İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI`NA

Transkript

İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI`NA
İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA MÜŞTEKİLER :1-­‐Lambdaistanbul Lezbiyen Gey Biseksüel Travesti Transseksüel Kadın ve Erkekler Arası Dayanışma Derneği Osmanağa Mah. Halitağa Cad. Şemsitap Sok. Yılmaz Palas Apt. No:1 D:3 KADIKÖY/İSTANBUL 2-­‐ Kaos Gey ve Lezbiyen Kültürel Araştırmalar ve Dayanışma Derneği GMK Bulvarı 29/12 Kızılay ÇANKAYA/ANKARA 3-­‐ Sosyal Politikalar, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği Asmalı Mescit Mah. Kallavi Sk. No:10/4 BEYOĞLU/İSTANBUL VEKİLLER : 1-­‐ Av. Ezgi ŞEREF (İstanbul Barosu 39311) Asmalı Mescit Mah. Kallavi Sk. No:10/4 BEYOĞLU/İSTANBUL 2-­‐ Av. Fırat SÖYLE (İstanbul Barosu 33244) Kervangeçmez Sk. No:2 K:3 D:11 Mecidiyeköy ŞİŞLİ/İSTANBUL 3-­‐ Av. Levent PİŞKİN (İstanbul Barosu 47670) Osmaniye Mah. Mine Sk. Emre Konutları A Blok No:4/26 BAKIRKÖY/İSTANBUL 4-­‐ Av. Rozerin Seda KİP (İstanbul Barosu 34916) İstiklal Cad. Halep Pasajı No:92 K:6 BEYOĞLU/İSTANBUL
5-­‐ Av. Sibel ÖZEN (İstanbul Barosu 44947) Bahariye Cad. Kafkas İş Hanı No:37 K:2 Büro:205 KADIKÖY/İSTANBUL 6-­‐ Av. Türker VATANSEVER (İstanbul Barosu 37749) İstiklal Cad. Halep Pasajı No:92 K:6 BEYOĞLU/İSTANBUL 7-­‐ Av. Yasemin ÖZ (İstanbul Barosu 39055) Osmaniye Mah. Mine Sk. Emre Konutları A Blok No:4/26 BAKIRKÖY/İSTANBUL ŞİKAYET EDİLENLER : 1-­‐ İçişleri Bakanı Sebahattin Öztürk (Denetleme yetkisine sahip olması sebebiyle ve emir veren sıfatıyla) 2-­‐ İstanbul Valisi Vasip ŞAHİN (Emir veren sıfatıyla) 3-­‐ İstanbul Emniyet Müdürü Selami ALTINOK (Denetleme yetkisine sahip olması sebebiyle ve emir veren sıfatıyla) 1
4-­‐ Soruşturma sonucunda kimliği tespit edilecek ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü sevk ve idaresinde 28.06.2015 tarihinde İstanbul/Beyoğlu Taksim bölgesi İstiklal Caddesi’nde (özellikle Mis Sokak, Büyükparmakkapı Sokak, İmam Adnan Sokak, Sıraselviler Caddesi ve Tünel ile Galatasaray bölgeleri başta olmak üzere) gerçekleştirilen LGBTİ Onur Yürüyüşe ilişkin görevlendirilmiş iken, kanunsuz emri uygulayarak göstericilere haksız ve orantısız şiddet uygulamak suretiyle saldıran ve müvekkilleri darp eden/yaralayan, başta çevik kuvvet ekipleri olmak üzere tüm kolluk amir ve memurları SUÇ : Kasten Yaralama (TCK 86-­‐87), İşkence (TCK 94-­‐95. Md.), Eziyet (TCK 96. Md.), kötü muamele, Cebir (TCK 108.md.) Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması (TCK 256.md.) Görevi kötüye kullanma (TCK 257. md.), Kanuna Aykırı Emir Vermek ve Yerine Getirmek ( TCK 24), İfade Özgürlüğünün Kullanımını Engelleme (5237 Sayılı TCK m.115), Toplantı ve Gösteri Yürüyüş Hakkının Kullanımını Engelleme (2911 Sayılı Kanun), Hürriyeti Tehdit (TCK 109) SUÇ TARİHİ : 28.06.2015 KONU : Müştekilere karşı yukarıda sayılan suç ve suç maddelerindeki fiilleri işleyen failler hakkında gerekli soruşturmanın yapılarak kamu davası açılması istemidir. AÇIKLAMALAR : I – OLAY: Dünyanın birçok ülkesinde kutlanmakta olan LGBTİ Onur Haftası, 23 seneden beri ülkemizde İstanbul’da, Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde on binlerce kişinin katılımı ile gerçekleştirilmektedir. LGBTİ Onur Haftası, 1969 yılında New York’ta gerçekleştirilen ve Stonewall eylemi olarak anılan ilk LGBTİ kitlesel direniş eyleminin yıl dönümünde kutlanmakta ve her yıl tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Haziran ayının son Pazar günü yapılan “LGBTİ (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Transeksüel, İnterseks) Onur Yürüyüşü” ile son bulmaktadır. Tüm dünyada da LGBTİ Onur Yürüyüşü adı altında gerçekleştirilen bu yürüyüş, tıpkı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, 1 Mayıs İşçi Bayramı gibi belirli bir tarihte gerçekleştirilen anma ve kutlama eylemidir. Bu yürüyüş, LGBTİ’lerin haklarını gündeme getiren ve maruz bırakıldıkları hak ihlallerine değinen basın açıklaması ile son bulmakta olup, 12 sene boyunca İstanbul’un en merkezi yeri olan Taksim Meydanı’ndan, İstiklal Caddesi boyunca Tünel’e doğru yapılmaktadır. Son senelerde, barışçıl nitelikteki bu yürüyüş ve basın açıklamasına, yurt içi ve yurt dışından on binlerce kişi de katılmaktadır. Müvekkil dernek bu yıl olduğu gibi, 23 yıldır bu yürüyüşün organizasyonu gerçekleştirmektedir. 28.06.2015 tarihinde 13’üncüsü düzenlenmek istenen, haftalar boyunca kamuoyuna ilan edilmek suretiyle duyurulan ve basına yansıyan haberler ile de gerçekleşeceği bilinen “LGBTİ Onur Yürüyüşü”, İstanbul Valiliği’nce önceden bildirimde bulunulmaksızın engellenmiştir. LGBTİ Onur Yürüyüşü gerçekleşmeden önce yürüyüşün yapılacağına ilişkin basında yer alan haberlerden bir kısmı örnek olması için dilekçe ekinde sunulmuş olup, söz konusu haberlere elektronik olarak aşağıdaki adreslerden de erişilebilir; 2
http://www.hurriyet.com.tr/her-­‐sey/29398644.asp http://www.birgun.net/haber-­‐detay/buradayiz-­‐askim-­‐83659.html Yürüyüş yapılmadan önce basında geniş yankı bulduğu için, İstanbul’un en merkezi yerlerinden birinde yapılacağı duyurulan bu yürüyüşten, İstanbul’u idare etmekle görevli şüphelilerin haberdar olmaları görevleri gereğidir. Basın yoluyla şüphelilerin haberdar olduğu bir etkinlik için mevzuat gereği ayrıca idareye bildirim yapma yükümlülüğü bulunmamaktadır. Konuya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde görev yapan Dr. Ziya Çağa TANYAR tarafından yazılan makalenin ilgili kısmı şu şekildedir; “…Asıl üzerinde durulması gereken konu, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasının hukuk düzeni tarafından belirli bir “izin” veya “önceden haber verme”51 (2911 sayılı kanuna göre bildirim) şartına bağlanması durumunda belirli bir kısıtlamadan bahsedilip bahsedilemeyeceği sorusudur. İzin söz konusu olduğunda toplantı ve gösterinin yapılması adı üstünde otoritelerin belirli bir izin vermesine bağlı iken, Türkiye’de olduğu gibi “önceden haber verme” (bildirim) sisteminde, gösteriyi yapacak olanların sadece otoriteleri durumdan haberdar etmeleri yeterlidir. Gösterinin yapılması otoritelerin iznine bağlı değildir. AİHM’nin klasik içtihadına göre izin veya önceden haber verme (bildirim) sistemlerinin tek başına varlığı, toplantı ve gösteri yürüyüşünü kısıtlayan bir hukuki durum olarak görülmez ve bu nedenle 11. madde tarafından güvence altına alınan ilkelerle çatışma halinde değildir... Ancak, izin veya önceden haber verme sisteminin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ortadan kaldırmaya yönelik gizli bir engel olarak kullanılmaması gerekir. Toplantı ve gösteri yürüyüşünün yapılması belirli bir aciliyet kesbetmese bile, eğer önceden haber verme şartı yerine getirilmeden yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşü barışçıl ise ve kamu düzenini de çok ciddi bir şekilde tehdit etmiyor ise, Mahkeme otoritelerden yine de belirli bir hoşgörü göstermelerini istemektedir. Özellikle önceden haber verme şartının yerine getirilmemesi nedeniyle toplantının güç kullanılarak dağıtılması ihlal kararlarına yol açmaktadır. Oya Ataman/Türkiye davasında57 Türkiye aleyhine çıkan ihlal kararı bu konuyla ilgilidir. 22 Nisan 2000 tarihinde başvurucunun da aralarında bulunduğu 40-­‐50 kişilik bir grup F tipi cezaevlerini protesto etmek amacıyla Sultanahmet meydanında toplanırlar. Gösteri bildirim şartı yerine getirilmeksizin yapılmaktadır. Göstericilerin toplanmasından aşağı yukarı 30 dakika sonra polis göstericilere gösterinin bildirim şartı yerine getirilmeden yapıldığını, bu yüzden dağılmaları gerektiğini ihtar eder. Göstericiler bu ihtara uymayınca lakrimojen gaz kullanmak yoluyla gostericiler dağıtılır ve bir kısmı göz altına alınır. Bu arada göstericiler herhangi bir şiddet hareketine girişmemişlerdir. AİHM bu davaya ilişkin incelemesinde, önceden izin alınmamış olsa bile barışçıl bir şekilde yapılan gösterilerde kolluğun bir miktar tolerans göstermesi gerektiğini tekrar etmiştir. 3
Mahkeme’ye göre mevcut olayda polis oldukça sabırsız davranmış ve göstericiler, kamu düzeni için ciddi bir tehlike oluşturmamalarına ve şiddete başvurmamalarına rağmen, lakrimojen gaz kullanmak suretiyle dağıtılmışlardır. Bu durumda velev ki izin alınmamış olsun, barışçıl yapılan bir gösteriye bu şekilde çabuk ve kuvvetli bir müdahele toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını ihlal eder.” Söz konusu davada Türk Hükümeti yapılan gösterinin kamuya açık olarak yapıldığından kamu makamlarına gösteri öncesinde gerekli tedbirleri alma imkânını veren bildirim şartının gerçekleşmediği ve bu usulün “izin rejimi”nden farklı olduğu şeklinde savunma yapmıştır. AİHM daha önce benzer olaylarda olduğu gibi burada da bir gösterinin sadece mevzuata uygun olmamasını barışçıl şekilde toplanma özgürlüğünün kullanılmasına müdahale edilmesini haklı kılmayacağı kanaatini ifade etmiştir Makalenin tamamı dilekçe ekinde sunulmaktadır. Ayrıca makalenin elektronik kopyasına http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/1626/17439.pdf adresinden erişilebilir. Mevzuatımızda düzenlenen yürüyüşün bildirime bağlanması hususu, yürüyüş için izin alınması anlamında değil, göstericilerin güvenliğinin sağlanması için devlete bilgi verilmesi amaçlıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, yürüyüşe ilişkin bildirim basın yoluyla zaten yapılmıştır. Zaten idare ve şüpheliler de yürüyüşün gerçekleşeceğinden basın yoluyla haberdar olmuşlardır ki, tüm İstiklal Caddesi’ni ve caddeye açılan ve caddeyi kesen tüm ara sokakları kolluk kuvvetleriyle doldurabilmişlerdir. Kolluk kuvvetleri yürüyüşten saatlerce önce ruh sağlığı çalışanları tarafından Galatasaray Lisesi önünde 14:00’de gerçekleştirilen basın açıklamasına katılan ve ellerinde gökkuşağı bayrakları bulunan 3-­‐5 kişilik gösterici grubunun elindeki bayrakları indirmeye çalışmış, grubu tartaklamış, derneğimiz avukatlarının bayrakların hangi gerekçeyle indirilmesi gerektiğini sorması üzerine kolluk amiri tarafından “Valiliğin emri var” denilmiştir. Valiliğin bu yasağı koyduğuna ilişkin yazılı emrin gösterilmesinin istenilmesi üzerine, emrin sözlü olduğu bildirilmiştir. Sözlü emir ile yasaya aykırı kısıtlama yapılamayacağı üzerine süren tartışmadan sonra kolluk güçleri Galatasaray Lisesi ile Taksim Meydanı arasındaki barikatı açarak göstericilere müdahaleyi durdurmuştur. Konuya ilişkin kolluk tarafından müdahaleye maruz kalan derneğimiz üyelerinden Özlem Çolak (TC No: 49576628546), Can ÖCALAN (TC No:5657012240) ile Umut ŞAH (TC No:37468480280) tanık olarak dinlenilmelerini talep ediyoruz. Bundan sonra saat 15:00 sularında kolluk kuvvetleri Kaos Gey ve Lezbiyen Derneği medya koordinatörü ve editörü Tarık Yıldız ile Bianet muhabiri Çiçek Tahaoğlu’nu İstiklal Caddesi üzerinde göz altına almaya çalışmış, kimliklerine el koymuş ve şahısları polis çemberine almıştır. Olay yerine giden derneğimiz avukatlarının gözaltı gerekçesini sorması üzerine, herhangi bir gerekçe bildirilememiş, gözaltını yapan polis memurlarının üzerlerinde ve üniformalarında sicil numarası dahi bulunmadığı için polislere kimliklerinin sorulması üzere, her nedense, polis memurları kimlik ibraz etmeyi tercih etmeyip, o ana dek hukuksuz alıkoydukları Tarık Yıldız ile Çiçek Tahaoğlu’nu serbest bırakmışlardır. Konuya ilişkin Tarık Yıldız (TC No: 22864759924) ile Çiçek Tahaoğlu (TC No: 20407951996)’nun tanık olarak dinlenilmelerini talep ediyoruz. 4
Kısacası, idarenin ve şüphelilerin yürüyüşe ilişkin bildirim yapılmamış olmasını, barışçıl bir şekilde orada bulunan göstericilere karşı uygulanan haksız ve orantısız polis şiddetine kılıf olarak göstermeye çalışmaları, kanunun etrafını dolaşmaya çalışma ve hakkın kötüye kullanımından başka bir şey değildir. Bildirim yükümlülüğü göstericilerin güvenliğinin sağlanması için getirilen bir düzenleme olduğu ve yürüyüş güzergâhında güvenliği sağlayabilecek yeter sayıda güvenlik görevlisi olduğuna göre, idarenin ve şüphelilerin kanuna aykırı davranmalarına gerekçe olarak bildirim yapılmamış olmasını göstermeleri kabul göremez. Zira yürüyüş güzergâhında kolluk güçleri dışında göstericilerin güvenliğini tehdit eden veya göstericilere saldıran veya saldırmak için toplanan kimse bulunmamıştır. Şayet birkaç kişi münferit olarak göstericilere saldırmaya yeltenmiş olsa dahi, mahalde bulunan binlerce güvenlik görevlisi birkaç saldırganı engellemekten aciz olmasa gerektir! Zira aynı güvenlik güçleri aynı gün on binlerce göstericiyi dağıtma kapasitesinde olduklarını açıkça sergilemişlerdir! Kısacası, yürüyüşün bildirim yapılmamış olması nedeniyle engellenmiş olduğu gerekçesi ancak kandırmacaya yeltenmek ve hukuka aykırılığa kılıf aramaktır. Zira yürüyüşün engellenmesinin gerçek nedeni, İstanbul Valisi Vasip ŞAHİN tarafından HDP İstanbul milletvekili Sn. Av. Filiz Kerestecioğlu’na telefon konuşmasında şifahen, “Etkinliğin LGBTİ bireyler tarafından yapılması ve Ramazan ayına denk gelmesi” olarak bildirilmiştir. İstanbul Valisi Vasip Şahin saat 16:00 sularında kendisini telefonla arayan HDP İstanbul milletvekili Sn. Av. Filiz Kerestecioğlu’na bunu bizzat ifade etmiştir. Sn. Filiz Kerestecioğlu valilik makamıyla yaptığı bu görüşmeyi basın önünde de açıklamıştır. Sn. Kerestecioğlu’nun açıklamasına ilişkin video kaydı dilekçe ekinde sunulmuş olup, açıklamaya elektronik olarak http://www.haberler.com/polis-­‐mudahalesi-­‐sonrasi-­‐lgbti-­‐
yuruyusu-­‐yapildi-­‐7458785-­‐haberi/ adresinden de erişilebilir. Konuya ilişkin gerekli görüldüğü takdirde Sn. Av. Filiz Kerestecioğlu’nun tanıklığına başvurulmasını talep ediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin laik bir hukuk devleti olduğu Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenmiştir. Ülkemiz, çoğunluğu Müslüman olmakla birlikte farklı inançlardan insanların bir arada yaşadığı bir ülkedir. Belirli bir dinin mensuplarının kutsal kabul edilen Ramazan ayında LGBTİ bireylere karşı olumsuz hassasiyet geliştireceği varsayımı ile temel hak ve hürriyetlerden olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının engellenmesinin hukuken kabulü mümkün değildir. Öncelikle, laik bir devletin tüm dinlere, inançlara ve inançsızlıklara eşit yaklaşma yükümlülüğü vardır. Laik bir devlet, çoğunluk dahi olsalar, belirli bir dinin mensuplarının hassasiyetlerini, başka bir grubun haklarının önüne koyamaz. Kaldı ki, LGBTİ bireyler ve aileleri de çeşitli inanç veya inançsızlık gruplarına mensup olup, LGBTİ bireylerin haklarına ilişkin yaptıkları yürüyüşün bir inanca saygısızlıkmış gibi çarpıtılarak topluma empoze edilmeye çalışılması da, yine gerek 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na gerekse Anayasa ile uluslar arası sözleşmelere aykırıdır. Devlet yetkililerinin Müslümanlar ile LGBTİ leri karşıt iki grup gibi varsaymaya ne hakkı ne de yetkisi bulunmamaktadır. Bu varsayımın gerçek ile yakından veya uzaktan alakası dahi yoktur. Devletin Müslümanlar ile LGBTİlerin karşıt iki grup olduğuna dair yapmış olduğu ve tarafımızca bilinen bir araştırma bulunmamaktadır. Aksine, LGBTİ örgütler başörtüsü yasağının eşitlik bağlamında kalkması konusunda daimi olarak mücadeleye destek vermişlerdir. Devlet yetkililerinin bu yaklaşımı gerçeğe tekabül etmediği gibi, 5
uzun zamandır toplumu kutuplara ayırma gayretinde olan bazı siyasetçilerin etkisinde kalındığı kanısı uyandırmaktadır. Her şeyden öte, devlet olmanın yükümlülüğü yalnızca toplumdaki çoğunluğun değerlerine göre işleyebileceği potansiyel suçlardan, suçun potansiyel mağdurları adına çekinmek ve potansiyel mağdurları koruyamayacağı gerekçesi ile onların haklarını yok saymak değil, şayet böyle bir suçun çoğunluk tarafından işleneceğinden kaygılanıyorsa, öncelikli görevi, temel hakkını kullanma pozisyonunda olanı korumaktır. Aksi düşünüş devletin çoğunluğun işlediği hiçbir suçu önleyemez acizlikte olduğu anlamına gelir ki, bu durum devletin varlık nedenini ortadan kaldırır, devleti çoğunluğun diktası haline getirir. Yine, LGBTİ bireyler tarafından yapılan yürüyüşün hiçbir dinle olumlu ya da olumsuz bir bağı olmaması nedeniyle, devlet görevlilerinin kendilerini din alimi yerine koyup toplumun bu yürüyüşe olumsuz müdahalede bulunacağını varsaymaları da hukuk devleti ve devlet memurlarının yetkileri ile bağdaşır bir husus değildir. Bu bağlamda, 28.06.2015 günü saat 16:30’dan itibaren Beyoğlu İstiklal Caddesi’ne on binlerce insan Onur Yürüyüşü’ne katılmak ve LGBTİ hak mücadelesine destek vermek için girmek istemişse de Cadde’ye girişler başta Taksim Meydanı olmak üzere caddeye girişin sağlanabildiği tüm sokak başları polis barikatları ile kapatılarak kolluk kuvvetlerince insandan duvarlar oluşturulmuştur. Barikatlarla tutulan caddeye girmek isteyen kitleye polis herhangi bir açıklama yapmadığı gibi kanuna aykırı bir şekilde, kasklarında ve görevli yeleklerinde sicil numaraları bulunmadan kaba kuvvet uygulayarak geri püskürtmüş, katılımcıları tartaklayarak uzaklaştırmaya çalışmıştır. Onur Haftası komite üyeleri ve avukatların kolluğu defalarca kanuna aykırı emri uyguluyorsunuz, suç işliyorsunuz şeklinde uyarılarına rağmen kolluk saldırmaya devam etmiş ve avukatların sicillerini alma taleplerini reddetmiş, cevap vermemiştir. Taksim Meydanı kamusal bir alan olup LGBTİ Onur Yürüyüşü’ne katılmak ya da desteklemek amacıyla alana girmek isteyen ya da gösteri ile ilgisi olmayan kişilerin de girişi kolluk kuvvetinin aynı kaba ve kötü muamelesiyle engellenmiştir. Bunun yanında İstiklal Caddesi’ne girilmemesine rağmen Taksim Meydan’ında Sıraselviler Caddesi üzerinde bekleyen kalabalığa kolluk kuvvetleri tarafından sebepsiz yere TOMA’lar ile su sıkılmış, plastik mermi ve biber gazı ile saldırılmıştır. “LGBTİ Onur Yürüyüşü” niteliği ve ilkeleri gereği tamamen barışçıl bir gösteri amacını taşımakta olup on binlerce insan, LGBTİ varoluşunun temsili şeklinde renkli kıyafet ve flamalarıyla müzikler ve barışçıl sloganlar eşliğinde yürümeyi bir gelenek haline getirmişlerdir. Ne var ki, Valiliğin hukuka aykırı emri kolluk kuvvetlerinin kitleye karşı orantısız ve ölçüsüz güç kullanmasına sebebiyet vermiştir. Valilik tarafından verilen bu kanunsuz emrin kaldırılması için Taksim Meydanı’na gelen milletvekilleri, uluslararası temsilciler ve diplomatlar, siyasi parti temsilcileri ve belediye temsilcileri İstanbul Valisini defalarca aramalarına rağmen Valilik tarafından telefonlara yanıt verilmemiştir, Eş zamanlı olarak ara sokaklardan İstiklal Caddesi’ne ulaşmak isteyen kişiler, başta Mis Sokak olmak üzere İmam Adnan Sokak, Küçük Parmakkapı Sokak, Büyük Parmakkapı Sokak, Yeni Çarşı Caddesi, Asmalı Mescid Sokak, Ağacami Sokak ve sürekli bir biçimde İstiklal Caddesi üzerinde kolluk kuvvetinin yoğun bir biçimde plastik mermi, gaz ve ses bombasına maruz kalmıştır. 6
Yine aynı sokak aralarında ve cadde üzerinde TOMA ile kitleler ve özel olarak kişiler hedef alınarak tazyikli ve ilaçlı su sıkılmış kişilerin ağır şekilde yaralanmasına sebebiyet verilmiştir. Örneğin, basında ve sosyal medyada görüntüleri bulunan Mis Sokak’ta elinde gökkuşağı bayrağı ile şiddete tepki gösteren bir bireyin tazyikli suyun hedef almasıyla yaklaşık iki metre savrulduğu ve ağır şekilde yaralandığı, yine aynı şekilde İstiklal Caddesi üzerinde polis şiddetine tepki gösteren diğer kişilerle birlikte özellikle iki transeksüel kadının yine polis tarafından önce tazyikli suyla hedef alındığı ve sonrasında plastik mermi ile uzaklaştırıldığı görüntüleri basında ve sosyal medyada paylaşılmaktadır. İstanbul Valiliği tarafından herhangi bir yaralanma olmadığı belirtilmişse de gözünden yaralanan ve bir gözünü kaybetme tehlikesi yaşan bir katılımcının durumu da medyada yer almıştır. Yürüyüşün tamamlanması sonrasında Onur Haftası’nın kapanış etkinliği olarak düzenlenen mekanın sokağına kolluk kuvvetleri tarafından hiçbir sebep yokken biber gazı atılmış, plastik mermi sıkılmıştır. Saat 23.30’dan sonra kapalı mekanda gerçekleştirilen etkinliğin olduğu sokağa yapılan hukuksuz saldırı sonrası, mekana dışarıdan dolan kimyasal gazlar sebebiyle birçok insan olumsuz etkilenmiştir. Polis tarafından uygulanan şiddet sonucu oluşan yaralanmalara örnek olmak üzere, başına plastik mermi isabet eden göstericilerden Dilan Deniz DEMİR tarafından 28.06.2015 gün 20:42 saatinde Şişli Etfal Hastanesi’nden alınmış olan doktor raporunu ekte sunuyoruz. Bunların yanı sıra, dilekçe ekinde sunulan gazete haberleri, fotoğraflar ve videolardan da açık şekilde görüleceği üzere, göstericilere şiddet uygulayan kolluk güçlerinin üniformaları ve üzerlerinde, tıpkı Gezi eylemleri sırasında gerçekleşen polis saldırılarında olduğu gibi, sicil numaraları veya kimliklerinin tespitini sağlayacak hiçbir ayırt edici unsur bulunmamaktadır. Yalnızca bazı memurların kasklarında sicil numaraları mevcuttur ancak memurlara kask yerine gaz maskesi giydirildiği için bu memurlara da anonim ve kamufle bir şekilde görev yaptırılmıştır. Bu husus dahi idarenin ve şüphelilerin yürüyüşten haberdar olmaması bir yana, yürüyüşe hukuk dışı müdahale etmek, kolluk tarafından işlenecek suçlarda kimlik tespitini imkansız hale getirmek ve delilleri karartmak için ön hazırlık yapıldığının açık göstergesidir. Nitekim on iki yıldır müdahale edilmeyen 13. LGBTİ Onur Yürüyüşü öncesinde T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, 7 Haziran seçimleri öncesi, LGBTI aktivisti Barış Sulu’nun HDP tarafından Eskişehir’de milletvekili adayı gösterilmesinden dem vurularak, “Diyarbakır’da sözde bir müftü, Eskişehir’de eşcinsel aday biz göstermiyoruz. Böyle bir derdimiz de yok” denilmiştir. İfadenin yer aldığı gazete haberi ekte sunulmuş olup, elektronik kopyasına da http://www.birgun.net/haber-­‐detay/akp-­‐
ve-­‐erdogan-­‐a-­‐secim-­‐oncesi-­‐lgbt-­‐ikiyuzlulugu-­‐elestirisi-­‐82037.html adresinden erişilebilir. Yine T.C. Başbakanı Ahmet DAVUTOĞLU da 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi; “Eşcinseller Lut kavminin helakına sebep oldu, HDP aday gösteriyor” ifadelerini kullanmıştır. İfadenin yer aldığı gazete haberi ekte sunulmuş olup, elektronik kopyasına da http://www.sozcu.com.tr/2015/gundem/akpde-­‐escinsel-­‐kafa-­‐karisikligi-­‐847228/ adresinden erişilebilir. 7
Devletin en üst kademelerinde bulunan ve tüm halkı temsil etmekle yükümlü devlet görevlilerinin dahi LGBTİ bireylere yönelik kamuoyunda ayrımcı ve hedef gösterici ifadeler kullanabildiği bir ortamda, yürüyüşe yapılan müdahalenin; ataerkil, homofobik ve transfobik bakış açısına sahip devlet görevlilerinin yetkilerinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiği tartışmasızdır. Devletin en üst kademelerinde dahi LGBTİ bireylere yönelik önyargı ve nefret olduğu yukarıda değindiğimiz ve yalnızca örnek niteliğinde olan beyanlardan açıkça ortadadır. Ancak hukuk; devlet yönetiminde yer alan şahısların şahsi bakış açılarını topluma dayatmak için kolluk güçlerini kendi halkının üstüne sürdüğü, kolluk güçlerinin adeta bu kişilerin şahsi inançlarının koruyucusu haline geldiği ve bu idareciler tarafından verilen hukuka aykırı emirlerin infazcısı olduğu bir toplum düzenini himaye edemez. Yürüyüş izne tabi ve izinsiz olsa dahi, emniyet güçlerinin barışçıl bir şekilde toplanan ve ne polise ne de çevreye en küçük bir zarar vermemiş göstericileri dağıtmak gerekçesiyle plastik mermi ve biber kullanılmasının hukuken izahı yoktur. Şayet yürüyüş katılımcıların güvenliğinin Ramazan ayı dolayısıyla sağlanamayacağı için engellendiyse, yürüyüşçülere polisten başka kimsenin saldırmamış olması güvenlik gerekçesinin ne denli bahane olduğunu ortaya koymuştur. Yürüyüşçülerin yalnızca polisten korunmaya ihtiyacı olmuştur, bu da devletin kanunları bizatihi nasıl çiğneyebildiğini göstermiştir. Kaldı ki bir yıl önce gerçekleştirilen LGBTİ Onur Yürüyüşü de Ramazan ayında yapılmıştır. Bu sene engellenen yürüyüşten bir hafta önce 21.06.2015 tarihinde İstiklal Caddesi’nde yine LGBTİ bireyler tarafından Trans Onur Yürüyüşü gerçekleştirilmiştir. Bu hususlar da idarenin gerekçesinin keyfiliğini ortaya koymaktadır. İzinsiz de olsa bir gösteriyi engellemek için göstericilere devlet tarafından bizatihi şiddet uygulanmasını hukuk himaye etmez. Devletin gösteriyi hiç kimseye zarar vermeden engelleme yükümlülüğü vardır. Nitekim, Urcan/TR kararında da, AİHM, sözü edilen ulusal eylem gününün ulusal yetkililere önceden bildirildiğini tespit etmekte, bu bağlamda, toplanma özgürlüğü ve görüşlerini bu özgürlük vasıtasıyla ifade etme hakkının demokratik bir toplumun temel değerlerinin bir parçası olduğunu dile getirmektedir. AİHM’e göre demokrasinin esasında meselelerin halka açık olarak tartışılarak çözümlenmesi yeteneği bulunmaktadır. Bu nedenle gerçekleştirilen eylemler, şiddete teşvik etme ve/veya demokratik ilkelerin reddini içermediği sürece, toplanma ve ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmelidir. AİHM, toplantı ve gösterilerde savunulan görüşlerin veya kullanılan ifadelerin yetkili makamların gözünde kabul edilemez veya şok edici veya ileri sürülen talepler gayrimeşru olsalar dahi, ifade ve toplanma özgürlüğünü ortadan kaldırmaya yönelik radikal tedbirlerin demokrasiye hizmet etmeyeceğini, hatta onu tehlikeye düşüreceğini vurgular. AİHM bu kararda da barışçıl toplantı ve gösterilere yaklaşımını net bir biçimde ortaya koymuş, hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir toplumda, yerleşik düzene karşı çıkan ve barışçıl yöntemlerle hayata geçirilmesi savunulan siyasi düşüncelerin toplanma özgürlüğü veya başka yasal yollarla dile getirilebilmesine imkân tanınması gerektiğini belirtmektedir. Kısacası Valiliğin yürüyüşe ilişkin engellemesi hukuk dışıdır, uluslar arası sözleşmeler ve Anayasa başta olmak üzere, gösteri yürüyüşlerini düzenleyen tüm mevzuata ve konuya ilişkin yüksek mahkeme kararlarına aykırıdır. 8
GÖSTERİLERE İLİŞKİN ULUSAL VE ULUSLAR ARASI MEVZUAT: AİHM Kararının Etkisi, Uygulama Zorunluğu: 1. Anayasa'nın 34. maddesine göre "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve 2.
3.
4.
5.
9
saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir." Bu nedenle izin almanın bir koşul olamayacağı açıktır. Bununla birlikte, aynı maddenin 3. fıkrasına göre: "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir." Burada bahsedilenin 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası olduğu, bu yasadaki usullere uyulmasının gerekli olduğu açıktır. 2911 sayılı Yasa ve barışçıl toplantı üzerinde etkisine ilişkin bir kaç hususu açıklamak gerekir. 2911 sayılı Yasa, Anayasadaki izinsiz toplantı hakkını ortadan kaldıramaz. Nitekim Yasa izin değil, bildirim koşulu getirmektedir (Bkz. md. 10). İkincisi, bu Yasa, 12 Eylül müdahalesinin hemen ardından çıkarılmış bir darbe yasasıdır ve demokratik değerleri koruduğunu söylemek zordur. Üçüncü olarak, 2911 sayılı Yasaya dayalı toplantı ve gösteri yürüyüşü engellemeleri defalarca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) aykırı bulunmuştur. Bu nedenle, bu yasanın Anayasa'nın 90. maddesi uyarınca insan hakları sözleşmelerine ve AİHM içtihadına uyumlu bir şekilde yorumlanması zorunludur. Bu açıdan insan hakları hukuku bakımından barışçıl gösteriye ilişkin aşağıdaki ölçütlerin mutlaka gözetilmesi gerekir. Anayasanın 34. maddesinden anlaşılabileceği gibi yasal düzenlemenin amacı sadece "Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usulleri düzenlemek olabilir. Bir başka deyişle bu yasanın asli amacı, yasaya aykırı davrananların cezalandırılması değil, Anayasa’da koruma altına alınan bir hakkın başka ve hak ve özgürlüklerle uyumlu bir şekilde kullanılmasını sağlayacak güvenceleri düzenleme altına almaktır. Her ne kadar bu düzenleme içinde yasal koşulları ihlal edenlere bazı yaptırımlar öngörülebilirse de, kural barışçıl toplantının yapılması, istisnası bunun sınırlandırılmasıdır. Bu nedenle, koşullara her uymayan toplantıyı, sırf yasaya aykırı diye şiddet kullanarak dağıtmak izinsiz toplantı hakkını anlamsız bırakacaktır. 2911 sayılı Yasanın da bu şekilde yorumlanması mümkün değildir. Ancak yukarıda belirtildiği gibi yapılacak düzenlemenin amacı yasadışı toplantıları dağıtmak değil, barışçıl toplantıları başka hak ve özgürlüklerle birlikte mümkün kılmaktır. Bu nedenle, Devletler toplantı ve gösteri yürüyüşünü düzenleme görüntüsü altında, bu hakka yönelik makul olmayan dolaylı sınırlandırmalardan da kaçınmak zorundadır.(Oya Ataman-­‐Türkiye kararı) 2911 sayılı Yasa, AİHS'e aykırı olarak sözleşmede korunan barışçıl toplanma özgürlüğünü kısıtlayan gizli engellerle (Oya Ataman-­‐Türkiye kararı) doludur. Gerek idare, gerekse mahkemeler bu engelleri Sözleşme ile uyumlu bir şekilde yorumlamak yükümlülüğü altındadır. 6. 2911 sayılı Yasa örneklerinin gösterdiği gibi ilk başta yasak değil düzenleme gibi gözüken kurallar toplantı ve gösteri yürüyüşünü anlamsız hale getirebilir. Bu gibi durumlarda, düzenlemeyi yapan yasa değil, doğrudan temel hakkı güvenceye alan Anayasa/insan hakları sözleşmesi uygulama alanı bulur. AİHM, mevcut olaya anında cevap verme gereğinin doğduğu bazı özel durumlarda, anında toplanma hakkının bildirim ödevinin önüne geçebileceğini kabul etmektedir. (Bukta vd./Macaristan, no. 25691/04, 17.07.2007; Eva Molnar/Macaristan, no. 10346/05, 07.10.2008, para. 38.) Özellikle, o an yapılmayan eylem daha sonra anlamsız hale gelecekse, bildirim yükümlülüğe uyulmaması toplantı özgürlüğünün doğal sonucudur. (Bukta vd./Macaristan, no. 25691/04, 17.07.2007, para. 36. Bukta olayında, eylemciler Başbakanın son anda katılmaya karar verdiği bir resepsiyonu protesto etmektedir. Bu nedenle eylemcilerin süre koşuluna uyması mümkün değildir) Benzer bir durumu yer bakımından da vurgulamak gerekir. Gezi Parkı gösterileri tarihsel ve mekansal önemi nedeniyle Taksim'de yapılmalıdır. Yasal yer olarak gösterilen Çağlayan, Kadıköy gibi yerler verilmek istenen mesajın engellenmesi anlamına gelir. 7. Bir toplantı, yasada öngörülen koşulları yerine getirmese bile, şiddet içermediği sürece salt bu nedenle müdahale edilemez. Bazı toplantı ve gösteriler hiçbir şekilde kamu düzenini bozmayabilir, kamu düzenine zarar vermeyebilir. Halka açık bir alanda gerçekleştirilen çoğu toplantı ise günlük yaşamın akışını belirli bir ölçüde bozacak bir karışıklığa ve düşmanca tepkilere yol açabilir. Ancak AİHM, söz konusu düzeni bozan durumun bile, tek başına, toplanma özgürlüğü hakkına yönelik müdahaleyi haklı kılamayacağı kanaatindedir. Mahkemeye göre, yasadışı hale gelmişse bile şiddet kullanılmayan bir toplantıya, 11. maddede korunan toplanma hakkı anlamını tamamen yitirmemesi için belirli bir ölçüde hoşgörü gösterilmelidir.[6] 8. Bu söylenenlerden şu alt sonuçları çıkarmak mümkündür: i. Yasadışı olsa bile şiddet içermeyen toplantıya hoşgörü gösterilmeli, hemen müdahale edilmemelidir. ii. Belirli bir hoşgörü kavramı, birden fazla ölçütü dikkate almayı gerektirir. Toplantının kamusal tartışmaya katkısı ve önemi, verilen süre içerisinde mesajın verilip verilmediği, toplantının devamının başka kişilerin hak ve özgürlüklerine etkisi gibi. Gezi Parkı olayları bu açıdan da ilginçtir. On binlerce kişinin katıldığı ve toplumu yakından ilgilendiren gösterilerin gerçekleştiği sırada, salt trafiğin tıkandığı gerekçesiyle güç kullanarak toplantının dağıtılması toplantı hakkını ihlal edecektir. Dahası, eylemin başkalarının hak ve özgürlüklerini kısıtlama düzeyi düştükçe, hoşgörü yükümlülüğü arttığı için ilk günlerde parkta oturan eylemcilere karşı gerçekleştirilen ağır müdahalelerin, toplantı hakkının özüne dokunduğunu söylemek mümkündür. 9. Hak ve özgürlüklerin bazı istisnai hallerde sınırlandırılabilir olması, bu sınırlandırmanın dilendiği şekilde yapılabileceği anlamına gelmez. Bir toplantıya kuvvetle müdahale edildiğinde müdahaleden etkilenebilecek insanları üç gruba ayırmak mümkündür: Barışçıl gösteri ve toplantı yapanlar, barışçıl gösteriye şiddet karıştıranlar ve olaya dışarıdan katılanlar. 10
10. Türkiye'de, kolluk güçlerinin toplantıları dağıtmasının rutin iki gerekçesi bulunmaktadır. Bunlardan biri, toplantının yasa dışı olmasıdır. Yukarıda açıklandığı gibi barışçıl bir toplantının salt yasadışı olduğu için şiddet kullanılarak dağıtılması insan haklarına aykırıdır. İkinci rutin gerekçe, provokatörlerin göstericilerin içine karışarak şiddete yöneldikleridir. AİHM, konuya ilişkin ilk içtihatlarından itibaren, hak sahibi kişi kendi davranışları ile hukuka aykırı bir eylemde bulunmadıysa, çok önemli olan toplantı hakkının başkalarının eylemleri nedeniyle kısıtlanamayacağını belirtmektedir.(Ezelin/Fransa, no. 11800/85, 26.04.1991) Genel olarak barışçıl niteliğini kaybetmeyen bir toplantıda yer yer şiddet olayları gerçekleşmişse, kendi şiddet olaylarına karışmayan kişi, toplantıyı terk etmediği için cezalandırılamaz. 11. Kolluk güçlerinin, barışçıl gösteri yapanlarla şiddete başvuranları ayrıştırma ödevi vardır. (Guidelines on Freedom of Peaceful Assembly Prepared by the OSCE/ODIHR Panel Of Experts on the Freedom of Assembly, 2007, para. 125.) 12. Mahkeme, bir kişinin, kendisi davranış ve niyetlerinde barışçıl kaldığı bir gösteri sırasında başkalarının arazi şiddet eylemleri veya cezalandırılabilir davranışları nedeniyle toplantı hakkını kullanmaktan mahrum bırakılamayacağını belirtmektedir. (Ziliberberg/Moldova, no. 61821/00, 04.05.2004 (Kabul edilebilirlik kararı). 13. Bu içtihat şu şekilde açıklığa kavuşturulabilir. Devletler, sadece kamu malını ve düzenini değil ve fakat barışçıl gösteride bulunanları da şiddete başvuranlardan korumak zorundadır. Kamu düzeni, Devletin vatandaşlardan korunduğu değil insanların temel hak ve özgürlüklerini maksimum düzeyde kullanabildiği bir düzeni ifade eder. Bu nedenle, barışçıl bir şekilde başlayan bir eyleme bir şekilde şiddet bulaştıysa, alınacak önlem tüm gösteriyi sonlandırmak değil ve fakat mümkünse şiddete başvuranları, barışçıl eylemcilerden ayıracak kolluk önlemleri almaktır. Gün ve Diğerleri davasında belirtildiği gibi barışçıl bir gösterinin sonunda bazı kimselerin bu fırsatı kullanarak şiddete başvurmaları, niyeti barışçıl olan bir toplantıya katılanların toplanma hakkına müdahaleyi haklı kılmaz. (Gün vd/Türkiye, no.8029/07, para. 51) 14. 28.06.2015 Pazar günü yapılmak istenen LGBTİ Onur Yürüyüşü’nde, kolluk kuvvetlerinin genel yaklaşımı bu ilkelerle tamamen çatışma halindedir. Olaylar boyunca, kolluk hedef gözeterek, yoğun bir şekilde gaz ve tazyikli su kullanmıştır. Çünkü kullanılan gaz bombası kapsülleri binlerce barışçıl göstericiyi etkilemiş, bazı kişiler doğrudan gaz kapsülünden yaralanmış, toplam yaralı sayısı 100’leri bulmuştur. 15. Gösteriye katılmayan ama dışarıda olmasına rağmen etkilenen kişilerin durumu da dikkate alınmalıdır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılması şüphesiz başkalarının hak ve özgürlükleri ile çatışabilir. Bununla birlikte, salt başkalarının rahatsız olması, bu hakkın sınırlanması meşru kılmaz.(Guidelines on Freedom of Peaceful Assembly Prepared by the OSCE/ODIHR Panel Of Experts on the Freedom of Assembly, 2007, para. 70.) 11
16. Biber gazının keyfi ve yoğun kullanımı başka sorunlara da yol açmaktadır. Herkes evden çıkarken gideceği merkezi yerde polisin gaz kullanabileceğini hesaba katmak zorunda değildir. Yaşlılar, çocuklar, sağlık sorunları olanlar toplantıya katılmasalar bile keyfi biber gazı kullanımından yoğun bir şekilde etkilenmektedir. 17. Bir kişinin bedensel bütünlüğüne yapılan saldırı ile kamu düzenin sağlanması arasında bir tartı işlemi yapılamaz. Kolluk, yapacağı müdahalede kötü muameleye başvurmamak zorundadır. (Pekaslan vd./Türkiye, 4572/06, 20.3.2012, para. 58-­‐
59) 18. Dahası, Türkiye'deki cezasızlık sorununun bir uzantısı toplantılara yapılan müdahalelerdeki şikâyetlerde görülmektedir. Toplantı sonrasında gerçekleşen gözaltı işlemlerinde kötü muamele gördüğünü söyleyen kişilerin yaptıkları başvurular, savcılar tarafından toplantının illegal olması gerekçesiyle reddedilmektedir. (Örn. bkz. Pekaslan vd./Türkiye, 4572/06, 20.3.2012, para. 63; Cemalettin Canlı/Türkiye, no. 26235/04, para. 31; Karatepe/Türkiye, no.33112/04, para. 32; Kop/Türkiye, no. 12728/05, para. 38.) 19. Gösterileri yasaklayan genel kararlar alınması kural olarak mümkün değildir. Böyle bir kısıtlama, ancak ve ancak daha hafif önlemlerle giderilemeyecek derecede ağır risklerin var olması halinde kabul edilebilir. Şiddete teşvik ve demokratik ilkelerin reddi durumları hariç, yetkililer açısından şoke edici ve kabul edilemez görüş ve kelimeler kullanılması, meşru kabul edilemeyecek taleplerin ileri sürülmesi nedeniyle toplantı özgürlüğünü kısıtlayan genel önlemler alınması demokrasiyi tehlikeye düşürecektir. (Stankov ve the United Macedonian Organisation Ilinden/Bulgaristan, no. 29221/95, 02.10.2001, para. 97.) 20. Yukarıdaki kararı destekler nitelikte bir başka karar da 25.3.2015 tarih ve 2013/2394 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Osman Erbil kararıdır. Yüksek mahkeme oybirliğiyle, başvurucunun katıldığı barışçıl bir gösteri nedeniyle hakkında mahkumiyete ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesinin toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkını ihlal ettiğine karar vermiş ve Anayasanın 25, 26 ve 34’üncü maddelerini karara dayanak göstermiştir. Mahkeme verdiği kararda toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının çoğulcu demokrasiler için elzem olduğunu vurgulamış, azınlıkta kalan fikirlerin, çoğunluğun nazarında kışkırtıcı veya rahatsız edici olması durumunda dahi korunarak güvence altına alınmasını gerekli görmüştür. 21. Benzer bir durumun, belki fazlasıyla, LGBTİ Onur Yürüyüşü gösterilerine ilişkin bir daha toplantı yapılmasına izin verilmeyeceği gibi beyanlar açısından da bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu tür genel kısıtlamalar, toplantı hakkının özüne aykırıdır. 22. Öte yandan, 10 Aralık 1984 tarihli İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 1 inci maddesinde işkence kavramı; “Bir şahsa veya bir üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği ya da işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle, 12
cezalandırmak amacıyla, bilgi veya itiraf elde etmek için ya da ayırım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki, rızası veya muvafakatiyle uygulanan fiziki ya da manevî ağır acı veya ızdırap veren bir fiil” olarak tanımlanmıştır. 23. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 3. Maddesi: ‘Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlere tabi tutulamaz’ demektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok kararında bu tanımdan yararlanmakta ve içtihatlarında yer vermektedir. 24. Ayrıca, 20 Nisan 2000 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun A/RES/55/89 sayılı kararıyla Birleşmiş Milletler belgesi hâline gelen İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi için El Kılavuzu (İstanbul Protokolü), referans aldığı birçok uluslararası sözleşmede mutlak yasak olarak düzenlenen işkence yasağının, daha etkin bir şekilde soruşturulmasına ilişkin ilkelere açıklık getirmekte ve AİHM kararlarında dayanak belgelerden biri olarak kullanılmaktadır. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) başta olmak üzere birçok bölgesel önleme mekanizması da Türkiye dâhil çeşitli ülkelerin raporlarının incelenmesi sırasında bu Protokole uygunluk aramaktadır. 25. Yukarıda açıklandığı üzere, İşkence, zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele ve ceza, hem ulusal mevzuatımız ve Anayasaya göre hem de uluslararası hukuka göre yasaklanmıştır. Bu mutlak bir yasak olup, hiçbir istisnasına asla izin verilmez. İşkence, Birleşmiş Milletler insan hakları sözleşmelerine ve insani amaçlı Cenevre Sözleşmelerine işkence yasağı dâhil edildikten sonra artık düşünülemez hale gelmiştir. Yine aynı şekilde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, işkence ve diğer kötü muamele türlerini yasaklayan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 3. Maddesinin, demokratik toplumun en temel değerlerinden biri olduğunun altını çizmiştir. Bu madde, ister kamu düzeni için, ister toplumun genel menfaati adına, hatta ister terörle mücadele amacıyla olsun, üye devletlere tasarruf yapacakları herhangi bir alan bırakmayan tek maddedir. 26. Mahkemeye göre; “Etkili ve eksiksiz bir soruşturmadan söz edilebilmesi için; soruşturmanın suça karışanlardan bağımsız bir organ tarafından başvuranların katılımı sağlanarak yürütülmesi, tam ve titiz bir şekilde yapılması, ihlalden sorumlu olanların belirlenmesi ve cezalandırılması konularında sonuca götürebilecek nitelikte olması gereklidir. Kamuoyunun güvenini korumak ve yasadışı eylemlere göre her türlü hoşgörü ya da suç ortaklığı izleniminden kaçınmak amacıyla soruşturmada gerekli olan ivedilik ve özen gösterilmelidir.” 27. Bu kapsamda özellikle Cumhuriyet savcıları tarafından; -­‐Güvenlik güçleri hakkında kötü muamele ihbarlarına ilişkin olaylarda, suç mağdurlarının ifadelerinin alınmadığı, kötü muamele iddialarının değerlendirilmesi ve delillerin toplanmasında gerekli dikkat ve özenin gösterilmediği, kolluk ile ilgili şikâyet veya soruşturmaların yeterince aydınlatılmadan sonuçlandırıldığı, 13
-­‐Soruşturma evresinde gerekli araştırmanın süratle yapılmayıp, olayla ilgili şikâyetçi, mağdur ve tanık ifadelerinin saptanmasında gecikmelere yol açıldığı, bilgi sahibi olmayan kişilerin imzaladığı tutanakların yasal işlemlere dayanak yapıldığı, -­‐Gözaltı kayıtlarının incelenmediği, gözaltındaki şahısların yetersiz olan muayene ve doktor raporları ile yetinildiği, güvenlik güçlerince kendilerine sunulan belgelerdeki çelişkiler, tutarsızlık ve boşluklar konusunda yeterli araştırma yapılmadığı, olayla ilgili kollukça düzenlenen tutanaklardaki eksikliklerin giderilmediği ve olay yeri fotoğraflarının çektirilmediği, -­‐Cumhuriyet savcısının soruşturmaya başlamadaki gecikmesinin diğer iç hukuk yollarının etkinliğini zedeleyebileceği ve Cumhuriyet savcısının soruşturmayı başlatmamasıyla, başvuranın etkin bir iç hukuk yolundan mahrum bırakıldığı sonucuna varılabildiği, -­‐Gerekli deliller toplanmadan kovuşturmaya yer olmadığı veya yetkisizlik kararları verildiği, dilekçe sahiplerine ve suçtan zarar görenlere soruşturma sonuçlarının bildirilmediği, -­‐Soruşturma esnasında elde edilen ve kişilerin özel yaşamlarını ilgilendiren bilgi ve belgelerin ilgisi olmayan kişilerle paylaşıldığı gibi gerekçeler sebebiyle bu ve benzeri davranışları, insan hakları ihlali olarak nitelendirmiştir. 28. Mahkeme, işkence ile insanlık dışı ve küçük düşürücü muameleler kapsamında; Esen/Türkiye kararında; “Gözaltında kaldığı 13 günlük süre sonunda hekim tarafından yapılan muayenesinde vücudunda 3x2 cm çapında ekimoz ile omuza yakın sağ kolunda küçük bir şişkinlik saptanan ve gözaltında polis memurları tarafından işkenceye maruz kaldığını iddia eden ve şikâyeti sonucunda iç hukukta delil yetersizliğinden sanık polis memurları hakkında beraat kararı verilen olayda; bir kimsenin gözaltında bulunduğu sırada tamamen polis memurlarının denetiminde bulunduğundan bu yaraların nedenini inandırıcı şekilde açıklama, mağdurun iddialarını ve özellikle doktor raporlarını çürüten raporları sunmanın Devlete ait olduğu” ifadelerine yer vermek suretiyle Sözleşmenin 3 üncü maddesinin ihlaline karar vermiştir. 29. Sonuç itibariyle, yürüyüşe katılmak isteyen barışçıl göstericilere kötü muamele yapılmak suretiyle engel olunmuştur. Yukarıda sayılan ulusal ve ulusal üstü mevzuat ve kararların da dikkate alınarak şüphelilerin öncelikle tespiti ve cezalandırılmalarını talep ederiz. DELİLLER : Hastane raporları, gazete ve sosyal medya çıkan haberler, tanık ifadeleri SONUÇ VE TALEP : Yukarıda ifade ettiğimiz ve Sayın Savcılığınızın re’sen göz önünde bulunduracağı diğer hususlar ile birlikte; 1) Hukuka aykırı emir dolayısıyla kolluk güçleri tarafından gerçekleştirilen saldırılar anında basına yansıdığı ve durumu denetlemekle yükümlü olduğu halde olaylara müdahale etmeyen; olay tarihinde görevli, şüpheli İçişleri Bakanı Sebahattin ÖZTÜRK, 2) Hukuka aykırı emir veren İstanbul Valisi Vasip ŞAHİN, 14
3) Hukuka aykırı emri uygulayan İstanbul İl Emniyet Müdürü Selami ALTINOK, 4) Olay tarihinde olay yerinde olup İstanbul Valisi’nin hukuka aykırı kararını uygulayan kolluk amir ve memurlarının; Türk Ceza Kanununda; Kasten Yaralama (TCK 86-­‐87), Müvekkile İşkence (TCK 94-­‐95. Md.), Eziyet (TCK 96. Md.), kötü muamele, Cebir (TCK 108.md.) Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması (TCK 256.md.) Görevi kötüye kullanma (TCK 257. md.), Kanuna Aykırı Emir Vermek ve Yerine Getirmek ( TCK 24), İfade Özgürlüğünün Kullanımını Engelleme (5237 Sayılı TCK m.115), Toplantı ve Gösteri Yürüyüş Hakkının Kullanımını Engelleme (2911 Sayılı Kanun), Hürriyeti Tehdit (TCK 109) suçlarından yargılanmaları için haklarında iddianame hazırlanmasını vekil edenlerimiz adına saygı ile arz ve talep ederiz. 02.07.2015 Av. Ezgi ŞEREF Av. Fırat SÖYLE Av. Levent PİŞKİN Av. Sibel ÖZEN Av. Rozerin Seda KİP Av. Türker VATANSEVER Av. Yasemin ÖZ 15

Benzer belgeler