Untitled - Kale Tasarım Merkezi
Transkript
Untitled - Kale Tasarım Merkezi
26/07/2009 03 Barış Çakmakçı [email protected] Tekstil dünyasının sokak stili ve denime odaklanan en önemli fuarı Bread&Butter, 1-3 Temmuz tarihleri arasında Berlin’de gerçekleşti. Seçilmiş markaları bir araya getiren fuarda sokak stilinden, kentli spor giyime kadar dünyanın önde gelen pek çok markası yeni sezon ürünlerini vitrine çıkardı. Hızla değişen moda endüstrisinde önemli bir pasta payına sahip olan genç jenerasyona hitap eden markaların tasarım anlayışlarını ortaya koyduğu fuar, renkli tekstil ürünleri kadar mekan, konsept, perakende, ambalaj, grafik ve stant tasarımlarıyla da dikkat çekiciydi. Konsept uyarlaması 1930’lu yıllarda inşa edilen ve Nazi Almanyası’nın önemli merkezlerinden biri olan Tempelhof Havaalanı, B&B Fuarı ile birlikte kapılarını artık sadece etkinlikler için açıyor. Acı–tatlı hatıralara ev sahipliği yapmış olan mekân, fuarın da konseptini belirleyen baskın bir kimlik olarak öne çıktı. Fuara girişin uçak bileti şeklinde tasarlanmış ‘boarding pass’larla kontuarlardan yapıldığı alanda kataloglar da valiz bantlarından gelerek ziyaretçilere ulaştı. Firmaları kategorize eden bölümlerde yer alan stantlar ise hangar bölümlerinde yer aldı. Aprona kurulan “rekreasyon ve yemek” alanında ise yine, tarihi önemi olan uçaklar dekorun birer parçası olarak değerlendirilmişti. Yapının karakterine uygun olarak bırakılan orijinal havalimanı parçalarının yanı sıra işaret levhaları ve yapılan anonslar da konsepti tamamlıyordu. Tüketimden etkileşime: Perakende sektörünün giderek tüketimden etkileşime önem vermesiyle birlikte mağazalara yansıyan interaktif uygulamalar B&B hollerinde de hakimdi. Sokak sanatçılarıyla birlikte grafiti ve stencil yapanlardan, langırtla ayakkabıları deneyenlere, otomatlardan jean pantolon alanlardan BREAD&BUTTER’LA “UÇMAK” Temmuz ayında Berlin’in tarihi öneme sahip havaalanı Tempelhof’ta düzenlenen haliyle yeniden şehre dönen şehirli sokak giyim fuarı Bread&Butter, konseptiyle son yılların en hızlı çıkışlarından birini yaptı. Üç günlük fuarın her adımında yaratıcılık vardı. boya badana yaparcasına tişört tasarlayanlara kadar serbest rekabet piyasası içinde yaratıcılıklarını konuşturan markaların akılda kalma girişimleri takdire değerdi. Ürünle birlikte etkileşime geçen ziyaretçilere dağıtılan promosyon ürünleri de yine marka bilinirliğini artırmak üzere zekice düşünülmüş objelerden oluşuyordu. 01 stand tasarımları da çevreye duyarlı ve sürdürülebilirlik odaklıydı. Başta yoğun kauçuk ve sentetik madde kullanan ayakkabı markaları olmak üzere birçok marka stantlarını geridönüşümlü kartonlar, ahşaplar ve ondülalar ile hazırlamıştı. Doğaya sahip çıkmaya davet eden mottolarıyla bu markalar sosyal sorumluluk bilinçlerini de ortaya koymaktaydı. Yoğun grafik kullanımı: Gerek fuar alanı, gerek kurumsal grafikleri, gerek tekstil ürünlerinin motifleri gerekse de markaların bizzat kendi kurumsal kimlikleriyle B&B Fuarı, tam bir grafik şöleniydi. Op-art’tan floral desenlere, figüratif oyuncaklardan sticker’lara, logolardan ambalajlara kadar hemen her markanın kendi kimliğiyle özdeşleşen, yaratıcı bir “grafik ruhu” vardı. Gökkuşağının tüm renklerini bir arada kullanan grafiklerin yanı sıra Tempelhof’un ilham verici konumundan kaynaklanan uçak ve uçmak konsepti de grafik uygulamalara dönüşmüştü. Bizden markalar: Türkiye’den de katılımın olduğu fuarda “Akdenizli” temasını öne çıkaran Mavi Jeans, ürünlerini sergiledikleri stantlar için sedirler, gümüş siniler ve yerel desenli kumaşlar tercih etmişti. Önde gelen tasarımcılarla yarattıkları beyaz gömleklerle tanıdığımız Bil’s de fuarda sade ama güçlü görsel düzenlemelerle yar aldı. Yoğun insan trafiği arasında sadece ürünlerle değil, disiplinlerarası bir konsept tasarımıyla öne çıkan Bread&Butter Fuarı için planlanan bir sonraki tarih, 20-22 Ocak 2010; mekan ise Tempelhof! 01-02 Temmuz ayının başında Tempelhof Havaalanı’nda düzenlenen Bread & Butter bir grafik şöleni gibiydi. Sürdürülebilirlik kavramına odaklanan katılımcılar, ziyaretçilere interaktif deneyimler sundu. Eko-deko her yerde: Fuara katılan markaların sergiledikleri ürünler kadar 02 04 26/07/2009 Hatice Gökçe Sibel Baştimur [email protected] [email protected] KADINI GÜÇLENDİRMEK İÇİN MODA Nemrut Dağı’nda görkemli yerini koruyan, bereket sembolü, Kommagene Krallığı’nın güzeller güzeli tek tanrıçası Argande, ismi ile bir kadın projesine ilham kaynağı oldu. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı (GAP BKİ) ortaklığı ve İsveç Uluslararası Kalkınma İşbirliği Ajansı (Sida) finansmanıyla Mayıs 2008’de başlayan proje, Güneydoğu Anadolu’daki kadınların sosyal ve ekonomik olarak güçlendirilmesi amacıyla “GAP Bölgesindeki Kadının Güçlendirilmesinde Yenilikler Projesi” adıyla yazılmış. Kadınların iş gücü piyasasına katılımını, Güneydoğu Anadolu'nun markalaştırılmasını ve yeni satış ve pazarlama fırsatlarının yaratılmasını hedefleyen proje, moda ve tasarımın dili ile yöreye özgü el dokuması kumaşlarında kullanıldığı tasarımlardan oluşan 14 parçalık bir koleksiyon olarak hazırlandı. Türkiye’nin önemli moda tasarımcıları tarafından hazırlanmış ve proje yararlanıcısı kadınlar tarafından Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde üretilmiş olan koleksiyon, ARGANDE etiketi altında satışa sunuluyor. Batman’da kurulan konfeksiyon atölyesi Ve Mardin’de kurulan örgü atölyesi ile beraber yaklaşık 143 kadına istihdam olanağı sağlanıyor; önümüzdeki yıllar içinde bu sayının 1000’e çıkması hedefleniyor. Türkiye’nin en büyük hazır-giyim firmalarından MUDO’nun desteği ve Hatice Gökçe’nin tasarım koordinatörlüğünde gerçekleşen proje kapsamında, sektörün önde gelen moda tasarımcıları Ezra Çetin, Tuba Çetin, Rana Canok, Berna Canok Özay, Deniz Yeğin, Simay Bülbül, Gamze Saraçoğlu ve Mehtap Elaidi’nin tasarımları da yer alıyor. Yalnızca bu kadar değil; markanın yaratılma sürecinde, basılı ve görsel materyallerinin hazırlanmasında da oldukça tanıdık bir isim, Demir Tasarım yer alıyor.Batman Valiliği’nin finansal ve teknik desteğiyle üretilen koleksiyon için çalışan kadınlar, İstanbul Hazır Giyim ve Konfeksiyon İhracatçıları Birliği (İHKİB) tarafından eğitildi. ARGANDE yılda 2 kez ana koleksiyon hazırlıyor olacak; projenin en önemli özelliği sürdürülebilir olması. Yılbaşı için küçük bir koleksiyon hazırlamaya başlamışlar bile! 01-02-03 Hatice Gökçe, Gamze Saraçoğlu, Berna-Rana Canok tasarımları Kadınlar için yazılmış, kadınlar tarafından tasarlanmış ve kadınlar tarafından üretilmiş bir proje, Argande. GAP Bölgesi’ne bir de moda gözüyle bakmaya ne dersiniz? 01 02 Tendence sadece yeni ürünlerin sergilendiği bir fuar olarak değil tasarım ve trendlerin paylaşıldığı bir platform olarak da isim yapmış bir fuar. Tendence çatısı altında en son yenilikler ve eğilimler farklı fuarlar kapsamında hayata geçiyor. Dekorasyondan ev aksesuarlarına, hediyelik eşyalardan masa ve mutfak ürünlerine, dış mekan mobilyasından tekstil ve aydınlatma ürünlerine dair her çeşit dekorasyon ürününü bir araya getiren fuar bu yıl da tüm dünyadan sektör öncülerini ağırladı. Tendence çatısı altında bu yıl üç başlık yer aldı: Living, Giving ve önümüzdeki yılın İlkbahar ve yaz ürünlerinin yer aldığı Collection. Fuarda bir bölüm de sektördeki toptan alıcı ve satıcılar için kurulan Passage bölümüydü. Tasarım odaklı Living fuarı bu yıl modern iç dekorasyon ürünleri kategorisine yer verdi. Ev aksesuarları, ev teksitili, resimler, çerçeveler ve aydınlatma ürünleri bu alanda sergilendi. Giving fuar alanı ise hediyelik eşyalara ayrılmıştı. Bu alanda geleneksel hediyelik eşyalardan, “trendy” ürünlere geniş bir ürün yelpazesinin yanı sıra kırtasiyelik ürünler, oyuncaklar, el işi, mumlar ve gurme hediyelikler de sergilendi. Sezonluk dekorasyonlar ve dış mekanda kullanılan eşyalar Collectione fuarında sergilendi. 2005 yılından bu yana Messe Frankfurt’un fuar portfolyosunda yer alan Collectione Preview İlkbahar + Yaz da Tendence fuarı çatısı altında gerçekleşti. Bu yıl Collectione’de katılımcı firmalar 2010 ilkbahar ve yaz sezonunun trendlerini ilk kez sergilediler. Collectione’de ziyaretçiler yıllık dekorasyon ürünlerinden, bahçe-teras ve balkon eşyalarına kadar geniş bir ürün yelpazesi bulabiliyorlar. Passage alanında ise yurtdışından gelen katılımcı firmalar çok çeşitli ev aksesuarları, hediyelik ürünler ve masa-mutfak-ev ürünlerini sergilediler. Tendence fuarı yeni ürün ve trend tanıtımlarının yanında birçok fuar aktivitesine de ev sahipliği yaptı. Personal Shopper Bu yıl Personel Shopper, uluslararası ün yapmış iki önemli tasarımcı olan Londralı Studio Doshi/Levien ve Viyana’dan Studio Polka tarafından yönetildi. İki tasarımcı, ziyaretçiler için fuar açılmadan önce ziyaret ettikleri katılımcı firmalardan aldıkları yeni ürünlerden oluşan bir sergi oluşturdular. Talents Talents alanı bu yıl ikiye ayrılmıştı: Mücevher tasarımı ve İç mimari. Dünyanın farklı yerlerinden gelen genç tasarımcılar kendi tasarımlarını uluslararası alıcılardan oluşan büyük bir izleyici kitlesi karşısında test etme imkanını buldular. Yeni fikirleri olan genç tasarımcıları keşfetmek isteyen şirketler için Talents bölümü büyük bir fırsat alanıydı. 03 Next Next, tasarım deneyimi kazanmış ve tüketici ürünleri sektöründe yer edinmek isteyen genç şirketlere ayrılan bir bölüm. Geçmiş yıllarda başarılı bir başlangıç aşamasını geçen Next, bu yıl farklı ürün segmentlerini de kapsıyordu. Tendence 2009’da 3 ayrı salonda ziyaretçiler 05 TENDENCE FUARI’NDA MÜKEMMEL ÜÇLEME Heyecanla beklenen Tendence fuarı 3-7 Temmuz arası Frankfurt’ta gerçekleşti. Giving, Living ve Collectione olarak 3 ayrı fuarı kapsayan Tendence’da her şey bir aradaydı: Bütün mevsimler, bütün dağıtım kanalları, tasarımlar, önemli alıcılar ve müşteriler. 01 genç tasarım şirketlerinin ürünlerini görme fırsatını yakaladılar: Loft bölümünde avantgarde iç mimari, Kids World’de trendy çocuk ürünleri ve Carat bölümünde innovatif mücevher kreasyonları sergileniyordu. Form Form sergisinde Tendence fuarının genelinde sergilenen ürünler arasından seçilmiş yeni ve innovatif ürünler görülüyordu. Young Designers meet the indusrty Alman Tasarım Konseyi ve Messe Frankfurt tarafından 2007’den beri düzenlenen YDIM programı kapsamında fuarın ilk gününde seçilmiş olan genç profesyoneller portfolyalarını sunarak kendilerini tanıtma fırsatı buldular. 2009 Trendleri: Çarpıcı renklerle doğallık Beyaz, bej, gümüş-gri ve altın önümüzdeki sonbahar ve kış sezonlarını domine eden renkler olarak belirlenirken, şarap rengi, mor ve lila güçlü vurgular yaratacak. Önümüzdeki sezon dekoratif ürünlerde de yoğun renklerin hakimiyeti görülecek, yeşil, pembe ve lila gibi neon tonlar sıkça parlak metalik yüzeylerle bir arada kullanılacak. Bunun tam tersi, beyaz, kum rengi ve taş rengi gibi yumuşak renkler ve tahta, kağıt gibi doğal ürünler trendinin de devam edeceği anlaşılıyor. Ev ve mobilya sektörlerinde de doğal materyallerden üretilen duvar ve yer kaplamaları talep görüyor. Küçük mobilyalarda ise duru ama tamamen sade olmayan çizgiler hakim. Mücevherlerde heyecan verici materyal kontrastları görülüyor. Tekstil, plastik, porselen gibi malzemelerin klasik değerli metallerle kombinasyonları yeni sezona hakim olacak. 01 Talents, Next, Form gibi tasarım odaklı bölümleriyle yetenek avcılarının ilgi olan Tendence Fuarı. 06 Tasarımcılar önce hayal etmekle işe başlıyor. Sonra da işi kağıda döküyor. Fizibilite sınavı ve çeşitli parametrelerden geçer not alanları benimseyip hayatımızın bir parçası haline getiriyoruz. Hayallerin ötesine geçemeyenler proje olarak dosyalardaki yerini alıyor. Konsept hayalperestlerinden en ilgi çekeni, 2008 Marka Konferansı’nda hikayesini anlatan tasarımcı Ora Ito. Tasarımcı ürün üretmeyip, hayalini üreten ve bundan para kazanıp ün salmış olan nadide insanlardan. 26/07/2009 Melis Pekand Banu Alpay [email protected] [email protected] KONSEPT TANRILARI İŞ BAŞINDA SPEKÜLATİF İŞE NE GEREK! Maddi karşılık ya da garanti olmadan fikir verdiniz mi hiç? İmza atmadan eskiz göstermeye cesaret ettiniz mi peki? Sizin işiniz Spec Work, yani “spekülatif” miydi? 01 Gucci villada uyanmak, Chanel Viole arabaya binmek şimdilerde hayal. Ancak hayalperest ürün tasarımcıları, markaların yaşam alanlarını istila etmekte bir sakınca görmeden onları aşina olmadığımız formlara sokuyorlar. Ora Ito; Nike, Louis Vuitton, Apple gibi neslinin çeşitli markaları için üç boyutlu kreasyon aletleri kullanarak, gerçek ürünleri tasarlayarak ürün tasarımına başladı. Eş zamanlı olarak her bir ürün için taklidine karşılık gelen reklamlar oluşturdu. Bu ürünlerin gerçekte hiçbiri var olmamasına rağmen, Ora Ito daha gerçekçi bir görünüm sağlamak amacıyla markanın fiili ismini ve logosunu kullanarak hazırladığı çalışmaları gazetelerde tam sayfa reklamlar halinde yayınlattı. Internetin gelişimi ve Fransız metro dergileriyle elde edilen başarı sayesinde, taklit ürün koleksiyonu dünyayı dolaştı ve ilk gerçek etiket olarak kabul edildi. İnsanlar gerçekte var olmayan bu ürünleri sipariş etmeye başladığında hayal gerçek oldu. Büyük markalar bu deneyimi orijinal ve akıllıca buldu. Ora Ito ile temasa geçtiler ve markaları ile ilgili olarak yaptığı korsan sanat eserlerini kabul ettiler. Ora Ito’nun moda markalarıyla ilgili konsept tasarımları arasında Louis Vuitton langırt, Gucci markalı villa bulunuyor. cep telefonu piyasasında varlık göstermeyen markayı üzmeyecek güzellikte konsept bir cep telefonu tasarlandı. Cam parçasını mavi çizgilerle bölen ve çesitli açılardan kayan ve farklı tuş takımları çıkartan model şimdilik çizgi hayallerde yatıyor.Bir başka fikir de şık bir bilezikle saati birleştiren ilginç aksesuar. Konsept havuzundan Gucci için düşünülmüş olan model, fütüristik bir görünüme sahip olan LCD ekranlı bilezik saat. yaratan The Onion adlı fırma, bunu moda dünyasının aldıklarını geri vermesi için bir fırsat olarak nitelendiriyor. Moda dünyası için neredeyse bedavaya çalışan işçiler, çekimlere arka plan olan egzotik yerlere bir teşekkür niteliğinde bu parfüm. Olayla dalgasını geçen Chanel No 3’ün şişesi de benzin bidonundan esinlenme. Hayallerde kalan konseptler hayatın her 07 noktasını moda markalarının saracağına dair izlenim bırakmasa da zihin açıcı ve yer yer korkutucu. Bilinen moda markaları kendi işlerinin dışına sarksa ve alışık olmadığımız alanlarda karşımıza çıksa konuşma dilimizi yeni kelimelerle donatmak zorunda kalırdık. Müşterinin, tasarımcıdan herhangi bir maddi karşılık ve garanti vermeksizin, iş ve fikir istemesi dünya literatüründe spekülatif iş (Spec Work) yaptırmak olarak geçiyor. Bu tarz çalışmalara evet demek bağımsız çalışan tasarımcılar, tasarım stüdyoları ve yeni mezunların korkulu rüyalarını süslerken, büyük çaplı reklam ajansları ve mimarlık ofisleri için ise işlerin normal akışını temsil ediyor. Aradaki en büyük fark oynanan bahsin yapılan ücretsiz işler hayır işi: toplum yararına yapılan gönüllü işler ve kazanılması koşulundaki getirisinin büyüklüğü. Mimarlık ve reklam gibi disiplinlerde sektör koşulları profesyonellerin spekülatif işlere evet demelerini öngörürken, sunulan ilk tasarım teslim edilecek ürün demek olmuyor. Kazanılan bir mimari proje ya da reklam kampanyası şirketleri senelere yayılan maddi anlaşmalarla ve gözönündeliğin getirdiği promosyonla destekliyor. Görsel iletişim ile ilgili tasarımlarda ise çoğunlukla sunulan iş, müşteri tarafından yeterli kabul ediliyor ve yazılı bir anlaşma olmadığı takdirde tasarımcı projeye harcadığı zaman ve emeğin karşılığını alamıyor. yapılan işin gerçek anlamdaki ekonomik değerini düşürmesi riskini göz önünde bulundurması gerekiyor. Müşterinin kaygılanması gerektiği noktaları ise ücretsiz yapılan bir işte verilen emek, enerji ve düşüncenin farkedilebilir bir düşüş yaşaması ve gereken detaylı araştırmanın ve prototip geliştirmenin yapılmaması durumunda projenin eksik kalması olarak belirtiyor. Tabii bunlara ek olarak hem müşteri hem de tasarımcıyı zor durumda bırakacak, fikri mülkiyet, tescil gibi unsurların ihlalini de unutmamak lazım. AIGA tüm bu durumları listeleyerek aynı zamanda hem tasarımcıları hem de iş verenleri uyarıyor. Maddi karşılık ve anlaşma olmaksızın bir işi kabul ederken tasarımcının, iş verenin kendisinden faydalanması ve spekülatif bir çalışmanın bir konuşma veren web strateji uzmanı Jeremiah Owyang, konuyu objektif bir tavırla masaya yatırıyor. Ekonomik geri çekilmenin yaşandığı bir dönemde spekülatif işlerin artacağını belirten Owyang, Crowdspring ve 99designs gibi kitlesel kaynak (crowdsourcing) oluşturarak, spekülatif iş ortamı yaratan websitelerinin daha da popülerleşecegini açıklıyor. 30 dolara Hindistan’da bir kişiye logo yaptırmanın dar çalışanlar ve yüksek kaliteli iş bekleyenler için asla ideal bir yol olmayacağını da belirtmeden geçmiyor. bütçelerle iş hayatına açılan şirketler için ideal olduğunu belirtiyor. 30 doların başka ülkelerde nelere kadir olduğunu da tabii unutmamak lazım. Gittikçe çarpıklaşan bir global ekonomide spekülatif çalışma koşullarının başka yararlarını da fikirleri hızlı prototipleştirme ve farklı kreatiflerden kısa süre içerisinde taze fikirler görebilme ve bu sayede vizyon geliştirebilme olarak da maddelendiriyor. olarak anılıyor. Tasarımın titizlik ve özveri istediğini unutanlar, bilgisayar kullanmayı tasarımcı olmakla karıştıranlar, müşteriyi bilinçlendirmenin de gerektiginde tasarımcının görevi olduğunu unutanlar, bir büyük görsel kirliliğin içinde tasarımın kalıcı tüm değerlerini çöpe atıyorlar. Kesin bir gerçek var ki, tasarım dünyası bir nevi mutasyon geçiriyor. Bütçelerle beraber zamanlamalar da daralıyor. Araştırma ve detay askıya alınırken, ucuza satın alınan grafikler ve bir biri ardına basma kalıp görselleri kağıda oturtmak çağdaş tasarım 01-02-03 Sırasıyla 3. Dünya ülkeleri için tasarlanan Chanel 3, konsept otomobil Chanel Viole ve Chanel Choco Phone 3. Dünyaya Tasarım Lüks markalardan kafamızı kaldırıp etrafa baktığımızda Nike için düşünülmüş ilginç bir süpürge modeli göze çarpıyor. Hokey sopası ve kalesi şeklinde hayal edilmiş model, süpürge dünyasına başka bir anlam katmış. Hokey sopasıyla vakum ünitesine pisliklerı göndermek aynen gol atmak gibi. Geçmişten geleceğe taşınmak istenen markaların başındaki Chanel için eğlenceli ve alaycı bir başka proje bir reklam şirketi imzalı. Lüks modanın mihenk taşı için Chanel 5 parfümüne gönderme yapan Chanel 3 adında bir parfüm hayali var. Chanel 3, marka değeri çok yüksek olan Chanel No.5 parfümün, 3. Dünya ülkeleri için düşünülmüş olanı. Güney kutbunun tozlu, kuru, az çekici bölgeleri Chanel koksun diye tasarlanmış. Chanel 5’in imtiyazlı olanlara değil de parası az olan ya da olmayanları hedefleyen versiyonu No 3 için konspeti Konsept tasarımlar bazen uçuk kaçık olsa da, lüks moda markaları için tasarlanmış en güzel proje, geçenlerde Chanel için yapılan arabaydı. “Gelecekte geçiyor” tadında bir tasarım olan Chanel Viole, Hong Kong’lu araba tasarımcısı olan bir öğrenci tarafından yapıldı. Lüks modaperverler bu arabanın stiline, güzelliğine, prestijine ve en önemlisi marka değerine bayıldılar. Chanel bir gün araba işine baba bir markayla bu tarz bir tasarımla girerse arzu edeni hayli fazla olacağa benziyor. Chanel’den devam edecek olursak, teknolojiden ziyade moda aksesuarı olan Spekülatif iş konusunu gri bir alan olarak kabul eden Owyang, şeytanın avukatını oynarken, spekülatif çalışmaların müşterinin tam olarak ne istediğini bilmediği sürece başarılı olamayacağını, yüksek profilli şirketler, marka stratejisi oluşturmaya Geçtiğimiz Mart ayında Austin’de gerçekleşen South by Southwest(SXSW) Müzik ve Medya Konferansı’nda spekülatif çalışmalar üzerine Spekülatif İşler Spekülatif işe karşı ilk olarak Avrupa’da başlayan ve tasarım camiasına ortak bir duruş getirmeye çalışan eylemler -Amerika başta olmak üzere- yurt dışında uzun zamandır devam ediyor. AIGA geçtiğimiz senelerde spekülatif işe tamamen karşı bir tutum sergilerken gelişen dünya koşulları ve profesyonellerden aldığı verilere göre duruşunu tekrar değerlendirdi. Her bedava yapılan işin spekülatif olmadığını belirten AIGA, ücretsiz çalışma tiplerini şöyle sıralıyor; 03 02 yarışmalar: bir ödül kazanmak adına üretilmiş işler gönüllü işler: maddi bir karşılık beklemeksizin kazanılacak tecrübe adına üretilen işler staj: eğitimsel bir kazanç adına Pentagram tasarım stüdyosunun ortaklarından Michael Bierut’un Design Observer’da spekülatif işle alakalı yazdığı bir yazıda da bahsettiği gibi tasarım müşteri ve tasarımcı arasındaki bir danışıklı dövüştür. İki taraftan biri sorumluluğunu yerine getirmediği takdirde aradaki güven dengesi bozulur. Kısacası kalıcı ve olgun tasarımlar yaratmak için tasarımcı kadar müşterinin de kendine düşen mesuliyetlere saygı göstermesi gerekir. Bu konuda, faaliyet gösteren başka organizasyonlarla karşılaşmak da mümkün. Örneğin NO!SPEC oluşumunun websitesini ziyaret ederseniz, ücretsiz olarak hazırladıkları no-spec logolarını kendi websitenizde de yer vermek üzere indirmeniz mümkün. Siteden aynı zamanda konuyla alakalı son gelişmeleri ve diğer tasarımcıların tecrübelerini de takip edebilirsiniz. www.nospec.com . Dünyada spekülatif işle ilgili hararetli tartışmalar devam ederken ne yazik ki konuyla ilgili bilgi alabileceğiniz Türkçe bir kaynak size sunamıyoruz. Oysa ki rekabet çıtalarının yerlerde süründüğü bu dönemde ne kadar ihtiyacımız var dilbirliğine. 01 01 Matt Clarke imzalı “no-spec” posterleri 08 26/07/2009 09 Umut Kart, Gözde Tüfekçi [email protected], [email protected] MESLEK LİSESİ “İHTİYACI” TASARIM DÜNYASI ENDÜSTRİYEL TASARIM MESLEK LİSESİNİ TARTIŞIYOR Tasarımcısı sanarken, benzeri bircok problemi yasarken bir de bunlara meslek lisesi mezunu kendilerini end. Tasarimcisi zanneden yeni bir kusak eklemenin ne anlamı var. IMMIB’in açmaya hazırlandığı “Endütriyel Tasarım Meslek Lisesi” tasarım dünyasını hareketlendirdi. Konuyu IMMIB başkanı Tahsin Öztiryakiler’le konuştuk. aşaması olduğunu. Şimdi kobileri nasıl eğitmiş olacaksınız meslek lisesiyle? Üniversiteler birbiri ardına endüstriyel tasarım bölümü açadururken, bir de müstakbel endüstriyel tasarım meslek lisesi geldi gündeme. Mezunlara ne denecekti? Piyasanın gerçekten ara elemana ihtiyacı var mıydı? Kobiler işlerini meslek lisesi mezunlarıyla çözünce “piyasa” ne olacaktı? Sorular çoktu, keza yanıtlar da... Önyargılı olmamak, dinlemek, sormak, önermek gerek. IMMIB başkanı Tahsin Öztiryaki, paylaşıma davet ediyor: Konuyla ilgili fikirler, 31 Temmuz’da Kale Tasarım Merkezi’nde masaya yatıyor. Davetlisiniz! Buradan mezun olacak arkadaşlar bir şekilde piyasaya girecekler, kobilerin yanında olurlar, tasarımcıların yanında olurlar, illa ki bir yerlerde var olacaklar. Ama çizgi çizmeyi bilmek sadece tasarım için de lazım değil, üç boyutlu çizim yapmayı bilen insan da az. Örneğin biz burada makine üretiyoruz, makine üreticilerine de lazım 3D program kullanabilen insanlar. Nereden çıktı meslek lisesi fikri? Dünyada birçok sektöre birinci kalite mal üreten Türkiye’de kişilerin kendine, kendi mallarına inanması gerekiyor, bu işin bu tarafı. Biz ne yapmalıyız dedik; ürünlerimizi tasarlayalım, tasarladığımız ürünler öyle güzel olsun veya tasarımcılarımız iyi olsun ki gidip dünyada tasarımlar yapsın. Yani tasarlanmış malı satmaktan da öte, Türkiye’de tasarımcı yetiştiğini hissettirmemiz gerek. Bundan anlayan insanların çok olması lazım, yani estetik kaygıları gelişmiş, tasarımdan birşey bekleyen insanlar... Ama bu eğitimi zaten üniversiteler veriyor.. Alternatif mi kurulan lise? Veriyor ama o kadar az sayıda üniversitelerimiz var ki bu konuda.Türkiye’de tasarımcıların sayısı az ama iş de çok değil. Çünkü tasarlamakla ilgili düşünen, tasarım yapmayı arzu eden iş adamlarımız yok. Tasarımcıyla sanayicimizin buluşması için sanayicimizin bir noktaya, kurumsal hale gelmesi, dünya görüşünün değişmesi, tasarıma inanması gerekiyor. Türkiye’deki firmaların %85’i aile şirketi. Ben de böyle bir şirketin ortaklarındanım. Kuzine yokken kuzine, tencere yokken tencere yapmışız. Ben bu işin profesyoneliyim gibi bir psikoloji içerisindeyim. Halbuki değilim.. Çok sayıda işsiz endüstriyel tasarımcı var, neden onları kobilerle buluşturacak projeler yapmıyorsunuz? Biz kobilerle tasarımcıların daha çok çakışmasını istiyoruz. Belki tasarımla uzlaşan insan sayısı artarsa, daha çok çakışırlar. Yani ben bile bir tasarımcı bulmaya çalıştığımda birtakım dernekleri incelemek durumundayım. Karşıma gelen insanla, çizgilerimizin kafalarımızın, dünya görüşümüzün uyması lazım. Üniversiteden Eger tasarımcıyı sadece stilistlik yapan, guzel modeler ureten birisi olarak hayal ediyorsak bu iş icin liseye de gerek yok, kucukluğunden beri otomobil cizen, bircok yetiskin var hayatımızın icinde… Ttasarımcı insan tasarlayacak, daha büyük hayallerini kuracak bu işin, ara eleman ona yardımcı olacak. Ara eleman dediğiniz kişiyi nereye konumluyoruz? 01 mezun arkadaşlar çok da fazla olmayınca böyle bir şey gelişmiş. Tasarımın pahalı görüldüğü bir psikoloji gelişmiş bu piyasada.3-4 üniversiteli tasarımcı ile çalışmak maliyetlerini yükseltiyor olabilir. Onlara yardımcı eleman lazım. Meslek liselerinden çıkacak kişiler ucuza tasarım mı yapacak? Yok onlar yardımcı eleman olacak. Hakikaten öyle değil, amacımız da öyle değil. Biz burada tasarım meslek okulu da yazalım mı diye daha üstüne basmadık. Yani ismi böyle olmayabilir? Tabii ki. İsmini de endüstriyel tasarım koymamız şart değil. Güzel sanatlar meslek lisesi koyabiliriz oradan başka yerlere insanlar yönlenebilir. Başka mesleğe yönelecekse bile estetik kaygısı oluşsun herkesin.Ne koyacağımıza birlikte karar verelim istiyoruz. Biz tasarımcılarla oturacağız, bu işin müfredatını yazıcağız. Evvela ben bu işin ilkokuldan itibaren bir planla gelmesini istiyorum. Daha çok sayıda insanın bu işlerle ilgilenmesini istiyoruz. Bu sayede insanların beyni gelişir, eli gelişir bir şeyler yaratmakla ilgili... Meslek lisesi mezunları bilinci tam oluşmadan “tasarım budur” diyecek. Kobi de tasarım onun yaptığıdır sanacak... Buradan üniversiteye gitmeye karar veren arkadaşlar çıksın istiyoruz. Bizim sistemimizde endüstriyel tasarım bölümünü arzu etmeyen insanların puanları bir şekilde bu bölüme yaklaştığında, o okula yönlenmeye karar verdiğinde, bir çizim kursuna ihtiyaç var. Ama endüstriyel tasarımdan derslerin de olduğu meslek lisesinden mezun bir arkadaş belki bu aşamaları atlatmış olacak. Üniversiteye girerken yetenek bölümünde kursunu da almış olacak. Peki herhangi bir üniversiteye başvurdunuz mu? Gelin ortak yapalım ya da bize danışmanlık verin dediniz mi? Burada öğrenciler ne öğreniyor olacak? Çizmeyi öğrenecekler, düşünmeyi öğrenecekler, çizdikleri şeylerin üretildiğini görecekler. Burada sadece çizilenle bırakmayacağız, prototip atölyesi kuracağız, sergiler yapacağız, ünlü tasarımcıları getirip eğitim vermelerini sağlayacağız. Lise mezunlarının doğrudan aktarabileceğiniz üniversite sınav sistemimiz yokken ; neden böyle Peşinden üniversitesini de yapabiliriz belki. Çeşitli üniversitelerin bu konudaki bölüm başkanlarıyla konuşup belki bir komite oluşturacağız. Onlardan bu işle ilgili müfredatıyla ilgili oturup konuşacağız ve bu işin üniversite hazırlık kısmını yapan bir okul haline getireceğiz. Şimdi binanın kontratını imzaladık ve bununla ilgili binanın dış cephesini, içini tasarlamak üzere bir yarışma açıcağız. Önce kobileri eğitmek istediğinizi söylediniz, sonra ise bunun endüstriyel tasarıma girmeden önce bir hazırlık Üretim teknolojilerini de anlatacağız, yani yapıldıktan sonra nasıl üretileceğine dair bilgi sahibi olacaklar. Şimdi tasarımcı dediğiniz insanların hepsi de tasarım meslek okullarını bitirmek zorunda da değil. Bir şeyi tasarlamak için illa ki üniversite mezunu olmak gerekmiyor. Önemli olan düşündüğünüz, tasarladığınız şeyi hayata geçirecek şeyi paftalara dökmek, hayata geçirecek araçları kullanmak. Orada mucit insanların yetişebileceği bir ortam oluşsun istiyoruz. Bir şey düşünüyor ve bunu üretmesi lazım, çizdirmesi lazım. Bizim okulumuza gelsin, orada onlara altyapıyı hazırlayalım, bu fikri tartışacağı danışmanlar olsun ve böyle bir “thinkthank” merkezi de oluşturalım istiyoruz. Aslında bunların hepsi düşündüğümüz şeyler. Neticede bir okul yapıyoruz okul her amaca hizmet edebilir. Bu düşündüklerimizi bir yere çakıştıramasak da orayı endüstri meslek lisesi yaparız. Tasarım meslek lisesi ile kaliteyi yükseltmek yerine çıtayı bir tık alta indirmiyor musunuz? Zaten varolan iyi üniversitelerin yanında niye kobi eğitimi değil de yeni tasarım eğitimi? Biz kobiyi de eğitiyoruz, bizim orada IMMIB olarak da iki katımız var, neticede biz tasarımcıyla kobiyi ve sanayiciyi buluşturacak bir ortam da yaratmak istiyoruz. Bunun için de mekanlara ihtiyaç var. Biz IMMIB olarak ihracatı geliştirmeye çalışan bir kuruluşuz. Hem kobileri eğitmek hem de onları tasarımcıyla buluşturucak bir ortam istiyoruz. 01 Tahsin Öztiryakiler OYA AKMAN, Endüstriyel Tasarımcı Endüstri tasarımı, teknolojinin, sanayiinin ve ekonominin gelişimi ile direkt ilgili bir meslek. Tasarımın öneminin bilincinin ilkögretimden, hatta okul öncesi eğitimden itibaren aşılanması şart. Bu toplumsal kültür meselesi. Meslek liseleri, yüksek okullar ve üniversitelerde endüstri tasarımı eğitimi iceriğinin uzman sanayici ve ögretim üyelerinden kurulu bir üst kurul tarafından sistemli şekillendirilmesi; eğitimcilerin yurtdışı ve sanayii tecrübelerinin yüksek olması için gerekli desteğin verilmesi şart. Meslek liseleri bir toplumun gelişiminde çok önemli bence ve bu konuda ara eleman ihtiyacını da rahat karşılayabilirler. Üniversitelerimizdeki endüstri tasarımı eğitiminin de yukarıya çekilmesini sağlar görüşündeyim... En önemlisi sanayicilerimizin özgün ürünlerle dünya pazarlarına açılmalarının onlara gerçek başarıyı getireceğine inanmaları, Türk tasarımcılarına güvenmeleri lazım. SERTAÇ ERSAYIN, ETMK Istanbul Şubesi YK Başkanı Bu kadar karmasık bir iş alanının, süreclerının yonetımınde MBA okullarında dahi egitimi nasıl verilir, biz bundan korkuyoruz diyen pazarlama gurusu Philip Kottler in tam tersine bu bilim dalını nasıl oluyor da liselerde ogretmeyi dusunebiliyoruz veya niyet edebiliyoruz. Esasen bu ise niyetlenenlerin iyi niyetlerinden kuskum yok. Ancak ortada olan bir gercek de var ki tasarımcılar is bulamazken, sanayici tasarımcıya para vermeden az ucretle calıstırmak isterken, bazıları yabancı tasarımcıları tercih ederken, bazı sanayiciler kendilerini tasarımcı zannederken, bazen muhendisler, teknikerler kendilerini end. Meselenin ozu cok onemli. 4 yıllık egitimle verilen bu bilim dalının eğitimi lise seviyesine indirgenemez. Meslek Lisesi nin adı Endustri Urunleri Tasarımı veya Endustriyel Tasarım tanımlarını iceremez. Endustriyel Tasarım Sureci icinde ihtiyac duyulan modelci, atolye uzmanı gibi ara eleman ihtiyaclarının temini icin meslek kurulusu olarak destek verecegimiz bir yapı ise calısır ve ara eleman ihtiyacını giderebilecek bir yaklasım olabilir. Design and Art veya Design and Technology gibi bir meslek terminolojisi vermeyen ama genel yaklasım veren batıdaki birkac uygulamanın ise 30.000 usd uzeri milli gelire sahip ulkelerdeki yaklasım oldugunu hatırlatarak bu konuyu başka zamana bırakalım. Marmara Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü Meslek liseleri yapısal olarak incelendiğinde programlarının ve hedeflerinin genel olarak “ustalık” kavramını gelişen ve değişen dünya ölçütlerine göre yeniden biçimlendirdiği görülebilir. Yapı ve hedefleri gereği bir meslek disiplini içinde teorik gelişimi sağlayacak akademik eğitim vermemektedir. Bu tür bir eğitim ancak akademik hedef ve kaygılar ile kurulmuş ve donanmış üst eğitim kurumlarında yani üniversitelerde olanaklıdır. Örneğin; ülkemizde sağlık sektörüne hizmet edebilecek meslek liseleri mevcut durumdadır. Bu okulların programları içinde bulunduğu sektörün belli bölümlerine hizmet ve servis verebilecek biçimde yapılandırılmıştır (diş teknisyenliği, acil tıp teknisyenliği, ortopedi teknisyenliği, hemşirelik vb). Verilen bu örnekte, tıp alanının teorik ve uygulamalı planda içinde yer alan konulardan ziyade bir konuda sınırlı uzmanlık ve beceriye sahip meslek adamı yetiştirilmesine yönelik eğitim verildiği gözlenebilir. Kısacası örneği verilen bu okulların amacı doktor yetiştirmek değil ülkemizin gerçekten çok ihtiyacı olan konusunda uzman sağlık teknisyenleri yetiştirmektir. Endüstri ürünleri tasarımının uygulama alanı içinde yer alan pek çok teknik alt yapı disiplinleri ülkemizde meslek liseleri içinde yürütülmektedir. Endüstri meslek liseleri bünyesinde bulunan model bölümleri, Bilgisayar bölümleri (CAD/CAM), Döküm bölümü, Makine ressamlığı bölümü, Metal işleri bölümü, Torna-tesviye bölümü, Elektrik bölümü ve diğer benzer bölümler halen endüstri ürünleri tasarımı mesleğinin gereksinim duyduğu teknisyen ihtiyacını karşılamaktadırlar. Bu nedenle meslek liseleri bünyesinde oluşturulacak bir “endüstri ürünleri tasarımı” bölümü ülkemizin kaynaklarının kullanımının boşa harcanmasına neden olacağı gibi hedef ve program olarak yetersiz ve anlamsız kalacaktır. Dolayısıyla bu nitelikte bir programın iddia edilen ara eleman ihtiyacından öte, yetersiz, ehliyetsiz ve ucuz “tasarımcı” yetiştirmeyi hedeflediği endişesi oluşmaktadır. Sonuç olarak, endüstri ürünleri tasarımı meslek lisesi gibi hedef ve stratejileri tam olarak belirlenmemiş bir alanın gereksinimi, endüstri ürünleri tasarımı akademik ve mesleki alanından gelmemektedir. İlgi çekici biçimde talep endüstri ürünleri tasarımcısı istihdam eden iş kesiminden gelmekte ve bu oluşum teorik planda ve rasyonel biçimde ifade edilmemektedir. isimlendirilmesi de o kadar yanlış bir yaklaşım. Endüstri ürünleri tasarımı veya diğer ismiyle endüstriyel tasarım eğitimi ülkemizde 38 yıldır üniversitelerde dört yıllık lisans eğitimi düzeyinde veriliyor. Bugün Türkiye’de bu eğitimi veren 17 üniversite var. Bu okullara her yıl toplam 780 öğrenci giriyor. Bu okullardan 11’i son beş yılda kuruldu. Yakında öğrenci almaya başlaması planlanan en az yedi bölüm daha var. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda sanayimizin endüstriyel tasarımcı ihtiyacını karşılayacak yeterli sayıda üniversite diplomalı insan kaynağı oluşacak. Öte yandan, bugün üretici kuruluşlarda veya bunlara hizmet desteği veren danışman şirketlerde çalışan tasarımcıların iş pratiklerine bakıldığında ara elemana önemli düzeyde ihityaç duyulduğu görülüyor. Endüstriyel tasarım sürecine destek verecek, bilgisayar destekli modelleme, üretime yönelik çizim, hızlı prototiplemeye yönelik modelleme ve bilgisayar nümerik kontrollü modelleme konularında eğitim görmüş ara elemanlar, tasarım sürecinin daha etkin bir şekilde yürütülmesine katkıda buluncak. Ancak biz bu ara elemanlara lise düzeyinde verilecek eğitime “endüstriyel tasarım” dersek, “sağlık meslek liselerini” “tıp meslek liseleri” olarak isimlendirmek kadar yanlış bir iş yapmış oluruz. Çağdaş uygulamalara göre endüstriyel tasarımcı bir firmada yeni ürün geliştirme sürecinin ihtiyaç saptama, kullanıcı araştırmalarını yapma, konsept geliştirme, tasarım, üretim ve pazarlama stratejileri geliştirme gibi aşamalarının tamamını bütünsel bir bakışla ve geniş bir vizyonla yöneten ve yönlendiren kişidir. Bu uzmanlık alanının gerektirdiği bilgi ve beceriler ancak üniversite düzeyinde en az dört yıllık bir eğitimle verilebilir. Eğer bu mesleğin profesyonelce icra edilmesini önemsiyorsak dört yıllık üniversite eğitimiyle, lise düzeyindeki ara eleman eğitimini aynı şekilde isimlendirmemeliyiz. GÜLAY HASDOĞAN ETMK başkanı, ODTÜ Endüstriyel Tasarım Bölüm Başkanı Endüstriyel tasarım etkinliğine destek verecek ara eleman ihtiyacı ne kadar doğru bir tespitse, bu ara elemanı yetiştirecek okulun “endüstriyel tasarım” lisesi olarak Sonuç olarak sanayide endüstriyel tasarım etkinliğine destek vermek üzere ara eleman yetiştirecek meslek liselerinin kurulması olumlu bir gelişmedir, ancak “Endüstriyel Tasarım Meslek Lisesi” yanlış bir isimlendirmedir. “Tasarım” sözcüğünün yalnızca üniversitelerin dört yıllık lisans eğitimi veren bölümleri tarafından kullanılması uygundur. Kurulacak olan meslek liselerinin “Endüstri Meslek Lisesi” kategorisinde olması, altındaki alanların da verilecek eğitime göre “Bilgisayar Destekli Görselleştirme”, “Bilgisayar Destekli Modelleme ve Protipleme” “Endüstriyel Görselleştirme” veya “Endüstriyel Modelleme” gibi terimlerle isimlendirilmesi doğru olur. 10 MEHMET ASATEKİN, Endüstriyel Tasarımcı Doğumundan başlayarak “çocuğum üniversite mezunu olacak” amacını taşıyan ebeveynlerin, bununla koşullanmış çocukların, üniversite kapılarına yığılan yüzbinlerin, üniversiteye giremeyenlerin hayal kırıklıklarının tanımladığı bir toplumda ‘ara eleman’ kültürünün gelişmesine olanak yoktur. Batı toplumlarında çok önemli bir arayüz rolünü üstlenen, çalışan nüfusun dikkate değer bir yüzdesini oluşturan ara elemanlar Türkiye’de, ne yazık ki, ikinci sınıf profesyoneller olarak görülmektedir. Böyle bir ortamda olası bir ‘Tasarım Meslek Lisesi’ fikrine kutupsal iki değerlendirme ile yaklaşılabilir: Kutbun birinde “bu lisenin PROF. DR. ALPAY ER, İTÜ Endüstriyel Tasarım Bölüm Başkanı Öncelikle bir yanlış anlamayı engellemek lazım. Kimse meslek liselerine karşı değil. Olamaz da. Slogan doğrudur “Meslek Lisesi Memleket Meselesidir!” Ancak burada sorun şu ki meslek lisesi özünde bir “Tasarım Meselesi” değildir. Ortada iyi niyetli de olsa ne yazık ki yanlış bir “Tasarım Meslek Lisesi” projesi var. Niçin yanlış? Çünkü; Genel anlamıyla “tasarım” bir meslek değildir. Eğer mesleki bir tasarım eğitiminden bahsediliyorsa, bu ya grafik, ya moda ya da endüstriyel tasarım’dır. Proje sahibi İMMİB olduğuna göre, meslekten kasıt, örtük de olsa, “endüstriyel tasarım”dır. O zaman şunu iyice anlatmak gerekir; Bu alandaki mesleki eğitim sanayi ve toplumun artan YARD. DOÇ. FÜSUN CURAOĞLU, Anadolu Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Bölüm Başkanı Türkiye’ de her konuda olduğu gibi tasarım konusunda da olumlu sonuçlara ulaşılabilecek bir girişimin görüş birliği sağlanmadan yaşama geçirilme çabası mesleğin kendisini zedeleyecektir. Özellikle konunun ilgili kurumlar ile akademik alanda görüş paylaşımına açılmamış olması zaman içerisinde sorunları da beraberinde getirecektir. gereksinimleriyle üniversitelerdeki düzeyine yükseldi. Bugün endüstriyel tasarım “meslek lisesi düzeyinde” becerilere dayalı bir alan değildir. Öyleyse bu lise niçin kuruluyor? Amaç toplumda tasarım ve yaratıcılığı mı desteklemektir? Genel anlamda tasarımı lise müfredatına sokmak iyi bir fikir ama 1) bu meslek lisesiyle olmaz, 2) ayrıca Türkiye’de bu yönde adımlar zaten atıldı: Bknz. Orta eğitimdeki Tasarım ve Teknoloji dersleri. Acaba “Ara eleman” mı gerekiyor? Ama mevcut meslek okul ve liselerinin karşılayamadığı bir “ara eleman” ihtiyacına dair veri yok ortada. Sormak lazım; üyelerinin yüzde kaçı tasarımcı çalıştırıyor veya tasarımcılarla çalışma deneyimine sahip ki, İMMİB bu tür bir sektörel ihtiyaç tesbit etmiş? Hadi diyelim ki var; bu ihtiyaç mevcut üniversite mezunlarıyla niçin karşılanamıyor? Bu lise üniversitelere öğrenci hazırlamak için gerekli GAMZE GÜVEN, Endüstriyel Tasarımcı “Endüstriyel Tasarım Meslek Lisesi” konusunda en önemli mesele bu okulları bitiren mezunların ne unvan ile mezun olacağı ve ne tip işyerlerinde ne sıfatla çalışacağıdır. Bu konu, yakın disiplinlerden mimarlık ve grafik tasarım için de yıllardır var olan, ara eleman konusudur. Bu tip meslek liselerinden mezun olan teknik ressamlar hiç bir zaman "mimar" veya "mühendis" ünvanına sahip olamazlar ve mimari projeye sorumlu mimar olarak imza atmaları söz konusu değildir, bu bir şuçtur çünkü mimarlar odasına üye olamazlar ve mezunu nasılsa üniversiteye gicek ve belki de ... sosyolog olacak” değerini görürken diğer kutupta “bu lisenin mezunu hemen tasarımcı şapkası giyerek üniversiteye devam bile etmeden profesyonel tasarımcılara rakip olacak” değeri görülmektedir. Her iki değerin de örnekleri günümüzde mevcuttur. İmam-hatip Lisesi mezunları İktisat Fakültelerinden mezun olabilmekte, İnşaat Meslek Lisesi mezunları teknisyenler İnşaat Mühendisi yetkileri için mücadele edebilmektedir. Tasarım camiası bir tasarım meslek lisesi mezununun bu kutupsal yelpaze içinde nerede görülebileceğinin projeksiyonunu yaparak konuya yaklaşmalıdır. Bir diğer konu ‘ara eleman’ın hangi ‘ara’da yer alacağı, tasarım gibi bir disiplinde ‘ara eleman’ olup olamayacağıdır. Ara eleman genellikle hiyerarşik işlemleri içeren üretime dayalı dallarda kendini ortaya koyar: Makine mühendisinin ürettiği tasarımı çizimden ürüne tahvil eden CNC teknisyeni bir ara elemandır. Moda tasarımcısının ürettiği tasarımı ürüne tahvil eden kalıpçı bir ara elemandır. Tasarımcının tasarımının ürüne tahvilinde rol alan kişi zaten bizzat makine mühendisi olmak durumundadır. Diğer bir deyişle, tasarım disiplininde bir ‘ara eleman’ tanımı yapmak, tanım yapılabiliyorsa bu elemanın nelerden mesul olacağının, bu elemanın neler yapacağının belirlenmesi gerekir. Buna da bu teklifi hazırlayan İMMİB’in cevap vermesi doğru olur. İMMİB epey haşır-neşir olduğu Türk tasarım ortamında neyi eksik görmüştür ki bu programı hazırlamaktadır? Bu bilinmeden sağlıklı bir tartışma ortamının oluşamayacağı kesindir. Türkiye’nin ara eleman kültüründe bir tasarım ara elemanını tanımlamak ve elde etmek kolay değil. Ayaküstü kararlardan çok, dikkatli ve mesuliyet sahibi yaklaşım ve değerlendirmeleri hak ediyor. deniyorsa; İMMİB‘e bu yönde üniversitelerden talep mi gelmiş? Bu ihtiyacı kim, nasıl saptamış?.. Sonuçta İMMİB’in Tasarım Meslek Lisesi projesinin ne sanayiye, ne de mesleğe somut bir getirisi yok, ayrıca endüstriyel tasarımcıların mesleki hak ve statülerini aşındırma riski taşıyor. Tasarım konusunda çok şey yapmak isteyen İMMİB keşke ihracatçılarla profesyonel tasarımcıları bir araya getirecek gerçek projelere kaynak ayırsaydı. Küresel rekabet herkesi çok daha üst düzeyde bilgi ve beceriler edinmeye zorlarken, zaten kısıtlı ulusal kaynaklarımızın hem yükseköğretim kurumlarında endüstriyel tasarım araştırma ve uygulama yeteneklerinin, hem de Türk sanayisinin yenilikçi tasarım ve yönetim kültürü düzeyinin yükseltilmesi için kullanılması çok daha akılcı olmaz mıydı? Fırsat kaçmış değil, yeter ki niyet olsun! mimarlık mesleğini yapma yetkileri yoktur.Endüstriyel tasarımcıların ve grafik tasarımcıların henüz odaları olmadığından benzer durum söz konusu değildir. Grafik tasarımcıların endüsriyel tasarımcılar gibi karşılaştığı benzer durum, meslek liselerinden grafiker diye mezun olan matbaalarda çalıştırılmak üzere yetiştirilen ara elemanladır. Yıllardır mezun veren bu teknik okullardan mezun olanların bir kısmı grafik tasarımcı olarak kendini tanıtmakta ve piyasada iş yapmaktadır. Bu mezunların içinden elbette kendini geliştirerek nitelikli işler yapan ve portfolyosu ile başvurarak GMK ya üye olmuş kişiler vardır. Endüstriyel tasarım meslek liseleri açıldığında benzer durum ETMK için de gündeme gelecektir ve ETMK da tüzüğü gereği bu portfolyosunu onayladığı kişileri üye kaydedecektir ama bu durum genel durumdan farklıdır. Kritik konu tasarımcı ile ara elemanın arasındaki yaklaşım, beceri ve yetkinlik ile ilgili terminolojiyi doğru yerleştirme konusudur. Gerek grafik tasarımda gerekse endüstriyel tasarımdaki ara elemanlar, işin doğru ve nitelikli uygulanması konusunda teknik bilgi ve becerisiyle, tasarımcıya ve üreticiye/matbaaya katkıda bulunacak kişi olarak görev alan kişilerdir. Dolayısıyla da ünvanları, aynen teknik ressamlarda olduğu gibi, tasarım teknikeri ve grafik teknikeri olmalıdır. Bu konuda benzer eğitim kalitesi endişesi ve terminoloji sıkıntısı çektiklerinden ETMK ve GMK eğitim komisyonlarının birlikte çalışmasında büyük fayda olacağına inanıyorum. 26/07/2009 10 11 Umut Kart [email protected] MEHMET ASATEKİN, Endüstriyel Tasarımcı Doğumundan başlayarak “çocuğum üniversite mezunu olacak” amacını taşıyan ebeveynlerin, bununla koşullanmış çocukların, üniversite kapılarına yığılan yüzbinlerin, üniversiteye giremeyenlerin hayal kırıklıklarının tanımladığı bir toplumda ‘ara eleman’ kültürünün gelişmesine olanak yoktur. Batı toplumlarında çok önemli bir arayüz rolünü üstlenen, çalışan nüfusun dikkate değer bir yüzdesini oluşturan ara elemanlar Türkiye’de, ne yazık ki, ikinci sınıf profesyoneller olarak görülmektedir. Böyle bir ortamda olası bir ‘Tasarım Meslek Lisesi’ fikrine kutupsal iki değerlendirme ile yaklaşılabilir: Kutbun birinde “bu lisenin PROF. DR. ALPAY ER, İTÜ Endüstriyel Tasarım Bölüm Başkanı Öncelikle bir yanlış anlamayı engellemek lazım. Kimse meslek liselerine karşı değil. Olamaz da. Slogan doğrudur “Meslek Lisesi Memleket Meselesidir!” Ancak burada sorun şu ki meslek lisesi özünde bir “Tasarım Meselesi” değildir. Ortada iyi niyetli de olsa ne yazık ki yanlış bir “Tasarım Meslek Lisesi” projesi var. Niçin yanlış? Çünkü; Genel anlamıyla “tasarım” bir meslek değildir. Eğer mesleki bir tasarım eğitiminden bahsediliyorsa, bu ya grafik, ya moda ya da endüstriyel tasarım’dır. Proje sahibi İMMİB olduğuna göre, meslekten kasıt, örtük de olsa, “endüstriyel tasarım”dır. O zaman şunu iyice anlatmak gerekir; Bu alandaki mesleki eğitim sanayi ve toplumun artan YARD. DOÇ. FÜSUN CURAOĞLU, Anadolu Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Bölüm Başkanı Türkiye’ de her konuda olduğu gibi tasarım konusunda da olumlu sonuçlara ulaşılabilecek bir girişimin görüş birliği sağlanmadan yaşama geçirilme çabası mesleğin kendisini zedeleyecektir. Özellikle konunun ilgili kurumlar ile akademik alanda görüş paylaşımına açılmamış olması zaman içerisinde sorunları da beraberinde getirecektir. gereksinimleriyle üniversitelerdeki düzeyine yükseldi. Bugün endüstriyel tasarım “meslek lisesi düzeyinde” becerilere dayalı bir alan değildir. Öyleyse bu lise niçin kuruluyor? Amaç toplumda tasarım ve yaratıcılığı mı desteklemektir? Genel anlamda tasarımı lise müfredatına sokmak iyi bir fikir ama 1) bu meslek lisesiyle olmaz, 2) ayrıca Türkiye’de bu yönde adımlar zaten atıldı: Bknz. Orta eğitimdeki Tasarım ve Teknoloji dersleri. Acaba “Ara eleman” mı gerekiyor? Ama mevcut meslek okul ve liselerinin karşılayamadığı bir “ara eleman” ihtiyacına dair veri yok ortada. Sormak lazım; üyelerinin yüzde kaçı tasarımcı çalıştırıyor veya tasarımcılarla çalışma deneyimine sahip ki, İMMİB bu tür bir sektörel ihtiyaç tesbit etmiş? Hadi diyelim ki var; bu ihtiyaç mevcut üniversite mezunlarıyla niçin karşılanamıyor? Bu lise üniversitelere öğrenci hazırlamak için gerekli GAMZE GÜVEN, Endüstriyel Tasarımcı “Endüstriyel Tasarım Meslek Lisesi” konusunda en önemli mesele bu okulları bitiren mezunların ne unvan ile mezun olacağı ve ne tip işyerlerinde ne sıfatla çalışacağıdır. Bu konu, yakın disiplinlerden mimarlık ve grafik tasarım için de yıllardır var olan, ara eleman konusudur. Bu tip meslek liselerinden mezun olan teknik ressamlar hiç bir zaman "mimar" veya "mühendis" ünvanına sahip olamazlar ve mimari projeye sorumlu mimar olarak imza atmaları söz konusu değildir, bu bir şuçtur çünkü mimarlar odasına üye olamazlar ve mezunu nasılsa üniversiteye gicek ve belki de ... sosyolog olacak” değerini görürken diğer kutupta “bu lisenin mezunu hemen tasarımcı şapkası giyerek üniversiteye devam bile etmeden profesyonel tasarımcılara rakip olacak” değeri görülmektedir. Her iki değerin de örnekleri günümüzde mevcuttur. İmam-hatip Lisesi mezunları İktisat Fakültelerinden mezun olabilmekte, İnşaat Meslek Lisesi mezunları teknisyenler İnşaat Mühendisi yetkileri için mücadele edebilmektedir. Tasarım camiası bir tasarım meslek lisesi mezununun bu kutupsal yelpaze içinde nerede görülebileceğinin projeksiyonunu yaparak konuya yaklaşmalıdır. Bir diğer konu ‘ara eleman’ın hangi ‘ara’da yer alacağı, tasarım gibi bir disiplinde ‘ara eleman’ olup olamayacağıdır. Ara eleman genellikle hiyerarşik işlemleri içeren üretime dayalı dallarda kendini ortaya koyar: Makine mühendisinin ürettiği tasarımı çizimden ürüne tahvil eden CNC teknisyeni bir ara elemandır. Moda tasarımcısının ürettiği tasarımı ürüne tahvil eden kalıpçı bir ara elemandır. Tasarımcının tasarımının ürüne tahvilinde rol alan kişi zaten bizzat makine mühendisi olmak durumundadır. Diğer bir deyişle, tasarım disiplininde bir ‘ara eleman’ tanımı yapmak, tanım yapılabiliyorsa bu elemanın nelerden mesul olacağının, bu elemanın neler yapacağının belirlenmesi gerekir. Buna da bu teklifi hazırlayan İMMİB’in cevap vermesi doğru olur. İMMİB epey haşır-neşir olduğu Türk tasarım ortamında neyi eksik görmüştür ki bu programı hazırlamaktadır? Bu bilinmeden sağlıklı bir tartışma ortamının oluşamayacağı kesindir. Türkiye’nin ara eleman kültüründe bir tasarım ara elemanını tanımlamak ve elde etmek kolay değil. Ayaküstü kararlardan çok, dikkatli ve mesuliyet sahibi yaklaşım ve değerlendirmeleri hak ediyor. deniyorsa; İMMİB‘e bu yönde üniversitelerden talep mi gelmiş? Bu ihtiyacı kim, nasıl saptamış?.. Sonuçta İMMİB’in Tasarım Meslek Lisesi projesinin ne sanayiye, ne de mesleğe somut bir getirisi yok, ayrıca endüstriyel tasarımcıların mesleki hak ve statülerini aşındırma riski taşıyor. Tasarım konusunda çok şey yapmak isteyen İMMİB keşke ihracatçılarla profesyonel tasarımcıları bir araya getirecek gerçek projelere kaynak ayırsaydı. Küresel rekabet herkesi çok daha üst düzeyde bilgi ve beceriler edinmeye zorlarken, zaten kısıtlı ulusal kaynaklarımızın hem yükseköğretim kurumlarında endüstriyel tasarım araştırma ve uygulama yeteneklerinin, hem de Türk sanayisinin yenilikçi tasarım ve yönetim kültürü düzeyinin yükseltilmesi için kullanılması çok daha akılcı olmaz mıydı? Fırsat kaçmış değil, yeter ki niyet olsun! mimarlık mesleğini yapma yetkileri yoktur.Endüstriyel tasarımcıların ve grafik tasarımcıların henüz odaları olmadığından benzer durum söz konusu değildir. Grafik tasarımcıların endüsriyel tasarımcılar gibi karşılaştığı benzer durum, meslek liselerinden grafiker diye mezun olan matbaalarda çalıştırılmak üzere yetiştirilen ara elemanladır. Yıllardır mezun veren bu teknik okullardan mezun olanların bir kısmı grafik tasarımcı olarak kendini tanıtmakta ve piyasada iş yapmaktadır. Bu mezunların içinden elbette kendini geliştirerek nitelikli işler yapan ve portfolyosu ile başvurarak GMK ya üye olmuş kişiler vardır. Endüstriyel tasarım meslek liseleri açıldığında benzer durum ETMK için de gündeme gelecektir ve ETMK da tüzüğü gereği bu portfolyosunu onayladığı kişileri üye kaydedecektir ama bu durum genel durumdan farklıdır. Kritik konu tasarımcı ile ara elemanın arasındaki yaklaşım, beceri ve yetkinlik ile ilgili terminolojiyi doğru yerleştirme konusudur. Gerek grafik tasarımda gerekse endüstriyel tasarımdaki ara elemanlar, işin doğru ve nitelikli uygulanması konusunda teknik bilgi ve becerisiyle, tasarımcıya ve üreticiye/matbaaya katkıda bulunacak kişi olarak görev alan kişilerdir. Dolayısıyla da ünvanları, aynen teknik ressamlarda olduğu gibi, tasarım teknikeri ve grafik teknikeri olmalıdır. Bu konuda benzer eğitim kalitesi endişesi ve terminoloji sıkıntısı çektiklerinden ETMK ve GMK eğitim komisyonlarının birlikte çalışmasında büyük fayda olacağına inanıyorum. Sürdürülebilirlik kavramı çok tüketiliyor! Neden dersiniz? Sadece kaynakların tükenmiş olmasından mı? Pek çok sebep var. Genel olarak, düşünme biçiminde değişim var. İnsanlar yüzleştiğimiz zorlukların farkında. Her zaman, bir konu çok itilmek durumundadır. Kırılması için önce itilmesi gerekir; böylece toplumlara etkisi olur, insanlar da tepki verir. Aslında yeni bir konu değil; 1960’ların sonunda başlamıştı zaten. O zamanlarda nişti. Bugün, bu konuda yapılan filmler, Amerika’da değişen yönetim… İnsanlar baş etmek zorunda oldukları durumu fark etti. Yapıların her toplumda enerjinin yüzde otuzunu tükettiğini düşünürsek, tasarruf için iyi bir hedef oldukları görülür. Bu bir yaşam tarzı konusu da oldu. Almanya’da, politik bir mesele olarak başladı. Derken, endüstri ekonomik değerini de anladı. Mimarlıkta yeni bir konu haline geldi; sadece enerji tasarrufu adına değil… Bu, bir kalite meselesi haline dönüştü. Sürdürülebilir binalar içinde yaşamak için daha konforlu alanlar mıdır? İnsanlar biyolojik ürünler alıyor, daha çok seviyorlar. SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK, BİR KALİTE MESELESİ “Sürdürülebilir mimarlığın” temsilcilerinden Stefan Behnisch, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği'nin Folia Projesi kapsamında konferans verdi. Behnisch, YEM’deki konferansında sorularımızı yanıtladı. Star mimarlığa karşısınız yani? Hayır karşı değilim ama benim için mimari daha içeriksel, daha insani bir şey. Engel olamayız mimariye; heryerdedir. O yüzden bence yapılar kamusal alana hizmet etmeli. Yapının çevresi daha önemli hale geldi; bir sürü şehir planlama projesi yapar olduk. Kamusal alanı, kentsel alanın genel görüntüsünü tasarlamak bence çok önemli. Binanın önündeki mekanı yani! Birçokları için mimarlık içeri girince başlar benim içinse dışarıda…. Nerede başladığı mimarın sorumluluğuyla da alakalı sanırım… Mimarın sorumluluğu, sahibinin sorumluluğu… Bina işlevini nasıl yerine getiriyor? Bugün burada iyi bir örnek vardı; mimari olarak beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama, Beşiktaş’ta çok şık, yeni bir sokak gördüm. Ayrıca şehir planlama yaparken, nasıl apartmanlar sağlıyorsunuz? Sadece yuppie’ler mi var, yaşlılar mı, aileler mi? Karıştırıp çok canlı bir şehir bölgesi yaratabilirsiniz. Bu tam da benim ilgi alanım işte. Hala bu ürünler lüks görünüyor ama; Daha pahalı, edinmesi zor… Şehirler ve yaşadığımız bölgeleri konusunda algımız değişecek mi dersiniz? Evet ama sonunda muhtemelen, beslenmede sübvanze edilmeyen maliyeti temsil ediyorlar. Yapılarda da aynı. Tüm toplumlarda kârlar özelleştirilmiş, zarar ve maliyetler kamulaştırılmış durumda. Bankalarda görüyoruz. Çevrede de aynı; toplum çevresel zararlar için ödemek zorunda. Halbuki hepsi bireyled yüzünden kaynaklanıyor. Toplum için doğal bir çevre kurmak daha ekonomik aslında; uzun ya da kısa dönemde. İngiliz bir ekonomist tarafından yapılan bir araştırma var. Diyor ki, endüstrimizi daha sürdürülebilir hale dönüştürmek yılda 3-5 milyara patlar; yapmazsak 10-15 yıl sonra baş etmek için yılda 10-20 milyar harcamak durumunda kalacağız. Bu, ekonomik açıdan da önemli ve insanlar da farkında bence. Belki bir 10 sene önce, uzun dönem bir yatırımdı. Halbuki şimdi orta dönem yatırım, yarın ise kısa dönem olacak. Algı değişiyor. Algı toplumu da değiştiriyor. Yaratıcı sektöre bakın... Çok sayıda serbest çalışan birey, projeler için ekipler kuruyor sonra da ayrılıyor. Bu yeni kamusal yaşam; yaratıcı endüstrilerde başladı ama bankaların da böyle calışmaması için bir sebep yok. Herkes banliyöden bir ofise geliyor gidiyor; bu gitgide azalacak. Yakın alanlarda çalışma ve yaşama artacak. Bir karışım olacak. Bu şehir planlamayı etkiyecek yeni halk durumu. Artık şart olan toplu taşıma, park alanları, bir şehirde geçirilen boş zamanlar. 01 İstanbul’da nasıl algılanıyor dersiniz? Burada bir bina yapmadığım için bilmiyorum ama siz daha çok “dışarıda” yaşıyorsunuz. Dışarısı sizin için bir kalite. Daha kamusal bir yaşantınız var; geceleri parklara gidiyorsunuz… Sıcaklığa daha çok toleransınız var. Yazın daha sıcak olacağı fikrine alışıksınız. Amerika’da bir ofiste ya da alışveriş merkezinde, o kadar soğuk olur ki dayanamazsınız! Aynı soğuk kışın olsa şikayet ederler! Burada yazın, klimalar kullanılsa da binalar daha sıcak… Bu kültürel bir içerik, kültürel algılar. Şehirde nasıl yaşadığınızla alakalı. Biz hala meseleyi malzeme üzerinden değerlendiriyoruz; oysa konu daha genel! Kültür, mimarlık disiplini için hayati… Siz ve ekibiniz kültürleri nasıl irdeliyor, araştırıyorsunuz? Daha politik bir yaklaşım. Mimarlık ve yapı sektörüne bakalım. Daha sürdürülebilir bir tasarım yapmak için kültürel içeriğe dönmeniz gerekiyor. Topografik, hava durumu… Coğrafi hatta jeopolitik konuları düşünmelisin. Binayı nereye yapman gerekiyor? Yani konu, bir tasarıma teknik marifetler eklemenin çok daha ötesinde. Gelin kabul edelim: Biz sürdürülebilir mimarlığın ne olduğunu anlamanın başındayız, konunun efendisi değiliz. Ama iyi yoldayız. Sürdürülebilir bina tasarlamak daha bütünsel bir yaklaşım istiyor. İklimsel, kültürel… Bölgeci değilim ama İstanbul’da konfor olarak algılanan şey New York’ta konfor olarak algılanmıyor ki! Önce mekanı anlamaya çalışıyoruz. Sonra da yerel ortaklarla… Mühendisler, mimarlar… En başından itibaren bu insanlarla beraber çalışıyoruz. Yani Almanya’da bir tasarım çıkarıp, başkasının uygulamasını talep etmiyoruz; birlikte çalışıyoruz. Hatta büyük projelerde, ortağımızın ofisinde bir ofisçik kuruyoruz. Sadece kültürü değil, müşterinizin kim olduğunu da anlamak zorundasınız. Modern mimarinin farklı mekanlarda farklı çehreleri oluyor. Mesela bence, Dubai’de en büyük hata Şikago’daki binaların aynısını yapabileceklerini düşünmeleri. Bu ancak çok enerji sarfederek mümkün olabilir. Türkiye’ye iklimsel açıdan bakarsak; kışın Son olarak babanızın mimar olmasının avantajı ya da dezavantajına dönelim mi? 02 güneş arkadaş olabilir ama yazın düşman. Almaya’da tüm yıl arkadaş, çünkü hiçbir zaman sıcak değil. Farklı algılar, farklı beklentiler… Az önce düşünme biçimlerinin değiştiğinden bahsetmiştiniz. Sizce mimarlık ve şehir planlamada beklentiler nasıl değişti? Bu işte daha yeniyken yaptığınız işleriniz farklı mıydı? Benim için –kişisel gelişmemle ilgili olabilir- kamusal alan daha önemli hale geldi. Mimarlığı ikonik, mimarın kişisel tatmini olarak görmek konusunda ikna olmuyorum.. Sonuçta, iyi bir başlangıçtı. Ünlü bir mimardı. Bana ismini verdi, ki işime yaradı. Zorluğu ise -dezavantajı değil- herkesin babamın standartlarını yakalamamı beklemesiydi. Başlangıç noktasında mimarların yaptığı pek çok hatayı yapamadım. Yaklaşımlarınız aynı mıydı peki? Temel aynı; İnsancıl yaklaşım. Onun mimarlığıyla büyüdüm sonuçta. O, demokratik, liberal mimarlık yanlısıydı. Benim için ise sürdürülebilirlik aynı derecede önemli. İkisi de insancıl! Biçimsel anlamda da farklılıklar oluyor. Jenerasyon farkı var; farklı zamanlarda öğrendik. İdealler aynı ama dışavurum farklı diyebilirim. 01 Stefan Behnisch 02 NordDeutsche Landesbank projesi 12 26/07/2009 13 Filiz Yılmaz Kaşgör YARATICILIK [email protected] KEPLERİ ATILDI Üniversitelerin çeşitli tasarım bölümü öğrencilerinin mezun olmak için gerçekleştirdikleri projelere şöyle bir göz atınca, Türkiye’de tasarımın geleceği adına umutlanmamak mümkün değil. Gündelik hayatın ihtiyaçlarından, şehir planlamaya ve kültür-sanat hayatına kadar her konuya alışılmadık çözümler getiren öğrencilerin mezuniyet projeleri arasından seçim yapmak çok zordu! İzmir Ekonomi Üniversitesi Beykent Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü mezuniyet projelerinde konu tercihinin, ‘sosyal içerikli grafik tasarım’ ağırlıklı olması önemli bir nokta. Öğrencilerden Tarık Eroğlu’nun, ‘Türkiye Çoklu Doku Sertleşmesi (Multiple Sclerosis) Derneği’ için hazırladığı afiş, billboard, durak ilanları, basın ilanları ve araştırma raporuyla beraber oluşan projenin çıkış noktası, Türkiye MS derneğinin mevcut kurumsal kimliğini oluşturan görsel dilin, derneğin hedeflerine yeterince hizmet edemiyor oluşu. Derneğin çalışma alanını daha güçlü temsil edebilecek bir kurumsal kimliğin yanısıra, Multiple Skleroz (MS) hastalığı hakkında toplumu biliçlendirebilecek bir reklam kampanyası amaçlanıyor. Yeditepe Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü 4. Sınıf öğrencileri ile Öğr. Gör. Ruhcan Akil projelerinde, 11. Uluslararası İstanbul Bienali’nin bu yılki teması “İnsan Ne İle Yaşar?” konseptini temel aldılar. Bienal için, her iki sömestre sonunda yaklaşık 60 adet bienal afişi çalışıldı. Bu projeye başlarken, yaşanılan kente dair farkındalık geliştirmek, kent/kentlilik bilinci oluşturmak, kent kültürüne katkı sağlayan kültürel etkinliklerin araştırılmasını, sorgulanmasını ve izlenmesini sağlamak, motive etmek, etkinlik temalarının tasarım, estetik, sanatsal, felsefi, sosyolojik hatta psikolojik bağlamlarını çözümlemek amaçlanmış. MS, kol, bacak veya yüzde uyuşma, yürümede dengesizlik, kol ve ya bacaklarda güç kaybı, görme kaybı, halsizlik ile kendini gösteriyor. Beyindeki doku sertleşmesi, insan vücudu ile beyin ve merkezi sinir sistemi arasındaki kopukluğa neden oluyor. Ülkemizde en az otuz bin MS'li hastanın var olduğu bilinmekte. Bu proje kapsamında, Türkiye MS derneğinin logosu yeniden tasarlanırken, M ve S harfleri ile insan vücudunun merkezi sinir sistemi arasında görsel bir benzerlik kurulması amaçlanmış. Skleroz'un (Doku Sertleşmesi) kısaltması olan "S" harfinde oluşturulan kırılma ile, hastalığın en belirgin semptomu görselleştirilmiş. Reklam çalışmalarında, hastalığın en yaygın tanı yöntemlerinden ikisi üzerinde durulmuş. Tüm bu proje adımlarıyla, projenin toplumu bilinçlendirmek amacına ulaşacağı kesin. Kadir Has Üniversitesi İç mimarlık ve Çevre Tasarımı öğrencilerine İstanbul Modern’in yanında yer alan boş antrepo verilerek öğrencilerin bu mekanı alışveriş merkezi, görsel sanatlar merkezimüze veya spor ve sağlıklı yaşam alanı fonksiyonlarından birini seçerek projelendirmeleri istenmiş. Başarılı projeler arasında yer alan Koray Silen’in Spor ve Sağlıklı Yaşam Merkezi İç Mimari Projesi’nde tasarımcının ana motivasyonu çok çeşitli fonksiyonlar içeren mekanların sürekliliğini kaybetmeden kolay algılanabilir ve ulaşılabilir olmasına yönelik bir konsept geliştirmek. Koşu-yürüyüş döngü alanı, düşeyde % 10 eğimle iç mimariye entegre edilerek görsel zenginliği elde edilmiş. Farklı katlardaki farklı fonksiyonların kolay algısının malzeme, renk, doku ve duvarlardaki grafik anlatım kararları ile desteklenmesi, mekan hijyeninin bina girişin ve soyunma odası çıkışları ile kontrol altına alınması projenin teknik ve estetik olarak getirdiği üst düzeyde mekansal çözümler. Proje genelde çok sayıda spor ve egzersiz seçeneklerini zengin, sağlıklı yaşamı destekleyen ve kullanıcılar tarafından kolayca algılanabilir bir mekan planlaması çerçevesinde üst düzeyde bir spor mekan kimliği anlayışı ile sunulmuş. Yrd. Doç. Dr. Orçun Kepez B.P. Genel Koordinatörülüğünde yürütülen proje, belki de ileride farklı bir yaşam alanı olarak karşımıza çıkacak. İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölüm öğrencilerinden Christopher Çolak’ın ‘İstambulin’ projesi, tipografik ve vernaküler araştırmalar ile gelişen tasarım sürecinden oluşuyor. Öğrenci ilk olarak ailesinin İstanbul fotograf arşiviyle yola koyulmuş; motivasyonu İstanbul’un çeşitli bölgelerinde belirli sürelerde dükkanların yer alması. Eski dükkanların tabelaları ve eski zamanlara ait yazılı, kaliğrafik ve tipografik her türlü ayrıntı projeye esin kaynağı olmuş. Projenin başlangıç noktası ise Sirkeci Garı karşısındaki Ankara Muhallebicisi... Projenin diğer esin kaynağı olan ‘–in’ eki uzun yıllardan beri insanların bu şehre ait olduklarını, hayatlarını burada sürdürdüklerini anlatmak için kullanılmış. İstambulin ismi aynı zamanda ötüşüyle ve renkleriyle diğer cinslerinden kolaylıkla ODTÜ MaybeDesign’ın danışmanlığını yaptığı ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü (EÜTB) öğrencisi Aslı Günay’ın mezuniyet projesi ‘SMALL Kahvaltı Seti’. Değişen yaşam tarzı göz önünde bulundurulan kahvaltı setinde ekmek kızartma makinesi, kettle ve portakal sıkacağı yalnız bir kabloyla birlikte çalışabiliyor. Her ürünün zaman tasarrufu sağlayan ve ayrılan, adına dernekler kurulmuş, sadece bu topraklarda yaşayan bir kanarya cinsinin de adı. Yine İstambulin ismi 19.yy.’da Sultan Abdülaziz dönemindeki Saray eşrafı ve ileri gelenlerin sıklıkla giydiği, giyim kuşamda batılılaşmanın habercisi olan bir takım elbise çeşidi. Tabela ressamcılığından örnekler ve fotograflar projeyi anlatan unsurlardan. Projede görünen işler İstanbul’un verneküler mirasının yalnızca ufak bir bölümü. ‘Trans2010- Yeniden Oluşum’ ana teması çerçevesinde, hızlı tüketim olgusuna karşı, sürdürülebilir bir tasarım anlayışını temsil eden ‘Yavaş Moda Hareketi’, gündelik yaşam sorunlarına eğlenceli ve yaratıcı bir bakış açısıyla ‘Tepetaklak’, çağdaş mimari ve digital teknoloji gelişmelerinden beslenen fütürist ve deneysel tasarım anlayışını yansıtan ‘Beden Ötesi’ gibi alt başlıklarla 110 kıyafetten oluşan 22 koleksiyon sunuldu. Çoğunluk kadın giyimden oluşan koleksiyonlarla beraber, defilede 4 erkek, 2 çocuk ve bir iç giyim kreasyonuda vardı. Projeleri akademik kadronun yanısıra Cemil İpekçi, Gamze Saraçoğlu, Alex Akımoğlu, Mehtap Elaidi ve Barbaros Şansal gibi ünlü moda tasarımcıları tarafından değerlendirildi. Anadolu Üniversitesi Anadolu Üniversitesi öğretim görevlisi Kunter Şekercioğlu’nun önderliğinde EÜTB öğrencilerinden Gözde Severoğlu, mezuniyet projesi olarak Candy Group firması için ‘Luce3D’ İndüksiyon pişirme ünitesini tasarladı. Şebeke enerjisini yüksek frekanslı bir akıma çevirerek elektromanyetik alan oluşturarak gerçekleştirdiği pişirme sırasında herhangi bir ısı çıkışının olmaması cihazın kabuk malzemesi ile ilgili tasarımcıyı özgür kılıyor. İndüksiyon ocaklar görsel olarak çalıştığı ile ilgili bilgi vermiyor. Bu yüzden cihazın kabuğunu çevreleyen ve bobinlerin çalıştığıyla ilgili bilgi veren ledler kullanılmış. EÜTB gündelik hayata çözüm üreten projelerinden bir diğeri ise, Ilio firmasının danışmanlığında Can Güvenir’in tasarladığı ‘Rakı Seti Projesi’. Rakının fiziksel ve kültürel özellikleriyle, kendi içinde barındırdığı zıtlıklardan esinlenerek tasarlanmış. Rakı setinin ortak dili, konsepte uygun olarak, malzeme ve biçim yönünden zıtlık ve değişimlerle sağlanmış. Servis tabağı ve mezeliklerdeki girinti detayları servisi kolaylaştırırken, Ehl-i keyf tasarımında, mermerin doğal yapısı ve soğukluk algısından faydalanılmış. Buzlukta muhafaza edilen mermer ehl-i keyfler, rakının uzun süre serin kalmasını sağlıyor. Parçalar ayrı ayrı ele alındığında zıtlık, malzeme farklılıklarıyla işlenmiş, değişim teması ise amorf biçimlerden sade formlara geçişlerde sağlanmış. Ceren Atalay’ın gerçekleştirdiği proje ise ‘görmek’ ve ‘görmemek’ hakkında farkındalık yaratıyor. Bu projede, Braille alfabesinden yararlanılarak görme engellileri görsel dünyaya yakınlaştırmak ve gören insanların bakışlarını farklı yöne çekmek amaçlanmış. ‘Görmek’ isimli projede öğrencinin proje ile ilgili texti; ‘Görmek anlamamaktır, yargılamak, dönüştürmek, tasarlamak, unutmak ya da unutulmak, var olmak ya da yok olmak, baktığın gibi görmek, görmek istedigin gibi bakmaktır.’ kullanımı kolaylaştıran fonksiyonları mevcut. Ekmek kızartma makinesinde ekmeğin kızarıp kızarmadığını gösteren sensörler var. Kettle da su sıcaklığı seçenekleri ve portakal sıkacağında direkt bardağa akan portakal suyu pratikliği söz konusu. EÜTB öğrencilerinden Mehrafza Mirzazad’ın Kilit Taşı Tasarım firmasının danışmanlığında tasarladığı, ‘ETU’ Emergency Transporter Unit’ ise kaza esnasında vücuttan ayrılmış uzvu doğru koşullarda taşımak için tasarlanmış. Sistem üzerinde olan sensor, taşıma sırasında iç hazneyi, vücut yapısına uygun olan ve fonksiyon kaybına uğratmayan 4 C’ye soğutuyor. Ana iskelet elektronik parçayı tutarken, kopmuş uzvu dışarıdan gelen darbelere karşı korurken, teleskopik parça ile ürün genişletilerek, uzun uzuvlar bükülmeden ünite içine yerleştirilebiliyor. Yalıtım torbası ise ısı kaybını önlerken, dış yüzeyinde ki waterproof polyester sayesinde hijyen sağlanabilmektedir. 14 26/07/2009 15 Aslı Aydın [email protected] KUDÜS’ÜN ÜNLÜ AKADEMİSİ, 2015’E GİRMEDEN, TÜRK MİMARLARA EMANET UMUT ELÇİSİ OLMAK ŞART! Ron Arad gibi ünlü mezunları, köklü geçmişi ve eğitim anlayışıyla dillerden düşmeyen Kudüs’teki Bezalel Akademi’nin şehir merkezindeki yeni kampüsü için düzenlenen yarışmanın birincisi Ayşin İpekçi ile Cem Yurtsever’in kurduğu Studyo Architects. Amerika’nın en köklü grafik tasarımcılar birliği AIGA, Adobe ile işbirliği yaparak 2007 yılında bir çalışma başlattı. Hedef, 2015’te tasarımcının yetkinlikleri neler olması gerektiğini ve bir disiplin olarak tasarımdan beklenenleri ortaya çıkarmak. Açılan enstitüler, gerçekleşen zirveler hatta kurulan bloglar bile geleceğin tasarımcısını tanımlamaya odaklandı. Son olarak, 2015’te tasarımcıdan beklenenler de sıralanınca, hikâye tamamlandı. Tasarımcılar arasında web üzerinden yapılan araştırmaya göre en temel özellikler önem sırasına göre; ● problemlere karşı görsel yanıt verebilme becerisi ● araştırmacı, analiz yeteneği ve çözüm odaklılık ● tasarımın kavramsal, sosyal, kültürel, tek- nolojik ve ekonomi ile kesişen noktaları hakkında fikir sahipliği ● tasarımı şekillendiren fiziksel, kültürel ve sosyal faktörleri göz önünde bulundurarak çözüm üretebilmek ● atik, dinamik ve değişkenlik ● yatay ya da farklı disiplinlerin bir arada yer aldığı büyük organizasyonlarda yönetim ve iletişim becerileriyle üretken çalışabilmek ● sürdürülebilir ürün, strateji ya da uygulamaların işleyişine hakimiyet ve etik anlayış 01 İsrail'in en köklü güzel sanatlar okullarından Bezalel Sanat ve Tasarım Akademisi, yaklaşık 100 yıl önce heykeltıraş Boris Schatz tarafından bir zanaat okulu olarak kuruldu. Kuruluşundan beri pek çok tasarımcı ve sanatçının eğitimini tamamladığı akademi, 2007 yıllında, İsrail'de şimdiye kadar yapılan, tek uluslararası ve iki aşamalı “Kudüs’ün Merkezinde Bezalel Sanat ve Tasarım Akademisi için Yeni Bir Kampüs“ proje yarışmasını düzenledi. Yarışmanın ilk aşamasına 34 ülkeden 188 proje katıldı; ikinci aşama için bunların arasından 5 proje seçildi. Ayrıca ikinci aşamada, 4 davetli ofis yer almaktaydı. Geçtiğimiz yıllarda, New Italian Blood tarafından Almanya’nın en iyi 10 genç mimarı,Chicago Athenaeum tarafından Avrupa’nın Gelecek Vaad Eden Mimarları arasında gösterilen, Kuzey Ren Vestfalya Ödülü’nü (genc sanatci tesvik ödülü) ilk kez Türkiye’ye getiren Studyo Architects, İsrail'in ünlü tasarım okulunun yeni kampüsünü tasarlamak için açılan yarışmada birinciliği kazandı. Kudüs'ün şehir merkezinin dışında kalan Mount Scopus Tepesi’nde bulunan akademinin yeni kampüsü için gerçekleştirilen yarışmanın amacı, söz konusu proje ile 3000 öğrenciden doğan taze ve dinamik enerjiyi Kudüs'ün merkezine enjekte ederek, şehirle bütünleşmiş kültürel bir merkez yaratmak; bölgedeki insanlara yeni bir çekim merkezi oluşturup, şehri sanatla buluşturmak ve aynı zamanda katılımı teşvik ederek geleneksel ''sanat' okulu” kavramını yeniden yorumlayıp, kentsel bir buluşma noktası yaratmaktı. kullanım alanlarının olduğu ana omurga ile birleştiriliyor. Güneydeki bölüm tüm fakülteleri, idari ofisleri, cafe ve bir çok ortak kullanım alanlarını barındırırken, kuzeydeki bina tüm akademinin ortak kullanımına açık olan kütüphane, tiyatro, spor salonu ve buna benzer ortak mekanları barındırıyor. Her iki bina arasında yaratılan meydan sayesinde, şehir ve akademi, yaşam ve sanat birbiriyle buluşturuluyor. Aynı zamanda proje, etrafıyla etkileşim içinde, şehrin dokusundaki eksik parçayı tamamlıyor. Studyo Architects’in ödüllü projesine gelince... On farklı fakülte, atölyeler, idari ofisler, sergi alanları, ortak kullanım alanları ve 500 kişilik bir konferans salonu gibi alanların biraraya geldiği 35 000 m2’lik alana yayılan tasarım, kuzey ve güney binaları olarak ayrılabilecek iki bölüm ön görüyor. İki ayrı bina, birbirine farklı mekanların etrafında sıralanmış ortak Tasarımın en önemli özelliklerinden biri, yapının farklı bölümlerine konumlanan ve öğrencilere buluşma ve dısarıda çalışma olanağı sunan avlular. Bakıldığında birbirinden ayrı ve bağımsızmış gibi görünen cepheler, bu cephelerin içindeki odacıklar ve bu odacıklar içindeki insan ve ona dair tüm yaşam, avlular sayesinde nesnenin ve insanın yalnızlığından çıkarak ortak bir paylaşıma sunuluyor. Bu ortak paylaşım, başlı basına bir etkilesim . Eski Kudüs evlerine de atıfta bulunan avlular, geçmiş zaman zanaatkârlarının birlikte çalıstıkları avlu ve han tipolojisini örnekseyen modern bir yorum. Dahası, binanın içindeki iletişimi tesvik eden, cepheleri birbirine bağlayan bir unsur olarak da görülebilirler: Her bir kattan bakıldığında diğer katlardaki fakültelerde nelerin yapıldığını, nelerin üretildiğini ve insan dair izleri görmek öğrencilerin birbirleriyle sürekli iletişim içinde olmalarını sağlayacak. Yalnızca avlular değil, projenin koridorları da geçmişle bağ kuruyor; eski Kudüs evleri arasındaki sokaklar ve meydancıklara gönderme yapıyor. Bu koridorların yarattığı hayat, yapının tüm kademelerine yayılıyor. Böylece etkilesim, küçük mekanlardan büyük mekanlara doğru akıyor. 01 01 Bezalel Sanat ve Tasarım Akademisi için yarışmayı kazanan Studyo Architects imzalı proje. olarak sıralanmış. Aynı şekilde, tasarımın da geleceğiyle ilgili hangi başlıkların öne çıkacağı konusunda öngörüler toplanmış: ● Tasarım, küresel ve rekabetçi bir piyasa- nın sorunlarını çözebilmek için sosyal ve beşeri bilimler başta olmak üzere farklı disiplinlerde bilgi ve deneyime sahip gruplarla zenginleşecek. ● Bilinen problemlerin bir adım ötesine geçip daha geniş bakış açısıyla “sorunun nasıl algılandığını” tespit etmek başlangıç noktası olacak. Farklı kültürlerin sosyal, ekonomik ve teknolojik ihtiyaçlarından doğan karmaşık yapılarını iyi deşifre edip daha rafine mesajlarla sürdürülebilir ürünler sunabilmek doğru tasarımı yaratacak. ● Kitle iletişimi devam etse bile daha dar gruplara özel iletişimin kurgulanması gerekecek. ● Bilgi çağında kısıtlı olan kaynak, “dikkat” ve dikkat ekonomisi de iletişim, bilgi, deneyim ve hizmet tasarımını barındıracak. ● Sosyal toplulukların gücünden yararlanarak kullanıcılarla beraber tasarlamak kaçınılmazlaşacak. ● Mevcut kaynakların tükenmeye başladığı bir ortamda tasarımlar insan odaklı kurgulandığı sürece sürdürülebilirlik sağlanacak. Demek oluyor ki, günden güne daha karmaşıklaşan sorunlarımıza en iyi şekilde cevap verecek ürün ya da hizmetler alelade yaklaşımlardan öte çok daha bilgi, deneyim, empati, öngörü, yenilikçilik ve ön çalışma gerektirecek. Bu yüzden, son yıllarda salt tasarım yerine iş yönetimi ve tasarım metodolojisinin birleştirildiği yüksek lisans programlarına ilgi gittikçe artıyor. IDEO çalışanlarından Ryan Jacoby 2012 yılında “iş yönetimi tasarım” programının hangi derslerden oluşabileceğiyle ilgili bir blog açtı. Bu eğitimi sunan gözde okullardan dSchool ve Rotman Design’dan farklı olarak hangi derslerin verilebileceğiyle ilgili alternatifleri sıralıyor. Mesela, deneyim mühendisliği, farklı disiplinlerden oluşan takımlara yönelik farklı kimlik dinamikleri, duygusal bağ tasarımı, inovasyonu yönetme. Geçen yılki Davos Zirvesi oturumlarından biri de yine “tasarımın geleceği” üzerineydi. Moderatörlüğünü Alice Rawsthorn’un yaptığı oturumun konuşmacıları New York Museum of Modern Art’ın Tasarım Bölümü Küratörü Paola Antonelli, İngiltere’de eğitim, sağlık gibi kamu hizmetlerine tasarım odaklı çözümler sunan Hillary Cottam ve Amerika’nın önde gelen okullarından Rhode Island School of Design’ın müdürü ünlü tasarımcı John Maeda idi. Rawsthorn, tasarımcıların dünya nüfusunun %10’luk zengin kesiminden çok, temel ihtiyaçlardan yoksun geri kalan %90’a daha fazla odaklanacağı ve tasarımıyla, üretimiyle ve satışıyla suçluluk hissetmeden tüketilecek ürünlerin artacağını belirtti. Antonelli, bilim ve teknolojinin sağladıklarıyla kişiye özel tasarımın daha kolaylaşacağını, tüketicilerin mahremiyet arayacağına dikkat çekerken, Cottam, tasarımın insan davranışlarını değiştirmekte etkili olacağını savunurken, tasarımcıların hikaye anlatma yönlerinin ne kadar güçlü olduğunu hatırlatarak politikacıların bile faydalanması gerektiğini ekledi. Maeda ise etik anlayış ve teknolojinin hayatımızı kolaylaştıracağı yerde karmaşıklaştırdığı, bu yüzden de gelecekte tasarımcının teknolojiyi hem basitleştirip hem de içgüdüselleştireceği yönünde bir öngörüde bulundu. Yürüttüğü başarılı projelerin yanı sıra yayınladığı manifestoyla günümüz tasarımcıları arasında önemli bir yere sahip olan Bruce Mau’nun Kanada’daki George Brown College ile beraber kurduğu araştırma enstitüsü Institue Without Boundaries de geleceğin tasarımcılarını hazırlıyor. Amaç, ünlü mimar ve fütürist Buckminister Fuller’ın tanımlamasından yola çıkarak “sanatçı, mucit, tamirci, ekonomist ve stratejist” sentezinden oluşan geleceğin tasarımcı adaylarını birer “umut elçisi” olarak konumlandırmak. Anlaşılan o ki, hedef kitle insan iken ve eğer ortak amaç dünyanın daha sürdürülebilir olmasını sağlamak ise tasarımcıların giymesi gerektiği çok fazla gömlek olacak. Farklı disiplinlerden uzmanlarla bir araya gelerek nasıl bir dünya arzuladığımızı anlayabilmeleri için bizlerle daha fazla zaman geçirecekler. Ürünün ya da hizmetin ihtiyaçları en doğru şekilde karşılaması için analiz becerilerini güçlendirecek, sunulanların en basit şekilde tüketiciye anlatılması iletişimci şapkası takacak ve tüketilirken de suçluluk duygusunun hissedilmemesi için etik anlayışları kuvvetli olacak. 16 26/07/2009 17 Yasemin Tekmen [email protected] YUTMADAN ÖNCE ÇİĞNE, ÇİĞNEMEDEN ÖNCE DÜŞÜN! Günlük hayatta tükettiğimiz bisküvileri, makarnaları kimler, ne düşünerek, ne zaman tasarlamış acaba diye baksak, pek çok ürünün ardında şaşırtıcı hikayeler bulunduğunu görürüz. Sözü hiç uzatmadan yola koyulalım ve yemekle tasarımın kesiştiği yerden hikayelerimizi sıralayalım ard arda. ‘Pötibör’ olarak bildiğimiz bisküvi olsun ilk konuğumuz... Fransız asıllı ‘Petit Beurre’, 1886 yılında Louis Lefevre tarafından yaratılmış. Karısının adı Utile olan Lefevre, ikisinin isimlerinin baş harflerini (LU) bisküviler üzerine yazdırmış. Geleneksel LU bisküvilerinin boyutu kolay paketleme, nakliye ve stoklamaya uygun olması kriteriyle belirlenmiş ve bir pakette günün her saatini karşılamak üzere 24 bisküvi bulunması planlanmış. Diğer yandan, ‘Leibniz’ tereyağlı Alman bisküvileri 1891 yılında firmanın kurucusu Hermann Bahlsen tarafından tasarlanıp üretilmiş. O zamanlar ürünleri ünlü kişilerin adıyla isimlendirmek moda olduğundan, bisküviler matematikçi Gottfried Leibniz’in adını almış. Bir matematikçinin adının kullanılmasının tek nedeni ise Leibniz’in sayılara olan ilgisi. Bisküvinin orjinalinde tam ‘52 diş’ bulunuyor, bir eksik ya da fazla değil. Almanya’yı bırakıp, İtalya’ya geçelim... Makarna,‘form follows function’ (biçim işlevi takip eder) için verilebilecek en iyi örneklerden. ‘Conchiglie rigate’ adlı çizgili deniz kabuğu şeklindeki makarna iç kısmının kalın ve yoğun sos ihtiva etmesi esas alınarak tasarlanırken ‘fusilli’ burgu ve ‘farfalle’ 01 kelebek makarnalar ise sosu kolaylıkla emecek ve tabaktan ağıza götürünceye kadar tutabilecek şekilde tanımlanmış. Sanayileşmenin yaygınlaşması sonucu insanların yemek yemeye vakti kalmamış, kitleler abur cubur yemeklere yönelmiş. Burada karşımıza irdelenecek yepyeni bir yiyecek deryası çıkmış. En popüler yaramaz besin, cipse dönelim yüzümüzü. Patates cipsi Pringles, 1974’te Alexander Liena tarafından yaratılmış, ancak bildiğimiz hiperbolik paraboloit şekli sonradan Procter & Gamble tarafından geliştirilmiş. Aynı ölçüde ve geometrik şekilde üretilen cipsler dilin üzerine tam oturması ve orada erimesi düşünülerek tasarlanmış. Üstüste istiflenip birbirlerine kenetlendiklerinden nakliye sırasında kırılması önlenmiş. Tüp şeklindeki plastik kapaklı ambalaj ise öldüğünde vasiyetine uyularak külleri Pringles kutusuna konularak 02 gömülen Frederic J. Baur tarafından tasarlanmış. Kadınların da iş hayatında aktif çalışmaya başlaması, annelerin çocuklara yemek hazırlama vaktinin daralması, çoçcuklar için yiyecek tasarlamaya davetiye çıkarmış bir nevi. ‘Goldfish’ adıyla Amerika’da Peppperidge Çiflik’inde üretilen balık kraker bunun en belirgin örneklerinden. 1997 yılında çiftlik başkanının önerisiyle ‘Smiley’ adıyla yenilenen krakerin üzerinde, 1962 yılında piyasaya sürüldüğünden beri yapılan tek değişiklik ise yüzüne kondurulan gülücüktür. Hamur ve gıda boyasıyla yapılan pek çok deneyden sonra krakerde beliren neşeli gülümseme, bazıları tarafından yapmacık bulunsa da satışları artırmıştır. Bir de “tasarımcı yemekleri”ne bakalım... Yüzyılın araba tasarımcısı ilan edilen İtalyan tasarımcı Giorgetto Guigiaro, 1983 yılında Barilla grubu için ‘Marille’ adlı bir makarna tasarladı. Philippe Starck’ın 1987 yılında Fransız Panzani için tasarladığı ‘Mandala’ da dikkate değer örneklerden. Starck, ürünün %90 oranında hava içermesini planlamış ve makarnada bir boşluk yaratmış. İçindeki desteği de öyle bir şekilde yerleştirmiştir ki makarnanın kesitine baktığımızda ying yang şeklini görürüz. Yiyecek tasarımlarıyla ün salan Marti Guixe de felsefi yaklaşımları olan ve yemek tasarımlarını sergileyen isimlerdendir. ‘7 Step Cookie’ (yedi basamaklı bisküvi) adlı bisküvisi yedi adımda onu nasıl ısıracağımıza referans verir. ‘Autobahn Cookie’ adını verdiği kurabiyeleri ise lastik teker izi taşıyan ve araba kullanırken yenilecek atıştırmalıklardır. Lagrange 34 Gallery’i unutmamak gerek! Lagrange 34 Gallery ‘Design Chocolate Line’ (Tasarım Çikolata Serisi) ile yeni ve farklı çikolata bölme biçimleri öneren, güncel bir tasarım grubudur. Bizimse, her ne kadar yemek kültürümüz oldukça zengin olsa da, market ürünlerinde Batı’nın bir kopyası olmaktan öteye geçemediğimizi kabul etmekte fayda var. Geleneksel Türk mutfağında endüstriyelleşme henüz gerçekleşmedi, yemekler hala zanaat usulü ile yapılıp sunuluyor. Hoş, malzemenin fonksiyonel olarak kullanıldığı yemeklerimiz mevcut: yaprak sarma, biber dolma, karnıyarık, mantı, baklava bunlardan bazıları. Zamanla Türkiye’de gıda endüstrisinin gelişmesi sonucu yemek alanında da endüstriyel tasarım görmek uzak bir ihtimal değil. Hele de son dönem yapılan atölye çalışmalarını görünce aksini düşünmek mümkün değil! 01. 52 dişli Leibniz bisküvi. 02. Pringles, dilin kıvrımı hesaplanarak tasarlanmış. 03. Goldfish krakerlerin yüzüne gülümseme yerleştirilince satışları artmış. 04. Conchiglie rigate adlı makarna bolca sos taşıyabilmesi için tasarlanmış. GÖZLER ÇEŞME’YE DÖNÜYOR Emre Arolat, 2004 yılında Gonca Paşolar ile birlikte kurduğu EAA-Emre Arolat Architects bünyesinde Türkiye mimarlık ortamının genel yönelimlerinden farklı olarak, katılımcı, çok sesli ve genç bir ekiple, ‘duruma odaklı’ bir mimarlık pratiği sürdürüyor. Geçen sene Şaziment ve Neşet Arolat’ın, bu yıl da Kerem Piker ve Sezer Bahtiyar’ın ortak olarak katılımı ile farklı mimarlık kuşaklarının deneyimlerinin harmanlandığı bir mimarlık ofisi haline gelen EAA -Emre Arolat Architects’in kurucusu Emre Arolat ile konuştuk: EAA -Emre Arolat Architects, şu sıralar 2009 Emirates Glass Leaf Awards’da finale kaldığı 7800 Çeşme Konutları ve Oteli projesiyle uluslararası ödüllerine bir yenisini daha eklemeye hazırlanıyor. Bir süre önce Arolat Mimarlık’tan ayrılarak EAA-Emre Arolat Architects’i kurdunuz. Farklılıklar neler? Ben ikinci kuşak mimarım. Zira annem ve babam da mimar. Üniversiteyi İstanbul’da MSÜ’de okudum. Mezuniyetimden hemen sonra, 1986 yılında gittiğim ABD Washington DC’de bir yıl boyunca Metcalf and Associates isimli mimarlık bürosunda çalıştım. Türkiye’ye döndüğümde annem ve babamın hemen mezuniyetlerinden birkaç yıl sonra, 1961 yılında kurmuş oldukları Arolat Architects bürosunda çalışmaya başladım. Birkaç yıl sonra büronun tasarımcı ortağı oldum. Toplam 17 yıl süren bu birlikteliğin ertesinde, 2004 yılında Gonca Paşolar ile EAA-Emre Arolat Architects’i kurduk ve farklı bir yapı oluşturduk. Bütün gücünü ortakların ve yöneticilerin işlerin içindeki yoğun varlığından alan ve beraber çalışılan ekibin sürekli ve sıkı bir kontrol altında tutulmasıyla yürütülen konvansiyonel ofis düzeninin yerine; daha katılımcı ve çok sesli bir yapı olarak tasarlandı EAA’da bugüne dek süregiden sistem. Sanırım Arolat ve EAA’yı birbirinden kesin çizgilerle ayıran da bu farklı görüştü. Zira her iki grubun mimari yönelimleri arasında çok derin bir fark olduğu söylenemez. Başka bir deyişle, mimari üründen daha çok, süreçtir bu iki yapıyı farklı kılan. 01 02 büyük-küçük kentlerin neredeyse tümünde geçerli olan sermaye egemen üretim ve tüketim modeli, mimarlığın en önemli etmeni. 80’li yıllardan başlayarak gittikçe artan bir motivasyonla mimarlar daha afili, daha gösterişli yapılar ortaya koyma yarışına girdiler. Ayrışmak ve ne pahasına olursa olsun diğerlerinden farklı bir parlaklığa sahip olmak neredeyse kaçınılmaz bir koşul haline geldi mimarlık ortamında. ‘Star Mimarlık’ ve ‘İkonik Yapı’ özlemi bu ortamın yegane belirleyicilerine ve hedeflerine dönüştü. Kuşkusuz İstanbul da pek çok dünya kenti gibi bu yönelimlerin yapısallaştığı, sermayenin gücünü ortaya koyarken içten içe dönüştürdüğü bir metropol haline geldi. EAA’nın Türkiye mimarlık ortamının genel yönelimlerinden farklı olarak, her proje için yeniden tasarlanmış bir tür muhalefet kanalını devreye soktuğunu ve sayısal büyüklükler dışında içinde bulunduğu ortamın alışıldık Alışıldık yönetim piramidinin hayli dışında, daha amorf, elastik ve geçirgen bir ofis yapılanması bu. Sanırım 2004 yılında, Arolat bürosunda böyle bir sistemi oluşturmanın olanaksızlığını hissettiğim için EAA kuruldu. Bu süreçte beni en çok sevindiren gelişmelerden biri, annem ve babamın da birkaç yıl sonra bu yapıya dahil olması ve yeniden, bu kere EAA’nın şemsiyesi altında birlikte üretme şansını bulmamız. Öte yandan bu yapının gittikçe gelişmesi ve paylaşılabilir olduğunun ortaya çıkması bizi fazlasıyla umutlandırıyor. Bu sürecin bir önemli adımı olarak, Sezer Bahtiyar ve Kerem Piker de EAA’nın yeni ve genç ortakları arasına katıldılar. Türkiye’deki neo-liberal mimarlık üretim ortamında ofisinizin mimarlık pratiğini nasıl tanımlıyorsunuz? Sadece İstanbul’da değil, dünya üzerindeki EAA’da oldukça genç bir ekiple, alışılmışın dışında bir çalışma sistemi yürütüyorsunuz... 03 04 EAA’da genç kuşak, hatta üniversiteden yeni mezun olan mimarlar bile tasarım sürecinde etkin birer özneye dönüşme şansına sahiptir. Bir kişinin çizerek ürettiği bir eskizin diğerleri tarafından detaylı bir projeye dönüştürülmesi konvansiyonundan ziyade, her projede oluşturulan tasarım gruplarının olabildiğince ayrıntılı bir analiz ve her ayrı durum için tek defaya özgü bir okuma yapmaları, daha sonra da çok katmanlı bir bağlamsallık üzerinden özgül bir sonuca ulaşmaları hedeflenir. Projenin daha sonraki aşamaları da yine aynı titizlik ve katılımcı bir yönelimle ortaya çıkartılır. taleplerinden uzak durmaya çaba gösterdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Tasarım sürecinin, kavramsal belirleyicilerinin de her proje ve her özgül durum için yeniden üretildiğini vurgulamalıyım. Bağlamsallığın, sıkıcı bir ideolojiden ziyade açıcı ve ilham verici bir düşünce zemini oluşturması, bezen somut ve gözle görülebilir gerçekliklerin, kimi zaman salt hissiyata dayalı verilerin devreye sokulduğu, ezberlenmiş ve garantili kısa yolların olabildiğince askıya alındığı bir süreç bu. EAA içinde en azından belli bir grup için çok da zevkli olabildiğini biliyorum bu yöntemin. 7800 Çeşme Konutları ve Oteli projesi 2009 Emirates Glass Leaf Awards’da finalist oldu. Sizce jüriyi bu projede etkileyen en önemli unsurlar nelerdi? Çeşme, son on yılın turistik motivasyonları ile birlikte katlanarak artan bir yaz nüfusuna erişti. Tıpkı sonradan keşfedilmiş tüm Ege ve Akdeniz kasabalarında olduğu gibi, sonunun nereye varabileceği kestirilemeyen bu büyüme burada da hem fiziksel hem de sosyolojik bir dönüşümü koşullamakta. 7800 projesinin, bu dönüşümle ortaya çıkan soyolojik ve fiziksel örüntüler ve yakın geleceğe yönelik beklentilerle, dönüşüm öncesi süregiden durum arasındaki tansiyonlu ilişkiyi problemleştirmesiyle öne çıktığını düşünüyorum. 01 Mimar Emre Arolat 02 7800 Çeşme Konutları ve Oteli Projesi 03 03 Maslak No 1, Ofis Kulesi Projesi 18 26/07/2009 Şölen Kipoz, Deniz Güner 19 Meltem Cansever [email protected] [email protected] KIYAFETLERİN GİZLİ KALMIŞ HERKES İÇİN ENGELSİZ TASARIM PERFORMANSLARI VE YAŞLILAR İÇİN TASARIM’A KARŞI HÜSEYİN ÇAĞLAYAN’IN SÖYLEMSEL DİRENCİ Ünlü modacı Hüseyin Çağlayan bu yıl Londra’da ilk retrospektif sergisini açtı. Alışıldık düzenden uzak duran Çağlayan, kronolojik sıralama yerine “mantıksal” olanı seçti. Çağdaş moda, ilk kırılma noktasını Antwerpli tasarımcı Martin Margiela ile 1980’lerin sonunda yaşadı. Moda dünyasında dekonstrüktivizmin öncüsü olarak kabul edilen Margiela, Hollandalı tasarım grubu Droog Design gibi “yeni bir şey söylemek için, yeni bir şey üretmek gerekmiyor” savını uyguluyordu. Bu düşünceden hareketle ilk olarak, kullanılmış erkek takım elbiselerinden, giysi ve aksesuar parçalarından yeni tasarımlar yarattı, daha sonra eskimiş yüzeyler ve bitmemiş dikiş detayları ile moda dünyasını “semi-couture” kavramı ile tanıştırdı. (re-semantifikasyon). Bunu yaparken hep moda dışı alanlardan aldığı bilgi ve deneyimi, modaya aktararak disiplinler-arası, melez bir tasarım anlayışını benimser. Çağlayan bu yeniden anlamlandırma sürecinde modern dünyanın sosyal, politik ve kültürel sorunlarından kaynaklanan varoluşsal kaygılarını kıyafet tasarımlarıyla gidermeye çalışırken genellikle sembolik bir tasarım dilini ve teatral performansları tercih etmekte. Tasarım serüveninde on beş yılı geride bırakan Çağlayan, 2005 yılında Almanya’da Wolfsburg kentinde gerçekleştirdiği ilk retrospektif sergiden sonra, bu yıl da kendi kentinde, Londra Tasarım Müzesi’nde ilk retrospektif sergisini açtı. Bu sergisini farklı bir kurguda tasarlayan Çağlayan, işlerini kronolojik olarak sergilemek yerine mantık düzleminde benzerlik taşıyan işleri yan yana getirmeyi tercih etmiş. Bu bağlamda ilk koleksiyonu Teğet Akımlar’ın Hüseyin Çağlayan, 1993 yılında, Central Saint Martins’de hazırladığı “The Tangent Flows/Teğet Akımlar” adlı mezuniyet koleksiyonu ile Margiela’nın taşıdığı bayrağı birkaç adım ileriye götürdü. Çağlayan’ın koleksiyonundaki kıyafetler, tıpkı Margiela’nın semi-couture giysileri gibi yaşanmışlığı ve yıpranmışlığı üzerlerinde barındırıyordu. Tasarladığı kıyafetleri önce demir tozuna buladı ve mıknatıslarla birlikte toprağa gömdü, sonra da bir kimyager gibi onları bir süre gömülü bırakarak malzemenin toprakla etkileşimini keşfetti. Kıyafetler yeryüzüne çıkıp, yeniden nefes almaya başladığında ise yaşanmışlıkları ile gösteriye hazırdılar. Nitekim Çağlayan elinde büyük mıknatıs parçalarını hareket ettirerek kıyafetleri, hayaletler gibi havada asılı tutup, dans ettirmeye başladı. Böylece, Çağlayan, moda dünyasında tabu olarak kabul edilen kıyafetlerin yapım aşamasını gözler önüne sererek, tasarım sürecini şeffaflaştırıyor ve söyleminin bir parçası haline getiriyordu. Çağlayan’ın tasarım evreninde kıyafetler kendi başlarına yeterli anlama sahip değildirler ve bu yüzden genellikle bireyi modern dünyanın yıkıcılığına karşı koruyacak anlam ve içeriklerle donatılmışlardır. Bu amaç doğrultusunda Çağlayan, öncelikle kıyafetlerin bilindik anlamlarını boşaltır, yani desemantifikasyona uğratır, ardından da kıyafetleri yepyeni anlamlarla yeniden donatır yanına son dönem koleksiyonlarından “Inertia/Atalet”i (2009) yerleştirmesi yadırganmıyor. Inertia koleksiyonunda, hareketin bedende dondurulmasını ifade eden, dökme köpükten oluşmuş heykelsi kıyafetler, tıpkı Airborne (2007) koleksiyonundaki gibi sabit bedenin hareketli görünmesini sağlayan biçimlerden oluşuyor. Bu sayede, modern hayatın giderek artan hızı karşısında beden ve kıyafetlerin direncini metaforik bir dille ifade etmeye çalışıyor. Nitekim son dönem çalışmalarında da tıpkı ilk koleksiyonunda olduğu gibi, doğa olgularını temel alan Çağlayan, her yerde ve her kültürde geçerli olacak, evrensel geçerlilikte işler üretmeyi hedefliyor. Doğa ile kaybettiğimiz bağı teknoloji ile yeniden kurmayı hedefleyen çağdaş sanatçı Olafur Eliasson’un 2003 yılında Tate Modern’in içinde yapay güneş üretmesi gibi Çağlayan da teknoloji ve doğanın üzerimizdeki etkilerini kıyafetler yoluyla aktarmayı hedefliyor. Işık, yerçekimi, atalet, vb. doğa olgularının etkisi altında form veya nitelik değiştiren tasarımlar gerçekleştiren Çağlayan, kıyafetlerin gizli kalmış performanslarını görünür kılmak istiyor. Örneğin, Readings (2008) koleksiyonunda Swarovski kristalleri ile kaplanarak ışık kaynağına dönüşen kıyafetlerinde ışığın yayılımını, Airborne’da (2007) mevsimlerin değişimine göre hal değiştiren malzeme ve formlarını, Grains and Steels’de (2005) yerkürenin ve doğal taşların hareketini, yerçekimi kanunlarını, toprağın çürümesi, eskimesi ve patinalaşmasını, dönüşümünü ve değişimini ele alıyor. Kıyafetlerin “gizli kalmış potansiyelleri”ni ortaya çıkarmayı hedefleyen yaklaşımı ile Çağlayan, düşünsel yatırımını kültür ve estetik yerine, nesnenin kendi potansiyelleri üzerine, yani malzemenin kendisi üzerine yaparak, moda endüstrisi içerisinde yepyeni olanakları da görünür kılmayı başarıyor. Fotoğraf: Gökçeçicek Savaşır 01 01 Hüseyin Çağlayan çalışmalarından. Önümüzdeki yıllarda yaşlı nüfus tarihte hiç olmadığı kadar yüksek olacak. Dolayısıyla, tasarımın sıcak gündeminde, yaşlıların özel ihtiyaçları var. Fakat yaş engeline odaklanmak yerine tasarımın engelsizliği üzerinde durmak gerekiyor. Önümüzdeki 25 yılda Batı dünyasında yaşlı nüfusun iki katına çıkması bekleniyor. Yaşlı nüfusu diğer ülkelere göre düşük olan Türkiye de II. Dünya Savaşı’nın dışında kaldıysa da 1950 sonrasında dünyadaki refah toplumu trendine uygun olarak doğumların son hızıyla attığı bir dönem yaşamış olmasıyla, aslında bu eğilimin dışında değil. Genç nüfusun çoğunlukta olduğu günler yavaş yavaş geride kalıyor. 2007 nüfus projeksiyonuna göre 74 milyon kişinin yaşadığı ülkemizdeki 60 yaşın üzerindeki 12 milyon kişi, daha şimdiden beşte birlik oranı tutturmuş durumda. Varoluş sebebi gereği yaşam kalitesini artırmayı, çözüm getirmeyi hedef edinen tasarım, şimdi her zamankinden daha çok olmak üzere, yaşlı nüfusun farklı ihtiyaçlarını göz önünde tutmak zorunda. Yaşlılara özel tasarım; fiziksel, duyusal ve bilişsel alanda yaşla beliren kapasite azalmalarına çözüm getirerek ileriki yaşlarda maksimum bağımsızlık ve yaşam kalitesindeki artışı hedefliyor. Bu sorun öncelikle mimarlığın gündeminde; öncelikle hareketleri kolaylaştıracak kentsel ve mekânsal düzenlemeler öngörülüyor: Daha alçak basamaklar, kaldırımlar, daha iyi aydınlatılmış mekânlar, kaldırılmış bariyerler, dik olmayan rampalar, rasyonel biçimde düzenlenmiş kapı ve dönüş mesafeleri vb. yaşlı ve engellileri sokaklarda ve evlerde daha rahat ettirmeyi amaçlıyorlar. Ama ürün tasarımında da birçok yenilik öngörülmüş: Cep telefonundan scooter’a, bilgisayardan banyo aksesuarlarına birçok ürün kategorisi, artık azınlıktan çıkacak kadar büyüyen ve büyüyecek bu kesim gözetilerek tasarlanıyor. Öncelikle yaşla azalan görsel yetiye getirilen çözümler dikkat çekiyor. Daha büyük tasarlanan tuşlardan sabit ve sürekli ışıklı ortamlara, büyüteçlere ve tıpkı bebekler için olduğu gibi parlak renklerin kullanımına, bu alanda birçok tasarım birçok büyük firmanın gündeminde. İkinci olarak da işitsel yeti kaybına yönelik çabalar göze çarpıyor: Ses düzeyi yükseltilmiş telefon ve bilgisayarlardan yaşlıların yaşadığı ortamların akustik kalitesini yükseltmeye dek uzanan bir dizi çözüm var bu alanda. Yaşla gelen hareket azalması için alçak kaldırımlar veya basamaklar, daha kolay kavranan kulplar, kaymayı önleyen zeminler, yürüteçler, tekerlekli sandalyeler, daha geniş kapı ve koridorlar gibi sayısız çözüm üretilmiş. Bilişsel yetilerdeki azalma konusunda ise alarm sistemlerinden öncelikle emniyet sağlanmasına çalışılıyor. Farklılıklara göre tasarım kulağa mükemmel geliyor, ama zaman zaman işler bir ayrımcılığa varıyor. Yaşlı olmanın beceriksiz ve kifayetsiz özel ihtiyaçları öngörmek için yola çıkıyor; telefonlardan ev aletlerine düşük maliyetli ufak tefek değişikliklerle herkesin kullanabileceği teknik aletler için 1990’ların sonundan bu yana düğmeye basılmış durumda. Fujitsi ise, tersine bir stratejiyi benimseyerek daha kolay kullanılabilir Raku Raku cep telefonunu “yaşlılar ve çocuklar için” diye lanse etmekten imtina etmiyor. Kolaylık ve rahatlığın kimseye bir zararı yok. Herkes için yararlı olabilecek ayarlamaları yalnızca yaşlılara yönelik olarak sunmak gerçekten yararlı bir pazarlama stratejisi mi? olmak demek olmadığı gözden kaçırılıyor. Yaşlıdostu diye adlandırılan tasarımların bir kısmı, onur kırıcı detaylar ve gereksiz bir incelikten yoksunluk içeriyorlar mesela: Daha kolay açılan düğmeler, çirkin ortopedik pabuçlar, gereksiz büyüklükteki parlak tuşlar, daha genç yaşlılara elden ayaktan düştüklerini hissettirecek devasa kapı kulpları… Yetersiz destek kadar aşırı destek de sıkıntıları artırıyor. Evrensel tasarım taraftarları ise çözüm olarak, “engelliler için tasarım”ı değil “engelsiz tasarım”ı öne 01 çıkarmayı öneriyor. Yaşlılara özel ürünler tasarlamaktansa tüm sıradan ürünlerde yaşlılar veya engelliler, çocuklar için de rahatlık ve kullanışlılık öngörülmesi çok daha akılcı olabilir. “Başkası” için değil, “bir başka ben” için tasarım yapılmaya başlandığında ayrımcılık ortadan kalkmış olacak. Örneğin Nissan, yeni otomobillerini yaşlıların çekebileceği zorlukları simüle eden giysiler giydirdiği kişilerle test ediyor ve özel düzenlemeleri fark ettirmeden ürüne entegre ediyor. Siemens, tüm ürünlerinde 02 Dünyada yaşlılar için tasarım hararetli tartışmalara konu olurken, Türkiye daha işin ilk aşamasında bile değil. Engelliler, çocuklar veya yaşlılar için gerekli minimum düzenlemelerin bile yapılmadığı bir ülkede –en sıradan kanıt, şu en genç ve dinamik insanlar için bile sıkıntı uyandırabilecek kaldırımlar olacaktır- belki bu “evrensel tasarım/özel bir grup için tasarım” dikotomisini dile getirmek siyaseten pek doğrucu bir tavır değil. Gerçekten zor durumda kalan kalabalık bir azınlıkla karşı karşıyayız ve böyle bir gerçek her ne olursa olsun yaşlılar için tasarımı talep etmenin öncelik taşıdığı anlamına gelebilir. Engeli yüzünden ülke değiştirerek insanca yaşamak üzere yurtdışında yaşamaya gidenlerin sayısı hakkında elimizde bir istatistik yoksa da tek bir kişi olarak en az birkaç örnekle karşılaşmış olmam, bu sayının pek de ihmal edilebilir olmadığını gösteriyor. Dolayısıyla böyle bir savı önceden dile getirerek bir bakışa göre var olan durumu onaylamış olmak anlamına gelebilir. Ama işin öteki yüzü de unutulmamalı. Yaşlılar için tasarım acil ve önemli bir sorun olsa da yola çıkış noktası kültürümüzde yaygın olan “mağdura acıma” değil, engellerle karşı karşıya olan kesimlere hakları olan düzenlemeyi bir ödev olarak sağlamak olmalı. Sektör böyle bir girişimi reklam olarak kullanmadan doğal bir misyon olarak yerine getirmeli: tüm tasarımlarda geçerli olabilecek, azınlıkları da işin içine katacak düzenlemeler yapılmalı. Özellikle yeni ulaşım araçları ve yollar, herkesin kullanabilmesini gözetecek şekilde yapılmalı. 01. Yaşlılar icin tasarlanan klavyenin kontrastı arttırılmış ve harfleri büyütülmüş. 02. Yaşlılar için tasarlanan otomobil. 03. Nissan, araçlarını test eden kimselere hareket etmeyi zorlaştıran kıyafetler giydiriyor. 03 04 04. Samsung’un yaşlıları da düşünerek piyasada tuttuğu telefonu. 20 26/07/2009 Özgür Uşaklıgil Ali Bakova [email protected] HAYDİ SÜS İŞLEYELİM Süslemenin suç ilan edilmesinden yüzyıl sonra, yeni bir dille yaratılan, süslemeden korkmayan ürünler çoğalıyor. Tasarımın kötü alışkanlığı, aslında hayatın tadlarından biri mi? 01 Adolf Loos “Ornament and Crime, 1908” ile “süsleme suçtur” çıkışını yapmasaydı da, Art Nouveau ekolü sonsuza kadar sürmezdi tabii. Bu çıkışın nedenlerini bugünün birikim ve zevkleri ile o dönemin tasarımına, sanatına, özellikle de mimarisine bakan kişi elbette anlayacaktır. Ama içinden bir ses bizim islami motiflere, Osmanlı ve daha önceki dönemlerdeki saray ve halk sanatına, batı dünyasının Klasik Yunan’dan beri tüm süslemeci geçmişine de sahip çıkmasını söyleyecektir. Loos’a göre toplamacı 19.ncu yüzyılın ardından gelen enfes Art Nouveau işleri, adıyla yeni bir stili yansıtsa da, özünde tasarıma güçlü bir makyajdan fazlasını sunmamıştır. Değişen teknolojinin, imalat biçimlerinin ve yaşam biçiminin yeni bir stilden daha fazlasını beklediği açıktı. Seri imalat, gittikçe yükselen binalar ve küreselleşen dünya, saf geometriyi biçime karar veren ana unsur haline getirmeliydi. Rasyonalist çalışmalarla bunu bir yüzyıldır yapıyor da. Bauhaus sonrası dünya elbette siyasetiyle, üretimiyle ve eğitimi ile farklıdır. Tasarımıyla da hiç olmadığı kadar farklı bir görünümdedir. Diğer yandan unutamadıkları süslemenin tadını tasarımcılara seksen sene sonra hatırlatan Post Modern hareket olmasaydı da sanırım alttan alta varlığını sürdüren desenler ürünler üzerinde yerini alırdı. Kemeraltı, Saman Pazarı ve Mahmut Paşa gibi geleneksel pazarlar süslemenin gücünü hiç unutmadı. Özellikle ev dekorasyonu pazarının hala büyük kısmı klasik dekorasyon firmalarının elinde. Tüm EZBERİ BOZAN [email protected] “SÜSLEME SUÇTUR” SUÇ CAZİPTİR, Karim Rashid, Fratelli kardeşler, Emma Silvestris gibi tasarımcılar Alessi, Nike, Swatch gibi markalar için hazırladıkları ürünlerde kimi zaman süslemeyi fonksiyonu gerçekleştiren öğe olarak kullanıyorlar. Kimi zaman tasarımlarının üzerine grafikler uyguluyorlar. Hatta bu tip ürünler prestiji yüksek ödüllerde de boy gösteriyor. Sadelikten bıktığımız söylenemez, ama sadeliğe zarar vermeyen yeni bir süslemecilik bugünün tasarımında yavaş da olsa yerini alıyor. Ülkemiz tasarımcıları da her geçen gün benzer tasarımlarla üretim dünyasına katkıda bulunuyor. 21 dokuma sorunlarına ve yüksek fiyatına rağmen el dokuması geleneksel desenli halılar hala kendine pazar bulabiliyor. Eğitim aksine yönlendirse de, modernizm yüz yıldır süslemeyi bitirebilmiş değil. Takı ve tekstil gibi doğası gereği süslemesiz olamayan dalların dışında da pek çok tasarımcı saf geometri ütopyasıyla yetinmeyip, başka güzelliklere kapısını açtı. Post Modernizm’in rasyonalizm dışı herşeye mesafesiz durmasıyla gelen fikri bir özgürlüğü solumayı sevdiğimiz kesin. Bugünlerde sahip çıktığımız motifler artık sadece kendi geleneğimizin ürünleri değil. Bir Türk tasarımcı Osmanlı motiflerini olduğu kadar budist motiflerini ana biçim olarak kullanabiliyor. Amerika’lı bir modacı, kreasyonlarına Afrika esintilerini serpiştiriyor. Üstelik Modernist veya Post Modernist olma kaygısı taşımadan. Bu ekoller dışı hareket belki hiç olmadığı kadar özgür, bireysel, çekici, özgün ürünler ortaya çıkarıyor. Tasarımcı kimi zaman formun kendisine, kimi zaman sadece üzerindeki grafiklere uygun gördüğü süslemeyi uygulamaktan çekinmiyor. Bugünün evlerine, bugünün ofislerine veya kamusal alanlarına hergün yüzlerce yeni ürünle ulaşıyor. Grafiğin gittikçe güçlendiği bir ortamda, süslemeden kaçma kaygısı ile mesajlarımızı verememek elbette çok kısıtlanmış bir tavır olurdu. Tüketici görüşlerinin çeşitliliği, sanat ve sanat eseri tanımlarının zamanla değişimi bizlere yeni ve daha renkli bir dünyanın kapılarını açtı. Duvarımıza astığımız saatin üzerinde dekorasyonumuzun bir parçası halini alan desenlerle karşılaşmamız mümkün. Halılarımızdaki motifin geleneksel kullanımının dışında oranlarla kullanılması, kimi zaman da saf geometrinin hakim olduğu süslemeler, soframızdaki porselen takımının kenar süsleri, perdelerimizdeki kumaş desenleri hayatın sıcak esintileri oluveriyor. Çini motiflerini kumaşlarda görmek, halı desenlerini aydınlatmada kullanmak, askeri motifleri tişört deseni olarak basmak da hiç yadırganacak uygulamalar değil artık. Kimi zaman süsleme protest tavırlara bile araç olabiliyor. Çevreci eğilimimizi dile getirmek, politik tavrımızı ortaya koymak için de süslemeyi bir tasarım aracı olarak kullanıyoruz. Bu kapsamda bakıldığında süsleme farklılaşmanın aracı veya fonksiyonun ta kendisi halini de alabiliyor. Grafiğin ve reklamcılığın gücü de üretimi bu 02 açıdan hareketlendiriyor. İletişim mecrası arayışı reklamcıları ürünlerin üzerine baskılar yapmaya çoktan ulaştırmış durumda. Günlük kullanım objelerinin, hatta mimari tasarımların tanıtım amaçlı veya protest mesajlar içermesi günümüzde sıkça rastlanan durumlar. Ayakkabımızın, arabamızın, şapkamızın logoları da süslemenin ve kimliğimizi dışa vurmanın aracı oluveriyor. Mesajlarımızı bir otobüsün tüm cephesine kaplıyoruz. Kullanıcıyı sadece o otobüse binen insan olarak değil, otobüsün yolu üzerinde bulunan insanlar olarak da tanımlıyoruz. Neyin süs neyin fonksiyon olduğunu baştan düşünüyoruz. Hatta süs olmak dışında hiçbir fonksiyonu olmayan ürünler bile tasarlıyoruz. İdeal dozu hepimiz için farklı da olsa, süssüz bir hayat, uzak bir ütopya. Bugünün ofis tasarımlarında hala modernist bir dili tercih etsek de, hayatlarının pek çok başka alanında tüketiciler, üreticiler, hatta tasarımcılar bu ütopyaya gitmek istemiyor. Acımasız rekabet ortamında “süs bir araçtır”. Haydi süs işleyelim. 01. Emma Silvetris tasarımı “La Rosa” kase. 02. “Kia Soul” otomobil. Tasarım dünyası hakkında konuşmak yerine, yeni dünyayı tasarlamak hakkında daha çok tartışmamız gerekir. Tasarımın nasıl yaratıldığı, onu yöneten politikalar ve toplumu gerçekte ne kadar etkilediği, nüfusun büyük bir bölümünün kayıtsız kaldığı meselelerdir. Ortak değerler etrafında toparlanmış mesleki uzmanlaşma kurumu da değildir “tasarım”. Siyasi, hukuki, dini kurumlardan oluşan toplumun gelenekselleşmiş yaşam anlayışını ve algılayışını şekillendirmedeki büyük etkisi aşikardır. Yine de bütün bu kurumların arasında “tasarım” kadar olumlu algılanmış bir sistem daha yok gibi. Tasarımın gerçeklerden uzak ve sıkıntı çekmekte olduğunu, toplumun geneli tarafından bir lüks olarak kabul edildiğini söylemeden de geçmeyelim. Zaten meslek gereği işi ezber bozmak olan tasarımcıların da hangi alışageldik politikalarla nasıl algılandığını derinlemesine eleştirmesinin tam zamanıdır. Tasarım süreçleri çok karmaşık dinamiklerle etkileşim içindedir. Son 20 yıldır matemaktiksel denklemlerden oluşan; doğuda ucuza üretip batıda pahalıya satma hesaplamaları, duygusuz modellemeler ve üretim kararları insani faktörleri dışlamıştır. Tüketici yeni doğmuş bir bebeğe benzer, ihtiyaçlarını söyleyemez; sözcüsü de genelde tasarımcılar olmuştur. İnsani ihtiyaçları göz ardı edilmiş imkanları üzerinde harcama yapmaya zorlanan şekilsel içi boş bir toplum yerine, tasarımcıların sorunları çözme yetisi, disiplinlerarası arabuluculuğu ve geleceği hayal edip elle tutulur birer gerçek haline getirme yöntemlerinden daha faydalı yararlanılmalıdır. Yoksa bu atıl enerji; problemin ne olduğunu en baştan belirleyen marka-sermayenin bilgi dağarcığı ile sınırlı kalıp, bunların ne işe yaradığını sorgulayıp duran tüketici kararsızlıkları ve bunların ancak bilgi sahibi kimselere yönelik bir lüks tasarım işi olduğu tartışması sarmalından uzaklaşamayız. Adil olmayan ekonomik gelişme, lüks tüketim yoluyla en büyük maliyetin en alttakilere ödetilmesi, küreselleşmeyle birlikte bozulan gelir dağılımı sorunu tekrar hatırlanılmalıdır. Ortak çıkarlara yönelik ahlak anlayışına geçilmeli; aç gözlülük, ihtiraslar ve diyalogsuzluğun yaşadığımız krizleri besleyen başlıca duygular olduğu unutulmamalıdır. Bizi ilgilendiren tasarımın gücünün propagandası kadar, bu gücün arkasındaki tasarımcıların toplumu şekillendirmedeki yaşamsal kararlarıdır. Tasarım politiktir, çünkü her zaman hayalle başlayıp gerçekle son bulan ciddi sonuçlar yaratırlar. Tasarımcıların gücü: ortaya çıkardıkları değişik sonuçlardan birine varmamızda bizi yönlendirirler. Tutucu politika karar merkezleri değişim ve hızlı adaptasyon gibi ekipman ve deneyimlere sahip değilken; tasarımcıların çok değişik katmanlı disiplinlerarası sorunları çözme deneyim ve potansiyelleri vardır. Tasarım aslında bir şekillendirme ideolojisidir; yeni ideolojiler yeni tasarımlar gerektirir. Konvansiyonel politikaların şalterinin indirildiği bu günlerde, tepeden aşağıya doğru yönlendirildiğimiz, ikna etmek zorunda kaldığımız eski dönem “üretici ve fiyat bazlı” tasarım politikaları yerine; kullanıcının bizzat önerileriyle “insani ürün- TASARIM “Hiçbir şey gördüğün gibi değildir, her şey bildiğin gibidir.” 01 verimli hizmet-çağdaş yaşam tarzı” evrim döneminin başlangıcındayız. Bizleri yaratan kapitalizm hazır büzüşmüşken, yeni ve farklı söylemleriyle tasarımcılar atılımlar yapabilir. Kendi üretim olanaklarımızı geliştirirken, teknolojik ve sektörel atılım hazırlıklarına yoğunlaşabiliriz. Coğrafyamızdaki iktidarların büyük çoğunluğu; açık toplum, tartışma hoşgörüsü, bilgiye ulaşma özgürlüğünü kabullenip kucaklamada ayak diretmeye meyilliyken; problemlerin çözümündeki çok sesliliği kabullenmede eski alışkanlıklarımız daha hızlı bireysel çözümler tasarlayıp üretmemize olanak sağlamıyor. Her iktidar kendi kültürünü oluşturur, besler, geneller, politik bir mesaj haline getirir ve yoruldukça içini boşaltır. Piyasa iktidarı, “serseri fonlar” sayesinde toksik varlıklar olup geçmişte kaldı; artık kaliteyi bilen, verimliliğini çözmüş “yaratıcı yenilikçi” olmanın önemini kavramış bir düzenin ilk aşamasındayız. Bilgiye odaklanmış araştırma ve geliştirme ağırlıklı bir Tasarım Merkezi yapılanması için gerekli hazırlıkları tamamlayıp, artık fasoncu kimlikten yaratıcı üretim aşamasına geçme zamanı. Gelecek kuşaklar bu yüzyılı politik karışıklıklar, teknolojideki ilerlemeler ve krizlerle hatırlayacaklar, fakat aynı zamanda insanlık refahı için değişime ön ayak olan, hızlı ve kolay çözümlü-kullanışlı hedefleri olanlarıda unutmayacaktır. Hayalperest tutkular ile tasarlayanlarla, kullanışlı çözümleri öngörenleri artık karşıt görmemek gerekir. Endüstri sonrası çağ’a ilişkin gözlem ve söylemlerimizi netleştirmeli; zorba bir hükümdara dönen sözde iletişim teknolojilerin varlığının bizleri ruhsuz birer sayısal sığlığa dönüştürmesine karşıt önlemlerimizide almalıyız. Daha iyi bir dünya tasarlama umutları artmıştır; büyük düşünüp, deneylerle öğreten eğitimi benimsemiş, basit çözümlerle değişik yönlerden bakmaya alışmış, aynı dili konuşup aynı anlamlandırmaları yapan, kimlikleri özgür, alınan dersleri sorgulama yetişi güçlenmiş bir dünya düzenine özlemler gittikçe artacaktır. Hem problemin fikir sahibi, hem üretim yöntemlerinin sahibi, hem de istediğinde cazibe merkezi olarak pazarlayanın aynı olduğu eski dönemden, sorunlara bilgi ile çözüm bulan, sahipleride tasarımcılar olan yaratıcı marka döneminin tam göbeğindeyiz. Kişisel ve toplumsal gelişimde fiziksel, duygusal, ruhani yaratıcı farkındalık dönemine girmiş bulunmaktayız. Sanatçı gibi sentezlere varabilen, buluşcu çözümler üretebilen, tarafsız bir ekonomist gibi davranan, evrimsel gelişmeye açık bir stratejist, kültürünü özümsemiş, biriktirdiği artı değerleri paylaşan eğitici tasarımcılar dönemine geçiş yapmak zorundayız. Bizden önceki kuşakların arşivleri ile zenginleşen, uluslararası geniş bir koleksiyonuda içinde barındıran Tasarım Müzesi’nin ilk adımlarını da bu dönemde atmalıyız. Yıllar önce bu mesleğe gözlemle başladık, bazı söylemlerin değiştiğini defalarca gördük ve şimdi dahası neden olmasın. Sen kendin, kendine kendini senin tasarım doğrularınla anlatmakla başlayabilirsin. 02 01-02 Sırasıyla Amy Bruce ve Banksy illüstrasyonları 22 26/07/2009 MİMARLIK ROTASI Bir kez daha Livenarch Türkiye’nin mimarlık alanında yapılan en önemli aşiv projesi olarak gösterilebilecek Arkiv, Google Maps’in altyapısını kullanarak yol planınızı belirlemenizde yardımcı oluyor. Yaz ayları geldiği zaman herkesin sıklıkla sorduğu sorulardan bir tanesi “Bu sene tatilimi nerede yapmalıyım?” olur. Sorunun cevabı ise genellikle kıyı kentlerinde yapılan bir rezervasyon ile bulunur. Farklı bir tatil arayan fakat henüz planlayamamış olanlar, tatili fırsat bilip Türkiye’deki modern mimarlık mirasını incelemek isteyenler için Arkitera Mimarlık Haritası bir rota belirleyebilir. Buluşma Noktası Büyükhüsun haritasının ortaya çıkmasına olanak tanınabiliyor. Her bir proje tipini ifade eden bir piktogram var. Harita üzerinde yer alışlarından hangi noktadan ne türde bir proje olduğu kolaylıkla anlaşılabiliyor. Yakınlaşarak ve piktograma tıklayarak projenin detayları görülebiliyor, ARKİV’deki sayfasına gidilebiliyor. Örneğin resimde, Ankara’daki ARKİV’de olan ve haritaya işlenmiş binaların bazıları görülebilir. Koyu renkli ve büyük işaretler o noktalarda aynı tipteki binaların yoğunlaştığı anlamına geliyor. Bu, batı ve güney sahillerinde konaklama tesislerinin çoğaldığı kentlerde rahatlıkla görülebilir. Örn. Antalya. www.mimarlikharitasi.com adresinden yayınlanan, Google Maps’in altyapısını kullanan harita ARKİV ile entegre bir şekilde çalışıyor ve ARKİV’de yer alan binaların harita üzerine işaretlenmesiyle oluşuyor. Tamamen interaktif bir yapısı olan harita herkesin katılımıyla genişliyor. Dexigner iPhone’da Dünyanın en çok tıklanan tasarım sitesi dexigner, iphone için geliştirdiği uygulamayla Türkiye’de bir ilke imza attı. App Store üzerinden ücretsiz olarak indirebilen uygulamada tasarım haberlerine, etkinliklere ve yarışmalara hızlı olarak erişim sağlıyor. iPhone'un GPS özelliğini kullanan "Near Me" bölümü ile yakınınızdaki etkinlikleri ve tasarımcıları görebilir, konumlarını harita üzerinde görebilirsiniz. Arkitera Mimarlık Haritası’nda toplam 433 proje bulunuyor. Harita’dan tatil rotası oluşturmak için ilk yapılması gereken gidilecek kent ya da kentlerin belirlenmesi. Haritanın üstündeki menüden istenen kent seçildiği zaman kentin haritası daha da yakınlaşarak ekrana geliyor. Bir sonraki adım ise hangi tipte binaların gezilmek istendiğine karar verilmesi. Bunun içinde yine üst menüdeki projeler seçeneğinden proje tipleri açılıp-kapanarak projelerin görünüp görünmemesine olanak sağlanabiliyor. Hepsi açılarak kentin mimarlık ARKİV Hakkında Türkiye’nin mimarlık alanında yapılmış en önemli projelerinden biri olan ARKİV bilindiği gibi Arkitera Mimarlık Merkezi’nin arşiv projesi. İçinde Cumhuriyet Dönemi’nden günümüze Türkiye’de üretilen projeler, mimarlar yer alıyor. 6 Ekim 2003 tarihinde açılan arşiv geçen zaman içinde önemli bir başvuru kaynağı haline geldi. 2009 başından 01 itibaren 6 ay kapalı kalan ARKİV 11 Haziran 2009’da Çanakkale Seramik&Kalebodur’un sponsorluğunda herkesin ulaşabileceği şekilde yeniden ücretsiz olarak yayına açıldı. 01 Arkiv’in mimarlık haritasından. Gözde Tüfekçi [email protected] İLK İŞİM OKULLARDA DEĞİŞİM KSV, “İlk İşim Okullarda Değişim” projesiyle duvar karosu meslek kurslarını köy okullarında gerçekleştiriyor. 01 23 Kayseri, Denizli, Isparta ve Erzurum şehirleri olmak üzere toplam dört hedef bölgede başlatılan “İlk İşim Okullarda Değişim” sosyal sorumluluk projesinin ilk ayağı, 30 Haziran günü düzenlenen bir törenle Kayseri’de gerçekleştirildi. Faaliyetleri arasında bulunan geliştirme ve uyum kursları kapsamında, inşaat sektörüne kalifiye eleman yetiştiren KSV; Çanakkale Seramik, Kalebodur, Kalekim, Kalecolor ve Kale’nin sponsorluğunda gerçekleştirdiği “İlk İşim Okullarda Değişim” projesi ile Türkiye’nin dört bir yanında düzenlediği “Seramik Yer ve Duvar Karosu Kaplamacılığı Meslek Kursları”nın uygulamalı staj çalışmalarını Anadolu’daki köy okullarının tuvaletlerinde gerçekleştiriyor. Bu sayede kursiyerlerin mesleklerindeki ilk işleri ile bir sosyal sorumluluk projesi içinde yer almalarının yanı sıra, bölgelerindeki köy ilkokullarının da hijyenik bir ortama kavuşması sağlanıyor. Projenin ilk durağı olan Kayseri’de 2O engelli gençle düzenlenen kursun ardından gerçekleştirilen staj çalışması, Kayseri Talas Kuruköprü İlköğretim Okulu’nda uygulatılarak okulun tuvaletleri yenilendi. 2015 yılına kadar 1.250 işsiz gence meslek sahibi edindirmeyi ve 50 köy okulunun tuvaletlerinin yenilenmesini hedefleyen “İlk İşim Okullarda Değişim” projesi, Kale Grubu markalarının ve çalışanlarının da içinde bulunduğu ek çalışmayla, 2009 Kale Grubu Sosyal Sorumluluk Projesi haline getirildi. “Giderken Sizden de Bir Şeyler Taşıyalım İstedik” sloganıyla başlatılan ek proje ile bayi ve şirket çalışanlarından da projeye kitap, oyuncak, kırtasiye malzemesi, giysi ve ayakkabı gibi yardımlarla katılması sağlandı. 01 KSV projesiyle yenilenen bir okul. Teknolojik İstiklal 20 yıl önce araç trafiğine kapatılan İstiklal Caddesi’nin etrafındaki 43 nokta daha tamamen yayaların kullanımına açılacak. 2 yıldır aşama aşama uygulamaya konulan sistemin son rotüşlarının da tamamlandığı belirtiliyor. Uygulama için sokaklara zorunlu haller dışında kapalı kalacak pnömatik babalar yerleştiriliyor. TÜBİTAK tarafından desteklenen pnömatik baba sistemi, radyo frekansıyla olduğu gibi kumanda cihazıyla da çalıştırılabiliyor. Geri Dönüşüm kavramı çerçevesinde sanat, tasarım, performans ve yerel mutfak konularında Anita Bacic, Atelier BomDesign, Bedenİşlemsel Sanatlar Derneği ve Gülpınar ile Büyükhüsun’lu yerel inisiyatiflerin yürüteceği atölyelerle Ege’nin bu köyünde farklı bir süreç yaşanacak. Bir yandan köy sakinlerinin elinin altındaki her şeyi geri dönüştürme konusunda içselleştirmiş olduğu beceri mercek altına alınırken, diğer bir yandan güncel müdahaleler ile bu beceriden ilham alınarak yaratıcı nesneler üretilecek. Başvuru için son tarih 1 Ağustos. (www.c-u-m-a.org) Moda Bu Fuarda CNR Fuarcılık 28-30 Ağustos 2009 tarihleri arasında gerçekleştireceği Moda ve Marka Fuarı’nda dünyaca ünlü tasarımcı Alessandro Dell’Acqua’yı ağırlıyor. 2009 İlkbaharYaz Koleksiyonu ile moda haftalarında büyük beğeni toplayan ünlü modacı, fuarın onur konuğu olarak ilk kez İstanbul’a gelerek, moda camiası ile buluşacak. Fuarda, ulusal ya da uluslararası alanda marka olmuş ve bu yolda ilerleyen yerli ve yabancı firmalarının 2009-2010 Sonbahar-Kış ve 2010 İlkbahar-Yaz koleksiyonları alıcılarla buluşacak. Barış Çakmakcı [email protected] Arkitera.com Yenileniyor İnternet üzerinden yayın hayatına 9 Ekim 2000'de başlayan Arkitera.com, Türk mimarlık çevresinin vazgeçilmezleri arasında yerini aldı. Arkitera, 2010 yılında yepyeni bir tasarım ile kullanıcılarının karşısına çıkacak. Site, yeni yapılanmı için ziyaretçilerin görüş ve önerilerini bekliyor. İstanbul Fashion Days Başlıyor İstanbul; Türk moda tasarımcıları ve hazır giyim markalarını ilk kez aynı çatı altında toplayacak olan İstanbul Fashion Days (IFD) ile tüm şehrin yaşayacağı bir moda şölenine hazırlanıyor. İTKİB ve Moda Tasarımcıları Derneği (MTD) işbirliği ile Türkiye'de ilk kez gerçekleştirilecek olan Istanbul Fashion Days, 26-29 Ağustos tarihleri arasında tarihi İTÜ Taşkışla binasında gerçekleşecek. Etkinlik çatısı altında, farklı başlıklar bulunuyor. Önde gelen moda tasarımcılarımızın defile ve butik fuar organizasyonu olan İstanbul Fashion Lab, IFD çatısı altında Türk tasarımcılarının çizgilerini dünyaya yansıtırken hazır giyim firmalarımıza odaklanan Brandist ise markaların defile ve fuar platformu olacak. İlki 4-7 Temmuz 2001, ikincisi 1-4 Temmuz 2003 tarihlerinde Karadeniz Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü tarafından düzenlenen Uluslararası Livenarch Kongresi'nde daha önce "Mimarlıkta Bağlam" konusu irdelenmişti. Bu süreç ve sonrası "Yapılanmalar (Yeniden Yapılanmalar ve Yapı Bozumlar)" teması ise 9-11 Temmuz arasında gerçekleşen sonuncusunun konusu oldu. Kongre, gözleri Karadeniz’e çevirdi. Tasarım Kampı’na İlgi Kadir Has Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nce tasarıma ve tiyatroya meraklı lise 3. ve 4. sınıf öğrencilerine yönelik olarak düzenlenen Tasarım Kampı tamamlandı. Aralarında İstanbul Robert Lisesi, Hisar Eğitim Vakfı Okulları, İstanbul Alman Lisesi, Notre Dame de Sion, Üsküdar Amerikan Lisesi, FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi gibi liselerden gelen öğrencilerin bulunduğu 23 katılımcı, Tasarım Kampı’nda tasarım disiplinleri için el becerisinin ötesinde yaratıcılık ve kavramsal düşünme yetisinin önemini ve bunun da büyük oranda geliştirilebilirliğini kavradı. Grafik, endüstri ürünleri, iç mimarlık ve çevre tasarımı ve tiyatro atölyeleri, Güzel Sanatlar Fakültesi’nin öğretim kadrosunca çağdaş tasarım ve tiyatronun pedagojik yöntemlerinden yararlanarak hazırlanıp uygulandı. Tasarım Duayeni İş Başında İngiltere’nin el yapımı halılarıyla bilinen markası The Rug Company, Paul Smith, Matthew Williamson ve Vivenne Westwood gibi tasarımcılarla yaptığı çalışmalara bir yenisini ekledi. 102 yaşındaki efsanevi endüstriyel tasarımcı Eva Zeisel ile yaptığı yeni çalışmada üç farklı halı üreten marka, üç parçadan oluşan yeni seride gerçek formları kullanan iki boyutlu optik motiflerden oluşuyor. GAG’09 Kurultayı Yapıldı 2009 Grafik, Animasyon ve Görüntüleme (GAG) Kurultayı İstanbul Teknik Üniversitesi, Ayazağa Kampüsü, Elektrik Elektronik Fakültesi’nde yapıldı. Kurultayın amacı Türkiye'de grafik, animasyon, oyun, görüntüleme, görsel tasarım alanında çalışan, bilgisayar ortamında tasarım yapan ve tasarım araçları geliştiren mühendislik, mimarlık ve sanat alanlarındaki akademisyenleri, öğrencileri ve bu alanlarda etkinlikte bulunan firmaları tasarımcılarla buluşturmaktı. Etkinliğe katılanlar üretilen fikirlerin ve ürünlerin tanıtımı için yeni bir ortam oluşturdular. Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ, Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven Sayfa Düzeni: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer Topkaya Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 [email protected], [email protected] Radikal'in ücretsiz ekidir.