570298
34570398570298
57345708745075
57345708745075
09237503857039
09237503857039
85703857039875
85703857039875
03487503287502
03487503287502
39854656343511
39854656343511
34532152554263
34532152554263
45432452132215
45432452132215
34153524325351
34153524325351
Eyvah karne!
///
Okullarda ilk dönemin kapanmasına yaklaştığımız şu süreçlerde birçok öğrenci için bu dönem
mutluluk kaynağı olabileceği gibi korku sebebi de olabilmektedir. Bu duygulara sebep veren birinci faktör
olarak büyüklerin tepkilerini söyleyebiliriz.
///
O
-18 PINAR ERSÖZ
Psikolog
Aile Danışmanı
62
2004 yılında Uludağ
Üniversitesi
Psikoloji
Bölümü’nden
mezun oldu. Aile
Danışmanlığı başta
olmak üzere farklı
mesleki eğitimler
aldı. 2008’de
İSMER Aile
Danışma Merkezini
kuran Psikolog
Pınar Ersöz
çalışmalarına aile
ve çiftlerle
merkezinde devam
etmektedir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
kul başarısı demek;
öğrencinin bulunduğu
okul, sınıf ve derse göre
belirlenmiş sonuçlara
ulaşmada gösterdiği ilerlemedir.
Başarısızlık ise; çocuğun “Hemen
hemen her dersten” gelişim
düzeyinin altında başarı gösterip
bu başarısızlığını telafi edememesi
durumudur. Karne tüm bu süreçlerin
yansımasıdır. Fakat bazı çocuklar
karnedeki notları tüm bu süreçlerin
yansıması değil de, hayattaki tüm
başarı ya da başarısızlıklarının
yansıması gibi algılayabilmektedirler.
Bu durum ise ebeveynlerin ve diğer
büyüklerin karneye yükledikleri
anlam ve karne zamanında
verdikleri tepkileriyle ilişkilidir.
Karne korkusunu ise; karneyi
aldıktan sonraki belirsiz süreçlerin
başlangıcı olarak tanımlanabiliriz.
Özellikle baskıcı-fazla otoriter ve sıkı
eğitim veren ailelerin çocukları bu
korkuyu fazlaca yaşarlar. Oysaki bu
ailelerin bilmeleri gereken durum;
karnenin sadece çocuğa değil aileye
de verildiğidir. Okul başarısızlığı
gösteren çocukların başarısızlık
nedenleri arasında aile içi iletişim
problemleri, anne-babanın çocuktan
beklenti düzeyinin yüksek oluşu ilk
sıralarda yer alacak nedenlerdendir.
Ailenin bilmesi gereken bir diğer şey
ise; çocuklarından başarı beklerken
çocuğunun kapasitesini de bilmesi
gerektiğidir. Karnesini korkuyla
almış olan çocuğun ailesinin
yapması gereken ilk şey başarılarını
pekiştirmeleridir. Akabinde
başarısızlıklarını gösterip daha iyi
olabileceğine inandıklarını söyleyerek
konuşmalarına devam etmeli ve
bu durum üzerinde durmalıdırlar.
Karnede sadece ders başarısı yer
almaz. Çocuğun arkadaşlarıyla uyum
düzeyi, düzeni, öğretmenlerine ve
büyüklerine karşı tutumları da yer
almaktadır. Sadece okul başarısı
üzerinde durmak ya da sadece
okul başarısını pekiştirmek çocuğa
fazlaca bir şeyler katmayacağı gibi
çocuk için önemli olan diğer alanları
değerlendirmesi ve fark etmesini
engeller. Başarısızlıkta dikkat etmemiz
gerekenler olduğu gibi başarılı olan
çocukların anne babalarının da dikkat
etmeleri gerekenler vardır. Ödül
konusu bazı anne babalarda çok pahalı
hediye alımları olabilmektedir.
Peki ödül
nasıl olmalı?
Ö
dül deyince birçok
anne babanın aklına
somut, maddi değeri
yüksek olan ödüller
gelmektedir. Oysaki karnesini
getirmiş bir çocuğa ilk ödülün
“tebrik ederim, aferin...”gibi sözel
bir ödül olması faydalı olacaktır.
Bu ödülün akabinde somut,
maddi değeri yüksek olmayan bir
ödül ya da anne babayla geçirilen
keyifli bir zaman da çocuk
için pekiştirici ve tatmin edici
olabilir. Tatil çocukların sadece
ders çalışması gereken zaman
dilimi değildir. Çocukların tatil
sürecinde dinlenmeye ve oyun
oynamaya ihtiyaçları olduğunu
anne babaların unutmaması
gerekir.
Çocukların karne korkularını yenmeleri için
ailelerin neler yapması gerekir?
*Zayıf not getiren çocuğu suçlayıp yargılamayın!
*Karnesini aldığınızda önce başarılarını konuşarak başlayın.
*Onu tehdit etmeyin.
*Ona devamlı ceza vermeyin ve bağırarak yaklaşmayın.
*Onu arkadaşlarıyla ya da abla/abisiyle, kardeşiyle kıyaslamayın.
*Başarısız olan derslerini değiştirebileceğine inandığınızı söyleyin.
*Çocuğunuzun kapasitesinin farkına varın. Gerekiyorsa bir uzmandan yardım alın.
*Çocuğunuzun kapasitesinin üstünde bir beklentiye girmeyin.
*Ders başarısızlığını gidermesi için beraber çözüm yollarını konuşun.
*Çocuğunuzu onu her yönüyle kabul ettiğinizi hissettirin.
*Çocuğunuza karnesi kötü ya da iyi olsun onun hep yanında olduğunuzu hissettirin.
*Cinsiyete bağlı ayrımda bulunmayın. (Kız çocuğu okumaz, erkek çocuğu okumalıdır!)
*Geçmişteki başarılarını hatırlatıp başarısızlıklarını telafi edebileceğini ona gösterip kaygısını azaltın.
*Her çocuğun başarı ve yeteneklerinin farklı alanlar olduğunu unutmayın.
*Alınan karnenin aynı zamanda anne babaya ait olduğunu bilip ev içi iletişiminizi gözden geçirin.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
63
Ergenler
Ergenlikten
psikososyal
gelişime
Latince “adolescere” büyümek, olgunlaşmak anlamını taşır. Türkçeye “ergenlik” olarak giren
bu deyim, bir durumdan ziyade bir süreci anlatmaktadır. Yani bireyin biyolojik, psikolojik,
zihinsel ve sosyal açıdan bir gelişme, olgunlaşmanın gerçekleştiği çocukluktan erişkinliğe
geçiş dönemidir.
Uzman Psikolog
-18 NAZ MİDİLLİLİ
İstanbul Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi
Pedagoji Bölümü.
Boğaziçi Üniversitesi
Psikoloji Bölümü.
Yüksek Lisanlar:
Georgia School of
Professional
Psychology, Ga
Atlanta.
İstanbul Ticaret
Üniversitesi
Uygulamalı Psikoloji.
64
Çalışmaları Koza
Danışmanlıkta devam
etmektedir.
UNESCO, ergenlik dönemini 15–25 yaş dilimleri arasında göstermektedir.
Bu dönem ülkemizde kızlarda 10–12, erkeklerde 12–14 yaşları arasında başlar.
Ergenliğin başında oldukça bağımlı olan bireyin yaşamında, ergenliğin sonuna
doğru akranlar ve romantik ilişkiler daha merkezi bir rol oynamaya başlar.
Ergenlik sürecinde bazıları geri alınamayan pek çok önemli karar alırlar.
Gerçek eğitim kurumu olarak örgütlenmiş kendi yaş kümesi, yani okul içinde,
çocuk, aileden ayrı bir ortam içinde bulunur ve orada toplumsal yaşamın
öğrenilmesi, çok yakın duygusal bağların, bağımlılığın ve bir kümeye ait
olmanın gerekleri öğrenilir. Yetişkinlik yaşamı burada henüz filiz halindedir.
Kendini yetişkinler toplumuna katılmaya ve onun tüm gerekliliklerini yerine
getirmeye yavaş yavaş hazırlanmaktadır.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Okul öncesi dönemde çocuğun
yaşamındaki en etkili sosyalleşme
kurumu ailesidir. Aile, çocuğun bu
dönemindeki etkili sosyalleştirme
görevini üstlenir. Aile bireylerinin
çocukla olan ilişkileri çocuğun o
sosyal topluluk içindeki yerini
belirlerken benlik duygusunun
da gelişmesine sebep olur. Aile
içerisindeki rollerin taklidi ve
özdeşim kurması, kendisine
tanınan deneyim şansları
çocuğun kişilik gelişimi için
önemli etkendir. Okul öncesi
dönemde aile içerisinde ilk
sosyal deneyimlerini yaşayan
çocuk, deneyimleri ışığında
duygusal ve toplumsal gelişimini
gerçekleştirecektir. Ailenin ne
tür olduğu, iç dinamikleri ve
ailenin farklı bireylerinin çocuk
üzerinde farklı sosyal yapılanma
ve biçimsellik göstereceği
bilinmektedir. Çocuğun sosyal
ilişkileri ve sosyal davranış
modelleri bu deneyimlerin
ailenin gösterdiği ışık altında
gelişip şekillenecektir. Ergenlik
dönemindeki arkadaş ilişkileri
ile ise son rötuşları alacak
böylece birey yetişkinlik
dönemine adım atacaktır.
“Baldwin ve Watson’un
araştırmalarına göre hoşgörülü
ve demokratik evlerde büyüyen
çocuklar arkadaşları ile
ilişkilerinde daha etkin daha
girişken yaratıcı fikirler öne
sürebilen, fikirlerini serbestçe
söyleme eğiliminde görülen
çocuklar olmaktadırlar. Bu
tür çocuklarda kendilerini
denetleme arzusuna daha erken
rastlanmaktadır”. (Yavuzer,
H.,1992, s:137)
Çocuğun arkadaşlık gereksinmesi
bebeklik dönemine kadar gider.
İlk bebeklik ve çocukluk çağında
oyun en önemli psikososyal
gelişim aracıdır. Piaget’e göre oyun
bir uyumdur ve hazırlanmadır.
Çocukluk evresinde sosyal,
duygusal ve bilişsel öğretilerini
akranlar birbirlerine yetişkinlerden
daha çabuk ve kolay bir biçimde
oyun yolu ile aktarırlar. Oyun
çocuğa işbirliğini toplu yaşam için
gerekli kuralları öğretir. Oyun
yoluyla toplumsallaşan ‘Ben’ ve
‘Başkası’ kavramının bilincine
varmayı, vermeyi ve almayı kısaca
paylaşmayı; çocuk oyun vasıtası
ile yaşamın temel gereksinimlerini
öğrenir.
Okul ve
akran etkileri
Morris’e göre, çocuklar okula
başladıklarında akran etkileri
güçlenir. Çocuk akranları
tarafından sevilip kabul görmek
ister. Hatta bunun baskısını
hisseder. Yapılan araştırmalarda
sınıf arkadaşları tarafından kabul
görmeyen ergenin, okulu bırakma,
suç işlemeye yönelme ve sonraki
yaşantısında davranış bozukluğu
gösterme olasılıklarının yüksek
olduğunu bulunmuştur. Bu durum
özellikle saldırgan olduğu için
arkadaşları tarafından sevilmeyen
çocuklar için doğrudur. Steven
Asher’ın yaptığı bir çalışmada sınıf
arkadaşları tarafından sevilmeyen
öğrencileri popüler olan diğer
grup arkadaşlarla eşleyerek
yapılan çalışmalardaki en önemli
bulgu: bir sene sonra sevilmeyen
bireylerin popülerliklerinin
orta seviyelere yükselmiş
olduğu görüldü. Buna paralel
olarak Emory Üniversitesi’nden
Stephen Nowicki nin çalışmasıda
aynı sonuçları verdi. Hiçbiri yıldız
olmadı ama sevilmeyen bireyde
değillerdi. (Goleman,D.1997: s:
251)
Akranları tarafından sevilip kabul
edilmek isteyen ergene arkadaş
grubu önemli bir destek ağı
sağlar. Çocukluktan yetişkinliğe
geçişi sırasında birey kendi benlik
kavramını, kişilik özelliklerini,
sosyal tarzını yaratmak için
arkadaş seçimi önemlidir.
Arkadaş seçimi bireyin tüm
kişilik özelliklerini onaylatmanın
önemli bir kriteridir. Ergen
arkadaş ve arkadaş grubunu
bu kritere uygun olarak seçer.
Seçim tamamlandıktan sonra ise
seçilen grubun tüm özelliklerine
“uyma” davranışı gösterir. Grup ve
grup davranışlarıyla özdeşleşme
ergenliğin en belirgin özelliğidir.
Bu uyum süreci beraberinde
gerginliği de getirir. Ergenin
kendini hem duygusal hem de
fiziksel olarak ortama uydurma
süreci, eski alışkanlıkların kırılarak
yerini alan yeni davranış biçimleri
bu gerginliği yaratır.
Erikson’un psikososyal gelişim
basamaklarını tarif ederken
Ergenlik Döneminin yer aldığı
dilimi “Kimlik ve Rol Kargaşası
Dönemi” olarak ele almakta. Bu
dönemin en önemli tehlikesinin
ise kimlik arayışındansa rol
karmaşası olduğunu belirtiyor.
Belirgin ve geçerli bir davranış
modelinin yerleşmiş olmaması,
farklı koşullarda istediği gibi
davranması (bazen yetişkin,
bazen çocuksu) ergeni tahmin
edilemez kılan faktör. Bu durumun
sürekliliğinde ise ergen benlik ve
kimlik gelişimini geliştirememekte.
(Biehler ’97 s:35)
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
65
>>
Ergenlik ve aşk
Arkadaşlığın
bazı özellikleri:
Ana babalar uzun dönemlere ilişkin ergenin
geleceği ile ilgili kararlar alırken; arkadaş grupları
mevcut anın statik durumuna dair kararlarla
durum belirlenmesi yapar.
X Yapılan araştırmalarda ergenin meslek seçimi,
politik görüşü, ahlak gelişimi gibi konularda ailenin
görüşüne itibar ederken; giyim, saç biçimi, ilgiler,
sosyal ilişkilerde arkadaş grupları daha etkindir.
X Tabii ki akran etkisi olan konularda ergenebeveyn çatışmaları kaçınılmaz. Bu çatışmaların
ana başlıkları ise:
• Fiziksel görüntü
• Arkadaşlar
• Flört etme
• Eve geliş-gidiş saatleri
• Yeme alışkanlıkları Kızlar arkadaşlık konusunda erkeklerden daha
endişeli.
Kızların başkalarının tepkilerine daha fazla önem
vermesi ve arkadaşlıklarında mahremiyeti ve
samimiyeti aramalarından kaynaklanmaktadır.
(Coleman 1980)
Erkekler arası arkadaşlıklarda ise ilgi ve becerilerin
rekabeti sebebi ile belki de böyle samimi ilişkilere
izin vermemesinden kaynaklanmaktadır.
Kızların kız arkadaşları ile samimiyet arayışları
ise onlara daha fazla endişe, kıskançlık ve
çatışmayı yaşamalarına olanak tanımaktadır.
Ergenliğin ilk dönemlerinde 3–9 kişilik aynı
cinsiyetin bir araya geldiği klikler ergenliğin
ortalarında karışık cinsiyetli gruplar halini alırken
ilerleyen dönemlerde bu durum çiftler şekline
dönüşmektedir.
Ergenlik dönemlerinde grup içerisinde oluşan
çiftlerin duygusal ilişkisi orta ergenlik döneminde
başlamakta ancak fazla uzun bir süreklilik
taşımamaktadır. Ergenin bu dönemde ailesinin
dışında birebir geliştirdiği ilk ilişki olması sebebi
ile duygusal anlam taşıyan ilişkiler kurması
önemlidir. Bu dönemde şiddetli hezeyanlar
halinde görülen duygusal iniş çıkışlar genelde
kısa süreli ve değişkenlik gösteren bir şekildedir.
Ender olarak cinsellik içerir. İlişki içinde olmak
grup tarafından onaylanır. Sonraki dönemlerde
ise ilişki daha romantik ve daha durağandır. Artık
birey daha seçici ve süreklilik taşıyan ilişkileri
tercih etmektedir. Bu dönemde ilişkide grup
yönelimi yoktur. Bireyin kendi isteği ve cinsel
olgunluğu ile ilişki ciddiye alınır. Genellikle bu
dönemde yaştaşlar cinsiyet açısından fazla farklılık
göstermemekle birlikte iniş çıkışlarında daha içe
dönük ve sessiz bir tablo sergilerler. Ayrılıklar da
genel olarak “hayata küsme” olsa da kısa sürede
toparlanırlar.
Bu dönemde evlenen ergenlerin genellikle evliliğin
başarısızlığı 20’li- 30’lu yaşların başarısızlığından
yüksektir. Karşı cinsin kabul edici tavırları ve
beğenisi ergenin kendini değerli bir varlık olarak
algılamasına ve güvenli ilişkiler kurmasına
yardımcı olur. (Kulaksızoğlu, A. s:88)
Olumsuz arkadaş
etkileri
Arkadaş çevresinin değerlerini grup tarafından
dışlanmamak için benimseme bu sebepten dolayı
sapan davranışlar gösterme ve olumsuz alışkanlıklar
benimseyenleri de ergenler arasında görmekteyiz.
“Arkadaş ve akranların kötü alışkanlıkları ergenler
yeni alışkanlıkları denemeleri için bir öğrenme
ortamı yaratmakta ve teşvik edici olmaktadır.
(Köknel,Ö.1982 s:303 ve Kasatura,İ. 1995 s:39)”
(Kulaksızoğlu, A. 2002 s:218)
Olumsuz etkilerinin yanı sıra zaman zaman suça
teşvik edici veya olumsuz durumları grubun
onaylaması sonucu ergenler grup etkisi ile olumsuz
davranışlarda sergileyebilmekte hatta bu gruplara
“çete” adını verebiliriz. Gençler arasında suçluluğun
artmasının nedeni bu çetelerdir.
>>
66
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Yavuzer’in araştırmasında suçlu deneklerin arkadaş
çevresinde yüzde 15.9 hüküm giymiş suçluya
rastlanmıştır. (Yavuzer H. ’81 s:182)
Tüm dünya ülkelerinde çocuk suçluluğuna ilişkin
anti sosyal davranışın 14 yaş dolaylarında topluma
karşı gelme biçiminde ve özellikle ergenin kendini
özdeşleştirdiği bireyin etkisi ile suça yöneldiği
görülmüştür. Ergenlikte tutumların oluşmasında en
önemli etkenlerden biri arkadaşlardır.
“Akranların tutumlar üzerine etkisi çocukların anababadan çok arkadaşları ve tanıdıkları ile birlikte
oldukları ergenlik döneminde kendini gösterir”.
(Morgan) Bunu sebebi kolay ilişki kurdukları
sevdikleri kişileri otorite olarak alabilmelerinden
kaynaklanmaktadır. Ergenlikte tutumlar değişebilir.
Ancak bağlanım (commitment) bir gruba veya arkadaşa
sürmesi halinde geliştirilmiş olan tutum(lar) kabul
edilen değerlere paralel olarak kabulünü sürdürür.
Olumlu arkadaş ilişkileri
Akranları ile teması ergene eşitlikçi gelmekte dolayısı
ile daha fazla kendini ifade etmekte daha fazla
anlaşıldığını düşünmekte dolayısı ile daha fazla karşı
görüşlere hoşgörü ile yaklaşabilmekte. Bireyin ilgi
ve becerilerinin olması ona sosyal kabul kalıplarının
rahatlıkla açılmasına yardımcı olur. Böylece bir gruba
ait olabilmenin yolu yetileri sayesinde fazla zorlanmaya
gerek kalmadan açılmış olur. Grup tarafından
benimsenmesi kendine güvenini arttırır. Güven artışı ve
grup etkisi ters çalışır. Güven arttıkça birey özgürleşip
düşüncelerini ifade edebilir. Kendine güveni azaldıkça
da grup etkisi giderek artar. Buda uzun dönemde çeşitli
rahatsızlıklara yol açar. Kendine güveni artan birey grup
normlarına uyma davranışını grup normlarını belirleme
davranışı ile yer değiştirmeye çalışır. Buda hem ergenin
kendi içinde hem grup lideri ile hemde grubun diğer
üyeleri ile çeşitli boyutlarda çatışmalara girmesine sebep
olur.
Grubun
ergen üzerinde etkisi
Grubun belli bir amacı ve bir araya gelme nedeni vardır.
Bu amaca bağlı olarak arkadaş gruplarında bir araya
gelinen süre arttıkça grubun bütünlüğü artar.
Böylece çok bir arada olan bireyler birbirlerini daha iyi
tanır ve bütünlük beraberlik duygusu pekişir
Dış tehlikelere karşı grup bütünlüğünü korumak
için daha sıkı ilişki kurar. (çeteler ve yasadışı gençlik
örgütleri gibi)
Önderler grup bireylerini etkiler
Bireylerin öğrenme isteğini ve gücünü arttırır.
Öğrenmede kolaylık sağlar. (sosyal kolaylaştırma)
Rekabeti arttırır
Grup üyeleri benzer davranışlar gösterir (ortak kıyafet,
saç stili, müzik vs.)
“Biz” ve “Başkaları” duygusu hâkimdir.
(Kulaksızoğlu, A. s:89)
Arkadaşları arasında kendine yer arayan genç özerklik
ve sorumluluğun sınırlarını bilemezse 4 farklı şekilde
davranış gösterir:
1. Boyun eğer ve çevresindekilere benzer
2. Herşeye başkaldırı
3. Aldırmaz ve sorumsuz yaşar
4. Olumlu bir özdeşleşme ile kendinin ve toplumun
gelişmesine katkıda bulunur (Köknel, Ö. 1995 s:93)
Özdeşleşme bir kimlik arama sürecidir. Ergen bu süreci
arkadaş grupları içerisinde sağladığı uyumla farklı rolleri
deneyerek geçirir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
67
Genç kızların
beslenme dosyası
///
Obezite, blumiya ve anoreksiya. Son yılların çokça duyulan kelimeleri.
Yetişme çağındakilerin beslenmeleriyle doğru orantılı bu sorunların çözümü dengeli beslenmeden geçiyor.
İnsan yaşamı bir süreçtir… Değişiyoruz; fiziksel ve
duygusal olarak… Kadınlık sürecinde çocukluktan
sonra ergenlikle başlayan hormonel, fiziksel ve
duygusal değişim, beslenme ihtiyaçlarının da
farklılaştığı bir dönemdir. Bu yaş grubu için, yeterli
beslenme konusunda dünyada çeşitli problemlerle
karşılaşılmaktadır. Gelişmiş olan ülkelerde;
obezite veya kilo kaygısından dolayı aşırı
zayıflık eğilimi olarak ortaya
çıkan blumiya/ anoreksiya
karşılaşılan sorunlardır.
Gelişmemiş olan ülkelerde
ise yetersiz beslenmeye
bağlı hastalık riskleri
artmaktadır. Ergenlik
-18 BESTE GÜNDAY
Beslenme ve
Diyet Uzmanı
68
Beslenme ve diyet
uzmanı Beste
Günday, Hacettepe
üniversitesi Beslenme
ve Diyetetik
Bölümünden mezun
olmuştur. Yüksek
Lisans Eğitimine
Hacettepe
Üniversitesi
Beslenme ve Diyetetik
Bölümü Diyetetik Ana
Bilim Dalında devam
etmiştir.
Çalışmalara Form
Stüdyoda devam
etmektedir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Yanlış yönlendiren
zayıflama diyetleri
///
döneminde büyüme hızlı bir şekilde devam ettiğinden
beslenme çok önemlidir. Ergenlik dönemindeki genç
kızların enerji ihtiyaçları, fiziksel aktivitelerine de
bağlı değişmekle beraber ortalama 2000- 2200 kalori
civarındadır. Alınan kaloriyi oluşturan besinler
burada çok önemlidir. Fast food tarzı beslenme ile
fazla enerji alımı kilo sorununa yol açarken, kilo
kaygısının artmasıyla beraber uygulanan
yanlış diyetler de gerekli enerji ve besin
öğelerini sağlamaz. Bu gibi yanlış
beslenme alışkanlıkları genç
kızlarda hormonel sorunlara
bağlı adet düzensizliklerine yol
açabilmektedir.
Son zamanlarda yazılı ve görsel medyada sıkça
yer alan zayıflama diyetleri çoğu zaman insanları
yanlış yönlendirmektedir. Düşük kalorili, tek düze
beslenmeye bağlı diyetler yetişkinlerde de birçok
sağlık sorunlarına yol açarken, çocukların ve gençlerin
büyüme gelişmelerini olumsuz etkilemekte, ileriye
yönelik hastalık risklerini arttırmaktadır. Kilo sorunu
olan genç kızların beslenmeleri kendi ihtiyaçlarına göre
planlanmalıdır ve büyüme gelişmeleri hedeflenerek yağ
kaybına yönelik diyet uygulanmalıdır. Genç kızlarda
daha sık görülen blumia ve anoreksia da psikolojik
kökenli beslenme davranış bozukluklarıdır. Blumia
da kişi çok fazla yeme sonrası kusma eğilimindeyken,
anoreksiyada açlık boyutunda az yeme ve aşırı zayıflığa
rağmen kendini kilolu görme hali vardır. Bu beslenme
davranış bozukluklarının anne babanın ayrı olduğu
veya kilo takıntısı olan ailelerin çocuklarında ya da
çevresiyle kilo bakımından karşılaştırılan çocuklarda
ortaya çıktığı belirlenmiştir. Anne- kız yapılan diyetlerde
yapılan yanlış, aynı diyeti uygulamalarıdır. Ergenlik
çağındaki kızların hormonel ve fiziksel değişimlerine
yönelik beslenme ve enerji ihtiyaçları yetişkinlerden
farklıdır. Genç kızların beslenmelerinde havyansal
kaynaklı protein, demir, çinko, kalsiyum, lifler, folik asit,
A vitamini, C vitamini ve E vitamini önemli yer tutar.
Yeterli ve dengeli bir beslenme planı ile tüm bu besin öğesi
ihtiyaçları karşılanabilir. Bu dönemde diyetisyenden
sağlıklı beslenme eğitimi almaları, yaşam boyu devam
edecek doğru beslenme davranışı kazandırır. Doğru
beslenmeyi öğrendiğimizde birçok hastalık risklerini
azaltırken, kilo alma- verme döngüsünden kurtulmuş
oluruz.
PROTEİN
KALSİYUM
KARBONHİDRATLAR
DEMİR
YAĞ
NOT: Demir eksikliğini önlenmesinde veya tedavisinde,
demir kaynaklarını kalsiyum kaynakları ile beraber
tüketmeyin… Kalsiyum varlığı demir emilimini
azaltmaktadır…
Protein kas ve doku gelişimi için önemlidir. Et, süt ve
ürünleri, yumurta gibi hayvansal proteinler kaliteli
protein sağlarken, kurubaklagiller ve kuruyemişler de
önemli protein kaynaklarıdır.
Enerji gereksinmesi için yeterli tüketilmesi gereken bu
grup; kompleks karbonhidratlar dediğimiz, beyaz un
dışındaki unlardan yapılmış çavdar, tam buğday, yulaf vb
ekmeklerden, kuru baklagillerden, meyve ve sebzelerden
sağlanmalıdır.
Büyüme, gelişimde ve hormonel süreçte önemli
görevi olan yağları her gün; zeytinyağı, ceviz, badem,
fındık gibi bitkisel kaynaklardan sağlayabiliriz. Yağlar
yüksek kaloriye sahip olduklarından miktarına dikkat
edilmelidir. Öbür yandan yağları tamamen kısıtlayan
yanlış diyetler hormonel sorunlara yol açabilmektedir.
Kemik gelişiminde önemli rol oynayan kalsiyumun en
iyi kaynakları bilindiği gibi süt grubudur. Bunun yanında
yeşil yapraklı sebzeler ve kuruyemişler iyi kalsiyum
kaynaklarıdır.
Regl dönemlerinde artan demir ihtiyacı, genç kızlarda
demir eksikliğini oluşturabilmektedir. Kırmızı et,
tavuk, yumurta ve yeşil yapraklı sebzeler ve iyi demir
kaynaklarıdır.
FOLİK ASİT
Folik asitin ergenlik döneminde başlayarak yeterli
tüketilmesi, hamilelik döneminde bebeği Nöral Tüp
Defektinden korumaktadır. En iyi kaynakları yeşil
yapraklı sebzeler ve kuru baklagillerdir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
69
DOĞUM SONRASI GÖRÜLEN
DERMATOLOJİK SORUNLAR VE
STRESLE İLİŞKİSİ
D
oğum, anne için gerçekten stres yaratan önemli bir durumdur. Aylar süren hamilelik döneminde vücutta artan birçok
hormonlar, fizyolojik değişiklikler ve anneliğe hazırlık süreci doğumun gerçekleşmesi ile başka bir boyut kazanır.
Özellikle ilk kez anne olanlarda bebeğin bakımı ve sorumluluğunun getirdiği endişe ile stres daha da artar.
Doğumla birlikte vücutta önemli hormonal değişiklikler olur. Bu değişiklikler ve yaşam tarzındaki ani değişiklik, uykusuzluk
annede yorgunluk ve gerilime neden olur. Hamileliğin sona ermesi ile birlikte kilo artışı, göğüs karın ve basendeki çatlaklar, saç
ve cilt değişiklikleri anneyi gerçekten endişelendirir. Doğum sonrası ortaya çıkan bazı değişimler kendiliğinden geçer ve tedavi
gerektirmez.
Doğum sonrası annede birçok
fiziksel değişiklik başlar. Anne
panik duygusuyla yüzleşir. Bu
durumda anneye nasıl davranması
önerilir?
Doğumdan üç ay sonra yoğun saç dökülmesi
olur. Bu dökülme 1-3 ay kadar devam eder
ve kendiliğinden düzelir. Dökülen saçlar
yeniden çıkar ve eski haline döner. Gereksiz
yere kan tahlilleri, vitaminler, saç dökülmesi
için çeşitli losyonlar kullanılmamalıdır.
Yumuşak bir şampuan, örneğin bebe
şampuanlarının kullanımı, saçların boya,
spray, jöle gibi kimyasallardan uzak tutulması,
sık fön çekilmemesi yeterlidir. Zamanla saçlar
kendiliğinden düzelir. Ancak üç aydan daha
uzun süren dökülmelerde kansızlık, vitamin
eksikliği, tiroid hastalığı ve diğer hormonal
nedenler araştırılmalı ve sebebe yönelik
tedaviler yapılmalıdır.
Pediatrik Dermatoloji
Derneği Başkanı
-18 PROF. ÜMİT UKŞAL
Pediatrik Dermatoloji
Derneği Başkanlığı
(Halen devam ediyor).
70
Halen Taksim Alman
Hastanesi Dermatoloji
Bölümünde görev
yapmaktadır.
Canbebe Medikal
Danışmanı
Saç dışında doğum sonrası
yaşanan-yaşanabilecek psikolojik
sorunlar ciltte hangi hastalıklara
zemin hazırlar?
Gebelik süresinde oluşan güneş lekeleri stres
nedeni olabilir. Doğum sonrası genellikle lekeler
azalır veya kaybolur. Kaybolmayan lekeler için
ilaçlar ve lazer tedavileri uygulanabilir. Doğum
sonrası ortaya çıkan stres sonucu sedef hastalığı
(psoriazis), ala (vitiligo), saçkıran (pelad) gibi
stresle bağlantılı hastalıklar başlayabilir veya
daha önce var olan hastalıklar şiddetlenebilir.
Bu hastalıklar tedavi edilirken, emzirme
durumu mutlaka doktora belirtilmelidir. Sadece
içilen ilaçlar değil, cilde sürülen merhemler
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
de deriden emilerek kana ve oradan da süte
geçerek anne sütü alan bebeğe ciddi zararlar
verebilir. Doğum ve sonrasındaki stresli günler
ciltte diğer bazı alerjik hastalıkların başlamasını
da tetikleyebilir. Ekzema grubu hastalıklar bu
dönemde ortaya çıkabilir veya şiddetlenebilir.
El ekzemaları, atopik dermatit, asabi ekzema
(nörodermatit) gibi alerjik cilt hastalıkları bu
dönemde artış gösterebilir.
Birçok anne, ürtiker olarak
bilinen hastalıkla da yüzleşiyor.
Ürtiker, ne gibi sonuçlar doğurur?
Doğum sonrası, stresi yaygın kaşıntılara bazen
de bu kaşıntılarla birlikte ciltte kızaran kabaran,
kaşınan, kaybolan belirtilerle ortaya çıkan
ürtiker hastalığına neden olabilir. Ürtiker halk
arasında “kurdeşen” olarak bilinir. “Sıkıntıdan
kurdeşen oldu”
cümlesini zaman zaman
duyarız. Ürtiker (kurdeşen), birçok sebebi olan
alerjik bir hastalıktır. Sadece sıkıntıya bağlı
olarak ortaya çıkmaz. İlaçlar, bazı besinler,
enfeksiyonlar, bağırsak parazitleri gibi birçok
etken ürtiker nedeni olabilir. Bu nedenle her
kurdeşen olan hastanın sadece stresten hasta
olduğunu söylemek yanlış olur. Kurdeşen,
mutlaka doktor tarafından gerekli muayene ve
testler yapıldıktan sonra değerlendirilmelidir.
Ürtiker (kurdeşen), bazen derin dokulara
inerek dudaklarda, göz kapaklarında veya başka
cilt bölgelerinde ani şişlik, ses kısıklığı, nefes
darlığı yapabilir. Bu durum nefes borusunda
ödem (larinks ödemi) ile yaşamı tehdit edebilir,
boğulmaya sebep olabilecek kadar ağır bir
seyir gösterebilir. Dudakta, yüzde şişlik ve
ses kısıklığı varsa hemen en yakın acil servise
başvurmak gerekir.
Doğum sonrasında ne kadar zamanda yaşanan tüm bu
sorunlarda azalma görülmeye başlanır?
Doğumu takip eden birkaç ay içinde – anneden anneye değişiklik
gösterebilir- hormonlar eski normal düzeyine gelir. Anne, bebeği ile
yaşamaya alıştıkça stres faktörleri de azalır, strese bağlı cilt hastalıkları da
zamanla geçer veya normal seyrine döner.
Menopoz döneminde strese
bağlı cilt hastalıkları
Kadınların neredeyse tamamına yakınının 40 yaşından sonra yaşadığı
korkulu rüyanın adıdır menopoz. Menstürasyon döneminin tamamen sona
ermesi ve üremenin de sona ermesi anlamına gelen bu durum, fiziksel, ruhsal
, zihinsel ve cinsel değişiklerin sebebi olarak bilindiği için, endişe ve strese
sebep olur. Kadınlarda 45-50 yaş arası adet düzeni değişir. Adetler sıklaşır
veya daha seyrek olmaya başlar. Menopoza giriş dönemi bazen birkaç yıl
sürebilir, ardından adet kesilerek menopoz gerçekleşir. Kalıtımsal ve kişisel
faktörlere bağlı olarak menopoz 40’lı yaşların başı kadar erken, bazen de 5052 yaşına kadar geç olabilir.
Menopozda değişen hormonlara bağlı olarak, ateş basmaları, terleme,
sinirlilik ve uyku bozukluğu gibi rahatsızlıkların yanı sıra; strese bağlı cilt
hastalıkları da sıklıkla görülebilir.
Menopoz başladıktan sonra yaşanan ilk fiziksel
değişiklikler hangileridir?
Menopozdan sonra saçlar ve tırnaklar daha kuru, mat ve cansız bir hal
almaya başlar. Kalıtımsal dökülme artar ve stres işte bu dökülmeyi daha da
hızlandırır… Bu dönemde saçları kurutmayacak bebek şampuanları ve ılık
su ile yıkama, kimyasal maddelerden (boya, perma, röfle, spray, köpük)
olabildiğince korumak gerekir. Tırnakları da çok fazla kapatmamak hava
aldırmak yararlı bir sonuç alınması için yardımcı olacaktır.
Cilt, bu süreçte stresten kaynaklı ne gibi sorunlarla
karşı karşıya kalır?
Yüzde bünyevi bir hastalık olan Rozasea (Gülleme) hastalığı sık görülür.
Menopoz stresi arttıkça, Rozasea’nın belirtiler başlar ve artar. Başlangıcında
sivilceye benzeyen görünümdeki Rozasea, giderek yayılabilir ve tam bir
alerjik görünüm alır. Stres süreci devam edip arttıkça, hastalık şiddetlenerek
devam eder, seyri uzar. Ayrıca, yanaklarda, alında burun üzerinde kızarıklık,
kırmızı kabartılar, iltihaplı sivilceler ve kılcal damar genişlemeleri görülür.
Ateş basmaları daha da şiddetli olur. Toplum içinde herkesin dikkatini
çekecek kadar şiddetli kızarmalar hastayı sosyal yaşamdan uzaklaştırabilir.
Çalışan kadınlarda da şiddetli Rozasea (Gülleme); özgüven kaybı, kendini
beğenmeme ve işe konsantre olamama gibi ciddi sorunlara neden olabilir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
71
Halk arasında bilinen bir takım cilt alerjileri menopoz
stresiyle birlikte ortaya çıkabiliyor mu?
Halk arasında kurdeşen olarak bilinen ürtiker hastalığı, menopoz dönemindeki
kadınlarda yaklaşık % 70 stres kaynaklı olarak ortaya çıkar. Oysa diğer yaş
gruplarında ilaçlar, besin alerjileri, enfeksiyonlar ve bağırsak parazitleri gibi farklı
etkenler kurdeşen nedenleri olup stres faktörü daha az oranda nedendir. Kurdeşende
ani başlayan kaşıntılı, kırmızı kabartılar olur. Bu kabartılar bazen mercimek kadar
küçük, bazen el ayası kadar geniş olabilir. Kabartılar birkaç saat sürer, kaybolur. Daha
sonra farklı yerlerde kabarma ve kaşıntı meydana gelir.
Ürtiker ilerler mi, daha ciddi sağlık sorunlarına sebebiyet
verir mi?
Hem de çok ciddi… Kaşıntı ve kabarmalarla birlikte dudakta, göz kapaklarında
şişme, ses kısıklığı ve nefes darlığı olabilir. Hasta solunum sıkıntısı ile paniğe
kapılabilir, bu da durumu daha da şiddetlendirir. Böyle durumlarda sakin olmalı ve
hasta en yakın acil servise götürülmelidir. Doktor muayenesi ve gerekli kan tahlilleri
yapılarak kurdeşenin stres kaynaklı mı yoksa başka bir nedene mi bağlı olduğu
doktor tarafından belirlenir ve tedavisi yapılır. Stres kaynaklı bu kaşıntılar aylarca
hatta yıllarca devam ederek hastaya ve ailesine sıkıntı kaynağı olabilir.
Kanser değil ‘Liken’ hastalığı
Menopoz döneminde kadınların sıklıkla yaşadığı ama
nedenini bilemediği farklı bir hastalık var mı?
Her yaş grubunda görülebilen ama kadınlarda menopoz döneminin stresi ile başlayıp
yıllarca sürebilen bir hastalık var; ismi ‘liken’. Ancak bu hastalık için Türkçe bir
isim yok. Belirtiler ağaç kabuğundaki liken adı verilen koyu renkli yosun benzeri
kabartılara benzetildiği için bu isim verilmiş. Liken hastalığında, hasta stres sonrası
kaşıntı ile el ve ayak bileklerinin iç yüzünde mor renkli kabartılar olduğunu fark eder.
Ayrıca ağız içinde, yanakların iç yüzünde beyaz renkli dantel gibi kabartılar olabilir.
Bazı hastalarda ağız içinde ağrılı yaralar da ortaya çıkabilir. Liken hastalığının teşhisi
için deriden biyopsi alınır. Bu işlem bazı hastalarda kanser korkusu yaratır. Oysa deri
biyopsisi kanserle hiçbir ilişkisi olamayan birçok cilt hastalığının kesin tanısı için de
yapılan bir işlemdir.
Psikosomatik hastalıklar menopoz döneminde hiçbir kadının
kaçamayacağı bir son mu?
Menopoz döneminde kadınlar genellikle daha hassas ve gergin olurlar. Psikosomatik
hastalıklar da daha ciddi seyir gösterir. Özellikle psoriazis, vitiligo, atopik dermatit
olan hastalar, menopoz stresi ile şikayetlerinin arttığını belirtirler. Menopoz
dönemindeki kadın; ister çalışan kadın isterse ev kadını olsun çocuklarını yetiştirmiş,
meslek yaşantısında belli bir yere ulaşmış, aile ve toplum içinde belli bir sosyal
statüye ulaşmıştır. Bu nedenle psikosomatik hastalıkları olsa dahi doktorunun
ve aile bireylerinin desteği ile bunları daha kolay aşabilir. Menopoz da yardım ile
atlatılabilecek ve hazırlıklı olunması gereken özel bir dönemdi. Elbette bir takım
psikosomatik sonuçları olabilir; ancak bu her kadın için kabus olmayabilir.
72
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
73
BİR ŞEHİR VİTRİNİ ULUDAĞ
Cennetin zirvedeki kapısı:
ULUDAĞ
///
Türkiye’nin en büyük kış ve doğa sporları merkezi Uludağ, Milli Park’ı, ender görülen bitki örtüsü, geniş
kayak merkezi, gölleri, madenleri, yaylaları, sıcak ve soğuk sularıyla Bursa’nın cennete açılan kapısı. 2 bin 543
metre yükseklikteki Uludağ’ın her köşesinde ayrı bir zenginlik yatıyor
74
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
///
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
75
Ülkemizin en gözde kış sporları merkezi olan Uludağ, Bursa’nın 36 kilometre
güneyinde yer alıyor. Sadece kış turizmine değil, yaz aylarında da kampçılık,
trekking ve günübirlik piknik etkinliklerine de ev sahipliği yapan Uludağ, flora ve
faunasının zenginliği nedeniyle 1961’den bu yana Milli Park olma özelliği taşıyor.
Güney Marmara Bölgesi’nde yer alan Uludağ, Bursa’dan 36 kilometre, İstanbul’dan
150 kilometre uzaklıkta. Kayak merkezi ise havaalanından 60 dakika, Bursa’dan
da 40 dakika uzakta bulunuyor. 2 bin 543 metre yüksekliğe sahip olan Uludağ,
günümüzde Türkiye’nin en önemli kayak merkezlerinden biri.
Olympos Dağı
“Uludağ” ya da diğer adıyla “Olympos Dağı”,
Türkiye’nin en büyük kış ve doğa sporları merkezi
olan eski bir yanardağ. Marmara Bölgesi’nin en yüksek
dağı olan Uludağ’ın uzunluğu 40 kilometreyi, genişliği
ise 15–20 kilometreyi buluyor. Uludağ, yoğun orman
örtüsüyle kaplı kayak alanı ve 2 bin 547 metreye
ulaşan Kara Tepe doruğu ile Batı Anadolu’nun da en
yüksek dağı olarak biliniyor. Yöresi yarı ılıman iklim
kuşağında, Güney-Güneybatı rüzgârları etkisi altında
olan Uludağ’ın zirvelerinde, bir kısmı yazın kuruyan
9 adet buzul gölü (Sirk) bulunuyor. Dağın güneydoğu
bölgesinde Çaylıdere ve Koğuludere gölleri, zirvenin
kuzeyinde Kilimli Göl, Aynalı Göl ve Karagöl yer
alıyor. Toplu ve heybetli bir görünüşe sahip olan bu
dağın Bursa’ya bakan yamaçları kademeli, güneye
Orhaneli’ne bakan tarafları ise düz ve daha dik olma
özelliğine sahip. Dağın kuzey tarafında Sarıalan,
Kirazlı, Kadı ve Sobra yaylaları sıralanmış durumda.
Troya Savaşı’nın
izlendiği yer
Antik dönemde “Olympos Misios” adıyla tanınan
Uludağ, mitolojide tanrıların Troya Savaşı’nı izlediği
yer olarak anılıyor. Antik çağın ilk tarihçilerinden
Heredot’un “Heredot Tarihi” isimli kitabında
Uludağ’dan, “Olympos” olarak bahsediliyor. Roma
İmparatorluğu’nda resmi din Hıristiyanlık olduktan
sonra, Uludağ’da 3. yüzyıldan sonra keşişlerin yaşadığı
ilk manastırlar kurulmaya başlanıyor ve manastırlar
8’inci yüzyılda sayıca en üst seviyeye çıkıyor. Bu
dönemde, Uludağ’da Nilüfer Çayı ile Deliçay arasındaki
vadi ve tepelerde 28 manastır kuruluyor. Orhan
Gazi’nin uzun bir kuşatmadan sonra Bursa’yı teslim
almasıyla dağdaki keşişlerin yaşadığı manastırların bir
kısmı terk ediliyor, bunların bazıları daha sonra Doğlu
Baba, Geyikli Baba, Abdal Murat gibi Müslüman
dervişlerin inziva yerleri haline geliyor. Bursa’nın
fethinden sonra Türkler dağa “Keşiş Dağı” adını
veriyor. “Olympos Mysios” veya “Keşiş Dağı”, 1925’de
Bursa Vilayeti Coğrafya Cemiyeti’nin girişimleri ve
Osman Şevki Bey’in önerisiyle “Uludağ” adını alıyor.
76
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
>>
Kaplıca turizmi
revaçta
Uludağ’ın kış kayak sporları merkezi haline gelişi, 1933’e
kadar dayanıyor. Bölgeye bir otel, bir de muntazam
şose yol yapılıyor ve ardından düzenli otobüs seferleri
başlıyor. Ulaşım kolaylığıyla beraber Uludağ’a ilgi
yavaş yavaş artıyor. Sonradan asfaltla kaplanan bu yol,
Uludağ’ın Kadıyayla hariç bütün yerleşim birimlerini
doğrudan Bursa’ya bağlıyor. Uludağ zamanla, modern
dağ tesisleri, 1963’te hizmete açılan Türkiye’nin ilk
teleferiği, dördüncü büyük kent olan Bursa’nın hemen
yanında olması gibi özellikleriyle dağ ve kış turizminin
merkezi haline geliyor. Bugün Uludağ, Türkiye’nin
en büyük kayak merkezi olma özelliğini koruyor.
Yol durumunun uygunluğu, uzun kış mevsiminde
(Ekim-Nisan arası) kar bulunması, eşsiz manzaraları
bölgeye her yıl kış aylarında çok sayıda turist çekiyor.
Dağın doruk noktasından açık havada İstanbul,
Marmara Denizi ve civar yakın yerlerin görünmesi
ise buraya ayrı bir özellik katıyor. Doğu ve kuzey
eteklerinin Bursa Ovası’na yakın yerlerinde sıcak su
kaynaklarının bulunması ise kaplıca turizmine olanak
sağlıyor. Bursa’nın Çekirge semtindeki bu kaplıcalar,
günümüzde yeniden hareketlenmeye başlayan termal
turizm için büyük önem taşıyor. Ayrıca teleferiğin son
istasyonu olan Sarıalan’da ve Sarıalan’dan telesiyejle
ulaşılan Çobankaya’da, Kızılay Derneği tarafından
her sene yaz kampları düzenleniyor. Kirazlıyayla’daki
senatoryum, hastalara terapi ve tedavi olanağı
sağlarken, oteller bölgesinde de çok sayıda özel ve
resmi konaklama tesisi ile telesiyej ve teleski hattı
bulunuyor.
Alp usulü
kayak cenneti
Uludağ kayak merkezi, Alp usulü kayak ve kayak turları
için son derece elverişli bir yer. Dünyaca ünlü bu kayak
merkezi, Fatintepe ve Kuşaklıkaya tepelerinin üzerinde
bulunuyor. Türkiye’de en çok rağbet gören kayak
merkezi olan Uludağ, yaz mevsiminde de bambaşka
güzellikler sunuyor.
>>
Uludağ ziyaretçilerine, gölleri, şelaleleri ve dere içi
yürüyüş yolları ile her zevke hitap ediyor. Uludağ’ın
bir diğer sürprizi ise rutubetsiz havalarda İstanbul’un
görülebilmesi. Ormanlarla kaplı kayak merkezi, bin
750–2 bin 543 metre yükseklikte yer alıyor. Yılın kayak
yapmaya müsait en elverişli günleri ise 20 Aralık–20
Mart arası. Kayak merkezi, Alpin usulü, snow-board,
cross country ve heli-skiing yapmaya uygun. Uludağ’da
birçok de-luxe otel, pansiyon ve yurt kayak severlere
hizmet veriyor. Dağda ayrıca, 1 teleferik, 5 chair lift,
7 T bar, acil ilk yardım merkezi ve bir mobil klinik
bulunuyor. Bölgede, kamu kuruluşu niteliğinde 12
adet konaklama tesisi ile özel sektöre ait 15 otel hizmet
veriyor. Pist sayısı 11, en uzun pist ise 2 bin metre
olurken; 7 adet telesiyejle 4 adet teleski tesisi olmak
üzere, 11 adet de mekanik tesis faaliyet gösteriyor.
Kayak merkezinin toplam kapasitesi ise saatte 8 bin 470
kişi. Burada ayrıca Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’ne
ait iki adet kayak evi ve iki adet telesiyej tesisi ile
Fatintepe’de tek iskemleli telesiyej de bulunuyor. Dağın
iklimi alt kademelerden zirveye doğru kademeli olarak
değişimler gösteriyor. Alt kademelerdeki Akdeniz
iklim tipi, zirveye doğru nemli mikro termik iklim
tipine dönüşürken, kışın yüksek rakımlarda buzlu
iklim görülüyor. Kar yağışlı günler yıllık ortalama 66,7
gün olurken, karla örtülü günler de yıllık ortalama
179,2 gün sürüyor. Uludağ ayrıca, yer yer maden ve
maden damar yataklarına da sahip. Türkiye’nin önemli
volfram yatakları burada bulunuyor. İklimi, yüksek dağ
özelliğinde seyreden Uludağ’da, yükseklere çıkıldıkça
kar yağışı ve miktarı fazlalaşıyor. Yüksekliğe bağlı
olarak ısı da azalıyor. Dağın doruk noktasındaki karlar
yaz kış erimeden varlığını koruyor. Bazı yerlerde kar
kalınlığı iki metrenin üzerine çıkarken, Uludağ’dan
kaynaklanan derin vadiler içindeki pek çok dere,
Nilüfer Çayı ile Göksu’ya ulaşıyor. Uludağ’da çok çeşitli
hayvan toplulukları da bulunuyor. Bunlar arasında
boz ayı, kurt, çakal, tilki, yaban domuzu en başta
gelenler. Ayrıca Yeşiltarla’da Geyik Üretme Çiftliği yer
alıyor. Uludağ, Milli Park olduğu için bölgede her çeşit
avlanma yasaklanmış durumda. Milli Park Bölgesi’ne
hiç bir şekilde ateşli ve ateşsiz av silahı sokulamıyor.
Uludağ’ın kalbi
Milli Park
Bugün Uludağ Milli Parkı olarak bilinen bölge, 1961’de
“Milli Park” ilan edildi. 1961’de koruma altına alınan
alan toplam 12 bin 762 hektarı kapsıyor. Daha sonraları
ise Milli Park alanı 27 bin 300 hektara çıkarılıyor.
Milli Park’a karayolu, teleferik veya telesiyejle ulaşmak
mümkün. Dağın kuzey ve güney yamaçlarında çok
sayıda patika sayesinde vadiler ve tepeler arasında da
ulaşım sağlanabiliyor. Milli Park’ın yol ve teleferikle
ulaşılabilen alanları, toplam alanının çok küçük
bir parçasını oluşturuyor. Ayrıca İkinci Oteller
Bölgesi’nden, Wolfram madenine uzanan yamaçlardan
sonraki bölüm “Dokunulamaz Tabiat Alanı olarak”
kabul ediliyor. 1963’den 1972’ye kadar Uludağ Milli
Parkı, Orman Bölge Şefliği olarak bin 500 metre
yükseklikteki Kirazlıyayla’dan yönetiliyor. Bu dönemde
tamamlanan projeler arasında, Kirazlıyayla yönetim
merkezinin geliştirilmesi, Sarıalan yolunun açılması,
Birinci Oteller Bölgesi’nin geliştirilmesi, Karabelen Milli
Park giriş alanının düzenlenmesi, onlarca çeşmenin
inşası, Sarıalan kamp alanının inşası ve Çobankaya
kamp alanlarının düzenlenmesi yer alıyor. O dönemde
yapılan en önemli işlerden biri de Park İdare Merkezi
ve Tabiat Tarihi Müzesi olarak bin 900 metre oteller
bölgesinde yapılan yönetim merkezi. Etibank’ın
işlettiği Wolfram madenine elektrik getirilmesi,
maden yolunun park standartlarına uygun olarak
açılması, kayak alanlarının düzenlenip geliştirilmesi
ve Yeşiltarla’daki geyik üretme alanının geliştirilmesi
ile kamp alanlarında yol işaretleri ve tabelaların milli
park standardına göre üretilmesi de dikkate değer diğer
çalışmalardan. 1972’de bölge şefliği Milli Park Orman
İşletme Müdürlüğü haline getirilirken, 13 Şubat 2006’da
ise Bakanlar Kurulu kararıyla toplam bin 600 hektarlık
saha, Milli Park alanı dışına çıkarıldı.
Eşsiz manzarayı
teleferikte seyredin
Uludağ’a karayoluyla ulaşımın yanı sıra, teleferikle de
çıkılabiliyor. Bursa-Kadıyayla (1235 metre) arasında
iki, Kadıyayla-Sarıalan (1621 metre) arasında iki adet
olmak üzere, toplam dört hat bulunuyor. Her hatta 30
kişi taşıyan bir kabin çalışıyor. Ancak kayak takımlarını
teleferikle taşımaya izin verilmiyor. Teleferik, Bursa’nın
Teleferik semtinden 20 dakikada bir kalkıyor. Teleferik,
önce Kadıyayla’ya çıkıyor; orada kabin değiştirip,
Sarıalan’a çıkan kabine biniliyor. Yolculuk yaklaşık 25
dakika sürüyor. Buradan Oteller Bölgesi’ne ulaşmak
için minibüs kullanılıyor. Sarıalan ile Oteller Bölgesi
arasında 7 kilometrelik mesafe bulunuyor. Yaz aylarında
Sarıalan’dan Çobankaya’ya (1750 m) telesiyejle de
gidilebiliyor. Alternatif bir ulaşım yolu olan teleferik,
yolcularına dört mevsimin görüldüğü Uludağ
manzarası sunuyor. 40 kişilik kabinlerin kullanıldığı
teleferik hattında, her iki istasyon arasında karşılıklı
ikişer kabin çalışıyor. Bin 260 metre yükselerek yapılan
yolculuk boyunca, eşsiz güzelliğini sergileyen Uludağ,
sizi zirveye davet ediyor.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
77
Beyaz Cennet’i
bir de baharda görün
///
Türkiye’nin gözde kış turizmi ve kayak merkezlerinden biri olan Uludağ, iklimsel özellikleri nedeniyle
171’i endemik toplam bin 320 bitki türüne ev sahipliği yapıyor. Kışın beyaz örtünün altında kalan Uludağ, Mart
ve Ağustos ayları arasında çiçek cennetine dönüşüyor
78
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
///
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
79
Bursa’nın 36 kilometre güneyinde yer alan Uludağ,
kış turizmi ve kayak merkezi olmasının yanında, bitki
türleriyle de eşsiz bir zenginliğe sahip. Mitolojideki adı
Keşiş Dağı (Bithynian Olympus) olan Uludağ, arazi
yapısı ve eteklerinden zirveye doğru değişen iklim
özellikleri nedeniyle çok sayıda nadir ve endemik bitki
türüne ev sahipliği yapıyor. Uludağ’da yetişen bin 320
bitki türünden 171’i endemik tür olarak kabul ediliyor.
Bunların 138’i sadece Türkiye için, 33’ü de Uludağ için
endemik türleri oluşturuyor. Uludağ’da bulunan nadir
tür sayısı 16 olarak belirlenirken, dünya ölçeğinde
nesli tehlikede olan 3 bitki türü ile Avrupa ölçeğinde
nesli tehlikede olan 54 tür yine Uludağ’ın eteklerinde
hayat buluyor.
Kuzeybatı
Anadolu’nun
en yüksek dağı
Uludağ, 1940’lardan beri Türkiye’nin en önemli kış
sporları merkezi. Karadeniz Bölgesi’nde doğu-batı
doğrultusunda uzanan dağ silsilelerinin devamı olan
Uludağ, Kuzeybatı Anadolu’nun en yüksek dağı.
1961’de 11 bin 338 hektarlık kısmı milli park ilan
edilen dağın, çok dik, kalkerli kayalardan oluşan
güney yamaçları ve granitten oluşan güneybatı
kısımları ilginç bir jeomorfolojik yapıya sahip. İlk
milli parklardan olan Uludağ Milli Parkı’nın sınırları,
1998’de 12 bin 762 hektara genişletildi. Uludağ’ın
zirvesi olan Uludağ Tepe’nin deniz seviyesinden
yüksekliği 2 bin 543 metreye ulaşıyor. Yaklaşık 2
bin metrede buzul taşlar ile Kilimligöl, Karagöl
ve Aynalıgöl yer alıyor. Türkiye, bitki florasındaki
çeşitlilik nedeniyle dünyanın en zengin florasına sahip
ülkelerden biri. Kıta Avrupa’sında 7 bin kadar bitki
türü varken, ülkemizde 11 bin civarında bitki türü
yetişiyor. Dünyanın nadir bitkilerini yaşatan Uludağ
ise yeni türlere bile ev sahipliği yapıyor.
80
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Mart ayından
itibaren renk
cümbüşü
8
Yeni tür yetişiyor
Özellikle Oteller Bölgesi olarak bilinen 1. ve 2. Turizm
Gelişim Bölgeleri, Çobankaya, Sarıalan, Bakacak,
Kirazlıyayla, Volfram madeni çevresi, Şahinkaya,
Kuşaklıkaya, Fatin Tepe ve Göller Bölgesi, Uludağ
endemiklerinin popülasyonlarının yoğun olarak
görüldüğü yerler. Uludağ Milli Park sınırları dışında
Soğukpınar çevresi, Aras Vadisi, Alaçam üstleriGöller Bölgesi arası, Pınarcık üstleri, Dutçalık Mevkii,
Çavuşdüzü Mevkii, Kıran Yaylası ve Sorgun çevresi
de endemik taksonlar bakımından oldukça zengin.
Uludağ yeni türlerin oluşumu açısından da büyük bir
potansiyele sahip. Uludağ Üniversitesi (UÜ) Biyoloji
Bölümü Öğretim Üyesi Prof Dr Gönül Kaynak ve ekibi
tarafından yeni türler olarak saptanıp isimlendirilen
ve dünya florasına kazandırılan tür sayısı şimdilik 6
olup, araştırma çalışmaları devam ediyor. Bu türler
“Prometheum chrysanthum subsp. Uludaghense”,
“Linum pamphylicum Boiss. & Heldr. ex Planch.subsp.
olympicum”, “Linum vuralianum”, “Centaurea kaynakiae”,
“Dianthus goekayi” ve “Anthemis hamzaoglui.” Uludağ,
bazı Avrupalı türlerin de yaşam ortamı. Yayılışı Avrupa’da
olup, Türkiye’de sadece Uludağ’da yetişen iki tür yine
Uludağ Üniversitesi(UÜ) Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Gönül Kaynak ve ekibi tarafından saptanarak,
Türkiye florasına eklendi. Bu türler de “Dactylorhiza
maculata” ve “Cirsium eriophorum” olarak adlandırıldı.
Alt kademelerden zirveye doğru değişen iklimsel
özellikler, dağın biyolojik çeşitlilik açısından
zenginleşmesinde en önemli etken. Endemik bitki
türleri ile Türkiye’deki en önemli alanlar arasında olan
Uludağ’da, kar örtüsünün yavaş yavaş kalkmasıyla
doğa tüm renklerini bir arada sunmaya başlıyor.
Beyaz örtü Uludağ’ı terk etmeden Crocus biflorus
(iki çiçekli safran/çiğdem) ve Crocus chrysanthus
(altuni çiçekli safran/sarı çiğdem), narin saplarının
üstünde karların arasından çiçeklerini uzatıyor.
Mart ayında alt kademelerde başlayan uyanma, yaz
boyunca zirvede devam ediyor. Böylece, Uludağ
mart ve ağustos ayları arasında çiçek cennetine
dönüşüyor. Özellikle, orman kuşağının üstünde yer
alan ve pek çok kişi tarafından kıraç olarak görülen
bölgede, özgün ve nadir bulunan bitki türleri yayılış
gösteriyor. Zirvetepe, Kuşaklıkaya ve Şahinkaya
tepelerinden Uludağ Göller Bölgesi’ne doğru
giden yürüyüş parkurları boyunca Astragalus
sibthorpianus (geven/keven), Galium olympicum
(yoğurtotu), Gypsophila olympica (çöven/bahar
yıldızı), Arabis drabiformis (kazotu/kaz teresi),
Aubrieta olympica (obrizya), Crepis aurea subsp
olympica (hindiba/altuni hindiba), Erodium
sibthorpianum subsp sibthorpianum (dönbaba),
Senecio olympicus (kanaryaotu), Thymus
bornmuelleri (kekik) gibi yerel endemikler ile
Papaver pilosum (çok çiçekli gelincik), Hypericum
adenotrichum (binbirdelikotu/yaraotu), Linum
olympicum (keten), Dianthus leucapheus var
leucapheus (karanfil), Onosma velutinum (yalancı
havacıva/şincar), Centaurea drabifoli subsp
drabifolia (gelin düğmesi/peygamber çiçeği),
Scorzonera pygmaea subsp pygmaea (iskorçina/
kara kök), Allium sibthorpianum (sarmısak),
Matthiola montana (lefkoje), Veronica caespitosa
var caespitosa (yavşan otu), Olymposciadium
caespitosum gibi Türkiye için endemik türler
doğaseverleri selamlıyor. Endemik türler dışında
Iberis spruneri (hünkârbeğendi/iberya), Sedum
album (ak damkoruğu), Saxifraga sempervivum
(taşkıran), Draba brunifolia (kaya çiçeği/draba),
Gentiana verna (kantaron/jensiyan), Cerastium
banaticum (kar halısı/boynuzotu), Androsacea
villosa (androsas) gibi endemik olmayan türler de
aynı aylarda görülüyor.
Biyolojik zenginlik
göz kamaştırıyor
Uludağ’a çıkarken yaklaşık bin metre rakımda yol
kenarları boyunca yayılış alanı sadece bu dağda
bilinen Verbascum prusianum (sığır kuyruğu)
türünün çiçekli bitkilerini de Nisan ve Mayıs
aylarında görmek mümkün. Otellere yakın nemli
çayırlarda görülen Primula auriculata (çuha
çiçeği/primel) ve ardıç çalısı ile göknar ormanı
arasında bulunan Tulipa sylvestris (orman lalesi/
yabani lale) ve Acinos alpinus (dağ nanesi) gibi
türler de bölgenin doğal güzelliğine güzellik
katıyor. Köklerinin tıbbi özelliği nedeniyle çok
yoğun toplanan ve nesli dünya ölçeğinde tehlikede
olan Gentiana lutea subsp symphyandra (sarı
jensiyan/ küşat/ kral şamdanı) bitkileri, Tutyeli
ile Kuşaklıkaya arasındaki sarp yerlerde granit
kayalar arasında haziran ve temmuz aylarında
çiçek açıyor. Uludağ köknarı (göknar) diye anılan
ve endemik olan Abies bornmuelleriana ağaç
türü ve oluşturduğu orman topluluğu da dağın
diğer önemli biyolojik zenginliğini oluşturuyor.
Mart’ta başlayan ve yaz boyunca devam eden
Alpin kuşaktaki renk cümbüşü, sonbaharda yerini
orman katındaki ağaçların renk skalasına bırakıyor.
Uludağ, Türkiye’nin hatta dünyanın endemik
bitkilerini barındıran bir doğa harikası olarak,
sadece kış aylarında değil, bahar ve yaz aylarında
da ziyaretçilerini bekliyor.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
81
Elbette işin içinde
aşk da var
a
m
n
a
z
ş
i
o
m
b
i
r
e
e
v
l
e
m
i
m
ç
Evlen oksu ve se
parad
nlar
en, insa
m
ğ
a
r
riskine
şanma irdeleyelim
o
b
n
e
d
e
birlikte
ıyor. N
e boşan etiren? Gelin
d
i
ş
i
k
g
120 bin
ci hale
eniyor, bu kadar çeki
l
v
e
i
ş
i
k
00 bin
eseleyi
er yıl 6 r bütün bu m
h
e
’d
e
y
i
Türki
or? Ned
geçmiy
z
a
v
n
e
likt
///
İLİŞKİLER DERYA ÖZÇELİK
evli
82
2004 yılında
İstanbul Üniversitesi
Psikoloji
Bölümü’nden
mezun olan
Derya Özçelik,
King’s College
London’da Sistemik
Aile Terapisi yüksek
lisansını tamamladı.
Halen İstanbul’da
İNDA Danışmanlık
merkezinde yetişkin
bireyler, çiftler ve
ailelerle çalışmaya
devam etmektedir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
///
A
det yerini bulsun, sayılarla başlayalım.
Türkiye’de her sene 600 bin insan
evleniyor. Bu insanların çoğu da 30
yaşına gelmeden evlenmiş oluyor.
Türkiye’de her sene 120 bin insan da boşanıyor.
Bu boşananların yüzde 40’ı 5 seneden az süredir
evli. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verileri
aynen böyle. Demek ki müthiş bir sirkülasyon var
meselede. Türkiye nüfusunun her sene binde 8’i
medeni durumunu değiştiriyor, evlilik kurumu
altında hayatını biriyle birleştiriyor. Bunlar
sadece her sene yeni evlenenler. Hali hazırda evli
olanlar zaten nüfusun yüzde 60’ını oluşturuyor.
Yani her sene, yüzbinlerce insan evliliğe girme
ya da çıkma eylemiyle meşgul oluyor. Peki ne
var bu meşguliyetin ardında? Neden insanlar
100 binlik kitleler halinde bir şeyin peşinden
gidiyor? Neden boşanma riskine rağmen, insanlar
evlilikten vazgeçmiyor? Nedir bütün bu meseleyi
bu kadar çekici hale getiren? İnsanın kendisine
bakalım mesela önce. Tüm gelişim kuramları
bize ergenliğini tamamlamış bir insanın önünde
tamamlanması gereken bir gelişimsel görev olarak
yakın karşı cins ilişkileri kurabilmeyi gösteriyor.
Yani bu demek ki, bir insan ergenlikte fiziksel
ve ruhsal gelişimi ile ilgili önemli değişimlerden
geçecek, yetişkinliğe adım atacak ve artık burada
yetişkin bir birey olarak bir romantik ilişkiden,
karşı cinsten, sevip sevilmekten neler beklediğini
araştırıp bulmak üzere hazır olacak. Ergenliğin
bitimi ve yetişkinliğe adım atışla birlikte
insan hayatında yakınlık ve birliktelik önem
kazanmaya, bu doğrultuda da arkadaşlıklar ve
romantik ilişkiler önemli yaşam alanları haline
gelmeye başlıyor. Sevgi, bağlılık, birliktelik,
aidiyet, ortaklık gibi kavramlar hayatın adeta
merkezine yerleşiyor. Kültürel değişkenler elbette
değişken. Ancak evrensel olarak bakabileceğimiz
bir kısmı var işin. O da insanın kendi hayat
çizgisi içerisinde ilerlerken bir takım aşama ve
evrelerden geçtiği. İşte genç yetişkinlik sevginin,
yakınlığın, bir birliktelik kurabilmenin evresi.
Bir genç yetişkin, bu evrede kavrayıp anlaması
gereken kavramları, çeşitli ilişki ağları içerisinde
deneyimleyebilir elbette. Örneğin, arkadaşlarıyla
ilişkisini sınar, kimin en kadar değerli ve kalıcı
olduğunu anlamaya çalışır, yeni insanlar tanır, yetişkin
hayatının başında olmasının bilinciyle geleceğe
hangi ilişki yatırımlarını yapacağını araştırır. Yani
mesele illa da romantik bir bağlılık, birliktelikte değil.
Romantik olmayan, aşkla bağlanmayan ilişkilerde de
genç yetişkin bir bağlılık, sevgi, birliktelik meselesiyle
yoğrulur. Ama elbette işin içinde aşk da var sevgi de
var. Bunun içerisinde sevebilme kapasitesini ve şeklini,
sevilme hissini, bağlılığı, cinselliği, iletişim tarzlarını,
nasıl yakınlık kurulacağını ve nice benzeri şeyi
keşfetmek var. Bu keşif herşeyden önce bir ihtiyaç yani.
Her genç yetişkinin doğal, psikolojik bir ihtiyacı. Bu
ihtiyacı karşılama yolları ve şekilleri sonsuz çeşitlilik
gösterebilse de, ihtiyacın ihtiyaç olduğu gerçeği
değişmemekte.
Toplumsal düzeyde
neler oluyor?
İşin kişisel ve psikolojik ihtiyaç kısmı tamam. Peki
toplumsal düzeyde neler oluyor? Neticede evliliğin
kendisi toplumsal bir süreç. Toplumsal ve sosyal
normlar tarafında belirlenip yürütülüyor. Yasal, resmi,
ilan edilen, kutlanan, devletin resmi makamlarından
çeşitli aile üyelerine kadar bir sürü insanın dahil
olduğu bir kurum. Yani neredeyse hiç de özel, kişisel
falan değil. Iki kişi arasındaki mahremiyetten ibaret
hiç değil. Bu yüzden bu toplumsal kısma bakmak ve
iyi anlamak önemli. Biraz evvel anlattığımız gelişimsel
bakış açısına uygun bir şekilde, toplumsal söylem de
evliliği gidişatın doğal parçası olarak görüyor. Evlilik,
sadece bizim toplumumuzda değil, dünya üzerinde
halen en öncü ve sarsılmaz kurumlardan biri olarak
yer alıyor. Nisan ayındaki İngiliz Kraliyet Düğününü
hatırlarsınız. Tüm dünyada reyting rekorları kırabildi.
Çünkü günümüz dünyasında hala evlilik ve kraliyet/
aristokrasi en göz önünde, en kanıksanmış ve sarsılmaz
kurumlar. Bu anlamda evlilik, kültürel değişkenler baki
kalmakla birlikte, evrensel bir şekilde ‘önerilen’, ‘doğru
gösterilen’ ve ‘yapılması uygun – hatta çok uygun’
olarak tanımlanıp algılanıyor. Yani toplum bize kısaca
‘evlen’ diyor.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
83
İlişki yaşamanın
en doğru
yöntemi
evlilik mi?
H
ayatın doğal bir parçası
olarak görülüp yaşanıyor
o zaman evlilik. Herkesin
bir gün yaşayacağı bir şey.
Son derece olağan. Her insan evladı
için geçerli. Bu doğallık vurgusu öyle
enteresan yerlere gidiyor ki, adeta
bir rota ve yöntem olarak yaşanıyor
evlilik. Yani ilişki yaşamanın en doğru
yöntemi de evlilik, hayatta çizilmesi
önerilen rota da evlilik. Eğer yakınlık
keşfedilmek isteniyorsa, ilişkisel
yatırımlar deneyimlenmek isteniyorsa,
o zaman bunun yolu ve yöntemi de
evlilikten geçiyor. Hayatta varolup
devam edebilmenin rotası da evlilik.
Birey, insan, adam, kadın olmanın
yolu da bir gün evlenmekten, aile
kurmaktan, çoluk çocuğa karışmaktan
geçiyor. Toplumsal söylem ve kurallar
bu anlamda çok net aslında. Sağlıklı
olmak, birey olmak, ‘hayırlı bir evlat’
olmak, mutlu olmak, normal olmak
için evlilik en önemli aşamalardan
biri. Yani evlendiğiniz zaman,
bunların hepsi olabilmek için önemli
bir adım atmış oluyorsunuz. Biraz
ileri gidersek, sağlıklı, normal, mutlu
Çeşitlenen hikayeler
Tüm bunlara bakınca, her yıl yüzbinlerce insanın evlilik
kurumuyla haşır neşir oluşu gayet doğal gözüküyor, öyle
değil mi? Demek ki yüzbinlerce insan bir dolu faktör
ve hikaye ile bağlantılı olarak evliliğe bulaşıyor. Burada
değindiklerimiz elbette en genel geçer olanlar. İnsanların
hikayelerini birebir dinlediğimizde ise, hikayeler
çeşitleniyor. ‘İlişkimiz belli bir noktaya gelmişti’ belki de
hepimizin en tanıdık olduğu tanımlama. Demek ki ortada
bir ilişki var. Genç yetişkinin yukarıda bahsettiğimiz
ihtiyaçlarını gidermek üzere deneyimlediği bir ilişkisi
var. Bu ilişki gelişiyor ve evriliyor, çeşitli aşamalardan
geçiyor, çeşitli ihtiyaçları karşılıyor. Sonra bir başka
evreye geliyor ve burada da gündemde evlilik var.
İnsanların eş seçimlerini nasıl yaptıkları, neye göre eş
seçtikleri de önemli bir soru aslında. Ama sürecin nasıl
yaşandığına bakarsak, belki soruyu başka türlü sormak
gerekir. İnsanlar, evlenme kararı aldıktan sonra buna
uygun bir eş seçmiyorlar genellikle. İyi ki de seçmiyorlar.
Genellikle hali hazırda öyle ya da böyle devam eden
bir ilişki ve bir ‘romantik partner’ var mevcutta. Süreç
genellikle, bu ilişkinin evrelerinin ne olduğu, bu ilişkinin
evlilik aşamasına gelip gelmeyeceği ve evet bu partnerin
‘uygun eş’ olup olmadığı soruları üzerinden yaşanıyor.
84
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
bir birey olmanın zorunlu yollarından
biri evlilik gibi yansıtılıyor bile
diyebiliriz. Peki o zaman insanlar zorla
mı evleniyor? Zorla evlendirmenin
türlü çeşidini gördüğümüz bir
coğrafyada, bu soruya kesin hayır
demek elbette mümkün değil. Ancak
evliliklerin genelde böyle bir zorlama
üzerinden gerçekleşmediğini neyse ki
söylebiliriz. Ama zaten, ortada zorla
yaptırılan bir durum olmamasına
rağmen, herşey son derece doğal
algılanıyor ve aksi zaten mümkün ve
söz konusu değilmiş gibi yaşanıyor.
Yani evlilikte reel bir seçimden söz
etmektense, hayatın gidişatı içerisinde,
başa gelen olağan ve aksi mümkün mü
değil mi pek bilinmeyen bir evresi gibi
söz edebiliyoruz belki de.
Hassas ve grift
dengeler
Burada nelere bakıyor insanlar? Önce ilişkilerini
irdeliyorlar bol bol. Nereden gelip nereye gittiğini,
geleceğini nasıl gördüklerini, bugüne kadar hangi
ihtiyaçları tatmin ettiğini, ne kadar doyum sağladığını,
ne kadar ‘yolunda’ gittiğini, vb sorguluyorlar. Bununla
çoğunlukla eş zamanlı olarak da mevcut partneri
sorguluyorlar. Kendileri için ne kadar uygun olduğunu,
ne kadar sevdiklerini ve sevildiklerini, benzerlik ve
farklılıklarını, artılarını ve eksilerini inceliyorlar. İşte
tam burada hassas ve girift dengeler devreye giriyor.
Hayat ve alınan kararlar hemen hemen hiç bir zaman
bu iki sorgulamada verilen cevaplardan ibaret değil. İşin
içerisine toplumun evlilikle ilgili öğretileri de giriyor,
ailelerin evlilikle ve mevcuttaki ilişkiyle ilgili tutumları
da, kişisel inanç ve beklentiler de, geçmiş deneyimler
de… Bunların tümünün nasıl bir araya geleceği, nasıl
harmanlanıp dengeleneceği kesinlikle bir formüle
dayanmıyor. Her seferinde yaşayıp görüyoruz sonucu.
Ama galiba, çok yüksek ihtimal, evlilik hep kazanan
safta yer alıyor. Evlilik o harman ve dengenin şanslı
tarafındaysa, o zaman bu evlilikleri yürütmenin yolu ne?
Evliliği tatmin edici, hayat kalitesini artırıcı, doyumu
yüksek bir deneyim ve rota haline getirmenin yolları ne?
İlişki değerlendirme
ve gelişim
İlişki değerlendirme ve gelişimi bu sorunun en
genel cevabı. Türkiye bu alanda yeni ve güzel
gelişmelere gebe, mesleğin içinden verebileceğim
sır bu. Ne demek ilişki değerlendirmesi?
İlişkilerin değerlendirilebilir, ölçülebilir olması
demek. Bugün çift terapisi alanı, çiftlerin
ilişkilerini ‘değerlendirebiliyor’ ve ‘ölçebiliyor’.
Yani farklı farklı ilişki öğelerinde çift arasındaki
uyuma bakıp, onu değerlendirip ölçebiliyor. Bu
ölçüm üzerinden de çifte bir harita sunuyor;
onlara güçlü yönlerini gösteren, uyumlarını
geliştirebilecekleri alanları ortaya koyan ve
bunları geliştirmek için neler yapabileceklerini
sunan bir harita. Bu aslında şu demek, çiftlerin
kendilerini içinde kaybolmuş buldukları
yüzlerce ‘birbirimize uygun muyuz, birbirimizi
anlayabiliyor muyuz, aramızdaki iletişim hiç
düzelebilecek mi, hayata çok farklı bakıyoruz
bir arada durmamızın bir anlamı var mı’ .... ve
benzeri gibi, son derece soyut ve adeta cevapsız
gibi duran sorunun, somut ve ölçülebilir bir
zemine oturabilmesi demek. Bu da, somut ve
ölçülebilir olduğu için, üzerinde çalışılabilir ve
geliştirilebilir olması demek.
Bu ölçüm illa çift terapisinin bir edavatı olmak
durumunda değil elbette. Her çiftin, özellikle de
evlilik öncesi bir ilişki değerlendirmesi yapması,
bu değerlendirme sonucuna göre de ilişkinin
nerelerinin geliştirilebilir olduğu üzerine
çalışması, nüfusun bunca yüzdesinin meşgul
olduğu evlilik kurumu adına olumlu bir adım.
Çiftler arasındaki
uyum
Bugün klinik araştırmalar ve klinik pratik bize,
ilişkilerde en önemli şeyin, çiftler arasındaki
uyum olduğunu göstermekte. Birbirinden bazen
taban tabana zıt bireylerin biraraya geldiğini ve
çift oluşturduğunu biliyoruz. Çiftlerin ‘iyi’ bir
ilişkileri olması bireyler arasındaki benzerlikten
ziyade aslında uyuma dayanıyor. Yukarı
saydığımız öğeler arasındaki uyum, ilişkinin
gidişatını belirlemekte çok önemli göstergeler.
Örneğin, çiftin kişisel değerleri
arasındaki uyum, iletişim becerileri arasındaki
uyum, sosyal ve aile hayatları arasındaki uyum;
çiftin ilişkisi hakkında en önemli doneler.
Burada iki güzel haber var. Biri, ‘iyi’ ilişkinin
benzerliğe dayanmaması; yani partnerinizle iyi
bir ilişkiye sahip olmak ve mutlu olmak için illa
aynı şeylere inanmak, aynı şeyleri istemek ve
aynı şeyleri yapmak durumunda değilsiniz. ‘İyi’
ilişki her zaman farklılıklara izin verir. Önemli
olan bu farklılıkları bir uyum içerisinde yaşayıp
yaşamadığınız. İkinci güzel haber ise şu; uyum
dediğimiz şey doğuştan gelen bir özellik değil,
tıpkı içinde bulunulan ilişki gibi sonradan
oluşan, dolayısıyla geliştirilebilir ve daha
önemlisi öğrenilebilir bir şey. İlişkinizde uyum
bugüne kadar şu ya da bu şekilde oluşmamış ya
da gelişmemiş olabilir. Vakit hiç bir zaman geç
değil. Uyum her zaman öğrenilebilir, her zaman
geliştirilebilir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
85
adı çıkmış 9’a inmez 8’e
bir olgudur
DEDİKODU!
Tam da kendi özündeki gibi bir kere namı yürümüş
“kötüdür” diye de, aklayabilene aşkolsun.
O zaman dedikodunun dedikosunu yapalım da tam olsun!
“K
İLİŞKİLER AYŞEGÜL KALEM ERTAL
Klinik Psikolog
86
Üsküdar Amerikan
Kız Lisesi ve
Boğaziçi Üniversitesi
Psikoloji Bölümü’nü
Onur Öğrencisi
olarak bitirmiştir.
2003’te San
Francisco State
University, ABD’de
Klinik Psikoloji
Master eğitimini
tamamlamıştır.
Kalem Ertal, 2009
yılı itibariyle
kurucularından
olduğu İNDA Çözüm
Odaklı Danışmanlık
ve Eğitim
Merkezi’nde
çalışmalarına devam
etmektedir.
im, kiminle, nerede, ne yapıyordu,
kim gördü, ne dedi?” Böyle bir
oyunu vardı ergenliğimizin.
Hatırlayanlar “Aaa doğru!”
demiştir bile. Kağıdı katlaya katlaya altı parça
yapardık. Altı kişi arasında altı tane ayrı kağıt
dolanırdı, her kağıttaki altı bölmenin her birinde
bu sorulardan biri. Herkes bir bölmeyi doldurur,
kağıdı katlar, yanındakine verirdi. İlk kağıtta
“Kim?” diye yazardık, bir sonrakinde “Kiminle”
ve sırasıyla hepsi dolardı. Ortaya altı tane öykü
çıkardı, altı kişinin birbirlerinin ne yazdıklarından
habersiz olarak oluşturdukları altı anonim öykü! Ve
saçma sapan hikayeler çıkardı ortaya. Kim- kiminle
kısmına sevdiğimizi de yazardık sevmediğimizi
de, tanıdığımızı da yazardık tanımadığımızı da!
“Ne yapıyordu” kısmına en olmadık şeyleri yazmak
daha eğlenceliydi hep ve “Kim gördü” ve ne dendiği
ile tamamlanırdı öykü. Sonunda kahkahalarla
güldüğümüz, eğlenceden bildiğimiz şöyle hikayeler
çıkardı ortaya. “Bizim bakkal, Angelina Jolie ile,
Kız Kulesi’nde, börek açarken, halam görmüş, ve
yok artık sizde mi demiş!” Gülerdik o zamanın
aklıyla. Ayıpçı, yadırganacak, eleştirilebilecek şeyler
de çıkardı elbet. Altı bölmeden hangisini kimin
yazdığını takip etmek zorlaştıkça daha da uçuk
kaçık şeyler yazılırdı. Eğlenme niyetiyle birilerini
zihnimizde bir takım hallere sokardık işte. Hepsi
gülmek içindi yani
...
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
87
Bence kesin
doğrudur
Nedense dedikodu deyince bu oyun beliriverdi
zihnimde. Galiba dedikodunun tüm öğeleri var
içinde. Kimler, nerede, ne yapıyorlar, kim gördü
ve ne oldu. Olay bu değil mi zaten. Biri bunu bir
kulağa fısıldıyor, bin dudak bunu mırıldanır hale
geliyor. Her bir dudak kendine has üslubuyla
paylaştı mı, ortaya “Bakkal ve Angelina Jolie”
hikayesi çıkıyor. Başkalarına yakıştırdığımız
hikayeler, böyle olsa ne komik olurdu dediklerimiz,
“Bence kesin doğrudur” deyip de kendimizi
inandırdığımız, inanması zor olsa da “Acaba?”sına
kapıldığımız, kimisinde hayret ettiğimiz,
kimisinde hayranlık hissettiğimiz, güldüğümüz
belki dalga geçtiğimiz, belki de kendi aklımızca
daha aşağıda gördüğümüz, üzüldüğümüz,
sevindiğimiz, yargıladığımız, kırıldığımız, yani
duygular yelpazesini en geniş haliyle taşıyan ve
aslında mevcut modumuza göre de tarzı ve içeriği
tanımlanan öyküler dedikodular! Dedikodu bir
karede pazar sabahı bir elde çay kahve, yatağa
uzanmış karıştırılan binlerce dergide beslenen
keyif, biraz köpük, biraz toz bulutu kıvamında
rolantiye almakken hayatı, bir diğer karede birinin
açığıyla kendi açığını kapama kavgası.
Altıma kaçırırım
ama dedikoduyu
kaçırmam
“Altıma kaçırırım da dedikoduyu kaçırmam!”
dediydi bir gün bir arkadaş. Her dedikodu
faslı “Amann canım neyse, zaten bize ne?” diye
sonlansa da, kaçıramazdı. E madem bize ne, ne
anlatıp duruyoruz iştahla, nedir dinlediğimiz
çişe bile gitmeden, ne diye “Ee sonra?” diye
faltaşı gibi açılıyor gözlerimiz? Meraklıyız, çünkü
meraktayız. Kah boşluktayız da meraktayız, kah
boğuluyoruz da meraktayız. Canımız bir şeye
sıkılıyor, bir diğerinden bahsediyoruz, dedikoduyla
eğleniyoruz! Canımız bir şey istiyor, bir diğerinden
bahsediyoruz, dedikoduyla hayal kuruyoruz!
Canımız bir şeyle yanıyor, bir diğerinden
bahsediyoruz, dedikoduyla hafifliyoruz!
Hal bu olunca, dedikodulaşmadan edemiyoruz!!!
İyi de kim başlatmış tüm bunları?
88
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Kimler yapmış
ilk dedikoduyu?
Atalarımız mı ki
suçlusu?
Herhangi bir konu evrenin
varoluşundan bu yana tüm zamanlarda,
tüm kültürlerde, tüm yaş gruplarında
cinsiyet gözetmeksizin ortak payda
oldu mu biz psikologların gözünden
kaçmaz olur! Evrimsel Antropolog
Robin Dunbar, Sosyal Psikolog
Eric K.Foster ve daha niceleri uzun
yıllar ve meşakkatli araştırmalar
sonucunda dedikodunun da kaçınılmaz
olarak atalarımıza dayanan ömrünü
keşfetmişlerdir. Aslında evrimsel bir
adaptasyon mekanizması dedikodu:
küçük gruplar halinde yaşayan ilkel
kabilelerin, hem kendi içlerinde
kime güveneceklerini, kiminle denk
olduklarını anlamalarına yarayan, hem
de ötekilere karşı birlik olabilmek adına
içerideki herkesi iç-dış tanıma, böylece
güçlü yanları keşfederek sağlam bir
grup olabilme ihtiyacına cevap veren
sağlıklı bir iletişim kanalı. Bunun da
ötesinde yarın öbür gün kabile içi
kaynaklar azalacak olursa kiminle
dost kiminle düşman olunacağının,
yani özünde her bir bireyin kendi
totosunu nasıl kollayacağının keşfi
için şart olan mekanizma dedikodu.
Bir iletişim aracı, bir paylaşım ağı.
Zararsız olmasının ötesinde, hayatta
kalmak için bir zorunluluk adeta. Yani
diğerlerinin hayatlarıyla yakından
ilgili olanlar, doğal seçim yasasına göre
daha başarılı olanlar. Kimin ne yaptığı,
nasıl yaptığı bilindiği sürece hazırlıklı
olunabilir, gerekli önlemler alınabilir,
davranışlar kopyalanabilir, kiminle
ittifak kurulacağının kararı da daha
doğru bir şekilde verilebilirdi. Her ne
kadar bugün dedikodu yapmanın ana
motivasyonu böyle bir survivor mod
olmasa da, her birimiz bu genetik
kodlanmadan nasibimizi almış
vaziyetteyiz.
Günümüz
dedikodusunun
karakter yapısı
En yaygın haliyle şöyle tanımlanıyor
dedikodu: “İki kişi arasında geçen ve o
an orada olmayan üçüncü kişilere dair
paylaşımları içeren, bazen doğru bazen de
doğru olmayan, rahat, eğlendirici bir iletişim
şekli.”(Tracy V. Wilson) Dedikodunun kötü
repütasyonunun gerekçesi tanımından değil,
bu tanıma eşlik eden kişisel niyetlerden
dolayı aslında ama oraya ilerleyen satırlarda
geleceğiz. Önce bir tanımlayalım dedikoduyu.
. Paylaşım gizlidir.
. Konuşulan malzeme gerçekmiş gibi
tanımlanır, ancak gerçekliği aslen kanıtlanmış
değildir. Dolayısıyla atıp tutmayı da içerir.
. Dedikodu yapanlarla dedikodusu
yapılan kişiler gerçek hayatta birbirlerini
tanıyorlardır. Bu bağlamda ünlülerin
dedikodusu başka bir departmanda
değerlendirilir.
. Dedikodu malzemesini aktaran
kişinin beden dilinde, ses tonunda gizlidir
dedikodunun niteliği. Aktarılan bilgiye dair
ahlaki değerlendirmeler yaparız ve hatta
özgürce eleştiririz kişileri karşımıza geçip
cevap veremeyeceklerini bildiğimiz için.
. Çoğunlukla dedikodu yapan kişi
dedikodusunu yaptığı kişiyle kendini kıyaslar
ve ona göre kendini daha üstün görme
eğilimindedir.
. Mutlu insanlar daha çok pozitif
dedikodu yaparken mutsuz insanlar
daha çok negatif dedikodu yapıyorlar.
Negatif dedikodunun malzemesi genelde
düşmanlarımızken, pozitif dedikodunun
malzemesi arkadaşlarımız. (New York Times,
APA)
. Günümüzde herkes ayaklı gazetedir:
Bakınız Facebook, Twitter, Blog, email, cep
telefonları, MSN, BBM, daha ne!
En çok kimleri ve
neleri merak edip
konuşuyoruz?
. Kendimizle aynı cinsten ve aynı yaş grubundan
olanları en çok merak ediyoruz. (Ki gayet manedar, zira
kendimizi kıyaslamak, diğerlerinin yaşamlarının artıları
ve eksileri üzerinden değerlendirmek için davulun dengi
dengine olması gereklidir.) (Mc.Andrew 2008)
En çok düşmanlarımızın ya da yüksek mevkii sahibi
insanların yaşadığı skandallar ve kendi arkadaşlarımıza,
yakınlarımıza dair pozitif bilgiler ilgimizi çekiyor.
(Çok bayılmadığımız insanlara dair negatif haberler
duymak, onlara ilişkin değerlendirmelerimizi, negatif
duygu ve düşüncelerimizi doğrular bir rol oynuyor.
Haklı olmak hepimizin hoşuna gidiyor. Sevdiklerimizin
iyi haberlerine ortak olmak, içtenlikle gerçek dost
olabilmekle bağdaşıyor bir yanıyla. Zira kötü günde
destek olmaktan daha zor bir iştir, eşin dostun
başarısıyla gururlanmak, sahici bir yerden mutlu olmak.
Bir de kaçınılmaz olarak kendimize pay biçmek vardır
hikâyenin içinde. Benim ablamdır ödül alan, benim
kuzenimdir o düğündeki gelin, hatta benim en çok
beğendiğim tekneyi almıştır arkadaşım.)
. Dedikodu malzemesi olmamak için az diyen, az koyan,
az konuşan, az yaşayan mı olmak gerekir? Hayır. Aslında
beklenilen şekilde yaşarsan ilginç bir yanın olmaz
zaten dedikodulaşılacak. Zira sıradan yaşamlar değildir
dedikodunun malzemesi, alışılmadık olmalı, lastik
gibi uzatılabilmeli onun bunun giydiği, yaptığı, dediği,
demediği.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
89
Söz konusu dedikodu
olunca da mı
Mars-Venüs
ayrımındayız?
Hikaye pek öyle görünmüyor... Kadın ve erkek yaygın
inanca karşın neredeyse aynı seviyede dedikodu
yapıyor. Üstelik dedikodu yaparken kullanılan
ton, dolayısıyla paylaşılan malzemenin
pozitif ya da negatif yük dağılımı da aynı.
Belki de yüzyıllardır hemcinslerime mal
edilmiş ve bir o kadar da haksızlık edilmiş
olma gerekçesi, bizlerin dedikoduyu
hem sevgililerimizle hem de kız
arkadaşlarımızla yani daha geniş bir
kitleyle yapmamızdan kaynaklıdır.
Bir de kadın doğası itibariyle duygu
ve düşünceleri daha çenesine
vurmuş bir varlıktır, dolayısıyla bir
iletişim kanalı olarak tanımlanan
dedikodu da kadın dünyasından
nasibini
almıştır.
Erkek
dünyasında ise dedikodu daha çok
sevgililerle yapılıyor. Buradaki sınırlı
paylaşımın bir toplumsal dayatmayla
da ilişkili olduğunu düşündüğümü
söylemeden edemeyeceğim. Zira
tek bir erkek insan evladı yoktur ki
bir muhabbete karışsın ve yahut
iki fikir belirtsin de “Dedikodu
yapma karı gibi” şaplağını
suratına yemesin. Geleneksel rol
ayrımının dokundurduğu bir
başka yer ise kadın ve erkeğin
dedikodu
kahramanlarının,
kendi çevrelerinde fazlasıyla
haşır neşir oldukları insanlardan
yola
çıkarak
tanımlanmış
olmasıdır. Demem o ki erkekler
daha fazla ünlüler, sporcular
ya da daha uzaktan tanıdıkları
kişiler hakkında, kadınlar ise
yakın arkadaşları ve aileden insanlar
hakkında konuşmayı tercih ediyorlar.
Kahramanlar farklı olsa da konu
başlıklarında ortaklık ediyor kadınla-erkek:
cinsellik, ilişkiler, dış görünüm. Erkekler kendi
aralarında dedikodu yaptıklarında odak kumar
ve cinsel performans olabilirken, kadınlar kendi
aralarında hemcinslerinin aldatma öykülerini
paylaşabiliyorlar. Görünen o ki dedikodu içeriği
hassas konular oldu mu, dedikodu partneri olarak
hem cinslerimizi seçme eğilimimiz yüksek oluyor.
İşte tam da bu tür hassas malzemeler bizi dedikodunun
belki de hiç düşünmediğimiz işlevsel yanlarını da
anlamaya götürüyor...
90
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Dedikodu iyidir!
Nasıl yani?
Yetişkinler iletişimde geçirdikleri zamanın neredeyse
yarısını dedikoduyla geçirirler ancak bunun yalnızca
yüzde5’i negatif dedikodudur! (Wilson, 2010)
Dedikodu ve
güven!
Dedikoduyu paylaşmak, paylaşımda bulunduğumuz
kişi ile aramızda bir güven olduğunu ortaya koyar. Zira
paylaştığımız kişinin konuştuklarımızı başka bir yerde, bize
zarar verecek şekilde paylaşmayacağını biliriz. Başkasının
hayatıyla da ilgili olsa, paylaşılan malzeme sırlaşır ve iki
kişi arasındaki bağı kuvvetlendirir. (Bosson, 2006)
İnsanlar hakkında kötü bir şeyler söylemek toplumsal
hayatta kabul görmeyen , ayıp diye tabir edilebilen bir
şeyken, birilerinin bir diğeri ile ilgili olumsuz görüşlerini
sizinle paylaşabiliyor olması, size ve sizinle arasındaki bağa
daha özel bir anlam yüklediğini düşündürtür.
Dedikodu ve
öğrenme!
Toplumsal değerleri ve beklentileri hatırlatan, doğal
bir öğrenim süreci olarak da işlevsel olduğu düşünülür.
Dedikodu, gözlemden daha hızlıdır. Nasıl davranışların
şak şaklandığının, nelerin tüh tühlendiğinin, nelerin vah
vahlandığının sosyal ipuçlarını yakalarız dedikoduyla.
Dedikodu ve
hafifleme!
Dedikodu, yaşamın ciddiyetine karşın biraz dil çıkarmaktır.
Birçok insan yalan söylemenin kötü birşey olduğuna
inanır, işte tam da bu yüzden çoğu dedikodu şöyle başlar:
“Ne duydum biliyor musun...” dolayısıyla kulakla ilgili
bir durumdur, kulağın varsa duymuşsundur ya da “falan
filan dedi ki...”, yani başkasının dili mesuldur. Böylece
konuşulan malzemenin doğruluğuna dair sorumluluğu
başkasına yükleriz. Sonuçsuzdur ya dedikodu, konuşan
insan için sorunsuzdur o yüzden. Birinin bir olayı, alayının
süslemesiyle bin olur. Özüdür bu da dedikodunun. Ekleyen
ekleyene, çarpıtan çarpıtana: herkes birbirinin yalancısıdır.
Suçsuzdur yani özünde. Bilmem kim demiştir bunları
da ben yalnızca taşıyıcıyımdır. Velhasıl zararsızımdır.
Dedikodu teflon tava gibidir yapışmaz kimseye. Hop
atarsın topu bir başkasına, senden çıkmış olur durum.
Bazen ağzımızdan çıkanı kulağımız nerede, kimden
duyduydu onu bile hatırlamayız. Anonim bir paylaşıma
döner onun bunun hayatı. Ne başı bilinir ne sonu! İşte bu
yüzden hafiftir, hafifletir dedikodu.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
91
Dedikodu ve
kaynaşma!
Dedikodu ve
Sosyal kaynaşmayı, gruplaşmayı getiriverir
dedikodu. Bir anda belli bir olaya, belli bir yerden
bakan, belli bir grup insan oluveririz de aidiyet
duygumuz kuvvetlenir. Biz öyle olmayanlardanız,
ya da öyle yapmayanlardan! Birbirimizi etkileyerek,
etkileşimle daha da fazla kenetlenerek güçleniriz
aslında ve kendimizce üstünleşiriz. Biz sizin
bilmediğiniz kızlardan oluruz anlayacağınız!
(Wilson, 2008)
Dışarıdan nasıl algılandığımız öyle kuvvetli bir
veri ki, şekli korumak için, imajı, repütasyonu
sarsmamak için bazen işi sallamak gelse de
içimizden, çalışmamazlık etmiyoruz. Ne me lazım
laf vermemek lazım ya elalemin ağzına, beklentiyi
karşılıyoruz. Bir araştırma der ki kişiler herhangi
bir durumda ne kadar para vereceklerinin başkaları
tarafından bilinmesi durumunda daha fazla
para verme eğilimi gösterirler. Yani bir yerlerde
gıyabımızda iyi birşeylerin konuşuluyor olma
ihtimali bile daha iyi şeyler yapma eğilimimizi
artıyor. Hakkımızda güzel şeyler söylendikçe,
bedava reklama giriyor, bunu duyanca insanın içten
içe hoşuna gidiyor.
Bir diğerinin
dedikodusu, kendi
anlatamadığımızın
tortusudur bazen!
kendi bakışları içerisinde kabul edebilmeleri, ortak bir
payda da buluşabilmeleri çok önemli aslında ama bazı
şeyler öyle bodozlama sorulamıyor işte. Ve o noktada
bir diğerinin yaşamı yetişiveriyor imdadımıza. Bir
başkasının yaşadığı üzerinden keşfediyoruz kendi
eşimizin ne düşünebileceğini ve ölçebiliyoruz
fikirlerimiz arasındaki mesafeyi. Figen ve Kemal’in
ilişkisini konuşurken, bizden bahsetmiyor olmanın
rahatlığıyla açılabiliyoruz mesela. Bir duruma dair
görüş bildiriyoruz. “Ben de yapardım” ya da “Ben
hayatta öyle demezdim” dediğimizde, karşı tarafın
tepkisini arıyoruz yüzünde. Ortadaki malzemeye dair
görüşüm ne kadar kabul gördü karşımdaki tarafından?
Nerelerde hem fikir olabildik, nerelerde ayrıştık
mesela? Hangi kesişim ve hangi ayrışım ne kadar
önem taşıyor bizim yaşantımızda? Baktık karşılıklı
hoşlanıyoruz konuştuklarımızdan “Hadi biz de öyle
yapalım, biz de ona gidelim!” oluyor. Olmadı mı da
“Aman canım, Figen’le Kemal işte!” deyip anında afaroz
edebiliyoruz ikiliyi salonumuzdan! Böylece birilerinin
hayatları sayesinde etliye sütlüye dokunmadan
birbirimizi anlıyoruz. Durup bir düşününce böyle
durumlarda belki de iyi ki dedikodu var da konuşup
anlaşabiliyoruz!
Kendi yaşantılarımızın gerçekliğinden kaçıştır, “mış
gibi” yapıp bir başkasının hayatına konuk olmaktır
dedikodu çünkü o kadar uzun süre, öyle bir yoğunlukla
kendimizden
bahsedemeyiz.
Öyle
açıklıkla,
kendimizi ulu orta paylaşamayız. Bir diğerinin
öyküsünü anlatırken aktarırız kendi fikrimizi, anlarız
dedikodulaştığımız diğerinin fikrini. Nedir kabul
gören, nerede çarşı karışır, ne yapsan dışlanırsın
da, nerede insanlar sana bayılır alt yazı geçer gibidir
dedikodunun seyrinde. “Ben olsaydım”larla biraz
kendimizi tartarız, belki de çok benzer öykülerimizi
dışsallaştırırız. Bir yanıyla kendi diyemediklerimizin,
koyamadıklarımızın yansımasıdır da yaptığımız
dedikodu. Öyle ya şimdi durup dururken sorsanız
kocanıza “Sence aldatma nedir?” diye, zannetmiyorum
ki bir insan evladı da her ne kadar eşine güveni, ilişkisine
inancı sonsuz olsa da işkillenmesin böyle bir sorudan.
Çiftlerin neye nasıl baktıklarını anlamaları, birbirlerini
92
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
bedava PR!
Giriş cümlesiyle
noktalayacak
olursak...
Adı çıkmış 9’a inmez 8’e bir olgudur
DEDİKODU! Oysa dedikodu değil,
niyettir kötü olan!
Dedikoduyu bir başkasının talihsiz
durumuyla kişinin kendini iyi hissetmesi,
üstün görmesi olarak tanımlama
çabası kavrama başka bir boyut
kazandırıyor. Birinin nahoş, sıkıntılı,
kötü durumuna “oh” diyebilen, bunu
malzemeleştirdikçe ve yayabildikçe
kendisinin yücelebileceğine inanan
kişilerde, dedikoduyu negatif diye
tanımlamak dedikoduya haksızlık olur.
Niyet, her türlü paylaşımda niyettir!
Bu eğilimdeki bir kişi en yakını için
söylemde mutlu olmayı becerirken içten
yine de sözüm ona negatif dedikodunun
yıpratıcı, aşağılayan ve aslında kendini
aşağılayan haline mahkûmdur. Zihni
kötüye çalışanın, yüreği kötü halle
ısınanın yaklaşımını yüklememeli
dedikoduya. Tüm bunların ötesinde
işin özü şu ki, sürekli ve yalnızca
kendimizden bahsedemeyiz. Hem
kendimiz dediğimiz de ilişkilerimizin
bütünüdür aslında. Etkilenerek ve
etkileyerek yaşarız hayatı. Dolayısıyla
neredeyse tüm paylaşımlarımız o an
orada olmayan üçüncü kişileri, onların
fikirlerini, onlardan öğrenilmişleri, onlara
söylenmişleri, onlarla olan etkileşimi
içerir. Hatta bazen o üçüncü kişiyle bağ
kurabilmek, kendimizi ona doğru ifade
edebilmek için karşımızdaki bir diğerine
anlatarak destek almaya ihtiyaç duyarız.
Bir yerden sonra dedikodu buysa, başka
bir iletişim şeklimiz de yok aslında!
Sadece niyeti kollasak yetecek galiba...
Ünlülerin dedikodusu
Neden ne ile ünlenmiş olduklarını bile
bilmediğimiz birçok insanının hayatını takip
ediyoruz deliler gibi? Bir merhabamızın bile
olmadığı belki de ömür billah olamayacağı
bu insancıkları o kadar sık, o kadar kendi
zihinlerimize has çerçeveler içerisinde görüyoruz
ki, öyle bir yerlerden bağdaştırabiliyoruz ki
bazen kendimizle, yan komşudan, askerlik
arkadaşından, yılların dostundan farkı kalmıyor
neredeyse. Kimisi idolü yapıyor, giyimi-kuşamı,
saç modeli, gittiği mekân, yediği yemek, ettiği
laf benzeşiyor. Kimisi düşmanı belliyor, nerede
fırsat orada haydi belden aşağı, yaşamla alıp
veremediğini verip veriştiriyor bir ünlüye!
Kimileri ünlülerin “başarı” öyküleriyle haşır
neşir, kimileriyse “aman dikkat!” öyküleriyle!
Fazla bir şeyler paylaşmaya fırsat bulamadığımız
ilişkilerde de ortak dilimiz aslında ünlülerin
dedikoduları. Nitekim bazen kuaförünüzle,
dişçinizle tek ortak arkadaşınızdır da göz
önündeki insanlar, onların hayat akışları ortak
diliniz olur. Ne sizi bağlar ne onu, ünlülerin
dedikodusu!
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
93
YORUM BİZDEN ÖMER YALÇIN
[email protected]
Neredesin aşk;
Öteki yanıma … ‘Ben aşkı kağıt üzerinde mi yaşayacağım …’’
Bir yolculuk olarak adlandırdığım ‘hayat’ ve bu süreçte doğduğumuz günden itibaren
sevgiyle beslenen insanlık. Bir annenin çocuğuna olan aşkı yeryüzünde bizi saran en
şefkatli koldur ve hayat yolculuğu da kendimizi tanımaya başladığımız anda bu eşsiz
sevgiyi aramakla değer kazanır. Aşkın tanımı ve tarifi bir annenin kalbine gizlenmiştir.
O küçücük yürekte bir okyanus mürekkebi tüketmekle bile anlatılamayacak bir sevgi
destanı yatar .. Yeryüzünde Aşk ve Sevgi adına söylenmiş her söz bu destanın kişiye
tecelli etmiş bir parçacığından ibarettir. İnsan aklıyla tarif edilemeyecek bir şeyi
masumane bir duyguyla tarif etme çabasıdır aşk adına söylenmeye çalışılanlar.
Yaratanın kula olan sevgisinin ve rahmetinin yansımasıdır bir annenin çocuğuna olan
şefkatli sevgisi.
Nasıl tatmin edebilir ki insan kendini! Dünyaya geldiğinde sevginin ve aşkın en
yücesiyle karşılaştıktan sonra sahte sevdalar dünyasında yüreğini doldurabilecek kadar
büyük bir aşkı nasıl bulabilir ki…
Öyle bir sevginin çocuğu ki tek bir kılına gelebilecek zarar için gözünü kırpmadan
canını verebilecek bir yüreğin koynunda büyüyen insan , burnu kanasa yüreği
parçalanan bir varlığın yanında olduğunu hissederek yetişen bir insan ..Her ne yaparsa
yapsın onu karşılıksız ve beklentisiz seven bir kalbi yüreğinin en derininde hisseden bir
insan … Melekleri kıskandıran bir sevgi suyu ile beslenmiş bir yürek nasıl razı olabilir ki
daha azına…
İşte bu yüzdendir ki bulamayacağı korkusuyla bilinçaltının derinliklerine yerleştirdiği
bu sevgiyi, karşı cins üzerine diktiği sahte sevgi kıyafetini, üzerine yakıştıramaz. Her
zaman karşısındakinden bekler yapılması gerekenlerin yapılmasını. Hep bir arayış
içindedir. Elinde bir ayakkabı ona uyan ayağı arar durur. Bilmez ki bu masallarda olur
sadece .Tek çözümü ‘’SEN’’ olan bir bulmacayı ‘’O’’nda aramak sana çözüm buldurmaz
ki .. Ona baktığında Sen’i göremezsen arayışın son bulmaz ki …
Önce kendin giyeceksin o kıyafeti, sevilecek insan olmazsan eğer kimseden sevgi
bekleyemezsin ki… Sen kendini bulmadan yüreğindeki boşluğu dolduracak bir
başkasını bulamazsın ki…
Öbür yarın için inşa ettiğin sevgiyi nelere dayandırdığını düşündün mü hiç? Yakışıklı/
güzel olsun, Parası/işi olsun, komik olsun, zeki olsun, arabası olsun, güzel giyinsin,
romantik olsun, güçlü olsun, sarışın/esmer olsun… Kalıcı olmayan bunca şey üzerine
bina edilen bir sevginin en ufak bir depremde yıkılması gayet normal değil mi sence? O
zaman ne aradığını bilmeden bulduğun şeyin sana ne getirmesini bekleyebilirsin ki…
‘’Güzel bir kadın göze, iyi bir kadın kalbe hoş görünür. Birincisi pırlanta gibi ama
geçici, ikincisi mutluluk kadar gerçekçidir.’’
Dostoyevski
94
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Geçici şeyler üzerine bina ettiğin sevgide, her an
kaybetme korkusu varken mutluluğu yakalayabilir
misin ki? Bunları hiç düşünmüyor musun?
His mantığın tahtında ahkâm kestikçe düşüncen
fakirlikten kurtulamaz ki…
O zaman ‘’Hayat’’ yolculuğunu kapalı kutu bir trenle
yapan; öküzlerin bakmasından şikayet etmeyecek ….
Karşılıksız aşk, karşılıksız verenden gelir sadece onu
‘Kul’a inşa etmeyeceksin…
“Anladım ki insanlar kendilerini düşünerek yaşıyor
gibi görünse de hakikatte onları yaşatan tek şey
sevgidir. Kim severse, Allah’a yaklaşır; Çünkü ‘’O’’
sevgiyi yaratandır...”
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Bu yolculukta aradığın şey senin yüreğinde gizli, sana
en yakın olanı Kaf Dağı’nda arama, hayatın gayesini
bilmiyorsan, hayat muammasını hissedemezsin, insan
olma farkındalığını gösteremezsin. Bu sebepledir ki
pek çok kimse sarhoşça kendini içine saldığı hayatın
gerçek manasını arama yolculuğunda başarıya
ulaşamaz. Mutluluk yolunda başarıya ulaşabilmek için
ilk önce iç dünyamızı keşfetmeli, aşkı ilk öğrendiğimiz
şekliyle benliğimize yedirmeliyiz. Bunu yapabildiğimiz
takdirde, kendimizi daha farklı duyacak, daha
muntazam görecek, daha derinden hissedecek ve
Yaratıcımız tarafından yüreğimize yerleştirilen sevgi
okyanusuna ulaşarak benliğimize fısıldayan bu aşkın
bizimle iletişime geçtiğine şahit olabileceğiz…
Sen onu sevmiyorsun diye annenin seni sevmeyeceğini
düşünebiliyor musun? Sen uzaktasın diye seni
düşünmediğini hissettin mi hiç…
Ey Gönül!! Şimdi sorarım sana, hangi Aşk
daha büyüktür? Anlatılarak “DİLE” düşen mi.
Anlatılmayıp “YÜREK” deşen mi?
Mevlana Celaledin-i Rumi
Mutlu olmak istiyorsan karşılıksız seveceksin, onun
için değil kendin için seveceksin. Gerçek mutluluğun
peşindeysen eğer harici tatminlere bağlı gelen, her an
kaybetme korkusunu beraberinde taşıyan bir saadet
değil hiçbir koşula bağlı olmayan bizimle kalabilecek ve
bizi ölümsüzleştirebilecek bir sevdaya teslim etmelisin
kendini. Onu da bulabileceğin tek yer kendinsin.
‘’Neredesin Aşk ? ’’ derken kendime seslendiğimi
anladığımda üzerime aldığım sorumluluğun farkına
vardım. Yüreğimde hissettiğim ve aklımla onayladığım
bu fikir tüm benliğimi kapladı. Kocaman bir soru işareti
oluştu zihnimde ben bu sevgiyi hak edecek birisini
arıyordum. Kirletilmiş bir zihnin eski alışkanlıkların
görünmez kalın zincirlerinden kurtulabilmenin
yollarını arıyorum şimdi… Bunu aramak bile bu kadar
özgürleştiriyorsa beni ve bu denli huzur kaplıyorsa
benliğimi O’nu bulduğumda neler olacağını tahmin
bile edemiyorum. Binlerce mutsuz ilişki, biten evlilikler,
kavgalar, nefsi arzular için çok ucuza sarf edilen sevgi
sözcükleri arasında yetişen bir birey olarak farkındalık
ışığı altında aydınlanan hislerime tercüman olabilecek
‘AŞK’ı arıyorum Dünyaya geldiğim anda tanıştığım
o sıcacık duygunun benimle birlikte olduğuna
inanıyorum. Ne aradığını bilmeyen insanların kirlettiği
“sevgi” ve “aşk” kavramlarının içini doldurabilecek bir
yürek arıyorum…
NEREDESİN?
Fikrimde sen, zikrim de ..
Ebedi yolculuğun başlangıcı fani dünyada
Tatminsiz nefislerde kaybolan aşka;
Hayat veren, nefesim de sen…
Uykusuz gecelerimde can çekişirken düşüncem
Leyla’sını arayan Mecnun gibi avareyken ben
Lugatıma ‘Aşk’ı koyan da sen…
Anlık mutluluklarda kaybettiğim
His dünyamın paslanmış kilidini kıran
Gönlüme tarifsiz sevgiyle doğan da sen.
Üzüntüm, kederim, mutluluğum sevincim,
Lime lime olmuş fikir dünyama girip
Emsalsiz düşüncelere meyleden
‘’Neden’’lerime cevap ta sen…
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
95
YÜZ YÜZE 9 SORUDA ZEYNEP YILMAZ
Kötü kalpli insanlara
insanlık dersi vermek isterdim!
Bir tavsiyeye ihtiyaç
duyduğunda kiminle
konuşursun?
Hayat her ne kadar sıradanmış gibi gözükse de
karmaşık ve içinden çıkamadığımız durumlarla
karşılaşabiliyoruz. Bazen güvendiği birisinin yol
göstericiliğine ihtiyaç duyarız. Ben bu konuda
ağabeyime müracaat ediyorum, ben ne kadar zeki
olsam da o gerçekten çok akıllı.
2
Haziran 1982 İstanbul doğumlu. 2003 Türkiye Güzeli seçildikten sonra oyunculuk,
fotomodellik ve sunuculuk, dallarında başarılı bir geçmişe sahiptir. Miss Bikini
World Malta 2001 dünya çapındaki yarışmada bikini ve sempati güzeli olan Zeynep
Yılmaz daha sonra Miss Model Of Turkey yarışmasında 3 ödül birden aldı. Türk
pop-rock ve r & b sanatçı olarak bilinir. Ayrıca Türk Sanat Müziği alanında da yeteneklidir.
Tüm parçaların söz ve müzikleri kendisine ait olup 100 ‘e yakın eserleri vardır. İlerleyen
zamanlarda ünlü isimlere beste vereceğini de belirten ve oldukça iddialı olan Zeynep
Yılmaz’ın 2007 yılında oluşturduğu ilk solo albümünün adı “Karalama”. Ardından 2011
için hazırladığı albüm adı ise ‘’Top Enerji’’ adıyla piyasaya çıktı Dünya starlarının da ilgisini
çeken ve ünlü isimlerden Julio Iglesias ve Brandon Stone ile vokal çalışması yapan Zeynep
Yılmaz aynı zamanda oyunculukla yapıyor.
96
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Seçebilseydin eğer kim
olarak dünyaya gelmek
isterdin?
Dünyaya Zeynep Yılmaz olarak gelip aynı şeyleri
yeniden yaşamak isterdim çünkü oda bir hayat
kimileri özenirken neden başkası olayım ki?
Uyandığında düşündüğün
ilk şey nedir?
Uyanınca ilk önce iş düşünürüm, günlük plan
yaparım sonra ailemi ararım tek tek ardından akşam
için plan yaparım.
Annenden öğrendiğin en
önemli ders neydi?
Bir çocuğun olsaydı ona ne
ders vermek isterdin?
Anneme öncelikle çok teşekkür etmek isterim,
her konuda yol göstericim ve destekçim olmuştur.
Ondan öğrendiğim en önemli şey sanırım tutumlu
olmak ama hala bu konuda eksiklerim var.
Hayatı sevmesini ve doğru insan olmasını yalandan
uzak durmasını söylerdim. Bununla birlikte
hepimizin karşılaşabileceği kötü kalpli insanlara
insanlık dersi vermeyi çok isterdim ama imkansız.
Mutlu hayatın anahtarı
nedir?
Hayatındaki en mükemmel
an hangisiydi?
Mutluluk yeni bir güne sağlıklı uyanıp sevdiklerinin
iyi olduğunu bilmektir ve işlerinin rayında gitmesi.
Güzel insanlarla tanışmaktır bazen mutluluk…
Hayatımdaki her an mükemmel bence, kendimle
çok mesudum. Ama unutmadığım anlardan bir
tanesi rüyamda annemi saraylarda yaşattığım andır.
Bunun yanında sahnede olduğum her an tarifi
imkânsız bir haz benim için.
Boş zamanlarında yaptığın
favori faaliyet nedir?
İnsanlar hep boş zamanı olmadığından yakınır ama
zamanı etkili kullandığınız zaman böyle bir sorun
olmadığını fark edebilirsiniz. Yürüyüş yapmak,
sevdiklerimle sohbet etmek, ailemle kendimle
zaman geçirmek güzel besteler yapmak ve tabii ki
müzik dinlemek benim favorilerim arasında.
Kime teşekkür etmek
istersin?
Tabii ki anneme ve ağabeyime hayatımın her anında
desteklerini esirgemedikleri ve her an nefeslerini
ensemde hissettiğim için. Size de çok teşekkür
ederim sorularınızla kendimle yüzleştim…
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
97
Seks, kadın için “görev”
erkek için “skor”
Sonuç: Cinsel İsteksizlik
Beni benimle bırak…
Kadın topraksa, erkek yağmur;
Kadın kilitse, erkek anahtar;
Kadın ateşse, erkek barut…
CİNSELLİK BURCU ATATÜR YÜKSEL
Psikolog,
Cinsel Terapist
98
Ortadoğu Teknik
Üniversitesi (ODTÜ),
Fen–Edebiyat
Fakültesi, Psikoloji
bölümünde lisans
eğitimini tamamladı.
Eflatun Psikolojik
Danışmanlık
Merkezinde Bireysel
Psikoterapi, Cinsel
Terapi, Evlilik
Terapisi, Ergen
Danışmanlığı, Obezite,
Sınav Kaygısı, Sigara
Bağımlılığı ve Kişisel
Gelişim konularında
danışmanlık vermekte
ve aynı zamanda
CİSED (Cinsel Sağlık
Enstitüsü)
İzmir Şube Başkanlığı
görevini yürütmektedir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
İş bu kadar doğalken, bu kadar her şey birbirini
tamamlarken, biri olmadan diğeri de olmazken,
en temel güdümüz, ihtiyacımız, cinsel isteğimize
ne oldu? İnsanlar, gelişen teknoloji, kötüleşen
ekonomi, yükselen ama elde edilemeyen değerler,
yürütülemeyen ilişkiler, hayat kavgası, stres ve
yorgunluk, tüm imkânlara rağmen kurulamayan
iletişim sebebiyle gitgide daha fazla mı kendisine
döndü? Burada öncelikle sağlıklı bir cinsel istek
nedir onu bilmek fayda sağlayacaktır. Evliliklerin
hemen hemen beşte birinin cinsellik olmadan
yaşandığına dair araştırmalar bulunmakta.
Cinsellik yok demek hiç yok demek değil burada
da; yılda 10 kereden az olursa diye tanımlanıyor.
Bir diğer sorun yaratan konu da uyumsuz cinsel
istek. Yani evliliklerin üçte birinde de, çiftlerin
cinsel isteği olsa da, bu sefer birbirleriyle aynı
zamana ve şekle denk düşmeyebiliyor. Bu da bir
problem, diğeri kadar olmasa da… Sağlıklı bir
cinsel istek ise eşlerin birbirlerini, her ikisinin de
beklentisini ve ihtiyaçlarını karşılayacak oranda
arzulamaları, bu arzularını ifade edebilmeleri
ve sonucunda her iki tarafın da tatmin olacağı
şekilde cinselliği yaşayabilmeleridir. Sayılara
ve istatistiklere vurmak çok anlamlı değildir.
Bizce mühim olan, çiftler arasındaki uyum ve
paralelliktir. Bize gelen soruların başında evlilikte
cinselliğin ne sıklıkta yaşanması gerektiği gelir.
Her iki tarafın da memnun olduğu bir sıklık
burada önemlidir. Çiftler birbirlerine çekinmeden
yaklaşabiliyor, fantezilerini paylaşabiliyor, sadece
bedensel olarak değil ruhsal ve zihinsel olarak
da birbirlerini doyurabiliyorlar ise; aşk, sevgi,
bağlılık ve özlem duygularının kendisini en
coşkulu gösterebileceği yer cinselliktir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
99
Cinsiyet
doğuştan bellidir
Cinsiyet doğuştan bellidir ancak kadınlık ve erkeklik
sosyo-kültürel açıdan edinilir. Cinsel kimlikleri
belirleyen sadece biyolojik yapı değil, bu rollerin
kişilere getirdiği, toplumca dayatılan, yükümlülükler,
tanımlamalar ve beklentilerdir. Cinsiyetler arası
hukuki eşitlik arayışı, zaman içersinde amacını
aşmış; her alanda eşitlenme gayreti gitgide unisex
hatta aseksüel bireylerin oluşumuna neden olmuştur.
Zihin, beden ve ruh karmaşasına neden olan bu
durum, rollerin değişimiyle, erkeksi kadınlar ve
kadınsı erkekler yaratmıştır. Birbirini düşman ve
rakip gibi görme, farklılıklarını zıtlık gibi algılama,
birbirlerini bütünlemeye, tamamlamaya yönelik
özelliklerini büsbütün birbirlerinden ayrıştırmak için
kullanma, kadını ve erkeği aynı yatağın farklı uçlarına
fırlatmıştır, hatta aynı evin farklı odalarına. Çiftler,
yaşadıkları beraberliklerde gitgide yalnızlaşmış ve
birbirlerinin dilinden anlayamayacaklarına neredeyse
ikna olmuşlardır. Daha da kötüsü birbirlerine olan
ihtiyaçlarını inkâr eder hale gelmişlerdir. Cinsellik,
kadın-erkek arasındaki tüm sorunların aynasıdır.
İlişkide yaşanan her duygu bazen dolaylı bazen de direkt
bir şekilde kendisini yatak odasında gösterir. Özellikle
cinsel isteksizlik, iletişimsel açıdan bakıldığında dışa
vurulmamış bir sürü olumsuz yaşantının varlığına
işaret edebilir. Bedensel sağlık ile ilgili herhangi bir
problem olmaksızın yaşanan isteksizlik problemi,
büyük oranda psikolojik, zihinsel ve sosyal süreçlerle
ilgilidir. Cinsel faklılıklarımızın keşfi, model alınan ve
özdeşim kurulan kadın ve erkek rolleri, zihnimizdeki
cinsel imajımızı oluşturmaya başlar. Kişinin kendi
bedeniyle uyum ve mutluluk içersinde olması,
duygularını tanıma ve anlamlandırabilme becerisi,
kendini korkmadan ortaya koyabilmesini sağlayacak
ego gücüne sahip olması, almaktan ve vermekten
çekinmemesi ve en önemlisi; kendini ve partnerini
keşfe her zaman açık ve istekli olması sorunların
çoğuna çözüm yollarını açar.
Halen tabu olan
cinsellik
Cinsellik halen tabudur. Çiftleşme hala türün devamı
içindir. Sevişme hala mekaniktir. İşin ruhani boyutu,
doğallığı, dürtüselliği, sınırsızlığı görmezden gelinmeye
hatta özenle üzeri örtülmeye devam edilmektedir.
Kadın hala toplumun ona yapıştırdığı etiketlerle
100 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
X
boğuşarak kendini açmaktan büyük bir gayretle
kaçınmakta; erkek ise toplumun beklentilerinin
ağırlığı altında ezilmekte ve hata korkusundan,
performans kaygısından kendini, cinselliğin doğal
ahengine ve ritmine bırakamamaktadır. Kadın ve
erkek yatak odalarında, en mahrem anlarında, en
özel birlikteliklerinde maalesef ki yalnız değildirler.
Zihinlerine kayıtlı birçok göz, yargılayan ve eleştiren
bakışlarla onları izlemektedir. Kendileri dahi,
kendilerini izlemekten, kontrol etmekten, süreci takip
etmekten, doğanın en ahenkli dansı olan sevişme anını
kaçırmaktadırlar. İşte bu sebepten sevişme, “çiftleşme”
den öteye geçmez. İşte bu yüzden kadın için “görev”
erkek için “skor” olarak kalmaya devam eder. İşte bu
yüzden, ruhu kaçırdığımız, duyguyu ıskaladığımız,
sonuca odaklandığımız fast-food türü cinsellik
yaşamaya başlarız. Tattan, zevkten, hazdan, özenden,
uyumdan uzak, alelacele, sadece yapmış olmak için,
bize söylenen sayıları, süreleri, şekilleri tutturmak
için ezbere birliktelikler bizi gitgide doyumdan
uzaklaştırır. Aşırı cinsel istek de, cinsel isteksizlik de
aynı sebepten ortaya çıkmış, artı-eksi sonuçlardır.
Her ikisi de aşırı ve doğallıktan uzak tepkilerdir. Aynı
kaynaktan beslenirler: Sevişirken doyuma ulaşıp
bütünlenememiş, ruh, beden ve zihinlerden. Ya oldukça
fazla cinsel ilişkiye girerek umutsuz bir arayış devam
eder ya da umutsuzluk cinsellikten tümden soğutur
ve karşılanmayan ihtiyaç zihin tarafından söndürülür.
Bugün dile getirilen cinsel problemlerin büyük bir
çoğunluğunu isteksizlik oluşturmaktadır. Eskiden
yalnızca kadınlara özgü olduğu düşünülen bu sorun,
günümüzde erkeklerin de şikayetleri arasına girmiştir.
Birbirlerini tanıyarak, severek, isteyerek evlendiklerini
ifade eden çiftler aynı evde kendi yalnızlıklarına gitgide
daha çok gömülüyorlar. Hayat şartlarından, ağır
çalışma koşullarından, beklentilerin yükselmesinden,
yoğunlaşan iletişim ağından ve televizyonun ile
bilgisayarın kol kola yatak odalarımıza girmesinden
en çok etkilenen, kadını kadın, erkeği erkek hissettiren
cinsel hayatımız olmuştur. Konuşmayan, dinlemeyen,
anlamayan, merak etmeyen, ilgilenmeyen, kendine
odaklı, elindekilere değil, elde edemediklerine değer
veren, aynı kaleyi korumak yerine karşılıklı birbirlerine
gol atan çiftler türedi. Yine araştırmalara baktığımızda
evli çiftlerin anca yüzde 35-40 kadarının cinsel
hayatlarından memnun olduğunu görüyoruz. Cinsel
isteğin olduğu ama birbiriyle uyumlanamadığı ilişkiler
de gittikçe artıyor. Burada başrolü iletişimsizlik alıyor.
Çiftlerin karşılıklı dile getirmedikleri beklentileri ve
karşı tarafın akıllarından geçeni kendiliklerinden
anlamaları gerektiğini zannetmeleri. “Ne istediğinizi
söylemezseniz bunu kimse bilemez.” bu tür
problemlerin baş sloganı.
Cinsellik
ne zaman öğrenilir?
Cinsellik, küçükken öğrenilir. Çocuk öncelikle
kendisiyle aynı cinse sahip ebeveyniyle özdeşim
kurmaya başlayarak cinsel kimliğini oluşturmaya
başlar. İnsan yavrusu modelleyerek öğrenir. Gözünün
önünde birbirini seven, birbirine dokunan, öpen,
sarılan, şakalaşan ve şefkat gösteren bir kadın ve erkek
göremezse, kafasındaki kadınlık ve erkeklik imajı,
annelik ve babalıktan öteye geçmez. Anne ve baba,
çocuk için daha kutsal, cinsiyetsiz bir bölgededir.
Onlar çocuk için vardır, birbirleri için değil. Aralarında
dokunsal ve duygusal bir yakınlaşma yaşamayan, bunu
çocuğun zihnine doğal ve olması gereken bir süreç
olarak projekte edemeyen anne - baba, çocuğun cinsel
kimlik ve ifade algısında büyük bir eksikliğe sebep
olacaktır. Zamanında sağlıklı tohumlar atılmadığında,
sonradan edinilen cinsel bilgi ve beklentiler her zaman
eğreti dururlar. Kişi üzerine birkaç beden küçük
veya büyük bir kıyafeti, birkaç rötuşla taşır gibi taşır
cinselliğini. Çoğu zaman istek ve ihtiyaçlarını kendine
bile itiraf etmez, hatta fark dahi etmez. Toplumumuzda,
ne ailede, ne okullarda öğretilmeyen hatta yok sayılan
bir konudur. İnanması zor olsa da, bilgi ve iletişim
çağında cinsellik halen, yalan yanlış bilgiler, ayıplama,
yargılama, bastırma, yasaklama mekanizmalarının
eşliğinde el yordamıyla yaşanmaya çalışılmaktadır.
Aile bütünlüğünün bu kadar tehdit altında kalması,
boşanma oranlarının büyük şehirlerde yüzde 6070’lere dayanması, kişilerin başta kendileri olmak üzere
eşlerini ve çevrelerini aldatmaya daha çok meyletmesi,
bastırılan cinsel dürtüler sebebiyle eşlerin gitgide
birbirlerine daha isteksiz olmalarındandır.
Zor günler geçiren
evlilik kurumu
Evlilik kurumu zor günler geçirmektedir. Aileler
ve çocuklar zarar görmekteler. İhmal edilen cinsel
eğitim, karşılanmayan ruhsal ve bedensel ihtiyaçlar,
kişilerin cinsel enerjilerini öfke enerjisine çevirmiş;
tahammülsüzlük,
hoşgörüsüzlük,
iletişimsizlik,
sevgisizlik ön plana çıkmıştır. Toplumun temeli
ailedir. Toplumun devamını sağlayacak bireyler
sağlıklı ailelerde, sevgi alışverişi deneyimleyerek
yetişmelidir. Cinsellik olanca açıklığı ve ihtişamıyla
tüm kamuflajlarından arındırılmalı, sağlıklı ve
belirgin bir şekilde ortaya çıkarılıp ele alınmalı, kendi
beden ve zihinlerine hapis kuşaklar yetiştirmekten
artık vazgeçilmelidir. Cinselliğinden utanmayan,
bedenini tanıyan, ihtiyaçlarını fark eden, çeşitli
yollarla ifade etme cesaretine sahip, bağlanmaktan ve
terk edilmekten korkmayan bireyler yetiştiğinde, her
gün düzinelercesine tanık olduğumuz şiddet olayları
da bıçak gibi kesilecektir. Birbirlerini seven, isteyen,
sevişen, bütünlenen genç erkek ve kadınlar öfkenin
tuzağına düşmeyeceklerdir. Evliliklerinde, ilişkilerinde
sorun yaşayan çiftler, çıkmaz sokaklara kolaylıkla
sapabiliyorlar. Günümüz insanı daha sabırsız, kolayca
yürütemeyeceklerine kanaat getirip bitirme yolunu
seçebiliyorlar. Ancak bir ilişki, aynı bir evin bahçesi
gibi, özen gösterilir, düzenli aralıklarla bakım yapılır,
emek harcanır ve sevgi aktarılırsa güzel, renkli, sağlıklı
ve keyifli kalabilir. Evlilikteki her farklılık renktir.
Bunları zıtlık zannedip korkmak yerine, zenginlik
olarak adlandırıp anlayış ve hoşgörüyle kucaklamak
tüm ailenin maneviyatını zenginleştirecektir. Evlilikcinsellik danışmanlarına başvuran kişilerin; önce
bireysel olarak kendilerini tanımaları, fark etmeleri,
anlamlandırmaları
yönünde
çalışılır.
Kendisi,
ihtiyaçları, zayıf ve güçlü tarafları ile ilgili farkındalık
geliştiren kişiler; oldukları gibi olmaktan, hatalarından,
başarısızlıktan, reddedilmekten ve terk edilmekten
korkmamaya başlarlar. Duygusal ve zihinsel bir
özgürlük, kişinin tüm varlığıyla kendisini, ilişkisinde
ve cinselliğinde ortaya koyabilmesine yarar. İşte bu
noktada evlilik, aynı evi paylaşan iki yalnız insan yerine,
birbirini bütünleyen ama birbiri olmadan da eksik
kalmayacak bireylerden oluşur. Cinsellik de gelmiş
geçmiş en doğal, en eski, en temel sevgi be beraberlik
ifadesidir. Sloganın ideali, sözün özü, az kelimeyle çok
şey anlatmakla sağlanır. Dünyanın ve insanın sağlığı,
mutluluğu, huzuru ve devamlılığı için gelmiş geçmiş en
etkili, en net ve önemli slogan da, hiç hafife alınmaması
ve hatta üzerinde derin derin düşünülüp ciltlerce kitap
yazılması gereken:
SAVAŞMA
SEVİŞ
’tir…
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 101
D
aha önce cinsel sapkınlık olarak adlandırılan ”Parafili” (teşhircilik,
fetişizm, sürtünmecilik, pedofili, cinsel mazoşizm, cinsel sadizm,
transvestik fetişizm) olgularında cinsel uyarılma, sıra dışı hatta bazen
tuhaf fantezileri hayal etmek ya da yaşamak ile sağlanmaktadır. Tersine
herhangi bir nedenle parafilik fantezi baskılandığında cinsel uyarılma olmamaktadır.
Bu “Mazoşizm” gibi parafililerin tedavisinde veya kontrol altına alınmasında esas
zorluğu oluşturmaktadır. Kişiler cinsel doyumun kesin olacağı diğer yöntemlere
ilişkin güvence verilmediğinde, yaşanan cinsel hazdan vazgeçememektedir.
Mazoşizm; hem normal hem de patolojik olarak, güdülenmiş kendini tahrip edicilik
ve acı çekmekten bilinçli ya da bilinçdışı haz alma ekseninde geniş bir olgular
alanı olarak tanımlanabilir (O.F. Kernberg). Bu alanın sınırları belli değildir. Bir
uçta belirgin biçimde şiddetli kendini tahrip edicilik, kendini yok etme veya kendi
bilincini yok etmeye dair güdülenme vardır. Öteki uçta ise, aile, ötekiler ya da bir
ideal için sağlıklı bir kendini feda kapasitesi, acı çekmeye gönüllülük, bir yer de
yüceltici işlevsellik vardır. Bu iki uç arasında, ortak unsurları cinsellik ve süperego
ile ilgili bilinçdışı çatışmalar olan geniş bir mazoşistik psikopatoloji yelpazesi uzanır.
Ahlaki mazoşizm dünyasında haz için ağır bir bedel ödenmelidir; acının erotik hazza
dönüştürülmesi, saldırganlığın aşkla bütünleştirilmesi, benlikle süperego arasındaki
çatışmalara dikkat çeker. Cinsel mazoşizmde de cinsel doyuma ulaşmak için acı,
boyun eğme ve aşağılanma durumlarını yaşama zorunluluğu genital cinselliğin yasak
ödipal içerimleri için çekilen bilinçdışı bir cezadır. Temel bilinçdışı fantezi şöyle dile
getirilebilir: “Arzuma verdiğin karşılığın bir parçası olarak canımı yakıyorsun. Bu
acıyı aşkının bir parçası sayıyorum, bu yakınlığımızı artırıyor”. Bu ifadeler bilinçdışı
bir ahlak kuralına göre şöyle tercüme edilebilir: ”Verdiğin cezaya razıyım, çünkü
senden geliyorsa doğru olmalıdır. Seni sevmekle bunu hak ettim ve acı çekerek seni
ve aşkını koruyorum”.
CİNSELLİK UZM. DR. AYHAN ERAKAY
Psikiyatrist,
Cinsel Terapist
Ankara Ün. Tıp Fak.
mezunu. Uzmanlığını
İzmir Atatürk EAH’de
tamamladı.
Cinsel Terapi, Bilişsel
Davranışçı Terapi,
Rasyonel Emotif Terapi
eğitimleri aldı.
Muayenehane hekimliği
yaptı. İzmir Özel Nöron
Psikiyatri Dal Merkezi
kurucularından. Halen
İzmir Tepecik EAH’de
psikiyatri uzmanı olarak
görev yapıyor.
102 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Mazoşizm’in
sınırları
çizilebilir
mi?
///
Mazoşizm; hem normal hem de patolojik olarak, güdülenmiş
kendini tahrip edicilik ve acı çekmekten bilinçli ya da bilinçdışı haz
alma ekseninde geniş bir olgular alanı olarak tanımlanabilir
///
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 103
Erkeklerde daha sık görülür
M
azoşizm erkeklerde kadınlardan
daha sık görülür. Bazı çalışmalar
A.B.D
nüfusunun
yüzde
beşinin bir tür mazoşistik cinsel
etkinlikte bulunduğunu bildirmiştir. Kadınlarda;
kendilerini başkalarına sergileyerek aşağılanmak
ve güçlü, tehlikeli, bilinmeyen bir erkek tarafından
tecavüze uğramak fantezileri tanımlanmıştır.
Erkekler de ise; orgazmın gereği olarak güçlü ve
hain bir kadın tarafından zorlanmak, yönetilme,
oynatılma ve boyun eğmeye zorlanma fantezileri,
olgular tarafından dile getirilmiştir. Cinsel
yaşantımızda değişik fantezi, düş ve eylemlerin
var olabileceği hatta var olmasının cinselliğimizi
zenginleştirebileceği gerçeğini unutmamalıyız.
Cinsel mazoşizm tanısı; en az altı aylık bir süre
boyunca, kişinin hakaret edilme ya da başka
bir biçimde ıstırap çekme eylemi ile ilgili cinsel
yönden uyarıcı fantezilerin, dürtülerin ya da
davranışların yineleyici bir biçimde ortaya
çıkması ile konulmaktadır. Yine tanı koymak için
bu fantezi, dürtü ya da eylemlerin klinik açıdan
belirgin bir sıkıntıya yol açması ya da sosyal,
ailesel veya mesleki işlevselliği bozması şartı
aranmaktadır (DSM.IV TR).
Acı ve aşağılanmaya vurgu
B
aumeister’e göre erkek mazoşizmi
genellikle
acı
ve
aşağılanmaya
vurgu yapmaktadır, cinsel partnere
sadakatsizlik, izleyici katılımı ve
transvestizm içerir. Kadın mazoşizminde ise daha
az şiddette acı, mahrem bir ilişki bağlamında ceza,
aşağılanma olarak cinsel sergileme ve izleyici
katılımına izin vermeme biçiminde görülür.
Erkek mazoşizmi genellikle genital çiftleşmeyi
dışlayarak orgazmda tepe noktasına ulaşırken,
kadın mazoşizmi genital çiftleşme esnasında
zirveye çıkar. Kernberg bir yazısında; kadınlarda
mazoşistik aşk ilişkilerinin erkeklere göre daha
sık görüldüğünü, ama işyerindeki mazoşistik
itaatın ise erkeklerde kadınlara göre daha sık
olduğunu tanımlamıştır. Mazoşistik aşk ilişkileri
yaşayan erkek ve kadınların uzun süreli gözlem ve
değerlendirilmelerinde; imkansız insanlara aşık
olma, idealleştirilmiş bir partnere aşırı bağlanma
ve daha doyurucu olabilecek ilişki seçeneklerini
gözardı ederek böyle bir bağlanma olasılığını
B
bilinçdışı zayıflatma yönünde bir eğilim göze
çarpmaktadır. Cinsel sadizm bir bakıma cinsel
mazoşizmin ayna görüntüsüdür. Partnerine
psikolojik ve/veya bedensel acı çektirmeye
yönelik fantezi ve dürtülerle karakterizedir.
Partnerin katılımı tamamen onay verme yönünde
(süregiden sadomazoşistik bir ilişkide olduğu
gibi) olabilir. Bazen partner hiçbir şekilde onay
vermeyebilir. Şiddet içeren ilk cinsel ilişki buna
bir örnektir. Sadizm ve mazoşizm normal cinsellik
yaşantısına bolca sızmış durumdadır. Freud’tan bu
yana mazoşizm ve sadizmin sıklıkla ilişkili olduğu
anlaşılmıştır. Bir birey tercihen cinsel sadist veya
cinsel mazoşist olsa bile, zaman zaman diğer rolü
de üstlenebilmektedir. Bugün birçok psikiyatrist
sadomazoşizm terimini kullanmaktadır. Aykırı
fantezilerin baskılanması imkansız değilse
bile güçtür. Fanteziler kaygı ve diğer olumsuz
duygularla tetiklenir, yaşama geçirilmesi ile
depresyon, derin bir boşluk hissi ya da kaygının
tekrar ortaya çıkması gözlenebilir.
Sapkın fanteziler
azı durumlarda zamanla fantezi,
dürtü ve eylemlerin şiddetinde artış
olur. Parafililer değişmez bir biçimde
tek alanla sınırlı olmaz. Örneğin
transvestizm ve cinsel mazoşizm bir arada
görülebilir. Sapkın fanteziler evlilikteki cinselliği
hararetlendirse bile bazı evli bireyler eylemi
evlilik dışındaki cinsel ortamlarda gerçekleştirir.
Bu durumda yaşanan uyarılma kaçınılmaz olarak
daha fazladır. Tedavi, belirtiler haz verdiği için son
derece zordur. Sadomazoşizm diğer parafililer gibi
104 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
tamamen ortadan kaldırılabilecek değil, kontrol
edilebilecek kronik bir durum gibi ele alınmalıdır.
Stres yönetimi tedavide önem kazanmaktadır.
Cinsel bir suç işlenmediyse, tek bir parafili varsa,
destekleyici bir ev ve sosyal ortam varsa sonuçlar
daha iyi olmaktadır. Tedavide nüksü ve cinsel
dürtüyü azaltan ilaçlar ile birlikte yapılan bilişsel
davranışçı psikoterapi önem kazanmaktadır.
Grup terapisi ve psikoanalitik psikoterapi de
uygulanmaktadır.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 105
Heves ve uyum
Üflüyor, püflüyor ama yapamıyor :
VAJİNİSMUS
B
ırakın artık ayıbı yasağı. Çiftler aile olamıyor yetmez mi konuşmak için. Birbirine dokunamıyor,
dokunabiliyor ama ilişki yaşanamıyor ve sonuç çocukları olmuyor. Onların yaşadığı azabı düşünün
bir bakalım. Yok ayıpmış konuşulamazmış, aşalım bunları, sorun bariz ortada. Eğer bu ülkemizde
yadsınmayacak kadar çok görülüyorsa bu sosyal bir sorundur artık konuşulmalı, yazılmalı , tartışılmalı.
Türkiye’de elimi hangi çifte atsam geçmişinde ya da şimdi ilişki esnasında sorun var. Seneler geçmiş birliktelik
yaşayamamış, bunu herkesten anneden, kardeşten dahi saklamış o kadar ev var ki inanamazsınız.
Evlilikten beklenti neydi? Eskiden başta kanlı çarşaf, ilerleyen dönemlerde ise çocuk hatta çocuklar değil miydi?
Kapıda damadın sırtına vurulup hadi koçum denmez miydi? Dışarıda çarşafı bekleyen bir büyük olmaz mıydı?
Olmuyor işte bazen olamıyor...
Ne kadar istenirse istensin, ne kadar birbirini severse sevsin ‘’O’’ zaman gelince bacaklara söz geçirilemiyor.
Kasılıyor, dokundurtmuyor, sanki dünya duruyor, karşısındaki kocası değil canını almak isteyen biriymiş gibi
geliyor. Üflüyor, püflüyor ama yapamıyor, sonuç yine hüsran. Çatılmış kaşlar, gerilmiş sinirler, ağlamaklı gözler
ve burkulmuş yürekler.VAJİNİSMUS...
V
ajinismusun sebebini 2 ye ayırabiliriz. Duygusal nedenler ve fiziksel
nedenler.
En basiti vajinal kuruluk veya yetersiz ön sevişme gibi bazı fiziksel olayların
ya da endişe ve stres gibi bazı duygusal olayların bile vajinismusu tetiklediği
bilindiğine göre aslında esas bilinmesi gereken şudur ki vajinismus kadınların
yanlışı ve kusuru değildir. Bir kez tetiklendiğinde kaslar istem dışı olarak
kasılırlar; Aslında kadınlar bilerek bu durumun oluşmasına neden olmamış
ya da bedenine bu kasları kas ya da kasma dememiştir. Vajinismus problemi
olan kadın başta seksüel olarak uyumlu ve hevesli iken ağrılar, başarısızlık ve
cesaretsizlik duyguları nedeniyle bu heves ve uyum zamanla azalabilmektedir.
Aslında seksüel ilişkiden zevk alamama ya da başarısızlık can sıkıcı ve sinir
bozucu bir durumdur.
Ağrı, endişe ve korku, sağlıksız seksüel iletişim beklentileri vajinismus
belirtilerinin görülmesine veya kuvvetlenmesine neden olabilir. Genellikle
vajinal penetrasyon ile bağlantılı endişe ve korkular bu durumun oluşmasında
etkili olmaktadır. Vajinismus belirtileri ile sonuçlanan duygusal nedenler her
zaman belirgin ve görünür olmadıklarından bu nedenleri açığa çıkartmak
için durumun incelenmesi gerekmektedir. Tedavinin gerçekten etkili
olabilmesi için bu duygusal nedenlerin tamamının belirlenmesi gerçekten
önemlidir, böylece ağrının olmadığı ve haz alınan bir cinsel ilişki yaşanması
sağlanabilir.
Siz vajinismus olduğunuzu anlayabilir misiniz?
CİNSELLİK OP. DR. GÖKÇEN ERDOĞAN
Vajinismus fiziksel ya da duygusal nedenlerin bir sonucu olarak ya da herhangi bir nedeni olmaksızın oluşan
kendine özgü bir durumdur.
Ağrı döngüsü
Pratik teşhis tablosu
Vajinismus birçok kadının karşısına beklenmedik bir şekilde çıkar; Cinsel ilişki sırasında
açıklanamayan kasılmalar, rahatsızlık, ağrı ve girme problemleri. Ağrı, vajina çevresindeki
kasların kasılması nedeniyle oluşur. Bu kasılmalar kadının kontrolü dahilinde ve istemli şekilde
olmadığından, bu durum kafada sorular oluşmasına neden olur. Vajinismusun kaynağı genellikle
vücutta ağrı ve sancı beklentisi doğuran fiziksel ve duygusal nedenler olarak görülmektedir.
Vücut, ağrı beklentisine karşı reaksiyon olarak kendisini bu “kötülük” karşısında korumak
amacıyla vajinal kasların kasılmasını sağlar. Kasılmanın durumuna ve ciddiyetine göre cinsel ilişki
rahatsızlık verici ve sancılı bir hal alır ve giriş eylemi çok zor ya da imkansız hale gelebilir. Cinsel
ilişki sırasındaki rahatsızlık veren her giriş eylemi, vücudun buna karşı refleksini şiddetlendirir ve
gittikçe şiddetini arttırır. Vücut, şiddetlenen bu refleks giriş eylemi daha da zorlaşacak ve ağrının
şiddeti de artacaktır. Bu kısır döngü vajinusmus ağrı döngüsü olarak adlandırılabilir.
Vajinismus probleminin varlığını gösteren belirgin işaretlerden
bazıları aşağıda belirtilmiştir.
• Penetrasyon güçlüğü ya da tamamlanamayan veya
gerçekleşmeyen cinsel birliktelik
Kadınlarda penetrasyon problemleri ve uyumsuz birliktelik
vajinismusun tipik göstergesidir. Kasılma ve ağrı vajinismusun
en sık görülen belirtileridir.
• Pelvik problem, tıbbi durum ve ameliyat sonrası
oluşan cinsel ağrılar
Pelvik problemler, tıbbi sorunlar ve ameliyat gibi müdahaleler
sonrası oluşan cinsel ağrı ve kasılma tipik vajinismus
belirtileridir.
• Çocuk doğurma sonrası cinsel ağrılar
Doğum sonrası cinsel ağrılar ve kasılma sorunu sekonder
vajinismus belirtisidir.
• Belirgin fiziksel nedeni olmaksızın oluşan seksüel
ağrı ve kasılma
Vajinismus genellikle sadece cinsel ilişki sırasında görülür.
Hekimler ilk başta bu cinsel sorunla ilgili herhangi bir neden
tespit edemeyebilirler.
• Ağrı veya başarısızlık nedeniyle cinsellikten soğuma
Eğer bir kadın seksten zevk almadığı veya ağrılı bir hale geldiği
için eşi ile birlikte olmaktan kaçındığını belirtiyorsa, kesinlikle
vajinismus olarak değerlendirilmelidir.
Vajinusmus’un Evreleri:
Kadın Hastalıkları ve
Doğum Uzmanı
Cinsel terapist
Hipnoterapist
• Vajinal girişte hafif huzursuzluk ve yanma görülür ancak bu durum azalabilir.
• Vajinal girişte daha belirgin bir yanma ve kasılma görülür ve kararlı olarak görülme eğilimindedir.
• Vajinal kaslardaki istem dışı kasılma giriş eyleminin güç ve ağrılı olmasına neden olur.
• Vajinal açıklığın sıkı bir şekilde kapalı olması sebebiyle giriş eylemi gerçekleşemez.
Zorlandığı takdirde şiddetli bir ağrı söz konusudur.
Yukarıda da belirtildiği üzere vajinismus belirtileri hafif huzursuzluktan vajinal açıklığın tamamen
kapanmasına kadar geniş bir aralıkta görülebilir. Eğer bir kadın en başından itibaren hiçbir zaman
ağrısız bir cinsel birleşme yaşayamamışsa, bu durum primer vajinismus olarak sınıflandırılır.
Ağrısız ve problemsiz bir cinsel ilişkisi olan kadınların, sonrasında hayatlarının herhangi bir
döneminde kasılma, ağrı ve giriş güçlüğü görülmekte ise bu durum sekonder vajinismus olarak
adlandırılır.
106 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 107
Vajinismus
Tedavisinde
Başarı Reçetesi
nedir?
Başarı Yolundaki 10 Adım
Uygun bir tedavi konusunda yardımcı
olabilmek için, sizler için anlaşılır bir tedavi
süreci aşağıda anlatılmıştır. Sade, anlaşılır ve
bir çok uzman tarafından uygulanan bu adım
adım tedavi yaklaşımı vajinusmus’un başarılı
şekilde tedavisinde kullanılan bir programdır.
Sorunu olan kadınlar tedavi sürecini genellikle
kendi başlarına evde veya uzman terapistler
eşliğinde tamamlayabilirler. Aşağıda belirtilen
betimsel açıklamalar ve direktifler bu süreci
olumlu yönde etkileyecek ve başarıya
götürecektir. Bu aşamaların tamamlanması
halinde, vajinusmus nedeniyle oluşan ağrı
ve penetrasyon problemleri tamamıyla
çözülmektedir.
1.Adım - Vajinismus’u Anlama
İlk adım vajinismus ile vajinismusun neden
olduğu cinsel ağrı, daralma, yanma hassasiyeti
veya penetrasyon sorunları anlamakla başlar.
Vajinusmus’u anlamak onu yenme sürecinde
en temel unsur olduğundan, bu yaklaşım
kadınların kendi cinsel sağlıkları ile ilgili
etkin bir rol almalarına yardımcı olur. Tedavi
metodları, ilişki konuları, pelvik rahatlama
teknikleri, şartlandırma teknikleri ve adale
hafızası konular içinde bulunmaktadır.
2.Adım - Cinsel Geçmişinin
Gözden Geçirilmesi ve Tedavi
Stratejileri
Kadınların kendi geçmişlerini gözden
geçirmeleri ve analiz etmelerini sağlamak
için dengeli bir yaklaşım izlenir. Egzersizler
ve aşk oyunları vajinusmustan kaynaklanan
penetrasyon sorunları ve cinsel ağrıyı arttıran
her olayı, duyguyu veya tetikleyen unsuru
belirleme ve değerlendirmeye yardımcı
olur. Detaylı egzersizler ve yapılacaklar
listesi bir kadının cinsel geçmişini ve pelvik
ağrı olaylarını belirleyerek uygun tedavi
stratejilerine doğru yönlendirirler. Duygusal
incelemeler istemsiz pelvik tepkilere neden
olan olumsuz olayları, duyguları ve hatıraların
detaylarına girilmesini sağlar.
108 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
3.Adım - Cinsel Ağrı Anatomisi
Kadınlar sıklıkla kendi cinsel anatomileri,
vücutları ve fonksiyonları ile pelvik ağrı ve
penetrasyon sorunlarının nedenleri ile ilgili
eksik bilgiye sahiptirler. Vajen iç kısımları ile
vajinal kaslardaki problemler ile ilgili kafa
karışıklığı sıklıkla yanlış teşhise ve hayal
kırıklığına neden olur. 3.Adımda cinsel
organlarla ilgili bilgiler ve bunların ağrı ve
penetrasyon konularındaki etkileri anlatılır.
Cinsel ağrı ve penetrasyon sorunlarında ne tip
ağrının ve rahatsızlığın normal olduğu veya
heyecanlanmadan orgazma giden yolda hangi
fiziksel değişikliklerin olduğu bu adımda
anlatılır. Kızlık zarı ve iç vulva gibi anatomik
bölgeler bu adımda tanıtılır.
4.Adım - Vajinal Darlık ve Pelvik
Taban Kaslarının Rolü
Kadınlarda cinsel ağrı ve penetrasyon güçlüğü
aslında bir derecede pelvik tabanın istemsiz
olarak kasılmasından kaynaklanır. Bu adımda
pelvik taban kaslarından özellikle pubokoksigoz
(PC) kas grubunun etkisi ve tetiklendiğinde
nasıl ilişki sırasında istemsiz olarak
kasılmasına neden olduğu anlatılmaktadır.
Etkili bir tedavi, istemsiz kasılma sonucunda
ağrı ve daralmaya neden olan pelvik tabanın
eğitilmesine odaklanmalıdır. Ağrıyı azaltmak
ve penetrasyon güçlüğünü gidermek için pelvik
kasların nasıl belirleneceği, kontrol edileceği
ve eğitileceğinin öğrenilmesi vajinusmus
tedavisinde çok önemli bir adımdır.
5.Adım - Giriş Teknikleri
Penetrasyon zorluğu veya ağrısı olan kadınlar
için ağrısız bir ilk giriş içim tekniklerin
öğrenilmesi gerekmektedir. Bu aşamada
kadınlar ufak objeleri kullanarak tamamen
kendi kontrolleri altında PC kaslarını
kontrol tekniklerini öğrenecekler. Daha
önce vajen girişini kapatan ve penetrasyonu
önleyen her türlü istemsiz kasılmalar yok
edilir. Kadınlar pelvik kaslarını tamamıyla
kontrol altına almaya başlarlar ve istemleri
doğrultusunda pelvik tabanı nasıl rahatlayıp
esnetebileceklerini öğrenirler.
6.Adım - Vajinal Girişi Geliştirme
Doğru kullanıldığı takdirde, vajinal dilatörler
vajinusmus nedeniyle oluşan pelvik darlığı
eleme konusunda yardımcı olan etkili
araçlardır. Dilatörler pelvik kas tepkilerini
tetikleyici birer araçtırlar. Dilatör egzersizleri
kadınların pelvik tabanı rahatlatarak istemsiz
kasılmaları nasıl önleyeceklerini öğretirler
böylece cinsel penetrasyon karşısında doğru
tepkiler verilir. Vajinal girişi geliştirme
egzersizleri kadınların ağrısız veya rahatsızlık
vermeyen bir ilişkiye hazır olacakları bir
aşamaya rahat bir şekilde ulaşmalarını sağlar.
7.Adım - Çiftler için Pelvik
Tabanı Rahatlatıcı
Duyu Odaklama Teknikleri
Ağrısız bir ilişkiye geçiş sürecinde, bu
adımda pelvik taban gerginliğini azaltmak ve
çiftler arasındaki samimiyeti arttırmak için
duyu odaklama teknikleri anlatılmaktadır.
Egzersizler duyu odaklamayı (duyarlı
dokunuşlar, aşk oyunları) nasıl başarıyla
uygulayabileceklerini ve daha önceki
adımlarda öğrenilen teknikleri kullanarak
nasıl ağrısız birliktelik yaşayacaklarını
öğrendikleri için çiftler bu süreç içinde
birlikte çalışmaya başlarlar. Egzersizler ağrısız
bir cinsel birliktelik için tamamıyla anlayış,
güven kurma ve yardımcı olma üzerine
odaklanmaktadır.
8.Adım - Birliktelik İçin Hazır
Olma Egzersizleri
Tamamen ağrısız bir birlikteliğe geçiş için
çiftlerin hazırlanması ile birliktelik için hazır
olma aşamasına gelinir. Çiftler ağrısız bir
birlikteliğe hazırlanmak ve pelvik gerginlikten
kurtulmak için öğrenmiş oldukları teknikleri
gözden geçirir ve tatbik ederler.
9.Adım - İlişkiye Geçiş
Bu adımda normal bir birliktelikte ağrı ve
penetrasyon sorunlarını yok etme teknikleri
anlatılmaktadır. Bu adıma kadar kontrol
sağlayıcı ve ağrıyı azaltıcı pozisyonlar ile daha
konforlu bir ilişki elde edebilmek için öneriler
gibi birçok sorunlar tartışılmıştır.
10.Adım - Tamamen Ağrısız bir
İlişki
Vajinismusu yenme sürecindeki son aşama
gerçek bir ilişki süresince ağrıdan ve
gerginlikten kurtulma sürecidir. Bu adım
cinsel güven ve samimiyet kurmak ve ağrısız
bir cinsel birlikteliğe geçişin tamamlanması
üzerine tasarlanmıştır. Çiftler artık ilişkiden
zevk almaya, aile kurma üzerine planlama
yapmaya ve vajinismusun olmadığı bir hayat
yaşamaya başlarlar.
Vajinismus Tedavi Edilebilir
Vajinismus nedeniyle oluşan cinsel ağrı,
daralma, yanma veya penetrasyon problemleri
yüksek başarı yüzdesi ile tamamen tedavi
edilebilir. Genellikle çiftler tedavi sonunda
birdenbire hayatlarını değiştiren bu değişim
karşısında hayrete düşerler. Penetrasyon
problemleri veya ilişkisi sırasında ağrısı olan
kadınlar adım adım ilerleyen tedavi süreci ile
ağrısız ve zevkli bir cinsel ilişkiye başlarlar.
Tedavi Programı Çok Önemlidir!!!!!!
Vajinismus tedavisindeki aşamaların birçoğu
sezgisel değildir ve kazanımlar hemen
elde edilemez. Herhangi bir aşamadaki
başarısızlığın
iyileşmeyi
engelleyeceği
(rahatsızlık
hissetmek
vajinusmusun
artmasına neden olur ve ilerlemenin
durmasına neden olacağından, bu konuda
başarıya ulaşmak için sistematik bir anlayışı
takip etmek daha doğru olacaktır ve sonuç
olarak bu soruna kim yardımcı olursa olsun
cinsel işlev bozuklukları üzerine eğitimli ve
tecrübeli olmalıdır.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 109
Pedofili hastaları kadın ve
erkek olarak değişir mi?
Sıklıkla erkeklerde görülür. Olguların büyük
çoğunluğunu erkek olduğu saptanmıştır. Bu
olguların arasında kadınların oranı yüzde 1-6
arasında değişmektedir. Yurtdışında yapılan
bazı araştırmalarda bu oran yüzde 1’in altında
bulunmuştur. Genel olarak kadın olguların
oranının, bildirimi düşük olmakla birlikte erkeklere
göre daha düşük olduğu kabul edilmektedir.
İstismarcının kadın ya da erkek olması istismar
biçimini de değiştirmektedir. Erkeklerin daha
çok kız çocuğunu kadınların ise erkek çocuğunu
istismar ettiği gösterilmiştir. Erkek istismarcılar
çocuğa yönelik şiddet yanında çocuk pornografisine
yönelirken, kadın pedofili olgularının fark
edilmemesi ya da daha geç fark edilmesi bu istismar
sürecinin günlük bakım işlevlerinin yürütüldüğü
zamanlarda ve durumlarda olması ve yeterince
görünür olmaması ile ilişkilendirilmiştir.
Pedofili kriminal olgu olduğu gibi
tedavi gerektiren de bir hastalıktır
///
///
YÜZ YÜZE BURHANETTİN KAYA
Son yıllarda çocuğa yönelik şiddetin artışı, çocuk istismarı ile ilgili yürekleri sızlatan
örneklerin kamuoyunda yer bulması dikkatleri pedofili konusuna çekti.
1996 yılında Cumhuriyet
Üniversitesi Tıp
Fakültesinde psikiyatri
uzmanlık eğitimini
tamamladı. 2006 yılında
doçent oldu. 2007 yılından
bu yana Gazi Üniversitesi
Tıp Fakültesi Psikiyatri
Anabilim Dalı’nda öğretim
üyesi olarak çalışmaktadır.
Türkiye Psikiyatri Derneği
kurucu üyesidir.
2007-2011 tarihleri
arasında ise
Türkiye Psikiyatri Derneği
Merkez Yönetim Kurulu
Üyesi olarak görev
yapmıştır. Bilişsel
Davranışçı Psikoterapi ve
EMDR eğitimi
almıştır. Ruhsal travma,
anksiyete bozuklukları,
cinsel işlev bozuklukları,
psikiyatrik epidemiyoloji,
Koruyucu ruh sağlığı,
psikiyatri ve medya,
sosyal psikiyatri, bilişseldavranışçı psikoterapi
başlıca çalışma alanlarıdır.
Türk Psikiyatri Derneği Kurucu üyesi ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı
Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burhanettin Kaya ile pedofili ve çocuk istismarını konuştuk:
Pedofili nedir?
A
slında istismarın içinde daha küçük bir yer tutan, daha çok çocuk pornografisi ile ilgili
konularda öne çıkan bir kavram olmakla birlikte medyada istismarın tek ya da ana
nedeni gibi yer aldı. Şiddetin toplumsal, ekonomik ve kültürel nedenlerinden uzaklaşıp
doğrudan bireyin ruhsal yapısıyla ilişkili bir süreç gibi algılanmasına yol açtı bu
yaklaşım. Oysa şiddeti üretenler çoğunlukla herhangi ruhsal bozukluğu olan bireyler değil. Şiddeti
bir egemenli kurma aracı olarak üreten ve bunu başta çocuk ve kadınlar olmak üzere güçsüz
bedenler üzerinde uygulayan bir anlayışlın ürünü olduğunun akılda tutmak gerekir. Pedofili
sıklıkla kriminal ya da adli bir durum olarak görülmektedir. Oysa Pedofili öncelikli olarak klinik
bir durumu, bir hastalık tanısını anlatır. Amerikan Psikiyatri Birliği’nin tanısal sınıflandırması olan
DSM-IV TR ye göre en az 6 aylık süre boyunca kişinin ergenlik dönemine girmemiş bir çocukla
ya da çocuklarla (genellikle 13 yaşlarında ya da altında olanlarla) cinsel etkinlikte bulunma ile
ilgili yoğun, cinsel yönden uyarıcı fantezilerinin, cinsel dürtülerinin ya da davranışlarını yineleyici
biçimde ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır. Bu davranışlar bireyi çeşitli alanlarda sıkıntıya
sokacak kadar işlevsellikte bozulmaya neden olur. Bu sınıflama sistemine göre bu kişi en az 16
yaşında ve mağdurdan en az 5 yaş büyük olmalıdır. Her ikisi de çocuk yaşlarda ise istismardan söz
edebilmek için istismarcı ile mağdur arasında en az 4 yaş fark olması gereklidir.
110 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Bir uzmanlığı olmayan insanlar
bile pedofili eğilimi olan
insanları fark edebilir mi?
Nasıl?
Elbette fark edebilir. Şiddetin tanınması ve
önlenmesinde toplumdaki tüm bireylere büyük
sorumluluk düşüyor. Özellikle bireye yönelik
şiddetin, aile içinde yaşandığı durumlarda daha
belirgin olmak üzere, örtük ya da gizli kalabilmesi
var olan sınırlı ipuçlarından gerçek bilgiye ulaşmayı
önemli kılıyor. Şiddetin izlerine tanık olduğu halde
çeşitli bireysel gerekçeler ya da rasyonellerle bunu
bildirmeyen, bu konuda tutum sergilemeyen her
birey aslında bir biçimde bu sürecin sorumluluğunu
üstleniyorlar. Kapitalist toplumun bireyci,
benmerkezci ve rekabetçi bireyi şiddet karşısında
da daha duyarsız davranışlar sergileyebilmektedir
ne yazık ki. Bunun yanında bazen toplumsal linç
kavramının sınırlarında dolaşan aşırı tepkiler
verebilmektedir. Şiddeti üretenler bile bazen
kendilerini toplumsal ahlakın temsilcisi görüp b
tür davranışlar sergileyebiliyorlar. Çok ilginçtir ki
özellikle çocuk pornografisi konusunda ahlakçı
tutum sergileyen ve şiddet üreten bireyler medyada,
özellikle reklamlarda yer alan çocuğu cinsel bir
nesneye dönüştüren, pornografik bir nesne yapan
örneklere gülümseyerek bakabilmekte, herhangi
bir tepki vermemekte, hata olumlamaktadır. Bu
yabancılaşmışlık üzerine daha çok düşünmeyi
ve tartışmayı hak etmektedir. Cinsel şiddet ve
istismarın fark edilmesinde özellikle sağlık
çalışanına önemli sorumluluklar düşmektedir.
Öncelikle cinsel şiddete uğramış olan bireyden
ayrıntılı öykünü alınması, şiddet uygulayan kişi
hakkında bilgi toparlanması, cinsel şiddet ve
istismarın ayrıntılı biçimde sorgulanması, bunun
yanında ilişkili ruhsal tepkilerin fark edilmesi ve
saptanması, ruhsal sorunu olan bireylerin herhangi
bir şiddet ya da istismara uğrayıp uğramadıkları
öyküsünün sorgulanması son derece önemlidir.
Bunun için mahremiyetin korunduğu uygun bir
görüşme ortamı sağlanmalı, empatik bir davranış
sergilenmelidir. Pedofilik bireyin tanınmasının
ilk yolu mağdur olan kişinin bu travmasını içine
gizlemeksizin dışa vurmasını ve yardım aramasını
sağlamak, diğer bir deyişle gizli kalmasını
önlemektir. Bunu dışında kendisi ifade etmediği
sürece pedofilik bir bireyin bu sorunun anlamak
pek mümkün görünmüyor. Çok belirgin davranış
bozuklularının ortaya çıkması gerekir. Bazı
pedofilik bireyler bu dürtülerinin büyük rahatsızlık
duymakta ve yardım istemektedirler. Bu noktada
yardım eli uzatmak ve bireyin psikiyatrik yardım
aram çabasını desteklemek ve tedaviye ulaşması için
katkı sağlamak çok önemlidir.
Cinsel saldırıya maruz kalan
ve ailesine ya da çevresine
anlatamayan çok çocuk var
sanıyorum. Anlatamamalarının
sebepleri sizce nelerdir?
Bunun pek çok nedeni var. Bunun başında
çocukların iyi dokunma ve kötü dokunma
farkını yeterince bilememeleridir. Çocuklar,
içinde bulunduğu yaş dönemine göre bu ayrımı
yapmakta çeşitli düzeylerde güçlük yaşarlar. Bu
farkı kavrasa bile güvenli olduğu bir ortamda
yakınları tarafından istismara uğrayan bir çocuk
bunu anlamlandırmakta güçlük çekebilir. Dediğim
gibi başta maruz kaldıkları durumunu anlamını
kavrayamama olduğunu söyleyebiliriz. Bunun
dışında sık karşılaşılan durumlardan biri mağdurun
tehdit edilmesi, ailesine ya da başkasına söylediği
durumda kendisi ya da yakınlarına zarar verileceği
biçiminde tehditler önemli bir rol oynamaktadır.
Bir diğer nokta anlatılanlara ailelerinin inanmaması
riskidir. Dışarıdan bakıldığında son derece olumlu
ve uyumlu görünene bir kişiye atfedilen bu durum
aile bireylerine ya da çevredeki insanlara, hatta
hukuk sürecine yansıyan durumlarda bile çok
inandırıcı gelmeyebilir. Bu durumda çocuğun
fantezisi olarak görülen bu durum sonucu istismar
sıklıkla örtük kalmakta ve çocuk istismarcısı ile aynı
ortamda yaşamaya devam edebilmektedir. Ayrıca
uğradıkları bu şiddetten örselenen ve buna bağlı
yabancılaşma duyguları yaşayan çocuklarda bu
travmayı söze dökmek, ifade etmek ve bütünlüklü
bir öyküye dönüştürmek oldukça güçleşmekte ve
bu nedenle de çocuğun bir abartısı ya da fantezisi
olarak algılanabilmektedir. Travmaya uğramış
erişkin bireyler bile bu travmatik yaşantının ruhsal
etkiler nedeniyle yaşadıkları olayları bütünlüklü
ve kronolojik olarak anlatamazlar. Çocuklarda
bu durum daha belirgindir. İstismar öykülerini
dinlerken ve gerçek bilgiye ulaşırken bu ayrıntılara
dikkat etmek gerekir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 111
Aileler de bu konuda cahiller
sanıyorum, yorumunuz nedir?
Ailelerin bu konudaki tavrı nedir?
Doğru mudur? Nasıl olmalıdır?
Cinsellikle ilgili konuların tabu niteliği taşıması ve
aile içinde yeterince konuşulmaması önemli bir etken
kanımca. Aileler bu çekingen tutumlarından dolayı
çocuklarına iyi ve kötü dokunma kavramlarını yeterince
anlatmamakta, ardından en küçük temasta aşırı düzeyde
kaygı içeren, aşırı tepkiler verebilmektedirler. Doğru
olan cinsel konuları çocuklarla daha açık ve rahat
konuşabilmek, iyi ve kötü dokunmak kavramlarını
öğretmek, bu yönde deneyimler olursa nasıl üstesinden
gelebileceği konusunda yol göstermek olmalarıdır. Bu
konu ailelerin öncelikli gündemlerinden biri olmalıdır.
Bu durum eğitim ile doğru orantılı
azalabilen bir rahatsızlık mıdır?
Yoksa eğitimli insanlarda da
görülebilir mi?
Çok önemli bir konu. Bu konuda Cinsel istismarda
bulunan bireylerin genel olarak eğitim ve sosyoekonomik
düzeyleri düşük olmakla birlikte her eğitim düzeyinde
görülebilir. Pedofiliklerin okul öykülerine bakıldığında
sıklıkla sınıf tekrarı yaptıkları ya da özel alt sınıflarda
eğitim gördükleri aktarılmaktadır. Genel olarak daha
düşük eğitim düzeyine sahip bireyler olduğu gözlenmiştir.
Fakat bu bilgilerin daha çok adli işlem yapılmış ya
da tutuklu pedofili olgularından elde edildiği için
tüm pedofili olgularına genellemek olanaklı değil. Bu
konuda yaygınlık araştırmaları yapmak son derece zor.
O nedenle de hem pedofilinin gerçek yagınlığı, hem
de risk ve koruyucu etkenler ile ilgili sağlıklı verilere
uylaşmak pek olanaklı değil. Bu etkenler konusunda
yeterince veri olmadığını, bu bağlamda epidemiyolojik
verilerin yetersiz olduğunu, verilerin daha çok
hapishanelerde yatan olgulardan edinildiği, bu nedenle
genellenemeyeceğinin altını çizmek gerekir. Pedofilinin
nedeni sadece eğitim eksikliğine bağlamakta doğru değil.
Olgular daha derinlikli incelendiğinde onlarında erken
dönemlerde şiddet ve istismara uğradıkları, kendilerinin
şiddet ve istismar mağduru oldukları, aile içi sorunların
yoğun olduğu, gelişim süreçlerinde aksamalar olduğu
gözlenmiştir. Biyolojik, zihinsel gelişimi olumsuz yönde
etkileyen etkenlerin rolü, zekâ gelişimini etkileyen
süreçlerin, kafa travmalarını daha fazla olması gibi
durumlar, nörogelişimsel bozuklukların fazlalığına
vurgu yapılmıştır. Özellikle kendilerinin de cinsel şiddet
mağduru olmaları konusu son derece önemlidir. Aslında
kendilerini şiddeti üretmeleri ve çocuk istismarına
112 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
yönelmeleri kendi travmalarının bir tür yeniden
yaşantılanması sürecinin bir yansımasıdır. Mağdurluksaldırganlık döngüsünde gidip gelen bir süreçtir. Yapılan
araştırmalar bu durumun sıklığının yüzde 28 ile yüzde
93 değiştiği çeşitli bilimsel makalelerde aktarılmaktadır.
Bunun yanında pedofili olgularında kişilik bozuklukları
sıklıkla eşlik etmektedir. Depresyon, anksiyete, dürtü
kontrol bozuklukları gibi çeşitli ruhsal bozukluklar
eşlik etmektedir. Alkol ve madde kullanım bozuklukları
yaygın olarak görülmektedir. Bunun yanında sıklıkla aile
ve kişiler arası ilişkilerde çeşitli güçlükle ve çatışmalar
yaşayan bireyler olduğu vurgulanmaktadır.
Bizim kültürümüzde erkek evlat
daha bebek iken tüm cinsel
kimliği gözler önüne serilir ve
aşikâr biçimde bu mahremiyet
ile oynanır. Bundan nasıl
etkileniyorlar?
Şiddetin özgün bir davranış biçimi olarak gelişmesinde
ve yeniden üretilmesinde erkek egemen toplum yapısının
ve cinsiyetçi, özellikle erkek cinsiyetçi bakışın çok önemli
bir rolü var. Erkek olmanın erdemli ve ayrıcalıklı bir
durum olduğu vurgusunun aile bireyleri tarafından
benimsenmesi, bu yönde sergilenen tutumlar bir rol
modeli olarak erkek çocuğun kadına yönelik şiddeti
içselleştirmesine, kanıksamasına ve meşru olarak
algılanmasına büyük katkıda bulunur. Bu nedenle şiddetin
sadece bir psikopatolojini yansıması olarak görülmemesi,
kültürel toplumsal, ekonomik ve hatta siyasal temellerinin
temel alınmasına, oradan bakılmasına vurgu yapıyoruz.
Burada sorun çocuğun cimsel kimliğini görünür
kılan tutumlar değildir. Sorun cinsiyetçi bir bakışın
pekiştirilmesi, çocuk ve kadın bedeninin her dönemde
nesneleştirilmesidir. Bu da çocuk ve kadın bedenini ticari
cinsel sömürünün nesnesi kolaylaştıran bir ortam yaratır.
Erkek çocuklara bu şekilde
yaklaşan ebeveynler, kız
çocuklarına ise sürekli saklanma
ve ayıbı öğretiyorlar. Kız çocukları
bunlardan nasıl etkileniyorlar?
Kadın bedeni, çocukluk döneminde itibaren hep dikkatleri
çekiyor. Bu konu erkek egemen kültürün ve cinsiyetçi
bakışın çerçevesinde ele alınmalı, değerlendirilmeli ve
tartışılmalı. Bu tartışmada muhafazakâr yorumlara yol
açacak bir açıklama ile çıkmak istismarı görünmezleşerek
yeniden üreten bir eğilim yaratacaktır.
Çocuğun eğitiminde ve
gelişiminde aile ne kadar
suçludur?
Suçludur kelimesi kanımca biraz sert olmuş. Bir suçlu
aramaya ya da bir günah keçisi yaratmaya gerek yok.
Bu çok doğru değil kanımca. Her ailenin çocuğunu
şiddet üreten bir bireye dönüşmesinde sorumlulukları
var. Ama tek neden olarak onları görmek gerçekçi değil.
Bu durum aileden aileye de değişiklik gösterecektir.
Gelişimsel süreçteki tutumlar, çocukla girilen sağlıklı ve
tutarlı ilişkiler, sağlıklı bağlanma, iyi rol model özellikleri,
örseleyici olmayan sabırlı ve hoşgörülü tutumların
sergilenmesi, çocuğun her dönemde bir birey olarak
algılanması ve aile içinde eşitlikçi ve paylaşımcı bir
ilişkinin sürdürülmesi, uygun iletişim becerilerinin ve
problem çözme yöntemlerini kullanılması bu sorunları
en aza indirecektir. Erken gelişim dönemlerinde nyaşana
örseleyici deneyimler, kayıplar, ayrılıklar her zaman
ailenin denetiminde değildir ya da ailenin tercih ettiği
durumlar değildir. Bu da akılda tutulmalıdır.
Pedofili nasıl ortaya çıkar?
Nedenlerini ve nasıl oluştuğunu aslında önceki sorularda
yeterince vurguladığımı düşünüyorum. Pedofili doğrudan
cinsel şiddet ve istismar olarak ortaya çıkabileceği gibi
çocuk pornografisi olarak ta görülebilir. Cinsel yönden
erkeklere, kadınlara ya da her iki cinse de ilgi duyan
örnekler görülebilir. Bir kısmı ensestle sınırlıdır. Bir kısmı
internet ortamında sanal dünya da görünür olur. Özellikle
son yıllarda internet dünyası pedofili olguların kendini
sergilediği yeni bir mecra olmuştur. Çocuk pornografisi
yanında çocuklarla temas kurmanın, onları istismar
döngüsüne çekmenin bir aracı olarak etkin biçimde
kullanılmaktadır.
Pedofili, adli psikoloji ve
psikiyatrinin başlıca ilgilendiği
rahatsızlıkların başında. Tecavüz
vakalarında sizce pedofili ne
kadar bir suç, ne kadar bir
hastalık?
Bizim kültürümüzün bir farkı
da bizde bebek ve çocuklar
kız-erkek ayrımı yapmadan
kucaktan kucağa sevilirler. Bu
bizim için normaldir. Fakat bazı
ülkelerde birinin çocuğunu
böyle severseniz ‘sapık’ damgası
alabilirsiniz. Onlar mı doğruyu
yapıyor? Yoksa biz mi?
İstismarın nerede başladığı ve nerede bittiği konusu
tüm dünya ölçeğinde yoğun olarak tartışılıyor. Farklı
ülkelerde farklı refleksler var. Öyle ki iki küçük çocuğun
cinsel araştırıcılığı ve merakı kamuoyunu günlerce
işgal eden istismar davalarına dönebiliyor. Bir çocuğu
sevmenin yolu onu sürekli okşamak, öpmek vs. değildir.
Çocukların bu tutumlardan hoşlandığı, herkes tarafından
aynı biçimde ve düzeyde sevilmekten hoşlandığını
sanmıyorum. Onları sevmenin yolları her dönemde ve
her düz3eyde onları birey olarak görmek, duygu, davranış
ve seçimlerini önemsemek, güven verici, temel güvenlik
duygusunu geliştiren ve sınırlarını koruyan tutarlı bir
temasın sürdürülmesidir.
Pedofililerin yüzde 95’i
heteroseksüeldir ve yüzde 50’si
olay sırasında aşırı alkollüdürler’
Bu bir uzman görüşü. Peki sizce
alkol pedofilileri rahatlatıyor mu?
Yoksa yaptıklarından utanma ve
unutma istemi mi etkili oluyor?
Alkol ve maddeye yönelme eşlik eden kişilik
bozukluklarının bir yansıması olabileceği gibi bireyin bu
dürtülerin yarattığı kaygıyla başa çıkmak için kullandığı
bir kendini iyileştirme çabasının ürünü de olabilir. Bunun
yanında, sıklıkla plan yapan, mağdur edeceği kişileri
sürekli izleyen bir birey, bu eylemin kolaylaştırmak için de
alkol ve maddenin rahatlatıcı, cesaret verici, süper egonun
engelleyici gücünü kıran etkisini kullanabilmektedir.
Pedofili, şiddet davranışlı üreterek görünür olduğu
ve eyleme döküldüğü andan itibaren suç tanımının
kapsamına girer. Pedofili daha önce vurguladığım gibi
klinik bir durum, bir tanı kategorisi, bir cinsel sapmadır.
Ancak eyleme döküldükten sora suç olmaktadır. Bu tür
bir eğilimi eyleme dökülmeden suç olarak görmek doğru
değil. Tedavi edilmesi gereken klinik bir durum olarak
görmek gerekir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 113
Hayvan dostlukları
///
Hayvan dostluğu sorunsuz, kişilikli, sorumluluk sahibi, kendisi ile barışık çocuklar yaratır.
Çocuklarımızın psikolojik gelişiminde en büyük pozitif etki hayvanlarla birlikte yaşamakla oluşur.
HAYVAN DOSTLARI A. KUTLU DAYIOĞLU
Veteriner Hekim
Ankara Ünv.
Veteriner Fakültesi
mezunu ve 18
senedir özel pet
kliniğinde
çalışmaktadır. Şu
anda da
kliniklerinde
köpeklerin ve
kedilerin alt alta üst
üste oynadıkları,
kumru seslerine
kanaryaların
ötüşünün karıştığı
bir ortamda
mesleklerini
‘’Sevgiyi paylaşarak
büyütelim.’’
sloganıyla
sürdürmektedirler.
114 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
///
HAY
VAN
H
DOST
LUK
LARI
em çocuklar hem hayvanlar karşılıksız sevgiyi biliyorlar.. Onlar tabi ki aynı
değiller, bambaşka dünyaları ve yaratılışları var ama aynı olan tarafları sevgiyi
biliyorlar ve yaşıyorlar. Bir çocuğa sorun, bir yavru kedi hakkında ne düşünüyor
diye!? Benim oğlum daha 4 yaşındayken evdeki kedimiz Moly için ‘’O benim
arkadaşım’’ diyordu. Şimdi ise köpeğimiz Nanook ve Pörty için söylüyor aynısını… Valla
biz öğretmedik. O öyle biliyor, öyle istiyor, öyle hissediyor. Bazen onları kucağına alıp
okşuyor, öpüyor, seviyor. Bazen de yaramazlığı tutuyor hayvanı sıkıştırıyor, mıncıklıyor.
Ama kedi onu asla tırmalamıyor, köpekler ısırmıyor. Onlar da biliyor, söyleyemiyorlar
ama onlar da oğlum Ege için kendi kedi-köpek lisanları ile tırmalamayarak, ısırmayarak
‘’ O benim dostum’’ diyorlar. Hep böyle değil midir onların dostluğu; Ufacık çocuklar
kocaman çoban köpeklerinin üstüne çıkar, kulaklarını çekiştirir ama o kocaman hayvancık
onun çocuk olduğunu bilir, sabreder, asla onu ısırmaz, çok rahatsız olursa kalkar uzaklaşır.
Tabi eğer insanlar tarafından yıllarca bağlı tutularak, eziyet edilerek çıldırtılmış, sabrı
tükenmiş zavallı bir köpek değilse! Zaten o zaman değil çocuklara, kendisine bile zarar
verir. Nasıl bir düşüncedir ki bir canlıyı 4-5 aylıkken bir zincirin ucuna bağlayıp, yıllarca,
yaz-kış, karda-çamurda, güneşte-sıcakta aynı yerde durmasını isterler ve bu insan dostunu
bile vahşi saldırgan bir hayvan yapabilirler. Ama siz hayvanları çocuklara bırakın, onlar
sevgiyi bilirler. Eğer anne babalarından ve çevrelerinden yok etmeyi, zarar vermeyi
öğrenmedilerse, seyredin onların oyunlarını, birbirlerine yaklaşımlarını, seyredin de örnek
alın dostluklarını! Artık anne babalar çocuklarının hayvanla beraber yaşama isteklerini
engelleyemiyorlar. Aslında anne babalar da istiyor hayvanların dostluğunu biliyorum.
Hepiniz seviyorsunuz bir kanaryanın ötüşünü, bir köpeğin neşeli soluyan dilini, bir kedinin
keyifli mırıltısını; Ama sizler kendinizden uzaklaşıp, günün sıkıntılarından bu dostluklara
vaktiniz kalmadığını düşünüyorsunuz. Zaten yoğun olan yaşamımızda hayvanlara yer
yok sanıyorsunuz. Ama onlar tüm hevesleri ve neşeleri ile sizleri bekliyorlar. Sokaklarda,
bahçelerde, evlerde, yeni dostluklar, yeni paylaşımlar için.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 115
Çocuğumuz
kaç yaşındayken
evimize hayvan
almalıyız?
Çocukların hayvanlarla birlikte büyümesinin
ileriki yaşlarında onlara sağlayacağı yararlar artık
tüm psikologlar tarafından kabul görmektedir.
Hayvanlarla birlikte yaşamında sevgiyi, sorumluk
duygusunu, arkadaşlığı öğrenebilen çocuklar
yetişkinliklerinde de daha başarılı, insanlarla daha
kolay anlaşabilen ve problemsiz kişiler olmaktadırlar.
Bu gerçeği kabul ettikten sonra önemli bir soruyu
cevaplamamız ve karar vermemiz gerekmektedir:
Çocuklarımızın hayatına bir hayvanı, mesela bir
köpeği veya bir kediyi hangi yaşlarda dâhil etmeliyiz?
Bu güzel dostluğun başlangıcı için doğru olan iki ayrı
seçeneğiniz var:
1. seçenek: Evde zaten kedi veya köpek varken
bir bebeğinizin olması ve hayvanlarla beraber,
onları yavaş yavaş tanıyarak büyümesidir. Hayvan
olan bir evde büyüyen çocuklar hayvanlarla yavaş
yavaş tanıştıkları için asla onlara zarar vermezler
ve hayvanlarda yeni bir bebeği düşünemeyeceğiniz
kadar çabuk ve güzelce kabullenir ve hatta sahip
çıkarlar.
2. seçenek: Çocuğun en azından 11–12 yaşına
gelmesini beklemektir. Bu yaşların arasında kalan
dönemde çocuk hayvanları tam algılayamaz ve
oyuncak gibi görür. Zaten bir sürü ses çıkaran tüylü oyuncağı vardır. Obje olarak onları da oyuncak gibi algıladığı için
köpek veya kedi yavrusuna da zarar verebilir. En iyi ihtimalle zarar vermese bile sürekli peşinde koşturup, mıncıklayıp,
sıkıştırır ve çoğu zamanda canını yakar.
Bebek ve köpek
İlk karşılaşma ve doğru davranışlar
D
aha önce sizlere çocuğunuz olmadan önce bir köpek veya kedi almanın en iyi seçenek olduğunu
anlatmıştım. Evde bir hayvan varken doğan çocuklar hem hayvanın ona alışması hem de çocuğun hayvanla
bağlantı kurabilmesi için daha avantajlıdır. Bu konu içinde daha çok köpek üzerinde duracağım. Çünkü
köpekler çok daha fazla kendileriyle ilgilenilmesini isteyen ve sevgi bekleyen canlılardır. Bebeğinizin
doğacağı günde dâhil olmak üzere köpeğinizle birlikte geçirdiğiniz, gezdirme, oyun vb zamanları aksatmamalısınız.
Böylece köpeğiniz sizin yeni gelen bebekle birlikte onu artık sevmediğinizi düşünmeyecek ve bebeğe karşı kıskançlık
veya benzer duygular hissetmeyecektir. Vurgulamam gereken önemli bir konuda köpeklerin kıskançlık sonucu asla
bebeklere veya çocuklara zarar verme ihtimalleri olmadığıdır. Sadece bir önce doğan çocuğunuzun yaptığı gibi
üzülür kendilerini yalnız hissedebilir ve dikkat çekmeye çalışırlar. Onları anlamalı ve haksızlık etmemelisiniz. Empati
kurmak dediğimiz karşındaki canlıyı anlamak ve ona doğru davranmayı da kapsıyor. Bebeğinizin eve ilk geldiği gün
köpeğinizi aşırı şımartmadıysanız anneyi ve bebeği rahatsız etmemek için dikkat ettiğini fark edeceksiniz. Çünkü doğal
içgüdüleri doğum yapan bir dişinin yakınına yaklaşmaması gerektiğini söyler. Normal sürüsü içinde bir dişi doğum
yaparsa diğer bireyler mümkün olduğunca telaşlı, yavrularını koruma eğiliminde olan anneyi yalnız bırakırlar. Sizin
köpeğinizde benzer bir anlayış ve saygı ile anne ve bebeğin bulunduğu alanlara girmemeye çalışacaktır. Bebeğinizin
büyüme sürecinde de köpeğinizin gezdirme sürelerini kısaltmak yerine biraz daha artırırsanız köpeğiniz kendisine
ait zamanların olduğunu bilecek ve diğer zamanlarda sizin üzerinize düşmeyecektir. Bebekler 5-8 aylık olduklarında
emeklemeye başlarlar ve evde köpeğinizle bağlantısını biraz daha artırma zamanı gelmiştir.
116 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
DOST
Y
Küçük dokunuşlar
avaş yavaş bebeğin olduğu ortamlara köpeğinizi de almaya
başlayın ve küçük dokunuşlara izin vermeye başlayarak
birbirleri ile tanıştırın. Bu arada köpeğinizin huyunu iyi
tartın ve bebeğin onun canını acıtması durumunda kendini
korumayacağından emin olun. Tabi bebeğin köpeğinizin canını
yakmasına da engel olun. Bebek büyüdükçe özellikle ayağa kalkıp
yürümeye başlayınca köpekle ile çok daha doğru ilişkiyi kurabilecektir.
Özellikle küçük köpekler bazen bebeklere ve çocuklara karşı daha az
toleranslıdır ve büyük köpeklerde hareketlerini ayarlayamayabilirler
veya cüsselerinin farkında olmadan sert hareketler yapabilirler. Bütün
bu kontaklar sırasında her zaman kontrolü elde tutmalı ve riskler
yaratmamalısınız. Tüm bebek, çocuk ilişkisinde yanlış eğitilmiş veya
ihmal edilmiş veya aşırı şımartılmış köpekler dışındaki hiçbir köpek
asla bir bebeğe veya çocuğa bilerek zarar vermek istemez. Çocuğunuz
hayvanlardan korkuyorsa, şehir yaşamı yüzünden hayvanlarla
tanışmamış olma ihtimali fazladır. Bizler ve bizden önce de babalarımız
ve dedelerimiz, şimdiki çocuklara göre daha şanslıydık. Her geçen
yıl biraz daha artan modernleşme adı altında bizler ve çocuklarımız
doğadan dolayısıyla hayvanlardan kopmaktalar. Hayvanı hiç tanımadan
büyüyen bir çocukta eğer annesi ve babası hayvan sevgisi konusunda
bir çaba göstermiyorsa haklı olarak onlardan korkma ihtimali fazladır.
Bu dünyayı hayvanlar ve bitkilerle paylaşıyoruz. Lütfen çocuklarınızı
onlara yabancı büyütmeyin. Unutmayın ki bir köpek, kedi, guineapig
ya da en azından akvaryum veya kuş ile olan dostluk, çocuğunuzun
ilerde yaşayacağı bilgisayar bağımlılığı veya başka bir kötü alışanlığının
oluşmasını engelleyebilecektir. Geç olmadan çocuklarınızın hayvanları
tanımalarının ve dolayısıyla onlardan korkmaları için hiçbir neden
olmadığını anlatmanın yolunu bulmalısınız. Çocuğunuz bir hayvan
isteyince ona kızmayın, panik yapmayın, şaşırmayın. Bu onların
en doğal isteği; Onlar sizin görmediğinizi görüyorlar, hissediyorlar.
Zaten yaşamlarında olan ama uzaklaştırılmış hayvan dostlarını tekrar
yanlarına istiyorlar. Onları ayırmayın, bir araya gelmelerini sağlayın ve
o zaman dostluğu, karşılıksız sevgiyi görün.....
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 117
TEMELLERE DÖNMEK
Sağlıklı alışkanlıklar sağlıklı ışıldayan bir ciltte yansır. Fantezi ürünlere bir sürü para yatırmadan
önce basit şeyleri deneyelim.
Güzellik uykunuzu alın: Uyku sırasın da
vücudumuz büyüme hormonu, kalogen ve yani
cilt hücrelerinin üretimini sitimüle eden diğer cilt
büyüme faktörleri salgılar. Kronik uyku eksikliği
ücretini cildinize ödetebilir.
Sigara: Son araştırmaların sonuçları der ki; sigara
içenler içmeyenlere oranla 5 yıl yaşlı görünmeye
eğilimlidir. Sigara içenlerin gözlerini dumandan
sakınmak için sürekli kısmaları yüz kırışıklarının
ilerlemesine yardımcı olur.
Su: Eğer yeterince sıvı almazsanız vücudunuz sıvıyı
hücrelerinden çekerek onları susuz bırakacaktır.
Susuz kalmış cilt hücreleri kurumaya, kırışmaya
daha eğilimlidir. Günde 8-10 bardak su veya 1-2
bardak meyve suyu. Meyve suyu kalori doludur
unutmayın.
Egzersiz: Ilımlı miktarda egzersiz gerilimi yok
edebilir, stres ise yüzünüze yıllar eder. Gerilim dolu
yirmi yaşında birini alnındaki ‘endişe çizgileri’ onun
kırk yaşında formda ve gevşemiş birinden daha
y6aşlı görünmesine yol açar.
Normal kilonuzu koruma: Sabit kilo
dediğimiz burada önemli olan değişen kilolarının
cildin esnekliğini kaybetmesi ve sarkmaları oluşması
demektir.
koruyucu yoktur. Daha çok aktif maddelerin cildin
üstünde kalır ve emilmez. En güzel koruyucular
Alovera veya yosunun doğal içeriğini taşıyanlardır.
Günümüzde makyaj ürünleri ve kremler SPF faktörü
taşımaktadır. Gün boyu SPF içerikli bir fondöten
cildinizi güvenle korur.
Güneş gözlükleri: Göz çevresindeki ‘ kazayağı
‘ denilen erken yaşlanan bölgeyi korumaya çok
yardımcıdır. Ayrıca katarakt ‘ denilen görme kusuru
yaratan hastalığı da önleyicidir.
Kuru cilt: En başlı derdi yaşlı görünümün sebebidir.
Kaybolan nemi yerine koyamazsınız; ama nemi
içeride tutmaya yarayacak önerilerim şunlardır; cilde
koruyucu tabaka sağlayarak nemi kilitleyen yağ olan
sebumda azalma kuru cilt sonucu verir. Cilt bakım
ürünleri için verilen bazı ilanların sizi inandırdığı
gibi cildin yüzeyinde su kaybını azaltan ürünleri
kullanarak vücudunuzun kendi koruyucu mührünü
destekleyebilirsiniz. Nemi cilde hapseden kremleri
tercih etmelisiniz.
• Sert sabunları kullanmayın.
• Sıcak su ile banyo yapamayın.
• Kuru ısı ortamları cildinizdeki nemi alır.
Kuruluğu azaltıcı oda içi hava nemlendirme kullanın.
• Şiddetli kuru ciltliler günde 3 kez keten
tohumu yağı kapsülü almayı deneyin. Bunlar
cildinizin erken yaşlanma sigortasıdır.
Nazik davranın: Cildinizi çekiştirmeyin.
İçten dışa
güzellikte;
GÜZELLİK NEŞE ARIÇ
C
Güzellik Uzmanı ve
Eğitmeni
ilt hücrelerden oluşur ve
hücreler gelişmek için
tam beslenmeye ihtiyaç
duyarlar. Bol meyve,
sebze ve lifin bulunduğu dikkatli bir
diyet, vücudumuzun iyi çalışmasını
sürdürmenize ve cildinizin, formunun
en üst düzeyinde tutmanıza yardımcı
olur. Ek olarak çalışmalar düşük yağlı
bir diyetin (kalorilerinizin %20’ den
fazlasının yağdan gelmemesi) en yaygın
kanser türü olan non melonoma cilt
kanserine yol açabilen kanser öncesi cilt
lezyonlarını (actinic keratoses) gelişme
riskini düşürdüğünü göstermiştir.
Vitaminler ve diğer tamamlayıcılar da
yardımcı olabilir.
118 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Pamuk ile temizleyin, havlu ile pat pat kurulayın,
çekiştirmeyin. Sert havlular cildin türüne göre kaba
gelebilir. Kuru ciltli insanlar temizleyicilerini çok
dikkatli seçmelidir. Kuru ciltli insanlar ( aşındırıcı )
temizlemelerden sakınmalıdır.
Güneşten korunma: UV ışınları cildiniz için
bir numaralı halk düşmanıdır. Amerikan Kanser
Derneği ‘ ne göre her yıl çoğunluğu güneşe bağlı
yaklaşık 700 bin yeni cilt kanseri tanısı konmaktadır.
Çoğu cilt kanseri ciddi değilse de 32 bin kişide
potansiyel olarak ölümcül olan habis melanom
gelişmektedir. Güneşe maruz kalmak yaşlanma
sürecini de hızlandırır. Gerçekte dermatologlar,
yaşlanmaya eşlik eden cilt hasarlarının %80’ini
güneşe maruz kalmaya bağlamaktadır. İnsanlara
güneş kadar tehlikeli olabilecek şekilde günlerini
kapalı yerlerde geçirmelerini söylemiyorum.
Koruyucu kullanın: En iyi koruyucu olan; UV
ışınlarını emdiği kadar yansıtan, geniş spektrumlu
bir koruyucu kullanın. Örn: Bazı koruyucuların UV
ışığını ciltten yansıtan bir kimyasal olan ‘ titanium
dioxide ‘ içerdiği ve sıklıkla kimyasalsız koruyucu
oldukları belirtilir. Gerçekte kimyasal olmayan
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 119
Güzelliğin Sırrı
Beslenmemizde Gizli
Beslenme ve güzellik ilişkili midir?
Beslenme bütün sağlık kriterlerini etkileyen en önemli faktördür. Doğru ve vücudun ihtiyaçlarına
cevap verebilen bir beslenme şekli cildimizin güzelliğini de olumlu yönde etkilemektedir.
Cildimizin güzelliğini
neler etkiler?
GÜZELLİK ANDAÇ YEŞİLYURT
Beslenme ve Diyet
Uzmanı
Başkent
Üniversitesi
Beslenme ve
Diyetetik
Bölümünden
mezun olan Andaç
Yeşilyurt aynı
zamanda Harvard
Medical School da
obezite ve kilo
kontrolüyle ilgili
çalışmalara
katılmıştır.
İzmir’de kendi
ofisinde Beslenme
Danışmanlığı
yapmaktadır.
C
ilt güzelliğimizi etkileyen en önemli
faktörler arasında, beslenme, güneş
ışınları, stres, sigara kullanımı,
hava kirliliği, ozon gazının etkisi,
elektromanyetik dalgalar yer alır, bunlar
vücuttaki oksidatif stresi ve deride ki
inflamasyonu arttırır. Bu durum zamanla
zararlı enzimleri arttırarak kolojen yapıda
bozulmalara neden olur ve sonuç olarak hızlı
yaşlanma, pürüzsüz görüntüsünü kaybetmiş
ve kırışıklıkların arttığı bir cilt ortaya çıkar.
Ancak beslenme ve yaşam şekli değişikliği ile
bu süreç yavaşlatılarak uzun yıllar daha dinç
ve genç bir cilde sahip olmak mümkündür.
120 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Yaşlanmayı
yavaşlatmak için
nelere dikkat
etmemiz lazım?
B
u süreci yavaşlatabilmek için
öncelikle vücudumuzu doğru anlayıp
yaşam şartlarımıza göre ihtiyaçlarını
karşılayabilmeliyiz. Örneğin su
tüketimi; artık günümüzde su içmeyi çok
ihmal eder hale geldik. Bu da zamanla
vücudumuzdaki sıvı oranının azalmasına
neden oluyor, diğer bir tabirle kuruyoruz.
Kurutulmuş bir meyve ile tazesini yan yana
koyarsanız ne demek istediğimi çok daha
iyi anlarsınız. Bebekler ilk doğduklarında
vücutlarındaki su oranı %70 civarındadır
ancak yaşla beraber vücudumuzda bu oran
%50’lerin bile altına düşmektedir. Özetle
vücudumuzdaki su oranını ne kadar yüksek
tutabilirsek gençliğimize o kadar yakınız
demektir.
Sadece su tüketimini
arttırmak yeterli olur mu
bu süreci yavaşlatmak
için?
E
lbette ki sadece doğru miktarda su tüketmek
yeterli değildir. Cildimizi besleyecek,
koruyacak ve onaracak elemanlara ihtiyacımız
var. Domates, havuç, biber gibi kırmızı ve
turuncu renkli sebzelerin, yüksek oranda laykopen
ve karotenoid içeriğinden dolayı cildi koruyucu etkisi
yüksektir. Özellikle yaz meyvelerinin kırışıklıklara
karşı ve güneş ışınlarına karşı koruyucu etkileri hem
sıvı oranlarından hem de içeriklerinden dolayı daha
da yüksektir bu da doğanın bedenimizin ihtiyaçlarını
karşılamaya yönelik ürünler verdiğini göstermektedir.
Bazı araştırmalarda ise C vitaminin, kırışıkların
önlenmesinde etkili olduğunu ortaya koymuştur.
Kolojenin yapısında C vitaminin çok önemli bir
rolü olduğu göz önünde bulundurulduğunda
bu sonuç oldukça mantıklı. Koyu yeşil yapraklı
sebzelerin koruyucu etkileri de yüksektir. Yapılan bir
araştırmada vejetaryenlerin daha az kırışıklık sahibi
olduğu gösterilmiştir. Bunun nedeninin elbette ki
vejetaryenliğin doğru beslenme şekli olmasından değil
onların çok miktarda sebze ve meyve tükettiklerinden
kaynaklandığını unutmamak lazım.
Yağlar cilde zarar verir
mi?
C
ildin korunması için belirli miktar yağa da
ihtiyaç vardır, zeytinyağı gibi doymamış
yağ asitleri bu konuda faydalıdır ancak
yapılan birçok bilimsel araştırma omega 3
yağ asidinin cildi koruma konusunda en etkili besin
olduğunu savunmaktadır. Omega 3’ün ultra viole
ışınlara karşı güneş koruma faktörü olarak görev
yaptığı hatta omega 3 tüketiminin cilt kanseri riskini
%30 oranda azalttığı bildirilmiştir. Omega 3 için en
iyi kaynakları balıklar oluşturmaktadır ancak çok
fazla balık tüketemeyen bireyler için ise keten tohumu
ve ceviz de iyi bir kaynak olabilir veya kapsül formu
tüketilebilir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 121
GURME ACADEMY
Özellikle cilde iyi gelen
belirli yiyecekler var mıdır?
C
ilde iyi geldiği bilinen birçok yiyecek vardır
ancak bunların arasında birkaç taneden
bahsetmek gerekirse, kakaonun cilde giden
kan akışını ciddi oranda arttırdığı bir çok
çalışmada kanıtlanmıştır. Bu etkisi cildin onarımını
hızlandırmaktadır. Ama piyasada ki bütün çikolatalar
bu etkiyi göstermez çünkü birçok katkı maddesi
içerirler özellikle sadece kakao ve kakao yağı kullanılan
çikolatalar tercih edilebilir. Paketlerin üzerinde bulunan
%70 kakao içerir ibaresi dikkate alınabilir. Yeşil çayda
ultraviole ışınlara karşı koruyucu etkisi olan ve cildin
yapısını güçlendiren önemli bir antioksidan kaynağıdır.
Cildimize özellikle zarar
veren besinler var mıdır?
Ş
eker cilde zarar veren AGE (Advanced Glycation
End Products) moleküllerinin üretimini
arttırarak yaşlanmayı hızlandırmaktadır.
Özellikle mısır şurubu eklenmiş şekerli
içeceklerden uzak durmalıyız. İşlenmiş et ürünleri, aşırı
nişasta tüketimi ve çok yağlı ürünler, kızartmalar gibi
cildi hızlı yaşlandıran faktörlerdir. En iyi örnek patates
cipsi hem nişasta içermekte hem de çok miktarda
yüksek ısıya maruz kalmış yağ içermektedir.
122 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Dış görüntümüzü etkileyen
en önemli etken sadece
cildimiz midir?
G
üzellikle oldukça ilişkili ancak göz önüne
alınmayan önemli noktalardan bir tanesi de
osteoporozdur. Yüz kemiklerindeki zaman
içerisindeki erime yüzün orantısını ve
dolgunluğunu bozarak daha yaşlı gösterir. Dolayısıyla
dolgun ve sağlıklı kemikler de güzellik ve cildimizin
duruşu için elzem önem taşımaktadır. Osteoporozu
önlemek için düzenli egzersizle birlikte yeterli kalsiyum
ve D vitamini vücuda sağlanmalıdır. Günlük 10
dakikalık güneş D vitamini ihtiyacımız için yeterliyken
kalsiyum ihtiyacını karşılayabilmek için bol süt ve
yoğurt ürünlerini tüketmeliyiz ancak çok yağlı mandıra
ürünleri de cilde zarar vermektedir.
Bozuk bir cildin sorumlusu
neler olabilir?
İ
ç organlarımızın sağlığı çok önemlidir, eğer içeride
yolunda gitmeyen bir şeyler varsa bu cildinize
de yansıyabilir. Özellikle bağırsak sağlığı hem
bağışıklık sistemi açısından hem de cildimizin
güzelliği açısından çok önemli bir faktördür. Ya da
sırtınızda çıkan bir sivilce karaciğer probleminin
habercisi olabilir. Yine böbrek sorunları sonucu üre
ve kreatin birikmesi hemen cilde olumsuz olarak
yansıyabilir. Derimiz vücudumuzun dışarı yansımasıdır.
Dolayısıyla sağlıklı bir vücut, güzelliğimiz için de en
önemli unsurdur.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 123
RENKLER VE
“
Kabul etmeliyiz ki, ışığın göze girmesiyle
beyinde oluşan bir algı olan renk;
genellikle gözümüzün aldığı belirli bir
ışık bileşimi tarafından tetiklense de
aynı zamanda psikolojik ve fizyolojik
faktörlerin de etkili olduğu bir olgudur
(Rossotti, 1983, s.16).
.
biz
”
RENKLERİN PSİKOLOJİSİ AHU SİMLA DEĞERLİ
G
ünümüzde rengin kullanım alanı oldukça fazladır. Öyle
ki yaşamımızın her karesi renklere endeksli, renklerin
kontrolünde geçer. Trafik lambalarındaki renkler, önemli ve
tehlikeli durumlarda kullanılan renkler, kıyafet seçimimizde
etkilendiğimiz renkler ve daha sayılabilecek pek çok durumda renkler
hayatımızda rol oynarlar. Renksiz bir hayat düşünülmesi bile zordur.
Renksizlik direkt karanlıktır ki, karanlığın bile bizce bir rengi vardır…
Bütün insanların ortak özelliği belli renklere karşı belli tepkiler
vermesidir. Bu durum o kadar alışılmıştır ki farkında olmadan
gerçekleşir. Çoğu kez insanlar renkler ve kendilerinde yarattığı duygular
arasında bir bağlantı kuramazlar ve üzerinde düşünmezler bile. Bu
tepkiler bazen fiziksel bazen de psikolojiktir.
Sanat Eğitmeni
Dokuz Eylül
Üniversitesi,
Resim-İş
Öğretmenliği
Bölümü’nü
bitirmiştir. Ege
Üniversitesi,
Türk Sanatı
Yüksek Lisansını
tamamlamıştır.
124 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Bazen değişir
Fiziksel etkenlerde renkler insanlar üzerinde belirli etkiler oluşturur.
Hem zihinde hem de vücutta değişik tepkiler meydana getirir.
İnsanlar bir obje ile rengini bütün olarak algılarlar, örneğin sarı güneş,
yeşil ağaç, kırmızı elma, mavi gökyüzü gibi... Psikolojik etkenlerde
ise renklere nasıl tepkiler verdiğimiz, onları nasıl anladığımız,
kültürel kimliğimiz ve günlük deneyimlerimizle bağlantılıdır. Parçası
olduğumuz toplumda çok kültürlülük artmakta ve renkler hakkındaki
anlayışımız biz fark etmeden değişmektedir. Birçok etkileşim ve
değişimin yaşandığı dünyamızda renklerin insan duygularını nasıl
etkilediğini anlama çabası içindeyiz. Ünlü yazar Oscar Wilde’a “En
favori renginiz hangisidir?” diye sorulduğunda, Oscar Wilde’ın cevabı
“bazen değişir” olmuştur… Peki bu “bazen değişen” renkler bizlere
neyi anlatmak isterler?
Kırmızı
Turkuaz
Fiziksel gücün, hareketin, canlılığın rengidir.
Başlangıçları teşvik eder. Çalışmaya şevk verir,
tembelliğin karşıtıdır. İhtirasın ve cinsel aşkın
temsilcisidir. Olumsuzluğu kabalık, duyarsızlık
olarak ortaya çıkar. Kızgınlığa ve saldırganlığa yol
açar.
Üst düzeydeki bir değişimin ve dönüşümün
simgesidir. Açık fikirli, yardımsever ve gururludur.
Dikkati ayakta tutar. Kendini ifadeye yardımcıdır.
Olumsuzluğu yaşamdan korkma ve çekingenlik
olarak ortaya çıkar. Duygusal ve zihinsel
soyutlanma isteği de bir başka olumsuz etkisidir.
Turuncu
Mavi
Turuncu, güç ve dayanıklılığın rengidir. Ayrıca
sıcaklığı, ateşi ve telaşı simgeler. Neşenin
ve bilgeliğin de sembolü olan turuncunun,
insanlardaki sosyalleşme duygularını faaliyete
geçirdiğini ifade eden uzmanlar, bu rengin aşırı
kullanımının sinir sistemini olumsuz yönde
etkilediğini vurguluyorlar. Uzmanlar, bu sebeple
turuncuyu, yeşil ve mavinin tonlarıyla birlikte
kullanmak gerektiğine dikkat çekiyorlar. Kırmızı
gibi dışa dönük ve heyecan vericidir, ancak ondan
daha yapıcıdır. Sağlık, canlılık, yaratıcılık, güven,
cesaret ve iletişim turuncunun özellikleridir.
Mutluluk vericidir. Olumsuzluğu ezici olma ve
üstün gelme isteği şeklinde ortaya çıkar. Bazen de
gösteriş meraklısı bir karakter şeklinde kendini
gösterir.
Ruhsal dünyanın ve derin tutkuların ifadesidir.
Sakinliği, güven ve sadakati temsil eder. Yeteneğin,
güzelliğin ve sorumluluğun rengidir. Mavi barışı,
sevgiyi ve şifayı sunar. Umut, inanç ve özgürlük
duyguları aşılar. Olumsuzluğu, sürekli arayış
içinde olmak şeklinde görünür. Güvensizlik,
hayalperestlik, aşırı duygusallık olumsuz etkileridir.
Tekdüzeliğe ve tembelliğe de sürükleyebilir.
Sarı
Parlak, neşeli ve sevecendir. Umut aşılar.
Alçakgönüllüğü, bilgiyi ve bilgeliği simgeler. İlham
vericidir. Olumsuzluğu iki yüzlülük, aldatmaya
eğilim şeklinde ortaya çıkabilir. Zihinsel karışıklığa
da yol açabilir.
Yeşil
Doğanın simgesi olan yeşil, yaşama umudunu
simgeler. Koyu yeşil renk haset, kıskançlık ve
batıl inanç anlamlarını taşırken açık yeşil, yeni
bir yaşamın, enerjinin ve bereketin rengidir,
paylaşımın, işbirliğinin, uyumun ve cömertliğin
rengidir. Yatıştırır, güven ve huzur verir. Özgürlük
doğal enerjisidir. Yeşil, yaşamın, yenilenmenin ve
evrimin rengidir. Olumsuzluğu umursamazlık,
kıskançlık, şüphe ve bencillik olarak ortaya çıkar.
Güvensizlik ve tembellik de istenmeyen etkileridir
Mor
Asaleti, itibarı ve kendine güveni temsil eder.
Özerklik ve bütünleniş yükselen özellikleridir.
Ruhsal enerji ve sezgilerin rengidir. Yaratıcılık,
hoşgörü ve düşünce gücü mor renk ile ilişkilidir.
Olumsuz özellikleri unutkanlık ve sabırsızlık
şeklinde ortaya çıkar. Yanlış kullanımı sonucunda
kavgaya eğilimli, saygısız bir karakter yapısı
görülür. Küstahça bir gurur ortaya çıkabilir.
Karakter bütünlüğünün kaybına ve kişiliğin
çözülmesine yol açabilir de. Tamamlayıcı rengi
sarıdır.
Magenta
Tüm renklerin en zarifi kabul edilir. İdealizmi
temsil eder ve saygı, minnettarlık ve sadakat
kavramlarıyla bağlantılıdır. Enerjisi anlayış
ve olgunluğu getirir. İnsanlar arasında ayrım
gözetmeyen bir yöneticilik anlayışı verir. Yumuşak,
sıcak ve koruyucudur. Sevginin, şefkatin ifadesidir.
Olumsuz yönleri üstünlük kurma isteği, egemen
olma arzusu şeklinde belirebilir. Anlamsız gurura
yol açabilir. Yanlış kullanımı sonucunda kendine
güvensizlik duyguları ortaya çıkabilir.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 125
BULMACA
Beyaz, Siyah
diğerleri
ve
Beyaz tüm ışık tayfını bünyesinde toplamıştır. Enerji
sistemini dengeler, temizler. Yaratıcılık duygularını açığa
çıkarır ve geliştirir. Birlikte kullanıldığı diğer renklerin
güçlerini arttırır. Siyah, gri ve kahverengi gökkuşağında
ve renk çarkında bulunmazlar. Son derece yoğun ve
ağır enerjileri vardır. Doğru zamanda kullanıldıklarında
etkileri olumludur. Siyahın aşırılıkları dengeleyici
özelliği vardır, ancak tek renk olarak kullanılmaması
iyi olur. Kahverengi sosyal dengeyi ve toplum içinde
rahatlığı sağlar. Zihin üzerinde etkilidir. Renk sinyalleri
üzerinde yapılan araştırmalar ikna edici sonuçlara
ulaşmışlardır. 5000 den fazla insan test edilmiş ve
renkler üzerinde ki tepkileri analiz edilmiştir. İçgüdüsel
olarak bazı renkler bazı kavramlar ile birleştirilmektedir.
Örneğin romantik bir renk düşünmemiz istenirse
çok yüksek ihtimalle kırmızı ya da pembe aklımıza
gelecektir. Sıcak ya da canlı renkler düşünmeniz
istenirse sarı aklımıza gelecek renkler arasındadır.
İnternetteki mesaj forumlarında kullanılan surat
şekillerinin çoğunun sarı olması bir rastlantı değildir…
(Çağan, 2005, s:102-125)
126 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
İlginç hazine
Renk, insanoğlunun uzun yıllardır
incelediği evrensel ve gizemli
bir konudur. Renk göz ve beyin
koordinasyonuyla algıladığımız,
beynimizdeki imgeler, anılar, bilgiler
doğrultusunda anlamlandırdığımız
kavramdır. Renk kimine sıradan bir
anlam ifade ederken kimini başka
dünyalara sürükler. Anlaşılması
zor ama bir o kadar da ilginç bir
hazinedir…
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 127
128 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 129
YORUM BİZDEN OKUYUCULARIN CEVAPLARI
Didem Doğantekin
Psychoacademy Magazine
Psikoloğu
Üniversitede okuyoruz. En büyük ablam öğretmen. Erkek kardeşimizle
çok büyük sorunlarımız var. Bize karşı çok agresif bir ara sigaraya başladı
ve biz onu vazgeçirmek için şiddete de başvurduk maalesef ama sonra
aramızı düzelttik. Eskisi gibi olmaya çalıştık. Biz kardeşimize aslında
çok düşkünüz
ama son bir
senedir ona
ulaşamıyoruz.
Sürekli ne dersek
tersini yapıyor
ders çalışmıyor ne yapacağımızı bilemiyoruz. Çok fazla dışarıda vakit
geçiriyor ona yasaklamalar getiriyoruz. Sadece bir kaç gün uyuyor sonra
yine bildiğini yapıyor. Ne yapalım lütfen yardım edin?
Neşe Gurbet Dağcı isimli bir okurumuzdan gelen soruyu sizlerle paylaştık.
Uzmanlarımızın bu soruya verdiği cevap ise şöyle:
Öfkelerini anlayın
İletişimde kalın
Ergen sayılacak yaştaki çocuğunuz duygu yüklü
olduğu zaman ‘öfkeli/kızgın olduğunu anlayabiliyorum’
deyip 10 dakika kendisinden uzaklaşmalısınız.
Kendinizi onun yerine koymaya çalışmalısınız. O
yaştayken öfkelerinizin kızgınlıklarınızın ne kadar
güçlü olduğunu ve ne şekilde yaşadığınızı hatırlıyor
musunuz? Şu an onların nedenlerini görmezden
gelip ergenliğin verdiği bilmezlikle bu şekilde
davrandıklarını var saymak kolaydır. Onları susturmak
yerine asıl sorunun ne olduğunu bulmak için
çocuğunuzu karşınıza alıp neler olup bittiğini bütün
ciddiyetinizle ondan dinlemeniz gerekmektedir. Araya
espriler katmamaya özen göstermelisiniz. Şakalaşma
yoluyla sorununu anlatmasını sağlamak onu ciddiye
almadığınız izlenimini verebilir.
Çocuğunuzla aranızdaki bağı kuvvetlendirmenin
en kolay yollarından biri sadece sizin ve onun
yalnız olduğunuz zamanlar geçirmektir. Bir başarıyı
kutlamak için dışarı çıkmak veya evde özel bir kutlama
hazırlamak hem çocuğunuza değer verdiğinizi gösterir
hem de ilişkinizi kuvvetlendirir. Kutlamalar için başarı
elde edilmesini beklemeye de gerek yoktur. Sadece
size özel bir gelenek oluşturarak belirli zamanlarda
yapacağınız özel yemekler, gidilecek özel yerler de
ilişkinizi bütünleyici hale getirecek ve ilerde güzel
anılar olarak kalacaktır. Bu tür paylaşımların dışında
çocuğunuza onu anladığınıza dair cümleler kurmalı ve
şu an yaşadığı zor durumlar ona her ne kadar boğucu
görünse de zamanla hepsinin çözüme ulaşacağını
belirtmelisiniz. Bu şekilde ergen oluşlarının yarattığı
sıkıntıların hafifleyeceğini anlar ve aranızdaki güven
bağı da daha güçlü hale gelmeye başlar.
130 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Her yaptıklarından
hoşlanmak zorunda
değilsiniz?
Bazı ebeveynler çocukları için ideal aile profili
çizmek uğruna ve çocuklarıyla arkadaş gibi
geçinerek farklılık yaratmak ve rahatlık sağlamak
adına aradaki sınırı tutturamaz duruma
gelmektedirler. Çocukların hata yapmaya yönelik
deneyimlerini bile anlayışla karşılayıp bir süre
sonra anne/baba ve çocuk ilişkisinin olması
gereken kalıptan çıkmasına sebep olabilirler.
Örneğin erken yaşta bilinçsizce başlanabilecek olan
alkolü görmezden gelmek hatta sınırı koyamayıp
yanlarında alkol alınmasına izin veren aileler
ilerde daha büyük bir hata yapabilecek çocukları
tarafından karşı çıktıklarında dinlenilmeyecek
boyuta ulaşabilirler. Çocuk anne/baba rolünün
ne olduğunu bilmeden sadece ailenin arkadaşlık
boyutuyla büyüyeceğinden laf dinlemez ve kendini
fazla özgür hissederek hesap verecek kimsenin
olmayışı rahatlığıyla büyüyebilir. Aradaki sınırı
çizmek için ‘bana her şeyi anlatma rahatlığını
hissetmen için arkadaşınım, fakat benim de
kurallarım var ve yeri geldiğinde bunlara uymalısın’
düşüncesini çocuğunuza belirtmelisiniz.
Çocuklarla
pazarlık yapmak
Dizginler yumuşatılsa da pazarlık düzeyinin
bozulmaması gerekmektedir. Çocuğa sağlanacak
özgürlükler kendisini bulması açısından verilmesi
gereken geliştirici olanaklardır. Çocukların
istediği her şeye izin vermek sorun çıkaracağı gibi
fazla baskı da özgürlük kısıtlayıcı olduğundan
büyük sorunlara yol açmaktadır. Örneğin
çocuğunuzun hafta sonu arkadaşlarıyla dışarı
çıkmasına belirttiğiniz kurallar çerçevesinde izin
vermeniz gerektiği gibi, okul zamanlarında hafta
içi bu tür durumları hoş karşılamayacağınızı da
belirtmelisiniz. Kendisini her şeyden yoksun
hisseden çocuk bir süre sonra ailesine karşı
gelmeye başlar çünkü yaşı gereği özgürlük istekleri
ön plana çıkar. Bunun sınırını sağlamak adına
işin altın kuralı ne çok özgürlük ne de çok baskı
olmalıdır.
Çağa ayak
uydurmaya çalışın
Teknoloji çağının getirdikleri bilindiği üzere
çocuklar ve aileler arasındaki köprünün uzamasına
sebep olan bir durumdur. Sosyal ağlar yoluyla
etrafındakilerle sürekli iletişim halinde olan
çocuklara ‘seninle konuşmamız lazım’ demek
kendileri için eski moda görünebilir. Onlarla uyum
sağlamak adına kullandıkları iletişim yollarını
tanımaya çalışabilirsiniz. Örneğin yemeğe gelmesi
için içeriden seslendiğiniz çocuğunuzun telefonuna
mesaj göndermeniz direk sonuç verecek hale
gelmiştir. İletişimi teknolojik yollarla öğrenen
ve bu şekilde gelişen çocuklar, sizin de bu tarz
iletişim yollarını kullandığınızı gördüklerinde önce
gülümser sonrasında da sizin geri kalmadığınızı
düşünerek kendisini size daha yakın hissetmeye
başlar. Tabii ki bu demek değildir ki çocuğunuzu
karşınıza alıp konuşmamalısınız. Her şeyde olduğu
gibi bunda da arayı bularak yeri geldiğinde yüz
yüze yapmanız gereken iletişimi yer geldiğinde
onların çağına ayak uydurarak yapmalısınız.
Böylece hem aranızdaki diyalogun geliştiğini
göreceksiniz hem de arkadaş/ebeveyn sınırlamasını
kolaylaştırmış olacaksınız.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 131
Merhaba, 9 yaşında bir oğlum var. Tek çocuğumuz olduğundan dolayı üzerine fazla
düştüğümüz söylenebilir. Okul arkadaşlarıyla olan ilişkilerinden dolayı şikâyet alıyoruz.
Tek çocuk olduğu için diğerleriyle nasıl anlaşacağını bilmediğini düşündüğümüzden
fazla ciddiye almamıştık. Okulda arkadaşlarına saldırgan tavırlar sergilediğini öğrendik.
Son zamanlarda evde bize karşı
da saldırgan tavırlar sergiliyor. İyi
de davrandık, ceza vermeyi de
denedik. Sonuç alamadık. Ders
çalışmayı reddediyor, sürekli
bilgisayarda oyun oynamak istiyor.
Her ne kadar dikkat etmeye
çalışsak da televizyonda yaşına uymayan polisiye dizileri izliyor. Bunun davranışlarına bir
etkisi olabilir mi? Ne yapmamız gerekmektedir?
Bir okurumuzun yukarıda yazılı sorusunu okudunuz?
Sizce bu çocuğun ebeveynleri ne yapmalı? Nasıl davranmalı? İşte cevabı:
İ
leri teknolojinin kullanıldığı devrimizde şüphesiz, ailelerin, öğretmenlerin ve sağlık çalışanlarının endişelendiği bir
konu da, televizyonda izlenen programların, dizilerin veya filmlerin içeriklerinin özellikle çocuklar üzerinde nasıl bir
etki bıraktığıdır. Burada en çok endişe edilen durum ‘şiddet’ öğelerinin çocukların davranışları veya gelecekleriyle ilgili
nasıl sonuçlar doğuracağıdır. Psikolog Albert Bandura’nın sosyal öğrenme ve çocukların gördüklerini uygulamaları
üzerine yaptığı 15 senelik araştırmalar sonucunda, şiddet öğeleri içeren programların çocukların davranışlarını kötü
yönde etkilediği sonucuna varılmıştır. Şiddet öğeleri içeren programları izleyen çocuklar, acıya ve diğerlerine zarar verme
eğilimlerine karşı duyarsız hale gelebilirler, dış dünyaya karşı daha korkarak yaklaşabilirler ve saldırgan davranışlar
artarak çevrelerindekilere zarar veren hareketlerde bulunabilirler. Yapılan araştırmalar sonucunda çocukluk çağlarında
televizyonda şiddetle ilgili haber, program, film ya da dizi izleyen çocukların, ergenlikte izlemeyenlere oranla daha
saldırgan davranışlarda bulundukları gözlemlenmiştir. Bunun yanı sıra 8 yaş dolaylarında televizyonda sürekli saldırganlık
ve şiddetle ilgili programlar izleyen çocukların yetişkinlik dönemlerinde suç işleme oranlarının daha yüksek olacağı
kanısına varılan araştırmalar da mevcuttur.
Şiddetin
her türlüsüne engel
Çocuklara
anlatmanın önemi
İlginç şekilde, çocukken saldırgan tavırlar sergileyen
kişilerin ergenlikte şiddet içeren televizyon programları
izleyeceklerine dair tahminde bulunulmamaktadır.
Anlayacağımız üzere televizyonda bu tarz programların
izlenmesi ilerisi için davranışlara yönelik saldırganlık
açısından sonuçtan çok sebep niteliği taşımaktadır.
Televizyon programlarının yanı sıra, şiddet öğeleri
içeren video oyunları da araştırmacılar açısından önem
teşkil etmektedir. Hatta filmlerden veya televizyonda
izlenen diğer medya unsurlarından daha fazla zarar
verebilecek bile olabilir. Çünkü oyun esnasında çocuk
kendi kararlarını verebilecek durumdadır ve şiddet
gösterme konusunda daha aktif şekilde rol almaktadır.
Bu durum düşünce ve davranışlarını kontrol etme yetisi
kazandırdığından konu şiddetle ilgili olunca sonuçlar
da bir o kadar zarar verici hale gelmektedir. Oyun
oynarken olumsuz davranışları tekrar etme sonucunda
da şiddete karşı eğilim, alışkanlıkla beraber desteklenerek
çocuklar üzerinde kötü sonuçlar doğurmaktadır.
Şiddet ve saldırganlık içeren oyunlarda kötü davranış
ödüllendirildiği için çocuklar özellikle gelişim çağlarında
bu durumdan olumsuz şekilde etkilenmektedirler. Bu
sonuçlar normalde hiç saldırgan olmayan çocuklarda
da aynıdır, zaten saldırganlık eğilimi olan çocuklarda da
aynıdır.
Çocuklarınıza favori dizi/film veya oyunlarının ne
olduğunu sorduğunuzda içeriğinde şiddet, kavga,
yaralama, öldürme gibi unsurlar varsa bu duruma
dikkat etmelisiniz. Bu tür oyunlara veya televizyon
programlarına ilgi duyan çocuklar zaman geçtikten sonra
yaşıtlarına yardım etmekten kaçınmaya, etraflarındaki
kişilere yardım etmekten uzaklaşmaya başlayabilirler.
Ebeveynlerin bu durumlarda yapması gereken şiddet
öğeleri içeren bu oyun ve televizyon programlarını
izlemeleri veya oynamaları konusunda çocuklarına
limit getirmeleridir. Bu sayede ortaya çıkabilecek
sonuçlar da yavaşça azalmaya başlar. Bunun dışında,
saldırganlığın, olumsuz davranışların ve şiddetin
hayattaki yerini örnekler vererek olumsuz sonuçlarıyla
beraber çocuklarına anlatmaları gerekmektedir. Aynı
zamanda şiddet öğeleri içermeyen oyun veya televizyon
programlarına yönlendirilen çocuklar daha sağlıklı
şekilde büyümeye devam edeceklerdir. Burada önemli
olan ebeveynlerin çocuklarının ilgi alanlarını keşfetmeleri
ve erken zamanda davranışlarını olumsuz yönde
etkileyecek bu tarz medya unsurlarından çocuklarını uzak
tutmaları gerekmektedir.
132 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Bilgi veya Yardım almak istediğiniz her konuda,
psikologlarımız sorularınızı
www.psychoacademy.com.tr
cevaplıyor...
Sorunuzu yazın...
Psychoacademy Magazine
dergisinden takip edin.
Tıkla...
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 133
134 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 135
ZEYNEP Ç. KURTARAN YORUM BİZDEN
[email protected]
Hayat
bana güzel
“toprağım”,
biten yıllar mı aynıydı, yoksa onlar yanımdan
geçip giderken; yok olan ben mi oldum. Yeni
bir yıl kime geliyor beklemezken şimdi bir iz
düşümünde 2012’ye çalan kapıyı açan yine
ben oluyorum aynı kara parçasında ve aynı
toprakta…
“bitanem”,
şimdi bir düşün istersen gerçekten yeni bir yıl mı
yoksa yine bir yıl mı? Yüzleşmen gerek demiştim.
Takvim ve zaman dizgileri aynı, sadece bir gün
atıyor biriktirdiklerimiz. Demem o ki bitane
Pazar geçiyor yine ve yeni…
“aşkım”,
ben suya bakmadan da görebiliyorum. Yaşadığım
her şey bir öncekine benzeyecek. Daha çok dost
biriktireceğim hem de aşka bahane bulmadan…
“çiçeğim”,
saçma bir sebep bulacağım kendime bu yıl yine;
getirdiğin çiçeklere su vermeyeceğim. “Beraber
sularız “demiştin ya hani. Ben ne istersem onun
peşinden gideceğim. Hiçbir şey değişmeyecek.
Hep gülen yüzler görmek için;
Yeni çağda da güçlü filomuzla
sınırsız ve güvenilir hizmet veriyoruz.
S.S. TURİZM VE YOLCU DENİZ TAŞIYICILAR KOOPERATİFİ
Merkez - Telefon: 0212 251 44 21 (pbx) Faks: 0212 251 96 74
Gezi ve Rezervasyon - Tel: 0212 251 44 21 (pbx) Faks: 0212 292 76 13 - 292 76 21
Adres: Necatibey Caddesi, Akçe Sokak, Ali Yazıcı İş Hanı No: 1/3 Karaköy / İstanbul
e-mail: [email protected] web: www.turyol.com.tr
İzmir - Telefon: 0232 330 88 88 Faks: 0232 336 78 78
136 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Unutma! “insan en büyük acıyı kendinden alır”.
Ben istemezsem kimse üzmeyecek beni. Ve ben
neyi gerçekten üflersem yaş günümde, o koşacak
peşimden…
“hayatım”,
yeni yıla nasıl girersen öyle süregelirmiş yıl.
Yıl, Yıl-ma, Yıl-an, …türet gitsin . Ya da sök
kökünden kelimeyi ya da hayatı. Totem yaptığın
kelimeler, aksesuarlar, kırmızı iç çamaşırları şans
getirirmiş. Yapma be! Kahkaha at, unut gitsin.
Kendine doğrulup yalnızca kendine bakmayı akıl
edebilsin insan yeni bir yılda sadece.
“alınyazım”,
İşte en dokunanıydı beynimde çekebildiğim
fotoğrafın. Billboardları kocaman dolduran
harfleriyle al(ı)nmın tam ortasında yazım. Belki
de kışım…
Televizyonu açtım eve gelince. Binlerce tilkinin
kuyruklarını birbirine değdirmemek için
uğraşırken kalabalık bedenimde, önce Kubat
böldü gerçeğimi ardında da Zara…
“Sanırsın sen bu dünya karanlığın ortasındaKötüler var savaş var öfke var her yanındaBakarsan etrafına göreceksin sevenleri-Sarılıp
öpenleri bitanem diyenleri-Paylaşınca çoğalan o
sevgi muhabbeti-Göreceksin bakarsan sevginin
zaferini-Bakarsan etrafına göreceksin sevenleriSarılıp öpenleri bitanem diyenleri-Paylaşınca
çoğalan o sevgi muhabbeti-Göreceksin bakarsan
sevginin zaferini”
Salonun ortasında öylece durdum…
Turkcell yeni logosunu yeni reklamlarla paylaşmaya devam ediyor… Bahadır Karataş’ın yönettiği Alametifarika
tarafından hazırlanan reklam filminin müziği Nil Karaibrahimgil imzası taşıyormuş. Filmin çekimleri yaklaşık 200
kişilik bir ekip ile 7 günde İstanbul, Mardin, Çanakkale ve Konya’da gerçekleştirilmiş.
Reklam Turkcell’in marka söylemi ‘Hayat (sevgiyi) paylaşınca güzel’ sloganını sahipleniyor.
Kullanıcılara şehrin çeşitli yerlerine yerleştirilen, üzerlerinde sevgi sözcükleri yazan
billboard’ların fotoğraflarını mesajla ücretsiz olarak gönderebileceklerini anlatıyor.
Etkilenmeyen, bedeni savrulmayan var mı her izlediğinde, her dinlediğinde bu reklamı?. Turkcell beni yine yeni bir
yılda, fakat bu defa “Hayat çekim gücü”ne aldı.
Bitmeyecek ve hayalet köşeleri dönmenin yollarını arıyoruz her yıl. Dönemedikçe de, endişe ve tedirginlik yok etmeye
çalışıyor bizi. Aklımız hesap yaparken işte yine kader de arkamızdan gülüyor yeniden. Biz de bin umutla önümüze
çıkan antikacıdan lambalar alıyoruz üç dilek tutabilmek için.
Sonrası mı? … Bu sene hüsran olmasın.
Ben çoktan söyledim kulağına lambadan çıkan cinimin; herkese ya da hepimize “Keşkesiz” bir yıl diliyorum..
Ya da boşver . En iyisi; “Hayat paylaşınca güzel”…
Düzeltme ve
Özür Yazısı
Bir önceki sayımızda Nestle ve Park Bravo röportajlarındaPSYCHOACADEMY MAGAZINE olan
dergimizin ismi sehven PSYCHOLOGIES MAGAZINE yazılmıştır.
Düzeltir ve özür dileriz.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 137
Philips PT 730/16
kusursuz tıraş
sunuyor
Terapi Portalı
1 yaşında
///
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü öncülüğünde yayın hayatına başlayan Terapi Portalı, birinci
yılını geride bıraktı. DBE Kurucu Başkanı Emre Konuk: “İnternetteki bilgi kirliliği düşünüldüğünde, Terapi
Portalı’nın doğru bilgi ve uzmana ulaşmak anlamında önemli bir boşluğu doldurduğunu” söyledi.
Ö
n danışmanlık ve terapi hizmeti almak isteyen
kişiler ile profesyonelleri ortak platformda bir
araya getiren Terapi Portalı, bir yaşına bastı.
DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü öncülüğünde
kurulan; ziyaretçiler, uzmanlar ve kurumları aynı alanda
buluşturarak sektöründeki önemli bir boşluğu dolduran
portal, ilk senesinde 49 bin kişi tarafından ziyaret edildi.
Ruh sağlığı hizmeti veren profesyonellere ulaşmak veya
ilgili konularda bilgi sahibi olmak isteyenler için rehber
niteliği taşıyan Terapi Portalı, aynı zamanda sektörün
ihtiyaçlarını karşılayan bir iletişim aracı olma işlevi görüyor.
84 uzmanın kayıtlı olduğu sitede yalnızca psikolog değil
psikiyatrist, sosyal hizmet ve rehberlik uzmanları da
danışmanlık yapıyor. Ayda yaklaşık 5 bin 500 kişinin ziyaret
ederek bilgi aldığı portalın, kayıtlı 815 üyesi bulunuyor.
İnternet sayesinde artık istenilen bilgiye istenildiği zaman
ulaşıldığına ancak doğru ve kaliteli bilgiyi filtreleyerek
veren kaynakların çok az olduğuna değinen DBE Davranış
Bilimleri Enstitüsü Kurucu Başkanı Emre Konuk,
“İnternette doğru ve kaliteli bilgiye ulaşmak çok kolay değil.
Sadece terapist ve terapiyle ilgili bilgiyi toplamak, sorunun
ne olduğunu belirlemek, hangi durumlarda kimlerle
görüşeceğini bilmek için ciddi bir zaman ve araştırma
gerektiriyor. Bu ihtiyaçlar göz önüne alınarak oluşturulan
Terapi Portalı’nın geride bıraktığı bir yılda önemli bir
boşluğu doldurduğunu düşünüyorum” dedi.
///
Kafa karışıklığına
son veriyor
Konuk, günümüzde hala insanların
terapi, terapist ve psikolog kavramları
hakkında kafa karışıklığı yaşadığını
belirterek, “Psikoloji bilimi anlamında
çoğu insanın zihni karışık ve bu
konularda bilgi eksiklikleri var. En önemli
sorun ise, insanlar bu hizmeti nereden
ve nasıl alacaklarına dair doğru ve
güvenilir bilgilere sistematik bir şekilde
ulaşamıyorlar. Terapi Portalı’ndan önce
bu bilgilerin düzenli ve bir bütün olarak,
ayrıştırılmış halde bulunduğu bir kaynak
yoktu” açıklamasında bulundu. Ağırlıklı
olarak kadın–erkek ilişkileri ve çocuk
psikolojisi hakkında soruların geldiği
portalda, 61 uzman yazdığı bloglarla
ziyaretçilerin sorunlarına yardımcı
olmaya çalışıyor. Terapi Portal’ında
uzman görüşlerinin yer aldığı videolar da
bulunuyor.
Türk erkeğinin tercihi
kırmızı değil siyah
Y
eni yıl alışverişi nedeniyle iç çamaşırı satışlarında
büyük bir artış yaşayan Daybuyday.com, toplam iç
çamaşırı alışverişinin yüzde 44’ünü gerçekleştiren
erkeklerin eşleri ve sevgilileri için en çok siyah (yüzde 28,4)
çamaşır aldığını açıkladı. Yeni yılda en çok kırmızı çamaşır
alındığı düşünülse de Türk erkeklerinin ilk tercihi siyah
alt-üst takımlar oldu. Daybuyday’in son iki haftalık satışları
değerlendirilerek, erkeklerin siyahtan sonra en çok beyaz
(yüzde 24,2) ve kırmızı (yüzde 13,6) iç çamaşırlara ilgi
gösterdiği anlaşıldı.
138 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
İstanbullular iç çamaşırı
alışveriş şampiyonu
Daybuyday’de genel olarak en çok iç çamaşırı
alışverişini İstanbullular yapıyor ve onu yüzde 11 ile
Ankaralılar ve yüzde 8 ile İzmirliler takip ediyor. Hem
kadın hem de erkeklerin alışverişleri toplam olarak
değerlendirildiğinde ise en çok alt-üst takımlar (yüzde
22,25) sutyen (yüzde 18,09), boxer (yüzde 14,19),
gecelik (yüzde 10,39) ve külot (yüzde 7,52) satın alındığı
görülüyor.
Erkek bakımının öncü markalarından Philips; daha pürüzsüz ve
temiz bir tıraş deneyimi için, PT730’u sunar. “Süper Kaldır ve
Kes” teknolojisiyle son derece rahat bir tıraş sağlayan Philips’in
yeni tıraş makinesi, “DualPrecision Kesme Sistemi” ile en kısa
sakallarda bile mükemmel performans gösteriyor.
Yüz kıvrımlarına dinamik uyum sağlayan “Reflex Action” sistemli
başlıklarla güçlenen PT730 ile sabah rutini sıkıcı olmaktan
uzaklaşıyor. Yeni PowerTouch tüm bunların yanı sıra, boyun
kıvrımlarındaki sakalların alınmasında da rahatlık sağlıyor.
Sokak Oyunları,
Eti’yle yeniden canlanıyor
ETİ’nin ÇEKÜL Vakfı ile 2008 yılında hayata geçirdiği ETİ ÇEKÜL
Kültür Elçileri Projesi dördüncü yılını tamamladı. Türkiye’nin en
uzun soluklu kurumsal sosyal sorumluluk projelerinden biri olan
ETİ ÇEKÜL Kültür Elçileri Projesi’nin küçük üyeleri, her eğitim
yılı sonunda olduğu gibi bu yıl da unutulmaya yüz tutmuş
değerlerimize dikkat çekmek ve geniş kitlelerde farkındalık
yaratabilmek adına İstanbul’da bir araya geldiler. İstanbul
Buluşmaları’nın bu yılki teması, teknolojinin gelişmesi ve yoğun
şehirleşmenin de etkisiyle giderek unutulmaya başlanan “sokak
oyunları” oldu. Proje kapsamında sokak oyunlarını yeniden
canlandırmayı amaçlayan ETİ, Okan Bayülgen’le işbirliği yaptı.
Projenin destekçisi Okan Bayülgen, Kültür Elçileri’nin eğitim
aldıkları kentleri ziyaret ederek birbirinden ilginç sokak
oyunlarını, çektiği fotoğraf kareleri ile ölümsüzleştirdi ve
Türkiye’nin farklı kentlerine has, farklı sokak oyunlarını “Kaybolan
Sokak Oyunları” sergisi ile ortaya çıkardı. Yerel değerlerimize
sahip çıkma bilincinin gündeme getirdiği davette, cemiyet
dünyası oldukça keyifli saatler geçirdi.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 139
140 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 141
KÜLTÜR SANAT KİTAP
İLİŞKİLERİN PSİKOLOJİSİ
Ne bekliyoruz bir ilişkiden? Bizi mutlu etmesini mi? Karşımızdakinin hayatımıza girip
her şeyi anlamlı kılmasını, keyifsiz
giden her şeyi heyecanlı hale
getirmesini, derinliğini
hissedemediğimiz hayatımızıbize
hissettirmesini mi? YAŞAMA YERLEŞMEK
Küçük Şeyler dizisinin yeni kitabı... Bazılarımız bazen dört elle sarılır yaşama... Üstün Dökmen
Mustafa Topkara
Fark ederek, hissederek, ânı yaşayarak... İlişkilerde en fazla zorlandığımız
yer, karşımızdakinin varlığını kabul
etmektir. Bazıları ise parmak ucuyla tutar yaşamı... Prof. Dr. Üstün Dökmen, bukitabında
yaşama yerleşmenin koşullarını anlatıyor.
John C. Parkin
Çeviren: Figen Kılavuz
John C. Parkin’in bu komik ve ilham
verici kitabı, S*ktir Et demenin;
Doğunun boş verme, vazgeçme ve bir
şeylerin o kadar da önemli olmadığını
fark ederek gerçek özgürlüğü bulma
gibi ruhani fikirlerinin kusursuz bir Batı
ifadesidir. 142 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
Birini hayatımıza dahil etmek, o güne
kadar edindiğiniz tüm alışkanlıkların,
ilişki algımızın yaşadığımız ilişki
tarafından gözden geçirilmesi demektir. ‘Kimi seviyorsun? Onu mu, kendini
mi? ‘ diye soran yazar, ilişkileri,
ilişkilerdeki bizi, insan olarak gücümüzü
ve güçsüzlüklerimizi tüm çıplaklığıyla
ortaya seriyor. Kadın erkek ilişkilerini
analiz ederken, kendimizi tanımamızı
sağlıyor... BİR CİNAYETİN PSİKANALİZİ
S*KTİR ET
S*ktir Et demek sizi iyi hissettirir.
Mücadeleden vazgeçmek,
ne hoşunuza gidiyorsa onu
yapmak, çevrenizdekilerin sizin
hakkınızda düşündüklerini
umursamamak ve kendi yolunuzdan
gitmek harika bir duygudur. Kendi hayatını mutlu etmekte
zorlanan bizler, başka
birinin hayatını nasıl mutlu edebiliriz? Karşımızdakinin hayatında olağan
olan ama bizi korkutan, bize kendimizi
değersiz hissettiren davranışları
kabullenmek zordur. Birini
kabullenmek, kendi korkularımızı,
zayıflığımızı, yani kendimizi
kabullenmektir. S*ktir Et; şarkı okumak, meditasyon
yapmak, sandalet giymek ya da
tütün yemek gibi eylemler gerektirmeyen
ruhani bir yoldur. Modern zamanın
küfürlü söylenişiyle, S*ktir Et, Batılıları
şöyle bir sarsıp kendilerine getirecek,
anlam dolu hayatlarımıza egemen olan
stresi ve gerginliği ortadan kaldıracaktır. Bu yüzden, bütün sorunlarınıza ve
meselelerinize S*ktir Et demenin bir
yolunu bulun. Hayatınızda yapmanız
“gerekenlere” S*ktir Et deyin ve sonunda
başkaları ne düşünürse düşünsün, neyi
yapmak istiyorsanız onu yapın.
Bir Cinayetin Psikanalizi, 1909
yılında sıcak bir Ağustos akşamı
Sigmund Freud’un, rakibi ve öğrencisi
Carl Jung ile birlikte buharlı gemi
George Washington’dan inmesiyle
başlıyor. Şehrin diğer ucunda, şehri
tepeden gören muazzam bir apartman
dairesinde, çok güzel bir kadınavizeye
asılmış bir şekilde ölü bulunur; cinsel
işkenceye maruz kalmış, kırbaçlanmış,
kesilmiş ve boğulmuştur. Ertesi gün,
ikinci bir güzel kadınyüksek sosyeteyle
alay eden ve donuk, cansız annebabasını küçümseyen asi bir mirasyedi
katilin elinden kıl payı kurtulur. Ama
birhisterik olan Nora Acton, saldırıyla
ilgili hiçbir şey hatırlamamaktadır.
Amerika’nın ilk psikanalistlerinden biri
olan Dr. Stratham Younger,Freud’un
rehberliğinde onu tedavi etmeye başlar.
Jed Rubenfeld
Freud, Jung’un rekabetçi ruhuyla ve
kendisini yok etme komplolarıyla
uğraşırken, kendisini entrikalar,
maskeler ve insan zihninin hileleriyle
dolu bir cinayet gizeminin içinde bulan
kişi Younger oluyor. Akıcı bir dille yazılmış olan ve etkileyici
gerçek detaylara dayanan Bir Cinayetin
Psikanalizi, yeni bir romancının
hayranlık uyandıran yeteneğini gözler
önüne sererken, Freud, Carl Jung
ve Hamlethakkında bildiklerinizi gözden
geçirmenize neden olacak.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 143
PSYCHO ASTROLOJİ
2012 Koç Burcu Yorumu
Koç Burçları, bu yeni yılda sabretmeyi öğrenmeniz için pek çok
sınavlardan geçeceksiniz Mükafat almakta zararlı çıkmakta sizin
elinizde olacak.
2012 yılı Koçlar için farklılıkların yeniliklerin yılı olacak Bu
değişimler yaşanırken sıkıntılı dönemlerin de sizi beklediğini
unutmayın ancak mücadeleci koçlar bu sıkıntıların üstesinden
gelmeyi başaracak Yılın ilk dönemi yeni bir aşk ilişkisine girmeniz ya da en azından
sizi heyecanlandıracak bir flörte başlamanız olasıdır Ancak
bunun güzel başlayan fakat sıkıntılı bitecek olan bir dönem
olduğunu unutmayın. Haziran – Ağustos tarihleri arasında
duygusal ilişkilerde şansınız kapalı.
Sağlık konusunda dikkatli olmalı ve kendinize daha çok vakit
ayırmalısınızTartışmalardan uzak kalın ve tansiyon sorunlarınıza
dikkat edin Mideniz ve sindirim sisteminizle ilgili sorunlar
olabilir.
2012 Boğa Burcu Yorumu
Yeni yılda daha gerçekçi amaçlar belirleyeceksiniz, hayatınızdaki
ayrıntıları daha çok düşünecek yeni adımlar atacaksınız Daha
önce hiç olmadığınız kadar dayanıklı, kararlı ve sabırlı olacak ve
buna siz bile şaşıracaksınız
Yılın ilk yarısında çok fazla çalışmak zorunda kalabilir fakat
çabalarınızın karşılığını alamayabilirsiniz Yılın ikinci yarısı
ise iş hayatınız daha bir rayına oturmuş olacak, şansınız yeni
anlaşmalar için size gülümsüyor
Boğa burçları 2012 de aşk hayatınız oldukça renkli geçecek yeni
aşklar, aile kurma düşüncesi, size sıkıntı veren ilişkileri aniden
bitirme gibi gelişmeler yaşanabilir. Ailenizdeki bireylerin sağlık durumu ile ilgili bir problem varsa
düzelecek ve onların sağlık sorunlarının maddi sorumluklarını
siz yüklenebilirsiniz Yeme ve içme konusunda aşırıya
kaçmamalısınız.
2012 İkizler Burcu Yorumu
2012 İkizler Burcu için iş konularında zor bir dönem
yaklaşıyor Neyse ki zor zamanlarda ani çözümler bulabilecek
yapıda olmanız ve eğlenceli bir insan olduğunuz için sorunlu
iş ortamında doğruları bulacak ve ortamı sakinleştirecek bir
kişiliğe sahipsiniz Siz yinede dikkatli olun.
İkizler burcu insanı için bir kişiye bağlı kalmaz aşk ve aile
yaşamını sürdüremez derler ama gezmeyi ve yeteneklerini
sergileyebilecekleri ortamı ve rahatlığı sağlayan bir partnerle
uzun süreli ilişki yaşamaları kaçınılmazdır.
Finansal konular, anlaşmalar, miras gibi ya da yatırım
benzeri konular sizi bu yıl daha fazla bağlayabilir Bu belki
bir kredi kullanımından ya da bir birikimi değerlendirme
sorumluluğundan kaynaklanabilir.
2012 tansiyon problemi olanların özellikle dikkatli olmaları
gerek Kış aylarında açılan iştahınıza karşı önlem almalısınız.
144 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
2012 Yengeç Burcu Yorumu
2012 Yengeçlerin ailesine ve sevdiği insanlara daha düşkün
olacağı bir dönem Bu dönemde çok iyi bir arkadaş edinip onun
dertleriyle oyalanıp kendinizi daha mutlu hissedeceğiniz bir
dönem olarak da görünüyor; dikkat etmeniz gereken şey, sizde
arkadaşınıza dertlerinizi anlatırken onun söylediği şeylere kulak
vermeniz ve hayatınızla ilgili inatçılıklarınızdan vazgeçmeniz.
Yılın ilk yarısı İş konularıyla ilgili bir görüşme için bir yere
gitmeniz mümkün Üzerinizde otorite sahibi olan kimselerle
karşılıklı gerilimleriniz olabilir Ancak iş yaşamınızda rahatsız
edici bir tatminsizlik yok
Son yıllarda gerçek aşkı bulmanın zor olduğunu düşünmeye
başlamıştınız Karşınızdaki kişiden sıkıldığınız yada bu benim
tanıdığım insan değil artık, dediğiniz ilişkilerden yorulduğunuzu
hissediyorsunuz Şunu hemen belirtelim evrenin sizi
ödüllendireceği günler yakın.
Omurganızı, belinizi ve sırt kaslarınız zorlamayın Kalp ve sırt
problemleri yaşayanlar Şubat- Mayıs dönemini daha dikkatli
geçirmeli Kontrollerinizi ihmal etmeyin.
2012 Aslan Burcu Yorumu
Aslan Burçlarının Atalarından aldığı ahlak kuralları ve
davranış prensipleri, Aslanın kendine sorunlu bir yaşam
yaratmasına sebep olur İnatçı ve önyargılı olabilirDeğişik
yerlerden ve değişik projelerden para kazanma isteğiniz bu yıl
yoğunlaşabilir Durumunuza bir an önce aydınlık kazandırmak
için sabırsız davranmanız mümkündür.
Bekâr yada kalbi uzun süredir boş olan Aslanlar senenin ilk
ayları ile beraber aşk hayatınızda kıpırdanmalar başlayacakBekâr
olup sorunlu bir ilişki yaşayan Aslanlar doğru kararı vermek
için iyice düşünmeli eğer sorunları aşıp aynı insanla yola
devam etmek istiyorlarsa geçmiş sorunları deşip hayatı daha da
zorlaştırmamaları gerektiğini hatırlamalılar.
Bu yıl kaza yaralanma gibi risklere dikkat edin, acele ve telaşlı
hareket etmeyin.
2012 Başak Burcu Yorumu
Başak burcu insanından dikkat gerektiren tüm işlerde başarı
beklenir Bu başarılarının meyvesini 2012 yılında alacaksınız
gibi görünüyorÖzellikle yılın ilk ayları gözlem gücünüz
yüksek Yeni yılda özel fırsatlar sizi bekliyor, kendinizin ve
karşınızdaki insanın duygularını daha fazla önemsemeyi ve
tartışma anında savunmaya geçmemeye dikkat ederseniz, daha
güzel günler sizi bekleyecek, çünkü sevdiğiniz ve bağlandığınız
zaman daha koruyucu olursunuz ve böylelikle ilişkileriniz daha
da derinleşirKıvrak zekânızla, algılama gücünüzle, iletişim ve
konuşmalarınızla etrafınızda hayranlık uyandırabilirsiniz.
İlişkinizle ilgili konularda inatlaşmayınız Sen ve ben
demek yerine biz olunuz Yeni bir ilişkide hemen karar
vermeyiniz Dikkatlice gözden geçirmelerde bulununuz
Fiziğine ve dış görüntüsüne son derece önem veren Başakları
sağlıklı bir yıl bekliyor.
2012 Terazi Burcu Yorumu
Teraziler 2012 yılında Çevrenizde olup, bitenler için çok
meraklı olacağınız ve dikkatli olmanız gereken bir yıl Bu
meraklı tavırlarınız biraz başınızı ağrıtabilir Başkalarının
yaşantısına girmeye bayılıyorsunuzTicaretle uğraşanlar yılın
ilk yarısı alacakları güzel haberlerle masraflarını arttırabilir İşle
ilgili beklentileriniz gerçekleşecek Sorunlarla akıllıca baş
edeceğiniz parasal anlamda rahata erdiğiniz bir dönemMars
gezegenin ciddi ilişkiler evinizden geçişi, ilişkinizle alakalı
konularda partnerinizin size karşı iyimser, bonkör, pozitif
bir ruh hali içinde davranmasını sağlayabilir Sizin de aynı
şekilde karşılığını vermeniz halinde birbirinizle uyum içinde
olabilirsinizÖfkelerinize hâkim olduğunuz sürece, sağlığınız bir
sorun yaratmayacak Kendinizi rahatlatacak ruhsal deneyimler,
meditasyon gibi konularla ilgilenebilir, hobilerinize vakit
ayırabilir, sakin ortamları tercih edebilirsiniz
2012 Oğlak Burcu Yorumu
Oğlak Küçük yaşlardan beri yükselmenin, başarı kazanmanın
hayalini kuruyordunuz 2012 yılı sizin yılınız olabilir Anlaşmalar
yapmak, ortaklıklara girişmek yeni bir iş, var olan işinizde
büyümeye gitmek, ekstra çalışmalar 2012 de gündeminizde
olabilirŞubat gibi ortağınız veya iş arkadaşlarınız ile birlikte
yapacağınız bir işte gerilim yaşayabilir, bazı gecikme ve
aksaklıklara maruz kalabilirsiniz Aceleden ve riskten
kaçınmanız gerekiyorOğlak burcu insanı çok akıllı olduğundan
aşk konusunda kolay kolay kimseye güvenemez, fakat aşka
doyacağınız dönemler yaklaşıyor Güveneceğiniz insan
yakınlarınızda olabilirSağlığınıza ve uyku düzeninize dikkat
etmeniz, beslenme konusunda diyetinize özen göstermeniz
faydalıdır.
2012 Kova Burcu Yorumu
Çalışmalarınızda sabır ve özenle çalışmayı sevdiğinizden dolayı
2012 yılında hakeettiğiniz saygıyı ve itibarı kazanacağınız
bir döneme giriyorsunuz, gösterişten uzak bir şekilde işlerini
yapmaya devam etmeniz yararınıza olacaktır. Sayın Akrep
2012 de kendinizi gösterme ve takdir toplama şansınız
olacak İş hayatınıza gereken önemi vermek, çalıştığınız kişilere
odaklanmak zorundasınız zira tempolu bir yıl sizi bekliyor Aşkta
mutluluğu yakalamak için her şeyden önce yaşamınızın
sorumluluklarına her zamanki sahip çıkmayı başarmalı, güvence
dolu bir iş hayatı sayesinde maddi olanaklara kavuşmanın sizi
karşı cins üzerinde etkili kılabileceğini bilmelisinizMide ağrıları
ortaya çıkabilir Eğer siz bir kadınsanız genital rahatsızlıklara
dikkat etmelisiniz.
Bu yeni yılda gelecekle alakalı umutlarınız daha ön planda
olmaya başlayacaktır. İdeallerinizi belirli bir noktaya
odaklamanız için her şeyden önce disiplinli bir şekilde çalışmak
ve mesleki açıdan kendinizi geliştirmeniz gerekmektedir.
Ortaklaşa yaptığınız işler varsa, oldukça başarılı olabilirsiniz.
Ortak kazançlarınıza ilişkin farklı ve ilginç kararlar alabilirsiniz.
Ani kararlar alarak para kazandığınız işten ayrılabilir,
borç alarak riske girebilirsiniz Kalbi boş olan kova burçları
içinizde bazı korkular yalnızlık duygusu yaşasanız da Mart
gibi İkili ilişkilerde başarıyı yakalayabilir, karşı taraftan gelen
yönlendirmelere değer verebilirsiniz. Nisan sonrası kiminiz bir
anda evlenmek isteyecek ve var olan ilişki bir anda ciddileşecek.
Enerjinizi doğru kullanmalısınız kendinizi çok yormayın. Bu
yıl dinlenmeler büyük bir önem kazanıyor. Fiziksel enerjinizi
güçlendirmelisiniz.
2012 Yay Burcu Yorumu
2012 Balık Burcu Yorumu
2012 Akrep Burcu Yorumu
Yeni yatırımlar ve ortaklaşa işler yoluyla maddi güce ulaşmanızı,
yeni ortaklıklar kurabilmenizi, ciddi ilişkiler yaşamanızı,
ruh eşinizle karşılaşmanızı, parasal konularda dengeli bir
bütçe ayarlamanızı, aşkın sihirli gücüyle karşılaşmanızı
sağlayacak koca bir 2012 var önünüzde. Birikimlerinizi
sağlam alanlarda ve istikrarlı yatırımlarda değerlendireceğiniz
bir yıl sizi bekliyor Gereksiz harcamalarınızı kısmanız da
başarıyı arttırıyorBu yıl ilginç aşkların da, sizi beklediği
söyleyebiliriz 2012’nin ilk yarısı ilişkileriniz açısından çok şey
vaat eden bir yıl olacak Bu yıl tanışacağınız kişiler size yeni
kapılar açabileceği gibi, aşk hayatında ve evlilikte de yeniliklere
yol açabilirBel bölgenizle ilgili sürpriz rahatsızlıklar canınızı
sıkabilir.
Bu yıl kendinizi gergin hissettiğiniz dönemlerde sakin olup
sinirinizi etrafa kesinlikle yansıtmamalısınız. Ayrıca geleceğinizi
iş anlamında hedeflendirmeyi ve bir amaç etrafında hareket
etmeyi başarmak durumundasınız. Mart-Nisan ayları parasal ve
maddi konular üzerine sıkıntılar yaşayabilir, hem kazanmakta
zorlanabilir hem de var olanları değerlendirme konusunda
endişelenebilirsiniz. Huzurunuzu ve güvenliğinizi tehdit
edecek konularda tutumlu davranmak çok faydalı olacaktır.
Sevilmek, değer görmek, kısa süreli maceralar yaşamaktan
hoşlanabilirsiniz. İlişkisi olanlar ise partnerleriyle her türlü
paylaşımda olmaktan zevk alabilirler. Çok fazla kaptırırsanız
sağlık sorunu olabilir, bu kez aşırı yorgunluk yüzünden sağlık
sorunu çıkabilir. Şayet hiçbir şey yapmayacak olursanız,
enerjinizi akıtacak bir alan bulamazsanız o zaman da isteksiz
halsiz bitkin bezgin şekilde enerji fazlası sizi yakabilir.
Tahammülsüz, rahatsız ve öfkeli bir tavır sergileyebilirsiniz. O
zaman da yapabileceğiniz şeyleri yapamazsınız.
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 145
146 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012
PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012 147
148 PSYCHOACADEMY MAGAZINE OCAK 2012

Benzer belgeler